Top Banner
1979, IV, 65; Hamza Seua'irü'l-em- sal 'ala efal FehmT Said). Beyrut 1409/1988, 46; Hattab!, AbdülkerTm el-Azbavi). 1402/1982, I, 52; Ebu Hayyan et-Tevh!di, Vedad el-Kadi), Beyrut 1408/1988, lll, 76; Sealib!, Yetfmetü'd-dehr M. Muhyiddin Ab- dülhamid). Kahire 1377/1957, IV, 7; Kurtub!, el- Cami', XV, 162-164; P. Freimark, Das Vorwort als Literarische form in der Arabischen Litera- tur, Münster 1967, tür.yer.; a.mlf., "Mu]5addima", E/ 2 VII , 495-496; H. Horst, "Besondere Formen der Kunstprosa ", Grundriss der Arabis- chen Philologie, Literaturwissenschaft H. Gatje). Wiesbaden 1987, II, 221-237; Abbas Er- h!le, Mukaddimetü'l-kitab ue hacisü'l-ibda', 2003, tür.yer.; G. Scho- eler, "Die Frage der Schriftlichen oder Mündlic- hen überlieferung im frühen Islam", Isi. , LXII ( 1985). s. 201-230; Hilmi Karsh, "Tarih- sel Tefslr Mukaddimelerine Dair Bir inceleme", EAüiFD, XX (2003), s. 225- 260; M. Talbi, "Ibn Khaldün", EF lll, 828- 831; M. Plessner, "Mu]5addam", a.e., VII, 492; Dihhuda, Lugatname, XXVI/A, s. 909-913; Tev- fik "Faslü'l-hitiib", DiA, XII , 216-217; "Halefel-Ahmer", a.e., xv, 236; a.mlf., a.e., XXII, 56; A. ai-Az- meh. "Muqaddima", Encyclopedia of Arabic Li- terature ). S. Meisami- P. Starkey). London 1998, Il, 551-552. . lJllll!!l O TÜRK EDEBiYATI. kitap te- lif mukaddime ve bunu ifade için terimler, bu ko- nuda medeniyet! çerçevesinde ge- ve muhteva ile hemen hemen ay- özelliklere sahiptir. Türkçe eserlerde mu- kaddime ile olarak "takdim, ifa- de-i mahsusa, meram, ifade-i meram, med- hal, önsöz, sunu, birkaç söz, gibi de Beyanü '1-unvan risalesinde mu- kaddimenin kültüründeki uygu- temas eden Ahmed Cevdet Pa- konuyu "hutbe-i kitab" ve "dlbace" iki tir. döneminde kitaplarda mukaddimenin hutbe-i kitab verilen ilk besmele, hamdele ve salveteye yer verilerek klasik müelliflerin uygulama- görülmektedir. besmete ve hamdele ile bes- metesiz ve hamdelesiz be- reketsiz bildiren hadisiere Mace, 19; EbO DavGd, "Edeb", 126; AclOni, ll, 174), salvele ile da Hz. Peygamber'e salatü emre- den ayete (el-Ahzab 33/56) ve ResGl-i Ek- rem'in bu konudaki tavsiyelerine dayan- Mensur eserlerde hamdele ve salveleyi konusuna uygun ibarelerle düzen- lemeye büyük özen gösteren müellifler bunu sanat güçlerini ortaya koymak ba- önemli Bu en güzel örnekleri hutbe mukaddime- lerinde görülmektedir. Mensur eserlerde ve özellikle mesnevilerde XIV. itibaren müstakil besmele manzumeleri- nin kaleme Mesela Ahmed "Bis- mi'llahi'r-rahmani'r-rahim 1 Oldu çün un- kadim" sekiz beyit- lik bir besmele manzumesiyle Manzum eserlerde bazan bir iki beyit ha- linde görülen hamdele yerine tevhid, sal- vele yerine na't bu uygulama- ortaya söylenebilir. Esasen her iki türünün içinde hamd ve salatü ilgili ayet ve ha- dislerin de iktibas görülmektedir. Bu en eski yine Ah- med