MİLLÎ YOL Haftalık Sivasî Milliyetçi Dergi 9 Ş U B A T 1962 Cuma • FÎATI 50 KURU 1. YIL — 3. SAYI MUSik ^aDiııarı AÇIKLANSIN Bilindiği gibi, M..B.K. nin bütün toplantıları giz- li idi. Kararlarının ise bir kısmı yayınlanmış, bir kıs- mı gizli kalmıştır. Diğer taraftan, M.B.K. nin (gerek tam kadrolu asıl ilk M.B.K. nin, gerek 13 Kasım Komitesinin) bü- tün toplantılarında yapılan müzakereler, herkesin ge- tirdiği teklifler ve savunduğu fikirler, verilen çeşit- li kararlar ve bütün bu kararlarda kimlerin nasıl oy verdiği hususlarını tam olarak belirten zabıtlar tu- tulmuştur. Bunlar muntazamdır ve halen mevcuttur. Bir ihtilâl komitesi olarak M.B.K. nin ve sonraki 13 Kasım Komitesinin faaliyet halinde bulunduğu zamanlarda bu zabıtların gizli tutulmasını haklı kı- lacak bir takım sebepler şüphesiz olabilirdi. Ama yi- ne şüphesiz ki, bugün o sebeplerin hepsi de ortadan kalkmıştır. Artık M.B.K. nin ne bir vazifesi, ne de hattâ hu- kukî varlığı bahis konusu değildir. İktidarda olduğu zaman M.B.K. Silâhlı Kuvvetler adına iş yapmak durumunda ve tutumunda idi. Baş- kasını temsilen bir muamele yapan bir şahıs veya heyet, bu vazifesi bittiği zaınan elbette ki, hangi var- lığı temsilen hareket ediyordu ise, o varlığa yaptığı işler hakkında tam bir hesap vermek zorundadır. Bu hesabı vermedikçe «zimmetini ibra» etmiş sayılmaz. Bu «hesap verme» de, hâdisemizde elbette ki, M.B.K. zabıtlarının eksiksiz olarak aynen yayınlanması ve hem ordunun, hem de ordu dışında milletin sair fert- lerinin bunları okuyup yapılanlar hakkında bunların ışığında tam bir kanaate varmak imkânını elde et- mesiyle olur. 27 Mayıstan bugünlere kadar olan şeyler artık tamamen tarihtir. Tarih ise milletin malıdır. Bir par- çayı milletten saklamak milletin o malını haksız ye- re gasbetmek olur. Tarihler sadece roman gibi okunmaya değil mil- letin onlardan ders almasına, ibret almasına, yerine göre kıvanç duymasına, yerine göre utanç duyup ha- taların kefaretini ödemesine (evet, utanç duymanın da bir fazileti vardır, ve utanç duymak da ödenmesi şart olan bir manevî borç haline gelebilir) yarar. Ha- talardan korunmak için geçmesi iyi bilmekten daha müessir bir çare bulunamamıştır. Bütün bunların ya- pılabilmesi için elbette ki, tarihin, asıl kaynağından, tam ve doğru olarak tesbit edilmesi ve rötüşsüz, ha- kikî çehresiyle bilinmesi şarttır. Bunda millî menfa- at olduğunu kimse inkâr edemez. Hiçbir şahsın şah- sî çıkarını veya endişesini millete fayda düşüncesin- den üstün tutmaya hakkımız yok. Milletçe hepimizin karanlıklar ve sisler içinde el yordamıyla yürüyen insan durumunda kalmamız için hiçbir hakikî sebep yok. Neden herşeyin aslını dosdoğru olarak resmî kaynaklardan öğrenmeyelim de bir takım fiskoslara, bir takım kimselerin yarım yamalak sözlerine ve imâlarına muhtaç olalım? Aydınlık daima güzel şey olmuştur. Ne kötülük gelirse karanlıktan gelir. Gizlilik ahlâk bozukluğunu teşvik ediyor. Çeşitli tezvirler, iftiralar, sinsi imalar ancak gizlilik ortamı içinde üreyebiliyor. Bunların hepsinin biricik devası açıklıktır. Bundan kaçmaya sebep ne? Mert ve alnı açık insanlara, yaptığına inanan- lara, tükürdüğünü yalamıyacak yaratılışta olanlara, çocuklarına yaptıklarının hesabını ve hatırasını te- miz olarak devretmek lüzumunu kavrayanlara açık- lığı istemek yakışır. Eğer hatalar, kötü şeyler de olmuşsa, bunu ya- panların umumî efkâr önünde bunun sorumluluğu- nu açıkça ve şahsen üzerlerine almaları, ve gizliliğin perdesi arkasında sorumluluğun eski ve yeni komite üyelerine ve diğer ordu mensuplarına doğru müphem bir şekilde yayılmasına razı olmamaları en mert ha- reket tarzı olur. Bütün M.B.K. zabıtlarının olduğu gibi yayınlan- ması lâzımdır. Bu konuda yetkili merci Büyük Millet Meclisidir. Ama, bilhassa bugünkü şartlar altında, bu zabıtların yayınlanmasına hiçbir itirazları olma- dığını, bilâkis bunu istediklerini, açıkça belirtmek herkesten önce eski M.B.K. üyeleri için manevî bir borçtur.
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
MİLLÎ YOL H a f t a l ı k S i v a s î M i l l i y e t ç i D e r g i
9 Ş U B A T 1 9 6 2 Cuma • F Î A T I 50 K U R U 1. Y I L — 3. S A Y I
MUSik ^aDiııarı AÇIKLANSIN
Bilindiği gibi, M..B.K. nin bütün toplantıları gizli idi. Kararlarının ise bir kısmı yayınlanmış, bir kısmı gizli kalmıştır.
Diğer taraftan, M.B.K. nin (gerek tam kadrolu asıl ilk M.B.K. nin, gerek 13 Kasım Komitesinin) bütün toplantılarında yapılan müzakereler, herkesin getirdiği teklifler ve savunduğu fikirler, verilen çeşitli kararlar ve bütün bu kararlarda kimlerin nasıl oy verdiği hususlarını tam olarak belirten zabıtlar tutulmuştur. Bunlar muntazamdır ve halen mevcuttur.
Bir ihtilâl komitesi olarak M.B.K. nin ve sonraki 13 Kasım Komitesinin faaliyet halinde bulunduğu zamanlarda bu zabıtların gizli tutulmasını haklı kılacak bir takım sebepler şüphesiz olabilirdi. Ama yine şüphesiz ki, bugün o sebeplerin hepsi de ortadan kalkmıştır.
Artık M.B.K. nin ne bir vazifesi, ne de hattâ hukukî varlığı bahis konusu değildir.
İktidarda olduğu zaman M.B.K. Silâhlı Kuvvetler adına iş yapmak durumunda ve tutumunda idi. Başkasını temsilen bir muamele yapan bir şahıs veya heyet, bu vazifesi bittiği zaınan elbette ki, hangi varlığı temsilen hareket ediyordu ise, o varlığa yaptığı işler hakkında tam bir hesap vermek zorundadır. Bu hesabı vermedikçe «zimmetini ibra» etmiş sayılmaz. Bu «hesap verme» de, hâdisemizde elbette ki, M.B.K. zabıtlarının eksiksiz olarak aynen yayınlanması ve hem ordunun, hem de ordu dışında milletin sair fertlerinin bunları okuyup yapılanlar hakkında bunların ışığında tam bir kanaate varmak imkânını elde etmesiyle olur.
27 Mayıstan bugünlere kadar olan şeyler artık tamamen tarihtir. Tarih ise milletin malıdır. Bir parçayı milletten saklamak milletin o malını haksız yere gasbetmek olur.
Tarihler sadece roman gibi okunmaya değil milletin onlardan ders almasına, ibret almasına, yerine göre kıvanç duymasına, yerine göre utanç duyup hataların kefaretini ödemesine (evet, utanç duymanın da bir fazileti vardır, ve utanç duymak da ödenmesi şart olan bir manevî borç haline gelebilir) yarar. Ha
talardan korunmak için geçmesi iyi bilmekten daha müessir bir çare bulunamamıştır. Bütün bunların yapılabilmesi için elbette ki, tarihin, asıl kaynağından, tam ve doğru olarak tesbit edilmesi ve rötüşsüz, hakikî çehresiyle bilinmesi şarttır. Bunda millî menfaat olduğunu kimse inkâr edemez. Hiçbir şahsın şahsî çıkarını veya endişesini millete fayda düşüncesinden üstün tutmaya hakkımız yok.
Milletçe hepimizin karanlıklar ve sisler içinde el yordamıyla yürüyen insan durumunda kalmamız için hiçbir hakikî sebep yok.
Neden herşeyin aslını dosdoğru olarak resmî kaynaklardan öğrenmeyelim de bir takım fiskoslara, bir takım kimselerin yarım yamalak sözlerine ve imâlarına muhtaç olalım? Aydınlık daima güzel şey olmuştur.
Ne kötülük gelirse karanlıktan gelir. Gizlilik ahlâk bozukluğunu teşvik ediyor. Çeşitli
tezvirler, iftiralar, sinsi imalar ancak gizlilik ortamı içinde üreyebiliyor. Bunların hepsinin biricik devası açıklıktır. Bundan kaçmaya sebep ne?
Mert ve alnı açık insanlara, yaptığına inananlara, tükürdüğünü yalamıyacak yaratılışta olanlara, çocuklarına yaptıklarının hesabını ve hatırasını temiz olarak devretmek lüzumunu kavrayanlara açıklığı istemek yakışır.
Eğer hatalar, kötü şeyler de olmuşsa, bunu yapanların umumî efkâr önünde bunun sorumluluğunu açıkça ve şahsen üzerlerine almaları, ve gizliliğin perdesi arkasında sorumluluğun eski ve yeni komite üyelerine ve diğer ordu mensuplarına doğru müphem bir şekilde yayılmasına razı olmamaları en mert hareket tarzı olur.
Bütün M.B.K. zabıtlarının olduğu gibi yayınlanması lâzımdır. Bu konuda yetkili merci Büyük Millet Meclisidir. Ama, bilhassa bugünkü şartlar altında, bu zabıtların yayınlanmasına hiçbir itirazları olmadığını, bilâkis bunu istediklerini, açıkça belirtmek herkesten önce eski M.B.K. üyeleri için manevî bir borçtur.
1 *
. „BAT PERŞEMBE : Memlekette komünist tahribatının gözle görülür derecede artmasına ve İçişleri Bakanının bu tehlikeye işaret eden beyanatına rağmen, ismet İnönü, yaptığı basın toplantısında, aşırı sol cereyanlardan «belki vardır, belki yoktur» tarzında ve müphem şekilde bahsetti.
1 2 ŞUBAT CUMA : Rus Deniz Kuvvetleri Başkumandanı Amiral Gorshkov, Sovyetlerin alışılagelmiş tehditlerinden birini daha savurdu. Savaş çıktığı takdirde ilk darbe Türkiye'ye vurulacakmış. Türkiye'nin NATO camiasında yer almasının Sovyetleri pek kızdırdığı anlaşılıyor.
ŞUBAT CUMARTESİ: Türk Deniz Kuvvetleri Kumanda-iiı Oramiral Necdet Uran, Sovyet Amiralinin tehdidini derhal cevaplandırarak, Türkiye'ye karşı girişilecek bir tecavüzün gerek millî imkânlarımız ve gerekse
I
mmmmmmmmmmmmmmmmmmm müttefiklerimiz tarafından en şiddetli bir şekilde cevaplandırılacağını belirtti.
4 ŞUBAT PAZAR: Dörtlü koalisyon meraklılarının yeni gayretlerine rağmen, ne C.K. M.P. ve ne de Y.T.P. böyle bir teşebbüse katılmıyorlar. Her iki partinin de, C.H.P. ile işbirliği yapmayı bir zaaf olarak kabul ettikleri ve seçmenlerini kaybetme sebebi saydıkları anlaşılıyor.
5 ŞUBAT: PAZARTESİ: Radyoda haksız iktisaplar konusundaki konuşmaların kimler tarafından yapıldığı ve bunlara ne kadar para ödendiği hakkında Kastamonu Milletvekili I. H. Yi-lanlıoğlunun sorusuna Basın Bakanı, hiçbir bilgisi olmadığı şeklinde cevap verdi.
6 ŞUBAT SALI: Devlet Tiyatrosu gibi ciddî bir müessesede oynatılmasına kalkışılan «Yılanların Öcü» adlı piyes Senatodaki Bütçe görüşmelerinde şiddetli hücumlara mâruz kaldı.
7 ŞUBAT ÇARŞAMBA: Meclis koridorlarında hâdiseler
ÇIKAYIM MI? Bu fıkrayı bir subay, yeni bir ordu hareketi ihtimali konusunda
sohbet edilen bir toplantıda, durup dururken anlatmış. Manidar mı, değil mi, doğru mu, yanlış mı taraflarını karıştırmıyoruz. Bizden aynen nakletmesi: v
Bir medresede kimsenin yatmadığı bir oda varmış. Kötü bir şöhreti varmış. O odada yatan herkesin sabaha ölüsü çıkar denirmiş. Birkaç meraklı ve cesur kişi bunu denemek istemişler. Hakikaten sabahleyin ölüleri çıkmış. Bunun üzerine o odaya kimse ayak basmaz olmuş.
