Top Banner
GÜNCEL B İ L İ M DERGİSİ YIL 3 OCAK 2015 26 ŞİZOFRENİ İNSAN NEDEN YALAN SÖYLER ? Canlılar Dünyası Stephan Hawking Nörofizyoloji Teknikeri Dünya Gazeteciler Günü BELLEK PROF.DR.TAYFUN UZBAY SÖYLEYİŞİ M.ARSLAN KONAK
26

OCAK 2015

Apr 07, 2016

Download

Documents

Kapsul Plus

KAPSUL PLUS
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: OCAK 2015

G Ü N C E L B İ L İ MD E R G İ S İ

YIL 3 OCAK 2015

26

ŞİZOFRENİ

İNSAN NEDEN YALAN SÖYLER ?

Canlılar Dünyası Stephan Hawking Nörofizyoloji Teknikeri Dünya Gazeteciler Günü

BELLEK

PROF.DR.TAYFUN UZBAY

SÖYLEYİŞİ M.ARSLAN KONAK

Page 2: OCAK 2015

içind

ekile

r5>

10

ŞİZOFRENİ

11>

14

YALAN

15>

18

MÜZİK VE BEYİN

19-2

0

JÜPİTER 21>

24 STEPHAN HAWKİNG

25>

26

NÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ

27>

30 3 BOYUTLUYAZICI

31>

34 ÖLÜMÜN ŞEKİL ALMIŞ HALİKARA MAMBA

35>

40

ZEHİRLİ VE İĞNELİ DENİZCANLILARI 4

1>

42

KÜPELİ BİTKİSİ

43>

48

BELLEK

49>

50

DÜNYA GAZETECİLER

GÜNÜ 51>

52

HABERLER

KÜNYE

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Anıl TUNA

[email protected]

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Mete Arslan KONAK

[email protected]

YAYIN KOORDİNATÖRÜ

Tayfun GÖZLER

[email protected]

GÖRSEL YÖNETMENLER

Aslıhan DİKMEN

[email protected]

Özge BİÇEROĞLU

[email protected]

HABERLER KOORDİNATÖRÜ

Emine Ceyda SÖZÜER

[email protected]

DANIŞMAN

Doç.Dr.Fulya Dilek Gökalp MURANLI

[email protected]

İLETİŞİM BİLGİLERİ

[email protected]

[email protected]

https://www.facebook.com/KapsulPlus2013

https://twitter.com/kapsulplus

http://issuu.com/kapsulplus2013

http://kapsulplus.blogspot.com/

Page 3: OCAK 2015

Ş i z o f r e n i y e r a d i k a l ç ö z ü m

sağlayabilecek patenti ve ilaç araştırmaları

ile dünyaca ünlü Prof. Dr. Tayfun Uzbay ile

Türkiye de altı yüz bin kişinin muzdarip

olduğu Şizofreni hastalığı ile ilgili çarpıcı bir

söyleşi yaptık.

Şizofreni hastalarının yakınları o kadar çaresiz ki

hastalığa radikal bir çözüm bulunduğuna

inanmak ve bulunan ürünü ne olursa olsun

kullanmak istiyorlar. Hani bir kapsülün içine

kiremit tozu koyulsa ve bu şizofreniyi kesin tedavi

ediyor denilse buna hemen inanıp kullanacak

durumda insanlar var diyen Uzbay, ''kendi

ülkemde peşinen bana söylenen şu: kabul et

kardeşim böyle bir ilacı geliştirmek neredeyse

imkânsız. Ayrıca sen kim oluyorsun da böylesine

önemli bir konuda ilaç geliştirmekten falan

bahsediyorsun. Kesin başarısız olursun”. Uzbay

devamında “Türkiye'de bilim vesayet altında

bana göre, Bir şey keşfedilecek veya

geliştirilecekse bunu yapmasa bile üzerinde

konuşacak ve desteklenecek kişiler belli'' diyor.

Uzbay, ''Devlete çağrıda bulundum. Destek

olunduğu takdirde Türkiye kendi milli ilacını

üretebilir. Şizofreni tedavisinde kullanılan

mevcut ilaçlardan atipik antipiskotiklerin patent

koruma süresi devam ediyor. Dolayısı ile bu

ilaçlar şu anda pahalı. Patent süreleri

dolduğunda ucuzlayacak. Aynen şu günlerde

patent süresi dolan birçok önemli ilacın fiyatının

düştüğü gibi. Bundan çok uluslu ilaç şirketleri

kesinlikle rahatsız olur. Zaten yerli endüstrinin de

elini taşın altına sokmak gibi bir niyeti yok'' dedi.

Ayrıca, Uzbay ile son zamanlarda çokça

gündemde olan Bonzai konusuna da değindik.

''Bonzai kullanıcıları da şizofreni benzeri psikotik

ataklarla acillere başvuruyor. Bonzai sentetik

esrar deniliyor. Kısa süre içerisinde bazı yatkın

kişilerde ölüme neden oluyor. Son bir yılda

doğrudan madde kullanımına bağlı ani

ölümlerde %400 artış var, bunun önemli bir

kısmını bonzai oluşturuyor. Ciddi bir salgın ile

karşı karşıyayız'' dedi.

Şizofreni Nedir?

Şizofreni bir beyin hastalığıdır. Beyin hastalıkları bir kaç

türde incelenebilir. Nörodejeneratif hastalıklar nöron

kayıplarına bağlı ciddi hastalıklardır. Parkinson ve

Alzheimer bu tip hastalıklar arasındadır. Şizofreni ise

nöron gelişim sürecindeki bozukluk nedenli bir hastalık

olarak kabul ediliyor. Bebek anne karnında oluşmaya

başladığında şizofreninin temelleri atılıyor olabilir.

Annenin yaşadığı iç ve dış stres faktörleri veya viral

enfeksiyonlar gibi nedenler bebeğin beyin gelişimini

etkileyebiliyor. Bebek normal doğuyor ancak hayatın belli

evresinde ve çoğunlukla ergenlik döneminde hastalık bir

şekilde tetiklenerek ortaya çıkıyor ve ömür boyu devam

ediyor. Tabii hastalık ilerledikçe nöron kayıpları ve buna

bağlı bilişsel bozukluklar da ortaya çıkabiliyor.

Şizofreniye Neden Olan Faktörler Neler?

Genetik faktörler önemli; ancak şizofreni tek

bir gen katkısı ile açıklanabilecek bir hastalık

değil. Birçok farklı gen şizofreniyle ilişkili

devreye giriyor. Şizofreninin genetik faktörlerin

üzerine çevresel faktörlerin birleşmesiyle

ortaya çıktığı kabul ediliyor. Bunların tamamı

stres faktörleri. Bu, fiziksel stres olabilir.

Doğumda çok kilolu bir bebek doğarken kafa

travması geçirmiş olabilir. Anne karnındayken

bebeğe plasenta yoluyla geçen bir bakteri,

virüs veya parazit beynine gidip geri

dönüşümsüz bir problem oluşturmuş olabilir.

Hastalık Ortaya Çıktığında Hangi Semptomlar

Görülüyor?

Şizofreninin Pozitif ve negatif semptomları var.

Pozitif semptomları, ilk hezeyanla birlikte hastalık

tanısı konulurken hekimin karşısına çıkar. Bunlar

genellikle kafasının içinde sesler duymak gibi işitsel

ağırlıklı olmak üzere halisünasyonlar, birileri

tarafından tehdit edildiğini veya birileri tarafından

bir iş için görevlendirildiğini ciddi şekilde düşünecek

şekilde sanrılar oluşuyor. Bunun yanında

hezeyanlar ve ataklar olabiliyor. Psikotik ataklar

sırasında hasta istemsiz olarak kendine veya

çevresine zarar verebilir. Negatif semptomlarda

daha çok içine kapanma, kognitif ya da bilişsel

işlevler dediğimiz işlevlerde azalma ile karakterize

bir durum. Hastalık ilerledikçe negatif semptomlar

derinleşiyor. Hastanın içe kapanması, toplumdan

kendini tamamen izole etmesi, soyutlaması artıyor.

Hatta o dönemde nöronlarda kayıplar da oluşuyor.

Semptomlar Cinsiyete Göre Değişiklik

Gösteriyor Mu?

Şizofreni, erkeklerde daha agresif seyrediyor.

ABD'de yapılan bir çalışmada erkek sperminde,

üreme hücresinde 35 civarında gen mutasyonu

saptandı. Spermde bulunmuş olması ilginç. Mesela

yumurtada bulunmasıyla ilgili bir şey görmedik. İki

cinsi karşılaştırdığımızda şizofreni erkekler açısından

daha sıkıntılı bir hastalık gibi görünüyor.

Madde Bağımlılığı İle Şizofreni Arasında Bir

İlişki Olduğu Düşünülüyor. Nasıl Bir İlişki Söz

Konusu?

Şizofreni hastaları bağımlılığa da yatkın hastalar

oluyor. Bunun en bilinen örneği çok aşırı tütün

içmeleri. Ancak burada birçok farklı görüş var. Bir

görüşe göre, kendilerini tedavi etmek için tütün

alıyorlar. Nikotin bir takım belirtilerine iyi geliyor ve

rahatlatıyor. Diğer bir görüş ise bunların hastalık

nedeniyle bağımlılığa da yatkın olduklarıdır. Bu tip

hastalarda normalde kullanım alışkanlığının

diğerlerine göre daha kolay olduğu. Hastalar

madde deneme gibi riskli davranışları kolayca

sergileyebiliyor. Ama her madde bağımlısı şizofreni

hastası olmadığı gibi, her şizofreni hastası da yüzde

yüz madde kullanmayabiliyor. Ancak esrar ve

amfetamin benzeri psikostimülanlar başta olmak

üzere birçok bağımlılık yapan maddenin sürekli

kullanımının da zaman içinde şizofreni benzeri

belirtilere neden olduğu da bilimsel bir gerçek.

Hatta deney hayvanlarında şizofreniyi modellerken

ketamin, amfetamin gibi bağımlılık yapan

maddelerden faydalanabiliyoruz. Son zamanlarda

bonzai konusu çok gündemde, bonzai

kullanıcılarının bazıları da şizofreni benzeri psikotik

ataklarla acillere başvuruyor.

5-6

ürk Silahlı Kuvvetleri Yeni

TBuluşlar Şerit Rozet Beratı s a h i b i U z b a y ,

' ' ça l ı şma la r ım ı z be lk i de şizofreniye etkili bir çözüm sağlayacaktır. Ancak buluşumuzu ve teorimizi geliştirebilecek bir desteğimiz yok”' diyor.

ŞİZOFRENİYE UMUT !ŞİZOFRENİYE UMUT !

Page 4: OCAK 2015

Agmatini şizofreni modelleme çalışmalarında kullanma fikri nereden doğdu?1995'den beri Agmatin ile çalışıyorum. Agmatini laboratuarda şizofreni

modellenmiş deney hayvanında kullandık ancak olumlu bir etkisini

göremedik. Dozu artırdığımızda ise ilginç bir şekilde agmatin deney

hayvanlarında şizofreniyi modelledi, yani şizofreni oluşturdu. Deney

hayvanında şizofreni yapan ilaçlarla birlikte verdiğimizde de bu ilaçların

şizofreni oluşturucu etkisini daha da artırdı.

Agmatin'in şizofreni modellemesindeki aşamalarını anlatır mısınız?Agmatin düşük dozlarında beyni koruyucu etkileri var. Ve bununla ilgili

ipuçları gördüm. Arkasından değerlendirdiğim zaman baktım ki Agmatinin

metebolize olduğu ürünler var vücutta, Agmatin de Spermin ve Spermidin'e

yıkılıyor. Spermin ve Spermidin de poliamin. Bunlar deney hayvanlarına

verildiğinde fazla dozu kaldıramıyorlar. Belli bir süre sonra ölüyorlar.

Spermin ve Spermidin sperme kokusunu veren maddeler. Agmatin de 1910

yılında Ringa balığının sperminde keşfedilmişti ilk kez. Geçenlerde ABD'de

''Müthiş Buluş'' diye bizimkiler de yazdılar, 35 tane yeni gen mutasyon

bulundu spermde. Gördüğünüz gibi sanki bütün yollar poliaminlere çıkıyor

son zamanlarda. Spermdeki mutasyonlar önemli ise, sperme kokusunu

veren Spermin, Spermidin gibi poliaminler ve spermde bulunan agmatin

neden işe karışmasın?

Literatürde de şizofreniden ölen hastaların otopsi çalışmalarında

beyinlerinde Spermin, Spermidin düzeylerinin yüksek olduğunu belirten

Ruslar tarafından yapılmış onlarca makale, ABD' lilerinde yayınladığı üç beş

tane makale var. Yüksek dozda Agmatin verdik şizofreni modellendi.

Agmatin ise Spermin, Spermidin'e metabolize oluyor. Şizofreniden ölen

insanların beyinlerinde de Spermin, Spermidin düzeylerinin yüksekliği

bunların uzun yıllar kullandığı ilaçlara bağlandı; ancak ben aynı fikirde

değilim. Bu bence yanıltıcı bir yaklaşım.

O kadar tesadüf olamaz diye araştırmalarımızı daha da derinleştirerek

devam ettik. Yaşayan insanların beyin omurilik sıvılarından alınan

örneklerde poliamin düzeylerini ve özellikle Spermin ve Spermidin'i yüksek

bulan çalışmalar da gördük literatürde. Gözlemimizin yeni buluş,

muhtemelen yeni bir yaklaşım olduğuna karar verdim. Makaleleri

yayınlamayı beklettim ve Patent Enstitüsü'ne başvuruda bulundum. Önce

bunu teorize ettim.