bulmak mümkün- dür. Ahmed bazan de üzere birkaç beyitlik Arapça hamdele takiben uzun bir ha- linde tevhid, münacat ve na't beyitleri ka- leme Sultan Bayezid'i öve- rek mukaddimesini ona dua ederek bitir- Mukaddimenin genellikle Farsça veya Arapça bir ibare ile Ay- hutbe-i kitab ile dibaceyi birbirinden "emma ba'd 1 ve ba'de 1 ba'de za" gibi ibarelerin özellikle mensur eserlerde "bundan sonra 1 ... -den sonra ll imdi" veya "malum ola ki" görülmektedir. Bu lfadelerin berilet-i olmak üzere bed!' dayanarak ve eserin takdim ismini, ese- rin hangi itme ait telif sebebini seeili ifadelerle, musanna ve külfetli cüm- lelerle bazan müstakil açarak zik- retmek bir Bu anla- en olarak Mustafa Dede'nin Setine-i Netise-i (Kahire 1283) gösterilebilir. Ahmed Cevdet dibace gereken mü- ellifin yeni bir ilim ortaya halinde bu konuda bilgilendirmesi, bir ilim daha önce tas- niflere dair bilgi verilmesi, ilim me- selelerinin iyice belirlenmesi veya ilgili ol- ilim du- rumunun önceki müelliflerin telif ve tasnifte düzeltilmesi, bir ilmin olan meselelerinin yeniden tertip edilme- sine dair teklif ve tesbitler, eski hacimli eserlerin yeni göz önüne narak düzenlenmesi (telhis) hak- MUKADDiME bilgiler, eski alimierin olan hale getirmek için ve konusunda verilecek bilgiler) Türkçe divanlarda genellikle mukaddi- me kütüpha- nelerinde tesbit edilen 492 ait 2SOO'ün üzerindeki divan sadece otuz sekizinin mukaddimesi ve bunla- mukaddime yerine "dibace", bir ikisinde "iftitah" ve "ifade" kelimeleri- nin görülmektedir. Divan celeri üç beyitten kadar fark- hacimlerde olmakla birlikte ortala- ma birkaç ekseriyetin- de bu eseriere mukaddime yazma gelene- ve müstensihlerin istinsah etme konusundaki istek- sizliklerine cesi bulunan divan ancak bir veya dibilceye da bu bk. oi- BAcE) tezkirelerinin mukaddimeleri man- zum- mensur uzun metinler olarak dikkat çekmektedir. Anadolu ilk tezki- re Sehi Bey'in eserinin mukaddime- si otuz sayfa, Ahdi'nin Gül- mukaddimesi yedi varak, Hasan Çelebi'ye ait mukaddimesi sayfaya Bunlarda çok ifadelerle ve dini ve estetik de- eserin tertibi ve dair bilgi övülen ki- müstakil gö- rülmektedir. : Lat!fi, Tezkire, s. 3-32; 'l·bafa', II, 174; Ahmed Cevdet Beyanü'l-unuan, tanbul 1289, s. 4-8, 32-34; Tahir Üzgör, Türkçe Of- uan Ankara 1990; Harun Tolasa, "Kla- sik Divan önsöz (Dibace)'leri; Lami'i önsözü ve (Buna Göre) D1vil.n iri Sanat JTS, lll ( 1979). s. 385-402; Mustafa Uzun, "Besmele", DiA, V, 538-539; Tev- fik "Faslü'l-hitiib", a.e., XII, 216- 217. Jllll!!l MusTAFA UzuN O TÜRK EDEBiYATI. Tanzimat öncesinde eserlerin mukaddime- lerinde geleneksel devam et- Tanzimat'tan sonra kitap- larda ise bunun daha belirli ve kategorik kalipiara dikkati çeker. Bu dönem- de mukaddimeleri mü- ellif, eser ve okuyucu bir ara me- tin ve edebi-ilmi eserlerin vaz- 117
2

