GÜNCEL B İ L İ M DERGİSİ YIL 3 OCAK 2015 26 ŞİZOFRENİ İNSAN NEDEN YALAN SÖYLER ? Canlılar Dünyası Stephan Hawking Nörofizyoloji Teknikeri Dünya Gazeteciler Günü BELLEK PROF.DR.TAYFUN UZBAY SÖYLEYİŞİ M.ARSLAN KONAK
G Ü N C E L B İ L İ MD E R G İ S İ
YIL 3 OCAK 2015
26
ŞİZOFRENİ
İNSAN NEDEN YALAN SÖYLER ?
Canlılar Dünyası Stephan Hawking Nörofizyoloji Teknikeri Dünya Gazeteciler Günü
BELLEK
PROF.DR.TAYFUN UZBAY
SÖYLEYİŞİ M.ARSLAN KONAK
içind
ekile
r5>
10
ŞİZOFRENİ
11>
14
YALAN
15>
18
MÜZİK VE BEYİN
19-2
0
JÜPİTER 21>
24 STEPHAN HAWKİNG
25>
26
NÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ
27>
30 3 BOYUTLUYAZICI
31>
34 ÖLÜMÜN ŞEKİL ALMIŞ HALİKARA MAMBA
35>
40
ZEHİRLİ VE İĞNELİ DENİZCANLILARI 4
1>
42
KÜPELİ BİTKİSİ
43>
48
BELLEK
49>
50
DÜNYA GAZETECİLER
GÜNÜ 51>
52
HABERLER
KÜNYE
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Anıl TUNA
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Mete Arslan KONAK
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Tayfun GÖZLER
GÖRSEL YÖNETMENLER
Aslıhan DİKMEN
Özge BİÇEROĞLU
HABERLER KOORDİNATÖRÜ
Emine Ceyda SÖZÜER
DANIŞMAN
Doç.Dr.Fulya Dilek Gökalp MURANLI
İLETİŞİM BİLGİLERİ
https://www.facebook.com/KapsulPlus2013
https://twitter.com/kapsulplus
http://issuu.com/kapsulplus2013
http://kapsulplus.blogspot.com/
Ş i z o f r e n i y e r a d i k a l ç ö z ü m
sağlayabilecek patenti ve ilaç araştırmaları
ile dünyaca ünlü Prof. Dr. Tayfun Uzbay ile
Türkiye de altı yüz bin kişinin muzdarip
olduğu Şizofreni hastalığı ile ilgili çarpıcı bir
söyleşi yaptık.
Şizofreni hastalarının yakınları o kadar çaresiz ki
hastalığa radikal bir çözüm bulunduğuna
inanmak ve bulunan ürünü ne olursa olsun
kullanmak istiyorlar. Hani bir kapsülün içine
kiremit tozu koyulsa ve bu şizofreniyi kesin tedavi
ediyor denilse buna hemen inanıp kullanacak
durumda insanlar var diyen Uzbay, ''kendi
ülkemde peşinen bana söylenen şu: kabul et
kardeşim böyle bir ilacı geliştirmek neredeyse
imkânsız. Ayrıca sen kim oluyorsun da böylesine
önemli bir konuda ilaç geliştirmekten falan
bahsediyorsun. Kesin başarısız olursun”. Uzbay
devamında “Türkiye'de bilim vesayet altında
bana göre, Bir şey keşfedilecek veya
geliştirilecekse bunu yapmasa bile üzerinde
konuşacak ve desteklenecek kişiler belli'' diyor.
Uzbay, ''Devlete çağrıda bulundum. Destek
olunduğu takdirde Türkiye kendi milli ilacını
üretebilir. Şizofreni tedavisinde kullanılan
mevcut ilaçlardan atipik antipiskotiklerin patent
koruma süresi devam ediyor. Dolayısı ile bu
ilaçlar şu anda pahalı. Patent süreleri
dolduğunda ucuzlayacak. Aynen şu günlerde
patent süresi dolan birçok önemli ilacın fiyatının
düştüğü gibi. Bundan çok uluslu ilaç şirketleri
kesinlikle rahatsız olur. Zaten yerli endüstrinin de
elini taşın altına sokmak gibi bir niyeti yok'' dedi.
Ayrıca, Uzbay ile son zamanlarda çokça
gündemde olan Bonzai konusuna da değindik.
''Bonzai kullanıcıları da şizofreni benzeri psikotik
ataklarla acillere başvuruyor. Bonzai sentetik
esrar deniliyor. Kısa süre içerisinde bazı yatkın
kişilerde ölüme neden oluyor. Son bir yılda
doğrudan madde kullanımına bağlı ani
ölümlerde %400 artış var, bunun önemli bir
kısmını bonzai oluşturuyor. Ciddi bir salgın ile
karşı karşıyayız'' dedi.
Şizofreni Nedir?
Şizofreni bir beyin hastalığıdır. Beyin hastalıkları bir kaç
türde incelenebilir. Nörodejeneratif hastalıklar nöron
kayıplarına bağlı ciddi hastalıklardır. Parkinson ve
Alzheimer bu tip hastalıklar arasındadır. Şizofreni ise
nöron gelişim sürecindeki bozukluk nedenli bir hastalık
olarak kabul ediliyor. Bebek anne karnında oluşmaya
başladığında şizofreninin temelleri atılıyor olabilir.
Annenin yaşadığı iç ve dış stres faktörleri veya viral
enfeksiyonlar gibi nedenler bebeğin beyin gelişimini
etkileyebiliyor. Bebek normal doğuyor ancak hayatın belli
evresinde ve çoğunlukla ergenlik döneminde hastalık bir
şekilde tetiklenerek ortaya çıkıyor ve ömür boyu devam
ediyor. Tabii hastalık ilerledikçe nöron kayıpları ve buna
bağlı bilişsel bozukluklar da ortaya çıkabiliyor.
Şizofreniye Neden Olan Faktörler Neler?
Genetik faktörler önemli; ancak şizofreni tek
bir gen katkısı ile açıklanabilecek bir hastalık
değil. Birçok farklı gen şizofreniyle ilişkili
devreye giriyor. Şizofreninin genetik faktörlerin
üzerine çevresel faktörlerin birleşmesiyle
ortaya çıktığı kabul ediliyor. Bunların tamamı
stres faktörleri. Bu, fiziksel stres olabilir.
Doğumda çok kilolu bir bebek doğarken kafa
travması geçirmiş olabilir. Anne karnındayken
bebeğe plasenta yoluyla geçen bir bakteri,
virüs veya parazit beynine gidip geri
dönüşümsüz bir problem oluşturmuş olabilir.
Hastalık Ortaya Çıktığında Hangi Semptomlar
Görülüyor?
Şizofreninin Pozitif ve negatif semptomları var.
Pozitif semptomları, ilk hezeyanla birlikte hastalık
tanısı konulurken hekimin karşısına çıkar. Bunlar
genellikle kafasının içinde sesler duymak gibi işitsel
ağırlıklı olmak üzere halisünasyonlar, birileri
tarafından tehdit edildiğini veya birileri tarafından
bir iş için görevlendirildiğini ciddi şekilde düşünecek
şekilde sanrılar oluşuyor. Bunun yanında
hezeyanlar ve ataklar olabiliyor. Psikotik ataklar
sırasında hasta istemsiz olarak kendine veya
çevresine zarar verebilir. Negatif semptomlarda
daha çok içine kapanma, kognitif ya da bilişsel
işlevler dediğimiz işlevlerde azalma ile karakterize
bir durum. Hastalık ilerledikçe negatif semptomlar
derinleşiyor. Hastanın içe kapanması, toplumdan
kendini tamamen izole etmesi, soyutlaması artıyor.
Hatta o dönemde nöronlarda kayıplar da oluşuyor.
Semptomlar Cinsiyete Göre Değişiklik
Gösteriyor Mu?
Şizofreni, erkeklerde daha agresif seyrediyor.
ABD'de yapılan bir çalışmada erkek sperminde,
üreme hücresinde 35 civarında gen mutasyonu
saptandı. Spermde bulunmuş olması ilginç. Mesela
yumurtada bulunmasıyla ilgili bir şey görmedik. İki
cinsi karşılaştırdığımızda şizofreni erkekler açısından
daha sıkıntılı bir hastalık gibi görünüyor.
Madde Bağımlılığı İle Şizofreni Arasında Bir
İlişki Olduğu Düşünülüyor. Nasıl Bir İlişki Söz
Konusu?
Şizofreni hastaları bağımlılığa da yatkın hastalar
oluyor. Bunun en bilinen örneği çok aşırı tütün
içmeleri. Ancak burada birçok farklı görüş var. Bir
görüşe göre, kendilerini tedavi etmek için tütün
alıyorlar. Nikotin bir takım belirtilerine iyi geliyor ve
rahatlatıyor. Diğer bir görüş ise bunların hastalık
nedeniyle bağımlılığa da yatkın olduklarıdır. Bu tip
hastalarda normalde kullanım alışkanlığının
diğerlerine göre daha kolay olduğu. Hastalar
madde deneme gibi riskli davranışları kolayca
sergileyebiliyor. Ama her madde bağımlısı şizofreni
hastası olmadığı gibi, her şizofreni hastası da yüzde
yüz madde kullanmayabiliyor. Ancak esrar ve
amfetamin benzeri psikostimülanlar başta olmak
üzere birçok bağımlılık yapan maddenin sürekli
kullanımının da zaman içinde şizofreni benzeri
belirtilere neden olduğu da bilimsel bir gerçek.
Hatta deney hayvanlarında şizofreniyi modellerken
ketamin, amfetamin gibi bağımlılık yapan
maddelerden faydalanabiliyoruz. Son zamanlarda
bonzai konusu çok gündemde, bonzai
kullanıcılarının bazıları da şizofreni benzeri psikotik
ataklarla acillere başvuruyor.
5-6
ürk Silahlı Kuvvetleri Yeni
TBuluşlar Şerit Rozet Beratı s a h i b i U z b a y ,
' ' ça l ı şma la r ım ı z be lk i de şizofreniye etkili bir çözüm sağlayacaktır. Ancak buluşumuzu ve teorimizi geliştirebilecek bir desteğimiz yok”' diyor.
ŞİZOFRENİYE UMUT !ŞİZOFRENİYE UMUT !
Agmatini şizofreni modelleme çalışmalarında kullanma fikri nereden doğdu?1995'den beri Agmatin ile çalışıyorum. Agmatini laboratuarda şizofreni
modellenmiş deney hayvanında kullandık ancak olumlu bir etkisini
göremedik. Dozu artırdığımızda ise ilginç bir şekilde agmatin deney
hayvanlarında şizofreniyi modelledi, yani şizofreni oluşturdu. Deney
hayvanında şizofreni yapan ilaçlarla birlikte verdiğimizde de bu ilaçların
şizofreni oluşturucu etkisini daha da artırdı.
Agmatin'in şizofreni modellemesindeki aşamalarını anlatır mısınız?Agmatin düşük dozlarında beyni koruyucu etkileri var. Ve bununla ilgili
ipuçları gördüm. Arkasından değerlendirdiğim zaman baktım ki Agmatinin
metebolize olduğu ürünler var vücutta, Agmatin de Spermin ve Spermidin'e
yıkılıyor. Spermin ve Spermidin de poliamin. Bunlar deney hayvanlarına
verildiğinde fazla dozu kaldıramıyorlar. Belli bir süre sonra ölüyorlar.
Spermin ve Spermidin sperme kokusunu veren maddeler. Agmatin de 1910
yılında Ringa balığının sperminde keşfedilmişti ilk kez. Geçenlerde ABD'de
''Müthiş Buluş'' diye bizimkiler de yazdılar, 35 tane yeni gen mutasyon
bulundu spermde. Gördüğünüz gibi sanki bütün yollar poliaminlere çıkıyor
son zamanlarda. Spermdeki mutasyonlar önemli ise, sperme kokusunu
veren Spermin, Spermidin gibi poliaminler ve spermde bulunan agmatin
neden işe karışmasın?
Literatürde de şizofreniden ölen hastaların otopsi çalışmalarında
beyinlerinde Spermin, Spermidin düzeylerinin yüksek olduğunu belirten
Ruslar tarafından yapılmış onlarca makale, ABD' lilerinde yayınladığı üç beş
tane makale var. Yüksek dozda Agmatin verdik şizofreni modellendi.
Agmatin ise Spermin, Spermidin'e metabolize oluyor. Şizofreniden ölen
insanların beyinlerinde de Spermin, Spermidin düzeylerinin yüksekliği
bunların uzun yıllar kullandığı ilaçlara bağlandı; ancak ben aynı fikirde
değilim. Bu bence yanıltıcı bir yaklaşım.
O kadar tesadüf olamaz diye araştırmalarımızı daha da derinleştirerek
devam ettik. Yaşayan insanların beyin omurilik sıvılarından alınan
örneklerde poliamin düzeylerini ve özellikle Spermin ve Spermidin'i yüksek
bulan çalışmalar da gördük literatürde. Gözlemimizin yeni buluş,
muhtemelen yeni bir yaklaşım olduğuna karar verdim. Makaleleri
yayınlamayı beklettim ve Patent Enstitüsü'ne başvuruda bulundum. Önce
bunu teorize ettim.
Nasıl Teorize Ettiniz?Agmatin yüksekliği veya dengesiz agmatin salıverilmesi. Beyin de aynı diğer
nörokimyasallar gibi Agmatin de salıveriliyor. Agmatin beyinde enzimatik
aktivitesi belirlenmiş yeni bir beyin kimyasalı, kabul ediliyor. Poliamin stresi
nden söz eden bir makale yayınlandı literatürde. Poliaminlerin artışı intihara
eğilimi arttırıyor. Şizofreni hastalarında intihar girişimi sık gözleniyor. Poliamin
yüksekliği ağrı duyusunu da ortadan kaldırıyor. Şizofreni hastalarının
kendilerine zarar verme eğiliminin yüksek olduğu hezeyan dönemlerinde
muhtemelen ağrı duyusu ortadan kalkıyor. Bunları birleştirdiğiniz zaman
Agmatinin dengesiz salıverilmesi psikoz belirtilerine sebep olabilir. Agmatinin
aşırı aktivitesini engellemek oluşumunu sağlayan enzimi bloke edecek
kimyasallardan yararlanılabilir. Böyle üç tane molekül bulduk. Bunlar bitkile
de parazit öldürücü olarak kullanılıyor. Bitki iyi büyümüyor ya da bitki kendini
geliştiremiyor. Bu bitkiler analiz edildiğinde bunların da Agmatin düzeyleri
yüksek çıkıyor. Bu ilaçları bitkiye vererek Agmatin düzeylerini düşürdüklerinde
bitki daha güzel gelişiyor. Bunların patentini aldım ve bundan sonra bir dizi
olaylar gelişmeye başladı.