Nasıl Teorize Ettiniz?Agmatin yüksekliği veya dengesiz agmatin salıverilmesi. Beyin de aynı diğer

nörokimyasallar gibi Agmatin de salıveriliyor. Agmatin beyinde enzimatik

aktivitesi belirlenmiş yeni bir beyin kimyasalı, kabul ediliyor. Poliamin stresi

nden söz eden bir makale yayınlandı literatürde. Poliaminlerin artışı intihara

eğilimi arttırıyor. Şizofreni hastalarında intihar girişimi sık gözleniyor. Poliamin

yüksekliği ağrı duyusunu da ortadan kaldırıyor. Şizofreni hastalarının

kendilerine zarar verme eğiliminin yüksek olduğu hezeyan dönemlerinde

muhtemelen ağrı duyusu ortadan kalkıyor. Bunları birleştirdiğiniz zaman

Agmatinin dengesiz salıverilmesi psikoz belirtilerine sebep olabilir. Agmatinin

aşırı aktivitesini engellemek oluşumunu sağlayan enzimi bloke edecek

kimyasallardan yararlanılabilir. Böyle üç tane molekül bulduk. Bunlar bitkile

de parazit öldürücü olarak kullanılıyor. Bitki iyi büyümüyor ya da bitki kendini

geliştiremiyor. Bu bitkiler analiz edildiğinde bunların da Agmatin düzeyleri

yüksek çıkıyor. Bu ilaçları bitkiye vererek Agmatin düzeylerini düşürdüklerinde

bitki daha güzel gelişiyor. Bunların patentini aldım ve bundan sonra bir dizi

olaylar gelişmeye başladı.

Ne Gibi Olaylar Yaşadınız Hocam? Patenti uluslararası arenada bir yıl içinde tescil ettirmemiz lazımdı. Ama

yapamadık. Çünkü eski kurumumda hakkımda açılan bir sürü uyduruk

soruşturma ve mahkemelerle uğraşmak zorunda kaldık. En sonunda

iftira sonucu tutuklanıp bir de 9 ay kadar cezaevinde yattık . Dolayısı ile

bırakın patenti tescil ettirmeyi TÜBİTAK tarafından desteklenen konu ile

ilişkili bir araştırma projemize bile ara vermek zorunda kaldık. Benim

patent üzerinden para kazanma gibi bir derdim yok. Söylediklerim çok

açık ve şeffaf. Hiçbir şey gizlemiyorum. Katıldığım birçok yurt dışı ve

yurt içi konferansta bana bunları gösterme fazla dediler. Birileri aşırıp

kendine mal edebilir. Ben de diyorum ki şizofreni hastalarının tedaviye

ihtiyacı var. Kim yaparsa yapsın ama varsa bir şey burada ortaya çıksın.

Beni teyit etmesi yeterli. Para kazıp kazanmamak umurumda değil.

Keşke başka biri bu fikirden işe yarar bir şey çıkarsa, en çok ben

memnun olurum.

Devlete çağrıda bulundum. Destek olun, destek olunduğu takdirde

Türkiye kendi milli ilacını üretebilir. Şizofreni tedavisinde kullanılan

mevcut ilaçlardan atipik antipiskotiklerin patent koruma süresi devam

ediyor. Bir ilacın patent süresi devam ettiği sürece bunu pahalı alırsınız.

Şimdi patent koruması devam ederken eğer gerçekten önemli bir

buluşsa, işe yarayacak şekilde şizofreni hastalarına bir ilaç sunma

ihtimali varsa, burada bundan çok uluslu ilaç şirketleri kesinlikle

rahatsız olur. Buna karşı ülkenizin bilim çevrelerinin ve devletin sizi

desteklemesi lazım. Konu ile ilişkili birçok uluslararası konferansa

katıldım. Önemli dergilerde makaleler yayınladım. Aksini ispatlayan bir

veri de yayınlanmadı. Bu konuda yanıldığımı düşünmüyorum.

Peki, bu ilaç niye gelişmedi?Yasalar, etik zorunluluklar ve ilacı geliştirmek için izlenmesi gereken bir

yol var. Uluslararası akredite laboratuvarlarda patentini aldığınız

kimyasalların deney hayvanlarında Faz 0 çalışmalarını yapmamız

lazım öncelikle. Türkiye'de Faz 0 laboratuarı yok. Kurulabilir ama

destek lazım. Ya da yerli sanayinin elini taşın altına sokması lazım.

Dediğim gibi muhtemelen ben yanlış adamım. Türkiye'deki büyük ilaç

şirketlerinden birinin patronu bana randevu vermedi. Diğerleri

dinlemedi bile. Faz 0 sonrası başarılı olursanız klinik denemeler başlar.

Bu da üç aşamalıdır. Bunları da geçmeden bir ürünü etik ve yasal

olarak tedavide denemeniz mümkün değildir.

Türkiye'de bilim iklimi de yok. Tabi geliştirmeyi bile deneyemedik ilacı

bu koşullar altında. Bunları yapabilmem için benim ekibe ve paraya

ihtiyacım var. Bunlar ciddi işler. Dinlenilmeden peşinen bana söylenen

şu. Kabul et kardeşim başarısız olursun. Gidiyorsun kimse hayır

demiyor. İtiraz etmiyor. Çünkü bu Poliamin stresi doğruysa, intiharla

ilişkiliyse o zaman bunun bastırılması, engellenmesi hiç bir şey

yapmasa, bir tane semptomunu geçirecektir şizofreninin. Belki de

radikal çözüm sağlayacaktır.

Diyelim ki faz aşamasında başarısız oldu. Böyle bir yolu açsan,

dünyanın sıkıntı çektiği bir hastalığa Türkiye olarak bir şeyler söylesen

kötü mü olur. Bilimsel prestij bakımından ve benzer çalışmaların

önünün açılması bakımından da çok önemli. Ama bizde böyle bir

kültür yok. Türkiye'de bilim vesayet altında bana göre. Bir şey

yapılacaksa bunu yapacak kişiler zaten belli. Türkiye'de ne yapılmak

istendiğini anlamış değilim. Ben o kadar zengin değilim ki şirket

kuracağım adam istihdam edeceğim bir şeyleri ortaya çıkaracağım.

İnsanlar umut ediyorlar dua ediyorlar. Sağdan soldan arıyorlar. Ben de

elimden geleni yapmaya çalışıyorum. En azından tezimi desteklemeye

yönelik yeni çalışmalar yapıyorum.

7-8

Page 5: OCAK 2015

ABD'den teklif geldi mi ilaç için?Amerikalılar ilgi gösterdi. 2009 yılında San Diego

Üniversitesi'nde anlattım. Oradaki profesörler TÜBİTAK projesi

yapalım biz de katılalım dediler. Onlar da katılmak istediler,

ancak Türkiye'de koşullar uygun olmadı hiç çalışmayı

sürdürmek için. Almanya'da iki kere konuştum. Kimse itiraz

etmiyor. Hatta almanlar işbirliği de öneriyorlar. Ama iş

Türkiye'de bu boyutta çalışmayı benim yapmam ile ilişkili

noktada düğümleniyor.

Çalışmalar Şuanda Ne Durumda? Son altı aylık dönemde hiç ilaç almamış veya ilk kez tanı almış

18 şizofreni hastasının Agmatin düzeylerini çok çok yüksek

bulduk. Ayrıca istatiki değerlendirmeler de bunun şizofreni

tanısında bir yeri olabileceğine işaret etti. Bu bulgularımızı da

pretijli bir bilim dergisinde yayınladık.

Tabii buna hemen itiraz edebilirsiniz. 18 hasta az en az 1800

hasta olmalı diye. Ben bu kadar yaptım başkaları da bunu

1800'e tamamlasın ve doğru mu yanlış mı anlayalım.

Sonuç olarak, şu anda şizofreninin hem tanısını kolaylaştıracak

hem de tedavisine yardımcı olabiecek verilere sahip

görünüyoruz. Ama bunu geliştirmek için uygun ülke koşulları ve

desteğimiz bulunmamaktadır.

Teori uluslararası dergilerde yayınlanmış durumdadır. Gelecekte

ya beni yalanlayan bir şey çıkacaktır ortaya ya da bir başkası

bunu doğrulayacaktır. Sonuçta ben karınca misali şizofreni

yangınını söndürmek için su taşımaya devam edeceğim. Haklı

olup olmadığım gelecekte net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Yazı İşleri MüdürüMete Arslan KONAK

9-1

0

Page 6: OCAK 2015

alan ifade veya kasıtlı yanıltma toplumsal

Ysözleşmeden doğan sorumlulukları yerine getirmemenin bir şeklidir.

Yalan neden söylenir? Sorusuna verilebilecek milyonlarca cevap bulunabilir.. Olayı birazda psiko-bilimsel açıdan ele alırsak; yalan söylemenin psikolojisine dair öne sürülebilecek nedenler arasında başlıca şunlar sayılabilir:

- Cezai yaptırımdan kaçmak (örn. suça karışan şüphelinin yaptığını inkar etmesi).

- Çıkar elde etmek (örn. şirket sahibinin hissedarları kandırması).

- Utanç ve dışlanmadan sakınmak.Toplumda saygınlığını korumak ve yükseltmek (örn. kişinin kendisini küçük düşürecek bir hatayı üstlenmeyi reddetmesi).

- Kişinin kendi çıkarı dışında yakın hissettiği kişiyi korumak amacıyla yalan söylemesi (örn. kişinin başkasına ait bir suçu üstlenerek cezaevine girmesi).

- Sosyal ve ailevi ilişkilerin korunması amacıyla yalan söylenmektedir (örn. sunulan bir hediyeyi beğenmediği halde beğendiğini söylemek).

Bakış açımızı biraz daha genişletirsek; ifadenin doğruluğu adli

işleyiş için çok daha büyük bir önem taşımaktadır. - Mahkemelerde zanlı ve tanıkların yalan ifade verme

olasılıkları göz önüne alınarak, onları doğruyu söylemeye zorlayacak tedbirler düşünülmüş; onur veya dini inançla, yani yeminle bağlamak uygun görülmüştür.

- Dürüst olmayan ifadeyi ele veren bilindik ipuçları arasında, kişinin gerginliğine işaret eden, göz temasından kaçınması, lisanda akıcılık kaybı, kaçamak mimikler ve konuşmayı tamamlayıcı el ve kol hareketlerinin azalması sayılabilir.

- Bunların yanı sıra ifadedeki mantıksal tutarsızlıklar da yalana dair şüphe oluşturur.

Her insan kişisel tecrübeleri dahilinde yukarıda bahsi geçen ve benzeri ipuçlarını kullanarak karşısındakinin yalan söyleyip söylemediğine dair bir kanaat getirebilir veya sezgiye sahip olabilir. Ancak bu kanılarında %50'nin üzerinde başarı gösterebilen kişiler yalnızca bu konuda uzmanlaşmış kişilerdir.

Otonom Yanıtların Tespiti Ve PoligrafiYalan söyleyenin yaşadığı duygu durumları suçluluk, korku, heyecan olabilir. Değişen duygu durumları da sempatik sistem

etkinliğinde artışa neden olur. Kişinin iradesi dışında gerçekleşen fizyolojik yanıtlar şöyle sıralanmaktadır:

- Taşikardi, - kan basıncında artış, - soluma sıklığı ve derinliğinde artış, - terleme, - tükürük salgısında azalma, - seste incelme ve titreme

Yaklaşık olarak İ.Ö. 1000 yılına ait bir Çin tableti

tükürük salgısında azalma ve duyusal stres arasındaki ilişkinin

yalan ifadenin tespitine kullanıldığını göstermektedir:

“Şüpheli ağız dolusu pirinci çiğner ve tükürür. Eğer pirinç nemli

ise suçlanan doğruyu söylemektedir; çıkan pirinç kuru ise

suçlanan yalan söylemektedir.”

Nabız ve kan basıncı ile yalan söylemek arasında ilişkinin

araştırılması 19. yüzyıl sonlarına kadar gitmektedir. Bu

parametrelere solunum hızı ve terleme seviyesinin ölçümünün

de eklenmesiyle, günümüzdeki “poligraf” veya halk arasında

bilinen adıyla “yalan makinesi” ortaya çıkmıştır. Poligrafla ölçüm yapılırken kişiden bazı sorulara yanıt vermesi istenir. Bu cevaplamalar esnasında poligrafi parametrelerinde tetiklenen olası sinyal artışları incelenir. Yaygın kullanılan sorgulama protokollerinden biri olan Kontrol Soru Testi (Control Question Test) protokolünde kişinin üç ayrı kategoriden sorulara “evet” veya “hayır” şeklinde yanıt vermesi talep edilir. İlgisiz (nötr) kategorideki sorular dizisinin (örn. 1975 yılında mı doğdunuz?) arasına doğrudan soruşturulan konuda sorular yerleştirilir (örn. Cinayet günü kocanızı gördünüz mü?). Kabaca, eğer soruşturmayla ilgili cevaplarda poligraftan okunan fizyolojik yanıt (nabız, kan basıncı, soluma sıklığı ve terleme seviyesi) nötr cevaplara göre büyük ise kişinin yalan söylediğine işaret ettiği kabul edilmektedir.

Uygulanan diğer bir protokol Suçlu Bilgisi Testinde (Guilty Knowledge Test) kişiye yalnızca olay yerini inceleme ekibi ve suçlunun bilebileceği bazı detay bilgileri içeren seçenekler çoktan seçmeli olarak sunulur. Örnek Soru: Kurban sizce neyle öldürülmüştür? (a) Ateşli silah (b) Bıçak (c) Balta (d) Sopa (e) İp.

Bu testte suçlunun gerçeği yansıtan seçeneklere verdiği fizyolojik yanıtların daha kuvvetli oluştuğu kabul edilmektedir.

İ D L ?N N A RS ÖA LN NNE EE SY A Y

11

>12

Page 7: OCAK 2015

Kaynaklar; Nörobilim, Nöroteknoloji, Yalan Tespiti ve EtikMehmet Ergen1, Yeşim Işıl Ülman21Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye

2Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye

Derleme yazısından alıntıdır.

Poligrafın Dünyada Kullanımı

Başta A.B.D, İsrail, Japonya, Kanada'da olmak üzere Güney Kore, Meksika, Pakistan, Filipinler, Tayvan, Tayland gibi dünyanın birçok ülkesinde kriminal araştırmada kullanılmıştır.Avrupa'da yargı kararlarında kısmen etkili olduğu ülkeler arasında, Belçika, Finlandiya bulunmaktadır ve Birleşik Krallık ve Hollanda'da özellikle cinsel suçlara dair soruşturmalarda kullanılmaktadır.Japonya'da 2002 verilerine göre mahkemede geçerli delil niteliği taşıyan poligraf uygulaması yılda ortalama 5000'dir.Türkiye'de 1988 yılına kadar bu konuda hiç uzman yokken, ABD'de eğitim gören 60 kişiyle birlikte kendi uzmanlarını yetiştirmeye başlamıştır.

