Top Banner
Muzaffer Şamiloğlu 416 MUZAFFER ŞAMİLOĞLU Kars Eski Senatörü ve Milletvekili Kars siyasetinin kültür ayağı Muzaffer Şamiloğlu’dur. Hakim ve savcı olarak gösterdiği meslek başarısı; on bin dönümlük dev bir çiftliği ortaya çıkartan ve ayakta tutan girişimcilik ruhu; Milletvekili ve Senatör olarak siyaset ilmine ve ülkeye hizmetleri; etnik yapı temelinde bölünmüş Kars’ta üstlendiği denge profili; ve en önemlisi de kültür hayatımıza kazandırdığı kitaplarıyla Mu- zaffer Şamiloğlu taklidi imkansız bir ekol olarak sıcaklığını hep hissettirecektir. Hayatım 1604 yılında İran Şahı Abbas I, Azerbaycan’a hücum edip Kars’ı aldığı yıllar ailem Aras ve Kura nehirlerinin birleştiği yerde oluşan deltanın ağzında kurulmuş bir köyde ikâmet etmekteymiş. Ailemin Nuri ve Sofi adlı büyükleri, İran saldırısı nedeniyle köylerini terk edip farklı istikametlere göç etmişler. Nuri’ye bağlı aile kafilesi Osmanlı Devleti sınırları içindeki Ağrı ilinin Tutak ilçesi, Kars’ın Digor ilçesinin Solhurlu köyü ve Susuz ilçesinin Karakale köylerine gidip yerleşmişler. Sofi’ye bağlı olanlar da Gürcistan üzerinden Dağıstan’a ulaşmışlar. Benim bağlı olduğum aile kolu, Sofi’nin gurubundan türemedir. Birinci Dünya Savaşı Yılları Bolşevik İhtilali nedeniyle Kafkasya’da iç savaş ve karışıklıklar baş gösterince, dedem Şamil, kardeşleri Rüstem ve İbrahim Halil’le beraber, 1918 yılında Kars’a gelmişti. Her şey öylesine ani olmuş ki aile fertlerinin % 80’nine yakını Rusya’da mahsur kalmış. Bunların ancak çok az bir kısmı son- raki yıllar sınırı geçip Türkiye’ye gelebildiler. Bu geçişler 1938 yılına kadar azalarak devam etti. Kars’a gelen dedemin ilk işi akrabaları etrafında toplayıp çete oluş- turmak ve Osmanlı kuvvetleriyle istişare halinde Ermeni ve Ruslara karşı direnme ve saldırı hareketlerini başlatmak olmuş. Kars’ta göze çarpan üç önemli çete gücü varmış: Dedem Şamil Be- y’in çetesi, Arpaçay’ın Kümbet köyünden Eli Bey oğlu Bekir’in çetesi ve Susuz’un Porsuklu köyünden Gülizar oğlu Abdullah’ın çetesi. En sonunda bu üç çete dedemin liderliği altında birleşerek üç yıl boyunca Ermenilere karşı Muzaffer Şamiloğlu
22

Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Apr 11, 2021

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

416

MUZAFFER ŞAMİLOĞLUKars Eski Senatörü ve Milletvekili Kars siyasetinin kültür ayağı Muzaffer Şamiloğlu’dur. Hakim ve savcı olarak gösterdiği meslek başarısı; on bin dönümlük dev bir çiftliği ortaya çıkartan ve ayakta tutan girişimcilik ruhu; Milletvekili ve Senatör olarak siyaset ilmine ve ülkeye hizmetleri; etnik yapı temelinde bölünmüş Kars’ta üstlendiği denge profili; ve en önemlisi de kültür hayatımıza kazandırdığı kitaplarıyla Mu-zaffer Şamiloğlu taklidi imkansız bir ekol olarak sıcaklığını hep hissettirecektir.

Hayatım 1604 yılında İran Şahı Abbas I, Azerbaycan’a hücum edip Kars’ı aldığı yıllar ailem Aras ve Kura nehirlerinin birleştiği yerde oluşan deltanın ağzında kurulmuş bir köyde ikâmet etmekteymiş. Ailemin Nuri ve Sofi adlı büyükleri, İran saldırısı nedeniyle köylerini terk edip farklı istikametlere göç etmişler.

Nuri’ye bağlı aile kafilesi Osmanlı Devleti sınırları içindeki Ağrı ilinin Tutak ilçesi, Kars’ın Digor ilçesinin Solhurlu köyü ve Susuz ilçesinin Karakale köylerine gidip yerleşmişler.

Sofi’ye bağlı olanlar da Gürcistan üzerinden Dağıstan’a ulaşmışlar. Benim bağlı olduğum aile kolu, Sofi’nin gurubundan türemedir.

Birinci Dünya Savaşı Yılları Bolşevik İhtilali nedeniyle Kafkasya’da iç savaş ve karışıklıklar baş gösterince, dedem Şamil, kardeşleri Rüstem ve İbrahim Halil’le beraber, 1918 yılında Kars’a gelmişti. Her şey öylesine ani olmuş ki aile fertlerinin % 80’nine yakını Rusya’da mahsur kalmış. Bunların ancak çok az bir kısmı son-raki yıllar sınırı geçip Türkiye’ye gelebildiler. Bu geçişler 1938 yılına kadar azalarak devam etti. Kars’a gelen dedemin ilk işi akrabaları etrafında toplayıp çete oluş-turmak ve Osmanlı kuvvetleriyle istişare halinde Ermeni ve Ruslara karşı direnme ve saldırı hareketlerini başlatmak olmuş. Kars’ta göze çarpan üç önemli çete gücü varmış: Dedem Şamil Be-y’in çetesi, Arpaçay’ın Kümbet köyünden Eli Bey oğlu Bekir’in çetesi ve Susuz’un Porsuklu köyünden Gülizar oğlu Abdullah’ın çetesi. En sonunda bu üç çete dedemin liderliği altında birleşerek üç yıl boyunca Ermenilere karşı

Muzaffer Şamiloğlu

Page 2: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

417

birlikte mücadele etmişler. Kars ve Ardahan bölgesini Rus ve Ermenilerden bu çeteler kurtarmış-

tır. Kâzım Karabekir Paşa’nın askerleri daha sonra gelmiştir. Mustafa Kemal, 1924 yılında Kars’ı ziyaret ettiğinde, dedeme Susu-z’a bağlı Çamçavuş köyünü milli mücadelede göstermiş olduğu yararlılıklar-dan dolayı hibe edince ailem Çamçavuş köyüne yerleşti.

1934 yılında, dedem, Kiziroğlu köyünde, Ataş oğlu Asaf’a ait 2000 dönümlük çiftliği satın alınca ailemizin bir kısmı da Kiziroğlu’na taşındı.

1957 yılında hakimlik mesleğini bıraktıktan sonra kendimi kısa süre için çiftlik işlerine verdim. Çiftliğin etrafındaki arazileri satın alıp10 bin dö-nüme çıkardım. Arazi üzerindeki pınar sularını birleştirip alabalık yetiştirdim. Çok geçmeden 500 damızlık koyun, 100’ün üzerine inek ve 30-40 yılkı atla numune çiftlik kurmayı başardım. (Yılda 60 ton kaşar peyniri üretimi yapı-yordum. )

Siyasete atıldıktan sonra köyden uzak kaldım, çiftlik gittikçe ihmal edildi. Yazın Iğdır tarafından gelen aileler çiftlik arazisinin yarısını kiralayıp mera hayvancılığı yapmaktadırlar. 24 Haziran 1924’te Kiziroğlu köyünde dünyaya gelmişim. Babam (Yunus) ve annem Kiziroğlu köyünde; ben de dedemin yanında Çamçavu-ş’da kalıyordum. İlkokul dördüncü sınıfa kadar Çamçavuş köy ilkokuluna devam ettim. Ailemin bir kısmı Kars’a yerleşince dördüncü sınıfı Kars Gazi İlkokulunda bitirdim. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl, Milli Eğitim Bakanlığından özel bir emir geldi. Şamiloğlu ailesine mensup çocuklar Susuz ilçesinde yeni açılan ilkokula transfer edileceklerdi. Bunun nedeni de köylülerin, “Eğer Şa-miloğullarının çocukları yeni açılan ilkokula giderlerse biz de çocuklarımızı göndeririz” şartını ileri koşmalarıydı.