Ne Gibi Olaylar Yaşadınız Hocam? Patenti uluslararası arenada bir yıl içinde tescil ettirmemiz lazımdı. Ama
yapamadık. Çünkü eski kurumumda hakkımda açılan bir sürü uyduruk
soruşturma ve mahkemelerle uğraşmak zorunda kaldık. En sonunda
iftira sonucu tutuklanıp bir de 9 ay kadar cezaevinde yattık . Dolayısı ile
bırakın patenti tescil ettirmeyi TÜBİTAK tarafından desteklenen konu ile
ilişkili bir araştırma projemize bile ara vermek zorunda kaldık. Benim
patent üzerinden para kazanma gibi bir derdim yok. Söylediklerim çok
açık ve şeffaf. Hiçbir şey gizlemiyorum. Katıldığım birçok yurt dışı ve
yurt içi konferansta bana bunları gösterme fazla dediler. Birileri aşırıp
kendine mal edebilir. Ben de diyorum ki şizofreni hastalarının tedaviye
ihtiyacı var. Kim yaparsa yapsın ama varsa bir şey burada ortaya çıksın.
Beni teyit etmesi yeterli. Para kazıp kazanmamak umurumda değil.
Keşke başka biri bu fikirden işe yarar bir şey çıkarsa, en çok ben
memnun olurum.
Devlete çağrıda bulundum. Destek olun, destek olunduğu takdirde
Türkiye kendi milli ilacını üretebilir. Şizofreni tedavisinde kullanılan
mevcut ilaçlardan atipik antipiskotiklerin patent koruma süresi devam
ediyor. Bir ilacın patent süresi devam ettiği sürece bunu pahalı alırsınız.
Şimdi patent koruması devam ederken eğer gerçekten önemli bir
buluşsa, işe yarayacak şekilde şizofreni hastalarına bir ilaç sunma
ihtimali varsa, burada bundan çok uluslu ilaç şirketleri kesinlikle
rahatsız olur. Buna karşı ülkenizin bilim çevrelerinin ve devletin sizi
desteklemesi lazım. Konu ile ilişkili birçok uluslararası konferansa
katıldım. Önemli dergilerde makaleler yayınladım. Aksini ispatlayan bir
veri de yayınlanmadı. Bu konuda yanıldığımı düşünmüyorum.
Peki, bu ilaç niye gelişmedi?Yasalar, etik zorunluluklar ve ilacı geliştirmek için izlenmesi gereken bir
yol var. Uluslararası akredite laboratuvarlarda patentini aldığınız
kimyasalların deney hayvanlarında Faz 0 çalışmalarını yapmamız
lazım öncelikle. Türkiye'de Faz 0 laboratuarı yok. Kurulabilir ama
destek lazım. Ya da yerli sanayinin elini taşın altına sokması lazım.
Dediğim gibi muhtemelen ben yanlış adamım. Türkiye'deki büyük ilaç
şirketlerinden birinin patronu bana randevu vermedi. Diğerleri
dinlemedi bile. Faz 0 sonrası başarılı olursanız klinik denemeler başlar.
Bu da üç aşamalıdır. Bunları da geçmeden bir ürünü etik ve yasal
olarak tedavide denemeniz mümkün değildir.
Türkiye'de bilim iklimi de yok. Tabi geliştirmeyi bile deneyemedik ilacı
bu koşullar altında. Bunları yapabilmem için benim ekibe ve paraya
ihtiyacım var. Bunlar ciddi işler. Dinlenilmeden peşinen bana söylenen
şu. Kabul et kardeşim başarısız olursun. Gidiyorsun kimse hayır
demiyor. İtiraz etmiyor. Çünkü bu Poliamin stresi doğruysa, intiharla
ilişkiliyse o zaman bunun bastırılması, engellenmesi hiç bir şey
yapmasa, bir tane semptomunu geçirecektir şizofreninin. Belki de
radikal çözüm sağlayacaktır.
Diyelim ki faz aşamasında başarısız oldu. Böyle bir yolu açsan,
dünyanın sıkıntı çektiği bir hastalığa Türkiye olarak bir şeyler söylesen
kötü mü olur. Bilimsel prestij bakımından ve benzer çalışmaların
önünün açılması bakımından da çok önemli. Ama bizde böyle bir
kültür yok. Türkiye'de bilim vesayet altında bana göre. Bir şey
yapılacaksa bunu yapacak kişiler zaten belli. Türkiye'de ne yapılmak
istendiğini anlamış değilim. Ben o kadar zengin değilim ki şirket
kuracağım adam istihdam edeceğim bir şeyleri ortaya çıkaracağım.
İnsanlar umut ediyorlar dua ediyorlar. Sağdan soldan arıyorlar. Ben de
elimden geleni yapmaya çalışıyorum. En azından tezimi desteklemeye
yönelik yeni çalışmalar yapıyorum.
7-8
ABD'den teklif geldi mi ilaç için?Amerikalılar ilgi gösterdi. 2009 yılında San Diego
Üniversitesi'nde anlattım. Oradaki profesörler TÜBİTAK projesi
yapalım biz de katılalım dediler. Onlar da katılmak istediler,
ancak Türkiye'de koşullar uygun olmadı hiç çalışmayı
sürdürmek için. Almanya'da iki kere konuştum. Kimse itiraz
etmiyor. Hatta almanlar işbirliği de öneriyorlar. Ama iş
Türkiye'de bu boyutta çalışmayı benim yapmam ile ilişkili
noktada düğümleniyor.
Çalışmalar Şuanda Ne Durumda? Son altı aylık dönemde hiç ilaç almamış veya ilk kez tanı almış
18 şizofreni hastasının Agmatin düzeylerini çok çok yüksek
bulduk. Ayrıca istatiki değerlendirmeler de bunun şizofreni
tanısında bir yeri olabileceğine işaret etti. Bu bulgularımızı da
pretijli bir bilim dergisinde yayınladık.
Tabii buna hemen itiraz edebilirsiniz. 18 hasta az en az 1800
hasta olmalı diye. Ben bu kadar yaptım başkaları da bunu
1800'e tamamlasın ve doğru mu yanlış mı anlayalım.
Sonuç olarak, şu anda şizofreninin hem tanısını kolaylaştıracak
hem de tedavisine yardımcı olabiecek verilere sahip
görünüyoruz. Ama bunu geliştirmek için uygun ülke koşulları ve
desteğimiz bulunmamaktadır.
Teori uluslararası dergilerde yayınlanmış durumdadır. Gelecekte
ya beni yalanlayan bir şey çıkacaktır ortaya ya da bir başkası
bunu doğrulayacaktır. Sonuçta ben karınca misali şizofreni
yangınını söndürmek için su taşımaya devam edeceğim. Haklı
olup olmadığım gelecekte net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Yazı İşleri MüdürüMete Arslan KONAK
9-1
0
alan ifade veya kasıtlı yanıltma toplumsal
Ysözleşmeden doğan sorumlulukları yerine getirmemenin bir şeklidir.
Yalan neden söylenir? Sorusuna verilebilecek milyonlarca cevap bulunabilir.. Olayı birazda psiko-bilimsel açıdan ele alırsak; yalan söylemenin psikolojisine dair öne sürülebilecek nedenler arasında başlıca şunlar sayılabilir:
- Cezai yaptırımdan kaçmak (örn. suça karışan şüphelinin yaptığını inkar etmesi).
- Çıkar elde etmek (örn. şirket sahibinin hissedarları kandırması).
- Utanç ve dışlanmadan sakınmak.Toplumda saygınlığını korumak ve yükseltmek (örn. kişinin kendisini küçük düşürecek bir hatayı üstlenmeyi reddetmesi).
- Kişinin kendi çıkarı dışında yakın hissettiği kişiyi korumak amacıyla yalan söylemesi (örn. kişinin başkasına ait bir suçu üstlenerek cezaevine girmesi).
- Sosyal ve ailevi ilişkilerin korunması amacıyla yalan söylenmektedir (örn. sunulan bir hediyeyi beğenmediği halde beğendiğini söylemek).
Bakış açımızı biraz daha genişletirsek; ifadenin doğruluğu adli
işleyiş için çok daha büyük bir önem taşımaktadır. - Mahkemelerde zanlı ve tanıkların yalan ifade verme
olasılıkları göz önüne alınarak, onları doğruyu söylemeye zorlayacak tedbirler düşünülmüş; onur veya dini inançla, yani yeminle bağlamak uygun görülmüştür.
- Dürüst olmayan ifadeyi ele veren bilindik ipuçları arasında, kişinin gerginliğine işaret eden, göz temasından kaçınması, lisanda akıcılık kaybı, kaçamak mimikler ve konuşmayı tamamlayıcı el ve kol hareketlerinin azalması sayılabilir.
- Bunların yanı sıra ifadedeki mantıksal tutarsızlıklar da yalana dair şüphe oluşturur.
Her insan kişisel tecrübeleri dahilinde yukarıda bahsi geçen ve benzeri ipuçlarını kullanarak karşısındakinin yalan söyleyip söylemediğine dair bir kanaat getirebilir veya sezgiye sahip olabilir. Ancak bu kanılarında %50'nin üzerinde başarı gösterebilen kişiler yalnızca bu konuda uzmanlaşmış kişilerdir.
Otonom Yanıtların Tespiti Ve PoligrafiYalan söyleyenin yaşadığı duygu durumları suçluluk, korku, heyecan olabilir. Değişen duygu durumları da sempatik sistem
etkinliğinde artışa neden olur. Kişinin iradesi dışında gerçekleşen fizyolojik yanıtlar şöyle sıralanmaktadır:
- Taşikardi, - kan basıncında artış, - soluma sıklığı ve derinliğinde artış, - terleme, - tükürük salgısında azalma, - seste incelme ve titreme
Yaklaşık olarak İ.Ö. 1000 yılına ait bir Çin tableti
tükürük salgısında azalma ve duyusal stres arasındaki ilişkinin
yalan ifadenin tespitine kullanıldığını göstermektedir:
“Şüpheli ağız dolusu pirinci çiğner ve tükürür. Eğer pirinç nemli
ise suçlanan doğruyu söylemektedir; çıkan pirinç kuru ise
suçlanan yalan söylemektedir.”
Nabız ve kan basıncı ile yalan söylemek arasında ilişkinin
araştırılması 19. yüzyıl sonlarına kadar gitmektedir. Bu
parametrelere solunum hızı ve terleme seviyesinin ölçümünün
de eklenmesiyle, günümüzdeki “poligraf” veya halk arasında
bilinen adıyla “yalan makinesi” ortaya çıkmıştır. Poligrafla ölçüm yapılırken kişiden bazı sorulara yanıt vermesi istenir. Bu cevaplamalar esnasında poligrafi parametrelerinde tetiklenen olası sinyal artışları incelenir. Yaygın kullanılan sorgulama protokollerinden biri olan Kontrol Soru Testi (Control Question Test) protokolünde kişinin üç ayrı kategoriden sorulara “evet” veya “hayır” şeklinde yanıt vermesi talep edilir. İlgisiz (nötr) kategorideki sorular dizisinin (örn. 1975 yılında mı doğdunuz?) arasına doğrudan soruşturulan konuda sorular yerleştirilir (örn. Cinayet günü kocanızı gördünüz mü?). Kabaca, eğer soruşturmayla ilgili cevaplarda poligraftan okunan fizyolojik yanıt (nabız, kan basıncı, soluma sıklığı ve terleme seviyesi) nötr cevaplara göre büyük ise kişinin yalan söylediğine işaret ettiği kabul edilmektedir.
Uygulanan diğer bir protokol Suçlu Bilgisi Testinde (Guilty Knowledge Test) kişiye yalnızca olay yerini inceleme ekibi ve suçlunun bilebileceği bazı detay bilgileri içeren seçenekler çoktan seçmeli olarak sunulur. Örnek Soru: Kurban sizce neyle öldürülmüştür? (a) Ateşli silah (b) Bıçak (c) Balta (d) Sopa (e) İp.
Bu testte suçlunun gerçeği yansıtan seçeneklere verdiği fizyolojik yanıtların daha kuvvetli oluştuğu kabul edilmektedir.
İ D L ?N N A RS ÖA LN NNE EE SY A Y
11
>12
Kaynaklar; Nörobilim, Nöroteknoloji, Yalan Tespiti ve EtikMehmet Ergen1, Yeşim Işıl Ülman21Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
2Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
Derleme yazısından alıntıdır.
Poligrafın Dünyada Kullanımı
Başta A.B.D, İsrail, Japonya, Kanada'da olmak üzere Güney Kore, Meksika, Pakistan, Filipinler, Tayvan, Tayland gibi dünyanın birçok ülkesinde kriminal araştırmada kullanılmıştır.Avrupa'da yargı kararlarında kısmen etkili olduğu ülkeler arasında, Belçika, Finlandiya bulunmaktadır ve Birleşik Krallık ve Hollanda'da özellikle cinsel suçlara dair soruşturmalarda kullanılmaktadır.Japonya'da 2002 verilerine göre mahkemede geçerli delil niteliği taşıyan poligraf uygulaması yılda ortalama 5000'dir.Türkiye'de 1988 yılına kadar bu konuda hiç uzman yokken, ABD'de eğitim gören 60 kişiyle birlikte kendi uzmanlarını yetiştirmeye başlamıştır.
Poligrafiyle Yapılan Yalan Tespitine Eleştiriler
Öncelikle, poligrafiye kondurulmuş olan “yalan makinesi” terimi teknik olarak yanlıştır. Poligrafın ölçtüğü duyusal stresi yaratabilecek tek neden yalan söylemek ve bunun açığa çıkması durumundan duyulan tedirginlik değildir. Poligrafın saha çalışmaları üzerine bir derlemede
- masum şüphelilerin %21'inin testi geçemeyerek haksız yere suçlanmış olduğu, - %72'sinin doğru şekilde temize çıkarıldığı, - kalan %7'si hakkında ise poligrafi ile bir tespit yapılamadığı bildirilmiştir.
