ÜÇÜNCÜ FASILARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE
ÖNSÖZ
Dünya düzenini sağlamak ve ahiret saadetine ulaştırmak için
Sevgili Peygamber'i vasıtasiyle bizlere Kur'an-ı Kerim'i indiren
Allahu Teala'ya sonsuz hamd ü senalar ederim. Mübarek sözleriyle
Kur'an-ı Kerim'in mücmelini açıklayan ve güzel hareketleriyle
bizlere örnek teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhisselam'a ve O'nun Al
ve Ashabına salat ve selam ederim.
Bundan sonra bilmiş ol ki, dinimizin iki ana kaynağı vardır.
Bunlardan biri Kur'an-ı Kerim, diğeri de O'nun açıklaması olan
Hadis-i Şeriflerdir. Her ne kadar Allah Kelamı'na başka bir şeyin
karışamayacağı yine Kur'an lisaniyle bildirilmiş idiyse de, bir
ihtiyati tedbir olarak Resul-i Ekrem, hadislerinin yazılmasına
müsaade etmemişti. Bununla beraber hariçte olanlara duyurulması
için bazı müsaadeleri de vardır. Sahabe-i Kiram bu yasağa uydukları
gibi Tabiin de bunlara uymuş ve hicri birinci asrın sonuna kadar
hadisler yazılmamış, ancak, kuvvetli hafızların ezberlemeleri
sayesinde ağızdan ağıza intikal ederek gelmişlerdir.
Ne zaman ki Kur'an-ı Kerim, doğu ve batıya yayıldı, Mushaflar
çoğaltılıp her tarafa gönderildi, böylece Kur'an'a hadislerin ve
başka bir sözün karışma tehlikesi ortadan kalktı; (öte yandan hadis
bilginlerinin kısmen ölmeleri ve kısmen de başka memleketlere
dağılmaları, hadislerin kaybolma tehlikesini ortaya koyduysa da, o
zamanın devlet ve din adamları bu önemli dava üzerine eğilerek
hadisleri bir araya toplamak için faaliyete geçtiler.)
Bu hususta ilk adımı 110. Hicride ölen Halife Ömer b. Abdülaziz
atmıştır. Şöyle ki:
Amr b. Hazm'e yazdığı mektupta: "Hadise dair bildiklerini yaz:
zira hadis bilginlerinin ölmeleri ve etrafa dağılmaları ile hadis
ilminin kaybolacağından korkuyorum." demiştir. Rivayet ve dirayet
yoluyla Hadis İlmi'ni ilk önce ortaya koyan zat da. 124 Hicri'de
ölen, Şihab-ı Zühri'dir. Hadise dair kaleme alınan ilk kitap, 149
Hicri'de ölen İbn-i Cüreyc'in kitabıdır. Fakat bu kitap mevcut
değildir. Bize kadar intikal eden hadis kitaplarının ilki, İmam-ı
Malik'in "Muvatta"ıdır. Hacca gittiği Hicri 144 yılında Abbasi
Halifelerinnden El-Mansur, İmam Malik'e: "İbn-i Ömer'in
ihtiyatlarından, İbn-i Abbas'ın ruhsatlarından ve İbn-i Mes'ud'un
şazlarından kaçınarak Sahabe-i Kiram ve Hulefa-i Raşid'in kabul
ettikleri ortamda bir hadis kitabı yaz. Bunu etrafa göndererek her
tarafta okunup yalnız buradaki hadislerle amel edilmesini sağlamaya
çalışalım." diye emretti ve İmam Malik de Muvatta'ı yazdı.
Bu iki hadis kitabı yayıldıktan sonra birçokları hadis derleme
sevdasına kapılarak bir hadis için günlerce yol yürüdü ve hatta
yaya olarak çölü aşanları da oldu. Maksatları ravileri azaltarak
hadisi en kısa yoldan ve gerçek şekliyle alabilmekti.
Böylece hadisler derlenip toplandıktan sonra da tashihlerine,
ravileriyle birlikte ezberlenmelerine ve senetlerine son derece
önem vermişlerdi. Ne zaman ki, Kur'an ve hadisten mülhem olarak
Fıkh'ın usul ve füruu ortaya kondu, fıkıh kitapları yazıldı ve
fıkhi meseleler yerleşti, artık hadis incelemesinden vazgeçilerek
din ve dünya ihtiyaçları için herkes fıkıh ile uğraşmaya başladı.
Buna tesir eden diğer bir sebep te hadisler daha çok incelendiği
takdirde yeni ihtilafların başgöstermesi ve daha başka mezheplerin
doğması korkusu idi. Hatta bu yüzden bugün bir fertte toplanmasında
imkan olmıyan ağır şartlar öne sürerek içtihat ve istinbat
kapılarını da kapadılar ve böylece hadis ile uğraşanlar da azalmış
oldu.
Şüphesiz bu hal böyle devam edemez. Çünkü zamanın icabı ve hayat
şartlarının değişmesiyle, doğacak bazı meseleler hakkında indi ve
keyfi mütalaalara boyun eğmeden doğru hüküm vermek veya yeni
hükümler çıkarmak ve İslam Dininin eski nüfuzunu yaşatmak için
elbette Kur'an ve hadise müracaat edilecektir.
Bunların böyle hassas ve titiz davranmaları karşısında, aslında
birlik ve bereberliği ve her yönüyle çalışıp ilerlemeyi emreden,
doğru muhakemeye sahip olan, akıl ve mantığın reddedileceği hiçbir
yönü bulunmayan ve cihanşümul bir din olan İslamiyet'i yıkmak, akıl
ve mantığın alamıyacağı uydurmaları Resu-i Ekrem'e isnad ederek
alemlere rahmet olarak gönderilen o büyük insan Hz. Muhammed
Aleyhisselam'ı küçük düşürmek için zındıklar, şahsi çıkar, siyasi
maksat ve batıl inançlarını tervic için, dinden nasibi olmayan bazı
kimseler de hadis uydurmaktan geri kalmıyorlardı. Bunların yanında
başka bir sınıf daha vardı. Bunlar da kendi görüşleriyle Kur'an-ı
Kerim ve gerçek hadisleri kifayetsiz (!) bularak, insanları
düştükleri isyan bataklığından kurtarmak için Tergıb ve Terhib
hadisleri uyduruyorlardı. Böylece kimisi dünyayı öküzün boynuzuna
yerleştiriyor, kimisi İslamiyet'in kesinlikle kabul etmediği
Ruhbaniyet ve ataleti teşvik ediyor, muzahref ve yaldızlı sözlerle
yüce İslam Dini'ni yıkmaya çalışıyorlardı.
Kassas ve istismarcıların işine gelen bu uydurmaların
alabildiğine yayıldığını ve saf müslümanların fikirlerinin teşviş
edildiğine gören gerçek bilginler, hemen bu bozguncuların önüne
geçerek Kur'an-ı Kerim'e uymayan ve Resul-i Ekrem ile ilgisi
bulunmayan bu uydurmaları atarak muteber hadis kitapları vücuda
getirdiler. Bunlar "Sıhah-ı Sitte" diye anılan Buhari, Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn-i Mace gibi muteber altı hadis
kitabıdır. Bunların da en sahihi, Buhari ile Müslim'dir. Bu zatlar
hadislerin sıhhati için öyle ağır şartlar koşmuşlar ki, Buhari,
derlediği 600 bin, Müslim'de topladığı 300 bin hadisten ancak 10
bin civarında hadisleri kitaplarına alabilmişlerdir. Diğerleri
yalnız sahih hadislerle yetinmeyip, amel babından hasen hadisleri
de kitaplarına almışlardır.
Ayrıca makbulünü merdudundan ayıran, Nisaburi'nin "El-Ma'rife",
Bağdadi'nin "El-Kifaye" ve "Camiu'l-Edeb", İbn-i Salah'ın
"Ulumu'l-Hadis", Nevevi'nin "Et-Takrib ve't-Teysir", Iraki'nin
"Elfiye", İbn-i Hacer'in "Nuhbetü'l Fiker" ve Suyuti'nin
"Tedribu'r-Ravi" gibi muteber kitapları ve mevzu hadisleri bir
araya toplayan daha başka eserler de vardır.
Ne yazık ki, bu kıymetli eserler, bugüne kadar dilimize
çevirilmedikleri için mevzu hadisler memleketimizde halen revatça
ve geçer akçe gibi piyasaya sürülmektedirler. Doğrusu uydurma
hadislerin mevcudiyeti üzerinde titizlikle durulması gereken önemli
bir davadır. Buna rağmen ihtiyatı elden bırakmamak ve i'tinalı
davranmak lazımdır.
İşte bu boşluğu bir nebze doldurur düşüncesiyle, nisbeten daha
mutedil davranan Aliyyü'l-Kari'nin Mevzuat adlı eserini mümkün olan
bazı kısaltmalar ile dilimize çevirmeyi uygun buldum. Eserde 600
civarında mevzu hadis vardır. Kıymetli meslektaşlarıma ve bütün din
kardeşlerime yardımcı olabileceğimi ümid ederim. Ancak mevzuatı
daha iyi kavrayabilmek ve hadis ile ilgili terimleri anlayabilmek
için de, kısa bir Usul-i Hadis'i başına almayı uygun buldum.
Tevfik ve hidayet ancak Allah'tandır.
"Bismillahirrahmanirrahim"
Kur'an-ı Azim'i indiren Allahu Teala'ya ham'eder ve hadisleri
ile Kur'an-ı açıklayan Resul-i Ekrem'e, O'nun al ve ashabına salat
ve selam ederim.
Bundan sonra Kelam-ı Kadim'in hizmetçisi ve sağlam hadislerin
müdavimi Bari Teala'nın mağfiretini uman Sultan Muhammed'in oğlu
Aliyyü'l-Kaari der ki: Allahu Teala'nın kelamı, fazl u keremi ile,
yazılışına ve hatta noktasına varıncaya kadar korunmuştur. Çünkü
Allahu Teala: "Kur'an-ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız"
buyurmuştur. Resul-i Ekrem'in hicretinden günümüze kadar 1300 küsur
yıldan fazla zaman geçtiği halde korunmakta olup korunmasına devam
edilecektir.
BİRİNCİ BÖLÜM
Hadislere gelince: Hadisler böyle değildir. Zaman geçip avam
(halk) arasına mevzu hadislerin yayılmasıyle ahkam ifade eden
hadisler bile kesinliklerini kaybederek insanlar arasında şüpheyi
durumuna düştüler. Bununla beraber gerçek ilim erbabı durmadan
çalıştı ve hadislerin hakkını vererek sahih ile sakimini, hasen ile
zayıfini, merfu ile mevkufunu ve maktu ile mevzuunu birbirinden
ayırdılar. Hafız Ebu Nuaym Hilye'sinde Ebu Hüreyre'den merfu olarak
rivayet ettiği bir hadiste: "Muhakkak ki İslamiyet kendisiyle
aldatılmak istenilen her bid'at zamanında onu yok edecek Allah
dostlarından birisi bulunur." buyurulmuşur. Yani düşmanın
sokuşturmak istediği bid'atları o kaldırır. Sonra yine ma'nen
tevatür edip lafzan da tevatüre yakın olan ve Arapça metinde 69
rivayet yolu ile bildirilen Buhari, Müslim ve Hakim'in Ebu
Hüreyre'den ve cüz'i ifade farkları ile diğer ravilerden de rivayet
ettikleri hadiste: "Kasden benim için yalan uyduran kimse
Cehennem'deki yerine hazırlansın." buyurulmuştur.
Hacmın büyümemesi, okuyanlara usanç vermemesi için diğer
rivayeti yollarını tercümeye almadık. Ancak hadisin sebeb-i
vücudunun bildiren bir -iki rivayeti daha almakla yetiniyoruz.
Birisi: Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace ve Darekutni'nin
Abdullah b. Zübeyr'den rivayetlerinde şöyle denmektedir: Abdullah
diyor ki: Babama, herkes Resul-i Ekrem'den hadis rivayet ediyor.
Sen niye rivayet etmiyorsun diye sordum. Babam:
- Oğlum, ben Müslüman oldum olalı Resul-i Ekrem'den ayrılmadım.
(Yani benim de pek çok bildiklerim var.) Fakat Resul-i Ekrem'in,
"Benim namıma yalan uyduran Cehennem'deki yerine hazırlansın"
hadisini bildiğim için rivayet edemiyorum, dedi.
Tabarani Evsat'ında Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet
ediyor:
Adamın biri Resul-i Ekrem'in giydiği elbiseyi giyip onun
kıyafetine girerek Medine’de bir mahalleye gider ve: Beni Rasul-i
Ekrem gönderdi, dilediğim eve girer, istediğimi yapar ve orada
oturabilirim dedi. Mahalle halkı kendisine bir oda tahsis eder ve
hemen Resul-i Ekrem'e haber gönderirler. Resul-i Ekrem, Hazret-i
Ebu Bekr ve Ömer'i hemen gönderir ve buyurur ki: "Onu canlı
bulursanız hemen öldürün ve sonra da yakın. Şayet işini bitmiş yani
kendisini ölmüş bulursanız ki, kanaaatimce onu ölü bulacaksınız,
ölüsünü yakın." Adam geceleyin abdestine çıkınca zehirli bir
engerek yılanı kendisine sokar ve öldürür. Hazret-i Ebu Bekr ve
Ömer de ölüsünü yakarak geri dönerler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
"Benim namıma kasden yalan uyduran kimse Cehennem'deki yerine
hazırlansın." buyurdu.
Diğer bir rivayet bölümünde de: Medine'ye iki mil mesafede Leys
Oğullarından bir kabile bulunuyordu. İslamiyyetten önce adamın biri
onlardan bir kız istemiş ve alamamıştı. Bu defa Resul-i Ekrem'in
kılığına girerek bu kabileye gider ve, bu elbiseyi Resul-i Ekrem
bana giydirdi mal ve canlarınızda dilediğim gibi tasarrufu bana
emretti, diyerek doğruca alamadığı kızın evine gider. Bu kabile
durumu Resul-i Ekrem'e haber verir. Resul-i Ekrem: "Allah'ın
düşmanı yalan söyledi." buyurduktan sonra birisine; "Git bak, onu
canlı bulursan öldür. Ölü bulursan yak" buyurur. Adam gittiğinde
zehirli bir yılan tarafından öldürüldüğünü görünce ölüsünü yakar ve
gelir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem bu hadisi şerifi irad eder. İşte
hadisin sebeb-i vürudu budur.