Nihayet günün birinde, Istanbulun zehir gibi soğuk bir kışında zavallı fakir bir kişicik çaresiz kalmış. Yatacak hiçbir yeri yok. Soğuk iliklerine işliyor. O geceyi açıkta geçirse öleceğj muhakkak. Aklına o medresedeki oda gelmiş. Gitmiş medreseye: «Allah rızası için, bırakın bu gece orada yatayım» demiş. «Ölürsün sonra!» demişler. Israr etmiş: «Böyle yaşamaktansa ölmek evlâdır. Kaderim neyse güreyim». Nihayet razı olmuşlar, mangal ve yatak da vermişler, o geceyi geçirmek üzere odaya girmiş.
El ayak kesilmiş. Adam ısınmış ama gözünü uyku da tutmuyor. Gece yarısına doğru derinden bir ses: «Çıkayım mıııı?». Adamın ne hale geldiğini tasavvur edin. Başını yorganın altına çekip tortop bü
zülmeler, titremeler, «Allahını, beni koru!» diye dualar v.b. Adam biraz kendine gelir gibi olunca yine o ses: «Çıkayım mm?». Sabaha kadar böyle devam etmiş. Nihayet sabaha karşı adamın tahammülü bitmiş, esasen canından bezgin birisiymiş, tepesi de atmış: «Eeee! Çıkacaksan çık bakalım!» demiş.
Birdenbire duvar yarılmış... ve odanın içine sel gibi altın akmış! Fakir zengin olmuş, bundan sonraki hayatını servet ve saadet içinde geçirmiş.
Meğerse eskiden birisi servetini bu duvarın içine gömmüş, ve ancak cesur bir kimseye nasip olması için bu şekilde tılsımlamış imiş.
— HAFTANIN — Vefat
Eşi : Esther Püller Çocukları: Rafael Püller (ABC)
Linda Krespi Damadı: Daniel Krespi Torunları: iffet Beker
Sümbül Püller Şinıon ve Arslan Krespi
Eşi, babalan ve büyük babaları Leon Püller (Arslanbey) 4 Şubat 1962 Pazar günü vefat etmiştir.
çıktı. A.P.'li İhsan Ataöv, Lebit Yurdoğlunun Ulaştırma Bakanına esef etmesi üzerine, Anayasaya rağmen, haberleşme hürri-,î yetini tahdit eden bir kimseninl işinden atılması gerektiğini söy- ; iedi.
MİLLİ YOL! H A F T A L I K TARAFSIZ SİYASI
M İ L L İ Y E T Ç İ HABER DERGİSİ 1. Yı l 9/Şubat/ l962 3. Sayı
imtiyaz sahibi: Necati BOZKURT Yazı işlerini fiilen idare eden
Neşriyat Müdürü: ismet T Ü M T Ü R K
idare Müdürü: Mümin ÇEVİK ist ihbarat M ü d ü r ü :
Abone: 6 aylık (26 sayı) 12,5 lira. 1 yıllık (52 sayı) 20 lira.
Beher sayısı 50 kuruştur.
İLÂN: Tek sütun - santimi 20 lira. l a m sayfa arka kapak (renkli) 2000 lira. Tam sayfa iete 1600 lira. Sayfanın 1/4, 1/8 gibi kısımları aynı ölçülere göre hesaplanır.
Eski MJB.K. üyesi Kadri Kaplan, diğer arkadaşları gibi son günlerde değişik bir havanın içinde görünüyor, Kaplan'ın birşeyler bekler hali var. Geçenlerde Meclis koridorlarında bir- ufak grup içinde yaptığı konuşmada dedi ki: «Türkiyenin bugünkü havasında müşahede edilen sessizlik büyük fırtınalardan önceki durgun görünen havanın ifadesidir.»
RİVAYET FURYASI Ankarada Sıtkı Ulay'm durumu
münakaşa konusudur. Onu yakından tanıyanlara göre, Ulay, M.S'.P. gibi ölü doğmuş ve gelişme ümidini yitirmiş bir partide bulunacak kadar saf değildir. C.H.P. dışındaki partilerce kabul edilmesi ihtimali ise pek zayıftır. Ulay'm partilere girme konusunda esrarengiz bir havaya bürü-mek istediği beyanatlarıyla C.H.P. tarafından ilgi gösterilmesi ve davet vâki olması için çalıştığı bazılarınca tahmin edilmektedir. Bazı rivayetlere göre de C.H.P. kendisini istemiş, ancak evvelâ umumî efkârın bunu nasıl karşılayacağını iskandil etmek için ona bu şekilde beyanatlar verdirmiş, umumî efkâr iyi karşılamayınca sırt çevirmiş, onu ortada bırakmıştır.
Ayrıca şu ihtimaller de ileri sürülüyor:
a) Ulay «öle ki kurtula senatör», «müebbet senatör» gibi tâbirlerle istihza konusu olmaktan bıkmış ve Mecliste yalnız bırakılmaktan da müteessir olmuştur, bunların ızdırabın-dan kurtulmak istemektedir. Onun pratik mezhebini bilenlerce bu ihtimal zayıf görülüyor.
b) Harb Okulu komutanı iken «şey'.ana pabucunu ters giydiren adam» unvanını kazanmış kurnaz bir zat olarak şahsını müstakbel tehlikelerden korumak, hedeflerden biri olmaktan çıkmak istemiştir.
Doğru olanını zaman gösterecektir.
ULAY VE ÇAĞA Memleketçi Serbest Parti adında-
«i, Sıtkı Ulay'ı kabul eden yegâne siyasi teşekkül bulunmak ve T.B.M.
M.'deki mensuplarının hiç^ ,ı*i seçim ile gelmeyip hepsi tâyin ile gelmiş bulunmak gibi hususiyetleri olan partinin genel başkanı Esat Çağa Senatoda şu dikkate değer konuşmayı yapmıştır:
«— Sermaye ile emek arasında da bir muvazene kurmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de artık emeğin teşkilâtlanmuası, yâni sol partilerin teşkilâtlanması icabeder. Anayasamız da bunu âmirdir. Çünkü Anayasamı- demin bahsettiğim gibi muvazeneyi bir hukukî vesika halinde temin etmiş bulunmaktadır.
Bu bakımdan bendeniz, adalet batanımdan, Ceza Kanununun 141. ve
142. maddeleri gibi Faşist İtalyan Ceza Kanunundan alınıp bizde de gayri millî birtakım tâdillere uğramak suretiyle bugünkü perişan şeklini almış bir kanunun kaldırılmasını rica edeceğim.»
NOT: Senato zabıtlarından aldığı-ğımız bu sözlerde Ceza Kanunundan "îkarılması istenen 142. madde, komünistleri, komünistlik suçlarından dolayı mahkûm eden maddedir!...
GİZLİ KUVVET Türkocağını ziyaret eden Mehmet
özgüneş, hususî bir sohbet toplantısında, son günlerin merak konusu olan bazı meselelerine eski bir M.B. K. üyesi olarak ışık tutan ilgi çekici bir konuşma yapmıştır.
Özgüneşe göre, devletimizin genel bünyesini, izahı güç bir kuvvet kapsamıştır. Bu kuvvet, bütün iyi niyetli teşebbüslerin önüne set çekecek, her türlü memleketçi davranışı önleyecek derecede güçlü ve yaygındır. Mutlak salâhiyetlere sahipken bile M.B..K.'nin müsbet icraat yapamamasının birinci derecede sebebi Ö_:"neşe göre budur.
13 Kasım hareketinin kısa bir izahını yapan eski M.B.K. üyesine göre, Türke^ 'nymetli bir insandır. Ancak 14'ler kuvvetleriyle mütenasip icraat yapmamışlar, kudret hudutlarını aşmak istemişlerdir. Üstelik Muzaffer özdağ gibi gençler, yaşlarının şartlarına uygun hareket etmemişler, bu sebeple rütbece üst birçok asker 14 lere gücenmiş'er, kırılmışlardır. Eğer 14'ler Kurucu Mecliste olsaydılar bu
Meclisin havası çok daha başka olabilirdi.
Milliyetçi davranışların ırkçı, Turancı gibi tahrif edilen deyimlerle kötü tanıtılmağa çalışılmasından da şikâyet eden özgüneş, "-ulliyetçi müessese ve teşekküllerin desteklenmesinin lüzumunu belirtmiştir.
ON PARMAK, ON MARİFET! Gazetelerden birisinde şöyle bir
ilân gördük: Operatör Ürolog Dr.
Kemal Çağlar İdrar Yolları ve Tenasül Hasta
lıkları Mütehassısı Acaba, bu B. Kemal Çağlar, şu bi
zim bildiğimiz şair, yazar, hatip, siyasî, maden mühendisi, dernekçi, hattâ Atatürkçü meşhur B. KEMAL ÇAĞLAR mı dersin'.z? Hazretin yukarıda saydığımız (ve •i>ba da saymadığımız) birçok hususlarda birinciliği kimseye bırakmadığını biliyorduk ama, tenasül hastalıklarında mütehassıslığı ilânına ilk defa şahit Dİuyoruz.
27 MAYIS VE SONRASI
İkinci sayımızda başlıyan bu yazı serimizi bu sayımızda yer kalmadığı için koyamadık. Gelecek sayımızdan itibaren devam edece ğiz.
MİLLİ YOL H
Acaba bu Dr. KEMAL ÇAĞLAR, hani şu meşhur maden mühendisi B. KEMAL ÇAĞAR mı? Bir bilen varsa lütfen bizi aydınlatıversin...
FAKİRE YARDİM Ankaradaki meşhur köy enstitüle
ri açık oturumu.. Toplantıya çağrılan ilim ve fikir adamları arasında ne işi bulunduğu bir türlü anlaşıla-mıyan şu meşhur (!) FAKİR BAY-KURT, bir dergiden, k«*ttünist beyannamesini andıran birtakım maddeler okuyor. Salonda devamlı bir gürültü olduğundan, en yakınındaki-ler bile bu zengin fakirin neler yumurtladığının farkında değiller. Yal nız ara sıra salonun arka tarafındaki milliyetçi üniversite gençlerinden iğneleyici sözler yükseliyor.
risi, FAKİR'in koyu pembe (!) rengini açıklayan bir söz söyleyince, iri yarı başkan:
— İstirham ederim efendim, NEJ-DET SANÇAR Beyefendi, Dr. FETHİ Beyefendi konuşurken hiç müdâhale etmiyorsunuz da FAKİR BAY-KURT Beye niçin müdahale ediyorsunuz?
Diye gürledi. Ve gençlerin birisinin:
— O zavallıcık fakir de onun için kendisine yardim ediyoruz!
Nüktesiyle, zınk diye yerine oturdu.
ALKIŞ Yine aynı toplantıda.. NEJDET
SANÇAR, enstitücüleri perişan eden konuşmasını Atatürk'ün «Komünizm Türk dünyasının en büyük düşmanıdır. Her görüldüğü yerde ezilıneli!» sözüyle bitirmiş ve yerine oturmuştur. Milliyetçi gençler, enstitücülerin şaşkınlıklarını, devam eden ve kesilmek bilmeyen alkışları ile büsbütün arttırıyorlar. Meşhur devrimci başkan da şaşkın, yakışıklı başını bir cağa, bir sola çevirerek alkışın bitmesini bekliyor. Fakat dakikalar geçiyor, alkış ve tezahürat bitmek değil, artmakta.. Nihayet başkan sıtma görmemiş sesiyle alkışlara hâkim olmak istiyor:
Fakat aldıran yok.. İ ı ' yarı başkan yeniden gürlüyor:
— İstirham ederim efendim! Al-
«Milliyetçiliğin Dar Çerçevesi Tekerlemesi NEJDET SANÇAR
Birtakım kimselerin ağızlarından ve kalemlerinden hiç eksik etmedikleri bir «MİLLİYETÇİLİĞİN DAR ÇERÇEVESİ!» tekerlemesi vardır. Konuşurken veya yazarken, her fırsatta, bu tekerlemeyi tekrarlarlar. Bununla da pek yüksek (!) bir fikir ileri sürdüklerini sanırlar veya zannettirmeye çalışırlar.
Bu tekerlemeyle anlatılmak istenen şudur: Milliyetçilik, yalnız kendi milletinin fertlerini düşünme fikri olduğu için, sınırlı ve dar çerçeveli bir sevgidir. Halbuki insanlık fikri, insanların bütün insanları sevmesini gerektirir!