Poligrafi esnasında ele verici sinyallerin nasıl maskelenebileceğine dair bilgileri paylaşan internet sitelerinden tavsiyeler arasında, büyük genlikte fizyolojik yanıt beklenen sorulara yanıt verirken,
- duyusal stres yükünü azaltmak için bir yandan zihinden matematiksel işlemler yapmak veya
- tam tersine nötr koşullarda fizyolojik yanıtı olduğundan daha yüksek çıkarmak için gizlice kendine acı vermek buna örnek gösterilebilir.
Duygusal strese bağlı diğer fizyolojik yanıtlarla ilgili yapılan çalışmalardan bazıları vokal stres
analizi ve yüksek çözünürlüklü termal görüntülemedir. Gerek termal yanıtta, gerekse ses
analizinde değerlendirilen parametreler poligrafiye benzer şekilde yalan söylemeye bağlı
duyusal stresin periferik yansımalarına dayanmaktadır ve yukarıda poligrafi hakkında belirtilen
yanılma olasılıklarını taşımaktadırlar.
Duygusal Stres Yanıtı Her Bireyde Aynı Şiddette Oluşur Mu?
Tüm duygusal stres temelli ölçümler hakkında soru işareti oluşturan önemli bir konu da suç işleyen kişiler arasında psikopatlık ve antisosyal kişilik bozukluğunun yaygın olmasıdır. Çünkü bu gruba giren kişiler üzerinde nörogörüntüleme çalışmaları duygusal uyaranların işlenmesinde başlıca etkin beyin yapılarının (amigdala ve orbitofrontal korteks) normal popülasyona göre daha suskun olduğunu göstermektedir. Böyle kişilerde duygusal uyarılmaya karşı otonom yanıtların da normal popülasyona göre zayıf olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç poligrafi gibi duygusal yanıtları inceleyen tetkiklerin ileri derecede psikopati ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunan suçluları yanlış şekilde temize çıkarma riskine işaret etmektedir.
Duygu İNCE KALEÜsküdar Üniversitesi
Nörobilim Yüksek Lisans
13
>1
4
M AÜ V N Z Nİ G EĞİN C SÜ Ü İB İ EEY Z E RN R T Lİ İÜ İE ND KK E İ
Kültürel farklılıklar ve kendi kültürümüzün müziğini dinleyerek büyümüş olmamız
beynimizi o müziğe karşı bir açıdan şartlandırır. Dolayısıyla çocukluktan itibaren belli bir müzik zevki
geliştiririz. Bilimsel delillerden yoksun olsak da
günümüzde dinlenen müziğin beyni şekillendirdiği
hipotezleri öne sürülüyor.
Hissederek okuduğum bir Türk müziği parçasının,
20'li yaşlarındaki Amerikalı genç çiftin tüylerini
ürperten özelliği neydi o halde?
Belli ki elimizdeki en gelişmiş teknolojilere rağmen
hâlâ müziğin gücünü ve insan beyni üzerindeki
etkilerini çözebilmiş değiliz
Beyin görüntüleme tekniklerinin geliştirilmesi ile
müziğin beyin üzerindeki etkilerini de öğrenmeye
başladık. Beyinde bir “müzik merkezinin”
bulunmadığı, aksine müziğin icrası veya dinlenmesi
sırasında beynin değişik kısımlarının birlikte çalıştığı
ortaya çıktı. Müziğin beyinde “ödül sistemini”
uyardığı keşfedildi. Müziğin tedavi edici gücünün
yanı sıra beyin pastistesin nedeniyle zihinsel
faaliyetler üzerinde olumlu etkileri olduğu, bu
nedenle müzikle uğraşmanın, özellikle bir müzik
aleti çalmayı öğrenmenin beynin performansını
artırdığı bulundu.
Son yıllarda nörobilim ile elde edilen gelişmelerle
artık müziğin beynimizi nasıl etkilediğini
öğrenmeye başladık. Bu çalışmalar sonucu müziği
evrensel kılan sırların perdesini aralarken müziğin
olağanüstü gücü ile beynimizin fiziksel yapısını
değiştirebileceğimizi ve müzik eğitimi ile başarımızı
artırabileceğimizi de öğrendik. Bazı müzik
parçalarını dinlediğimizde neden rahatlık
hissettiğimizi yakın bir tarihe kadar bilmiyorduk.
fMRI (işlevsel rezonans görüntüleme) ve PET
(Pozitron Emisyon Tomografisi) gibi görüntüleme
teknikleri ile belli bir konuda yoğunlaştığında
beynin hangi bölümlerinin çalıştığını, hangi
kısımlarında oksijen tüketiminin arttığını izlemeye
başladık. Bunun bir sonucu olarak da değişik
işlevleri açısından beynin haritasını çıkarmaya
başladık. Son on yılda elde edilen bu gelişmeler
sayesinde şimdi müzik konusunda çok daha
karmaşık sorular sorup bu soruların cevaplarını
bilimsel yöntemlerle bulmaya çalışıyoruz:
Beyin müziği nasıl algılıyor?
Beyinde bir müzik merkezi var mı?
Bir parçayı zevkle dinlediğimizde ve hoşumuza
gitmeyen bir müziği dinlediğimizde beynimiz
nasıl bir tepki veriyor?
Bir müzik aletini çalmayı öğrenirken beynimizi de
etkiliyor muyuz, etkiliyorsak ne tür değişiklikler
oluşuyor?
Beyin açısından müzik aslında algılanması gereken karmaşık bir uyarıdır; seslerin yüksek veya alçak notalar şeklinde
olması (seslerin perdesi), müziğin ritmi, melodisi ve volümü birlikte algılanmak ve değerlendirilmek zorundadır.
Dolayısıyla da müziğin algılanması beynin sadece tek bir bölgesinin değil farklı bölgelerinin birlikte çalışması ile ortaya
çıkan bir işlevdir.
Örneğin beynin sol tempolar lobunun zedelenmesi nedeniyle ortaya çıkan ve “amusia” olarak bilinen rahatsızlıkta,
hasta müziğin hangi perdeden çalındığını veya söylendiğini (notaların yüksek mi alçak mı olduğunu) algılayamaz, ama
müzik deneyimi hâlâ devam eder .Müzik ve beyin konusundaki araştırmaları ile tanınan, hem müzisyen hem
nörobilimci Daniel Levitin, beynin müzik algılamasını bir senfoni orkestrasının işleyişine benzetiyor.
This is Your Brain on Music (Beyniniz ve Müzik) ve The World in Six Songs (Altı Şarkıda Dünya) adlı kitapların da yazarı
olan Levitin “Beyin görüntüleme cihazları ile beyni müzik dinlerken takip ettiğimizde değişik bölgelerinin birlikte, uyum
içerisinde çalıştığını’’ ayrıca “orkestradaki değişik enstrüman grupları nasıl seslendirilen eserin farklı kısımlarını uyum
içerisinde çalıyorsa beyin de müziği aynı şekilde algılıyor, bir bölge sesin volümünü algılarken başka bir bölge notaları,
başka bir bölge de müziğin ritmini algılıyor”.
Araştırmacılar deneklere sevdikleri parçaları
dinletip o anda beyinlerinde uyarılan bölgelerin
görüntülerini çıkardıklarında nükleus
akkumbens, hipotalamus ve ventral tegmental
bölge adı verilen üç farklı yapının aktif hale
geldiğini gözlemledi. Ventral tegmental bölge ve
dopamin aynı zamanda beynin “ödül sisteminin”
de parçaları. Dolayısıyla hoşumuza giden bir
müziği dinlediğimizde beynimizdeki ödül
sistemini harekete geçiriyoruz ve bunun
sonucunda da güzel duygular hissetmeye
başlıyoruz. Bir diğer deyişle, müzik dinlerken bir
bakıma kendimizi ödüllendirmiş oluyoruz.
Beyin görüntüleme teknikleri sayesinde müzik
icra eden veya müzik dinleyen bir kişinin beynini
inceleyebildiğimiz gibi daha karmaşık durumları,
örneğin birlikte müzik yapan kişilerin beyin
aktivitelerindeki değişiklikleri de
inceleyebiliyoruz.
Sheffield Üniversitesi'nden nörobilimci Lawrense
Parsons bir çalışmasında meşhur bir İngiliz rock
grubunun iki üyesinin beyin aktivitelerini hem
solo hem de birlikte müzik icra ederken inceledi.
Çalışma, tek başına çalıp söylemek yerine
birlikte müzik icra etmenin beynin daha büyük
bir kısmını çalıştırdığını gösterdi. Birlikte çalınca
sosyal ilişkiler, iki kişinin koordine olarak birlikte
çalması ve dolayısıyla planlama söz konusu
olduğu için, beynin üst düzey işlevlerinin
gerektiği belgelendi. Ayrıca beynin duygularla
ilgili bölümünün de düet sırasında uyarıldığı
ortaya çıktı.
Müzik ve dil arasında işlevsel açıdan
farklılıklar olduğu ortaya çıktı. Operadan yaylı
çalgılar dörtlüsü ezgilerine, film
müziklerinden sonatlara kadar çok değişik
müzik janrlarındaki besteleri ile bilinen Rus
besteci Vissarion Shebalin 1953 ve 1959
yıllarında iki defa felç geçiriyor ve konuşma
yeteneğini kaybediyor. Buna rağmen 1963
yılında, ölümünden birkaç ay önce beşinci
senfoni bestesini tamamlıyor. Bu sonuçlar
beyinde dil ve müzik işlevlerini kontrol eden
bölgelerin farklı olduğunu ortaya koyuyordu.
Elde edilen sonuçlar konuşmanın beynin sol
yarıküresi, şarkı söylemenin ise sağ yarıküresi
tarafından yerine getirildiğini gösteriyor
Benzer çalışmalardan elde edilen sonuçları
göz önünde bulundurduğumda, göç günlerini
yaşamış kişilerin “göç göç oldu” uzun havasını
dinlerken derin hislere kapılmasının gerisinde
büyük ihtimalle beyinlerindeki görme, duyma
ve hatta koku alma ile ilgili sinirlerin, limbik
sistemleri ile bağlantısı rol oynuyor.
15-1
6
Müzik için kullanılan ifadelerden biri de “müziğin insana dokunduğudur.”
Bu söz dinlenen müziğin duygu dünyamıza etkisine ilişkindir, ama
aynı zamanda fiziksel bir gerçeği de dile getirir. Aslında gözle
göremememize rağmen duyduğumuz bir müzik veya bir ses gerçekte
fiziksel olarak bize dokunmaktadır. Çünkü kulağımıza ulaşan bir ses
dalgası, kulak zarına fiziksel olarak dokunarak onu titreştirir ve kulak
zarına temas eden kulak kemikçiklerini harekete geçirir. Bunun
sonucunda da işitme dediğimiz duyu meydana gelir.
Müzikle tedavi uzmanı olan Concetta Tomaino da benzer tecrübeler
yaşıyor. Tomaino yaşlı bakım evlerinde yaptığı bir çalışmada bunama,
felç veya ilerlemiş nörolojik hastalıklar nedeniyle bu dünyadan adeta
kopmuş, salonun bir ucundan öbür ucuna amaçsız bir şekilde dolaşan
veya oturduğu yerde başı öne eğik, kımıldamadan sessiz duran
hastalara piyano çalmaya başlıyor. Bakım evinin sakinlerinin bileceği
ve geçmişte popüler bir parça olan Let me call you sweetheart adlı
parçayı çalıyor. Salondaki gürültü ve kaostan dolayı başlangıçta
kendisi bile çaldığını zorlukla duyarken birkaç dakika içerisinde
gürültü yavaş yavaş azalıyor ve salondakiler şarkıyı mırıldanmaya
başlıyor. Başları öne eğik kıpırdamadan saatlerce öylece duran
hastalar bile başlarını kaldırıp ona bakmaya başlıyor. Zihinsel
faaliyetleri çok zayıflamış bu hastalar şarkının sözlerini hatırlıyor ve
söylemeye başlıyor. El ve ayaklarını devamlı olarak kontrolsüzce
sallayan hastalar bir anda kontrolsüz hareketlerini durdurup şarkının
temposuna göre hareket etmeye başlıyor.
sally lokoensefalopati adı verilen ve beyni etkileyen bir hastalık
geçirmiş ve dilsiz hale gelmişti. Bütün yaptığı bakım evinin
koridorlarında dolaşıp ağlamaktı. Ağlamanın dışında herhangi bir ses
çıkarmıyordu. Tomaino yine bir gün bakımevindeki hastalara piyano
çalıyordu. Bir an için çok güzel sesli bir kadının ona eşlik etmeye
başladığını duydu. Bu güzel sesli kadın parçanın sözlerini de hatasız
söylüyordu. Tomaino sesin geldiği yöne döndüğünde sesin Sally'den
geldiğini, Sally'nin bir yandan şarkı söylerken bir yandan da dans
ettiğini büyük bir şaşkınlıkla gördü. Tomaino bunun üzeride Sally'nin
kız kardeşine telefon ederek Sally'nin geçmişinde müzikle herhangi
bir ilişkisinin olup olmadığını sordu. Kardeşi Sally'nin geçmişte çok
güzel piyano çaldığını ve çok güzel sesi olduğunu, insanları müziği ile
eğlendirmeyi çok sevdiğini, partilerde şarkılar söylediğini aktardı.
Tomaino'dan duydukları Sally'nin kız kardeşini de çok şaşırtmıştı.
Sally'nin müzikle olan bu yakınlığı hakkında daha önce hiçbir bilgisi
olmayan bakımevi hemşireleri o günden sonra Sally'ye her gün
şarkılar söylemeye başladı. Sally ilk günlerde monoton bir sesle eşlik
etmeye başladı. Bu arada hem ağlaması hem de bakımevinde
durmadan usanmadan yürümesi de durmuştu. Bir süre sonra
olağanüstü bir şekilde Sally konuşmaya da başladı. Müzikten önce
yaşamdan kopmuşken bu gelişmelerden sonra bakımevindeki
yaşantının bir parçası haline geldi, aktivitelere katılmaya başladı.