Hafız Suyuti, hadisi yüzden fazla Ashab'ın rivayet ettiğini ve
hepsinin rivayet yolları kuvvetli olduğunu söylemiştir. Cennet ile
müjdelenen on Sahabi'nin ittifaklı olarak rivayet ettikleri tek
hadis budur.
Celale'd-Din Suyuti, “Resul-i Ekrem'e yalan isandından başka
hiçbir günah için Ashab-ı Kiram'ın, ehl-i sünneti tekfir
ettiklerini bilmiyorum” dedi. Ebu Muhammed el-Cüveyni “Resul-i
Ekrem adına bilerek yalan uyduran kimse kafir olur ve İslam
milletinden çıkar” dedi. Aralarında Maliki imamlarından
Nasırü'd-Din de bulunan birçok zatlar bu fikirdedirler.
Aliyyü'l-Kaari diyor ki: "Ben de derim ki, Resul-i Ekrem'in; “Benim
namıma yalan uydurmak başkaları adına yalan uydurmak gibi
değildir." hadisi ve Resul-i Ekrem'in adına uyduran adamı öldürtüp
yaktırması bunları tey'id etmektedir. Çünkü Peygamber'e iftira,
Allahu Teala'ya iftiradır. Zira Resul-i Ekrem hakkında;
"O hevadan konuşmaz. Onun konuştuğu ancak Allahu Teala
tarafından kendisine vahyolunandır." (Necm: 53/3-4) buyurulmuşur.
Ayrıca Resul-i Ekerm'in: "Ben ancak gökten nazil olanı söylerim."
sözü de bunu tey'id etmektir. Demek ki, Resul-i Ekrem'in din
hakkındaki her sözü ilahi vahye dayanır. Ona yalan uydurmak Allah'a
yalan isnad etmek demektir. Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'a yalan isnad
edenden daha zalim kimdir?" buyurulmuştur. Allah'a yalan isnad
edenler, O'nun ayetlerine inanmayanlardır. Allah ve Peygamber'den
başkası adına yalan uyduranların kafir olmadıkları Sahabe'nin
ittifakı ile sabittir.
Müslim ve Tirmizi'nin Muğire b. Şube'den rivayet ettikleri ve
İbn-i Mace'nin de sahih dediği, yine Müslim ile İbn-i Mace'nin
Semure b. Cündüb'den merfu olarak ve İbn-i Mace'nin de Hazret-i
Ali'den rivayet ettikleri; "Yalan olduğunu bilerek benim namıma
hadis rivayet eden kimse iki yalancının veya yalancıların biridir."
buyurulduğu gibi Bezzar ve İbn-i Adiyy'in Enes'den rivayetlerinde;
"Bilerek uydurma hadisi rivayet edenler de hadis uyduranlar gibi
Cehennem'deki yerlerine hazırlansınlar." buyurulmuştur.
Bu gibi uydurma hadisleri rivayet etmekten men'eden ve bu
hususta şiddetli veidlerde bulanan daha birçok hadisler vardır.
Müslim şerhinde Nevevi; bayağı insanlar hakkında yalan uydurmak
haram iken sözü şeriat, konuştuğu vahy ve onun namına yalan Allah'a
karşı yalan sayılan Resul-i Ekrem hakkındaki uydurma veya şüpheli
hadisleri rivayet etmenin, ister ahkam ile ilgili olsun, ister
tergib ve terhib için olsun haram ve çirkinlerin çirkini ve
günahların en büyüğü olduğunda ittifak edildiğini ve yukarıdaki
veide dahil olduklarını söylemektedir. Hafız Celalü'd-Din Suyuti,
mevzu hadisleri rivayetin, ancak mevzu olduklarını bildirmek için
caiz olabileceğini, başka suretle helal olmıyacağına bütün hadis
alimlerinin ittifak ettiklerini söylemiştir. Yalnız ahkam ile
ilgili olmayıp terğib ve terhib babındaki zayıf hadisleri rivayet
caizdir. (Zayıf ile mevzuun farkını bildik.) İnsan iyice
incelemediği bir hadisi hatta herhangi bir haberi bile
söylememelidir. Nitekim Resul-i Ekrem; "Kişiye günah sayılması
bakımından her duyduğunu söylemesi kafidir." buyurdu. Demek ki,
şüpheli hadisler de uydurma hadisler hükmündedir.
İşte bu duruma düşmemek için Hulefa-i Raşidin ve Sahabe'nin
güzide simaları çok hadis rivayet etmekten kaçınmışlardır. Hazret-i
Ebu Bekr ve Ömer (Allah onlardan razı olsun), duymadıkları bir
hadisi rivayet eden zatlardan şahid ararlar ve bu hususta
kendilerini korkuturlardı. Hazret-i Ali de yemin verdirdi. Hatta
ihtiyatlı davranan Sahabe ve Tabiin'in bazıları hadis rivayet
ederken, böyle veya bu mealde veya buna yakın bir ifade ile Resul-i
Ekrem buyurmuştur, derlerdi. Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayetinde
Resul-i Ekrem: "Yakın gelecekte ümmetim arasında öyle insanlar
türeyecek ki, sizin ve atalarınızın duymadığınız uydurma hadisler
rivayet edeceklerdir. Onlardan sakının ve vay onlara." buyurmakla
bu hususta ümmeti uyanık bulunmaya ve helakten korunmaya da'vet
etmiştir. Bunun için İmam-ı Azam Ebu Hanife son derece ihtiyatlı
davranır ve şüpheli hadislere dayanmadan içtihadı ile amel ederdi.
Bununla beraber müctehidlerin asıl dayanağı hadis olduğu için
hadislerin senedlerini aramak dinden sayılmıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
Hafız Zeynü'd-Din Irakı "El-Baisü ale'l-halas min
havadisi'l-kassas" adlı kitabından sahih olup olmadığını
bilmediklerini kabul ettikleri halde cerci, kıssacı ve hikayeci
vaizlerin rivayet ettikleri hadisler, tesadüfen sahih olsa da yine
günahkarlardır. Çünkü her ne kadar gerçeğe uygun düşse de
bilmediklerini rivayet cür'et etmişlerdir. Buhari ile Müslim'de
olsa da bu gibiler buldukları hadisi bir hadis alimine göstermeden
rivayet etmeleri helal olmaz demişir. Hafız Ebu Bekr b. Hayr,
rivayet yollarını bilmeyen kimsenin, "Resul-i Ekrem şöyle buyurdu."
demesinin helal olmadığında bütün alimler ittifak etmişlerdir,
dedi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Zehebi'nin "Mizan" adıl kitabında yazdığına göre, Cevzekani
Ebu'l-Abbas es-Sirac'dan şöyle hikaye ediyor: "Ebu'l-Abbas diyor
ki: İmam Buhari'nin huzurunda bulunuyordum. Büyüklerden birisinin
oğlu kendisine bir kitap getirdi ve o kitaptaki bazı hadislerden
İmam'a sordu. Hadislerden biri Zühri'nin Salim'den ve Salim'in de
babasından merfu olarak rivayet ettiği "İman artmaz ve eksilmez"
hadisi idi. Buhari kitabın arkasına, ‘bu hadisi rivayet edene
şiddetli bir dayak atmak ve onu uzun müddet hapsetmek lazımdır’
diye yazdı. Yine Mizan'da anlatıldığına göre, Yahya b. Main'i
"Süveydü'l-Enbari" kitabında: Bu adamın kanı helal olur, demiştir.
Yine Mizan'da anlattığına göre, İbn-i Üyeyne'ye Mualla b. Helal,
İbn-i Ebi Nüceyh ve Mücahid yolu ile Abdullah'dan: "Kadınlar gibi
başı örtmek peygamberler ahlakındandır." diye bir hadis rivayet
edilmiştir, buna ne dersin” diye sordular. İbn-i Uyeyne:
“Mualla bu rivayeti İbn-i Nüceyh'den duydu ise niçin boynunu
vurmadı” dedi.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Darekutni, “Bir kimse bir adamın merdud bir hadisi rivayet
ettiğini anlarsa tenhada onu uyarması lazımdır” dedi. Böyle yapmak
ilim erbabının ittifakı ile din ve diyanet adına vacibdir. Çünkü
Müslümanlara bir öğüttür. Ebu Bekr b. Hallad Yahya b. Said'e;
“Bazılarının rivayet ettikleri hadisleri almıyorsun. Allah
huzurunda senden davacı olacaklarından korkmaz mısın?” diye sordu.
Yahya b. Said de;
“Resul-i Ekrem'in, niçin bu çürük hadisleri anlayıp atmadın,
diye davacı olmasından, bunların davacı olmaları benim için daha
ehvendir. Küçücük bir menfaat karşılığı yalan şahidliği yapan
kimsenin halini açıklamak ve kendini teşhir etmek borç olursa
Resul-i Ekrem namına yalan uyduranı teşhir öncelikle sabit olur.
Zira yalan şahidliği ancak yalnız belli bir hakkı iptal eder. Fakat
Resul-i Ekrem adına yalan dini yıkar. Resul-i Ekrem adına yalan
söylediği için Cehennem'deki yerine hazırlanacak olan bir kimsenin
teşhir ve gıybeti neden caiz olmasın?” Süfyan-ı Sevri bazı zatların
kuvvetli olup rivayetlerinin kabule şayan olduğunu ve diğer
bazılarının ise zayıf olup rivayetlerinin kabul edilmemesini söyler
ve bunu bir gıybet saymazdı. Adamın biri Malik, Sa'd ve İbn-i
Uyeyne'ye; şayan-i i'timad olmayan bir adamın hadis rivayet etiğini
gördüğüm vakit ne yapayım, diye sorduğunda hepsi birden; hemen
durumunu açıkla, dediler. Yine Şu'be'ye; bu bir gıybet olmaz mı,
diye sorunca Şu'be; ey ahmak, bu bir din işidir. Bunun terki
günahtır, diye mukabelede bulundu. Muhammed b. Bezzar el-Cürcani
Ahmed b. Hanbel'e; filan zayıf ve filan yalancıdır, demek bana zor
geliyor, dediği vakit, Ahmed; ya sen susarsan cahiller sahih ve
sakimi nereden bilecekler, dedi. Yine rivayet edildiğine göre,
Süfyan-ı Sevri bir adamın rivayetlerini dinleyince; vallahi
yalancıdır. Eğer benim için susmak günah olmasa bir şey demezdim
dedi. İmam Şafii de; ravinin yalancı olduğunu bilene susmak
günahtır, ve bunun bir gıybet sayılmayacağını söyliyerek sözlerine
şöyle devam ediyor; çünkü alimler sarraflar gibidir. Sarraflar kalp
parayı haber vermeye mecbur oldukları gibi alimlerin de yalan
rivayeti haber vermeleri diyanetleri adına mecburidir, dedi.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Rivayet olunduğuna göre, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main
(Allah ikisine de rahmet etsin) Mescidü'r-Rasafe'de namaz kıldılar.
Namazı müteakip kıssacı ve cerci yüzlerden birisi kürsüye çıkarak
Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vasıtalarıyle Resul-i Ekrem'e
kadar yükselterek: "Kim, La ilahe illa'llah derse Allahu Teala onun
her harfine bir kuş (melek) yaratır. Gagası altundan, tüyleri
mercandan..." diye tutturdu. Ve böylece saya saya yirmi sayfalık
bir va'z yaptı. Adam konuşadursun, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b.
Main; sen mi söyledin, ben mi söyledim, diye birbirinin yüzüne
baktılar. Her ikisi de; "Vallahi bu sözleri yeni duyuyoruz."
dediler. Palavracı vaiz sözlerini bitirdi ve gelen hediyeleri
toplamaya başladı. Her iki zat da kendisini bekliyorlardı.
Hediyeler verilip herkes dağılınca adamı çağırdılar. Adam burada
bol bahşiş var diye koşa koşa yanlarına geldi, Yahya:
- Bu hadisi kimden duydun?
- Yahya b. Main ve Ahmed b. Hanbel'den, dedi. Yahya:
- İşte Ahmed, işte ben. Biz böyle bir şey ne duyduk ve ne de
söyledik. Mutlaka yalan söylemen gerekiyorsa, bizi neden alet
ediyorsun? Bizi bırak da kendiliğinden ne yaparsan yap, dediler.
Adam:
- Hakikaten ben Yahya b. Main'in ahmak bir adam olduğunu duyuyor
ve fakat inanamıyordum. Şimdi ise onun gerçekten ahmak olduğunu
anladım, dedi. Yahya:
- Ahmak olduğumu neremden anladın, diye sordu. Adam:
- Ahmak olduğun şuradan belli ki, sen, senden başka Yahya b.
Main olmadığını zannediyorsun. Halbuki sizden başka onyedi tane
Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vardır, deyince Ahmed b. Hanbel
elini yüzünü koyarak; bırak şu herifi def' olsun gitsin, dedi. Adam
da onlarla alay derecesine oradan uzaklaştı.
Yine Tartuşi'den rivayet edildiğine göre Süleyman b. Mihran
el-A'meş Basra'ya gitti. Mescide girdi. Orada da böyle bir kahraman
kıssası kürsüde doldurup atıyor ve hadislerini A'meş vasıtasıyle
Resul-i Ekrem'e kadar yükseltiyor, hak halka halinde vaizi sarmış
zevkle dinliyorlar. Buna dayanmıyan A'meş halka ortasında
koltuklarını yolmaya başladı. Kısacası bunun farkına varır ve
A'meş'e dönerek:
-İhtiyar! Biz va'z edip ilminden dem vururken sen bu yaptığına
utanmıyor musun? Bu sana yakışır mı, der. A'meş:
- Benim bu yaptığım senin yaptığından daha hayırlıdır.
- Nasıl olur, diye sorar. A'meş:
- Zira ben bir sünnet işliyorum. Sen ise yalan söylüyorsun.
Çünkü A'meş benim. Şu senin bana isnad ettiklerinin hiçbirini
söylemedim der:
Şibli anlatıyor: Namaz kılmak için bir mescide girdim. Yanımda
kaba sakallı bir adam, etrafını çeviren kalabalık bir kütleye hadis
rivayet ediyor. Yine Resul-i Ekrem'e kadar yükselttiği bir hadiste
(!)