Buna göre bir Türkiye Türkünün «milliyetçiliğin dar çerçevesi» nden (!) sıyrılıp «insaniyetin geniş çerçevesi» ne (!) yükseldiğini ve gece gündüz Doğudaki Japon ile Hintli, Batıdaki Yunan ile Bulgar, Kuzeydeki Rus ile İsveçli, Güneydeki Arap ile Habeş için yanıp tutuştuğunu (!) düşünelim. Türkiyede binlerce çocuk okula gidemezken, yüzlerce okul öğretmensizlikten kıvranırken, yüz binlerce insan yarı aç yarı tok bir hayat sürerken, en büyük şehirlerimizde bile sular devamlı akmazken, hâlâ izbelerde yaşamaya çalışan insanlarımız varken, en tabiî insanlık haklarımıza gem vurmaya çalışanlar eksik olmazken, yurdun başkentinde dahi elektriği ve kanalizasyonu olmayan gecekondular bulunurken, boyunlarımıza kızıl zincirler geçirmek istiyen iblisler sinsi sinsi çalışırken, kısacası bu şanlı ve fakat talihsiz devlet ve milletin binbir derdi ortada dururken, sınırlarımızın çok ötelerine kadar uzanıp gidecek böyle bir sevginin ne gibi pratik bir faydası düşünülebilir ve daha mühimmi bir mânası olabilir mi?
Binlerce yıllık insanlık tarihi ve yaşamakta olduğumuz çağların olayları göstermektedir ki, insaniyet denilen şey, sadece sözlüklerde bulunan bir lâftır. İnsaniyet sadece bir lâf olmasaydı, Baltık kıyılarının o küçük, fakat mesut devletleri Estonya'lar, Letonya'lar, Lit-vanya'lar bugün hazin bir hâtıra haline gelirler miydi? İnsaniyet gerçekten bulunsaydı Lehistan'ın, Romanyanın, Bulgaristamn üzerlerine o kıpkızıl ölüm perdeleri iner miydi? Macaristan, hayallerde bir kanlı hâtıra olarak mı yaşardı? İnsaniyet olsaydı Kırım, bugün sadece bir coğrafya adı şeklinde mi kalırdı? Türkistan'daki, Kafkasya'daki milyonlarca Türk, insanlık tarihinin gördüğü en korkunç zulüm makinesinin pençesinde inim inim inler miydi?
Bu korkunç sonuçlar ortada iken, hâlâ, goygoycular gibi: — İnsaniyet!... İnsaniyet!... Diye tepinip durmak, iki sebebe bağlanabilir: Ya milliyetçilik fik
rini baltalamakla görevli bir kızıl olmak, yahut hayat gerçeklerine sırt çevirmiş ve millî şuurdan yoksun bir zavallı... Yâni düşünceleri ayrı, fakat yıkıcılıkları bir iki sapık ve zararlı yaratık..
En yüksek insanlık fikri milliyetçilik, yâni kendi milletinin insanlarının saadetini düşünmektir. Üst tarafı, insaniyet tekerlemesi gibi, boş bir lâftır. /
MİLLÎ YOL Q
kışı kesin! Alkış istemez! Daha önce enstitücülerin, taraftar
ları alkışlanmasına ses çıkarmayan tarafsız (!) başkanın bu direnmesi karşısında, milliyetçi gençlerden birisi:
— Biz NeJDET BEYİ alkışlamıyoruz. Hocanın alkışa ihtiyacı yok!
Diye bağırdı. Başkan, milliyetçi gençlerin falsolarını yakalamış bir eda ile:
— O halde bu alkış niçin? Diye ayağa fırladı. Bir başka mil
liyetçi gencin cevabı: — Biz, komünizmi yeren ATA
TÜRK'Ü alkışlıyoruz! Ve iri yarı, fakat sempatik baş
kanın kollarını: — Ne yapayım? Bunlarla başa çı
kılmaz! Der gibi iki yana kaldn*arak is
kemlesine bir kere daha oturuşu...
ŞEY + YANİ = ? Senatodaki oturumlardan birisin"
de, Senatör B. CEVDET ERKUT, kürsüde konuşan arkadaşlarının sözlerini dinlerken ara sıra heyecanlanıyor ve yerinden doğrularak:
— Şey... Yâni... Kelimeleriyle başlayan bir şeyler
söylemek istiyor, fakat başkan kendisini itidale çağırarak sözünü kesiyordu. Altmışını çoktan aşmış olduğu halde heyecanını bir türlü ye nemiyen B. CEVDET ERKUT'u, nihayet, başkan SUAT ÜRGÜPLÜ âdeta paylayarak s«sturdu ve yaşı geçkin, lâkin ruhu genç (!) Senatör yerine oturdu
Senatör CEVDET ERKUT. 1944 -1945'in meşhur Turancılık dâvasının. 1 numaralı sıkı yönetim mahkemesinin duruşma hâkimi meşhur askeri hâkim CEVDET ERKUT'tur. Duruşma hâkimi CEVDET ERKUT, o meşhur dâva sırasında da, bu «şey» ve «yâni» leri çok kullanır ve hattâ zabıtlara sanık Türkçülerin söylediklerini değil de kendi kafasındaki1 eri geçirdikçe, yapılan ş'ddetli i'irszlar sonunda «yâni» sözüyle başlayan ilâveler zabıtta yer alırdı. Bu suretle o meşhur (!) zabıtlar:
Şeklinde birbirini cerheden ko-miksel ifadelerle dolar taşardı.
Anlaşılıyor ki, aradan yirmi yıla yakın bir zaman geçtiği ve B. CEVDET ERKUT daha da büyüyüp sena-tocu bir «büyük» olduğu halde, bu:
— Şey... Yâni... Faslından vazgeçmemiş.. Ne diyelim? Allah kurtarsın..
İŞIN İÇYÜZÜ İstanbul Sebze ve Meyva Haline
asın partizan bir müdür tâyin edilmişti. Bu zatın hodbehot Hal'deki kendi tuttuğu partiden olmayanları çıkarıp oraya silme partililerini doldurduğunu duyuyorduk. Derken gazetelerde bir haber çıktı: Eskiden Hal'de yıllık gelir 1 milyon civarında iken bu zatın müdürlüğü zamanında 7 milyona çıkmış. Arkasından Refik Tulga'nın bu zata bu başarısından dolayı tantanalı bir tebrik telgrafı. İçimize bir şüphe düştü: A-caba bu zat hakkında hükmümüzde yanılmış mı idik? Çok geçmedi, başka gazetelerde işin iç yüzüne dair ifşaat çıkmaya başladı. Meğer Hal' deki vergi ve resimler eskisine gö re kat kat arttırılmış, ve bütün suiistimallere rağmen bu suretle 7 milyon gelir sağlanmış. Tabiî bu para da Istanbulun en fakir halkının yiyeceği olan sebzelerin ve meyvala-rın fiyatına eklenerek çıkartılıyor. İşte aşırı partizanlık böyle bir mik
rop, insanda ne hakikat saygısı bırakıyor ne de insaf.
ACAYİPLİK REKORU Türkiye Cumhuriyetini Cumhuri
yetten başka herşeye benzetmek için ileri sürülen fikirlerden en acayibi 2 Şubat günlü «Dünya» gazetesinde çıktı. Buna göre, bir yüksek komisyon kurulmalı imiş v e Meclise gelen milletvekilleri arasında «kötü tanınmış» saydıklarını bu komisyon tasfiyeye uğratmalı imiş. Acayiplik
rekoru şimdilik bu fikirde, kim ne zaman kıracak.
Bakalım
CEVAPSIZ SUALLER Bir türlü cevabı açıklanmayan iki
sual, iki mesele var: 1 — Uzun zamandır Mecliste bir
sual, cevap bekliyordu. Suali soran Kastamonu Milletvekili İbrahim Hakkı Yılanhoğlu idi. Sual de şuydu: Yassıada saatindeki küfürlü konuşmalar için devlet hazinesinden ne miktarlarda para ödendi, ve bu pa-
vrupa'dan Kovulan Sosyalizm' W. H. CHAMBERLAİN Çeviren: Ali Rıza ÖZE±.
Ruslar, ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, milyarları har-oyarak taraftar arasınlar, sosyalizm iflâs etme durumu çerçevesi içerisine girmiştir.
Son Avrupa seyahatimde sosyalizmin Avrupadan koğulduğunu, yerini liberal sisteme terkettiğini gördüm. Sosyalizmin nasıl bir gerileme gösterdiğini anlıyabilmek için, harbten sonraki Avrupaya bakın uk lâzımdır.
tngilterede iktidar, büyük bir çoğunlukla, İşçi Partisindedir. Belçika, Fransa ve İtalya'da da durum aynıdır. Komünistlerle, sosyalistler koalisyon kabinelerinde yer almışlardır. İşgal altındaki Almanyada ise komünistlerin basına ve radyolara sızmalarına, bütün gayretlerine rağmen, Amerikalılar engel olamamışlardır. Fakat o tarihten sonra Avru-pada bir komünizm krizinden korkutmamaktadır. Sosyalizme gösterilen rağbet te ayni şekilde azalmıştır.
Harbden sonra İngiltere ve Almanyada üç defa seçim yapılmıştır. Bu seçimlerde daima sosyalistlerle muhafazakârlar karşı karşıya gelmişler, her defasında da muhafazakârlar, sosyalistleri, her defa daha büyük bir çoğunlukla hezimete uğratmışlardır. Bu, tamamen seçmenlerin sağduyusundan ileri gelmekte, sosyalizme, sosyalizmin götürdüğü komünizme olan nefretlerinin bir neticesi olarak olağan karşılanmaktadır. Fransada da durum aynıdır. Harb öncesi Fransız komünist partisi üyesi 350 bin iken, sonra 120 bin üyeye inmiştir. Belçika ve Hol-landada da. bir vakitler iktidarları ellerinde tutan sosyalistler, şimdi koalisyon kabinelerine dahi girmeğe muvaffak olamamaktadırlar.
Artık ekonomi yönünden Avrupa o kadar kuvvetlenmiştir ki, mcmfrkptler arasında eşya ve insan geçişi serbest bırakılmıştır.
Marksın fikirlerine dirsek gösteren ülkelerden birisi de en gerekli misali ile Batı Almanyadır. Sihirbaz Erhard, Ekonomik Liberasyon fikrini ortaya attığı zaman, Mecliste Sosyal - Demokrat Partinin sözcüsü bu projeye itiraz etmiş, «Sosyal bir eşitsizlik meydana gelecek, zenginler daha zengin, fakirler de daha fakirleşecekler» demişti. Zaman sosyalist sözcüyü yalancı çıkarmış, Erhard'ı ise doğrulamıştır. Aksine işçilerin ücretleri yükselmiş, sosyalist görüşler bir daha mağlup u) muşlar.
Bu misaller gösteriyor ki, sosyalizm ve komünizm ilerleyen bir dalga" halinde değildir. Aşırı Sosyalizm ancak, iktisaden zayıf ve bilgiden yoksun bulunan ülkelerde taraftar bulmaktadır. Diğer taraftan, hnlkı perişanlığa düşürmüş olan diktalar da, birer tabu gibi sosyalizme sarılmakta, sonra komünizme kaymaktadırlar. Bunların en bariz ve acı misallerini ise Kuzey Kore ve Küba teşkil etmektedir.
Bu misallerin ve sosyalizme sürükleyen sebeplerin dışında, Rus emperyalizmi ve aşırı sosyalizm tam bir iflâs yolundadır.
Avrupanın sosyal seviyesi gün geçtikçe yükselmekte, sınıflar arasındaki farklar azalmakta, böylece bir vakitler Avrupada gayet revaçta bir cereyan halinde olan sosyalizm her gün biraz daha zayıflamakta, kelimenin tam mânası ile sosyalizm Avrupadan koğulmaktadır.
MİLLÎ YOL 0
MACERA
Bir araya gelmişler, Yönü tâyin etmişler.. Sosyal - Mosyal diyerek, türlü oyun etmişler. Bakmışlar oyun tuttu, Yön gidecek hep soldan Partimizi kuralım, zemin hazır, demişler...
ALİ RIZÂ ÖZER
ralar kimlere verildi? Bu sualin cevabının çok ilgi verici olacağı muhakkak. Diğer bütün suallere sıra geliyor, cevaplanıp bitiyor. Bu suale gelince... Suali cevaplandıracak Bakan Basın-Yayin Bakanı Kâmuran Evliyaoğludur. Gökhan Evliyaoğlunun kardeşidir ama, siyasî bağlılık bakımından onun bir nevi zıddıdır. Ezelden beri müfrit Inönücü olarak tanınır. Nasıl olup da C.H.P.'den başka bir partide bulunduğu çağımızın en hayret verici olaylarından biri sayılsa sezadır. İşte bu Bakan bu sorunun cevaplandırılması içi" Meclis gündemine alındığı zaman bir türlü Mecliste bulunamıyor. Aksf tesadüfler, hangi gün su sual Meclis gündemine alınmışsa o günü Bakanın ya bir seyahatine, yahut da hastalığı gibi bir haline rastlıyor. Tabiî sualin cevabı verilemiyor ve sual ilerideki başka bir toplantının gündemine gidiyordu.
Nihayet suale cevap verdi. Ama ne verse beğenirsiniz? Cevap şu: Bu küfürlü konuşmaları radyo idaresi kendisi hazırlamamış. Olduğu gibi M.B.K. İrtibat Bürosundan almış. Kim hazırladığını ve hazırlayanlara ne verildiğini bu sebeple bilemiyor imiş. Radyo idaresince bunları okuyan spikerlere birşey verilmemiş. Vallahi de verilmemiş, billahi de verilmemiş! (Sanki spikerlere birşey verildiği sorulmuş gibi). İşte cevap o kadar.