MUKADDiME ~- Garfbü'l-/:ıadiş (nşr. · 2020. 9. 4. · MUKADDiME geçilmez bir parçası haline gelmiştir.Yine bu dönemde basılmış bazı kitapların iç ka pağında ve eser

Feb 02, 2021

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
  • 1979, IV, 65; Hamza ei-İsfahi\ni, Seua'irü'l-em-sal 'ala efal (nşr. FehmT Said). Beyrut 1409/1988, ~- 46; Hattab!, Garfbü'l-/:ıadiş (nşr. AbdülkerTm İbrahim el-Azbavi). Dımaşk 1402/1982, I, 52; Ebu Hayyan et-Tevh!di, el-Beşa'ir ue'?-?ebfı'ir (nşr. Vedad el-Kadi), Beyrut 1408/1988, lll, 76; Sealib!, Yetfmetü 'd-dehr (nşr. M. Muhyiddin Ab-dülhamid). Kahire 1377/1957, IV, 7; Kurtub!, el-Cami', XV, 162-164; P. Freimark, Das Vorwort als Literarische form in der Arabischen Litera-tur, Münster 1967, tür.yer.; a.mlf., "Mu]5addima", E/2 (İng.). VII , 495-496; H. Horst, "Besondere Formen der Kunstprosa", Grundriss der Arabis-chen Philologie, Literaturwissenschaft (nşr. H. Gatje). Wiesbaden 1987, II, 221-237; Abbas Er-h!le, Mukaddimetü'l-kitab fi't-türaşi'l-islamf ue hacisü'l-ibda', Merakeş 2003, tür.yer.; G. Scho-eler, "Die Frage der Schriftlichen oder Mündlic-hen überlieferung im frühen Islam", Isi. , LXII ( 1985). s. 201-230; İbrahim Hilmi Karsh, "Tarih-sel Gelişimleri İtibariyle Tefslr Mukaddimelerine Dair Bir inceleme", EAüiFD, XX (2003), s . 225-260; M. Talbi, "Ibn Khaldün", EF (İng.). lll, 828-831; M. Plessner, "Mu]5addam", a.e., VII, 492; Dihhuda, Lugatname, XXVI/A, s. 909-913; Tev-fik Rüştü Topuzoğlu. "Faslü'l-hitiib", DiA, XII , 216-217; İsmail Durmuş, "Halefel-Ahmer", a.e., xv, 236; a.mlf., "İktidab", a.e., XXII, 56; A. ai-Az-meh. "Muqaddima", Encyclopedia of Arabic Li-terature (nşr. ). S. Meisami- P. Starkey). London 1998, Il, 551-552. ı:;i;,l .

    lJllll!!l lsMAİL DURMUŞ

    O TÜRK EDEBiYATI. Osmanlı kitap te-lif geleneğinde mukaddime kavramı ve bunu ifade için kullanılan terimler, bu ko-nuda İslam medeniyet! çerçevesinde ge-lişmiş şekil ve muhteva ile hemen hemen ay-nı özelliklere sahiptir. Türkçe eserlerde mu-kaddime ile eş anlamlı olarak "takdim, ifa-de-i mahsusa, meram, ifade-i meram, med-hal, önsöz, sunu, sunuş, birkaç söz, başlangıç, giriş" gibi şekiller de kullanılmıştır.

    Beyanü '1-unvan adlı risalesinde mu-kaddimenin Osmanlı kültüründeki uygu-lamasına temas eden Ahmed Cevdet Pa-şa konuyu "hutbe-i kitab" ve "dlbace" başlığı altında iki kısma ayırarak incelemiştir. Osmanlı döneminde yazılan kitaplarda mukaddimenin hutbe-i kitab adı verilen ilk kısmında besmele, hamdele ve salveteye yer verilerek klasik müelliflerin uygulama-sının sürdürüldüğü görülmektedir. Kitabın besmete ve hamdele ile başlaması, bes-metesiz ve hamdelesiz başlayan işlerin be-reketsiz olduğunu bildiren hadisiere (İbn Mace, "Niki!ıl:ı", 19; EbO DavGd, "Edeb", 126; AclOni, ll, 174), salvele ile başlaması da Hz. Peygamber'e salatü selamı emre-den ayete (el-Ahzab 33/56) ve ResGl-i Ek-rem'in bu konudaki tavsiyelerine dayan-maktadır.