Gazi İlkokulu müdürü Rasim İlker elimden tutup beni Vali Akif İyido-ğan’ın huzuruna çıkardı:

“Sayın Valim, bütün Şamiloğullarını gönder ama Muzaffer çalışkan bir öğrenci ona dokunma!” dedi. Hayatın garip cilvesi sonraki yıllar birlikte Senatörlük yapacağım Vali Akif İyidoğan, okul müdürünün bu isteğini, “Ha-yır! İstisnai muamele yapamam!” diyerek geri çevirdi. Beni de Cılavuz’da açılan ilkokula sürgün havasında gönderdiler.

Ortaokul ve liseyi Kars’ta okudum. Tıbbiyeyi kazandığım halde -18 gün bilfiil derslere devam ettim- Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırdım. Hukuk adamı olmak istememin bir nedeni vardı: Çocukluk yıllarımda şahidi olduğum trajik bir olayın beynimde “hak ve hukuk” kelime ve kavramlarına kutsal bir değer kazandırmış olmasıydı.

Page 3: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

418

Babam ve Dedem Cezaevinde Dedem Şamil Bey, kültürlü ve eğitimliydi. Almanca, Rusça, Ermeni-ce, Çerkezce ve Kafkas dillerinin bir çoğunu ana dili gibi güzel konuşurdu. 1934 yılı güz mevsimiydi. Tüm aile fertleri Kiziroğlu köyündeki çiftlik binasının önünde toplamış, koyunların kırpma işine yardımcı olmaya çalışıyorduk. 15-20 işçi, ellerinde yün makasları, 500’ü aşkın koyunu tek tek yere yatırıp yünlerini kırpıyordu. Bu hengâme içinde Artvin’den geldiğini öğrendiğimiz bir atlı bize doğru yaklaştı. Atın terkisinde kocaman küfeler içinde kara hurma yüklen-mişti. Yünle takas edip yanımızdan ayrıldı. Biz çocuklar cebimizi kara hur-mayla doldurup sevinçle oyun oynamaya başladık. Ertesi gün jandarmalar çiftlik yerine geldiler. Dedem, babam ve am-cam Yusuf’u alıp götürdüler. Köyün tahsildarı ve aynı zamanda kirvemiz Tahir Efendi, Çiftbulak denilen mevkide öldürülmüştü. İddiaya göre, bu öldürme emrini dedem ver-miş; babam atına ateş etmiş; atından düşen tahsildarı da Yusuf amcam infaz etmişti!

Halbuki olayın olduğu gün dedem, babam ve amcam çiftlik yerinde koyun kırpmakla meşguldüler. Bu iftira ve haksızlığa uğramış sevdiklerimin akıbeti çocuk yüreğimi acıyla doldurmuştu.

Dedem, babam ve amcam 18 yıl hapis istemiyle yargılandılar. Hilmi Bey adında bir hakim vardı. Onun karar suretine eklediği “beraatların lehin-deyim” şeklindeki muhalefet şerhi sayesinde karar temyiz edildi. Dedem bir yıl; babam ve amcam da 2.5 sene cezaevinde yattıktan sonra serbest bırakıl-dılar.

Bu olay olduğunda ilkokul dördüncü sınıf öğrencisiydim. Her gün mahkemeye gide gele ve sevdiğim insanları haksız yere yargılandığına tanık olmak duygusuyla ileride hukuk adamı olmak için kendime söz vermiştim. Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra 40 yıl 2 ay süreyle adalete bağlı hukuk adamı olarak ülkeme ve insanlarıma hizmet verdim.

Meslek Hayatım Hukuk Fakültesinden sonra uzun yıllar savcı ve hakim olarak hizmet verdim. 1957 yılında Hasankale askeri hakimliği görevimden ayrılıp Kars’ta serbest avukat olarak çalışmaya başladım. 1965 yılında CHP’den Kars Mil-letvekili olarak parlamentoya girdim. 1973 yılında bu kez CHP’den Kars Senatörü oldum. 1979 yılında politika defterini tamamen kapattım.

“Atatürk’ün ismi geçmiyor”1983 yılında Kenan Evren “Adaylığını koysun veto etmeyeceğim”

Page 4: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

419

diye bana haber göndertmişti. Fakat politika konusundaki kararımı çoktan vermiştim. Telefon açıp, “Paşam, teklifinize teşekkür ederim ama ben politi-kadan iğrendim” dedim.

Kenan Evren’in beni tanımasının ve takdir etmesinin nedeni 70’li yıllarda geçen bir olaya kadar uzanır. O yıllar Bütçe Karma Komisyonu üye-siydim. Aynı zamanda Milli Savunma Bakanlığı raportörü de olduğumdan sık sık kuvvet komutanlarıyla bir araya gelir, ordu bütçesini gözden geçirirdik.

Bir gün Senatör Suphi Karaman’la beraber komutanlarla bir araya gelmiş, hazırlanan raporu görüşüyorduk. Konuşmalar sona erince Suphi Ka-raman, raporu imzaladı. Ben imza etmedim. Kenan Evren, “Niçin imzalamı-yorsunuz?” diye sordu. “Bu raporun hiçbir yerinde Atatürk’ün adı geçmiyor” dedim. Rapor yeniden hazırlandı.

Kenan Evren’le tanışmam bu şekilde olmuştu. “Yüksek Kılıbık Diploması” Iğdır’da Mecit Hun, Aziz Güney ve Cihangir Turan çok iyi dostlarım-dı. Bir araya geldiğimiz zaman hoş sohbetlerimiz ve şakalaşmalarımız olurdu. Bunlardan bazılarını aradan yıllar geçtiği halde hep gülerek hatırlarım. “Kılı-bık diploması” şakası da bunlardan birisidir.

Yıl 1954 idi. Ağrı’nın Diyadin ilçesinde savcıydım. En küçük çocu-ğum Süreyya henüz dünyaya gelmişti –Türkiye’yi ziyaret eden İran Şahı’nın eşinin adına atfen kızımıza Süreyya adını vermiştik-

Bir Pazar akşamı Cimişit Güneş’in cipiyle Kiziroğlu köyünden Iğdı-r’a geldik. Mecit, Aziz ve Cihangir bizi geniş bir bahçede yemeğe aldılar. Ko-nuşup şakalaşıyorduk. Ben, çocuk ağladığı zaman arada bir kalkıp kundaktaki kızımla ilgileniyor tekrar dostlarımın yanına dönüyordum.

Diyadin ilçesinin tek savcısı olduğumdan Pazartesi sabahı mutlaka iş başı yapmam gerekiyordu. Gece yarısına doğru dostlarımla vedalaşıp yola koyuldum.

Aradan bir hafta kadar bir zaman geçmişti. Postaneden bir paket al-dım. Bu, Mecit’in çıkardığı gazetelerden birisiydi. Özenle gazeteyi açıp oku-maya koyuldum. Gazetenin bir köşesinde kendi resmimi görünce merakım daha da arttı. Resmin altında büyük puntolarla, “Muzaffer Şamiloğlu kılıbık diplomasını “pekiyi” dereceyle hak etti” şeklinde bir yazı vardı. Diploma ol-duğu için hangi derslerden kaç aldığımı da yazmışlardı:

“Ev idaresi 9; Çocuk bakımı 10; Yemek hazırlama 9; Bulaşık yıkama 5 vs.” Her üçünün de özenle imzaladığı bu diplomayı çerçeveletip duvara astım.

Page 5: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

420

Kitap çalışmalarım Şimdiye kadar mesleki ve özel ilgi alanım dahilinde 12 kitap yayınla-mış bulunuyorum. Bunlardan birkaçının serüveni sizlerle paylaşmak isterim:

Kitap I: “Köroğlu ile Kiziroğlu Mustafa Bey” (Ankara 2000)Tarihteki ünlü “Kiziroğlu Mustafa Bey”in köyü olan Kiziroğlu benim

de doğup büyüdüğüm köy olduğu için, uzun yıllar bu tarihi kişilik hakkında araştırmalar yaptım. Hatta ortaokul ikinci sınıfta “Köyüme” başlığı altında şu şiiri yazmıştım:

Köroğlu ile Mustafa Bey Kılıç çalmış buralarda O sebeple sazda sözde

Dillerdesin Kiziroğlu

“Kiziroğlu Mustafa Bey” konusunda şimdiye kadar üçü yabancı ol-mak üzere 37 kitap yayınlanmış. Yabancı kitapların ikisi Fransız,biri de Erme-ni tarihçi Arakel’e aittir. Ancak bu kitapların içinde doğru bilgiye sahip olan tek kitap, Fransa’da yaşamaya mahkum ettiğimiz rahmetli Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’ın “Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği” adlı kitabıdır. Araştırmacılardan Fahrettin Kırzıoğlu, “Köroğlu” nu Aras boyların-dan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin Seyhatname’de de belirttiği gibi Bolu ilindendir. Bolu yöresine beş kez gidip araştırmalarımı devam ettirdim. En so-nunda Köroğlu’nun babası Yusuf’un evinin harabelerini bulmayı başardım. Bu harabeler halen Bolu’nun Gerede kazasının Dörtduvar nahiyesinin Aşağı-sayık köyündedir. Köroğlu’nun şiirlerinde “Nallıhan” diye bir yer ismi geçer. Araştırma-larım sırasında gerçek “Nallıhan”ı da bulmayı başardım. Bunun hikâyesi de şöyle: Köroğlu yanına yiğitlerini alıp yola koyulmuş. İstirahat için bir handa konakladığı zaman atının nalının düştüğünü fark etmiş. Yiğitlerine, “İzi sürüp nalı bulun!” diye emir vermiş. Ancak nal kırılmış artık işe yaramayacak du-rumdaymış. Köroğlu, bu nalı hanın kapısına çakmış. O günden sonra da bu han, “Nallıhan” olarak bilinir olmuş. Köroğlu’nun şiirlerinde “Gürcistan” dan bahsolunur. Gürcistan gezim sırasında bir gün Tiflis’teki Şarkiyat Üniversitesine gidip bilim adamlarıyla “Köroğlu” konusunda sohbet ettim. Bilim adamları, “Belgeler Köroğlu’nun buraya kadar geldiğini gösteriyor” dediler.

Page 6: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

421

Köroğlu’nun Huruzat, Perizat ve Döne adında üç karısı varmış. Ki-ziroğlu Mustafa Bey’e yenilince Gürcistan’a sığınmış; orada da Telli Nigar’ı kendisine dördüncü eş olarak almış. Köroğlu ve Kiziroğlu Mustafa Bey’in yiğitleri Suluçayır denilen mevkide karşı karşıya gelmişler. Kıyasıya geçen çarpışmalar yüzünden çok kan dökülmüş. O günden sonra “Suluçay” adı “Kanlıçayır” olmuş.

“Kanlıçayır” mevki bugün benim tapulum mülküm içinde yer almak-tadır.

Kiziroğlu Mustafa Bey etnik bakımdan Kürt asıllıdır. Köroğlu şöyle seslenir: Geldi bize yoldaş oldu Acemistan Kürt yiğidi Üç yiğide baş olmuştur Arar şimdi dört yiğidi

Kitap II: “Şeyh Şamil” (Ankara 1997) Suudi Arabistan Kralı Faysal 1967 yılında Türkiye’yi ziyaret ettiğin-de Ferruh Bozbeyli, Denizli Milletvekili Fuat Avcıoğlu ve beni, Hac ziyareti içine Mekke’ye davet etmişti. Bir grup arkadaşla birlikte Hac yolculuğuna çıktık.

Bizi çok iyi karşıladılar. Özel olarak yanımıza verilen mihmandar, elinden geldiğince bize İslâm tarihinin önemli olaylarını anlatıyor ve tarihi yerleri gezdiriyordu. Ancak sorduğum bazı kritik sorulara cevap alamayınca şaşırmıştım. Bunlardan aklımda kalanlardan birkaçı şöyle:

“Şükran!” Bir keresinde Mekke valisinin eşliğinde Hz.Hamza’nın mezarını ziyaret ediyorduk. Normalin üzerinde uzun ve geniş bu mezarın başında mih-mandara, “Bu mezarda kimler yatıyor?” diye sordum. Mihmandar ve Arap misafirler bu soruyu cevaplayamadılar. Mekke valisi ileri atılıp, “Sayın Şami-loğlu siz cevaplayın?” dedi. “Tarih kitaplarından hatırımda kaldığı kadarıyla, Hz. Hamza şehit düştüğünde kayın biraderi Abdullah ile aynı mezarda yan yana defnedilmişti” diye cevap verdim. Mekke valisi, şaşkınlık dolu ifadeyle “Ooo! Maşallah, şükran!” diyerek beni alkışladı.

“Safa ile Merve” Mihmandar, “Safa ile Merve arası nedir?” şeklindeki sorumu da ce-vapsız bırakmıştı. Halbuki bu mekân bir mucizeye tanıklık etmişti.

Safa ve Merve, aralarında 350 m mesafe iki tepenin adıdır. Ortası çöl olan bu yerde Hz. Hacer, İsmail’e doğum yaptığı zaman çocuk susuzluktan

Page 7: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

422

kıvranıyormuş. Hz. Hacer umutsuz şekilde bir tepeden diğerine koşarak su arıyormuş. Sıcaktan kıvranan çocuk ayağının topuğunu yere vurduğunda su fışkırmış. Hz. Hacer, göğe doğru fışkıran suya koşup, “Dur! Dur!” anlamında “Zem! Zem!” diye bağırmış. O günden sonra bu suyun adı “Zemzem” olarak bilinir olmuştu.

“Hacerü’l-Esved” Kabeyi tavaf ettikten sonra yanımdaki arkadaşlara, “Kâbenin köşe-lerini öğrendiniz mi?” diye sordum. Ses çıkmayınca kısa bir izahat vermek ihtiyacını duydum. “Bizim bulunduğumuz köşenin adı Rüknü Haceri’dir. Geriye kalan diğer üç köşenin adı da sırayla Rüknü Yemeni, Rüknü Şami ve Rüknü İraki dir. Namaz kılındığı zaman herkes kendi köşesine doğru yö-nelmek zorundadır. Unutmayın, namazın kıblesi kâbedir ama duanın kıblesi gökyüzüdür!”

Ve Said Şamil... Uçağımız Medine’ye indiğinde beni havaalanında sonradan Said Şa-mil olduğunu öğrendiğim Arap kıyafetli birisi karşıladı. Hasretle bana sarıldı. Gözlerinde yaşlar duygulu bir halde yanaklarımdan öptü. “Şamiloğlu hoş geldin!” dedi. “Beyefendi ben zatı âlinizi tanıyamadım! Siz beni nereden ta-nıyorsunuz?” diye sordum. Said Şamil, espriyi elden bırakmadan, “Boyunuz kâfi geldi!” dedi. Uzun boyum, kıvır kıvır saçlarım ve üzerimdeki lâcivert renkte takım elbisemle hey dey günlerimi yaşıyordum.

Said Şamil, “Ben Şeyh Şamil’in torunuyum. Kâmil Paşa’nın oğlu-yum” dedi.

Said Şamil 1918 yılının ortalarına doğru Kars’a gelmişti. O günleri kendisi şöyle anlattı:

“1918 yılında Garbi Cenubi Kafkas Cumhuriyeti kurulduğunda 19-120 yaşlarında bir genç olarak mücadelede yerimi aldım. Dışişleri bakanı Fahrettin Erdoğan, Meclis Başkanı Dr. Esad Oktay ve deden Şamil Şamiloğ-lu’yla tanışma fırsatı buldum”

Bir gün beni yanına alıp Medine’deki İslam Arif Hikmet Kütüphane-sine götürdü. Oradaki bir deftere şeceremi not etmemi istedi. “Hatıra olarak kalsın!” dedi. Birkaç gün amca-yeğen gibi samimi duygularla beraber olup sohbet ettik.

Bir konuşmamızda Said Şamil Türkiye’yi niçin terkettiğini şöyle anlattı: “1946 yılında kurulan DP’nin kurucular kurulunda görev aldım. DP Genel Sekreteri Osman Bölükbaşı, ‘Seni mutlaka milletvekili olarak meclise sokacağız” diye söz verdi. Fakat politika oyunları nedeniyle seçilemedim. Ben de onlara darılıp Suudi Arabistan’a geldim”

Page 8: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

423

Said Şamil, kültürlü ve Fransızca gibi batı dillerini iyi bilen birisiydi.

