Nurten Altınok - şiirler - Yayın Tarihi: 15.05.2017 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir. Şiirlerin kopyalanması gerçek veya elektronik ortamlarda yayınlanması, dağıtılması Türkiye Cumhuriyeti yasaları ve uluslararası yasalarla korunmaktadır ve telif hakları temsilcisinin önceden yazılı iznini gerektirir. Bu doküman, şairin kendisi veya temsil hakkı verdiği kişinin isteği üzerine Antoloji.Com tarafından, şairin veya temsilcisinin beyanları doğrultusunda yayınlanmıştır. Bu dokümanın yayınlanması kullanılması dağıtılması kopyalanması ile ilgili husularda ve şiir içerikleri ile ilgili anlaşmazlıklarda Antoloji.Com hiç bir şekilde sorumlu ve taraf değildir.
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Nurten Altınok- şiirler -
Yayın Tarihi:
15.05.2017
Yayınlayan:
Antoloji.Com Kültür ve Sanat
Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerineaittir. Şiirlerin kopyalanması gerçek veya elektronik ortamlarda yayınlanması, dağıtılması Türkiye Cumhuriyetiyasaları ve uluslararası yasalarla korunmaktadır ve telif hakları temsilcisinin önceden yazılı iznini gerektirir. Budoküman, şairin kendisi veya temsil hakkı verdiği kişinin isteği üzerine Antoloji.Com tarafından, şairin veyatemsilcisinin beyanları doğrultusunda yayınlanmıştır. Bu dokümanın yayınlanması kullanılması dağıtılmasıkopyalanması ile ilgili husularda ve şiir içerikleri ile ilgili anlaşmazlıklarda Antoloji.Com hiç bir şekilde sorumlu vetaraf değildir.
Yunanistan Gümülcine doğumlu. İstanbul'da yaşıyor.İTÜ Mezunu Y. Mimar.Şair.
Nurten Altınok ve Şiirsel Dünyası
TAHLİL: 1 Nurten Altınok ve Şiirsel Dünyası
Kayıt Tarihi: 12.06.2004; Ekleyen: Mustafa Ceylan
'Huzur Limanı' kitabı üzerine bir 'tahlil'
Irmak ŞairiNurten AltınokVe“Huzur Limanı”
Mustafa CEYLAN
17 veya 20 bin civarında şairin ve şiirin “tozu dumana kattığı” bir sanalortamda tanıştım Nurten ALTINOK’ la… Bilgisayar ortamında tanışmak nasılsaöyle işte… “Huzur Limanı” isimli bir kitap yayınladığını öğrenmiştim. Adresimiverdim, istedim “Huzur Limanı” nı. Bir de baktım ki ertesi gün kitap kargodanelime tutuşturuldu. Hemen telefonuna mesaj attım.Dedim (dost, “HUZURLİMANI” kitabınızı aldım.)
Nurten Altınok’ u yemin ederim ki, tanımam! Ne sesini duydum, netokalaştım; kimdir, necidir, nasıldır inanın bilmem…Bana gönderdiği kitabınıokuyunca sanki onunla yıllarca tanışıyormuşum gibi geldi bana…
Nasıl olur dedim? Bu şair kim? Bugüne kadar neden farkına varamadım diyede kendimi sorguladım.
Kitabını bir çırpıda okudum. Anladım ki o bir “IRMAK ŞAİRİ…”
“Irmak Şairi” de nedir diye sorarsanız, “şiirleri-mısraları su gibi akan”, “birçırpıda okunan” demek oluyor. Sakın ola, “Allah, Allah; böyle bir şiir akımı mıvar ki? ” diye sormayın bana. Bana göre var. İşte, o “bana göre”isimlendirdiğim akımın mensuplarından birisi Altınok… “IRMAK ŞAİRİ…”
Eserinin ve eserindeki şiirlerinin analizine geçmeden peşinen şunusöylemeliyim: Ben bir Tv veya radyo program yapımcısı yada DJ olsam,Nurten Altınok’ un bu kitabını elimden düşürmem. Maşallah o işleri yapanlarÜmit Yaşar Oğuzcan, Nazım Hikmet vb ustaların eserlerinden başkasınıgörmüyorlar ya; neyse… Varsınlar, bir de “Huzur Limanı” nı okusunlardiyeceğim.
Kimdir bu eseri yazan? Yaşam öyküsü nedir?
Eserin arka kapağında “şiirsel bir söylem” den öğrendim merak ettiklerimi.Eserin arka kapağında yazılanlar “net” ortamındaki tanıtım yazısıyla aynıydıve şöyle diyordu:
“BU BENİM İŞTE
Yunanistan’ ın Gümülcine kasabasında doğmuşumYıl 1950 günlerden hıdrellezin 76’ sı CumartesiÖyle kaydetmiş babamHasan, babamın adıUcu katlanmış, sararmış bir kitap kokusuTemmuzun 22’si…Bizim soyadımız yok ki!Bu da azınlık olmanın kaderi…”
İşte bu noktada biraz durdum.” 22 Temmuz 1950 Gümülcine doğumlu NurtenHasan, baba adı Hasan…Çünkü “azınlık” olmanın kaderini yaşadığını açıkçaifade ediyor” dedim. Yanımda, yakınımda olsaydı Nurten Altınok, “Asla azınlıkdeğilsiniz. Oralar bizim! Bizim eller! ! ” der ve ağlardım mazlum milletolmanın kaderi üstüne…
Ağladım da…
Sonra…
Sonrası şu, okudum o şiirsel söylemi, öğrendim nerede okumuş, ilk şiirödülünü nerede almış, şiirleri nerede yayınlanmış ve hangi rumuzla? …
Ardından,
1970’ de Türkiye’ye geldiğini İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduğunu,evlendiğini, “Özlem ve Onur” adında iki evladının olduğunu, İstanbul Avcılar’da (Şu depremin vurduğu can evimizde) oturduğunu, şimdilerdeyseserbest “mimarlık” yapıp benim gibi şiir işçiliği yaptığını bir güzelceöğrendim…
Ve girdim “Huzur Limanı” na…
Serde “huzur” aramak var ya…Girdiğime pişman oldum desem yeri… Benimgibi limanı “deli fişek” bulutlarla dopdolu bir şairdi karşımdaki… Okudumşiirlerini, çevirdim kitabın arka kapağını resmine baktım.
Okudum ve baktım… Haberi bile yoktu… Okudukça konuştum onunla…Konuştum sayın Nurten Altınok’ la…
Dedim ki:
Önce “negatiften” başladım.
Dedim ona, “keşke şu şiirlerin altına “tarih” yazmasaydın! Yazmasaydın bedost! Gözüm kaçıyor işte… Aynı gün mü yazmış diye sorguluyor aklım…Madem tarih düşeceksin, kendi “cönk”ünde- kendi yazdığın defterde-çok
Şiirinin ağırlığı o tarihlerle kayboluyor. Evet, yürek gümbürtünü duyuyorum,ama şiir bir günde “birkaç tane yazılacak” kadar “kolay” olmamalı.Dostlarımdan birisi Ankara’ da çok ünlü bir “prof” u anlatmıştı, Keçiören’ denKızılay’a gelene dek otobüste üç-dört şiir yazarmış diye.. O geldi aklıma…
Var sen ne yap biliyor musun, o tarihleri alt alta yaz ve şiirin ana “tema” sınabir göz at hele…
Zira “şiir “ başka, bana göre, “manzume” başka…Hadi seninkiler ölçülü-uyaklı-ayaklı değil, yani “manzume” değil diyelim,sonra;İngiltere’ de dost bir şair kardeşim var, adı Bülent Özcan, geçen gün telefonlakonuştuk. Dedi ki. “İngiltere’ de şiir okulları açıldı. Adamlar gazetelere ilanlarveriyorlar. Şiir nasıl yazılır, ünlü bir şair olmak ister misiniz? ” diye dedi Veekledi, “burada, adam cebine yığınlarca “imge”, cümle, mısra, sözcükdoldurmuş, “şans-talih-kısmet” gibi çekiyor ve arkasına tümceyi ekliyor, onada şiir diyorlar” dedi.
Senin tarih yazmandan “negatif” bakışımla bu geldi aklıma, “Hayır! Olamaz!Olmamalı! ” dedim. İyi ki demişim. “Huzur Limanı” nı okumaya devam ettim.Okudukça “Has Şiirin” limanına demir attığımı anladım.
Tamam “samimi” olmak ve “doğru” olmak adına tarih yazmış olabilirsiniz,lâkin, “bir kelime kuyumculuğu olan şiir” i “gönül hazinenizde birazmayalandırıp” öyle sunmanız, o’ nun üzerinde hassasiyetle durmanızgerekmez mi? Sanki Özlem ve Onur hemen mi büyüdüler? Neler çektinizonların elinden, neler; düşünün hele… Şiir de şairin çocukları değil mi? ...Şair, en büyük ve en kutsal doğurganlardan birisi değil mi? Anadır şair.Evlatlarını kollayıp gözetmek ve onları beslemek, giydirmek, giyindirmek,aç-açıkta bırakmamak mecburiyetindedir. Siz bunu benden daha iyibilirsiniz…
Ancak, bugüne dek tanıdığım tüm “IRMAK ŞAİRLERİ” nde aynı özelliğigördüm….
Tıpkı bizim “OZAN” lar gibi. Sazın ile çal ve söyle…
Ben de sıklıkla yapıyorum onu ya, neyse…
N’olur bir daha tarih yazmayın kitaplarda şiir altlarına. O size “özel” kalsın…
Hakkınızda bir araştırma yapan kişi olursa ona verin “cönk”leri-elyazmalarını,; Tarihleri o bilsin ki, ne gibi “duygu fırtınalarını yaşadığınızı”yorumlasın, yazsın…
İkinci, üçüncü konular çok basit.Bunlar “fiziksel inceleme” sadece.
Unutmayın dost, matbaada her forma 16 sayfadır. Matbaalar “forma üzerineiş yaparlar, ona göre fiyat verirler.” Huzur Limanı 146 sayfa… Bir formamatbaacılıkta 16 sayfadır. 146 bölü 16 eşittir 9 forma artı 2 sayfa yapar. Buda kitabı pahalıya “mal ettiğinizin” ilanıdır. Demem o ki, “ikinci emekliliği”düşünmeden, şu “forma” işini göz önünde tutsanız bir daha ki kitapta… 16 ilebölünen sayfalarla kitabınızı oluştursanız.
Önsöz yok… İçindekiler yok…
Kendi kendime de “Ya senin ilk kitabın nasıldı be adam? ” diye soramadan daedemiyorum. Bunlar, maalesef “dumanı üstünde ilk kitap heyecanı” ileyapılan “ihmaller.” Zaten ünlü şairlerimizden çoğu da ilk yayınladıklarıkitapları “benim değil” diye “inkâr” etmediler mi?
Ancak, sizin böyle bir yolu tercih etmenize gerek yok, “ırmak şairi” dostum…Şiirleriniz çoğunluğu “hakiki şiir”…
Şiirlerinizin analizine gelince dost, şiirin şair sayısı kadar, hattâ yer yüzündekiinsan sayısı kadar tarifi vardır. Sen şiire nereden ve nasıl bakarsan, şiirdesana oradan, o şekilde bakar. “Irmak Şairi”siniz dedim, dedim ya birazcık dabu “ekol” ün yapısına değindikten sonra, sizin şiirlerinizin ruh kökünüdeğerlendirmeye çalışalım, olmaz mı?
Günümüz Türk Şiirinde herhangi bir ölçü veya vezne bağlı kalmadan,mısraları, suyun dalgaları gibi, suyun – ırmağın kendi mecrasında doğal akışıgibi dokuyan, asla bir duraksama ve zorlama-akışta bir mania ilekarşılaşması bulunmayan, adeta “sözcük sihirbazlığı” yapan şairlerin izlediğiyola ve metoda bu ismi koydum ben. Dış alemi kendi iç alemine doldurup,yerinde yaptığı muhteşem teşbihler ve iç ahenkle süsledikten sonra güzelimşiiri doğuranlar, işte “ırmak şairleri” onlar. Bazen de iç dünyalarını dışdünyanın sırtına yüklerler acımasızca. Bölüm başlarında veya sonlarında “şahbeyit-en büyük vurgulamalardan” asla kaçınmazlar. Şiir örgülerinin candamarıdır oraları. Gizli ses benzeşimlerini orada sergilerler. Sade ve yalın,fakat sihirli bir söylemleri vardır. Sanki, söylenmemişi söylemek için birkoşuda gibidirler. Sanatkârlıkları söylenmemişi söylemedeki becerileriyleözdeştir. Bu “ekol”e mensup şairlerin bir bölümü de sadece bölüm başlarındabüyük harf kullanırlar, mısra başlarında büyük harf kullanmazlar. Kimileri dedilimizdeki “inceltme” işaretleriyle, noktalama işaretlerine bile karşıdurmuşlardır. “garip üçlüsü”nden bu yana gelişen şiir kuşağımızın yenirenkleridir onlar.
Bu akımın bazı vazgeçilmezlerini şahsen ben tasvip etmiyorum. Noktalamaişaretleri ve büyük harf gibi konularda ki tutumlarını mesela…Ama olsun,gene de onları okuyor, yakından da izlemeye çalışıyorum.
“Huzur Limanı” kitabında şair Nurten ALTINOK, ırmak şairleri arasında banaen yakını diyebilirim.
İnce bir hüzün, gecenin efsunkâr kara gözleri, yalnızlığın fırtınalı girdabı veölümüne, inadına sevda… Sabahtan akşama dek bir koşturmaca içindeçırpınan şair ruhu, kendi sığınağı olan şiirinin limanına girince, bulutunağlaması benzeri sarılır mısralara, atar kendini iç dehlizlerinin dönüp duranuçurumlarına. Kendinde kendi olunca da yazmaya başlar kalemi. Altınok buişte… “beynimdeki kalabalığı sabahtan kiraladım” der “kirli bir çıkın gibizaman sandıkta naftalin kokan” dediğinde de sevgisini-aşkını-bitimsiztutkusunu özler ve ona, “unutma beni göz yaşın olayım” diye de seslenir.“Saatler yine dört sıfır” olmuştur ve bu saatlerde “geçmişe açılan kapılararalandıkça, sessizce bir şair can verir” onda…Zira, “özel rüyalar gibi gelen,gönlüne akran, gözüne yaşıt, sevdasına eşit, yalan içinde yalanı” olan,“başının en büyük belâsı” sevdiğiyle baş başadır o saatlerde. Sevdiği dağlarardında, ötelerin ötesinde olsa da; can evinin içindedir şairin. Konuşur,dertleşir bir güzel…
Altınok’ un şiirinin değişmezlerine gelince: İnce bir hüzün, gecenin efsunkârkara gözleri, yalnızlığın fırtınalı girdabı ve ölümüne, inadına sevdadırdemiştik. Baştan, bazı örnekler verelim:
“Neden Gittin” şiirinde:
“Öyle olsun, hadi git…Korkular pes etti zavallı karanlığımdaMum ışığındaKanadı kırık bir pervaneYalnızlığımı yazıyor gözyaşlarıyla..”……..
“Bekçi ağzında düdükSesi gecede büyük bir delik….her düdük sesinde balkona çıkıyorumsen mi geldin? ”………………………
“………………………Sıcaklığını kundakladığım sabah ezanlarında… KALGidiyor musun?Sensizliğin asılı bir gerdanlık gibi boynumda… KAL……………………….Ve karanlığın iki eli boynumdaBoğdu boğacakKocaman gözlerimde korkular çaresizTitreyen ellerimde yüreğimKapım ağlıyor
Çalınmayan……………………….”
“Yalnız Geceler” şiirinde:
“Yine yalnız geceleri oynuyorum kaderimle baş başaYine sessizliği / parçalarcasına / bu kaçıncıYine sen-siz-liği… ah! tutamadığım………………………..Zaman oyunu bizden yana kullanırAmorti gibi sığındığımız mutluluk………………………..Suskunluğum alaboraSabahlara sürgün gözlerimdeKör olmuşumBulutlar ağlıyor bak yıldız kaymalarında……………………….”
Sanırım bu birkaç örnek yeterlidir düşüncelerimizi sunmaya.
Ahmet Haşim kişiliğinin gecede sancılanarak şiirsel hıçkırık ve iç çağrılarınıniz düşümü yok mu bu okuduklarımızda? Var elbette. İşte “Irmak şairleri” ninçıkış noktalarından birisi bu nokta. Altınok’ da aynı yolu izlemekte. Haşim,
kendince “çirkin ve kara” saydığı yüzü sebebiyle alaca karanlıktan itibarentüm geceyi limanı sayardı. Kaçışlarının son noktası gecenin kara- zifiriörtüsüydü.
Kardelenler ve günaydınlarla, eşine-işine ve yavrularına bağlı bir şair yüreğide o ışıltılı- pırıltılı-sevinçli vede bir o kadar da yorgunluk dolu saatlersonrasında kendi tüneline girivermektedir. O tünel, çağrılarla ve haykırışlarladopdoludur Nurten’ de…O tünelde yapayalnızdır. Zaman, elbette geçecektirama, yüreği rüzgârlara takılmıştır uçup gitmededir.Dilinden ses çıkmaz, suskundur fakat, canhıraş feryatlar içindedir.
“Ayaz gecelerde üstümde gök ölüyorYalnızlığım yağıyor ayaklarımaKapatıp ellerimle yüzümü geceye inatKaranlıktan korkmuyorum / ağlamıyorumÖlüm kolay ayrılıktan”
Diyen Altınok, ağlamıyorum dese de öyle güzel ağlayan bir şair ki… Çocuklargibi ağlıyor hem de… Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk benzeri yani…Hasretin şairi olan bir gönül bu tür kıvranır ikilemlerde… Ruhunun gel-gitlerinigeceye inat elleriyle yüzünü kapatarak gizlemeye çalışır. Çünkü ağlıyordur,için için ağlıyordur…
Esasında ağlayan-acı çeken yüreklerden fışkırır şiirin hası… Bal-kaymaktasında eli olanın kaleminden ne mısralar dökülür ki diye düşünmüşümdürhep…Çile içten arıtır mısra kuyumcusunu. Gözyaşı rahatlığıdır. Göz bulutlarıyanaklarından aşağıya damla damla süzüldüğünde, içi ve dışı ışıltılarla dolar…
“Hep çoğul yaşadım seninleBir gözümde ben baktım, diğerinde senBen yattım karanlıklarda, uyandım büsbütün senBir gün ben yaşadım bedenimdeBir gün sen attın yüreğimdeNasıl kıyarım sana söyleseneSeni nasıl sürüklerim bitmeyen gecelereDedim ya, tek olsam iş kolayÖlmek işten bile değilAh! İçimde sen varsınSen varsın…Sen…”
Diyerek şahane bir “altın vuruş” yapar Altınok…
Gecelerde bilemezsiniz suyun feryadını. Bir fotoğraf seyreder gibi bakmayınsulara. İnin ırmak kıyısına yada deniz kıyısına, duyun çağrısını suyun, işitinkumsallara yapışan figanını. Korkmayın o size sizden yakındır. Hem oboynunuza taktığınız en güzel incilerin de su diplerinden çıkarıldığını bilin.Gecelerin şairi Nurten Altınok, “altın vuruş” şiirinde de bu tutkularındankurtulamıyor bir türlü… Ve ekliyor:
“Çeker giderim gecenin bir kuytusundaÖlüm kolay ayrılıktan………………………”
Geceler, yalnızlığın emzirildiği zaman anası… Ölümün usul usul ıslık çalarakgeldiği zaman dilimleridir. Karanlık hep ölümü anımsatır şaire… Ölüm iseayrılıktan kolay. Ölmek basit, ayrılık zor… Ölmek, son nefesi vermekle, ayrılıkise araya zaman ve mesafe koymakla oluşur. Ölüm, tasavvuf şiirimizin anateması. Ayrılık, halk şiirimizin temeli. Yunus Emre, ölümle ahirete veezel-ebed sevgiliye kavuşacağını söylerdi. Mevlâna, ölümü “şeb-i arus yanidüğün gecesi olarak tariflerdi. Abdülhak Hamit’in “Makber” iyle ölüme isyanbaşlamıştır diyebiliriz. Peyami Safa, Necip Fazıl ve Ahmet Hamdi Tanpınar,insanı ve ölümü metafizik açıdan yorumlamışlardır. Cahit Sıtkı ve Orhan Veli,ölümü düşünmek yerine “yaşanılan an” dan faydalanmayı yeğlemişlerdi.Ölüme bir çare bulanamayacağına göre, yaşama zevkini doya doya tatmakgerekirdi.
Huzur Limanı şairi Nurten Altınok, çaresi bulunmayan ölümün son bir nefesivermekle kolay olacağını, (çaresizliğin kolay olduğunu) bilmekte veayrılığın ölümden zor, fakat bir çaresinin olduğunu, o çarenin de sevgiliningelmesiyle- hasretin sona ermesiyle oluşacağının farkındadır.
Cahit Sıtkı ve Orhan Veli son derece açık, sade ve yalın üslupla şiirlerinikaleme almışlardır. Yaşanılan hayatın net bir fotoğrafını çekip sunmuşlardır.Sunumlarını teşbih, istiare ve mecaz gibi edebi sanatlarla süsleyipdeğiştirmemişlerdir. Yaşadıkları dünyayı pek sevmeyen Divan Edebiyatışairlerimiz ise, yaşantılarını baş vurdukları edebi sanatlarla masal halinegetirmişlerdir. Teşbih sanatının pırlanta kelimesi “gibi-kadar” kelimeleridir.Benim “ırmak şairleri” adını verdiğim, günümüz Türk Edebiyatındaki şairler,“gibi ve kadar” kelimelerini kaldırmışlar, iç alemleriyle dış evreniharmanlamışlar, birbiri üzerine bindirmişlerdir.
Nurten Altınok’un iki şiiri dikkatimi çekti. Bunlardan birisi ayrılığı anlatan veAnkara Diyarbakır seferini yaparken şehit düşen 34 erimizin anısına yazdığı“Analar Ağlamasın” başlıklı şiiri, ötekisi de gene bir ayrılığın sonucuna noktakoyan rahmetli babasına “Babam Ben Geldim” diye seslendiği şiiri. Herikisinde de Altınok, yüreğini konuşturmuş. Öyle samimi ve öyle sıcak ki…Babasının kabrini ziyaretinde;
“………………………Babam, ben geldimErik ağacının altındayımBurası çok kalabalık be babamBir o kadar da sessizYaban otlarını ayıkladımGüllerin çiçek açmamışBelki zamanı değilBiraz su döktümMezar taşını okşadımSaçın gibi bembeyazBiliyor musun……………………Ben seni çok özledim be babam” der.
“Cennet mekânın olsun” dediği babasıyla arasında geçen tatlı zamanlarıanımsar önce. Şakalaşmalarını, “Kocaman kızım” deyişini, kahvenin önündesandalyede oturuşunu, peynirle karışık lehim kokusunu, deri kasketini bir birhatırlar. Babasına “anam iyi merak etme, kardeşimle kalıyor” der ve kendiçocukları olan Özlem ve Onur’ dan haber verir. Sonra da şair, “bu aralarkafam karışık biraz” baba, dedikten sonra, kendi iç dünyasına sarılır.Rahmetli babasına benzeyen, aynı kasketi giyen, iki elinde iki poşet olan biradamın peşinden koştuğunu, yolunu kesip yüzüne baktığını belirtir. Ne yazıkki babası kabirdedir. Ve “hastanede olduğu gibi kuru ekmekleri ıslatır balkonakoyar ve kuşlarla konuşur. Kuşların “çoktandır gözükmüyor, nerede”sorusuna cevap veremez, hiçbir şey diyemez. Bir torba yem alır çınaraltındaki kumrulara-güvercinlere döker. Bayram şekeri almaya gelençocukların sorusu karşısında suskundur.. Özetle şair, babasına bırakıp gittiğiçevrenin fotoğrafını ince bir elemle takdim eder… Elemi, babasını çoközlemesinden kaynaklanır. Geri dönülmez ayrılıktan…
Mistik şiirde “fanilik gömleği” insan ve doğanın üzerinde sürekli durur. Ve“fani, fenadır.” Bu alem geçicidir. Dünya misafirhane, insan baş koltukta,ölümü bekleyen konuktur. Huzur Limanı şairinde, ölüm bir gerçektir, ancak,hayat devam etmektedir. Kuşuyla, ağacıyla, çocuğuyla…
Nurten Altınok, “Analar Ağlamasın” şiirinde, “En büyük asker bizim asker /Asker gidecek geri gelecek” diye davullu zurnalı alaylarla “asker uğurlama”geleneğimizle söze çok güzel girmiş. Gözlerinden kor bir ateşin, bağrınınortasına kor alev olarak çöreklendiği suskun bir ananın, askere uğurlananoğlunun boynuna sarılırken;
Sırtın açık kalmasınAyağın yalın-“ şeklinde fısıldamasını, “genizlerine kadar çektiği, halâ / Dünkübebeğinin kokusu / Mis kokusu..” söylemiyle doruk noktaya çıkarır. Ana ileoğulun bu esnada konuşmalarını sıralar şair. İçi titreyen, avuçları terleyen,yiğidim, canım diyerek, dualarla oğluna sarılan anasına oğlun üzme kendini,vatan borcudur bu, şunun şurası nedir ki, gider gelirim deyişini anlatır veoğulun içini bulut gibi boşaltır mısralara:
“Sen değil miydin şarkılarında çoğu zamanAsker yolu beklediğinGünü güne eklediğinSen değil miydinVatan borcu can borcu dediğinSen değil miydin ta ninnilerimdeAsker oğlum diye sevdiğinHudut kapılarını sen öğretmedin mi banaSen öğretmedin mi banaŞehit düşecek kadar bu vatanı sevmeyiBilirim hasret yakıyor içiniResimler gönderirim anamSelama durmuş askerinÇakı gibiGururla duvarına asacağınBağrına basacağın…”
Ve oğul askerdedir, nöbettedir. Özlemiştir anasını, sıcak çorbasını. Babasını,kardeşlerini, yeğenlerini; tabii ki nazlısını da… Terhis vaktidir. “Terhis oldumanam / Geliyorum / Geliyorum / Boynuna sarılmaya” diye Mehmetçik, “Bugün çok kalabalık olmalı evimiz / özlemlerle düştüm yollara / özlemlerimiyükledim de demir kanatlara / Geliyorum / Uçuyorum / Uçuyorum anam..”der. Ne yazık ki, özlemlerini yüklediği çelik kanatlar, onları taşıyamamıştır veMehmetçiklerin tabutlarını götürmüştür evlerine. Asker, anasına;
“…………………………Son mektupta kendimi postaladım sanaÇivilenmiş bir tabuttaBedenimÖzlemlerimSöyleyemediğim şarkılarımla…Çivilediler beni anaSonra, bir al bayrağa sardılar
Allı pullu bir yazma almıştım sanaHer saçını bağladığındaHer özlem çöktüğünde bağrınaSilersin diye gözyaşlarını bir ucuylaBugün onu bağla saçına anaKusura bakmaNe bilirdim ben olacağımı yazmanaİlk düşecek acı damla
Ağlama anamAnam ağlamaÖzlemlerim bulutlara takıldıEllerim yıldızlaraYüreğim,Ah,YüreğimYüreğim rüzgarlara takıldı…” diye seslenir. Nurten Altınok’ un bu şiirini kimeokudumsa yüzü- gözü ağlamaklı oldu, tutamadı göz yaşlarını. Sanki benokurken, tutabildim mi ki? ... Ben de ağladım, ağladım…
Kimileri, şiirin asli görevinin göz yaşı ve hıçkırık taşımak olduğunu söyler.Gurbet ve hüzün, bizim Anadolu insanının bitimsiz beslenme kaynağıdır.Kimileri de, mısra işçisi olan şairin, şiirinde misal olarak, bir elmanın yenilişinimi anlatıyor, şiiri okuyan dişlerini geçirdiğini hissetmeli der. Nurten Altınok,ruh girdabındaki hüznü, dış dünyanın unsurlarıyla boyar sanki… Önce ana
tema’nın etrafında birkaç tur atar, sonra, bir şahin edasıyla-hızla kendiyüreğini avuçlarına alarak, tema’nın ortasına dalar. Yüreğini tenindençıkarmakta zorlanırsa, çoğu şiirlerinde olduğu gibi parmak uçlarını vetırnaklarını geçirir yüreğine ve öyle alır avuçlarına. Bu hareketi, acıyı öncekendi can evinde çiçeklendirmek, hissetmek için yapar..
Huzur Limanı kitabında şair, gece, yıldızlar, kor ateş, bulutlar, deniz, kapı,zaman, ayrılık elinden yanıktır ve kimi zaman da dertlenip içki içer. Sarılırkadehlere… Bir “sevda depremi” yaşayan gönül düşer yollara…Fırtına, lodosve yağmurlu yolculukları sever. Kanadı kırık martılarla ağıt yakar kaderine.Kalbiyle beyninin savaşının arasında kalır.
Irmak Şairi Nurten Altınok’ u bu güzel eserinden dolayı kutluyorum. O, şiirdünAmızda parlayan bir yıldızdır. Şiir dünyamızı “Kurtlar Sofrası” na benzetirve;
“Bir nefeslik satır ayırın bana daBir diz bükümü oturmalık yerGeliyorum, ister;Tanrı misafiri deyin, ister;Kul hakkımKalemime düştü duygularımBen, sevdayımBen, şiirimBen, şarkıyımKurtlar sofrasında ben de varım…” deyiverir. O, gelmiş ve gönül meclisinde,mısra ustalığı masasında yerini almış bir şairdir. Her ne kadar;
“Boş ver… bu BEN’ imBu kavga benim…Kimse okumasa da yazdıklarımıEşe, dosta veririm…” diyerek, şiirinin ve kitabının kaderini çizmeye çalışsa da,bu mısralar artık o’ nun değil, bütün duygu dünyasının, edebiyat alemininmalıdır. Evet, imza o’ nun, ancak, şiiri görevini yapacak ve nice yüreklerdegümbürdeyecek, gözlerden yaş akıtacak, hasret trenlerinde okunacaktır.
Temmuz 2001’ de İstanbul’ da yayınlanan Huzur Limanı isimli bu eseri, bütündostlara tavsiye ediyorum. Kitap isteme adresi şöyle:
bir yapabilsembeynimi indiriversem yüreğimeönce seni unutacağımtırnaklarımla kazıyacağım gölgenitüm kokun sinmişleriaynalar paramparçagecelerışık seli akacak gözlerime
bir yapabilsemezberleyeceğim tüm küfürlerlezehir zıkkımseni yoğuracağımmayasız hamurkabaramayacaksın
kin tutar mı hiç sevenDeli'ce sevilirkensözler vardı verilmişhiç mi tutam demedin
bilemezsin gözdekiheyecanı görmedinellerden akan terihiç mi öpem demedin
yol uzak tren karagörünüyor Ankaravar mı bekleyen gardahiç mi merak etmedin
geceler yağlı kaytansensiz dolandı boynamutluluk oldu hüsranhiç mi neden demedin
söyletme be DeliDostsevmek derttir her başasırtımızda aşktan posthiç mi saram demedin
şimdi sarıl kalemede ki hatun kişiyesevdiğin kadar sevdimhiç mi akıl etmedin
birşey gelirse başaaşktan olsun ölümümgüne kalmaz gelirimhiç mi teklif etmedin.<br><br><br><CENTER>DeliDost'a...BirDeli'ye...Sevgilerimle.19.06.2006<BR>
<br><br><br><br>Ne ney kalmış ne neyzengünü batırdık tez eldenhadi gel be DeliDostdavul zurnaya desemdavul ağlar, tokmak acısıben ağlarım, yar sancısısen neylersin
Sarhoşum başım döner içmedengönül vazgeçmiyor sevmedenayrılık göründü bak tez eldenhadi gel be DeliDostcenazeme yetiş desemne imam anlar halimdenne de farkındadır hocasen neylersin..<center>Dost n’eylerse güzel eyler.Dost NEYlerse güzel eyler</center><br><br><br><br><br>Muammer Çelik’in (DeliDost’um)‘’Gül Uzatıp Gönlüme, Lâl’eylesen’’ şiirine naziredir. <embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/41/11486_27841_20061201420.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'<br><br><br><br><br>
Lodostan mıdır, poyrazdan mı?Açılıverir bazen yelkenleri yüreğinFora yelken, uyarsın komutaDüşünmezsin
Kabarır gözlerinde dalgaları hırçın bir kavganınYabandan mıdır, dosttan mı?Gelen beklenmedik müjdesi ihanetinYıkılır surları taş taş içindeki kaleninDüşersin
Geceleri bir başka olur yalnızlıkDozu biraz daha artar sanki sancınınBurulur da yürek, dünün anısına düştüğündeBir şeyler kanar içinde yaranınIsınır zaman, dağılır yalnızlığa
Geceleri bir başka olur karanlıkBir masum korku çöker içine insanınÖzlemem dediğin anlar, takılır da aklınaHangi pişmanlık hangi diyetle ödenirYarılır yürek, savrulur karanlığa
Geceleri bir başka olur suskunlukArzulara düşer bir mavinin kokusuEllerde başlar da üşüme, tepeden tırnağaBir nefeste yanılır, soluk solukKavrulur yürek, sarılır boşluğa
Geceleri bir başka olurBir başka olur geceleri yalnızın...
Her yerin buza kestiği, kaskatıBeyaz artığı zamanların soluğuDonduğunu sandığın noktadaBir bakmışsın, sancılı bir sarıNefes almak içinYarmış toprağın bağrını
Merhaba bahar
Şükürler olsun!İçimdeki umudaCan olduğuna
Şükürler olsun!İçimdeki korkuyaTörpü olduğuna
Asi bir başkaldırışınlaBeni bana sunduğunaŞükürler olsun!
uyandır beni ne olurya da bırak yağmur ıslatsın kanatlarımıyoruldum uçmaya çalışmaktanyoruldum hep verici kan olmaktan
ya yüreğim ağır geliyor bedenimeya bedenim yüreğimi taşıyamıyordeğirmen taşında gibi övütüldüm acılarımaküllerimden kuleler yaptım ateş topututuştu bakışlarımdaki yarın umudu
bir sessizliktir büyüyen şimdi göğüs kafesimdecevapsız soruları sol anahtarı açar mıhangi yelkenlidir ki o, gelir sevgi yüklüve hangi limandır adı ben olanbilen var mı
kalıyorsa uzanan ellerim havada sessizihanetidir bu sevginin yüreklerebilinmiyorsa kıymeti _seni seviyorum_ demeninipi pazara çıkmış demektir sevginin
bu kadar ucuza mı yaşadım dünlerizamlı yarınların diyetimiydi ödediğimoysa bir damla mutlu gözyaşınaömrümden ömür verirdim
bir anlasa beni....
.
.
.
.______Levent Saral'a teşekkürlerimle.._______...........'' Bu Sen misin'' in'' söylettikleri
Şöyle seninleAdam gibiKafa kafaya veripOturamadık be arkadaşTokuşturup yalnızlıklarımızı şerefeBir duru suya sarhoşOlamadık be arkadaşYılların paslanmış kimsesizliğiniMeze gibi alıp ta ortamızaÇatallayamadık be arkadaş
Dört dörtlük başlayanHer aşkın yolculuğundaBir de bakmışsınızDört dörtlük bir yalnızlık..........S a r ı l ı r s ı n ı z....................S a r s ı l ı r s ı n ı z
Acımasız bir çarkınDişlerine takılmışız bir kereÇark dönerDevran döner...
Kaç gece ağladım farkında mısınÜşüdüm dondum titredimBekledim / bir elimi tutmanıSaçlarıma neden hiç elin uzanmadıGözlerimin rengini sorsam şimdi bilir misin
Hiç mi fark etmedin / yanındaydımOkşanmak istedimHiç mi fark etmedin / kadındımKadınca sevilmek istedimŞımartılmak bir çocuk gibi / bazenÖnemsenmek / yeri geldiğinde
Kadındım / sen istediğinde sadeceYatağında / nefretimle
Tapulu mal gibiydim / hor görülenHer duvarına bin bir çivi çaktığın
Devre mülk satıldıKalemime uzanamaz artık ellerin...
Bir kapısı olmalı gözlerinFotoğraflardan bize bakanAçıp girebilmeliyim kendi bedenimeUzatıp sonra elimiTutabilmeliyim babamın eliniAnam okşayabilmeli saçımı
Bir kapısı olmalı fotoğraflarınAçıp girebilmeliyimSonuna kadar açabilmeliyim o eski teybin sesiniTavada kızartılan balığın kokusunu duyabilmeliyimYa da hissedebilmeliyim kardan donan çocuk ellerimin acısınıBir kapısı olmalı fotoğraflarınO kapıdan girebilmeliyim
Bir kapısı olmalı gözlerinFotoğraflardan bize bakan
Bu kaçıncı son geceBu kaçıncı hançer batar gün doğumlarımaÇıkar da kınından heceAğlar şiir bahtına
Bu kaçıncı son geceAvuçlarda sıkışırken yürekIsınırken ten bir başka tendeUzun yollara bohçalanır ayrılıklar
Bir daha ne zaman değecek başım ayni yastığaSarılabilecek miyim onlaraEzberlediğim bu kaçıncı son geceKaranlığında kaybolduğumNefret ettiğimGözyaşlarımı yutkunduğumİçim kan olur giderBen giderimAklım kalır geride
Yollarda soldu nefesimŞimdiHasretin en oturaklı yerindeyim…
Dört dörtlük olmasa daDördün bir ucundanYakaladık belki hayatı
Bir ucundan umutlandıkSevdik sevildik kıyısındanUcu ucuna ekmek kavgamızİki yakayı bir araya tam getirdikÇözüldüDiktikSöküldü
Dört dörtlük olmasa bileDördün bir ucundan işte
O da kayıyor mu ne
Asi bir çocuk olmuşGöğsümdeki ağrıKorkutuyor<embedsrc='http://www.saturn-soft.net/Music/Music1/MIDI/Nostalgia/guitarboston.mid'width='0' height='0' hidden='0'false' loop='true'><br> </td></tr></table>
Gün mayalanmada toprağaEsner gecenin mahmur nefesiGölgeler seğirir belirli belirsizDerin bir uyku kıpırdanırken yataktaDüşer gözkapakların hayataGüne merhabaUyanırsın isteksiz
Düşler unutulur / zehirlenir çoğu kezAni bir çalar saatin akrebindeGelmiştir paydos saati uykularınYastığın sıcacıktı başını koyduğunAh bir de rüyaların yarım kalmasaydıGüne merhabaSusturun çanları
Gün uzanır toprağa yenibaştanYa bir dalın yeşilinde filiz sürerYa doğar bir can ana candanYa ayrılır canandanDevridaim bir pompa gibi durmadanGüne merhabaBaşlar koşmaca
Denize gireceğim gece yarısıGözler çekilmiş olacak dürbünlerdenKapılar kapalıBir benBir denizBir de gecenin esrarıYıldızlarda balıklar uçuşacakKelebek kanatlarında renkDudaklarda suyun tuzlu öpüşü
____________8 mart 2005..........................kadın erkek el ele, İnsanca yaşanılası bir dünya için<table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/54/11486_27454_20061141226.GIF'>
Büyütürken nur tenimizde esmer bir ateşiAcemice mutlandık / unutup yılların acı izleriniÖdül gibi sunduk yüreklerimiziKaç kişi arzuladı bizim gibi sevmeyiKaç kişi ödedi teninde kanıyla sevişmeyi
Açtık susamıştık yorgunduk bıkkınMutlulukların bir nefeslik molasındaydıkKendi yağımızda kendimizi kavurduk
Sen koca çınarSen, koca çınar altındaki çeşmeSen anlatEzanlarla güneşin doğuşunuSen, beni anlatBeniBatı Trakya’dakiTürk’ü anlat.
Güneş şahidimdirOna sor TürklüğümüYıldızlara sor okunan mevlitleriOkuldaki sıraya sorTahtaya sorYazılan ilk kelimeyiSonraGel de şu gözyaşıma sorAktarılmayan çatıma sor...
Sen koca çınarSen koca çınar altındaki çeşmeDört yol ağzındaSeni de söktülerDalların kuruduKöklerin yeter.
İnce uzun bir yoldayımGeçiyorum sırattanYüküm bir candır, adı insanDayan be kütük köprüm dayanBekleyenim var karşı kıyıdan
Islığımda bir türkü''köprüden geçti damat''Gelini sormayın banaDerler ki düşmüş sırtımızdanBebesini sarmış da koynuna
Dayan be kütük köprüm dayanŞansımız varsa çelikten, betondanBakarsın adaylardan bir bakanDerse oy toplama zamanımızYolcum olur da geçer bir gün buradan
Aha işte o zamanKırıl beşe tam ortadanKırıl beş bine her halkandanKırıl beş milyon kere beş milyardanAcımazsa tırnağı ki o sana bakanBoşuna beklemeUmut yok ne betondan ne asmadanKöprüler geçmez bu diyardan
Benim adım eşektirAklım ancak bu kadar erir.Gerisini varın siz getirin...
Oturmuşum içmeye yıldızlar arkadaşımBoşalan kadehlerde dertlerimdir sırdaşımTek başıma gelmişim yıkılmışım sızmışımDoldur be meyhaneci doldur da ver içeyim
Haber saldım güneşe bu sabah doğmayacakYastığımdaki sensizlik beni boğmayacakUzanan ellerimde umutlar solmayacakDoldur be meyhaneci doldur da ver içeyim
Ne güzelSeni seviyorum demekSeni hapsetmek düşlere ne güzelUyanmak seninleSesinle çoğalmakBoşverebilmekSenden başka her şeyeTutunabilmek umutlaraSığınabilmek çaresizliğeGöğüs gerebilmek acıyaEl eleGöz gözeDiz dize
Ne zaman bahar gelseRotasından şaşan gemi gibiyimSahilsiz rıhtımlara demir atmanın hasretiDalga dudaklarında yakamoz gibiyimNe zaman bahar gelseAna rahmine düşen cenin gibiyim...
—Çıkarttım da içimdeki çocuğuOturdum Niyazi’nin karşısınaBir leğen dolusu su oldu dingin denizimizİki kumandadan rotasız gemimizRüzgârı lodosu poyrazı nefesimiz.
Bastırılmış duygularımız var ya hani, abdestbozanBir türlü su üstüne çıkaramadığımızYa ayıptır düşünmek ya günahYa da ‘el âlem ne der’ e kurban
Hani bitiremediğimiz işlerimiz var ya, hep yarım kalanHani söyleyemediğimiz sözlerimiz, dilimizin ucuna takılanCevaplayamadığımız sorularımızÇözemediğimiz problemlerimiz, uykukaçıranAnlatamadığımız kördüğüm sevdalarımız şiirlerdeKarşılıksız sevmelerimiz maviyi delicesineNefes almalarımız karageceler içinde
Bütün bunları ve daha niceleriniAtıverdim bir leğen okyanusun içineKonuştum sorumsuzçocuk yüreğimleOyunlar oynadım Niyazi’yleGünah çıkartır gibi acılardan
Kelimeler yetersizİmgeler sağırSözcükler anlamsızBeni yansıtmıyor yeterinceBir yerde bir şeyler eksikYetemiyorum kendimeEn güzel şiiriEn güzel tümcelerle süslemeliyimSade ve duruVazgeçemeyeceğim
Bir atom çekirdeği olmalı bir yerlerdeBulmalıyımYıldırımlarla düşmeliyim yüreklereGözlere dillere dizelere
<table width='%80' align='left'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/84/4621_25184_2005119214.JPG'>Yaşatmaktı tüm çaban bubamYorgun ellerindi tek servetin‘yarın’ öyle karanlıktı ki!İki dönüm toprağın yoktu ekeceğinOturup umut edeceğinAna yok, buba yok
Bubaların en iyisiBenim öksüzümHasan agam
Biz iki kızandık, bir de anamBilirim acıydı çektiklerin bubamBayram günlerini sormaAnlatamamÇocuktuk işte, istedik bir şeylerBulamayınca ağladık belkiAffeder misin bubam
Bubaların en iyisiBenim canımHasan agam
Aç gezdin mi bizim içinBilememSöylemedin ki
O sessiz duruşun var yaGözlerin bir noktaya çiviliÖnce ölümler yıktı seniFakirlik kırdı beliniSonra evlat hasretiHep içinde büyüttün derdiniSığındığınBir:‘’ Off! Off! ‘’
En büyük fırtınalar hortumudur sessizliğinKulakpatlatanİnme gibi iner sorular düğümgecelerimize arapsaçıÇöz, çözebilirsen formülünü aşkınÇözÇözülebiliyor musun
ÇözülebiliyorsanDüş sesime yangınkıranımYeniden alev alsın muştumavi yüreğimin gönderindeVarsınBöylesine vurdumduymaz olsun yaramızVarsınBöylesine pembe olsun yalanımızYapabilirsenYapYapabiliyor musun
YapabiliyorsanÇık gözkamaştıran güneşin ardındanSaklandığın duygu denizinin poyrazlarındanBuğulu bir mehtapmavisidir sana sunacağımBakışlarımdaki yosunyeşilinden armağanYa da adına ne dersen deMutluluk rengi gibi bir şey olur işteBilebilirsenBilBilebiliyor musun
BiliyorsanEn büyük sessizliğin fırtına çığlığınıPaylaş benimle sesiniPaylaş benimle nefesiniPaylaşabilirsen
aşka durunca deli yürekserçelerden daha ürkekısıt sevgiyi avuçlarındaumarsızca göğsüne yaslahedef olmasın bir yaban kuşuna
sev ki, sevginde huzur bulsunsev ki, bakışlarında aşkı bulsunsev ki, sana uzattığı elindeavuçlarında elini bulsunserçe ürkekliğindeki yüreğideli yüreğin mabedi olsun
bırakma uzatılan elleri, tutbir güvercin yüreğidir duyduğungözlerine vuruyorsa atardamarı aşkınsusuyorsa beynindeki art bakışlarınsar sarmala öp okşa, en deli tarafınarşa sürüklüyordur bedeninihaberin olsun...
.............................................................................Sevgili Muammer Çelik’e, şiirime esinti olan- Pir Deli Dokunuşumla Pır Diye Uçtun-adlı şiiri için sonsuz teşekkürlersevgilerimle
SıkıldımBirilerini arayacaktımHal hatır bahane benimkisiBir ses olsun istedimBir sesKahkaha gibiÇığ gibi büyüsün bendeAlıp götürsün içimdekileriPaylaşsın yalnızlığımıKaranlığımıSıkıldım
Aklıma düştünÇoktandır sesin soluğun çıkmıyorNerdesinNe yaparsınKümsüsün banaGeçenlerde aramıştım seniDuymadınGeri de dönmedinMerak ettimKümsüsün deyişim ondanSakın ha!Sonra ararım dedin içindenUnuttun gittiBahanen hazırKim bilir nerelerde yine kafanHangi çıkılmaz kuyulardaSeni özledim be
Ben de inatçının tekiyim haO aramadan aramam dedim ya bir kereArasa da açmayacağımO da merak etsinOh canıma değsinSeni özledim beBakma böyle dediğime
Bin fincan kahvenin kırk yıl hatırı varmışBiz kırk yılı da devirdik hatunBiz kahve de değildikBir yudumluk
Hadi gelBir kahve yapalım da içelimBir kırk yılı daha garanti edelimKaç kişiyiz şunun şurasındaSen de alıp başını gittinNe işin varKaracaahmet bekleme salonunda
Gonca bir gülümDikenli dalımBudamaKırılırımKırılır gecemi aydınlatan yalanKırılır gecemde avuntuŞiire düşen pembe kırılır kiEn çok buna yanarım
Hiç kaldırımlara yazmadım kara yazı seniHiç sormadım sokaklaraVar mı uğrayan yaban bir ayak iziVar mı kokunun iksiriYıkanmış olsun acemi bir yağmurdaDüşersin şiirden ki maviEn çok buna yanarım
Hangi yangınlardasınAçar mı içimdeki resimNerdesin
İşe yaramayan zamanlarını ayır bana..............................’’Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu’’Ne güzel bir şarkıdır Zeki Müren’den değil mi buHadi gel devamını beraber söyleyelimBize armağan edilen artık zamanlarımızda
Salaş bir balıkçı lokantasında içelim seninleDeniz kenarı olsa da olur, olmasa daMehtap da öyleSobaya yakın olsun masamızBen çok üşürüm, tutuşurken yüreğimFazla bir şey olmasa da olur yanındaBiraz öte beri, birkaç mezeİlla da acılı ezme / vazgeçemediğimSU yu ben sek içerimBeyaz şarabı buz gibi
Sen ne içersin peki?
İşe yaramayan zamanlarımızı bize ayıralım........................ ‘’ hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu’’Hayatın şarkısını söylemek için bir ömür boyuSevda bahçelerinin çiçeklerini hiç soldurmayalım...
Seni üzen neNeş’ene hüzün sızmış görüyorumSözlerine sitemBöyle dalıp dalıp gitmelerin uzaklaraBoşuna değil bir tanemBir başına
Al beni yanına desemYüreğinin sığınağında sakla desemKoru desemSev desemSevebilir misinYoksa
Var mı bir engelin?
Ne kadar kırılgan oluyormuş yürekler aşka düşünceBu ne biçim bir dert böyleBu ne güzel bir dert böyleİçinde biz olunca
Kaç gün oldu bilmiyorumKaç ayKaç yılSenli geçen sensiz uykuların sayısınıGünaydınım oldun her sabah farkında olmadanİyi gecelerim
Gün geldiKarabasanlarda kıvrandımSeni kıskandımİtirafımdır...
Gün geldiŞamar gibi oturdu suratıma susmalarınİçime dönükse bakışlarımBundandır...
YargılaHafifletici hiç bir nedenim yokSavunmam yokYüreğimi zincire vur hapishanendeÖmür boyu hücre cezasıylaSeni sevmem olsun en ağır suçumSevmenin sebebi yok
Açlığa yenik düştü sevgilerimizYüreklerde krizHasreti bile içimize gömdükBuz kesti ateşimizİki gönül bir oluncaSeyranlık samanlığımız bile kalmadıSustu seslerimizSustu bedenlerimizSustu hayallerimiz
Bu gece yanımda olabilmeliydinGölgeni seyredebilmeliydim holde gezinenMutfaktan bir şeyler aramalıydın veKırılmadıydı bir bardak mermerde, en kıymetlisinden-Canın sağ olsun, seslenebilmeliydim, - boş ver aldırmaYüreğinin atışını duyabilmeliydim bu gece, dalga dalgaŞekerini karıştıran bir kaşığın bardak sesine karışmalıydı sesin–Sen de ister misin?Bu gece yanımda olabilmeliydinDemleyebilmeliydik zamanı seninleDemlenebilmeliydik
En uslu dokunuşlarım gezinebilmeliydi saçlarında / düşmeden önceÇenenden tutup yüzünü bana doğru kaldırabilmeliydimKörkuyu gözlerinde dibe vurabilmeliydim özlediğimKozasında büyümeliydi mavi şafak renginde ipekten bir sevgiAyrılık nedir bilmemeliydi ve öğrenmemeliydiÖlüme bir türlü sonsuzluk dendiğini
İbadetine diz çökmüş bir bekleyişin dualarındaKokun dokunuyor önce bam teline sızımın / pan flüt eşliğindeArka fonda gözü kan çanağı yarasa geceler bekçimResimlerinde flu bir bulut / kir beyazı, pamuk dumanÇalmayın mavimi diyorum gözlerimin mayasındanAcıtıyor dudaklarımı filtresinden yanan ateşBu kaçıncı bilmemBu kaçıncı sigaram
Bu gece yanımda olabilmeliydin, çırılçıplak soyunup geçmişindenHarman yeri savrulmuş duygularıma yenik düşmüşlüğümdeKüfürlerin binini bir paraya savurduğum bu yazgıyaÖpebilmeliydin dudaklarımdan- Sus..!Bu gece yanımda olabilmeliydin
İmansız bir acının terkisinde kırbaç ıslığı sesimSus / tura
Bu gece yanımda olabilmeliydin</center></font><br><center><font color='#800000' face='arial black' size='4'><br><br>Nurten Altınok</font><Br><br><br><br><br><br><br></center></font><br>Seslendiren: NEG
Sen gül ol ben bülbülÇiy gibi dudaklarında günaydın olayımÖper misin?Kıyar mısın?Kırar mısın kanadımı umutlarımı yüklediğimGel gülüm olEn güzel şiirlerimi besteleyeyimŞarkılara inat...
”senden bilirim yok bana bir faide ey gül gül yağını eller sürünür çatlasa da bülbül’’
Yeminlerimi pişmanlığıma saydımHa bir eksik ha bir fazla...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/51/11486_27851_20061201431.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'>
Yine akşam olduHaciz gibi çöktü yüreğime yalnızlığımKim kiraladı bu karanlığı odamaGöz perdelerime uzanan eller kiminBu kalkan son vapur mu?Kumrular diyarına
Sormuyorlar, nasıl dayanıyorsun, diyeNasıl katlanıyorsun bunca acıya, tek başınaSormuyorlar!Akıllarına bile gelmiyor
Sorguluyorlar oysaNeden paket paket içiliyormuş diye
ZararlıymışHem sağlığa, hem cebeDavetiyeymiş eceleNasihat üstüne nasihat dinleKonuşuyorlar işteDersler bedava__________ Bilmez miyim
YaşamakÇok acımasız oysaCan derdi, canan derdiÖzlemi sermişiz gurbete halı misaliHele ki ekmek derdi, iş derdiHele ki çoluk çocuk derdiEkle üzerine bir de hasretiTuzumuzu kurutamadık gitti__________ Bilmez miyim
Ilık bir su gibi akıp giriyorsun duyguların haramınaİnce bir sızı oluyorsun da süzülüveriyorsun kasıklarıma
Usulca, tenimde dolaşıyor, bir türkünün nağmesinde ellerinEllerin titrek, ellerin ürkek, ellerinde kocaman bir yürek
Bir çift kumru süzülüyor avuçlarımıza yırtıp karanlığıÜrperiyorum, ürperiyor ta saç diplerim, gözlerim kapalı
-II-
Bir masal gibi başlamıştı her şeyHiç beklemediğim bir anda.Sağanak bir yağmurdu, altında ıslandığım duygularÇoktan kapatmıştım oysa yarına ait sayfalarıAralamasaydınUmut olmasaydınCevap olmasaydınSes olmasaydınİnkar eden olmasaydınBir ucu yanık asker mektubu gibiyim şimdiSağ üst köşesinde adın yazılı, yıldızlı __________Senin için *
Hiçbir zaman postalanmayacak ve hiç haberin olmayacak bendeki sendenÖzlemlerim, insanca zaaflarım olacaksın belki zaman zaman tekelimdeŞimdi olduğu gibi, şiirlerimin öznesiBüsbütünümSeninleyimYa sonra!
-III-
Toz pembe oluyor dudağımda açan gülümsemeGözlerin gözlerime değdiğindeGözlerim büyür gözlerindeNefesin nefesime değdiğindeNefesim kesilir nefesindeGitme!Canıma can ektiğindeKal!Kızıl bir gül kanıyorsa da düşlerimde
Kızıl bir gül kanıyorsa da düşlerimde rüya bozanPrematüre sevdaların küvezinde bir umuttur kanCana can katanUmut
-IV-
Bazen hiç sebepsiz düşüveriyorsun aklıma, bir kor gibiBeynim göç ediyor o zaman sınır dışı bakışlarına kaçakMatematikler altüst oluyor, hesaplarım tutarsızÇalışmıyor hiç bir fizik kuralı hepsi mantıksızİsyanlarındayımSözüm geçmiyor duygularıma
Yapışıp yakamdan silkelemek gelir seni içimdenEllerimin düğümünü çözememSeni düşünmek, seni istemek, seninle olmakSuç sa! ..Neden?Dönüp dolaşıp hep sana çıkıyor bütün yollar kayıtsız şartsızSürgün edilmiş imge fakiri şiirlerin kanayan dizelerinde
Bu şiir biter mi dersinTutuklu bulunduğum sürgün mavilerdeYa da bu şarkıYa da...
Hangi şarkıyı kim susturabildi, gönülden bestelenenKurşun yarası gibidir aşk, yüreğe saplandığındaİlk şoku atlatınca başlar ağrısı, sızısıKurşun çıkar izi kalır bir yerlerdeKabuk bağlar yaralarKüle dönüşür içindeki yangınYağmur öncesi romatizma sancısı gibidir a y r ı l ı k l a rLodoslarda kendini ele verirTırnaklanır işte o zaman bilmem kaçıncı kezKabuklar kopartılır yenibaştanSil baştan kurşun yağar yüreğineAlır götürür yağmurlar seni bir papatya falınaHani hep ‘seviyor’ çıkıyordu ya sonundaOrtasına bir türlü M koyamadığımız, yakıştıramadığımızS e v - M - i y o r
Beynim göç ediyor yine bir yerlereKime neBütün suçPapatya fallarındaki M de
img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/21/11486_26421_200512172359.JPG'Her teleğine bin bir şiir yüklediğimHer dizesine biraz mavi/SenHer beyitine biraz yeşil/Gözlerim-Görmediğin
Bu gece yine kanatlarınla uçuyorumAç düşleriniGeliyorum
Hangi deli rüzgar karışır aşık keyfimeHangi kalem yazar ölüm fermanımıBu gece yine seninle büyütüyorumGözlerine yüklediğim amansız sevdamı/Bilmediğin
Bu gece yine kanatlarınla uçuyorumAç düşleriniDüşüyorum...
‘‘ Oy kaşına gözüne kurban olduğum Oy yüreğimin dört kapısı oğlum ’’
Mübaşirin sesi duyulduAdı Hasan’dı birininDiğerinin HüseyinÇağırdığı.Soyadları yankılandıAdliye koridorlarında Bakırköy’ünDuyulmadıDuyamadımSis kaplamıştı ayak seslerini
Takım elbise altında gizlenmişti sankiİki gencecik fidanİki delikanlı yüreğiBelliydi,Yüzlerine vurmuştu ayıbıİki demir kelepçeninBileklerini hapsettiğiDuyacaktım belkiKalp atışlarınıBiraz daha yakınımdan geçselerdi
Soramadım neydi suçları
İki asker sağlı solluİki askerİkisi de silahlıGörevleriydi...Görevliydiler besbelliKaçmasın diye uçurtmalar umudaTutmuşlardı iplerini
‘’Oy kaşına gözüne kurban olduğumOy yüreğimin dört kapısı oğlum’’
Bakışlar, ok gibi ayni yöne fırladıBir kadın!Nasıl toplanır bir gözdeAyni anda bu kadar nefretKin özlem sevgiKimeydi hıncı sesinde hapsettiğiKoşmak istedi düzeltip başındaki tülbendiElinin tersiyle silip gözlerini
‘’Oy kaşına gözüne kurban ''
BitiremediYığılıp kalıverdi
Kelepçeler açılmadı!
Mübaşirin sesi duyulduHasanHüseyinDuruşma başladıHaydi içeri...
Al götür beni uzaklaraHiç kimseyi tanımadığımTanınmadığım yerlere/Senden gayri
Çocuk halimi görmek istiyorsanDiz boyu karlara götürAğlarsam göm beyaza beni
Avuçlarımda çocuk yüreğimHadi tut, attım sanaKartopu niyetineKoş yakala beni-Tutamazsın ki..!
Beyazlara götür beniÖpeceksen moraran ellerimi
İnat ettim ağlamayacağımÖzlemişim üşümeyiÇok uzaklara al götür beni
Bir odun sobası olsun odamızdaBir de yer döşeği
Yıldızları toplayalım gökyüzünden
Bitince odunumuzKıvrılır gideriz ikimizIsınırız değil mi
- Çay demledim, hadi kalk. Sobayı da yaktım. Bak sıcacık odamız. Taze yumurtahaşladım seversin diye. Köy ekmeğimiz de var, peynirimiz de. Yeşil zeytin az kalmış.Yarın kasabaya iner alırız. Eee, hadi ama…
Bakma öyle hınzır hınzırÜşürüm sonraBahanem olursunKoynuna sığınmaya
Huzur Limanı kitabımdan sonra 2. şiir kitabım Anason Kokulu Sevdalar kitabımçıkmıştır.İsteyen arkadaşlar özelime veya mail adresime yazarlarsa en kısa zamanda kitap sizeulaştırılacaktır.Selam ve sevgilerimle.
En akıllı yönlerimi bırakıyorum sizlereDünyanın bütün servetiniHarcayın durunÇözüm bulunParayaİşsizliğeBirbirine vurdurun dostu düşmanıDoyurun karnı açlarıO gözü doymayanları
Ne enim boyumu tutarNe boyum kilomuYaşım eş değil başımaBeynim dar geldiğinde tasınaGirmeyin koluma
Bir bakmışsınız esiyorum deli rüzgâr gibiTakmışım kanadıma şiirlerin ihanetiniDüşmüşüm peşine susun dilimdekiHiçbir renk güzel değildi oysa mavi gibiÖnümde durmayın o zaman, girin koluma Kim bilir hangi yıldıza takılmıştır gözüm!Hangi buluta vardır sevda sözümKiralanmıştır iki gözümYağarım kuraklarınızaGirin koluma
Bir bakmışsınız küreğindeyim bir sandalınİpek kadar hafif sallanıyor gün, deniz ve bendenizBir ilhamın doğum sancısına ebeyimdir biliniz...Yırtılır yer gök dağ taş toprak denizZehir uçlu bir olta atılırsa ıslık sesinde, koluma girmeyinizKehribar gözlü balıkların kulaklarına su kaçarÖlümün ayak izleri düşer tezgâha sergilediğinizÖnümde set durmayın o zamanZapt edemezsinizGirmeyin koluma
Bir bakmışsınız düşmüşümdür evrenin yollarınaOturur yüreğime taş gibi süt bakışı bir öksüzünPıhtılaşırken kanı günahsız bir bebeğin kundağındaAnlamsız bir savaşın yankısıdır içimdeki hüzünKaranlığıma korkular süzülürken, girin kolumaCesaretin armağanı değildir yalnızlıklarGün ışıyana kadarGirin koluma
Ne enim boyumu tutarNe boyum kilomuYaşım eş değil başımaBeynim dar geldiğinde tasınaGirmeyin koluma
Bir bakmışsınız esiyorum deli rüzgâr gibiTakmışım kanadıma şiirlerin ihanetiniDüşmüşüm peşine susun dilimdekiHiçbir renk güzel değildi oysa mavi gibiÖnümde durmayın o zaman, girin kolumaKim bilir hangi yıldıza takılmıştır gözüm!Hangi buluta vardır sevda sözümKiralanmıştır iki gözümYağarım kuraklarınızaGirin koluma
Bir bakmışsınız küreğindeyim bir sandalınİpek kadar hafif sallanıyor gün, deniz ve bendenizBir ilhamın doğum sancısına ebeyimdir biliniz...Yırtılır yer gök dağ taş toprak denizZehir uçlu bir olta atılırsa ıslık sesinde, koluma girmeyinizKehribar gözlü balıkların kulaklarına su kaçarÖlümün ayak izleri düşer tezgâha sergilediğinizÖnümde set durmayın o zamanZapt edemezsinizGirmeyin koluma
Bir bakmışsınız düşmüşümdür evrenin yollarınaOturur yüreğime taş gibi süt bakışı bir öksüzünPıhtılaşırken kanı günahsız bir bebeğin kundağındaAnlamsız bir savaşın yankısıdır içimdeki hüzünKaranlığıma korkular süzülürken, girin kolumaCesaretin armağanı değildir yalnızlıklarGün ışıyana kadarGirin koluma
Babam, bu, 5. yıl senden uzak kalışımGönderemediğim çiçeklerim yüreğimde soluyorMezarına bile gelemedim sınırlar var aramızda ama eminimSen bir yerlerden alnıma düşen teri siliyorsundur
Ben, her gün sana Kuran’dan solmayan güller gönderiyorumCennet mekânın olsun BABAM.
Ateşi düşmüşse bir kere aşkın yüreğineBırak kendini sevmelerin suyunaDün dünde kalsın geçmişiyleAcısıylaGüzelliğiyle
Gün, pişmanlık günü değilDünün yanılgılarını sürdürmek hiç değil
Bembeyaz bir sayfa aç şimdi kendine hiç kullanılmamışRektifiye edilmiş bir yürekleUnuttuğun renkleri güneşinCanlanacaktır gözlerindeGöreceksinDelikanlı çağındaki o tatlı heyecanın hiç değişmediğiniAcısı bile güzel gelecek özlemlerinKavuşma anını düşündükçeSıcacık bir eli kavramanınBakabilmenin sevginin gözlerine
İçindeki kelebek kozasından çıktı çıkacakEngellemeKelebeğin sesini dinle
O seste bestelen şarkı sensinUmutlarınYarınlarınSevdaların
O seste bestelen şarkı sensinKırma kanadını notaların
İçindeki kelebek kozasından çıksınBırak sarsın seni ipeğiyle
Bembeyaz bir sayfa aç şimdi hiç kullanılmamışKıvılcımı düşmüşse eğer aşkın yüreğineYap bu iyiliğiYap kendine
bilir misin bir ayak sesinin bestelenmesinianahtar çevirmelerindegecelemeyi pencere köşelerinde-sokak başlarını sessizlik tutmuş korkuyorum-bilir misin bir elin hasretini / sıcacıkbir tende gezinişinibir yüreğin beslenişini / dişlenen dil kanıylabilebilir misin?
‘’.Gelsen kapıma / sarılsan boynumakadınım desen / öpsen okşasan / hiçbir şey olmamışçasına...sofralar hazırlasam sanakuş tüyünden yastık yatak yorganoturup televizyon seyretsek / eski Türk filmlerindenmaziye sürükleyerek gençliğimiziişlerden bahsetsek / arabanın tamirinden-lastiklerin de değiştirilmesi lazım kışa kadar-hayat pahalılığındanbenzine yine zam gelmiş / iki milyonu geçmiş litresi, desekFenerbahçe’nin üç yıldızından konuşsak / kızdırsam seniiktidardakilerden / iktidarsızlıklardan söz etsek.
çekilsek odamıza sonra / el etek misali
dolapta soğuk karpuz vardaha karpuz kesecektiknereye? .
bilir misin her geceher birinin farklı sonu olanbunun gibi bir sürü senaryonunbeynimde nasıl şekillendiğiniyaşattığı acıyı bilir misin
Mutlanmıştım oysaZannedip önemsendiğimiEllerinden öpecektim ya
Öyle olsun be gülümBoş verAldırma...<table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/50/11486_27450_20061141223.GIF'>
Tarifsiz bir boşluktur geride bıraktığınSarhoş kasırgaların dolaştığı saçlarımdaBaşıboş dönüyor saman yolunda yıldızlar veDüşüyor başıma, rayından çıkmış koca dünyaBugün de yoksun!
Adresini yitirmiş şiirlerin dizelerindeTomurcuğa durmuştu mavi umut sevdalarNefesten yakındın bana dualarımdaTanrıya yakardığım açılan avuçlarımda
O sen miydinTozu dumana katan rüyalarımdaO sen miydinUzanıp da tutamadığımTutup da uyanamadığımO sen miydinÖpüp koklayamadığım!
Hangi zamansız zamanlarda yakalandım sevgineKi hazırlıksızdımKi niyetsizdim sevmeyeDünden hazır gibiydim oysa yenilmeyeO sen miydinİçimin paslı kilitlerini açan anahtar
Ne zaman gelmiştin senHabersiz ve de davetsizBulandırıp suyunu aşkınNe zaman gitmiştin senGelişinle mi başlamıştı yangınlarGidişinle mi alevlenmiştim
Ne zaman geldinNe zaman gittinBüyüyor içimdeki kara delikBu gün de yoksun!
Günleri saatlere böldümAyları çarptım saniyelerleBir çizik daha attım yüreğimeGün uzadı gölgesinde
<br><br><br><br><br><center></center><br>Mavi'ydi adı, benim taktığımHaberi bile olmadı
Haberi bile olmadı sunulan cennettenYazılan hiçbir şiirden
ŞimdiDilini bağladım şiirlerin SUS'ta susuyorum!