Peki, şimdi sual cevaplanmış oldu mu? Bu yazılar M.B.K. İrtibat Bürosuna zembil ile inmedi ya! Kim yazdığını bilecek hiçbir makam yok mu? Ne miktar para verildiğine gelince, bu para elbette milletin kese sinden çıktı. Bunu bilecek v.e söyli-yecek hiçbir bakanlık yok mu?
— Bir türlü gün ışığına cıkamı yan ikinci bir mesele de, M.B.K. devri Ticaret Bakanlarından Mehmet Baydur'un arpa satışı işi. İddiaya göre meselenin aslı şu: Transeksport adlı bir yerli firmanın aracılığı ile bir İngiliz şirketine 52.500 ton arpa-mış satılmış. Bu satışın yapıldığı sıralarda arpanın dünya piyasasındaki fiyatı en az 58 dolar kadarmış. Ama bizimkiler, bütün uyarmalara rağmen, ısrar etmişler: Mutlaka
MİLLÎ YOL 0
29,25 dolar üzerinden satacağız diye. Ve mutlaka o bir tek firmaya bu fiyattan satacağız diye. Öylece de yapmışlar. Arpaları alan İngiliz firması da bunları o sıralarda açlık çeken komünist Çin'e tonu 82 dolardan hemen satıvermiş. Bu suretle:
Mehmet Baydar Koruyanlar var
1 — Komünist Çinin açlığını gidermek gibi bir yüksek insanî (!) hizmet yapmışız ama, sonra kendi Doğu bölgelerimizin yemsizlikten, açlıktan kırılmasına yol açmışız. 2 — Daha açık ve tevil kaldırmaz tarafı:, Bu satıştaki düşük fiyattan devlet hazinesinin 25 milyon lira kadar bir zararı olmuş.
Mecliste bir grup milletvekilinin sorusu üzerine iş açıklanınca Hükümetçe tahkikine girişilmiş. Ve asıl garabetler de bundan sonra başla mış. Evvelâ bazı 13 Kasım Komitesi üyeleri durup dururken ve kendi ü-zerlerine vazife değilken, ve henüz tahkikata girişilip işin içyüzü tesbit edilmemişken, bir beyanname yayınlayarak suiistimal iddialarını şiddet le reddetmişler ve sanık Bakam savunmuşlar. Eski Bakan ile birlikte bu işten sorumlu olan daire reisleri iş meydana çıktıktan sonra yine makamlarında bırakılmış, ama işi ihbar eden memurlar işlerinden hemen atılmış. Bu işi tahkik ile vazifelendirilen müfettişin resmen tahkikatı
yüürütmek hususunda bugüne kaaaı bir muamele yapıp yapmadığı bilin miyor. Ama bu müfettişin o eski Ba kan Ve onun suç ortağı daire reisle ri ile birlikte hususî toplantılar yap makta olduğu biliniyor. Şimdilik du rum böylece devam ediyor. Arpan» dünya piyasalarındaki fiyatı belli ol duğuna göre, bizdeki satışın da fi yatı ve yapılmış olduğu resmî kayıt larla sabit olup, inkâr ve tevil edile miyeceğine göre: Bu iş nasıl örtbaı edilebilir? Örtbas edilemezse işin so nu nasıl ve ne vakit neticelenir? iş te bir meraklı konu daha.
TAM TERSÎ
Acayip bir iddia, arada sırada ile ri sürülüyor. Geçenlerde Falih Rıf ki, şimdi de aşın sosyalistlerden Si yavuşgil bunu tekrarladı. Diyorla. ki: Türkiyede milliyetçi bir idare (onlar milliyetçi yerine «sağcı» ve ya «Irkçı-Turancı» gibi tâbirler kul (anmayı her nedense tercih .ediyor lar) kurulduğu takdirde Amerika bi ze yardımı derhal kesecektir. Biz de bunun doğuracağı buhranın altındar kalkamayız. Şu halde: Türkiyede milliyetçi («sağcı» veya «Irkçı-Tu rancı») bir idare kurulamaz.
Bundan daha ziyade hakikatin TAM TERSİ bir iddia olamaz. Ame rikanin dış siyasetinin temel taşı Sovyet " ' sya düşmanlığıdır. Bu, A merika için bir ölüm-kalım meselesi olduğundan, farzımuhal muayyen bir Amerikalı siyaset adamının şah' sî duygulan buna aykırı olsa bile, bu siyaset bugün ve yarın Amerikanın değişmez millî siyasetidir. Amerika her devletle olan münasebetlerini evvelâ bu değişmez mehenk taşına vuracak, o devlete karşı yakınlığını veya uzaklığını, dostluğunu veya düşmanlığını buna göre tayin e-decektir. Türkiyede milliyetçi bir hükümet elbette ki, Rusyaya el altından tâviz vermiyeceğine, komünist oyunlarına ve sızmalarına karşı en mukavemetli olacağına, ve komünist aleyhtarı hür milletler cephesine sadakatten ayrılmayacağına Amerikanın ve başka herkesin, en fazla emin olacağı bir hükümet olur. Bunu inkâr etmek dünyanın yuvarlak olduğunu inkâr etmeye benzer. Şu halde Türkiyedeki iktidar ne kadar
Kulağımıza çalınanlar:
«Sıtkı Ulay Çiftçi Partisi kurup bu partinin Başkanı olacakmış.
Gazetelerden» — Yahu, nedir ba çiftçilerin
başına gelenler. Evvelâ, kuraklık, sonra su baskını, şimdi de Sıtkı Ulay!.
koyu milliyetçi ise Türkiye ile A-merika arasındaki bağlar o kadar kuvvetli olur. Bu, tabiat kanunları kadar değişmez kaidedir.
«Sağcı» bir iktidarın demokrasiye aykırı yollar tutacağı, ve Amerikalım da bundan ötürü bize sırt çevireceği mugalâtasına gelince: Yine TAM TERSİ, ancak böyle bir iktidar demokrasiye bağlı kalabilir. Çünkü Türk Milletinin ezici çoğunluğu «sağcı» dır. (Elhamdülillah böyledir) Şu halde sağcı bir iktidarın milletin büyük çoğunluğunun desteğine dayanması tabiîdir, kolaydır. Böyle bir iktidarın demokrasiye bağlanması ve sâdık kalması mukadderdir, çünkü demokrasi ona ancak kuvvet getirir. «Sağcı» lığa düşman bir iktidar ise, milletin çoğunluğunun duygu ve düşüncesine zıt bir yöne çevrilmiş demektir. Böyle bir iktidar, kendi yaratılışı ve bünyesi icabı, ergeç demokrasiden uzaklaşmaya mahkûm dur. Velev başlangıçta demokratik görünen bir yoldan iktidarı ele geçirmiş olsa bile. Nasıl ki, «sağcı» bir iktidar, farzımuhal başlangıçta demokrasinin şekillerine aykırı bir şekilde kurulsa bile, demokrasi yoluna ergeç yönelir.
Amerikanın bize yardımının kıt oluşunda, baş sebep, hiç tereddüt etmeden teşhis edebiliriz ki, hükümetin milliyetçiliğe sırt çevirmiş ve solculuğa gülümseyen tutumudur. Bu, hem doğrudan doğruya Amerikanın gözünde güvenilir müttefik olma kıymetimizi azaltması bakımından, hem de dolayısıyla milletin hükümeti tam benimsemesine ve demokrasinin hakikî demokrasi haline gelmesine engel olma bakımından baş rolü oynuyor. Dünya kör değildir. Elbette ki işin yalnız dış yüzüne bakıp alda-nıvermez. İç yüzünü de pekâlâ bilir.
Kimse kendi kendisini aldatmasın: Bugünkü ağır iktisadî buhranın sürün gitmesindeki sebepler zinciri, iç sebeplerde olduğu gibi. dış yardim cephesinden de, bazı politikacıların Türk milliyetçiliğine sırt çe-
. virmekteki kör inadına dayanıp orada düğümleniyor.
GENÇLİĞİN ÎSTEGÎ
İstanbul Üniversitesi gençliğinin bir derdi var. Bunu dile getiren dilekçelerini yüzlerce imza ile imzala yarak ilgili makambr' veriyorlar. Bize son bildirildiğinde 533 imza toplanmıştı. Dilekçenin metnini, hiç bir şey eklemeğe lüzum hissetmeden, aşağıda veriyoruz. Doğru söze ne de nir?
«Üniversitemizde eskidenberi mev cut bulunup çok mühim bir ihtiyaca cevap veren ve iki sene evveline gelinceye kadar da hiçbir idarecinin kapatmayı düşünmediği mescidimiz
Neye Muhtacız... MUHİTTİN KORAN
öyle bir cemiyet içerisindeyiz ki, kimin ne istediği, kimin kimi nerelere sürüklemek istediği belli değil. Milletçe öyle bir karanlık içerisindeyiz ki göz gözü görmez...
Devlet gemisinin kaptanları rotayı bir türlü düzeltemezler, istikamet hep aynı... Hep aynı cereyanlar, aynı tecrübeler, ümitler, temenniler...
Sağ sol fikirlerle yüklü zifirî karanlık, bulutlar mütemadi çarpışmakta...
Tarihin en mert insanlarının diyarını namertlik kaplamış.. Yalan, riya, sahtekârlık, düzenbazlık, zorbalık meşru âdeta.
Kapkaranlık bir cemiyette içimizi tir tir titreten Şimalin soğuk rüzgârı zaman zaman esmekte, bu sinsi ve nâmert esiş kalblerimizde infial yaratmakta, asabımızı altüst etmek istemekte sanki...
Bozkurtlar diyarını çakallar mı bürüdü ne? Tarihe tarih katanların, toprağın kara bağrında kefensiz yatanların, erliğin, yiğitliğin, Türklüğün sembolü olan Bozkurt... Uyanacaksın artık, uyanman lâzım, milletin seni bekler...
Modern Bozkurtlar... Öyle bir karanlık içerisindeyiz ki, Millî bir yolumuz yok, Millî
şuurumuz yok, Millî kültürümüz yok, bizim diyebileceğimiz, bizi kurtarır diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok, yalnız kendimizden, kanımızdan başka...
Bütün Bozkurtlar, değişmeğe, modern bale gelmeğe mecburuz. Tepemizdeki bulutlar çarpışacak, en kuvvetli şimşekler çakacak, kalb-ler, kafalar, yollar aydınlanacaktır.
Muasır medeniyetin şahikasına çıkaracak hakikî kanatlar Millî Fikirlerdir. Bugün bütün milletçe muhtaç olduğumuz aydınlığı temin edecek:
Fikir şimşekleridir...
Rektör Sıddık Sami Onaf'ın rektörlüğünün ilk günlerinde tamirat esbabı mucibesiyle kapatılmıştı.
Bizler bütün lâik üniversitelerde ve hattâ Türkiyedeki ecnebi okulların birçoğunda kiliselerin mevcut bulunduğunu hatırlatır, üniversitemiz câmiasınca lüzumu aşikâr olan mescidimizin açılmasını Rektör Sıddık Sami Onardan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Türk halk efkârı umumiyesi önünde kapalı kalmasına hiçbir sebep bulunmadığı şu anda ve mübarek Ramazanı Şerife girmeden açılması talebinde bulunuyoruz.
533 üniversiteli
TEZATLAR ZİNCİRİ l — Nuri Beşer'in bir telgrafı:
Sayın Adnan Menderes, Başvekil
28/Nisan/1960 tarihinde istanbul da vukubulan müessif hâdiseler ve îr takım ayaklanma hareketi dola-yısiyle hemen İstanbul'a hareketle; işçi arkadaşlarımla iş yerlerini teker teke. dolaşarak temasa geçip bu gibi hareketlerin memleketimiz ve milletimiz için iyi neticeler vermiyece-ğini izah ve ifade etmem, işçi arkadaşlarım üzerinde çok müsbet karşı
lanmış olup, bütün arkadaşlarımın duyduğu nefret hissi ve zatı devletlerine bağlılıklarını teyid eden telgraflar idare heyetleri tarafından çekilmiştir.
Kendi teşkilâtları tarafından bağlılık telgraflarının dışında her birinin ayrı ayrı telgraf çekmelerine im-kâ- olmadığından bendenizin vasıtalı ile bu hissiyatlarını zatıâlinize duyurmamı İsrarla istemişlerdir.
Bugün Ankara'ya dönmüş bulunuyorum. Bu şerefli vazifeyi ifa ederken Cenabı Hakkın size yardımcı olmasını niyaz ve her zaman emirlerinizde bulunduğumuzu arzeder, ellerinizden öperim.