"Allahu Teala iki sur yarattı. Her iki sura iki def'a üfürülür.
Birisi helak olmak, diğeri de kıyametin kopması içindir." dedi. Ben
dayanamadım. Namazı bitirdim ve ihtiyara: Allah'tan kork, yanlış
konuşma! Allahu Teala iki değil bir sur yaratmıştır. Ona iki def'a
üflenir, dedim. Bunun üzerine adam; ey facir, bunu bana filan zat
haber verdi. Sen inkar mı ediyorsun, diyerek nalınlarını çıkarıp
vurmaya başladı. Bunu gören herkes başıma çullandı ve nerede ise
beni linç edeceklerdi. Pabucun pahalıya mal olacağını görünce,
yüksek sesle; Allah aşkına ne diyorsunuz, iki mi? Dediğinizden de
çok daha çok surlar yaratılmış ve her birine de üfürülür, diyerek
güç bela kendimi kurtardım, dedi Bunun gibi daha pek çok misaller
vardır. Bağdad hatibi Hafız Ebu Bekr'in anlattığına göre, Muhammed
b. Yunus el-Kerimi Ehvaz'a gitmişti. Orada bir vaiz Resul-i Ekrem'e
isnad ederek bir hadis rivayet ediyor. Hadiste:
Hazret-i Fatıma'nın düğününde Allahu Teala Tuba ağacına; (Kokulu
incilerini Cennet halkına saç, nurdan tabaklar içerisinde bu
hediyelerin gönder, koklasınlar.) diye emretti." diyor. Adamcağıza:
Resul-i Ekrem'e iftira ediyorsun, dediğimde; nene lazım bırak
şunları dinleteyim, coşturayım ve ağlatayım, dedi. Yine İbn-i Cevzi
diyor ki: Zamanımız kassaslarından birisi bir kitap yazdı.
Kitabında şöyle anlatıyor: "Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin
Hazret-i Ömer'in huzuruna girmişlerdi. Ömer meşgul olduğu için
farkına varamamıştı. Sonra onları görür görmez hemen kalkarak
alınlarından öptü ve her birine biner dirhem hediye verdi. Eve
gidip durumu babalarına anlatıklarında Hazret-i Ali, Resul-i
Ekrem'den: "Ömer, dünyada İslam'ın nuru, ahirette Cennet halkının
aydınlığıdır." buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine çocuklar
hemen Hazret-i Ömer'e dönerek hadisi haber verdiler. Hazret-i Ömer
de; "Cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin babalarından, o
da Resul-i Ekrem'den bu yolda bana bir hadis rivayet ettiler." diye
hadisi yazdıktan sonra hadisin mezarına konmasını vasiyyet etti.
Ölümü anında bu unutuldu ve sabahleyin mezarı başına gidenler
kağıdı mezarın üzerinde buldu ve üstelik; "Hasan, Hüseyin doğru
söyledi ve Resul-i Ekrem doğru buyurdu" diye de yazılmıştı.
Bu hatası yetmiyormuş gibi bundan daha şaşılacak yüzsüzlüğü de
utanmadan bu kitabı bazı fakihelere arz ederek onların takrizlerini
almak istemiştir.
Yine vaizin biri kürsüde: "Allahu Teala Musa Aleyhisselam'a,
kimi istiyorsun diye sorar. Musa, kardeşim Harun'u: Muhammed
Aleyhisselam, annemi ve amcamı: Nuh Aleyhisselam, oğlumu: Ya'kub
Aleyhisselam da, oğlum Yusuf'u isterim, deyince, Allah-u Teala;
yazık, hepiniz benden istiyor ve hiçbiriniz beni istemiyorsunuz,
buyurdu." Vaiz efendi bunu anlatırken elini şiddetle kürsüye
vurarak; "Ey okuyucular! Allah için okuyun." diye kürsüden
arslanlar gibi kükrer. Etrafındaki cemaat, bu zatın ilmin
kaynağından ve özünden dem vuruyor zanniyle bu vaizin tesiri
altında coşarak hüngür hüngür ağlayıp yaka paçalarını yırtarak
kendilerinden geçerler.
Yine kassaslardan biri Bağdad'in bir toplantı yerinde, "Umulur
ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a getirir." ayet-i celilesini tefsir
ederken: "Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam ile arş üzerinde
oturur." dedi. Bunu duyan Muhammed b. Carir et-Taberi'nin canı son
derece sıkıldı ve: "Hiçbir arkadaşı ve arş üzerinde oturttuğu bir
kimsesi olmayan Allahu Teala'yı bu gibi niteliklerden tenzih
ederim." yazdı ve levha olarak kapısının üzerine astı. Bunu gören
halk adamın evini taşa tuttu ve hatta kapıyı tamamen taş yığını
altında bıraktılar.
(Görülüyor ki, bu gibi sahtekar kıssası vaizler yeni türemiş
değil, ta ilk zamanlardan beri devam edegelmekte ve her asırda
zavallı cahil halkın teveccühüne mazhar olmaktadırlar. Hakiki
bilginler ise acı olduğu için gerçekleri söylerken dayağa varıncaya
kadar her türlü zorluk ile karşı karşıya kaldılar. Buna rağmen yine
de korkmadan ve yılmadan dinin müdafii olmakta ve halkı sahte
vaizlerin bataklığından kurtarmakta devam ettiler. Karınca
kararınca bizler de bu yolu tercih etmiş bulunuyoruz. Tevfik ve
hidayet Allah'dandır.)
ALTINCI BÖLÜM
Hammad b. Zeyd'e dayanarak Ukayli şöyle anlatıyor: "Zındıklar
Resul-i Ekrem'e isnad ederek oniki bin hadis uydurmuşlardır. İbn-i
Adiyy'in Ca'fer b. Süleyman'dan rivayetinde de Halife Mehdi diyor
ki: Zındıklardan birisi, Resul-i Ekrem'in söylemediği, haramı helal
ve helali haram yapan dört bin hadis uydurduğunu ve bu hadislerin
hala dillerde dolaşmakta olduğunu bana i'tiraf etti.
İbn-i Askari'in rivayetinde; zındığın birisini Harünü'r-Reşid'e
getirdiler ve Harun i'damını emretti. Bunun üzerine zındık; ey
mü'minlerin emiri, haydi beni i'dam ediyorsun, fakat Resul-i
Ekrem'in buyurmadığı ve haramı helal, helali haram eden ve hala
milletin elinde bulunan uydurduğum dört bin hadisi ne yapacaksın,
dedi. Harunü'r-Reşid; ey zındık, ya senin Abdullah b. el-Mübarek ve
İshak el-Gavari'den haberin yok mu? Onlar da kelime kelimesinin
uydurduğun hadisleri çıkartıp atıyorlar, diye cevap verdi.
Ukayli de kitabında; Ya'la b. Abdurrahman el-Vasıti'nin ölürken
Hazreti Ali'nin faziletine dair yetmiş hadis uydurdum, dediğini
rivayet etmektedir.
Hatib de Rebia'dan rivayetinde: "Öyle hadisler var ki, gündüz
gibi parlaktır, onları kabul edersin. Öyle hadisler de var ki, gece
gibi karanlıktır, onları reddedersin." demiştir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Vakta ki vaizlerin çoğu tefsirde ve hadis rivayetinde ve hadisin
sıhhat derecelerinde cahil kimseler oldu ise; "İnsanlara ancak
emirler veya bunların ta'yin edeceği memurlar veyahud da mürailer
va'z eder" denmiştir. Üçüncü kısım vazifeliler dışında oldukları
için mürailerdir. Bu hadisi İbn-i Mace sahih senedi ile Ömer b.
Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. Ayrıca
Ebu Davud da ceyyid senedle Malik b. Avf'dan "Murain" yerine
"Muhtalin" ifadesiyle; Tabarani de Ubade b. es-Samit'den
"Mutekellefin" lafziyle rivayet etmişlerdir.
Yine Tabarani Cenab b. el-Ers'den merfu olarak rivayetinde:
"Beni İsrail'in helaki böyle asılsız kıssalara dalmaları sebeb
olmuştur" denilmektedir. Zeynü'd-Din Iraki de şöyle diyor:
Kassasların afetlerinden birisi de avamın akıllarının alamıyacağı
ve anlıyamayacakları şeyleri onlara hikaye edip i'tikadlerını
sarsmış olmalarıdır. Doğru hikayetlerde hal böyle olunca ya yalan
ve uydurma kıssalar ne olur? İbn-i Mes'ud radiya'llahu anh: bir
cemata anlıyamayacağı bir hadisi anlatmak bazıları için fitne olur,
demiştir. Bunu Müslim Sahih'inin mukaddimesinde anlatmıştı. Ben de
derim ki, onların afetlerinden biri de diğer hususlarda cemaate
ucub ve gururu aşılamaktır. (Bu gibi hikayeler ile olduk diye
kendilerini beğenir ve aldanırlar) İmam Ahmed sahih sened ile Haris
b. Muaviye'den rivayetinde: "Haris, Ömer b. el-Hattab'a giderek
kıssalardan ona sordu. Ömer; ne yapmak istiyorsun, deyince; senin
müsaadene dayanarak kıssa rivayet etmek istiyorum dedi. Hazret-i
Ömer; korkarım sen kıssaları anlata anlata kendini Süreyya yıldızı
gibi yükseklerde görmeye başlarsın. Sonra da kıyamet gününde Allahu
Teala kendini yüksekte sandığın nisbette seni ayaklar altına
düşürür, buyurdu. Yine Tabarani sened-i ceyyid ile Amr b. Dinar'dan
rivayetinde; Temim Dari, kıssa rivayeti için Hazret-i Ömer'den
müsaade istedi, Ömer müsaade etmedi. Tekrar müsaade isteyince
Hazret-i Ömer, eliyle işaret ederek; böylece kellenin uçurulmasını
istiyorsan anlat, dedi. Herbir adil ve emin kimseler olan Ashab-ı
Kiram ve Tabiin'in kıssa rivayetleri hakkındaki Hazret-i Ömer'in
tutumuna bak, bundan ibret al." Tabiin ve onlardan sonra gelenlerde
Temim gibiler nerede?
İbn-i Asakir'in Bekr'den rivayetinde: Temim Dari kıssa rivayeti
için Ömer'den müsaade istediğinde, Ömer; sen boğazlanmayı mı
istiyorsun? Nasıl, kıssa anlatmak suretiyle kendi kendini göklere
çıkarırsın? Sonra da Allahu Teala, seni yerin dibine düşürürse iyi
mi olur, buyurmuştur.
İbn-i Asakir'in Humeyd b. Abdurrahman'dan rivayetinde, Temim
uzun seneler kıssa rivayeti için Ömer'den müsaade istediği halde
Ömer bir def'asında bir günlüğüne kendisine müsaade etmişti. Temim
fazlaya gidince, Hazreti Ömer; ne söylüyorsun, diye sordu. Temim;
Allahu Teala'nın ayetini okuyor, iyilikle emir ediyor ve kötülükten
nehyediyorum, dedi. Sonra Ömer; işte o boğazlanmaktır. Sonra da:
Cum'a günü ben camie gelmeden va'zının bitir dedi. O da yalnız
Cum'a günü bir def'a va'z ederdi.
İbn-i Asakir'in Ebu Sehl b. Malik'den, o da babasından ve o da
Temim'den rivayetinde; Temim kıssa anlatmak üzere Hazret-i Ömer'den
müsaade istedi. Hazret-i Ömer izin verdi ve sonra da kendisini
kamçı ile döğdü, diyorum ki, zannedersem bir kereden fazla va'z
etti de ondan döğmüştür.
İbn-i Mace'nin hasen sened ile İbn-i Ömer'den rivayetinde;
Resul-i Ekrem Ebu Bekr ve Ömer zamanlarında kıssacılar yoktu. Bunu
Ahmed ve Tabarani Saib b. Yezid'den rivayet etmişlerdir.
Tabarani'nin Mücahid'den rivayetinde, ki bunu Ubadele yani Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer
de rivayet etmişlerdir. Şöyle ki: Resul-i Ekrem: "Kıssacıların
bekledikleri buğzu adavettir." buyurdu. Bu ifade adetin hilafına
gaybdan haber veren bir mucizedir. Ahmed Zühd'ün de Ebu'l-Melih'den
rivayetinde; Meymun, kıssaslardan söz açtı ve kassas üç durumdan
şaşmaz: Ya dinini zayıflatmakla sözlerini besler, ya kendini
beğenir, veyahud yapmadığı şeyi başkalarına emreder. Bunun için
Resul-i Ekrem: "Kassas'ın beklediği buğzdur." buyurdu.
Sonra kıssacıların afetlerinden bazıları da Mervezi'nin ilim
kitabında ve Ebu Nuaym'ın Hilye'de Ebu Kılabe'den rivayet
ettiklerine göre: İlmi, ancak kıssacılar öldürür. Çünkü bir kimse
kıssacılar ile bir sene otursa kendisinden yarayışlı bir şey
öğrenemez demiştir. Ebu Nuaym'ın Said b. Asım'dan rivayetinde;
Muhammed b. Vasi'in evine yakın bir mescidde bir kıssacı var idi.
Bir gün dersinde etrafındakileri tevbih ederek; nedir kalbleriniz
korkmuyor, vücudunuz ürpermiyor ve gözleriniz yaşarmıyor, ne katı
kalbli insanlarsınız, diyor. Muhammed b. Vasi; ey Allah'ın kulu, bu
cemaat senin kalbinden gelme bir söz duymadılar ki ağlasınlar. Yani
gerçek zikir kalbden çıkarsa, diğerinin kalbine girer. (seninki hep
dilinin ucundan savurduğun boş sözlerdir). dedi.
Mervezi ilim kitabında ve Ebu Nuaym'in A'meş'den rivayelerinde;
İbrahim-i Nehai: İbrahim'den başka kıssaları ile Allah rızasını
kasdeden bir kimseyi görmedim. Öyle iken ne lehinde ve ne de
aleyhinde olmak üzere bundan kurtulmasını temenni ediyordum,
demiştir.
Yine Ebu Nuaym İbrahim Nehai'den; başkalarının etrafına
toplanması için oturan kimseye yaklaşmayın, demiştir.