Poligrafiyle Yapılan Yalan Tespitine Eleştiriler

Öncelikle, poligrafiye kondurulmuş olan “yalan makinesi” terimi teknik olarak yanlıştır. Poligrafın ölçtüğü duyusal stresi yaratabilecek tek neden yalan söylemek ve bunun açığa çıkması durumundan duyulan tedirginlik değildir. Poligrafın saha çalışmaları üzerine bir derlemede

- masum şüphelilerin %21'inin testi geçemeyerek haksız yere suçlanmış olduğu, - %72'sinin doğru şekilde temize çıkarıldığı, - kalan %7'si hakkında ise poligrafi ile bir tespit yapılamadığı bildirilmiştir.

Poligrafi esnasında ele verici sinyallerin nasıl maskelenebileceğine dair bilgileri paylaşan internet sitelerinden tavsiyeler arasında, büyük genlikte fizyolojik yanıt beklenen sorulara yanıt verirken,

- duyusal stres yükünü azaltmak için bir yandan zihinden matematiksel işlemler yapmak veya

- tam tersine nötr koşullarda fizyolojik yanıtı olduğundan daha yüksek çıkarmak için gizlice kendine acı vermek buna örnek gösterilebilir.

Duygusal strese bağlı diğer fizyolojik yanıtlarla ilgili yapılan çalışmalardan bazıları vokal stres

analizi ve yüksek çözünürlüklü termal görüntülemedir. Gerek termal yanıtta, gerekse ses

analizinde değerlendirilen parametreler poligrafiye benzer şekilde yalan söylemeye bağlı

duyusal stresin periferik yansımalarına dayanmaktadır ve yukarıda poligrafi hakkında belirtilen

yanılma olasılıklarını taşımaktadırlar.

Duygusal Stres Yanıtı Her Bireyde Aynı Şiddette Oluşur Mu?

Tüm duygusal stres temelli ölçümler hakkında soru işareti oluşturan önemli bir konu da suç işleyen kişiler arasında psikopatlık ve antisosyal kişilik bozukluğunun yaygın olmasıdır. Çünkü bu gruba giren kişiler üzerinde nörogörüntüleme çalışmaları duygusal uyaranların işlenmesinde başlıca etkin beyin yapılarının (amigdala ve orbitofrontal korteks) normal popülasyona göre daha suskun olduğunu göstermektedir. Böyle kişilerde duygusal uyarılmaya karşı otonom yanıtların da normal popülasyona göre zayıf olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç poligrafi gibi duygusal yanıtları inceleyen tetkiklerin ileri derecede psikopati ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunan suçluları yanlış şekilde temize çıkarma riskine işaret etmektedir.

Duygu İNCE KALEÜsküdar Üniversitesi

Nörobilim Yüksek Lisans

13

>1

4

Page 8: OCAK 2015

M AÜ V N Z Nİ G EĞİN C SÜ Ü İB İ EEY Z E RN R T Lİ İÜ İE ND KK E İ

Kültürel farklılıklar ve kendi kültürümüzün müziğini dinleyerek büyümüş olmamız

beynimizi o müziğe karşı bir açıdan şartlandırır. Dolayısıyla çocukluktan itibaren belli bir müzik zevki

geliştiririz. Bilimsel delillerden yoksun olsak da

günümüzde dinlenen müziğin beyni şekillendirdiği

hipotezleri öne sürülüyor.

Hissederek okuduğum bir Türk müziği parçasının,

20'li yaşlarındaki Amerikalı genç çiftin tüylerini

ürperten özelliği neydi o halde?

Belli ki elimizdeki en gelişmiş teknolojilere rağmen

hâlâ müziğin gücünü ve insan beyni üzerindeki

etkilerini çözebilmiş değiliz

Beyin görüntüleme tekniklerinin geliştirilmesi ile

müziğin beyin üzerindeki etkilerini de öğrenmeye

başladık. Beyinde bir “müzik merkezinin”

bulunmadığı, aksine müziğin icrası veya dinlenmesi

sırasında beynin değişik kısımlarının birlikte çalıştığı

ortaya çıktı. Müziğin beyinde “ödül sistemini”

uyardığı keşfedildi. Müziğin tedavi edici gücünün

yanı sıra beyin pastistesin nedeniyle zihinsel

faaliyetler üzerinde olumlu etkileri olduğu, bu

nedenle müzikle uğraşmanın, özellikle bir müzik

aleti çalmayı öğrenmenin beynin performansını

artırdığı bulundu.

Son yıllarda nörobilim ile elde edilen gelişmelerle

artık müziğin beynimizi nasıl etkilediğini

öğrenmeye başladık. Bu çalışmalar sonucu müziği

evrensel kılan sırların perdesini aralarken müziğin

olağanüstü gücü ile beynimizin fiziksel yapısını

değiştirebileceğimizi ve müzik eğitimi ile başarımızı

artırabileceğimizi de öğrendik. Bazı müzik

parçalarını dinlediğimizde neden rahatlık

hissettiğimizi yakın bir tarihe kadar bilmiyorduk.

fMRI (işlevsel rezonans görüntüleme) ve PET

(Pozitron Emisyon Tomografisi) gibi görüntüleme

teknikleri ile belli bir konuda yoğunlaştığında

beynin hangi bölümlerinin çalıştığını, hangi

kısımlarında oksijen tüketiminin arttığını izlemeye

başladık. Bunun bir sonucu olarak da değişik

işlevleri açısından beynin haritasını çıkarmaya

başladık. Son on yılda elde edilen bu gelişmeler

sayesinde şimdi müzik konusunda çok daha

karmaşık sorular sorup bu soruların cevaplarını

bilimsel yöntemlerle bulmaya çalışıyoruz:

Beyin müziği nasıl algılıyor?

Beyinde bir müzik merkezi var mı?

Bir parçayı zevkle dinlediğimizde ve hoşumuza

gitmeyen bir müziği dinlediğimizde beynimiz

nasıl bir tepki veriyor?

Bir müzik aletini çalmayı öğrenirken beynimizi de

etkiliyor muyuz, etkiliyorsak ne tür değişiklikler

oluşuyor?

Beyin açısından müzik aslında algılanması gereken karmaşık bir uyarıdır; seslerin yüksek veya alçak notalar şeklinde

olması (seslerin perdesi), müziğin ritmi, melodisi ve volümü birlikte algılanmak ve değerlendirilmek zorundadır.

Dolayısıyla da müziğin algılanması beynin sadece tek bir bölgesinin değil farklı bölgelerinin birlikte çalışması ile ortaya

çıkan bir işlevdir.

Örneğin beynin sol tempolar lobunun zedelenmesi nedeniyle ortaya çıkan ve “amusia” olarak bilinen rahatsızlıkta,

hasta müziğin hangi perdeden çalındığını veya söylendiğini (notaların yüksek mi alçak mı olduğunu) algılayamaz, ama

müzik deneyimi hâlâ devam eder .Müzik ve beyin konusundaki araştırmaları ile tanınan, hem müzisyen hem

nörobilimci Daniel Levitin, beynin müzik algılamasını bir senfoni orkestrasının işleyişine benzetiyor.

This is Your Brain on Music (Beyniniz ve Müzik) ve The World in Six Songs (Altı Şarkıda Dünya) adlı kitapların da yazarı

olan Levitin “Beyin görüntüleme cihazları ile beyni müzik dinlerken takip ettiğimizde değişik bölgelerinin birlikte, uyum

içerisinde çalıştığını’’ ayrıca “orkestradaki değişik enstrüman grupları nasıl seslendirilen eserin farklı kısımlarını uyum

içerisinde çalıyorsa beyin de müziği aynı şekilde algılıyor, bir bölge sesin volümünü algılarken başka bir bölge notaları,

başka bir bölge de müziğin ritmini algılıyor”.

Araştırmacılar deneklere sevdikleri parçaları

dinletip o anda beyinlerinde uyarılan bölgelerin

görüntülerini çıkardıklarında nükleus

akkumbens, hipotalamus ve ventral tegmental

bölge adı verilen üç farklı yapının aktif hale

geldiğini gözlemledi. Ventral tegmental bölge ve

dopamin aynı zamanda beynin “ödül sisteminin”

de parçaları. Dolayısıyla hoşumuza giden bir

müziği dinlediğimizde beynimizdeki ödül

sistemini harekete geçiriyoruz ve bunun

sonucunda da güzel duygular hissetmeye

başlıyoruz. Bir diğer deyişle, müzik dinlerken bir

bakıma kendimizi ödüllendirmiş oluyoruz.

Beyin görüntüleme teknikleri sayesinde müzik

icra eden veya müzik dinleyen bir kişinin beynini

inceleyebildiğimiz gibi daha karmaşık durumları,

örneğin birlikte müzik yapan kişilerin beyin

aktivitelerindeki değişiklikleri de

inceleyebiliyoruz.

Sheffield Üniversitesi'nden nörobilimci Lawrense

Parsons bir çalışmasında meşhur bir İngiliz rock

grubunun iki üyesinin beyin aktivitelerini hem

solo hem de birlikte müzik icra ederken inceledi.

Çalışma, tek başına çalıp söylemek yerine

birlikte müzik icra etmenin beynin daha büyük

bir kısmını çalıştırdığını gösterdi. Birlikte çalınca

sosyal ilişkiler, iki kişinin koordine olarak birlikte

çalması ve dolayısıyla planlama söz konusu

olduğu için, beynin üst düzey işlevlerinin

gerektiği belgelendi. Ayrıca beynin duygularla

ilgili bölümünün de düet sırasında uyarıldığı

ortaya çıktı.

Müzik ve dil arasında işlevsel açıdan

farklılıklar olduğu ortaya çıktı. Operadan yaylı

çalgılar dörtlüsü ezgilerine, film

müziklerinden sonatlara kadar çok değişik

müzik janrlarındaki besteleri ile bilinen Rus

besteci Vissarion Shebalin 1953 ve 1959

yıllarında iki defa felç geçiriyor ve konuşma

yeteneğini kaybediyor. Buna rağmen 1963

yılında, ölümünden birkaç ay önce beşinci

senfoni bestesini tamamlıyor. Bu sonuçlar

beyinde dil ve müzik işlevlerini kontrol eden

bölgelerin farklı olduğunu ortaya koyuyordu.

Elde edilen sonuçlar konuşmanın beynin sol

yarıküresi, şarkı söylemenin ise sağ yarıküresi

tarafından yerine getirildiğini gösteriyor

Benzer çalışmalardan elde edilen sonuçları

göz önünde bulundurduğumda, göç günlerini

yaşamış kişilerin “göç göç oldu” uzun havasını

dinlerken derin hislere kapılmasının gerisinde

büyük ihtimalle beyinlerindeki görme, duyma

ve hatta koku alma ile ilgili sinirlerin, limbik

sistemleri ile bağlantısı rol oynuyor.

15-1

6

Page 9: OCAK 2015

Müzik için kullanılan ifadelerden biri de “müziğin insana dokunduğudur.”

Bu söz dinlenen müziğin duygu dünyamıza etkisine ilişkindir, ama

aynı zamanda fiziksel bir gerçeği de dile getirir. Aslında gözle

göremememize rağmen duyduğumuz bir müzik veya bir ses gerçekte

fiziksel olarak bize dokunmaktadır. Çünkü kulağımıza ulaşan bir ses

dalgası, kulak zarına fiziksel olarak dokunarak onu titreştirir ve kulak

zarına temas eden kulak kemikçiklerini harekete geçirir. Bunun

sonucunda da işitme dediğimiz duyu meydana gelir.

Müzikle tedavi uzmanı olan Concetta Tomaino da benzer tecrübeler

yaşıyor. Tomaino yaşlı bakım evlerinde yaptığı bir çalışmada bunama,

felç veya ilerlemiş nörolojik hastalıklar nedeniyle bu dünyadan adeta

kopmuş, salonun bir ucundan öbür ucuna amaçsız bir şekilde dolaşan

veya oturduğu yerde başı öne eğik, kımıldamadan sessiz duran

hastalara piyano çalmaya başlıyor. Bakım evinin sakinlerinin bileceği

ve geçmişte popüler bir parça olan Let me call you sweetheart adlı

parçayı çalıyor. Salondaki gürültü ve kaostan dolayı başlangıçta

kendisi bile çaldığını zorlukla duyarken birkaç dakika içerisinde

gürültü yavaş yavaş azalıyor ve salondakiler şarkıyı mırıldanmaya

başlıyor. Başları öne eğik kıpırdamadan saatlerce öylece duran

hastalar bile başlarını kaldırıp ona bakmaya başlıyor. Zihinsel

faaliyetleri çok zayıflamış bu hastalar şarkının sözlerini hatırlıyor ve

söylemeye başlıyor. El ve ayaklarını devamlı olarak kontrolsüzce

sallayan hastalar bir anda kontrolsüz hareketlerini durdurup şarkının

temposuna göre hareket etmeye başlıyor.

sally lokoensefalopati adı verilen ve beyni etkileyen bir hastalık

geçirmiş ve dilsiz hale gelmişti. Bütün yaptığı bakım evinin

koridorlarında dolaşıp ağlamaktı. Ağlamanın dışında herhangi bir ses

çıkarmıyordu. Tomaino yine bir gün bakımevindeki hastalara piyano

çalıyordu. Bir an için çok güzel sesli bir kadının ona eşlik etmeye

başladığını duydu. Bu güzel sesli kadın parçanın sözlerini de hatasız

söylüyordu. Tomaino sesin geldiği yöne döndüğünde sesin Sally'den

geldiğini, Sally'nin bir yandan şarkı söylerken bir yandan da dans

ettiğini büyük bir şaşkınlıkla gördü. Tomaino bunun üzeride Sally'nin

kız kardeşine telefon ederek Sally'nin geçmişinde müzikle herhangi

bir ilişkisinin olup olmadığını sordu. Kardeşi Sally'nin geçmişte çok

güzel piyano çaldığını ve çok güzel sesi olduğunu, insanları müziği ile

eğlendirmeyi çok sevdiğini, partilerde şarkılar söylediğini aktardı.

Tomaino'dan duydukları Sally'nin kız kardeşini de çok şaşırtmıştı.