‘' İbadetine diz çökmüş bir bekleyişin dualarındaKokun dokunuyor önce bam teline sızımın / pan flüt eşliğindeArka fonda gözü kan çanağı yarasa geceler bekçimResimlerinde flu bir bulut / kir beyazı, pamuk dumanÇalmayın mavimi diyorum gözlerimin mayasındanAcıtıyor dudaklarımı filtresinden yanan ateşBu kaçıncı bilmemBu kaçıncı sigaram ''</center><br><br>Ayrılıklar pek o kadar dokunmuyor adamaHamurun yoğrulmuşsa ıraklaraAlışılır buna da zamanla
<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/58/11486_34958_20068242348.JPG'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><font color='#CCOOFF' face='arial black' size='3'>İçim içime sığmıyorBir telaş ki, o kadar güzel olur işteKuzum geliyor bugünAnasının kınalısıAnasının yürek yarasıOy, başımın tacı benim.Oy, gurbet kuşum benim
Yavrum geliyorÖZLEM’im geliyor
Kara gözlerini özlediğimBurnumun sızısı geliyor
Dokunmayın keyfime…
23/12/2005</font><Br><center><font color='#00008B' face='arial black' size='3'>.Sürpriz yapayım demişAnasına haber vermemişİzin alıp komutanındanONUR’um da geldi Ankara’danİstanbul’da kar var bugünEvimde bayram
<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/70/11870_27770_2006119938.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/08/11870_27908_20061211035.JPG'></center><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/09/11870_27909_20061211036.JPG'></center><br><center><marquee scrollamount='1' direction='up' loop='true' width='580'height='400'></center><font color='#000000' face = 'Helvetica, Arial, Verdana' size='+1'><br>soğanı bir yumrukta tuş ederdikbağdaş kurduğumuz yer sofrasındayanında bir tencere kurufasulyebir desti de soğuk yayıkayranıayni tasta başlardı kaşık savaşı
burası ninemin karpuz tarlası.....köyün çayı geçerdi yanıbaşından..........yılanlar tıslardı...............biz korkardık....................çocuktuk
karpuza bıçak değmezdi tadı kaçmasın diyetutup kulağından en büyüğünü vururduk yereçatlayınca ortasından ikiyegöbeğinden başlanırdı elle yenmeyekabukları atılırdı ineklere
burası ninemin karpuz tarlası.....köyün yolu geçerdi yanı başından..........köpekler havlardı...............biz korkardık....................çocuktuk
üzümlere ben düşerdibiz güneşten önce bağa-elimizde şırakokulu sepether kütüğün bir adı vardıkimi çavuş'tu kimi hafızaliher üzümün bir başka koruk tadı-bir başka gökkuşağı rengi
burası ninemin yukarı mahalledeki bağı.....köyün mezarlığı vardı yanı başında..........oynayamazdık yakınında...............biz korkardık....................çocuktuk
dam dolusu inek, öküz, danaağıl dolusu koyun, kuzumaşrapayla içirirdi ninem taze sağılmış sıcacık sütüyayık sesleriyle başlardı gün, uyanırdıkgaz lambalarıyla devam ederdi geceimece usulü soyulurdu mısır koçanlarıayrılırdı taneleri gündöndülerin başlarından dövülerekgölle kokusu karışırdı yaz sıcağı terine kadınların maniler eşliğinde
burası ninemin evi.....kocaman bir dut ağacı vardı avluda..........çıkamazdık dallarına...............biz korkardık....................çocuktuk
büyüdük, okullu olduk / okudukbüyüdük koca adamlar olduk sonundakimimiz mühendis / kimimiz doktor olduksığamadık çocuk dünyamıza daraldıkkoptuk köyümüzden şehirli oldukmemleketimizden olduk / ekmek kavgasınatezek kokularını mazota boyadıkasfaltlar döşedik köyyolu çiçekyüreğimize ağaçsıztopuklu ayakkabılarımızda unuttuk-yalınayak toprağa sıcacık basmasını
unuttuk güneşin doğuşunu unuttuk batışınıunuttuk bir baş soğanı toprağa dikmesiniunuttuk bir folluktan taze yumurta alıp içmesiniunuttuk bir meyveyi dalından koparmasınıunuttuk ekmeklik hamurun mayalanmasını
-değer miydi?-diye, düşünüyorum şimdi
sözlerimiz vardı verilmiş yarınlara, dönecektik / tutamadıkçıkamadık yaşam kanunlarının dışına / kopamadıkbiz korkardıkyılandan, köpekten, yalandan.....çocuktuk..................büyüdük...............................korkak kaldık
soğanı bir yumrukta tuş ederdikbağdaş kurduğumuz yer sofrasındayanında bir tencere kurufasulyebir testi de soğuk yayıkayranıayni tasta başlardı kaşık savaşı
burası ninemin karpuz tarlası.....köyün çayı geçerdi yanıbaşından..........yılanlar tıslardı...............biz korkardık....................çocuktuk
karpuza bıçak değmezdi tadı kaçmasın diyetutup kulağından en büyüğünü vururduk yereçatlayınca ortasından ikiyegöbeğinden başlanırdı elle yenmeyekabukları atılırdı ineklere
burası ninemin karpuz tarlası.....köyün yolu geçerdi yanı başından..........köpekler havlardı...............biz korkardık....................çocuktuk
üzümlere ben düşerdibiz güneşten önce bağa-elimizde şırakokulu sepether kütüğün bir adı vardıkimi çavuş'tu kimi hafızaliher üzümün bir başka koruk tadı-bir başka gökkuşağı rengi
burası ninemin yukarı mahalledeki bağı.....köyün mezarlığı vardı yanı başında..........oynayamazdık yakınında...............biz korkardık....................çocuktuk
dam dolusu inek, öküz, danaağıl dolusu koyun, kuzumaşrapayla içirirdi ninem taze sağılmış sıcacık sütüyayık sesleriyle başlardı gün, uyanırdıkgaz lambalarıyla devam ederdi geceimece usulü soyulurdu mısır koçanlarıayrılırdı taneleri gündöndülerin başlarından dövülerekgölle kokusu karışırdıyaz sıcağı terine kadınlarınmaniler eşliğinde
burası ninemin evi.....kocaman bir dut ağacı vardı avluda..........çıkamazdık dallarına
büyüdük, okullu olduk / okudukbüyüdük koca adamlar olduk sonundakimimiz mühendis / kimimiz doktor olduksığamadık çocuk dünyamıza daraldıkkoptuk köyümüzden şehirli oldukmemleketimizden olduk / ekmek kavgasınatezek kokularını mazota boyadıkasfaltlar döşedik köyyolu çiçekyüreğimize ağaçsıztopuklu ayakkabılarımızda unuttuk-yalınayak toprağa sıcacık basmasını
unuttuk güneşin doğuşunu unuttuk batışınıunuttuk bir baş soğanı toprağa dikmesiniunuttuk bir folluktan taze yumurta alıp içmesiniunuttuk bir meyveyi dalından koparmasınıunuttuk ekmeklik hamurun mayalanmasını
-değer miydi?-diye, düşünüyorum şimdi
sözlerimiz vardı verilmiş yarınlara, dönecektik / tutamadıkçıkamadık yaşam kanunlarının dışına / kopamadıkbiz korkardıkyılandan, köpekten, yalandan.....çocuktuk..................büyüdük...............................korkak kaldık
<center>Varma üstümeEşeleme küllerini zamanınKolay olmadı esen rüzgarlara kafa tutmamKolay olmadı poyrazlarda ayakta kalabilmemSütliman bir denizin adasındayım şimdiKocaman bir yanardağ içimdePatlamaya hazır gibi
Varma üstümeÇocuktur yüreğimTez kanar bir elma şekerine
Sen değil miydin geri tepen umutlarıSen değil miydinElinin tersiyle itenVe sen değil miydinKendini başkalarına aşık bilenBen’in Ben olmadığımı söyleyenSen değil miydin?Oysa sen, hep o sen’dinBiliyordunSustunÜstüne gitmek olamazdı sevgininBiliyordumSustum
Varma üstümeÇocuktur yüreğimDoğru söyler ne söylerse
Yağmur kokusu var gözlerimde şimdiKorkuyor muyum ne! ..<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/26/11870_27126_2006172336.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><br>
Hiç zamanı değildi, hiç değildi gelmeninDurduk yere çözmenin, düğümlerini sevgininYosun tutmuş renklere, maviyi sevdirmeninHiç zamanı değildi, hiç değildi sevmenin
Zamansız bir baharın, ipten dönüşü gibiYenibaştan dalların, çiçek açması gibiUyuyan bir düşmanı, ininden söker gibiHiç zamanı değildi, hiç değildi görmenin
Yokmuş aşkın zamanı, ne sevmenin zamanıAyazında gecenin, bir alevin çıbanıUmut olup yarına, can katmaya canınıHiç zamanı değildi, hiç değildi bilmenin
İstanbul güzelİstanbul’da yaşamak güzelİstanbulİstanbul kadar güzel
Varsa han hamam katınVarsa araban yatınVarsa doların markınİstanbul çok güzelİstanbul’da yaşamak güzel
Bir de kurdun mu işiniUmursamazsın kriziniVer elini Rumeli HisarıBebek Tarabya SarıyerHepsi inci inciBir fincan çayda içilir BoğaziçiBir kase yoğurtla mayalanır KanlıcaEminönü bir bulut gibidirYağar avuçlarınaBaştan başa ayak sesi SirkeciTozlu raflardaki kitaptırOkunmayı bekleyen bab-ı ali
Bitmez ki saymaklaBoşuna mı demiş şairBir semtini tanımayaYetmez bir ömür diye
İstanbul güzelİstanbul’da yaşamak güzelİstanbul, İstanbul kadar güzel
Varsın olmasınHan hamam kat yatınİstanbul’daNefes almak bile güzel...
Üç beş baldırı çıplakŞam ŞeytanıVurdular İstanbul'uİstanbul'un orta yerinde.....! ’’ *
Naci Kasapoğlu
İSTANBUL'UN ORTA YERİNDE GÖZLERİM VARDI
İstanbul’un orta yerinde ben vardımÇemberlitaş’taÇemberlitaş’ın yanıbaşındagölgesi hani uzanır ya Kapalıçarşı’yasu bulsa akacak ya Cağaloğlu’ ndan aşağıya
__________İstanbul’un orta yerinde gözlerim vardı__________vuruldu, Mısır Çarşısı’nda...
İstanbul’un orta yerinde ben vardımSulatanahmet’te, Dikilitaş’ın serinliğindeezanlarında secdeye durunca yürekler camilerdesessiz kaldı güvercinler servilerin gölgesindeMurat çeşmesinin gözlerindeki tarihi nuryansıyordu Ayasofya’ dan Yerebatan’a
__________İstanbul’un orta yerinde gözlerim vardı__________vuruldu, Topkapı Sarayı'nda...
İstanbul’un orta yerinde ben vardımSirkeci Garı'ndan kalkan trenlerin hüznündeBüyük Postane'den gönderilen mektuptumBabıali' nin kitap kokusuydum zarflarda
__________İstanbul’un orta yerinde gözlerim vardı__________vuruldu, Mahmutpaşa’da...
İstanbul’un orta yerinde ben vardımsahafların dar sokaklarında sararmış yaprakÇınaraltı’nda çay keyfindeki bardakKapalıçarşı’nın altın vitrinlerinde barak
__________İstanbul’un orta yerinde gözlerim vardı__________vuruldu, Teknik Üniversitesi’nde...
İstanbul’un orta yerinde ben vardımHaliç'in sularında altın boynuzasma köprüleinde inci gerdanlıkGalata köprüsünden atılan oltaydım
__________İstanbul’un orta yerinde ben vardım__________vuruldu yüreğim ah Piyerloti'de...
Bu dünya böyledir can, böyle kurulmuş bu düzenPeşinden kovaladığın kaçar senden, düşer düşündenZamansız bir hazandır beklemediğin, hazırlıksız yakalandığın poyrazlardaKaçarsın kovalandığından oysa, ödemesini ertelemiş borçlu gibi
Kesişemez açıları doğruların, hayat raylarındaHep bir yerlerde yeşerir ah’larHep bir yerlerde sulanır s uYa sensindir boğulan karadaYa da ben, düşmüşümdür peşine, kırık kanatlarımın
D ö kDilinin eteklerinde birikmiş kanlı irin sözleri dizelerine__________ r a h a t l a y a c a k s a n..!
S ö kGözlerinin karasına dikilmiş şafak rengine boyadığın feri__________ h a t ı r l a y a c a k s a n..!
Ç ö zGelin kemeri kızılı bağlanmış sarı umut lüleyi parmağından__________ s o l u k l a n a c a k s a n..!
Sırça gönül tahtına oturttuğun sultanın anısınaYakıver bir ışık, en fazla, iki mumluk
O da senin s a l t a n a t ı n olsun …<embedsrc='http://www.saturn-soft.net/Music/Music1/MIDI/Chanson/AznavourLaBoheme.mid'width='0' height='0' hidden='0'false' loop='true'><br> </td></tr></table>
Hangi kelamdaHangi sevdadaHangi kalem kırılırVe de hangi davadaNamert olunur
Ben kalem olsamKırılmamGider yakarım bedenimi ateşlerdeGelir yıkarım sözlerimi dizelerdeBelki bir bebenin ısınır diye avuçlarıBelki bir sevdanınYaşanır diye anılarıSusmamUmut bu ya!
Ben kalem olsamKırılmamKendi ellerimle geçiririmŞiiri kendi boynumaSusmam
Ya yoksan iskelede!Bir kez uçuyordum / mesafesizNe bitmez bir yoldu bu
Bir adın vardıDesemKeserler beniDemesemBitirir bu dert beniÇok sevmiştim seni
Sevdayı ezberlettim martılara susam susamHer duama amin’i/ Ki dualarımdınVe de sevdamVe de sevdiğimDinle şimdi;Dalgalar adın adın konuşuyorRüzgar sen senKokunu taşıyor
Karaköy - Kadıköy arasıİstanbul vapuruÇarp üçle parmaklarınıSonra ekle biziBunca yıl özlemBunca yıl sırNe çok sevmiştim seni
Çok mu gençtim neÇok mu eskiyiz şimdiAdını Unuttum DesemİnanmaBu sevda ne zaman biterBiter mi
Karaköy-Kadıköy arasıİstanbul vapuruBir var/mış, bir yok/muş şimdi...
“ebruliiiihanım eliaçan”bir bahçeleri olmadıbir evleri oldu oysaderme çatma birkaç eşyaoradan buradan toplamayola bakıyordu camlarıNazım Hikmet ’i okuyordu“o mavi gözlü bir devdiminnacık bir kadın sevdi”
kaderleri miydi “mavi dev”binlerce şiir arasından seçilenyarınları mıydıhey gidi koca Nazım Hikmet heygel de gör şimdinasıl ağlıyor bak bir kadınzengin bir cücenin koynunda yitirilenarkasından o adamın
unutulur mu zamanla devleşen gecelerher gün biraz daha büyürken yalnızlıkher köşe başında duran sanki O dev adamdönüp bakacak diye umutlanıyorgecelerine bir ıslıkıslak bir mendil gibi yanan alnınadudak olacak sanıyor...
mavi gözlü dev bir gecede yitirilen devşimdi anlıyor kisevdalara mezar oldubahçesinde ebrulihanımeliaçmayan ev...
Gizem sinmiş dizelerine şiirinMavinin her tonunda bir sır perdesi gibisinAçsam kollarımı saracak gibiyim yerineYeri göğü sen diyeNerdesin! ..
Bir yanım deniz mavisiSenBir yanım gök mavisiYine senKavuşmuyor parmak uçlarımÇaresizliğim sarıp sarmalamış güneşi
Konuş..!Ateş aşkına
Gök düşmüş denize peşinde sisYıldırımların çizdiği en büyük tuvaldesinAçsam kollarımı saracak gibiyim gürültüsünü geceninYetişmiyor nefesine nefesimNerdesin! ...
Yaşıyorken bir müziği ruhumda seninle bitimsizGözlerin olup bitenlerden habersizDuruyor elvedaya günbatımlarında
Gitme! ..Aşk aşkına…
Can verir bedenimde binlerce canHelalleşirim kendimleİki elim iki yakanda
Kal...!Dua aşkına…
Görmüyor musunBeden ateş olmuş geceyeArzular volkanHaydi yak şimdi yüreğini eteklerimdeki lavdan /SoğumadanHaydi yan şimdi avuçlarımdaki hardan /Korkmadan
Büyük yangınların büyük olur dumanı…<table width='%80' align='left'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/21/11486_25621_200511201623.JPG'><embedsrc='http://www.saturn-soft.net/Music/Music1/MIDI/PopRock/greatestloveofall.mid'width='0' height='0' hidden='0'false' loop='true'><br> </td></tr></table>
Seni, senden çok yönetmek isteyenlereDur diyebiliyor musunYüreğini koyabiliyor musun avuçlarınaDüşünmeVer o zamanVer bana
Bir çizgi çizebiliyor musunDün ile yarın arasınaBenden önce benden sonra diyeBaşını geri çevirmeGel o zamanGel bana
Yüreğinde bir şeyler kaynıyorsaTereddütlerin zaman kaybıysaMerak ettiklerin seni aşıyorsaÇekinmeSor o zamanSor bana
Gün geliyor bütün yollarımı kapatıyorsunCehennem çukurunda gözlerimGün geliyor eşleşiyor duygularAdımı aradığım bütün ipuçlarındaOB en miyimDe o zamanDe bana
Bir şeyler varsa içinde benden yanaAdımı fısılda bileyimSeviyorsan durmaHadi gelGel o zama NGel ban A
yürekte ayaz bir sevdaözlemi duyulan ve unutulanheyecanlarımız / gençliğe dairyedi yamalı bohça gibi gecelerdekarabasan yalnızlığımız
sessizizbir o kadar aceleci yürekbir o kadar SUsuyoruz
zaman darzaman acımasızfarkındayız
zor olmamalıyeni anın zamanını yakalamakvarsa bir sen yaşayan sen’deve o sen ’de sevda kırıntılarıçoktan tükendi sokak satıcılarıkendi aşını kendin yapma zamanı
bir gül sunsonsuzluğahedefini bulsun...
not: Thusanami şiirine ithafen yazılmıştır. Teşekkürler sayın Oğuzkan Bölükbaşı
Biliyorum gözbebeğim yüreğinin sancısınıAşağısı sakal tükürsen yukarısı bıyık, nafileBıçak değil ki acıtan yaramızıBu bir yazgıEn büyük çubuğu çekenin elinde kalıyor hüzünler
Hangimiz çizebildik mutluluğun projesiniHangi tasarımızda vardı belimizin kırılmasıBiz miydik hep kabahatliHiç mi suçu yoktu hırsızlarınİpotek koyarken yarınlarımızaGençtikYakıyordu ateşimiz bedenimiziGençtik saftık acemiydikGençtikMaşa gibi kullandık mazeretlerimiziAçtık sonuna kadar yüreklerimiziKapatsak biz yanacaktıkYanacaktı tenimiz
AçtıkSusamıştıkİnsandık
Parantez içinde bir nottu mutluluğumuzAz öz ve kısacıkYa da bilinmeyen bir kelime idi aşkBir türlü öğrenemediğimiz tadınıVermeyi bilemediğimizdi belkiBelki almayıBelki adresler yanlıştıBelki kişilerBelki zamanı değildi sevmenin
Oysa tam zamanıydı sevişmenin
Acılara neden tam on ikiden vuruldukDaha ne kadar beklemeliyiz ve neyi
Zaman aşımına az kaldı umutlarınAşağısı sakal tükürsen yukarısı bıyık
Sen İstanbul’u bilmezsin a çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi
Resimlerden tanırsın asma köprüleriCamileri çeşmeleriŞarkılardanÇamlıca ’yı Kanlıca’ yı Boğaziçi’niİstanbul’da yağmur nasıl yağar sicim sicimNasıl sele dönüşür caddelerdeNasıl çiğnenir ayaklar altında karUmut umutBilemezsinBilemezsin denizin sarı-yeşil, mavi-mor renginiHele bir de vurdu mu lodosAzdı mı köpük köpük dalgalarTanıyamazsın martıların sesini
Sen Beyoğlu’nu bilmezsin a çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi
Tarihi, vitrinlerinde sergiler gibidir OBir renk cümbüşüdürBir insan seli, akar giderArka sokaklarda yaşananları gizlercesineSır perdesiÖrtünce cibinlik gibi karabasan gece yürekleriBir yerde birilerinin sızlar gözbebekleriYitirilmiş gençlik midirGelinlik midirO da bilmez kiKimse sordu mu acabaİlk aşkı kimdiYa daYaşayabildi mi
Sen İstanbul’u bilmezsin a çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi
Ayağında delik deşik ayakkabısı bir çocuk çorapsızSırtı donmuş tek gömlek kazaksız hırkasızKim bilir hangi han kapısında sabahladı kaç geceYa da hangi köprünün altında, rüzgarla koyun koyunaBilemez sorsanSon yemeği hangi öğündü neydi kiminleVe de en son sarılışı anasına ne zamandı şefkatleKimse sordu mu acaba ilk oyuncağı neydiTinerden önceYa da neydi aradığı
Sen İstanbul’u bilmezsin a çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi
Umutların nasıl bir gecede kondu ya döndüğünüVe bir sabahın seherinde nasıl yıkıldığını gözyaşlarıylaBilemezsin gökdelenlerde kimler yaşar ne yaparCaddelerde bu koşturmaca niye nereyeAçılan pankartlarda ne yazar üniversiteliNe ister memuru işçisi emeklisi işsizi
Sen İstanbul’u bilmezsin çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi
Bir büyük düştür İstanbulBir büyük tiyatro sahnesiTaşı toprağı altın oldu mu bilemem amaUmutlar çoğu kez ayaklar altında ezildi
Sen İstanbul’u bilmezsin a çocukHiç yaşamadın ki burada dört mevsimi...
Sulu gözlüm benimÖ z l e m’ im, kızım...................O n u r’ um, oğlum...................Şanlı askerim
Yük olmak istemem hiç birinizeSevinçlerimi paylaşın yeterNe düşüyorsa alın kıssadan hisseDertlerimKalsın benimle
Bir hatır sorun aradabirBayramdan bayrama olsa daİyi olduğunuzu bileyimBen hep iyiyim merak etmeyinGeceleri korkmuyorum artık karanlıktanSabaha kadar açık evin tüm ışıklarıTanımadığım kişilere kapıyı açmıyorumMerak etmeyin ekmeksiz de kalmıyorumGeceleri korkmuyorum artık yalnızlıktanDört duvar resimlerinizle konuşuyorum<tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/13/11486_26413_200512172348.JPG'>
Sulu gözlüm benimÖ z l e m’ im, kızımİyiyim merak etme güzeller güzelimSardunyalarım çiçek açtı biliyor musunElim takıldıBirinin kırıldı dalıSesimdeki hüzün ondandırDün yolda rastladımSeni sordularSelamı var arkadaşlarınınBoynuma sarıldılarTatilde yine gelecek dedim senden içinGelirsin değil miG e l / irsin tabi<tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/14/11486_26414_200512172348.JPG'>
İşlerim iyi merak etmeSağlığım daO n u r’ um, oğlumŞanlı askerim
Yakışıklım benim, delikanlımNe de yakışmış üstüne askeri formaAllah nazarlardan koruyaNe zaman büyüdünüz sizNe zamanYok be oğlum ağlamıyorumMuhabbet kuşumuzun bir teleğiDüşmüş de kanadındanHüzünlendim işteSen ananı bilmez misinSesimdeki gariplik ondanİlk fırsatta geleceğim sanaİ y i b a k c a n ı n aİzinlerinde yanımaGelirsin değil miG e l / irsin tabi
Ben hep iyiyim__Ben____H e p______İyi________Olacağım
<br><br><br><table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'>Gökkubbeler şenlensinBulutların kara isyanı yağıyor şimdi yüreklereToprak düğün bayram etsin sevincindenYeşersin inadınaÇaldığı umutların renginden açsın çiçeklerMutluysa bir öksüzün avazındanSulansın gözyaşlarıyla, doyasıya<br>Sevmiyorum toprağı bugünHiç bir çiçeği ki rengi ana matemiUzanıp giden servi yeşilliğini sevmiyorum<br>Ben Anamı Özlüyorum<br><center>14 mayıs 2006Bugün Analar Günü<br><br><br><br><br><br><br><br>
<table width='%80' align='left'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/38/11486_27438_2006114120.K%FDZ.GIF '>Sevseydin beniDaha mı çok severdim seniDaha mı az yanardımDaha mı çok üşürdümSevseydin beni
Bilemezsin sancısınıKendine söz geçirememeninBilemezsin acizliğini
Nasıl dolanır kelimeler boğazına yağlı kaytanSöylemek isteyip de yutkunduğunYazmak isteyip de yazamadığınNasıl yığılır üstüne şiirler çığ misaliEzilip kaldığınBilemezsin
Kalemler kırdı kalemleri
Yıldızlar yağıyor her gece üzerimeParmaklarımla tarıyorumSaçların niyetine
Yolcular uğurluyorum otogarlardaHepsinin adı sen oluyorSesleniyorumHiç biri dönüp bakmıyorBir benzerini bulsam gidip sarılacağım ya boynunaEl sallıyorum
sahne bir denseçıkıverseçıkabilseçıkarabilseniz üstüneeşeleyip toprağı tırnakla kazmayladeseniz:işte anaişte babakurban olduğumsatılır mı bir liraya
ve deanason kokulumsevdalımdünümdünümün dünüonun da dünühangi gündühangi gecekördüğümikimizi gördüğümsatsam da alamazsınızöyle bir büyüöyle bir büyüdü kibitmedivedasız ayrılıklarınvefasız ölümütek satır yazıda bitirdikoca bir ömrüO öldüben yaşıyorum güyaiçim öldüyaşamak buysa
dersiniz ki:-bu ne uykudur sınırsız?derim ki:tutup ta beni bir sallar mısınız?deyin ki:!ne bileyim benbir şeyler uydurun işteuyku kaçıran olsunsürpriz olsunya dabomba gibi patlasın yüzümdeisterse bu sizin şamarınız olsun
anlatabildim misusmanın sadece bir iki gerekçesisınavındayım sabrın belkinekadar genleşir yürekbilemem ki
Bu gece yanımda olabilmeliydinGölgeni seyredebilmeliydim holde gezinenMutfaktan bir şeyler aramalıydın veKırılmadıydı bir bardak mermerde, en kıymetlisinden-Canın sağ olsun, seslenebilmeliydim, - boş ver aldırmaYüreğinin atışını duyabilmeliydim bu gece, dalga dalgaŞekerini karıştıran bir kaşığın bardak sesine karışmalıydı sesin–Sen de ister misin?Bu gece yanımda olabilmeliydinDemleyebilmeliydik zamanı seninleDemlenebilmeliydik
En uslu dokunuşlarım gezinebilmeliydi saçlarında / düşmeden önceÇenenden tutup yüzünü bana doğru kaldırabilmeliydimKörkuyu gözlerinde dibe vurabilmeliydim özlediğimKozasında büyümeliydi mavi şafak renginde ipekten bir sevgiAyrılık nedir bilmemeliydi ve öğrenmemeliydiÖlüme bir türlü sonsuzluk dendiğini
İbadetine diz çökmüş bir bekleyişin dualarındaKokun dokunuyor önce bam teline sızımın / pan flüt eşliğindeArka fonda gözü kan çanağı yarasa geceler bekçimResimlerinde flu bir bulut / kir beyazı, pamuk dumanÇalmayın mavimi diyorum gözlerimin mayasındanAcıtıyor dudaklarımı filtresinden yanan ateşBu kaçıncı bilmemBu kaçıncı sigaram
Bu gece yanımda olabilmeliydin, çırılçıplak soyunup geçmişindenHarman yeri savrulmuş duygularıma yenik düşmüşlüğümdeKüfürlerin binini bir paraya savurduğum bu yazgıyaÖpebilmeliydin dudaklarımdan- Sus..!Bu gece yanımda olabilmeliydin
Bu gece yanımda olabilmeliydinGölgeni seyredebilmeliydim holde gezinenMutfaktan bir şeyler aramalıydın veKırılmalıydı bir bardak mermerde, en kıymetlisinden-Canın sağ olsun, seslenebilmeliydim, - boş ver aldırmaYüreğinin atışını duyabilmeliydim bu gece, dalga dalgaŞekerini karıştıran bir kaşığın bardak sesine karışmalıydı sesin–Sen de ister misin?Bu gece yanımda olabilmeliydinDemleyebilmeliydik zamanı seninleDemlenebilmeliydik
En uslu dokunuşlarım gezinebilmeliydi saçlarında / düşmeden önceÇenenden tutup yüzünü bana doğru kaldırabilmeliydimKörkuyu gözlerinde dibe vurabilmeliydim özlediğimKozasında büyümeliydi mavi şafak renginde ipekten bir sevgiAyrılık nedir bilmemeliydi ve öğrenmemeliydiÖlüme bir türlü sonsuzluk dendiğini
İbadetine diz çökmüş bir bekleyişin dualarındaKokun dokunuyor önce bam teline sızımın / pan flüt eşliğindeArka fonda gözü kan çanağı yarasa geceler bekçimResimlerinde flu bir bulut / kir beyazı, pamuk dumanÇalmayın mavimi diyorum gözlerimin mayasındanAcıtıyor dudaklarımı filtresinden yanan ateşBu kaçıncı bilmemBu kaçıncı sigaram
Bu gece yanımda olabilmeliydin, çırılçıplak soyunup geçmişindenHarman yeri savrulmuş duygularıma yenik düşmüşlüğümdeKüfürlerin binini bir paraya savurduğum bu yazgıyaÖpebilmeliydin dudaklarımdan- Sus..!Bu gece yanımda olabilmeliydin
bir bilsen anacığımbil bilsen acımıgurbet mi içimdeben miyim yabancı
ne çok beklemişim hastane kapılarındane çok sedye taşımışımne çok serum kiher damlası binlerce dua idi sankikaç kez ölüm terleri dökmüşümgirilmesi yasak bıçak odalarda
kaç kez öldürüldüm ben anakaç kez dirildim
bir sınavdı belki sabrın denendiğietle kemiğin harmanındakaç kere savurdular beni anakaç kere rüzgarlara bilir misinayırmak için sapımdan tanelerimi
ne çok beklemişim otobüs saatleriniuykusuz gecelerin sabahındaneden ağlattın beni bu kadar anane çok sarılmışım sevdiklerimene kadar güçlüymüşüm ben anael sallarken arkamda kalanlarane kadar güçlüymüşümgel de sor kasaba çıkışlarına
her ayrılış bir ölümdü oysa yaşadığımher ayrılık bir çizik şimdi alnımda
geceler hep ayni geceler oysabiraz daha geç uyuduğum şimdisabahları erken gelen geceler
ne çok ağlatmışım ben gecelerine çok suçlamışım yükleyip tüm kabahatleribir tek onlar kaldı bak mirasbir de acısı parmak uçlarımınyüreğime oturanterk etmeyen şimdi beni
bir bilsen anacığımbir bilsen bu ne sancıgurbet içimde kara çıban
Türkülerine kurban olduğumMemleketim__________Ay doğar aşar gider, kızlar Maraş’a gider
SazınaSözüneSıra gecelerineKına gecelerine kurban olduğumMemleketim...__________Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar.....................Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Yıkıntılardan geriye ne kalmışsaSen’inle güzelleşiyorGün geliyor umudum oluyorsunGün geliyor kara sevdaAdını ezberlettim gözlerimeBir kare fotoğrafınıHiç haberin olmadı
Geç kalmaÜşüyorumYarınlarına al beni
Hep ben oluyorum o özlediğinSanki bütün seslenişlerin banaÇağırdığınBeklediğinYarım kalan ne varsaHer ne varsa içindehep ben oluyorum...Seviniyorum!Asırlık volkan gibiydim oysa sönmüşSen aklıma düşmeden önce
Bir dosta rastladım yılar sonraKadıköy’de bir toplantıdaKalabalıktıkTesadüfen bakıştıkHiç yabancı gelmedi yüzüYanıma geldiDedi ki:Hiç değişmemiş bakışı gözlerininSen O sunUsulca yanıma oturduAdımı soyadımı sordu
Baktım yüzü tanıdıkAma kim olduğunu çıkartamadım_ kimsin, dedim_konuş biraz daha, dedi.Sustu
Bakarak gözlerime ellerimi tuttuAnladım ki amacı sesimi duymaktıKonuştumBoynuma sarıldı
Dedi ki:Hiç değişmemiş vurgusu kelimelerininSen O sun
Ayni okuldan ayni yıllarda mezun olmuşuzŞimdi profesörmüş bir üniversitedeHiç evlenmemişTanımadın beni değil mi, dediHayır, dedim, biraz mahcup
Ayaküstü geçmişi sorguladıkVefasızlığımızıTanıdık isimleri andık, rahmetleKulaklarını çınlattık bazılarınınBeni sorduÇocuklar büyüdü dedimMesleğe devam ediyorumArada bir de şiir yazıyorum işteO zaman da yazıyordun, dedi
Görüşmek üzere vedalaşırkenKartvizitimi verdim kendisineÇevirip arkasınıBir not düştü kurşunkalemleBen, dedi, seni bu isimle tanıdımYazarken arkasına kızlık soyadımıYüzüme baktı
Yazılmamış,Bir şeyler kalmış olmalı Karacaoğlan’dan bizeDağarcığından taşan birkaç tohum belkiBelki;Yazmayı unuttuğuSevgiye ve sevgiliye hitabenBirkaç dize
Çıkar gelirimBelli mi olur...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/24/4621_25524_20051119035.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><br>
BabamBen geldimKocaman kızınSana selam getiremedim kimsedenGizlice kaçtım geldimAnam iyiMerak etmeKardeşimle kalıyorÖzlem işe başladıOnur okuldaBen bildiğin gibiKafam bu aralar biraz karışık
BabamBen geldimBaşıma yıkıldı sanki kasabaYoksunDünYine bir adamın peşinden koştumİki elinde iki poşetBaşında kasketSana çok benziyordu babamYolunu kestimSen değildin babam
Boşuna çaldı telefonlarKapı zilleri boşunaBiliyor musunKuru ekmekleri ıslattım dünHastanede olduğu gibiSonra balkona koydumKuşlar seni sordular babamÇoktandır görünmüyor dedilerNasıl söylerim babamNasıl
Bakkaldan bir torba yem aldımÇınar altında kumrulara döktümGüvercinlereÖnce çekindilerİnemedilerSonraTek tek süzüldülerHiçbir şey sormadılarGaliba anladılar
Çocuklar geçti kapının önündenHafif aralayıp bahçe kapısınıBir şeyler fısıldaşıpBirbirlerine baktılarSonra biriÜrkek adımlarla girdi içeriŞeker kutusunu açtıÖnce kendi aldıSonra arkadaşlarıGülümsediler yüzüme bakıpSeni sordular
BabamBen geldimAsmada üzüm yok bu seneÇiçekler kurumuşBoncuk ta yok ortalardaÇağırdım gelmediBelki senin oralardadırKimbilir
BabamBen geldimErik ağacının altındayımBurası çok kalabalık be babamBir o kadar da sessiz
Yaban otlarını ayıkladımGüller çiçek açmamışBelki zamanı değilBiraz su döktümMezar taşını okşadım BabamAdını bile yanlış yazmışlarBiliyor musun7/12/1999 tarih doğru
Biliyor musunSeni çok özledimBabam benimCanım babam..
Çık gel bir akşamüstü, mevsimlerden sonbaharÇiçek açmış olacak bahçemdeki ağaçlarBakma gözlerdeki yaşa, bakma saçlardaki akaDerman olabilir misin gönüldeki yarayaÇık gel bir akşamüstü, mevsimlerden sonbahar
çivi çiviyi söker dediksevmeyi bir daha denedikher şeyi göze alıpsevgiliye şarkılar söyledik
yine uzadı ayrılıkta zamanyine yollar girdi arayayine gözlere kurbanlar adadıkyine sözlere mevlütler okuttuken güzel duyguları işledik de inci incibir yürekte sunduk yare ömür gibi
gün geldiuçtukkumrulara nispetgün geldibataklarda oynadıkyine uykusuz kaldıkyine bittikkimi umutlandıkkimi sevindik
çivi çiviyi söker dediksevmeyi bir daha denedikne çiviymiş behala sökemedik
Bugün yine çok güzelimAllah kahretsinAynalar çatladı fesadındanGüneş paramparçaYürek pervaneBugün yine çok güzelimDeli divane
Bu gün yine çok güzelimAllah kahretsinGözlerimde gözlerini gördümEllerimi tuttu ellerinVe en güzeliBeni sevdiğini söyledinBugün yine çok güzelimDeli divane
Zamana karşıİlk yengisidir aşkınSaatler beş para etmezEtse de kimin umurundaKimin umurunda korkularKorkulacaklarBir deli poyraz olmuşsa yürekKüreksiz bir sandalsa bindiğimizÇöreklenir duygularEn uç noktalaraVazgeçemediğimiz
Bu kaçıncı bahardırYaşayabildiğimizYaşayabileceğimizMorlar içinde pembe analizYüreğin sürüklediği yoldaMutluysa ellerimizGülüyorsa gözlerimizCanlanıyorsa bedenimizTabuları çoktan yıkmışızFarkında değil miyiz...
................................17 ağustos 1999 Avcılar.......
Bir salladıPir salladıBebelerAğlayamadı bile beşiğindeGelinlerDoyamadı yeniliğineBir anaSarılmış cansız bedenine- Canım sana emanet Allah'ımKoru yavrumu - diye
Dokunsalar AğlayacağımDokunsalar PatlayacağımDokunsalar Avazım çıktığı kadar bağıracağımDokunsalar Dünyanın tozunu dumanına katacağımDokunsalar Rahatlayacağım
Çocuk şiirlerimde hep melekler gibi uçmuşumNedense pembe olmuş avuçlarımda bulutların rengiPapatyalardan fallar açmışım seviyor sevmiyor diyeÇocuk aklımla oturup çocuk sevdalarıma yanmışım
Ekmek derdi yok ekmek bekleyen yok karınlar tokHasreti yaşamak bir yana gurbetten haberim yokİhaneti öğrenmeden sevmişim insanları insancaKahpelik yok menfaat yok ikiyüzlülükten haberim yok
Ufacık şeyleri dert etmişim de yine oturup ağlamışımBir çift ayakkabıya kimbilir kaç geceler uykusuz kalmışımKardan ellerim sızlamış soğuktan donmuş yüreğim ayaklarımDünyanın sonu sanıp oturup şiirler yazmışım
Zamanla kırıldı kelebeklerin kanadı uçamadılarGüneş ayni güneş mi rotası mı değişti yıldızlarınNeden ışıklar morardı rengini çalan kim rüyalarınNerde kaldı kolumuzu kaptırdığımız o eski dostlar
En kutsal duygular şıra oldu ayaklarda acımadılarTekme üstüne tekme tokat üstüne yumruk vurdularBir parça ekmeğe bin dereden su getirtip yordularGözün üstünde kaşın var mı diye hiç sormadılar
Azaldı sayıları dostların her gün biraz dahaÖlümü yaşadım hep cenaze namazlarındaUmutları gömdümse de her girenle toprağaYaşamayı başardım başım dik namusumla
Çocuk şiirlerimde hep melekler gibi uçmuşumKanatlarımı kaybettim nasıldı kelebeğin rengiDostlarım nerede neydi sevginin diğer ismiKahpelik menfaat ikiyüzlülük çok yordu beni
Zil zurna sarhoşum bu geceKadehler hep sana kalktıSeni seninle tokuşturdumŞerefe,Fondip...Yalnızlığımı kendimleŞerefe,Fondip..Zil zurna sarhoşum bu geceKadehlerin dibi mi delik...
Geceler katilim olacakAvuçlarımdan deniz kayıyorBir dala tutunuyorumAdı savaş oluyorBir dala tutunuyorumGözleri balık bakıyorGeceler katilim olacakSavaş yüreğimde büyüyor
İçimde şelaleler, devleşiyorumYangın savaşları almış gidiyor başınıEllerini öpüyorumTek tek parmaklarını
Başım omzunda ise bulutlardayımGözlerin deniz gözlümYüreğime daha yakınNefesin yüreğimde yangın
Tenin deniz kokuyor biliyor musunDudaklarında tuz taşlarının lezzetiBaşım dönüyor beni deniz tutuyorBeni deniz tutuyor daTutuyor da bir denizatına fırlatıyorKanatlanıyor denizatları Huzur’ aYorgun bir savaşçının mutluluğuyla
GeliyorumNe yarının korkusu ayaklarımda tökezNe bir tabunun tutsağıyım bu kezGeliyorumNefes nefes
burcu burcu kokuyordu ateşin kızıl rengi / cezbediciumut ötesi, düş ötesisarıp sarmalıyordu bedenimizien zayıf noktasından ele geçirip hayallerimizi
fırtınada demir atacak bir liman mıydı gönlümüzün beklentisi
yaşanmamışları yaşamaktı belki korkak bedenlerdekaçak duyguların esiriydi ellerimiz bütünleşen seslerdekim bilir kimeydi hasretimiz kinimiz hıncımızbelki kendimize belki aşksız sadece sevildiğimizebelki; terk edilişimize, suskunluğumuza, kahredici
burcu burcu kokuyordu ateşin kızıl rengi / cezbedicikapıldık, sen bir pervane ben deli divane lodos esintisikaraya oturunca geminin dibiburcu burcu yakıyordu ateşin kızıl rengi
Gidiyor musunEllerim açık kıbleye dönük dualarımda... kalGidiyor musunSıcaklığını kundakladığım sabah ezanlarında... kalGidiyor musunSensizliğin asılı bir gerdanlık gibi boynumda... kal
Gidiyor musunPeşin sıra sürüklediğin umutlarAyaklar altındaDön de bir bak
Dön de bir bakSır duvarları nasıl yükseliyor yeni baştan veKaranlığın iki eli nasıl boynumdaBoğdu boğacakKocam gözlerimde korkular çaresizTitreyen ellerimde yüreğimKapım ağlıyorÇalınmayanYanmayan ışığımSoframda aşımSöyleyemediğim lafımİçim ağlıyorİçimDön de bir bak
Gidiyor musunBeni böyle bırakıp tek başımaGidiyor musun
Görmediğim gün yüzünü güneş doğmuyorYıldızlar hep bana küsmüş gecem bitmiyorYollara sığmayan dağlar geçit vermiyorVer elini sevdiceğim sevdan yetmiyor...
Akşam oluyorDavetsiz karabasanlarda anılar filizleniyorEn keskin çığlıklarda sessizlik iki büklümYıldızlar ağlıyor samanyolundaYolunu yitirmişMiğferi düşmüş güneş can çekişiyor bir yerlerdeDalgaların sesi çok uzakBalıkların gözyaşı parmak ucumda sızı
Akşam oluyorKorkular gizleniyor köşe başlarındaSokak lambalarında anılar ağlıyorBir çocuk sesiSıcacık bir koyunda uykuyu arıyorDevleşiyor yetimliğimYetimliğim acı veriyorKahroluyorum
Bir tek yalnızlığım bu sokaklardaDibi delik ceplerde, bana kalanBudanmış ta koca çınarın dallarıHep ayni eltokmak, vurur kapıları
Bayrak yarışı gibi zaman değişen tenlerdeBir çoğunun yitirişiyle ürperdim deÇocukluğum ağladı fırdöndü eteklerdeGençliğim ezilmiş ilk topuklu terliğimde
Medeniyet belli ki uğramamış bazı semtlereKat kat üstünde yükselmiş cephelerdeYine benimki mahsun beklemedeTaş, kerpiç, tuğla kesitinde
En çok öpemediğim ellere yandımGöremediğim yüzlereSessiz kalan kapı zillerindeDuyamadığım ayak seslerine
Bu gün de yoksunGelmedin...Bir telefon bile etmedinParmaklarıma düştü yine yüreğimin acısıGurbet kadar keskin kokuyorsa da içimdeki acıDenek taşı yüreğime yeniliyorumYeniliyorum içimdeki sanaVe oturup sil baştanHiçbir şey olmamışçasınaKağıda kaleme sarılıyorumKırgınım yarınlaraHer seferinde bu son olsun diyorumBu seni son arayışımBu sana son seslenişimVe, son şiirim sana yazacağımYeminler ediyorumEkmek, Kur 'an adınaKüfürlerin bini bir paraBu sonSonDiyorum ya...YapamıyorumYeminlerin diyeti omzumdaYeniden yazıyorum...
Beni bana bırakıp gidişin var ya haniSeninle dopdoluHiçbir şey yaşanmamışçasınaGözlerini unuttun bende gülümHatırlasanaEllerini unuttun avuçlarımdaYüreğini... Yüreğimin yanındaSeni unuttun gülüm...SeniYanı başımdaGidebildin mi?Bu kadar kolay mı sırt dönmek anılara?
İsyanım kabarıyor da azgın dalgalar gibiYenik düşüyorum yalnızlığımaİçimdeki sevgiye acıyorumGözlerin büyüyor gözlerimde..özlediğimAvuçlayıp yüzünü bakasım geliyorÖpesim geliyorÖpesim... öpesim... sonra,İki yanıma düşüyor yorgun kollarımAynalar kırılıyor yüreğimde sızım sızımAynalarda çaresizliğimParamparçayımUmutlarım üşüyor göz pınarlarımdaDudaklarımda buz dağları karaya oturuyorumDonuyorumYıldırımlardan bin volkan başımda
O gidişin var ya hani,beni bana bıraktığınO kadar kolay sandığınGözlerin bende emanet kaldı be gülüm. BaksanaEllerin bende kaldıYüreğin bende kaldı.. AlsanaAlsana...
Bu gün de yoksunGelmedin...Bir telefon bile etmedinParmaklarıma düştü yine yüreğimin acısıBilmedin....Bilemedin....
Yıllarca umutların peşinden koştumÇırpındım ama yorulmadımHer gün biraz daha büyüdü mutluluğumHer gün biraz daha büyüdünüzNe çok seviyorum sizi biliyor musunuzKıyar mıyım sana üzüm gözlümNazlım KızımKıyar mıyım sana fidan boylumDelikanlım OğlumBen sizinle yakaladım yarınıSizden öğrendim var olmayıÖzlemle Onurla yaşamayıSiz öğrettiniz bana ANA olmayı
O, gelişin var yaZamansız açan bahar çiçekleriNasıl da ısıtıvermiştin yüreğimiBeklediğim sen miydinSen miydin / ömrün hazan mevsimineBir müjdeKardelen gülenSen miydin
O, gelişin var yaÖzel rüyalar gibiYoruma açıkYorumsuz
SenGözlerimin gözdesiYüreğimin özdesi
SenGönlüme akranGözüme yaşıt
SenSevdama eşit
Gel, duy beniGel de işit
SenYalan içindeki yalanımsınBaşıma gelebilecek en büyükBelamsım...
her sesleniş bir dokunuş oldu ellerindeher dokunuş bin çığlık bin çığlık üstüneyalnızlık; kahredip boyun büktü kaderinekocaman: yırtıverdi geceyi nefesiyle...
benimle, meyhaneye gelir misin bu gece güzelimşöyle, kıytı köşe kenar bir masaya ilişelimkimseler fark etmesin orda olduğumuzukimseler anlamasın bizim biz olduğumuzu
beraber söyleyelim şarkıları en güzel sesimizleberaber indirelim yumruğu masanın dip ortasınasüslü laflardan anlamam, sevgimi gözlerimden anladumanlı kafalarla tokuşturalım sarhoş rakıyı ayyaş şarapla
benimle meyhaneye gelir misin bu gece güzelimhadi, hayır deme.. rakılar öksüz kalmasın şaraplar yetimbirayla cila çekelim. üstüne de bir acı kahve içelimbenimle gel bu gece be güzelim; Seni çok özledim....
Öyle olsun hadi gitKorkular pes etti zavallı karanlığımdaMum ışığındaKanadı kırık bir pervaneYalnızlığımı yazıyor gözyaşlarıylaAyak sesleri besteleniyorAnahtar çevirmelerindeKapı eşiğinde çöküp kalmışım
..............SEN Mİ GELDİN
Dilimde bir şiir dualaşmış:
..............'' kapım çalınsa sen gelsen
................kim o demeden açsam
................boylu boyunca içeri girsen
................sana sıcacık sıcacık sarılsam ''
Sokak başlarında köpek ulumalarıBoş arsada kedilerin mart kutlamaları, hala devam ediyorBaşı boş sarhoşların TAŞ' a tuttuğuOynaşıyorKöşe başı cilvesiBekçi, ağzında düdükSesi, gecede büyük bir delikHer düdük sesinde balkona çıkıyorum
Bakışlarım dondu sesini duyuncaO kadar uzaktan ve derin:
-''BENİ BEKLEME''
Ağlamaklı sesime karıştı sesinKulaklarım çınladıKalbimde yerinYandı,Yankılandı...Ellerimde çaresizliğin teriBirden susuverdi karanlığın elleriKaranlığın elleri YAĞMUR kadar küçük değil
-''GELEMEZDİM''
Yığılıp kalmışımBulutlar siper oldu yıldızlaraSesler seslere karıştıBir kadının çığlığıDudak boyasında yakalandıSağa sola koşturduKediler, köpekler, yarasalarHemcinslerinin peşindeKaranlığın elleri çelik bir yumruk
- ''ÖZÜR DİLERİM ''
Gittin!Sen gittin,Yollar gitti...Sen gittin,Zaman gitti...Bir şeyler bitti içimdeTarifi yokBir şeyler eridiYok oldu tükendiAcıdım! ! !Yapma be gülümGülümYapma...
Kokun sinmiş yastığımaDuvarlara gölgenAynadan söküp atamadığım yüzünSabun köpüğünde hala elinin teriOda oda seni aradım umut dolu
Ta en köşelerine kadar yatak altlarındaNe sen vardınNe senden kalan bir şey geriNe de dudağının iziKeşke yıkamasaydım o su içtiğin bardağıKahve fincanınıYemek yediğin tabağıKeşke yıkamasaydımKeşke...
Sıyrılırcasına bir düştenKaçıyorumKaçıyorum bu şehirden
Gittin!Olması gereken en son şeydi oysa bu...En son şey! ...En son...En...<table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/57/11486_27457_20061141228.GIF'>
Saatler yine dört sıfırDört duvar üzerime yürüyor yalnızlığı sırtlamışPeşinde karanlığın dört döndüğü...Göz göz olduğum:.............. ''Unutma beni göz yaşın olayım''Şarkılar bile benden yana değil fal tuttuğumTüm kutsal kitapların adına / içeriğineTüm dillerin adına / konuşulanTüm dinlerin adına / inanılanEllerim duada...Avuçlarımda bir tutam ateşDili çözülüyor bir şiirinSaatler yine dört sıfırYapayalnızım...
Sessizlik, yaşlı bir semer, oturmuş sırtımdaAhlar vahlar geçiyor ömrümdenHiç biri beş para etmeyenKulağını çekiyorum,Bir şarkı ağlıyor /Tekmelediğim kaldırım taşlarında...Bir kahkaha gözlerimde ıslanıyor.Ve büyüyorVe büyüyor yalnızlığımSaatler yine dört sıfırYapayalnızım...
Beynimdeki kalabalığı sabahtan kiraladımÖdüllü bulmacalara rüşvetiBu saatlerde öğrendim bir dj. nin telefon numarasınıNerdeyse akraba olduğum bir sesiBir de sigaramın filtresine kadar yanan tütününüOdayı havalandırmam lazımSaatler yine dört sıfırYapayalnızım...
Kurşun karası çöküyor karga sessizliğineDikey tatmini danslar yatay zevklere dönüşüyorEl etek çekilmiş seslerde iki bedende aşk, şehvetKapanan sayfalara ekleniyor, yalanmış meğer sevmekDesek de... unutulmuyor sildiğimizi sandığımız isimler, kişilerBir kirli çıkın gibi zaman sandıkta naftalin kokanHep bu saatlerde aralanır geçmişe açılan kapılarHep bu saatlerde bir şair can verir bir şiireHep bu saatlerde bir şair can verir sessizceSaatler yine dört sıfırYapayalnızım yine...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/51/11486_27851_20061201431.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'
Sen hiç sokak sokak aradın mı bir sesiİçinde bir yangın kor alevİçinde bir ateş edepsizAğladın mı sebepsizKaderine lanet ederekBilmediğin şehirlerin peşinden koşupBilmediğin sevgilere kucak açtın mıGünaha sarılıpAyıbı örttün mü göz kapaklarındaGönül dolusu kapıldın mıYürek dolusu bağlandın mı bir seseBir sesAh o sesNeydi o ses
Sen hiç sokak sokak aradın mı bir sesiCadde cadde bilinmeyen adreslerdeKanadı kırık martılar gibiAğıt yaktın mı kaderineBoş avuçlarında yüzüne vurdun mu çaresizliğiSoğuk bir su gibi ayaz gecelerdeGönlünün sürüklediği yerlerdeBir sese uyandın mı ürpertilerdeBir sese esrar gibi bağlandın mıGecenin bir yerinde
oturup seni yazmalıyımnefes nefeskumrular kıskanmalı gözlerimizikumrular ellerimizikumrular sevişmelerimizioturup seni yazmalıyım şimdisonra beni ve bizi
oturup seni yazmalıyımşiir şiiröpüşen dalgalara çakıl taşlarıylamartı kanatlarında bulutlara yüklenmeliyimdamla damla çiy tanesi düşmeliyim dudaklaragirebilmeliyim aynadaki zamanaoturup seni yazmalıyım şimdisonra beni ve bizi
oturup seni yazmalıyımduman dumanrüzgarlar yolunu şaşırmış olmalıgeceler kördüğüm yangınımdangöçmen kuşlar halaya katılmalı-mevsimleri kanatlarında taşıyanoturup seni yazmalıyım şimdisonra beni ve bizi
oturup seni yazmalıyımduman dumanaslı gibi şirin gibi zühre gibi…oturup seni yazmalım şimdikerem gibi tahir gibi ferhat gibi olamasan dasen gibi kendin gibi gelebilmeniçatlatıp göklerin gözbebekleriniavuçlarıma inebilmenioturup seni yazmalıyım şimdisonra beni ve bizi
kıt kanaat geçindiğimboyumu aşan sessizliğimsevdalarım uç veriyorbu ben miyim!
deli bir poyraz olmuşsa yüreğimkınından çıkmışsa gecelerimtükenmeden beklediğimsevdalarım uç veriyorbu ben miyim!
hayıflanmam;boşa geçen yıllarahıncım;tekdüzeliğe / yalnızlığasevdalarım uç veriyorsadört elle sarılmak yaşamagüç değilyakalayabilmek bir ucundan mutluluğugeç değil
kırışan alınlara inatakaran saçlara inatsevdalarım uç veriyoryüreğim bana inat
bu ben miyim!
yaşayabiiliyorsam ilk aşkın ilk tazeliğiniyeniden pembeye çalıyorsa gecenin morubir ürpertibir sesbir dokunuşzorluyorsa utanç duvarlarımısevdalarım uç veriyorsevdalarımuçdiyor
'' Uzaklarda aramam çünkü sen içimdesin'Şarkılar yalan söylüyor... inanma,Şarkılar eksik... kanmaSözlerin tadı tuzu kalmamış... aldanmaBence,Bire bir yaşanmalı sevgiBire bir...El ele, göz göze, diz dize...
Tutabilmelisin ellerini kör güğümBakabilmelisin gözlerine düğüm düğümSarılabilmelisin ölüm ölümSevişebilmelisin gülümYağmurun toprağa düştüğü ilk damla gibi
SenYine sen gözlerimdeBir hayal, bir rüyaBir hülya gibiYemyeşil
Tren saati yaklaşıyorNemli gözlerimde belirsiz bir ışıkTitreyen parmaklarımda canı acıyan iki karanfilTren gelir ve dururBir sürü yolcuBir insan seli akar gider gözlerimdenAl, dercesine uzatırım karanfilleriNereye baktığım belli değilNe işittiğim ne duygularımMumya gibi kalakalırımGözlerim çivilenmiş bir noktayaBoş…Yine boş geldi trenYine sensin, sonraTiz bir ses duyulurTren kalkarHızlanır kalbimin çarpıntılarındaUfukta bir noktada eriyip gider
Ben bitkinCan verir ayaklarında bir çift karanfilİki yanıma düşer kollarımBir adım daha yaklaştım ölüme sankiBugün de yoksun, yine boş geldi vagonlarKulaklarımda trenin sesiBirkaç mendil sallanırBirkaç hıçkırık duyulurTren kaybolur
O zamanBiraz daha artar yalnızlığımGömülürüm karanlığın en koyusunaGözlerimde yine senKim bilir kaçıncı kezKüçücük evimin kimsesiz köşesindeDirseklerim masadaBaşım ellerim arasındaSeni düşünürüm
Yarın yine tren gelecekİki karanfil ayaklar altında ezilecek...
Yarın yine yağmur yağacakYine bir bahanem olacak / sana gelmemem içinFırtınalar çıkacakLodoslar dalgaları yıkacakTrafik ana baba günüKöprüler kilitlenecek
Yarın yine yağmur yağacakBen yine sana gelemiyeceğimUnutup içimdeki yağmurlarıGüneşi bekliyeceğim
kendi kollarınla kendini sarıyorsankokluyorsan yastıkları, yar gibisağır duvarlardan cevap arıyorsanhaykırıyorsan adını, dua gibisen de oyundasınsen de,bir dama taşı gibi
ben nerdeyim?
bu oyunun adı yalnızlıkbilir misin?düğüm değil bu, kördüğümçözemezsinbüyüdükçe özlemlerinbüyür çaresizliğinbir o kadar sen büyürsünbir o kadar büyür yüreğin...
dudaklarda açar güz çiçekleri / zamansızgözlerde, dünün mutluluğu yeşerir, tüyü bitmemişdamla damla göl olur da bir tene yüreklerdeki ateşyataklara sığamazsınız....
samanyolu dökülür avuçlarınıza / yıldız yıldızgeçmişi, miadı dolmuş bir ömür gibi siler atarsınızbakışlarda doğar yeni bir güneş yeni bir başlangıçyüreklere sığamazsınız...
Sona yaklaşmanın paniği midirYaşanamamış sevgilerde
OysaZamana inatBüyür tene tenin açlığıSeslerBoyutlanır avuçlardaSeslerAlır götürür biziSeslerSürükler yollara
Sona yaklaşmanın paniği midirAçlığı mıdır ruhunSevgiyeAşkaDostluğaKorkusu mudurYalnızlığa...
Zamanİki paslı kelepçeVurulmuşsa da bedenimizeOlsun!Yürek:Keskin bir kılıçYürek:FirarYürek:İsyankarYürek:Kaçakları yaşamaktaUzatmalarda...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/60/11870_27160_200618011.MID'
Unutsan da sen beni, içimde bir yarasınGelmesen de görmesen de alın yazımsınBu duyguyu hiç tatmadın ki sen, anlayamazsınGelmesen de görmesen de alın yazımsın
BittiVirgülleri sıraladım da peşi sıra aşkınYeni umutlarda yeni pembelerde yaşadımSeslerde çoğaldımParmaklarda büyülendimBir çift göze kilitlendimBittiİçimdeki sevgilere sehpa kurdum şimdiGelinİdamı var yüreğiminSon noktayı koyuyorumİlk tekmeyi kim vuracakBekliyorumGözlerinde siyah bant sevileriminAğlayamıyorum…
Karla karışık yağmur yağıyor.Sevinçlere bürünüp kar toplamak var avuçlarda.Nurten Hanım camdan bakıyor.Sımsıkı giyinip sokağa çıkmak var şimdi. Kucaklamak gökyüzünü, sarılmak bulutlara.
Dün, ne kadar içimde...*****Bir tekerleme vardı çocukken söylediğimiz. ‘’Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızıcamdan bakıyor’’Dışarıda atışan karı görünce bu geldi aklıma. Oldum olası çok severim karla oynamayıda seyretmesini de. Arap kızı yağmuru seviyormuş, Olamaz mı?*****Çocukluğum Gümülcine’de geçti. Lise sona kadar ordaydım. Sonra başladı İstanbulfaslı. Üniversite, evlilik, iki çocuk, iş hayatı ve şimdi emeklilik.***** Dedemler, babamın doğumundan birkaç yıl önce kaçmışlar Yunanistan’a, Bulgaristan’ınAkpınar köyünden. Hududa çok yakınmış. Halam:-Katır sırtına astıkları heybelerin içine saklayarak getirdiler bizi. Anam, bubam, amcam,yengem ve üç kızan. Ben, ablam bir de kardeşim Recep diye anlatıyordu.Babam Yunanistan’da doğmuş. Büyük dedem binbaşıymış. Babam henüz yenidoğmuşmuş, bu kendilerine ait eve taşındıklarında. Demek, senelerden 1626. Benonları hiç tanımadım. Babasını kaybettiğinde dört, annesini kaybettiğinde altıyaşındaymış. Halalarım büyütmüşler babamı.)
.*****Kalın ve geniş taş temelli, sıvasız tuğla duvarlı, iki katlı bu ev bizim. Dedemler kendielleriyle yapmışlar amcayla beraber. Alt katta üç oda var. Yan yana, sıralı. Önünde‘saçak’ dediğimiz önü açık, üstü kapalı, bahçe kotundan 10-15 cm. yükseklikte bir alan.İki baştaki odalar büyük, ortadaki küçük. Binanın sol tarafından ahşap tek merdivenleyukarı çıkılırdı. Üst kat baştanbaşa bomboş. Bahçe ortak kullanılırdı önceleri. Sonraanlaşamadılar, kavgalar başladı, gelin-görümce ve kardeşler arasında. Tahtalarlabölündü bahçe, saçak ve yukarsı. Babamın, sol taraftaki büyük bir oda ve dar-uzun birbahçe düşmüş. hakkına. 5-6 yaşlarında çocuktum o zamanlar. Annem, babam, ben vekardeşim Burhan’la, yer yataklı, bir köşesinde yıkandığımız ‘hamam dolabı’ dediğimiz50/50 ebadında banyo, odun sobalı tek odalı evde geçti epey bir senemiz. Sonra üstkata bir kapı ve bir pencere taktılar. Bizim de odamız oldu. Ayak ayağa konmuş iki telsomya vardı. Biri benim biri kardeşimin. Başucumda, basma perdeli tek kanatlı birpencere. Uzaklarda dağlar. Gökyüzüne bakan bir kadın profiline benzetirdim hep odağları. Nasıl da üzülürdüm kar yağdığında. Ya üşürse!Kırk beş sene olmuş evden ayrılalı. Annemi de babamı da kaybettim. Arada biruğruyorum. Kıymet ablam var yanı başımızda. Halamın kızı. Nermin’im var. Halamıntorunu. Konu komşu, kuzenler yeğenler, Hepsi orda. Her şey aynen bıraktığım gibi.Annemi, babamı kaybettikten sonra ne evimde ne odamda yatamadım. Alt katta birhanım oturuyor şimdi. Avluya sonradan yapılan odada. Evde ışık sönmesin işte. Tek birhanım. Ben yaşlarda. Gel diyor korkma yat evinde, ben buradayım. Ne istersenpişireyim sana.Babamın cenazesi geliyor gözümün önüne.Of… Şimdi değil… Başka zaman anlatırım.*****
Kocaman bir bahçemiz vardı.(Bakmayın dili geçmiş cümleler kullandığıma. O gün neysebugün de ev ayni. Ufak tefek tamiratların dışında. O gün neyse bugün de olmayanBENİM… Benim hallerim.Ev, iki katlı, kalın taş temeller üzerinde kalın tuğla duvarlı, kiremit çatılı. Dededenkalma. Üç tarafı yüksek duvarlarla örülmüş, arka bahçesi olmayan, çift kanatlı bir yolkapısı olan bir ev. Tuvalet bahçede. Odaya en uzak köşede. Sadece Türk evleri değildiböyle olan, Rum’ların evleri de böyleydi. Ama onların duvarları bizim gibi yüksekdeğildi. Şimdi çoğu apartmanlarda oturuyor. İki katlı evlere de ’hanay’ denirdi.*****
Komşularımızın çoğu da Rum’du. Bitişik komşumuz bir papaz ailesiydi. Türkiye’den çokseneler önce buraya gelmişler. Hep Türkçe konuşuyorlardı aralarında. ‘Yürü yavrumyürü Konya’lım yürü’ türküsünü söylüyordu hep komşu anne.Hiç unutmam Kıbrıs çıkartmasında bir gece hudutta trende bekletildikten sonra,Gümülcine’ye gitmiştim. Ne Yunan içeri alıyor, ne de Türk geri. Ortada kalakaldık.Annemi babamı koruyacağım ya! Neyse sabah olunca bıraktılar. Tam eve gittim,valizimi bile açamadan babam aynen otobüsle geri gönderdi İstanbul’a.-Biz, sen Türkiye’desin diye huzur içindeyiz. Ne işin var bu karışmalıkta burada? O ara komşuanne geldi. Papazın eşi.- Korkuyorsanız bize gelin biz sizi saklarız, dedi. Gitmedik. Bunu düşünmesi bile negüzel!Papazların bitişiğindeki aile de Rum’du. Değirmenciler (Dirmenciler) diyorduk. Hergün görüştüğümüz konuştuğumuz insanlar. Atatürk’ten bahsetti bir gün DirmenciKarısı.(herkes böyle diyordu onlara. Gerçek adını kimse bilmiyordu.) . Atatürk’ün biraskeri atla üstünden atlamış. Pek te sevimli değildi ses tonu. Trakya’da Vize’deoturuyorlarmış. Kızları Despina:-Git vre Nurten’imu, git, gör bizim memleketi, diyordu. Seneler sonra gittim, onlarınoturdukları yeri ve evi buldum, fotoğraflarını çektim, götürdüm. Yanında bir somun köyekmeğiyle beraber.Bir gün babam, yine o çıkartma günlerinde, bahçe kapısının arkasına, açılmasın diyekalınca bir odun dayarken o komşunun oğlu (Ditmencinin oğlu) geçiyormuş kapınınönünden. Babamı görmüş. Ne kadar tanırsan tanı insanları, herkes zor zamanda neolduğunu belli ediyor. Şöyle demiş:-İstediğin kadar daya Hasan, önce seni ben keseceğim.Allah rahmet eylesin, babam eceliyle öldü. Dimitri 5. Kattan kendini atarak intiharetmiş. Çok üzüldüm.
*****
Mahallemize karakol binası yaptılar. Tam dört katlı. Tam dört, dört kat. Adambalkondan düşse kafası yarılır. Çepeçevre de balkon. Gidip onu seyrederdim hayretleriçinde. Bazen polisler olurdu kapısında. Şişt şişt şişt derler bir de kafa işareti yaparlardıgideyim diye. Korkardım o zaman, kaçardım. Bir o kadar daha kat çıkılsa, bulutlaraerişir miydi acaba? Kafam bu soruya takılır kalırdı. Şimdi her gittiğimde önündengeçerken şöyle bir bakıyorum da: Hey Allah’ım diyorum. Bu bina bu kadarküçükmüymüş...Mimarlığa giriş miydi acaba bu merak...
Mimarlığı kazandığımda – bu bir itiraftır - ben mimarların ne iş yaptığını bilebilmiyordum. Kabahat benim mi? Televizyonu bile olmayan bir çağdan bahsediyorum.Telefon bile yoktu evlerde. Hocalarım hiç bahsetmediler. Matematiğim çok kuvvetliydionun için seçmiştim o bölümü.Aramızda kalsın: İTÜ birinci sınıftaydım. Matematik 1'i ikinci hakta verdim. Matematik2'de takıldım kaldım. Dersi anlamıyorum. Ben bütün liseye matematik dersi veren kişideğilim sanki. Meğer yurtdışında o konular okutulmuyormuş. Kopinezonlar mıydı neydikonu? Ne bileyim! Üçüncü mü dördüncü mü hakta imece usulü zar zor geçtim. İmtihanamfi şeklinde bir sınıfta oldu. Beş soru sordular. Zeynep asistan başımdan ayrılmıyor.Kopya çektirmeyecekmiş. Çektirmesin. Sınıf büyük. Bir tıkırtıda in aşağı çık yukarı,arada bul Zeynep Hanımı. Vallahi sorulardan birini ben yaptım. İkinci soruyu, sınıfa girerken yanıma oturttuğumçalışkan bir çocuğun kâğıdından kopya çektim. Üçüncü soruyu da sağ arkamda oturanKıbrıslı Baki’den aldım. Sınıfa girerken: Matematikten anlıyor musun Baki? Diyesordum. Çok iyi biliyormuş. Hemen sağ arkama oturuverdi. 3. Sorunun çözümü de birkâğıda yazılı gerdi. Dördüncü, beşinci soruları okumadım bile. Okusam ne olacak. Na tokefali na to mermeri (İşte kafa işte mermer, Kısacası bir şeyden anlamaz mermerkafalı) Ne yaparsam yapayım kafa almıyor. Kâğıdı teslim ettim çıktım. On üzerindenbeş almışım. Yetti de arttı bile.Dördüncü hakta vize bitiyor, bir sene de derse devam mecburiyeti var. Altıncı hak sonhak oluyor. Veremeyen okuldan atılıyor. Çok arkadaşım atıldı. Bunlardan biri de OrhanPamuk (Nobel ödüllü yazarımız) Yazık oldu.Ne işimize yaradı ki gerçek hayatta bu matematik? Bir sürü arkadaşın hayatı karardı.Kırk yıllık mimarım. Hiçbir yerde bu matematik konuları karşıma çıkmadı. Bizimzamanımızda hesap makinesi da yoktu. Hesap cetveli diye bir alet vardı. Onu daçarpılması gerekeni bölüyordum, bölünmesi gerekeni çarpıyordum. Sonra hesapmakineleri çıktı. Alacak param yok.Çelik dersini bir arkadaştan ödünç aldığım hesap makinesi sayesinde vermiştim.Bir de psikoloji dersimiz vardı. Edebiyat Fakültesinden soyadı Akpınar olan yaşlıca birhoca geliyordu. Bütün soruları yapıyorum, aldığım not ya iki ya üç. Vize düştü düşecek.Odasına gittim, derdimi anlattım. Meğer hocanın bir kitabı varmış sorulan sorulara okitapta ne yazıyorsa kelimesi kelimesine yazmak gerekiyormuş.*****
*****Dışarıda karla karışık yağmurİçeride Nurten HanımCamdan bakmaya devam ediyor
*****Hava soğuk.Sımsıkı giyinip sokağa çıkmak var şimdiKucaklamak gökyüzünüSarılmak bulutlaraÇocuksu sevinçlere bürünüpKar toplamak var avuçlarda.
Çocuk ellerimi çalan hırsızHiçbir işine yaramaz senin onlarElmaşekeri ister misin?Üç iste beş vereyim, ya daKeten helvaPamuk şekerHoroz şekeri, düdüklüKaymaklı ekmek kadayıfı?
Çocuk ellerimi çalan hırsızSarılsam sana dostça, arkadaşçaŞöyle oturalım bir fincan kahve içimiEllerimi ver geri
*****
Dün'e ne kadar yakınım!Dün, ne kadar içimde...