Yine Ebu Nuaym Hilye'de Zühri'den; meclis uzayıp cemaat
çoğaldığı vakit şeytanın da orada nasibi vardır, dedi.
İbn-i Mübarek Ukbe b. Müslim'den rivayetinde; sohbet bir, iki,
üç ve a'zami dört kişi ile olur. Oturanlar çoğalınca ya sükut et ya
da meclisden ayrıl, demiştir.
Mervezi'nin Salim'den rivayetinde; İbn-i Ömer mescidden çıkar ve
hariçde lüzumsuz sözler konuşurdu. Niçin böyle yapıyorsun
diyenlere; şu sizin kassasın sesi beni mescidden uzaklaşırdı,
dedi.
Yine Mervezi'nin Mücahid'den rivayetinde; kıssacı bir adam geldi
ve Hazret-i Abdullah b. Ömer'in bu yanında oturdu. İbn-i Ömer
zabıtaya haber gönderdi, bir polis gelerek adamı yaınndan
kaldırdı.
Hasan-ı Basri'den rivayet edildiğine göre; kıssacılık bid'at,
duada sesi yükseltmek ve alabildiğine elleri kaldırmak bid'at,
kadınlar ile erkeklerin bir araya toplanmaları da bid'attir,
dedi.
Bir latife: Kufe mescidinde Zer'a adında bir kıssacı var idi.
İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin annesi bir şey sormak istedi. Oğluna
sordu ve oğlunun fetvasını beğenmedi ve ben şu vaiz Zer'a'ının
dediğini kabul ederim, dedi. İmam-ı A’zam rahmetullahi aleyh de
annesini aldı Zer’a’ya götürdü ve bu annemdir. Senden bir şey
sormak istiyor, dedi. Vaiz; sen var iken ben nasıl cevap
verebilirim? Benden çok üstün bir alimsin, cevabını sen ver, dedi.
İmam-ı A'zam; ben ona bu şekilde fetva verdim, deyince Zer'a da;
işte onun gibidir, dedi ve ondan sonra İmam'ın annesi fetvayı kabul
etti ve oradan ayrıldılar.
İbn-i Adiyy'in Hüseyn-i Kerabis'den rivayetinde de yine
Bağdad'da meşhur bir kıssacı var idi. Adına Ebu Merhum el-Kass
derlerdi. İnsanlar etrafında toplanır, cemaati kalabalık, istediği
gibi eser savururdu. Bir gün bu zat; bana tefsirden ve hatta
tefsirin tefsirinden ne isterseniz sorabilirsiniz ve sorun, dedi.
Duvar arkasından birisi kalktı ve; ey Ebu Merhum, Allah seni ıslah
etsin, diye seslendi. Vaiz; fahişe çocuğu diye ona ta'n etti.
Adamın biri; o sana dua etti. Sen ona böyle kötü söyledin deyince
vaiz; Allahu Teala'nın; "Perde arkasından çağıranların çoğu akılsız
kimselerdir." buyurduğunu duymadın mı, dedi ve adam; müzabene ve
muhakale hakkında ne dersin, dedi, vaiz; muhakale, elbisenin simsar
elinde eskimesi, müzabene de din kardeşine zebun adını vermektir,
dedi.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Vakta ki hadis hafızlarının pek çoğu insanların dilinde dolaşan
meşhur hadisleri toplayıp sahihini, hasenini, zayıfını anlatıp
mevkuf, merfu ve mevzu' olduklarını güzel maksatlar ile birbirinden
ayırdıklarını gördümse, bu uzun sahifeleri kısaltmayı düşündüm.
Mesela netice i'tibariyle bunun aslı yok, bu aslında mevzu'dur diye
kısa yoldan ifade edeyim ki, kolayca zabdetilmiş olsun. Çünkü bütün
hadisleri toplamak imkansızdır. Onlar toplanmıyacak kadar çoktur.
Sonra mevzu olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmeyen hadisleri de
tehlikeden sakınmak için terk ettim. Çünkü bir yoldan mevzu olan
bir hadisin başka bir yoldan sahih olma ihtimali vardır. Bütün
bunlar senedlere, ravilerin durumuna göre elde edilen neticelerdir.
Yoksa ortada kesin bir delil yoktur. Kesin olarak böyledir, diye
hükmedilemez. Binaenaleyh sahih dediğimiz bir hadisin zayıf veya
merfu' olması, mevzu'un da sahih veya merfu olması da ihtimal
dahilinde ve aklen caizdir. Ancak yakin ilmi ifade etmekle
mütevatir hadisler kesindir. Bunun için Zerkeşi bizim için
mevzu'dur dememizle, sahih değildir sözümüz arasında büyük fark
var, demiştir. Çünkü mezvudur demek yalan olduğunu yerleştirmektir.
Sahih değildir demek de, sabit olmadığını bildirmektir. Bundan da
yok olduğunu ispat lazım gelmez.
Bundan sonra bilmiş ol ki, bir hadis her ne kadar ma'na
bakımından Kitab ve Sünnet'e uygun olursa da mebnası, elfazı ve
kuruluşu bakımından da mevzu olabilir. Hakikati bulmakta Allahu
Teala'dan tevfik dileriz. Çünkü doğru yola ulaştıran ancak O'dur.
İşte alfebetik sıraya göre hadisleri ele alıyoruz.
Mevzu Hadisler:
1) “Tabebetin son noktası dağlamaktır."
Bu hadis değil, İbn-i Debi-i Yemani'nin "Muhtasar-ı Makaasıd"
adlı eserinde söylediği sözüdür. Askalani"nin de dediği gibi.
Araplar arasında meşhur bir darb-ı mesel halindedir.
2) “Allahu Teala'nın Kitabından bir ayet Muhammed ve alinden
hayırlıdır."
Askalani, aslını bulamadım, dedi.
3) “Peygamberler öncü, fakihler efendi. Bunlar ile oturmak
ziyadeliktir."
Hulasa'da anlatıldığı gibi mevzu'dur.
4) “İmam-ı A'zam, ümmetimin ışığıdır."
Hadis alimlerinin ittifakı ile mevzu'dur.
5) “Allahu Teala ancak kendi Kitabınının doğru olmasını kabul
eder."
Sehavi; böyle bir hadis bilmiyorum diyor.
6) “Abdallar Velilerdendir."
Muhtelif ifadeler ile merfu olarak Enes’den rivayet edilmişse de
İbn-i Debi’nin anlattığına göre hepsi zayıftır. İbn-i Salah’ın
rivayetinde, abdallar hakkında en kuvvetli rivayet Hazret-i
Ali’nin: “Abdallar Şam’da bulunur.” sözüdür. Udebâ, nücebâ, nukabâ
tabirlerine gelince bunlar da bazı tarikat şeyhlerinin
terimleridir. Hadiste böyle bir şey sabit değildir. Ben de derim
ki: Zerkeşi Ahmed’in Müsned’inde Ubade b. es-Samit’in merfu olan
rivayetinde “Bu ümmetin abdalları 30 kişidirler. Onlardan biri
öldüğü vakit Allah Teala yerine başka birini geçirir.” Bu hadis
hasendir ve Hilye’de İbn Mesud hadislerinden de deli vardır. Suyuti
de “el-Ukubat ale’l-Mevzuat” adlı eserinde açıkladığı gibi bu
hadisin daha bir çok şahidleri var, demiştir ve sonra da, bunu
müstakil bir risale olarak kaleme aldığını ilave etmiştir.
7) “Yoksullara yedirin. Zira Kıyamet günü onlarda üstünlük
vardır. Kıyamet günü geldiği vakit bir münadi: hayatta birbirinize
nasıl özür diledinizse şimdi gidin fakirlere özür dileyin, diye
nida eder.”
İbnu’d-Debi’nin anlattığına göre: Askalani, bunun aslının
olmadığını, Sehavi: bu anlamda daha bir çok rivayetler anlatıp
hepsinin batıl olduğunu söyledikten sonra Zehebi, İbn Teymiyye ve
diğerlerinin de bu hususta geçmiş hükümleri olduğunu anlatmıştır.
Ben de derim ki: Üstadımız Hafız Celaleddin-i Suyuti diyor ki: Bu
hadisin başını Ebu Nuaym Hilye’de, Ebu Musa’dan rivayet etmiştir. O
da: “Yoksulları yedirin. Zira onlar Kıyamet günü mevki
sahipleridir.” şeklindedir.
8) “Soğuktan korunun. Zira kardeşiniz Ebu’d-Derda’nın ölümüne
sebep olan odur.”
Sehavi, bu hadisin aslı olmadığını ve şayet aslı varsa te’vile
muhtaç olduğunu söylemiştir. Çünkü Ebu’d-Derda Rasul-i Ekrem’den
çok sonra ölmüştür. Menufi: Bunun te’vili mümkündür. Rasul-i Ekrem
bir mucize kabilinden istikbalde muhakkak olacak bir şeyden mazi
ile haber vermiş olabilir, dedi.
9) “Afetlerden sakının ve korunun.”
Sehavi, bu ifade ile bulunamamıştır, dedi.
10) “Töhmet yerlerinden sakının. Dedikoduya sebep olacak
şeylerden uzaklaşın.”
Bu Hazret-i Ömer’in: “Töhmet yollarına giren töhmet altında
kalır” sözünün anlamıdır. Haraiti, Mekarim-i Ahlak’a merfu olarak
Ömer’den şu ifade ile rivayet etmiştir. “Töhmet yerlerinde bulunan
kimsenin, kendisine kötü sanıda bulunanı yermeye hakkı yoktur.”
11) “İyilik ettiğin kimsenin kötülüğünden sakın.”
Sehavi: bunu hadis olarak bilmiyorum. Eskilerden birinin sözü
olmak ihtimali vardır, dedi. Dinyuri’nin “Mücalese”sinde Hazreti
Ali’den mevkuf olarak: “Kerem sahibi kimselere saygı gösterildiği
vakit yumuşar ve tevazu gösterir. Fakat düşük kaliteli olanlar
taltif edildikleri vakit katılaşır, böbürlenirler.
12) “Solgun çehrelerden sakının. Zira o, hastalık veya
uykusuzluktan değilse müslümanlara karşı kalbinde kin ve
çekememezliktendir.”
Hadisi Deylemi Müsned’inde İbn-i Abbas’dan rivayet etmiştir.
Askalani aslını bulamadığını ve her ne kadar İbn-i Kayyım Tıbb-ı
Nebevi’de bunu zikrettiyse de senedsiz olduğunu söylemiştir.
13) “Hızır ve İlyas’ın her sene hac mevsiminde buluştuklarına
dair rivayet edilen hadis.”
Hafız Askalani: Bu hususta hiçbir şey sabit değildir, dedi. Ben
de derim ki: herhalde bu husustaki rivayetlerin hiçbiri sahih değil
demek istemiştir. Yoksa Suyuti’nin anlattığına göre: Ukayli ve
Darekutni, İfrad’ında ve İbn-i Asakir de İbn-i Abbas’dan
rivayetlerinde Rasul-i Ekrem: “Hızır ile İlyas her sene Hac
mevsiminde buluşur ve birbirinin başını traş ederler. Sonra dua
ederek ayrılırlar.” buyurmuştur.
14) “Toplanın ve ellerinizi kaldırın. Biz de toplandık ve
ellerimizi kaldırdık. Sonra üç kere: Allah’ım, müslümanlara
mağfiret eyle ki, Kur’an-ı kerim gayb olmasın. Ulemayı aziz et ki,
din kaybolmasın.” dedik.
Bu hadis mevzudur. Yine bunun gibi “Allah’ım, müslümanları
mağfiret eyle, ömürlerini uzat ve kazançlarını bereketlendir.”
rivayeti de, Leali’de anlatıldığı gibi mevzudur.
15) “Rasul-i Ekrem’in anne ve babasını diriltmesi hakkındaki
rivayetler”
İbn-i Dıhye’nin de dediği gibi mevzudur. Bu hususta müstakil bir
risale te’lif ettim.
16) “Ümmetimin (dini meselelerdeki) ihtilafı (mezhep farkları)
rahmettir.”
İmamların çoğu bunun aslı olmadığını zannettiler. Fakat Kurtubi
“Garibu’l-Hadis”de istitraden zikretti ve kendi kanaatine göre aslı
olduğunu bildirdi. Ayrıca Suyuti de Nasr-ı Makdisi'nin
"Kitabü'l-Hibe"sinde ve Beyhaki "Risale-i Eş'ariyye"de senedsiz
zikretti. Ayrıca Halimi ve Kadi Hüseyin, İmamü'l-Haremeyn ve
diğerleri de hadisi zikrettiler. Bazı hafızlar belki bize vasıl
olmayan bazı kitaplarda yazılmış olur dediler. Her şeyi Allah
bilir. Ayrıca Zerkeşi de Nasru'l-Makdisi Kitabü'l-Hibe" de merfu'
olarak, Beyhaki de Medhal'inde, Kasım b. Muhammed'den ve Ömer b.
Abdül'a-Aziz'den: "Muhammed'in Ashabının ihtilaf etmemesi beni
sevindirmez, zira onlar ihtilaf etmeseydi ruhsat olmazdı."
Suyuti diyor ki: Bu rivayet ahkamda ihtilaflarına delalet
etmektedir. Bazıları da: San'at ve benzeri işlerde ihtilaftır. Bunu
da bir cemaat anlatmıştır. Murad ettiği işlerde kullarını
çalıştıran Allahu Teala'yı noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Müsned-i Firdevsi'de Cübeyr yolu ile Dahhak ve İbn-i Abbas'dan
merfu olarak rivayetlerinde: "Ashabımın ihtilafı sizin için
rahmettir." İbn-i Sa'd Tabakat'ında Kaasım b. Muhammed'den;
"Muhammed salla'llahu aleyhi vessellem'in Ashabının ihtilafı
insanlar için rahmettir." rivayetleri vardır. Ben derim ki: Bundan
anlaşılan, diğer ümmetlerin ihtilafı zahmet ve azabdır. Lafız
bakımından her ne kadar ayrı olsa da ma'na bakımından bunu te'yid
eden; "Ümmetim sapıklık üzerine toplanmaz, ittifak etmez"
hadisidir. Hadisi İbn-i Ebi Asım "Es-Sünne" de Enes'den rivayet
etti. Ayrıca Tirmizi de İbn-i Ömer’den; "Bu ümmet asla dalalet
üzerinde toplanmaz, Allah'ın kudreti topluk iledir." Yine Ahmed
Müsned'inde ve Tabarani Kebir'inde Ebu Nasr el-Gıfari'den merfu'
olarak rivayet ettiği hadisde "Ümmetimin dalalet üzerine
toplanmamasını Rabbimden istedim. Rabbim de bunun kabul buyurdu."
dedi.