Sally'nin müzikle olan bu yakınlığı hakkında daha önce hiçbir bilgisi

olmayan bakımevi hemşireleri o günden sonra Sally'ye her gün

şarkılar söylemeye başladı. Sally ilk günlerde monoton bir sesle eşlik

etmeye başladı. Bu arada hem ağlaması hem de bakımevinde

durmadan usanmadan yürümesi de durmuştu. Bir süre sonra

olağanüstü bir şekilde Sally konuşmaya da başladı. Müzikten önce

yaşamdan kopmuşken bu gelişmelerden sonra bakımevindeki

yaşantının bir parçası haline geldi, aktivitelere katılmaya başladı.

Sally'nin durumu müziğin beyin üzerindeki inanılmaz gücüne çok

güzel bir örnek teşkil ediyor.Kaynaklar

Concetta, M.T., How Music Can Reach the Silenced Brain, Cerebrum,

DANA Foundation, 2002. Levitin, D., This is Your Brain on Music; The

Science of a Human Obsession, Dutton, Penguin Group, 2006.

Sacks, O., Musicophilia; Tales of Music and the Brain, Random House of

Canada Limited, 2007. The Music Instinct, Science and Song. Bir Elena

Mannes filmi, Mannes Production, 2009.

Tayfun GÖZLERNörobilim Yükseklisans 17

-18

Page 10: OCAK 2015

10-1

1

BİYOLÜMİNESANS

Yaşadığımız dünyada yapının atmosferden katı bir yüzeye geçmesi sonucu hava içinde hareket edebiliyoruz ve bu sırada da katı yüzey bize direnç sağlıyor. Jüpiter'de böyle bir geçiş yoktur. Eğer bir uzay aracının içinde Jüpiter atmosferine dalarsak ve merkeze doğru yol

almak istersek gittikçe yoğunlaşan hidrojen yapı ile karşılaşırız. Ortam o kadar yoğunlaşır ki gaz halindeki hidrojen artık bir sıvı gibi

davranır. İşte bu katmana sıvı hidrojen katmanı diyoruz. Bunun böyle olduğunu kimyacıların çok iyi bildiği hidrojen gazının evre

diyagramından çıkarıyoruz. Bir anlamda kendimizi bir okyanusun içinde buluruz. Daha aşağılara indiğimizde ise bir yüzey ile karşılaşıyoruz, bu yüzey aşağıdaki katman ile sıvı hidrojen

katmanını birbirinden ayırıyor. Bu yeni katmana metalik hidrojen katmanı adı verilir.

Yoğunluk ve sıcaklık o kadar artmıştır ki artık hidrojen çekirdeğinin çevresinde dolanan elektron çok kolay bir şekilde bitişik hidrojen

çekirdeğinin çevresinde dolaşmaya başlar. Yani bu durumda hidrojen, atom çekirdekleri arasında hareket eden elektron

gazından oluşmuştur. Bu yapı metallerde olduğu için bu katmana metalik hidrojen katmanı adı verilir. Jüpiteri'de ölçülen kuvvetli manyetik alanı işte bu sıvı ve metalik hidrojen katmanlarındaki

elektronların hareketi ile ortaya çıkan elektrik alanlarından kaynaklanır. Uzay aracımız atmosferden içeri daldıktan biraz sonra

söz konusu yoğunluk ve sıcaktan parçalanır, yok olur. Bizim ve parçalanan uzay aracımızın atomları yıllar içinde yavaş yavaş Jüpiter

merkezine doğru yol alır. O nedenle kimseye Jüpiter seyahatı önermiyorum. Sevgilerimle...

KAYNAK

http://ethemderman.com/gokbilimi/gokbilim-

yazilarim/item/456-jupiterin-icine-girsek-ne-olur#

JÜPİTER'İN İÇİNE GİRSEK NE

OLUR?

19

-20

ETHEM DERMANGÖKBİLİMCİ

Page 11: OCAK 2015

Stephen William Hawking (8 Ocak 1942, Oxford), İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazardır.Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları arasında dünyada en çok tanınan isimdir.Stephen Hawking, Einstein'dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir. 12 onur derecesi almıştır. 1982'de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society'nin ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi) üyesidir.

Hawking sekiz yaşındayken, Kuzey Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11

yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski

okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine

karşın, o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu

yüzden onun yerine fizik öğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci

sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi. Hawking daha sonra kozmoloji (evrenbilim) üzerine

çalışmak üzere Cambridge'e gitti. O zamanlar Oxford'da evren bilimi üzerine çalışma

yoktu. Cambridge'de danışman olarak Fred Hoyle'u istemesine karşın Dennis Sciama

atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and

Caius College'de profesör asistanı oldu.

1973'de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Hawking Uygulamalı matematik

ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian

matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlemento üyesi olan

Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a

verilmişti. Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte

Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bang'le başlayıp

karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik

Kuramı'nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının

en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında

tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez

olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu

da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiği

anlamına geliyordu.

S AT WE HP GH KE İN N

21

-22

Page 12: OCAK 2015

Stephen Hawking 1960'ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz (ALS)

hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak

beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti.

Ünlü bilim insanı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese

dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Şu anda Hawking, bilimsel uğraşlarında ve

günlük yaşantısında çevresinden ve ailesinden büyük destek almaktadır. Konuşmak istediği anda, elindeki

elekronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi

sıralayabilmektedir. Bu sessiz konuşan dehanın, özel bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime

bulunmaktadır. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabilmektedir. Sağlıklı insanların

konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede

kelime sıkıntısı çekmemektedir.

Stephen Hawking kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları

arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler

hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı

matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik

oluşturmaktadır. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya

kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve

milyonlarca satan “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti

getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran

“Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu

kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel

ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle

çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı'na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin

bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein'in “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman'ın

çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori

geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu

romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle

resmetme becerisi” buna imkân tanımaktadır. 2012'de “Büyük Tasarım” adlı kitabını da çıkartmıştır.

Kitaplarında genellikle bir "Yaratan"ın varlığını inkar eden Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi (Birleştirilmiş

Alan Kuramı)'ne ulaşıldığı zaman, kainat'ın yaratım sürecinde, 'Tanrı' kavramına ihtiyaç olmadığını da net bir

dille ifade eder.

Stephen Hawking Hakkında Bilinmeyenler

21 Yaşındayken birkaç yıl ömrü kaldığını söylemişlerdi.

O zamanlar yüksek lisans öğrencisi olan Hawking, yavaş yavaş sendeleme ve genel

sakarlık belirtileri göstermeye başladı.Rahatsızlığı olduğunu anlamak için test

yaptırmak üzere hastaneye gitti. Orada amyotrofik lateral skleroz (ALS) tanısı

kondu. ALS, hastaların istemli kas kontrolünü kaybetmelerine neden olan nörolojik

bir hastalıktır. Doktorlar ona büyük olasılıkla birkaç yıl ömrü kaldığını söylediler.

Uzaylıların varlığına inanır.

2008 yılında NASA'nın 50. Yıldünümü kutlamasında Hawking konuşmacı olarak bu

konudaki fikirlerini dile getirmiştir.Discovery Channel'da yayınlanan “Stephen

Hawking Evrene Yolculuk” belgeseli serisinde bir bölümü de uzaylıların varlığı

üzerine yorum yaptı.

Yerçekimsiz uçuş yaptı.

2007'de 65 yaşındayken Hawking hayatının yolculuğunu yapma fırsatı yakaladı.

Zero Gravity A.Ş. sayesinde yerçekimsiz ortamda sandalyesinden bağımsız havada

durabildi.Hawking, küresel ısınma ve nükleer savaş yüzünden insan ırkının

geleceğinin, eğer uzun bir gelecek olacaksa, uzayda olacağını belirtmiştir.

Biyolojiden hoşlanmazdı.

Stephen Hawking küçük yaşlardan beri matematiği ve fiziği severdi. Hawking

biyoloji ile ilgilenmezdi. Biyolojiyi “çok belirsiz, çok ezberli” bulduğunu söylemiştir.

Okulda kötü notlar alırdı.

9 yaşındayken notları, sınıfın en kötü notları arasındaydı. Çabalayarak notlarını

orta seviyeye çıkardı ancak, daha fazlası hiç olmadı.Bununla birlikte çok erken

yaşlarda itibaren çevresindeki eşyaların nasıl çalıştığına meraklıydı. Takma adının

“Einstein” olduğuna bakılırsa, kötü notlarına rağmen çevresi onun geleceğin dahisi

olduğunu anlamış gibi görünüyordu.İlerleyen yaşlarında, Oxford Üniveristesi burs

sınavlarında yüksek puan alarak üniversitede okumaya başladı.

'' Dünyanın en ünlü bilim insanlarından Stephen Hawking'in hayatına odaklanan “The Theory of Everything” (Her

Şeyin Teorisi) filmi , Hawking'in 60ʹlı yıllardaki yaşamını, sağlığına ilişkin kötü haberleri aldığı dönemi ve

hepsinden de önemlisi eşi Jane ile olan ilişkisini anlatıyor.Kasım ayında ABD'de vizyona giren filmin Türkiye'ye

geliş tarihi ise 27 Şubat 2015 olarak açıklanmıştır.''Kaynaklar

http://www.hawking.org.uk/

http://www.engelliler.biz/forum/alinti-yazilar/51196-stephen-hawking-1942-a.html

http://www.radikal.com.tr/hayat/stephen_hawking_filmi_cok_konusulacak-1205685

http://gelisenbeyin.net/stephen-hawking.html

http://www.log.com.tr/stephen-hawkingin-yasamini-anlatan-the-theory-of-everythingin-

ilk-fragmani-yayinda-video/

http://www.pbs.org/wnet/hawking/cosmostar/html/hawking.html 23

-24

KAPSUL PLUS

Page 13: OCAK 2015

25

>26

ELEKTRONÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ

Merkezi sinir sistemi bozukluklarıyla seyreden

hastalıkların teşhisinde yararlanılan nörofizyolojik

yöntemlerin kullanılmasında uzman hekim denetiminde

çalışan kişidir.

GÖREVLERİ

- Elektroensefalografi (EEG) çeker,

- Basit sinir aleti çalışmaları (EMG çekimi) yapar,

- Polisomnografi cihazları kullanır,

- Beyin sapı uyarılma potansiyellerinin analizlerini

yapar,

- Görsel uyarılma potansiyellerinin analizlerini yapar,

- Hasta kayıtlarını tutar.

KULLANILAN ARAÇ,GEREÇ VE EKİPMAN

- Eletroensefalografi(EEG) cihazı,

- EMG cihazı,

- Polisomnografi cihazları.

MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ GENEL ÖZELLİKLER

Elektronörofizyoloji teknikeri olmak isteyenlerin;

- Fizik ve biyoloji ile ilgili ve bu alanlarda başarılı,

- İnsanlara yardım etmekten hoşlanan,

- Başkaları ile işbirliği yapabilen,

- Dikkatli, sabırlı ve sorumluluk sahibi kimseler olmaları

gerekir.

ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI

Nöroloji, KBB, psikiyatri, çocuk, göğüs hastalıkları ve

fizyoloji uzmanının gözetimi ve denetiminde resmi yada

özel hastane ve polikliniklerinin eletroensefalografi,

uyarılma potansiyelleri ve uyku ünitelerinde görev

yaparlar. Çalışma ortamları oldukça temizdir.

Elektronörofizyoloji teknikeri çalışmaları esnasında

hastalarla, hasta yakınlarıyla iletişim halindedir ve

onların duygularını anlama, sabır ve şefkatle davranma

durumundadır. Ayrıca meslektaşlarıyla, doktorlarla,

hemşirelerle iletişim içinde bulunurlar.

MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YER

Mesleğin eğitimi üniversiteye bağlı sağlık meslek

yüksekokulunun “Elektronörofizyoloji” bölümünde

verilmektedir.

MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI

Mesleğin eğitimine girebilmek için,

- Lise veya dengi okul mezunu olmak,

- Meslek liselerinin, ÖSYS Kılavuzunda belirtilen

bölümlerinden

mezun olanlar “Elektronörofizyoloji””

önlisans programına sınavsız

geçiş için başvurabilirler.

- Ayrıca mezunlar, yükseköğretime giriş

sınavlarında başarılı oldukları takdirde,

ÖSYS Kılavuzunda belirtilen programlara

yerleştirilebilirler.

EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ

Mesleğin eğitim süresi 2 yıldır. Günde 8 saat

ve haftada toplam 40 saat süreyle EEG,

Uyarma Potansiyelleri, EMG ve Uyku

Laboratuarları olan kliniklerde yaz

uygulaması vardır.

ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA

OLANAKLARI

Nöroloji, KBB, psikiyatri, çocuk, göğüs

hastalıkları ve fizyoloji

uzmanının gözetimi ve denetiminde resmi

yada özel hastane ve polikliniklerinin

elektroansefalografi, uyarılma potansiyelleri

ve uyku ünitelerinde çalışabilirler.

MESLEKİ EĞİTİMDE İLERLEME

“Elektronörofizyoloji” ön lisans programını

başarı ile bitirenler “Lisans Öğrenimine

Dikey Geçiş Sınavında (DGS)” başarılı

oldukları takdirde; ÖSYS kılavuzunda

belirtilen programlara kontenjan dâhilinde

dikeygeçiş yapabilirler.

İŞ HAYATINDA İLERLEME BENZER MESLEKLER

- Radyoloji teknikeri,

- Fizyoterapist,

- Fizik Tedavi Teknikeri.

Kaynak

http://eogrenme.iskur.gov.tr/oyscontent/Courses/Course162/

pdf/e/31.pdf

ELEKTRONÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ

KAPSUL PLUS

Page 14: OCAK 2015

27

>28

3 BOYUTLU YAZICI3 Boyutlu Üretim Nedir?

3 boyutlu üretim, masaüstü imalat yada ingilizce “additive manufacturing” katkısal üretim

olarak da bilinen bir üretim yöntemidir. Hızlı prototipleme olarak bilinen bu teknolojide 3

boyutlu bilgisayar tasarımı gerçek bir objeye dönüştürülür. 3 boyutlu sayısal model STL

formatına dönüştürülür ve 3D yazıcıya gönderilir. 3D yazıcı katman katman inşa ederek

gerçek objeyi oluşturur.

3 Boyutlu Yazıcı Teknolojileri

3 Boyutlu yazıcılar birçok farklı teknoloji kullanabilirler. Teknolojiler arasındaki farklılıklar

genellikle katmanların nasıl oluşturulduğu ile alakalıdır. 3D yazıcıların kullandığı bazı

teknojileri sıralamak gerekirse, Seçici Lazer Sinterleme – SLS (Selective Laser Sintering), FDM

(Fused Deposition Modelin), Stereolithograhpy en çok kullanılan 3D yazıcı teknolojileri

arasındadır.