    Mensur eserlerde hamdele ve salveleyi kitabın konusuna uygun ibarelerle düzen-lemeye büyük özen gösteren müellifler

    bunu sanat güçlerini ortaya koymak ba-kımından önemli bulmuşlardır. Bu anlayışın en güzel örnekleri hutbe mukaddime-lerinde görülmektedir. Mensur eserlerde ve özellikle mesnevilerde XIV. yüzyıldan itibaren müstakil besmele manzumeleri-nin kaleme alınması rağbet bulmuştur. Mesela Sursalı Ahmed Paşa divanına, "Bis-mi'llahi'r-rahmani'r-rahim 1 Oldu çün un-van-ı kelam-ı kadim" matla'lı sekiz beyit-lik bir besmele manzumesiyle başlamıştır. Manzum eserlerde bazan bir iki beyit ha-linde görülen hamdele yerine tevhid, sal-vele yerine na't yazılmasının bu uygulama-nın gelişmesiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Esasen her iki şiir türünün içinde hamd ve salatü selamın yanında ilgili ayet ve ha-dislerin de iktibas edildiği görülmektedir. Bu uygulamanın en eski örneğini yine Ah-med Paşa'nın divanında bulmak mümkün-dür. Ahmed Paşa, bazan başka şairlerde de görüldüğü üzere birkaç beyitlik Arapça hamdele kısmını takiben uzun bir şiir ha-linde tevhid, münacat ve na't beyitleri ka-leme almış, ardından Sultan Bayezid'i öve-rek mukaddimesini ona dua ederek bitir-miştir.

    Mukaddimenin dibi!ıce kısmı genellikle Farsça veya Arapça bir ibare ile başlar. Ay-rıca hutbe-i kitab ile dibaceyi birbirinden ayıran "emma ba'd 1 ve ba'de 1 ba'de za" gibi ibarelerin özellikle mensur eserlerde "bundan sonra 1 ... -den sonra ll imdi" veya "malum ola ki" şeklinde Türkçeleştiriidiği görülmektedir. Bu lfadelerin ardından başta berilet-i ıstihlal olmak üzere bed!' sanatiarına dayanarak kitabın, müellifın ve eserin takdim edildiği kişinin ismini, ese-rin hangi itme ait olduğunu , telif sebebini seeili ifadelerle, musanna ve külfetli cüm-lelerle bazan müstakil başlıklar açarak zik-retmek yaygın bir uygulamadır. Bu anla-yışın en aşırı örneği olarak Mustafa Sakıb Dede'nin Setine-i Netise-i Mevleviyyan'ı (Kahire 1283) gösterilebilir.

    Ahmed Cevdet Paşa, kitapların dibace kısmında bulunması gereken hususları mü-ellifin yeni bir ilim ortaya koyması halinde bu konuda okuyucularını bilgilendirmesi, bir ilim dalında daha önce yapılmış tas-niflere dair bilgi verilmesi, ilim dalının me-selelerinin iyice belirlenmesi veya ilgili ol-dukları başka ilim dalları karşısındaki du-rumunun tartışılarak sonuçlandırılması , önceki müelliflerin telif ve tasnifte yaptıkları hataların düzeltilmesi, bir ilmin karışık olan meselelerinin yeniden tertip edilme-sine dair teklif ve tesbitler, eski hacimli eserlerin yeni değişiklikler göz önüne alınarak kısaltılıp düzenlenmesi (telhis) hak-

    MUKADDiME

    kında bilgiler, eski alimierin kitaplarının muğlak olan kısımlarını açıklayıp anlaşılır hale getirmek için yapılmış işler (şerh ve haşiye konusunda verilecek bilgiler) şeklinde sıralamaktadır.