17) “Kadınları Allahu Teala geride bıraktığı gibi siz de geride
bırakın."
Hidaye kitabında, hadis meşhurdur, denilmiştir. İbn-i Humam,
meşhur olamsı şurada dursun merfu olduğunu da kabul etmez. Sahih
olan İbn-i Mes'ud'a merfu' olmasıdır. Yani ancak oraya dayanır ve
yukarı geçmez.
18) “Sünneti gizli ve düğünü i'lan edin."
Sehavi; birinci fıkrasının aslı yoktur, dedi. Çünkü çocuğun
sünnetini i'lan hakkında da hadisler varid olmuştur.
19) “Dünyayı yıkmayı murad ettiğim vakit, önce Beyt'imi
(Ka'beyi) yıkarım. Sonra da diğer dünyayı yıkarım."
Iraki aslı olmadığını söylemiştir.
20) “Allahu Teala birinci kat göğe inmek istediği vakit bizatihi
Arşından iner."
Deccal gibi birinin uydurmasıdır.
21) “Yediğiniz vakit yemekten artırın."
Hadisi Sehavi rivayet etti ve hakkında yorumda bulunmadı. Fakat
İbn-i Debi' diyor ki: Buhari'deki, Resul-i Ekrem südün son
damlasını içtiği ve yemek kabını sıyırdığı rivayeti bunu reddeder.
Ben de derim ki: "Artığı kalmayan yemek ve suda hayır yoktur."
hadisi ile: "İçtiğiniz vakit sudan artırın, yani bardakta bir
miktar kalsın." hadisi buna uygun düşer. Birinciyi İyaz, ikinciyi
de İbn-i Esir zikretmiştir. Bunları te'lif etmek de mümkündür.
Sonuna kadar bitirmek caiz olduğu gibi başkasına faydası dokunmak
için bir miktar bırakmak daha efdaldir. Zaten bu gayeyi taşmazsa
(dökülüp kaybolacağından) son lokmaya kadar bitirmek efdaldir.
Nitekim, bir mikdar bırakın veya tamamen bitirin şeklinde
rivayetler vardır.
22) “Ey Muaz, Yemen'e gittiğin vakit oradan sür'atle geç, zira
orada iri ve kara gözlü güzeller vardır."
Sehavi hadis olduğun bilmediğini, Menufi de bunun mevzu'
olmasıyla hükmetmek daha doğru olacağını söylemiştir.
23) “Talebe hocasının karşısında oturduğu vakit Allahu Teala
yetmiş rahmet kapısı açar, hocanın önünden yeni doğmuş gibi
günahlarından çıkmış, sıyrılmış olduğu halde kalkar, öğrendiği her
harfe altmış şehid sevabı yazılır ve her sözüne Allahu Teala bir
senelik ibadet sevabı verir."
24) “Yemek ile akşam namazı hazırlandığı vakit, yemeği namaz
üzerine takdim ediniz, önce yeyiniz ve sonra kılınız."
Iraki, hadis kitaplarından bu ifade ile aslı olmadığını
söylemiştir. Buhari ile Müslim'de hadisin aslı şöyledir: "Yemek
hazırlandığı ve akşam ezanı da okunduğu vakit, önce yemeği yeyin."
şeklindedir.
25) “Salihler anıldığı vakit Ömer'i hatırlayınız ve onu sevmeye
koşunuz."
"İkmal" de İyaz, Kurtubi ile İbn-i Esir, İbn-i Mes'ud'un sözü
olarak rivayet etmişlerdir. "Zehire" de ezan bahsinde Iraki'nin
sözünden anlaşılan hadis olmasıdır. Belki de mevkuf hadis olduğunu
kasdetmiştir.
26) “Kadı'nın sultana iltica ettiğini gördüğün vakit bilmiş ol
ki, o soyguncudur. Zengine sığındığını gördüğün vakit bil ki,
riyakardır. Sakın ona aldanma, hatta hakkı yerine getirir, mazlumu
korursa da ona aldanma. Bu kabil hareketi şeytani bir hiledir.
Bilginler bunu bir yol kabul etmişlerdir."
Hadis değil, Sevri'nin sözüdür. Yine; "Sevmediğim bir kimse ile
karşılaştığım vakit hal ve hatırımı sorarsa ona karşı gönlüm
yumuşar ya yemeğini yiyip misafiri olduğum kimselere karşı durumum
nice olur?" Bunun için hadisde; "Allah’ım, facir kimsenin ni'metini
bana nasib edin de beni ona karşı medyun-ı şükran etme." diye varid
olmuştur. Ve yine denildi ki; bir alim arandığı vakit sultanın
yanında bulunması ne de çirkin şeydir. Yine denildi ki; emir
kapısında fakir ne kötü, fakir kapısında emir ne güzeldir.
27) "Sevgi samimi olduğu vakit edeb şartları sakıt olur."
İbn-i Debi' hadis olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki:
Risale-i Kuşeyriye'de olduğu gibi Cüneyd'in sözüdür.
28) "Benim üzerime salevat getirdiğinizde onu umumileştirin,
yani diğer peygamberleri ve Al ve Ashabımı da bu salevata
katın."
Sehavi; bu ifade ile bulunmamıştır, dedi.
29) "Güneş gölgesi bir buçuk- iki zira' olduğu vakit öğleyi
kılın."
Batıldır.
30) "Oğlun büyüdüğü vakit onu kardeş yerine koy."
Bu ifade ile varid olmamıştır. Bu, Taberani'nin Evsat'ında Ebu
Nuaym'den ve Darekutni'nin de merfu olarak rivayet ettikleri;
"Çocuk yedi sene efendi ve başkandır, yedi sene de köle ve
tutsaktır, yedi sene de kardeş ve vezirdir. Razı olursan ne ala,
razı olmazsan zaten ona karşı vazifeni yaptın. Sen de boş
verirsin." hadisinin anlamıdır. Fakat bunun da senedi zayıfdır.
31) "Mektup yazarken baş tarafına "lag" deyip başlamayın. O
kelime şeytanının adıdır. Fakat "Allah" diyerek başlayın."
"Leali" de anlatıdıldığı gibi mevzu'dur.
32) “Su başında bulunduğun vakit suyu vermekte cimrilik
etme."
Sehavi; bunu hadis olarak bulamadım, demiştir.
33) "Tabağınıza sinek düştüğü vakit onu suyuna batırın."
Sahihdir. "Sonra da onu atın" rivayeti Mağrib'de olduğu gibi
uydurma ve mevzu'dur.
34) "Dört şey dört şeyden doymaz; Toprak yağmurdan, kadın
münasebetten, göz bakmaktan ve alim ilimden."
İbn-i Cevzi'nin anlattığı gibi mevzu'dur. Sehavi diyor ki; Hakim
"Tarih-i Nisabur'da ve Ebu Nuaym Hilye'de, Süleyman-ı Temimi'den,
Muhammed b. Fadl'dan rivayet ettiler. Fakat bu adam yalancılık ve
hadis uydurmakla ittiham edilmiştir. Ayrıca Zerkeşi Hadisi İbni
Adiyy'in Hazret-i Aişe'den rivayet ettiğini ve münker olduğunu
söylemiştir. Menufi ise; meşhur olan hakimlerden birisinin sözüdür,
dedi.
35) Pirinç hakkında rivayet edilen hadis de İbn-i Debi'e göre
sabit değildir. Ben de derim ki; Ebu Nuaym Tıbb-ı Nebevi'de
Hazret-i Ali'den merfu' olarak ve Deylemi de; "Dünya yemeklerinin
en iyisi ve sonra da pirinçtir" diye rivayet etmişlerdir.
36) "Denize nisbetle kara, karaya nisbette yer ağıl
gibidir."
Aslı bulunmamıştır.
37) "Yerler yedi kattır. Her katında sizin Peygamberiniz gibi
bir peygamber vardır."
Bu, İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. İbn-i Kesir İbn-i
Cerir'e izafe ederek der ki: Bu rivayetin İbn-i Abbas'dan geldiği
sahih ise İsrailiyyata hamledilir. Peygamberimiz'e yükseltilmeyen
bu gibi sözler merdudddurlar.
38) “Kudsi yerler kimseyi tenzih etmez, kişiyi tenzih eden
ameldir.”
Malik Muvatta'ında Yahya b. Said'den rivayet etmiştir. Şöyle ki:
Ebu'd-Derda' Selman'a; şu mukaddes yere gel, diye yazdı. Selman da
cevap olarak bunu söyledi. Bu hem mevkuf ve hem munkatı'dır. İbn-i
Melik Hutbetü'l-Meşarık şerhinde der ki: Babam hocasından şöyle
nakleder; Mekke'de öldüğü ve orada defnedildiği halde o mekana
layık olmayanlar başka tarafa nakledilir. Fakat ben böyle bir şey
bulamadım dedi.
39) "Sadaka vermek veya borç ödemekle işinize başlayın."
İbn-i Debi bunu anlattı ve insanların dilinde böyle bir söz
dolaştığı halde ben aslını bulamadım dedi.
40) "Mevsiminde soğuktan Allah'a secde et, O'na sığın."
Suyuti'nin anlattığına göre; bunu Ebu Nuaym Hilye'de Tavus'tan
rivayet etti ve "Böyle denilmiştir." dedi.
41) "Ey komşu dinle."
Bu Haccac'ın kendinden şikayet eden Enes'e söylediği bir
sözdür.
42) "Ben Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim."
Rafii; Resul-i Ekrem teşehhüdünde yani Et-tahiyyat okurken böyle
söyledi, diyor. Askalani ise "Telhis-i Tahric"inde; aslı olmadığını
söyler. Belki tevatüren kendisinden rivayet edilen teşehhüdünde
herkes gibi şehadeti okumasıdır. Namaz haricinde ve diğer hallerde
ise Seleme b. el-Ekva'nın rivayet ettiği hadiste Resul-i Ekrem;
"Beni kavmimim çıkaracağından korktuğum vaki.." diye başlayan
hadisin sonunda; "Ben Allah'ın Resulü olduğuma şehadet ederim."
dedi. Ve yine Cabir; Resul-i Ekrem'in duası bereketiyle babasının
borcunu ödediği gibi fazlasına da sahip olduğu kendisine bildirdiği
ve müjdelendiği vakit, Resul-i Ekrem: "Ben Allah'ın Resulü olduğuma
şehadet ederim." demiştir dedi.
43) "Ölüye ikram, onu defnetmektir."
Sehavi; merfu olarak bulunamadığını, ancak İbn-i Ebi'd-Dünya
Eyyub-i Sahtiyani yolu ile rivayet ettiğini söylemiştir. Eyyub
diyor ki:
"Ölünün, aile efradından beklediği iyilik, bir an önce kendisini
mezarına koymalarıdır." "Cenazeyi sür'atle defnedin." hadisi de
buna delalet etmektedir. Beyhaki; öldüğü kesin olarak bilindiği
vakit cenazeyi acele defnetmek için hususi bir bab ayırmış ve
burada Taberani'nin merfu' sened ile rivayet ettiği; hadisinde;
"Sizden biriniz öldüğü vakit onu bekletmeyin, sür'atle kabrine
götürün." Diğer ifade ile de; "Sabahleyin ölen kimse güneş dönmeden
kabrine girmeli, akşama doğru ölen kimse de geceyi mezarda
geçirmelidir" buyurulmuştur. Sonra Sehavi devamla diyor ki: Mekke
halkı bundan gafildir. Çünkü onlar geceden ölen cenazelerini sabah
namazına kadar, sabah namazından sonra ölen cenazelerini öğleye
kadar, öğleden sonra öleni de ikindiye kadar Ka'be'de bekletirler.
Hattabi de; merhum Sehavi'nin bunları reddetmesi çok yerinde bir
harekettir, dedi. Zira şeyhimiz arif-i bi'llah Muhammed b. Iraki de
onların bu hareketini redderdi. Ben de derim ki: Cemaati çoğaltmak
bakımından Mekkeliler cenazelerini bekletmelerinde ma'zur
sayılabilirler. Güzel maksadları ve güzel görülen bid'atleri ancak
Allah bilir. İbn-i Mes'ud'dan merfu ve mevkuf olarak rivayet edilen
sahih bir hadisde; "Mü'minlerin güzel gördüğü, Allah katında da
güzeldir." buyurulmuştur.
44) "Ekmeğe saygı göserin."
Birçok rivayet yolları varsa da hepsi birbirinden daha zayıftır.
Sehavi diyor ki: Bu hadisi merfu kabul etmek zordur. Hele Hakim'in
Müstedrek'inde Hazret-i Aişe'den, "Ekmeğe saygı gösterin." rivayeti
oldukça sağlamdır. Askalani de bu rivayetin sağlam şahid olduğunu
söylüyor. Ben derim ki: Bağavi "Mu'cemü's-Sahabe"sinde bunu; "Zira
Allahu Teala ekmeği göklerin bereketinden yani yağmur vasıtasiyle
indirdi." ziyadesiyle rivayet etmiştir.
45) "Şahidlere ikram edin, zira Allahu Teala onlar sayesinde
hakları meydana çıkarır ve zulmü önler."
Ukayli, mazbut bir hadis olmadığnı: Sağani, mevzu olduğunu ve
fakat Iraki, farkında olmadığını söylerler. Suyuti ise, hadisi
Deylemi'nin İbn-i Abbas'dan rivayet ettiğini söylemiştir. Ben de
derim ki: Iraki "İhya"nın hadislerini çıkarırken Hakim'den
rivayetinde, Hakim isnadının sahih olduğunu, ayrıca Suyüti de İbn-i
Cevzi'nin Mevzuat'ına aldığı hadislerini reddetmekte bunu zikretmiş
ve Zehebi de bu hususta susmuştur.
46) "Toprak yemek her Müslümana haramdır."