3 Boyutlu Yazıcılar Nasıl Çalışır?

3D yazıcı teknolojileri birçok farklı teknolojiyi bir arada sunar. Bu teknolojiler, fused

deposition (bileşimli yığma), lazer sinterleme, polimer kurleme gibi sıralanabilir. Yaygın

kullanıma ve farklı tasarıma sahip olsa da temelde en çok kullanılan teknoloji “fused

deposition modeling” tekniği ile çalışan cihazlardır. Bu teknikte bilgisayarda 3 boyutlu modeli

bulunan cisim 2 boyutlu katmanlar halinde yığılarak 3 boyutlu ürün elde edilir. Bu prosesi

gerçekleştirmek ise günümüz makine imalat sektöründe hiç de zor değil, ihtiyacınız olan

şeyler 3 eksenli bir cnc ve kontrol kartı; bu kontrol kartı ve cnc ile iletişimde olabilecek bir

yazılım ve malzeme yığma özelliğine sahip bir takımdır.

FDM bir yazılım prosesi ile baslar, yazılım STL formatındaki modelleri matematiksel

olarak katmanlara ayırır ve bu katmanları üst üste inşa etmek üzere 3 eksenli cnc kontrollü

bir cihaza gönderir. Genellikle termoplastik malzemeler kullanılır. Termoplastik malzemeler

thermoset malzemeler ile karşılaştırıldığında defalarca eritilebildikleri ve belirli sıcaklık

aralığında sıvılaşabildikleri için bu teknoloji için oldukça uygun malzemelerdir.

Termoplastik malzemenin düzgün bir şekilde yığılabilmesi için erime sıcaklığına ısıtılmış bir

nozuldan ekstrude edilmesi gerekmektedir. Bu nozul bilgisayar tarafinda konrol edilerek

parça geometrisini simule edecek şekilde hareket ettirilir ve termoplastik malzemenin

yığılması ile beraber parça 2 boyutlu katmanlar halinde tablaya yığılır ve üretilmiş olur.

Bu proses günümüzde en çok hızlı prototipleme ve 3 boyutlu yazıcı alanlarında

kullanılmaktadır. 3D printing, 3 boyutlu üretim, 3D yazıcı olarak da bilinir.

Page 15: OCAK 2015

3 Boyutlu Yazıcıların Kullanımı

Özel bir ürün olan XK124, camdan malzemeleri üç boyutlu olarak basabiliyor. Mesela evde kırılan bardağın diğer

eşinden üç boyutlu modelleme yaptınız. Bilgisayarı 3 boyutlu yazıcıya bağladınız ve yazdır komutunuz verdiniz. 30

dakika sonra evdeki takımın aynısı bir bardağa sahipsiniz.

3 Boyutlu Yazıcıların Amacı

Üç boyutlu yazıcılar temelde bir ürünün piyasaya çıkmadan önce son halini görebilmek için tasarlanmış

makinelerdir. Bu sayede bir ürün seri üretime geçmeden önce bu yazıcılardan çıkış alınıp son haline bakılarak

ürünün elle tutulduğunda nasıl bir şeye benzediği görülebiliyor. Bu da hem maliyet tasarrufu hem de olası

sorunların önceden görülmesini sağladığı için ciddi bir kolaylık getiriyor.

Neler çıktı alınabiliyor?

Bu nesneler arasında hareketli parçalara sahip ürünlerden, İngiliz anahtarına, insan figürlerinden,

satranç taşlarına kadar farklı seçenekler bulunuyor. Günümüzde 3 boyutlu modellemesi bulunan

hemen hemen her şey basılabiliyor. Modellemesi olmayan ürünler üç boyutlu tarayıcılarla anında

dijitalize edilip yazıcının anlayacağı formatlarda kullanılabiliyor.

3 boyutlu yazıcı ile Ay'da Üs yapılacak

3 boyutlu yazıcıların bir diğer ilginç kullanım alanı ise Ay'da üs inşa etmek. Şimdilik proje

aşamasında olan projeye göre Ay'da bulunan malzemeleri kullanabilen devasa boyutu bir yazıcı,

ay'da binalar inşa edecek. İçinde yaşanabilecek boyutlardaki binaların resimleri bile hazır. Foster

and Partners isimli İngiltere merkezli bir mimarlık firmasının projesi şimdilik hayata geçmemiş olsa

da uzun vadede çok mantıklı bir fikir olarak karşımıza çıkıyor.

3 boyutlu yazıcılardan organ üretimi

“Multifoton Polimerizayson”adı verilen bu yöntemle birlikte, 3D yazıcılara 'mürekkep' yerine yarı

plastik yarı biyomolekül özel bir madde veriliyor. Yazıcı, verilen ölçü ve şekillere uyarak milimetrik

boyutlarda yapay damarlar üretiyor. Damarın iç yüzeyini kaplayan biyomoleküller sayesinde insan

dokusuna uyumlu hale geliyor, vücudun yapay damarı kabul etmemesi böylece engelleniyor.

KAYNAK: http://kedkem.com/urunler/3-boyutlu-yazicilar/3-boyutlu-yazicilar-hakkinda-genis-bilgi-10538.htm

29-3

0

Page 16: OCAK 2015

ÖLÜMÜN ŞEKİL ALMIŞ HALİ KARA MAMBA

Kara mamba (Dendroaspis polylepis), Elapidae familyasından

son derece saldırgan ve zehirli bir yılan türüdür. Anavatanı Afrika olup,

dünyanın ikinci en uzun zehirli yılanıdır.Erişkin kara mambaların ortalama boyu 2,5 metre civarındadır.

En büyükleri ise 4,5 metre kadar olabilirler. Kara mambalar isimlerini

zeytin yeşiline çalan vücut renklerinden değil, ağızlarının içindeki siyah

renkden alırlar. Kara mambanın karada yaşayan en hızlı yılan olduğu

bilinmektedir. Araştırmalara göre saatte 24 km. civarı bir hıza ulaşabilir.Kara mambanın tek bir ısırığı 100 civarı insanı öldürmeye

yetecek kadar zehir içerir. Gerekli panzehir uygulanmadığı zaman ölüm

kesindir. Ölüm oranı yüzde yüz olan tek yılandır. Kara mamba son

derece agresif bir yılandır. Kendini tehdit altında hissettiği zaman çoğu

yılanın aksine kaçmak yerine saldıracaktır. Kara mamba saldırı

pozisyonu aldığı zaman boynunu düzleştirir, yüksek sesle tıslar ve siyah

ağzı ile dişlerini gösterir. Vücudunun üçte biri kadar uzaklığa

saldırabilir. Bu da yaklaşık olarak 1.20 metreye denk gelmektedir. Bu

sayede birçok yılanın aksine kafa ve vücuda saldırır.Rahatsız edilmedikleri sürece inlerinde uzun zaman kalırlar. Kara

mamba genellikle insanlardan uzak durur. İnsanlara yaklaşmadığı gibi

onlardan da uzak yerlerde yaşamaz. Afrika´da evlerin bodrumlarında,

ahır, bahçe gibi insanlara yakın yerlere yerleştiği bilinmektedir, bundan

dolayı insanlarla karşılaşması ihtimali son derece güçlüdür. Her ne

kadar insanlarla karşılaşmaktan hoşlanmasa da, karşılaştığı zaman da

saldırmaktan çekinmemekte, bu yüzden de Afrika´da çok insanın

ölümüne sebep olan bir katil yılan olarak bilinmektedir. Kara mambalar

hem gündüz hem gece aktif olarak avlanan yılanlardır. Kara mamba

küçük hayvanları avlarken bir kez ısırır ve geri çekilerek avının felç

geçirmesini bekler. Fakat avı bir kuş olduğu zaman ısırır ve avının

uçmasına engel olmak için avını bırakmaz.

31

-32

Page 17: OCAK 2015

Kara mambanın nörotoksik zehri doğadaki en etkili zehirlerden biridir. Zehirini iki adet çok uzun diş sayesinde zerk eder. Bu dişler 4cm ye kadar uzamaktadırlar. Ağzı kapalıyken bu dişler ağzın içine katlanmakta, ağzını açınca dik duruma gelmektedirler. Zehri direk olarak sinir sistemini etkiler ve kişiyi paralize eder. İçinde değişik peptitlerin karışımı bir kokteyl ihtiva etmektedir. Bu zehrin kan yoluyla sinirlere ulaşması sonucu sinir hücrelerini tamamen etkisiz hale getirmekte, sinirler işlevlerini kaybedince de, insan bir süre sonra soluk alıp vermeyi bıraktığından-sinir bağlantıları koptuğu için acı bile çekemeden, ölmektedir. Bu zehrin sinir hücreleri üzerindeki bu seri etkisi bilinmekte ancak nedenleri halen araştırılmaktadır. Birey bilek ya da parmaktan ısırıldıysa, zehir insanı dört saatte öldürebilir, ama yüz ya da gövdeden alınan bir ısırık insanı 20 dakikada öldürebilir. Tek bir ısırıkta zerk edilen zehir devasa boyutlarda olabilir, acilen panzehirle tedavi edilmezse, 10 - 20 mg arası insanlar için öldürücü olabilir. Kara mamba bir ısırışta 100 ila 400 mg. arası zehir zerk edebilir.Yol kenarında duran bir kara mamba, seyahat halindeki arabalara saldırabilmekte, araç sürücüsü camı açık seyahat ediyorsa ne olduğunu bile anlamadan ısırılabilmektedir. Yumurtayla ürerler yavruları 36-60 cm arasıdır ve bir sıçanı yutabilir. Dişi kara mamba 9-14 yumurta bırakır, yumurtaların uzunluğu 7,5 cm dir. Yavrular çok çabuk büyür, Kara mamba'nın 1 yılda 1.8 m ye çıktığı görülmüştür.

Kara mambaların karşısına çıkan aslanlar bile korkarak uzaklaşırlar ama yavrusu öldürülürse onu kimse durduramaz. Diliyle 36 kokuyu ayırt edebilme özelliğine sahiptir. Yavrusunu öldüreni en geç 7 gün içinde arar, bulursa intikamını en ağır şekilde alır. Eğer bu süre zarfında bulamazsa vazgeçer.

Yerli kabilelerden duyulan gerçek şudur. Bir kabile reisinin oğlu kara mamba yavrusunu öldürür. Kabile korkudan hayvanın leşini derin bir çukura gömer. Öldürülen

yavruya dokunan 14 kişiyi kamıştan çamurla sıvanan bir kulübeye yedi günlük yiyecekle kapatırlar saklarlar. Kara mamba intikam planlarını çok iyi bilen bir yılandır önce yavrusunu derin çukurda bulur, altıncı gece kulübenin tepesindeki küçük delikten bedenini boğum boğum daraltıp genişleterek içeri süzülür. Kabileden 14 kişiyi ünlü zehri ile öldürür. Bu konuda şuan da yaşam mücadelesi veren kabilelerin en çok korktuğu yılan türü olarak halen yerini korumaktır. Bu olaydan çıkarılan ders kara mambanın müthiş bir annelik içgüdüsü ile hareket ederek 1 hafta boyunca intikam peşinde koşan tek yılan türü olmasıdır. Kara mambanın bir damla zehri koca bir mavi balinayı öldürebilir. Unutulmaz bir film olan Kill Bill'de Ünlü oyuncu Uma Thurman 'ın savaşçı kod ismi kara mambadır. Dünya üzerinde bulunan birçok yılan türü insandan korkar. Bunların içinde Kobra ve Çıngıraklı yılan bile kaçar ama Kara Mamba asla insandan korkmaz. Malesef Kara Mambadan kaçan siz olursunuz o da sizi kovalar ve öldürmek ister. 180 santimetre uzunluğa kadar saldırabilme özelliğine sahiptir. O kadar hızlılardır ki onları hayvanlar familyasının Ferrarisi olarak nitelendirebilirsiniz. Koşan bir insanın saatteki hızı da azami 24 km. civarındadır. Olası bir kovalamaca güçler eşittir yakalanma olasılığı çok yüksektir , kovalamaca durumunda ilk yorulan siz olacaksınız ve sizi tutması ile ısırığa maruz kalmanız içten bile olmayacaktır. Yumurtadan yeni çıkmış taze yavrularında bile bir insanı öldürebilecek kadar güçlü bir zehir vardır. Ayrıca bir kaç günlük bir Kara Mamba'nın vücudun bulunan zehir 10 insanı öldürebilecek kapasitededir. Kara mamba genellikle eşiyle birlikte yasar ve görüldüğü yerde genellikle bir değil, iki adet yılanla karşılaşılmış olur.

KAYNAKLAR

http://www.n24.de

http://forum.donanimhaber.com/m_37640557/tm.htm

33-3

4

BİYOLOG OZAN ÖZTÜRK

Page 18: OCAK 2015

Zehirli İğneli Canlıları ve Deniz

Chironex fleckeriDoğal habitatı kuzey Avusturalya suları

olan kutu denizanasının tentakülleri herhangi bir tehlike anında av veya

avcıya ateşlenmek üzere hazır binlerce küçük oklardan oluşan zehir ihtiva eder. Bu zehirin oldukça acı verici olmasının

yanısıra yaklaşık 60 yetişkin bireyi öldürebilecek güçtedir. Eğer kısa sürede müdahale edilmez ise tek bir dokunuşu

ile 5 dakikadan kısa bir sürede ölüm gözlenir. Bir çok kurbanı yüzeye çıkıp

sahile varamadan boğulma ya da kalp krizi gibi nedenlerden ötürü ölmüştür.

Dünya'nın en tehlikeli deniz anası olarak sınıflandırılmasında eminim ki

Avusturalya'da 1884-1996 yılları arası rapor edilen 63 adet ölümle sonuçlanan vakaların etkisi büyüktür. Bu ve benzer canlılardan ötürü Avusturalya'nın kuzey kanadı sahillerinde bir çok uyarı tabelası

bulunmaktadır.