“Şeyh Şamil hakkında kitap yaz!” Nihayet veda günü geldiğinde, Said Şamil beni bir köşeye çekip, “Muzaffer Efendi, tembellik ettim dedem Şeyh Şamil hakkında kitap yaza-madım. Piyasada çıkan kitapların hepsi yanlış bilgilerle dolu. Senden ricam bu görevi üstüne al!” dedi. Ben de “Olur!” dedim. O günden sonra Şeyh Şamil’le ilgili tüm kitapları toplamaya başla-dım. Türkiye’de bu konuda yayımlanmış olan yedi kitabın hepsi de eksik ve yanlış bilgilerle doluydu. Çoğu yazar oturduğu yerde, hâyâl gücüne ve kalem kuvvetine güvenerek Şeyh Şamil hakkında kitap yazmıştı. 30 yıl boyunca Şeyh Şamil’le ilgili tüm kaynaklara ve bilgilere ulaş-mak için ciddi bir uğraşı verdim. Dağıstan, Gürcistan, Moskova, Leningrad ve daha birçok yerlere gidip araştırmalarımı devam ettirdim. Şeyh Şamil’in yaşadığı her mekâna gidip resim çekmeyi kendime görev bildim. Ancak ba-zen karşıma istenmeyen engeller de çıkmıyordu değil.

Şeyh Şamil, 1859-69 yılları arasında Ruslara esir olarak yaşadı. Bunun dokuz yılını Moskova’nın Katüle banliyösünde geçirmişti. Tüm ısrarlarıma rağmen beni Şeyh Şamil’in dokuz yıl boyunca kaldığı eve yaklaştırmadılar.

Şeyh Şamil çok hastalanınca Çar Aleksander II, kendisini Kiev’deki çiftlik evinde iki yıl misafir etti. Osmalı Sultanı Abdülaziz’in ricası üzerine Şeyh Şamil, Hac ziyareti için 1869 yılında Türkiye ve Mısır üzerinden Suudi Arabistan’a gitti. Şeyh Şamil, hacı olduktan sonra iki yıl daha yaşadı. 1871 yılında prostat kanserinden vefat etti. Mezarı Cenneti Baki mezarlığındadır.

Şeyh Şamil konusunda yaptığım araştırmanın eksik kalan ikinci kısmı, Gürcistan’ın Andi dağlarındaki Ezan gölünü ziyaret isteğimin yerine gelmemesidir. Şeyh Şamil, yenilginin kaçınılmaz olduğunu anlayınca, tüm hazineyi iki savaşçısına emanet edip Ezan gölüne gömdürtmüştü. Ne yapıp edip bu gölün resmini çekmek istiyordum.

Bir akşam Gürcistan başbakanıyla masada beraber olmuştuk. Ken-disine bu isteğimi iletince, “Biz çok aradık bulamadık!” dedi. Bu sözle neyi ima ettiğini anlamıştım. “Ben hazine avcılığı için oraya gitmek istemiyorum. Sadece gölün bir resmini çekmek istiyorum” dedim. Başbakan, sürekli bir şe-kilde “Elbette götürürüz!” diyerek beni oyaladı ve hiçbir zaman o göle yakın gitmemi istemedi.

Bazı Gerçekler... Şeyh Şamil’in annesi Kumuk, babası da Avar Türklerindendir. Ku-muklar ve Karapapaklar arasında fark; tarım ve ziraatla uğaraşanlara Kumuk, hayvancılıkla uğraşanlara Karapapak denir.

Page 9: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

424

Esas ismi “İmam Şamil”dir. Bazı yazarların uydurmasıyla “Şeyh Şa-mil” ismi halk arasında yaygın olarak bilinir oldu. Sofi dedemin zürriyetinden Karapapak aileleri, 1834-1859 yılları ara-sında İmam (Şamil’e bağlı olarak Ruslara karşı savaşmışlardı. Kars’tan Bazı Simalar Kars ili etnik bakımdan çok zengin bir yapıya sahiptir. Gerçi, yetenek-siz politikacılar zaman zaman “tefrikacılık ve zümrecilik” yaparak bu zengin-liğe gölge düşürürler. Hatta “ayrımcılık” yapmadığım için siyasi hayatımda çok zorlandığımı da itiraf etmeliyim. Kendilerine “Yerli” tabir edilen hemşehrilerimizin sözü geçen ve en önde gelen ismi Ani köyünden Mehrali Ağa ve kuzey ilçelerinden Zikri Yıl-maz idi.

Azeriler arasında da Şahin ve Ağa Yerdelen kardeşlerin sözü çok ge-çerdi.

Kürtler ve Karapapaklar belirli kişilerin arkasından gitmezdi. Her önüne gelen, “Bu köyün ağası benim!” derdi. Kars’ın en asil ailesine siyasetçisi Turgut Göle idi. Babası Celâl Bey geldiği zaman Göle ayağa kalkardı! Kurtuluş Savaşı yıllarında Celâl Bey, Osmanlılarla birlik olup Ermeni ve Ruslara karşı savaşmıştı. Şeyh soyundan Celâl Bey’in köyü ve mezarlık yeri devletin özel koruması altındadır.

Aynı şekilde Arpaçay’da Kemal Kaya’nın amcası Sürmeli Bey de saygı duyulan bir isimdi. Kars’ı ziyaret eden dostlarıma Hasani Xargani Hazretlerinin türbesini ziyaret etmelerini salık veririm. Bu bölgede İslamiyet’i ilk yayan bu alime karşı derin sevgiyle dolu olduğum için, Sultan Üçüncü Murad’ın yaptırdığı türbesini Kars’a her gidişimde ziyaret ederim. Iğdırlı Dostlarım Iğdır’a gittiğimde bana yakınlık gösteren birkaç dostumu özellikle yad etmek isterim. Mecit Hun, Aziz Güney ve Cihangir Turan’la çok eskiye dayanan bir dostluğum olmuştu. Özellikle Mecit Hun’un oturup kalktığı her yerde benim için, “Şamiloğlu gerçek bir dosttur” şeklinde konuşmasını ken-dim için bir övünç nedeni sayardım.

Baharlı Mahallesinden “Şişko” Mehmet Efendi de geldiğimi duyunca sevinç dolu yüz ifadesiyle yanıma gelirdi. Benimle sohbete değer verdiğini anlardım.

Hamit Dönmez, Melekli köyünden Kadir Erol ve Taşburun köyünden Ali Karasu’yu da hep iyi dostlar olarak hatırlarım. Ali Karasu bir keresinde beni sıkıntılı bir durumdan kurtarmıştı.

Page 10: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

425

1979 yılı Senato seçimleriydi. Arabamla Taşburun köyünü geçerken bir gurup sağ görüşlü genç önümü kesti: “Buraya girmek sana yasak” dediler. Tartışma gittikçe sinir bozucu bir havaya bürünüyordu. Ali Karasu bir köşe-den çıkıverdi: “Eye ne yapırsız? Eye o Şamiloğlu’du. O hepimizin dostudu” diyince gençler kuzu kuzu dağılmıştı.

Tuzluca’dan rahmetli Tosun Ayrım’la da iyi bir dostluğum vardı. Üzüm bahçesinde masayı kurup uzun sohbetlere dalardık. “Çocuklarımın adını ben de bilmiyorum” 1960 yılından beri en çok severek yaptığım işlerden birisi her yıl 8 öğrenciye burs verip onlara eğitim hayatında yardımcı olmaktır. Okul müdürü bana, “Falanca öğrenciler çalışkan fakat paraya muhtaçtırlar” diyerek bir liste gönderir. Çoğunu hiç görmediğim bu öğrencilere düzenli olarak para gönder-meyi kendime görev bilirim. Şimdiye kadar öğrencilerim arasından birçoğu doktor, hakim, ressam olarak hayata atıldılar. “Sana da koysunlar” Belediye reisi pastaneleri teftişe çıkmıştı.

Çok sevdiği sınıf arkadaşının pastanesinden içeri girip, “Oradan bir pasta ver!” demiş. Belediye reisi, kontrol amacıyla ağzına koyduğu kurabiyeyi çok lez-

zetli bulunca, dayanamamış, “Yahu ne güzel kurabiye! Buna ne yağ koydun?” diye sormuş. Arkadaşının muzipliği üzerindeymiş: “Sana koydum!” diye cevaplamış. Belediye reisi şakayı anlamış, bozuntuya vermeden: “Ha öylemi!..” demiş. Arkadaşı, “Evet öyle!” diye cevaplayınca, be-

lediye reisi, “Öyleyse öbür pastanelere gidince söyleyeyim, onlar da sana koy-

sun!” demiş.

“Mina’da taşladım”Kars’ın sözü geçen ve saygı duyulan isimlerinden birisi Axunt Malik

Işıklı idi. Müritleri onun seccadeye binip dolaştığına inanırlardı. Bu yüzden onunla ilgili şöyle bir fıkra uydurmuştum:

Hacca gidip geldikten sonra, kendi kendime, “Malik Emmi’yi ziyaret edeyim” dedim. Kalktım gittim Malik Emmi’ye. Beni huzurunda görünce, “Ay Muzaffer Bey, deyesen sen de hacı olupsan! Allah kabul eylesin!” dedi. Ben de, “İman Kur’an sahibi ol! Allah razı olsun!” dedim.