Sally'nin durumu müziğin beyin üzerindeki inanılmaz gücüne çok
güzel bir örnek teşkil ediyor.Kaynaklar
Concetta, M.T., How Music Can Reach the Silenced Brain, Cerebrum,
DANA Foundation, 2002. Levitin, D., This is Your Brain on Music; The
Science of a Human Obsession, Dutton, Penguin Group, 2006.
Sacks, O., Musicophilia; Tales of Music and the Brain, Random House of
Canada Limited, 2007. The Music Instinct, Science and Song. Bir Elena
Mannes filmi, Mannes Production, 2009.
Tayfun GÖZLERNörobilim Yükseklisans 17
-18
10-1
1
BİYOLÜMİNESANS
Yaşadığımız dünyada yapının atmosferden katı bir yüzeye geçmesi sonucu hava içinde hareket edebiliyoruz ve bu sırada da katı yüzey bize direnç sağlıyor. Jüpiter'de böyle bir geçiş yoktur. Eğer bir uzay aracının içinde Jüpiter atmosferine dalarsak ve merkeze doğru yol
almak istersek gittikçe yoğunlaşan hidrojen yapı ile karşılaşırız. Ortam o kadar yoğunlaşır ki gaz halindeki hidrojen artık bir sıvı gibi
davranır. İşte bu katmana sıvı hidrojen katmanı diyoruz. Bunun böyle olduğunu kimyacıların çok iyi bildiği hidrojen gazının evre
diyagramından çıkarıyoruz. Bir anlamda kendimizi bir okyanusun içinde buluruz. Daha aşağılara indiğimizde ise bir yüzey ile karşılaşıyoruz, bu yüzey aşağıdaki katman ile sıvı hidrojen
katmanını birbirinden ayırıyor. Bu yeni katmana metalik hidrojen katmanı adı verilir.
Yoğunluk ve sıcaklık o kadar artmıştır ki artık hidrojen çekirdeğinin çevresinde dolanan elektron çok kolay bir şekilde bitişik hidrojen
çekirdeğinin çevresinde dolaşmaya başlar. Yani bu durumda hidrojen, atom çekirdekleri arasında hareket eden elektron
gazından oluşmuştur. Bu yapı metallerde olduğu için bu katmana metalik hidrojen katmanı adı verilir. Jüpiteri'de ölçülen kuvvetli manyetik alanı işte bu sıvı ve metalik hidrojen katmanlarındaki
elektronların hareketi ile ortaya çıkan elektrik alanlarından kaynaklanır. Uzay aracımız atmosferden içeri daldıktan biraz sonra
söz konusu yoğunluk ve sıcaktan parçalanır, yok olur. Bizim ve parçalanan uzay aracımızın atomları yıllar içinde yavaş yavaş Jüpiter
merkezine doğru yol alır. O nedenle kimseye Jüpiter seyahatı önermiyorum. Sevgilerimle...
KAYNAK
http://ethemderman.com/gokbilimi/gokbilim-
yazilarim/item/456-jupiterin-icine-girsek-ne-olur#
JÜPİTER'İN İÇİNE GİRSEK NE
OLUR?
19
-20
ETHEM DERMANGÖKBİLİMCİ
Stephen William Hawking (8 Ocak 1942, Oxford), İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazardır.Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları arasında dünyada en çok tanınan isimdir.Stephen Hawking, Einstein'dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir. 12 onur derecesi almıştır. 1982'de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society'nin ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi) üyesidir.
Hawking sekiz yaşındayken, Kuzey Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11
yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski
okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine
karşın, o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu
yüzden onun yerine fizik öğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci
sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi. Hawking daha sonra kozmoloji (evrenbilim) üzerine
çalışmak üzere Cambridge'e gitti. O zamanlar Oxford'da evren bilimi üzerine çalışma
yoktu. Cambridge'de danışman olarak Fred Hoyle'u istemesine karşın Dennis Sciama
atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and
Caius College'de profesör asistanı oldu.
1973'de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Hawking Uygulamalı matematik
ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian
matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlemento üyesi olan
Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a
verilmişti. Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte
Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bang'le başlayıp
karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik
Kuramı'nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının
en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında
tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez
olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu
da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiği
anlamına geliyordu.
S AT WE HP GH KE İN N
21
-22
Stephen Hawking 1960'ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz (ALS)
hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak
beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti.
Ünlü bilim insanı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese
dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Şu anda Hawking, bilimsel uğraşlarında ve
günlük yaşantısında çevresinden ve ailesinden büyük destek almaktadır. Konuşmak istediği anda, elindeki
elekronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi
sıralayabilmektedir. Bu sessiz konuşan dehanın, özel bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime
bulunmaktadır. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabilmektedir. Sağlıklı insanların
konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede
kelime sıkıntısı çekmemektedir.
Stephen Hawking kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları
arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler
hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı
matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik
oluşturmaktadır. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya
kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve
milyonlarca satan “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti
getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran
“Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu
kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel
ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle
çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı'na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin
bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein'in “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman'ın
çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori
geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu
romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle
resmetme becerisi” buna imkân tanımaktadır. 2012'de “Büyük Tasarım” adlı kitabını da çıkartmıştır.
Kitaplarında genellikle bir "Yaratan"ın varlığını inkar eden Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi (Birleştirilmiş
Alan Kuramı)'ne ulaşıldığı zaman, kainat'ın yaratım sürecinde, 'Tanrı' kavramına ihtiyaç olmadığını da net bir
dille ifade eder.
Stephen Hawking Hakkında Bilinmeyenler
21 Yaşındayken birkaç yıl ömrü kaldığını söylemişlerdi.
O zamanlar yüksek lisans öğrencisi olan Hawking, yavaş yavaş sendeleme ve genel
sakarlık belirtileri göstermeye başladı.Rahatsızlığı olduğunu anlamak için test
yaptırmak üzere hastaneye gitti. Orada amyotrofik lateral skleroz (ALS) tanısı
kondu. ALS, hastaların istemli kas kontrolünü kaybetmelerine neden olan nörolojik
bir hastalıktır. Doktorlar ona büyük olasılıkla birkaç yıl ömrü kaldığını söylediler.
Uzaylıların varlığına inanır.
2008 yılında NASA'nın 50. Yıldünümü kutlamasında Hawking konuşmacı olarak bu
konudaki fikirlerini dile getirmiştir.Discovery Channel'da yayınlanan “Stephen
Hawking Evrene Yolculuk” belgeseli serisinde bir bölümü de uzaylıların varlığı
üzerine yorum yaptı.
Yerçekimsiz uçuş yaptı.
2007'de 65 yaşındayken Hawking hayatının yolculuğunu yapma fırsatı yakaladı.
Zero Gravity A.Ş. sayesinde yerçekimsiz ortamda sandalyesinden bağımsız havada
durabildi.Hawking, küresel ısınma ve nükleer savaş yüzünden insan ırkının
geleceğinin, eğer uzun bir gelecek olacaksa, uzayda olacağını belirtmiştir.
Biyolojiden hoşlanmazdı.
Stephen Hawking küçük yaşlardan beri matematiği ve fiziği severdi. Hawking
biyoloji ile ilgilenmezdi. Biyolojiyi “çok belirsiz, çok ezberli” bulduğunu söylemiştir.
Okulda kötü notlar alırdı.
9 yaşındayken notları, sınıfın en kötü notları arasındaydı. Çabalayarak notlarını
orta seviyeye çıkardı ancak, daha fazlası hiç olmadı.Bununla birlikte çok erken
yaşlarda itibaren çevresindeki eşyaların nasıl çalıştığına meraklıydı. Takma adının
“Einstein” olduğuna bakılırsa, kötü notlarına rağmen çevresi onun geleceğin dahisi
olduğunu anlamış gibi görünüyordu.İlerleyen yaşlarında, Oxford Üniveristesi burs
sınavlarında yüksek puan alarak üniversitede okumaya başladı.
'' Dünyanın en ünlü bilim insanlarından Stephen Hawking'in hayatına odaklanan “The Theory of Everything” (Her
Şeyin Teorisi) filmi , Hawking'in 60ʹlı yıllardaki yaşamını, sağlığına ilişkin kötü haberleri aldığı dönemi ve
hepsinden de önemlisi eşi Jane ile olan ilişkisini anlatıyor.Kasım ayında ABD'de vizyona giren filmin Türkiye'ye
geliş tarihi ise 27 Şubat 2015 olarak açıklanmıştır.''Kaynaklar
http://www.hawking.org.uk/
http://www.engelliler.biz/forum/alinti-yazilar/51196-stephen-hawking-1942-a.html
http://www.radikal.com.tr/hayat/stephen_hawking_filmi_cok_konusulacak-1205685
http://gelisenbeyin.net/stephen-hawking.html
http://www.log.com.tr/stephen-hawkingin-yasamini-anlatan-the-theory-of-everythingin-
ilk-fragmani-yayinda-video/
http://www.pbs.org/wnet/hawking/cosmostar/html/hawking.html 23
-24
KAPSUL PLUS
25
>26
ELEKTRONÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ
Merkezi sinir sistemi bozukluklarıyla seyreden
hastalıkların teşhisinde yararlanılan nörofizyolojik
yöntemlerin kullanılmasında uzman hekim denetiminde
çalışan kişidir.
GÖREVLERİ
- Elektroensefalografi (EEG) çeker,
- Basit sinir aleti çalışmaları (EMG çekimi) yapar,
- Polisomnografi cihazları kullanır,
- Beyin sapı uyarılma potansiyellerinin analizlerini
yapar,
- Görsel uyarılma potansiyellerinin analizlerini yapar,
- Hasta kayıtlarını tutar.
KULLANILAN ARAÇ,GEREÇ VE EKİPMAN
- Eletroensefalografi(EEG) cihazı,
- EMG cihazı,
- Polisomnografi cihazları.
MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ GENEL ÖZELLİKLER
Elektronörofizyoloji teknikeri olmak isteyenlerin;
- Fizik ve biyoloji ile ilgili ve bu alanlarda başarılı,
- İnsanlara yardım etmekten hoşlanan,
- Başkaları ile işbirliği yapabilen,
- Dikkatli, sabırlı ve sorumluluk sahibi kimseler olmaları
gerekir.
ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI
Nöroloji, KBB, psikiyatri, çocuk, göğüs hastalıkları ve
fizyoloji uzmanının gözetimi ve denetiminde resmi yada
özel hastane ve polikliniklerinin eletroensefalografi,
uyarılma potansiyelleri ve uyku ünitelerinde görev
yaparlar. Çalışma ortamları oldukça temizdir.
Elektronörofizyoloji teknikeri çalışmaları esnasında
hastalarla, hasta yakınlarıyla iletişim halindedir ve
onların duygularını anlama, sabır ve şefkatle davranma
durumundadır. Ayrıca meslektaşlarıyla, doktorlarla,
hemşirelerle iletişim içinde bulunurlar.
MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YER
Mesleğin eğitimi üniversiteye bağlı sağlık meslek
yüksekokulunun “Elektronörofizyoloji” bölümünde
verilmektedir.
MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI
Mesleğin eğitimine girebilmek için,
- Lise veya dengi okul mezunu olmak,
- Meslek liselerinin, ÖSYS Kılavuzunda belirtilen
bölümlerinden
mezun olanlar “Elektronörofizyoloji””
önlisans programına sınavsız
geçiş için başvurabilirler.
- Ayrıca mezunlar, yükseköğretime giriş
sınavlarında başarılı oldukları takdirde,
ÖSYS Kılavuzunda belirtilen programlara
yerleştirilebilirler.
EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ
Mesleğin eğitim süresi 2 yıldır. Günde 8 saat
ve haftada toplam 40 saat süreyle EEG,
Uyarma Potansiyelleri, EMG ve Uyku
Laboratuarları olan kliniklerde yaz
uygulaması vardır.
ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA
OLANAKLARI
Nöroloji, KBB, psikiyatri, çocuk, göğüs
hastalıkları ve fizyoloji
uzmanının gözetimi ve denetiminde resmi
yada özel hastane ve polikliniklerinin
elektroansefalografi, uyarılma potansiyelleri
ve uyku ünitelerinde çalışabilirler.
MESLEKİ EĞİTİMDE İLERLEME
“Elektronörofizyoloji” ön lisans programını
başarı ile bitirenler “Lisans Öğrenimine
Dikey Geçiş Sınavında (DGS)” başarılı
oldukları takdirde; ÖSYS kılavuzunda
belirtilen programlara kontenjan dâhilinde
dikeygeçiş yapabilirler.
İŞ HAYATINDA İLERLEME BENZER MESLEKLER
- Radyoloji teknikeri,
- Fizyoterapist,
- Fizik Tedavi Teknikeri.
Kaynak
http://eogrenme.iskur.gov.tr/oyscontent/Courses/Course162/
pdf/e/31.pdf
ELEKTRONÖROFİZYOLOJİ TEKNİKERİ
KAPSUL PLUS
27
>28
3 BOYUTLU YAZICI3 Boyutlu Üretim Nedir?
3 boyutlu üretim, masaüstü imalat yada ingilizce “additive manufacturing” katkısal üretim
olarak da bilinen bir üretim yöntemidir. Hızlı prototipleme olarak bilinen bu teknolojide 3
boyutlu bilgisayar tasarımı gerçek bir objeye dönüştürülür. 3 boyutlu sayısal model STL
formatına dönüştürülür ve 3D yazıcıya gönderilir. 3D yazıcı katman katman inşa ederek
gerçek objeyi oluşturur.
3 Boyutlu Yazıcı Teknolojileri
3 Boyutlu yazıcılar birçok farklı teknoloji kullanabilirler. Teknolojiler arasındaki farklılıklar
genellikle katmanların nasıl oluşturulduğu ile alakalıdır. 3D yazıcıların kullandığı bazı
teknojileri sıralamak gerekirse, Seçici Lazer Sinterleme – SLS (Selective Laser Sintering), FDM
(Fused Deposition Modelin), Stereolithograhpy en çok kullanılan 3D yazıcı teknolojileri
arasındadır.