    Türkçe divanlarda genellikle mukaddi-me bulunmamaktadır. İstanbul kütüpha-nelerinde tesbit edilen 492 şaire ait 2SOO'ün üzerindeki divan nüshasından sadece otuz sekizinin mukaddimesi olduğu ve bunla-rın çoğunda mukaddime yerine "dibace", bir ikisinde "iftitah" ve "ifade" kelimeleri-nin kullanıldığı görülmektedir. Divan dibi!ıceleri üç beyitten kırk yaprağa kadar fark-lı hacimlerde olmakla birlikte çoğu ortala-ma birkaç sayfadır. Divanların ekseriyetin-de dibi!ıce bulunmaması, şairler arasında bu eseriere mukaddime yazma gelene-ğinin yerleşmemesine ve müstensihlerin bunları istinsah etme konusundaki istek-sizliklerine bağlanmaktadır. Aslında dibi!ıcesi bulunan divan nüshalarının ancak bir veya birkaçında dibilceye rastlanması da bu görüşü doğrulamaktadır (ayrıca bk. oi-BAcE)

    Şuara tezkirelerinin mukaddimeleri man-zum- mensur uzun metinler olarak dikkat çekmektedir. Anadolu sahasında ilk tezki-re sayılan Sehi Bey'in eserinin mukaddime-si altı, Latifı'nin otuz sayfa, Ahdi'nin Gül-şen-i Şuara'sının mukaddimesi yedi varak, Kınalızade Hasan Çelebi'ye ait Tezkiretü'şşuara'nın mukaddimesi yetmiş sayfaya yakındır. Bunlarda çok sanatlı ifadelerle şiir ve şairlik hakkında dini ve estetik de-ğerlendirmeler yapıldığı, eserin tertibi ve muhtevasına dair bilgi verildiği, övülen ki-şiler hakkında müstakil şiirler yazıldığı gö-rülmektedir.

    BİBLİYOGRAFYA :

    Lat!fi, Tezkire, s . 3-32; Aclunı, Keşfü 'l·bafa', II, 174; Ahmed Cevdet Paşa, Beyanü'l-unuan, İstanbul 1289, s. 4-8, 32-34; Tahir Üzgör, Türkçe Of-uan Dfbfıceleri, Ankara 1990; Harun Tolasa, "Kla-sik Edebiyaumızda Divan önsöz (Dibace)'leri; Lami'i Divanı önsözü ve (Buna Göre) D1vil.n Şiiri Sanat Görüşü", JTS, lll ( 1979). s. 385-402; Mustafa Uzun, "Besmele", DiA, V, 538-539; Tev-fik Rüştü Topuzoğlu, "Faslü'l-hitiib", a.e., XII, 216-217. ı:;t;:ı

    Jllll!!l MusTAFA UzuN

    O YENİ TÜRK EDEBiYATI. Tanzimat öncesinde basılan eserlerin mukaddime-lerinde geleneksel uygulamanın devam et-tiği, Tanzimat'tan sonra yayımlanan kitap-larda ise bunun daha belirli ve kategorik kalipiara girdiği dikkati çeker. Bu dönem-de yazılan kitapların mukaddimeleri mü-ellif, eser ve okuyucu arasında bir ara me-tin oluşturmuş ve edebi-ilmi eserlerin vaz-

    117

  • MUKADDiME

    geçilmez bir parçası haline gelmiştir. Yine bu dönemde basılmış bazı kitapların iç ka-pağında ve eser adının hemen altında mu-kaddimeye benzer kısa bilgilerin yer aldığı görülmektedir. XIX. yüzyılda müellif ki-tabın mahiyetine, konusuna, bölümlerine, hangi ihtiyaçtan doğduğuna ve nasıl ha-zırlandığına dair bilgi verdikten sonra dö-nemin padişahına şükranlarını ifade eden cümlelerle mukaddimeyi sona erdirir. Il. Meşrutiyet'ten ve Cumhuriyet'ten sonra "önsöz" adı da verilen mukaddimelerde teşekkür faslı eserin ortaya çıkmasında bizzat yardımı geçmiş kişilere yönelir.

    Müellifin dışında nadiren, eserin yayımlanmasını sağlayan editörün bir mukaddi-me yazdığı da görülür. Müellifin vefatından sonra bulunmuş veya derlenmiş eser-lerde ise mukaddime yazma işi derleyiciye veya editöre kalmıştır. Tercümelerde de müellifın orüinal mukaddimesi dışında çe-virenin müellifi ve eseri tanıtıcı bir mukad-dirnesi bulunabilir.