Bantlı Deniz Yılanı | Laticauda colubrinaLaticauda colubrina

Bantlı / Şeritli deniz yılanı olarak bilinen bu tür ölümcül zehir ihtiva eder ve bu

zehir çıngıraklı yılanlarınkine göre 10 kat daha güçlüdür. Ancak bu yılanlar o kadar uysaldırlar ki, insanların yaşadığı ısırma

vakaları oldukça nadirdir. Tropikal bölgelerin (Indo-Pasifik) sığ sularında, resif

ve mangrov ormanları gibi alanlarda bulunurlar. Yaygın rastlanan ölçüler; dişi bireyler için 1800 gr ağırlığında ve 1500

cm uzunluğunda, erkek bireyler için nispeten daha ufak ve 600 gr ağırlık ve 75

– 100 cm uzunluktadırlar. Diğer deniz yılanlarından farklı olarak, hem karada

hem de denizde (amfibik) yaşayabilen bu canlılar, tek seferde 10 güne kadar karada kalabilirler. Bantlı deniz yılanları genellikle

karaya beslenme sonrası, çiftleşme döneminde ve yumurta bırakmak için çıkarlar. Fotoğraf: David Fleetham.

İğneli Vatoz | Dasyatis brevicaudata

Dasyatis brevicaudataİğneli vatoz ünlü Avusturalyalı belgesel yapımcısı Steve Irwin (Timsah Avcısı) ile yaşadığı olay sonrasında popüler olmuş bir türdür. Steve Irwin'in yaşadığı talihsiz

olayı bir yana bırakırsak, iğneli vatoz tarafından yaşanan yaralanmaların sayısı

dünya genelinde yılda 2-3 kezdir. Zehirlerini bıçağın yapısını andıran

kuyruklarında taşırlar ve köpek balıkları, balinalar gibi predatörlerden korunmak

amacı ile kullanırlar. Dasyatis brevicaudata türü, tüm iğneli vatozlar

arasında en büyüğüdür, 4,5 metre uzunluk ve 340 kg ağırlığa kadar

ulaşabilirler. Genellikle kıyıdan uzak ve kumlu-çamurlu zeminleri tercih ederler. Yaklaşıldığında, akrep gibi kuyruğunu diker ve bekler, tehlikeli değil tedbirli olarak bilinir. Fotoğraf: Brian J. Skerry.

Deniz Tavşanları | NudibranchNudibranch

Deniz tavşanları yumuşak, kabuksuz ve savunmasız

canlılardır ya da dışardan öyle görünürler. Aslında deniz

tavşanları kendileri sentezleme yoluyla ya da besinlerini

oluşturan zehirli süngerler ve deniz şakayıklarından elde ettikleri toksik bileşiklerden

faydalanarak tehlike anlarında kendilerini çeşitli salgılar yoluyla

korurlar. Bir çok deniz tavşanı (nudibranch) inanılmaz güzellikte bir renk paleti ile bizleri ve diğer

deniz canlılarını büyülese de, okyanusun derinliklerinde

uzanırken, etrafa tek bir mesaj verir; hiç lezzetli değilim.

Fotoğraf: Jeffrey de Guzman.

35

-36

Page 19: OCAK 2015

Aslan Balığı | Pterois sp.Pterois sp.

Aslan balıkları olarak bilinen zehirli deniz canlıları grubundan Pterois

genusunda 9 tür bulunur. Bunlardan en bilinenleri Pterois radiata, Pterois volitans ve Pterois miles dir. Renkli görüntüleriyle ilgi çekici olan aslan

balıkları, dorsal yüzgeçlerinde bulanan iğne yapılı silah deposuyla

diğerlerini uyarır. Meraklı bir kişi iğnelerine yapacakları tek bir

dokunuş ile oldukça acı veren ve muhtemelen oldukça tehlikeli bir sokma durumuna maruz kalabilir. Aslen Indo-Pasifik sularında yoğun

populasyonları bulunan aslan balıkları günümüzde bir çok sıcak

suya yayılmış durumdadır. Bu yayılımın neticesinde yerleştikleri ortama taşıdıkları bazı ekolojik

problemlerden ötürü de son dönemlerde istilacı tür olarak

görülmektedir.Fotoğraf: Thomas Redd.

Balon Balığı | TetraodontidaeTetraodontidae

Balon balıkları 120 tür ve 19 genus ile temsil edilirler. Altın renkli kurbağadan sonra Dünya'nın en zehirli 2. omurgalısı olarak değerlendirilir. Zararsız ve sevimli bir görüntüsü olduğu söylenebilir. Balon balıkları içlerine hava ya da su doldurma

yoluyla kendilerini şişirir ve doğal ebatlarının 2-3 katına çıkarak kendilerini

yenilmez gösterirler. Bu uyarıya kulak asmayan predatörler (avcılar),

hatalarından ders çıkaracak vakit bulamadan ölümle yüzleşirler.

Karaciğerlerinde ve derisinde bulunan tetrodotoksin bir çok balığa ve insana ölümcül etki yapabilir. Japonya, Çin ve

Kore'de leziz bir yemek olarak değerlendirilir ve özel aşçılar tarafından zehirli bölümleri ayıklanarak servis edilir. Bir çok aşçının mezun olmak için kendi pişirdiği balon balığını yemesi gerektiği dedikodusu yaygındır. Fotoğraf: Getty.

İskorpitgiller | ScorpaenidaeScorpaenidae

İskorpitgiller ya da ingilizce çevirisi olan Akrep balıkları (Scorpionfish) Dünya'nın en zehirli balıklarını grupları içerisinde

bulundurur. Yüzlerce üyesi bulunan (kimine göre 388, kimine göre 201) bu grupta hemen hemen her tür, keskin

dikenlerden oluşan iğne benzeri yapılar ihtiva eder. Bu iğneler mukus yapısında

bir çeşit zehir ile zenginleştirilmiştir. İskorpitler deniz zemininde saklanma ve

pusuya düşürme yöntemleri ile beslenirler. Bir çok türün gelişmiş

kamuflaj yetenekleri vardır, öyle ki av durumundaki bir çok canlı iş işten

geçmeden bu durumun farkına bile varamaz. İhtiva ettikleri zehir kendilerini

korumada önemli rol oynamaktadır. Tropik ve sub-tropik sulara yayılmışlardır

ancak yaygın olarak Indo-Pasifik'de bulunurlar. Fotoğraf: Larry Ferlan.

Yangın Mercanı | Millepora sp.

Millepora alcicornisYangın mercanları ile temasa geçmiş

herhangi bir dalgıç eminim ki “yangın” kelimesinin neden

kullandığını çok iyi anlamıştır. Bunun nedeni küçük dikenlerine ufak bir

dokunuşun 2 gün ile 2 hafta arasında bir zaman kadar yanma

hissi vermesidir. Bu canlıların mercan olarak isimlendirilmeleri bir çok bilim

adamınca yanıltıcı bulunmaktadır. Çünkü bu polip'in (hydrozoan) deniz

analarına olan akrabalığı mercanlara olandan daha yakındır. Yangın mercanları sıcak sularda çok çabuk yayılabilir ve zehirli dikenleri

sayesinde de diğer canlıların üzerlerinde büyümesini engellerler.

Daha önce Nudibranchlar ile Symbiodinium spp. için burada

bahsettiğimiz simbiyotik ilişki, yangın mercanları için de geçerlidir.

Fotoğraf: Brian J. Skerry. 37

-38

Page 20: OCAK 2015

Mavi Halkalı Ahtopot | Hapalochlaena lunalata

Hapalochlaena sp.3 belki 4 türü bulunan Hapalochlaena genusu Dünya'nın en zehirli deniz canlıları sınıfına girmişlerdir. Mavi halkalı ahtapot, bakterilerle ilginç denebilecek bir simbiyotik ilişki içerisindedir. Koloniler halinde bakterileri tükürük bezinde barındırır ve bakterilerden sağladığı toksinler bir ısırık ile

dakikalar içerisinde bir insanı öldürebilecek güçtedir. Kendisi bu zehirden hiç zarar görmez. Ayrıca bu

bakterileri besin olarak avcılığını yaptığı yengeç ve yumuşakça türlerini sindirmede de kullanır. Derileri sarı

tonlarında ve üzerlerinde mavi veya siyah halkalar bulunur. Japonya'dan Avusturalya'ya Hint ve Pasifik

okyanusu boyunca yayılım gösterir. Balon balıklarında da bulunduğunu söylediğimiz tetrodotoksin, siyanürden

10.000 kat daha güçlüdür ve panzehiri bulunmamaktadır. Fotoğraf: Jeffrey de Guzman.

Thorn Deniz Yıldızı | Acanthaster planciAcanthaster planci

Thorn deniz yıldızı olarak bilinen bu omurgasızlar mercan kayalıklarında tıpkı salgın bir hastalık gibi bir

anda yayılabilirler. Diken diken zehirli iğneler ile zenginleştirilmiş bir dişi bireyi yılda yaklaşık 100 milyon

yumurta bırakabilir. Thorn deniz yıldızı mercan kayalıklarında ürettiği çeşitli enzimleri mercan

dokusunu sıvılaştırmak için kullanma yolu ile beslenir. Dikenli bitki anlamında olan “Thorn” dikensi yapısından

ötürü gelmektedir, dikenlerinde saponin ismindeki zehiri ihtiva eder ancak bu zehiri enjekte edebilecek bir

mekanizması yoktur. Bu işi deniz yıldızını avlamak isteyen ya da ona bulaşan canlılar kendileri yaparlar. İnsanlarda saatler sürebilecek ağrılara ve hemolitik etkilerden ötürü sürekli kanamaya sebep olabilir.

Fotoğraf: Bruce Paggeot.

Resif Kaya Balığı | Synanceia verrucosa

Synanceia verrucosaResif kaya balığı bir çoklarının kendisini kaya ile

karıştırmasına sebep olan kamuflaj yöntemleri ile ünlüdür ve bu şekilde kendinden bihaber

bulunduğu bölgeden geçen kabuklu ve balıkları pusuya düşürerek avlar ve beslenir. Tehlike

anında hemen kuyruk bölgesini yere yapıştırır ve sırt kısmında bulunan 13 zehirli dikeni belirgin ve dik bir şekil alır. Resif kaya balığı, protein bazlı,

balıklar arasında bilinen, en tehlikeli zehiri ihtiva eder. Panzehiri bulunur. Pasifik ve Hint Okyanusu dolaylarında bir çok kişinin ölümüne sebebiyet

verdiği düşünülmektedir. Bu balık ile yaşanılabilecek bir olay sonrası erken müdahale son derece önemlidir ve hayat kurtarır. Fotoğraf:

Jeff Rotman.

Kurbağa Balığıgiller | UranoscopidaeUranoscopidae

Uranoscopidae ailesinde 8 genusa ait 51 (1 tanesinin nesli tükendi) tür bulunur. Hemen hemen hepsi zehirlidir ve bazılarının ayrıca

elektrik yaklaşık 50 volt gücünde ve gözlerinin arkasında bulunan bir organ yardımı ile üretilir ile çarpma durumları da söz konusudur. Göğüs yüzgeçlerini kullanarak kumlu ya da çamurlu

zeminleri kazar ve vücutlarını gözleri ve ağızları dışarıda kalacak şekilde içeri gömüp avlarının genellikle omurgasızlar ve küçük balıklar bu

pusuya düşmesini beklerler. Operkulum arkası ve göğüs yüzgeçlerinin üstünde olmak üzere 2 adet zehirli dikenleri bulunur. Fotoğraf: Wolcott

Henry.

Çizgili Yayın Balığı | Plotosus lineatusPlotosus lineatus

Çizgili yayın balığının en belirgin özelliği 2.dorsal, kaudal ve anal yüzgeçlerinin yılan balıklarına benzer kaynaşmış şeklidir. Ağız

bölgesinde 4 çift bıyık bulunur, alt ve üst çeneye eşit dağılmıştır. 1. dorsal ve pektoral yüzgeçlerinde nadiren de olsa ölümcül

olabilecek zehirli dikenler bulunur. Malezya dolaylarında mercan kayalıklarında bulabileceğiniz tek yayın balığı türü olmasına

rağmen, Indo-Pasifikde açık sularda ve lagünlerde zaman zaman rastlanılabildiği bilinmektedir. Genç bireyleri top şeklini

andırabilecek 100 kadar balıktan oluşan sürüler oluştururken, erginleri daha çok yalnız ya da 20şerli gruplar halinde

bulunurlar. Fotoğraf: Tanawat Likitkererat.

Not: Bilinmelidir ki dünya denizlerinde bulunan zehirli türler burada bahsettiğimiz

türler ile sınırlı değildir. Burada bahsi geçen türler, insanoğlunun bir şekilde

radarına takılmış, ölümle sonuçlanan vakalar oluşturmuş ya da akademisyenler

tarafından incelenmesi ile güçlü bir toksin (zehir) ihtiva ettiği bilinen türlerden, en

zehirlileri ve/veya en çok vukuata karışanlarıdır. Ayrıca bu sayfada bahsedilen bir

çok tür indo-pasifik orijinli olup, ülkemiz denizlerinde rastlanmamaktadır, ancak bu

Türkiye sularında zehirli tür bulunmaz anlamına gelmemektedir. Ülkemiz sularında

iskorpitgiller, balon balıkları ve niceleri bulunmaktadır, ancak bu sayfada

bahsedilen türler kadar etkili zehirleri ve/veya kısa sürede öldürücü etkileri yoktur.

Kamuoyunun bilgisine sunulur.

KAYNAK

http://akuaturk.com/2012/11/zehirli-ve-igneli-deniz-canlilari/#

39

-40

Page 21: OCAK 2015

41-4

2

Küpe çiçeği, küpe gibi sarkık çiçekleri olan bir süs bitkisidir. Nemli, gölgelik yerlerde yetişir. Anayurdu Meksika'nın yüksek dağları, Güney Amerika ile Yeni Zelanda

adasıdır. Küpe çiçeklerinin tropik Afrika'da doğal olarak yetişen 100 türü vardır. Çoğu küpe

çiçeği kırmızı, pembe, mor ve beyaz çiçek açar. Avrupalılar küpe çiçeğini ilk olarak Güney

Amerika İspanyol sömürgesi Yeni Grenada'da görmüşler, önce İngiltere'ye sonra da 1830'a

doğru Fransa'ya getirmişlerdir. Çiçek kısa zamanda yayılmış, parklarda, bahçelerde,

evlerde yetiştirilmeye başlanmıştır. Küpe çiçeği gölgelik ve rüzgarsız yerleri sever, çiçekleri

uzunca bir zaman dökülmeden kalır.