3 Boyutlu Yazıcılar Nasıl Çalışır?
3D yazıcı teknolojileri birçok farklı teknolojiyi bir arada sunar. Bu teknolojiler, fused
deposition (bileşimli yığma), lazer sinterleme, polimer kurleme gibi sıralanabilir. Yaygın
kullanıma ve farklı tasarıma sahip olsa da temelde en çok kullanılan teknoloji “fused
deposition modeling” tekniği ile çalışan cihazlardır. Bu teknikte bilgisayarda 3 boyutlu modeli
bulunan cisim 2 boyutlu katmanlar halinde yığılarak 3 boyutlu ürün elde edilir. Bu prosesi
gerçekleştirmek ise günümüz makine imalat sektöründe hiç de zor değil, ihtiyacınız olan
şeyler 3 eksenli bir cnc ve kontrol kartı; bu kontrol kartı ve cnc ile iletişimde olabilecek bir
yazılım ve malzeme yığma özelliğine sahip bir takımdır.
FDM bir yazılım prosesi ile baslar, yazılım STL formatındaki modelleri matematiksel
olarak katmanlara ayırır ve bu katmanları üst üste inşa etmek üzere 3 eksenli cnc kontrollü
bir cihaza gönderir. Genellikle termoplastik malzemeler kullanılır. Termoplastik malzemeler
thermoset malzemeler ile karşılaştırıldığında defalarca eritilebildikleri ve belirli sıcaklık
aralığında sıvılaşabildikleri için bu teknoloji için oldukça uygun malzemelerdir.
Termoplastik malzemenin düzgün bir şekilde yığılabilmesi için erime sıcaklığına ısıtılmış bir
nozuldan ekstrude edilmesi gerekmektedir. Bu nozul bilgisayar tarafinda konrol edilerek
parça geometrisini simule edecek şekilde hareket ettirilir ve termoplastik malzemenin
yığılması ile beraber parça 2 boyutlu katmanlar halinde tablaya yığılır ve üretilmiş olur.
Bu proses günümüzde en çok hızlı prototipleme ve 3 boyutlu yazıcı alanlarında
kullanılmaktadır. 3D printing, 3 boyutlu üretim, 3D yazıcı olarak da bilinir.
3 Boyutlu Yazıcıların Kullanımı
Özel bir ürün olan XK124, camdan malzemeleri üç boyutlu olarak basabiliyor. Mesela evde kırılan bardağın diğer
eşinden üç boyutlu modelleme yaptınız. Bilgisayarı 3 boyutlu yazıcıya bağladınız ve yazdır komutunuz verdiniz. 30
dakika sonra evdeki takımın aynısı bir bardağa sahipsiniz.
3 Boyutlu Yazıcıların Amacı
Üç boyutlu yazıcılar temelde bir ürünün piyasaya çıkmadan önce son halini görebilmek için tasarlanmış
makinelerdir. Bu sayede bir ürün seri üretime geçmeden önce bu yazıcılardan çıkış alınıp son haline bakılarak
ürünün elle tutulduğunda nasıl bir şeye benzediği görülebiliyor. Bu da hem maliyet tasarrufu hem de olası
sorunların önceden görülmesini sağladığı için ciddi bir kolaylık getiriyor.
Neler çıktı alınabiliyor?
Bu nesneler arasında hareketli parçalara sahip ürünlerden, İngiliz anahtarına, insan figürlerinden,
satranç taşlarına kadar farklı seçenekler bulunuyor. Günümüzde 3 boyutlu modellemesi bulunan
hemen hemen her şey basılabiliyor. Modellemesi olmayan ürünler üç boyutlu tarayıcılarla anında
dijitalize edilip yazıcının anlayacağı formatlarda kullanılabiliyor.
3 boyutlu yazıcı ile Ay'da Üs yapılacak
3 boyutlu yazıcıların bir diğer ilginç kullanım alanı ise Ay'da üs inşa etmek. Şimdilik proje
aşamasında olan projeye göre Ay'da bulunan malzemeleri kullanabilen devasa boyutu bir yazıcı,
ay'da binalar inşa edecek. İçinde yaşanabilecek boyutlardaki binaların resimleri bile hazır. Foster
and Partners isimli İngiltere merkezli bir mimarlık firmasının projesi şimdilik hayata geçmemiş olsa
da uzun vadede çok mantıklı bir fikir olarak karşımıza çıkıyor.
3 boyutlu yazıcılardan organ üretimi
“Multifoton Polimerizayson”adı verilen bu yöntemle birlikte, 3D yazıcılara 'mürekkep' yerine yarı
plastik yarı biyomolekül özel bir madde veriliyor. Yazıcı, verilen ölçü ve şekillere uyarak milimetrik
boyutlarda yapay damarlar üretiyor. Damarın iç yüzeyini kaplayan biyomoleküller sayesinde insan
dokusuna uyumlu hale geliyor, vücudun yapay damarı kabul etmemesi böylece engelleniyor.
KAYNAK: http://kedkem.com/urunler/3-boyutlu-yazicilar/3-boyutlu-yazicilar-hakkinda-genis-bilgi-10538.htm
29-3
0
ÖLÜMÜN ŞEKİL ALMIŞ HALİ KARA MAMBA
Kara mamba (Dendroaspis polylepis), Elapidae familyasından
son derece saldırgan ve zehirli bir yılan türüdür. Anavatanı Afrika olup,
dünyanın ikinci en uzun zehirli yılanıdır.Erişkin kara mambaların ortalama boyu 2,5 metre civarındadır.
En büyükleri ise 4,5 metre kadar olabilirler. Kara mambalar isimlerini
zeytin yeşiline çalan vücut renklerinden değil, ağızlarının içindeki siyah
renkden alırlar. Kara mambanın karada yaşayan en hızlı yılan olduğu
bilinmektedir. Araştırmalara göre saatte 24 km. civarı bir hıza ulaşabilir.Kara mambanın tek bir ısırığı 100 civarı insanı öldürmeye
yetecek kadar zehir içerir. Gerekli panzehir uygulanmadığı zaman ölüm
kesindir. Ölüm oranı yüzde yüz olan tek yılandır. Kara mamba son
derece agresif bir yılandır. Kendini tehdit altında hissettiği zaman çoğu
yılanın aksine kaçmak yerine saldıracaktır. Kara mamba saldırı
pozisyonu aldığı zaman boynunu düzleştirir, yüksek sesle tıslar ve siyah
ağzı ile dişlerini gösterir. Vücudunun üçte biri kadar uzaklığa
saldırabilir. Bu da yaklaşık olarak 1.20 metreye denk gelmektedir. Bu
sayede birçok yılanın aksine kafa ve vücuda saldırır.Rahatsız edilmedikleri sürece inlerinde uzun zaman kalırlar. Kara
mamba genellikle insanlardan uzak durur. İnsanlara yaklaşmadığı gibi
onlardan da uzak yerlerde yaşamaz. Afrika´da evlerin bodrumlarında,
ahır, bahçe gibi insanlara yakın yerlere yerleştiği bilinmektedir, bundan
dolayı insanlarla karşılaşması ihtimali son derece güçlüdür. Her ne
kadar insanlarla karşılaşmaktan hoşlanmasa da, karşılaştığı zaman da
saldırmaktan çekinmemekte, bu yüzden de Afrika´da çok insanın
ölümüne sebep olan bir katil yılan olarak bilinmektedir. Kara mambalar
hem gündüz hem gece aktif olarak avlanan yılanlardır. Kara mamba
küçük hayvanları avlarken bir kez ısırır ve geri çekilerek avının felç
geçirmesini bekler. Fakat avı bir kuş olduğu zaman ısırır ve avının
uçmasına engel olmak için avını bırakmaz.
31
-32
Kara mambanın nörotoksik zehri doğadaki en etkili zehirlerden biridir. Zehirini iki adet çok uzun diş sayesinde zerk eder. Bu dişler 4cm ye kadar uzamaktadırlar. Ağzı kapalıyken bu dişler ağzın içine katlanmakta, ağzını açınca dik duruma gelmektedirler. Zehri direk olarak sinir sistemini etkiler ve kişiyi paralize eder. İçinde değişik peptitlerin karışımı bir kokteyl ihtiva etmektedir. Bu zehrin kan yoluyla sinirlere ulaşması sonucu sinir hücrelerini tamamen etkisiz hale getirmekte, sinirler işlevlerini kaybedince de, insan bir süre sonra soluk alıp vermeyi bıraktığından-sinir bağlantıları koptuğu için acı bile çekemeden, ölmektedir. Bu zehrin sinir hücreleri üzerindeki bu seri etkisi bilinmekte ancak nedenleri halen araştırılmaktadır. Birey bilek ya da parmaktan ısırıldıysa, zehir insanı dört saatte öldürebilir, ama yüz ya da gövdeden alınan bir ısırık insanı 20 dakikada öldürebilir. Tek bir ısırıkta zerk edilen zehir devasa boyutlarda olabilir, acilen panzehirle tedavi edilmezse, 10 - 20 mg arası insanlar için öldürücü olabilir. Kara mamba bir ısırışta 100 ila 400 mg. arası zehir zerk edebilir.Yol kenarında duran bir kara mamba, seyahat halindeki arabalara saldırabilmekte, araç sürücüsü camı açık seyahat ediyorsa ne olduğunu bile anlamadan ısırılabilmektedir. Yumurtayla ürerler yavruları 36-60 cm arasıdır ve bir sıçanı yutabilir. Dişi kara mamba 9-14 yumurta bırakır, yumurtaların uzunluğu 7,5 cm dir. Yavrular çok çabuk büyür, Kara mamba'nın 1 yılda 1.8 m ye çıktığı görülmüştür.
Kara mambaların karşısına çıkan aslanlar bile korkarak uzaklaşırlar ama yavrusu öldürülürse onu kimse durduramaz. Diliyle 36 kokuyu ayırt edebilme özelliğine sahiptir. Yavrusunu öldüreni en geç 7 gün içinde arar, bulursa intikamını en ağır şekilde alır. Eğer bu süre zarfında bulamazsa vazgeçer.
Yerli kabilelerden duyulan gerçek şudur. Bir kabile reisinin oğlu kara mamba yavrusunu öldürür. Kabile korkudan hayvanın leşini derin bir çukura gömer. Öldürülen
yavruya dokunan 14 kişiyi kamıştan çamurla sıvanan bir kulübeye yedi günlük yiyecekle kapatırlar saklarlar. Kara mamba intikam planlarını çok iyi bilen bir yılandır önce yavrusunu derin çukurda bulur, altıncı gece kulübenin tepesindeki küçük delikten bedenini boğum boğum daraltıp genişleterek içeri süzülür. Kabileden 14 kişiyi ünlü zehri ile öldürür. Bu konuda şuan da yaşam mücadelesi veren kabilelerin en çok korktuğu yılan türü olarak halen yerini korumaktır. Bu olaydan çıkarılan ders kara mambanın müthiş bir annelik içgüdüsü ile hareket ederek 1 hafta boyunca intikam peşinde koşan tek yılan türü olmasıdır. Kara mambanın bir damla zehri koca bir mavi balinayı öldürebilir. Unutulmaz bir film olan Kill Bill'de Ünlü oyuncu Uma Thurman 'ın savaşçı kod ismi kara mambadır. Dünya üzerinde bulunan birçok yılan türü insandan korkar. Bunların içinde Kobra ve Çıngıraklı yılan bile kaçar ama Kara Mamba asla insandan korkmaz. Malesef Kara Mambadan kaçan siz olursunuz o da sizi kovalar ve öldürmek ister. 180 santimetre uzunluğa kadar saldırabilme özelliğine sahiptir. O kadar hızlılardır ki onları hayvanlar familyasının Ferrarisi olarak nitelendirebilirsiniz. Koşan bir insanın saatteki hızı da azami 24 km. civarındadır. Olası bir kovalamaca güçler eşittir yakalanma olasılığı çok yüksektir , kovalamaca durumunda ilk yorulan siz olacaksınız ve sizi tutması ile ısırığa maruz kalmanız içten bile olmayacaktır. Yumurtadan yeni çıkmış taze yavrularında bile bir insanı öldürebilecek kadar güçlü bir zehir vardır. Ayrıca bir kaç günlük bir Kara Mamba'nın vücudun bulunan zehir 10 insanı öldürebilecek kapasitededir. Kara mamba genellikle eşiyle birlikte yasar ve görüldüğü yerde genellikle bir değil, iki adet yılanla karşılaşılmış olur.
KAYNAKLAR
http://www.n24.de
http://forum.donanimhaber.com/m_37640557/tm.htm
33-3
4
BİYOLOG OZAN ÖZTÜRK
Zehirli İğneli Canlıları ve Deniz
Chironex fleckeriDoğal habitatı kuzey Avusturalya suları
olan kutu denizanasının tentakülleri herhangi bir tehlike anında av veya
avcıya ateşlenmek üzere hazır binlerce küçük oklardan oluşan zehir ihtiva eder. Bu zehirin oldukça acı verici olmasının
yanısıra yaklaşık 60 yetişkin bireyi öldürebilecek güçtedir. Eğer kısa sürede müdahale edilmez ise tek bir dokunuşu
ile 5 dakikadan kısa bir sürede ölüm gözlenir. Bir çok kurbanı yüzeye çıkıp
sahile varamadan boğulma ya da kalp krizi gibi nedenlerden ötürü ölmüştür.
Dünya'nın en tehlikeli deniz anası olarak sınıflandırılmasında eminim ki
Avusturalya'da 1884-1996 yılları arası rapor edilen 63 adet ölümle sonuçlanan vakaların etkisi büyüktür. Bu ve benzer canlılardan ötürü Avusturalya'nın kuzey kanadı sahillerinde bir çok uyarı tabelası
bulunmaktadır.