Beyhaki; bu hususta birçok hadisler rivayet edilmişse de hiçbiri
sahih değildir, dedi. Birçokları da bu görüşe katılmıştır. Hatta
Sehavi'ye göre de hüküm böyledir. Nitekim Sehavi diyor ki: Toprak
yemenin haram olduğuna dair rivayet edilen hadislere dair bir
risale yazılmışsa da hadislerinin hiçbiri sahih değildir. Ben de
derim ki: Hadislerin sahih olmamalarından hasen veya zayıf
olmamaları lazım gelmez. Taberani'nin Ebu Hüreyre'den merfu olarak
rivayetine dayanarak Suyuti Camiü's-Sağir'inde bu hadisi; "Toprak
yiyen kendini öldürmeye yardım etmiş gibi olur." ifadesiyle rivayet
etmiştir.
47) "Keşkül yemek hakkındaki hadis.
Muhtasar'da anlatıldığına göre; "Münasebet zayıflığından
Cebrail'e şikayet ettim. Cebrail de bana keşkül yemeği öğüt verdi."
Bazıların göre mevzu ve diğer bazıların göre de zayıfdır. Muaz'ın
rivayetinde Muaz Resul-i Ekrem'e,
“Cennet yemeklerinden hiç yedin mi? diye sordu. Resul-i
Ekrem;
"Evet, keşkül getirildi bana, yedim ve erkeklik kuvvetim kırk
misli arttı." buyurdu. Bunun için Muaz da daima yemeğe keşkül ile
başlardı.
Bu rivayeti keşkül sahibi Muhammed b. el-Haccam uydurmuştur.
Rivayet yollarının çoğu ondan geçer ve ravilerinin çoğu da
yalancıdır. Başka rivayet yolu varsa da orada da İbrahim el-Ezdi
gibi güvenilmeyen ravi vardır. Tirmizi'nin Şemali'nde İbn-i Hacer-i
Mekki diyor ki; Taberani'nin Evsat'ındaki rivayetinde:
"Gece namazı kılmakta ayakta durabilmem için Cebrail bana keşkül
yedirdi." denmişse de mevzu olduğu söylenerek reddedilmiştir.
48) "Niyyetini halis et de kırda yat uyu, korkma."
Ed-Debi'nin anlattığı gibi hadis değildir.
49) "Bütün dertlerin başı nefsin arzularına uymaktır."
İbn-i Debi' eskilerin sözü olup, hadis olmadığını,
söylemiştir.
50) "Alıcıya yardım edin."
İbn-i Debi'in anlattığına göre; bu ifade ile veya "Müşteri"
lafziyle de aslı yoktur.
51) "Ammenin belasından Allah'a sığınırım."
Suyuti'nin dediği gibi, aslı yoktur.
52) "Öğüd tutun ve arabuluculuğu kabul edin."
İbn-i Debi' hadis olmayıp darb-i mesel kabilinden atasözü
olduğunu söylemiştir.
53) "Tekrar etmek saadettir."
İbn-i Debi'; bu lafz ile bulunmamış olduğunu söyledi. Ben de
derim ki: Dillerde meşhur olan; "Yeni bir şey anlatmak tekrar
etmekten hayırlıdır." sözüdür. Fakat Tirmizi'nin Şemail'inde
anlattığına göre; Resul-i Ekrem bazan bir sözü iyice anlaşılsın
diye üç defa tekrar ederdi.
54) "İbadetlerin efdali, en zahmetlisi, en yorucu ve en zor
olanıdır."
Zerkeşi; bu hadis olarak bilinmiyor, dedi. Suyuti de bu hususta
sükutu tercih etti. İbn-i Kayyim; Menazil şerhinde aslı olmadığını
söyledi. Ben de derim ki: Ma'nası sahihdir. Zira Buhari ile Müslim
Hazret-i Aişe'den: "Mükafat emek nisbetindedir." diye rivayet
etmiştir. İbn-i Esir'in "Nihaye"sinde bu hadis İbn-i Abbas'a
istinad edilmiştir.
55) "Yakınlar ikrama daha layıktır."
Sehavi, bu ifade ile bilinmiyor. Fakat Resul-i Ekrem Ebu
Talha'ya:
"Onu yakınlarına ver." buyurmuştur. Hadisi Buhari ile Müslim
rivayet ettiler.
56) "En iyi hüküm vereniniz Ali"dir."
Sehavi; merfu olarak bu ifade ile bilinmemiştir, diyor. Fakat
Hakim Müstedrek'inde; bu rivayet sahihdir, dediği gibi, ayrıca
İbn-i Mes'ud'un "Biz Medine'de en iyi hakimin Ali olduğunu
söylerdik." rivayetini de tasrih etmiş ve doğruluğunu kabul
etmiştir. Sehavi der ki: Bu vasıfda olan hadisin hükmü en doğrusu
merfu olmaktır. Ben de bunda açık bir i'tiraz olduğunu söyledim.
İbn-i Ferişte'nin Meşarık şerhinde anlattığına göre; Hazret-i Ömer
en iyi okuyucumuz Ubeyy ve en iyi hakimimiz de Ali'dir, derdi. Ben
derim ki: Açıkça Tirmizi'nin İbn-i Ferişte rivayetinde; "Ümmetim
arasında ümmetime en merhametlisi Ebu Bekir, Allahu Teala'nın
emrilerinde en titiz davrananı Ömer ve en ciddi haya sahibi Osman
ve en iyi hüküm vereni de Ali'dir." hadisi Suyuti'nin rivayet
ettiği gibidir.
Hafız es-Sehavi Fetva kitabında şöyle yazıyor: Melaikelerin
Hazret-i Osman'dan nerede haya ettiklerinden soruldu. Ben de buna
dair inanılır bir hadis bulamadığını söyledim. Fakat hocamız
Bedr'en Nısabe bir risalesinde Cemal-i Kazeruni'den şöyle rivayet
ediyor; Resul-i Ekrem Medine'de muhacir ve ensar'ı birbirine kardeş
ettiği vakit, Enes'in gıyabında Hazret-i Osman'ı da ona kardeşlik
etmek için çağırmıştı. Hazret-i Osman geldiği vakit göğsü açıktı.
Melekler ondan utanarak geri çekildiler. Resul-i Ekrem de göğsünü
örtmesini kendisine emretti ve ondan sonra melekler tekrar
yerlerini aldılar. Resul-i Ekrem meleklere niçin geri çekildikleri
sebebini sorunca, Osman'dan haya ettik de ondan, dediler.
57) "Cennet halkının çoğu ahmak (görülen) kimselerdir."
Makaasıd, hadisi biraz zayıf, Kurtubi 'de sahih olarak rivayet
etmişlerdir. Bir de; "Yüksek makamlar akıl sahipleri içindir."
ziyadesi var ki, Iraki'nin dediği gibi bunun da aslı yok. Belki
Ahmed b. Ebu'l-Havari'nin ilavesidir. Iraki diyor ki: Biraz zayıf
olduğunu söyleyerek rivayet etmişlerdir. Halbuki böyle değildir.
Zira İbn-i Adiyy münker olduğunu söylemiştir. Sonra denildi ki:
"Dünya adamlarının aksine olarak din işlerinde anlayışlı ve dünya
işlerinde ahmak olan saf ve temiz kimselerdir." Yanız dünyalıkta
her şeye akıl erdirip din hususunda geri kalanlar makbul değildir.
Nitekim ayet-i celilede; "Dünya yaşayışından aşikare olan bilirler,
halbuki onlar ahiretten habersizdirler." buyurulmakla
yerilmişlerdir. Sehl-i Tüsteri; eblehleri, gönülleri Allah aşkiyle
yanıp tutuşan kimseler, diye tefsir etmiştir. Şüphesiz bu tevcih
çoğunluk kelimesine uygun düşmez. Daha doğrusu diğerlerinin de
dedikleri gibi beleh; ihtiyar, salabetli ve dini hükümlerde
dayanışma gösterip kanaatlerinde sarsılmayan kimseler, demektir.
Sofilerin bazı muhakkikleri de; beleh, Cennet ve Cennetin
ni'metleri ve Allah'a mülakat ile yetinen kimselerdir, dediler.
"Nihaye" de ise beleh, eblehin çoğuludur ki, kötülüklerden bihaber
ve iyilikten başka bir şey bilmiyenler, demektir. Diğer bir
rivayette de; herkese iyi sanıda bulunup kimse için kötülük
düşünmiyen kimse demektir. Zira onlar dünyanın dedikoduklarından
sıyrılıp yalnız ahiret için uğraşan kimselerdir. Elbette Cennet'in
çoğunluğunu onlar teşkil ederler. Fakat "ebleh" akılsız kimse
demektir ki hadisin şümulüne girmez.
58) "Abdest suyunuza ikram edin, saygı gösterin."
İbn-i Teymiye mevzu' olduğunu söyledi. "Zeyl" de de böyle kabul
edildi.
59) "İnsanların dili, Allah'ın kalemidir."
İbn-i Debi', aslı yoktur, dedi.
60) "Allah’ım, hükümdarı ve avenesini ıslah et."
Iraki, aslı olmadıığını söylemiştir.
61) "Allah’ım, İslam Dini'ni iki Ömer'in biriyle
kuvvetlendir."
Bu ifade ile aslı yoktur. "Ömeran "Ömer, Ali ve cahiliyyet
devrinde künyesi Ebu'l-Hakem iken Resul-i Ekrem'in Ebu Cehil dediği
Ömer b. Hişam'ın ismidir. Tağlib yolu ile bunlar murattır. Fakat
anlam bakımından hadis doğrudur. Ahmed, Cami'inde, Tirmizi ve
diğerleri İbn-i Ömer'den merfu' olarak "Allah’ım şu iki kişiden
biri ile yani Ebu Cehl ve Ömer'den Sen'in katında daha sevimli
olanı ile İslamiyeti kuvvetlendir." Diğer rivayette: "Allah’ım,
İslamiyeti Ömer ile izzetlendir." Diğer rivayette de; "Özellikle
Ömer ile te'yid eyle." şeklindedir. Bütün bu rivayetlerin te'lifi
mümkündür. Şöyle ki, önce ikisinden biri hakkında dua etti, sonra
Ebu Cehl'in Müslüman olmayacağını anlayınca duasını yalnız Hazret-i
Ömer'e tahsis etti ve bu duası kabul oldu.
62) “Allahümme salli ala Nebiyyin kabbeleke : Allah’ım Seni
öpen Peygamber'e rahmet et."
Avamı takımı (Peygamber (s.a.s.)in Hacerü'l-Esved'i öptüğü vakit
bunu söylerlerse de aslı yoktur. Bu ifade ile lafız bakımından aslı
olmadığı gibi, ma'na bakımından da küfürdür. Şam alimlerinden ve
zamanının uleması sayılan Abdünnebiyyi'l-Mağribi bu hususta yazdığı
risalesinde bunu söyleyeni tekfir etmiştir. Bu hatanın menşei avam
takımıdır. Onlar bazı zatlardan: "Allah’ım, şu Hacerü'l Esved'i
öpen Peygamber'e rahmet et." veya Sen'i öpen Peygamber'e Allah
rahmet etsin." dediklerini duydular ki bunun iki şekli de doğrudur.
Onlar bu iki ibareyi birbirine katarak bu fesadı doğurdular. Allah
kullarını esirger. Bu şekilde ifade edeni tekfir değil, sözlerini
iltifata hamlederek ve hüsn-i zan etmek daha uygun olur. İltifat
şöyle olur: Önce Allah'a hitab ederek, Allahım, o Peygamber'e
rahmet et; ondan sonra da taşa yönelerek, "Ey taş, seni öpen"
şeklinde olur. Nitekim Resul-i Ekrem Veda Haccı'nda cemaate
yönelerek; "Tebliğ ettim mi?" dedikten sonra Allah'a yönelerek,
Allahım, Sen şahid ol" demiştir. İltifatın şartı, kendisinden
konuşulanın, bir kişi olması şart olduğu için bu hal Peygamber'e
mahsustur. Burası ayakları kaydıran ve üzerinde düşünülmesi gereken
önemli bir mes'eledir.
63) “Kulun verdiği eman, emandır."
İbn-i Hüman, aslı olduğu bilinmemiştir, dedi.
64) "Görünüşe göre hüküm vermekle me'murum. Gizli işleri Allah
bilir."
Usul-i fıkıh alimleri arasında böylece şöhret bulmuş ve hatta
Müslim şerhi Nevevi'de de; "Ben insanların kalblerini araştırmakla
me'mur değilim." şeklinde ifade edilmiştir. Fakat meşhur hadis
kitapları arasında olmadığı gibi dağınık risaleler arasında da
yoktur. Iraki, kesin olarak aslı olmadığını söylemiştir. Müzeni ve
diğerleri de bunun inkar etmişlerdir. Bunu inkar edenlerden birisi
de "Tahric-i Beyzavi" de Hafız İbn-i'l-Mülakkan'dır. Zerkeşi, bu
ifade ile bilinmemiştir, dedi. Suyuti; Şafii'nin sözüdür,
risalesinde vardır, dedi. Hafız İmadü'd-Din İbn-i Kesir muhtasar
hadisleri topladığı eserinde; senedini bulamadım dedi.
65) “Lokmayı küçültmek ve iyice çiğnemekle emrolunduk."
Nevevi sahih olmadığını söylemiştir.
66) “Arıların beyi Ali'dir."
İbn-i Debi', aslı yoktur, dedi. Deylemi Hasen b. Ali'den
rivayetinde: Ben mü'minlerin emiri, beyiyim dedi ve bunu Resul-i
Ekrem'e ref ederek; "Ya Ali, sen Müslümanların efendisi ve
mü'minlerin emirisin" buyurduğunu söyledi (Yasub) Kamus'da
anlattığı gibi arıların beyidir. Zerkeşi hadisi Taberani'nin Ebu
Zer’den rivayet ettiğini, Suyuti de İbn-i Asakir'in Selman'dan
rivayet ettiğini söylemiştir.
67) “Dad harfini konuşanların en fasihi benim."
Ma'nası sahih fakat İbn-i Kesir ve İbn- Cevzi'nin dedikleri gibi
insanların dilinde meşhur olan bu ifade ile hadisin aslı yoktur.