Ne zaman kar yağsa kendimi bahçede bulurdum. Ellerim donuncaya kadar kar toplar,kardan adam yapardım. Üşüyünce, ağlayarak kaçardım içeri, donan ellerimi ısıtmak içinsobada. Patırdayıp dururdu annem. Hasta olacaksın yeter, diye.Şimdi,’’ Nurten Hanım camdan bakıyor’’Ben cam silmesini hiç sevmem. Ama ne zaman kar yağsa evin camları bayram eder.Her taraf tertemiz olur, parlar pencereler. O gün benim kafadan izin günümdür. Ofisiarar, işim çıktığını ve gelemeyeceğimi bildiririm. Ya çıkar yolla gezerdim ya da ya dabalkonda biriken karlardan adamlar yapardım.Ne kadar büyürsek büyüyelim içimizdeki çocuk bağlıyor bizi hayata.Bir de yağmur faslım vardı. Lastik çizmeleri giyer,(bileklerimde izi kalan) sokakta kaldırım kenarlarında biriken sularda dolaşırdımbütün gün. Annem mi? Yol kapısının arkasında beklerdi gelmemi fırçalamak için. Ben debabamın gelmesini. Bakışlarımdan anlardı beklendiğini. Şimdi içeri girebiliriz.Dışarıda kar yağıyor. Perdeler sonuna kadar açık. Balkondan, parkta oynayan çocuklarıseyrediyorum. Bir de ağlamaları olmasa, anneleri ellerinden tutup eve götürmeyeçalışmasa.Kar, ilk gün yağmurla karışık yağmaya başladı. İkinci gün, lapa lapa. Tutmadı ama.Yerler çok ıslaktı. Birazcık çatılarda gösterdi rengini.Balkon parapetinde biriken karlar da ısınmaya başladı ellerimde.Perdeleri kapattım.
Benim yeşil gözlüm, sarı saçlım, Atatürk bakışlım… Babam!
Nasıl yanıyor içim şimdi bir bilsen!Özlem ilk defa İngiltere’ye giderken okumaya-Gönderme be kızım. Bizim içimiz çok yandı, senin yanmasın bari demiştin ya! Yandıbabam, çok yandı. Hiçbir yangına benzemiyor bu.-Gider de bir daha geri dönmez, demiştin ya!Onu da yaptı!
***İlkokuldan yeni mezun olmuştum.Gümülcine’de sadece bir tane Türk Lisesi var. Adı o zamanlar Celal Bayar Türk Lisesiidi. Ortaokulla lise ayni binada. Şimdi Müslüman Lisesi olmuş.Ortaokula sınavla alıyorlardı. Annem tutturmuş beni okutmayacakmış. Okuyup da neolacakmışım.-Yarın çarşıya çıkalım sana feracelik kumaş alalım, Habiş abla diksin, diye tutturdu.Beni kapatacakmış. Yaşım daha 12 İlkokullar 6 yıllık eğitim veriyorlar.Ortaokul giriş sınavları 2 defa yapılıyordu. Annemden korkumdan babama ilk sınavısöyleyemedim. Feracelik kumaş da aldırmadım.Bir gün avluda çamaşır yıkıyorum. Büyüdüm ya artık. Kocaman bir ateş yakmış annemüstünde de kara bir kazan. Önümde bir çamaşır teknesi, anamın komutlarına göreyıkanıyor çamaşırlar.Babam geldi. Hızla yol kapısını açtı kapadı.-Sen Celal Bayar’a gitmeyecek misin? Dedi.-Gideceğim ama annem bırakmıyor.-Çabuk kalk bana ilkokul diplomanı getir. 2 gün sonra ikinci imtihan yapılacakmış.Sonra bize doğru gelen anneme bakarak:-Karışma kızana. O okuyacak.Koşarak, merdivenler ikişer ikişer atlayarak üst kata çıktım. Diplomamı sandığın tadibine saklamıştım. Bir hamlede sandık boşaltıldı ve diplomamı buldum. Nasıl güzelnaftalin kokuyor, mis gibi.
-Al baba, derken annemin gözlerinden ateş fışkırıyordu.Avluda bir de tulumbamız vardı. Tulumbanın önünde koca bir kova, içi su dolu.Çamaşırları bu suyla durulacakmışım.Annem kovayı aldığı gibi başımdan aşağı döktü suyu. Kova kafamda kaldı. Okuyup tane olacakmışım.
Bu ikinci sınav olduğundan sadece 7 kişi alacaklarmış. Nasıl korkuyorum. Elim ayağımtitriyor. Bu sene kazanamazsam seneye girerim şansımın olup olmayacağı da bellideğil. İşin gücün yoksa annemin hakaretlerini dinle.
Ban olayları yaşadığım gibi yazıyorum. Aslında annem iyi bir kadındı. Arada bir bağırır,çok yaramazlık yaparsam bir cimdik atardı baldırıma ama o da acıtmazdı. Hiç benidövdüğünü hatırlamıyorum.
Sınav günü babam götürdü beni okula. Biz Gümülcine’nin içinde oturduğumuz içinbenim Yunancam çok iyiydi. Bazen, Türk’müsün? Rum mu? Diye sordukları bile
oluyordu. Sınava katılan çocukların çoğu Türk köylerindenmiş. Rumca pek bilmezler.Sınavda ne sordular, nasıl yaptım hiç hatırlamıyorum. Sadece annemden korkuyorum.
Birkaç gün sonra sınav sonuçları açıklandı.-Nurteeeeennnn, diye babam sevinçle bağırarak girdi avluya.-Birinci gelmişsin. Hadi kazandın.Ben senin hakkını nasıl öderim babammmm…
Ninem (anneannem olur) geldi bir gün köyden. Annem yine başladı şikâyete. Yokefendim açık gezecekmişim de… de…-Bana bak Şadiye, dedi ninem. Bu kızan okuyacak. Okuyan kız kapanamaz. Bunu dakafana sok.-Aman anaaaa, sen de onun kafasındasın. Tıpkı sana çekmiş. (Beni göstererek)Ninem benden tam 60 yaş büyüktü. Ben ilk defa Atatürk adını ninemden duydum.Sonra annemden.Bir gün ninem ağlıyormuş. Annem neden ağladığını sormuş:-Mustafa Kemal’imiz ölmüş, demiş.Demek günlerden 10 Kasım Yıllardan 1938 miş.(Bir nineme bakın, bir de bugünkü zihniyete)
Ben ninemi annem daha çok sevdim. Ama en çok babamı sevdim.‘’Şimdi üç torunum var. Üçü de bana NİNE diyorlar.Hadi be sen de, diyor duyanlar. Neden nine dedirtiyorsun?O Nine’de neler gizli bir bilseler.O hiç bağırmadı bana. Hiç azarlamadı. Nereye gitse elimden tutar beni de götürürdü.Ondan önce girerdim onun yer yatağına. ‘’Gene mi burada uymuş bu’’ der, sarıldısonra.
*****İlkokula gidinceye kadar biz köyde onların yanında kaldık.Gümülcine Yalanca (Galini) köyü. Türk köyü.Köyün ağasıydı ninem. Odacılar Derlerdi.Odacıların Minire’si. Ali Ağa’nın tek kızı.Bir sürü hizmetçi vardı evde. Tarlaların sınırı, hayvanların sayısı belli değildi.Yayık sesleriyle başlardı gün.Çok büyük bahçeli bir evde oturuyorduk. Bir sürü odası vardı. Orda doğmuşum. İki taneekmek fırını vardı avluda, bir de kocaman dut ağacı.Bir gün koca bir ineği çekmiş dutun altına, oturmuş süt sağıyor.-Gel kızanım, dedi beni görünce. Yanına oturttu. Kocaman bir kupanın içine sağıyordu.Kupa dolmuş, üstü köpük köpük:-Al kızanım iç, dedi.Bayılırdım taze sıcacık süte.Liseye gidiyordum ninemi kaybettiğimde.
Ninemin hayatı on roman eder.Hadi ninemin hayatını anlatayım bugün.
*****
Önce şu okul faslını bitirelim ama.Sınavı kazandım, okul kaydım yapıldı ve ben okullu olum.
Bize her sene 4 karne verirlerdi. Babalarımız gider alırdı, elimize vermezlerdi.İlk karnemi babam almış eve geldi.-Ben böyle karne istemiyorum, dedi fırlattı attı.Dondum kaldım. Ben hayatımda babamın yüksek sesle konuştuğunu bile duymadım.-Ne oldu?-Bak şu aritmetiğe.Notlar 20 üzerinden. Aritmetikten 9 almışım. Kırık yani.Yer yarılsa da girsem içine.-Benim kızım en iyisi yapar. Yaparsın değil mi?-Yaparım bubam.Lise sona kadar matematik, cebir, geometri, edebiyat ya 19 du ya 20.Yunancalar idare eder işte. Hele eski Yunanca. Tarih ve coğrafya derslerimiz deRumcaydı.Yabancı dilimiz Fransızca idi. Faize vardı sınıf arkadaşım. Genç yaşta kaybettik sonra kendisini. Onlar İngilizceokuyorlardı. Bir gün bana, gel sana İngilizce öğreteyim, dedi. Biz derslere başladık.Gayet rahat konuşuyorum da yazıyorum da.Bir gün, sene sonuna doğru, lise sondayız, Fransızca, bitirme sınanımız var. Hoca geldi,soruları verdi. Bitice de topladı, gitti. Birkaç gün sonra sınav kâğıtlarıyla sınıfa geldi,aldığımız notları okumaya başladı.Nurten Hasan, dedi. Sıfır. Olacak gibi değil. İtiraz ettim, yanına çağırdı. Yoksa ikmalekalacağım. Sınav kâğıdımı açtı, -Oku ilk soruyu, dedi.Soruyu da okudum, verdiğim cevabı da.--Hocam bu soru doğru. Neden sıfır verdiniz?-Devam etNe kadar soru cevap varsa hepsini okudum, hepsi doğru, hepsi sıfır.-Anlamadın mı hala?-Anlamadım.-A benim akıllı kızım, sorular Fransızca cevaplar İngilizce, deyince benim köşeli jetondüştü.-Hadi hadi üzülme, sana şaka yaptım. Sen ne zaman öğrendin İngilizceyi? Bunca yıllıköğretmenim hiç böyle bir olayla karşılaşmadım.-Kaldım mı şimdi hocam?-Evet. 20 üzerinden 20 aldın, kaldın.Bazı olaylar yıllar geçse de unutulmuyor işte.Kullanılmayan dil, maalesef unutuluyor.Şimdi sık sık yurtdışına gidiyorum. İngiltere’ye, kızıma. Gümrükte beni göreceksiniz! El,kol, kaş, göz işaretleriyle öyle güzel anlatıyorum ki derdimi. Ben anlatıyorum da onlaranlıyorlar mı bakalım. Geç, geç hareketi yapıyorlar elleriyle. Geçiyorum.Şu İngilizceyi halletmem lazım. 60 yaşımdan sonra geçen sene İngilizce kursunayazıldım. Sınıf arkadaşlarımın en büyüğü 17-18 yaşında. Bir sene gittim gerisi gelmedi.İlk derse girdiğim dün hoca: İngilizceniz hangi seviyede diye sordu. Sıfırdan başlıyorumdedim. Birkaç ders sonra:-Nurten Hanım geldiğiniz günden beri sizi takip ediyorum. Yazdığım bütün İngilizcecümlelere içinizden doğru cevap veriyorsunuz. Bu nasıl oluyor dedi.Tahtaya yazdığı bir cümle vardı.Bakın hocam dedim. Bu kelime Yunancadan geliyor, öteki Fransızcadan, bazısı Türkçeyegeçmiş kelimeler oluyor, cümle yapısı yunaca gibi, Cümlenin yarısı zaten çözülüyor.Güldü…
Biz hiç İstiklal Marşı’nı okuyamadık.Bizim duvarlarımızda hiç asılmadı Atatürk resimleri.Hiç Milli Bayram kutlamadık.Ah diyordum içimden bir Türkiye’ye gitsem, kapımdan Türk bayrağını hiçkaldırmayacağım.
Lise 1 de okuldan 4 çalışkan kız öğrenci seçtiler ve Yunan Lisesine gönderdiler. Biribendim. Tesadüfen bir sene önce Türk okulunda Rumca dersine gelen hoca, tayiniçıkmış, bizim gittiğimiz okula gönderilmiş ve de bizim sınıfın hocası olmuş.Bir gün sınıfta bana:- İstanbul’u sizden alacağız- diye bağırdı. Ben de –İstanbul orda,git al, dedim.Sınıfta kaldım. Sadece bir arkadaşımız geçti. Biz üçümüz sonraki sene kös kös döndükkendi okulumuza.Kazasız belasız 3 senede lise bitti.Şimdi Üniversite.Ver elini İstanbul.
Nurten Altınok25.01.2015 Pazar
Üniversite veNinemin Hayatıyla yazı devam edecek…
(Yarın ameliyatım var. Dr. Düşmüş gözkapakları baş ağrısı yapıyor, almamız iyi olacakdedi.)
Yaşlıca kadının biri bir gün aynaya bakıyormuş. Bir de bakmış ki her tarafı buruş buruş.Bunu düzelte düzeltse kasap düzeltir deyip atlamış kasaba gitmiş, Derdini anlatmış.Kasap almış eline bıçağı başlamış deriyi yüzmeye.Bizim ki can vermiş:-Yüz kasap, yüz. Güzellik. Diye diye.
Sevgiyle kalın.
DÖNÜŞ
-I-
Soğanı bir yumrukta tuş ederdikbağdaş kurduğumuz yer sofrasındayanında bir tencere kuru fasulyebir testi de soğuk yayık ayranıayni tasta başlardı kaşık savaşıBurası ninemin karpuz tarlasıköyün çayı geçerdi yanı başındanyılanlar tıslardıbiz korkardıkçocuktuk
unuttuk bir folluktan taze yumurta alıp içmesiniunuttuk bir meyveyi dalından koparmasınıunuttuk ekmeklik hamurun mayalanmasınıDeğer miydi diyedüşünüyorum şimdiSözlerimiz vardı verilmiş yarınlara, dönecektik / tutamadıkçıkamadık yaşam kanunlarının dışına / kopamadıkbiz korkardıkyılandan, köpekten, yalandançocuktukbüyüdükkorkak kaldıkGidiyorum!Çocukluğum;asılı kaldı, Ağustosböceği şarkılıincirin gevrek dallarındagel, diyorÇocuk ellerim;tutuklu kaldı, komşunun nar ağacında gece hırsızıgel, diyorRenklerim;hıdrellez salıncağında uçuşan, çiçekli basmadan kloş entarimdegel, diyorBacaklarım;ısırgan otu dağlamalı,papatya kokulugel, diyorNinemin yattığı;köy girişindeki yeşil yalnızlık,köhne sessiz çığlık.gel, diyorKarpuz tarlası hala yerinde midir?-III-Gidiyorum!Yanımda iki kavak ağacı!
Nurten ALTINOK
5- ANILAR Gözkapakları
26 Ocak 2015 PazartesiGözkapakları ameliyatı.Yazılacak.Bugün katarak ameliyatı olalı bir hafta oldu. Kontrol için hastaneye geldim.Cumartesi gecesi sol gözüm çok battı. Gözümü açıp kapatamıyorum. Hastaneninteflonunu internetten buldum ve aradım. Bir bey açtı telefonu:-Buyurun, dedi. Burası Dünya Göz Hastanesi. Nasıl yardımcı olabilirim?
-İyi geceler. (saat gece on ikiye geliyor) Ben Pazartesi günü hastanenizde kataraktameliyatı oldum. Bu güne kadar bir şikâyetim olmadı ama bu gece gözüm çok batıyor.Ne yapabilirim?-Hangi semtte oldunuz?-Esenyurt-Bizim Esenyurt’ta şubemiz yok ki. Dünya Göz olduğundan emin misiniz?-Bir dakika reçeteye bakayım.Reçete masamın üstünde duruyor. Açtım.-Çok affedersiniz. Özür dilerim. Avrupa Göz’müş.Yıllarca babamı taşımıştım Dünya Göz’e. Nasıl yerleştiyse hafızama.-Önemli değil, dedi.-Bir şey sorabilir miyim, diye hemen söze girdim. Hastanenin teflonu bilmiyorum,sizinkini de internetten buldum. Yardım edebilir misiniz?Tabi dedi. Ben derdimi anlattım. Çok önemli olmadığını, 2-3 hafta böyle batmalarınolabileceğini ve eğer çok rahatsızsam Devlet Hastanesine gidebileceğimi, orada nöbetçidoktorların olduğunu söyledi. Tekrar teşekkür ettim.Gecenin o saatinde hastane gitsem bile sıra bana gelinceye kadar zaten sabah olur.Yattım, uyudum. Sabah kalktığımda ne batma vardı ne ağrı.
Saat ona doğru kontrol için hastaneye gittim. Her şey iyiymiş.-Hadi hazırlan, dedi Doktor Zafer bey. Şu gözkapaklarını da halledelim.Böyle bir şeyi bekliyordum zaten.Hastane çok kalabalık.Beşli oturma guruplarında oturan bir anne kızın yanına gittim, oturdum. Diğer başta dabir başka hanım oturuyordu. Beklemeye başladım.-Oooo merhabaaaaa, diye seslendi biri. Baktım, ayni gün ameliyat olduğumuz Ali Bey,selam verdi yanıma oturdu. Konu malum. O da kontrol için gelmiş. Ali bey 75yaşlarında, iri yarı, babacan bir Anadolu adamı. Bir kaşları var tam 2 parmakkalınlığında. Kafam takıldı. Sanki hiç başka derdim yokmuş gibi (şeytan dürtüyor işte)-Ali Bey neye kesmiyorsunuz bu kaşlarınızı? Deyiverdim.Meğerse adamın lakabı ‘’Koca kaşlı’’ imiş. Hiç keser miymiş? Kaşla ilgili birkaç anısınıanlattı. Ben gülüyorum, yanımdakiler gülüyor. Sırası gelince bizden kalktı gitti.
Bir saat bekledikten sonra nihayet adım okundu.-Sizi burada çok beklettik. Hadi üst kata çıkaralım sizi, dedi hemşirenin biri. Üst kataçıktık, Üst katın da alttan kalır tarafı yok. Neyse yine bir saat orada da oturduktansonra hazırlandık, oradan ameliyathaneye.
Burası geçen sefer girdiğim oda değil. Daha küçük ve fazla alet yok. Odanın ortasındabir ameliyat masası var.-Ameliyatınızı ben yapacağım. Diğerlerinde de bulundum.Korkacak bir şey yok.Ağzı burnu maskeyle kapatılmış olan mavi gömlekli, sonradan adının İsa olduğunuöğrendiğim kişinin sadece gözleri gözüküyordu.-Diğer ameliyatlarınızda da ben vardım.-Masaya yatabilir misiniz? Zafer Bey de gelecek.Masa çok yüksek. Denedim olmadı. Bir daha denedim, parmak uçlarıma basarak. I-ıh.Olmuyor. Gülerek yanıma geldi:-Bir dakika ben onu biraz indireyim, dedi, indirdi. Çıktım, yattım.-Bu ameliyatta ağzınızı kapatmayacağım. Rahat olun. Konuşabilirsiniz. Hiçbir şey dehissetmeyeceksiniz. Belki biraz gözkapaklarınıza iğne yaparken acı duyabilirsiniz.Başımın altındaki bölümü de yastık gibi yukarı kaldırdı. Rahatladım.
-Şimdi biraz canınız acıyabilir.İğneyi gözkapağıma soktu.Ne iğneymiş mübarek! Kemiklerime kadar işledi sancısı.-Tamaaaammmm… İşte bu kadaaar. Başka acı yok. Şimdi ameliyata başlayabiliriz.-Gözlerinizi kapatabilir misiniz?Bir kalemle kesilecek yerleri işaretlerdi.-Şimdi işaretli yerleri kesiyorum.-Her hangi bir ağrı var mı? Diye sordu biraz sonra.-Acı yok doktor bey ama yanık et kokuyor, dedim. Yanık et kokusunu duyunca.-Mangal sever misiniz? Dedi gülerek.-Kim sevmez? Severdim! Bu günden sonra pek seveceğimi sanmıyorum. Her mangalkokusu beni bu masaya yatıracak. Bundan sonra sevmem herhalde.Ameliyat boyunca hep konuştuk.-Hadi geçmiş olsun, dedi. İnebilirsiniz. Gözünüze su değdirmeyin. Damlalarınızı dazamanında kullanmayı unutmayın. Gözünüzdeki bantları çıkarmayın. Yarın pansumanagelin. Biz çıkartacağız.Masadan indim, teşekkür ettim.
Yolda eve geliyorum baktım yeni bir kebapçı açılmış sitenin altında. Vitrinde çeşit çeşitkebaplar. Kahvaltı bile etmeden çıkmıştım yola. Saat de dörde geliyor. Karnım aç. İçerigirdim. Kocaman bir mangal, etrafında alçak sandalyeler. Kaç yıl oldu kim bilir böylemangal başında oturmayalı?
*****
Kızımın doğumuna sayılı günler kalmıştı. Yurttan, oda arkadaşım Esengül, TıpFakültesinden mezun olduktan sonra, kadın doğum uzmanı olmuştu. Her ayBeşiktaş’tan, İstanbul Üniversitesi Hastanesine kontrole gidiyorduk ona. Bu sonkontroldü. Artık doğumda giderim diye hesap ediyordum.Esengül geldi, muayene etti-Hemen yatıyorsun, doğum başlamış, dedi-Daha 20 gün var. Nasıl olur? Ben gidiyorum. Beyim aşağıda bekliyor.-Tamam, git ama bak sancıların artınca, mutlaka gel.Kalktım, aşağı indim.-Ne oldu dedi Haluk. Yüzün bir acayip olmuş.-Yok bir şey. Hadi gidelim.Biz Aksaray’da İETT otobüsüne bindik Beyoğlu’ndaki ofise geldik.-Hani sen eve gidecektin, neden ofise geldin?-Canım eve gitmek istemedi.
Hala ona Esengül’un ‘’doğum başlamış’’ lafını söylemedim.Hafiften hafiften bir sancı başladı. Sancılar 2 dakika arayla gelmeye başlayınca mutlakagelin demişti Esengül. Durup durup saate bakıyorum. Şimdilik beş dakikada bir geliyor.Gittikçe sancı da artıyor. Korkmaya başladım.
-Haluk bak ne diyeceğim sana. Esengül, doğum başlamış dedi. Hastaneye yatmamlazımmış. Ama ben korktum. Kaçtım. Sana da söyleyemedim beni orda bırakırsın diye.Şimdi sancılar artmaya başladı. Ne yapalım? Gidelim mi?
Aldı mı adamı bir telaş. Ofisin içinde bir aşağı bir yukarı oğlum geliyor, oğlum geliyordiyerek volta atıp duruyor. Sanki o doğuracak. Kayınbiradere telefon ettik. Evde doğumiçin hazırladığım valizi alıp getirdi.
O zamanlar Beyoğlu araba trafiğine açıktı.-Ne yapalım? Gidelim mi, dedi.-Ben acıktım. Yemek yiyelim ondan sonra gideriz.Beyoğlu’nun arka sokaklarında mangal başı yapan bir yer varmış. Oraya gittik.Acılı bir Adana’dan sonra Beyoğlu’na çıktık ve hastaneye bizi götürecek taksi seçmeyebaşladık. Taksi kırmızı olmalıydı ve de yeni.
Beklediğimiz gibi bir arabayı görünce durdurduk, bindik.
On altı saat çektiğim sancıdan ölüm öldüm dirildim. Sonunda forseps denilen bir aletinyardımıyla Özlem’im doğdu. Başının üstünde sanki bir baş daha var. Biraz dahazorlasalarmış ölebilirmiş.Yıl 1977 Aylardan Ekim. Ekimin 19 u. Günlerden Çarşamba.Unutulur mu hiç.
Doğumdan sonra ebe, bahşiş koparmak için, dış kapıda bekleyenlerin yanına gitmiş veNurten Altınok’u bekleyen kim diye sormuş.Bizimki oğlum geliyor, oğlum geliyor diye volta atıyordu ya, fırlamış ortaya.-Ben bekliyorum. Ben.-Gözünüz aydın. Nur topu gibi bir kızınız oldu.Hemşireye vermek için hazırladığı bahşişi de aynen cebine geri sokmuş.
Özlem’in yüzünü gördükten sonra ne erkek davası kaldı ne kız. Öyle güzel bakıyordu kikocaman siyah gözleriyle.
İşte en son mangal başına ben o zaman oturmuştum.
*****
O sahne geldi gözümün önüne. Hiç düşünmeden daldım kebapçıya.
-Bir Adana alabilir miyim? Dürüm olsun lütfen.
Bir an önce kendimi eve atmam lazımdı. Yorgundum.Kâğıda sarılı dürümü, evde yiyeceğim, diyerek aldım ve oradan ayrıldım.
Dürüm bittikten sonra aklıma geldi o ameliyat masasında söylediklerim ve de etkokusu. Çoktan unutmuştum bile.
Bir gün Özlem’le beraber gitmek şart oldu ocak başına..
Şimdi yüzüm gözüm şiş. Yarına da morarır herhalde. Gözlerimi zor açıp kapatıyorum.Pansuman için hastaneye giderken güneş gözlüğü takmak zorunda kaldım. Güneş bileyoktu ve yağmur çiseliyordu.
Aynaya bakıyorum, kendimi tanıyamıyorum. Bir çocuk görse bu halimi ÖCÜ sanıpkorkup kaçacak.
Hastaneler neden bu kadar çok dikkatimi çekiyor ve neden oralı anılar dimağımdahep capcanlı bende. Bilmiyorum. Çocukken hep doktor olmak isterdim. Tıpla ilgili yazılar okur, bulduğum her broşürüsaklardım?Sonra! Bugün, hala doktor olma isteği içimde kocaman bir yara işte. Olamadım. Belki deinsanlara yardım etmeyi çok sevdiğimden kaynaklanıyor bu doktor olma hevesi.
*****
Yine çocukluğum geldi aklıma. (Şimdi de öyle ya) Ne zaman yolun ortasında birtaş görsem veya başka bir engel, bir yaşlının düşmesine neden olur, bir çocuğunayağına takılır hayalimde. Ya acırsa bir tarafı yaşlının, ya süzülürse yaşlar boncukboncuk o minicik gözlerden! O taşın yeri orası değildir. Taşınır, olması gereken yere.
***** Nihayet liseden mezun oldum. O kadar çok istiyorum ki üniversiteye gitmeyi. ’ Anne‘ engeli de yok bu sefer önümde. Arkadaşlarımın hemen hemen hepsi pasaportlarını çıkartmışlar, Türkiye’yegidecekler. Benim kimsem yok Türkiye’de. (Pardon, bir amcam varmış ama kendisinehayrı yokmuş.) Nereye giderim, nerede kalırım?
Ne kadar zaman geçti aradan bilmiyorum. Bir gün bir mektup geldi adıma. Açtım,okudum. Bizim Türkçe ders gördüğümüz derslerin hocaları Türkiye’den gelirdi.
Türkan Teker Hayatımda, bana dönüm noktası olan kişilerden biri. Matematik hocam. Bizim mezun olduğumuz sene onun da görevi bitmiş ve Türkiye’ye dönmüştü.Mektup ondan geliyordu. Açtım, bir nefeste okudum. Mektubunda, arkadaşlarımın çoğunun İstanbul’a gittiğini ve benim hala nedengitmediğimi soruyordu.
*****
Babamın da halini biliyordu. Fakirdik. Bir el arabası vardı babamın üç tekerlekli.Etrafını ve üstünü camekânla kapatmıştı. Evimize yakın İdadiye Türk İlkokulu’nun ikinci kapısının önünde, (Demir parmaklıklı,4 kanatlı, törenlerde ve büyük bir eşyanın içeri sokulması için açılan, yedek kapı)çocuklara, arabaya koyduğu şeker, kuruyemiş, ufak tefek oyuncaklar, defter, kalem vebuna benzer şeyler satıyordu.Birinci kapı ana giriş kapısıydı. Bunun önünde satış yapmak yasaktı. Yaklaşık üç metre
genişliğindeki demir kapının yerden 60-70 cm kadar olan kısmı tamamen kapalıydı.Ondan sonrası parmaklık halindeydi. Kapı genellikle hep kitli kalıyordu. Özel günlerharicinde. Babamın üç tekerlekli arabası bu kapının önündeydi. Teneffüs oluncaçocuklar kapıya gelir, parmaklıklara tutunur bir şeyler satın alırlardı. Araba sabahakşam evden okula, okuldan eve itilerek götürüp getiriliyordu.
Ne kaldırım vardı yollarda ne doğru dürüst bir yol. Her taraf tümsek içindeydi.(Egnatias 108 Komotini) Arada bir kocaman kayalar çıkıyordu çamurların arasından.O zaman arabayı itmek daha zor oluyordu. Her an için devrilebilirdi. Babamla birliktekalkar ona arabayı itmesine yardım ederdim. 7-8 yaşlarında bir çocuktum. Benimkuvvetimden ne olacak. Olsun. Üzülüyordum babamı öyle görünce. Bazen de oistemediğim taşlar çıkıveriyordu bir yerlerden. İt itebilirsen arabayı işte o zaman. Bir işe yaramak çok hoşuma gidiyordu. Engel olacak taşı her çektiğimde: -Hah, yaşa be kızım, deyince babam, gözlerimizin içi gülüyordu birbirimizebakışınca.
Aç değildik, açıkta değildik çok şükür. Anca karnımızı doyurabiliyordu benim öksüzbabam. O, küçüğün de büyüğün de Hasan Aga’sıydı.Bir türlü öksüz büyümenin çekingenliğini, ezikliğini atamamıştı üstünden.
Yüreği kocaman, elleri nasırlı, yamalı pantolonlu bu sarı kıvırcık saçlı, yeşil gözlüadam, benim babam. Benim bubam O…
Dünyalar tatlısı bu çok yakışıklı adam, yemeyip yediren, içmeyip içiren, bu melekadam, benim babam.
Her karşılaştığımızda ‘’Benim Kocaman Kızım’’deyip boynuma sarılan bu can adam,benim babam.
Bana iyiyi, güzeli, sabrı, çalışmayı, sevip sayılmayı, güvenmeyi, iyilik adına,doğruluk adına ne varsa konuşmadan, bakışıyla öğreten, bu adam benim babam…
‘Bela Hasan’ lakaplı bu melek yürekli adam benim babam.
Ben her zaman Bela’nın kızı olmaktan büyük gurur duydum. Gurur duyuyorum
Amcam (anasına baltayla saldıracak kadar) çok kötü biriymiş. Bir günYunanistan’dan İstanbul’a kaçak gitmiş, bir daha da geri dönmemiş. Mahalleli o kadarbıkmış ki ‘’başımızdan bir bela gitti, kurtulduk’’ demeye başlamışlar. Babamıgördüklerinde de Bela’nın kardeşi diyorlarmış. Zamanla ‘’kardeşi ‘’ kelimesini kullanmazolmuşlar’’ Babamın lakabı ‘’Bela’’ kalmış.
*****
Gözümüzü karnımızdan önce doyurdu O.Bir gün, her zaman olduğu gibi, bir kasa portakal almış, eve geldi. Tek gözlü odamızınkapısını açtı, bütün portakalları odanın içine döktü.-Yapmasana öyle Hasan, dedi annem. Koy kenara, kızanlar oradan alsınlar, yesinler.Hiç unutmam. Şöyle bir baktı çakır gözleriyle anneme:
-Bana bak Şadiye, dedi. İnsanın karnını doyurmak çok kolaydır. Zor olan gözünüdoyurmaktır. Onun için, önce gözünü doyuracaksın. Gerisi kolay.
Yazları okullar kapalı olunca ayni arabayla babam evde yaptığımız dondurma,kırmızı şerbetli su muhallebisi, elma şekeri, susamlı dediğimiz bir çeşit tatlı ve bizimorada adına Şamali dediğimiz (Şambaba) tatlısı satıyordu. Bu tatlılar dikdörtgenşeklinde tepsilere konuluyordu, üstleri büyükçe bir şişeyle bastırılarak düzgün halegetiriliyordu sonra da uzunca tahtadan bir cetvelle muntazam bir şekilde şeritlerhalinde kesiliyordu. Susamlının, tepsinin kenarlarına gelen yerleri de muntazamolmalıydı. Önce onlar kesilip (kırıntılar) tepsiden çıkarılıyordu.Susamlı sıcacıktı.Ateşten yeni çıkmış şerbetiyle de mis gibi kokuyordu.
-Nurten al bunları dağıt.
Ciğerci kedisi gibi başında beklediğim kırıntıları alır arkadaşlara vermek için, sokağakaçıyordum.
Kazan dolusu su muhallebisi yapıyorduk. Bir kilo nişastaya 9 litre su. Annemleberaber yapıyorduk. Avluda kocaman bir ateş ve üzerinde kocaman bir kazan.Daha sonraları tek başıma yapmasını da öğrenmiştim. Muhallebi pişinse subardaklarına, üstünde bir parmak boş kalacak şekilde dolduruyorduk. O boş kalan yerkırmızı şerbetin konacağı alandı.Satılırken bardağa önce şerbeti konur, tatlı kaşığıyla servis yapılırdı. Ben ilkokuldaydım bunları yaparken.
Hiç aklıma gelmedi tariflerini bir yerlere kaydetmek.
*****
Dondurma
Babamın dondurmasının üstüne dondurma yoktu. Aradan 50 yıldan fazla geçti. Bendeğil böyle güzel bir dondurma yemesini, benzerini bile bulamadım. Dondurmanın sütün içine şekeri de eklenip, avludaki kocaman ateşte, ateş çokkuvvetli olmayacak, kalaylı bakır kazanda karıştıra karıştıra, ağır ağır pişirilmesigerekiyormuş. Ateş kuvvetli olursa süt yanık kokarmış. Öyle derdi babam. Pişen süt,tekrar bu sefer soğuması için karıştırılır ve bekletilirdi.
Koyun sütüydü hatırladığım kadarıyla. Koyunları olan biri her gün kapıya getirirdi.İki üç sefer bir tülbentten geçirilerek süzülürdü. Bizim oralarda pek keçi yetişmezdi.Fiyatının çok pahalı olduğunu söylediği ve gramla satın aldığı açık sarı bir baharatkarıştırıyordu süte. (Adını hatırlarsam ilerde yazarım. Sanki mahlep gibi bir adı vardı.)Süt soğuyunca 2 parmak kaymak tutardı.
Yaaa babam, bir gün de çakmasan olmaz mı sütün kaymağının tadına bakarken farketmeden tamamını yediğimi!Babam bana hiç kızmadı. Bir gün olsun sesini yükseltmedi.Sitem ederken bile gözleriyle, iyi etmişsin, der gibi gülümsedi.
-Bir dahaki sefere birazcık kaymak kalsın. Olur mu?
Müşteriler, kaymaksız olmuş bu gün dondurma Hasan aga, derlermiş.Derlermiş de akşama kalmadan gene bitermiş Dondurmacı Hasan Aga’nın dondurması.
Kaynayıp soğutulan süt 60-70 cm yüksekliğinde silindir şeklinde yine kalaylı birkabın içine konur, büyükçe bir kulpu olan kapakla iyice kapatılırdı.Silindir bakır kabın çapından 15-20 cm kadar daha büyük ahşap bir fıçının ortasınakonurdu. Fıçı ile kap arasındaki boşluk, kalıp halinde alınıp evde parçalanan buzparçalarıyla doldurulur, buzların üzerine de bolca kalın tuz dökülürdü. Hasır oturmalığıolan ahşap bir sandalye fıçının yanında yerini alırdı.Kapağın üstündeki tutamacın arasına bir sopa geçirilir ve elle süt döndürülmeyebaşlardı. Arada bir uzunca bir demir spatulayla dondurmanın kapağı açılır yakarıştırılırdı ya da ahşap kalınca sopayla dondurma dövülürdü. Ta ki dondurmakıvamını bulana kadar. Bu kıvama 1,5- 2 saatte varılırdı.Yenmeye hazır dondurma arabadaki buz dolu fıçının içinde yerini alırdı.
*****
Elma Şekeri
Öce elmalar bir güzel yıkanırdı. Daha sonra küçük küçük kesilen kargılar elmanınsapının olduğu yere saplanır ve büyükçe bir tencerede kaynayan kırmızı şerbetebatırılıp, tepsilere soğuması için dizilirdi.
El arabası 2 katlıydı. Ağırlar alt katta elma şekerleri üstte dururdu.
Bu sefer mekân mahallemizdeki kocaman bir çınar altıydı.Gümülcine, Kesikbaş Mahallesi Camii’nin yanında.Bir de küçük bir baraka vardı (büfe) hemen yanında. Sigara, ufak tefek atıştırmalıkbir şey satıyordu Aliosman amca. Sabire’nin babası. Karşı sıradaki Hacer Ablanın oğlu, Ahmet Abinin kahvesindeki sandalyeler taşınırdıçınarın serin dalları altına.Bu çınar altının bir başka anısı daha var.
*****
Ben, Özlem, Onur
YAZIYI SİL BAŞKASINI EKLE… ONUR’UN İLK TRAŞI
Dondurmanın sütü çok kısık ateşte ve yavaş yavaş karıştırılarak pişiriliyordu. 70-80 cmyüksekliğinde 50 cm çapında bir fıçının ortasına konan çapı 40cm olan, kalaylı bir bakırsilindir kabın içine konurdu. Fıçıyla süt kabının arasında kalan boşluk, üstüne bolcakalın tuz dökülen parça buzlarla doldurulurdu. Süt kabın üstünde bir kulp vardı. Okulpun içine bir sopa geçirilir ve süt kazanı buzların içinde başlanırdı bu sopayla elleçevrilmeye. Ta ki dondurma olana kadar.Ne güzeldi o dondurmanın sütü. Mahlep kokusu bir daha lezzet katıyordu lezzetine.
Akşam babam (BUBAM) eve geldiğinde takılırdı anneme:-Bu gün sütü gene Nurten pişirmiş galiba.Süt, ben pişirdiğimde, soğuyunca, üstünde üç parmak kaymak tutardı. Kaymaktanşöyle bir kaşıkçık ayırır, yerdim. Tadına bakmak için. O bir kaşık iki olurdu, üç olurdu taki tamamı bitene kadar. Nerden bileyim babamın çakacağını. Bir daha yapmadım.Dondurma kaymaksız oluyormuş! Dondurma lezzetsiz oluyormuş. Akşama kadar yinede bitiyordu ama. O dondurmanın tadını ben hiç bir yerde bulamadım bir daha.
Ağlamak geliyor bugün içimden.Her dokunduğum şeyde bir anım canlanıveriyor gözlerimde. Her ses, şarkılar, türkülerefsunlu bugün.Ağlamak geliyor içimden.Onat’ım aradı telefonla. Şu akıllı telefonlar var ya, işte onunla aradı. Görüntülü.Onat’ımın kara gözlerini gördüm. Ninem diyen sesini duydum. Uras’ım girdi sonraekrana. Sarı fırtınam benim.Ağlıyorum.Ay! Sabahtan beri pek bir gözü yaşlı, sulu kadın oldum.Ben çocuklarımı çok özledim.Altınoluk’tayım.Neden buradayım?Oksijeni bol, havası güzel dediler.Bir de arkadaşlarım var burada.Buradaki komşularımı seviyorum. Buradaki dostluğu seviyorum. Ben burada yalnızdeğilim. Gözümü açar açmaz tanıdık bir günaydın sesini cevaplıyorum.Zehra görünür birazdan. Nasılsın der. Gel çay içelim. Yasemin selam verir karşıdan. Halhatır sorar. Feride hanım biraz önce bahçesindeki çiçekleri suluyordu. Ayşe elinde birşeylerle Yasemin'e geldi.Yasemin’in acısı var bu bir iki gündür. En sevdiği bir arkadaşını kaybetmiş kanserden.Dün cenazesi vardı. Her halde bugün helvasını kavuracaklar. Henüz daha 30 luyaşlardaymış. Allah gidene Cennet'ini, kalana da sabrını versin.
Sıkıntılıyım bugün. Hiç bir nedeni yok.İnsanız işte.Sabah Fox Tv de sabah haberlerinde İsmail Küçükkaya çok güzel bir müzik dinletti.Müzik güzel, ses güzel!Zaten ben ne zaman bir müzik duysam kanatlanırım bir yerlere.Aşağıya o çok beğendiğim şarkının sözlerini ekledim.
Bu 1
Hoş Geldin
Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldinAh ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç geldin, ben sana erkenTutuşsun gün, yansın geceler, vaktimiz varken
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldinAh bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Arkadaşlardan biri de İstanbul’a gezmeye gitmiş,Antalya’da oturuyor. Safure Tonyalı.Ortaköy Camii'nin önünde çektirdiği bir fotoğrafı eklemiş bir paylaşım sitesine.Hah işte esas zincir burada koptu. Koptum.Sihirli bir nefes yıllar öncesine üfledi beni.
Üniversiteye giderken her gün Çemberlitaş – Taksim T1 İEET otobüsüyle her günönünden gelip geçiyordum. Tam soldan yukarı Taksim'e doğru dönünce İnönüStadyumu görünüyordu. Hemen onun arkasında, tepede tüm haşmetiyle İ.T.Ü Taşkışla.Ne bileyim ben, o günler geldi işte aklıma.Salya sümük her şey kırbaçlıyor anıları. Hiç ummadığım kişiler, arkadaşlar, olaylar, boysırasına bakmadan dizildikleri anı sayfasından çıkıverdiler su üstüne.Amcamın kızlarını bile hatırlattılar. Bir de Hüseyin’i. Bir de Mehmet’i. OrhanGencebay’ın "Yağmurun Sesine Bak" şarkısını. Yürüdüm gittim yıllar öncesi oturduğumbir kır çay bahçesine. Önümde deniz, bir ağaç altında elimde bir fincan çayda demledimanıları. Yanımda kim vardı bilmiyorum.Dolmabahçe’den bir vapura atlayıp karşıya geçtim. Ne işim var Üsküdar’da. Gittim işte.Son susamına kadar martılarla paylaştım mis kokulu bir simidi.Ortaköy’e uğradım. Bir balıkçı lokantasında ilk defa yediğim ve sevdiğim roka boğazıma takıldı. Bir bardak suyla hallettim işi. Sonra çiğ köfte. Hiçbiracı bu kadar güzel gelmemişti.Boğaz köprüsü henüz yoktu o zamanlar. Sene 1971-72 olmalı. Köprünün temelleriatılıyordu. 5 senede bitecekmiş. O ooo dedim. Biz görebilecek miyiz acaba köprününbittiğini? Görürsün, görürsün dedi Hüseyin. Daha ne köprüler görürsün sen.Dediği de çıktı. Şimdi 3. köprü inşaatı var.
Köprüden geçemedim. Gelin değildim. Hani bir türküde köprüden geçer ya gelin. Sonrabir şiirim geldi aklıma. Galata köprüsünden geçirmiştim gelini.Eminönü sahilinde ilk balık ekmek yiyişim. Kapalı Çarşı'nın gürültüsünde buldumkendimi. Bir de piyango bileti aldım Nimet Abla’nın gişesinden. Amorti bile çıkmadıkısmetime.
Sirkeci garında buldum kendimi.Yanımda Türkan Teker, matematik hocam vardı. Allah rahmet eylesin. Bu günlerimegelmeme sebep olan, yardım eden, hayatıma yön veren birkaç ender kişiden biri oldu.İlk defa, sırtında yük taşımak için taktığı semeriyle, bir adam gördüm Sirkeci Garı’nınönünde. Sırtındaki sepeti tıka basa doluydu. Adeta iki kat olmuştu yükün ağırlığından.Oturdum ağladım. Alışırsın kızım dedi hocam. Gün gelir görürsün de aldırmazsın bile.Ama ben hep aldırdım.
Satıcının biri incir satıyordu garın önünde. Şaşırdım. Hocam dedim hiç incir satılır mı?Satılır tabi dedi. Burası İstanbul. Oysa ben incir ağaçlı bir evde büyümüştüm. Ne zamançıksam tepesine annemin sesi gelirdi. Gene mi incirdesin? İn düşeceksin, derdi. Hiçdüşmedim ağaçtan ama burada yüreğim düştü.Adım başı hayret ettiğim şeylerle karşılaştım.Ne çok insan vardı burada. Ne çok araba. Ne çok gürültülü yer burası. Oysa benimGümülcine’m, Yalanca Köyüm öyle miydi ya? Bütün ağaçlardaki meyveler bedava.
Köydeki yan komşunun birinden nar, diğerinden de kocaman siyah erik çalıyordukçaktırmadan. Tam yumruk kadardı erikler. Narlar da futbol topu kadar. Bırak işte beadam. Çocuğun canı çekmiş. İki tane versen bir tarafın mı eksilir. Göz hakkı denen birşey var. Ben o komşuları hiç sevmemiştim. Bir de köyün imamı olacaksın. Sözde bir deköyün en zenginlerindenmişler. Benim ninem hepsinden zengindi. 24 saat o kapılar hiçkapanmaz, sofradan misafir eksik olmazdı.Ninem… Yunanistan, Batı Trakya, Gümülcine, Yalanca Köyü'nden Odacılar’ın Minire’sininem. Ahmet Ağa’nın kızı. Ne çok severdim seni ve de ne çok ağlamıştım sen ölünce.Nur içinde yat benim canım ninem. Acılı ninem. Gönlü bol ninem.Bana Atatürk’ü anlatırdın. Duvarda, Kur’an’ın yanında asılı duran fotoğrafa bakarken.Bak derdin. Bu Mustafa Kemal’imiz. O bizim Ata’mız. Düşmanlardan o kurtardı bizi.Bana Atatürk’ü ilk tanıtan ve sevdiren kadındın. Henüz 4-5 yaşlarındaydım.
Bu gün bir acayibim işte. Üstüme, üstüme geliyor bütün anılar.
Duygusallığım tüm ihtişamıyla yüreğimde.Anlaşılan benim İlham’ım, ilham perim unutmamış beni!
Oturdum, bir şeyler karaladım şiire benzer. Baktım olacak gibi değil, daha da çokyoğunlaşıyorum, bıraktım.
Eminönü’ndeyim şimdi. Bir alt geçitte.
Bir oyuncak dükkânının camekânına alnını dayamış, annesinin elini çekiştiren, oyuncakisteyen o küçücük çocuğun yanındayım işte.Kadın, çantasından cüzdanını çıkardı içine baktı. Paramız yok oğlum, dedi. Başkazaman alırız. Benim de yoktu! Dokunamadım çocuk yüreğine evlat. Bağışla beni.
Baharat kokularını çektim içime Mısır Çarşısı’nda gezinirken. Ne ararsan vardı burada.Çoğu da ilk defa gördüğüm otlardı. Adlarını bilmediğim.
Altın varaklı vitrinlerini ayna gibi kullanarak kendimi ve etraftaki kalabalığı seyrederekgezdim Kapalı Çarşı’nın kuyumcularını.Sahi benim, sonradan sattığım bir alyanstan başka, hiç altın takım olmamıştı. Olmadıda. Olmasa da olurmuş.Gümüşsuyu yokuşuna döndüm tekrar. Yürüyerek çıktım o yokuşu.Yolun solunda İTÜ Makine ve Elektrik Fakültesi var. Sağdaki ilk sokakta da Sebahatablanın evi.En sıkıntılı zamanımda bana maddi ve manevi el uzatan, bir Yunan Lisesinde TürkçeÖğretmenliği yapan bir öğretmendi.Arif Hoca (Gümülcine’den ilkokul öğretmenim) tanıştırmıştı beni.Gümülcine’de o zamanlar yayınlanan Azınlık Postası adında bir gazete vardı. Her haftabir şiirim yayınlanıyordu. Bu orta 1 den lise sona kadar devam etti. O gazete SebahatHoca’ya gidiyormuş.Arif hocaya beni sormuş. Kim bu demiş. O da üniversiteye gelecek buraya o zamantanıştırırım demiş.
Bir gün beni aradı Arif Hoca, seni bir hanım öğretmenle tanıştıracağım dedi. Buluştukve Sabahat ablanın evine gittik.Bir apartmanın giriş katıydı Gümüşsuyu’nda.Zile bastık, orta boylu, tombulca, kısacık sarı saçlı, güler yüzlü bir hanım açtı kapıyı.-Hoş geldiniz hocam, dedi.
-Hoş bulduk. Bak sana kimi getirdim.Bana baktı:-Hoş geldin evladım.Sıcacık bir ses tonu vardı.-Hoş buldum, dedim. Uzandım elini öptüm.Arif hoca:-Bu kim biliyor musun? Dedi.-Tanıyamadım, dedi. Tanımak istermiş gibi daha dikkatli baktı yüzüme:-Çıkaramadım hocam.
Gazetede şiirlerimin altına NUR mahlasını kullanıyordum.Arif Hoca başıyla beni göstererek:-İşte bu o bahsettiğimiz Nur. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazandı.Sana çok yakın okulu. Orada okuyacak.Gözlerini hayretle, sevinçle, merakla açarak bana baktı ve:-O koca şiirleri yazan bu çocuk mu?Kocaman açtı kollarını ve sarıldı bana bir ana gibi.Zamanla arkadaşım oldu, ablam oldu, sırdaşım oldu. Yıllar sonra vefat ettiğiniöğrendim. Daha önce çok aradım onu. Telefonla konuşuyorduk. Yaşlı bir annesi vardı.Beraber kalıyorlardı. Annesini kaybedince yalnız kalmıştı.
Seneler geçti. Okul bitti. Evlenmiştim. İki de çocuğum olmuştu. Çocuklarımla daziyaretine gittim zaman zaman.Son aradığımda telefonu kimse açmadı. Belki evini değiştirdi. Bilemiyorum. O zamanlarcep telefonu yoktu. Nur içinde yat ablam. Hakkını helal et.
O çay bahçesi var ya hani biraz önce bahsettiğim, o da hemen oralarda SabahatAblanın evinin hemen üst tarafında tepede bir yerdeydi. Boğaz ayaklar altındaharikaydı.Gümüşsuyu’nun biraz ilerisi Taksim.Taksim’de, meydanda, heykelin tam karşında Taksim Postanesi var. Kime sorsan bilir.Taksim Parkının hemen köşesinde duruyor.Şimdi hala duruyor mu bilmiyorum. Çok oldu oralara gitmeyeli. En son gittiğimde eseryoktu o eski halinden.Buluşmalar için postanenin önü tam adres.Okul çıkışı ne zaman önünden geçsem, önünde heyecanla saatlerine bakanlar hiç eksikolmazdı.
Ben de onun önünde bekledim O canı. Sonradan canım dediğim. Hala duruyor muacaba yerinde? Kim bilir ne kadar oldu gitmeyeli.
İstanbul’u özlüyorum arada bir aklıma gelince. Balığın denizde suyu özlediği gibi.İşte buyum bu gün. İstanbul anılarım depreşti.
Beyoğlu’nu dolaşıyorum şimdi.İlk günümdeki gibi. Taksimden Galataray’a gidiyorum. Beyoğlu’ndayım. Sol taraftaküçücük bir büfe vardı. Kilo ile dilim, dilim bitter, acı çikolata satıyordu. Elimdeki paraya bir dilim almaya yetiyordu, ya da iki.Sağ tarafta meşhur Beyoğlu Muhallebicisi vardı.
Muhallebici dedim de aklıma geldi.Bir Taksim Muhallebicisi var, benim bildiğim, bir de Çemberlitaş Muhallebicisi.
İki muhallebici arasına gizlenen anılar var.Birinin başlattığını diğeri neye bitirdi?Bu iki mekân arasındaki bağlantıyı kuran kim?İkisi arasında yaşanan, iki kişinin yüreğine inme gibi inen, idam hükmünü onaylar gibibu mührü vuran kim?
Hayatın cilvesi bu olmalı.Taksim’de başlayan bitmişti Çemberlitaş’ta.Hayret!İlk defa aklıma geliyor bu seneler sonra.Tesadüf olabilir mi?Bilmem!Oluyormuş demek ki.Mukadderat mı dersiniz!
Daha neler oluyor hayatımızda fark etmeden kim bilir?Hayat rotamıza yön veren bu sır ne?Anlatacak çok şey var daha.Çok…Çok...
Bugün:Yıllardan 2015 /Aylardan Ağustos /Ağustosun 28i /Günlerden: Cuma / Yer AltınolukBen: Nurten Altınok
Bir canı bin canla da ödesen yine yakandadır elim, bekle de görSanma ki ey zalim, dizilmez boğazına lokmaları, yediğin ekmeğinHangi haram sütle beslemiş seni doğuran, adına ana dediğinBoğacaktır bir gün seni, Allah’ın izniyle, Mehmet’im,İt ininden çıkmaya gör. Kılıç kınından...
Pusuya yatmışsın karanlık yol boyu, bekle, güneşi de görKurda kuşa haramdır leşin, bu topraklarda yoktur yerinBir damla gözyaşı akmaya görsün anasından Mehmet’iminTanrıya verilen yemin, bir karışında vatanın kalamayacaktır itinKılıç kından çıkmaya gör. İt ininden...
Çocukluğumu bana geri verinBirkaç günBirkaç saatBirkaç dakikacık/kısacık
Kızarmış burnumuTitreyen ayaklarımı/ufacık
En güzelinden atkılar veririm sizlereEldivenlerBerelerAyakkabılar/sıcacık
Kardan adamlarımı özledimYağmur altında gezmeyiAyağımda lastik çizmelerSuları çiğnemeyi/nasır tutuyordu ayak bileklerimEllerimKış çatlağıUnutmuşum limon sürmeyi
SırtımdaAnamın el örgüsüSiyah yün hırkaAyni yünden patikKış ortasında ayağımda terlikKocaman bir top var elimde/fotoğraflar müzelikBu ne güzellik
Ayağımda/pazendenPaçası lastikliUzun bir don/pijama altıO zamanlarAdı pantolonYüzümde gülümsemeSıraya dizilmişizPoz veriyoruz bir resimciyeİlkokul önündeSiyah önlükBeyaz yakaÜlkü öğretmen yanıma/fotoğraflar müzelikBu ne güzellik!
.Hiç uykum yok bu gece-Sohbete var mısın benimleKonu, ne olursa olsun, hiç önemli değilHavadan sudan bahsederiz seninle
İstanbul soğukİstanbul’un sokakları ayaz kesiyor ayazGökte ne yıldız var, ne de ayNe de yanımda yarDizlerim titriyor/kar soğuğundanYüreğim titriyor/yar yokluğundan
Gözlerim köprü altı yatanlardaSatırbaşı bile olamamışlar gazete yazılarındaAna sıcaklığımı sırtlayıp düşüyorum peşlerineİki damla yaş süzülüyor çaresizBeş para etmiyorum bu gece
Saat olmuş gecenin ikisiBir telefon etsem sana şimdiDesem ki:Ben falancanın kızı / büyük başlardanFalancanın yeğeniFalancanın falancasıSadrazam torunu, anlayacağın kısacasıÇekmek için dikkatiniDiyeceksin ki:-Bu kadın yemiş kafayıNe paşasıNe sadrazamı
Hiç uykum yok bu gece-Sohbete var mısın benimleKonu ne olursa olsun hiç önemli değilHavadan sudan bahsederiz seninle
Ankara’da havalar nasılSular kesiliyor mu hala eskisi gibi
Hava da bitti soru daHavanda dövdük suyu sonundaSıra geldi ana konuya
Eyvah!Uyudun mu yoksa!Yapma!
Sana öğretmenleri anlatacaktımHani dünSeslerini duyurmayaBaş başlaraBaştaki en koca başlaraİstanbul’dan Ankara’ya gitmişlerdiya yayaHani bir harf öğreteneKırk yıl köle olun/anlar varyaİşte onları anlatacaktım
Sana bazı polisleri de anlatacaktım oysaHani dünİkinci anaları babaları öğretmenleri oluyor/du yaHani bugünEğitmeleri içinÇocuklarını onlara teslim ediyorlar ya
Ne oldu daKaleme kan bulaştı bugünCop’a öğretmen ah’ı
Yıkıldı kaldı bir öğretmen kaldırımdaBaşında polis, copuyla
Bugünki dersimiz çocuklar:/diye başlayacak öğretmen-TürkçeKonumuz:-İlk Öğretmen Mustafa Kemal AtatürkTarih: 24 kasım 2005Bugün Öğretmenler GünüYer: Türkiye
<font size='5' color='white'><marquee bgcolor='#000066' behavior='alternate'scrollamount='7'> Hoşgeldiniz </marquee></font><br><table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/91/11486_27391_2006113224.GIF'>Ben Sevdim mi Ölümüne Severim
Bu nasıl bir kaçışElle tutulur bir rüya gibi yaşadım seniBir rüya gibi indi gök avuçlarımaGöğsüne sığındığımBatık bir gemi gibi yerinden memnunDemirlerimi sana attığım limanımdınDilim oldun kalemimdeDize dize çözüldüğümGözüm oldunKör gecelerimde güneşi bestelediğimUmudum oldun uçurum eteklerindeYüreğine tutunduğumGözyaşım oldun isyanlarımdaKadınlığımda kıskançlığımYalnızlığımdaBir idam mangası tüm çıkmazlarımaDünüm oldunBugünüm oldunEksik kalan yaşanmamışlarımda
Balta girmemiş orman gibi safSevgilerimi sergiledim avuçlarınaYarınlarıma açılacak kapıların tümAnahtarlarını bağışladım sana
Sevdim seniKadınca duygularımın coşkusuylaYaşanmamış özlemlerimin adına
Sevdim seniYer gök şahidimTanrı adına
Sevdim seniKarınca kararıncaDeğilSevdim seniK A D I N C AAnlayabiliyor musunAdam gibi sen deSevebiliyor musun?
Umut hep içimdeHep benimleBu yürek zannettiğin kadar zayıf değilBakma aynalardaki görüntüyeAldanma yalancı gülüşlerdeki sahte ilgiyeKanma ''seviyorum''diyeEtrafında pervane geçinenlere
Kaç kişi sana gecelerden çığlık olduKaç kişi sana çiy damlasından sevgi dokuduKaç kişi kanat oldu rüzgarlarınaKaç kişi dua umutlarına
Sevdim seni / denizle tuz gibiSevdim seni / hamurla maya gibiSevdim seni / bulutla yağmur gibiTorağın yağmuru sevdiği gibiTopraktaki koku gibiTaze ekmek gibiVe deSevdim seniCanım gibi
Ben sevdim mi canına severimÖlümüne severimÖlümüne...
Ben Sevdim mi Ölümüne Severim
Bu nasıl bir kaçış
Elle tutulur bir rüya gibi yaşadım seniBir rüya gibi indi gök avuçlarımaGöğsüne sığındığımBatık bir gemi gibi yerinden memnunDemirlerimi sana attığım limanımdınDilim oldun kalemimdeDize dize çözüldüğümGözüm oldunKör gecelerimde güneşi bestelediğimUmudum oldun uçurum eteklerindeYüreğine tutunduğumGözyaşım oldun isyanlarımdaKadınlığımda kıskançlığımYalnızlığımdaBir idam mangası tüm çıkmazlarımaDünüm oldun
Balta girmemiş orman gibi safSevgilerimi sergiledim avuçlarınaYarınlarıma açılacak kapıların tümAnahtarlarını bağışladım sana
Sevdim seniKadınca duygularımın coşkusuylaYaşanmamış özlemlerimin adına
Sevdim seniYer gök şahidimTanrı adına
Sevdim seniKarınca kararınca değilSevdim seniK A D I N C AAnlayabiliyor musun?Adam gibi sen deSevebiliyor musun?
Ben sevdim mi ölümüne severimÖlümüne severim
Umut hep içimdeHep benimleBu yürek zannettiğin kadar zayıf değilBakma aynalardaki görüntüyeAldanma yalancı gülüşlerdeki sahte ilgiyeKanma ''seviyorum''diyeEtrafında pervane geçinenlere
Kaç kişi sana gecelerden çığlık olduKaç kişi sana çiy damlasından sevgi dokuduKaç kişi kanat oldu rüzgârlarınaKaç kişi dua umutlarına
Sevdim seni / denizde tuz gibiSevdim seni / hamurda maya gibiSevdim seni / bulutta yağmur gibiTorağın yağmuru sevdiği gibiTopraktaki koku gibiTaze ekmek gibiVe deSevdim seniCanım gibi
dost; dosttur,-dostun yeri sarsılmazaşk; aşktır,-başka türlü yaşanmazbitmiş aşklardan sakın ha dostluk ummadostun yeri başkadır,aşkın yeri bambaşka...---
Yenileme
Dost; Dosttur-Dostun yeri sarsılmazAşk; Aşktır-Başka türlü yaşanmaz
Bir pusula ol yarınlarımaYönümü şaşırdım DelimaviBulutlar ayaklarıma serildiSarhoş rüzgarlara eş başımSığınırken kaçakbakışlarınaSessiz bir suçlu gibiSıcacık bir sesinEngelleyemedim gelişini
Bütün yollar sanadır yenibaştanBitirmeye çalıştığım yerdeyimSevgi değil bu inanBütün düşlerde sensinÜç yolu da kapalı fal gibiAnla işteAç beni
Asıl acı şimdi başlıyor Adına ayrılık diyorlar ya hani Sökülüyor ya tırnak etindenİşte onun gibiİşte ondan Öylesine Kör acılar içindeyim Sensiz Kimsesiz
Yakalandı zamanı gözlerdeGözler ki sessizdiVe de çokGözler ki çığlık çığlıktıHa boğulduk ha boğulacakVe öylesine bildikÖylesine aşınaBir el aradık tutunacakSöylenmiyorSen anlaAnla işte
Bir pusula ol yarınlarıma, yönümü şaşırdım DelimaviBulutlar ayaklarıma serildi, sarhoşrüzgarlara eş başımSığınırken kaçakbakışlarına sessiz bir suçlu gibiSıcacık bir ses oldun engelleyemedim gelişiniBütün yollar sana çekti beniBitirmeye çalıştığım yerden başladım yenibaştanSevgi değil bu inan, inan çok daha ötesiBütün düşlerde sen çıkıyorsun karşımaSöyleyemiyorum sevdiğimiAnla işteAnla beni
Asıl acı şimdi başlıyor içimde, adına ayrılık diyorlar ya hani… işte oHani söküp atıyorlar ya tırnağını etinden… işte oÖylesine köracılar içindeyim… sensizim… kimsesizimTutamadım zamanı gözlerindeGözlerin sessizdi… sessizGözlerin çığlık çığlıkVe öylesine bildikÖylesine aşınaBana
Söyleyemiyorum sevdiğimiAnla işteAnla beni
Bir pusula ol yarınlarıma, yönümü şaşırdım Delimavi
Bir dal çiçek açar zamansızMevsimler umurunda değilGüneşi görmüş yaUmurunda değilYaprak yeşerir mi çiçekten sonraKızarır mı meyvaBir dal çiçek açıyor yaGecenin ayazına inatGünün lodosunaPoyrazınaUmuda merhabaMerhabaUmut ekilen toprağa
Hep böyle başlamadık mı hayataKaç kere çiçek açtıkUmutlandıkKaç kere kırıldı dalımız kim bilirCaymadıkSevdalarla sulandık daGübrelendik karanlığaBaharlar bahaneBahane baharlarKandırmacaAşkın mevsimi olur muUmuda merhabaMerhabaUzatılan avuçlara
Her sabah yenidenDoğar gün kuru bir dalaYağar pembeYağar sarı mavi kırmızıGökkuşağı lapa lapaBir kardelen, kış ortasındaSeslenir bulutaBu yıl da yırttık toprağıUmuda merhaba
___________________________________Bir dal çiçek açıyorMevsimler umurunda değilUmurunda değil, yaprak verir mi çiçekten sonraYa da meyveBir dal çiçek açıyor yaUmuda merhaba
Hep böyle başlamadık mı hayataKaç kere çiçek açtıkKaç kere kırıldı dalımız umut yolundaSevdalara sulandık daGübrelendik gecelereBaharlar bahaneBahane baharlarKandırmaca
bir o kadar derinlerdeyimkörkütükbir o kadar vurgunlardayürek yarasıgöz ağrısıesmeyin
bir şarkıhüzzamkalaysız bakır siniyerde çilingir sofrakapı zilindeki şifreelleringözlerinbuluşmalarayrılmalar
susturun tüm sesleritakvimlerim ağlıyoryoğun bakımda gençliğim
kim getirebilir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tanki yasansin genclik yenibastan.........
.
........................................................Var git,Böyle ferman etti Cahit,Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaştan;Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan..............................Cahit S. Taranci
Ağlamak geliyor bugün içimden.Her dokunduğum şeyde bir anım canlanıveriyor gözlerimde. Her ses, şarkılar, türkülerefsunlu bugün.Ağlamak geliyor içimden.Onat’ım aradı telefonla. Şu akıllı telefonlar var ya, işte onunla aradı. Görüntülü.Onat’ımın kara gözlerini gördüm. Ninem diyen sesini duydum. Uras’ım girdi sonraekrana. Sarı fırtınam benim.Ağlıyorum.
Ay! Sabahtan beri pek bir gözü yaşlı, sulu kadın oldum.Ben çocuklarımı çok özledim.Altınoluk’tayım.Neden buradayım?Oksijeni bol, havası güzel dediler.Bir de arkadaşlarım var burada.
İki sene önce Miyase’ye gelmiştim gezmeye İstanbul’dan. Aynur hanımı ziyaret edelim dedim. Ayni apartmandaoturuyorduk. Bitişik dairelerde. Aradık evini bulduk. Onlar tavsiye ettiler. Kısmetmiş.İstanbul’da da evde yalnızdım. Burada da yalnızım. Mesele yalnızlık değil. Buradakikomşularımı seviyorum. Buradaki dostluğu seviyorum. Ben burada yalnız değilim.Gözümü açar açmaz tanıdık bir günaydın sesini cevaplıyorum.Zehra görünür birazdan. Nasılsın der. Gel çay içelim der. Yasemin selam verir karşıdan.Hal hatır sorar. Feride hanım biraz önce bahçesindeki çiçekleri suluyordu. Ayşe elindebir şeylerle Yasemine geldi.
-2-
Yasemin’in acısı var bu bir iki gündür. En sevdiği bir arkadaşını kaybetmiş kanserden.Dün cenazesi vardı. Her halde bugün helvasını kavuracaklar. Henüz daha 30 luyaşlardaymış. Allah gidene cennetini, kalana da sabrını versin.
Sıkıntılıyım bugün. Hiç bir nedeni yok.İnsanız işte.Sabah Fox Tv de sabah haberlerinde İsmail (Küçük’lü bişeydi soyadı, şimdi aklımagelmedi) Hatırladım. İsmail Küçükkaya. Çok güzel bir müzik dinletti. Müzik güzel,ses güzel!Zaten ben ne zaman bir müzik duysam kanatlanırım bir yerlere.
Bu bir.
Hoş Geldin
Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldinAh ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldinAh bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç kaldın, ben sana erkenSoyunsun gün, sarsın geceler, vaktimiz varken
Hüsnü Arkan
****
Bu iki.
Arkadaşlardan biri de İstanbul’a gezmeye gitmiş.Antalya’da oturuyor. Safure Tonlalı.Ortaköy Camiinin önünde çektirdiği bir fotoğrafı eklemiş bir paylaşım sitesine.Hah işte esas zincir burada koptu. Koptum.Sihirli bir nefes yıllar öncesine üfledi beni.
Üniversiteye giderken her gün Çemberlitaş – Taksim T1 İEET otobüsüyle her günönünden gelip geçiyordum. Tam soldan yukarı Taksime doğru dönünce İnönü Stadyumgörünüyordu. Hemen onun arkasında, tepede tüm şehvetiyle İ.T.Ü Taşkışla.Ne bileyim ben o günler geldi işte aklıma.Salya sümük her şey kırbaçlıyor anıları. Hiç ummadığım kişiler, arkadaşlar, olaylar, boysırasına bakmadan dizildikleri anı sayfasından çıkıverdiler su üstüne.Amcamın kızlarını bile hatırlattılar. Bir de Hüseyin’i. Bir de Mehmet’i. OrhanGencebay’ın Yağmurun Sesine Bak şarkısını. Yürüdüm gittim yıllar öncesi oturduğumbir kır çay bahçesine. Önümde deniz, bir ağaç altında elimde bir fincan çayda demledimanıları. Yanımda kim vardı bilmiyorum.Dolmabahçe’den bir vapura atlayıp karşıya geçtim. Ne işim var Üsküdar’da. Gittim işte.Son susamına kadar martılarla paylaştım mis kokulu bir simidi.Ortaköy’e uğradım. Bir balıkçı lokantasında ilk defa yediğim ve sevdiğim roka boğazımatakıldı. Bir bardak suyla hallettim işin. Sonra çiğ köfte. Hiçbir acı bu kadar güzelgelmemişti.
Boğaz köprüsü henüz yoktu o zamanlar. Sene 1971-72 olmalı. Köprünün temelleriatılıyordu. 5 senede bitecekmiş. O ooo dedim. Biz görebilecek miyiz acaba köprününbittiğini? Görürsün, görürsün dedi Hüseyin. Daha ne köprüler görürsün sen.Dediği de çıktı. Şimdi 3.ü köprü inşaatı var.
Köprüden geçemedim. Gelin değildim. Hani bir türküde köprüden geçer ya gelin. Sonrabir şiirim geldi aklıma. Galata köprüsünden geçirmiştim gelini.Eminönü sahilinde ilk balık ekmek yiyişim. Kapalı Çarşının gürültüsünde buldumkendim. Bir de piyango aldım Nimet Abla’nın gişesinden. Amorti bile çıkmadıkısmetime.