    Şiir. roman, tiyatro gibi edebi çalışmalarda mukaddi me yaygın olmamakla bir-likte özellikle XIX. yüzyılda yeni bir türün veya herhangi bir yeniliğin ilkleri olma id-diasını taşıyan eserlerde bu yeniliği açıklayan bazan oldukça uzun mukaddimeler yazılmıştır. Namık Kemal'in Celô.leddin Harzemşah adlı tiyatro eserinin ilk neşrinden sonra kaleme aldığı. ayrı bir kitap halinde de yayımlanan Mukaddime-i Ce-lô.l, mukaddime sınırlarını aşarak müelli-fin tiyatro ve edebiyat hakkındaki görüşlerini ifade eden bağımsız bir çalışma hü-viyeti kazanmıştır. Bunun gibi Abdülhak Hamid'in Makber mukaddimesi ile Ah-med Haşim'in Piyale'nin baş tarafına koy-duğu "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" da türünün önemli metinlerindendir. Garip mukaddimesi de Orhan Veli ve arkadaşlarının şiir görüşlerinin bir beyannamesi özelliği taşır.

    Bazı şiir kitaplarının ve antolojilerin man-zum mukaddimeleri eseri okuyucuya his-settirrnek maksadıyla kaleme alınmış, da-ha çok poetik değeri olabilecek metinler-dir. Mehmed Akif'in ilk Safahat'ındaki başlıksız beyitler, Tevfik Pikret'in Rubdb-ı Şikeste'sinin başındaki kıta ile "Karilerime" adlı manzumesi, Ahmed Haşim'in Piyale ve Göl Saatleri'nin başındaki kıtalar gibi. Ziya Paşa'nın bir antoloji olan Harabdt'a yazdığı 795 beyitlik manzum mukaddime de muhtevası dolayısıyla mukaddime ma-hiyetini aşmakta, adeta bütün bir divan şiirini belli başlı şahsiyetleriyle değerlendiren, giriş mahiyetinde bir edebiyat tarihi özelliği taşımaktadır.

    118

    BİBLİYOGRAFYA :

    "Önsöz", ML, IX, 767; "Önsöz", TDEA, VII, 192-193. ı:;ı;ı

    ıruı M. ORHAN ÜKAY

    r

    L

    MUKADDİME ( 4,.,~)

    İbn Haldun'un (ö. 808/1406)

    tarih felsefesini, içtimal ve beşeri ilimleri temellendirdiği toplum metafiziğine dair eseri.

    -'

    Müellifin, yedi bölümden meydana ge-len dünya tarihi niteliğindeki Kitabü '1-'İber ve divanü'l-mübtede' ve'l-]Jaber ii eyyami'l-'Arab ve'l-'Acem ve'l-Ber-ber ve men aşerahüm min ~evi's-sultani'l-ekber adlı eserine giriş olarak yazdığı Mu]faddime'de, muhtemelen Fahreddin er-Razi geleneğindeki "el-mukaddimatü'n-nazariyye" anlayışından hareketle tarih ya-zımının ön şartları kabul edilebilecek esas-lar ve tarihin incelemesi gereken konular ele alınmaktadır. Mu]faddime tarih yazıcılığı yöntemini içermesinin yanında tari-hin konusu olan şeyleri var olmaları bakımından incelediği için bir ontoloji, toplum-sal hayatın çeşitli yanlarını usul ve kavai-diyle ele alması bakımından bir siyaset, ik-tisat, eğitim, ilim ve her şeyden önce bir tarih felsefesi kitabıdır (Abdurrahman Be-devi, s. 63-67). İlk bakışta ansiklopedi ka-rakteri göstermekle birlikte ansiklopedik bir eser olmayıp insanı ve onun vasıtasıyla olup biten her şeyi açıklama iddiasını ta-şıyan, İbn Haldun'un "umran ilmi" adını verdiği büyük bir teori, varlıkla irtibatın ı kopararak buhrana düşmüş olan o dönem-deki İslam toplumunun bu irtibatı yeni-den sağlamasına yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş bir toplum metafiziğidir.