Genellikle çalı bazende küçük ağaç büyüklüğünde olurlar. Bunlardan en çok Fuchsia

hybrida'nıın saksı çiçeği olarak üretimi yapılır.

İklim İsteğiKışın genç bitkiler 10-14°C, yaşlı bitkiler ise 4-7°C'lik bir sıcaklığa gereksinim duyarlar.

Küpe çiçeği doğrudan güneş ışığına maruz kaldıklarında yaprak ve çiçek dökülmeleri

görülür. Yüksek orantılı nem (% 70) ister. Don olaylarına çok duyarlı olan küpe çiçeklerini

Güney Ege ve Akdeniz Bölgelerimizin kıyı kesimlerinde, sert rüzgârlardan korunmalı

yerlerde yetiştirilmesi uygundur.

Toprak İsteğiKüpe çiçekleri suyu iyi akıntılı (süzek) ve organik madde içeriği zengin, nemi iyi

koruyabilen toprakları sever. Funda, gübre ve bahçe toprağının karışımı harçları sever. Ağır

sıkı topraklarda küpe çiçekleri fazla uzun ömürlü olmaz her an kökler çürüyebilir ölebilir.

Küpe çiçeği için ideal yer doğuya bakan, sabah güneşini iyi alabilen, havadar pencere önü

veya duvar dibidir.

SulamaSıcak günlerde her gün veya günde iki defa sulamak gerekir. Bu tamamen toprak yapısına

bağlıdır. Nemi tutup tutmasıyla ilgilidir. Kontrolleri daima sabah erkenden yapın toprakta

kayda değer bir nem kaybı varsa sabahları sulayın. Gün içerisinde bitkinizin toprağını

kontrol edin. Serin günlerde toprağın biraz daha nem kaybetmesini bekleyin. Aşırı

sulamaktan kaçının aksi taktirde bitkiniz ölebilir. Sulama yaptıktan sonra saksı dibinde

toplanan suyu boşaltın toprağın emmesini engelleyin. Bunun tüm süs bitkileri için

uygulanması gerekir. Sıcak havalarda bitkinizin yaprakları pörsüğünü zaman susuz

kaldığını düşünmeyin toprağı nemliyse sulamayın. Güneşli bir yerden gölgeli bir yere alın

ve yapraklarına su püskürtün.

Yetiştirme TekniğiKüpe çiçeği üretimi tohum ve çelik ile yapılır. Küpe çiçekleri ilkbahar mevsiminde (Mart

veya Nisan ayında) 15-24 derece sıcaklıklarda ekilen tohumlarıyla üretilir. Başlıca üretim

şekli çelikledir. Çelikler; ilkbahar ya da sonbahar mevsiminde üzerinde çiçek bulunmayan

uç sürgünlerinden 7,5-10 cm uzunluğunda alınır. Alınan çelikler hacim olarak eşit

miktarlarda turba ve kum karışımında köklendirilir. Ortam sıcaklığı 16°C dolayında

tutulursa, çelikler 10-15 günde köklenir.

Zararlıları ve MücadelesiKuru, tozlu, temizliğine dikkat edilmeyen yerlerde büyük bir hızla çoğalan örümcekler ve

mini beyazsinekler küpe çiçeğini çok seven zararlılardır. Yaprakların altında beslenir

yaprakları birkaç günde öldürürler. Bu parazitler sıcak ve kuru ortamları çok sevdikleri için

mücadelesini bol su püskürtmeyle yapacaksınız. Zaten Küpe çiçekleri yıkanmaya bayılır.

Sabah akşam yaprakların altına kuvvetlice su püskürtün. Çevreyi tozsuz, tertemiz, serin ve

nemli tutmaya çalışın.

C ÜAN DL R SI NLA YA I Küpe (Fuchsia)Çiçeği

Kaynaklar;

http://www.bitkilerindunyasi.com/kupe-fuchsia-cicegi-yetistiriciligi.html

http://www.ipuclarim.com/kupeli-cicegi-nasil-yetistirilir/

http://azbitki.com/kupe-cicegi

http://www.bizimbahce.net/sus-bitkileri/kupe-cicegi-fuchsia-l.htm

http://www.toprakana.net/forum/showthread.php?230-K%FCpe-%C7i%E7e%F0i-Fuschia

Page 22: OCAK 2015

43

-44

BELLEK

Bellek , bilginin depo edildiği, kodlandığı ve sonradan

erişildiği işlemlerin bütünlüğüne denir.

Bellek, insan ve hayvanların hayatta kalması için tamamen gerekli ve önemli fonksiyonlar

arasındadır. 1861 yılında Pierre Paul Broca, sol frontal lob'un arka (posterior) [Broca alanı]

bölümünün hasar alması durumunun, dil faaliyetlerinde eksiklik ürettiğini keşfetmiştir.

Daha sonraları, açıkça görülmüştür ki, anlayış ve iradeli hareket gibi başka

zihinsel faaliyetler de beynin belirli bölümlerinde merkezlenmektedir.

Page 23: OCAK 2015

Bellek ile ilişkili ayrık bir sinirsel sistem var mıdır?

Bu bir bellek bölgesi şeklinde midir, yoksa hafıza işlemi geniş bir biçimde beyine

yayılmış mıdır?

Öncelikle, öğrenme ve belleğin bir çok değişik formu vardır, ve

bunlardan her birisi tipik bir bilişsel özellik göstermekle birlikte,

beynin özelleşmiş sistemlerinde kendilerini gösterirler.

İkinci olarak, bellek fonksiyonu, ayrık (discrete) kodlama,

depoların birleştirilmesi ve kurtarma, geri çağırma işlemlerini

içermektedir.

Bellek, iki boyutta sınıflandırılır:

1) Depolamanın zamanlanması

2) Saklanan bilginin doğası

1.KISA VE UZUN DÖNEMLİ BELLEĞİN SİNİRSEL SİSTEMLERİ

1.1.Kısa Dönemli Belleğin İncelenmesi:

"Kısa dönemli bellek, anlık hedeflerle ilişkili enformasyonların

geçici simgelerinin oluşturulmasını sağlar."

Kısa dönemli belleğe dayanan bilgi depolama kabiliyeti,

"çalışan hafıza" olarak isimlendirilir.

Çalışan hafıza en azından iki alt sisteme ayrılır.

Birincisi sözlü enformasyondan (verbal) diğeri ise görsel-uzaysal

enformasyondan (visuospatial) sorumludur.

İdareci kontrol işlemleri tarafından bu iki alt sistem koordine

edilir. İdareci kontrol işlemleri (executive control processes),

sözlü ve görsel alt sistemlere, dikkatle ilgili kaynakları dağıtır ve

depo edilen gösterimlerin güncellenmesi, manipüle edilmesi ve

görüntülenmesini sağlar.

Sözlü (verbal) alt sistem, iki tane birbirleri ile etkileşen bileşenden meydana gelir:

1) Konuşma tabanlı bilgi (Phonological knowledge)

2) Hatırlamak istediğimiz bilgiye ihtiyacımız olduğu zaman

erişmemizi, sıralı bir şekilde hatırlamamızı sağlayan mekanizma

(Rehearse Mechanism)

Nöropsikolojik ve nörogörüntülemeye dayalı bilgiler göstermiştir

ki, konuşma tabanlı bilginin depolanması "Posterior Parietal

Korteks"'te, bu bilgiye erişmemizi sağlayan mekanizmaya dayalı

işlemler ise "Broca bölgesi"'nde gerçekleşmektedir.

Görsel-uzaysal (visuospatial) alt sistem, görsel objelerin zihinsel

görüntülerini ve bu objelerin uzaydaki konumlarını depolar. Geri

çağırılan/anımsanan (rehearsal) uzaysal ve objesel

enformasyonların, parietal, inferior temporal, extrastriate

occipital korteksteki gösterimlerin modülasyonlarını içerdiği

düşünülmektedir.

Görsel-uzaysal çalışan hafıza, nesne bilgisi (object knowledge) ve uzaysal bilgi (spatial knowledge),

olarak iki ayrı alt sistemden meydana gelir:

Çalışan hafızanın nesneler ile ilgili nöronları, ventrolateral prefrontal kortekste, uzaysal

bilgileri içeren nöronları ise, dorsolateral prefrontal kortekste sınıflanma

eğilimindedirler.

Bu üç sınıfa ait nöronların hepsi prefrontal alt bölgelerde bulunmaktadırlar.

Şekil 1: Prefrontal korteks, çalışan bellek olarak görev alır. (Rainer, Asaad, Miller_1998)

A: Örneğin ne olduğu ve nerede olduğu hatırlanmaktadır.

B: Gecikme periyodu boyunca gerçekleşen nöral ateşleme oranları ve objeye ait

enformasyonların kaydedilme bölgeleri.

45

-46

1.2.Uzun Dönemli Belleğin İncelenmesi:

"Kısa dönemli bellek, uzun dönemli belleğe seçici bir şekilde transfer edilir."Epilepsi hastalarının tedavisi için, yapılan çalışmalar sonucunda uzun dönemli belleğin

sinirsel temellerine ilişkin yeni kanıtlar bulunmaya başlanmıştır. Bu hastaların cerrahi

operasyon ile, iki taraflı olarak, hippocampus ve bu bölgenin medial temporal lobtaki

komşu bölgeleri çıkartılmıştır.

Page 24: OCAK 2015

Şekil 2: Medial temporal lob ve bellek depolama

Farelerin hippocampus'undaki lezyonların, uzay

ve bağlam (context) için olan hafıza ile girişim yaptığı ve

hippocampus'taki nöronların, spesifik uzaysal

enformasyonu kodladığı gözlemlenmiştir.

İnsan beyninin fonksiyonel görüntülenmesi

sonucunda, herhangi bir uzaysal enformasyonun

hatırlanması esnasında sağ hippocampus bölgesindeki

aktivitenin arttığı, kelime, nesne ve kişiler anımsandığı

zaman ise, sol hippocampus bölgesindeki aktivitenin

arttığı tespit edilmiştir.

Belleğin bilinçli olmayan formlarından bir çeşidi,

bir işin yapılmasındaki performans şeklinde kendini

dolaylı olarak gösterir. Buna örtük bellek denir. Otomatik

davranışlarda, yani öznenin çok az bilinçli olarak işlem

yaptığı durumlarda kendisini gösterir. Daha farklı formları

da, beceri kazanma, huylara ait hafıza ve şartlandırmada

görev alır.

Bölümlü bellek, önceden duyduğumuz bir müzik

parçasını veya eskiden yaşadığımız bir olayı süreç tabanlı

olarak hatırlamamızı sağlar. Semantik bellek de, kelime

ve kavramların anlamlarını anımsamak için kullanılır.

PET ve fMRI sayesinde, sağlıklı beynin yeni bellek kurma

işlemlerini ya da var olan belleğe erişimin nasıl gerçekleştiğini

gözlemleyebiliriz.

Buradan bölümlü belleğin kodlanmasına, frontal ve medial temporal

lobun işlemlerinin katkıda bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Frontal ve

medial temporal lob aktiviteleri arasında gerçekleşen ilişki, bir deneyim

kodlanırken ve daha sonra bu deneyim hatırlanırken, gözlemlenmiştir.

Denekler, ilk önce aktivite ile ilişkili fMRI cihazı beyin taraması yaparken,

uzun kelime serilerini öğrenmişlerdir. Daha sonra kelimelerle ilgili

bellekleri, bu kelimeleri geri çağırarak test edilmiştir. Öğrenme

esnasındaki beyin aktivitesi ile anımsama esnasındaki beyin aktivitesi

karşılaştırılmıştır.

Kodlama yaparken, sol prefrontal korteks ve sol medial temporal lobun bir

çok bölgesinin aktivasyonunda artış gözlemlenmiştir. Ardından geri

çağırma aşamasında , her kelime hatırlanma ve hatırlanmama durumuna

göre sınıflandırılmıştır.

Şekil 4: Hatırlanan kelimelerin kodlandığı

bölgelerdeki yüksek aktivasyon kırmızı ile gösterilmiş,

unutulan kelimelere ait düşük aktivasyon bölgeleri ise

kesikli çizgi ile gösterilmiştir.

Semantik bilgi, bizim dünya, etrafımızı saran gerçekler, kavramlar, objeler

hakkındaki enformasyonlar, kelimeler ve bunların anlamlarını ihtiva eder.

Bölümlü bilgiden; bağlamsallığının olmaması, çevre ve şartlar ile ilişki

kuramamasından ötürü ayrılır.

Örneğin "fil" kavramını düşündüğümüzde, bu kavramı ilk öğrendiğimiz zaman

zihnimizde, resim aracılığıyla oldukça basit bir imaj oluşur. Daha sonradan bu

kavram hakkında öğrendiğimiz tüm bilgiler (canlı oluşu, yaşadığı çevre,

davranış özellikleri, çıkardığı özel ses, renginin genellikle gri olması vb...) bu

resim ile ilişkilendirilir. Bu ilişkilendirilmiş yapısal bütünlük kollektif olarak "fil"

kavramı ile uyumluluk arz eder. "Fil" kelimesini duyduğumuzda ya da file ait bir

görüntü gördüğümüzde, bu kavram ile ilişkilendirilmiş örüntülerin hepsi

anımsanır.

Semantik bilginin tek bir depolanma alanı yoktur. Kavramlara ait semantik

parçalar dağınık halde çeşitli beyin bölgelerinde bulunurlar. Her özel beyin

bölgesi, özel bir niteliği (form, renk, hareket vs.) temsil eder.

PET ve fMRI kullanılarak yapılan araştırmalar neticesinde, bilginin insan

beyninde farklı kategoriler şeklinde temsil edildiğine ait kanıtlar elde edilmiştir.

Hayvan görüntüleri isimlendirilirken, sol inferior temporal bölgelerde yüksek

aktivite gözlemlenir. Bu bölge, objelerin şekilleri ile ilgili bilgiyi temsil eder.

Eşyaların görüntülerini isimlendirmek ise, sol premotor bölgeler ve sol orta

temporal bölgeler ile ilişkilidir. Motor bölgeler, eşyaların kullanımı ile bağlantılı

hareket şekillerini temsil ederken, temporal bölgeler ise, objelerin uzayda nasıl

hareket ettiklerine ilişkin enformasyonları temsil eder.

Şekil 6: Kategorik spesifik bilgiye ilişkin nöral ilişkiler.