Sirkeci garında buldum kendimi.Yanımda Türkan Teker, matematik hocam vardı. Allah rahmet eylesin. Bu günlerime
gelmeme sebep olan, yardım eden, hayatıma yön veren birkaç ender kişilerden birioldu.İlk defa, sırtında yük taşımak için taktığı semeriyle, bir adam gördüm Sirkeci Gar’ınönünde. Sırtındaki sepeti tıka basa doluydu. Adeta iki kat olmuştu yükün ağırlığından.Oturdum ağladım. Alışırsın kızım dedi hocam. Gün gelir görürsün de aldırmazsın bile.Ama ben hep aldırdım.
Satıcının biri incir satıyordu garın önünde. Şaşırdım. Hocam dedim hiç incir satılır mı?Satılır tabi dedi. Burası İstanbul. Oysa ben incir ağaçlı bir evde büyümüştüm. Ne zamançıksam tepesine annemin sesi gelirdi. Gene mi incirdesin. İn düşeceksin, derdi. Hiçdüşmedim ağaçtan ama burada yüreğim düştü.
Adımbaşı hayret ettiğim şeylerle karşılaştım.Ne çok insan vardı burada. Ne çok araba. Ne çok gürültülü yer burası. Oysa benimGümülcine’m, Yalanca Köyüm öylemiydi ya! Bütün ağaçlardaki meyveler bedava.Köydeki yan komşunun birinden nar, diğerinden de kocaman siyah erik çalıyordukçaktırmadan. Tam yumruk kadardı erikler. Narlar da futbol topu kadar. Bırak işte beadam. Çocuğun canı çekmiş. İki tane versen bir tarafın mı eksilir. Göz hakkı denen birşey var. Ben o komşuları hiç sevmemiştim. Bir de köyün imamı olacaksın. Sözde bir deköyün en zenginlerindenmişler. Benim ninem hepsinden zengindi. 24 saat o kapılar hiçkapanmaz, sofradan misafir eksik olmazdı.Ninem… Yunanistan, Batı Trakya, Gümülcine, Yalanca Köyünden Odacılar’ın Minire’sininem. Ahmet Ağa’nın kızı. Ne çok severdim seni ve de ne çok ağlamıştım sen ölünce.Nur içinde yat benim canım ninem. Acılı ninem. Gönlü bol ninem.Bana Atatürk’ü anlatırdın. Duvarda, Kur’an’ın yanında asılı duran fotoğrafa bakarken.Bak derdin. Bu Mustafa Kemal’imiz. O bizim Ata’mız. Düşmanlardan o kurtardı bizi.Bana ilk Atatürk’ü tanıtan ve sevdiren kadındın. Henüz 4-5 yaşlarındaydım.
Bu gün bir acayibim işte. Üstüme, üstüme geliyor bütün anılar.
Duygusallığım tüm ihtişamıyla üstümde.Anlaşılan benim İlham’ım, ilham perim unutmamış beni!
Oturdum, bir şeyler karaladım şiire benzer. Baktım olacak gibi değil, daha da çokyoğunlaşıyorum, bıraktım.
Eminönü’ndeyim şimdi. Bir alt geçitteyim. Bir oyuncak dükkânın camekânına alnınıdayamış, annesinin elini çekiştiren, oyuncak isteyen o küçücük çocuğun yanındayımişte.Kadın, çantasından cüzdanını çıkardı içine baktı. Paramız yok oğlum, dedi. Başkazaman alırız. Benim de yoktu! Dokunamadım çocuk yüreğine evlat. Bağışla beni.
Baharat kokularını çektim içime Mısır Çarşısı’nda gezinirken. Ne ararsan vardı burada.Çoğu da ilk defa gördüğüm otlardı. Adlarını bilmediğim.
Altın baraklı vitrinlerini ayna gibi kullanarak kendimi ve etraftaki kalabalığı seyrederekgezdim Kapalı Çarşı’nın kuyumcularını.Sahi, benim sonradan sattığım bir alyanstan başka, hiç altın takım olmamıştı. Olmadıda. Olmasa da olurmuş.
Gümüşsüyu yokuşuna döndüm tekrar. Yürüyerek çıktım o yokuşu.Yolun solunda İTÜ Makine ve Elektrik Fakültesi var. Sağdaki ilk sokakta da Sebahat
ablanın evi.En sıkıntılı zamanımda bana maddi ve manevi el uzatan, Beyoğlu'nda Yunan LisesindeTürkçe Öğretmenliği yapan bir hanımdı.
Arif Hoca (Gümülcine’den ilkokul öğretmenim) tanıştırmıştı beni.Gümülcine’de o zamanlar yayınlanan Akın Postası adında bir gazete vardı. Her hafta birşiirim yayınlanıyordu. Bu orta 1 den lise sona kadar devam etti. O gazete SebahatHoca’ya gidiyormuş.Bir gün Arif hocaya beni sormuş. Kim bu? O da ünversiteye gelecek buraya o zamantanıştırırım demiş.
Bir gün beni aradı Arif Hoca, seni bir hanım öğretmenle tanıştıracağım dedi. Buluştukve Sabahat ablanın evine gittik.Bir apartmanın giriş katıydı Gümüşsuyu’nda.Zile bastık, orta boylu, tombulca, kısacık sarı saçlı, güler yüzlü bir hanım açtı kapıyı.-Hoş geldiniz hocam, dedi.-Hoş bulduk. Bak, dedi sana kimi getirdim.Bana baktı:-Hoş geldin evladım.Sıcacık bir ses tonu vardı.-Hoş buldum, dedim. Uzandım elini öptüm.Arif hoca:-Bu kim biliyor musun? Dedi.-Tanıyamadım, dedi. Tanımak istermiş gibi daha dikkatli baktı yüzüme:-Çıkaramadım hocam.
Gazetede şiirlerimin altına NUR mahlasını kullanıyordum.Arif Hoca başıyla beni göstererek:-İşte bu o bahsettiğimiz Nur. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazandı.Sana çok yakın olacak.Gözlerini hayretle, sevinçle, merakla açarak bana baktı ve:-O koca şiirleri yazan bu çocuk mu?Kocaman açtı kollarını ve sarıldı sonra bana bir ana gibi.Zamanla arkadaşım oldu, ablam oldu, sırdaşım oldu.Yıllar sonra vefat ettiğini öğrendim. Daha önce çok aradım onu. Telefonlakonuşuyorduk. Yaşlı bir annesi vardı. Beraber kalıyorlardı. Annesini kaybedince yalnızkalmıştı.
Seneler geçti. Okul bitti. Evlenmiştim. İki de çocuğum olmuştu. Çocuklarımla daziyaretine gittim zaman zaman.Son aradığımda telefonu kimse açmadı. Belki evini değiştirdi. Bilemiyorum. O zamanlarcep telefonu yoktu. Nur içinde yat ablam. Hakkını helal et.
O çay bahçesi var ya hani biraz önce bahsettiğim, o da hemen oralarda SabahatAblanın evinin hemen üst tarafında tepede bir yerdeydi. Boğaz ayaklar altındaharikaydı.
Gümüşsuyu’nun biraz ilerisi Taksim.Taksim’de, meydanda, heykelin tam karşında Taksim Postanesi var. Kime sorsan bilir.Taksim Parkının hemen köşesinde duruyor.Şimdi hala duruyor mu bilmiyorum. Çok oldu oralara gitmeyeli. En son gittiğimde eseryoktu o eski halinden.
Buluşmalar için postanenin önü tam adres.Okul çıkışı ne zaman önünden geçsem, önünde heyecanla saatlerine bakanlar hiç eksikolmazdı.
Ben de onun önünde bekledim O canı. Sonradan canım dediğim. Hala duruyor muacaba yerinde? Kim bilir ne kadar oldu gitmeyeli.
İstanbul’u özlüyorum arada bir aklıma gelince. Balığın denizde suyu özlediği gibi.İşte buyum bu gün. İstanbul anılarım depreşti.
Beyoğlu’nu dolaşıyorum şimdi.İlk günümdeki gibi. Taksimden Galataray’a gidiyorum. Beyoğlu’ndayım. Sol taraftaküçücük bir büfe vardı. Kilo ile dilim, dilim bitter, acı çikolatastıyordu. Elimdeki para ya bir dilim almaya yetiyordu, ya da iki.Sağ tarafta meşhur Beyoğlu Muhallebici vardı.
Muhallebici dedim de aklıma geldi.Bir Taksim Muhallebicisi var, benim bildiğim, bir de Çemberlitaş Muhallebicisi.İki muhallebici arasına gizlenen anılar var.Birinin başlattığını diğeri neye bitirdi?Bu iki mekân arasındaki bağlantıyı kuran kim?İkisi arasında yaşanan, iki kişinin yüreğine inme gibi inen, idam hükmünü onaylar gibibu mührü vuran kim?
Hayatın cilvesi bu olmalı.Taksim’de başlayan bitmişti Çemberlitaş’ta.Hayret!İlk defa aklıma geliyor bu seneler sonra.Tesadüf olabilir mi?Bilmem!Oluyormuş demek ki.Mukadderat mı dersiniz!
Daha neler oluyor hayatımızda fark etmeden kim bilir?
Hayat rotamıza yön veren bu sır ne?
Anlatacak çok şey var daha.Çok…
Bugün:Yıllardan 2015 /Aylardan Ağustos /Ağustosun 28i /Günlerden Cuma / Yer Altınoluk
Beynimde cevapsız sorular büyüyorGözlerimi yüreğime bağladığımAyaz gecelerde üstümde gök ölüyorYalnızlığım yağıyor ayaklarımaKapatıp ellerimle yüzümü geceye inatKaranlıktan korkmuyorumAğlamıyorum da
Ölüm kolay ayrılıktanKimseye veda etmiyorumTek elimde tek tabancaTek tabancada tek mermiKaderime hedefliYüreğime kilitli
Altın vuruşÖlümBir tetiklik ömürdeyim
Şeytanın bol gezdiği sessizlik kan kusuyorŞeytanHa bire elime dokunuyorŞeytanın gözleri kızılŞeytanın dudakları kıpkızılGülüyorHa bire üstüme geliyorÇek diyorHadi çek be yüreksizÇek be beceriksizÇek be beş para etmez kişilikÇek de bu işi bitir
Tek tekil kendi başıma olsam iş kolayCan veririm solgun bedenimdeSessiz sedasız çeker giderim ışığın bittiği yereKimsenin haberi olmazBoynumda ömür terazisi iki kefeİki kefede sevaplarım ve günahlarımla sere serpe
Hep çoğul yaşadım seninleBir gözümle ben baktım diğeriyle senBen yattım karanlıklarda uyandım büsbütün senBir gün ben yaşadım bedenimdeBir gün sen attın yüreğimdeNasıl kıyarım sana söyleseneSeni nasıl sürüklerim bitmeyen gecelereDedim ya tek olsam iş kolayÖlmek işten bile değilAh! İçimde sen varsınSen varsın
Şeytan ha bire yüzüme bakıyorTek elimde tek tabancaTek tabancada tek mermiTek tabanca şakağımda
Şakağımda sen varsınÇekemiyorum
Gözlerin geliyor gözlerimeNasıl ortak ederim seni bir tetiğin acı fren sesineYa saçının bir teli acırsaYa kurşun yüreğinin sesine çarparsaYa avuçlarından korku damlarsa
Kendi ölümüme ağlamamÇeker giderim gecenin bir kuytusunda
Ölüm kolay ayrılıktanTek tabancaTek kurşunTek hamleIskalamam''Altın vuruş''Sana kıyamam
Şimdi ölü kuşların kanatlarında şeytan tüm kızıllığıylaVaz geçiyorumUmut toplayarak yarınlarımaÖfke ve inatlaYaşamı seçiyorum...
Ankara Diyarbakır seferini yaparken şehit düşen 34 erimizin anısına
Analar ağlamasın da kimler ağlasınDavullu zurnalıAsker uğurlama alaylarında
En büyük asker bizim askerasker gidecek geri gelecek
Nasılda çöküvermişti gözlerindenBir kor ateşTa bağrının ortasınaKor alevYangınAcı feryatlar gibiydiSuskunSon defa sarılırken boynuna:
- Aman ha oğulSakın üşütmeSırtın açık kalmasınAyağın yalın -
Fısıldayıvermişti kulağınaSarılıvermişti sımsıcakKucak dolusuGenizlerine kadar çektiği halaDünkü bebeğinin kokusuMis kokusuİçi titrediAvuçları terlediYiğidim dediCanım dediDudaklarından dökülen duaVatan içindi
Yapma anam dediÜzme kendiniGider gelirimVatan borcuŞunun şurası ne ki
Sen değil miydin şarkılarında çoğu zamanAsker yolu beklediğinGünü güne eklediğinSen değil miydinVatan borcu can borcu dediğinSen değil miydin ta ninnilerimdeAsker oğlum diye sevdiğinHudut kapılarını sen öğretmedin mi bana
Gider gelirim tasalanma anaKader bu yaGazi olursam vatan uğrunaŞehit düşersemAkarsa canım toprağaSakın ağlamaHakkını helal et anaHelal etGövdemi siper ettimGeçit vermem ne haine ne düşmana
AnamNöbetteyim şimdi kışlamdaNöbetteyim bir dağ başındaNöbetteyim bir sınır kapısındaNöbetteyim bir denizin kıyısındaBir bulutun buğusundaGövdemi siper ettimMayın tarlalarındaGeçit yok düşmanaRahat uyu diye senRahat ol diye ana
AnamSon mektupta kendimi postaladım sanaTerhis oldu oğlun baksanaTerhis oldum anamGeliyorumGeliyorumBoynuna sarılmayaBir tas sıcacık çorbana kaşık sallamayaSen bir çorbayla kalmazsın bilmez miyimYorma be anam kendiniBu kadar yorma
BakBabama söyleİki kadeh bir şeyler hazırlasınŞöyle oturup karşı karşıyaKarşılıklıErkek erkeğeErkekçe
Ne güzel olur değil mi be anamİlk defa bir şeyler içerizAsker oğlun şerefineBir de sigara yakarım değil mi anamYakarım yaaNeden olmasınBir de türkü patlatırım vallahŞöyle gurbet üstüneAskerlik üstüneSevda üstüneof! of!Yandım be anam
Haber sal kardeşler yeğenler de gelsinAnamHaber salNazlım da gelsin / çok özledimBu gün kalabalık olmalı evimizBu gün çok kalabalık anamÖzlemlerimle düştüm yollaraÖzlemlerimi yükledim de demir kanatlaraGeliyorumUçuyorumUçuyorum anam
Son mektupta kendimi postaladım sanaÇivilenmiş bir tabuttaBedenimÖzlemlerimSöyleyemediğim şarkılarımlaÇivilediler beni anaSonra al bir bayrağa sardılar
Allı pullu bir yazma almıştım sanaHer saçını bağladığındaHer özlem çöktüğünde bağrınaSilersin diye gözyaşını bir ucuylaBugün onu bağla saçına ana
Kusura bakmaNerden bilirdim ben olacağımıYamana ilk düşecek acı damla
Haber SalKardeşler yeğenler de gelsinHaber SalNazlım da gelsinElinde bahar çiçekleriBu gün kalabalık olmalı evimizBu gün çok kalabalık anamÖzlemlerimle düştüm yollaraÖzlemlerimi yükledim de demir kanatlaraTaşımadılar be anamAnamTaşıyamadılarBulutlar kıskandı
Ağlamak geliyor bugün içimden.Her dokunduğum şeyde bir anım canlanıveriyor gözlerimde. Her ses, şarkılar, türkülerefsunlu bugün.Ağlamak geliyor içimden.Onat’ım aradı telefonla. Şu akıllı telefonlar var ya, işte onunla aradı. Görüntülü.Onat’ımın kara gözlerini gördüm. Ninem diyen sesini duydum. Uras’ım girdi sonraekrana. Sarı fırtınam benim.Ağlıyorum.
Ay! Sabahtan beri pek bir gözü yaşlı, sulu kadın oldum.Ben çocuklarımı çok özledim.Altınoluk’tayım.Neden buradayım?Oksijeni bol, havası güzel dediler.Bir de arkadaşlarım var burada.
İki sene önce Miyase’ye gelmiştim gezmeye İstanbul’dan. Aynur hanımı ziyaret edelim dedim. Ayni apartmandaoturuyorduk. Bitişik dairelerde. Aradık evini bulduk. Onlar tavsiye ettiler. Kısmetmiş.İstanbul’da da evde yalnızdım. Burada da yalnızım. Mesele yalnızlık değil. Buradakikomşularımı seviyorum. Buradaki dostluğu seviyorum. Ben burada yalnız değilim.Gözümü açar açmaz tanıdık bir günaydın sesini cevaplıyorum.Zehra görünür birazdan. Nasılsın der. Gel çay içelim der. Yasemin selam verir karşıdan.Hal hatır sorar. Feride hanım biraz önce bahçesindeki çiçekleri suluyordu. Ayşe elindebir şeylerle Yasemine geldi.
-2-
Yasemin’in acısı var bu bir iki gündür. En sevdiği bir arkadaşını kaybetmiş kanserden.Dün cenazesi vardı. Her halde bugün helvasını kavuracaklar. Henüz daha 30 luyaşlardaymış. Allah gidene cennetini, kalana da sabrını versin.
Sıkıntılıyım bugün. Hiç bir nedeni yok.İnsanız işte.Sabah Fox Tv de sabah haberlerinde İsmail (Küçük’lü bişeydi soyadı, şimdi aklımagelmedi) Çok güzel bir müzik dinletti. Müzik güzel, ses güzel!Zaten ben ne zaman bir müzik duysam kanatlanırım bir yerlere.
Bu bir:Hoş GeldinBugün dağların dumanı aralandı, hoş geldinAh ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç geldin, ben sana erkenTutuşsun gün, yansın geceler, vaktimiz varken
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç kaldın, ben sana erkenSoyunsun gün, sarsın geceler, vaktimiz varken
Hüsnü Arkan
-3-
Bu iki.
Arkadaşlardan biri de İstanbul’a gezmeye gitmiş,Antalya’da oturuyor. Safure Tonyalı.Ortaköy Camiinin önünde çektirdiği bir fotoğrafı eklemiş bir paylaşım sitesine.Hah işte esas zincir burada koptu. Koptum.Sihirli bir nefes yıllar öncesine üfledi beni.
Üniversiteye giderken her gün Çemberlitaş – Taksim T1 İEET otobüsüyle her günönünden gelip geçiyordum. Tam soldan yukarı Taksime doğru dönünce İnönü Stadyumgörünüyordu. Hemen onun arkasında, tepede tüm şehvetiyle İ.T.Ü Taşkışla.Ne bileyim ben o günler geldi işte aklıma.Salya sümük her şey kırbaçlıyor anıları. Hiç ummadığım kişiler, arkadaşlar, olaylar, boysırasına bakmadan dizildikleri anı sayfasından çıkıverdiler su üstüne.Amcamın kızlarını bile hatırlattılar. Bir de Hüseyin’i. Bir de Mehmet’i. OrhanGencebay’ın Yağmurun Sesine Bak şarkısını. Yürüdüm gittim yıllar öncesi oturduğumbir kır çay bahçesine. Önümde deniz, bir ağaç altında elimde bir fincan çayda demledimanıları. Yanımda kim vardı bilmiyorum.Dolmabahçe’den bir vapura atlayıp karşıya geçtim. Ne işim var Üsküdar’da. Gittim işte.Son susamına kadar martılarla paylaştım mis kokulu bir simidi.Ortaköy’e uğradım. Bir balıkçı lokantasında ilk defa yediğim ve sevdiğim roka boğazımatakıldı. Bir bardak suyla hallettim işin. Sonra çiğ köfte. Hiçbir acı bu kadar güzelgelmemişti.
Boğaz köprüsü henüz yoktu o zamanlar. Sene 1971-72 olmalı. Köprünün temelleriatılıyordu. 5 senede-3-
Bitecekmiş. O ooo dedim. Biz görebilecek miyiz acaba köprünün bittiğini? Görürsün,görürsün dedi Hüseyin. Daha ne köprüler görürsün sen.Dediği de çıktı. Şimdi 3.ü köprü inşaatı var.
Köprüden geçemedim. Gelin değildim. Hani bir türküde köprüden geçer ya gelin. Sonrabir şiirim geldi aklıma. Galata köprüsünden geçirmiştim gelini.Eminönü sahilinde ilk balık ekmek yiyişim. Kapalı Çarşının gürültüsünde buldumkendim. Bir de piyango aldım Nimet Abla’nın gişesinden. Amorti bile çıkmadıkısmetime.
Sirkeci garında buldum kendimi.Yanımda Türkan Teker, matematik hocam vardı. Allah rahmet eylesin. Bu günlerime
gelmeme sebep olan, yardım eden, hayatıma yön veren birkaç ender kişilerden birioldu.İlk defa, sırtında yük taşımak için taktığı semeriyle, bir adam gördüm Sirkeci Gar’ınönünde. Sırtındaki sepeti tıka basa doluydu. Adeta iki kat olmuştu yükün ağırlığından.Oturdum ağladım. Alışırsın kızım dedi hocam. Gün gelir görürsün de aldırmazsın bile.Ama ben hep aldırdım.
Satıcının biri incir satıyordu garın önünde. Şaşırdım. Hocam dedim hiç incir satılır mı?Satılır tabi dedi. Burası İstanbul. Oysa ben incir ağaçlı bir evde büyümüştüm. Ne zamançıksam tepesine annemin sesi gelirdi. Gene mi incirdesin. İn düşeceksin, derdi. Hiçdüşmedim ağaçtan ama burada yüreğim düştü.Adım başı hayret ettiğim şeylerle karşılaştım.Ne çok insan vardı burada. Ne çok araba. Ne çok gürültülü yer burası. Oysa benimGümülcine’m,
-4-
Yalanca Köyüm öylemiydi ya! Bütün ağaçlardaki meyveler bedava.Köydeki yan komşunun birinden nar, diğerinden de kocaman siyah erik çalıyordukçaktırmadan. Tam yumruk kadardı erikler. Narlar da futbol topu kadar. Bırak işte beadam. Çocuğun canı çekmiş. İki tane versen bir tarafın mı eksilir. Göz hakkı dene birşey var. Ben o komşuları hiç sevmemiştim. Bir de köyün imamı olacaksın. Sözde bir deköyün en zenginlerindenmişler. Benim ninem hepsinden zengindi. 24 saat o kapılar hiçkapanmaz, sofradan misafir eksik olmazdı.Ninem… Yunanistan, Batı Trakya, Gümülcine, Yalanca Köyünden Odacılar’ın Minire’sininem. Ahmet Ağa’nın kızı. Ne çok severdim seni ve de ne çok ağlamıştım sen ölünce.Nur içinde yat benim canım ninem. Acılı ninem. Gönlü bol ninem.Bana Atatürk’ü anlatırdın. Duvarda, Kur’an’ın yanında asılı duran fotoğrafa bakarken.Bak derdin. Bu Mustafa Kemal’imiz. O bizim Ata’mız. Düşmanlardan o kurtardı bizi.Bana ilk Atatürk’ü tanıtan ve sevdiren kadındın. Henüz 4-5 yaşlarındaydım.
Bu gün bir acayibim işte. Üstüme, üstüme geliyor bütün anılar.
Duygusallığım tüm ihtişamıyla üstümde.Anlaşılan benim İlham’ım, ilham perim unutmamış beni!
Oturdum, bir şeyler karaladım şiire benzer. Baktım olacak gibi değil, daha da çokyoğunlaşıyorum, bıraktım.
Eminönü’ndeyim şimdi. Bir alt geçitteyim.-5-
Bir oyuncak dükkânın camekânına alnını dayamış, annesinin elini çekiştiren, oyuncakisteyen o küçücük çocuğun yanındayım işte.Kadın, çantasından cüzdanını çıkardı içine baktı. Paramız yok oğlum, dedi. Başkazaman alırız. Benim de yoktu! Dokunamadım çocuk yüreğine evlat. Bağışla beni.
Baharat kokularını çektim içime Mısır Çarşısı’nda gezinirken. Ne ararsan vardı burada.Çoğu da ilk defa gördüğüm otlardı. Adlarını bilmediğim.
Altın baraklı vitrinlerini ayna gibi kullanarak kendimi ve etraftaki kalabalığı seyrederekgezdim Kapalı Çarşı’nın kuyumcularını.
Sahi benim, sonradan sattığım bir alyanstan başka, hiç altın takım olmamıştı. Olmadıda. Olmasa da olurmuş.Gümüşsüyu yokuşuna döndüm tekrar. Yürüyerek çıktım o yokuşu.Yolun solunda İTÜ Makine ve Elektrik Fakültesi var. Sağdaki ilk sokakta da Sebahatablanın evi.En sıkıntılı zamanımda bana maddi ve manevi el uzatan, bir Yunan Lisesinde TürkçeÖğretmenlik yapan bir öğretmendi.Arif Hoca (Gümülcine’den ilkokul öğretmenim) tanıştırmıştı beni.Gümülcine’de o zamanlar yayınlanan Akın Postası adında bir gazete vardı. Her hafta birşiirim yayınlanıyordu. Bu orta 1 den lise sona kadar devam etti. O gazete SebahatHoca’ya gidiyormuş.Bir Arif hocaya beni sormuş. Kim bu demiş. O da üniversiteye gelecek buraya o zamantanıştırırım demiş.
-6-
Bir gün beni aradı Arif Hoca, seni bir hanım öğretmenle tanıştıracağım dedi. Buluştukve Sabahat ablanın evine gittik.Bir apartmanın giriş katıydı Gümüşsuyu’nda.Zile bastık, orta boylu, tombulca, kısacık sarı saçlı, güler yüzlü bir hanım açtı kapıyı.-Hoş geldiniz hocam, dedi.-Hoş bulduk. Bak sana kimi getirdim.Bana baktı:-Hoş geldin evladım.Sıcacık bir ses tonu vardı.-Hoş buldum, dedim. Uzandım elini öptüm.Arif hoca:-Bu kim biliyor musun? Dedi.-Tanıyamadım, dedi. Tanımak istermiş gibi daha dikkatli baktı yüzüme:-Çıkaramadım hocam.
Gazetede şiirlerimin altına NUR mahlasını kullanıyordum.Arif Hoca başıyla beni göstererek:-İşte bu o bahsettiğimiz Nur. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazandı.Sana çok okuyacak.Gözlerini hayretle, sevinçle, merakla açarak bana baktı ve:-O koca şiirleri yazan bu çocuk mu?Kocaman açtı kollarını ve sarıldı sonra bana bir ana gibi.Zamanla arkadaşım oldu, ablam oldu, sırdaşım oldu. Yıllar sonra vefat ettiğiniöğrendim. Daha önce çok aradım onu. Telefonla konuşuyorduk. Yaşlı bir annesi vardı.Beraber kalıyorlardı. Annesini kaybedince yalnız kalmıştı.
-7-
Seneler geçti. Okul bitti. Evlenmiştim. İki de çocuğum olmuştu. Çocuklarımla daziyaretine gittim zaman zaman.Son aradığımda telefonu kimse açmadı. Belki evini değiştirdi. Bilemiyorum. O zamanlarcep telefonu yoktu. Nur içinde yat ablam. Hakkını helal et.
O çay bahçesi var ya hani biraz önce bahsettiğim, o da hemen oralarda Sabahat
Ablanın evinin hemen üst tarafında tepede bir yerdeydi. Boğaz ayaklar altındaharikaydı.
Gümüşsuyu’nun biraz ilerisi Taksim.Taksim’de, meydanda, heykelin tam karşında Taksim Postanesi var. Kime sorsan bilir.Taksim Parkının hemen köşesinde duruyor.Şimdi hala duruyor mu bilmiyorum. Çok oldu oralara gitmeyeli. En son gittiğimde eseryoktu o eski halinden.Buluşmalar için postanenin önü tam adres.Okul çıkışı ne zaman önünden geçsem, önünde heyecanla saatlerine bakanlar hiç eksikolmazdı.
Ben de onun önünde bekledim O canı. Sonradan canım dediğim. Hala duruyor muacaba yerinde? Kim bilir ne kadar oldu gitmeyeli.
İstanbul’u özlüyorum arada bir aklıma gelince. Balığın denizde suyu özlediği gibi.İşte buyum bu gün. İstanbul anılarım depreşti.
Beyoğlu’nu dolaşıyorum şimdi.İlk günümdeki gibi. Taksimden Galataray’a gidiyorum. Beyoğlu’ndayım. Sol taraftaküçücük bir büfe vardı. Kilo ile dilim, dilim bitter, acı çikolata
-8-
Satıyordu. Elimdeki para ya bir dilim almaya yetiyordu, ya da iki.Sağ tarafta meşhur Beyoğlu Muhallebici vardı.
Muhallebici dedim de aklıma geldi.Bir Taksim Muhallebicisi var, benim bildiğim, bir de Çemberlitaş Muhallebicisi.İki muhallebici arasına gizlenen anılar var.Birinin başlattığını diğeri neye bitirdi?Bu iki mekân arasındaki bağlantıyı kuran kim?İkisi arasında yaşanan, iki kişinin yüreğine inme gibi inen, idam hükmünü onaylar gibibu mührü vuran kim?
Hayatın cilvesi bu olmalı.Taksim’de başlayan bitmişti Çemberlitaş’ta.Hayret!İlk defa aklıma geliyor bu seneler sonra.Tesadüf olabilir mi?Bilmem!Oluyormuş demek ki.Mukadderat mı dersiniz!
Daha neler oluyor hayatımızda fark etmeden kim bilir?
Bizim MahalleBizim mahalle: Kocaman bir çınar ağacı vardı dört yolun ortasında. Altında kurbağabaşlıklı bir çeşme...Küt diye vurunca tepesine, akardı su.Kuşlar üşüşürdü biriken sulara. Kediler, köpekler. Elini yüzünü yıkardı uzayan günler,bunalınca sıcaktan. Aşıkların, kaçak buluşmaların mekanıydı çınarın asırlık gövdesi.Yağmur suları birikirdi kaldırım kenarlarında.Annem açıp yol kapısını seslenirdi: Gene mi yağmurda, sularda geziyorsun? Üstünbaşın sırılsıklam olmuş.Hadi gir içeri.Dökülürdü sonbaharda çınarın yaprakları. Üzülürdüm, kar yağınca üşüyor diye dalları.Burası benim sokağım. Tütün aynaları dizilirdi iki taraflı yol boyu. Ya tütüne gidilirdi, yada dönülürdü tarladan.Talikalar geçerdi, sepetleri tütün dolu.Her şey güzeldi. Ben güzeldim. Çocuktum.Akşam üstleri kapı önlerinde oturulan kaldırımlarını özledim şimdi. Komşularımızı,teklifsizce kapılarını çaldığımız. Mis gibi kahve kokusunu. Çocuklara kahve yapılmazdınedense. (şimdi de yapılmıyor ya) Sonra ''kara çocuk'' olurmuşuz. Canım çekerdi.Söyleyemezdim.Bizim mahalle: Bağışla bizi. Gençleri uğurlarken gurbete sen de bilemedin değil mi geridönmeyeceklerini? Ben de bilemedim.Bağışla beni; Dededen kalma yüzyıllık, taş duvarlı evim.Bağışla beni; Yol kapısının zili. Kim bilir kaç parmak izi biriktirdin, faili meçhullerden.Bizim mahalle. Bizim mahallede kalan üç beş aile. Arada bir çalıverin kapımın zilini.Allah rızası için. Sonra dayayın kulağınızı kapıya. Bir çift terliğin toprakta çıkarttığısürtünme sesini duyarsınız belki. Belki de Cingöz'ün mırıltısını.-Kim o? Diye seslenir de birileri avludan sorarsa!-Kimsin?Ah! Nerde!Sormazlar!So ra maz lar...
Ben, ben değilim o benSen, seni aradığın sendeÖyle diyorsan öyledir / öyle olsunSen, sen misin bendeki o senNe diyorsun
YargısızSorgusuzİnfaz derler bunun adına
Ağır gelir kelimelerSuçlamalar agir
B i l m i y o r d u m
Anlatabildim mi?'' Anladın mı''Şimdi beni
Anlatabildim mi?
Sen yine O sen'sinBirşey değişmedi.
Hamuru sevgiyle yogrulmus yuregin...
13.08.2012
Ben, ben değilim o benSen, seni aradığın sendeÖyle diyorsan öyledir / öyle olsunSen, sen misin bendeki o senNe diyorsun
YargısızSorgusuzİnfaz derler bunun adına''Anladın mı''..............dediğindeÇok ağır geldi kelimelerinSuçlama beniB i l m i y o r d u m öyle olduğunuAnlatabildim mi'' Anladın mı''Şimdi beni
Bak şimdi Hasret düştü içime Bir telefon açsam kızıma Hatırını sorsam kuzucuğumunİyiyim diyecek, biliyorum Sonra, Papatya'mı sorsam Susmayacak dakikalar boyu Bütün marifetlerini dökecek ortaya
Rahatsızlanmıştı geçenlerdeŞimdi sorsam; Nasıl oldu, diye Yutkunacak, konuşmayacak Üzülmeyeyim diye anlatmayacak Bilmem kaçıncı dişini çıkartmıştır Acısı vardır Kreşte düşmüştür belki
Bak şimdi Vesvese düştü içime Çok mu ağrısı var acaba Üşütmüştü geçenlerde Doktora götürmüşlerŞurup vermiş Şimdi iyi anne, demişti Demişti de!
Hay Allah! Kafam takıldı işte
Hasret düştü ya yüreğime Yanar da yanar Yakar da yakar...
Yer gök şahit olsunEvet... Evet... DerkenMeleklerin kanatlarındaNidalar semaya yükselirkenBulutlar secdeye dursunKalplerin kıblesine
Bir masal anlat banaİçinde ayrılık olmasınBir masal anlat banaİçinde ölüm olmasın
Dualarım geri getir mi seniSiler mi?Ölüm listelerinden ismini
Bir masal anlatPembe; Mutluluk olsunMavi; Huzur
Son sahneyi anlat bana masalındaHani ışıkları sönmüştü ya yaşamınHani kapanmıştı ya zamansız perdelerOynanmamıştı ya rollerGerisini anlatSuflörü anlatElindeki kâğıtta ne yazdığınıNeler fısıldadı kulağınaEzberim bozuldu!
Bir adın kaldı saklıMühür gibi yapışmış dudağımdaEzberimde, içimdeki acı
Zamana dur diyemedikGaranti altındaydı sanki yarınlarKendimizden öylesine emindikSarhoş duygularda uçarkenBilemedikİlk aşkın esintisine kapıldıkSürüklendikNe de iyi ettik
Yıldönümlerinde zaman, hep geriye dönükUnutulmuyormuş meğer ilk heyecanlarİlk buluşmalarHala titrer ayaklarım o günkü gibiSana gelmenin telaşındayımEvde misin?
Hadi say sendeDün dediğimizin günün üstündenKırk yıl geçmişBenden büyük şimdi çocuklarımSen ne haldesinNeredesin kim bilir
Her yıl dönümlerinde benNisan yağmurlarındayımTaksim’de seni bekliyorum halaPostanenin önündeYa da Kadıköy vapurundan şimdi indimSuadiye otobüsüne bineceğim birazdanEvde misin?Sana geleceğimAdımlarımı saya sayaAz kaldı diyeceğimŞu köşeyi dönünce görünecek evAralanacak bir perdeYüzünü göreceğimGel diyeceksinGeleceğim…
Çok büyüdük biliyor musun?Kafa tutamadık zamanaAhŞimdiki aklım olsa
‘’ İstanbul’un orta yerinde gözlerim vardıVuruldu Piyerloti’de’’
Çemberlitaş’ta o günBırakır mıydım hiç elleriniO muhallebici masasındaÖlümü bile bileTakılmaz mıydım peşine
başımı yaslayıversem göğsüneavuçlarımda sıcaklığındudaklarımda mutlulukiçimde huzurbaşımı yaslayıversem göğsünetüm acılarım unutuluryok mu zamanın hapishanesiyok mu mutluluğun hücresidüğümleyiversem tüm geceyikilitleyiversem, ah!kilitleyiversem her şeyi...
Soğuk bir nefes midir ensemizde hissettiğimizDiken diken ürpermesi midir tenimizinGeçse de yıllar benimseyemediğimizİçimizden atamadığımız bir korku mudur ölüm
Hiç birine yılgın değil içimdeki korkuToprak üstü severim çiçeği koklamayı
Gideceksem severim güllü dikenli yollarıGöreceksem yeşil ormanıNöbet beklemeyi değil selvi altı
Ağlayamaz ölülerSevemezSevilemezGülemezGünah işleyemez boyunu aşanAcıkınca bir duru suya ekmek bile çalamazBir çalar saatleri yokturBabah koşturmaya uyandıracakCebinde bir hapı ağrısını unutacakHesap kitap istemezAy sonunu getirecek
Gecekonduları yıkılamazKarakışın ayaz gecelerindeLodosları olamazBir kömür sobasının geri tepen isindeHalay çekemezlerDavul zurna eşliğindeOturup ağlayamazlarYağmayan yağmura bereket niyetineNinniler söyleyemezlerSallanmayan beşiğeVe ağaçları ve böcekleri ve çiçekleriBulutları ayı güneşi kayan yıldızlarıSeyredemezlerUfuk çizgisinde
Ne enim boyumu tutarNe boyum kilomu tartarYaşım eş değil başımaBeynim dar geldiğinde tasınaTaşarım telaşımdanGirmeyin koluma
Bir bakmışsınız;Esiyorum deli bir rüzgâr gibi anidenTakıp kanatlarıma şiirin ihanetiniDüşerim peşine o zaman dilimdeki Sus ’unYa da;Zehir Zıkkım Sevdaların Anason Kokusuna
Hiçbir renk güzel değildi gözlerindenGöçerim, özlemlerin zirve yaptığı o anlaraÖnümde yol engelleri değil ki beni tutanÖmrümden ömür veremediğim, SenKocaman bir soru bıraktın gidişinleKocaman mermer yeşili bir ünlemTutun şimdi çaresiz yüreğimdenKorkuyorumGirin koluma
Kim bilir;Hangi kayan yıldıza takılmıştır yine kafamHangi buluta yağmur sözüm vardırKiralanmıştır iki gözümİki gözümde iki damla yaşYağarım kuraklara yavaş yavaşGirin koluma
Bir bakmışsınız; Küreğindeyim bir sandalınİpek kadar naif sallanıyor günSallanıyor deniz ve bendenizBir ilhamın doğum sancısındayımdırYırtılır yer gök dağ taş toprak deniz
Bir bakmışsınız;Dümenindeyim bir dümeninZehir uçlu bir olta atılırsa ıslık sesindeKabarır yüreği denizin her çığlıktaKoluma girmeyinizKehribar gözlü bir ananın su kaçar kulaklarınaÖlümün ayak izleri düşer tezgâhlaraÖnümde set gibi durmayın o zamanZapt edemezsinizGirmeyin koluma
Oturur yüreğime taş gibi süt bakışı bir öksüzünPıhtılaşırken kanı günahsız bir bebeğin kundağındaAnlamsız bir savaşın yankısıdır içimdeki hüzünKaranlığıma korkular süzülürkenGitmeyin, korkuyorumGirin koluma
Cesarete ödün değildir yalnızlıkGün ışıyana kadar kalın yanımdaKol kolaKorkuyorumGirin koluma Ben kimimKimim ben!
Şarkılar mırıldanıyorumŞarkılar hüzünlüMakamlar hüzzamSevemedim bu gece onlarıBir özür olsun borcum
Seninle her şeye varım benEn çok da bu takılıyor dilime, Kayahan’dan Seninle her şeye varım ben Sen her şeysin Canıma canını katabilirsin
Hiç öncesi olmadı bunun gibiAyrılık mı yaktı içimiÖzlem miBilemedim
Çıkıp aniden geliversen, diyorumYa da gelebilsem, habersizTesadüfen karşılaşıversek bir caddenin en işlek yerindeBakışsakSelamlaşsakSarılsakDostça öpüşsek...
Neden bu hüzünKimin elinde var sihirli bir kalemAlın yazısını yeni baştan yazacakSenin miBenim miUzun bir yol bildik yaşamıKervana katıldıkBirileri vardı yanımızdaMutluyuz sandıkSevdik mutlakaSevildik de belki
Düşünüyorum da şimdiBu yaşamın hiç bir sahnesinde olmamışHiç ben, ben olmamışımBen nerdeyim!Yaşanan bir şeyler varTükenen bir şeyler deBen yokum, benHiç kendim için yaşamamışımKendime yabancı bir benKendime ihanet eden benAynalarda çoğalınca kaz ayaklarıDerinleşince alın çizgileriBir şamar gibi yüzümde patladı yaşımYaş otuz beş yolun yarısı edermişOrhan Veli’ye etmemiş.AradımBuldumÇiçekli tenekeden sandığın dibindeymişÇıkarttım benli albümleriÖnce aldım tozlarını bir güzelNaftalin kokusu yayıldı odayaDünün kokusu sindi üstümeBayramlık elbiseme sığamadımOlsun!Güneşi gördüm sonraAğacı gördüm, ağaçta çiçeği gördümAcıktımİlk defa açlığımı hissettimSusadığımıBir şeylerin eksikliğiniYaşanmamışlığını fark ettimNe ilkiydi baharın önemli olanNe ikincisiNe de sonuBaharın kendiydi yaşanılasıÖmür boyuİster şans de
İster kaderVarsa çekilecek çileÇekiyorsunVarsa görülecek günGörüyorsunDedim yaKimin elinde var kader kalemiAlın yazısını istediği gibi yazacakSuya yön verilmiyor işteBir deryada buldum şimdi kendimiAkıntıya tutulmak şöyle dursunRüzgârlar yarattım nefesimden kendimeÖyle çok birikmiş ki içimdeki yorgun külElimi göğsüme attığımda fark ettimYaşam denen ateşin henüz sönmediğiniBiraz daha kızıl renklere boyandımBiraz daha vurdum duymaz oldumBiraz daha; Bana ne?Biraz daha; Amaaan, sendeDünyayı ben mi kurtaracağım?Neden olmasın!Boş ver aldırmaİkinci bir yaşam şansıVerilmez kimseye bu dünyada
Biraz daha lale, menekşeGülü, sümbülü kokladımHayatı koklar gibiMis gibiFilizler yeşerttim yüreğimdeKimsenin ulaşamayacağı
...................Kendi adıma bu dünyada
......................Hayatı yeniden yaşamak gibi
.............................İnadına
...................................Ben varım!
Anladım kiHiç bir şeye geç kalınmış değildiİlk adımdı mühim olanSiyah yine siyahtıPembe her zamanki gibi
Bir kıvılcımdı eksik olanO dadudağımdaki gülümsemede bitti...
İşte o zaman anladım kiBen vardımBen varımAnka kuşu gibi...
Nurten AltınokGüncelleme 27.12.2015 Pazar Esenyurt
Neden bu hüzünKimin elinde var sihirli bir kalemAlın yazısını yeni baştan yazacakSenin miBenim miUzun bir yol bildik yaşamıKervana katıldıkBirileri vardı yanımızdaMutluyuz sandıkSevdik mutlakaSevildik de belki
Düşünüyorum da şimdiHiç ben, ben olmamışımBen nerdeyim!Yaşanan bir şeyler varTükenen bir şeyler deBen yokum, benHiç kendim için yaşamamışımKendime yabancı bir benKendime ihanet eden benAynalarda çoğalınca kaz ayaklarıDerinleşince alın çizgileriBir şamar gibi yüzümde patladı yaşımYaş otuz beş yolun yarısı edermişOrhan Veli’ye etmemiş.
Dedim yaKimin elinde var kader kalemiAlın yazısını istediği gibi yazacakSuya yön verilmiyor işte
Bir deryada buldum şimdi kendimiAkıntıya tutulmak şöyle dursunRüzgârlar yarattım nefesimden kendimeÖyle çok birikmiş ki içimdeki yorgun külElimi göğsüme attığımda fark ettimYaşam denen ateşin henüz sönmediğini
Biraz daha kızıl renklere boyandımBiraz daha vurdum duymaz oldumBiraz daha: Bana ne?Biraz daha: Amaaan, sendeDünyayı ben mi kurtaracağım?Neden olmasın!
Biraz daha lale, menekşeGül, sümbül kokladımHayatı koklar gibi
Ah içimdeki kara delikIrmak olsan da aksanYıkansam paklansamIrmak olsan da sularına kapılsamBeni sana götürür mü dalgalar?Deniz gözlerim olur mu?Denize kavuşsam
Bir salkım ağacına tutunsam ya daSaçlarını suda yıkamış salkımsöğütBabam bakışlı Nazım’ımAyaklarına sülükler yapışır bahtsızınBasamam
Bir pusula olsam ya daKuzeyinde kaybolsamBiliyorumBeni sana götürür yalanlar
Düşlerimi gecelerde yitirdimBuz tuttuğum ağustoslar ağlarŞu kahpe dünyadaBir ben ağlayamıyorumBeni sana götürBoğuluyorum
Ah içimdeki yorgunluğumNerdesin ateş topumNeye böyle açıklardayımÇırılçıplağımBeş dizesizimBeni sana götürÇaresizim
Varsın olmasın elimi tutanHatırımı soranOlmasın yolumu kollayanDilsizimSusmasını iyi bilirimSessizimBeklemesini de bilirimBir mum yak alevi umut olsunSal şavkını yellereGeleceğini bilirimBeni sana götürGötürSanaBeniGelirim
BırakmadılarBoy verecekti umutlarYıldızlar çiçek açacaktı gecelereNotasından bir rüzgarDüşecekti bir şiireSenSen yazamadigim son dizeSen dilimin ucunda mimAlacagin olsun ar
Bütün kapı zillerinde senin adın yazılıNeden kapıları açanlar hep başkaları
Bir daha gelirsem kapınaBin ikide al bari içeriKaldırımlar eskidi
Bir daha gelirsem kapınaBin bir olsunBin iki de al bari içeriKaldırımlar eskidi
Gözlerin, gözlerimde büyüdüBıktım yıllarca gün saymaya;Bıktım adressiz mektuplar yazmayaBıkmadım ama adını sayıklamaya''Artık bu solan bahçede bülbüller'' aramaya
NerdesinHangi kapıyı çalayım! Söyler misin?
Çıksam kırk yıl sonra karşınaOlur ya, neden olmasınSaçımdaki aklarımlaAyni bakışlarımlaİstemez misinBilmiyorum Hangi adrestesinNerdesin
Neden bütün kapılarda senin adın yazılıVe neden hep kapıyı açanlar sen değilsin
Bir daha gelirsem kapına:Bin bir olsunBin iki de al bari içeriKaldırımlar eskidi…
Bundan güzel gün mü olur! Bundan güzel kıyafet Bundan güzel hürriyetBir Fotoğrafın Ardından
Ben, dayamışım sırtımı bubama Korkar mıyım hiç bir şeyden Elimde kocaman lastik bir top Ayağımda siyah lastik çizmeler (bileklerimde kalırdı izleri) Ayağımda paçaları lastikli, pazenden bir uzun don (pantolon niyetine) Yanı başımda ekmek teknemiz Çok şükür, aç değildik, açıkta değildik Zengin hiç değildik Hiç te özenmedik Karnımızdan önce gözümüzü doyurmuştun bubam Gönlümüzü doyurmuştun Bu yüzdendir yüreğimdeki mutluluk Kıskanmayı hiç bilmedik Paylaşmayı çok
Çocuk korkularım vardı tabi Mesela karanlıktan korkmak gibi Yalnızlıktan korkmak gibi Sessizlikten korkmak gibi Kimsesizlikten korkmak gibi Ama; ''Bubbb'' demeye kalksam BUBAM ''Annn'' demeye kalksam ANAM Bitiverecekti yanımda biliyordum
Laf olsun diye yaktım evin bütün ışıklarını Avludakileri bile Laf olsun diye açtım radyonun sesini sonuna kadar Laf olsun diye ıslık çalmayı öğrendim Laf olsun diye ıslıkla besteler yapmayı
Aslında çok korkuyordum Karanlıktan, yalnızlıktan, sessizlikten Sesimi duyamazsınız diye
Hala korkuyorum Korkuyor içimdeki çocuk Dört duvarda yankılanan sesimden korkuyorum
Bir kapalı kutudaydıkAralandı kapak göründü ışıkBüyüdükÜredikÇoğaldıkSevinçler yüklendikAcılarda boğulduk zaman zamanYorulunca kollarımız kapanacak kapak yavaş yavaş.
Bugün güneşe taktım kafayıKollarımı güçlendirmem lazımİyice kaldırabilmeliyim kapağı
Karanlıklar yutuyor beniYalnızlık ürkütüyorEn çok da gücümü kaybetmek korkutuyorElden ayaktan kesilmedenMuhtaç olmadan ele güneZamanı gelince bilmeliyim kapatmasınıYaşam denilen bu kutunun kapağını...
Bir masal anlat banaİçinde ayrılık olmasınBir masal anlat banaİçinde ölüm olmasın
Dualarım geri getirsin seniSilsinÖlüm listelerindenİsmini
Bir masal anlat banaNe olursun
Son sahneyi anlat banaHani ışıkları sönünce yaşamınKapanır ya perdelerYarım kalan oyunu anlat banaNe yazıyordu elindeki kağıttaNeler fısıldıyordu süflör kulağınaAcelen neydiAcalenNeydi...
Bir adın kaldıDilimin ucunda saklıMühür dudağımdaSonra o şarkıSesin kadar hüzzamdı
Daha dün gibi içimdeki korku halaHiç tanıdığım kimse yoktu bu isimdenYa unutursam!Unutur muyum acaba? DerkenUnuttum gittiBir daha sordum, duymamış gibiTekrarladıBir ozanın adıydı, adıAklıma geldi o andaO gün bu gün hep aklımdaHiç çıkmadı…
Bir sevdiğim vardı yirmili yaşlardaNe çok sevmiştim onuKara sevda dedikleri bu olmalı
Ne çok yol almışız ikimiz deKesişmeyen ayrı yönlerdeSon sarılışımdı onaVeda ederkenYol ortasında
Tesadüfen karşılaştık bir gün yineOn yıl sonraYan yana iki otobüsteYan yana iki cam kenarındaTrafiği tıkanmış Boğaz KöprüsündeArabalar durduDünya durduBen durdumZaman durdu gözlerimizdeYa sonra!Trafik açıldıGitti
Aklıma düştü bir gece yarısıBir şarkının nakaratındaNerdeydi, nasıldı, ne yapardıİnternet icat olmuştu ya şimdiHay başıma taşlar düşesiYıldırımlar yağasıHer şey elimizin altında yaNasıl oldu da hiç gelmediBu güne kadar aklıma!
Belki de bir iki haberiniAdını yazdım, arattımBir sayfa açıldıSevindimBuldum, dedim, sevinçleSayfaya baktımSiyah, kocaman harflerle başlayanUpuzun bir isim listeydiOkuyamadım heyecandanDerin bir nefesten sonraO siyah kocaman harflerle yazılanO yazıyı okudum‘Yitirdiğimiz Üyeler’Yazıyordu!
Dondum kaldım!Gerisini okuyamadım!Bilmem kaç kereAçtım, kapattım bilgisayarıHep ayni yazı çıktıHep ayni liste‘’ Yitirdiğimiz üyeler’’Yazıyordu…
Şok dedikleri bu olmalıydıSararmış bir film şeridiİki saniyede gelip geçti gözlerimdenBittim!Listenin sonunda onun adını okuyuncaÖlümlerden ölüm beğendimÖlüm beni beğenmedi…
Kızıl bir demir düşer gibi buzaYarıldı beden baştanbaşaBir nefes uçup gitti içimdenTutamadımBir nefes ki ateş topuYandım, kavruldumBir nefes kiYaşamla bağımı kopardı
Yeni terlemişti kirpikleriBir sevdiğim vardıHey be heyKim getirecek şimdiGiden yılları geri
Bir toplantıda tanışmıştıkYanıma geldiAdımı sorduSöyledimSordum, söylediDaha dün gibi içimdeki tasaHiç kimse yoktu bu isimden etrafımdaUnutur muydum acaba?Bir ozanın adını takmışlardı ona oysa
Bir sevdiğim vardı yirmili yaşlardaNe çok sevmiştimGün olduKanat taktı kollarımaBoğazı uçtumGün olduBıçak olduKırıldı kanatlarımOnda öğrendim sevmeyiOnda terkedilmeyiHiçbir şey söndüremedi içimdeki ateşi
Tesadüfen karşılaştık bir gün yoldaYıllar sonraYan yana iki otobüsteYan yana iki cam kenarındaTrafiği tıkanmış Boğaz KöprüsündeArabalar durduDünya durduBen durdumZaman durdu gözlerimizdeYa sonra!
Çok sonra, Beşiktaş’ta bir günÇıkıverdi karşımaSarılıverdi boynumaYıllarca aradım, dedi, seniNerelerdeydin?Yıllarca bekledim, dedim, seniNerelerdeydin?Yer yarılsaydı da girseydik içineBeşiktaş yıkıldı başımızaTaş taşBeşiktaş yağdı başımızaYavaş yavaşNe çok yol almışız ikimiz deDönemezdik geriyeSon sarılışımdı onaVeda ederkenYol ortasında
Sen hep vardın bendeHep en sevdiğim yanlarındı bende kalan
Yıllarca ölüm ilanlarını okudum gazetelerinAdını göremeyinceÇocuklar gibiydim.
Aklıma düştün yine bir geceNerdesin, nasılsın, ne yaparsınAdını yazdım internete, seni arattımBir haberin çıkar belki diyeBir sayfa açıldı‘Yitirdiğimiz Üyeler’ yazıyorduSayfanın en başındaDondum kaldım!Bilmem kaç kere kapattım açtım sayfayı okumadanŞok dedikleri bu olmalıSararmış bir film şeridiİki saniyede gelip geçti gözlerimdenKapattım açtım sayfayı tekrarKapattım açtımKapattım açtım bilmiyorum kaç kereHep ayni yazıHep ayni kara yazı açıldıBen bittim
Ben bittimElim kolum kesildiDilim budandıBenim sulandıUzayıp giden tren yolları gibi listeSon durakta adın yazılıydıSon satırda soyadınSonFilm bitti!
Kızıl bir demir düşer gibi buzaYarıldı beden baştan başaBir nefes uçup gitti içimdenBir nefes ki ateş gibiBir neffes ki yaşam bağıSevincim, hüznüm, özlemlerimİsimsiz öznem ilhamlardakiBuharlaşıp gitti!
Bu ne büyük bir boşlukBu ne büyük bir susBu ne biçim bir acı süzülen yanağıma
Bir sevdiğim vardı yirmili yaşlardaİncecikti, fidan gibi
Bir sigara veri banaCiğerlerime kadar çekeceğimBir sigara verin banaYalnızlığımı tüttüreceğim
Bir elim de mi yok tutacakBir fincan kahve içeceğim kapımBir dostum, iki çift laf edecekHangi leylek hangi kapıya attı beni
Bir sigara verin banaLeyleği getireceğim
141200
Bir sigara verin banaCiğerlerime kadar çekeceğimBir de kibrit olsun yanındaYalnızlığıma tüttüreceğimHangi leylek hangi kapıdan aldı beniSordu mu bana!
Bir dost elim de mi yok tutacakBir fincan kahve içecek kapımOturup iki lafın belini kırıpGurbetten sıladan konuşacakHangi leylek hangi kapıya attı beniSordu mu bana!
Bir sigara verin banaSonra isterseniz buzlandırın bu şiiriNefesimin izi düştü baksanızaO leyleği bulmaya gideceğimYepyeni bir bohçadaYepyeni bir şiire düşeceğim
İki yanıma düşüyor kollarım / öksüzParamparçayımUmutlarım / göz pınarlarımdaDudaklarımda buz dağlarıKaraya oturuyorumDonuyorum!Yıldırımlardan bin volkan başımdaYanıyorum!
O gidişin var ya, beni bana bırakıp
Gözlerin bende emanet kaldı be gülüm baksanaEllerin bende kaldı tutsanaYüreğin bende kaldı alsanaSensiz nasıl yaşanır anlatsana
Bizim ev kalabalıkBir ben varımBir de dört sarı duvarTavanda sallanır bir ampulDokunsan ışık elinden kalır
Bizim ev kalabalıkBir ben varımBir sessizlik varBir sessizlik dahaAl sana kavga…
Bir de Niyazi’m gelseHeybesinde taze ekmek kokusuKöy kokusuÇocukluğumun kokusu olsaÖzlemHayalUmut olsaAh be Niyazi’mBir dakikacık da olsaŞu bizim çok kalabalık ev var yaBir kalabalık da nefesin dolsaBizim ev çok kalabalık olmasaYormasaKorkutmasa
Bizim ev çok kalabalıkSağda solda oyuncaklarKimi sağlam, kimi olmuş kırıkKapı arkalarındaTorunların ayak sesiDuvarda büyüklerin resmi
Bizim ev çok kalabalıkMutfakta üç beş günlük bulaşıkTabak, bardak, çatal, kaşıkKarmakarışık, sıkışıkBir açılsa makinenin kapağı var yaOnlar panayırlıkBen bayramlıkYazlık, kışlık, baharlıkBizim ev çok kalabalıkHep kalabalıkKayboldu alabalık
Bizim ev çok kalabalıkPaketlenmiş koliler salonda üst üsteBoşaltılmış vitrin, kitaplık, çekmeceSağa sola dağılmış gazete sayfaları
Sarılacak bir bardak, tabak, kâseTaşınırken eşyalar kırılmasın diye
Koridorun sonunda bir yatak odasıMisafirden misafire açılır kapısıYeni değiştirdim yastığın kılıfınıÖrtmüşüm yatağımın üstünüKirlenmesin diye nevresimi, çarşafıKilitlemişim kapısınıKaçmasın diye torunların uykusuBizim ev çok kalabalıkÇocuk seslerini duyuyor musunuz?Anneanne, diyor PelinOnat, çözmeye çalışıyor, babaanneyiNine’yiBizim ev çok kalabalık
Dolapta kurumuş kaşar, beyaz peynirZeytin, zeytinliğinden bezmişAcı biber turşusu, yarım kavanoz, kapaktaPoşette, iki dilim ekmekSon kullanım tarihi geçmişYumurtaları atmak gerekİşime gelmez zehirlenmek
Bizim ev çok kalabalıkYasağı deldik yine bu gece folklor ekibiyleİzmaritler Karadeniz’i oynuyorlarFırsattan istifadeHamsi, hamsi…Sigaramın dumanı salınır da gelirKars’ta gelin gibi
Ah! Anılar, yazılmayanGümbür gümbür davul seslerindeKulağıma kazınanÇekiliyor halaylarToplanıyor bavullarBüyüyor yollarHasret kapladı yine her yeriBizim ev çok kalabalıkBizim ev çok, çok kalabalık...
Akrep de var, yelkovan daSabun da var, şampuan daKüvet?_DelikSıcak su?_Keyfe kederKapılar?_Yandan çarklıKimi sağa açılır, kimi sola
Bizim ev çok kalabalıkMutfakta, kışOdada, yazBalkonda, sokakAçılınca camlarİnsan renkleriAraba gürültüleriBitişik duvarın arkasındaKomşunun öksürmesiArada bir bebek sesiTavanda, çocuk koşturmaları
Bizim ev kalabalıkHem de çok kalabalıkHer şey oturmuş yerli yerine deBir tek şu sessizlik var ya!Karanlık kadar korktuğumBir de şu kimsesizlikTek olma hali uyku vaktiÇalınmayan kapı zillerinde gece bekçisiSusturamadığım içimdeki ayak sesiSığdıramadığım hiçbir yereYüzyıllık kirasını peşin ödemişler gibi beynimeGeçmişler karşımaBey gibiPaşa gibiOturmuşlarFermanımı yazar gibi…
Bizim ev kalabalıkBizim ev çok kalabalıkÇok… Çok… Çok...
Bağışla biziGençleri uğurlarken gurbeteSen de bilemedin değil miGeri dönmeyecekleriniBen de bilemedim
Bağışla beniDededen kalma yüzyıllık taş duvarlı evimBağışla beniYol kapımın ziliKimbilir kaç parmak izi biriktirdinFaili meçhullerden
Bizim mahalleBizim mahallede kalan üç beş aileArada bir çalıverin kapımın ziliniAllah rızası içinSonra dayayın kulağınızı kapıyaBir çift terliğinToprakta çıkarttığı sürtünme sesiniDuyarsınız belkiBelki deCingöz'ün mırıltısını-Kim o? Diye seslenir de birileri avludanSorarsa!-Kimsin?
Rüzgarı taktım kafama, bir türlü düşmedi gitti peşimdenHadi diyor çok oturdun evde, tam on gün olduKalk topla valizini, temizle eviKapat şu pi si yi de.
Perde falan yıkamamBana ne! Bayram ola hayrolaEvde olmayacağım nasıl olsaVallahi yollar gözümde büyüyorAnam, sen benim göbeğimi sokağa mı attın?
Yolculuk var yolculukNazım Hikmet'in dediği gibi:''Akın var akın,Güneşi zapt edeceğiz,Güneşin zaptı yakın''İyi de güneş zaten zapt edilmiş
Babamı çok özledimEllerini özledimMavi gözlerini özledimKokusunu özledimBabam,Benim için bir daha yapar mısın bu üstte saydıklarımı?Söz, dondurma sütünün kaymağını yemeyeceğim bu defaKaymaksız olmasın diyeBütün muhallebileri ben dolduracağım bardaklaraElma çubuklarını da hazırlarımBatırırım kırmızı şurubaİlk elma benimBir kaşık da kaymakLütfen!
Babamı çok özledimSırası mı şimdi ağlamanınBıktım valiz toplamaktanKırk yılın bile hatırı kalmamış
Kabuk bağlıyor ertesi günBen yine koparıyorumYine canım acıyorYine bırakıyorum
Ben koparıyorumO kanıyor
Bıktım yürek yaram sendenTam unuttum derkenBir şarkı yükseliyor bir yerlerdenYa da bir şiir okunuyor yürektenGizli bir el uzanıyor izinsizKoparıyor bir şeyler benden…..Ben kanıyorum
Bugün güzel olmalıyımAllanıp, süslenip, pullanmalıyımGözlerinde beni bulmalıyım içi gülenNefesinde çiçek açmalı tenimEllerinden bir ürperti sevgidenBugün güzel olmalıyımSeni sevdiğimi söylerken…
Bugün doğum günün seninBugün senin yavrucuğumGül kokusu nefesini koklayamadımGurbet denen yer, aldı götürdü seni<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Bugün doğum günün seninKorkutmasın hiç gözünü, yaşının sayılarıYüreğimde hala bebeğim gibisin<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Hasret büyür bu anlarda içim yanarMazi gözümde canlanırOysa bana ilk gülüşün daha dün gibiİlk adımının kollarımda bittiği bugün gibi<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Bugün doğum günün seninBugün senin günün Özlem’imBüyüyor adın gibi içimde hasretinÖzlem'im özlediğim benim<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Nice yıllar diliyorum sanaNice yıllar gülsün hep yüzünAcı keder göstermesin seni yaradanBir gün gelir kalkar sınırlar aradan<img src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Bugün doğum günün seninİyi ki doğurdum seni, İyi ki doğdunYüzün gibi güzel olsun hep kaderinBugünDoğumGününSenin
Benim için de çek bir nefesÇam kokusu bol olsunDenize hasret çekmedimHiç anım olmadı sudaGöğün mavisiydi ormandaKuş seslerinde kaybolan
Ah gençliğimFakirliği beş kuruşa sattığımElemi kederi bedava dağıttığımAh gençliğimBiz ne güzeldik seninleÇayda balıklarla çimdiğim
Sen adadan bahsedersinDenizdenÇam kokularınıEkleyememişler haritalaraBirleştiremedimIhlamur deyinceSobanın üstünde kaynayanÇaydanlık gelir aklımaZaman kıştırYayılır koku dört bir yanaAkasyalar, komşu bahçesiGizlice dallarını kırdığımÇalma çiçek çabuk tutar derlerdiBen suçsuzumHiç birini de tutturamadım
Benim için de çek bir nefesAdalık olsunBir yunus uğrar belki balkonunaBir selam gönder KostayaBenden olsun
Ona de ki:Yolun düşerse bu taraflaraUğrayıver PrigipoyaHeretismus / selamlarSe filo.../ öptüm...
Dışarıda karla karışık yağmurİçeride Nurten HanımCamdan bakmaya devam ediyor
Hava soğukSımsıkı giyinip sokağa çıkmak var şimdiKucaklamak gökyüzünüSarılmak bulutlaraÇocuksu sevinçlere bürünüpKar toplamak var avuçlarda.
Çocuk ellerimi çalan hırsızHiçbir işine yaramaz senin onlarElmaşekeri ister misin?Üç iste beş vereyim, ya daKeten helvaPamuk şekerHoroz şekeri, düdüklüKaymaklı ekmek kadayıfı?
Çocuk ellerimi çalan hırsızSarılsam sana dostça, arkadaşçaŞöyle oturalım bir fincan kahve içimiEllerimi ver geri
Sıradan dilekler dilenir, dökülür sayfalaraAmaç bayramı kutlamaksaGerek var mı bu kadar süslü laflaraYapmayacağım hiç biriniBilirsiniz siz benim içimi, dışımıDoğrumu, yanlışımı
<center><font color='#CCOOFF' face='arial black' size='3'>Sarılıyorum hepinize tek tek, yürek yürekKimsiniz, nerdesiniz, ne yaparsınız, hiç önemli değilŞu an benimlesinizBendesinizElleriniz gözümdeki yaşa uzanmış, hissediyorumYürekleriniz sarmış sarmalamış yalnızlığımıSiz hep buradaydınızHep buradasınızBiliyorumBayramınızı kutluyorumSarılıyorum hepinizeKokluyorum </font><Br>
<center><font color='#00008B' face='arial black' size='3'>Tenin sesini dinle</font><Br>
<center><font color='#CCOOFF' face='arial black' size='3'>Sunam, çok uzaklardan, Amerika'danKara İbo'm Ankara’danFeride'm Üsküdar'danİsveç’e yolcudur bugün Handan’ımGurbet bayram dinlemiyor be canım</font><Br>
<center><font color='#CCOOFF' face='arial black' size='3'>Gelincikler gelir aklıma Nesrin’imDüşerler yola Antalya’danBetül’üm gelir Düzce’den, Zafer’imEllerinde yenigelin çiçekleriVe de birilerinin İnci tanesi üşür yüzümdeAha şuramda, yanıbaşımda Avcılar’daBırakmaz dost elleri ellerimi</font><Br>
Bir dünya yaratmak isterdimNüfusu çocuklar olsunÖfkeyi tatmamışNefreti tatmamışBir dünya yaratmak isterdimAcıdan ıslanmamış
Ayni göğün altındaBakarken ayni güneşe ayni ayaBasarken ayak ayni toprağaSevgi tohumları atılmayı tarlayaSaygı olmalı anaya babaya ataya
Bir dünya yaratmak isterimSen ben hepsi biz olanSenin benim hepsi bizimÇiçek atmalıydı silahlarKaranfil kokmaydı gazlarDinmeliydi acılar sızılarBitmeliydi zamansız ayrılıklarDoymalıydı tüm karınlar
Bir dünya yaratmak isterdimHak adalet uygulananBir dünya yaratmak isterdimGüneşi çığlıklarla kapanmayanGözyaşı olmayanAş iş derdi olmayanBir dünya yaratmak isterdimÇocuk gülümsemeleriyle uyanan
Bir dünya yaratmak isterdimMasumGünahsızHürÖzgürKavgasızKaygısızGürültüsüz
Çekin ellerinizi silahlardanHepimiz kardeşizAyni anadan ayni babadanGüler mi insan olanSevinir miBir can uçarken yanıbaşından
Bir dünya yaratmak isterdimKaşıkları dolan ayni tastanTüm halkı çocuklardanKötüyü bilmeyenÖğretecek kimsesi de olmayan
Böyle bir dünya yaratmak dileğiyleVar mısın ellerini ellerime uzatmayaYüreğinde yüreğimi sevgiyle taşımayaVar mısınKatıl o zaman bu zincireBüyüsün bu halkaYayılsın dalga dalga
Beynimin deli tarafıyla yaşayacağım bu geceGöz bebeklerime sözüm varBulutlar çıldıracak avuçlarımdaYediveren yıldızlar âşıkKör karanlığı güneşi kırptımIpıslak, mühür mühürİstanbul
Çılgınca yaşayacağım bu geceÇekin perdeleri, açın pencereleriKapıları da sonuna kadarSustuklarımı bağıracağımAdını yazacağım sevginin kuyruklu yıldızaKimse anlamayacakYıldızlar kayacak avuçlarına
Bir meyhaneye gideceğimEn ortadaki masada içeceğimGarson, bir büyük getir Tekirdağ olsunBiraz öte beri, salatalık, bir kaç mezeKalamar da getir, karides teBir de acılı ezmeSu katma rakıya usta, bulandırma bardağı sek olsunŞarap gözlü geceye haber salKonuğum olsunTek başımayım bu geceAfiyet olsun
Deniz, kanıma kanıma işliyorDeniz günahıma giriyorÇırılçıplak suya gireceğimÇırılçıplak anadan doğmaBalıklar ayda kanat açacakÇakıl taşları yakamozlarla öpüşecekDudaklarında dalgaİçimdeki ayna paramparça...