Türkiye işçi Sendikaları Konfederasyon!. Başkanı
Nuri Beşer 2 — Nuri Beşer'in diğer bir telgrafı:
Sayın Orgeneral Cemal Gürsel, Millî Birlik Komitesi Başkanı ve
Türk Silâhlı Kuvvetleri Başkumandanı
Türk işçisi, Türk Silâhlı Kuvvetlerine minnettardır. Şahsınızda Silâhlı Kuvvetlerimize itimadımız sonsuz-d ir. Türk işçileri olarak emrinizle her türlü hizmete koşmaktan şeref duyacağımızı arzeder. hürr».«•" ;mi-
MİLLİ YOL fi
ri sunar, muvaffakiyetler dileriz. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı
Nuri Beşer 28/Mayıs/1960 S. 16.50.
3 —Bütün milletin şahit olduğu bir durum : 1961 seçimlerinde Nuri Beşer seçim propagandasını aşırı C.H. P. aleyhtarlığı ve İnönü aleyhtarlığı esaslarına gör., yapıyor. Hattâ seçim propagandaları sırasında C.H.P.'li basının en fazla hücumuna uğrayanlardan biridir.
4 — A.P. milletvekili olarak Nuri Beşer Mecliste ve A.P. grupunda C.H.P. ile işbirliğinin en hararetli taraftarıdır. Âdeta A P . Meclis Grupu içinde İnönizm'in kükreyen arslanıdır. Hattâ bu yüzden diğer A.F. li milletvekilleri ile çatışmış, bunlardan birini bu yüzden «ayağının altına alıp parçalayacağını» dahi söylemişti.
5 — Nuri Beşer'in Meclisteki sözlerinden bâzıları: «inönü tehlikeli bir insan değildir. Huzursuzluğa o son verebilir... Artık Yassıada'da adama bedava tayın yedirmiyecekler-dir... İnönü'nün A.P.'nin iştiraki ile desteklenmesi şarttır... Bu memlekette asıl asılması lâzım adam Bölükbaşıdır. Menderes'i mezaruıdan çıkarıp 100 seneye mahkûm etmeli, onun yerine Bölükbaşı'yı gömmelidir... Biz herşeye rağmen İnönü'yü desteklemeliyiz.» 14 Kasım günlü A.P. Grup toplantısından.
• SUBAYLARA HİTAP
Size bugünlerde herkes, ister riya ister samimî olsun, yalnız kulağa tatlı gelecek şeyler söylüyor. Ama bazan, tatlı da gelse acı da gelse, söylenmesi gerekli şeyler de vardır. Bunları söylemeğe kimse yanaşmıyor. Yapılması gereken böyle vazifeleri kimse üzerine almak istemiyor. Şu halde 0nu da söylemek bize düştü.
Nuri Beşer'in sözleri konusundaki tepkinizde haklısınız. (Tepki hedefe göre biraz fazla oldu, ve işin esasım ileride benzeri hallerde iftira olması ihtimallerine karşı önceden dah a iyi tahkik etmek icap eder, am a yine esas itibariyle haklısınız).
Ancak bu arada hatırlamanız gereken şeyler de var. Bir ins a n J*a
karakter sahibidir. Yahut da karaktersizdir. Başlangıçta iyice düşünüp birinden birini seçmek gerek. Seçtikten sonra da o seçtiğiniz şeyin neticeleri ile karşılaşacağınızı bilmek gerek.
Karaktersiz adam ile iş yapmak kolaydır, rahattır, gururunuzu ok-
m MİLLİ YOL
sayıcıdır. Yumuşak bir hamuru yoğurmak gibidir. Sinirlendiğiniz vakit aşağıdan alır. Bağırdığınız vakit karşılık vermez, suspus olur. Sizin bir takım, doğru veya yanlış, sabit fikirleriniz varsa, onlara uyar. Siz ona bir çerçeve çizerseniz, o çerçeveyi pek aşmadan içinde dolaşmağa razı olur. Böyle bir adam bir yandan milli iradeyi temsil eden milletvekilliği sıfatını taşırken bir yandan da kendi emrinde olması gereken bazı ordu kumandanları tarafından «İmzalayacaksın.» diye önüne sürülen bir «protokol» u imzalamakta bir tenakuz görmez. Bunu hazmedebilir. Ve benzeri çok şeyi hazmedebilir.
Am a günün birinde o adamdan Nuri Beşer'inki gibi bazı hareketler de çıkar. Eeee, şaşmamalı, böyle gülün öyle dikeni olur. Yanlış anlaşılmasın, yukarıdaki tip adam mutlaka bir kimsenin karısına sataşır veya di! uzatır demek istemiyoruz. Hasiy-yeti başka şekillerde de ortaya çı- -kabilir. Meselâ, devlet kesesinden bir arpa veya buğday satışından üç beş milyon çalıverir. Meselâ, başında bulunduğu daireye bir sürü işe yaramaz adamını yerleştirir, orayı rüşvet ve iltimas yatağı haline getirir. Veya sadece bozuk, ruhsuz, yürümez bir idare ile işlerin kırtasiyeciliğe boğulmasına, durgunluğa se-beb olabilir. Büyük, küçük beceriksizlikler, ahlâksızlıklar, israflarla milletin serveti çarçur olur, işleri ağır ve bozuk düzen gider. İşte öyle ağacın meyvesi böyle olur. Meyveyi geç verebilir, veya erken verebilir, şurasından verir veya burasından verir, ama emin olun ki, meyveyi o cinsten verir.
Bir de başka türlü adam vardır. Siyasî karakter sahibi adam. Meselâ, Lütfi Fikri gibi, Hüseyin Avni Ulaş gibi. Dr. Rıza Nur gibi adam. Bunların sarhoş olup şuna bun a sataşmalarını, kimsenin karısına dil uzatmalarını uzak bir ihtimal 0larak bile hayalinizden geçiremezsiniz. Bunların devlet malını yemeleri ve. ya yedirmeleri de riyazî kat'iyetle imkânsızdır. Bunların başlarında bulunduğu daireye siz bir kartınızla bir akrabanızı gönderdiniz mi hemen oraya memur olarak alınmaz; başkasının da akrabasının bir tavsiye ile alınmayacağına emin olabilirsiniz: öyle adamın kendi oğlu bile o daireye benzerlerinden çok daha çetin bir imtihanla ancak girebilir: ve aklı varsa girmez, çünkü en küçük kusurunun bile müsamaha ile karşılanmayacağını, ve benzerlerine gere daima biraz daha zor şartlar altında çalışacağım bilir. O dairede israf veya suiistimal olmaz; yüksek seviyede çeşitli hatâlar, bazan büyük hatâlar, hattâ hatâlarda inatlar olabilir, am a volkan gibi bir enerji ve hareket ruhu da olur.
Ama öyle adamla iş yapmak ve geçinmek zordur. Onun çetin, eğilmez, bükülmez bir karakteri vardır. Titiz izzet-i nefsi vardır. Bazan doğru bulacağınız, bazan da yanlış
Kimdir bu adam i
H ER devrin a tanılanın, fırsatçıları ve son yılların o-lavlarını yakından bilenler
bu suali hemen cevaplandıracaklardır.
İçtimaî mevki basamaklarım, bilgisi ve şahsî dirayeti ile değil, tesadüflerin ve cemiyetteki büyük zelzelelerin yardımı ile tır-manıverenleri teşhis etmekte maharet saibi olanlar da bu adamı çabuk tanıyacaklardır.
27 Mayıstan birkaç gün önce zamanın Başbakanına, birkaç gün sonra da o Başbakanı iktidardan alaşağı edenlere bağlılık telgrafı çeken işte bu adamdır.
Türkiye'de C.H.P. nin iktidara gelmemesini isteyenlerin reyi sayesinde Millet Meclisine ayak basabildi ve fakat buna rağmen, C.H.P. nin, iktidarın büyük payını alması için en hummalı gayret sarfeden işte bu adamdır.
... Ve en nihayet, bir kulüpte, etrafına toplananlara, çapkınlık hikâyeleri anlatan, «Avratlar Kulübü» kurmaktan bahseden, subayların ailelerine dil uzatan da işte bu adamdır.
Elbette tanıdınız. Bu adam işte o'dur. O da Nuri
Beşer'dir.
bulacağınız, kesin inançları, prensipleri vardır. Onlardan taviz vermez. Sizin çiziverdiğiniz bir çerçeve içinde değil, kendi kafasına göre çizdiği bir yolda yürür. Ergeç, şu veya bu konuda çatışırsınız. Çatıştığınız zaman görürsünüz ki siz ağır basınca otomatik olarak o gerilemiyor. Fikirleriniz ve iradeleriniz arasında yaman çatışmalar olur. Onu belki ikna edebilirsiniz, ama hiç bir zaman o n a boyun eğdiremezsiniz. Ya yollarınız ayrılır, y a da o sizin ve siz de onun sahasmdr. yetkilerine hürmet ve riayet etmek üzere eşit şartlar altında beraberce yürürsünüz.
Umumî olarak öyle adamla iş yapmak sıkıntılı, sinir bozucu, tahammülü güç gelir. Hele sizler gibi uzun
süredir buyurmağa alışmış olanlar için. öyle adamla işbirliğini tecrübe etmeden önce bazı fedakârlıkları peşin olarak göze almanız gerekir. Meselâ, öyle bir adama bir yuvarlak masa anlaşması dikte ettirilemez. Meselâ, öyle bir adama bir «protokol» imzalattırılanı az. öyle bir adama yukarıdan aşağıya doğru bir tonla, içinde tehdit havası sezilebi-lecek bir sesle hitap edilemez. Cevabı ağır olabilir. Belinde silâh bulunmayabilir, ama öyle adamın yüreğinde çelik vardır.
Ve... ne yaparsak yapalım, öyle bir adamı evvelâ ismet inönü aleyhtarı gibi görünen bir parti kurup o partinin içinde veya başında milletvekili seçilmeye, sonra da dönüp ismet inönü'nün iktidar koltuğunun bir ayağı olmaya razı edemeyiz. Eğer ismet inönü'yü seviyor ve beğeniyor ise, seçim sırasında bunu açıkça söyler; yahut da bunun zıd-di gibi görünen bir partiden milletvekili seçilmişse seçmen'in kendisine verdiği reyin mâna ve maksadına sadık kalır; uzak bir ihtimal olarak başlangıçta ismet inönü ve CHP aleyhtarı iken onu yakından görünce yanıldığını anlamış ve samimî olarak fikrini değiştirmiş ise, ki dünya siyaset tarihinde böylele-rine de, tek tük rastlanıl, o vakit milletvekilliğinden hemen istifa etmeği ve yeni siyasî çehresiyle kendisini tekrar seçmenlerine arzetme-ği bir namus borcu bilir.
Hülâsa: Eğer meselâ, muayyen bir ihtiyar politikacının milletin 2/3 ü tarafından, haklı veya haksız, istenmemesine rağmen yine o politikacının iktidarda kalmasını ve bunun bir meclis ve bir seçim şekline dayandırılmasını istiyorsak, bilelim ki bunu Lütfi Fikriler, Hüseyin Avni Ulaşlar, ve Dr. Rıza Nur'lar cinsi siyaset adamları vasıtasıyla yapamayız, ama Nuri Beşer'ler ve Burhan Apaydınlar cinsi siyaset adamları vasıtasıyla pek âlâ yapabiliriz.
O iş bu bedele değer mi, onu siz tâyin edeceksiniz, iyice düşünüp birinden birini siz seçeceksiniz. Seç
tiğiniz zaman da, diktiğiniz aiacm meyvesi ile karşılaşınca (tahammül edin demiyoruz, ama) hiç olmazsa şaşmayın.
ORTAKLAR Nuri Beşer'in subay aileleri hak
kında söylediği uygunsuz sözler münasebetiyle KİM ve AKİS gibi aşırı CHP'ci bazı dergiler Nuri Beşer'e şiddetle çatarken onu n bilhassa AP' li olmak sıfatını belirtiyorlar ve âdeta onu bu hareketiyle AP' nin temsilcisi olarak takdim ediyorlar. Nuri Beşer'in AP nin idarecilerinden olduğu doğru, am a belirtilmesi gereken bir nokta daha var ki, bu dergiler ona asla temas etmiyorlar. Söylenmeyen nokta şu: Nuri Beşer sadece AP nin idarecilerinden biri değildi. Bu idareciler arasında hususî bir durumu da vardı: Bay is. met inönü'yü ve CHP yi desteklemeye taraftar hizbin en ileri gelenlerinden biri olmak.
CHP dışındaki partilerin hepsinde böyle kişiler var: Meselâ CKMP de Nureddin Ardıçoğlu, meselâ YTP'de Raif Aybar bu partilerin içinde CHP nin âdeta birer kolu durumundalar. Bazı bakımlardan diğer CHP'-lilerden daha İnönücü. Bu hal başka hiç bir parlâmentoda görülmeyen, ancak bizde 1961 seçimlerinden sonra ortaya çıkan bir garip hal. Bunların bir kısmı şüphesiz daha seçim, lerden önce peşin olarak CHP'cile-rin ve İnönistlerin adamları idiler ve kendilerine verilen vazife olarak «muhalif» partiler kurdular ve bu partilerde rol aldılar. Bir kısmı da sonradan kârh gördükleri bu yola döküldüler.
işte Nuri Beşer'i kötülemekte en ileri gidenlerin bazı CHP dergileri olmasını bu bakımdan yadırgamamak mümkün değil.