Bantlı Deniz Yılanı | Laticauda colubrinaLaticauda colubrina
Bantlı / Şeritli deniz yılanı olarak bilinen bu tür ölümcül zehir ihtiva eder ve bu
zehir çıngıraklı yılanlarınkine göre 10 kat daha güçlüdür. Ancak bu yılanlar o kadar uysaldırlar ki, insanların yaşadığı ısırma
vakaları oldukça nadirdir. Tropikal bölgelerin (Indo-Pasifik) sığ sularında, resif
ve mangrov ormanları gibi alanlarda bulunurlar. Yaygın rastlanan ölçüler; dişi bireyler için 1800 gr ağırlığında ve 1500
cm uzunluğunda, erkek bireyler için nispeten daha ufak ve 600 gr ağırlık ve 75
– 100 cm uzunluktadırlar. Diğer deniz yılanlarından farklı olarak, hem karada
hem de denizde (amfibik) yaşayabilen bu canlılar, tek seferde 10 güne kadar karada kalabilirler. Bantlı deniz yılanları genellikle
karaya beslenme sonrası, çiftleşme döneminde ve yumurta bırakmak için çıkarlar. Fotoğraf: David Fleetham.
İğneli Vatoz | Dasyatis brevicaudata
Dasyatis brevicaudataİğneli vatoz ünlü Avusturalyalı belgesel yapımcısı Steve Irwin (Timsah Avcısı) ile yaşadığı olay sonrasında popüler olmuş bir türdür. Steve Irwin'in yaşadığı talihsiz
olayı bir yana bırakırsak, iğneli vatoz tarafından yaşanan yaralanmaların sayısı
dünya genelinde yılda 2-3 kezdir. Zehirlerini bıçağın yapısını andıran
kuyruklarında taşırlar ve köpek balıkları, balinalar gibi predatörlerden korunmak
amacı ile kullanırlar. Dasyatis brevicaudata türü, tüm iğneli vatozlar
arasında en büyüğüdür, 4,5 metre uzunluk ve 340 kg ağırlığa kadar
ulaşabilirler. Genellikle kıyıdan uzak ve kumlu-çamurlu zeminleri tercih ederler. Yaklaşıldığında, akrep gibi kuyruğunu diker ve bekler, tehlikeli değil tedbirli olarak bilinir. Fotoğraf: Brian J. Skerry.
Deniz Tavşanları | NudibranchNudibranch
Deniz tavşanları yumuşak, kabuksuz ve savunmasız
canlılardır ya da dışardan öyle görünürler. Aslında deniz
tavşanları kendileri sentezleme yoluyla ya da besinlerini
oluşturan zehirli süngerler ve deniz şakayıklarından elde ettikleri toksik bileşiklerden
faydalanarak tehlike anlarında kendilerini çeşitli salgılar yoluyla
korurlar. Bir çok deniz tavşanı (nudibranch) inanılmaz güzellikte bir renk paleti ile bizleri ve diğer
deniz canlılarını büyülese de, okyanusun derinliklerinde
uzanırken, etrafa tek bir mesaj verir; hiç lezzetli değilim.
Fotoğraf: Jeffrey de Guzman.
35
-36
Aslan Balığı | Pterois sp.Pterois sp.
Aslan balıkları olarak bilinen zehirli deniz canlıları grubundan Pterois
genusunda 9 tür bulunur. Bunlardan en bilinenleri Pterois radiata, Pterois volitans ve Pterois miles dir. Renkli görüntüleriyle ilgi çekici olan aslan
balıkları, dorsal yüzgeçlerinde bulanan iğne yapılı silah deposuyla
diğerlerini uyarır. Meraklı bir kişi iğnelerine yapacakları tek bir
dokunuş ile oldukça acı veren ve muhtemelen oldukça tehlikeli bir sokma durumuna maruz kalabilir. Aslen Indo-Pasifik sularında yoğun
populasyonları bulunan aslan balıkları günümüzde bir çok sıcak
suya yayılmış durumdadır. Bu yayılımın neticesinde yerleştikleri ortama taşıdıkları bazı ekolojik
problemlerden ötürü de son dönemlerde istilacı tür olarak
görülmektedir.Fotoğraf: Thomas Redd.
Balon Balığı | TetraodontidaeTetraodontidae
Balon balıkları 120 tür ve 19 genus ile temsil edilirler. Altın renkli kurbağadan sonra Dünya'nın en zehirli 2. omurgalısı olarak değerlendirilir. Zararsız ve sevimli bir görüntüsü olduğu söylenebilir. Balon balıkları içlerine hava ya da su doldurma
yoluyla kendilerini şişirir ve doğal ebatlarının 2-3 katına çıkarak kendilerini
yenilmez gösterirler. Bu uyarıya kulak asmayan predatörler (avcılar),
hatalarından ders çıkaracak vakit bulamadan ölümle yüzleşirler.
Karaciğerlerinde ve derisinde bulunan tetrodotoksin bir çok balığa ve insana ölümcül etki yapabilir. Japonya, Çin ve
Kore'de leziz bir yemek olarak değerlendirilir ve özel aşçılar tarafından zehirli bölümleri ayıklanarak servis edilir. Bir çok aşçının mezun olmak için kendi pişirdiği balon balığını yemesi gerektiği dedikodusu yaygındır. Fotoğraf: Getty.
İskorpitgiller | ScorpaenidaeScorpaenidae
İskorpitgiller ya da ingilizce çevirisi olan Akrep balıkları (Scorpionfish) Dünya'nın en zehirli balıklarını grupları içerisinde
bulundurur. Yüzlerce üyesi bulunan (kimine göre 388, kimine göre 201) bu grupta hemen hemen her tür, keskin
dikenlerden oluşan iğne benzeri yapılar ihtiva eder. Bu iğneler mukus yapısında
bir çeşit zehir ile zenginleştirilmiştir. İskorpitler deniz zemininde saklanma ve
pusuya düşürme yöntemleri ile beslenirler. Bir çok türün gelişmiş
kamuflaj yetenekleri vardır, öyle ki av durumundaki bir çok canlı iş işten
geçmeden bu durumun farkına bile varamaz. İhtiva ettikleri zehir kendilerini
korumada önemli rol oynamaktadır. Tropik ve sub-tropik sulara yayılmışlardır
ancak yaygın olarak Indo-Pasifik'de bulunurlar. Fotoğraf: Larry Ferlan.
Yangın Mercanı | Millepora sp.
Millepora alcicornisYangın mercanları ile temasa geçmiş
herhangi bir dalgıç eminim ki “yangın” kelimesinin neden
kullandığını çok iyi anlamıştır. Bunun nedeni küçük dikenlerine ufak bir
dokunuşun 2 gün ile 2 hafta arasında bir zaman kadar yanma
hissi vermesidir. Bu canlıların mercan olarak isimlendirilmeleri bir çok bilim
adamınca yanıltıcı bulunmaktadır. Çünkü bu polip'in (hydrozoan) deniz
analarına olan akrabalığı mercanlara olandan daha yakındır. Yangın mercanları sıcak sularda çok çabuk yayılabilir ve zehirli dikenleri
sayesinde de diğer canlıların üzerlerinde büyümesini engellerler.
Daha önce Nudibranchlar ile Symbiodinium spp. için burada
bahsettiğimiz simbiyotik ilişki, yangın mercanları için de geçerlidir.
Fotoğraf: Brian J. Skerry. 37
-38
Mavi Halkalı Ahtopot | Hapalochlaena lunalata
Hapalochlaena sp.3 belki 4 türü bulunan Hapalochlaena genusu Dünya'nın en zehirli deniz canlıları sınıfına girmişlerdir. Mavi halkalı ahtapot, bakterilerle ilginç denebilecek bir simbiyotik ilişki içerisindedir. Koloniler halinde bakterileri tükürük bezinde barındırır ve bakterilerden sağladığı toksinler bir ısırık ile
dakikalar içerisinde bir insanı öldürebilecek güçtedir. Kendisi bu zehirden hiç zarar görmez. Ayrıca bu
bakterileri besin olarak avcılığını yaptığı yengeç ve yumuşakça türlerini sindirmede de kullanır. Derileri sarı
tonlarında ve üzerlerinde mavi veya siyah halkalar bulunur. Japonya'dan Avusturalya'ya Hint ve Pasifik
okyanusu boyunca yayılım gösterir. Balon balıklarında da bulunduğunu söylediğimiz tetrodotoksin, siyanürden
10.000 kat daha güçlüdür ve panzehiri bulunmamaktadır. Fotoğraf: Jeffrey de Guzman.
Thorn Deniz Yıldızı | Acanthaster planciAcanthaster planci
Thorn deniz yıldızı olarak bilinen bu omurgasızlar mercan kayalıklarında tıpkı salgın bir hastalık gibi bir
anda yayılabilirler. Diken diken zehirli iğneler ile zenginleştirilmiş bir dişi bireyi yılda yaklaşık 100 milyon
yumurta bırakabilir. Thorn deniz yıldızı mercan kayalıklarında ürettiği çeşitli enzimleri mercan
dokusunu sıvılaştırmak için kullanma yolu ile beslenir. Dikenli bitki anlamında olan “Thorn” dikensi yapısından
ötürü gelmektedir, dikenlerinde saponin ismindeki zehiri ihtiva eder ancak bu zehiri enjekte edebilecek bir
mekanizması yoktur. Bu işi deniz yıldızını avlamak isteyen ya da ona bulaşan canlılar kendileri yaparlar. İnsanlarda saatler sürebilecek ağrılara ve hemolitik etkilerden ötürü sürekli kanamaya sebep olabilir.
Fotoğraf: Bruce Paggeot.
Resif Kaya Balığı | Synanceia verrucosa
Synanceia verrucosaResif kaya balığı bir çoklarının kendisini kaya ile
karıştırmasına sebep olan kamuflaj yöntemleri ile ünlüdür ve bu şekilde kendinden bihaber
bulunduğu bölgeden geçen kabuklu ve balıkları pusuya düşürerek avlar ve beslenir. Tehlike
anında hemen kuyruk bölgesini yere yapıştırır ve sırt kısmında bulunan 13 zehirli dikeni belirgin ve dik bir şekil alır. Resif kaya balığı, protein bazlı,
balıklar arasında bilinen, en tehlikeli zehiri ihtiva eder. Panzehiri bulunur. Pasifik ve Hint Okyanusu dolaylarında bir çok kişinin ölümüne sebebiyet
verdiği düşünülmektedir. Bu balık ile yaşanılabilecek bir olay sonrası erken müdahale son derece önemlidir ve hayat kurtarır. Fotoğraf:
Jeff Rotman.
Kurbağa Balığıgiller | UranoscopidaeUranoscopidae
Uranoscopidae ailesinde 8 genusa ait 51 (1 tanesinin nesli tükendi) tür bulunur. Hemen hemen hepsi zehirlidir ve bazılarının ayrıca
elektrik yaklaşık 50 volt gücünde ve gözlerinin arkasında bulunan bir organ yardımı ile üretilir ile çarpma durumları da söz konusudur. Göğüs yüzgeçlerini kullanarak kumlu ya da çamurlu
zeminleri kazar ve vücutlarını gözleri ve ağızları dışarıda kalacak şekilde içeri gömüp avlarının genellikle omurgasızlar ve küçük balıklar bu
pusuya düşmesini beklerler. Operkulum arkası ve göğüs yüzgeçlerinin üstünde olmak üzere 2 adet zehirli dikenleri bulunur. Fotoğraf: Wolcott
Henry.
Çizgili Yayın Balığı | Plotosus lineatusPlotosus lineatus
Çizgili yayın balığının en belirgin özelliği 2.dorsal, kaudal ve anal yüzgeçlerinin yılan balıklarına benzer kaynaşmış şeklidir. Ağız
bölgesinde 4 çift bıyık bulunur, alt ve üst çeneye eşit dağılmıştır. 1. dorsal ve pektoral yüzgeçlerinde nadiren de olsa ölümcül
olabilecek zehirli dikenler bulunur. Malezya dolaylarında mercan kayalıklarında bulabileceğiniz tek yayın balığı türü olmasına
rağmen, Indo-Pasifikde açık sularda ve lagünlerde zaman zaman rastlanılabildiği bilinmektedir. Genç bireyleri top şeklini
andırabilecek 100 kadar balıktan oluşan sürüler oluştururken, erginleri daha çok yalnız ya da 20şerli gruplar halinde
bulunurlar. Fotoğraf: Tanawat Likitkererat.
Not: Bilinmelidir ki dünya denizlerinde bulunan zehirli türler burada bahsettiğimiz
türler ile sınırlı değildir. Burada bahsi geçen türler, insanoğlunun bir şekilde
radarına takılmış, ölümle sonuçlanan vakalar oluşturmuş ya da akademisyenler
tarafından incelenmesi ile güçlü bir toksin (zehir) ihtiva ettiği bilinen türlerden, en
zehirlileri ve/veya en çok vukuata karışanlarıdır. Ayrıca bu sayfada bahsedilen bir
çok tür indo-pasifik orijinli olup, ülkemiz denizlerinde rastlanmamaktadır, ancak bu
Türkiye sularında zehirli tür bulunmaz anlamına gelmemektedir. Ülkemiz sularında
iskorpitgiller, balon balıkları ve niceleri bulunmaktadır, ancak bu sayfada
bahsedilen türler kadar etkili zehirleri ve/veya kısa sürede öldürücü etkileri yoktur.
Kamuoyunun bilgisine sunulur.
KAYNAK
http://akuaturk.com/2012/11/zehirli-ve-igneli-deniz-canlilari/#
39
-40
41-4
2
Küpe çiçeği, küpe gibi sarkık çiçekleri olan bir süs bitkisidir. Nemli, gölgelik yerlerde yetişir. Anayurdu Meksika'nın yüksek dağları, Güney Amerika ile Yeni Zelanda
adasıdır. Küpe çiçeklerinin tropik Afrika'da doğal olarak yetişen 100 türü vardır. Çoğu küpe
çiçeği kırmızı, pembe, mor ve beyaz çiçek açar. Avrupalılar küpe çiçeğini ilk olarak Güney
Amerika İspanyol sömürgesi Yeni Grenada'da görmüşler, önce İngiltere'ye sonra da 1830'a
doğru Fransa'ya getirmişlerdir. Çiçek kısa zamanda yayılmış, parklarda, bahçelerde,
evlerde yetiştirilmeye başlanmıştır. Küpe çiçeği gölgelik ve rüzgarsız yerleri sever, çiçekleri
uzunca bir zaman dökülmeden kalır.
Genellikle çalı bazende küçük ağaç büyüklüğünde olurlar. Bunlardan en çok Fuchsia
hybrida'nıın saksı çiçeği olarak üretimi yapılır.