Göğüs bağır açık sokaklarda dolaşacağımKızakta kayacağım bir çocuk parkındaUmuttan tepe yapacağımGöz göz üstüne kaleKöstebeklerle konuşacağımKertenkelelerle köşe kapmacaKüfürler savuracağım, erkekçeBulutlar kulaklarını tıkayacakÜtüsüz gömlekler giyeceğimKırışık etekler, kaçık çoraplarDeli tarafımdan yaşayacağım bu gece, mertçeCömertçe, kapına dayanacağımZil zurna sevgimle
Boyun eğilmişti bir kere aşkaFizik kurallarını hiçe sayarkenDünü hesap edememiştikYanan da bizdikDonan daAyni anda uyurgezerdik
Ayni anda uyurgezerdikKanatlarımız kırılmamıştı henüz dahaBulutlarda dans ederkenDünyanın gökkuşağındanHangi rengi işliyorduk yarınlaraİçinde ayrılık olmayan
İçinde ayrılık olmayanHangi şarkıydı gece bekçimizNotasız ıslıklardaİzbemizi saray yapanKutsal fısıltıIslıkla düşerken geceye
Islıkla düşerken geceyeYarılırdı bir kabuk tırnakla ikiyeFıstık yeşiliydi ağızlarKi sinerdi kokusu sineyeÇatlardı geceKırılırdı nazarından bir şişe
Kırılırdı nazarından bir şişeKör perdelerde çay rengiKırılırdı ranzasında bir kirişSökülürdü bir dikişKutsal ten dokusunda ipeksiGitmek miydi en iyisi
Gitmek miydi en iyisiGitmekti, o zaman için, en iyisiSara nöbetlerini göze alıpGurura ödün vermektiPişmanlıklar şimdiKangren bir sevdanın eseri...
Anladık abi,En büyük sensinSataşmayacağım diyorum kimseyeKim ne yaparsa yapsın / bana neOlmuyor işteBasıyorlar damarıma damarımaEh, yeter ama...
Üç, beş değilBelki yüzÜç yüz beş yüz kalem sahibiMeşhur olacaklar ya akıllarıncaYazıyorlar şiiri dize dizeKimi serbest kimi hece kimi vezinleİyi de be arkadaşCan arkadaşCandan arkadaşEn güzel şiiri yazan arkadaşEn büyük şair sensin arkadaş / kabulAma ne olurGel etme eylemeAha kurbanım olamRamazan bayramlarında sana kurbanlar adayamHatta her şiirine mevlütler okutamSokma yazdıklarını gözlerimin karasınaHemi vallah hemi billahBurnumun direğini sızlatmaYazdıklarına bir sözüm yokDedim ya en büyük şair sensinNe olurYalvarıyorum bakHer yazdığınıTüm gruplara yollamaHele özelimeSakın ha..!Bir de mail modası çıktı son zamanlardaYetmiyormuş gibi ayni kişinin yazdıklarınıHem ana sayfada okumayaHem tüm guruplarda görmeyeHem özel mesajlarda zaman ve sayfa israfınaBir de maille çalışıyorlar okutmayaMecbur muyum arkadaşYazdıklarını okumaya?
Hey hey…. Efeler hey heyÇıkıp şu dağlara yaslanmalıyımSelam olsun Bolu beyineHey heyBolu beyine
Erzurum dağları kar ile boranAnkara'nın taşına bakGözlerimin yaşına bak
''Gel güzelim Çamlıcaya bu geceGün doğarken a canım görüşelim gizliceBülbüllerin efkarını dinleyelim yan yanaKumru gibi a canım sevişelim can canaBeste: Faiz Kapancı ''
Sataşmayacağım diyorum kimseyekim ne yaparsa yapsın / bana neOlmuyor işteBasıyorlar damarıma damarımaEh, yeter ama...
Üç, beş değilBelki yüz üç,yüzbeş beş kalem sahibiMeşhur olacaklar ya akıllarıncaYazıyorlar şiiri dize dizeKimi serbest kimi hece kimi vezinleİyi de be arkadaşCan arkadaşCandan arkadaşEn güzel şiiri yazan arkadaşEn büyük şair sensin arkadaş / kabulAma ne olurGel etme eylemeAha kurbanım olamRamazan bayramlarında sana kurbanlar adayamHatta her şiirine mevlütler okutamSokma yazdıklarını gözlerimin karasınaHemi vallah hemi billahBurnumun direğini sızlatmaYazdıklarına bir sözüm yokDedim ya en büyük şair sensinNe olurYalvarıyorum bakHer yazdığınıTüm gruplara yollamaHele özelimeSakın ha..!Bir de mail modası çıktı son zamanlardaYetmiyormuş gibi ayni kişinin yazdıklarınıHem ana sayfada okumayaHem tüm guruplarda görmeyeHem özel mesajlarda zaman ve sayfa israfınaBir de maille çalışıyorlar okutmayaMecbur muyum arkadaşYazdıklarını okumaya?
Gördüm onuİskelede tren bekliyorduAmbarlı'da üşümüştü sahildeGölgesi denize düşmüşDüşünüyorduKara mıKara
Bir uçak geçti havadanBir martı düşürdü gülümsemesiniGagasıyla gokunarak saçların arasındanÜrperdi! , yüreğinin en derin yerindenBelki de korkudan, kimseye diyemediAtıverdi canını denize karadanBir avuç yosunla çıktı kıyıyaDudaklarında bir gülümsemeDedim ki; Söyle Nedendir?Bu sevinç durduk yereDedi ki; Beni dinleGölgemi gördümdenizin dibinde
Bir türkü tutturdu 0rdu tarafındanÜnye'den sonra Of'tan selam gönderdiDursun'a. Anaya babaya SamsındanHatırlayınca arkasından dünüHani küsmüştü ya Dursun’aGeri aldı verdiği selamı da
Efkârlandı sonra, bir ismi hatırlayıncaEğildi bir sigara paketi çıkardıSırılsıklam çorabındanArandı, bulamadıYoktu çakmağıYakamazdıOlsa da
Ucunda ateşiBir sigara uzattımBilmez miyim bir gölgeyikaybetmenin sonsuz sancısınıGörünce açılıverdi gözleri ateş ateşBırakmıştım dedi bu naleti beş dakika önceGölgemin bir cebine sokup atmıştım denizin dibineDiğer cebine de denizin kızını, anasını, babasınıSustu! Dudağını yakan bir isimdiSigaranın ateşi değilKonuşamadıUzaklaşrım
Bana, gitme, der gibiTeşekkür eder gibiAh! Bir de candanGülüverseydiOlsaydı daTakati
İskelede tren bekliyorduAmbarlı sahilindegördüm O'nuGölgesininDüşmüşPeşine
Nurten Altınok03.02.2015Esenyurt / Güncelleme
Nurten Altınok25.07.2010
Gördüm onuİskelede tren bekliyorduAmbarlı'da üşümüştü sahildeGölgesi denize düşmüşDüşünüyorduKara mıKara
Bir uçak geçti havadanBir martı düşürdü gülümsemesiniGagasıyla gokunarak saçların arasındanÜrperdi! , yüreğinin en derin yerindenBelki de korkudan, kimseye diyemediAtıverdi canını denize karadanBir avuç yosunla çıktı kıyıyaDudaklarında bir gülümsemeDedim ki; Söyle Nedendir?Bu sevinç durduk yereDedi ki; Beni dinleGölgemi gördümdenizin dibinde
Bir türkü tutturdu 0rdu tarafındanÜnye'den sonra Of'tan selam gönderdiDursun'a. Anaya babaya Samsından
Hatırlayınca arkasından dünüHani küsmüştü ya Dursun’aGeri aldı verdiği selamı da
Efkârlandı sonra, bir ismi hatırlayıncaEğildi bir sigara paketi çıkardıSırılsıklam çorabındanArandı, bulamadıYoktu çakmağıYakamazdıOlsa da
Ucunda ateşiBir sigara uzattımBilmez miyim bir gölgeyikaybetmenin sonsuz sancısınıGörünce açılıverdi gözleri ateş ateşBırakmıştım dedi bu naleti beş dakika önceGölgemin bir cebine sokup atmıştım denizin dibineDiğer cebine de denizin kızını, anasını, babasınıSustu! Dudağını yakan bir isimdiSigaranın ateşi değilKonuşamadıUzaklaşrım
İki adım sonra geri baktımGüneşe sermişti kendiniBana, gitme, der gibiTeşekkür eder gibiAh! Bir de candanGülüverseydiOlsaydı daTakati
İskelede tren bekliyorduAmbarlı sahilindeGördüm O'nuGölgesininDüşmüşPeşine...
kendime sözüm varbeynimin en deli tarafıylabeni yaşayacağım bu geceköşe bucaksalkım saçakgüneşe sattım karanlığıyıldızlar benimle olacak
Daha sabaha çok var
açın pencereleriaçın kapılarıiçimi bağıracağım sonuna kadarbir yıldız kurşunlanacak sesimdenkimseler anlamayacakdüşecek avuçlarıma yalnızlığım
Daha sabaha çok var
bir meyhaneye gideceğimen ortadaki masada oturupgarson, bir büyük getir, Tekirdağ olsundiyeceğimbiraz da öte beribeyaz peynirkavun gibikalamar da getirkarides deunutma acılı ezmeyisu katma rakıya ustabulandırma bardağıhadi donat şu masayıiki kişilik olsunbelkibeklediğim de gelirdiyeceğimumut bu ya!
Daha sabaha çok var
deniz kanıma giriyorcanım denizi çekiyorçırılçıplak suya gireceğimçırılçıplakanadan doğmabalıklar kapatıp gözleriniayda kanat açacaklarçakıl taşları öpüşecek yakamozlarladudaklarımda dalga iziiçimdeki ayna paramparça
kızakta kayacağım bir çocuk parkındatek tek sallanacağım tüm salıncaklardaumuttan tepe yapacağım kum havuzundayalnızlıktan kaleköstebeklerle köşe kapmaca oynayacağımyarasalarla ip atlamazincirlerini savuracağım gece bekçilerinekopardığım salıncaklarınküfürler savuracağımçocukluğumu çalan zamanayalan yıllara
sabaha ne kadar var?
ütüsüz gömlekler giyeceğimkırışık eteklerkaçık çoraplargölgeleri kiraladım bir geceliğineayıpların gözlerinden vuracaklar
sabaha ne kaldı?
deli tarafımdan yaşayacağım bu gecemertçecömertçekapına dayanacağımzil zurna sevgimleaçsana geldim!
sabah oldu olacak!
aç yüreğimen ateşli sözleresakın şaşırma!ve de uyarma!ve deuyandırma...
var mısın benimleateş gibi yanıpköz gibi kavrulmayavar mısın?
Sağım solum belli olmaz benimDeli eyleme beniİfşa etme namımı ele güneNazar değer sonraBir bakmışsın yağmur olmuşumSeller sular götürür dünyayıTaş gibi doluya duramadımAcıdım da halineHadi ıslan şimdiAdın, adınDaha sonra çakarsın…
Kaldırım kıyılarını bana bırakHani çöreklenir ya çamurlu sularSırtlamışım ayaklarımı, çocuk yüklüYüzme öğreteceğim onlaraGülmeDeli etme beniÇıkmış adım zaten dokuzaİnse ne olur sekizeHa bir fazla ha bir eksikHuni dediğin ne kiArtanı da senin kafanaYağmur başladı bakHadi ıslan şimdiAdın, adınDaha sonra çakarsın…
Sağım solum belli olmaz daDilim tökezler arada sıradaCahildir kalem alafrangayaKonuşmaya gelinceEn büyük Tarzan benimŞak şak şakSeviyorum demek varkenNe gerek var aylavyuyaJöteme, sağapoyaDoldum yine yağacağımHadi ıslan şimdiAdın, adınDaha sonra çakarsın…
Deli etme beniKazırım bütün çimenleriniNe üflersin otları durduk yereO kadar mı kuvvetli nefesin
Gözlerimin yürek yürek atışını aradım bu sokaklardaArnavut kaldırımlarında çocukluğumun ayak izleriniKurbağa başlıklı çeşme başında gençliğimin tazeliğiniHangi rüzgâr esti geçti buradan? Bu kadar acımasız. Dalından koparılmış bir hanımeli.... Yanıyor şimdi
Kaç kez kırbaçladı yağmur, tırnak yazısı duvarlarımı, kim bilir?Kaç kez mahkûm edildim en yakın uzaklaraKaç kez törpülendi zincirlerim yarınlaraKaç kez doğumu yaşadım sıla sancılarında. Dalından koparılmış bir hanımeli. Kanıyor şimdi...
Kilit vurulmuş kapılarda zamanın acımasız izi, paslıOmuzlarda kimler gitti kim bilir, kaç kişi, yıllar yılıGecelerin karabasanlarını yaşadım, susturup içimdeki yalnızlığıNe giden geri geldi, ne gidenin selamıNe kalanın hayır duası. Dalından koparılmış bir hanımeli. Ağlıyor şimdi.
Kaldırımlarda silinmiş, ayak izlerimin sesiyimDuvarlarda yüzüm asılmış, sararmış resim gibiyimBoşuna bekler avuçlarım, bir sıcacık eli, öpmek istediğimBoşuna bekler gözlerim, bir çift çakır gözü, görmek istediğimHangi rüzgâr esti geçti buradan? Bu kadar acımasız!. Dalından koparılmış bir hanımeli. Soluyor şimdi
En büyük dramın son perdesi oynananSahne: Tekil gecelerin özlemlere diyetiBir çift yürek başrolde, bayram sevinciBu gece uzun olmalıHer şey yaşanmalı yeni baştan
Satır sonunda nokta gibi durdu zamanGözlerde başladı şölen: Trakya KarşılamasındanBursa kılıç kalkan, Adana'nın yolları taştanBu gece uzun olmalıHer şey yaşanmalı yeni baştan
Parmak uçlarında telaş, tohum gibi çatlayanıÇorak yüreklerde nadasa kalmış sevgilerin isyanıBir ateş deryası hasat sonu, bir kıvılcımdan başlayanBu gece uzun olmalıHer şey yaşanmalı yeni baştan
Gözkapaklarında eridi zaman, sessizSüzüldü dudaklardan şimşekler alevsizBir yüreğin iki yarısıydı bütünü oluşturanBu gece uzun olmalıHer şey yaşanmalı yeni baştan
Nurten Altınok23.06.2013 Güncelleme
en büyük dramın son perdesi oynanansahne: tekil gecelerin özlemlere diyetive,bir çift yürek baş rolde,bayram sevincibu gece uzun olmalıher şey yeni baştan yaşanmalı
satır sonunda nokta gibi durdu zamanönce, gözlerde başladı şölen: Trakya karşılamasındanBursa kılıç kalkan... Adana'nın yolları taştanbu gece uzun olmalıher şey yaşanmalı yeni baştan
çorak yüreklerde nadasa kalmış sevilerde isyanbir ateş deryası hasat sonu bir kıvılcımdan başlayanbu gece uzun olmalıher şey yaşanmalı yeni baştan
gözler kapandıkça eridi zaman dudaklardanşimşekler sardı da bedeni yürekler mangal mangalbir yüreğin iki yarısı / mıydı bütünü oluşturanbu gece uzun olmalıher şey yaşanmalı yeni baştan
Tut yolların tozunu, hata yaptığın yıllarından,Çek kulaklarından küpesiniSat A dan Z ye cümlesiniGelmişini geçmişiniBoşver be HayatcanNe takılırsın küpeyeBir mavi boncuk tak parmağına, yüzük diyeBaktıkça, hatırlatsın sana sevmeyiAldığımız nefese şükretmeyiTeşekkür etmeyi, dünün hatalarınaVe deHatıralarınaAh! Ne güzeldi o günler, demeyiAh be HayatcanAh!Be!HayatAh! ..
biz ne fırtınalar atlattık gülümne gemiler batırdık azgın dalgalardane geceler yaşadıkkaranlık içinde karanlıksevildik,unuttukterk edildik,unutulduk.sen hafif kalırsın gülüm!ne eski yaraya tuz olursunne yeniye umutvarsa toprağın gitbulutlarını oraya servarsa kapın durmagit onu tıklasen hafif kalırsın gülümhaydi başka kapıya
SusmuyorumGönderilmemiş mektuplar biriktiriyorum__________senin için*Kırılgan yüreğimden süzülen__________bizim için**Belki bir gün okursunBelki deYırtar atarım kim bilirBir varmışsınBir yokmuşsunBir varmışımBir yokmuşumKim olduğumu biliyorsun şimdi
Saat onikiyi vuruncaBozulur sihirTekini sende bırakıyorumSarıya çalan yeşili bol gözleriminKahverengisi hiçbir gözde olmayanBelkiBirGünArarBulursunEşini
Mavilerin bol olduğuGüneşin arkasında bekle beniBen senin mavini sevdimBen seni mavi sevdimSen beni farkettiğindeKülkedisiydimSevmemiştin oysaHiç sevmemiştinHiç
YILLAR SONRA23.12.20141-Size soruyorum diye tekrarladı nikâh memuru ikinci kez.-Şinasi beyle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?
Nikâh salonunun giriş kapısına çivilenmiş gözlerini bir türlü alamıyordu Perihan.Davetliler arasındaki homurtuları bile duymuyordu. İçinden defalarca tekrarladığı duayıbir daha etti.Ayağını sıkan topuklu ayakkabısının tekini çıkartmıştı otururken. Nasıl olsa gelinliğiuzundu ve kimse göremezdi. Ne vardı sanki bu kadar yüksek topuklu almaya diye dekendine kızdı. Birden toparlandı. Ya gelirse, dedi ve hemen ayakkabısını tekrar giydi.Perihan, diye fısıldadı Şinasi kulağına.-Nikâh memurunun sorusunu duymuyor musun?Önce Şinasi’ye sonra evlendirme memuruna baktı. Sanki ilk defa yüzlerini görüyormuşgibi şaşırdı.-Perihan Hanım, Şinasi beyle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?Bu sefer sesi daha yüksek ve azarlar gibiydi. Salonda meraklı bir bekleyiş başlamıştı vekimseden çıt çıkmıyordu.
Dışarısı soğuktu ve yağmur yağıyordu.Üşümesin diye omuzlarına attığı atkıyı çekti birden. Eğilip masanın altına attı.-Burası çok sıcak, dedi.Başını kaldırdığında ilk sırada oturan annesiyle göz göze geldi. Dudaklarından, yapmaüşüyeceksin, dediğini okudu.
-Cevap vermeyecek misiniz Perihan Hanım?Duydu ama duymamazlıktan geldi. Biraz daha uzamalıydı bu bekleyiş.Gözleri kapıda:- O gelecek, mutlaka gelmesi lazım. Benim bu masada işim ne?
Gelemezdi oysa. Böyle bir nikâhtan haberi bile yoktu onun. Olsun. Tesadüf denen birşey var. Belki bir sonraki nikâha davetlidir ve erken gelmiş olamaz mıydı? Dışarıdabeklemektense arkalardan bir yerden bu töreni seyretmek isterdi ve…
2-Beş yıl önce
Çok yorgundu, uykusuzdu. Günlerce dönem ödevini yetişmek için sabahlara kadarçalışmak zorunda kalmıştı. Nihayet bu gün ödevini teslim etti ve dosdoğru kaldığıöğrenci yurduna gitti. Arkadaşlarından hiç biri daha gelmemişti. Elini yüzünü yıkadı, birbardak su içti, hemen yattı. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Uyursa belki geçerdi ağrısı.(23.12.2014)Öyle de yaptı. Üstünü değiştirdi, yatağa girdi. Beyaz nevresimli battaniyeyi başınınüstüne kadar çekti.Alt katta, asma katlı büyük çalışma etüdünden o kadar çok ses geliyordu ki. Sesten çokgürültü vardı, müzik sesi, davul sesi vardı. Kafasını iyice gömdü battaniyenin altına.-Perihan, hadi kalk. Bu saatte ne uykusu bu?Duymadı.Gülhan başucuna dikilmiş, üstündeki battaniyeyi çekiştiriyordu. Baktı olacak gibi değil,çekti aldı, ayakucuna oturdu, bir daha seslendi.
Gözlerini açıp kapatmasıyla bir oldu.-Ne var. Ne oluyor?-Alt katta eğlence var. Herkes orda. Sanatçı da gelmiş. Çok eğleniyoruz. Hadi sen degel. Açılırsın biraz.-Çok yorgunum. Sen git. Belki daha sonra inerim.Baktı olacak gibi değil Gülhan fazla üstelemedi, gitti.Sırasıyla oda arkadaşlarının hepsi geldi o gece onu aşağıya çağırmaya.-Tamam, siz gidin ben birazdan inerim.Uyuyunca biraz dinlenmişti. Baş ağrısı az da olsa devam ediyordu. Saate baktı akşamdokuza geliyordu.-Daha erkenmiş kalkıp gideyim bari, dedi.Üstüne bir şeyler giydi, iki kat aşağıdaki etüde indi.Yurt, hiç bu kadar kalabalık olmamıştı. Koridorlar tıklım tıklım doluydu. Lobide oyalandıbir süre sonra etüdün kapısına gitti. İçeri girmenin imkânı yoktu. Ayak parmaklarınınüzerine basarak içeriye bakmaya çalıştı. İşte ne olduysa o anda oludu. Hayatınındönüm noktası olacağını bilemezdi. Sahnede Hümeyra şarkı söylüyor seyredenler alkıştutuyordu. Etüt çok kalabalıktı. En az binden fazla öğrenci vardı.Yıllar sonra karşılaştığımızda o günü dün yaşamış gibi bana anlatmaya başladı.Yüzü sarardı, sesi titriyordu.-Bir bardak su alabilir miyim?Masanın üstünde duran sürahiden bardağı doldurdum kendisine uzattım.-İyi misin Perihan?Gözleri dolmuş, ağlamaklı bir sesle:-Değilim.Yaprak gibi titriyordu.-Bazen ne düşünüyorum biliyor musun? O geceyi keşke hiç yaşamazdım diyorum. Çokacı çektim. Keşke beni hiç kaldırmasaydınız. Bazen de iyi ki yaşamışım diyorum. Aşkıtanıdım ve Allah’ıma bana bu duyguları yaşattığı için şükrettim.-Konuşmak istemiyorsan bırakalım. Başka zaman anlatırsın.-Yok, şimdi biraz daha iyiyim.-Eee ne oldu sonra?-Kapının tam karşında, kızların arasında 3-4 erkek vardı. Onlardan birisi oydu. Nasıloldum biliyor musun? Sanki bin voltluk elektrikle çarpıldım. Yanındaki arkadaşı onukoluyla iterek, bak dedi, karşıdaki kız sana bakıyor. Kalabalıktan sadece gözlerimgözüküyordu. Önce arkadaşına baktı sonra bana. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Nebaş ağrım kaldı ne yorgunluğum ne uykusuzluğum.On dakika sonra eğlenceye ara verildi ve ben lobide pencerenin önünde durmuşdışarıya bakarak sigara içiyordum. Bir ‘merhaba’ ile geri döndüm. Arkamdaki oydu.- MerhabaArkama döndüm, göz göze geldik.-Merhaba-Bir sigara istesem bana da verir misiniz?-Yanımda sigara yok, beklerseniz odaya çıkıp getireyim.- Zahmet olmaz mı?Cevap bile vermeden merdivenlere doğru gittim. İki kat merdiveni ikişer ikişer çıkarakikinci kata nasıl çıktım, sigara paketini nasıl aldım, nasıl aşağı indim hiç hatırlamıyorum.-Buyurun.Paketi uzattım, içinden bir tane çıkardı, çakmak istedi, verdim. Yaktı. Teşekkür etti.-Ben Mehmet.Elini uzattı.-Ben Perihan.Uzatılan ele elimi uzattım, tokalaştık.
.........elma dersem çık(yeşil elma olacak ama bakmalı yeşil yeşil)
..............elmalara kurt düşmüşne işin var kurdun işindearmut kaka dönüşmüşsivrisinek saz çalarkarasinek dümbelekhoptaraleylimmmmm
ankaranın taşınatakıldı ayaklarımbakmazlar gözyaşımaseviyom dedim be abihemide çok özledimduyuramadım gittiduysa da duymadı ettibir mendil uzatsanaağlıyorum baksana- bu kadar insafsız olma
Kabahat bende değilYanlış çizdik projeyiKarıştırma kafamı şimdiYarım kalmasın şiir
Teker meker kaç çekerÇaya koydum beş şeker—şeker komasına gireceğim-El ettim nazlı yâreBörek açtım gel ye, diyeSormaz mı neyli diyeDeli mi neFare zehri ne arar evde
hoooppphooooopppptaaa ta raaaatat at ata tat at aaaaleyy le le liiiimmmmmm
(burada voltaj düştü)
Yemeğe buyur gel bana—gecenin üçünde demedik ya-Topla birkaç kişi de yanınaŞimdi isim saydırma bana
kavgalar öğretecekler sanasavaşlar duyacaksın/kardeş kardeşe karşıdost düşmana karşıacından ölen çocuklara kahrolacaksınki çocuklar günahsızki masumen genç şehitleri savaşın
ideallerin olacakbelki bir kavganın içinde bulacaksın kendinidoğrudan ayrılma bebeğim
hoş geldin bebeğimburası dünya
korkmasın gözünyolun doğruysa...
.......................23 eylül ve 19 ekimde doğanlara armağanımdır
.................................ve de 2 ağustosta adı Levent olanlara.<table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/65/11486_27465_20061141233.GIF'>
Bir adam gördüm Sirkeci garındaBundan çok yıllar önce
Sırtında taşıdığıEski ve kirli semerin rengiYüzüne vurmuştu sankiKahverengi desen değil, siyah desen hiç değilYükü neydi ki böylesine bir ağustos günüKendinden önce semerini terlettiği
Bir adam gördüm Sirkeci garındaBundan yıllar öncesi
İlk günleriydi İstanbul’a gelişiminVe ilk günüydü Sirkeciye inişiminNasıl da mutluydum anavatanımda
(Bir günde hatim etmek istercesine İstanbul’u.Nasıl da heyecanlıydım)
Bir adam gördüm Sirkeci garında o günKalabalığın, koşuşturmanın içinde ağır aksakBir adam ki yaşını başını almış, geçkinBir adam gördüm ki sırtında semeri, bitkin
(Babamın, yolda bulup, acıyarak eve aldığı sıpa geldi aklıma. Bir türlü kıyıp semertakamamıştık sırtına. Koşamamıştık bir talikanın kollarına)
Gar mı yıkıldı nedir üstüme o anİstanbul ’mu yağdı yoksa çakıl çakıl başımaHayallerim miydi acaba İstanbul adına boğulanYıllarca körüklendiğim yangınım mıydı soğuyan
Bir adam gördüm sırtında semeri Sirkeci garındaDizlerine değdi değecek başı yükü altındaHayallerini taşıyordu besbelli pembe tuvalindeAcı ekmek tadı, adlandırdığı tablosundaYorgundu,Elinin tersiyle sildiAlnındaki intihar artığı terlerini
(Bu muydu İstanbul?Böyle mi karşılanacaktım ilk günümde?Geride bıraktığım gözü yaşlı anama, babama bunları mı anlatacaktım?Bu muydu bana sunacağın ilk manzara İstanbul?)
Hoş geldin, dedi İstanbul, alaycı tavrıylaHaydi, gez, dolaş, tanı beni gönül huzuruylaUzanıver Eminönü’ne doğru şöyle bir nefesDeniz kenarından geçsin yolun, fazla yaklaşmaSen deniz nedir bilmezsin ki be çocuk
(Mis gibi kızartılmış balık kokusu karıştı ozon kokusunaArabalar ardı sıra bindiler feribotlaraKartpostallardakinin ayniydi Galata KöprüsüYeni Caminin önündeki güvercinlerin büyüsüNe kadar çok insan vardı buradaNe kadar çok yaşam türküsü)
Balık ekmek yersin, dedi, belki de— Acıktım!
Geçerse boğazından— Yutkundum!
Bir ekmek parası be ablaDeyince bir çocuk yalvaran bakışlarıylaYalınayaklarına daldım— Boğuldum!
(Bilge bir adam gibi oturdu karşıma İstanbulGözleri maviydi, yeşildi gözleriKirletilmiş, hüzünlüİki martı uçup geçti başımın üstündenUzansam tutacaktım elleriniTutsam öpecektimVapurlar selamladı birbirleriniBayraklar, bayraklarıİnsanlar selamsızdı ve bir o kadar da yabanYaban ki ne yaban
Elinden çekerek sürükledi bir anne kızınıOyuncak dükkânından)
Ağlamak geliyor bugün içimden.Her dokunduğum şeyde bir anım canlanıveriyor gözlerimde. Her ses, şarkılar, türkülerefsunlu bugün.Ağlamak geliyor içimden.Onat’ım aradı telefonla. Şu akıllı telefonlar var ya, işte onunla aradı. Görüntülü.Onat’ımın kara gözlerini gördüm. Ninem diyen sesini duydum. Uras’ım girdi sonraekrana. Sarı fırtınam benim.Ağlıyorum.
Ay! Sabahtan beri pek bir gözü yaşlı, sulu kadın oldum.Ben çocuklarımı çok özledim.Altınoluk’tayım.Neden buradayım?Oksijeni bol, havası güzel dediler.Bir de arkadaşlarım var burada.
İki sene önce Miyase’ye gelmiştim gezmeye İstanbul’dan. Aynur hanımı ziyaret edelimdedim. Ayni apartmanda oturuyorduk. Bitişik dairelerde. Aradık evini bulduk. Onlartavsiye ettiler. Kısmetmiş.İstanbul’da da evde yalnızdım. Burada da yalnızım. Mesele yalnızlık değil. Buradakikomşularımı seviyorum. Buradaki dostluğu seviyorum. Ben burada yalnız değilim.Gözümü açar açmaz tanıdık bir günaydın sesini cevaplıyorum.Zehra görünür birazdan. Nasılsın der. Gel çay içelim der. Yasemin selam verir karşıdan.Hal hatır sorar. Feride hanım biraz önce bahçesindeki çiçekleri suluyordu. Ayşe elindebir şeylerle Yasemin'e geldi.
Yasemin’in acısı var bu bir iki gündür. En sevdiği bir arkadaşını kaybetmiş kanserden.Dün cenazesi vardı. Her halde bugün helvasını kavuracaklar. Henüz daha 30 luyaşlardaymış. Allah gidene Cennet'ini, kalana da sabrını versin.
Sıkıntılıyım bugün. Hiç bir nedeni yok.İnsanız işte.Sabah Fox Tv de sabah haberlerinde İsmail Küçükkaya çok güzel bir müzik dinletti.Müzik güzel, ses güzel!Zaten ben ne zaman bir müzik duysam kanatlanırım bir yerlere.Aşağıya o çok beğendiğim şarkının sözlerini ekledim.Bu bir:Hoş Geldin
Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldinAh ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç geldin, ben sana erkenTutuşsun gün, yansın geceler, vaktimiz varken
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldinAh bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgarTutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç kaldın, ben sana erkenSoyunsun gün, sarsın geceler, vaktimiz varken
Hüsnü Arkan
Bu iki.
Arkadaşlardan biri de İstanbul’a gezmeye gitmiş,Antalya’da oturuyor. Safure Tonyalı.Ortaköy Camii'nin önünde çektirdiği bir fotoğrafı eklemiş bir paylaşım sitesine.Hah işte esas zincir burada koptu. Koptum.Sihirli bir nefes yıllar öncesine üfledi beni.
Üniversiteye giderken her gün Çemberlitaş – Taksim T1 İEET otobüsüyle her günönünden gelip geçiyordum. Tam soldan yukarı Taksim'e doğru dönünce İnönüStadyumu görünüyordu. Hemen onun arkasında, tepede tüm haşmetiyle İ.T.Ü Taşkışla.Ne bileyim ben, o günler geldi işte aklıma.Salya sümük her şey kırbaçlıyor anıları. Hiç ummadığım kişiler, arkadaşlar, olaylar, boysırasına bakmadan dizildikleri anı sayfasından çıkıverdiler su üstüne.Amcamın kızlarını bile hatırlattılar. Bir de Hüseyin’i. Bir de Mehmet’i. OrhanGencebay’ın "Yağmurun Sesine Bak" şarkısını. Yürüdüm gittim yıllar öncesi oturduğumbir kır çay bahçesine. Önümde deniz, bir ağaç altında elimde bir fincan çayda demledimanıları. Yanımda kim vardı bilmiyorum.Dolmabahçe’den bir vapura atlayıp karşıya geçtim. Ne işim var Üsküdar’da. Gittim işte.Son susamına kadar martılarla paylaştım mis kokulu bir simidi.Ortaköy’e uğradım. Bir balıkçı lokantasında ilk defa yediğim ve sevdiğim roka boğazıma takıldı. Bir bardak suyla hallettim işi. Sonra çiğ köfte. Hiçbiracı bu kadar güzel gelmemişti.Boğaz köprüsü henüz yoktu o zamanlar. Sene 1971-72 olmalı. Köprünün temelleriatılıyordu. 5 senede bitecekmiş. O ooo dedim. Biz görebilecek miyiz acaba köprününbittiğini? Görürsün, görürsün dedi Hüseyin. Daha ne köprüler görürsün sen.Dediği de çıktı. Şimdi 3. köprü inşaatı var.
Köprüden geçemedim. Gelin değildim. Hani bir türküde köprüden geçer ya gelin. Sonrabir şiirim geldi aklıma. Galata köprüsünden geçirmiştim gelini.Eminönü sahilinde ilk balık ekmek yiyişim. Kapalı Çarşı'nın gürültüsünde buldumkendimi. Bir de piyango bileti aldım Nimet Abla’nın gişesinden. Amorti bile çıkmadıkısmetime.
Sirkeci garında buldum kendimi.Yanımda Türkan Teker, matematik hocam vardı. Allah rahmet eylesin. Bu günlerimegelmeme sebep olan, yardım eden, hayatıma yön veren birkaç ender kişiden biri oldu.İlk defa, sırtında yük taşımak için taktığı semeriyle, bir adam gördüm Sirkeci Garı’nınönünde. Sırtındaki sepeti tıka basa doluydu. Adeta iki kat olmuştu yükün ağırlığından.Oturdum ağladım. Alışırsın kızım dedi hocam. Gün gelir görürsün de aldırmazsın bile.Ama ben hep aldırdım.
Satıcının biri incir satıyordu garın önünde. Şaşırdım. Hocam dedim hiç incir satılır mı?
Satılır tabi dedi. Burası İstanbul. Oysa ben incir ağaçlı bir evde büyümüştüm. Ne zamançıksam tepesine annemin sesi gelirdi. Gene mi incirdesin? İn düşeceksin, derdi. Hiçdüşmedim ağaçtan ama burada yüreğim düştü.Adım başı hayret ettiğim şeylerle karşılaştım.Ne çok insan vardı burada. Ne çok araba. Ne çok gürültülü yer burası. Oysa benimGümülcine’m, Yalanca Köyüm öyle miydi ya? Bütün ağaçlardaki meyveler bedava.Köydeki yan komşunun birinden nar, diğerinden de kocaman siyah erik çalıyordukçaktırmadan. Tam yumruk kadardı erikler. Narlar da futbol topu kadar. Bırak işte beadam. Çocuğun canı çekmiş. İki tane versen bir tarafın mı eksilir. Göz hakkı denen birşey var. Ben o komşuları hiç sevmemiştim. Bir de köyün imamı olacaksın. Sözde bir deköyün en zenginlerindenmişler. Benim ninem hepsinden zengindi. 24 saat o kapılar hiçkapanmaz, sofradan misafir eksik olmazdı.Ninem… Yunanistan, Batı Trakya, Gümülcine, Yalanca Köyü'nden Odacılar’ın Minire’sininem. Ahmet Ağa’nın kızı. Ne çok severdim seni ve de ne çok ağlamıştım sen ölünce.Nur içinde yat benim canım ninem. Acılı ninem. Gönlü bol ninem.Bana Atatürk’ü anlatırdın. Duvarda, Kur’an’ın yanında asılı duran fotoğrafa bakarken.Bak derdin. Bu Mustafa Kemal’imiz. O bizim Ata’mız. Düşmanlardan o kurtardı bizi.Bana Atatürk’ü ilk tanıtan ve sevdiren kadındın. Henüz 4-5 yaşlarındaydım.
Bu gün bir acayibim işte. Üstüme, üstüme geliyor bütün anılar.
Duygusallığım tüm ihtişamıyla üstümde.Anlaşılan benim İlham’ım, ilham perim unutmamış beni!
Oturdum, bir şeyler karaladım şiire benzer. Baktım olacak gibi değil, daha da çokyoğunlaşıyorum, bıraktım.
Eminönü’ndeyim şimdi. Bir alt geçitteyim.
Bir oyuncak dükkânının camekânına alnını dayamış, annesinin elini çekiştiren, oyuncakisteyen o küçücük çocuğun yanındayım işte.Kadın, çantasından cüzdanını çıkardı içine baktı. Paramız yok oğlum, dedi. Başkazaman alırız. Benim de yoktu! Dokunamadım çocuk yüreğine evlat. Bağışla beni.
Baharat kokularını çektim içime Mısır Çarşısı’nda gezinirken. Ne ararsan vardı burada.Çoğu da ilk defa gördüğüm otlardı. Adlarını bilmediğim.
Altın varaklı vitrinlerini ayna gibi kullanarak kendimi ve etraftaki kalabalığı seyrederekgezdim Kapalı Çarşı’nın kuyumcularını.Sahi benim, sonradan sattığım bir alyanstan başka, hiç altın takım olmamıştı. Olmadıda. Olmasa da olurmuş.Gümüşsuyu yokuşuna döndüm tekrar. Yürüyerek çıktım o yokuşu.Yolun solunda İTÜ Makine ve Elektrik Fakültesi var. Sağdaki ilk sokakta da Sebahatablanın evi.En sıkıntılı zamanımda bana maddi ve manevi el uzatan, bir Yunan Lisesinde TürkçeÖğretmenliği yapan bir öğretmendi.Arif Hoca (Gümülcine’den ilkokul öğretmenim) tanıştırmıştı beni.Gümülcine’de o zamanlar yayınlanan Azınlık Postası adında bir gazete vardı. Her haftabir şiirim yayınlanıyordu. Bu orta 1 den lise sona kadar devam etti. O gazete SebahatHoca’ya gidiyormuş.Arif hocaya beni sormuş. Kim bu demiş. O da üniversiteye gelecek buraya o zamantanıştırırım demiş.
Bir gün beni aradı Arif Hoca, seni bir hanım öğretmenle tanıştıracağım dedi. Buluştukve Sabahat ablanın evine gittik.Bir apartmanın giriş katıydı Gümüşsuyu’nda.Zile bastık, orta boylu, tombulca, kısacık sarı saçlı, güler yüzlü bir hanım açtı kapıyı.-Hoş geldiniz hocam, dedi.-Hoş bulduk. Bak sana kimi getirdim.Bana baktı:-Hoş geldin evladım.Sıcacık bir ses tonu vardı.-Hoş buldum, dedim. Uzandım elini öptüm.Arif hoca:-Bu kim biliyor musun? Dedi.-Tanıyamadım, dedi. Tanımak istermiş gibi daha dikkatli baktı yüzüme:-Çıkaramadım hocam.
Gazetede şiirlerimin altına NUR mahlasını kullanıyordum.Arif Hoca başıyla beni göstererek:-İşte bu o bahsettiğimiz Nur. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazandı.Sana çok yakın okulu. Orada okuyacak.Gözlerini hayretle, sevinçle, merakla açarak bana baktı ve:-O koca şiirleri yazan bu çocuk mu?Kocaman açtı kollarını ve sarıldı bana bir ana gibi.Zamanla arkadaşım oldu, ablam oldu, sırdaşım oldu. Yıllar sonra vefat ettiğiniöğrendim. Daha önce çok aradım onu. Telefonla konuşuyorduk. Yaşlı bir annesi vardı.Beraber kalıyorlardı. Annesini kaybedince yalnız kalmıştı.
Seneler geçti. Okul bitti. Evlenmiştim. İki de çocuğum olmuştu. Çocuklarımla daziyaretine gittim zaman zaman.Son aradığımda telefonu kimse açmadı. Belki evini değiştirdi. Bilemiyorum. O zamanlarcep telefonu yoktu. Nur içinde yat ablam. Hakkını helal et.
O çay bahçesi var ya hani biraz önce bahsettiğim, o da hemen oralarda SabahatAblanın evinin hemen üst tarafında tepede bir yerdeydi. Boğaz ayaklar altındaharikaydı.Gümüşsuyu’nun biraz ilerisi Taksim.Taksim’de, meydanda, heykelin tam karşında Taksim Postanesi var. Kime sorsan bilir.Taksim Parkının hemen köşesinde duruyor.Şimdi hala duruyor mu bilmiyorum. Çok oldu oralara gitmeyeli. En son gittiğimde eseryoktu o eski halinden.Buluşmalar için postanenin önü tam adres.Okul çıkışı ne zaman önünden geçsem, önünde heyecanla saatlerine bakanlar hiç eksikolmazdı.
Ben de onun önünde bekledim O canı. Sonradan canım dediğim. Hala duruyor muacaba yerinde? Kim bilir ne kadar oldu gitmeyeli.
İstanbul’u özlüyorum arada bir aklıma gelince. Balığın denizde suyu özlediği gibi.İşte buyum bu gün. İstanbul anılarım depreşti.
Beyoğlu’nu dolaşıyorum şimdi.İlk günümdeki gibi. Taksimden Galataray’a gidiyorum. Beyoğlu’ndayım. Sol tarafta
küçücük bir büfe vardı. Kilo ile dilim, dilim bitter, acı çikolata satıyordu. Elimdeki paraya bir dilim almaya yetiyordu, ya da iki.Sağ tarafta meşhur Beyoğlu Muhallebicisi vardı.
Muhallebici dedim de aklıma geldi.Bir Taksim Muhallebicisi var, benim bildiğim, bir de Çemberlitaş Muhallebicisi.İki muhallebici arasına gizlenen anılar var.Birinin başlattığını diğeri neye bitirdi?Bu iki mekân arasındaki bağlantıyı kuran kim?İkisi arasında yaşanan, iki kişinin yüreğine inme gibi inen, idam hükmünü onaylar gibibu mührü vuran kim?
Hayatın cilvesi bu olmalı.Taksim’de başlayan bitmişti Çemberlitaş’ta.Hayret!İlk defa aklıma geliyor bu seneler sonra.Tesadüf olabilir mi?Bilmem!Oluyormuş demek ki.Mukadderat mı dersiniz!
Daha neler oluyor hayatımızda fark etmeden kim bilir?
Hayat rotamıza yön veren bu sır ne?
Anlatacak çok şey var daha.Çok…Çok...
Bugün:Yıllardan 2015 /Aylardan Ağustos /Ağustosun 28i /Günlerden: Cuma / Yer AltınolukBen: Nurten Altınok
Gitmenin sancısınıÇeken bilir bu acıyıYoksa uğurlayanı
‘’Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol’’Bu gemi o ’’ Sessiz Gemi ‘’ değildir kalkan bu limandan
Burası İstanbulBurası İstanbul OtogarıBurada boy atar hüzünler fark etmezsinizBurada yaşlanır bulutun gözyaşıBurada alevlenir köz, yanarsınızDudak ucundaki busedir kırılanBuğulanmış bir cama yaslanırsınız.
Burası İstanbulBurası İstanbul OtogarıGürültü sarmış dört bir tarafıİnsan sesi, motor sesi, ayak sesiBurası insan seli, ne yöne aktığı belli değilTelaşın sesiVeda kısacası ya da elvedanın nefesi.
Satıcıların ellerinde pişmaniye tepsisiNeden pişmaniyePişman niye?Giden mi? Kalan mı?Kim pişman!
Gelen ağlar, giden ağlarVarsa bekleyeni / sevinçtenYoksa / kederdenKim pişman!
Gitmenin sancısınıÇeken bilir bu acıyıYoksa uğurlayanı
Burası İstanbulBurası İstanbul OtogarıBurası kocaman bir yaşam kitabı…
Ne akla uyar bu aşkNe hesabaİki kere ikiler bile şaşkınDört döner bakışınHabis bir ur gibi yerleşince yüreğeSönmez bu yangınBilmiyor musunuz?
Hiç mi sevmedinizHani şöyle yürektenHani şöyleGümbür gümbürİşte öyle...
Bütün şarkılarda hüzün vardırAyrılıklar hep size yazılmıştırKorkarsınız bütününüzdenGeceler,Böler özlemleriniziParçalar hayalleriniziTam orta yerinden
Hiç mi sevmedinizHani şöyle yürektenHani şöyleDeli divaneİşte öyle...
Dört duvar sağırdırDuymaz sesiniziDört duvar insafsızdırBilmez tenin tene hasretiniSabaha daha çok varSabaha sensiz nasıl varılırHangi sineye sığınırsınız
Hiç mi sevmedinizHani şöyle yürektenHani şöyleSırıl sıklamİşte öyle...
Hiç mi ıslanmadınız duygularınızdaHiç mi yanmadınız bir bakıştaKaleminiz takılmadı mı bir isimdeCandan öte canınız bellemediniz miAnlayamazsınız o zaman beniNasıl tapulanır bir şarkıNasıl tapulanır bir kişi
Gecenin sessizliğini bozmaktan korkarcasına parmak uçlarına basarak kapıya kadaryürüdü.Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Ellerini göğsüne bastırdı. Kalp atışlarını durdurmakistercesine. Derin bir nefes aldı. Sonra bir daha. Alnında boncuk boncuk soğuk terler birikmişti. Döndü, baştan sona otelinkoridorunu gözden geçirdi. Hiç kimseler yoktu. Herkes uyumuş olmalıydı.Kimseye görünmek istemiyordu. Yanlış anlayabilirler diye çekindi.Birkaç saniye kapıda hareketsiz kaldıktan sonra, sağ elinin işaret parmağıyla, kendisininbile zor duyabileceği bir sesle, kapıyı tıklattı.
Cilvenaz, günün yorgunluğunu üstünden atmak için, duşunu almıştı. Yatağında,sızlayan ayak tabanlarını ovuşturdu ve tam uyumak için uzandığında, kapınınvurulmasıyla doğruldu, ayağa kalktı.Sağ tarafındaki yatakta, ayni odayı paylaştığı Yosun’a baktı. Çoktan uyumuştu.Yanlış duydum herhalde, dedi. Tam yatmak üzereydi, kapı bir daha vuruldu. Yataktan kalktı. Saate baktı. Gecenin 2 sine geliyordu. Önemli olmalı, dedi. Biraztedirgin ve ürkerek. Kısık bir sesle:-Kim o? Diyebildi.Yosun’a baktı, uyuyordu.- Bakar mısınız? Dedi kapıdaki ses. Cilvenaz hanım, benim. Kapıyı açar mısınız?
O kadar az geliyordu ki ses, kim olduğunu çıkartamadı. Ama kendisine ismiyle hitapettiğine göre tanıdık biri olmalıydı.Usulca kapıya gitti. Tam emin olmak için:-Kimsiniz?-Benim, Kaan. Açar mısınız?
Kaan gezinin grup başkanıydı.Üç günden beri, tertipledikleri bir gezideydiler. Herhalde, yarınki programda birdeğişiklik oldu, onu konuşmak için gelmiştir, diye düşündü. İyi de, neden gecenin busaatinde! Merak etti.
Cilvenaz, Yosun’u uyandırmaktan çekinerek kapıya gitti, usulca anahtarı çevirdi, kapıyıaraladı. Fısıldayarak:-Hayırdır hocam, gecenin bu saatinde? Bir şey mi oldu?- Özür dilerim. Rahatsız olmazsanız girebilir miyim? Müsait misiniz? Fazlakalmayacağım.Üstüne başına baktı. Şu kıyafetimi değişmeliyim, diye düşündü. Pijamalarla ayıp olacak.- Müsaade ederseniz üstümü değiştirebilir miyim? Yatmak üzereydim de.- Girebilir miyim? Diye tekrarladı. Fazla kalmayacağım. Lütfen rahatsız olmayın.Pijamasını şöyle bir düzeltti, kapıyı açtı.- Buyurun hocam.
Kaan bey, üzerinde pijamasıyla içeri girdi ve arkasından kapıyı kapattı.- Özür diliyorum tekrar, rahatsız etim. Yosun’la bir iki dakika görüşebilir miyim?
Cilvenaz, Yosun’un tüm sırlarını paylaştığı eski bir arkadaşıydı. Kaan’a olanduygularını, ona karşı hissettiklerini çok iyi biliyordu. Biliyordu da Kaan’ın bundanhaberi bile yoktu. Kaç kere: ''Boş ver kızım şu adamı. Takma kafana. Unut gitsin. Kendini boş hayallere kaptırıp,üzülme.'' Demesine rağmen sözünü geçiremiyordu.Ve şimdi Kaan, Yosun’la konuşmaya gelmişti!
Yosun’a baktı, her şeyden habersiz uyuyordu.Biraz ürkek:- Uyuyor ama hocam. Uyandırmamı ister misiniz?- Hayır. Uyandırmayın.
Kaan, yatağın başına gitti, uyumakta olan Yosun’a baktı.- Deli kız, bütün gün çok koşturdu, yoruldu, uyur tabi.Sonra, usulca yatağın baş ucuna oturdu. Saçının ıslaklığı yastığına geçmişti. Saçlarınadokundu. Hala ıslak.- Saçını da kurutmadan yatmış. İnşallah hastalanmaz.
Cilvenaz, ne olduğunu anlamak için, biraz da tedirgin, bir Kaan’a bir Yosun’a bakıyor,hiçbir şey konuşamıyordu.- Merak etmeyin hocam. Hava zaten çok sıcak.Yosun, Kaan’ın, alnında gezinen elini hissetmiş olmalı ki, tedirgin oldu, yatağın birazötesine gitti ve üstündeki pikeyi ayak uçlarına topladı.- Üşüyeceksin deli kız, açma üstünü.- Bu sıcakta mı? Dedi Yosun gözlerini açmadan. Allah aşkına Cilve yatsana sen. Sabaherken kalkılacak. Kapat şu ışığı da. Sivrisinekler kol geziyor bak.Kaan, üstündeki örtüyü düzeltmeye çalıştı.- Ört üstünü. Üşüteceksin. Saçın, başın da ıslak yatmışsın.- Hava çok sıcak, örtme üstümü. Üşütmem merak etme sen.Birden kendine geldi. Ses, bir erkek sesiydi. Cilvenaz’ın sesi değildi. Üstelik de Kaan’ınsesine benziyordu. Birden gözlerini açtı. Kaan’ı karşısında görünce ani bir hareketleörtüyü boğazına kadar çekti ve yatağın ortasına heykel gibi oturdu.Göz göze geldiler.Salak, dedi içinden kendine. Uyanıkken bile rüya görüyorsun.Gözlerini ovuşturdu kendine gelmek için.Cilvenaz, yatağın baş ucunda, ayakta, kendisine bakıyordu. Uyandığını görüncegülümsedi.- Bak, dedi. Seni ziyarete kim gelmiş. Kaan’ı işaret ederek.- Ben geldim, dedi Kaan. Sana geldim.Hala ne olduğu anlamaya çalışıyordu.- Seninle konuşmaya geldim ve de…Kalbi yerinden çıkacak gibiydi Yosun’un. Hiç bu kadar yakın olmamışlardı. Bir şeylersöylemeye çalıştı. Kelimeler boğazına takıldı kaldı. Nefesini yüzünde hissetti. Sıcacıktı.İçi bir hoş oldu. Yüzü kızardı.Kaan uzandı, alnına düşen ıslak saçlarını kaldırdı, arkaya attı. Ellerini tuttu.
Odaya gelirken, kendisine neler söyleyeceğini kaç kere tekrar etmişti. Şimdisöylemeliyim diye geçirdi içinden. Aklına hiçbir şey gelmedi. Dersini ezber edememişöğrenci mahcubiyetiyle:Şey, dedi. Durdu.
Yaprak gibi titriyordu avuçlarında Yosun.- Acaba ona olan duygularımı mı fark etti? Ya bana kızarsa! Ya olmayacak sözlersöylerse! İyi de, Cilvenaz’dan başkası onu sevdiğini bilmiyordu ki! O da kimseyesöylemezdi.Kaan, düşüncelerini okumuş gibi, ani bir hareketle ellerini bıraktı, boynuna sarıldı. Tümgücüyle kendine çekti, göğsüne bastırdı.- Her şeyin farkındayım Yosun'um. Ayni duygularla buraya geldim. Bu güne kadarkendimden ve senden emin olmak için bekledim. Yanlış bir karar verip seni üzmekten
- Şimdi gitmeliyim, dedi Kaan.Gözü yastığa takıldı.-Bu yastık çok ıslak. Dolapta yedek yastık olmalı. Kalktı dolaptan yastık aldı. Yosu'nunyastığını değiştirdi.- Haydi, siz de yatın uyuyun. Bak, Cilvenaz da esneyip duruyor. Bu saatte rahatsızettim sizleri.Cilvenaz biraz mahcup:-Estağfurullah hocam. Söyleyecek bir şeyleriniz olmalıydı ama.Yosuna baktı, ağlıyordu. Gözleri ıslandı.Kaan gülümsedi:-O kadar çok şey söyledim ki! dedi. Yosun’un gözlerinden akan yaşları silerken.Hiçbir söz sessizlik kadar ses getiremez.
Yosun, sözlerini onaylar gibi başını salladı.Haklıydı.
Sanma ki ağlarımGözyaşı dökerim ardındanÇoktan mürekkebe dönüştürdüm ben onlarıHokkası senDiviti senŞiiri biz eden
Vurulmuşsa kurşuna sözlerim kulak ardındaKör kuyularına düşmüşsem sessizliğinGeldiğim gibi gitmesini elbet bilirimSessiz bir o kadar sakin ve sensizÇıkınımda birkaç şiir sana dairBirkaç şiirde anılarını da götürürüm
Bütün lambalarını söndürün şehirlerinGölgem kalmasın duvarlarında asılıAteşlerde yakın ki ateşleri buzlara dönüşsünHasretimdinBu böyle bilinsinBöyle yazılsınBöyle söylensinYangınımdın
Bütün şarkılarını susturun şehirlerinİçinde sen olmayanİçinde ben olmayan
Bizim hiç şarkımız olmadı kiBiz hiç birbirimizi bulamadık kiOyun içinde oyundu saklambaç
Tekil yaşamların çoğul görüntüsüydü sergilediğimÖksüz bir sevgiydi büyüttüğümCevapsız kalan şimdiSessizliğin hakim olduğu korkak gecelerde
Konuş birazKonuş kendinle
Kapılarını kapatma yüzümeSanma ki ayaklarına kapanırımSanma ki dil dökerim ardındanÇoktan mürekkebe dönüştürdüm ben onlarıHokkası sen diviti senŞiiri biz eden
Kapılarını kapatma yüzümeElbet te ağlarım! ! !Öyle güzel ağlarım ki hem de
kapını çalan benimkapını çalan yüreğimaçma yalnız değilsenyok olduğunu bileyimbelki bir daha gelirim
olmuyor be gülümolmuyor be güzel gözlümunut demesi ne kolayçekip gitmesi ne kolayşu şarkılar yok mu? ah!şu köşebaşlarışu şiirlerdokunduklarıngeri tepen silah gibiyenibaştan vuruluyorumyaralarım,sil baştan sızım sızımşu koskoca kentteyapayalnızım...
kapını çalan benimkapında bir yürek sızısısen açaçmasın başkasıyığılıp kalırım
Bir sevdiğim vardı yaşı yirmiliİncecikti, fidan gibiDokunsam kırılacaktı sankiBir sevdiğim vardıYaşı yirmiliNe çok sevmiştik birbirimiz
Yeni terlemişti bıyıklarıBir sevdiğim vardıHey gidi bre efeler heyEfelerin efesiydiYaşımız yirmiliNe çok sevmiştik birbirimizi
Bir toplantıda karşılaşmıştıkYanıma geldiAdımı sordu, söyledimAdını sordum, söylediYaşımız yirmiliNe çok sevmiştik birbirimizi
Daha dün gibi içimdeki korkuYa unutursam derken adınıBir daha sordum, duymamış gibiYaşımız yirmiliNe çok sevmiştik birbirimizi
Bir sevdiğim vardı yaşı yirmiliİnceciktik, fidan gibiSevda değildi buKarasevdaydı besbelliYaşımız yirmiliNe çok sevmiştim seni
Gün oldu, kanat oldun kollarımaBoğazı uçtum da geçtim sankiGün oldu, bıçak oldun damarımaSöndüremediler içimdeki ateşiYaşımız yirmiliNe çok sevmiştim seni
Kızıl bir demir düşer gibi buzaYarıldım paramparçaBir nefes uçup çıktı içimdenBu ne kara bir gece
Yandım, kavruldumNefesimdi, kesildiAmaçtı, bittiUmuttu, söndüDarmadağınımOkuyunca bir ilanda öldüğünü
Karaköy-Kadıköy arasıİstanbul VapuruBir var/mış bir yok/muş şimdi
Bir adın vardı / senle bütünDesemDağlanır dilimBir de aha bu canKördüğümSana sevdalıBir var bir yok / o zamanlar
Çok mu gençtik neÇok mu eskidik şimdiKaraköy-Kadıköy arasıİki yakayı bir araya getiren(!)İstanbul VapuruBin kez ölüyordum / yüreğimde vurgunlarYa yoksan iskelede!Bir kez uçuyordum / mesafesizNe bitmez bir yoldu buBu ne işkence iş
Bir adın vardıDesemKeserler beniDemesemBu dert bitirir beniÇok sevmiştim seni
Sevdayı ezberlettim martılara, susam susamHer duaya, âmin’i/ Ki dualarımdınVe de sevdamVe de sevdiğimDinle şimdi;Dalgalar adın adın konuşuyorRüzgâr sen senKokunu taşıyor
Karaköy - Kadıköy arasıİstanbul VapuruÇarp üçle parmaklarınıSonra ekle biziBunca yıl özlemBunca yıl sırNe çok sevmiştim seni
O gelişin var ya..!Zamansız açan bahar çiçekleri gibi...
Nasıl da ısıtıvermiştin yüreğimiBeklediğim sen miydinSen miydin / ömrün hazan mevsimine müjdeKardelen gülenSen miydin
O gelişin var ya..!Özel rüyalar gibiYoruma açıkYorumsuz
SenGözlerimin gözdesiYüreğimin özdesi
Sen,Gönlüme akranGözüme yaşıt
Sen,Sevdama eşitGel duy beniGel de işit
Sen,Yalan içindeki yalanımsınBaşıma gelebilecek en büyükBelamsım...<embedsrc='http://www.saturn-soft.net/Music/Music1/MIDI/Chanson/AznavourLaBoheme.mid'width='0' height='0' hidden='0'false' loop='true'><br> </td></tr></table>
Bu gün Pazar. Evdeyim. Sanki diğer günlerden bir farkı var. Yok, yok ama iş hayatınınverdiği bir alışkanlıktan olacak seviyorum pazarları. Bu gün benim tatil günüm. Diğergünlerden hiç farlı yok ama öyle hissediyorum işte.Yarın ne yapabilirim diye düşündüm. Havalar soğuk. Sadece alışveriş için marketegitmekten başka bir şey yaptığım yok. Bir de sigaram bittiği zaman mecburen çıkmakzorundayım.Bankadan mesaj geldi. Uğramam lazımmış.Elde var bir.Önce bankaya uğramam lazım. Saçımın boyası gelmiş. Rengi açık olunca pek gözebatmıyor beyazlar ama koyu olunca 3 haftada boya beni diyorlar.Elde var iki.Yatırılacak fatura var mı diye düşündüm. Hazır çıkmışken hepsini bitireyim. Otomatiködemede oldukları aklıma geldi. İyi dedim. Bundan kurtulduk.
Bu gün Pazar. Evde yapılacak birkaç iş var. Önce mutfağa gittim, tezgâhtaki bulaşıklarımakineye yerleştirdim. Kahvemi yaptım, içine bolca da Baileys (Beylis) koydum. Böyleolunca da kahvenin tadı daha güzel oluyor. Yatağımı topladım. Dün akşam tezgâhtaduran tencerenin cam kapağı elim takılarak yere düştü ve her taraf cam kırığı oldu.Büyük parçaları toplamıştım. Elektrik süpürgesiyle sağı solu iyice süpürdüm. Torunlargelirse ayaklarına batmasın.İşler bitti. Yemek dert değil. Tek başıma yaşadığım için o an canım ne istiyorsa onuyapıyorum. Amaç karın doyurmak değil mi?Salonda oturuyorum. Bilgisayarda birkaç web sayfasını dolaştım, facebook’ta oyunoynadım. Beş tane hesap açmıştım. Hepsi de 765 te takıldı kaldı. Bir türlü açılmıyor.Akşam da okey oynadım. Orda da hep yenildim. Bir gün böyle geçti işte. Yatak odamıntelevizyonunu açtım, klimayı çalıştırdım ve yattım.
Bugün Pazartesi.19 Ocak 2015Dünden planladığım işlerimi yapmam lazım.Bir dizi var kanal D de. Onu seyretmeden dışarı çıkmam. Alın Yazım. Zavallı Asya’nınbaşına gelmedik kalmadı. Ne biçim senaryo yazıyorlar? Kimsenin öğrenmemesi gerekenşeyleri bir birleriyle konuşurken mutlaka biri çıkıp geliyor ve duyuyor.Eh ama. Arada bir başka bahane bulsunlar. Bu kadar da çocuk işi olmaz ya. Hadi birdefa oldu, ikinciye de amenna eh be kardeşim dizi baştan sona ayni bahanelerleilerliyor. Başka bir şey gelmiyor mu aklınıza. Sanki çocuk kandırıyorlar. Oturup senaryomu yazsam acaba? Yok ya… Herkes bildiği işi yapsın.Dizi bitti. Saat on birde dışarı çıktım. Önce bankaya gittim.Bankada da işimi bitirince sitenin 2. Etabın altında kuaför var. Zaten bütün bunlar 2dakikalık mesafe içinde. Kuaförün orda olduğunu biliyorum. İki kere bütün dükkânlarınönünden geçtim, kuaför yok. Daha yeni taşınmıştı diğer gittiğim yerden. Demek kiburdan da taşındı diye düşündüm.Şimdi eve gitsem ne yapacağım. Biraz da çarşıyı dolaşayım dedim. Biraz ilerledimHemen sağımda Avrupa Göz Hastanesi var. Sık sık gider gözlerimi muayene ettiririm.Son gittiğimde Dr. katarakt başlangıcı var ama daha erken. Birkaç ay sonra tekrar gelindemişti. Gözlük numaram değişmiş. Bir gözlük ve cam için reçete yazmıştı. Hastaneninönüne gelince o geldi aklıma. Hazır buraya kadar geldim (evle arası en fazla 5 dakika)hadi bir gireyim dedim.Girdim.Buyurun dedi orda çalışan eleman kızlar.
-Muayene olacağım.-Nüfus cüzdanınız lütfen.-TC numaramı söyleyebilirim.-Hanımefendi nüfus cüzdanınızı verir misiniz?-Benim nüfus cüzdanım yok. TC numaram şu dedim, söyledim. Sisteme girdiler.Kaydımı buldular.-Buyurun Nurten Hanım. Ne için gelmiştiniz?-Muayene olacağım.-Siz şöyle bir oturun, biz siz çağıracağız.İki dakika sonra adımı anons ettiler, veznenin hemen arkasında bir odada gözlerimimuayene etti gençten bir kız.-Çenenizi buraya, alnınızı da yukarıya iyice dayayın. Kıpırdamayın. Gözlerinizle ışığıtakip edin gibi komutlardan sonra iki veya üç kere gördüklerini kayıt ettikten sonra:-Şimdi kalkabilirsiniz. Siz dışarıda oturun, bekleyin. Bizi sizi çağıracağız, dedi.Hastane girişindeki bekleme salonunda adım çağrılıncaya kadar bekledim. Sağdakisoldaki hastalarla konuştum. Sanki kırk yıl tanışıyormuşuz gibi. Dertler ortak oluncakonu bulmak da zor olmuyor.Adım söylendi. Hemşirenin biri:-Benimle gelir misiniz? Dedi.Asansöre bindik 1. Kattaki göz doktorunun odasına gittik.Doktor gençten, güler yüzlü, sempatik bir delikanlı.- Şöyle bir oturun bakalım. Şikâyetiniz neydi?-Doktor bey ben daha önce de gelmiştim size, göz kapaklarımla ilgili. Siz de banabunların alınması gerektiğini söylemiştiniz. Baş ağrısı yapar demiştiniz. Onun içingeldim.-Hele önce gözlerinizi bir muayene edelim.Yine çenemi ve alnımı gerektiği gibi aletin içine yerleştirdim. Önce kırmızı ışığa baktımgöz kırpmadan sonra yeşiline.-Kataraktınız gelmiş. Alınması lazım.Katarak hiç aklımda değil. Gözkapakları kalmış aklımda.-Ne yapmamız lazım?-Acil ameliyat.-Ne zaman?-Gelmişken bugün hemen alalım. Şimdi alırsak lazerle yapacağız ameliyatı, hiç ağrıhissetmeyeceksiniz ama eğer 2-3 ay sonra gelirseniz bıçakla kesmek zorunda kalırız.Sizin için daha zor olur.-Pekiyi o zaman. Hazır gelmişken bu işi de çıkaralım aradan.Hemşireye seslendi.1. kat, 2. kat, 3. kat dolaştırdı, durdu. Bazı evraklar imzaladım. Ameliyat ücretsizmişsadece mercek ücreti ödeyecekmişim.-Vezneye gideceksiniz, dedi. Vezne zemin Katta. Lens ücretini yatıracaksınız.Üç çeşit lens varmış. Birincisi 100 TL. Türk malıymış. İkincisi 250 TL Üçüncüsü 500 TL.Diğerleri başka ülkelerden mi geliyormuş ne. Eğer ayni işi görüyorsa neden Türkiyeyurt ışından getirtiyor bunları diye sordum. Kızlar, biz anlamayız dediler. Göz bu şakayagelmez ki! Önce Türk malı olanı alayım dedim ama içime bir pire düştü. Devlet demekki kendi ürettiği malzemeye güvenmiyor da ithale mi başvuruyor diye düşündüm. 250TL. Olanından aldım. İyi mi ettim kötü mü? Doktora sormayı da unuttum. İlk fırsattasoracağım ama. Ödemeyi yaptıktan sonra tekrar 3. kata çıktık.Gözüme damla damlattılar. Gözbebeğini büyütüyormuş. Şimdi burada oturun,arkadaşlar sizi hazırlayacak dediler.Burası büyükçe bir oda. L şeklinde sandalyeler sıralanmış pencerelerin olduğu cepheye.Kapı girişine yakın bir yerde sekreter masası var. Kapının tam karşısında köşede bir
paravanla çevrilmiş bir bölme var. Yanında eşya dolapları. Ameliyat olacaklar buradatoplanıyorlar. İsmi okunan, köşedeki paravanın içinde bekleyen görevlinin yanınagidiyor. Üstünü değiştiriyor.Bu arada ameliyat olma kararı alınca hemen Ferhan’ı aradım. Ferhan gelinim olur.Durumu anlattım, gelir misin dedim. Yalnız kalmaktan korktum. Başıma bir hal gelsekim kimi arayacak? Beş dakika içinde geldi. Katlar arasında o da bizimle dolaşıyor.Sıra bana geldi. Paravanın arkasına çağrıldım. Ayakkabılar çıktı, plastik galoşlar, maviterlikler giyildi. Mavi yumuşak kâğıttan önlük verdiler. "Hırka ve kazağınız varsa çıkarınve bunu giyin." Dediler. Üstümüzden çıkanları da yandaki dolaplara koyduk. Başımızada mavi bir bere taktılar. Tüm saçları içine sıkıştırdığımız. Ameliyata hazırlanmabuymuş. Tekrar oturduğum sandalyeye gittim oturdum. Benden sonra bir bey girdi, oda ayni şekilde üstünü değiştirdi. Çıkarken baktım onun mavi önlüğü benimkinden dahagüzel.-Sizin önlüğünüz neden daha güzel? Düğmeleri bile var. Üstelik de kumaş. (Bize verilenönlüğün ön tarafındaki iki bölüm üst üste getirilerek, belinden bir kuşakla bağlanıyor vemalzemesi kâğıttı) Bunları sadece hava birazcık yumuşasın diye şaka anlamındasöylemiştim.İster istemez demek ki ameliyat stresi herkesin sinirlerini bozmuş, bir kahkahadır koptuodada. Karşımda oturan bir bey yanındaki hanıma beni göstererek "Bu hanım ne kadarinsanlarla barışık, geldiğinden beri herkesle konuşuyor ve çok neşeli." dedi. Hoşumagitmedi de değil hani. Ortam hiç olmazsa birazcık ısınmıştı.Ameliyat sırası geleni hemşireler alıp ameliyathaneye götürüyorlar..Sıra bana geldi. Asansörle 4. en üst kata çıktık. Kocaman kırmızı renkli AMELİYATHANEyazılı kapının önünde biraz oturduktan sonra içeri alındım. Girmeden önce maviterlikleri oradaki beyaz terliklerle değiştirdiler.En son 17 sene önce girmiştim böyle kapısı yazılı bir odaya. Onu da anlatırım. O dabaşka bir serüven.Önce etrafı şöyle bir gözden geçirdim. Duvar diplerinde birkaç masa, ortada hastanınyatacağı bir ameliyat masası, başucunda lambalar.-Şuraya yatar mısınız? Dedi doktor. Yattım. Elim ayağım titremeye başladı. Ben hiçsırtüstü yatamam ki! Aldı mı beni bir panik. ‘-Sakin olun, korkacak bir şey yok. On dakikalık bir şey zaten. Dedi doktor.Dedi de 2,5 sene önce bir başka doktor benden beyin tomografisi istemişti. O geldiaklıma. Bunu da anlatırım bir ara. Unutmazsam tabi.Sakin olmaya çalışıyorum. Yüzüme bir mavi örtü örttüler. Ameliyat olacak gözün üstünegelen kısmı kestiler. Durmadan sıvı bir şeyler döküyorlar gözüme. Ben ameliyattanfalan vazgeçtim. Nefes alamıyorum.-Doktor boğuluyorum lütfen nefes alacak kadar bir delik açın şu örtüde.Ağzımın üstüne gelen bir yerden kestiler. Hava girince rahatladım. Sakinleştim.Bir şeyler oluyor gözümde. Görüyorum. Önce gözün üst tabakasını alttan yuvarlak birşekilde kestiler, kesilen kısmı üst tarafa katladılar. Bir alette gözün üstüne geldiler,orada toplanan tortu gibi bir şeyleri bir tarafa topladılar bir başka aletle de o tortularıelektrik süpürgesi gibi emerek çektiler. Bir cımbız gördüm, ucunda lens. Onuyerleştirdiler gözbebeğin üstüne. En sonunda da o yukarı katladıkları katı tekrar yerineoturttular. İçimden, bildiğim tüm duaları da okumaya devam ediyorum.Bir şeyler sordular, ya da bana öyle geldi. Başladım konuşmaya. Konuşurken fark ettimki dilim dönmüyor. Uyuşmuş.-Ben mimarım, dediğimi hatırlıyorum. Tıp fakültesini de kazandım ama gidemedim.-Neden gidemedin, diye sordu doktor.-Kayıt yaptıracak 100 liram yoktu, dedim. Doktor sustu, başka bir şey de sormadı.Sonra da bu söylediklerime pişman oldum. Benim özelimden onlara neydi? Sustum.Acaba özellikle mi beni konuşturdular. Bilmiyorum. Ameliyat olan gözümü bantladılar.