Page 11: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

426

Malik Emmi, “Meni orada gördün mü?” diye sorunca, “Ay Malik Emmi, ne çabuk unuttun. Men seni hem gördüm hem de Mina’da taşladım” diye cevapladım.

“Muzaffer hakikaten çok güzel!” Kars’ta yetişen politikacılar arasında en kültürlü olanları Mehmet Hazer ve Abbas Çetin’di Abbas Çetin’le Anayasa ve Adalet Komisyonu’nda beraber çalıştım. O AP’li ben CHP’li olmamıza karşın aramızda iyi bir dostluk vardı. Ondan çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Mehmet Hazer, Kâzım Karabekir Paşa’nın açmış olduğu “Yetimler Okulu”ndan yetişmişti. 1980 İhtilâlinde Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Orgeneral Nurettin Ersin de, Mehmet Hazer’in o yıllardan sınıf arkadaşıydı. Mehmet Hazer’in tek kusuru eli sıkı birisi olmasıydı. Sigarasını bile cebinden tek tek çıkarır, öyle içerdi. 1979 yılında Sovyetler Birliğine resmi bir gezi nedeniyle gitmiştim. Dönüşte anılarımı “Komşumuz Sovyetler Birliği” adı altında küçük bir ki-tapçıkta topladım. Sonra bu kitabı Anadolu Kulübünün vestiyerine koyup göstermelik bir fiyatla milletvekili ve senatör arkadaşlarıma satışa çıkardım. Kitabımı alanlardan birisi de Mehmet Hazer’di. Salonda Mehmet Hazer’i elinde benim kitapla görünce çok şaşırmış-tım. “Vay be! Kitabım için nasıl kıydı o güzel parasına?” demekten kendimi alamamıştım. Meğerse onun amacı, kitabımda eleştiriye açık bir şeyin olup olmadığını kontrol etmekmiş!.. Ertesi gün yanıma geldi.“Muzaffer bu kitap hakikaten çok güzel!” diyerek iltifat etti. Tüm çabasına rağmen beni eleştirecek bir nokta bulama-mıştı.

“Affeyle padişahım...” Aşağıda bahsi geçen tarihi hikâyeyi dostum Mecit Hun’dan duymuş-tum:

Osmanlı Sultanı Murat III, ordusunun başında Allahüekber dağları üzerinden İran’a doğru sefere gidiyormuş. Ordu, Selim (Çukur) ovasına girdiği zaman, bölgenin ileri gelen Kürt ağası, yanında 50-60 kişilik süvari birliğiyle 3. Murat’ı karşılamaya gitmiş.

Yazın sıcağında dört nala gelen kafile ortalığı toz duman içinde bıra-kınca, yüzü gözü toz içinde kalan padişah, yanındakilere Kürt ağasını işaret ederek, “Tiz, bu adamın kellesini vurun!” diye emretmiş. Padişahın ölüm işareti verdiğini gören yardımcıları ağanın yanına koşturup , “Aman ağam,

Page 12: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

427

padişah kellen için emir verdi!” demişler. Ağa atını sürüp padişahın huzuruna gelmiş ve şu sözleri söylemiş: Hatta ettim, ben de bilirem ki mürdem Affeyle padişahım, adam değilem Kürd’em

“Sizi taşıyacak atı nerden bulayım?” Yıl 1949. Ankara’da yedek subay okulunda askerlik görevimi yapı-yordum. Soğuk kış günleriydi. Üzerimde kalın bir palto vardı. Zaten uzun boylu ve iri yarı bir gençtim. Bu kalın elbiseler içinde deyim yerindeyse “dev” gibi görünüyordum.

Bir gün dönem arkadaşım ve benim gibi iri yarı Ardahanlı İbrahim Us’u yanıma alıp komutanın huzuruna çıktık. Sert bir selam verdikten sonra: “Komutanım, biz Karslı’yız. Attan çok iyi anlarız. Bizi Piyadeye verdiniz eğer Süvariye alsanız çok memnun olacağız” dedik. Tümgeneral kafasını kal-dırıp ikimizi baştan ayağa dikkatlice süzdü, “Çocuklar sizi Süvariye alıyorum ama sizi taşıyacak atları ben nerden bulayım?” dedi.

Kör pişman bölüğe dönmüştük.

“Ah Çamlıça Kız Lisesi!” Tabur komutanımız Binbaşı Sıtkı Ulay’dı. Daha sonra MBK üyesi ve senatör olan Sıtkı Ulay, bir gün bölüğü sıraya dizdikten sonra bir aşağı bir yu-karı gidip, yedek subay adayı bizleri dikkatlice süzdü. Ne düşündüyse aniden beni yanına çağırıp, “Seni bölüğün başçavuşu seçtim!” dedi. Yedeksubay okulunu bitirdikten sonra çekilen kurada görev yerim İs-tanbul Selimiye kışlası çıktı. Bölük komutanı olmadığı için bu göreve vekâlet ediyordum. Altımda güzel bir at vardı. Keyfim istediği zaman dışarı çıkıyor, Çamlıça tepelerini ve Kız Lisesinin önündeki geniş bahçeyi kahraman asker edasıyla arşınlıyordum. Her geçişimde Kız Lisesinde sanki yer yerinden oy-nuyormuş gibi gelirdi bana. Ey gençlik! “Dilibal” Tiflis’ten ayrılmaya hazırlanıyorduk. Görevliler bizi alıp çay merke-zine götürdüler. Kocaman bir defter açıp anı olarak bir şeyler karalamamızı istediler. Tiflis Şarkiyat Enstitüsü müdür muavini yanıma gelip, “Buraya bir şiir yaz!” dedi. “Her zaman şiir olmaz!” diye nazlandımsa da söz geçireme-dim. Elime kalemi alıp şu mısraları karaladım:

Suyu güzel, kızı güzel, çayı bol, İnsanları güler yüzlü, dili bal,

Page 13: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

428

İşte bizler gidiyoruz, Güzel Tiflis, sen hoşça kal!

Bu mısraları sesli okuduğum zaman salonda bir alkış tufanı koptu ki hiç sormayın!

“Aslan” adlı öküzüm Bir öküzüm vardı. Adı Aslan’dı. Öyle akıllı ve sözden anlayan bir hayvandı ki aradan bunca yıl geçmesine karşın onun dostluğunu hâlâ yüre-ğimde hissederim. Örneğin öküzleri arabaya koşup yola koyulurduk. “Aslan” öküz yo-rulduğu zaman başını geriye çevirip, “Mmmmm!” diye böğürürdü. Bu, “Ben yoruldum. Biraz istirahat edelim sonra tekrar yola devam ederiz” anlamına gelirdi. Boyunduruğu çıkardığım zaman “Aslan” öküz ağır adımlarla sakin bir köşeye gider, 5-10 dakika kendisine dinlenirdi. Sonra tıpış tıpış geri gelip boyunduruğa kendiliğinden girerdi. Bana dönerek tekrar, “Mmmmm!” eder, sesinin tonundan, “Ben istirahat ettim, gel boyunduruğu bağla, artık yola ko-yulalım!” anlamı çıkardı.

Onun arkadaşı Karaxan, böyle akıllı davranmazdı. Boyunduruktan kurtulduktan sonra onu tekrar geri getirmek beni saatlerce uğraştırırdı.

“Tayyar” adlı atım Köyümüzün aşağısında Kuzukulak mevkiinde geniş çayırlarımız var-dı. Her yıl babam birkaç tırpancı kiralar, otları biçtirirdi.

Ortaokul ikinci sınıf öğrencisiydim. Her gün “Tayyar” isimli atıma bi-nip annemin hazırladığı yemeği işçilere götürüyordum. Yine bir gün annemin verdiği azığı heybeye yerleştirmiş atımla yola çıkmıştım.

Atım yeni biçilmiş ot kümelerini görünce korkuyla irkildi. Beni yere atıp dört nala uzaklaştı. Yüzü koyun taşların üzerine düşmüştüm. Burnum kırılmıştı! Kendi durumuma aldırış etmeden yerden doğrulup çok sevdiğim atımın arkasından “Tayyar! Tayyar!” diye bağırarak koştum. “Tayyar” birkaç km yol kat ettikten sonra durdu, geriye döndü, beni görünce tırısa kalkıp ya-nıma geldi. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Bu vefalı hayvana sarılınca acımı unuttum.