İklim İsteğiKışın genç bitkiler 10-14°C, yaşlı bitkiler ise 4-7°C'lik bir sıcaklığa gereksinim duyarlar.
Küpe çiçeği doğrudan güneş ışığına maruz kaldıklarında yaprak ve çiçek dökülmeleri
görülür. Yüksek orantılı nem (% 70) ister. Don olaylarına çok duyarlı olan küpe çiçeklerini
Güney Ege ve Akdeniz Bölgelerimizin kıyı kesimlerinde, sert rüzgârlardan korunmalı
yerlerde yetiştirilmesi uygundur.
Toprak İsteğiKüpe çiçekleri suyu iyi akıntılı (süzek) ve organik madde içeriği zengin, nemi iyi
koruyabilen toprakları sever. Funda, gübre ve bahçe toprağının karışımı harçları sever. Ağır
sıkı topraklarda küpe çiçekleri fazla uzun ömürlü olmaz her an kökler çürüyebilir ölebilir.
Küpe çiçeği için ideal yer doğuya bakan, sabah güneşini iyi alabilen, havadar pencere önü
veya duvar dibidir.
SulamaSıcak günlerde her gün veya günde iki defa sulamak gerekir. Bu tamamen toprak yapısına
bağlıdır. Nemi tutup tutmasıyla ilgilidir. Kontrolleri daima sabah erkenden yapın toprakta
kayda değer bir nem kaybı varsa sabahları sulayın. Gün içerisinde bitkinizin toprağını
kontrol edin. Serin günlerde toprağın biraz daha nem kaybetmesini bekleyin. Aşırı
sulamaktan kaçının aksi taktirde bitkiniz ölebilir. Sulama yaptıktan sonra saksı dibinde
toplanan suyu boşaltın toprağın emmesini engelleyin. Bunun tüm süs bitkileri için
uygulanması gerekir. Sıcak havalarda bitkinizin yaprakları pörsüğünü zaman susuz
kaldığını düşünmeyin toprağı nemliyse sulamayın. Güneşli bir yerden gölgeli bir yere alın
ve yapraklarına su püskürtün.
Yetiştirme TekniğiKüpe çiçeği üretimi tohum ve çelik ile yapılır. Küpe çiçekleri ilkbahar mevsiminde (Mart
veya Nisan ayında) 15-24 derece sıcaklıklarda ekilen tohumlarıyla üretilir. Başlıca üretim
şekli çelikledir. Çelikler; ilkbahar ya da sonbahar mevsiminde üzerinde çiçek bulunmayan
uç sürgünlerinden 7,5-10 cm uzunluğunda alınır. Alınan çelikler hacim olarak eşit
miktarlarda turba ve kum karışımında köklendirilir. Ortam sıcaklığı 16°C dolayında
tutulursa, çelikler 10-15 günde köklenir.
Zararlıları ve MücadelesiKuru, tozlu, temizliğine dikkat edilmeyen yerlerde büyük bir hızla çoğalan örümcekler ve
mini beyazsinekler küpe çiçeğini çok seven zararlılardır. Yaprakların altında beslenir
yaprakları birkaç günde öldürürler. Bu parazitler sıcak ve kuru ortamları çok sevdikleri için
mücadelesini bol su püskürtmeyle yapacaksınız. Zaten Küpe çiçekleri yıkanmaya bayılır.
Sabah akşam yaprakların altına kuvvetlice su püskürtün. Çevreyi tozsuz, tertemiz, serin ve
nemli tutmaya çalışın.
C ÜAN DL R SI NLA YA I Küpe (Fuchsia)Çiçeği
Kaynaklar;
http://www.bitkilerindunyasi.com/kupe-fuchsia-cicegi-yetistiriciligi.html
http://www.ipuclarim.com/kupeli-cicegi-nasil-yetistirilir/
http://azbitki.com/kupe-cicegi
http://www.bizimbahce.net/sus-bitkileri/kupe-cicegi-fuchsia-l.htm
http://www.toprakana.net/forum/showthread.php?230-K%FCpe-%C7i%E7e%F0i-Fuschia
43
-44
BELLEK
Bellek , bilginin depo edildiği, kodlandığı ve sonradan
erişildiği işlemlerin bütünlüğüne denir.
Bellek, insan ve hayvanların hayatta kalması için tamamen gerekli ve önemli fonksiyonlar
arasındadır. 1861 yılında Pierre Paul Broca, sol frontal lob'un arka (posterior) [Broca alanı]
bölümünün hasar alması durumunun, dil faaliyetlerinde eksiklik ürettiğini keşfetmiştir.
Daha sonraları, açıkça görülmüştür ki, anlayış ve iradeli hareket gibi başka
zihinsel faaliyetler de beynin belirli bölümlerinde merkezlenmektedir.
Bellek ile ilişkili ayrık bir sinirsel sistem var mıdır?
Bu bir bellek bölgesi şeklinde midir, yoksa hafıza işlemi geniş bir biçimde beyine
yayılmış mıdır?
Öncelikle, öğrenme ve belleğin bir çok değişik formu vardır, ve
bunlardan her birisi tipik bir bilişsel özellik göstermekle birlikte,
beynin özelleşmiş sistemlerinde kendilerini gösterirler.
İkinci olarak, bellek fonksiyonu, ayrık (discrete) kodlama,
depoların birleştirilmesi ve kurtarma, geri çağırma işlemlerini
içermektedir.
Bellek, iki boyutta sınıflandırılır:
1) Depolamanın zamanlanması
2) Saklanan bilginin doğası
1.KISA VE UZUN DÖNEMLİ BELLEĞİN SİNİRSEL SİSTEMLERİ
1.1.Kısa Dönemli Belleğin İncelenmesi:
"Kısa dönemli bellek, anlık hedeflerle ilişkili enformasyonların
geçici simgelerinin oluşturulmasını sağlar."
Kısa dönemli belleğe dayanan bilgi depolama kabiliyeti,
"çalışan hafıza" olarak isimlendirilir.
Çalışan hafıza en azından iki alt sisteme ayrılır.
Birincisi sözlü enformasyondan (verbal) diğeri ise görsel-uzaysal
enformasyondan (visuospatial) sorumludur.
İdareci kontrol işlemleri tarafından bu iki alt sistem koordine
edilir. İdareci kontrol işlemleri (executive control processes),
sözlü ve görsel alt sistemlere, dikkatle ilgili kaynakları dağıtır ve
depo edilen gösterimlerin güncellenmesi, manipüle edilmesi ve
görüntülenmesini sağlar.
Sözlü (verbal) alt sistem, iki tane birbirleri ile etkileşen bileşenden meydana gelir:
1) Konuşma tabanlı bilgi (Phonological knowledge)
2) Hatırlamak istediğimiz bilgiye ihtiyacımız olduğu zaman
erişmemizi, sıralı bir şekilde hatırlamamızı sağlayan mekanizma
(Rehearse Mechanism)
Nöropsikolojik ve nörogörüntülemeye dayalı bilgiler göstermiştir
ki, konuşma tabanlı bilginin depolanması "Posterior Parietal
Korteks"'te, bu bilgiye erişmemizi sağlayan mekanizmaya dayalı
işlemler ise "Broca bölgesi"'nde gerçekleşmektedir.
Görsel-uzaysal (visuospatial) alt sistem, görsel objelerin zihinsel
görüntülerini ve bu objelerin uzaydaki konumlarını depolar. Geri
çağırılan/anımsanan (rehearsal) uzaysal ve objesel
enformasyonların, parietal, inferior temporal, extrastriate
occipital korteksteki gösterimlerin modülasyonlarını içerdiği
düşünülmektedir.
Görsel-uzaysal çalışan hafıza, nesne bilgisi (object knowledge) ve uzaysal bilgi (spatial knowledge),
olarak iki ayrı alt sistemden meydana gelir:
Çalışan hafızanın nesneler ile ilgili nöronları, ventrolateral prefrontal kortekste, uzaysal
bilgileri içeren nöronları ise, dorsolateral prefrontal kortekste sınıflanma
eğilimindedirler.
Bu üç sınıfa ait nöronların hepsi prefrontal alt bölgelerde bulunmaktadırlar.
Şekil 1: Prefrontal korteks, çalışan bellek olarak görev alır. (Rainer, Asaad, Miller_1998)
A: Örneğin ne olduğu ve nerede olduğu hatırlanmaktadır.
B: Gecikme periyodu boyunca gerçekleşen nöral ateşleme oranları ve objeye ait
enformasyonların kaydedilme bölgeleri.
45
-46
1.2.Uzun Dönemli Belleğin İncelenmesi:
"Kısa dönemli bellek, uzun dönemli belleğe seçici bir şekilde transfer edilir."Epilepsi hastalarının tedavisi için, yapılan çalışmalar sonucunda uzun dönemli belleğin
sinirsel temellerine ilişkin yeni kanıtlar bulunmaya başlanmıştır. Bu hastaların cerrahi
operasyon ile, iki taraflı olarak, hippocampus ve bu bölgenin medial temporal lobtaki
komşu bölgeleri çıkartılmıştır.
Şekil 2: Medial temporal lob ve bellek depolama
Farelerin hippocampus'undaki lezyonların, uzay
ve bağlam (context) için olan hafıza ile girişim yaptığı ve
hippocampus'taki nöronların, spesifik uzaysal
enformasyonu kodladığı gözlemlenmiştir.
İnsan beyninin fonksiyonel görüntülenmesi
sonucunda, herhangi bir uzaysal enformasyonun
hatırlanması esnasında sağ hippocampus bölgesindeki
aktivitenin arttığı, kelime, nesne ve kişiler anımsandığı
zaman ise, sol hippocampus bölgesindeki aktivitenin
arttığı tespit edilmiştir.
Belleğin bilinçli olmayan formlarından bir çeşidi,
bir işin yapılmasındaki performans şeklinde kendini
dolaylı olarak gösterir. Buna örtük bellek denir. Otomatik
davranışlarda, yani öznenin çok az bilinçli olarak işlem
yaptığı durumlarda kendisini gösterir. Daha farklı formları
da, beceri kazanma, huylara ait hafıza ve şartlandırmada
görev alır.
Bölümlü bellek, önceden duyduğumuz bir müzik
parçasını veya eskiden yaşadığımız bir olayı süreç tabanlı
olarak hatırlamamızı sağlar. Semantik bellek de, kelime
ve kavramların anlamlarını anımsamak için kullanılır.
PET ve fMRI sayesinde, sağlıklı beynin yeni bellek kurma
işlemlerini ya da var olan belleğe erişimin nasıl gerçekleştiğini
gözlemleyebiliriz.
Buradan bölümlü belleğin kodlanmasına, frontal ve medial temporal
lobun işlemlerinin katkıda bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Frontal ve
medial temporal lob aktiviteleri arasında gerçekleşen ilişki, bir deneyim
kodlanırken ve daha sonra bu deneyim hatırlanırken, gözlemlenmiştir.
Denekler, ilk önce aktivite ile ilişkili fMRI cihazı beyin taraması yaparken,
uzun kelime serilerini öğrenmişlerdir. Daha sonra kelimelerle ilgili
bellekleri, bu kelimeleri geri çağırarak test edilmiştir. Öğrenme
esnasındaki beyin aktivitesi ile anımsama esnasındaki beyin aktivitesi
karşılaştırılmıştır.
Kodlama yaparken, sol prefrontal korteks ve sol medial temporal lobun bir
çok bölgesinin aktivasyonunda artış gözlemlenmiştir. Ardından geri
çağırma aşamasında , her kelime hatırlanma ve hatırlanmama durumuna
göre sınıflandırılmıştır.
Şekil 4: Hatırlanan kelimelerin kodlandığı
bölgelerdeki yüksek aktivasyon kırmızı ile gösterilmiş,
unutulan kelimelere ait düşük aktivasyon bölgeleri ise
kesikli çizgi ile gösterilmiştir.
Semantik bilgi, bizim dünya, etrafımızı saran gerçekler, kavramlar, objeler
hakkındaki enformasyonlar, kelimeler ve bunların anlamlarını ihtiva eder.
Bölümlü bilgiden; bağlamsallığının olmaması, çevre ve şartlar ile ilişki
kuramamasından ötürü ayrılır.
Örneğin "fil" kavramını düşündüğümüzde, bu kavramı ilk öğrendiğimiz zaman
zihnimizde, resim aracılığıyla oldukça basit bir imaj oluşur. Daha sonradan bu
kavram hakkında öğrendiğimiz tüm bilgiler (canlı oluşu, yaşadığı çevre,
davranış özellikleri, çıkardığı özel ses, renginin genellikle gri olması vb...) bu
resim ile ilişkilendirilir. Bu ilişkilendirilmiş yapısal bütünlük kollektif olarak "fil"
kavramı ile uyumluluk arz eder. "Fil" kelimesini duyduğumuzda ya da file ait bir
görüntü gördüğümüzde, bu kavram ile ilişkilendirilmiş örüntülerin hepsi
anımsanır.
Semantik bilginin tek bir depolanma alanı yoktur. Kavramlara ait semantik
parçalar dağınık halde çeşitli beyin bölgelerinde bulunurlar. Her özel beyin
bölgesi, özel bir niteliği (form, renk, hareket vs.) temsil eder.
PET ve fMRI kullanılarak yapılan araştırmalar neticesinde, bilginin insan
beyninde farklı kategoriler şeklinde temsil edildiğine ait kanıtlar elde edilmiştir.
Hayvan görüntüleri isimlendirilirken, sol inferior temporal bölgelerde yüksek
aktivite gözlemlenir. Bu bölge, objelerin şekilleri ile ilgili bilgiyi temsil eder.
Eşyaların görüntülerini isimlendirmek ise, sol premotor bölgeler ve sol orta
temporal bölgeler ile ilişkilidir. Motor bölgeler, eşyaların kullanımı ile bağlantılı
hareket şekillerini temsil ederken, temporal bölgeler ise, objelerin uzayda nasıl
hareket ettiklerine ilişkin enformasyonları temsil eder.
Şekil 6: Kategorik spesifik bilgiye ilişkin nöral ilişkiler.