Biraz sonra:-Geçmiş olsun. Hadi kalkalım şimdi. Ameliyatınız bitti.Hiç bir ağrı sızı duymadım. Duyduğum en güzel ses de doktorun bu "bitti" sözü oldu.Onların on dakikalık iş dedikleri ameliyat bana sanki on saat gibi geldi.Kalktım, doktora bir sarıldım, teşekkür ettim. Aşağıya indik. İki sarı hap verdiler. Dörtsaatte bir alacakmışım.Sonraki gün kontrole gittim. Gözümdeki bandajı çıkardılar. Muayene ettiler. İki çeşitdamla verdiler. Saat başı birer damla koyacakmışım.Benimle gelen diğer hastalara:-Siz Cumartesi günü tekrar geleceksiniz.Bana:-Sizi Perşembe günü bu saatlerde yine bekliyoruz…Pekiyi anlamında başımı salladım, teşekkür edip eve döndüm.
Katarakt 2 Bu gün PerşembeTarih 22 Ocak 2015Avrupa Göz HastanesiEsenyurt / İstanbul
Bugün için kontrole çağırmıştı doktor. Uyandığımda saat çok erkendi. Televizyonuaçtım, yattığım yerden sabah haberlerini izledim bir kanalın. Haberler bitti dizi başladı. Şu bizim Asya’lı dizi.Düşünüyorum da nasıl bu kadar bir insan başkası için kötülük düşünebilir ve yapabilir.Dizi baştan sona, birine nasıl zarar veririm, nasıl hıncımı alırım. Hep kötüler kazanıyor.Kadın erkek ilişkileri, aldatmalar, kandırmalar, yalanlar. Holdingler, paralar ve nedensemübareklerin hepsi boğazda yalılarda yaşıyor. Orta tabaka yok. Diğerleri de kenarmahallelerde, gecekondularda.Neyse. Konumuz bu değil.Dizi bitti, kahvemi içtim ve hastaneye gittim.Müracaatta yine nüfus cüzdanımı istediler. Bu sefer fazla üstelemediler.Kontrole geldiğimi ve adımı söyledim.-Şöyle oturun, bekleyin. Biz sizi çağıracağız, dediler.Adımı duyunca kalktım. Yine oradaki bir muayene odasında çene ve alın aynipozisyonda göz kontrolünden geçtim.-Şöyle oturun, bekleyin. Biz sizi çağıracağız, dediler.75 yaşlarında olduklarını söyleyen iki adamın ortasında boş bir yer buldum, oturdum.Birine katarak teşhisi konmuş, ameliyat olacakmış. Korkma dedim. Kolay bir ameliyat.Tedirgindi. Arada bir kalktı salonda dolaştı tekrar oturdu. Diğeri de üniversitede okuyanoğlu için evrak hazırlıyormuş. Çoluk, çocuk, torunlardan açıldı konu. Hele torun konusuaçılınca hepimizin neşesi yerine geldi.-Nurten Altınok, diye seslendi hemşire. Hadi yukarı doktorun yanına çıkıyoruz.Evden çıkmadan önce çantama 3 tane şiir kitabımı koydum doktora vermek için.Yukarı çıktık, doktor bizi bekliyormuş. Önce kitapları verdim. Beni anarsınız dedim.Teşekkür etti:-Benden de gözkapakları ameliyatınız size hediyem olsun.-Bugün kontrolüm var. Onun için geldim.Şuraya oturun demeden muayene sandalyesine oturdum. Çene, alın pozisyonları tamnot.Doktora baktım, gülümsüyor.-Dersimi iyi çalışmışım değil mi?Cevap vermedi. Güldü. Kafasını salladı bir aşağı bir yukarı.30 yaşlarında bir evlat işte. Adını bile bilmiyorum. Hakikaten öyle. Yarın, kapısındamutlaka yazılıdır, bakıp öğreneyim bari.Yine önce kırmızı ışığa baktım, sonra yeşile. Bir iki tık tık sesi.-Bir sorun yok değil mi Dr. Bey?-Yok. Hemşireye söyleyeyim de sizi hazırlasın. Bugün diğer gözünüzü de ameliyatedelim.Bu hiç hoşuma gitmedi. Şimdi tekrar ayni eziyetleri mi çekeceğim. Hiç olmazsa aradanbir hafta geçseydi.-Madem olması gerekiyor bir an önce olsun, bitsin.-Tamam, doktor bey.Hemşireyi çağırdı, diğer ameliyatta yapılan işlemlerin aynisinin yapılmasını söyledi.-Nurten Hanım, siz bekleme odasında bekleyin. Şimdi hemşire gözünüze ilaç dökmeyegelecek
‘’Ben oldum bittim çok mecbur kalmadıkça günler öncesi bir iş için program yapmam.Bilirim ki o güne kadar huzursuz olacağım. Yapılacak bir şey varsa anında olmalı. Heran pişman olup vazgeçmek de var işin içinde.Bir yere mi gitmek istiyorum? Hadi hafta giderim diye kesinlikle gidip bilet almam.Direk otogara gider, ilk kalkan otobüs hangisiyse, kısmet onaymış der, atlar giderim.Mecburen erken bilet almak zorunda olduğum zamanlar da oluyor tabi. Şairler toplantısıgibi. Eğer gideceksem bir ay öncesinden gider biletimi ayırtırım.-Hangi saatte gitmek istersiniz? Diye sorar bilet kesen kişi.-Hangi saatte 3 numaralı koltuk boşsa o saati ver.Şimdi diyeceksiniz ki neden bu kadar erken bilet aldım.O Toplantıda mutlaka bulunmak istediğimden. Bu bir.İkincisi; Olur ya tembelliğim tutar da vazgeçmeyeyim diye. Boşuna gitmesin diye para.Konunun dışına taştık gibi biraz. Ne dersiniz?Üstümdeki ameliyat stresini birazcık atlatmak için işte. Yazarken bile yaşıyorum sanki.’’
*****
.Ferhan geldi aklıma. Onun da ameliyattan haberi yok. Hemen telefon ettim. Geliyorumanne, dedi. Beş dakika sonra da geldi.Bekleme odasında oturuyoruz. Hemşire geldi elinde küçük bir ilaç şişesi:-Gözünüzü açar mısınız? İlaç koyacağım.Üç gün önce ameliyat olduğum gözüme ilacı damlattı. Canım acıdı.-Ne yaptınız siz? Bu benim ameliyatlı gözüm. Yanlış göze döktünüz ilacı.-Hayır, yanlış göze dökmedim. Bak evraklarda sağ göz ameliyat oldu şimdi de sol gözolacak yazıyor.Başımdan aşağı sıcak sular döküldü. Başladım bağırmaya. Kadın dinlemiyor. İlla da solgöz ameliyat olacak diye bana bağırıyor. Ben ondan daha mı iyi biliyormuşum.Gel dedim doktora gidelim. Hala itiraz ediyor. Doktorun odasına gittim, içerde hasta vardeyip içeri almıyorlar. Dinlemedim. Açtım kapıyı girdim. Odada kimse yok.-Doktor bey hemşire yanlış gözüme ilaç koydu. Ben sol gözümden ameliyat olmuştumşimdi sağ gözümden olacağım. Hemşire tutturmuş hayır diyor. Sağ gözden oldunuzşimdi sol gözden olacaksınız. Evraklar öyle yazıyormuş. Ben onlardan daha mı iyibilecekmişim. Ben bilmez miyim hangi gözümden olduğunu?-Şöyle bir oturun Nurten Hanım bir kontrol delim.Kontrolden sonra:-Haklısınız.Kapıyı açtı dışarı çıktı, hemşireyi çağırdı.-Hemen bu yanlışı düzeltin.-Ama doktor bey!-Ne ama’sı?Kötü kötü baktı hemşire yüzüme.-Hadi çabuk ol, dedi doktor.Ben tekrar bekleme odasına gittim. Diğer gözüme ilaç konması lazım, Hemşireyesöylüyorum, hala siz hata yapıyorsunuz, diyor. Deli olacağım.Sesimizi duyan doktor, tekrar ikaz edince, geldi gözüme ilaç koydu.Yine hazırlık odası, şu bu derken nihayet ameliyathanenin olduğu kata çıktık. Birazbekledikten sonra içeri alındım. Masaya yattım.Diğer ameliyatımda kadın doktor var mıydı hiç hatırlamıyorum. Bu sefer var. Geldi
yüzümü mavi bir örtüyle örttü, gözün olduğu yeri kesip açtı.-Doktor Hanım, Örtüyü biraz aşağıdan aralar mısınız? Nefes alamıyorum.Sonradan öğrendim doktor falan değilmiş. Hemşireymiş.-Alırsınız, alırsınız. Bu örtü delikli. Yatar mısınız? Gözünüze ilaç koyacağım.Sinirli bir tipe benziyor bu.İlaçla yanıma geldi, dosdoğru ameliyatlı sol gözüme tam ilacı dökecek:Burası Dünya göz hastanesi.
*****
‘’Allah Allah! Biliyor musunuz, Türkçe düşündüğüm zaman ben solumu sağımı hepkarıştırırım. Elimde değil. Tamamen beyinle ilgili. Yabancı bir dilde düşündüğüm zamanproblem yok. Mesela Yunanca, İngilizce veya Fransızca. Sorun yok. Sağ, sağdır, sol,sol. Kaç kere saatimi sağ koluma taktım hiç olmazsa SA-at –SA-ğ bağlantısını kurarsamşaşırmam diye. Onu da başaramadım. En büyük sıkıntı da arabada giderken oluyor. Önkoltukta şoförün yanında oturuyorsam ve biz bir adres arıyorsak topumuz yandık. 2günde gidemeyiz gideceğimiz yere. Kolumla sağ tarafı gösterip sola dön diyorum. Banaadres tarif etmeyi yasakladılar. Ön koltukta oturmasını da. Hele bindiğim bir taksi ise!Sonunda onun da kolayını buldum. Hiç yön adı vermeden elimle bu tarafa dön, şutarafa dön. Trafik polislerini bile geçtim bu marifetimle.Raporda sağ-sol karışmış ya 10 defa tekrarladım kendi kendime. Saat kolu sol, diğerkol sağ. Bende bir hata yok çok şükür bu sefer.’’
*****
-Sol gözüm ameliyat oldu. Şimdi sağ göz olacak.-Siz yanlış biliyorsunuz. Burada sol göz yazıyor.İlla da sol göze dökecek ilacı. Bunlar beni kör yapmaya niyetli galiba.Sabır diyorum, sakin ol diyorum, sinirlenme diyorum kendime ama yok. Bunlar taktılarsol göze. Üstümdeki örtüyü çektim attım, kalktım oturdum.-Ben doktorumu istiyorum.-Ben de biliyorum.-Doktorum gelmeden ameliyat olmam.Pek ağırına gitti hanımın. Sesini yükselterek konuşmaya başladı, azarlar gibi.Tam o arada doktorum geldi. Adı Zafer’miş-Hayırdır, sesiniz ta dışarıdan duyuluyor. Ne oluyor?Doktor hanım beni suçlarcasına şikâyet etmeye başladı. Ben onun işinekarışıyormuşum.Doktor Bey raporun yanlış yazıldığını benim doğru söylediğimi söyle se de hanımanlamıyor.Gitti masasında duran evrakları aldı getirdi.-Bakın burada sol yazıyor.
Sonunda ikna oldu.Tekrar yüzüm örtüldü. Tekrar göz üstü örtü kesildi. Tekrar nefesim kesildi. Kadın Nuhdedi Peygamber demedi. Nefes alacak yer açmadı bana. Doktor bey, eliyle alttanörtüyü araladı, rahatladım.Yine bildiğim bütün duaları okudum.Yarın kontrole gideceğim. Bandajı onların açması gerekiyormuş.Göz kapağı ameliyatına ister misiniz alsınlar beni. Bu göz ameliyatından daha uzunsürüyormuş. Of!
İki göz, iki kapak, etti dört ameliyat.İki de gözaltı torbaları. Etti mi altı ameliyat.14 Şubatta İngiltere’ye gideceğimi söylemiş oldum ta ilk muayenede doktora. Gidipgeleyim o zaman ameliyat olurum demek istemiştim oysa. Şimdi nerde karşılaşsak, Otarihe kadar ameliyatların hepsi bitecek, diyor.Sağ gözüm bantlı şimdi. Sol gözüme saat başı damla damlatıyorum. Yine bir çeyrekgeçmişiz zamanı. Bir şey olmaz değil mi?
İlk ameliyattan çıktıktan sonra, yolda Ferhan’ın koluna girerek eve kadar gittim.Kaldırım, tümsek, çukur hepsi bir birine karıştı gitti.
O zaman kendi kendime dedim ki:-Allah’ım tek göz de yeter. Sen kimseyi karanlıklarda ışıksız bırakma.
Bu gün Pazar. Evdeyim. Sanki diğer günlerden bir farkı var. Yok, yok ama iş hayatınınverdiği bir alışkanlıktan olacak seviyorum pazarları. Bu gün benim tatil günüm. Diğergünlerden hiç farlı yok ama öyle hissediyorum işte.Yarın ne yapabilirim diye düşündüm. Havalar soğuk. Sadece alışveriş için marketegitmekten başka bir şey yaptığım yok. Bir de sigaram bittiği zaman mecburen çıkmakzorundayım.Bankadan mesaj geldi. Uğramam lazımmış.Elde var bir.Önce bankaya uğramam lazım. Saçımın boyası gelmiş. Rengi açık olunca pek gözebatmıyor beyazlar ama koyu olunca 3 haftada boya beni diyorlar.Elde var iki.Yatırılacak fatura var mı diye düşündüm. Hazır çıkmışken hepsini bitireyim. Otomatiködemede oldukları aklıma geldi. İyi dedim. Bundan kurtulduk.
Bu gün Pazar. Evde yapılacak birkaç iş var. Önce mutfağa gittim, tezgâhtaki bulaşıklarımakineye yerleştirdim. Kahvemi yaptım, içine bolca da Baileys (Beylis) koydum.Böyle olunca da kahvenin tadı daha güzel oluyor. Yatağımı topladım. Dün akşamtezgâhta duran tencerenin cam kapağı elim takılarak yere düştü ve her taraf cam kırığıoldu. Büyük parçaları toplamıştım. Elektrik süpürgesiyle sağı solu iyice süpürdüm.Torunlar gelirse ayaklarına batmasın.İşler bitti. Yemek dert değil. Tek başıma yaşadığım için o an canım ne istiyorsa onuyapıyorum. Amaç karın doyurmak değil mi?Salonda oturuyorum. Bilgisayarda birkaç web sayfasını dolaştım, facebook’ta oyunoynadım. Beş tane hesap açmıştım. Hepsi de 765 te takıldı kaldı. Bir türlü açılmıyor.Akşam da okey oynadım. Orda da hep yenildim. Bir gün böyle geçti işte. Yatak odamıntelevizyonunu açtım, klimayı çalıştırdım ve yattım.
Bugün Pazartesi.19 Ocak 2015Dünden planladığım işlerimi yapmam lazım.Bir dizi var kanal D de. Onu seyretmeden dışarı çıkmam. Alın Yazım. Zavallı Asya’nınbaşına gelmedik kalmadı. Ne biçim senaryo yazıyorlar? Kimsenin öğrenmemesi gerekenşeyleri bir birleriyle konuşurken mutlaka biri çıkıp geliyor ve duyuyor.Eh ama. Arada bir başka bahane bulsunlar. Bu kadar da çocuk işi olmaz ya. Hadi birdefa oldu, ikinciye de amenna eh be kardeşim dizi baştan sona ayni bahanelerleilerliyor. Başka bir şey gelmiyor mu aklınıza. Sanki çocuk kandırıyorlar. Oturup senaryomu yazsam acaba? Yok ya… Herkes bildiği işi yapsın.Dizi bitti. Saat on birde dışarı çıktım. Önce bankaya gittim.Bankada da işimi bitirince sitenin 2. Etabın altında kuaför var. Zaten bütün bunlar 2dakikalık mesafe içinde. Kuaförün orda olduğunu biliyorum. İki kere bütün dükkânlarınönünden geçtim, kuaför yok. Daha yeni taşınmıştı diğer gittiğim yerden. Demek kiburdan da taşındı diye düşündüm.Şimdi eve gitsem ne yapacağım. Biraz da çarşıyı dolaşayım dedim. Biraz ilerledimHemen sağımda Avrupa Göz Hastanesi var. Sık sık gider gözlerimi muayene ettiririm.Son gittiğimde Dr. katarakt başlangıcı var ama daha erken. Birkaç ay sonra tekrar gelindemişti. Gözlük numaram değişmiş. Bir gözlük ve cam için reçete yazmıştı. Hastaneninönüne gelince o geldi aklıma. Hazır buraya kadar geldim (evle arası en fazla 5 dakika)hadi bir gireyim dedim.Girdim.Buyurun dedi orda çalışan eleman kızlar.
-Muayene olacağım.-Nüfus cüzdanınız lütfen.-TC numaramı söyleyebilirim.-Hanımefendi nüfus cüzdanınızı verir misiniz?-Benim nüfus cüzdanım yok. TC numaram şu dedim, söyledim. Sisteme girdiler.Kaydımı buldular.-Buyurun Nurten Hanım. Ne için gelmiştiniz?-Muayene olacağım.-Siz şöyle bir oturun, biz siz çağıracağız.İki dakika sonra adımı anons ettiler, veznenin hemen arkasında bir odada gözlerimimuayene etti gençten bir kız.-Çenenizi buraya, alnınızı da yukarıya iyice dayayın. Kıpırdamayın. Gözlerinizle ışığıtakip edin gibi komutlardan sonra iki veya üç kere gördüklerini kayıt ettikten sonra:-Şimdi kalkabilirsiniz. Siz dışarıda oturun, bekleyin. Bizi sizi çağıracağız, dedi.Hastane girişindeki bekleme salonunda adım çağrılıncaya kadar bekledim. Sağdakisoldaki hastalarla konuştum. Sanki kırk yıl tanışıyormuşuz gibi. Dertler ortak oluncakonu bulmak da zor olmuyor.Adım söylendi. Hemşirenin biri:-Benimle gelir misiniz? Dedi.Asansöre bindik 1. Kattaki göz doktorunun odasına gittik.Doktor gençten, güler yüzlü, sempatik bir delikanlı.- Şöyle bir oturun bakalım. Şikâyetiniz neydi?-Doktor bey ben daha önce de gelmiştim size, göz kapaklarımla ilgili. Siz de banabunların alınması gerektiğini söylemiştiniz. Baş ağrısı yapar demiştiniz. Onun içingeldim.-Hele önce gözlerinizi bir muayene edelim.Yine çenemi ve alnımı gerektiği gibi aletin içine yerleştirdim. Önce kırmızı ışığa baktımgöz kırpmadan sonra yeşiline.-Kataraktınız gelmiş. Alınması lazım.Katarak hiç aklımda değil. Gözkapakları kalmış aklımda.-Ne yapmamız lazım?-Acil ameliyat.-Ne zaman?-Gelmişken bugün hemen alalım. Şimdi alırsak lazerle yapacağız ameliyatı, hiç ağrıhissetmeyeceksiniz ama eğer 2-3 ay sonra gelirseniz bıçakla kesmek zorunda kalırız.Sizin için daha zor olur.-Pekiyi o zaman. Hazır gelmişken bu işi de çıkaralım aradan.Hemşireye seslendi.1. kat, 2. kat, 3. kat dolaştırdı, durdu. Bazı evraklar imzaladım. Ameliyat ücretsizmişsadece mercek ücreti ödeyecekmişim.-Vezneye gideceksiniz, dedi. Vezne zemin Katta. Lens ücretini yatıracaksınız.Üç çeşit lens varmış. Birincisi 100 TL. Türk malıymış. İkincisi 250 TL Üçüncüsü 500 TL.Diğerleri başka ülkelerden mi geliyormuş ne. Eğer ayni işi görüyorsa neden Türkiyeyurt ışından getirtiyor bunları diye sordum. Kızlar, biz anlamayız dediler. Göz bu şakayagelmez ki! Önce Türk malı olanı alayım dedim ama içime bir pire düştü. Devlet demekki kendi ürettiği malzemeye güvenmiyor da ithale mi başvuruyor diye düşündüm. 250TL. Olanından aldım. İyi mi ettim kötü mü? Doktora sormayı da unuttum. İlk fırsattasoracağım ama. Ödemeyi yaptıktan sonra tekrar 3. kata çıktık.Gözüme damla damlattılar. Gözbebeğini büyütüyormuş. Şimdi burada oturun,arkadaşlar sizi hazırlayacak dediler.Burası büyükçe bir oda. L şeklinde sandalyeler sıralanmış pencerelerin olduğu cepheye.Kapı girişine yakın bir yerde sekreter masası var. Kapının tam karşısında köşede bir
paravanla çevrilmiş bir bölme var. Yanında eşya dolapları. Ameliyat olacaklar buradatoplanıyorlar. İsmi okunan, köşedeki paravanın içinde bekleyen görevlinin yanınagidiyor. Üstünü değiştiriyor.Bu arada ameliyat olma kararı alınca hemen Ferhan’ı aradım. Ferhan gelinim olur.Durumu anlattım, gelir misin dedim. Yalnız kalmaktan korktum. Başıma bir hal gelsekim kimi arayacak? Beş dakika içinde geldi. Katlar arasında o da bizimle dolaşıyor.Sıra bana geldi. Paravanın arkasına çağrıldım. Ayakkabılar çıktı, plastik galoşlar, maviterlikler giyildi. Mavi yumuşak kâğıttan önlük verdiler. "Hırka ve kazağınız varsa çıkarınve bunu giyin." Dediler. Üstümüzden çıkanları da yandaki dolaplara koyduk. Başımızada mavi bir bere taktılar. Tüm saçları içine sıkıştırdığımız. Ameliyata hazırlanmabuymuş. Tekrar oturduğum sandalyeye gittim oturdum. Benden sonra bir bey girdi, oda ayni şekilde üstünü değiştirdi. Çıkarken baktım onun mavi önlüğü benimkinden dahagüzel.-Sizin önlüğünüz neden daha güzel? Düğmeleri bile var. Üstelik de kumaş. (Bize verilenönlüğün ön tarafındaki iki bölüm üst üste getirilerek, belinden bir kuşakla bağlanıyor vemalzemesi kâğıttı) Bunları sadece hava birazcık yumuşasın diye şaka anlamındasöylemiştim.İster istemez demek ki ameliyat stresi herkesin sinirlerini bozmuş, bir kahkahadır koptuodada. Karşımda oturan bir bey yanındaki hanıma beni göstererek "Bu hanım ne kadarinsanlarla barışık, geldiğinden beri herkesle konuşuyor ve çok neşeli." dedi. Hoşumagitmedi de değil hani. Ortam hiç olmazsa birazcık ısınmıştı.Ameliyat sırası geleni hemşireler alıp ameliyathaneye götürüyorlar..Sıra bana geldi. Asansörle 4. en üst kata çıktık. Kocaman kırmızı renkli AMELİYATHANEyazılı kapının önünde biraz oturduktan sonra içeri alındım. Girmeden önce maviterlikleri oradaki beyaz terliklerle değiştirdiler.En son 17 sene önce girmiştim böyle kapısı yazılı bir odaya. Onu da anlatırım. O dabaşka bir serüven.Önce etrafı şöyle bir gözden geçirdim. Duvar diplerinde birkaç masa, ortada hastanınyatacağı bir ameliyat masası, başucunda lambalar.-Şuraya yatar mısınız? Dedi doktor. Yattım. Elim ayağım titremeye başladı. Ben hiçsırtüstü yatamam ki! Aldı mı beni bir panik. ‘-Sakin olun, korkacak bir şey yok. On dakikalık bir şey zaten. Dedi doktor.Dedi de 2,5 sene önce bir başka doktor benden beyin tomografisi istemişti. O geldiaklıma. Bunu da anlatırım bir ara. Unutmazsam tabi.Sakin olmaya çalışıyorum. Yüzüme bir mavi örtü örttüler. Ameliyat olacak gözün üstünegelen kısmı kestiler. Durmadan sıvı bir şeyler döküyorlar gözüme. Ben ameliyattanfalan vazgeçtim. Nefes alamıyorum.-Doktor boğuluyorum lütfen nefes alacak kadar bir delik açın şu örtüde.Ağzımın üstüne gelen bir yerden kestiler. Hava girince rahatladım. Sakinleştim.Bir şeyler oluyor gözümde. Görüyorum. Önce gözün üst tabakasını alttan yuvarlak birşekilde kestiler, kesilen kısmı üst tarafa katladılar. Bir alette gözün üstüne geldiler,orada toplanan tortu gibi bir şeyleri bir tarafa topladılar bir başka aletle de o tortularıelektrik süpürgesi gibi emerek çektiler. Bir cımbız gördüm, ucunda lens. Onuyerleştirdiler gözbebeğin üstüne. En sonunda da o yukarı katladıkları katı tekrar yerineoturttular. İçimden, bildiğim tüm duaları da okumaya devam ediyorum.Bir şeyler sordular, ya da bana öyle geldi. Başladım konuşmaya. Konuşurken fark ettimki dilim dönmüyor. Uyuşmuş.-Ben mimarım, dediğimi hatırlıyorum. Tıp fakültesini de kazandım ama gidemedim.-Neden gidemedin, diye sordu doktor.-Kayıt yaptıracak 100 liram yoktu, dedim. Doktor sustu, başka bir şey de sormadı.Sonra da bu söylediklerime pişman oldum. Benim özelimden onlara neydi? Sustum.Acaba özellikle mi beni konuşturdular. Bilmiyorum. Ameliyat olan gözümü bantladılar.
Biraz sonra:-Geçmiş olsun. Hadi kalkalım şimdi. Ameliyatınız bitti.Hiç bir ağrı sızı duymadım. Duyduğum en güzel ses de doktorun bu "bitti" sözü oldu.Onların on dakikalık iş dedikleri ameliyat bana sanki on saat gibi geldi.Kalktım, doktora bir sarıldım, teşekkür ettim. Aşağıya indik. İki sarı hap verdiler. Dörtsaatte bir alacakmışım.Sonraki gün kontrole gittim. Gözümdeki bandajı çıkardılar. Muayene ettiler. İki çeşitdamla verdiler. Saat başı birer damla koyacakmışım.Benimle gelen diğer hastalara:-Siz Cumartesi günü tekrar geleceksiniz.Bana:-Sizi Perşembe günü bu saatlerde yine bekliyoruz…Pekiyi anlamında başımı salladım, teşekkür edip eve döndüm.
Boşuna mı kızılcık şerbeti içiliyor zannediyorsunuzgüllerin kızılı mı dudaktaki boyaya o gülümsemelerya o mutlu oldum halleri
hasretler neden idam edilir yüreklerdeneden susulur zannediyorsunuz
öyle zor ki insanın kendi kandilini söndürmesiunuttum, diyorsunboş ver, diyorsunküskünlüğünü kalemlere yüklüyorsun
susuyorsunşiirler susuyoryürek kusuyor
boşuna mı kızılcık şerbeti içiliyor zannediyorsunuzboşuna mı(?) dostum bile diyemiyorsunuz...
umut var ya umuthiç vaat edilmemişlere bilebıçak sırtında yol alırken içindeki kanya yağlı kaytandır geçirdiğin boğazınaya da denizde sarıldığın yılanbir kıvılcıma binlerce yıldız yağdıran
‘’Sen başkasına umutken yanında kalamam’’
varsın artsın sancısı gece yarısı saatlerininözlemlerin arşa çıktığı tekil sohbetlerdeduyguları yoldan çıkartanbaş belası şiiringöm dizelerine acını şimdio en şuh kahkahalardan bir dize patlatrengi saklı kalsın içindesakız gibi yapışsın dudaklarınasoyun yalnızlığını fahişe bir geceyeseviş sevişebildiğincekime ne
şafaklar bile kızıl kanıyorken maviyeyeni bir güneyalnızlığınızla uyanıyorsunuz...
Nurten Altınok
170107 / 220413
* ''Sen başkasına umutken yanında kalamam’’
boşuna mı kızılcık şerbeti içiliyor zannediyorsunuzgüllerin kızılı mı dudaktaki boyaya o gülümsemelerya o mutlu oldum halleri
hasretler neden idam edilir yüreklerdeneden susulur zannediyorsunuz
öyle zor ki insanın kendi kandilini söndürmesiunuttum diyorsunboş ver diyorsunküskünlüğünü kalemlere yüklüyorsunsusuyorsunşiirler susuyoryürek kusuyorboşuna mı kızılcık şerbeti içiliyor zannediyorsunuzboşuna mıdostum bile diyemiyorsunuz...
umut var ya umuthiç vaat edilmemişlere bilebıçak sırtında yol alırken içindeki kanya yağlı kaytandır geçirdiğin boğazınaya da denizde sarıldığın yılanbir kıvılcıma binlerce yıldız yağdıran
‘’Sen başkasına umutken yanında kalamam’’
varsın artsın sancısı gece yarısı saatlerininözlemlerin arşa çıktığı tekil sohbetlerdeduyguların yoldan çıktığısokak kadını şiirigöm dizelerine acınıo en şuh kahkahalardan bir dize patlatrengi içinde saklı
Döner bakarsın ardına,Bir damla su olmuştur yaşananlar, buharlaşıp gidenTekilden çoğula koşmanın heyecanıÇoğuldan tekile ulaşmanın kasvetiBir kısır döngüdür işte yaşamakSevmişsindir belki, aşık bile olmuşsundurO nerdedir kim bilirSen nerdesin şimdi
Hülyalarımız vardı bizim değil mi?Aç avuçlarını bir bakNeler kalmış geriye bir ömrü sığdırdığımız yaşlaraSevinçler mi hatırlanır, yoksa, acılar mı daha fazla?
Unutulmayan bir tek şey vardır yaşanmışlardaİlk aşkın heyecanıSeneler tüketse de umutlarınıHala ilk sırada O’nu beklemenin hazzı
Ve gecelerAh o gecelerNasıl da büyür sana inat, nasıl da uzar hınzırcasınaHele bir de kalmışsan tek başına, nasıl da dillenir bülbül misaliBüyür burcu burcu yediverenkokularBüyür gizlendiği eski şarkılardaBüyür korkular karabasanlardaGel de ağlamaGel de yanmaGel de küfretme şu yalan dünyaya
Yarin koynunda yatmak vardı ya şimdi…Ve de…
GecelerAh o gecelerNasıl da kısalır sana inat, aşkın doruğunda yakalandığındaSözler yitirir anlamını yürek atışlarındaTek renge dönüşür bedende ateşin gölgesiTek heceye kelimeler, lügatsiz
Yarin koynunda sabahlamak vardı ya şimdiVe de…
Uzun gecelerde çakırkeyif molalar vardırHan da sen, hancı da senSohbetler vardır uzun gecelerdeSevmek vardır, sevilmek vardır
Laf olsun diye öpme sevdiğin kişiyiDostum diyebildiğini
Sımsıkı sarıl önceİçinden geldiği gibi
Su sızmamalı aranızdanUzanmalı dudakların yanaklarınaGözlerinin içinde gözlerin
Burnunu batırırcasına etine sokulmalısınKokusunu ta ciğerlerinde hissedebilmek için teninin
Bir nefes almalısın derindenTa derindenMis gibiBir gülü koklar gibi__Bir____Gülü______Koklar________GibiKoklamalısın teriniSu altında kalmış gibiTutabilmelisin nefesini
kim dedi sana doğ diyeşubatın 29 undaayların en ucuzundabu sene 28 çektiüzülme kutlanmadığında
anlamalıydılar buradanbu çocuk farklı doğdufarklı olacaktıbunun da bir hikmeti vardı
beş yaşında yürüdüotuz yaşında okullu oldugurbetin yüreğindeBirDeli şair oldu
doğum günü gibi böldü dördeher safhasını hayatınbakmayın 45 olduğunaon birini yeni tamamladı
iyi ki doğdun Muammer Çelikiyi ki doğdun Deli Dostdoğum gününü kutluyorumyanağındaki gül bendenbir öpücük yürekten...
09/03/2005
... iyi ki varsın DeliDost... iyi ki seni tanıdım... nice yıllara... mutluluk seninle olsun...<table width='%80' align='center'><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><imgsrc='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/35/11486_27435_20061141157.GIF'>
Batı TrakyalıyımYunanistan Gümülcine’liHani şu bayrağına saramadığınBir avuç Türk’ün bulunduğuDoğduğun toprakların sınırları içindeKalan yer var yaİşte oralı
Bizim soyadımız hiç olmadı…
Adın yasaklıydı bizeResimlerin deİlk defa seni nerede duydum hatırlamıyorumNe okulumda ne duvarlarımdaKitaplarımda resimlerin yoktuYırtılıyordu senli sayfalarBana hiç Atatürk şiirleri okutmadılar törenlerdeŞarkılarımda hiç adın geçmediBu yüzdendir sana özlemim herkesten fazla
Aydın hocalarımız vardı Türkiye’den gönderilmiş.Gizli gizli seni ve vatan için yaptıklarını anlatmaya başladılar. Göğüslerinde sakladıklarıresimlerini gösterdiler korkarak. Önceleri anlam veremedim bu korkuya. Sonra, hırsımoldu bu gizlilik.
Şimdi düşünüyorum da, galiba öğretmenlerimden önce ninem anlatmıştı seni bana.O, Mustafa Kemal diyordu, senden için. O Türk’lerin kurtarıcısı. O bizim Atamız.
Çocuk aklım ermedi işteHiçbir şey sormadım, soramadım ninemeKim bilir neler biliyordu hakkında!Görmüş geçirmiş bir kadındı ninem.İlk kocasını şehit vermiş vatan uğruna.
Bir gün annem bana:- O gün anam hep ağlıyorduMustafa Kemal’imiz ölmüş, dedi
On kasımdı besbelliYılların 1938 i.
Kim bilir! Belki tanıyordu seni. Ayni toprakların çocuğuydunuz.
Biz, adını, resimlerini yüreğimize kazıdık en büyük sevgiyle şimdi...
Rahat uyu Atam
Tüm güçlüklere göğüs gererek, her şeye rağmen, yaşadığımız bu topraklar eminellerde. Bekçisiyiz.
Bugün sigarayı bırakmaya karar verdim.Kaç yıl önce kıyılmıştı nikâhımız seninle, Çemberlitaş Kız Yurdunda, bilmiyorum.Önceleri güzeldi. Ufak ufak kaçamaklarla başlamıştık buluşmaya. Cep yok, cepkenyok... Cepte para yok ki cep olsa ne olacak? En ucuzundan alıyordum, maddiyata fazladokunmasın diye.
Filtresiz Bafra sigarasıydı ya da Birinci o zaman içtiğim. Galiba Birinciydi. 20 kuruştu.Sonra zam geldi 25 oldu. Zamla tanışmamın da ilkiydi. Amma kızmıştım. Bafra birazdaha iyiydi ama pahalıydı. Samsun filtreliydi güzeldi de o da bize uymazdı. Ağzımburnum tütün içinde kalıyordu etütte sabahladığım çizim masasında.
Bugün büyük gün. Sigarayı bırakmaya karar verdim.Şimdilik dakikaları sayıyorum.Nefesimi kontrol ettim, düzelmeye başlamış bile. Şöyle bir öksürdüm, boğazımıtemizledim. Gerçekten bir ilerleme var. Bak öksürmem bile değişti.
Kocaman bir kupa kahve yaptım kendime. Öyle bir çekmişim ki ilk yudumu,bademciklerime kadar yandım. Su aradım içmek için, ofiste su yok. Hay aksi! Bitmiş.Çalışma masamın çekmecesini açtım, bir şeyler karıştırdım. El alışkanlığı belki. Eksik birşeyler var kahvenin yanında, gitmiyor mübarek tek başına.
Açtım, kapadım, yeniden açtım çekmeceyi. Neden açtığımı unuttum, neden kapattığımıda. Çantamı karıştırdım sonra kaldırdım kenara koydum. Orda da aradığım şey yok.Fincanı elime aldım, kahve soğumuştu.Çekmeceyi tekrar açtım, sonra bilgisayarı.
Çizim yapmam lazım.
Gözlerim ekranda. Proje bana bakıyor ben projeye. Bakışıyoruz şimdilik ama bir türlücesaret edip tanışamıyoruz.Bir sürü demir para var masanın üstünde. Üşenmedim saymaya başladım tek tek. Yüz,iki yüz, üç yüz, dört yüz...Çekmece geldi aklıma, paraların sayısını unuttum. Yeniden başladım saymaya.
Kahve bir türlü geçmiyor boğazımdan.Niyetliyim ya bu gün sigarayı bırakmaya, elma getirdim yanımda. Bir tane aldım.Yıkamaya üşendim şöyle elimle öteberi sildim, kocaman bir ısırık aldım...
İşte, ne olduysa ondan sonra oldu!
Niyazi düştü aklıma.
İlkokula gidiyordum onu tanıdığımda. Benden bir iki yaş büyük olmalıydı. Medresedeokuyordu. Dağ köylerinden gelmişti. Yurttan okuluna gitmek için her gün kapımızınönünden geçiyordu. İncecik dal gibi bir çocuk. Yüzü kızarıyordu beni görünce.Bakışlarını kaçırıyordu.
Bana, onun adı ne, o kim, diye sorsalardı 5 dakika önce 10 yıl düşünsem aklımagelmezdi.
Peşime düşmüştü bir gün, aklınca konuşacak.Babam çıktı geldi.Niyazi korktu, gitti.Gidiş o gidiş.Bari sesini duysaydım be Niyazi.
Şu çekmeceyi bir daha karıştırmam lazım. Galiba bir yerlerde bir sigara olacaktı, şimdiaklıma geldi. Sonuna kadar çektim çekmeceyi, rayından çıktı, elimde kaldı. Olsun.Çekmecenin en dibinde küçük, kapalı, kırmızı bir kutu var. Gün gelir lazım olur diye,elime geçen ufak tefek şeyleri içine atıyordum. Aldım, açtım. İçinde, ortasından kırılmıştek bir sigara duruyor.Kenarda her zaman bir iki kırık sigaram vardır.— Allaaahhhhhh! Diye bağırdım sevinçten.Kırılan yerinden bir güzel bantladım.Çakmak aramaya başladım.
— Niyazi sen dur şimdi. Çık aradan.
Çekmecede benden başka ne ararsan var.Mavi saplı bir falçata gördüm. Biraz ötede de ucu kırılmış bir kurşun kalem. Bir güzelkalemi açtım, ucu sipsivri oldu. Koca bir tüp de yapıştırıcı var. Bana lazım değil deNiyaziye lazım olabilir. Atmayayım kalsın. Kâğıt mendiller, makas, ayna, cımbız, neararsan... Çıfıt çarşısına dönmüş burası.
Bir elimde cımbız bir elimde ayna.Dünya umurumda değil ama işin içinde Niyazi var şimdi. Güzel görünmem lazım.Yüzümü ışığa verip aynaya baktım. Kaşlarım hoşuma gitmedi. Gözlüğümü düzeltim, biriki kıl çektim, canım yandı, bıraktım.
— Amaaannn, sendeeeeeeee...
Yarım sigaramdan bir nefes çektim, duman yok. Bizim Niyazide de kibarlık. Adamkalkar yakar işte bir hanımın sigarasını. Aksilik bu ya çakmakların ikisi de yanmıyor.Bir yerlerde kibrit olması lazım.Küçük, kâğıt bir poşete takıldı elim benim çıfıt çarşısında, yırtıldı. Lokantadan gelenyemeğin yanına koydukları tuz poşetiymiş.Bir bu eksikti. Her taraf tuz oldu.
— Niyazi uyudun mu ne yaptın? Sesin soluğun çıksın biraz.
Bir başka poşette de kolonyalı mendil vardı. Açtım, gözlüğümün camlarını sildim. Senmisin silen?— Her yeeeer karanlııııık, pür nuuuuur o mevkiiiii... Gülme Niyazi. Bak zaten canımsıkılıyor. Ver şuradan bir peçete de temizleyeyim şu gözlükleri. Önümü göremiyorum.
Üç paket kibrit çıktı disketlerin altından, bir de zımba. Sahi, ben geçen gün ne kadarçok aramıştım bu zımbayı da bulamamıştım.
Sağ tarafımdaki dolabın rafından üstü şeffaf mavi bir dosyayı çektim aldım. Üç beş
dosya da peşinden intihar eti raftan aşağıya. Görünen ilk sayfasında küçük mavigömlekli bir resim vardı ve birkaç sıra yazı, hayatını anlatan.
Resimli kâğıdı, içi şiirlerle dolu dosyanın şeffaf kapağına zımbaladım. Bilmem kaçıncıkez okuduğum şiirlere şöyle bir göz attım. Kapattım.Niyazi başımda pür dikkat resmi inceliyor. Mavi mavi masmavi, şarkısını söylemeye başladı.
Bizim Niyazi keyfe geldi, dedim içimden, Baksana, şarkılara bile başladı. Bırak şakısın.Dedim de gözlerine bakınca işin aslını anladım. Niyazinin bakışları değişti.
— Kıskanma Niyazi.
Şansa bak, kibrit kutuları ağzına kadar dolu.Birini açtım, bir kibrit çöpü çıkardım, tam yakacağım, ofisin telefonu romantik romantikçalmaya başladı.
— Allah Allah! Bu telefonun sesi ne zaman değişti? Hiç böyle çalmıyordu.
Tamam dedim, şimdi proje ne durumda diye soracaklar. Adamlara da söz vermiştim.Bu gün bitirecektim sözde.Bak şu Niyazinin yaptığı işe. Gelmenin sırası mıydı şimdi?
Ahizeyi kaldırdım:— Alo, dedim, buyurun, Niyazi ben.— Ne yapıyorsun, dedi, Niyazi. Biraz şaşkın. Nurten desene, Nurten. Adını söylesene.— Sus, dedim, kafamı karıştırma daha fazla Niyazi.Ses gitmedi sandım, bu sefer sesimi daha da yükselterek:— Alo, buyurun efendim Niyazi ben, Niyazi. Siz kimi aramıştınız?Niyazi şaşkın. Yırtınıyor karşımda.— Şey, dedi, kekeledi ahizenin karşısındaki ses. Siz, adımın Niyazi olduğunu neredenbiliyorsunuz?(Hayda bre efeler)— Anlamadım? Dedim, Kimsiniz beyefendi? Ben sizin adınızı nereden bileyim?— Niyazi Bey dediniz ya hanımefendi biraz önce. Teknoloji o kadar gelişti mi? Allah,Allah! Biz uyuyoruz galiba hala. Kayıtlı olmayan kişilerin adlarını da mı gösteriyor artıktelefonlar? Nerede satılıyor o telefonlar? Kaça satılıyor? Birkaç tane alsak indirimyaparlar mı? Kredi kartına kaç taksit yapıyorlar? Şimdi bizim hanım tutturur illa dakırmızı telefon isterim diye. Kırmızı renklisini bulabilir miyim? Aman canım boş ver sende, mavisi de olsa olur. Kırmızı renklisi yokmuş derim.Normal katta kaç oda var? Diye devam etti konuşmasına. Zemine dükkân da koyalım.Bizim hanım yatak odasında illa da banyo istiyor, dedi.— Çattık, dedim, içimden. Bu da kimin nesi?
Benim Niyaziyi aradım yardımıma yetişsin diye, arkada keyif çatıyor.— Niyazi, tam lazım olacağın zamanda kayboluyorsun. Elma yemenin sırası mı şimdi?Koy o dosyayı yerine, karıştırma. Çek elini resimden, zımbaladım dokunma.Bak, o tarayıcıya, sabahtan beri 10 kere elini koydun, tarattın. Kaçak maçak olurmakinede çarpılırsın sonra. Başıma iş çıkarma. El falına mı baktıracaksın? Ben anlamamöyle şeylerden.
— Türk kahvesi olsa da içsek şimdi, şöyle köpüklü köpüklü. Bir de fal bakan olsa. Değil
mi be Niyazi?Niyazinin cevabını alamadan:— Ne kahvesi hanımefendi? Dedi, telefondaki, Orası mimarlık bürosu mu yoksakahvehane mi? Neskafe de var mı? Çay? Kaça veriyorsunuz kahveyi? Üç beş fincaniçsek indirim yapar mısınız kredi kartına? Ben şekerli severim ama ona göre, sonrademedi deme. Tamam, oğlum çekiştirme. Dur onu da soracağım.(Demek yanında oğlu da var, dedim, içimden)— Hanımefendi gazoz var mı gazoz? Bizim oğlan soruyor da. Gazozu kaçasatıyorsunuz? Üç beş şişe alsak indirim yapar mısınız kredi kartına?— Var var, dedim. Hem de limonlusundan. Kola da var. Kek, poğaça, açma... Falbakmasını biliyor musunuz?Benim Niyazi karşıdan işaret ediyor:— Kıymalı börek de var, de. Kıymalı, peynirli, ıspanaklı.— Sus, Niyazi kafamı karıştırma. Sen kıymanın kilosunun kaç YTL olduğunu biliyormusun?— Biz de tavuk kıyması kullanırız, dedi.Ben, kıymayı hangi kasaptan alsam, diye düşünürken:— Alo hanımefendi, dedi, kola ile fal da mı bakıyorlar ha? Ben anlamam da hanıma birsorayım, belki o biliyordur. Sizin kahvehanede fal günleri de düzenleriz, uydururuz birşeyler işte Maksat şenlik olsun
Niyazi dalmış gitmiş dosyaya yine.— Kim bu mavili?— Sana ne Niyazi?Telefondaki:— Bana ne olur mu hanımefendi?— Eyvah, dedim. Şimdi bu da duydu söylediklerimi.— Her falı 5 milyona baksak, yani 5 YTLye (akıllı adama benziyor dedim içimden)günde 50 kişi gelse, beş çarpı elli ne eder? Beş kere beş, on beş, Yok ya yirmi beş eder.Bir de sıfır koy sonuna, etti iki yüz elli. Benim de kafamı karıştırdın. Hafta yedi gün,yedi kere iki yüz elli. Bir ay otuz gün, yıl üç yüz altmış beş. İki yüz elli kere iki bin ikiyüz elli…— Dur, hesap makinesini çıkarayım. Kaçla kaçı çarpacaktım?— Sıkıştım, dedi, Niyazi.— Tam da sırasıydı, dedim. Ettin şimdi hesabın içine. Sular kesik handa. Hadi camiyegit.— Bir havlu verir misin?— Ne yapacaksın havluyu?Gusül abdesti alıp namaz kılacakmış.— Niyazi, sokma beni günaha.— Kim bu mavili?— Niyazi, sana ne?— Tamam. Kim bu mavili?— Kaçla kaçı çarpacaktık beyefendi? Dedim. Kafam biraz dağıldı da.— Ne çarpması hanımefendi? Ben çoktan bölmeye geçtim.— Neye bölüyorsun kardeşim, yapma, etme. O bizim Niyazi, zararsızdır. Camiye gitti,gelir biraz sonra.— Camide de mi fal bakacağız? Müsaade ederler mi? Bizim hanıma bir sorayım, birbildiği var mı? Bir de alaturka tuvalet koysun diyor hanım girişe.
— İmdaaaaaaatttttttttt...Sigara düştü ağzımdan, ahize elimden.— Aloooo, aloooooo... Kolanın yanında dondurma da satalım mı? Yazın iyi giderhanımefendi.Mutfağın balkonu biraz geniş olsun diyor hanım. Bir de barbekü koyarız köşesine, diyebağırıyordu telefondaki ses. Kazandibi, keşkül, aşure, et, köfte, balık pişiririz yazınbalkonda.
— Niyazi, al şu kibriti at çöpe.Kibrit parmaklarımı yakmaya başlamıştı. Ani bir hareketle ateşi üfledim, söndü.— Niyazi nerdesin?Niyazi dalmış yine dosyaya.— Kim bu mavili?— Niyazi, sana ne?— Tamam, tamam...Gizli bir hüzün vardı sesinde.Gözlerimin içine baktı. Kafasının içinde binlerce soru bakışlarından okunuyordu.Sustum.Anlamıştım.
''Niyazi, hadi kalk, saat ona geliyor, daha büroyu açmadık. Müşteriler kuyruk olmuş bizibekliyorlardır şimdi. Şöyle delikanlı gibi bir gün de sen açsan şu büroyu ne olur sanki!İsteksiz isteksiz kalktı beynimin kıvrımlarında sabahladığı sıcacık minderinden.-Çay, kahve ne istersin?Gecenin yorgunluğuna ve uykusuzluğuna bir de moral bozukluğunu eklediğim gününsabahında Niyazinin nazını hiç de çekecek halim yoktu.-Sütlü nescafe isterim. Sütü ısıt ama. Öyle dolaptan çıkarttığın gibi soğuk soğukdökme. Bol kaşarlı tost, kıymalı börek, kızartılmış ekmek, bal, tereyağı, kavurma,pastırma. Taze sıkılmış portakal suyu...-Hop... hop... Hani akşam yatmadan önce rejime karar vermiştin. Hovardalığın zamanıdeğil şimdi Niyazi. Biraz ekonomik olmamız lazım. Tamam mı?Bir taraftan da onu daha fazla kırmamak için ne yapmam gerekir diye düşünüyorum.
Benim Niyazi var ya biraz küs bana o günden beri.-Sen beni dinlemedin, kafanın dikine gittin, diyor. Hadi çek şimdi cezasını. Ne oldu?Yazdın, çizdin sonra da oturdun sabahlara kadar.-Sus! Tamam.-Sustum.Demez olsaydım. Bıçak açmıyor ağzını şimdi.-Hadi kalk pazara gidelim Niyaziciiiğiiiiiiimm!Bu ‘ciğim sonradan aklıma geldi de Niyazinin sonuna ekleyeyim dedim. Ekledim debiraz geç kaldım galiba. Boş ver. Niyazi anlamaz nasıl olsa. Belki biraz yumuşatırım onudiye düşündüm.Yüzüme baktı gülümsedi. Rahatladım.-Tamam canımcığım.
Vay hınzır vay! Hiçbir şey de gözünden kaçmıyor. Hadi be sen de. Ben nereden senincanıncığım oluyorum, diyecektim, demedim..-Hadi kalk, önce büroya gidelim oradan da pazara gideriz. Ne istersen alacağım sana.
Gönlünü almam lazım ya, demez olsaydım. Taktı bir kere kafaya. Bakışlarındananladım.Sormadan cevap verdim.
-Hadi bakalım hadi, havlu mavlu yok. Ben seni hamama gönderirim bir gün, gider birgüzel yıkanırsın. Göbek taşına da yatarsın. oldu mu?-Kim keseleyecek beni?-Devenin nalı. Düşündüğü şeye bak. Ben böyle mi yetiştirdim seni oğlum, Sen dahaçocuksun, olur olmaz şeylere kafanı takma. Gel sana güzel bir top alalım git parktaoyna. Salıncakta da sallanırsın, kızakta da kayarsın. Fener bahçenin renklerinden olsunmu? Sarı lacivert? Bir de balon alırız istersen.
Elektrikli tren isterim diye tutturdu. İki gözü iki çeşme. Yerlerde yuvarlanmaya başladı.Üstü başı çamur içinde.
-Ne yapacaksın elektrikli treni? Parkta elektrik yok ki!-Olsun, memlekete gideceğim trenle. Kömürlü olsun isterse. Elektrikli olmasa da olur.
Çuf çuf çuffff...Tren harekete geçmişti bile sıla yoluna doğru.İçime kocaman bir kor oturdu. Yaktı yüreğimi. Ciğerimi kavurdu memleket havası.-Kim kaldı Niyazi memlekette?Niyaziye alacağım trenin ilk vagonuna ondan önce oturmuştum bile. Haberi yoktu. Kara
trenlerin gecikmediği zaman tünelinde.-Dağın, taşın, toprağın var ya.
Haksız da değildi. Özlediğimiz sadece eş, dost, hısım, akraba mıydı? Öyle olsaydıyolkapının ziline tüm gücümle basmayı özlemezdim ya da kapıyı tekmelemeyi. Ardından‘kim o? diyen sese karışan, kapıya doğru bahçenin beton yolunda ilerleyen, ilerledikçebir çift terliğin yeresürtünmesinin çıkardığı sesi özlemezdim. Kireç badanalı odamın, heryattığımda bir parçasını daha sadistçe ve zevkle tırnakladığım, koparttığım sıvaartıklarını özlemezdim.
-Kopartma şu sıvaları, diye bağıran annemin sesi geldi kulağıma sanki. Sonra babamıncevabı:
-Dokunma kızana, bırak, nasıl olsa yeniden sıva yaptıracağız.Nurten, kızım, koparttıklarını kilimin altına saklama topla da çöpe at.
Vay anam, vay babam, vay vay! Anamın çimdiklerini bile özlemiştim.Hiç uslu bir çocuk olmadım ki gittiğimiz misafir evlerinde.Bana ne, merak ediyordum işte. Dolapların içlerini, minderlerin altlarını, tenceredeneyin kaynadığını, incir ağacının en tepesindeki, alttan çatlamış gibi görünen incirinolup olmadığını. Alttakiler hamdı. Ama tepedekiler güneşe yakındı. Belki olmuştur!Penceremden bakınca çok uzaklardan görünen, sanki göğe bakan kadın profilliniandıran Yaka Köylerindeki dağın görüntüsünü özlemezdim. Kış olunca nasıl daüzülüyordum başındaki karları görünce. Yüzü gözü kar içinde kalıyordu. Ya saçlarıağarmış oluyordu o zaman ya da donuyordu soğuktan, dağlarımı bekleyen o sihirlikadın başı. Nefesimle onu ısıtmaya çalışıyordum. Beni hiç yalnız bırakamamıştı yıllaryıllı.Ahşap merdivenlerin çıkarttığı çıtırtıyı özlemezdim. Kim bilir kaç kere tökezleyipkendimi avluda bulduğum.
-Daldın yine, dedi, Niyazi. Gözlerime bak bakayım. Aaaa ne ayıp! Yakıştı mı şimdiağlamak?
Kocaman bir tokat indirdi baldırıma, şaaakkkk diye. Ödüm koptu.-Elin de ne ağırmış Niyazi. Ne vardı o kadar hızlı vuracak.-Uyan uyan. Hadi Gümülcine'ye gidelim.-Gidelim deeee... İşte o deeeee olmasa!-Salı pazarına da çıkarız.-Çıkarız daaaa...-Seninle de hiç konuşulmuyor bu gün.
Yerinden kalktı. Sağa sola bakındı. Aklınca beni neşelendirecek-Bak mavi, dedi. Şiir dosyasını almış gözüme sokacak neredeyse.-Boş ver Niyazi.-Bitti mi?-Şiir bitmez.-Anlamadım.-Anlamazsın.-Dövseydin bari. Ben sana o kadar takma kafana diye kaç kere söyledim. Alırsın işteböyle cevaplar.-Ne bileyim be Niyazi. Arada sırada yazıyorum işte. Sana da yazarım.-Mavi değil de kırmızı olsaydı ne olurdu?
Dosyanın içindekilere değil de mavi rengine taktı.-Hiç düşünmedim!- Neden Mavi?-Aşkın rengi mavidir de ondan.- Şiir aşk mıdır? Dedi Niyazi.- Şiir aşkın dilidir.Anlamadı. Duvardaki boy aynasının karşısına geçti, kocam dilini çıkarı, kendine baktı.-Benim dilim mavi değil.-Sen daha çocuksun.
Bilmez misin Niyazi:
‘Kördür aşkın gözüSesine ses buluncaTutulur dili mısralarınAşkın gözü açılınca
Baktım, konu uzadıkça uzayacak, Niyazinin soruları bitmeyecek, konuyu değiştirmekiçin:
-Hadi Niyazi kalk gidiyoruz. Sana tren alırız bana da lastik bir top. İzmirden Tülay Köse ablan da gazoz kapakları toplamış sana oynaman için. Onları datrenine yükler Ankara'ya götürürsün.- Ankaraya da gitmem. Abla gelsin istanbul'a. ''Sevda'' yazacağım topun üstünekocaman yazılarla. ‘Kara'' yazısını da yazayım mı? Tekmele dur. Patlatıncaya kadar...-Aşk yazsan olmaz mı?-Yazarım da, onu da sen vurmazsın, O sana kıyar.
Niyazi'yi konuşturmayı başarmıştım ya neşemiz de yavaş yavaş yerine gelmeyebaşlamıştı. Niyazi mutlu ben mutlu.
Mutlu mutlu Niyazi'yle pazara çıkmaya tam karar verdik, hazırlandık, bürodançıkacağız, yanında bir çocuk, iki adım arkasında bir hanım, üçüncü kat merdivenlerininson basamağına gelmiş bir adam göründü. Nefes nefese kalmışlardı.- 38 numaralı büro hangisi acaba? diye, birbirlerine sorarken göz göze geldik.Benim Niyazi yerlerde sürünüyor gülmekten. Başıma gelecekleri kestirmiş olmalı.-Niyazi kalk yerden, ayıp oluyor bak.
-Barbekü isterim diye bağırıyordu kadın. Bana ne otuzsekizden kırktan.-Gazoz, diyordu çocuk. Soğuk olsun. Bana ne barbeküden.-Kredi kartına kaç taksit yaparlar hanım? Diyordu adam. Bana ne gazozdan.-Niyazi, dedim. Çabuk hesap makinesini getir.Oturduğu yerden kalkmaya çalışırken parmaklarıyla hesap yapmaya başlamıştı bile.-Beş kere beş...
-Niyaziiiiiiiii! .. Hadi çabuk!-Efendim, dedi adam. Gözlerimin içine bakarak.Karısı, merdivenlerin tırabzanlarına dayanmış, nefesleniyordu.
Çalıştığım iş hanının her katında on büro var. Bu bürolar geniş bir koridora açılıyor. Ben3. kattayım. Bürom, merdivenlerin tam karşısında.
Niyazi’yle ben dünyadan tüm bağlarımızı kopartmış trencilik oynuyoruzkoridorda. Gelenden gidenden haberimiz yok. Bazen o öne geçiyor bazen ben. Önce,dizlerimizi dayadığımız betona daha sonra boylu boyunca uzanmıştık yarış heyecanıyla.Niyazi, elinde, tren yaptığı hesap makinesini durmadan yere sürtüyor, sürterek diğerbüroların önüne doğru ilerliyor. Peşinden ben...Trenimiz hareke geçmişti. Kim tutar artık bizi: — Nereye gidiyoruz Niyazi? — Ankara’ya gitmem, abim gelsin Ankara’dan, dedi. Deli çocuk, n’olacak!
Merdivenin son basamağında soluk soluğa kalan kadın acı bir çığlık attı. Gerisingeriye iki basamak aşağıya kaydı. — Önüne baksan be çocuk, neredeyse ayağımı kıracaktın, dedi.
Bizimki hiç istifini bozmadan kadını takip etmeye başladı. — Çuf çuf. çuffffff... düüütttttt.... Tren, yokuşa gelmişti. Kadının ayaklarından gövdesine doğru tırmanmayabaşladı. Uzandığım yerden doğruldum, ne oluyor, der gibi, bir Niyazi’ye bir kadınabaktım.Çocuk, babasının pantolonunun paçasına yapışmış, durmadan çekiştiriyor: — Ben de tren istiyorum... Kadın bir basamak daha gerisin geriye aşağıya indi. Bizim Niyazi peşinden. Adam şaşkın. Paçasını çocuğunun elinden bir kurtarabilse! — Niyazi, yetiş. Düşeceğim bak şimdi. Şu çocuğu al başımdan, diyen, karısınayardıma gidecek ya, gidemiyor! — Niyaziiii, diye, bağırdı bir daha acıyla. Ben, tren niyetine yerde sürttüğüm, acıyan ellerimin kirini temizlemek içindoğrulduğumda — Anneeeeee, ben de tren istiyorummmmm, diye bağıran çocuğun bakışlarıylakarşılaştım. Hemen ellerimi sakladım. — Bana bak çocuk, şimdi seni tuttuğum gibi merdivenlerden aşağı atarım.Can havliyle bağırdı oğluna. Canının yandığı sesinin tonundan belliydi.
Niyazi’ye müdahale etmenin tam zamanı. Olmaz ki bu kadar da canım. Tamam,çocuktur dedik, bağrımıza bastık. Elimi uzattım, Niyazi’yi çekeceğim, hesap makinesi kadının çorabına takıldı.Kadın, çorabındaki deliğe bakakaldı. Dengesini kaybetti. Acı bir çığlıkla paldır kültürmerdivenlerden aşağı yuvarlanmaya başladı. Çocuk: — Anneeeee tren istiyorummmm! Adam: — Hanıııııımm! Niyazi: — Çuf çuf çufffffff... Ben: — Niyaziiiiiii! Kadın: — Niyaziiiiiii! Diye bağırıyor. Sesi alt kattan geliyor.
Hep beraber, koro halinde, Türk sanat musikisinin, henüz adı konmamış birmakamın, Niyazi bestesinin, nakaratını seslendiriyorduk sanki.
—Hanım dur! Dedi adam. Düşeceksin şimdi. Geç kalmıştı. Karısının yanına gitmek için koştu, ikinci adımda ayağı bizimNiyazi’ye takıldı. Niyazi’nin ayağı çocuğa. Biraz önce kadının merdivenlerden düşerkençıkarttığı sesin üç katı yankılandı koridorlarda.
İş hanında ne kadar insan varsa, hepsi telaşla koridora çıktı. — Ne o, dedi biri. Deprem mi oluyor yine? —Yok ya, dedi diğeri. Ne depremi? Ne güneş tutulması? Thusanimi...Thusanami... Hadi çatıya çıkalım. Tuvalette, gürültüyü duyan biri, apar topar kendini merdivenlere attı. Birtaraftan, etrafında neler olduğunu anlamaya çalışıyor, diğer taraftan pantolonununfermuarını kapatmaya. Merakla: —Rihter ölçeği kaçmış? Şiddeti ne? Bilen var mı? Diye yanındakine sordu. Yaşlıca bir bey:— Şimdi telefonlar da çalışmaz. Dur şu evi bir arayayım da merak etmesinler.Bunun artçıları da gelir şimdi. Hadi çabuk, çabuk. Dışarı atın kendinizi.
—Bana ne, ben oynamıyorum işte sizinle, dedi Niyazi. Kızmıştı. Raydan çıkmıştreninde hasar tespiti yapmaya çalışırken.
Sessizce büroya girdim.
38 numaralı büro hangisi? diye aranıyordu adam. Elinde kartvizit, üstü başı toziçinde.Yaşlıca olan bey, kulağında telefonu, beni göstererek: — İşte burası. Bana döndü: — Sizi arıyorlar, dedi.
Hiçbir şey olmamış gibi büronun kapısını açtım ve içeri girdim. Ayakkabısının bir teki ayağında, diğer teki elinde, kadın belirdi kapının önünde.Yanında eşi Niyazi bey.
—38 numara yok beyefendi, dedim. Onları görünce. Serisi kalmadı elimizde.Sadece 40 ve üstü var. İşinize yarar mı? . —Allah Allah! Hanım, senin ayak kaç numara? Kadın burnundan soluyor. Üstünü başını düzeltti. Eliyle kirlenen yerleri silkeledi.Düşerken, ayağından çıkan ayakkabısını giymeye çalıştı. Vazgeçti. Fırlatıp bir kenaraattı. —Ökçesi çıkmış bunun. Varsa topuksuzundan alalım, dedi. —Olur olur, dedi adam, bana bakıp. Çocuk mezarı kadar ayak var zatenbizimkinde. Kırk da olur, kırk bir de. Erkek ayakkabısı da var mı? Kredi kartına kaçtaksit? —Beyefendi taksit yapmıyoruz. Peşin alsak. —Yara bandınız var mı? Dedi kadın. Barbeküye yapıştıracağım da. —Dur, dedim. İtfaiyeye telefon edelim. Baca mı tutuştu? —Ara ara, dedi adam. Sor bakalım ateşleri var mı? —N’olacak Ateşleri varsa? — Börekleri orada pişiririz daha ucuza gelir.
Tam Niyazi’nin imdadıma yetişme zamanıydı. Bütün gücümle isminin sonundaki iharfini uzata uzata: —Niyaziiiiiiiiiii.... Diye bağırmaya başladım. —Efendim? Dedi adam. Eleriyle kulaklarını kapatarak. —Buyurun, dedim. —Ben, dedi, telefondaki Niyazi. Hani dün konuşmuştuk ya. Kıymalı, peynirli,ıspanaklı böreğiniz vardı? Cola, fal, gazoz... —Gazoz, dedi çocuk. Soğuk var mı? Kadın hala barbekünün hayallerini kuruyordu: —Girişte wc, yatak odasında duş olacak mı? Niyazi, karşımda, karnını tutmuş katıla katıla gülüyor. İkişer mum tutuşturdum kadınla adamın eline ve: —Merdiven otomatiği bozuk, ışıklar yanmıyor. Bunlarla aşağıya kadar inersiniz.Hadi siz şimdi gidin, yarın gelirsiniz. Gelirken tapuyu da getirmeyi unutmayın. Noterdenvekaletname de lazım, dedim. Adam: — Kasap, vekaletname olmadan et vermiyor mu? Taahhütname versek olmazmı? — Niyazi hadi kalk. İşler yine karışmaya başlamadan eve gidelim. Bu günlük bukadar yeter. Çok çalıştık!
— Mavi mavi masmaviii... Yolda giderken, Niyazi, kafasından atamadığı rengin türküsüne başlamıştı bile. — O da nereden çıktı şimdi? Sırası mı? Yolda türkü söylenir mi? — Hiiiiçççç dedi. Aklıma geldi de.
Cebinden düşürdüğü gazoz kapaklarını toplama telaşındaydı: — Bir, iki, üç... Beni duymuyordu. —Dört, beş, altı...
‘‘Beyaz giyme tanırlarSeni yolcu sanırlarZaten bende talih yokSeni benden alırlar
Salına da salına da gelHaydi yavrumDön dolaş yine bana gel’’
Sonra yüzüme baktı. Mırıldandığım türküyü duymuştu.
Bir yerden başlamak lazım. Bu, ister konuşma olsun, ister iş, ister yazmak.Benim de en büyük sorunum söze nasıl ve nereden başlayacağım ve Niyazi’yi kırmadanonunla nasıl anlaşabileceğim.
Niyazi yalandan uzak, temiz kalpli, saf ve çocuk ruhlu biri. Yeri geldiğinde de cingibi akıllı.Bu gün evdeyiz. Tatil. İş yok. Biraz kafamızı dinleriz diye düşünüyordum.—Çok sıkıldım, Dedi Niyazi. Televizyonun karşısında oturduğu koltukta gerinerek.—Eyvah! Dedim. Macera başlıyor yine!Ben onu hiçbir yere gezmeye götürmüyormuşum.—Peki. Evdeki işleri boş ver şimdi. Nasıl olsa gece de yaparım temizliği. Bir yerleregidelim seninle.
Niyazi’yi nereye götüreyim, derdine düştüm. Geldiğinden beri hiçbir yere götürmedim.—Balık ekmek yer misin Niyazi?—Sen mi tutacaksın balıkları?—Heeee... Dedim. Alaycı bir ses tonuyla. Kabahat bende. Hala öğrenemedim şununhuyunu. Nereden bileyim doğru söylediğimi sandığını!—Tamam, o zaman. Ben hazırlanayım.Fırladı, kalktı gitti.—Ben de hazırlanayım bari.—Niyazi bak, dışarısı soğuk, üstüne kalın bir şeyler giy. Ambarlı sahilinde biraz dagezeriz seninle. Sana bir de çay ısmarlarım.—Salep var mıdır?—Bilemem! Bakarız.
Hazırlandım, evden çıkacağız. Niyazi kayıp. Seslendim. Çıt yok. Bu yine mutfakta birşeyler atıştırıyordur şimdi. Baktım, orda yok. Banyodadır dedim, orda da yok. Tamam,mutlaka tuvalettedir. Birkaç kere öksürdüm tuvaletin kapısının önünde, çabuk çıksındiye, duymadı. Kapıyı tıklattım. Cevap yok.—Eeeee ama hadiiiiiiiii. Çabuk ol.Yine ses yok.Kapıyı yavaşça açtım, tuvalet boş. Tuvaletin deliğine baktım, Niyazi’den küçük!Yok yaaa! dedim kendi kendime. Buradan sığar mı bizimki? Her ihtimale karşı eğildimbirkaç kez seslendim. I-ıh... Bozuk musluktan damlayan su sesinden başka ses yok.