Onu kötülemeğe herkesin hakkı olabilir. Yalnız siz müstesna. Çünkü o, parti tabelâsı ne olursa olsun, fiilen sizin için çalışan, ve size ait bulunan bir şahıstır. Ve sizin parti-
OKURLARIMIZIN MÜBAREK
RAMAZANINI TEBRİK EDERİZ
niz ve şefiniz bugün iktidarda ise, ancak o gibiler sayesinde iktidardadır. Onlar sizin velinimetiniz durumundadır. Sizler kolay kolay onlar, dan sıyrılmazsınız. Ortaklığınız bugün de devam ediyor. Şefiniz iktidarda kaldıkça bu ortaklıktan siy-rılamaz.
Nekadar telâş etseniz, nekadar ayrı parti tabelâları arkasında birbirinize zıtmış gibi görünmeye çalışsanız, hattâ nekadar birbirinize sövse. niz, yine aynı tertip ve ittifakın üye leri olduğunuz saklanamaz, isterseniz Nuri Beşer'e yine sövün, ama size zıt bir adam olarak değil sizin sapıtmış bir ortağınız olarak.
YİNE TERSİNE GİDİŞ CKMP Başkanı Osman Bölükbaşı
«huzuru sağlamak için» bir teklif ortaya attı. Bunu çeşitli partilerden benimseyenler var. Buna göre karşılıklı yasaklar konacak. Bir taraftan «27 Mayıs aleyhine» konuşmak ve yazmak yasak edilecek, öbür taraftan «İhtilâl kışkırtıcılığı» yasak edilecek. Bu teklifi doğru bulmadık. Esasen bizim kanunlarımız başka hiç bir medenî memlekette bulunmayan acayip tahditler ve yasaklar ite doludur. Huzura kavuşmak için
MİLLÎ YOL 0
yeni acayip yasaklar koymak değil, eskilerini kaldırmak herhalde daha uygun olur. I Simdi teklif edilen yasakların tatbikatta bir kıymeti de olamayacağı besbelli, «ihtilâl kışkırtıcılığını» ya. «ak etmek boşuna zahmettir. İsteyen biraz daha kapalı ifade kullanarak aynı şeyleri mükemmelen söyleyebilir. Maksat fesat çıkarmaksa başka binbir yolunu kolayca bulur. j«27 Mayısı tenkid» yasağına gelince, bugün D.P. nasıl tarih olmuşsa, 27 Mayıs da tarihtir. Kanunlar ancak mevcut müesseseleri korurlar; tarihin tetkik ve münakaşasına kanun karışmaz. Kaldı ki «27 Mayısı tenkid yasaktır» diye bir kanun çıkarsak, bu da hiçbir şeyi halletmez, çünkü tenkide uğrayan şey esasen 27 Mayıs değil, 27 Mayıstan sonra bir takım şahısların yaptıkları şeylerdir. Onların hiçbir yaptıkları tenkid edilemesin maksadı güdülüyor ise, o vakit teklif sahipleri açıkça böyle desinler.
Ah hürriyet, ama hakikî, hudutsuz, tam söz ve düşünce hürriyeti ne güzel şeydir, bu beyler bir tecrübe etseler! Galiba ondan başka herşeyi de tecrübe ettik, denenmemiş bir o kaldı.
«Hürriyet» i burada John Stuart Mill'in anladığı ve sevdiği mânada kullanıyoruz. O demişti ki, «Dünyada bir tek kişi müstesna herkes ayni şekilde düşünse, o tek kişinin elinde imkân olsaydı bütün dünyayı susturmaya nekadar hakkı yoksa, bütün dünyanın da o tek kişiyi susturmaya o kadar hakkı olamaz.»
Batı medeniyetini batı medeniyeti yapan işte budur. Bizim de hîç tecrübe etmediğimiz işte bu.
•
BİR BAKAN EĞLENİYOR Geçen hafta içinde Kabinenin en
genç Bakanını Hilton salonlarında görenler pek şaşmadılar. Hattâ tanımadılar bile.. Kâmuran Evliyaoğlu-nun gösterişi, etrafına karşı yüksekten bakması yoktu da, belki bu yüzden tanınmamıştı. Basın-Yayın ve Turizm Bakanı olduğunu öğrendikleri zaman, herkesin ilgisi arttı. Gözler onun üzerinde toplandı.
Genç Bakan, Istanbula Koalisyon Başkanının temaslarında bulunmak üzere gelmişti. Geceleri de yaşlı İnönü'nün, evinde uyurken, genç Evliyaoğlunun eğlenmesi tabiî sayıl malıydı. Esasen dikkati çeken husus bu değildi. Basın-Yayın Bakanının yanında iki erkek ve üç de kadın vardı. Öğleden sonra 16.00 sularında Hiltonun Lobby denilen giriş kapısında buluşmuşlar, buradan topluca otomobil gezintisine çıkmışlardı. Ge ce de 12.30 da Roof Bar'a gelmişlerdi.
Erkeklerden biri, Bakanın özel kalem müdürü, diğeri ise Anadolu
Mahkûmların emekli maaşları 1 İsmet TÜMTÜRK |
Emekli Sandığı Kanununun 80 inci ve 92 nci maddelerinin değiş- I tirilmesi tasarısı Millet Meclisinde C.H.P. lilerden başka bütün meb'us- | ların oy birliği ile kabul edildi. Şimdi kanunlaşması için Senatodan | geçmesi gerekiyor. |
Yapılan değişiklik şudur: Şimdiye kadar ki, kanunî duruma göre | emekli maaşına hak kazanan bir memur, mahkûm olduğu takdirde = emekli maaşını da kaybediyordu. Yeni tasarıya göre, mahkûm olsa I da emekli maaşını alacaktır.
Tasarının tatbik alanı bulacağı yerlerden birinin Kayseri'deki = ve Adana'daki Yassıada mahkûmları olduğu belli. Bu bakımdan aşırı § C.H.P. ci basın tasarıyı şiddetle yeriyor, ve eski D.P. lileri tutan ba- I sın da övüyor. Oysa ki, böyle bir tasarının iyi veya kötü olduğunun | tesbiti, kime tatbik edilecek olduğunu düşünüp onu sevdiğimiz veya | sevmediğimiz esasına göre değil de tasarının, her kime tatbik edilir- § se edilsin, esas bünyesi bakımından doğru veya eğri olduğuna göre ya- | pılmalı. Bu yazımda bunu yapmağa çalışacağım. |
Tasarıyı doğru buluyorum. Çünkü: 1 — Rızk kesmek bizim millî geleneğimize aykırıdır. Tarihimiz |
boyunca kelle kestiğimiz çok olmuş, ama rızk kestiğimiz hiç olma- | mistir, örneklerini son zamanlara kadar göregeldik. Meselâ, Abdül- I hamid'in sürgüne mahkûm ettirdiklerine daima maaş bağladığı malûm- | dur. Talât Paşanın, Divan-ı Harpler tarafından mahkûm edilen siya- § sî düşmanlarının ailelerine gizlice tahsisat-ı nıesture'den (yâni örtülü | ödenekten) yardımlarda bulunduğu da söylenir. Bu geleneğin şüphe- | siz derin dinî, ahlâkî, içtimaî dayanakları vardır.
2 — Emekli maaşı, bugünkü sistemimize göre, devletin memura § bir bağışı, sadakası, yardımı, veya mükâfatı değildir. Memurun maa- § şından kesilen paralar karşılığı yapılan bir ödemedir.
Bu yönden hayat sigortası şirketlerinin yaptığı bâzı muamelele- | re benzer. Bunlar müşterilerinden her ay, veya sair belli sürede, prim | olarak anlaşma ile tayin edilen miktarda para alırlar, ve buna kar- i şılık tesbit edilen sayıda yıl dolunca veya ölüm gibi bir hal olunca i müşterilerine veya onların tâyin ettiği yakınlarına, anlaşmanın cin- i sine göre toplu bir para öder veya ömür boyunca gelir bağlarlar. Şim- i di, bir sigorta şirketinin böyle bir müşterisinden yıllarca primleri top- | ladıktan sonra, ödeme zamanı gelince bu müşteriye: Sen bir suç işle- | din, mahkûm oldun, diyerek, veya: Senin siyasî tutumunu sevmiyo- | rum, sen kötü kişisin, diyerek, ona vermeyi taahhüt ettiği maaşı ver- = memesini ve aldığı primlerin bu suretle karşılıksız olarak üzerine | oturmasını tasavvur edelim. Şirketin bu hareketini hangi mantık, | hangi hukuk anlayışı tasvip edebilir? Devletin emeklilik işlerinde 1 hayat sigortalarından farkı sadece, kesintilerin ihtiyarî değil mecbu- I ri olmasından ve miktarların mukavele yerine kanun ile tâyin edil- I meşinden ibarettir. i
3 — Ceza hukukunun temel prensiplerinden biri «cezaların şah- = siliği» dir. Buna göre suç işleyen kişinin kendisinden başka kimse ce- I zalandınlamaz. Cezanın hiçbir neticesinin de suç işleyenin yakınlarına = meselâ, çocuklarına, veya karısına, sirayet etmemesi lâzımdır. Eğer = ediyorsa o ceza şekli ceza hukukunun esaslarına aykırıdır ve kötü bir i ceza nevidir. İşte mahkûmların emekli maaşlarını kesmek bilhassa = bu bakımdan yanlış bir yoldur. Çünkü bunun hemen bütün ağırlığı i mahkûmun kendisinin değil de aile efradının üzerine çöküyor. Malı- i kûm esasen cezaevindedir. Orada kaldıkça para onun için mühim de- = ğildir. Hiç farketmez demiyorum, elbette zengin bir mahkûm ile pa- i rasız bir mahkûmun durumunda bâzı farklar olur, ama herşeye rağ- \ men yine mahkûmdur. Yatması, kalkması, girmesi, çıkması, kendisine [ yapılan muamele, hepsi cezaevi nizamlarına tâbidir. Mahkûmun bir- [ kaç yüz liralık emekli maaşı kesilmiş veya verilmiş, bu onun cezaevin- \ deki hayatına pek az tesir eder. Dışarıdaki karısına ve çocuklarına [ ise tesiri muazzamdır. Onları en derin sefaletin içine atabilir, veya j bundan kurtarabilir. İşte mahkûmların cezaî bir müeyyede olarak [
(Devamı 14üncü sayfada):
MİLLİ YOL O H .̂ u M r n M 1111 M 11 M 11 n Î M ı ıı M w ı J M M 111 M M ı n M 111 u u ı M J i 111 M 11 M H ı M ı n ı! 1111 M f M M ı M ti r t M n n M ı f n u u n M ı n n Î ı c u M f ı M M 11 u f n 1111 u u t r?
Ajansı Umum Müdürü Nail 3*»̂ <lu-gil idi. Beraberlerindeki hanımları pek tanıyan yoktu. Hilton salonlarında görünmeleri belki de ilk de fay-k nv'-n biri siyah, diğe ri beyaz gece elbisesi giymiş, üçüncüsü ise kırmızı bir bluzu tercih et misti.
Bir masada oturduktan ve erkeklerden birinin Bakan olduğu öğrenildikten sonra, dikkatler arttı. Bilhassa Hiltonun hanım müşterileri Bakanın yanındaki hanımları dikkatle süzmekteydiler. Bu dikkatte biraz da başka unsurların payı vardı denilebilirdi. Zira, genç hanımlar (hemen hepsinin yaşları 24-25 civarındaydı) her taraftan duyulabilecek kahkahalar atıyorlar, nazarları kendi üzerlerine çekiyorlardı. Hele beyaz elbiseli hanimin dişine bir aralık fındık fıstık kaçması, o hanımın da ağzını bir fırın gibi açarak eliyle uzun boylu karıştırması geniş tebessümler yaratıyordu.
Kâmuran Evliyaoğlu, her haliyle, ben bunlardan değilim, demek ister gibi çekingen durmaktaydı. Bununl^ beraber, bir aralık beyazlı hanımla dansetmekten geri kalmadı. Anlaşılan genç Bakan, bu hanımda büyük bir sempati yaratmıştı. Bu sempati de dans esnasında, genç kadının, Bakana biraz fazlaca samimiyet göstermesinden belli oluyordu.
Bakan eğlenirken, beraberindekiler p^°nirkon v-° y~p*^ Sorsb^r e+ra fındakiler de eğlenirken saat 1.30 u bulmuştu. Nail Mutlugil ve kırmızı blûzlu hanım bu aralık kalkmışlar, otelin 821 numaralı odasına çekilmişlerdi. Bu oda, ileri gelen resmî şahsiyetlere bir nevi cemile olarak, otel idaresi tarafından parasız tahsil nîıuv^^V — v.]ı H:,'^n'ıın prrrkîar ve bu gibi işlerde fazlaca titiz polis memuru da 821 numaralı odanın yeni misafirlerine pek ses çıkarmadı.
Pek az sonra, Bakan ve özel kalem müdürü de kalkarak, beraberlerinde kalan iki hanımla birlikte çıkıyorlardı.