Araştırma Gör. Çağlar UYULAN

İTÜ Mekatronik Yüksek

Mühendisi

Kaynaklar

1)Principles of Neural Science Fifth Edition-Mc Graw Hill Medical; Eric R.Kandel,

James H.Schwartz, Thomas M.Jessell, Steven A.Siegelbaum, A.J.Hudspeth

2)Making Connections: Teaching and the Human Brain-Nobel; Renate

Nummale Caine, Geoffrey Caine

4)Learning&Memory, Basic Principles, Processes, and Procedures Fourt Edition-

Upper Saddle River; Terry W.Scott

47

-48

Page 25: OCAK 2015

Sevgili Kapsül Plus Okuyucuları ;Ocak sayımızda sizlere hayatımızda çok önemli bir yere sahip olan gazetecilerden bahsetmek istiyoruz. Yıl içinde önemli gün ya da haftaların kutlaması yapılır. Kimi zaman kadın hakları dillendirilir kimi zaman insan hakları kimi zaman dünya çocuk günü kimi zamanda dünya cüzzam günü. Okullarımızda, üniversitelerimizde ve politik camiamızda “Belirli gün ve haftalar” başlığı altında yeri ve zamanı geldikçe günün anlam ve önemini anlatan programlar yapılır, paneller düzenlenir, devlet protokolleri hazırlanır. Bu yapılanların tek bir amacı vardır oda tüm dikkatleri o konu üzerine çekmektir. 10 Ocak "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak kutlanmaktadır. İşte bu günde basın organlarının yayın yapma ve halka bağımsızca haber verme özelliğine dikkat çekilmesi amaçlanmaktadır. Medya baskı altında yayın yapıyor, sansür uygulanıyor basın özgürlüğü yok gibi tartışmaların sürdüğü günlerde bu günü kutlamak çok önemli İnsanların kendi fikirlerini özgürce ifade edebilmek için doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmaya ihtiyaçları ve hakları vardır. Demokratik toplumlarda topluma bu hakkı kullanması yönünde en büyük katkıyı basın mensupları sağlamaktadır. İşte bu önemli hak olmasaydı bizde Kapsül Plus ailesi olarak sizlerle bilim dünyasında olan gelişmeleri paylaşamıyor olacaktık. Bize bu hakkı kullanma yönünde en büyük katkıyı sağlayan basın mensupları günü olan 10 Ocak "Çalışan Gazeteciler Günü'nü önemsiyor ve bu günün önemime değinmek istiyoruz.

alışan Gazeteciler Günü ilginç bir öyküye dayanıyor. 1961 Çyılınında 10 Ocak günü resmi gazetede yayınlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye

kavuştu. Şimdi ''212 sayılı yasa'' olarak bilinen düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyor.Ancak 212 sayılı yasanın çıktığı süreç başta ''babıali'de dokuz patron olayı'' olmak üzere türk basın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini tetikledi. İlgili yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronları 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yaptılar. Bildirinin altında, 9 gazete patronunun imzası vardı. Yayınlanan bildiride ise 212 sayılı yasa ile Basın İlan Kurumu'nun oluşturulmasıyla ilgili 195 sayılı yasaya yönelik tepkilerin dile getirilirken yasaların mesleki sakıncalar doğuracağı iddia edilmişti. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Sendika binası önünde toplanarak Vilayet'e kadar bir yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise Sendika'nın öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11-12-13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar.O tarihten sonra 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, "bayram" olmaktan çıkarıldı ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılmaya başladı.Basının doğru, tarafsız ve ilkeli haber verme misyonunu yerine getirebilmesi, kamuoyunu hiçbir baskı altında kalmayacak şekilde bilgilendirebilmesi için kendi iradesiyle doğru bilgiler ışığında karar verebilmesinin ve gerekli yasal prosedür ile tam bağımsızlığının sağlanması gerekmektedir. Ancak günümüzde bu hala tam anlamıyla gerçekleşmemiştir.Hiç merak edip düşündük mü; gazeteciler olmasaydı nasıl olurdu diye?Basın organları olmasaydı ülkemin dört bir köşesinde neler oluyor, kim ne yapıyor, taraftarı olduğumuz takım nerde kiminle oynuyor nasıl haberimiz olabilirdi?Basın organları olmasa ülkemizden binlerce kilometre uzakta olan herhangi bir ülkedeki bir olaydan hiç haberdar olabilir miydik? Basın organları olmasaydı dünyada ki bilimsel gelişmeleri sizlerle buluşturabilir miydik?Basın organları olmasaydı evimizde rahat bir şekilde oturup çok sevdiğimiz ''Belgeselleri'' izleyebilir miydik?

Gazetecilerde birer basın mensubudurlar. Aynı zamanda Cumhuriyet'in ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru ve temel taşlarından biridirler. Gazetecilik, fedakârlık isteyen, zor şartlarda yapılan çok önemli bir meslektir. Günümüzün en dinamik mesleklerinden biridir gazetecilik. Gazeteci; kamuoyunu aydınlatmak için günün her saatinde zor şartlarda ve sorumluluk duygusu içinde toplumu bir taraftan gelişen olaylar karşısında bilgilendirmek için haber peşinde koşar. Kaynak: http://www.dersimiz.com/belirligun-742-KIM-NERDEN-BILECEK.html#.VJ2Bp14gk

http://www.gazeteciler.com/gundem/neden-gazeteciler-degil-calisan-gazeteciler-gunu-73214h.html

Çalışan Gazeteciler Günü

49

-50

Page 26: OCAK 2015

51-5

2

HABERLER

İKİ BAŞLI SEMENDER KEŞFEDİLDİ

Community Ecology Laboratuvarından Profesör Leon Blaustein liderliğinde çalışan bir araştırma ekibi iki başı olan semender kurbağa yavrusu keşfetti.

"Semender : Kuyruklu kurbağalar ya da Semenderler (Caudata ya da Urodela), iki yaşamlıların yaklaşık 500 türünün ortak adıdır.Vücutları

uzunlamasına ve uzun kuyrukludurlar. Nesli tükenmemiş olanlar Urodela olarak gruplandırılırken bilinen tüm fosil kalıntıları ve nesli tükenmiş türleri

ile beraber Caudata adı altında gruplandırılırlar"

Araştırma ekibinden Dr Ori Segev ve Antonina Plavikov, semenderlerin uzuvlarında kaza sonucu oluşan deformasyonlar daha önce de

gözlemlenmişti ama çift başlı oluşuma çok nadir rastlandığını not ediyor.http://www.bilimnedir.com/bitkiler-ve-hayvanlar/iki-basli-semender-kesfedildi

ATEŞ BÖCEĞİNİN IŞIK ÜRETEN MEKANİZMASI AÇIKLANIYOR

Ateş böcekleri iletişim kurmak için çok hızlı tekrar eden ışık patlamaları kullanır. Bu yetenek, suların kirlenmesinden ilaç testlerine hatta sokakları aydınlatan bitki ve

ağaçlara kadar bir çok farklı potansiyel uygulama alanı olan biyoluminesans denilen bir fenomendir.

"Biyoluminesans, canlı bir organizma tarafından kimyasal bir reaksiyon esnasında kimyasal enerjinin ışık enerjisine dönüştürülerek ışık üretilmesi ve ışık yayılmasıdır."

Ateş böcekleri luciferin adı verilen bir bileşen parçalandığı zaman ışık yayarlar. Bu reaksiyon için oksijen gerektiğini biliyoruz ama ateş böceklerinin ışık yayan

hücrelerine bu oksijeni nasıl gönderdiğini bilmiyoruz. Alanında tam bir sanat eseri sayılabilecek görüntüleme teknolojisi kullanarak İsviçre ve Tayvan'dan bilim

insanları, ateş böceklerinin nasıl ışık hücrelerine oksijen sağladığını belirleyebildi.https://journals.aps.org/prl/abstract/10.1103/PhysRevLett.113.258103

BEYİN ARADIĞI ŞEYİ NASIL BULUYOR?

Beyne gelen bilgi yağmurunu düşünürsek yinede beyin önemli ve ilgili nesnelere odaklanmada inanılmaz başarılıdır. Örneğin sonbaharda NFL

(Amerikan futbolu ligidir) oyun kurucuları hareket ve renklere odaklanarak nasıl çabuk kararlar verebildiklerini gösterdiler. Peki beyin bu işlevi nasıl

gerçekleştiriyor? Şimdiye kadar çok iyi anlaşılmamıştı.

Chicago Üniversitesinden bilim insanları, renk ve hareket birleşimini algılayan beynin merkez bölgesini belirledi. Belirli bir grup nöron

topluluğunun, farklı renklere ve dikkatin neye odaklandığına bağlı olarak hassas bir şekilde yön değiştirdiği keşfedildi. Journal Neuron'da yayımlanan araştırma dikkat biyolojisinin anahtar adımı olan temel nörolojik sürece ışık

tutuyor.http://www.cell.com/neuron/abstract/S0896-6273(14)00695-3

YENİ MİKROSKOP KANSERİ HÜCRE SAYESİNDE TESPİT EDEBİLİYOR

California Üniversitesinden araştırmacıların geliştirdiği yeni lens kullanmayan mikroskop, hücre seviyesinde kanser ve diğer hücre anormalliklerini tespit

edebilecek. Yeni mikroskop, optik büyük ve pahalı olan diğer mikroskoplarla aynı doğrulukta çalışabiliyor.

İcat sayesinde doku, kan ve diğer biyomedikal örnekler üzerinde yapılan incelemelerde daha ucuz ve portatif teknolojiler kullanılmasını sağlayacak.

Özellikle şehirlerden uzak noktalarda çok sayıda örnek analizi yapılması gereken durumlarda çok kullanışlı olacağı düşünülüyor.

Mikroskop bilgisayarlı görüntüleme ve teşhis cihazı California Üniversitesinden Profesör Aydoğan Özcan'ın yöntemindeki laboratuvarda

geliştirildi.http://stm.sciencemag.org/content/6/267/267ra175

İNSAN DNA'SI PRİMATLARLA PATOJEN ARASINDA SÜREN 40 MİLYON YILLIK SAVAŞIN İZLERİNİ BARINDIRIYOR

21 farklı primat türü (sincap maymunları ve insan da dahil) üzerinde yapılan DNA araştırmalarında kanda dolaşan demir üzerinde bulaşıcı

bakterilere karşı verilen evrimsel savaşın izlerine rastlandı. Bilimsel yayın organı Science'de yayınlan araştırmada elde edilen bulgular, nutrisyonel

bağışıklığın (nutritional immunity) hayati önemini gösteriyor.

Matthew Barber, "Nutrisyonel bağışıklık hakkında 40 yıldır bilgi sahibiyiz. Araştırmanın bize gösterdiği 40 milyon yıllık evrim sürecinde primatlarla

bakteriler arasındaki demir savaşı hayatta kalmanın belirleyici faktörlerinden biri olduğudur." dedi.

http://www.bilimnedir.com/saglik/insan-dnasi-primatlarla-patojen-arasinda-suren-40-milyon-yillik-savasin-izlerini-barindiriyor

İNSAN GENOMUNDA ÇİFTLİK

İnsanlar yalnız olmayı sevmez ve genleri de çok farklı değil. Beraber daha güçlü oluruz ve bu iki versiyon gen -biri anne den biri babadan- bir birine ihtiyaç duyar. Berlin Max Planck Enstitüsünden bilim insanları, yüzlerce insanın genetik yapısını

analiz etti ve her iki kromozomun ayrı ayrı genetik bilgisini deşifre etti. Araştırmacılar sadece bu görece küçük grupta dahi milyonlarca farklı gen formu

tespit etti. Bulgular ebeveynlerden gelen iki kromozomda oluşan genetik mutasyonların rastgele olmadığını gösteriyor.

Bilim insanları 2001 yılında ilk defa insan genomunu deşifre ettiklerini duyurmuştu. O günlerden bu yana binlercesi dizilendi. Yakında genetik analiz

fiyatları 1.000 doların altına düşmesi bekleniyor.http://www.bilimnedir.com/saglik/insan-genomunda-ciftlik

DIŞ KULAĞI OLMAYAN KUŞLAR SESİN GELDİĞİ YÜKSEKLİĞİ NERDEN ANLIYOR

Memelilerin aksine kuşlarda dış kulak yoktur. Dış kulak memelilerde önemli rolleri vardır, hayvanın farklı irtifadan gelen sesleri tanımlamasına yardımcı olur. Ama

kuşlarda sesin aşağıdan yada yukarıdan geldiğini algılayabilir. Technische Universität München'den araltırmacılar kuşların ses lokasyonunu algılamak için kafalarının tamamını kullandığını keşfetti. Araştırmanın bulguları PLOS ONE'da

yayımlandı.

Bahar zamanı iki karatavuk şarkı söylüyor. İkisi de dişi kuşun dikkatini çekmek için yarışıyor. Fakat doğru kişiyi bulabilmesi için dişi kuşun önce sesin nereden

geldiğini bilmesi gerek.http://www.bilimnedir.com/bilim-nedir/dis-kulagi-olmayan-kuslar-sesin-geldigi-yuksekligi-nasil-algiliyor

TİNOMOU YUMURTALARINDAKİ PARLAK RENGİN ARKASINDAKİ MEKANİZMA AÇIKLANDI

Tinamou türünün yumurtaları; ıslak mavi ve camsı kabuğun altından görünen yeşil renk.

"Tinamou: Tinamular (Tinamiformes), kuşlar (Aves) sınıfının, karinalılar (Carinatae) bölümüne ait bir takım. Kuyruk ve kanatları olup tavuklara benzerler. Karinaları vardır ancak bazı karakterleri ile karinasız kuşlara

benzerler. Güney Amerika'da yaşarlar. İyi bilinen türleri arasında gizli kuyruklu tinamu (Crypturus cinereus), inambu (Rhynchotus rufescens), tao (Tinamus tao)

yer alır."

Akron üniversitesinde yapılan keşfe göre, bu ilginç kabuğun arkasında, yumuşak üst deriyle kaplı pigmentler var. Bulgular seramik için, daha uzun ömürlü ve daha estetik yeni kaplama yöntemleri geliştirilmesini sağlayabilir.

http://www.bilimnedir.com/bitkiler-ve-hayvanlar/tinamou-yumurtalarindaki-parlak-rengin-akrasindaki-mekanizma-aciklandi