Büyük mevki sahibi olmakla "Celali Muhalla"nın Şerh-i
Cemi'i'l'-Cevami'de bunu zikrederek hiçbir tenbihte bulunmaması
şaşılacak bir şeydir. Yine bunun gibi "Mukaddemetü'l-Cezeriyye"
şerhinde Şeyh Zekeriyya da aynı şekide zikretmiştir.
68) “Ben Kureyş'den olmakla beraber Arapların da ne
fakihiyim."
Suyuti, hadisi ashab-ı Garaib'in anlattığını, ravi ve senedinin
bilinmediğini söylemiştir.
69) “Ben, benim için gönlü mahzun olanlar ileyim."
Sehavi diyor ki: Bunu Gazali Bidaye'de anlatmıştır. Şüphe yok
ki, söz burada tamamlanmamıştır. Tamamı; "Ben, benim için kabirleri
gayb olanların yanındayım." dır. Merfu' hadislerde he iki şıkkın da
aslı yoktur.
70) “Ben ilmin şerhiyim, Ali de kapısıdır."
Hadisi, Tirmizi Cami'inde rivayet etti ve münkerdir, dedi.
Sehavi de; bunun doğru tarafı yok, dedi. İbn-i Main Ebu Hatem ve
Yahya b. Said de, aslı olmayıp yalan olduğunu söylediler. Ayrıca
İbn-i Cevzi de bunu Mevzuat'ına aldı. Zehebi ve diğerleri de bu
görüşe katıldılar. İbn-i Dakik, hadis sabit değildir, dedi.
Bazıları da batıl olduğunu söylediler. Darekutni de sabit
olmadığını söylemiştir.
Suyuti'nin anlattığına göre; Hafız Askalani'ye bu hadisden
sorduklarında Hafız; ne Hakim'in dediği gibi sahih ve ne de İbn-i
Cevzi'nin dediği gibi merfu değil, belki hasen'dir, dedi.
Zerkeşi'nin anlattığına göre; Hafız Ebu Said el-Alai de; mevzu
olması şöyle dursun en doğrusu ravileri i'tibariyle ne sahih ve ne
de zayıf, belki hasen'dir dedi.
71) “Ben Allahu Teala'dan mü'minler de bendendir."
Askalani diyor ki: Bu ihtilaflı bir yalandır. Zerkeşi
bilinmediğini; Ebu Teymiye, mevzu olduğunu; Sehavi de, Deylemi
senedsiz, Abdullah b. Hirad'dan merfu olarak hadisi şöyle rivayet
etti, demiştir: "Ben Allah'dan, mü'minler de bendendir. Bir mü'mine
eziyet eden bana eziyet etmiş olur."
72) “Hakkı i'tiraf edene insaf ile muamele et."
Sehavi, hadis olduğunu bilemem, dedi.
73) “Cebde olanı ver ki, gaibde olan sana gelsin"
Lafzı i'tibariyle aslı yok, fakat ma'na itibariyle sahihtir.
Zira ayet-i celilede; "Hayırdan neyi infak ederseniz O (Allah)
halefini size verir." buyurulmuştur. Yine Buhari ile Müslim'de;
“İnfak et ki, infak olunasın." diye varid olmuştur. Hazret-i Ebu
Bekr malının tümünü infak edip yırtık bir câre büründüğüne dair
rivayet edilen hadis de lafız bakımından sahih değilse de ma'na
bakımından sahihtir. Yani malının tamamını infak etmiştir.
74) “Toprak deve sidiğinden kırk gün pis kalır."
Ravileri arasında hadis uyduran Davud vardır.
75) “Bilal ezan okurken "şın" harfini "sin" diye okurdu."
Müzeni Burhanü's-Sefaksi'den rivayetine göre; avamın dilinde
böyle bir şey dolaşıyorsa da hadis kitaplarında yoktur, dedi.
76) "(Sabah namazında) güneş Ali b. Ebu Talib için geç
doğmuştur."
Ahmed b. Hanber, aslı olmadığını; İbn-i Cevzi de, mevzu olduğunu
söylemişlerdir. Fakat Suyuti İbn-i Münzir'den, İbn-i Şahin ve İbn-i
Merduye de rivayet etmişlerdir. Tahavi ve Kadı Iyaz, sahih olduğunu
söylemişlerdir. Ben de derim ki: Belki menfi olan, Hazret-i Ali
için güneşin doğmaması, müspet olan da Resul-i Ekrem'in duası ile
geç doğmasıdır. Tafsili siyer kitaplarındadır.
77) “Kanını damara hululü gibi şeytan da insana hulul eder. Onun
yollarını açlıkla daraltınız."
Hadisi Gazali İhya'da zikretti. Iraki de, Buhari ile Müslim'in
Safiyye'den rivayet ettiklerini, yalnız son fıkra olan (yolunu
daraltın) kısmının bulunmayıp bazı sofilerin kelamı olduğunu
söyledi.
78) “Yer ile gök arasında (Velhan) adında bir şeytan var. Adem
oğullarının sekiz misli askeri var, bir de (Hızb) adında bir
halifesi vardır."
İbn-i Cevzi, mevzu olduğunu söylemiştir.
79) “Alim ile öğrencisi bir köye uğradıkları vakit (onların
hürmetine) Allahu Teala kırk gün o köyün mezarlığından azabı
kaldırır."
Hafız Celalü'd-Din, aslı olmadığını söylemiştir.
80) “Kul için medh ü sena ile dolmuş şark ile garp arası kadar
genişlikle sahifeler neşredilir. Fakat Allah katında sivrisinek
kanadı kadar değerleri olmaz"
İhya'da yazılı olan bu hadisi Iraki, bu şekilde bulmadığını
söylemiştir. Buhari ile Müslim'de; "Yemiş içmiş şişman, semiz ve
besili insan, kıyamet günü huzur-u ilahi'ye getirilir. Fakat bu
şişmanlık Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değer taşımaz"
şeklindedir.
81) “Kısa boylu kadın bazan uzun boylu çocuk doğurur."
Cevheri'nin rivayet ettiği bu söz Kamus sahibinin anlattığı
gibi, hadis değil, belki darb-ı mesel ve bir atasözüdür.
82) “Hazret-i İbrahim aleyhi's-selam ve Ebu Bekiri's-Sıddık'ın
Cennet'de sakalları vardır."
Taberani'de de Musa aleyhis's-selam'ın sakalı göbeğine kadar
uzayacak şeklinde, Kurtubi'nin de Hazret-i Harun ve hatta Adem
hakkındaki rivayetlerinin Askalani'nin de dediği gibi hiçbiri sabit
değildir.
83) “Allahu Teala aklı yarattığı vakit akla, dön bu yana,
buyurdu. Akıl döndü. Dön o yana, yine döndü. Bunun üzerine Allahu
Teala, İzz ü Celalim hakkı için senden şerefli hiçbir şeyi
yaratmadım. Seninle alır ve seninle veririm."
İbn-i Teymiye ve arkadaşları yalan ve uydurma olduğunda ittifak
ettiler. Makaasıd'da da böyledir. Fakat ihya'da zikredilmiştir.
Iraki diyor ki: Taberani Kebir ve Evsat'ında ve bir de Ebu Nuaym
zayıf senedler ile rivayet etmişlerdir.
84) “Lahinli (teganni ile yapılan) duaları Allah kabul
etmez.”
Hadis sabittir. Fakat Takıyyü'd-Din-i Sübki hadisi reddediyor.
Lahinden maksat i'rab ve binada hata olduğunu söyliyenler de
vardır. Bazıları da lahinden gaye haksız yere yapılan dualardır,
dediler.
85) “Allahu Teala zenginlerin tadını yoksulların yemeğine
verdi."
Askalani mevzu olduğuna hükmetti. Celalü'd-Din-i Suyuti
Mevzuat'ının sonunda anlattığına göre; "Allahu Teala zenginlerin
yemeğinin tadını yoksulların yemeklerine aktardı." hadisinden
kendisine sorulduğunda mevzu olduğunu söylemiştir.
86) “Allahu Telaa münafıklara buğzetmek üzere mü'minlerden,
mü'minlere de buğzetmek üzere münafıklardan söz aldı."
Hadis olarak bulunmadı.
87) “Allahu Telaa her sene altıyüz bin kişinin tavaf etmesini
Ka'be'ye va'detti. Şayet insanlardan bir mikdar dolmazsa Allahu
Teala o sayıyı meleklerle tamamlar. Kıyamet günü Ka'be, Zifafa
hazırlanmış bir gelin gibi süslenir. Onu tavaf eden herkes,
eteklerine sarılır. O Cennet'e girinceye kadar etrafında dolaşır ve
onunla beraber Cennet'e girerler."
Iraki, aslı bulunmamıştır, dedi.
88) “Allahu Teala tüylü ve kıllı erkekleri sever, tüylü kadını
sevmez"
Abdu'l -Gafir-i Farisi de bu mealde bir hadis söyler. Hadisi,
Suyuti zikretti ve hadise dair bir söz söylemedi.
89) “Allah, işsiz boş duran adamı sevmez."
Zerkeşi, aslı bulunmamıştır, dedi. Suyuti de, İbn-i Adiyy'e göre
İbn-i Ömer'den rivayet edilmiş fakat hadiste terk edilen kısım var.
O da: "San'atkar kulunu Allah sever." Deylemi de Hazret-i Ali'den
rivayetinde; "Allahu Teala kulunu helal kazanç yolunda yorgun
görmeği sever." dedi. Bu lafzan hadis değilse de ma'nen hadisdir.
Mebnası bakımından en kuvvetli rivayet Seyyid b. Mansur'un
Müsned'inde İbn-i Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet ettiği şu
hadisdir:
"Kişiyi ne dünya ve ne de ahiret işinde olmayıp boş durduğu
halde görmekten hoşlanmam."
90) “Allahu Teala çok karı boşayan adamı sevmez."
Sehavi diyor ki: Bu ifade ile böyle bir hadisi bilmem. Fakat;
"Allah katında helallerin en çirkini talaktır, yani karı
boşamaktır." hadisi vardır. Yine "Zevk için evlenen ve koca
değiştiren kadın ve erkekleri sevmem." hadisi de vardır.
91) “Arkadaşları arasında kendisini üstün ve imtiyazlı gören
kimseyi Allahu Teala sevmez."
İbnü'd-Debi': böyle bir hadis bilmiyorum, dedi. Ben de derim ki:
İbn-i Asakir'de; "Allahu Teala kulunun emsalleri arasında kendisini
imtiyazlı görmesinden hoşlanmaz" şeklinde rivayet edilmiştir.
92) “Allahu Teala'nın ölüleri nakleden melekleri vardır."
Sahavi, aslı yoktur, dedi.
93) “Allahu Teala'nın öyle melekleri var ki, göz kapaklarının
arası beşyüz senelik mesafedir."
Aslı bulunmamıştır.
94) “Siz amele ilham olunduğunuz bir zamandasınız. İleride bir
zaman gelecek ki, onlar mücadeleye ilham olunurlar."
Hadis İhya'da zikredildi. Iraki, böyle bir hadis bulamadım
dedi.
95) “Size en az verilen, yakın ve sabr-ı azamettir. Bunlardan
nasibini alan kimse, artık gece kalkamadım ve fazla oruç tutamadım
diye üzülmesin."
Hadis İhya'da yazılıdır. Iraki, aslını bulamadım, dedi.
Abdu'l-Berr'in Muaz'dan rivayetinde: Allahu Teala yakinden daha az
hiçbir şey indirmemiştir. Ben de derim ki: Bu, Allahu Teala'nın;
"Size ilimden az mikdar verilmiştir." ayet-i celilesinden
alınmıştır. "Amelde azimete gelince, bu da azdır." ayet-i celilesi
bunu ifade etmektedir.
96) “Öyle günahlar var ki, onlar ancak Arefe vakfesi
mahveder."
İhya'da Ca'fer b. Muhammed'in bu hadisi Resul-i Ekrem'e isnad
ettiği söylenmişse de Iraki, ben aslını bulamadım, dedi.
97) “Güç yetmemek ismettendir."
Sofilerin sözüdür. Hatta Şafii'nin hoşuna giden sözlerden
birisidir. Abdullah b. Ahmed "Zevaidü'z-Zühd"ünde Avf b.
Abdullah'dan rivayetinde Abdullah diyor ki: "Dünyalıktan arayıp da
elde edemeğin şey ismettendir." (Bir nevi korunmaktır) Bunu Suyuti
anlatmıştır.
98) “Müsafir de, malı da tehlikededir."
Nevevi Tehzib'inde, bunun hadis olmayıp eskilerden birisinin,
bazıları da Hazret-i Ali'nin sözü olduğunu söylerlerse de
İbnü's-Sikkat ve Cevheri, çöl Araplarının sözü olduğunu söylerler.
Yine hadiste; "İnsanlar, Allahu Teala'nın müsafire olan merhametini
bileydi herkes yolculuğa çıkardı. Müsafir ve eşyası tehlikededir.
Fakat Allahu Teala'nın koruduğu müstesnadır." buyurulmuştur. Bu
hadisi Deylemi Ebu Hüreyre'den merfu ve fakat senedsiz olarak
rivayet etmiştir. Ayrıca İbn-i Esir de Nihaye'de rivayet etmiştir,
fakat zayıftır. Yine Deylemi Ebu Hüreyre'den senedli ve merfu
olarak rivayetinde; "Müsafir için olan lutufları insanlar bilseydi
hep yolculuk halinde sabahlarlardı. Allah yolculara son derece
merhametlidir." Bu da zayıftır.
99) “Her sözünde istisna etmek kişinin imanının
kemalindendir."
Münkerdir.
100) “Ölü yedi gün evindeki insanları, evine gidip gelenleri
görür."
Menakıb-ı İmama-ı Ahmed'de Beyhaki diyor ki: Bunu Ahmed'den
sordular. Batıldır, aslı yoktur, dedi. Sehavi; "ma'nası düşünülür,
dedi. Nevevi; karanlık bir söz ve uyduran da günahkar bir kimsedir.
Bunu uydurana Allah da lanet etsin ve yatacak yer bulamasın,
dedi.
101) “İstifade edilen şeyi sahibine nisbet etmek, yani bu yardım
bana filancandandır, demek, bildiği şeyde şükür ve doğruluktan
gelir. Bundan sükut etmek faidelendiği kimseyi anmamak, bildiği
şeyde yalancılık ve küfran-ı ni'metten gelir."