Yattığı odaya girdim. Kapının arkasında yok. Çamaşır dolabını açtım, eşyaları elimlearaladım belki şaka olsun diye saklanmıştır. Yok! Bir de şu yatağın altına bakayımdedim. Olur mu olur. Yatağın altına eğildim. Bir karaltı görür gibi oldum duvarındibinde. Hah dedim. Galiba orda. Bana oyun yapıyor. Biraz daha ileriye bakmak içinboylu boyunca uzandım, somyanın altına girdim.
Somyanın ayakları istendiğinde içe doğru katlanan cinsten. Nasıl oldu anlamadım kolumsomyanın ayağına takıldı. Ayak içeri doğru katlandı. Onu düzelteyim derken diğer ayakda katlandı. Somya üstündeki tüm yatak ve yorgan yüküyle üstüme düştü. Sıkıştımkaldım altında. Kıpırdayamıyorum.
Kapının zili çalmaya başladı.Kendimi bir kurtarabilsem, yatakla döşeme arasından, açacağım da çıkamıyorum.Üstüne üstlük somyadan kopan bir yay da kazağıma kancasını geçirdi.
Hayret! Niyazi ses verdi. Nereden çıktı bu, nereye gizlenmişti acaba?—Neredesin Niyazi? Önce gel bana yardım et de buradan çıkayım. Boş ver şimdi kapıyı,çabuk gel.Hemen geldi.—Çek ayaklarımdan da kurtar beni buradan, çıkamıyorum.—Sahil orası mı? Balık ekmeği orada mı yiyeceğiz?
Ayaklarımdan çekmeye başladı—Sen kaç kilosun?Dedi, gülerek. Bir de kocaman bir ‘’ Maşşallah’’ çekti.—Bana bak Niyazi, zaten sıkıştım canım acıyor nefes alamıyorum, çabuk çek beniburadan.Ayaklarımdan tuttu çekmeye başladı. Nerdeeeeeeeee! ..Kıpırdayamıyorum bile.—Olmuyor Niyazi, daha hızlı çek.
Ben ona öyle dememişim. Çekmeyi bıraktı, yatağın altına girdi, yanıma geldi. Kafamıtuttu itmeye başladı. Tamam, dedim, şimdi ya boyun fıtığı olacağım ya da biraz dahaiterse boyun kırılmasından felç.—N’apıyorsun Niyazi? Boynumu kıracaksın. Böyle olur mu?Başımdan itmeyi bıraktı, sağına soluna bakındı:—Dur, geliyorum.Yatağın altından çıktı gitti. Beş dakika sonra tekrar yatağın altına girdi.Elinde iki tabak, iki çatal ve ekmek sepeti var.—Aaaa! Tuzla suyu unutmuşum! Dur gidip getireyim. Balıklar nerede?—Sen şimdi tuzun yerini bulamazsın. Sofrayı hazırla. Ben tuzu alıp getireyim. Ama öncebana yardım et de çıkayım buradan.
—Gidip kapıcıyı çağırayım, dedi. Ben çekemiyorum. Kapıda bekliyor. O gelsin çıkarsın.Tamam, apartmana da rezil edecek bu beni. Ayaklarından yakaladım can havliyle,kendini kurtarmaya çalışırken peşinden çıktım. Yatak olduğu gibi yere yattı. Canımacıdı.
_ Ah be Niyazi, nedir senden çektiğim?Kendi kendime konuşurken, başımı çevirdim:—Bu ne hal Niyazi?Karşıma geçmiş hiçbir şey olmamış gibi bana bakıyor.—Hani balık yiyecektik? Dedi—Evet ama bu ne hal?Ayağında paletler, gözünde su gözlükleri, pantolonun üstünde mayo, belinde kocamanşişirilmiş araba tekerleğinin iç lastiği. Düşmesin diye de bir eliyle lastiği tutuyor. Biryandan da:—Su yatağını kapının önüne çıkardım biraz önce. Kapıcıya da pompayı verdim.Şişiriyor.—Bu ne hal Niyazi? Dedim tekrar. Neye böyle giyindin?— Ben yüzme bilmiyorum. Balık tutarken ya boğulursam? Neme lazım!Tedbirli adam vesselam!—Niyazi, dışarıda kar yağıyor. Bu havada denize girilir mi?—Girilmez mi?
—Girilmez tabi.—Hamama gidelim o zaman. Eeeee, balıkları nasıl tutacağız suya dalmadan?Balıkları bizim tutacağımızı sanıyormuş meğer. Bildiğim duaları okumaya başladım.—Sabır duasını biliyor musun Niyazi?—Ya sabır çek, yeter. Kim getirecek peki balıkları?—Niyazi, İstersen bir davetiye bastıralım da balıklar kendileri soframıza pişip gelsinler.—Matbaacılar kapalıdır bu gün.—Neye?—Pazar bugün akıllım!
Doğru ya işe gitmedik. Akıl mı bıraktın bende Niyazi! Günleri bile unuttum bak.Kapıcı kapıda, pompanın fıs fıs sesine nefes sesleri karışıyor.—Tamam, dedi Niyazi. Kafasını bana doğru çevirip. Su yatağı da şişiyor.—Bırak şu yatağı şişirtmeyi, dememe kalmadı.—Bu su yatağı patlak, dedi kapıcı. Şişmiyor daha fazla. Bende şişme kadın var.Almanya’dan getirmişlerdi. Onu getireyim mi? Denize gidiyorsunuz galiba. Benimhanıma, çoluk çocuğa da haber vereyim de beraber gidelim.Kapıcı da üşüttü. Aklı başında bir adamdı oysa.—Hayır hayır. Kadın falan lazım değil. Ne yapacağız şişme kadını?Duymadı. Üçer beşer merdivenlerden indi gitti.
—Aldın mı Niyazi şimdi başına belayı. Çabuk git üstünü değiştir. Bir an önce evdenkaçalım.
‘’Bu gün Pazar.Dükkanlar kapalı.Şişme yatak patlak.Balık ekmekAmbarlı sahilÇay, salepKar yağıyorKapıcı, şişme kadın’’Kendi kendine söyleniyor Niyazi.
Kapıcı belirdi kapıda. Elinde şemsiye. İki gözü mosmor olmuş. Ardında karısı, elindemerdane.—Abla ya, dedi kapıcı. Nefes nefese. Bizim şişme kadın da patlamış, şişmiyor.Karısı bas bas bağırıyor:-Bu havada denize mi gidilir heriiiiif? Sen delirdin mi?Bana dönerek:—Abla ya, ne yapacaksınız şişme kadını?—Ne kadını, ne denizi kızım? Yok öyle bir şey. Hadi, al şu kocanı da gidin işinize.
Niyazi şaşkın, ne olduğunu anlamaya çalışırken bir taraftan da buğulanan gözlüklerinisiliyor. Ter su içinde kalmış. Başındaki boneyi fırlattı attı.
Yedi numaradaki hanım araladığı kapıdan başını uzatarak kapıcıya seslendi:-Niyazi efendi, nerede kaldı ekmekler? Daha gazeteleri de getirmedin. Hanım orda mı?Söyle de yarın temizliğe gelsin bize.—Tamam.
Bir numaradaki emekli:—- Fazla yakma şu kaloriferleri Niyazi efendi.— Yok, be amca. On sene oldu ben kaloriferleri yakmayalı. Yengeye söyle, kombiyibiraz kıssın.Karşı daireden bir hanım, kırıtarak kapıyı açtı, kapıcıya bir şeyler söyledi. Vallahiduymadım ne dediğini. Gözüm, seksi geceliğine takıldı kaldı. Her tarafı açıkta. Kapıcınınkarısı dirseğiyle kocasına dürtükledi ‘Bakma! ’ gibilerde. Kaşlarını çattı. Akşamdan kalanmakyajını bile temizlememiş.Kalın, kıllı, kocaman bir erkek eli, çekti aldı kadını içeri, homurdanarak.— Niyazi Efendi, Niyazi Efendi.Üst kattan birileri bağırıyordu.
Benim Niyazi’yi kolundan çektiğim gibi içeri aldım, kapıyı kapattım.Niyazi’ler yine karışmaya başlamıştı.
Niyazi’ye:-Yarım saat sonra çıkarız, acele etme. Ortalık bir yatışsın. Hadi git şu üstünü başınıdeğiştir şimdi. Gazoz kapaklarını da alabilirsin giderken.Gözleri parladı.—Treni de alabilir miyim?—Hayırrrrrrrrr.—Bak, söz veriyorum, çok uslu çocuk olacağım. Ankara’ya da giderim istersen. Sanahediye de getiririm. Alayım mı treni de?—Vay rüşvetçi vay! Bu rüşvet mi şimdi?—Aşk, bizi yaşama bağlayan bir rüşvet değil mi?Ara sıra böyle akıllı akıllı konuşmaları da olmasa!—Belki rüşvet belki de hayatın tam kendisi. Sen karıştırma şimdi konuyu. Hem o tren ogün büronun önünde oynarken bozulmuş. Ben sana uçak alayım daha çabuk gidersinistediğin yere. Sen, hani Ankara’ya gitmeyecektin? Neden fikir değiştirdin?Derin bir of çekti.—Tamam, tamam! Başlama yine.
—Uçak kullanmasını biliyor mudur O?—O kim? Hem biliyorsa ne olacak? Sana ne?—Hiç! Belki askercilik oynar benimle. Canım sıkılıyor da. Savaş falan hani.—Ben öyle kanlı oyunlardan anlamam. İstersen kendisine sor Niyazi. Sana plastikaskerler de alayım mı?
Söylediklerimi duymadı bile. Kapının önünde artan seslere takılmıştı kafası.Bir hamle yaptı.—Niyazi, sakın açma o kapıyı!
.........‘’Sıcak su akmıyor ‘ diye seslendi Niyazi. Sesi banyodan geliyordu.Apartmandaki gürültüler yavaş yavaş azaldı. Kapının dürbününden dışarı baktım, karşıdairenin kapısı açıldı, on yaşlarında bir çocuk, içinde ekmek ve gazete olan poşetikapıcıdan aldı, kapıyı kapattı. Kapıcı, bizim kapıya doğru ilerledi. Niyazi, zilin sesini duymasın diye, kapıyıhemen açtım.-Ne var yine Niyazi efendi?-Akşam saat sekizde toplantı varmış,dedi, yeni yönetici seçilecekmiş, onu habervermeye geldim, varsa çöpü de alayım abla.‘Bekle biraz’ dedim, büyükçe bir poşet alıp Niyazi’nin giydiği, sonra, zorla çıkarttığımne kadar deniz malzemesi varsa toplayıp poşetin içine koydum, kapıcının elinetutuşturdum.:- At bunları, ama dikkat et bizim Niyazi görmesin.-Abla be, dedi, atmayayım da saklayayım. Bakarsın bir gün denize gideriz. Bizimkini de(şişme kadından bahsediyordu) aşağıdaki lastikçiye veririm de yapıştırır. Hangidenize gideceksiniz?Gözündeki morluğa gözüm takıldı, gülmeye başladım. Elliyle gözünü ovuşturdu ‘kapıyaçarptım az önce’ dedi.
Bir gürültü koptu içerde. Birkaç sandalye devrildi sanki, kapılar hızla açılıp kapandı.Arkamı döndüm, Niyazi nefes nefese:-Deniz mi? Denize mi gidiyoruz?Kocaman açmış gözlerini Niyazi bana bakıyor ve sevinçle bağırıyor.-Denize mi gidiyoruz? Yaşasın!-Çabuk banyoya, dedim.Yarıçıplaktı. Beline düğümlediği bir havluya sarınmıştı. Elimdeki çöp poşetini gördü, çöppoşetinin içinde biraz önce zorla çıkarttığım deniz giysilerini. Ani bir hareketle poşeteuzandı, elimden kaptı.Havlunun düğümü çözüldü!-Allah, dedim, seni bildiği gibi yapsın Niyazi. Çabuk banyoya git ve yıkan. Bırak o poşetiyere.-Ne bağırıyorsun, dedi. Eğilmiş, yere düşen havlusunu almaya çalışırken. Mayo varaltımda.Bedeninden birkaç numara büyük mayosu paçalarına doğru sarkıyordu. Utanmıştı.-Sıcak suyu açamıyorum işte, açar mısın?Yere düşen havlusunu aldı, beline sarmaya başladı, bir türlü düğüm atamadı.Poşeti kapıcının eline tutuşturdum.-Uzaktaki bir çöp bidonuna at, Niyazi görmesin, dedim. Yoksa gider alır.Sıcak suyu açmaya gittim.
Niyazi iki saatten beri banyoda hala yıkanıyor. Kafam takıldı. Boğulmasın bu adam!Sesi soluğu da çıkmıyor! Bir daha banyo yaptığında bir düdük alayım bari. Ara sıraöttürsün de yaşadığını bileyim.-Niyazi, hadi çıkmıyor musun? Dedim, merakla. Akşam oldu.Biraz sonra kapıyı açtı.-Sıhhatler olsun Niyazi, dedim. Yüzü gözü parlamış, tertemiz giyinmiş, taranmış.Kapının açılmasıyla evin içine ağır bir parfüm kokusu yayıldı.-Kızlar seni kapacak Niyazi, bu ne yakışıklılık böyle? Hadi gel seni sinemaya götüreyim.Aynanın karşısına geçti, kendine bir daha baktı, gülümsedi.-Yakışıklı olmuşum değil mi? dedi. Ama kravatım yok. Varsa, Onur’ un kravatlarındanbir tane verir misin takayım? Mavi olsun ama. Nasıl olsa o şimdi askere gidecek, onakravat lazım olmaz.
-Evet, dedim. Haftaya gidiyor.Kalktım, mavi bir kravat aldım getirdim.Bir hüzün çöktü evin içine. Yüzüme baktı. Dudağındaki gülümseme titredi.-Üzülme, dedi. Sayılı gündür gelir geçer. Hadi kalk çıkalım, sinemaya gitmeyecekmiyiz?O da üzülmüştü.Kravatı tüm uğraşmalarımıza rağmen bağlayamadık.Canım da hiçbir yere gitmek istemiyor ya, hadi gitmeyelim, desem, daha çok üzülecek.
Üstündeki ceketini çıkarttı ani bir hareketle, sandalyenin üstüne koydu.-Ne oldu? Dedim. Vaz mı geçtin gitmekten?-Geç oldu şimdi, dedi, başka zaman gitsek! Hem akşam apartman toplantısı varmış,gitmeyecek miyiz? Gel televizyon seyredelim, gidinceye kadar. Kahve ister misin?-Sende mi geleceksin toplantıya? Olmaz öyle şey. Çocuklar evde oturur. Bir detoplantıyı karıştırmayalım şimdi?Apartman toplantısını çoktan unutmuştum oysa.
Yarım saat televizyonda seyredecek bir şeyler aradık. Hiç birini beğenmedi.-Neden bu saatlerde hiç çizgi film koymazlar, anlamadım ki! ...Kendi kendine konuşmaya başladı.Kahve yapmak için mutfağa gittim. Döndüğümde, içi su dolu kocaman bir leğensalonun ortasında, televizyonun kumandası Niyazi’nin elinde gemi olmuş, yüzüyorleğende. Niyazi ikiseksen uzanmış yere.-Cuuufufuuuffff cuffff cuufffff.... ddüüüttttttt...düütttttt...-Eyvah! Boğuldu kumandalar! Eh be Niyazi!-Gel, dedi, beni görünce. Hadi otur yanıma.Elinde tuttuğu ikinci kumandayı da bana uzattı.-Yolculuk nereye Niyazi?-Denize, denize...-Benim gemim senin gemini geçer ama, dedim. Dirseklerime kadar kollarımı leğenedaldırdım.-Geçemezsin-Geçerim-Geçemezsin-GeçerimAaaaaa, dedi, gemiler karaya oturdu. Dur, ben banyodan bir kova daha su getireyim.Leğende su bitmiş !
-Çıkarttım da içimdeki çocuğuOturdum Niyazi’nin karşısınaBir leğen dolusu su oldu dingin denizimizİki kumandadan rotasız gemimizRüzgarı lodosu poyrazı nefesimiz.
Bastırılmış duygularımız var ya hani, abdestbozanBir türlü su üstüne çıkaramadığımızYa ayıptır düşünmek ya günah
Hani bitiremediğimiz işlerimiz var ya, hep yarım kalanHani söyleyemediğimiz sözlerimiz, dilimizin ucuna takılanCevaplayamadığımız sorularımızÇözemediğimiz problemlerimiz, uykukaçıranAnlatamadığımız kördüğüm sevdalarımız şiirlerdeKarşılıksız sevmelerimiz maviyi delicesineNefes almalarımız karageceler içinde
Bütün bunları ve daha niceleriniAtıverdim bir leğen okyanusun içineKonuştum sorumsuzçocuk yüreğimleOyunlar oynadım Niyazi’ yleGünah çıkartır gibi acılardan
Seviyorum içimdeki çocuk beniSeni de dert ortağım NiyaziSeni de seviyorum düşMavisiseni de masmavi
Benim hiç olmadı ki oynayacak gemimHep gerçek trenlerde ağladık ben ve bezbebeğimAyaklarımı uçuramadım ki suda, suyayangınBu yüzdendir boğulur mavilerde yüreğim
Bir leğen su oldu da dingin denizimizBir avuç suda yol aldı rotasız gemimiz...
- Niyazi, hadi kalk doktora gidiyoruz.Önce duymamazlıktan geldi.- Hadi hadi, numara yapma. Yalnız gitmek istemiyorum işte. Kalk, gel benimle.
Gözlerini açtı, yüzüme baktı. İlk defa o saf, o çocuksu yüzünde bir endişe gördüm.Hiçbir şey demeden kalktı, elini yüzünü yıkadı ve giyinmeye başladı.Hayret! Gömleğim pantolonum nerede? diye de sormadı.- Yatağımı toplayayım mı?- Allah Allah, sen ne zaman yatağını topladın ki?- Olsun! İstersen toplayayım.- Yok kalsın. Gelince toparlarız. Sen ayakkabılarını giy- Giydim- Tamam o zaman, hadi çıkıyoruz...
Bilgisayarda bir şeyler okuyorum. Uykum kaçtı. Masamda koca bir fincan kahve.Çoktan soğumuş.Evin telefonu çalmaya başladı. Saatime baktım, gecenin üçü. Yanlış olabilir diyeduvardaki saate baktım, o da üçü gösteriyordu. Korktum, açmadım. Elim ayağımtitremeye başladı. Kahveden bir yudum alayım dedim, elimden kaydı, masanın üstünedöküldü.Biraz sonra cep telefonum titremeye başladı. Kimin aradığına bile bakamıyorum.Oldum olası gece gelen telefonlardan korkarım. Ya annem hastalanmıştır yurt dışındaya da babam hastaneye kaldırılmıştır. Pasaportum geldi aklıma. Tamam dedim. Bireksiğim yok. Daha uzatalı bir ay oldu. Hemen yola çıkabilirim. Birkaç parça eşya alırımyanıma, hemen taksiyi arar yola çıkarım.Babamın, mutlaka şekeri yükselmiştir yine. Annemin elinden de bir şey gelmez ki.
İyi de! Babam öleli 6 sene oldu.! Annemi de 3 yıl önce kaybettim. Arayan onlar olamaz.
Eyvah!Özlem’ ime mi bir şey oldu! ...Londra’dan arıyorlarsa! Şimdi ben İngilizce konuşmasını da beceremem.
Eyvah!Onur’um asker... ona bir şey olmasın sakın!
Aklıma, kötü olabilecek ne varsa, hepsi geldi.2 saniye içinde olabilecek tüm kötülükler beynimi kurşunladı geçti.Dur, dedim, yahu, ne oluyorum? Yoksa ben gideceğim gümbürtüye heyecandan.Aç şu telefonu.Telefonun yeşil düğmesine ne zaman bastım, ne zaman alo dedim, hiç hatırlamıyorum.
- Dünyanın en güzel kadınııııııı.... nasılsın? Ablaların ablasıııııı.... Ablalarıntatlısıııııııııııı....Ses tanıdık.Korkudan konuşmadığımı anlayınca bir kahkaha patlattı. Nasıl gülüyor ama, katılakatıla.
Bütün sinirlerim boşaldı.- Benim, ben.. numaram çıkmadı mı?_ Numaraya bakacak hal mi kaldı bende?Başladı tekrar gülmeye- Sus kız, ödümü patlattın benim. Deliiiiiiiiiii.... İçin gücün yok mu senin? Uyusana.Bu saatte ne işin var?- Canım sıkıldı işte. Sen de bu saate kadar uyumazsın diye bir sesini duyayım dedim- İyi, duydun. Hadi git yat şimdi.- Ya dur kapatma. Bak ne anlatacağım sana- Sevimmmmmmmmmmmmmm.... Bak döverim seni.- Evi aradım, neden açmadın?- Sen miydin o?- Eveeettttt...- Of Allahım. Hadi anlat- Çok mu korktun?- Yok ya, sadece kalp krizi geçirmek üzereydim... Eee, anlat bakalım. N’oldu?- Ben rejime başladım- Eşhedüenlaaaaa.....- Tam dört kilo vermişim.- Hay senin kilolarına da şimdi.- Sahi, çok mu korktun?- Gülmeeeeeeeeeeeeeeeeee... Öyle de güzel gülüyor ki. İçinden gele gele...- Ablam ya, bak ne diycem sana.- Hadi, de- Sen neye rejime başlamıyorsun? Bak ben başladım. Bu gün tartıldım tam dört kilovermişim.- S eeee v v v v iiiiiiiiiiiiiii mmmmmmmmmmm... Uykum var, yatacağım. Yarınkonuşuruz.- Hayır olmaz. Bana, rejime başlayacağına dair söz vermezsen, sabaha kadarkonuşurum ve uyutmam seni.- Eeee, n’apıyorsun daha daha?- İyiyim iyiyim...Sıra gecesine gittim bugün arkadaşlarla. Çok güzeldi. Çokeğlendik. Bir gün seni de götürürüm.- Tamam gideriz.- Hadi söz ver bana. Rejime başlayacağına dair. Kapatacağım sonra telefonu.- Tamam, tamam, tamam... Oldu mu?
Bir an önce telefonu kapatsa da yatsam diye düşünüyorum. Hani kendisinisevmesem çat diye suratına kapatacağım ya, çok candan sevimli bir evlat. Sevildiğinide biliyor.- Olmadı. Söz veriyorum, de.- Tamam, söz.- Olmadı.- Söz veriyorum... oldu mu?- Hah, şimdi oldu... Hadi git uyu şimdi.
İyi geceler bile demeden, ya da, uyku sersemi, dedi de, ben mi anlamadım,telefonu kapattı gitti.
Hadi şimdi, gel de uyu. Attı bir bire, kaşın dur. Yahu sana ne benim
kilolarımdan? Bir de utanmadan:- Kaç kilosun? diye, sormaz mı.- Elinin körü. Ben de ağzımdan kaçırmaz mıyım!- Ciddi misin? Öyle bir ciddi misin çekti ki, sanki yüz tane i koydu kelimenin sonuna.Tövbe Yarabbim !- Sana neeeeee?
Evin içinde dolaşıyorum. O ayna senin bu ayna benim. Ne çok ayna varmış buevde de. En ince nasıl görünürüm diye kendi kendime, numaralı pozlar vermeyebaşladım.Nereye dönersen dön. Faydasız. Mal ortada.- Amaaaaan sende... Gittim, yattım, uyudum... Sabah ola hayrola.. Kız Sevim, alacağın olsun... Sana ben bir tepsi baklava yedirmez miyim... Bolcevizli, tereyağlı, şerbeti o biçim...Memleket işi...
Niyazi yine ortalıklarda. Yalnız dra gitmek istemiyorum.
Ne zaman dara düşsem Hızır gibi yetişir.Hiç gitmedi ki zaten.
Ufak tefek bir şeyler var büroda çizilecek. Gideyim de bitireyim bari, dedim.Dedim demesine de akşamki söz geldi aklıma. Nasıl tufaya düşüm ben böyle. Olacakşey değil. Hastane uzak olsa bir bahane bulacağım ya, yolumun üstü. Uğramaya kararverdim. Belki diyetisyenleri yoktur. En azında sözümde durmuş olurum.
Şimdi macera başlıyor....
Niyazi ve ben düştük yollara.
Hastane bu kadar yakın mıydı..! iki adımda sanki kapısına geldim.- Niyazi sen lobide otur, ben 5 dakika sonra geliyorum.
Danışmaya diyetisyenleri olup olmadığını sordum. Var, dediler.- Kendileriyle nasıl görüşebilirim?- 1. Kata çıkın, orda birilerine sorun, odasını size gösterirler.- Gittim, buldum. Kapıdaki hostes kız içeriye:- Birileri sizinle görüşmek istiyor, dedi. Müsait misiniz?- Evet, dedi. Bir hanım sesiydi.- İçeri girdim.
Bir afet diyetisyen...Oturduğu masadan sadece belden yukarısı gözüküyor.Kollarını masaya dayamış, öne doğru eğik oturuyor. İncecik, askılı bir elbise giymiş,göğüs bağır olduğu gibi açıkta. Beni görünce elbisesinin göğüs kısmını eliyle birazcıkyukarı kaldırdı. Çok mu dikkatli baktım ne. Dikkat çekmeyecek gibi de değil hani. Adıdiyetisyen ya, incecik birini bulacağım sanıyordum. Nerdeeeeeee... Benden aşağı kalırtarafı yok. Hah, dedim, tamam. Tam yerine gelmişim... Sen, ‘’dediğini yap, yaptığınıyapma,’’ taktiğini uygula dedim kendi kendime.Selamlaştık.-Buyurun oturun.-Teşekkür ederim- Ne danışacaktınız?- Rejimle ilgili.- Rejim proğramlarınızla ilgili. Ücretiniz ne kadar?Başladı saymaya:- Bir aylık seanslarımızın fiyatı ….- İki aylık şu kadar,- .- .- Beş aylık şu kadar.- En uzun seansımız beş aylıktır.- Ne yapıyorsunuz siz, dedim. Kendimi tutamadım. Bu fiyatlar çok pahalı. Birindirim midrimim yok mudur? İsterlerse indirim yapabildiklerini biliyordum.- Olmaz, bizim fiyatlarımız fikstir.Uzun uzun pazarlık yaptık.
Kadın nuh diyor peygamber demiyor. İstediği rakam büyük. Ben o parayı orayaverirsem zaten açlıktan zayıflayacağım.- Ben, şu Ahmet’le bir görüşeyim, dedim. Sonra tekrar size uğrarım.- İster Ahmet’le ister Mehmet’le, kiminle görüşürseniz görüşün hanfendi.Fiyatlarımız bu. İndirim yapamıyoruz.
Ahmet, hemşerim. Hastanede doktor. Başhekim yardımcısı. Odasında kendisinibuldum. Saygılı çocuk.-Buyur abla, dedi, beni görünce. Ayağı kalktı, oturmam için yer gösterdi.- Fazla kalmayacağım, sana bir şey danışmaya geldim.Yanında iri yarı bir başka doktor daha vardı. Sohbet ediyorlardı.- Nasılsın?Çoluk çocuk, iş güç, hoşbeşten sonra asıl konuya geldim.- Ahmet, ben zayıflamaya karar verdim.- Hadi ya. O da nereden çıktı şimdi? Gülümsedi.- Birilerine söz verdim de. Sizin diyetisyenle konuştum, 5 aylık kür için benden bukadar para istiyor. Ben o parayı oraya verirsem zaten parasızlıktan zayıflarım.... Bir kahkaha patlattı. Odasının kapısı açıktı, kalktı kapattı.İri yarı dr. tam odadan çıkmak üzereydi, baktı konu güzel, dikkatini çekti, tekrar yerineoturdu. Otururken o da gülmeye başladı...- haklısınız.Sonra:- Oooooo, ben kaç kere başladım diyete, hala böyleyim. Hadi sen de bir başla, dedi.Alaycı tavrıyla. Kolay gelsin.Şöööööyleeeeee bir süzdü beni baştan aşağı. Bıyık altından gülümsedi.- Sen otur, ben bir diyetisyenle konuşayım, dedi, dr. Ahmet.Peşinden ben de gittim, dayanamadım. Kapının dışında heyecanla beklemeye başladım.Birazdan Ahmet çıktı.- Ben konuştum, dedi. Gereken yapılacak. İçimden hem olsun istiyorum hem de olmasın. Şimdi, bu saatten sonra kalk, yemek listeleriyle uğraş, yok peynir bilmem nekadar olacak, bilmem ne kaç gram olacak....Zeytini, peyniri, yağı- tuzu gitsin diye,akşamdan suya koymak lazım. Kepek ekmek lazım. light yoğurt, süt lazım Ooooooo.Uzun işler. Bir mini tartı alsam mı acaba?Ben bunları düşünürken, hostes kız kapıyı açtı:- Buyurun, dedi. Gayet nazik. On dakika önceki o kaba tavırları değişmişti.İçeri girdim.- Ahmet’in neden dr. Ahmet bey olduğunu söylemediniz Nurten hanım? dedi diyetisyenhanım.Adımı da öğrenmişti.- Mimarmışsınız öyle mi? Ne güzel.! Şiir de yazıyor muşsunuz. Kitabınızdan birtane ben de isterim.İçimden, hadi sadete gel diyorum. Hani, fiyatta bir indirim yapamayız, desesevineceğim. Alıp başımı gideceğim. Aslında fiyata da bir itirazım olmayacak amamesele, olumsuz bir şeyler bulmak ve vazgeçmek.- Sizden, ücretin sadece yüzde kırkını alacağız, demez mi?- Tedavi boyunca tüm tahlilleriniz de ücretsiz olacak.- Bak bu iyi, dedim, içimden. Bilumum tahlilleri bedava getireceğiz.- Beş taksit yapsak size uyar mı? Dedi.
- Beş mi? Dedim.- Az mı? Dedi.Vay dr. Ahmet vay... Sen nelere kadirmişsin. Biraz daha üstelesem diyetisyen, gelbedava tedavi ol diyecek,- Yok yok, iyi. Beş taksitte öderim.- Biz aşağıdan kaydınızı yaptırırız siz zahmet etmeyin. Yarın başlayalım o zaman.Siz bu akşam saat sekizden sonra bir şey yemeyin, sabah aç karına gelin, tahlillerebaşlayalım.- Hangi tahliller? diyecektim, vazgeçtim. Düştük bir alamete gidiyoruz kıyamete.Hadi hayırlısı olsun- El sıkıştık, ayrıldım. Teşekkür de ettim.- Yarın ilk taksiti yatırabilir misiniz? Ona göre kart açtıralım? Dedi tam kapıdançıkarken.- Yatırırım.. İyi günler. Döndüm:- Bir şey sorabilir miyim, dedim- Ben emekliyim de, ilaçları deftere yazdırabilir miyiz.? Şansımı sonuna kadarzorlamaya karar vermiştim bir kere. İlaca da para vermeyelim bari oldu olacak.- Tabi, dedi. Dahiliye dr. ile beraber çalışacağız. Gerektiğinde muayeneleriniz debedava yapılacak. Bu arada ilaçları da yazdırırız. Kaçacak hiçbir delik yok. Tekrar iyi günler diledim ve hastaneden ayrıldım.
Doğru büroya gittim ve hemen Sevim’ e telefon açtım.- Sakın ha, dedim, bir daha bana gecenin üçünde telefon açıp benden söz alma...Öldüreceğim kız seni. Başıma gelmedik kalmadı.Meşhur kahkahasını patlattı olanları anlatınca.- Ablaların tatlısıııııı.... Sen harikasınnnnnn. Şu tatlı dilin de olmasa...
Ben, gece kuşu, bütün gün aç gezer sonra da sabahlara kadar buzdolabınınbaşından ayrılmam. Aldı mı beni bir sıkıntı. Şimdi sabah nasıl olur! Mutfağa gidiyorumgeliyorum,elim hep buzdolabının kapağında. Uyma şeytana, diyorum, kendi kendime.Bırak yeme, koy onu yerine.
………….- Niyazi, kilitlesene Allah aşkına şu mutfağın kapısını.……..Niyazi’de tık yok... Kaldım bir başıma.
Sabah oldu. Büyük bir başarı elde etmişçesine, kırk gün oruç tutmuş gibi,hastanenin yolunu tuttum.- Önce tahlillerinizden başlayalım, dedi, diyetisyen hanım.Bir şeyler yazdı karaladı, kağıdı elime verdi.- Laboratuar en alt katta. Bunları yaptırın ve gelin. Biz de kaydınızı yaptıralım.Adımı, soyadımı, yaşımı bir yerlere not etti, ben aşağıya indim.
Kan aldılar, damardan. Bakamadım.- Çok almayın, biz o kanı kolay mı topluyoruz, diye de espri yapmaya çalıştım.Aklımca korkumu bastıracağım.
- Biraz bekleyin, neticesini hemen vereceğiz, dediler. Koridorda beklemeye başladım.
Laboratuarla ameliyathane ayni katta. İki kişi ameliyathanenin önünde, konuşmadan birbirlerine bakıyorlar. Arada bir desaatlerine.Yeşil giysili hemşireler koşuşturup duruyorlar bir yerlere.Tanıdık, bildik manzaralar bunlar hep. Sonra, buraya ne kadar çok geldiğimi düşündüm.
Oturduğum yerde, bir film şeridi gibi geçti olaylar gözlerimin önünden. Acilapandisit ameliyatı olmuştu oğlum en son geldiğimde. Ondan önce annemi yatırmıştım.Babamın komaya girişi ve benim yatışım.- Az daha kaybediyorduk hastayı, demiş dr.lar benden için.Tansiyon 3-4 e düşmüş. Zor toparlamışlar.Hesapladım, tam on yıl geçmiş aradan. Neyse....
- Buyurun, dedi, hemşire. Tahlilleriniz hazır.
Ambulansın sesi yankılandı acı acı.Bu sesi hiç sevmiyorum.Koşuşturmalar başladı merdivenlerde.- Ne olmuş, dedi, bir hemşire diğerine.- Galiba trafik kazası...
Tahlillerin içinde olduğu zarfı elime tutuşturdular.Diyetisyene çıktım. Baktı, pek beğenmedi.- Gel bakalım boyunuzu ölçelim. Ayakkabılarınızı çıkartır mısınız?Ölçtü boyumuzu… Boyumuzun ölçüsünü aldık.Ne uzamışım ne kısalmış…. 40 seneden beri ayni.- Gel şimdi de kilonuza bakalım. Saatinizi çıkartır mısınız?Tarttı. Farklı bir tartıydı.- Kilonuz …… bu kadar.- Bunun bu kadarı yağ, dedi.Nerdeyse tamamını yağ diyecek… Kadına bak yaaaa.- Peki, dedim, benim kemiklerim nerde?- Geri kalan da kemik, dedi- Yani ben şimdi yağ ve kemik miyim? Dalak, ciğer, böbrek falan yok mudur?Bağırsaklar nereye gitti? Hani incesi var kalını var... Yüreğim nerede? O da mı yoktur?- Hesapta bunlar yoktur.- Vay kalpsiz vay, dedim, kendi kendime. Bari onu tartsaydınız.- O tartılmazmış... Öyle dedi... Gülüştük.- Gel, şimdi yemek listeni hazırlayalım.Yazılı bir kağıt çıkarttı, boş yerlerine bir şeyler yazdı. Bana uzattı.- Okur musunuz?Okudum. Daha doğrusu okumaya çalıştım. Yazısı okunmuyor.Sonra kendi, yazdıklarını bana okudu.Sabah, ara öğün, öğlen, ara öğün, akşam, ara öğün. Hepsinin altında üç dört satıryiyeceğim şeylerin adı yazıyordu.- Beğenmediniz galiba.
- Yooookkkk, dedim, iyi iyi… çoookkk iyiiii…Bazı şeyleri izah etti.- Harfiyen bunlara uyacaksınız. Saatleri sakın değiştirmeyin ve öğün kaçırmayın.
Haftaya ayni gün ayni saate randevulaştık.- Gitmeden önce bu tahlilleri dahiliye doktoruna da gösterin, bir de o baksın.Sonra yanındaki hostes kıza:- Hanımı Dr. Taner beye götür müsün? dedi.Bir alt katta dr. Taner beyin yanına indik.Tahlillere baktı.- Bazı değerler biraz yüksek çıkmış.Tıp dilinde bir şeyler söyledi.- Başka tahlillerde yaptırmanız lazım.-Haftaya aç gelin, dedi…Onları da yaptıralım.
Ve benim rejim başladı.
Ya Allah bismillah.Gazamız mübarek ola…..
......................................devam edecek
Hastaneden tam çıkmak üzereydik, acilin kapısındaki kalabalık ve telaş dikkatimiziçekti.Kapı önündeki sandalyeye yaşlıca bir hanım oturmuş, daha doğrusu çökmüş kalmış.Başında bir hanım‘Anne yapma bir de seninle uğraşmayalım şimdi. Topla kendi. Babam çok iyi meraketme. Birazdan çıkar eve gideriz’ diye teselli etmeye çalışıyordu.
Düşündüm. Ömrümün çeyreği hastanelerde geçmiş. Gece yarısı gelen telefonlar, apartopar yola çıkmalar.Babam hastalanmış. Yine kan lazım. Sıfır gurubu RH negatif. Benimki uymuyor. Eş,dost (ne hikmetse kan verince öleceklerini mi sanıyorlar ne) kimseden kan yok. Öylebir çaresizlik ki anlatılır gibi değil. Ameliyathanenin kapısı önünde tedirgin bekleyişler.Ağızları bıçak açmıyor. Sığınmışız dualara. Siren seslerine bile tıkanmış kulaklar.
Niyazi kolumdan tuttuğu gibi girişteki bir sandalyeye sürükler gibi götürdü beni.
- Al, bir yudum su iç. Dedi.Verdiği suyla önce yüzümü ıslattım.
Altı yedi yaşlarında, beyaz uzun gömlekli, iki erkek çocuğu, annesiyle babasınınellerinden tutmuşlar, ağlayarak önümüzden geçtiler.-Erkekler ağlamaz, diyordu babası.Annesi:- Oğlum eteğini kaldır, değmesin, acır.
Hemşirenin biri elindeki telefonu kapatır kapatmaz:-Mavi alarm, mavi alarm, diye bağırmaya başladı.Ne demek istediğini anlamaya çalışırken, birkaç dakika içinde hastanenin önüne birambulans geldi. Sedyeyle, kanı çarşafa bulaşmış, genç bir adamı indirdiler.Ardından bir ambulans daha geldi. Bir ambulans daha.Anında hastanenin içi ana baba gününe döndü.Kapının önüne çıktık. Giysilerinden inşaat işçisi oldukları belli olan, on, on beş kişi kendiaralarında tartışıyordu.Kalıp çökmüş. Kimisi altında kalmış, kimisi kattan düşmüş.İçim acıdı. Geçmiş olsun deyip uzaklaştık.
İnci telefon etti biraz sonra. Akşama bana yemeğe gelecekmiş.Niyazi pür neşe:-Yaşasın! Akşama ziyafet var.Rejime başladım diyemedim.- Yemekte ne var?- Gördebil.
- Gördebil ne demek?- Bilmem. Annem hep öyle diyordu da. Ondan dedim.Sahi, gördebil ne demekti? Sormak hiç aklıma gelmemişti. Her halde gör de bil demekoluyordu.
İş dönüşü bakkal, manav, kasap derken ellerimiz poşetlerle eve döndük. On dakikasonra İnci geldi.- Hani kız sofra? Kurtlar gibi de açım.- Beklersen yapacağım, dedim.Bekleyemezmiş.- Yumurtalı ekmek yer misin?Çok severmiş.- Yanında salata, çay da isterim ama.
- Otur bak ne anlatacağım sana.İki saat güldü benim rejim macerama.
Eve gelirken kocaman yuvarlak köy ekmeği almıştım. Listeye baktım. Bir dilim ekmek,4 kaşık az yağlı sebze yemeği yazıyor.- İnci, şimdi ben bu ekmeği dilimleyeceğim. Ortası da bir dilim, kenarı da. Hangisiniyiyeyim?- Boş veeerrr, dedi. Ortasından ye. Doktor nerden bilecek?- Sebze de yapmadık.- Et kızartıver.
Rejime çok iyi başladık.
- Ben doymadım, dedi Niyazi.- Ben de.- Ben rejimde değilim ki!Haklı.Kızartmalar pişti, yendiİnci dal gibi kadın. Elini bile sürmedi.
- Ne arıyorsun inci?Buzdolabını açmış raflara bakıyor.- Bir kerecik olsun şu evde bir bardak içki bulunmaz mı?- Ben içmem ki!
Yurt dışından yeni gelmiştim. Birine hediye ederim diye bir şişe şarap getirmiştim. Ogeldi aklıma. Bir göbek atmadığı kaldı sevinçten.
Ne mi oldu?Listede şarap içilmez diye bir not yoktu ki!Niyazi mi? Çoktan uyumuştu bile.
Ambulansın acı siren sesiyle kendine geldi Adem.Gözlerini açmaktan korktu. El yordamıyla elbiselerini aradı._ Kendine geliyor, dedi, karısı.Panige kapıldı Adem._ Nerde pijamalarım yahu, dedi, içinden. İki elinin parmaklarını incir yaprağı biçimindeaçıp gizledi yüzünü.Karısı tekrar, bu sefer daha heyecanlı bir şekilde bağırdı._ Uyanıyor uyanıyooor... Kendine geliyoooorr. Çok şükür Allahım!_ Hay senin...., dedi, içinden. Şükrettiği şeye bak.
İki hastabakıcı yorganı kaldırdı._ Sedyeyi getirin, diye, bağırdı iri yarı olanı._ Serum takalım mı, dedi, diğeri_Önce şu deli gömleğini giydirelim de bize saldırmasın, dedi, hemşire kırıtarak._ Anneeeee, kolonya nerde? Babamın bileklerini ovalım biraz, belki iyi gelir._ Sizden kolonya mı kalır, bittii... Limon getir limon. Limon koklatalım.
Ah! dedi, içinden Adem.İncir ağacı ne de güzel kokuyordu. Şimdi nereden çıktı bu limon ağacı. Ademle Havvaelma yememişler miydi? Yanlış mı hatırlıyordu yoksa. Yüzünü ekşitti. Limon hoşunagitmedi.Elmaaa, elmaaa, diye sayıklamaya başladı.Karısı:_ Hayatım, elma ekşi mi olsun, tatlı mı? Hangisinden getirelim?
_ Kırmızı olsun dedi Niyazi!
_ Niyazi, ne işin var senin orada. Çık aradan. Bu senaryoda sana yer yok (bu benimsesim)_Anne, ne konuşuyorsun kendi kendine?_Onur, sen de çık aradan. Adam öldü ölecek yahu._ Hangi adam?_ Ne bileyim ben! Adamın teki işte. Cennete mi gitmiş napmış._ Sana ne peki adamdan?_ Dur, karıştırma kafamı._ Annnnnneeeeeeeeeee İyi misin?
_Siz hemşire misiniz? dedi, Ademin karısa bana dönerek._ Yok,dedim. Ben hemşire değilim. Doktorum, doktor._ Ne doktoru?_ Diyetisyen.Vallahi yalan. Aklıma birden öyle demek geldi işte._Aaa, adresinizi veri misin?_ Niyazi ver şu adresi?(Niyazide burnunu sokmasa olmaz hiç bir hikayeye)
Niyazi şaşkın. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Bana dönerek:_ Senin ne işin var bu hikayede? Neler karıştırıyorsun yine? Rahat bırak adamı. Bak negüzel cenneti de bulmuş!
_ Bir biz bulamadık değil mi cenneti be Niyazi?_ Sen bu kafayla gidersen!_ Saçmaladın şimdi._ Şimdi ben, kime ne kartı vereceğim? Şu senin diyetisyenin, neydi adı, onun kartını mıvereyim?_ Karıştırma fazla._ Ben, bu cennete giden adamı tanıyorum._ Hadi canım sen de!_ Sanki sen tanımıyorsun!_ Eeee, napalım şimdi?Oturduğu yerde kendi kendine söylenmeye başladı._ Ben gidiyorum. Ne halin varsa gör._ Dur, beni bekle.
İri yarı hastabakıcı sinirli sinirli, kendi kendine konuşmaya başladı._ Birileri yardım etsin de şu gömleği giydirelim adama. Ellerini açamıyorum.
Kapı çaldı.
Cami imamı belirdi kapıda. Elinde bir kitap. Kuran olmalı._ Hasta nerde, hasta? Bir yasin okuyalım bari.
Adem, birden açtı gözlerini.Konu komşu kim duyduysa toplanmış başına.Önce yorganı çekti, örttü üstünü başını. Ağzı, damağı kurumuştu. Bir bardak su istedisonra.
Açın üstünü, dedi, hemşire. Ateşi çok yüksek. Ateşini düşürmemiz lazım.
Niyazi hala patırdanıyor:_ Size ne adamın ateşinden. Ben neye geldim buraya.
_ Çabuk, soğuk suyla doldurun küveti. Varsa, buz da atın içine. Hemen banyoyasokalım, dedi, biri.
Bir telaş ki evde sormayın. Herkez bir taraflara koşuşturuyor.Buzlar geldi konu komşudan. Buz gibi suyla dolduruldu küvet. Karga tulumba Ademiatılar içine.
Söz verdim kendime. Niyazi’yi beraberimde götürmeyeceğim İngiltere’ye.
Yarın saat 12.00 de havaalanında olmam lazım. Bütün gün koşuşturmaktan hiçbir şey yapamadım. Gece geç saatte valizimi hazırlarken Niyazi odaya girdi.
—Sen yatmadın mı daha Niyazi? Gözlerini ovuşturdu, yüzüme baktı. Hiçbir şey demedi, geçti karşıma oturdu,beni seyretmeye başladı. Ona geziden hiç bahsetmemiştim.
—Hayrola? Yolculuk nereye? Kafasını uzattı, çantaya neler koyduğuma baktı. —Ne yolculuğu? —Mavi yolculuk mu? Maviye yolculuk mu? —O ne demek? —Bilmem. Hazırlanıyorsun da. Merak ettim. —Hadi, sen git yat uyu. Sabah konuşuruz.
Hiçbir şey demeden kalktı gitti. Bir hüzün çöktü içime. Onu da mı götürseydimacaba. Tekin adam değil ki! Burnumdan getirir benim tatili. Dayanamadım, peşindengittim. Yatmıştı. Odaya girdiğimi görünce yorganı başından yukarıya çekti ve banasırtını döndü.
—Bak Niyazi, üzülürsün diye sana söyleyemedim. Birkaç günlüğüne gidiyorum.Biraz kafamı dinlemem lazım. —Ben ne yapacağım burada? —Eve göz kulak olursun ben yokken. Büroya da gidersin. Gelen giden olursailgilenirsin. —Evin göze kulağa ihtiyacı yok ki! Hem ben senin yarın gideceğini biliyordum.Konuşurken duydum. —Yapma be Niyazi, üzme beni şimdi. Çok sıkıldım. Çok kalmayacağım. — Beni de götüremez misin? —Tamam, tamam. Başka zaman beraber gideriz. Sen yat uyu şimdi. Negetireyim sana Londra’dan? —Hiçbir şey. —Sen bilirsin. Sabah erken çıkacağım. Sen uyanma oldu mu? Hadi iyi geceler.
Havaalanı eve çok yakın. Sabah erken kaktım. Niyazi’nin odasına baktım, uyuyordu. Ses etmedim. İçimde bir telaş. İlk defa gitmiyorum ama ne bileyim ben sanki küçük çocuk gibiyolumu kaybedeceğimden korkuyorum. Ya yanlış bir uçağa binersem! Kim bilir kaç kerepasaportumu kontrol ettim. Yerindeydi.
Ne olur ne olmaz diye vaktinden önce yola çıktım ve Atatürk Hava Alanınageldim. Uçakların kalkış saatlerini gösteren panonun önünde, gideceğim uçağın pasaportişlemlerinin hangi masada yapılacağını gösterecek yazıyı beklerken telefonum çaldı. Birarkadaş iyi yolculuklar dilemek için aramış. —Niyazi’yi de götürüyor musun? Diye sordu. —Yok, hayır. Dedim. Vedalaştık.
Bir ara sanki adımın anons edildiğini duyar gibi oldum. Hadi canım sende,dedim. Kim arayacak beni. Telefonu kapattım tam çantama koyacağım önümden koşarak iki görevli geçti. —Kaçak yolcu var, yakalayın.Sesi duyan diğerleri de peşlerinden koşmaya başladı.Yüz metre koşusu yapılıyordu sanki. Yolcular da pek meraklıymış mübarekler.Görevlilerin peşinden onlar da gittiler. Aldı mı beni de bir merak. Bir gözüm ışıklıpanoda diğeri koşanlarda.Hah, benim bineceğim uçağın ışığı yandı nihayet. 10 A no’lu masada pasaportişlemlerimiz yapılacakmış. Valizimi aldığım gibi masayı aramaya başladım.Bir anons daha. —Sayın Altınok, lütfen danışmaya... —Allah Allah! Hadi canım sen de. Bir tek sen misin bu adı taşıyan? Gitmedim. Bir anons daha. Bu sefer: —Sayın Nurten Altınok, lütfen danışmaya gelir misiniz? Hadi canım sen de.(takıldı bir kere bu kelime dilime) Bu kadarı da fazla. Hemisim hem soyadı ayni. Sakın bu gerçekten ben olmayayım? Kim, neye arasın ki beni!
Görevliler geçti önümden. Biraz önce koşarak gidenler. —N’ olmuş, diye seslendi biri uzaktan diğerin. —Yok, bir şey. Biri koşarak kapıdan içeri kaçtı gitti. Onun peşindeydik. Epeyuğraştırdı bizi. Şimdi kapıda bekletiliyormuş. Pasaportu, beraber gidecekleri bir hanımınyanındaymış mı neymiş. Onu aramak için girmiş içeri. Şimdi aradığı kişiyi anonsediyorlar ama o da duymuyor galiba.
Kaynar kazanlar boşaldı başımdan aşağıya. Sakın bu Niyazi olmasın! Danışmaya kadar nasıl gittim hatırlamıyorum. Kapı girişindeki kontrol masasının yanına bir sandalye koymuşlar ve benimNiyazi’m iki gözü iki çeşme sandalyede oturuyor. Dondum kaldım. —Niyazi, ne arıyorsun sen burada? —Hah işte. Bak geldi, dedi Niyazi beni göstererek. Ben size yalan söylemiyorum. Kalktı yanıma geldi. —Al şu mendili elini yüzünü sil. Ne haltlar çeviriyorsun yine? —Hanımefendi, iki saattir adınızı anons ediyoruz, duymuyor musunuz? —Size soruyoruz bayan. Duymuyor musunuz? Hiç cevap vermedim. Yahu Niyazi, bir gün olay çıkarmasan olmaz mı? —İyice arayın bunların üstlerini, dedi diğeri. Valizlerine de bakın. —Allah Alah! Ne insanlar var be. —N’ olmuş? N’ olmuş? —Niyazi diye biri kaybolmuş. —Hadi ya! Sakın kaçırmış olmasınlar?
—Anarşisttir, anarşist. Tutacaksın bunlardan bir kaçını sallandıracaksın Taksim'inortasında. Memleketin tadı tuzu kalmadı vallahi.
Eyvah! Her kafadan bir ses çıkıyor. Ne tarafa bakacağımı şaşırdım. 10 A yı da bulmam lazım. Pasaportum nerede?Niyazi ne olacak? Uçağı da kaçıracağım bu gidişle. Gitti benim biletler. Elim ayağımadolaştı.
—Kardeş, bırak çantanı karışmayı şimdi. Hadi müdüriyete. Bunu tanıyor musun?Bir saatten beri bizi peşinden koşturuyor. Siz onun nesi oluyorsunuz?
Niyazi’yle göz göze geldik. Kan ter içinde hala. —Neden beni uyandırmadın? Dedi. Bütün suç senin. Bunlar dövecek mi şimdibeni? Sakın Taksim’e gönderme beni. Acıdım haline. Yaprak gibi titriyor. —Merak etme. Sana kimse bir şey yapamaz. Biraz rahatladı. Sımsıkı elimi tuttu. Sonra döndüm: —Allah Allah! Neden seni uyandıracakmışım? Akşam vedalaşmadık mı seninle?Neden geldin buraya? Sorularıma soruyla yanıt vermeye başladı. —Pasaportun nerede? —Çantamda. —Biletin nerede? —O da çantamda. —Yok ya! Cebinden bir zarf çıkardı. Bana uzattı. —Biletler burada.
Kalabalık dağılmaya başlamıştı. Memur pasaportumu istedi. Çıkardım, verdim. Tek tek bütün sayfalarına baktı. —Bu, Niyazi’nin pasaportu. Sizin ki nerede? Hoppala! Onun ne işi var ben çantamda! Çantayı iyice karıştırdım, pasaportumyok. —İyice bakın. Olacak şey değil. Elim ayağıma dolaştı. Soğuk soğuk terler dökmeye başladım.Çantada ne var ne yok hepsini oradaki masanın üstüne döktüm. Pasaportum yok. —Bir de ceplerinize bakar mısınız? Elimi cebime attım. Kontrolden sonra çantama koyacağım yerde cebimesokuvermişim. Çıkardım memura uzattım. Uzun uzun pasaportları inceledi. —Bu resimdeki siz misiniz? Dedi bana bakarak. Siz Türk müsünüz? —Evet dedim. Biz Yunanistan Batı Trakya Türklerindeniz. Gümülcine’liyiz. —Orası neresi? Nerde kalıyor? —İpsala’dan sonra. İpsala Gümrük kapısı var ya hani, hani Meriç nehrinin geçtiğiyer. İşte o nehrin diğer yakasındayız. Gümrükten 100 km. kadar uzakta. —Haaaaa… Öyle mi? —Evet öyle.
Hiç istifini bozmadan biletleri kontrol etmeye başladı. —Biraz çabuk olur musunuz memur bey? Pasaport kontrolüne gitmem gerekiyorda. —Hanımefendi, siz bugün uçacağınızdan emin misiniz? —Evet.
—Hayır —Nasıl hayır. —Sizin biletiniz yarın için. Tarihine bakar mısınız? —Bugün Çarşamba değil mi? —Salı, salı dedi, Niyazi Memur aynisini tekrar etti. Sonra, bugün ayın 18 i. Bilette 19 Temmuz yazıyor. —Bakabilir miyim? —İyi bak, dedi Niyazi. —Niyazi sakın sen ağzını açma.
—Niyazi neyiniz oluyor? —Başımın belası —Anlamadım! —Boş veeeer… Anlamasanız da olur.
Niyazi’yi kolundan yakaladığım gibi çıkış kapısına yöneldik. —Hadi Niyazi, yürü eve gidiyoruz. —Ben gelmiyorum seninle. Burada yatacağım bu gece. Sen yarın yine benibırakırsın evde. —Bir dakika, gel bakayım buraya. Sen ne zaman kendine bilet aldın?
—Yakalayıııın... Niyazi kaçıyooooor. Birkaç görevli Niyazi’nin peşine düştü yine.
—Çok mu kızdın bana? Taksiyle eve dönüyoruz. Arka koltukta kapıya yanaşmış, yüzüme bakmadankonuşuyor. —Hemen o bileti şimdi geri iade ediyorsun. Anladın mı beni? —Ah! Karnım çok ağrıyor. (Kıvranmaya başladı.) Ben ölüyorum galiba. Çabukbeni hastane götürün. Midem de bulanıyor.
Şoför, ani bir frenle sağa kırdı arabayı. —Siz devam edin beyefendi. Dinlemeyin onu. Eve de geldik zaten. Bizi şu karşıkilokantanın önünde indirebilir misiniz? Kaldırıma yanaştı, durdu.
—Ben kebap istiyorum. Dedi. Neden bu lokantaya geldik? —Bana bak Niyaziiiiiiiiiii... Şansını sakın daha fazla zorlama...
Benim canım çikolata istiyor.Bol fındıklı ya da Antepfıstıklı olanlarından. Bitter olursa hepsinden daha iyi olur. Hanişu sütsüz olanlardan.Benim canım çikolata istiyor işte.Benim canım çikolata istiyorrrrr....Nazım da kimseye geçmiyor ki! ..Sesimi duyan mı var!
'' ANLATAMIYORUMAğlasam sesimi duyar mısınmısralarımdaDokunabilir misiniz,Göz yaşlarıma,elinizle?Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,Kelimelerinse kifayetsiz olduğunuBu derde düşmeden önceBir yer var bilmiyorum;Her şeyi söylemek mümkün;Epeyce yaklaşmışım,duyuyorum;Anlatamıyorum.ORHAN VELİ ''
Anlatamıyorum ki Orhan Veli... Ben de anlatamıyorum! ..Ağlasam sesimi duyar mısın mısralarımda Niyazi?Duyarsın ya!Duyunca gelir misin Niyazi?Gelirsin elbet.Kırmaz beni, benim canımdır O.Benim canım çikolata istiyor Niyazi.Hadi, gidiver şu karşı ki markete de alıver birkaç çeşit.Sütlüsünden, sütsüzünden. Kaç çeşit varsa al hepsinden.- Çikolata krizin mi tuttu?- Evet.- Çikolata krizim tuttu bu gece.Yapma yaaaa! . Neye bu kadar naz ediyorsun?Üşeniyor musun?Üstünü değiştirmek mi zor geliyor?Tembel, sen de...Pijamalarınla git. Giyiver üstüne paltonu. Saat zaten gecenin dokuzu olmuş. Kimgörecek seni. Görse n’olacak sanki. Market dediğin yer evin iki adım ötesi. Kimse farketmez bile.Hadi çabuk ol. Birazdan kapanır market.Niyazi, gitmişken birkaç kutu da süt al. Evde kakaolu puding var. Sana puding yaparım.Efendim!Sütlaç mı?Yaparım tabi... Hiç yapmaz mıyım!Ne?Aşure de mi?İnsaf be Niyazi. Selam verdik borçlu çıktık.Kuru fasulyeyi pişireceksin. Nohudu pişireceksin. Buğdayı pişireceksin. O iş zor. Hem
onları bir gün önceden ıslatmak lazım. İçine fındık, fıstık, kuşüzümü bir sürü şey lazım.Ooooooo.... Zor iş o. Boş ver şimdi aşureyi.Niyazi, bakma öyle yüzüme.Ya konuş, ya da konuş.
- Ya da?
Vay be Niyazi konuştu nihayet.
- Eeee, n’aber Niyazi?- Ben sana küstüm.-Niye?-Küstüm işte.-Barışalım mı?-Yok-Hadiiiiii-Yok dedim ya!- Peki. Bari neye küstüğünü söyle. Kıs şu televizyonun sesini. Ne diye açtın sonunakadar. Bu kaçıncı kez Kemal Sunal filmi seyrettiğin. Ezberledin hepsini. Ay! Yine midemtuttu benim!- Hapın nerede?- Çantamda- Çantan nerede?- Yatağın üstünde.
Kalktı çantamı getirdi. Birkaç dakika çantayı karıştırdıktan sonra nihayet hapı buldum.Etrafa bakındım odada su yok.Hiçbir şey demeden kalktı, mutfağa gitti, su getirdi.
- Canım ya! Teşekkür ederim. Ne arıyorsun?- Pantolonumu. Markete gideceğim.- Sahi mi? Ama önce balkondan bir bak bakalım, açık mı hala.Odadan çıktı, diğer odanın, balkona gitti. Gitmesiyle gelmesi bir oldu.- Market kapanmış. Hadi kalk gidiyoruz. Hazırlan.- Nereye?- İşkembeciye.- Anlamadım.- Anladın, anladın. Dönüşte çikolata da alırız.- Dondurma?- Sade olsun değil mi?- Eveeeeeet...- En son ne zaman gittin sen sinemaya?- Bilmiyorum ki Niyazi.- Gidelim mi dönüşte?- Bakarız.
Hazırlandık, yola çıktık. Hala bana neden küs olduğunu anlatmadı. Ben de sormaktanvazgeçtim. O bana küsmez ya! Biraz ihmal ettim onu. Naz yapıyor işte, naz.
‘’Bana bakar mısın’’ der gibi kolumdan tuttu ve yüzüme bakarak konuşmaya başladı,
- Sen neden bıraktın kendini bu kadar? Hayata küsmüş gibi bir halin var. En son ne
zaman şiir yazdın? Benimle en son ne zaman konuştun? Ne oldu içindeki yaşamasevincine?- Beni sorguya mı çekiyorsun Niyazi?- Sorguya çekmiyorum ama üzülüyorum işte. Eski Nurten’e, sana ne oldu?- İçimdeki aşk bitti Niyazi. Özlemlerim bitti. Beklentilerim bitti. Kocaman birboşluktayım sanki. Amaçsızım.- Biliyorum. Farkındayım. Ama unutma aşk bitmez. Hayat devam ediyor. Son günlerdeçok yoruldun. Biraz zaman tanı kendine. Her şey yoluna girer. Girecek. Girmeli.Dostlarını iyi seçmesini bil. İçindeki sese kulak ver. O yalan söylemez. Kendine zorla hiçbir şeyi kabul ettiremezsin. Ben sana ta işin başında dememiş miydim!
Ne demek istediğini gayet iyi anladım ama konu sadece o değildi. İçimdeki boşvermişliğe ben bile bir isim bulamıyorum. Hiçbir şeyden zevk alamaz oldum. Yalnızkalıyorum, sıkılıyorum. Kalabalığa giriyorum, yine sıkılıyorum. İçimdeki yalnızlığasıkılıyorum. Kendi yarattığım fırtınalarımda kendimi savuruyorum. Umurumda değil.İçimdeki heyecana ne oldu benim? En son kendim için ne zaman güzel bir şey yaptım?Ne kadar çok oturuyorum iş icabı masa başında ve ne çok sigara içiyorum. Mutsuzolmamı gerektirecek ne var? Bilmiyorum.! Bilmiyorum işte...
- Tamam Niyazi. Bak işkembeciye de geldik. Sen ne yersin?- Tuzlama. Bol sirkeli ve sarımsaklı. Yarım baş, bol kekikli. Bir tuzlama daha. Pul bibervardır değil mi?- Bir yarım baş daha?- Yok. Yeter.
Bugün ocağın on ikisi. Gündüz hava yazdan kalma gibiydi. Mevsimler de şaşırdı kendini.Ama şimdi dışarısı epey soğuk. İşkembeciye girdik. İçerisi sıcacık geldi. Kapıdan uzakbir masaya oturduk. Yemek kokuları iştahımızı körükledi. Garsona siparişlerimizi verdik.
- Hey! Nereye daldın yine?- Boş ver be Niyazi.
Acıkmışız. Pek bir şey konuşmadık yemek esnasında. Sarımsaklı sirke kasesini masadabıraktı garson.
- Yeter Niyazi. Biraz fazla olmadı mı o kadar pul biber ve sirke?- Sen fazla acı yeme. Bak miden yine ağrıyacak.
Bir rehavet çöktü yemekten sonra üstümüze. Ücreti ödeyip, bir avuç da karanfil alıpişkembeciden çıktık.
Sinemaya gitmekten vazgeçtik. On metreden sarımsak kokuyoruz.
Benim canım hala çikolata istiyor.
- Niyazi, mavi çikolata var mı?-Sen adam olmazsın.- Yok ya!- Niyazi, mavi çikolata var mı gerçekten? İşkembeden çikolata yapılsa nasıl olur?
Kendi kendine bir şeyler konuştuktan sonra: (ne dediğini duyamadım)
- Of! .. Of! .. Of! .. Var, var... Ama içi değil, ambalajı mavi olanlar var. Ambalajaaldanma. İçindeki maviye bak sen. Anladın mı beni? Anlatabildim mi? Duymuyor bile.Kimle konuşuyorum?
- Şimdi senin canın çikolata istemiyor mu Niyazi?- Hayır, istemiyor. Başka sorun?
Kolumdan tuttu, geri döndük. Köşe başındaki pastaneye girdik.
- Sakın ha Niyazi. Sok o sakızları cebine.-Sakız sesinden rahatsız oluyordun değil mi?- Evet.
Garsonlar birbirlerine bakıştılar. ‘’ Ne istiyorlar? '’ der gibi işaretleştiler.
- Ne yapıyorsun Niyazi?
Duymadı beni.Tezgahta duran dilimlenmiş yaş pastadan kocaman bir dilim aldı. İki lokmada bitirdi.Çatallar garsonun elinde kaldı.Niyazi’nin gözleri tezgahtaki tatlılarda.
- Gel şuraya oturalım.
Oturduk.Garson başımızda siparişleri bekliyor.
Niyazi, gayet rahat:- İki mavi aşure lütfen. İki de su. Dondurma var mı?
Garson, '' Mavi mi? '' diye sorarken, bir bana bir Niyazi'ye baktı şaşkın şaşkın.
Suna’m, sen bana Amerika’ya gel, demedin mi? Ben de gelirim dedim. Geldim işte.Elimde kazma kürek. Bahçeyi temizleyip çiçek ekecektik hani. Zar zor evini bulabildim.Buldum da ne oldu? İki saat kapıyı çaldım duyan olmadı. Ben de geldiğim gibi atladımuçağa İsveçe gittim.Ne yapacağım Türkiye’ye dönüp de birazcık tatil yapayım dedim. İyi demişim değil mi?
Handan’ın adresini yanıma almayı unutmuşum. Programda Handan yoktu ki. Şarjımbitene kadar telefon ettim, bizim hanım açmadı.Bugün herkesin sağırlığı üstünde.
Dövelim mi İnci Suna ile Handan’ı?İnci’den de ses yok. Al bir sağır daha.
Öyle bir kızdım öyle bir kızdım ki. Oturdum kaldırıma başladım ağlamaya.Hava da buz gibi soğuk. Her taraf bembeyaz, kar.Gelen geçen bir şeyler soruyor ama dil bilmem yol bilmem yordam bilmem. Dediklerihiçbir şeyi anlamıyorum.Yüzüm gözüm salya sümük.Dur dedim bari şu burnumu sileyim. Elimde mendili görünce, para istiyorum sandılarher halde, başladılar bozuk para atmaya.
Bir utandımBir utandımBir utandım.Tam üç kere utandım.
Karnım acıktı, el işaretiyle yemek nerede bulabilirim demeye çalıştım.Başladılar aralarında konuşmaya ve sonra da koşar adımlarla kaçtılar.Eyvah dedim şimdi polise haber verecekler. Casus sandılar beni.İyi de benim trafik cezam yok ki. Casus da değilim.Oturduğum yerde bakındım oturulmaz yazısı da yok.
Bir ağladımBir ağladımCık cık... Üç kere ağlamadım. İki buçuk kere ağladım.Buçuk mu nasıl oluyor?Tam içimi çekiyordum, orda kaldı. Bu yarım ağlama oluyor.Ana! Polis geliyor karşıdan. Yanında da o giden kadınlar.Ne olur ne olmaz paraları hemen sakladım. Dilencilikten bir de içeri atmasınlar.
Kalk ayağa dedi polis. Sadece el kol işaretlerinden anladım böyle dediğini.Ne zekiyim değil mi?Hemen kalktım.Ayağım sırt çantama takıldı kalkarken. Sırt çantamın kayışlarına dolandı kaldı. Kendimikurtarayım derken diğer ayağımla da pantolonumun paçasına bastım.Küt diye dosdoğru polisin kucağına düştüm.Ay bir de yakışıklı polis. Sorma. Mis gibi lahmacun kokuyor.Acı mı diye sordum. Anlamadılar.
Tarzanca, el kol hareketiyle acıyı ifade etmeye çalıştım. Bu arada da lahmacun yemeişaretleri yapıyorum.Lahmacunu açıyorum, içine yeşillikleri dolduruyorum. Güzelce kocaman bir de limonusıkıyorum.Yüz ve el işaretlerimden limon sıktığımı anladılar galiba. Yüzlerini ekşitip, dudaklarınıyaladılar.Acıkmışım.Adana, adana dedim. Var mı?I-ıh. Anlayan yok.Urfa da olur.Türkiş kebap.
Bu arada hala polisin kucağındayım.Polis de pek memnun halinden. Bırakmıyor bir türlü.Kadının biri koştu geldi, ayırdı bizi. Ayaklarımı söktüler dolandığım sırt çantasınınkayışlarından.Otur dedi polis.Oturdum.Bir işaretler yaptı.Kocaman açtım gözlerimi.Bir daha ayni işaretleri yaptı.Bir daha kocaman aptalca açtım gözlerimi. Bu arada ağzım da açılmış. Şapşal şapşalbakınıp duruyorum.Baktılar benle başa çıkamayacaklar, kocaman bir kesekâğı uzattılar bana.Meğer kokular buradan geliyormuş. Kocaman bir ekmek, arasında ne olduğunuanlamadım bir şeyler.Açlıktan gözlerim dönmüş. Ne olursa olsun içinde. Yiyeceğim.Ayran yok mu dememe kalmadı, bir kutu cola uzattılar.Laydı yok mu bunun?Anlamadılar.Ben de buldum da bunuyorum. Ye zıkkımlan işte.Acıya taktım ya kafayı.Pul biberiniz var mı? Ya da birazcık turşuKuru soğan olur mu dedi biri.Hem de Türkçe konuştu.Cebinden kocaman bir soğan çıkardı, yanıma çömeldi, bir yumrukta kırdı soğanı.Hemen cücüğünü kaptım, aldım elinden.Sarımsak da var, dedi.Yok dedim, kalsın.Adam seyyar manav sanki.Hadi sana afiyet olsun, dedi. Kalktı gitti. Kim olduğunu bile söylemedi.Hop hop hemşerim nereye yahu, beni gurbet ellerde bir başıma bırakıp gidiyor musun?‘Hayin yarHınzır yar.’Başladım türküler söylemeye.Ben kaldım yine İsveçlilerle baş başa.Başladım dövünmeye. Başladım ağlamaya. Hem de hıçkıra hıçkıra.Yatacak yer arıyorum sandılar herhalde kafama vurmamdan.Polis de pek nazik. Ben ağlıyorum o yüzümü gözümü siliyor. Şimdi bana otelbulacaklar.Telefon etti bir yerlere, iki dakika sora bir ambulans geldi.Önce korktular yanıma gelmeye ambulanstan inen beyaz gömlekli adamlar.