Peki, hesaplar? Onları kim öde misti? Gerçi yekûn fazla değildi amma, eskiden bu kabil hesapların Bakanlıkça ödendiğini, yâni devlet ka-
O BAŞKA
Gazeteler yazdı durdu. Meşhur Başol, hastaymış, yok değilmiş.
Hastahanenin raporuna bakarsanız, hasta.
Vazifesi başında ararsanız raporlu.
Başol'un beyanatına bakarsanız hasta değil!...
Bu tenakuzu söylerseniz, mutlaka Başol'un vereceği cevap:
— O başka...
Şakşak ve gerçek ŞAKŞAK: (5 Şubat günlü Akis
dergisinden. Bay İsmet İnönü'nün fotoğrafının altında: Söz bir, Allah bir! sözleri, ve altındaki metinde onun tüccarlarla yaptığı toplantı hakkında şunlar:)
ismet inönü, istanbul'daki açık yürekli konuşmasında «olur» dediği talepleri — olmayacak olanlara da aynı açık yüreklilikle «olmaz» demekten kaçınmamıştır—.. GERÇEK: (2 Şubat günlü Dünya
gazetesinde bahis konusu toplantıda tüccarlar ! servet beyannâmelerinin kalkması hakkında istek ve sorularına Bay İsmet İnönü'nün cevabı. Aynen :) — Servet beyanı konusu merke
ze iletilerek bütün akıl ve iyi niyetler bir araya getirilecektir.
sasından çıktığını bilenler için, meselenin asıl ilgi çekici yönü bu idi. Eski iktidar mensuplarının, Bakanlıkça ödenmesi geciken bu gibi masrafları 27 Mayıstan sonra iptal olunmuştu.
Yeni Bakan bu zihniyette bir değişiklik yapmış mıydı, yoksa masraf puslaları yine Bakanlığın veznesine mi gönderilecekti? Eh, artık bu gibi ziyaretleri de, bir vazife çerçevesi içine sıkıştırmak pek mümkün olmasa gerekti. O zaman da bu masrafların hesap puslalarını, Bakanlık dosyalarının içine sıkıştırmamak ge rekirdi.
Bu, gerçi, Bakanın yanındaki üç hanımı, hattâ belki de genç Bakanı bile pek ilgilendirmezdi amma, açlık ve kıtlık tehlikesiyle burun buruna yaşayan Türk Milletini pek yakından ilgilendirirdi.
• KUR'ANI ÇİĞNEYEN KOMİSER 6 Şubat günlü Tercüman gazetesin
de şöyle bir haber çıktı: Simav'da Emniyet Komiseri Kur'an-ı Kerim satan Ömer &k adında bir satıcıyı, «Bunları satmak yasaktır» diye karakola götürüp, orada onu dövüyor ve Kur'anları yere atıp ayaklariyle çiğniyor, sonra sobaya atıp yakıyor. Haberde bu komisere ne yapıldığı da yazılı. Hakkında tahkikat açılmış. Tevkif edilmiş değil, hattâ işinden çıkarılmış da değil, sâdece «tahkikat açılmış.»
Bunu asla kâfi görmüyoruz. Hele t . memlekette «devlet büyüklerine» hakaretten ne kadar bol ve ne kadar kolay tevkif kararlan verildiğini dü
şündükçe. Üstelik bu komiserin zihniyeti, maksadı nedir? ve bu zihniyet ve karakterde bir adam yıllarca nasıl emniyet memuru olarak kullanılıp komiserliğe kadar yükselmiştir?
Bu adam bir dejenere, bir ruh hastası mıdır? Karanlık gayeler güden bir adam mıdır? öyle ise hangi maksatlara hizmet etmektedir? Yoksa bâzı gazetelerin tahriklerini olcuya okuya ve içi zehirlene zehirlene mi bu hâle gelmiştir? Bunları da bir öğrensek! Bu gibi «tahkikat» yalnız hâdiselerin yüzünde kalmayıp, biraz derine inmeli.
MECLİSİ VAZİFEYE ÇAĞIRIYORUZ
Kâzım Karabekir Paşa konusunda acı b i r gerçek'in üzerinde durmaya sıra geldi. Onun İSTİKLÂL HARBÎMİZ adındaki dev eseri M.B.K. zamanında yasak edildi ve toplattırıldı. Hâlâ yasak kitaplar arasındadır. Kulaklarımızın bu habere inanacağı gelmiyor! Kâzım Karabekir Paşa, ve kitabının yasak edilmesi... Bu iki mefhum nasıl bir araya gelebilir! Acı, ama gerçek.
İSTİLÂL HARBİMİZ kitabı, ne konusu, ne de yazarı bakımından rastgele bir kitap değildir. Türkiye Yayınevi tarafından kalın, büyük bir cilt halinde basılan bu kitapta şimdiye kadar açıklanmamış birçok vesikalarıyla birlikte istiklâl Savaşımız muazzam bir destan halinde gözlerimizin önünde canlanıyor. Bu eser hem yakın tarihimizin ana kaynakla-rındandır, hem de millî gurur ve güvenimizin bir abidesidir.
Kendimize gelelim. Bir an için durup düşünelim: Kitabı yasak edilen adam kim? Kahveci Mehmet e-fendi değil. Türklüğün en kara günlerinde «Son dağ başı bize mezar oluncaya kadar» döğüşmek azmiyle ortaya atılan ve iradesi, vatanseverliği, kahramanlığı, kumandanlık kabiliyeti ile bizim en zayıf zamanımızda «mahvolu«» " «zafer» e çeviren Kâzım Karabekir Paşa. Sadece adı bile hepimizin yüreğinde İstiklâl Harbimizin heyecanını, o unutulmaz havasını ve hâtıralarını canlandırmaya yetiyor. Bugün Türkiye haritasında Erzuruma, Sarıkamışa, Türklüklerine kavuşturulmuş Kars'a
Ölüm yıldönümü vesilesiyle: •S/y'/S/SSfS/SS/W//SS/S//JW/S//S///S/////SSM//?/M/S///S/SSM^^^
Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Milletlerine çeşitli alanlarda hizmet ederek
temayüz etmiş şahsiyetlerin, zaman zaman hayatlarını ve faaliyetlerini tetkik etmek ve hizmetlerini belirtmekle, toplumu için yeni millî hizmetkârların yetişmesi teşvik edilmiş olur. Ayrıca toplum, millî kahramanlarının hayat ve hizmetlerini zaman .zaman yâdetmekle hem içtimaî hafızasının sağlamlığım ve vefakârlığını göstermiş ve hem de yeni nesillerin, âmme hizmetleri alanında şevkle ve fedakâ-râne çalışmalarına âmil olmuş bulunur.
Askerî, siyasî, iktisadî, içtimaî, fennî ve harsî alanlarda milletlerine ve memleketlerine büyük ölçüde faydalı olmuş her millî kahraman, hizmeti nis-betinde anılmalı ve unutulmamalıdır.
Kâzım Karabekir, Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi, İstiklâl Harbi ve sonraki devrlerde bu yurda ve bu ulusa büyük hizmetler etmiş devlet adamlarımızdan biridir.
26 Ocak 1948 yılında fâni hayata gözlerini yumduğu zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bulunuyordu. 1933 den sonra tekrar siyasal hayata atılmış, İstanbul meb'usu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girmişti. Hayatının son 10 yılı milletine teşriî alanda hizmetle geçmiştir.
1882 yılında İstanbul'da doğan Kâzım Karabekir, aslen Konya'nın Karaman kazasının Kasaba kö-yündendir. Güzel bir vefakârlık ve takdirkârlık örneği olarak bu nahiyenin ismi şimdi (Kâzım Karabekir) olmuştur.
Birinci Dünya Harbi başlamadan evvel Kurmay Binbaşı Kâzım Beyi, Osmanlı Devleti Harbiye Nazırlığında İstihbarat Şubesi Müdür Muavini olarak görüyoruz. Harbiye Nazın Enver Paşa, o zaman Heyeti islâhiye mensubu sıfatı ile Türkiye'de bulunan Alman subaylarının nüfuzu altındadır. Ve Üçlü İttifak Devletlerinin yanında harbe girme taraftandır. Kâzım Karabekir Beyin harbe vakitsiz girilmemesi için çok gayret ettiği fakat Enver Paşaya yeter derecede müessir olamadığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden Umumî Karargâhtan uzaklaştırılmıştır.
Birinci Cihan Harbi sırasında İrak ve Çanakkale Cephelerinde vazife gUrmüş ve muvaffakiyeti do-layısı miralaylığa terfi etirilmiştir. Altıncı Osmanlı Ordusu Kumandanı Müşir Fon Der Golç'un Erkânı Harp Reisliğini yapmıştır.
1918 yılının ilk günlerinde Birinci Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tayin edilmiş ve ordu kumandanı Vehip Paşa üzerinde müessir olarak şark harekâtını muvaffakiyetle yürütmüş, Erzincan, Erzurum ve Kars'ı kurtararak Azerbeycan'a kadar gitmiştir. Muvaffakiyetinden dolayı kendisine Livalık rütbesi ve paşalık unvanı verilmiştir.
Osmanlı Hükümdarlığı, müttefikleri ile birlikte savaştan mağlûp olarak çıkıp da en az 1011 den bu •yana sahürt bulunduğumuz toprakların istiklâl ve laülkiyeti tehlikeye düşünce Kâzım Karabekir Paşa, vatanın Anadolu'dan kıırtarılabileceği kanaatına varmış ve kendisini 15 nci Kolordu Kumandanlığına tayin ettirerek Erzurum'a gelmiştir. 9 uncu Ordu Müfettişi sıfatı ile Anadolu'ya geçen ve aynı ülküyü
Süleyman AKSOYALP
taşıyan Mustafa Kemal Paşa ile elele vermiş ve Sivas Kurultaylarının toplanıp çalışmasında ve millî mücadele esaslarının hazırlanmasında mühim hizmetler ifa etmiştir. Bilâhare Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduktan sonra Şark Cephe' Kumandanı olarak millî mücadelenin ilk zaferlerini kazanmış, Kars, Ardahau ve Artvin gibi doğu illerini düşman işgalinden kurtarmış, Türk Başmurahhası sıfatı ile Kars ve Gümrü Muahedenâmelerini imzalamıştır.
Kâzım Karabekir Paşanın askerî ve siyasî alandaki bu zaferleri o buhranlı devirlerde milletimizin ve hususîyle Silâhlı Kuvvetlerimizin maneviyatını çok yükseltmiştir. Onu candan tebrik eden Garp Cephesi Kumandanı Miralay Mustafa İsmet Beyin, 28 Sonteşrin 1336 da Eskişehir'den yazılan tarihî mektubundan alınan bu satırlar bu durumu daha canlı olarak belirtir.
«Şark harekâtı bizi ve dâvamızı ihya etti. O kadar sıkılmış idik; o kadar daralmış idik ki, vaziyetin nefes alacak bir menfeze ihtiyacı kat'îisi vardı. Alla-hın inayetiyle bunu sen kemali muvaffakiyet ve intizam ile açtın. Milletimize, tarihimize daha büyük hizmetler senin için mukadder ve mev'uttur. Allah seni milletimize bağışîasın. Bilhassa Mustafa Kemal şükranını izhar ve ifade için ne yapacağını bilmiyordu. Herkes böyle idi.»
Şark'taki zaferlerden sonra Garp Cephesi, silâh malzeme, vasıta ve insan gücü ile her bakımdan takviye edilmiş ve millî mücadelenin nihaî zaferleri kazanılmıştır.
Daha Erzurum Kurultayı toplanmadan evvel Kâzım Karabekir Paşa, eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Beye, «Rauf, bu dâva her cephede müstevliler ile vuruşmakla başlıyacak ve askerî galibiyetle memleketimiz kurtulacaktır. Bu halde biz kumanda etmek meziyet ve kudretini haiz yegâne şahsiyet de Mustafa Kemal Paşadır.» demek suretiyle hem mücadele azmiui göstermiş ve em de Mustafa Kemal Paşaya olan güvenini ifade etmiştir.
Zaferden sonra Mili" Mücadele Başvekillerinden Hüseyin Rauf Bey ve yine Millî Mücadele kahramanlarından Ali Fuat ve Refet Paşa gibi şahsiyetlerle işbirliği yaparak «Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası» m kurmuş ve teşekkülün umumî reisi seçilmiştir. Fakat hâdiseler Birinci Cumhuriyet Devrinin bu ilk siyasî fırkasının yaşamasını mümkün kılmamış-tır.
Hülâsa, «yanlış bilgi felâket kaynağıdır. Her işin evvelâ hakikatini ara ve öğren. Sonra münakaşasını istediğin gibi yap. Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır» diyen General Karabekir, Milli Mücadelenin hazırlanmasında, zaferin kazanılmasında memleketimize ve milletimize mühim hizmetler ifa etmiştir. Bu 14 ncü hazin ölüm yıldönümünde onu ve tekmil şehitlerimizi rahmetle anar, aramızda bulunan Millî Mücadele gazilerini hürmetle selâmlarız.