    Fahreddin er-Razi'nin kelamı felsefıleştirirken veya kelamı felsefe ile mezceder-ken geliştirdiği yöntemi İbn Haldun Mu-]faddime'de bazı değişiklikler yaparak uy-gulamıştır (Mul).addime, III , ı 164). Bu yön-temin en önemli özelliği, daha önceki riva-yet ve görüşleri ciddi bir eleştiri süzgecin-den geçirdikten sonra bunları tamamen yeni bir tasnif içinde usul, kavaid ve hava-dis şeklinde ele almasıdır (el-Meba/:ıişü'lmeşril).ıyye, I, 88-89) . Bunlardan usul, her şeyin kendilerine bağlı bulunduğu ve kendilerinin kendi dışında başka bir şeye bağlı olmadığı esasları ifade ederken ka-vaid, insanların kendileri üzerinden usul-le irtibat kurduğu daha alt ilke ve kural-ları belirtmektedir. Bütün mesele, insan-ların her an karşı karşıya bulunduğu hadi-

    selerin kaideler üzerinden usulle irtibat-landırılmasıdır ve bütün düşünce buna yönelik olarak gerçekleşmektedir. İbn Haldun, Razi ile ortaya çıktığını ve onun tarafından geliştiriidiğini açıkça söylediği

    bu yenilikleri eserinde uygulamış, ancak usul ve kavaidi Mu]faddime'de, havadis kısmını Kitabü'l-'İber'in diğer ciltlerinde ele almış, nihayet kendi dönemini eserin sonuna ekiediği otobiyografisi üzerinden anlatmıştır.

    Mu]faddime, tarih ilminin zahiri ve ba-tınl cihetlerini ve bunlardan ikincisinin hik-metten sayılması gereken bir ilim olduğunu izah eden bir girişle başlar ve altı bö-lümden oluşur. İbn HaldOn birinci bölümü usule ayırmış, burada insan toplumu de-diği umranın dayandığı esasları ele almıştır. Bu esaslar asabiyet, coğrafya ve nü-büwet olarak sıralanmaktadır. Asabiyet insanların hayatta kalmalarının ön şartı olan her türlü dayanışmayı, coğrafya in-sanların içine doğdukları, kendisiyle zorun-lu biçimde irtibat halinde bulundukları ve bu sebeple tesirine maruz kalarak kendi varoluşlarını bu tesir çerçevesinde sürdür-dükleri fiziki çevreyi ifade eder. Nübüwet. umran için ilk ikisi kadar zorunlu olmasa da tahakkuk ettiğinde diğerleri gibi insan-ları zorunlu biçimde şekillendiren bir esas olarak ele alınmaktadır. Bu esasların her biri insan hayatına girişi ve bu hayat içe-risinde edindiği yer açısından tasvir edil-mektedir.

    İkinci ve üçüncü bölümler, insan toplu-munun veya toplumsal hayatın zorunlu biçimde gerçekleşen en temel iki katego-risi olan bedevilik ve hadarilik konusuna ayrılmıştır. İbn Haldun bedeviliği aşılması zorunlu bir merhale diye kabul eder, an-cak geriye dönüşü olmayan bir merhale olarak ele almaz. Öte yandan hadarilik de kalıcı bir hal değildir ve zaman içerisinde bir çözülmeye (fesad) yönelik olarak yaşanır. Bu çözülme neticesinde hadariler, ge-nellikle bedevilerin istilasına uğrayıp onla-rın teşkil edeceği yeni bir "hadare"nin mal-zemesi olurlar. İkinci ve üçüncü bölüm, bir taraftan toplum teorisi gibi görünürken diğer taraftan bir siyaset analizi ve bir si-yasi varlık şeklinde devletin varlık ve işleyişinin metafizik tasviri olarak ortaya çıkmaktadır. Üçüncü bölümde İbn HaldOn sa-dece dar anlamıyla bir siyaset felsefesi ge-liştirmez, bunun ötesinde İslam toplum-larının tarihi gelişimini esas alarak din-devlet ilişkisini de tartışır. Bu çerçevede dini devletin varlığı ve devamı için zorun-lu kabul etmez. ancak ahiakın zorunlu ol-duğunu belirtir. Fakat bu tesbitin bir pey-