İbn-i Cemaat Mensek-i Kebir'inde anlattığı gibi, hadis değil
belki Süyan-ı Sevri'nin sözüdür.
102) “Gül, Resul-i Ekrem'in veya Burak'ın terinden meydana
gelmiştir."
Sehavi'nin anlattığına göre, Nevevi sahih olduğunu, Askalani de
mevzu olduğunu söylemiştir. Ebu Asakir de aynı fikirdedir. Zerkeşi;
Müsned-i Firdevs'de ve İbn-i Fars'ın "Kitabü'r-Reyhan"ında, rivayet
yolu vardır, der.
103) “Söz gümüş, ise sükut altındır.”
İbnü'd-Debi''in anlattığına göre, hadis değil belki Hz.
Süleyman'ın sözü veya Lokman'ın oğluna yaptığı öğütlerdendir.
Hattabi der ki: Bu ifadesiz ve boş sözler hakkındadır. Yoksa
konuşmak bazı yerlerde vacip ve bazılarında da mendubdur. Ben de
derim ki: "Susan kurtulur." hadisi boş sözlere hamledilir. Nitekim:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden söylerse hayır söylesin,
söylemezse sükut etsin." buyurulmuş ve bu hadiste hayırlı sözlerin
kötülüğe sükuttan çok daha iyi olduğuna önemle tenbih
edilmişlerdir. Çünkü birincinin faidesi umumi, ikincinin faidesi
ise azdır. Nehy-i Münker'de olduğu gibi.
104) “Alimler de Allah'ın dostu olmazsa, Allahu Teala'nın hiç
dostu yok demektir."
Bu, hadis değil, imam-ı Azam ve Şafii'nin sözüdür. Denildi ki;
alimlerin aleyhinde konuşanların kalblerini Allahu Teala öldürür.
Diğer bazıları da; alimleri gıybetin büyük günah olduğunu, diğer
bazıları da; alimlerin etlerinin öldürücü zehir olduğunu
söylemişlerdir.
105) “(Yemen tarafından) Rahmeti bulmak için geldim."
Iraki, aslı bulunmamıştır dedi.
106) “Allahu Teala'nın ilk yarattığı akıldır."
Hadisi İbn-i Davud-ı Mihber rivayet etti. Sehavi Mihber'in
yalancı olduğunu söyledi. Askalani ise; bu hususta bir de, "Allahu
Teala'nın ilk yarattığı kalemdi." rivayeti var ki, bu rivayet daha
kuvvetlidir, dedi.
107) “Çöplükte biten güle yaklaşmayın (Kimliği belli olmayan
kadınlar ile evlenmeyin.)"
İbn-i Debi'in anlattığına göre; Darekutni İfrad'ında ve Askeri,
Vakıdı'den rivayet etmişlerdir. Darekutni sahih olduğunu söyledi.
Suyuti de hadisi, Deylemi, Ebu Said'den rivayet etmiştir dedi. Ben
de: İster mevkuf olsun, ister merfu olsun hadisin mevzu olduğunu
söylerim. "Tuhfetü'l-Arus" sahibi de Hazret-i Ömer'den mevkuf
olarak hadisi rivayet etmiştir. Hadisin metni: "Asaleti olmayan
kadınlar ile evlenmeyin. Onun doğuracağı çocuk da kendisi gibi
olur. Asaletli kadın alınız ki, doğan çocuk kadının babası, amcası
ve kardeşi gibi olsun.”
108) “Ey İbn-i Revaha, kafiyeli sözden sakın."
İhya'da bu ifade ile yazılan bu hadis hakkında Iraki, aslı
bulunmamıştır, dedi. İbn-i Sünni'nin "Er-Riyaza" ve Ebu Nuaym'in
"El-Hilye"sinde, sahih sened ile Hazret-i Aişe'den şöyle rivayet
etmiştir: "Hazret-i Aişe; "Kafiyeli sözlerden sakın. Zira Resul-i
Ekrem ve Ashabı Kafiyeli söz konuşmazlardı." dedi. İbn-i Hibban'ın
rivayetinde de, "Kafiyeli sözlerden uzaklaş." şeklindedir. Buhari
de İbn-i Abbas'dan benzerini rivayet etmiştir. Maznum olan kafiyeli
sözler güçlükle söylenenlerdir. Fakat kendiliğinden gelen ve
cümlenin dizilmesine uygun olan sözler yasak değil belki şeriatta
buna müsaade edilmiştir. Nitekim Resul-i Ekrem; "Allah’ım, faidesiz
ilimden, huşu'suz kalbden, doymayan nefisden, kabul olmayan duadan
ve bu dördünden Sana sığınırım." buyurmuş ve bunlar da kafiyeli
düşmüştür.
109) “Hangi şey gizlenmez? Olan şey buyurdu."
Askalani, aslını bulumadım, dedi.
110) “İyi veya kötü gizli hallerini açıklamayan kimseye Allahu
Teala o hallerinden bir elbise giydirir ve onunla bilinir, yani
açığa çıkmayan gizli hali kalmaz. Bir mü'min dolaba girip orada
ibadet etse bile bunu herkes duyar ve sabahleyin konuşurlar."
Ben de derim ki: Bunun ma'nasını Allahu Teala'nın, "Gizlemek
istediğiniz şeyi Allahu Teala açığa çıkarır." ayet-i celilesi
takviye etmektedir. Denildi ki: Allahu Telaa'nın, "Gizliyi de
bilir, sır olanı da bilir." ayet-i celilesinin ma'nası, gizli
yapılanlar ile, açıkta olanları veya gizli olanlar ile henüz hiç
olmayanları da bilir. Çünkü Allahu Teala varlıkları bildiği gibi
ma'dum olan yokları da, olacağı da, olmayacağı da, olursa nasıl
olacağını da bilir. Ve O, bir şeyin olmasını irade edince o şey
hemen oluverir.
111) “İman, kalb ile inanmak, dil ile ikrar ve a'zalar ile
amelden ibarettir."
Sehavi diyor ki: Hadisi bu şekilde İbn-i Mace Hazret-i Ali'ye
merfu olarak Abdü's-Selam b. Salih'den rivayet etmiştir. İbn-i
Cevzi ise mevzu olduğuna hükmetmiştir. Lakin Suyuti; İbn-i
Cevzi'nin bunu Mevzuat'ına alması doğru değildir, dedi. Ben de
derim ki: Firuzabadi "Es-Sıratu'l-Müstakim" kitabında diyor ki: Bu
hususta meşhur olan "İman, söz ve ameldir. İman artar eksilir, iman
artmaz eksilmez" mealindeki hadislerin hiçbiri sahih değildir.
Zerkeşi, "İman artmaz ve eksilmez" diye bir hadis rivayet edenler
için; iyi bir dayak ve uzun müddet hapsedilmeleri lazımdır,
dedi.
112) “Patlıcan ne maksatla yenirse ona şifadır."
Askalani, Zerkeşi, Suyuti, İbn-i Cevzi ve Zehebi hadisin batıl
olup aslı olmadığını ve diğer hadis lafızları da, zındıkların
uydurması olduğunu söylemişlerdir.
113) “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse ona şifadır."
Hadis ihtilaflıdır. Sahih, hasen ve zayıf olduğunu söyliyenler
varsa da, mevzu olduğunu kimse söylememiştir.
114) “Kadınların nefesleri ile erkeklerin nefeslerini
uzaklaştırın (birbirine değmesinler).”
Hadisi, İbnü'l-Hac; bayram namazı İbn-i Cemaet tavaf hakkında
anlattı ise de sabit değildir. Tavaf hakkında Resul-i Ekrem'den,
"Kadınlar ile erkeklerin arasını açın." şeklinde rivayet
edilmiştir.
115) “Baklagiller hakkında rivayet edilen hadisler”
İbnü'd-Debi ve Zerkeşi'nin anlattıkları gibi aslı yoktur,
batıldır.
116) “Sadakayı erken verin.."
İbn-i Cevzi hadisin mevzu olduğunu söyledi ise de Askalani mevzu
olmadığını kaaildir. Suyuti de diyor ki: Hadiis Tebarani Evsat'ında
Ali'den Ebu'ş Şeyh de Enes'den rivayet etmişlerdir.
117) “Ümmetimin cimrileri terzilerdir."
Sehavi, bu hadisi bulamadığını; İbnü'd-Debi aslı olmadığını,
zira "Erkeklerin en makbul işi terzilik, kadınların da
eğiriciliktir." diye Seh b. Sa'd'dan rivayet edilen hadis bunu
reddeder, dedi.
118) “Cimri insan bir din adamı da olsa Allah'ın
düşmanıdır.”
Aslı yoktur. Bunun gibi; "Abid de olsa cimriler Cennet'e
giremez, Fasık da olsa cömerdler Cennet'e girer" rivayetleri de
asılsızdır.
119) “Soğuk dinin düşmanıdır."
Hadis değil, belki büyük imam Seyyid b. Aziz-i Dımeşki'nin
sözüdür.
120) “İyi kimse kendi ehline daha çok iyilik edendir.”
Hadis değil, umumi bir sözdür.
121) “Bereket kızlardadır."
Sehavi'nin İbn-i Abbas'dan rivayetinde şöyle denilmektedir:
Adamın biri kız çocuğunun olmaması için dua ediyordu. Bunun üzerine
Resul-i Ekrem böyle buyurmuştur dedi. Senedleri arasında hadis
uydurmakla töhmetlenen bir zat vardır. Bu rivayet kız çocuklarının
ölümlerinin kerem-i ilahi olmasına münafi değildir. Çünkü
makamların değişmesiyle hal ve durumlar da değişebilir. Taberani
Kebir ve Evsat'ında, daha başkaları da İbn-i Abbas'dan
rivayetlerinde; Resul-i Ekrem kızı Rukıyye için ta'ziye edildiği
sırada, "Allah'a hamd olsun, kız çocuklarını defn etmek bir lutuf
ve ihsandır." Bezzar'ın rivayetinde, "defn" yerine, "mevt" kelimesi
vardır. Yani kız çocuğunun ölüsü iyilik ve ihsandır. İbn-i
Ebü'd-Dünya'nın rivayetinde; İbn-i Abbas'ın bir kız çocuğu öldü.
İnsanlar ta'ziye için yanına gidince, "Mahrem idi Allah onu örttü.
İmanı var idi, Allah ona yeter ve bir ücret idi ki, Allah onu
gönderdi." dedi. Bunu duyanlar bu sözlerin birbirine uygun düşen
Arapçasına bir cümle daha katmak istedilerse de lafz ve ma'na
bakımından uygun düşecek bir söz bulamadılar. Halbuki bu hüküm
Allah'ın takdiri idi. Güç ve kuvvet ancak Allah'dandır, mealinde
ilaveler yapılabilirdi.
122) “Bereket, ekmek ufaklarında, ip'in uzunluğunda ve küçük
sulardadır."
Sehavi, bu hadisi Makaasıd'ında zikretti ve Nesei'ye uyarcasına
batıldır, dedi ki, Nesei de yalan olduğunu söylemiştir. Ben de
derim ki: Bereket hadisini Suyuti Camiüs-Sağir'inde, Ebü'ş-Şeyh de
"Sevab" da İbn-i Abbas'dan ve başkaları da İbn-i Ömer'den rivayet
etmişlerdir. "Saffiru" hadisi hakkında izahat gelecektir.
123) “Ortak tencere kaynamaz"
İbnü'd-Debi', hadis değildir, dedi.
124) “Güler yüz, yemek yedirmekten hayırlıdır."
Sehavi, böyle bir hadis bilmiyorum, dedi.
125) “Öldüreni öldürmekle müjdele"
Sehavi, aslı yoktur, dedi.
126) “Kavun karpuzun fazileti hakkındaki hadisler.”
Ebu Ömer Et-Tevkani, bu hususta bir risale yazdı, ise de
İbnü'd-Debi ve Zerkeşi'nin anlattıklarına göre bu babdaki
hadislerin hepsi batıldır. Ben de derim ki, faziletlerini ifade
eden rivayetlerin batıl olduğu doğrudur. Fakat Şemal-i Tirmizi ve
diğerlerinde olduğu gibi Resul-i Ekrem'in karpuzu hurma ile yediği
sabittir.
127) “Tokluk (çok yemek) zekayı giderir."
Lafzı bakımından hadis değil, fakat Amr b. As ve diğer Ashab'dan
bu mealde rivayetler vardır.
128) “Din temizlik esasları üzerine kurulmuştur."
İhya'da zikredilmişse de aslı, İbnü'd-Debi'in ifadesine göre,
bulunamamıştır. Ben de derim ki: Belki bu ifade ile aslı
bulunmamış, fakat İbn-i Hibban'ın Zuafa'sında Aişe'den,
"Temizlenin, zira İslamiyet temizdir,"; Taberani de son derece
zayıf bir sened ile İbn-i Mes'ud'dan, "Nezafet imana da'vet eder."
şeklinde rivayetler vardır. Suyuti de diyor ki: Bundan daha
kuvvetlisi Tirmizi'nin Sa'd b. Ebi Vakkas'dan merfu olarak rivayet
ettiği şu hadistir: "Allah temizdir, temizi sever; etrafınızı
temizleyiniz." Yine Tirmizi Sa'd b. Ebi Vakkas'dan rivayetinde;
"Allah güzeldir, güzeli sever; temizdir, temizliği sever;
Kerim'dir, kerem sahiplerini sever; cömerttir, cömertleri sever.
eli ile işaret ederek: Şu etrafınızı temizleyin ve Yahudilere
benzemeyin" buyurmuştur. Kurtubi Esma-i Hüsna şerhinde: Bu hadisi
Bezzar Müsned'inde zikretti, demiştir. Ayrıca Rafii de senedli
olarak Ebu Hüreyre'den rivayetinde; "Bütün gücünüzle temizliğe
dikkat edin. Zira Allahu Teala İslam Dinini temizlik esasları
üzerine kurdu. Cennet'e ancak temizler girebilir."
buyurulmuştur.
129) “Bela söze bağlıdır."
İbn-i Cevzi, Ebu'd-Derda ve İbn-i Mes'ud'dan rivayet