İnsanlardan görmediğim vefayı hayvanlardan gördüm dersem lütfen beni bağışlayın.

“Savcı Bey, ben de bilmeyum...”Of ilçesinde savcıydım. Bu kasabanın eşrafından soyadı “Tellioğlu”

birisi her gün atının üzerinde kasabaya gelir, geniş caddeyi atın “tak tak” şek-

Page 14: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

429

linde gürleyen nal sesleriyle geçip giderdi. Bu nal seslerini ne zaman duysam at sevgisinden olacak, kafamı pencereden yana çevirir, özlemle atlıya bakar-dım.

Bir gün bu atı çok zayıflamış buldum. İsmail isimli kâtibimi yanıma çağırıp, “Bu atlı geri gelince ‘Savcı Bey seninle görüşmek istiyor’ diyerek durdur” dedim.

Akşama doğru kâtibim atlıyı büroma getirdi. “Atın niye zayıflamış?” diye sordum. Adam, “Savcı Bey, ben de bilmeyum. Son zamanlarda bir şey yemez oldu” dedi.

Birlikte atın yanına gittik. Atın ağzına bakınca damak hastalığına ya-kalandığını anlamıştım. Damağı iltihaplanan hayvan otun dikeni battığı için yemeden kesilir. “Bana parmak kalınlığında bir çubuk, bir kilo tuz ve keskin bir bıçak getir” dedim. Adam, çok geçmeden istediğim malzeme yanında çı-kageldi. Birkaç kişi atı sıkıca tuttu. Keskin bıçakla atını damağını birkaç yer-den kestim. Simsiyah kan çıktı. Yarayı bol tuzla ovalayıp atlıyı yolcu ettim.

Aradan bir hafta geçti. Bir gün Tellioğlu, mutlu yanıma geldi. Atı artık kilo almaya başlamıştı! Hayatımın önemli bir kısmı hayvancılık ve ziraatla ilgili olduğundan bu konularda geniş bilgiye sahibim. Hatta bir gün şöyle bir anım olmuştu.

Fikret Gündoğdu Tarım Bakanıydı. Bütçe Plan Karma Komisyon üyesi olarak Tarım Bakanlığına hayvancılıkla ilgili bazı sualler tevcih ettim. Bakan ertesi gün yanıma gelip, “Aman Muzaffer Bey, senin soruları cevapla-yacak adam bulamadık. Ne olursan o sualleri geri al!” dedi.

“Bundan sonra adsız gezeceksin!” Sevgili arkadaşım ve hemşehrim Osman, ilk çocuğuna hamile olan eşinin doğum haberini sabırsızlıkla bekliyormuş. Kars Devlet Hastanesi önünde toplanmış olan kalabalık birden müjdeli haberle çalkalanmış. Kala-balıktan birisi Osman’a yaklaşıp, “Osman gözün aydın bir oğlun oldu. Adını ne koyak?” diye sormuş. Osman, sağ elinin başparmağını yanağına vurarak kendinden emin bir edayla, “Osman” demiş. Oradakiler buna şaşarmışlar. “Babam senin adın Osman oğlanın adı Osman bu oler mi heç?” diye itiraz ettiklerinde, Osman yanıt olarak:

“Eh bundan sonra ben adsız da gezerem” demiş.

Benim Osman’la ilgili uydurduğum bu fıkra ağızdan ağıza dolaşıp durdu. ZAD-ZUD kitabımda da yayımlayınca artık duymayan kalmamıştı.

Aradan yıllar geçti. Osman ve ben Milletvekilliğinden emekli olmuş-tuk. Bir gün Anadolu Kulübüne gitmiştim. Uzak bir köşede Mecit Hun ve Osman bir masaya oturmuş sohbet ediyorlardı. Mecit, Osman’a, “Haberin var

Page 15: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

430

mı? Muzaffer’in bir torunu olmuş. Adını Muzaffer koymuşlar” demiş. Osman usulca yanıma yaklaştı. Kulağıma eğildi, “Ulan it! Bundan

sonra sen de adsız gezeceksin ha!” dedi. Herkes kahkahaya boğuldu. Osman yıllar sonra intikamını acı bir şekilde almıştı.

“Of’ta atacağum” Trabzon’un Of ilçesinde savcılık yaptığım için kasabanın ileri gelen-lerini tanırdım. Bunlardan birisi de lokanta işleten Ahmet Aküz’dü.

Hac dönüşü bir gün Kars CHP İl başkanı Saffet Tiryaki’yi ziyarete gitmiştim. Oflu olan Saffet Tiryaki beni görünce:

“Vayyy! Gel bakayum, gel bakayum!” diye çığlık attı.İçerisi tıklım tıklımdı. Beni özenle yanındaki sandalyeye oturttu.“Yahu sen de Hacı oldun ha!” dedi.“Allah bana nasip etti, sana heç etmesin!” diyince gülmeye başladı.Saffet Tiryaki, “Anlat bakayum neler yaptun?” dedi.Bu soruyu soracağını bildiğim için öncede uydurduğum hikâyeyi cid-

di ciddi anlatmaya başladım.“Vallahi çok acayip şeyler oldu. Arafat’ta Ahmet Aküz’le karşılaştım.

Tanır mısın?”“Oy tanimaz olurmiyim hiç!”“Mina’da ben kucağıma taşları doldurmuş yorulmadan şeytanı taşlı-

yordum. Baktım az ileride Ahmet Aküz! Gittim yanına. ‘Hacım atsana taşları niçin duruyorsun’ dedim. Bana döndü, ‘Ha Savcı Bey! Ben burada şeytan göremeyum! Bu taşları götürüp Of’ta atacağum’ dedi”

Hikâyem bitince odadakiler gülmeye başladı. Turgut Artaç da arala-rındaydı. “Allah senin belanı versin. Yine uydurdun” dedi.

Haberi YokmuşCenab-ı Hakk’a sormuşlar:“Terekemeyi ne için yarattın?”“Adam öldürmek, at çalmak ve yalan söylemek için” diye buyurmuş.“Peki Kürdü?”“Onu da her türlü hırsızlığı yapmak ve adam öldürmek için”“Peki Acemi?”“Şeytanlık için”“Ya Yerliyi?”Cenab-ı Hak duraklamış ve:“Yerli diye bir kul yaratmış değilim” diye buyurmuş.

Page 16: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

431

Diyadinli Şamil Peker İzmit’te Savcı yardımcısı olarak görev yapıyordum. Bir gün İtalya-’dan çimento ithal eden DP İl Başkanı suç duyurusu yapıldı. Çimentoların Türk normlarına uygun olmadığı iddia ediliyordu. Tahkikatı ben yürütünce, DP İl idaresinin boy hedefi oldum. Diyadin’e sürgün edildim. Diyadin’e taşınma hazırlıklarını yaptığım günlerdi. Bir gün Komiser Zeki Bey eve gelerek, “Sayın Savcı, hemşehriniz olduğunu söyleyen birisi sizinle görüşmek istiyor” dedi. Asya Oteline vardığımda saat gece yarısına yaklaşıyordu. Hemşehrim olduğunu söyleyen şahıs yatağından uyanıp salona geldi. Şamil Peker ismin-de Diyadin’in tanınmış ve önde gelen ismiydi. “Hoş geldiniz, buyurun beni görmek istemişsiniz” dedim.

Şamil Peker, “Savcı Bey, ben Diyadinliyim. Tayininizin Diyadin’e çıktığını öğrenince sizi ziyaret etmek istedim” dedi.

Savcı olarak gittiğim il ve ilçelerde tarafsızlığımı korumak için bu türden özel ziyaretlere hep karşı olmuşumdur.

“Ne münasebet!” diyerek sinirli şekilde ayrıldım.

“Üzülme! Erkeğin başına her iş gelir!” Diyadin’de göreve başlar başlamaz halk, âdet olduğu üzere büroma bana “hoş geldin!” demeye geldiler. Ertesi gün kapım alışılmışın dışında bir şiddetle “Tak! Tak!” diye dövüldü. Açılan kapıdan içeri Şamil Peker girdi. Elinde kocaman bir baston vardı. “Kapıyı vuran siz miydiniz?” diye sordum. “Evet!” “Çık dışarı! Burası Cumhuriyet Savcısını makamıdır. Kapıyı nasıl öyle vurabilirsiniz?”

Şamil Peker uyarıma rağmen çıkmakta tereddüt edince, bu kez,“Ağaysan ağayım, beysen beyim, eşkıyaysan eşkıyayım” dedim.2.5 yıl Diyadin’de Savcı olarak görev yaptım. Bu süre boyunca Şamil

Peker’le aramız açık oldu.