Sonra tuttular kollarımdan, arkadan bağlı bir gömlek giydirdiler bana.Ah kız Handan. Ne işler açtın başıma. Hele sen yok musun Suna. Alacağın olsun. Bütünbunlar senin başının altından çıkıyor...Esas kabahat Suna sende. Sağır suna. N’olurdu duysaydın o kapıyı çalışımı. Bunların hiçbiri gelmeyecekti başıma.
Şimdi size bunları hastaneden yazıyorum.Eyvah, elinde kocaman şırıngayla bir hemşire geliyor. Sımsıkı sarıldım pantolonumunkemer kısmına. Kalbura çevirecekler yoksa.Başladım tekmeler savurmaya sağa sola.
Birden biri omuzlarımdan tuttu. Ben itiyorum o çekiyor. O itiyor ben çekiyorum.Bir kova su attılar başımdan aşağı. Az daha boğuluyordum.Baktım Niyazi başucumda. Durmadan yüzüme vurup duruyor. Niyazi sen ne arıyorsun burada, çabuk kaç sana da iğne yapacaklar, diye başladımbağırmaya.Uyan uyan dedi.. Üsküdar’a geldik. Feride bizi bekliyor.At nerede, dedim.Ne atı, dediHani dedim atı alan Üsküdar’ı geçiyordu ya, işte o at.Denize düştü dedi.Deniz nerde, dedimMandalar içti, dediHadi canım, dedim, sen de yalancı. Mandalar tuzlu su içer mi?Bizim kasabada içerler, dedi.Bizim kasabada deniz yok ki.
Suna, dövsene şu Niyazi. Yaşına başına bakmadan benimle dalga geçiyor.Kalk dedi, dışarı çıkalım da sana bir adana ısmarlayayım. İki saatten beri adana, urfadiye tepinip duruyorsun yatakta. Önce hele otur bakayım. Kalk şu elini yüzünü de yıka.Pul biber var mı dedim.Taktı kafaya pul bibere, dedi.Handan nerde, dedimSunaya gitti, dediSuna nerde, dedimFeride ye gitti, dedi.Feride nerde, dedimİbo’ya gitti, dediİbo nerde, dedimAnkara’da, dedi.Hemen oturdum yatağa.Ankaramı dedin?EvetHadi biz de gidiyoruz.Olmaaaz, dediNeye, dedim.Sen yine boğulursun şimdi mavi şiirlerde. Götürmem seni Ankara’ya.Niyaziiiiiii çok konuşmaaaaaaaa. Bıktım senden.
Saat gecenin 02:30 unda otobüs Ankara’ya hareket etti. Evden 12.30 da çıktım.Servisti şuydu buydu derken nihayet yola koyulduk. Nasıl da yorgun ve uykusuzum. Birde beni otobüs çok tutar.Otobüse binmeden önce tutmasın diye bir hap aldım. Hap, tam uyku hapı.Otobüse bindim üç numaralı koltuğa oturdum. Oturduğumu hatırlıyorum da otobüs nezaman hareket etti bilmiyorum.Yanıma bir Rus kız oturdu. Çat pat Türkçe konuşuyor.Ne dediğini hiç hatırlamıyorum. Rüya görmeye başladım bile.Bir ara gözümü açtım baktım muavin başucumda. Kahve dağıtmış boşları topluyor.
- Abla uyuyorsun diye uyandırmadım, bir şey içer misin? Diye sordu.- Kahve alayım, dedim.
Plastik bardağa su doldurdu sonra hazır poşetler içinde neskafe verdi. Kahveyi suyadöktüm. Galiba karıştırdım da. Bir iki yudum aldım, ağzım yandı. Biraz soğusun diyebekledim. Ama bardağı da sımsıkı tutuyorum, düşmesin ve ya dökülmesin diye.Yanımdaki kız dürtükledi-Yaptın mı şimdi bu beğendiğini, dedi.Ne oldu dememe kalmadan kot pantolonunu gösterdi.Elimde kahve, ben gene uyumuşum. Kahveyi bir güzel kızın pantolonuna dökmüşüm.Plastik bardağı koltuğun önündeki tezgâha koydum.Tüh be, kahveyi bile içemedim.
Yarım saat ihtiyaç molası, diye bağırdı kulağımın dibinde muavin. Nedense hep benimyanımda bağırıyor bu adam da.Rus kızı yine beni dürtüklüyor.—Geçebilir miyim?Apar topar kendimi aşağıya attım.Bolu yakınlarında bir yermiş.İndim, salak salak dolaştım. Bir sigara içtim. Biraz kendime geldim.Tekrar otobüse bindim.Kız bana kötü kötü bakıyor. O zaman kızdan özür dilemediğimi hatırladım, özür diledimKızcağız gülümsedi.
Sağıma soluma bakındım.Sol tarafımdaki koltukta tek başına bir bey oturuyor. Nedense her gözümü açtığımdaadama baktım. Kıskandım mı ne, koltukta tek başına oturmasını. Hiç olmazsa kahvedökecek birileri yok yanında diye de düşündüm bir ara.Otobüsün hareket ettiğini fark edebildim bu sefer. Ana yola çıkmadan karşıdan gelenotobüslere baktı şoför ama önce biz mi çıktık yola o otobüsler mi geçti bilmiyorum.
Ankara’ya hoş geldiniz. Seyahat firmamızı seçtiğiniz için teşekkür ederiz.Muavin yine kulağımın dibinde konuşuyor
Otobüsün bagaj kapakları açılmış herkes çantasını, valizini alıyor.Baktım bir kırmızı çanta var. Bu benim çantam dedim aldım ve kenara geçtim.Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayacağım da. Bir ayılabilsem.
Sol tarafımda bir adam belirdi. Hani şaka olsun diye sol tarafta durulur da sağ omuzavurulur ya ters yöne baktırmak için. Aynen öyle oldu.Biri sağ omzuma dokundu. Sağa baktım kimse yok. Kendi etrafımda bir tur attım. Soltarafımda adamla yüz yüze geldim.Yüzü hiç yabancı değil.Tanıyorum adamı.—Hanım efendi bu çanta sizin mi, dedi.
Aaaa dedim. Bu bizi İbo olmalı. Kendisini resimlerinden tanıyorum. Şahsen hiçgörüşmedik. Benden önce gelmiş otogara ve bana şaka yapıyor. Dikkatli dikkatli deadamın yüzüne bakıyorum. Dedim ya adam yabancı değil. İbo’ya hem benziyor hembenzemiyor. İbo’nun son resminde bıyıkları vardı. Bu bıyıksız. Herhalde bıyıklarını kesti,dedim.İbo iri yarı yakışıklı bir adam. Bu birazcık yağmurda çekmiş İbo taklidi.
Adam bir daha sordu. Suratına aptal aptal bakışımdan ne dediğini anlamadım sandı herhalde.-Hanım efendi, size soruyorum, bu kırmızı çanta sizin mi?
Vay be İbo dedim içimden. Gelmiş de bana şaka yapıyor.
İçimde bir tereddüt var ama sen İbo’musun diye de soramıyorum.
Adama hiçbir şey demedim. Buraya geldiğimi bir İbo biliyor, ondan başkası olamazdedim...
Kocaman açtım kollarımı adama sarılacağım. Üstüne üstüne yürüdüm.
İboooooo… Sen misin? Dedim.
Kollarım havada kaldıAdam göğsümün ortasından beni geri itti.
Ben bir daha adama sarılmak için kollarımı açtım. Vazgeçer miyim hiç. Bu seferkaçamazsın İbo. Sarılacağım sana dedim. Adama hücum ettim. Adam bir daha beni itti.
İşte tam o anda uyandım. Ne yapıyorsun sen dedim, kendi kendime.
-Evet, benim çantam, dedim.-Hayır, dedi, benim çantam.Hayır, dedim, benim çantam. Bak kırmızı işte.Gel muavine gidelim, dedi. Bagaj fişinizi verir misiniz?Neyse, beş dakika çantamda fiş aradıktan sonra buldum.Muavine uzattım, baktı-Sizin çantanız şu karşıdaki, dedi. Bir kırmızı çantayı işaret ederek.
Bir kırmızı çanta daha varmış. Ne bileyim ben.Kös kös çantamı aldım ve başladım kendi kendime gülmeye.
Ulan adam, kendi kendime konuşmaya başladım, hazır kadın sana kollarını açmış,sarılacak, ne diye itekleyip durursun?Biraz sesli mi konuştum ne etraftakilerde bana bakıp gülmeye başladılar.
Sonradan fark ettim. Şu sarılmak istediğim adam var ya, hani bana hiç yabancıgelmeyen, hani bıraksalar salya sümük öpeceğim meğer sağ tarafımdaki koltukta tekbaşına oturuyor diye kıskandığım adammış.Eee suç benim mi? Bütün yol boyunca üç kere açtım gözümü üçünde de adamı gördüm.
İbo’mu? Geldi, geldi. Tam resimdekine benziyor. Hikâyeyi ona da anlattım.Şimdi sen İbo’sun değil mi, dedim. Sütten ağzı yananın üfleyerek yoğurt yemesi gibi.Benim annem, dedi. Tanımadın mı? İyi dedim, gel o zaman sarılayım sana.
Dönüşte bunları Niyazi’ye anlattım. Yerlerde sere serpe sürünüyor. Karnını tutuyorgülmekten.
—Hadi bir kahve içelim mi? Yeter bu kadar güldüğün.—Sen bana sarılmadın ama.Velet, ne olacak...
17 veya 20 bin civarında şairin ve şiirin “tozu dumana kattığı” bir sanal ortamdatanıştım Nurten ALTINOK’ la… Bilgisayar ortamında tanışmak nasılsa öyle işte… “HuzurLimanı” isimli bir kitap yayınladığını öğrenmiştim. Adresimi verdim, istedim “HuzurLimanı” nı. Bir de baktım ki ertesi gün kitap kargodan elime tutuşturuldu. Hementelefonuna mesaj attım.Dedim (dost, “HUZUR LİMANI” kitabınızı aldım.)
Nurten Altınok’ u yemin ederim ki, tanımam! Ne sesini duydum, ne tokalaştım; kimdir,necidir, nasıldır inanın bilmem…Bana gönderdiği kitabını okuyunca sanki onunla yıllarcatanışıyormuşum gibi geldi bana…
Nasıl olur dedim? Bu şair kim? Bugüne kadar neden farkına varamadım diye de kendimisorguladım.
Kitabını bir çırpıda okudum. Anladım ki o bir “IRMAK ŞAİRİ…”
“Irmak Şairi” de nedir diye sorarsanız, “şiirleri-mısraları su gibi akan”, “bir çırpıdaokunan” demek oluyor. Sakın ola, “Allah, Allah; böyle bir şiir akımı mı var ki? ” diyesormayın bana. Bana göre var. İşte, o “bana göre” isimlendirdiğim akımınmensuplarından birisi Altınok… “IRMAK ŞAİRİ…”
Eserinin ve eserindeki şiirlerinin analizine geçmeden peşinen şunu söylemeliyim: Benbir Tv veya radyo program yapımcısı yada DJ olsam, Nurten Altınok’ un bu kitabınıelimden düşürmem. Maşallah o işleri yapanlar Ümit Yaşar Oğuzcan, Nazım Hikmet vbustaların eserlerinden başkasını görmüyorlar ya; neyse… Varsınlar, bir de “HuzurLimanı” nı okusunlar diyeceğim.
Kimdir bu eseri yazan? Yaşam öyküsü nedir?
Eserin arka kapağında “şiirsel bir söylem” den öğrendim merak ettiklerimi. Eserin arkakapağında yazılanlar “net” ortamındaki tanıtım yazısıyla aynıydı ve şöyle diyordu:
“BU BENİM İŞTE
Yunanistan’ ın Gümülcine kasabasında doğmuşumYıl 1950 günlerden hıdrellezin 76’ sı CumartesiÖyle kaydetmiş babamHasan, babamın adıUcu katlanmış, sararmış bir kitap kokusuTemmuzun 22’si…
Bizim soyadımız yok ki!Bu da azınlık olmanın kaderi…”
İşte bu noktada biraz durdum.” 22 Temmuz 1950 Gümülcine doğumlu Nurten Hasan,baba adı Hasan…Çünkü “azınlık” olmanın kaderini yaşadığını açıkça ifade ediyor” dedim.Yanımda, yakınımda olsaydı Nurten Altınok, “Asla azınlık değilsiniz. Oralar bizim! Bizimeller! ! ” der ve ağlardım mazlum millet olmanın kaderi üstüne…
Ağladım da…
Sonra…
Sonrası şu, okudum o şiirsel söylemi, öğrendim nerede okumuş, ilk şiir ödülünü neredealmış, şiirleri nerede yayınlanmış ve hangi rumuzla? …
Ardından,
1970’ de Türkiye’ye geldiğini İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduğunu, evlendiğini,“Özlem ve Onur” adında iki evladının olduğunu, İstanbul Avcılar’ da (Şu depreminvurduğu can evimizde) oturduğunu, şimdilerdeyse serbest “mimarlık” yapıp benim gibişiir işçiliği yaptığını bir güzelce öğrendim…
Ve girdim “Huzur Limanı” na…
Serde “huzur” aramak var ya…Girdiğime pişman oldum desem yeri… Benim gibi limanı“deli fişek” bulutlarla dopdolu bir şairdi karşımdaki… Okudum şiirlerini, çevirdim kitabınarka kapağını resmine baktım.
Okudum ve baktım… Haberi bile yoktu… Okudukça konuştum onunla… Konuştum sayınNurten Altınok’ la…
Dedim ki:
Önce “negatiften” başladım.
Dedim ona, “keşke şu şiirlerin altına “tarih” yazmasaydın! Yazmasaydın be dost! Gözümkaçıyor işte… Aynı gün mü yazmış diye sorguluyor aklım… Madem tarih düşeceksin,kendi “cönk”ünde- kendi yazdığın defterde-çok özelinde- bulunsaydı ve okuyucubilmeseydi…
Şiirinin ağırlığı o tarihlerle kayboluyor. Evet, yürek gümbürtünü duyuyorum, ama şiirbir günde “birkaç tane yazılacak” kadar “kolay” olmamalı. Dostlarımdan birisi Ankara’da çok ünlü bir “prof” u anlatmıştı, Keçiören’ den Kızılay’a gelene dek otobüste üç-dörtşiir yazarmış diye.. O geldi aklıma…
Var sen ne yap biliyor musun, o tarihleri alt alta yaz ve şiirin ana “tema” sına bir göz athele…
Zira “şiir “ başka, bana göre, “manzume” başka…Hadi seninkiler ölçülü-uyaklı-ayaklı değil, yani “manzume” değil diyelim, sonra;İngiltere’ de dost bir şair kardeşim var, adı Bülent Özcan, geçen gün telefonlakonuştuk. Dedi ki. “İngiltere’ de şiir okulları açıldı. Adamlar gazetelere ilanlar veriyorlar.
Şiir nasıl yazılır, ünlü bir şair olmak ister misiniz? ” diye dedi Ve ekledi, “burada, adamcebine yığınlarca “imge”, cümle, mısra, sözcük doldurmuş, “şans-talih-kısmet” gibiçekiyor ve arkasına tümceyi ekliyor, ona da şiir diyorlar” dedi.
Senin tarih yazmandan “negatif” bakışımla bu geldi aklıma, “Hayır! Olamaz! Olmamalı!” dedim. İyi ki demişim. “Huzur Limanı” nı okumaya devam ettim. Okudukça “HasŞiirin” limanına demir attığımı anladım.
Tamam “samimi” olmak ve “doğru” olmak adına tarih yazmış olabilirsiniz, lâkin, “birkelime kuyumculuğu olan şiir” i “gönül hazinenizde biraz mayalandırıp” öyle sunmanız,o’ nun üzerinde hassasiyetle durmanız gerekmez mi? Sanki Özlem ve Onur hemen mibüyüdüler? Neler çektiniz onların elinden, neler; düşünün hele… Şiir de şairin çocuklarıdeğil mi? ... Şair, en büyük ve en kutsal doğurganlardan birisi değil mi? Anadır şair.Evlatlarını kollayıp gözetmek ve onları beslemek, giydirmek, giyindirmek, aç-açıktabırakmamak mecburiyetindedir. Siz bunu benden daha iyi bilirsiniz…
Ancak, bugüne dek tanıdığım tüm “IRMAK ŞAİRLERİ” nde aynı özelliği gördüm….
Tıpkı bizim “OZAN” lar gibi. Sazın ile çal ve söyle…
Ben de sıklıkla yapıyorum onu ya, neyse…
N’olur bir daha tarih yazmayın kitaplarda şiir altlarına. O size “özel” kalsın…
Hakkınızda bir araştırma yapan kişi olursa ona verin “cönk”leri-el yazmalarını,; Tarihlerio bilsin ki, ne gibi “duygu fırtınalarını yaşadığınızı” yorumlasın, yazsın…
İkinci, üçüncü konular çok basit.Bunlar “fiziksel inceleme” sadece.
Unutmayın dost, matbaada her forma 16 sayfadır. Matbaalar “forma üzerine işyaparlar, ona göre fiyat verirler.” Huzur Limanı 146 sayfa… Bir forma matbaacılıkta 16sayfadır. 146 bölü 16 eşittir 9 forma artı 2 sayfa yapar. Bu da kitabı pahalıya “malettiğinizin” ilanıdır. Demem o ki, “ikinci emekliliği” düşünmeden, şu “forma” işini gözönünde tutsanız bir daha ki kitapta… 16 ile bölünen sayfalarla kitabınızı oluştursanız.
Önsöz yok… İçindekiler yok…
Kendi kendime de “Ya senin ilk kitabın nasıldı be adam? ” diye soramadan daedemiyorum. Bunlar, maalesef “dumanı üstünde ilk kitap heyecanı” ile yapılan“ihmaller.” Zaten ünlü şairlerimizden çoğu da ilk yayınladıkları kitapları “benim değil”diye “inkâr” etmediler mi?
Ancak, sizin böyle bir yolu tercih etmenize gerek yok, “ırmak şairi” dostum… Şiirlerinizçoğunluğu “hakiki şiir”…
Şiirlerinizin analizine gelince dost, şiirin şair sayısı kadar, hattâ yer yüzündeki insansayısı kadar tarifi vardır. Sen şiire nereden ve nasıl bakarsan, şiirde sana oradan, oşekilde bakar. “Irmak Şairi”siniz dedim, dedim ya birazcık da bu “ekol” ün yapısınadeğindikten sonra, sizin şiirlerinizin ruh kökünü değerlendirmeye çalışalım, olmaz mı?
Günümüz Türk Şiirinde herhangi bir ölçü veya vezne bağlı kalmadan, mısraları, suyun
dalgaları gibi, suyun – ırmağın kendi mecrasında doğal akışı gibi dokuyan, asla birduraksama ve zorlama-akışta bir mania ile karşılaşması bulunmayan, adeta “sözcüksihirbazlığı” yapan şairlerin izlediği yola ve metoda bu ismi koydum ben. Dış alemikendi iç alemine doldurup, yerinde yaptığı muhteşem teşbihler ve iç ahenklesüsledikten sonra güzelim şiiri doğuranlar, işte “ırmak şairleri” onlar. Bazen de içdünyalarını dış dünyanın sırtına yüklerler acımasızca. Bölüm başlarında veya sonlarında“şah beyit-en büyük vurgulamalardan” asla kaçınmazlar. Şiir örgülerinin can damarıdıroraları. Gizli ses benzeşimlerini orada sergilerler. Sade ve yalın, fakat sihirli birsöylemleri vardır. Sanki, söylenmemişi söylemek için bir koşuda gibidirler.Sanatkârlıkları söylenmemişi söylemedeki becerileriyle özdeştir. Bu “ekol”e mensupşairlerin bir bölümü de sadece bölüm başlarında büyük harf kullanırlar, mısrabaşlarında büyük harf kullanmazlar. Kimileri de dilimizdeki “inceltme” işaretleriyle,noktalama işaretlerine bile karşı durmuşlardır. “garip üçlüsü”nden bu yana gelişen şiirkuşağımızın yeni renkleridir onlar.
Bu akımın bazı vazgeçilmezlerini şahsen ben tasvip etmiyorum. Noktalama işaretleri vebüyük harf gibi konularda ki tutumlarını mesela…Ama olsun, gene de onları okuyor,yakından da izlemeye çalışıyorum.
“Huzur Limanı” kitabında şair Nurten ALTINOK, ırmak şairleri arasında bana en yakınıdiyebilirim.
İnce bir hüzün, gecenin efsunkâr kara gözleri, yalnızlığın fırtınalı girdabı ve ölümüne,inadına sevda… Sabahtan akşama dek bir koşturmaca içinde çırpınan şair ruhu, kendisığınağı olan şiirinin limanına girince, bulutun ağlaması benzeri sarılır mısralara, atarkendini iç dehlizlerinin dönüp duran uçurumlarına. Kendinde kendi olunca da yazmayabaşlar kalemi. Altınok bu işte… “beynimdeki kalabalığı sabahtan kiraladım” der “kirli birçıkın gibi zaman sandıkta naftalin kokan” dediğinde de sevgisini-aşkını-bitimsiztutkusunu özler ve ona, “unutma beni göz yaşın olayım” diye de seslenir. “Saatler yinedört sıfır” olmuştur ve bu saatlerde “geçmişe açılan kapılar aralandıkça, sessizce bir şaircan verir” onda…Zira, “özel rüyalar gibi gelen, gönlüne akran, gözüne yaşıt, sevdasınaeşit, yalan içinde yalanı” olan, “başının en büyük belâsı” sevdiğiyle baş başadır osaatlerde. Sevdiği dağlar ardında, ötelerin ötesinde olsa da; can evinin içindedir şairin.Konuşur, dertleşir bir güzel…
Altınok’ un şiirinin değişmezlerine gelince: İnce bir hüzün, gecenin efsunkâr karagözleri, yalnızlığın fırtınalı girdabı ve ölümüne, inadına sevdadır demiştik. Baştan, bazıörnekler verelim:
“Neden Gittin” şiirinde:
“Öyle olsun, hadi git…Korkular pes etti zavallı karanlığımdaMum ışığındaKanadı kırık bir pervaneYalnızlığımı yazıyor gözyaşlarıyla..”……..
“Bekçi ağzında düdükSesi gecede büyük bir delik….her düdük sesinde balkona çıkıyorumsen mi geldin? ”
“………………………Sıcaklığını kundakladığım sabah ezanlarında… KALGidiyor musun?Sensizliğin asılı bir gerdanlık gibi boynumda… KAL……………………….Ve karanlığın iki eli boynumdaBoğdu boğacakKocaman gözlerimde korkular çaresizTitreyen ellerimde yüreğimKapım ağlıyor
“Yine yalnız geceleri oynuyorum kaderimle baş başaYine sessizliği / parçalarcasına / bu kaçıncıYine sen-siz-liği… ah! tutamadığım………………………..Zaman oyunu bizden yana kullanırAmorti gibi sığındığımız mutluluk………………………..Suskunluğum alaboraSabahlara sürgün gözlerimdeKör olmuşumBulutlar ağlıyor bak yıldız kaymalarında……………………….”
Sanırım bu birkaç örnek yeterlidir düşüncelerimizi sunmaya.
Ahmet Haşim kişiliğinin gecede sancılanarak şiirsel hıçkırık ve iç çağrılarının iz düşümüyok mu bu okuduklarımızda? Var elbette. İşte “Irmak şairleri” nin çıkış noktalarındanbirisi bu nokta. Altınok’ da aynı yolu izlemekte. Haşim, kendince “çirkin ve kara” saydığıyüzü sebebiyle alaca karanlıktan itibaren tüm geceyi limanı sayardı. Kaçışlarının sonnoktası gecenin kara- zifiri örtüsüydü.
Kardelenler ve günaydınlarla, eşine-işine ve yavrularına bağlı bir şair yüreği de o ışıltılı-pırıltılı-sevinçli vede bir o kadar da yorgunluk dolu saatler sonrasında kendi tünelinegirivermektedir. O tünel, çağrılarla ve haykırışlarla dopdoludur Nurten’ de…O tüneldeyapayalnızdır. Zaman, elbette geçecektir ama, yüreği rüzgârlara takılmıştır uçupgitmededir.Dilinden ses çıkmaz, suskundur fakat, canhıraş feryatlar içindedir.
“Ayaz gecelerde üstümde gök ölüyorYalnızlığım yağıyor ayaklarımaKapatıp ellerimle yüzümü geceye inatKaranlıktan korkmuyorum / ağlamıyorumÖlüm kolay ayrılıktan”
Diyen Altınok, ağlamıyorum dese de öyle güzel ağlayan bir şair ki… Çocuklar gibiağlıyor hem de… Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk benzeri yani… Hasretin şairi olanbir gönül bu tür kıvranır ikilemlerde… Ruhunun gel-gitlerini geceye inat elleriyle yüzünükapatarak gizlemeye çalışır. Çünkü ağlıyordur, için için ağlıyordur…
Esasında ağlayan-acı çeken yüreklerden fışkırır şiirin hası… Bal-kaymak tasında eliolanın kaleminden ne mısralar dökülür ki diye düşünmüşümdür hep…Çile içten arıtırmısra kuyumcusunu. Gözyaşı rahatlığıdır. Göz bulutları yanaklarından aşağıya damladamla süzüldüğünde, içi ve dışı ışıltılarla dolar…
“Hep çoğul yaşadım seninleBir gözümde ben baktım, diğerinde senBen yattım karanlıklarda, uyandım büsbütün senBir gün ben yaşadım bedenimdeBir gün sen attın yüreğimdeNasıl kıyarım sana söylesene
Seni nasıl sürüklerim bitmeyen gecelereDedim ya, tek olsam iş kolayÖlmek işten bile değilAh! İçimde sen varsınSen varsın…Sen…”
Diyerek şahane bir “altın vuruş” yapar Altınok…
Gecelerde bilemezsiniz suyun feryadını. Bir fotoğraf seyreder gibi bakmayın sulara. İninırmak kıyısına yada deniz kıyısına, duyun çağrısını suyun, işitin kumsallara yapışanfiganını. Korkmayın o size sizden yakındır. Hem o boynunuza taktığınız en güzelincilerin de su diplerinden çıkarıldığını bilin. Gecelerin şairi Nurten Altınok, “altın vuruş”şiirinde de bu tutkularından kurtulamıyor bir türlü… Ve ekliyor:
“Çeker giderim gecenin bir kuytusundaÖlüm kolay ayrılıktan………………………”
Geceler, yalnızlığın emzirildiği zaman anası… Ölümün usul usul ıslık çalarak geldiğizaman dilimleridir. Karanlık hep ölümü anımsatır şaire… Ölüm ise ayrılıktan kolay.Ölmek basit, ayrılık zor… Ölmek, son nefesi vermekle, ayrılık ise araya zaman vemesafe koymakla oluşur. Ölüm, tasavvuf şiirimizin ana teması. Ayrılık, halk şiirimizintemeli. Yunus Emre, ölümle ahirete ve ezel-ebed sevgiliye kavuşacağını söylerdi.Mevlâna, ölümü “şeb-i arus yani düğün gecesi olarak tariflerdi. Abdülhak Hamit’in“Makber” iyle ölüme isyan başlamıştır diyebiliriz. Peyami Safa, Necip Fazıl ve AhmetHamdi Tanpınar, insanı ve ölümü metafizik açıdan yorumlamışlardır. Cahit Sıtkı veOrhan Veli, ölümü düşünmek yerine “yaşanılan an” dan faydalanmayı yeğlemişlerdi.Ölüme bir çare bulanamayacağına göre, yaşama zevkini doya doya tatmak gerekirdi.
Huzur Limanı şairi Nurten Altınok, çaresi bulunmayan ölümün son bir nefesi vermeklekolay olacağını, (çaresizliğin kolay olduğunu) bilmekte ve ayrılığın ölümden zor, fakatbir çaresinin olduğunu, o çarenin de sevgilinin gelmesiyle- hasretin sona ermesiyleoluşacağının farkındadır.
Cahit Sıtkı ve Orhan Veli son derece açık, sade ve yalın üslupla şiirlerini kalemealmışlardır. Yaşanılan hayatın net bir fotoğrafını çekip sunmuşlardır. Sunumlarını teşbih,istiare ve mecaz gibi edebi sanatlarla süsleyip değiştirmemişlerdir. Yaşadıkları dünyayıpek sevmeyen Divan Edebiyatı şairlerimiz ise, yaşantılarını baş vurdukları edebisanatlarla masal haline getirmişlerdir. Teşbih sanatının pırlanta kelimesi “gibi-kadar”kelimeleridir. Benim “ırmak şairleri” adını verdiğim, günümüz Türk Edebiyatındakişairler, “gibi ve kadar” kelimelerini kaldırmışlar, iç alemleriyle dış evreniharmanlamışlar, birbiri üzerine bindirmişlerdir.
Nurten Altınok’un iki şiiri dikkatimi çekti. Bunlardan birisi ayrılığı anlatan ve AnkaraDiyarbakır seferini yaparken şehit düşen 34 erimizin anısına yazdığı “Analar Ağlamasın”başlıklı şiiri, ötekisi de gene bir ayrılığın sonucuna nokta koyan rahmetli babasına“Babam Ben Geldim” diye seslendiği şiiri. Her ikisinde de Altınok, yüreğinikonuşturmuş. Öyle samimi ve öyle sıcak ki… Babasının kabrini ziyaretinde;
Erik ağacının altındayımBurası çok kalabalık be babamBir o kadar da sessizYaban otlarını ayıkladımGüllerin çiçek açmamışBelki zamanı değilBiraz su döktümMezar taşını okşadımSaçın gibi bembeyazBiliyor musun……………………Ben seni çok özledim be babam” der.
“Cennet mekânın olsun” dediği babasıyla arasında geçen tatlı zamanları anımsar önce.Şakalaşmalarını, “Kocaman kızım” deyişini, kahvenin önünde sandalyede oturuşunu,peynirle karışık lehim kokusunu, deri kasketini bir bir hatırlar. Babasına “anam iyimerak etme, kardeşimle kalıyor” der ve kendi çocukları olan Özlem ve Onur’ dan haberverir. Sonra da şair, “bu aralar kafam karışık biraz” baba, dedikten sonra, kendi içdünyasına sarılır. Rahmetli babasına benzeyen, aynı kasketi giyen, iki elinde iki poşetolan bir adamın peşinden koştuğunu, yolunu kesip yüzüne baktığını belirtir. Ne yazık kibabası kabirdedir. Ve “hastanede olduğu gibi kuru ekmekleri ıslatır balkona koyar vekuşlarla konuşur. Kuşların “çoktandır gözükmüyor, nerede” sorusuna cevap veremez,hiçbir şey diyemez. Bir torba yem alır çınar altındaki kumrulara-güvercinlere döker.Bayram şekeri almaya gelen çocukların sorusu karşısında suskundur.. Özetle şair,babasına bırakıp gittiği çevrenin fotoğrafını ince bir elemle takdim eder… Elemi,babasını çok özlemesinden kaynaklanır. Geri dönülmez ayrılıktan…
Mistik şiirde “fanilik gömleği” insan ve doğanın üzerinde sürekli durur. Ve “fani,fenadır.” Bu alem geçicidir. Dünya misafirhane, insan baş koltukta, ölümü bekleyenkonuktur. Huzur Limanı şairinde, ölüm bir gerçektir, ancak, hayat devam etmektedir.Kuşuyla, ağacıyla, çocuğuyla…
Nurten Altınok, “Analar Ağlamasın” şiirinde, “En büyük asker bizim asker / Askergidecek geri gelecek” diye davullu zurnalı alaylarla “asker uğurlama” geleneğimizlesöze çok güzel girmiş. Gözlerinden kor bir ateşin, bağrının ortasına kor alev olarakçöreklendiği suskun bir ananın, askere uğurlanan oğlunun boynuna sarılırken;
“-Aman ha oğulSakın üşütmeSırtın açık kalmasınAyağın yalın-“ şeklinde fısıldamasını, “genizlerine kadar çektiği, halâ / Dünkü bebeğininkokusu / Mis kokusu..” söylemiyle doruk noktaya çıkarır. Ana ile oğulun bu esnadakonuşmalarını sıralar şair. İçi titreyen, avuçları terleyen, yiğidim, canım diyerek,dualarla oğluna sarılan anasına oğlun üzme kendini, vatan borcudur bu, şunun şurasınedir ki, gider gelirim deyişini anlatır ve oğulun içini bulut gibi boşaltır mısralara:
“Sen değil miydin şarkılarında çoğu zamanAsker yolu beklediğinGünü güne eklediğinSen değil miydinVatan borcu can borcu dediğinSen değil miydin ta ninnilerimde
Asker oğlum diye sevdiğinHudut kapılarını sen öğretmedin mi banaSen öğretmedin mi banaŞehit düşecek kadar bu vatanı sevmeyiBilirim hasret yakıyor içiniResimler gönderirim anamSelama durmuş askerinÇakı gibiGururla duvarına asacağınBağrına basacağın…”
Ve oğul askerdedir, nöbettedir. Özlemiştir anasını, sıcak çorbasını. Babasını,kardeşlerini, yeğenlerini; tabii ki nazlısını da… Terhis vaktidir. “Terhis oldum anam /Geliyorum / Geliyorum / Boynuna sarılmaya” diye Mehmetçik, “Bu gün çok kalabalıkolmalı evimiz / özlemlerle düştüm yollara / özlemlerimi yükledim de demir kanatlara /Geliyorum / Uçuyorum / Uçuyorum anam..” der. Ne yazık ki, özlemlerini yüklediği çelikkanatlar, onları taşıyamamıştır ve Mehmetçiklerin tabutlarını götürmüştür evlerine.Asker, anasına;
“…………………………Son mektupta kendimi postaladım sanaÇivilenmiş bir tabuttaBedenimÖzlemlerimSöyleyemediğim şarkılarımla…Çivilediler beni anaSonra, bir al bayrağa sardılar
Allı pullu bir yazma almıştım sanaHer saçını bağladığındaHer özlem çöktüğünde bağrınaSilersin diye gözyaşlarını bir ucuylaBugün onu bağla saçına anaKusura bakmaNe bilirdim ben olacağımı yazmanaİlk düşecek acı damla
Ağlama anamAnam ağlamaÖzlemlerim bulutlara takıldıEllerim yıldızlaraYüreğim,Ah,YüreğimYüreğim rüzgarlara takıldı…” diye seslenir. Nurten Altınok’ un bu şiirini kime okudumsayüzü- gözü ağlamaklı oldu, tutamadı göz yaşlarını. Sanki ben okurken, tutabildim miki? ... Ben de ağladım, ağladım…
Kimileri, şiirin asli görevinin göz yaşı ve hıçkırık taşımak olduğunu söyler. Gurbet vehüzün, bizim Anadolu insanının bitimsiz beslenme kaynağıdır. Kimileri de, mısra işçisiolan şairin, şiirinde misal olarak, bir elmanın yenilişini mi anlatıyor, şiiri okuyan dişlerinigeçirdiğini hissetmeli der. Nurten Altınok, ruh girdabındaki hüznü, dış dünyanın
unsurlarıyla boyar sanki… Önce ana tema’nın etrafında birkaç tur atar, sonra, bir şahinedasıyla-hızla kendi yüreğini avuçlarına alarak, tema’nın ortasına dalar. Yüreğiniteninden çıkarmakta zorlanırsa, çoğu şiirlerinde olduğu gibi parmak uçlarını vetırnaklarını geçirir yüreğine ve öyle alır avuçlarına. Bu hareketi, acıyı önce kendi canevinde çiçeklendirmek, hissetmek için yapar..
Huzur Limanı kitabında şair, gece, yıldızlar, kor ateş, bulutlar, deniz, kapı, zaman,ayrılık elinden yanıktır ve kimi zaman da dertlenip içki içer. Sarılır kadehlere… Bir“sevda depremi” yaşayan gönül düşer yollara…Fırtına, lodos ve yağmurlu yolculuklarısever. Kanadı kırık martılarla ağıt yakar kaderine. Kalbiyle beyninin savaşının arasındakalır.
Irmak Şairi Nurten Altınok’ u bu güzel eserinden dolayı kutluyorum. O, şiir dünAmızdaparlayan bir yıldızdır. Şiir dünyamızı “Kurtlar Sofrası” na benzetir ve;
“Bir nefeslik satır ayırın bana daBir diz bükümü oturmalık yerGeliyorum, ister;Tanrı misafiri deyin, ister;Kul hakkımKalemime düştü duygularımBen, sevdayımBen, şiirimBen, şarkıyımKurtlar sofrasında ben de varım…” deyiverir. O, gelmiş ve gönül meclisinde, mısraustalığı masasında yerini almış bir şairdir. Her ne kadar;
“Boş ver… bu BEN’ imBu kavga benim…Kimse okumasa da yazdıklarımıEşe, dosta veririm…” diyerek, şiirinin ve kitabının kaderini çizmeye çalışsa da, bumısralar artık o’ nun değil, bütün duygu dünyasının, edebiyat aleminin malıdır. Evet,imza o’ nun, ancak, şiiri görevini yapacak ve nice yüreklerde gümbürdeyecek,gözlerden yaş akıtacak, hasret trenlerinde okunacaktır.
Temmuz 2001’ de İstanbul’ da yayınlanan Huzur Limanı isimli bu eseri, bütün dostlaratavsiye ediyorum. Kitap isteme adresi şöyle:
Gelir de günArdına döner bakarsınBuhar olup uçmuş gibidir yaşananlarBir damla suda oysa can bulunca anılarDüşer avuçlarına dünYanarsın
Tekilden çoğula koşmanın heyecanıdırSarar her yanınıÇoğuldan tekile ulaşmanın kasvetiKırar kolunu kanadınıBir kısır döngüdür işte yaşamakSevmişsindirO kadını ya da adamıÂşık bile olmuşsundurO nerdedir şimdi kim bilirSen nerdesinAnarsın
Hülyalarımız vardı bizim deAç anılarını tazeleNeler kalmış bir ömürden geriyeSevinçler midir hatırlananAcılar mıdır daha fazla yıpratanAğlarsın
Tek şey vardır unutulmayanİlklerin telaşıSeneler tüketse bile umutlarıOnu yaşamanın heyecanıAnlarsın
Ve geceler vardıAh o gecelerNasıl da büyürdü sana inatNasıl da uzardı hınzırcasınaHele bir de kalmışsan tek başınaNasıl da dillenirdi şarkılar notalardaBurcu burcu yediveren kokularlaHer tarafını karabasan keserKaçarsın
Gel de ağlamaGel de yanmaGel de küfretme şu yalan dünyaya
Ve geceler vardıAh o gecelerNasıl da kısalırdı sana inatAşkın doruğunda yakalandığındaSözler yitirirdi anlamını yürek atışlarındaTek renge dönüşürdü bedende ateşin gölgesiTek heceye lügatsiz kelimelerSusarsın
Yârin koynunda olmak vardı şimdiVe de…Ah!
Uzun gecelerde çakırkeyif molalar vardıHan da sendin, hancı daSohbetler vardı uzun gecelerdeSevmek vardıSevilmek vardıPaylaşabilmek miydi bir gerçeğiKanarsın
Yârin koynunda üşümek vardı şimdiVe de…Ah!
Gelir de günArdına döner bakarsınBuhar olup uçmuş gibidir yaşananlarBir damla suda kıyametler koparDüşer avuçlarına dünYanarsın
Uzun gecelerin diyet sabahı vardı yarınaHer sabahın bir umut horozuHele bir yarın olsun!Hele…
Ne çok merak etmiştim seniNerdeydinKimleydinNasıldın'' Bir resmin bile yoktu elimdeEfkarlı gecelerimdeHaniDalıp dalıp gidilir ya hülyalaraHaniSaatler durur yaİşte o andaGözlerini özlediğimde
Bir resmin bile yoktu elimdeÖpemediğimKoklayamadığımKonuşamadığım ''
Düşüveriyor sonra kalem dizelere
Ne çok merak etmiştim seniNe çok özlemiştimNe çok beklemiştim
Aramışsın beni yıllarcaHani tesadüfen karşılaşmıştık yaBeşiktaş'ta bir günYıllar sonraHani sarılmıştın ya boynumaÖyle demiştin:- Çok aradım seni nerdeydin?Öyle demiştim:Sen nerdeydin?
Tutup yakasım geliyor dünyayı zaman zamanBunca kirliliği bunca pisliği barıdırdırdığı içinTutup yıkasım geliyor bulutları zaman zamanBöyle pisliklere gölge böyle pisliklere su oldukları için
Çocuklara dokunmayınNe olur!
Lağım kokan ellerinizde boğulsun nefesiniz...
Nurten Altınok
14.06.14
Pislik
Tutup yakmak geliyor içimden dünyayıBunca kirliliği bunca pisliği barındırdığı içinTutup parçalamak geçiyor içimden bulutlarıBöyle pisliklere gölgeBöyle pisliklere su oldukları için
Bize postacı geliyorGeliyor daSadece fatura getiriyorEvrak götürüyor
Ne mektup yazacak yar kaldıNe yolunu beklediğim yolcuKokusu kalmamış eski zarflarınNe de renkli kâğıtlarınKurumuş gül yapraklarıSararmış bir kitabın içindeSenesi belli değilKim bilir kimden hediyeKim bilir ne derdi vardı kendince
Gençtik işteGeçti işteHangi kitapHangi sırrımızı saklarBizim bu gidişle
Bize postacı geliyor, geliyor da sadece fatura getiriyor.Bize posta da geliyor, geliyor daSanalSadece maille geliyor
Doğalgaz kesikElektrik kesikTelefon kesikAvuçlarım buz kesikBende bir şeyler eksikMerak etmeEl kol bacak tamam daBakışın eksik canBakışınSadece...
Bir kuş kondu düşümeGagasında çiçek dalıMüjdeler gibi baharıAnladım ki o da sevdalıÖlünmüyor ölenle der gibiUçup gittiMerak etmeSuladım anılarıSesin eksikti canSesinSadece...
İyi de be gülüm neden çalmaya kalktın haplarıHemi de verilen ilaçlarıAdam gibi paranla satın alsana
Tutarlar işte rehin böyle adamıÇek cezanı
Hadi yıka bakalım şimdi serum şişeleriniİyice bir paspasla koridorları
Ay sen şimdi o şişeleri de alır getirirsin evePaspas kovasını daDoldurup nişadırları içineSonra da gider satarsın gazete fiyatınaCingen gaçi, nolacakNamı diğerSabiha Rana hanımefendiciğim
Napacam kız ben senleBaşıma belamısın söyleseneKardeş dedik bağrımıza bastıkÜmmüğüme basmasanaÇek ayağını Yüreğimin üstünden
Karakollara da düşme,Oralara hiç gelememBırak o çaldığın serumları yerineKoy dolaba battaniyeleri, yastıklarıHadi çiçeklere izin verdimAl götür evineBayrama kadar sakla dip frizdeNasıl olsa bir yolunu bulurSatarsın onları da
Senden korkulur vallaSen karakollarıda soyarsın bu gidişleHey polisler haberiniz olaSakın almayın bu gaciyi oralara
Taburcu ediverin Sabişi doktorlar bir an önceİstanbul'u soyup soğana çevirmedenDönsün bir an önce evine
Dedimya gelemem karakollaraKorkarım be gacimKomiserinden polisinden, anlarsınya!Zaten aranıyorum bilmem hangi renk bültenlerleAdım yazılmış gazetalaraEn büyük puntolarlaBaşımı belaya sokma :))
Hadi gel,Gel hadi gelFazla nazlanmaSeviliyorsun işte, anladıkŞımarmaaaaa...
Meleklerin hepsi başında toplanmış be SabişSelam gönderecek bir melek bulamadımBen de kaptım kalemiYok yaNe kalemiOturdum klavyemin başınaYazıyorum işte sanaİşi de astık bu arada
***Samanyolu Grubunun 2K1Ş 'İki Kelime Bir Şiir' Aktivitesi için kaleme alınmıştır.Kelimeler: 'YAĞMUR' ve 'TAŞ'
Öyle olsun; hadi git
Korkular pes etti zavallı karanlığımdaMum ışığındaKanadı kırık bir pervaneYalnızlığımı yazıyor gözyaşlarıylaAyak sesleri besteleniyorAnahtar çevirmelerindeKapı eşiğinde çöküp kalmışım
..............SEN Mİ GELDİN
Dilimde bir şiir dualaşmış:
..............'' kapım çalınsa sen gelsen
................kim o demeden açsam
................boylu boyunca içeri girsen
................sana sıcacık sıcacık sarılsam ''
Sokak başlarında köpek ulumalarıBoş arsada kedilerin mart kutlamaları, hala devam ediyorBaşı boş sarhoşların TAŞ' a tuttuğuOynaşıyorKöşe başı cilvesiBekçi, ağzında düdükSesi, gecede büyük bir delikHer düdük sesinde balkona çıkıyorum
...............'' tek tek her damarıma yazdım adını
.................mim koydum
.................her nabızda sen atıyorsun
.................her atışta ben yaşıyorum
.................zehir zemberek ''
Bakışlarım dondu sesini duyuncaO kadar uzaktan ve derin:
-''BENİ BEKLEME''
Ağlamaklı sesime karıştı sesinKulaklarım çınladıKalbimde yerinYandı,Yankılandı...Ellerimde çaresizliğin teriBirden susuverdi karanlığın elleriKaranlığın elleri YAĞMUR kadar küçük değil
-''GELEMEZDİM''
Yığılıp kalmışımBulutlar siper oldu yıldızlaraSesler seslere karıştıBir kadının çığlığıDudak boyasında yakalandıSağa sola koşturduKediler, köpekler, yarasalarHemcinslerinin peşindeKaranlığın elleri çelik bir yumruk
- ''ÖZÜR DİLERİM ''
Gittin!Sen gittin,Yollar gitti...Sen gittin,Zaman gitti...Bir şeyler bitti içimdeTarifi yokBir şeyler eridiYok oldu tükendiAcıdım! ! !Yapma be gülümGülümYapma...
Sabun köpüğünde hala elinin teriOda oda seni aradım umut doluTa en köşelerine kadar yatak altlarındaNe sen vardınNe senden kalan bir şey geriNe de dudağının iziKeşke yıkamasaydım o su içtiğin bardağıKahve fincanınıYemek yediğin tabağıKeşke yıkamasaydımKeşke...
Sıyrılırcasına bir düştenKaçıyorumKaçıyorum bu şehirden
Gittin!Olması gereken en son şeydi oysa bu...En son şey! ...En son...En...
Ben böyle bir deliyim işteUmmadığın bir yerde üçboyut çıkıveririm karşınaSakın şaşırmaBir gün olur da sarılırsam boynunaAlırsam özlediğim yüzünü avuçlarımaGözlerini kaçırmaÖpeceğim karasındanKapatVeSus
Sakın şaşırmaDelidir deNe yapsa yeridir de
Sakın şaşırmaDelidir deBeni seviyor, de
Hadi sen de dene
Tutulmasaydı dizlerimTitremeseydi sesimAhUtanmasaydım bir deTutabilseydimOkşayabilseydimÖperdim ellerindenKaybolurdum acemice telaşındaSustum …
Sevdim seniBen böyle bir deliyim işteHadiSen de dene sevmeyi
Nedir ki yaşamakNefes miAğlarken aldığımızGülerken verdiğimizHangisinde daha çok çekilir of!Hangisinde çekilir kanDonar ya daHangisinde coşar of offfDünya yansa kimin umrunda
Kulağına küpe olsun ölümÖlmeden ölmüşlere de okunur FatihaYeğlenirsinÖlümlerden ölüm beğenirsin.
Gidenler bir geri gelseGelebilse..!Adakların en güzelini adayacağım herkese-ucunda can acısı olmayan-Adayacağım ya,Kıyamam hiçbir canlıya
En iyisi, beyaz gonca güller göndereyim hepinizeRengine siz karar verin, her yaprağını ayrı renge boyayınAşkı ifade etsin, sinsin kokusu yüreklereYeter ki mavi olsun bir köşesinde-benim için…
Bahçelerimi kuruttu senelerBülbüllerimi susturdular…….artık o solan bahçede bülbüllere yer yok…..Şarkılarda kaldı sesim / hicaz makamlarında esirBir de, notalara düşmeyen yarım yamalak dizelerim nefesimdeKırıp zincirlerini zamanın,/ bir bestenin güftesinde – gülüm’süyorsun..!Anılarımda sen,.- beynimin bir köşesinde…
Gidenler bir geri gelseGittikleri zamanları ceplerinde taşıyarakBen dünkü yaşımdayım diyebilsemBaşımda rüzgarsız esen kavak yelleri olsa …
Ah!Kavak yelleriAh, kavak yellerinin delikanlı esintileriSaçımın renginden ne istedinizHer yağmurda çekilmesi neden kemikleriminOysa!Ben yağmurları ne çok sevmiştimGözlerimden süzülen gökkuşağıToplanıyor şimdi,-yastığımın bir köşesinde…
Yılları çağrıştıran sesleredir isyanımSakın dönme, içimdeki aşk adınaBen onu ölümsüz kılanlardanım...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/27/11870_27127_2006172337.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><br>
Hep böyle vurdum duymaz say beniRasgele bir tanıdık gibi işteYa başınla bir selam ver gördüğündeİçinden gelirse gülümseYa da uzat elini tokalaş benimleVefalı bir dost gelmiş gibiSen yine de bilme
Nasıl sarılmak istediğimi boynunaSen yine de bilmeSesinde neden kaybolduğumu daHani ortaya konuşulur ya, bir konu atılır daCevaplar ordan burdan şundan bundanHer kafadan bir ses çıkar yaSay ki acemisiyim her şeyinSay ki unutmuşum bildiğimiYutmuşum dilimiSesin olduğu yerde yitirmişim belleğimiSen yine de bilmeSana nasıl kilitlendiğimi
Sen yine de bilmeSeni nasıl kıskandığımı
Ben böylesine kötüyüm işteBöylesine zavallı kendineBöylesine bencil sevdasınaKalemine sözü geçmeyen acizBen böyleyim işteKendi sesimde kötürümSevdana yatalak sevdalıSen yine de bilmeSana nasıl saplandığımı
Yılan olsam akıtırdım zehrimi yüreğimeElimde değil
gelsenkar yağar yangın yeri yüreğimeüşürümsıyrılıp karabasan gecelerdenkandil gözlerine sığınırımısınırım
gelsensırılsıklam boynuna sarılırım
mıhlanmış dilimde şimşek olurtozu dumana katan lodoslardaadını poyrazlara haykırırımmartı çığlıklarında kuzey yıldızı ağlarbulutların isyanında gökrenkler boğulur mora
her renkte bir fırça sen varsınsaçının telinden geceavuçlarından güneş damlıyorgözlerinde ayazlamış dalgalardudaklarında..............Nazım Hikmet........................Mavi Devdudaklarında.............Bir Elmanın Yarısı Sen Yarısı Bendudaklarında ben olsam
gelsenilmik ilmik çözülür dizlerimçocuklar gibi sevinirimseni çok özledim<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/51/11486_27851_20061201431.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'>
Anlamadın mıBir tek sen varsın yangınımİçimden atamadığımAdını mavi koyduğum<center>Anlamadın mıYalan değil sana tutkun oldumÇöz dilimin bağınıYalnızlığımı anlatayım</center>Anlamadın mıO güneşin sen olduğunuBoğduğunu karanlığımıCanıma cansuyu verenin ses olduğunu
Alıp başımı gidesim gelir sanaÇıkarsız / sevda adınaArt niyetsiz / aşk adınaBırakıp arkamda yalnızlığımı
<center>Karşıla beniBenim Adım Pembe<br><br><br><br>
Ayak izlerin düşmüş şiirimeBakışların dizelerimdeBak gözlerimeOku beniDuy beni
Biraz daha kalBiraz daha benimleBurası bizim evimizArınmış dünyanın tüm nikahlarındanTüm günahlarındanÖylesine temizÖylesine biz
Hoş geldin evineŞiir giyindimSenin için
Nasıl düştüm bu ateşeVe neden bu kadar zifirkara bu aydınlıkTutup yakasından atıyorum dışarı ne varsa içimdeSana sözüm geçmiyorHaramlokmaDiziliyorsun boğazıma
Bu benim işteBoşuna unut demelerinBoşuna umut vermemelerinMayan bulaşmış şiire bir kere
Kimseler görmediKimseler bilmediŞiircennetinde gezindiğimBir SenBir BenBiz ikimizBizbizeyiz şimdi
Öyle güzel bir dünya işte burasıSığındığımızDingin / taşkınSarayları dizeden
Ah içimde ki senResmedemediğim
Hangi notadan başlar sesin<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/41/11486_27841_20061201420.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'
Anason kokulu sevdalarındaAcı verdi çoğu kez altın okGerdiğinde yayını, hedef başlı başına ofKaldırabilir mi kalp bu atışı, hedef aşk, aman ofNenenin yaşadığı yerdeki anılarınla coştur yine, coş
Şairim her şey gönlünce olsun dilerimBir önceki gününden daha güzeline koş
Kıskandığım kalemin arkadaş olmuş yalnızlığaBir ömür sağlıcakla kal, yaz, okut coşŞiirlerine layık görülen ödüllerleGönüllerimize sevi kilimleri dokun, renkleri hoşNurten Altınok sen hep yaşa, yaz, konuşDizeler arası maratonda en önde koş
Ana yolda gidiyorsun, etme sükûtTali yoldan gelen var, el salla, benimki umutArdına baktığında görürsün dost gözü,Sağlığından haber yolla, bekletme öz'ü
Yetmedi mi kalbine saplanan acı veren oklarınKurdun gönüllerimize taht, şiirlerindir çoklarınHele yok mu o Anason kokulu sevdaların,Satır aralarında gülümsüyor aşk'ların
Hep böyle ol Nurten Altınok böyle kalYaz şairim okuyayım, okut, alalım hazSeni seviyorum arkadaşım, dostumBekletme Bursa'ya, bize, yine gel bu yazOkuduğum şiirlerini yazmışım yüreğimeAldığım; kocaman Haziran boyu haz............
SıkıldımBirilerini arayacağımHal hatır bahane benimkisiBir ses olsun istiyorumBir ses kiÇığ gibi büyüsün bendeAlıp götürsün içimdekileriBir şamar gibi ya daPatlasın yüzümde
Hadi sen arasanaÖzlediğimBeklediğimCanım ciğerim bildiğim
Ana rahminden yeniden kulak gibiAvuçlarına doğacağımGöbek kordonumu asacağım dallaraCami duvarına anamın gömdüğüGölgemi dilek ağaçlarına
Korkuyorum yazmayaMürekkep bulaşır diye sevdayaAh!Şiirlerde özlemYürekte hasretSeni anlatabilmek var yaAh şu şiirlerin insafı olsaKorkuyorum yazmaya
Katran karası geceleriSökün atın içimdeki zehiriSilinecekse sevdanın lekesiAlın götürün tüm renkleriBir mavi nokta bırakın yeterBir de Yıldızlı Şiirleri
Öylesine boşumÖylesine hiçÖylesine pervasız ve sebepsizGittin gideli
Kırdım bütün bardaklarını şiirinTasam olmaz ne yazıkDolunun taşmasındanAzın dolmamasındanAdını suya yazdığımUmrumda değilsin artıkSeni anmayacağım
Kırdım bütün aynalarını şiirinBütün dizelere tek tekMayın gibi döşedim adınıBütün mayınlara ardı sıraMühür gibi basacağımUmrumda değilsin artıkSeni unutacağım
Kırdım bütün dizelerini şiirinTasam olmaz artıkNe dolunun taşmasındanNe azın dolmamasındanAdını suya yazdığımUmrumda değilsin artıkSeni anmayacağım
Kırdım bütün aynaların sırrınıHer öbeğe tek tek seninMayın gibi döşedim adınıBütün mayınları peşin sıraBomba gibi patlatacağımUmrumda değilsin artıkSeni unutacağım
ne para ne pulne mal ne mülkhiç bir şey kapatmıyor yürekteki boşluğune pasta istiyorum süslü püslüne üstünde 64 mum / sissiz ÜFlenecekkesilir nefesim her aklıma düştüğünüzdegurbet yoğunlaşır evlat hasretindebüyür gözlerimde dündün de yorgun bu gün debüyür gözlerimde yarınyorgunumyoğunum!
bir (ÜF) gönderinyürekteki mumlar ağlamasınyarın benim doğum günüm...
Benim de hoşuma gitmiyor bu susmalarBu havada kalan sevgi sözcükleri yavan
Gel be adamımYırt bu şiirlerin açılmamış yakasınıGel de tut ellerimin sesindenGel de sürü saçımın telindenVarsın yaban desinlerVarsın kör cahil desinlerVarsın ayıplasınlar, kime ne!Al kaçır beniYüreğindeki töreye
Hey gidi sağırÇıkar tıkaçlarını da bir dinleBir duy atan şu sesiGün doğdu doğacak yarına, besbelliAsılmışım bir umudun kanadınaBir adım atsamDüşeceğim içimdeki havuzaLav olsa da yandığım!Bir tarafım yanarBir tarafım da kanar
Hey gidi sağırÇıkar tıkaçlarını da bir duyBir duy atan şu sesiGün doğdu doğacak yarına, besbelliAsılmışım bir umudun kanadınaBir adım atsamDüşeceğim içimdeki havuzaLav olsa da yandığımBir tarafım yanarBir tarafım da kanar
Ne var bunda bu kadar hayret edilecekHiç mi aşık olmadınızHiç mi sayıklamadınız birinin adınıHiç mi rüyalarınıza girmediSarıp sarmalamadınız mı hiçÖpüp koklamadınız mı
Baş tacı etmediniz mi adını soyadınıGözlerinin rengini ezberlemediniz miSesinin tonunuKokusuna tenininEklemediniz mi
Neyin başıNe bileyim ben neyin başıOlsa olsaAşk olur başımın tacıYüreğimin aşı
Bir de s e n varsın yaBaşımın baş belasıAh! bir bilsen nasıl benimsinBaş ağrım olsanÖmür boyu başımda taşırdım seniYürek yaramsınYüreğimi yakansın
Anlamazsın kiYoktur okuman yazman yasaklıyaİyi belleA ile başlar alfabeaŞ ile dolar tencereaşK ile coşar yürek
Kafası giyotinlere vurulacak kadınım benTövbelerim bile iflas etti senin yüzünden
Yüz milyon kere akıl veriyorum kendime her günİşin kötüsüÇok uslu bir çocuk gibiDinliyorum da verilen aklı
Düşünmeyeceksin- DüşünmeyeceğimHatırlamayacaksın- HatırlamayacağımUnutacaksın- Efendim!Sevmeyeceksin- Bir şey mi dediniz!Kafası kesilecek kadınsın sen- Kafası kesilecek kadınım ben
Neydi bizi yan yana getirenİmzaya açılmış defter gibiResimli sayfalarda buluşturanSen kimdin yanı başımdakiBu a d ı g ü z e l a d a mKimdin veNeden bu kadar yakınımdın
Nasıl bir güçtü bu beni bağlayan çivit maviyeAnaforlarından kurtulamadığım halaVe hangi bahardı adını koyamadığımAlev açtıran kuru dallarımdaNeyin muştusuydunSavıp savurduğum yaşamdan geri kalan artık yıllara
Neyin hüznüNeyin beklentisi
Azıksızdım yola düştüğümdeAnsızındımHazırlıksızdımDüşsüzdüm
Kırmızı halılar döşenmedi yüreğine giden engebelereÇiçekler atılmadı saçıma başıma, baştan ayağaÖdüller sunulmadıVerilmedi vaatler yarınlar adına
_____Müsterih ol_____Dil kırılır laf altında, kim uzatırsa sana
Bir başımaydımUmutluydumBir o kadar yapayalnızdımGüneş filizlenirken içimde
Aklım firardaGönlüm serseriBana Bağdat’ı sormayın gecenin bir vakti
Tırnaklarımı dibinden kestimEtim acıdı
__ Kanamadın mı?
Göğsümü yardımParçalandı yüreğim
__ Sızlamadın mı?
Aklım firardaAkıllara zarar
Git diyorO'na diyorSöyle diyorÇok SevdiğiniAl oturt karşınaKonuş adam gibi
Dedim gitti... Ohh!
__ Anlamadın mı?
İlla da 'SEN' diyor şu kadarcık aklım...Ahh!Ne Nuh dinliyor ne peygamberNe sözNe haber__ Yapma’ danAnlamıyor__ Etme’ denHiç__ Sevmek’inAdını bile kondurmuyorDeli mi ne!
Neden bu hüzün söyler misinKimin elinde alın kalemi kaderini yazacakSen mi yazdınBen mi yazabildimUzun bir yol bildik yaşamıKervana katıldıkBirileri vardı yanımızdaMutluyduk sandıkSevdik belkiBelki değilMutlakaKim bilirSevildik de belkiYa şimdi!
Düşünüyorum daHiç ben olmamışımYaşanan bir şeyler varTükenen bir şeylerAmaBen yokumHiç kendim için yaşamamışım
AradımBuldumÇıkardım sandıkta kilitlenen beniÖnce yudum bir güzelNaftalin kokuyordumDün kokuyordumNefret kokuyordum
Dedim yaKimin elinde alın kalemi kaderini yazacakSuya yön verilmiyor işte
Bir deryada buldum sonra kendimiAkıntıya kafa tutmak şöyle dursunRüzgarlar yarattım nefesimdenÖyle çok birikmiş ki içimi kaplayan kül tabakasıBitti sandığım ateşi gördüm içimdeHer rüzgar estiğindeBiraz dahaBiraz daha kızıla boyandımAdına sen sevgi deBen mavi diyeyim
Ben maviyi çok sevdimSenin adın Mavi
Ne hırkada gözümüz varNe saltanattaNeyin hesabı var yapılacakKime verilecekKorkacak neyimiz kaldı bundan sonraNedenVeKimdenHerkes kendi yolunu çizmiş gidiyor işte
Gülüyorsundur şimdi kim bilirMutluluğun bıyık altı saklanmasındaKim bilir neler geçiyordur aklındanOmuz silkeleyişlerinden düşenHaydi, dik zafer bayrağınıEn yüksek gönderine keleninZafer sandığın kör olmaksa
Aşk kendini sergiliyor bakBeyaz teslim bayraklarında
Bu gece rüyalarına geleceğimKilitleme gözleriniYa da sakla anahtarını kirpiklerinin altınaYerini bir tek benim bileceğimDudaklarında konaklayıpYüreğine izin isteyeceğim
Nisanın en güzel yağmurlarını taşıyacağım avuçlarımdaEbem kuşağı sevgiler kuşanacağımKuş dili şiirlerim olacak yanımdaSadece sana okuyacağım
Bu gece kilitleme gözleriniRüyalarına konuk olacağım
Soyun dökün arın tüm düşüncelerindenSana beni getireceğim
Sakın uyanma yarı uykundaSabahı bekleSeni öpüp öyle gideceğim
Ben en çok dondurmayı severimSonra kirazıSonra karpuzu
Dondurmayı sadeKirazı çekirdeğiyle yerim-ayıklamaya kalkınca tadı kaçıyor mübareğin-Karpuzu göbeğinden kaşıkla-Küt diye oturtacaksın yereÇat diye ayrılacak ikiye-
Sen benim al kirazlı dondurmamsınKarpuz kabuğu suya düşmeden gel
Ben en çok günbatımlarını severimMaviyle kızılın serenat saatleriniIlık bir melodidir rüzgar, mevsim yazsaNinnisini söyler balıklaraHangi balık uyur anasının koynundaSer verir sır vermez suGömülür koyulara.
Sen benim en koyu derinliğimsinBakışım bulutlara düşmeden gel
Ben en çok geceleri severimKapı pencere duvar, sağır olurİrkilse de yüreğim ufacık bir seseKendi sesimde huzuru bulurumBir yerlerden gülümser NiyaziKim bilir hangi öyküden huylanmıştırKıskanıyor işte ikimizi
Sen benim en son yalnızlığımsınAteşim toprağa düşmeden gel
Ben en çok kendime kızarımKaç kişiyim ben bir bedendeBir okulun sınıfları gibi beynimHer sınıfta ayrı sesHer sınıfta ayrı dersHer sınıfta ayrı hoca
Herkesin doğrusu kendisine doğruBenim yanlışım bana doğruBir terslik var bu işte
Tarihin bütün aşk savaşlarındaHep yenilen ben oluyorumBütün derslerden geçiyorum daFizikten çakıp kalıyorumEn boyu tutmuyor bir türlüAynalara kızıyorum
AynalarAynalarDünü emanet ettiğim aynalarEmanete ihanet eden aynalarBir fotoğraf karesi kadar olamadınızBelki amaHiç de suskun kalmadınızHiç pervasızHiç vurdumduymaz olmadınız duygularaÇizgilerde hiç yanılmadınız
Ah! anlatamadıklarımKaçıncı şafaktır bu saydığım
Sen benim en dayanılmaz yanımsınKelimeler dizeden düşmeden gel...
Gün geldi deli divane yollarına düştüm ay ayazındaBir mumun da mı yoktu göz kırpacakGözbebeklerine kilitlendiğimdeDilim sarhoş, yalan söylemezGönlümdekileri döktüm eteklerimeÖpüştüm şiirlerinleUtanmadım
Ulaklar gönderdim eş dostSağır sultanlar duydu sevildiğiniFerman senindiVuruldum kelimelerin en keskiniyleDoğrandım en ince yerimden dilim dilimKorkmadımSusmadımYıldızlar döşüyorum şimdi adına bayrak bayrakŞiirin burcuna dikmek için
Bir ses verAdım olsunBir şeyler kemiriyor içimiRahatsızımBir ses ver bu son olsunBilirim gitmesini sevda koltukta
İstedim kiTutulsun bir ucundan yarına uzanan umudunİstedim kiBilesinİstedim kiSevesinİstedim kiGel diyesin
Buradayım işte
Ne mazinin hesabını yaparımNe sorgularım dünüSözüm olmaz yaşanmışlara
Zamana kafa tutmaktıÜvey şiirlerde avunmakBir yıldız göz kırparakKayıp gitti hayatımdanRüya bittiAşk bitti
Hoşça kal...
Suyu çekilmiş ırmaklar gibi sancılıSustu içimdeki maviSen sustunŞiir sustuBen susuyorum şimdi
Hoşça kal...<br><br><tr><td width='100%' align='left'><font color='#800000'><center><font face='arial' size='2'>''Her kışın bir yazı vardırHer baharın bir sonu''<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/85/11226_31485_20065241237.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><br><BR><BR><br>
Boşuna bu çabam, ırağında olmaya çalışmakYokmuşsun gibi davranmakBu deli tekerlemeleri beynimde mayınNe adını silebildim mavidenNe maviyi koparabildim kendimden
Hasadı olmuyor yıldızlarınSevda düşmeye görsün bir kere nefese
Kırdım bütün bardaklarını şiirinTasam olmaz artık dolunun taşmasındanAzın dolmamasından
Gel diyebilsenBütün mayınlara tek tek basacağımUmurumda değil...<embed src='http://gruplar.antoloji.com/i/g/att/85/11226_31485_20065241237.MID'width='0' height='0' hidden=0 'false' loop='true'><br><BR><BR><br>
SessizliğinAcıtır gecelerimin düşünüBir mavi üşür koynumdaBir resim ağlar öpüştüğümBilmediğin
BilseydinGelir miydin?
Kör karanlık bir perde miydi gözlerine set çektiğinDalgakıran bakışlarının bir adım ötesindeAvuçlarına hasret büyütüyorkenSesine sığınmaya çalışan bendimGörmediğin
BaksaydınGörür müydün?
Dizelerdeki gizde aradım bize ait ne varsaBana ait ne varsaKöşe bucak kendimiRenginde boğulmuşum şaşkın maviSusuyorsam vardır bir hikmetiYalnızlık dediğin ne kiSevdim seniBilmediğin
BilseydinSever miydin?
Seslenişlerim çığlığa eşdeğerÇok şey değildi oysa istediğimBin bir dilek hakkı verilmişYaşamın dileklerinden birindeOlmak seninle
Hangi bahardır beklediğin?Kılıç kesti kınınıNedir kiSabır dediğin
Harman yeri yüreğim, dedim yaEssen ne olur be deli rüzgarKırsan ne olurBu saatten sonraBoran olsan ne olur
Son bir iyilik yap hiç olmazsa gider ayak‘’Hep senden yana bir tarafım öksüz kaldı’ larımaZehir zıkkım sevdalarıma’’Bir yığın kara toprağın sırrınıAnlat bana
Umutlara kara kurdele bağladımDediler ki Veysel ölmüşAdını yazan sayfalarıKara listelere atadım
Hangi taştır ki o yazar adını buzdanVe hangi servi ağacıdır o-ki vardır başucundaBülbül sesleriniFısıldamak için kulağınaNöbet bekler başucundaSöyle banaVarıp huzuruna
Hangi taştır ki o yazar adını buzdanVe hangi servi ağacıdır o-ki vardır başucundaBülbül sesleriniFısıldamak için kulağınaNöbet bekler başucundaSöyle banaVarıp huzurunaSecdeye varsın ruhumDualarımla
Es be deli rüzgarEs be deli poyrazYağ be yağmurYolda yolcum yok benim!
Hadi doldur şu şarabı, buz rengi beyaz olsunBelki söner iç yangınım, hala ne duruyorsunBir de canımda can olsan, uçarım biliyorsunKolum kanadım kırılır, yüreğimden tut gülüm