Araştırma Gör. Çağlar UYULAN
İTÜ Mekatronik Yüksek
Mühendisi
Kaynaklar
1)Principles of Neural Science Fifth Edition-Mc Graw Hill Medical; Eric R.Kandel,
James H.Schwartz, Thomas M.Jessell, Steven A.Siegelbaum, A.J.Hudspeth
2)Making Connections: Teaching and the Human Brain-Nobel; Renate
Nummale Caine, Geoffrey Caine
4)Learning&Memory, Basic Principles, Processes, and Procedures Fourt Edition-
Upper Saddle River; Terry W.Scott
47
-48
Sevgili Kapsül Plus Okuyucuları ;Ocak sayımızda sizlere hayatımızda çok önemli bir yere sahip olan gazetecilerden bahsetmek istiyoruz. Yıl içinde önemli gün ya da haftaların kutlaması yapılır. Kimi zaman kadın hakları dillendirilir kimi zaman insan hakları kimi zaman dünya çocuk günü kimi zamanda dünya cüzzam günü. Okullarımızda, üniversitelerimizde ve politik camiamızda “Belirli gün ve haftalar” başlığı altında yeri ve zamanı geldikçe günün anlam ve önemini anlatan programlar yapılır, paneller düzenlenir, devlet protokolleri hazırlanır. Bu yapılanların tek bir amacı vardır oda tüm dikkatleri o konu üzerine çekmektir. 10 Ocak "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak kutlanmaktadır. İşte bu günde basın organlarının yayın yapma ve halka bağımsızca haber verme özelliğine dikkat çekilmesi amaçlanmaktadır. Medya baskı altında yayın yapıyor, sansür uygulanıyor basın özgürlüğü yok gibi tartışmaların sürdüğü günlerde bu günü kutlamak çok önemli İnsanların kendi fikirlerini özgürce ifade edebilmek için doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmaya ihtiyaçları ve hakları vardır. Demokratik toplumlarda topluma bu hakkı kullanması yönünde en büyük katkıyı basın mensupları sağlamaktadır. İşte bu önemli hak olmasaydı bizde Kapsül Plus ailesi olarak sizlerle bilim dünyasında olan gelişmeleri paylaşamıyor olacaktık. Bize bu hakkı kullanma yönünde en büyük katkıyı sağlayan basın mensupları günü olan 10 Ocak "Çalışan Gazeteciler Günü'nü önemsiyor ve bu günün önemime değinmek istiyoruz.
alışan Gazeteciler Günü ilginç bir öyküye dayanıyor. 1961 Çyılınında 10 Ocak günü resmi gazetede yayınlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye
kavuştu. Şimdi ''212 sayılı yasa'' olarak bilinen düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyor.Ancak 212 sayılı yasanın çıktığı süreç başta ''babıali'de dokuz patron olayı'' olmak üzere türk basın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini tetikledi. İlgili yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronları 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yaptılar. Bildirinin altında, 9 gazete patronunun imzası vardı. Yayınlanan bildiride ise 212 sayılı yasa ile Basın İlan Kurumu'nun oluşturulmasıyla ilgili 195 sayılı yasaya yönelik tepkilerin dile getirilirken yasaların mesleki sakıncalar doğuracağı iddia edilmişti. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Sendika binası önünde toplanarak Vilayet'e kadar bir yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise Sendika'nın öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11-12-13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar.O tarihten sonra 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, "bayram" olmaktan çıkarıldı ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılmaya başladı.Basının doğru, tarafsız ve ilkeli haber verme misyonunu yerine getirebilmesi, kamuoyunu hiçbir baskı altında kalmayacak şekilde bilgilendirebilmesi için kendi iradesiyle doğru bilgiler ışığında karar verebilmesinin ve gerekli yasal prosedür ile tam bağımsızlığının sağlanması gerekmektedir. Ancak günümüzde bu hala tam anlamıyla gerçekleşmemiştir.Hiç merak edip düşündük mü; gazeteciler olmasaydı nasıl olurdu diye?Basın organları olmasaydı ülkemin dört bir köşesinde neler oluyor, kim ne yapıyor, taraftarı olduğumuz takım nerde kiminle oynuyor nasıl haberimiz olabilirdi?Basın organları olmasa ülkemizden binlerce kilometre uzakta olan herhangi bir ülkedeki bir olaydan hiç haberdar olabilir miydik? Basın organları olmasaydı dünyada ki bilimsel gelişmeleri sizlerle buluşturabilir miydik?Basın organları olmasaydı evimizde rahat bir şekilde oturup çok sevdiğimiz ''Belgeselleri'' izleyebilir miydik?
Gazetecilerde birer basın mensubudurlar. Aynı zamanda Cumhuriyet'in ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru ve temel taşlarından biridirler. Gazetecilik, fedakârlık isteyen, zor şartlarda yapılan çok önemli bir meslektir. Günümüzün en dinamik mesleklerinden biridir gazetecilik. Gazeteci; kamuoyunu aydınlatmak için günün her saatinde zor şartlarda ve sorumluluk duygusu içinde toplumu bir taraftan gelişen olaylar karşısında bilgilendirmek için haber peşinde koşar. Kaynak: http://www.dersimiz.com/belirligun-742-KIM-NERDEN-BILECEK.html#.VJ2Bp14gk
http://www.gazeteciler.com/gundem/neden-gazeteciler-degil-calisan-gazeteciler-gunu-73214h.html
Çalışan Gazeteciler Günü
49
-50
51-5
2
HABERLER
İKİ BAŞLI SEMENDER KEŞFEDİLDİ
Community Ecology Laboratuvarından Profesör Leon Blaustein liderliğinde çalışan bir araştırma ekibi iki başı olan semender kurbağa yavrusu keşfetti.
"Semender : Kuyruklu kurbağalar ya da Semenderler (Caudata ya da Urodela), iki yaşamlıların yaklaşık 500 türünün ortak adıdır.Vücutları
uzunlamasına ve uzun kuyrukludurlar. Nesli tükenmemiş olanlar Urodela olarak gruplandırılırken bilinen tüm fosil kalıntıları ve nesli tükenmiş türleri
ile beraber Caudata adı altında gruplandırılırlar"
Araştırma ekibinden Dr Ori Segev ve Antonina Plavikov, semenderlerin uzuvlarında kaza sonucu oluşan deformasyonlar daha önce de
gözlemlenmişti ama çift başlı oluşuma çok nadir rastlandığını not ediyor.http://www.bilimnedir.com/bitkiler-ve-hayvanlar/iki-basli-semender-kesfedildi
ATEŞ BÖCEĞİNİN IŞIK ÜRETEN MEKANİZMASI AÇIKLANIYOR
Ateş böcekleri iletişim kurmak için çok hızlı tekrar eden ışık patlamaları kullanır. Bu yetenek, suların kirlenmesinden ilaç testlerine hatta sokakları aydınlatan bitki ve
ağaçlara kadar bir çok farklı potansiyel uygulama alanı olan biyoluminesans denilen bir fenomendir.
"Biyoluminesans, canlı bir organizma tarafından kimyasal bir reaksiyon esnasında kimyasal enerjinin ışık enerjisine dönüştürülerek ışık üretilmesi ve ışık yayılmasıdır."
Ateş böcekleri luciferin adı verilen bir bileşen parçalandığı zaman ışık yayarlar. Bu reaksiyon için oksijen gerektiğini biliyoruz ama ateş böceklerinin ışık yayan
hücrelerine bu oksijeni nasıl gönderdiğini bilmiyoruz. Alanında tam bir sanat eseri sayılabilecek görüntüleme teknolojisi kullanarak İsviçre ve Tayvan'dan bilim
insanları, ateş böceklerinin nasıl ışık hücrelerine oksijen sağladığını belirleyebildi.https://journals.aps.org/prl/abstract/10.1103/PhysRevLett.113.258103
BEYİN ARADIĞI ŞEYİ NASIL BULUYOR?
Beyne gelen bilgi yağmurunu düşünürsek yinede beyin önemli ve ilgili nesnelere odaklanmada inanılmaz başarılıdır. Örneğin sonbaharda NFL
(Amerikan futbolu ligidir) oyun kurucuları hareket ve renklere odaklanarak nasıl çabuk kararlar verebildiklerini gösterdiler. Peki beyin bu işlevi nasıl
gerçekleştiriyor? Şimdiye kadar çok iyi anlaşılmamıştı.
Chicago Üniversitesinden bilim insanları, renk ve hareket birleşimini algılayan beynin merkez bölgesini belirledi. Belirli bir grup nöron
topluluğunun, farklı renklere ve dikkatin neye odaklandığına bağlı olarak hassas bir şekilde yön değiştirdiği keşfedildi. Journal Neuron'da yayımlanan araştırma dikkat biyolojisinin anahtar adımı olan temel nörolojik sürece ışık
tutuyor.http://www.cell.com/neuron/abstract/S0896-6273(14)00695-3
YENİ MİKROSKOP KANSERİ HÜCRE SAYESİNDE TESPİT EDEBİLİYOR
California Üniversitesinden araştırmacıların geliştirdiği yeni lens kullanmayan mikroskop, hücre seviyesinde kanser ve diğer hücre anormalliklerini tespit
edebilecek. Yeni mikroskop, optik büyük ve pahalı olan diğer mikroskoplarla aynı doğrulukta çalışabiliyor.
İcat sayesinde doku, kan ve diğer biyomedikal örnekler üzerinde yapılan incelemelerde daha ucuz ve portatif teknolojiler kullanılmasını sağlayacak.
Özellikle şehirlerden uzak noktalarda çok sayıda örnek analizi yapılması gereken durumlarda çok kullanışlı olacağı düşünülüyor.
Mikroskop bilgisayarlı görüntüleme ve teşhis cihazı California Üniversitesinden Profesör Aydoğan Özcan'ın yöntemindeki laboratuvarda
geliştirildi.http://stm.sciencemag.org/content/6/267/267ra175
İNSAN DNA'SI PRİMATLARLA PATOJEN ARASINDA SÜREN 40 MİLYON YILLIK SAVAŞIN İZLERİNİ BARINDIRIYOR
21 farklı primat türü (sincap maymunları ve insan da dahil) üzerinde yapılan DNA araştırmalarında kanda dolaşan demir üzerinde bulaşıcı
bakterilere karşı verilen evrimsel savaşın izlerine rastlandı. Bilimsel yayın organı Science'de yayınlan araştırmada elde edilen bulgular, nutrisyonel
bağışıklığın (nutritional immunity) hayati önemini gösteriyor.
Matthew Barber, "Nutrisyonel bağışıklık hakkında 40 yıldır bilgi sahibiyiz. Araştırmanın bize gösterdiği 40 milyon yıllık evrim sürecinde primatlarla
bakteriler arasındaki demir savaşı hayatta kalmanın belirleyici faktörlerinden biri olduğudur." dedi.
http://www.bilimnedir.com/saglik/insan-dnasi-primatlarla-patojen-arasinda-suren-40-milyon-yillik-savasin-izlerini-barindiriyor
İNSAN GENOMUNDA ÇİFTLİK
İnsanlar yalnız olmayı sevmez ve genleri de çok farklı değil. Beraber daha güçlü oluruz ve bu iki versiyon gen -biri anne den biri babadan- bir birine ihtiyaç duyar. Berlin Max Planck Enstitüsünden bilim insanları, yüzlerce insanın genetik yapısını
analiz etti ve her iki kromozomun ayrı ayrı genetik bilgisini deşifre etti. Araştırmacılar sadece bu görece küçük grupta dahi milyonlarca farklı gen formu
tespit etti. Bulgular ebeveynlerden gelen iki kromozomda oluşan genetik mutasyonların rastgele olmadığını gösteriyor.
Bilim insanları 2001 yılında ilk defa insan genomunu deşifre ettiklerini duyurmuştu. O günlerden bu yana binlercesi dizilendi. Yakında genetik analiz
fiyatları 1.000 doların altına düşmesi bekleniyor.http://www.bilimnedir.com/saglik/insan-genomunda-ciftlik
DIŞ KULAĞI OLMAYAN KUŞLAR SESİN GELDİĞİ YÜKSEKLİĞİ NERDEN ANLIYOR
Memelilerin aksine kuşlarda dış kulak yoktur. Dış kulak memelilerde önemli rolleri vardır, hayvanın farklı irtifadan gelen sesleri tanımlamasına yardımcı olur. Ama
kuşlarda sesin aşağıdan yada yukarıdan geldiğini algılayabilir. Technische Universität München'den araltırmacılar kuşların ses lokasyonunu algılamak için kafalarının tamamını kullandığını keşfetti. Araştırmanın bulguları PLOS ONE'da
yayımlandı.
Bahar zamanı iki karatavuk şarkı söylüyor. İkisi de dişi kuşun dikkatini çekmek için yarışıyor. Fakat doğru kişiyi bulabilmesi için dişi kuşun önce sesin nereden
geldiğini bilmesi gerek.http://www.bilimnedir.com/bilim-nedir/dis-kulagi-olmayan-kuslar-sesin-geldigi-yuksekligi-nasil-algiliyor
TİNOMOU YUMURTALARINDAKİ PARLAK RENGİN ARKASINDAKİ MEKANİZMA AÇIKLANDI
Tinamou türünün yumurtaları; ıslak mavi ve camsı kabuğun altından görünen yeşil renk.
"Tinamou: Tinamular (Tinamiformes), kuşlar (Aves) sınıfının, karinalılar (Carinatae) bölümüne ait bir takım. Kuyruk ve kanatları olup tavuklara benzerler. Karinaları vardır ancak bazı karakterleri ile karinasız kuşlara
benzerler. Güney Amerika'da yaşarlar. İyi bilinen türleri arasında gizli kuyruklu tinamu (Crypturus cinereus), inambu (Rhynchotus rufescens), tao (Tinamus tao)
yer alır."
Akron üniversitesinde yapılan keşfe göre, bu ilginç kabuğun arkasında, yumuşak üst deriyle kaplı pigmentler var. Bulgular seramik için, daha uzun ömürlü ve daha estetik yeni kaplama yöntemleri geliştirilmesini sağlayabilir.
http://www.bilimnedir.com/bitkiler-ve-hayvanlar/tinamou-yumurtalarindaki-parlak-rengin-akrasindaki-mekanizma-aciklandi