Bir kış günüydü. Aladağlar’da bir köyde iki kardeşin öldürüldüğü haberi geldi. Yanıma jandarmaları alıp olay yerinde tahkikat yaptım. Bir gece Fethi Yardımcı’nın evinde kaldıktan sonra Diyadin’e geri döndüm. Meyre Şıx adında bir mahalle bekçimiz vardı. Halk arasında dolaşan konuşmaları bize iletirdi. Bir gün yanıma gelip, “Savcı Bey, o iki kişiyi öldü-ren Mehmet Kaya’dır. Şu an Şamil Peker’in evinde saklanmaktadır” dedi. Jandarmaya haber verip evin etrafını kuşatmaya aldırttım. Hâkimden

Page 17: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

432

arama emrini aldıktan sonra eve gittim. Kapıyı vurunca , bir genç kız kafasını pencereden uzatıp, “Evde kimse yoktur!” dedi. “Ben Cumhuriyet Savcısıyım. Lütfen kapıyı açın yoksa kırmaya mecburuz” dedim. Kız, “Açmam!” dedi. Ayağımda çizmelerimle şiddetli bir şekilde nasıl kapıya vurdumsa, kapı men-teşeden çıkıp yana kaydı. Kapının arkasında genç bir adam vardı. “İki kardeşi öldüren sen misin?” diye sordum. “Evet!” “Üzülme! Erkeğin başına her iş gelir. Silahını bana ver!” dedim. Cebinden çıkardığı 7.65’lik tabancayı bana uzattı. Orada zabıt tutup genç adamı tevkif ettim. Bu olayın üzerinden 10-15 gün geçti. Adalet Bakanlığı’ndan bir yazı aldım. “DP ilçe başkanın evine zorla girmişsin. Bu hususta savunmanızı...” Elimdeki bütün zabıtların bir fotokopisini yapıp, “Müdafaam ilişik zabıt ve varakaların münderecatından ibarettir. Gereğini arz ederim” diyerek Bakanlığa postaladım. Bir ay sonra Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçekdağlı’dan, “İşlerde yolsuzluk yok. Takibatına nail olmadığına karar verildi. Tercihen terfi edilme-sine..” şeklinde bir yazı aldım.

1955 yılında Diyadin’den ayrılacağım zaman Belediye Başkanlığı se-çimleri vardı. Çok sevdiğim Hikmet Özmen’in başkan olması için el altından ağırlığımı koydum. Aradan uzun yıllar geçti. Ben Kars Senatörü olarak görev yapıyor-dum. Köy İşleri Bakanı Ali Topuz, bir gün yanıma gelip, “Muzaffer, Ağrı’ya gideceğim, bölge milletvekilleri senin yanımda götürmem için ısrar ediyor-lar” dedi. Birlikte Diyadin’e gittik. Benim geldiğimi duyan Diyadinli dostlarım bir kahvehanede toplantı hazırlamışlardı. Kapıdan içeri girdiğim zaman Şamil Peker en önde beni bek-liyordu. Bana sarıldı, “Kurban olmuşam sana. Ben senin kıymetini bilmedim. Beni affet!” dedi. Şamil Peker’le orada barıştım.

Kitap 3: Karapapaklar (Karakalpaklar) Fransızların Focus dergisinde, 1995 yılında “Atam Anam Tereke-mem” başlıklı bir yazı yayımlandı. Karapapaklar ve Terekemeler konusunda eksik ve yanlış bilgilerin ortalıkta dolaştığını görünce, kendi düşüncelerimi ve gözlemlerimi bir kitapçıkta toplamaya karar verdim.

Burada özellikle belirtmek ihtiyacı duyduğum bir konu var: Toplum-sal ve siyasal açıdan önemli olan insanların kökenleri değil, rahmetli Prof Ahmet Taner Kışlalı’nın da belirttiği gibi, insanların “kendilerini ne olarak” duyumsadıkları ve algıladıklarıdır.

Page 18: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

433

Irkçılık ve mezhepçilik yapanlara ben insan demiyorum ve bu tür dav-ranışları çağdışı ve akıldışı kabul ediyorum.

Karakalpak mı, Terekeme mi? “Terekeme” diye bir kavim yoktur. “Terekeme”, Karakalpakların oy-nadığı bir tür halk oyununa verilen addır. Bu kelime zamanla halk arasında yanlış bir uygulama alanı bularak, “Karakalpak/Karapapak” anlamında kul-lanılır olmuş. Bugünkü Türkmenistan sınırları içinde olan tarihi Karakalpakistan devleti dağılınca, 2.5 milyon kadar bir nüfus Afganistan’a göç etmiş. 3500 aile, İran’ı geçerek Azerbaycan’a ve Kafkasya’ya yerleşmiş. Zamanla İran’da kalanlar Şii mezhebini kabul ettiler. Kafkasya’ya göç edenlerin çoğu Suni mezhebine bağlı kaldılar. Türkiyeye Karapapaklar 1810 yılında Şeyh Şirazettin adlı bir şeyhi takibe ederek giriş yapmışlardı. Çoğu Amasya taraflarına yerleşmişler. Bugün Iğdır’daki Karapapaklar (Eşref Başaran) bu guruba dahildirler. Benim ailemin bağlı olduğu Karapapaklar 300 yıllık arayla iki kez Türkiye’ye gelmişler. Birinci dalga 1604 yılında Nuri Dedemi takip ederek Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Han köyüne gidip yerleşmişler. Soyadları ge-nellikle “Cengiz” olan bu gurupla Diyadin’de savcılık yaptığım yıllar tanışma fırsatım olmuştu. Bu gurubun lideri olan Bedir Bey, bir ihtilaf nedeniyle Halis Öztürk’e bağlı milis güçlerce vurulup öldürüldü. Olay benim bölgemde mey-dana geldiği halde, Bakanlığa bir yazı yazarak, “Öldürülen Bedir Bey’le olan akrabalığım nedeniyle bu görevin başka bir savcıya emanet edilmesi” yolun-da ricada bulundum. Taşlıçay savcısı bu olayla ilgili tahkikatı yürütmüştü.

Benim ailemin bağlı olduğu ikinci dalga 1918 yılında Türkiye’ye gelmiş. Bunların bir kısmı Kürt kökenli hemşehrilerim arasında yaşadıkları için –Susuz ve Digor’da- zamanla onların dillerini ve adetlerine uyum gös-termişler.

Seçim çalışmalarım sırasında artık Kürteleşmiş bu akrabalarımın ya-nına gidince, Türkçe’yi zorlukla konuşarak bana, “Senden başkasına oy mu vereceğiz! Sen bizim emisin oğlisin” diyorlardı.

Kitap 4: Yüce Dinimiz İslamiyet Liseden yeni mezun olmuştum. Rahmetli dedem, bir gün beni yanına çağırarak, “Evladım, sen dinini pek bilemedin. Biz de ihmal ettik, sana ge-reken ilgiyi gösteremedik. Dinini bilmeden gidersen bu bizim ailenin şanına yakışmaz. Bir yıl okuluna geç git ama dinini öğren!” dedi. Of’tan benim için Hüseyin Sura adında özel bir din hocası getirtildi.

Page 19: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

434

Bu şekilde bir yıl boyunca yoğun şekilde dini tedrisat aldım. Ancak bu benim için bir başlangıçtı. 50 yıl devam eden tetkiklerim ve araştırmalarım sonunda, “Yüce Dinimiz İslamiyet” isimli bir kitap yazdım. Yaşantım boyunca iki insana olan hayranlığım ve bağlılığım hep güç-lenerek devam etti: Bunlar sırasıyla Hz. Muhammet ve Atatürk’tür. Hz. Muhammet ne yazık ki hep farklı şekilde tanıtıldı. Onun kişiliği-nin bilinmeyen iki yönü hakkında birkaç laf etmek isterim. Hz. Muhammet, 20 Eylül Pazartesi günü (Miladi 622) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde karşısında Musevi, Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan bir topluluk vardı. Hz. Muhammet, “Site (şehir) Cumhuriyeti kuraca-ğım” diye buyurdu. Her üç dinin ileri gelenlerini Mescid-i Raia denilen bir yerde bir araya topladı; 67 maddeden (İmam Şamil’in torunu Sait Şamil’e göre 64 madde) oluşan bir anayasa hazırlattı. Bu anayasaya önünde her üç dinin mensupları eşit şekilde korunuyordu. Hatta bazı Müslümanlar arasında bu konuda hoşnutsuzluk olunca, Hz. Muhammet, “Önemli olan insandır!” diye buyurdu. Araştırmalarım süresince 1.5 milyonu aşkın sahte hadis tespit ettim. Doğruluğu tartışma götürmez hadislerden birkaçı: “Cennete ilk gidecek olan alimlerdir” “Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum” “Oku!” (Bu sadece Kur’an-ı Kerim’i değil genel anlamda kullanılmış) Hz. Muhammet’in şiirleri Softalar ve yobazlar “Bizim dinimizde şiir olmaz” derler. Halbuki Hz. Muhammet hem yanında şair dolaştırırmış hem de şiir yazarmış. İşte Hz. Muhammet’in iki şiiri:

Kul döner kendini düzeltir belki, Uzun ömür hayra bedeldir belki,

Acı çekmiş olmak korku vermesin,Gelecek geçmişten güzeldir belki.

* * * Fani dünya için hayaller kurma,

Malının üzerinde hasisce durma,Öldükten sonra verilen milyondan üstün,Sağlığında verdiğin bir taze hurma.

Kitap 4: ZAD – ZUD (Fıkra Demeti – 1985)Zad-Zud isimli fıkra kitabım ilk yayınlandığı zaman büyük sıkıntılar

Page 20: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

435

yaşadım. Karapapak kökenli dostlarım, “Herkesin adamı gedir Tarih, Coğraf-ya, Fizik, Kimya yazır menim ki de gedir zad zud yazır” diyerek beni alaya aldılar. Halbuki daha önce mesleğim olan hukuk konusunda beş kitap yayım-lamıştım. Hatta bu nedenle iki de takdirname almıştım. Ama bu gerçeği çoğu insan göz ardı ediyor, beni gördükleri zaman, iğneleyici şekilde, “Senden bunu beklemezdik! Bizim Terekemeleri biyabır (berbat) edipsen” diyorlardı.

Aradan yıllar geçti, benim Zad-Zud kitabım çok tuttu. Şimdilerde en çok da Karapapak kökenli hemşehrilerim bu kitabın taliplisi!

Kitap yayımlandığı zaman Azeri kökenli iki avukat hemşehrim, “Bu kitap müstehcen sınıfına girdiği için poşete konmalıdır” diyerek hakkımda dava açtılar. Bir gün savunmam için mahkemeye davet edildim. Söz sırası bana gelince mahkeme heyetine, “Savunmamı yapmadan önce size bir sitem-de bulunacağım” dedim. “Benim fıkra kitabımı okudunuz mu?” diye sordum. Savcı ve hakim dostlar birbirlerine baktıktan sonra bana dönerek yavaş bir sesle, “Muzaffer Bey, bu kitabı almak istiyoruz ama bulamıyoruz ki...” dedi-ler. Dava o gün öylece kapandı.

“Fıkra bir zekâ fışkırmasıdır” Avrupa Konseyi fıkranın tanımını şöyle yapar: “Fıkra bir zekâ fışkır-masıdır. Bir kültürün en önemli öğesidir. Herkes fıkra üretemez”

Fıkralar, müstehcen ve zümrecilik gibi suçlamalarla yasaklanamaz. Daha doğrusu fıkra ve şiirde müstehcenlik olmaz.

Alın size halk dilinde söylenen müstehcen (!) bir şiir:

Xodax ho ho!Kırmızı tuman, al baldır

İçindeki ne maldırXodax ho ho!

Ay hepire hepire!Xodaxların ağzına osurax Majyarın ağzına köpürekXodax ho ho!

Not: “Xodax”, çift süren öküzün boynuna binen çocuklara verilen isimdir. Sapanı tutana da “majyar” denir.

Hani Sen Durdurdun Rahmetli Fikri Kalafat adında bir Karadenizli, Aralık ilçesinden Iğ-dır’a geceleyin gelmekte iken önüne bir Kürt çıkar. Arabayı durdurur. Kürt,

Page 21: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Muzaffer Şamiloğlu

436

“Baban xeyrine beni arabaya al! Çamurlu Köyüne geder”, diye yalvarır. Fikri, “Atla bakayum” deyince Kürt hızla kamyona biner.Çamurlu Köyü’ne gelince Kürt ne kadar kamyonun karisörine vurursa

da Fikri duymaz ve gaza basmaya devam eder. Iğdır’ın içine gelince Fikri, arabayı durdurur.

Sağına solunca göz atınca Kürt’ün arabada olduğunu görür: “Ula sen buraya musun? Niçün inmedin?” diyince, Kürt şöyle yanıt verir: “Babasının hayrını s..... hani sen durdun ben inem”

Pekmez Varmış Şehir görmemiş bir Kürt ilk olarak Kars’a gelir. Eski Hapan mevkiin-de dolaşırken karnı acıkır, fırından bir ekmek alır ve kundura tamircilerinden bir Acem’in tamirci dükkânına girer: “Sizde pekmez var mıdır?” Acem, Kürd’ün acemi ve saf olduğunu hemen anlar ve pekmez var diye, köselelerini ıslattığı su tenekesini gösterir. Kürt, “Kaç peredir?” deyince Acem, “Doyumluğu 25 guruşdu” der. Kürt oturur tenekenin başına, ekmeği bitinceye kadar kösele suyuna batırıp karnını doyurur. Acemin 25 kuruşunu verir. Kapıdan çıkınca Acem’e: “Demeyesen Kürt eşektir, ağnamadı, valla pekmezin de heç dadı yohdu..”

Acem’in Piçliği Iğdır’da Acemin biri Kürtlerden dert yanıyor: “Aya bu ne işdir? Zor dağında duvar çökür, Kürt altında galır ölür. Oraya toplanan Kürtler diyiler ki Acem’in piçliğidi. İki Kürt birbirini öldürür diyiller ki gene Acem’in piçliğidi. Ekinleri, otları eyi olmur, diyiller ki Ace-m’in piçliğidi. Böyle şey olmaz canım, nedi bunların yaptığı”

Küçük Küçük Doğra Terekeme’nin oğlu bir koyun çalmış, eve getirip kesmiş, soymuş, eti-ni parçalıyormuş. 70-80 yaşındaki babaannesi de namaz kılıyormuş. Namaz kıldığı esnada torununun eti parçaladığını görünce: “Ay bala gurvan olom (kurban olayım), eti hırda hırda doğra, bilersen menim tişim yoxtu...”

(Babamın notları arasında Muzaffer Şamiloğlu’nun aşağıdaki şiiri karşıma çıktı. Karapapak lehçesiyle yazılmış güzel bir şiir! Mücahit)

Page 22: Muzaffer Şamiloğlu MUZAFFER ŞAMİLOĞLUdan veya Türkistanlı; Ümit Kaftancıoğlu da “Köroğlu”nu Erzincanlı olarak tanıtır. Ancak gerçek Köroğlu Evliya Çelebi’nin

Iğdır Sevdası

437

Ölüm Döşeğindeki Terekeme (Karapapak) nin Çoktan Ölmüş Baba (lele) sına Seslenişi:Bir başını galdırırsan bahasanMen civanı bir göresen ay lele,Lazımdı ki dil deyif ağlayasan,Mana mezer örüyesen ay lele.

Yetmiş ildi arvada er idim men,Ser geçinen serrere ser idim men,Bu on ildi gocadım eridim men,Bir beçere hala tüştüm ay lele.

Civannığım iyittiğim dildeydi,Höykürüşüm ıldırımda seldeydi,Bilmerem ki mana ne nazar deydi,Öz dediğim eşitmerem ay lele.

On putu men zırt deyin galdırerdim,İyitderi gözünnen aldırerdim,Bir pireye on yorğan yandırerdim,İndi burnum çekemmerem ay lele.

Menim derdim çekilesi dert döyül,Öz öyümün özgesiyem ele bil,Oğul, uşah torunnarım gaynım gilMeni yaman buduyollar ay lele.

Can diyerem çor ganeller söyüller,Danışdırer hem üsdüme gülöller,Durdun yerde birdenbire döyüller,Yetişen tüyümü dider ay lele.

Töyüh cüce yan yöremi eşiyerSerçe kuşdar sağ başımı gaşıyer,Çoluk çocuk gavagımda işiyer,El içinde irbet oldum ay lele.

Ne oldu ki dengil divan deyişdi,Ol devranım bir soluh kimi geçti,Annamerem ne nagıldı ne işdi,Ottuğ yerde zıv gederem ay lele.