V/M/;w///M//M///MM//s;wM///;//;/^^^
MİLLİ YOL Q H
"ve Ardahana bakmak, bakmai, son-' ra dönüp Kâzım Karabekir Paşayı
inkâr etmek mümkün mü? Doğunun yalnız insanları değil, taşı toprağı bile buna isyan eder. Hem yalnız Doğunun mu?
Kâzım Karabekir Paşayı susturmak bir kesekâğıdının ağzını bürü-vermek kadar basit ve kolay iş değildir. Onu susturmak kolay kolay kimsenin haddi değîldir.
Bizim için, «Bunlarda artık hastalık haline geldi, her şeyde komünist parmağı görüyorlar!» denemsin. Biz bu yasak edilmede bir komünistin veya başka bir Türklük düşmanının parmağı görüyorlar!» denmesin. Biz sayamıyoruz. Onlar için bu dev eserin yasak edilmesi mühim kazançtır. Çünkü o kitap millî şuur aşılardı. Okuyanların zihinlerini gündelik dedikoduların, kısır çekişmelerin, insanı nebatlaştırıcı mızmız işlerin üstünde yapışıp kalmaktan kurtarır, büyük millî dâvalar üzerinde düşünmeğe doğru çekerdi. Bize gece gündüz her taraftan yapılan aşağılık duygusu telkinlerinin uyuşturucu zehirine karşı panzehir olarak o kitapta milletin en yoksul Ve ümitsiz bir Çağda en çetin şartlar altında nasıl, Anadolunun dağından taşından fışkırırcasına yeni bir hayatiyet hamlesi gösterip kendini kurtarmış olduğunu okurduk. Hem de edebiyat olarak değil. Her sayfası gerçek olarak, şimdiye kadar gün ışığına çıkmamış vesikalarıyla, ve o hareketin başlarından biri bulunan kumandanın kendi ağzından. Bunun millete haram edilmesinden faydalanacak olanlar kimlerdir?
Kitabın yasak edilmesi için bahane olarak ileri sürülen nedir? (Bahane diyoruz, çünkü hakikî sebep bu olamaz). Kitapta Atatürk'ü ten_-kid eden bazı satırlar ve vesikalar yjşnmj;_JFojviaJıto tuk. Hakikaten var. Ama öyle ufak tek şeyler ki. incir çekTfdegini doldurmaz. Ve çoğu aşağı yukarı herkesin esasen bildiği şeyler.
Kâzım Karabekir Paşa ile Atatürk'ün, İstiklâl Savaşımızın bu iki dev kumandanının son zamanlarında aralarının bozulduğunu herkes bilir. Nitekim Atatürk de Büyük Nutku-,:. '•':{-•:,; \onnı\c Kâzım Karabekir Paşavı_tgnkid eder- Böyle şeyleri örtbas etmeye kalkışmak devekuşu-nun başını kuma gömmesinden farksız bir hareket oluyor. Bu yüzden tarihimizin büyük bir dilimini gömmeğe kalkmak ise devekuşunun akılsızlığını gölgede bırakır bir ahmaklıktır. Eğer millete karşı kasdî bir kötülük değil ise.
Tarihin büyük hâdiseleri kayalardan kayalara çarpa çarpa akan bü-
! yük seller gibidir. Taşı toprağı da beraber sürüklerler. Ne bu sellerin suyunun mutlaka imbikten geçiril-
Şark Cephesi Kumandanı, istiklâl Harbi kahramanı Türk oğlu Kâzım Karabekir Paşa(Nur içinde yatsın!)
Türk
miş saf su olması gerekir, ne de sel yatağının kenarlarının bir cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olmasına imkân vardır. Tarihsiz millet olmaz. Ismarlama tarih de olmaz.
Büyük Millet Meclisinde Ata-türkü koruma kanunu münakaşa e-dilirken, ileride bu kanunu bazı ölçüsüz ve düşüncesiz kimselerin tarihî hâdise ve vesikalara karşı da kullanmaya kalkabilecekleri hakkında endişeler izhar edilmişti. Buna karşılık olarak gerek hükümet, gerek muhalefet bunun kanunun maksadına tamamen aykırı olacağı, ve kanunun tarihî hâdise ve vesikaların yayınlanmasını önlemek için asla kullanılamıyacağını ifade etmekte ittifak eylemişlerdi.
Şimdi, öyle bir devirde yaşıyoruz ki, sicilli komünistler gazetelerde her gün dilediği gibi yazmakta; gençliğini Şengül hamamında kazanç sağlamakla geçirmiş kimseler başyazarlık köşesinden devlete yol göstermekte; ve biz bunlara «yazı hürriyeti» adına tahammül etmekteyiz. Bunların hepsinin konuşabildiği bir memlekette yalnız koca Şark Cephesi Kumandanı ve İstiklâl Harbi
kahramanı Kâzım Karabekir Paşa
susturulmuş. Olmaz öyle şey! Bu yasağın konulmasına kim sebep
oldu, bilmiyoruz. Belki (her manasıyla) küçük bir memurun başının altından çıkmıştır. Belki M.B.K.'nin hiç haberi olmamıştır. Belki M.B.K. karar vermiştir, ama «Atatürke hakaret eden bir kitap var» diye bir teklifle gelinmiş, ihtilâl devrinin işleri ve heyecanları arasında işin üzerinde iyice durulmaya imkân bulu-namıyarak: «Peki, o halde toplansın!» deniverilmiştir. Şimdi eski M. B.K. üyelerinin de, Türk Ordusunun şanlı kumandanlarından birine saygı borcunu ödemeleri için bir fırsat düşmüştür. Kitabın tekrar serbest bırakılması için müsbet rey vererek bu borcu ödesinler, ve haksızlığı tamir etsinler. Allaha şükür ki bu haksızlık tamir edilebilir cinsinden-dir.
Bu işe hemen Meclisin el koyması ve kitabı serbest bırakması gerekir. Milletvekillerini ve Senatörleri vazifeye çağırıyoruz. Bu konuda önayak olmanın da en fazla Doğu illerinin milletvekillerine yakışacağını hatır latıyoruz.
MİLLİ YOL
Atsız
Bütün Türkçülerin yıllardan beri bekledikleri
O R K U N ÇIKTI
Bu ilk sayıda milliyetçiliğin Türk milletine bildirisi olan
Türk Milletine : Çağın yazısını muhakkak okuyun!..,
Mahkûmların emekli maaşları (Baştarafı 10 uncu sayfada)
emekli maaşlarının kesilmesi bu sebeple de modern hukuk zihniyeti ile bağdaşamıyor.
4 — Cemiyetimizin bugünkü şartlan içinde gözümüzün önünde serili duran manzara hem vicdanımızı hem de mantığımızı rahatsız ediyor. Şöyle k i : tki çeşit mahkûm var. Birisi eline geçen makamın fırsatlarından istifade etmiş. Birikmiş serveti var. Bu çeşidine emekli maaşının kesilmesi tesir etmiyor. Diğeri ise devletin mühim mevkilerinde bulunmuş ama on para çalmamış. Para biriktirmeye de zaman ve imkân bulamamış. Ailesinin istikbali için yalnız devletin kanunlarına göre kesilen ve biriken emekli aidatının sağladığı hakka güvenmiş. Şimdi bu mahkûmlardan hırsız olanının ailesi refah içinde. Namuslununki sefalet içinde! Bu ne biçim cezadır ki | yalnız namuslu-lan vuruyor? Bu nasıl bir içtimaî düzendir ki, hırsızlann lehine ve namuslulann aleyhine işliyor? Gayemiz devlet hizmetine yeni atılacakların önüne nasıl bir örnek koymak, onlan hangi tarafa teşvik etmektir?
Yazımı C.H.P. li meb'uslara birkaç sözle bitireyim. Sizin siyasî hasımlarınıza karşı gösterilecek her müsamaha ve şefkat hareketinin karşısına diiklmenizi tarafsız umumî efkâr hoş. karşılamıyor. «Bu ne bitmez tükenmez kindir!» diye sizden soğuyor. Bu gibi işlerde o kadar gayretli olmamanız, hattâ çekimser kalmanız, ne kadar beğenilecek ve iyi karşılanacak, bir bilseniz!...
BATI TRAKYA TÜRKLERİ
Yunan Dışişleri Bakam Averof, Katimerini gazetesine verdiği beyanatta, Yunanistan dışında ve yabancı devlet uyruğu durumunda kalan Rumların millî karakterlerini kaybetmemeleri için Yunan Hükümetinin her gayreti sarfettiğini söylemiş ve bunun için yapılan işleri uzun boylu sayıp dökmüştü.
Şimdi aldığımız bîlgilere göre, bir yandan da Gümülcinede ve îskeçede Türklüğün yok edilmesi için sistemli baskı yapılmaktadır. Bu arada, milliyetçi Türk öğretmenler okullardan çıkarılmakta ve vazifeden menedil-mekte, yerlerine Yunaniılar tarafından Türkçe bilmeyen öğretmenler tâyin edilmektedir. Türkçeyi unutturmak siyaseti ısrarla takip ediliyor. Oradaki Türklerin yaptıkları müracaatlara ve verdikleri dilekçelere cevap bile verilmiyor.
Ayrıca, Türklerin 500 dönümden fazla arazileri müsadere edilip Rumlara dağıtılmakta, Türk köylerinin de otlakları alınıp, yeni getirilen Rumlara tarla olarak verilmektedir.
Loozan anlaşması sırasında İstan-Hükûmeti Batı Trakya Türklerinin bu gibi haklarını savunmak imkânına sahipken, bütün bunlara karşı sımsıkı gözünü ve kulağım kapatmak siyasetini güdüyor.
Lozan anlaşmaıs sırasında İstan-bulda Rum sayısı 40.000 ve BatıTrak yada Türk sayısı ise 300.000 kadardı. Şimdi istanbul Rumlarının sayısı Batı Trakya Türklerinin sayısından fazladır, istanbul Ruınları gittikçe çoğalmakta, Batı Trakya Türkleri gittikçe erimekte devam ediyor.
MİLLİ YOL B S
DOĞAN GÜNEŞ YAYINEVİ
Ramazan armağanını takdim eder.
BEŞ EMİRDEN ORUÇ Yazan: Emin ATİK
Fiyatı 1 lira, toptan % 25 tenzilât yapılır.
• DİNÎ ESERLER TETKİK
HEYETİMİZ : A. Fikri YAVUZ: İst. Müftü
Müsevvidi Fikri AKSOY: Mushaflar Tetkik-
Heyeti Reisi M. Sabri SÖZERİ : Yüksek İslâm
Enstitüsü Müdür Muavini H.Ziya ERCE: İmam - Hatip O-
ya bir hükümdara azdır» demişti. Bir hükümdara az gördüğü topraklardan bize düşen parçayı görmesi için.
C: 2 — Osmanlı Padişahlarının yabancı millet kızlarıyla evlenmelerini itiyat haline getirmeleri.
C: 3 — Türkiyede yaşayıp, Türk yurdunun bütün nimetlerinden faydalanan ve fakat Türk ülküsüne düşman olanların yüzlerine ilâhî bir damga vurulmuş olmasın.
C: 4 — 14. Yüzyılda. Sabahat DALAY
Samsun 1 — Mete Han... Küçük, fakat çok
disiplinli bir ordu kurmakla işe başlayıp, koskoca Çin'i dize getirmesini bilmiştir. Böyle demir yürekli, demir bilekli demir iradeli mert bir teşkilâtçının Türklüğe çok büyük faydası olurdu.
2 — Yıldırım Bayezit'in Timur'un teklifini kabul etmemesi...
Timur, Karadeniz kuzeyinden, Yıldırım da Trakya'dan Avrupaya akacaklardı. Neticesi malûm.
3 — Bütün insanlık için ideal diye kabul edilebilecek Millî Türk ahlâkını Türk milletine topyekûn bahsetmesini,
4 — On altıncı asırda. Yavuz Selim devrinde.
Üsküdar Mihr-i Man Sultan Camii İmamı M. Emin AYHAN
1 — Şiddet ve kudreti, milliyetçiliği ile, manevî varlığımızı kemiren mikropları yoketmesi için, Yavuz Sultan Selim,
2 Baltacı Mehmet Paşa. yılanın başını ezmek, ırkımızı ezelî ve ebedî düşmanından kurtarmak mümkünken, elindeki imkânı kullanmadı.
3 — Allah, Türk mîlletine, eşsiz bir kumandan, müstesna bir devlet adamı vasıflarını şahsında toplayan. Millî Birliği koruyacak mucizevî bir insan yollamalı.
4 — Millî Birliğin bütün kuvvetiyle belirdiği; müslüman Türkün inancı uğrunda erkekçe dövüştüğü XIII. Yüzyılda Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşamak isterdim.
Nevin ERSOY Gazi Eğitim Enstitüsü
1 — ölmüş bir Türk'ün dirilmesi mümkün olsa; Nasreddin Hocayı tercih ederdim.
Niçin? Nükteli sözleri herşeye kâ. fi...
2 — XX. Yüzyılda; şimdiki kendi yaşayışımdan memnunum.
Tarık KUTLU Maraş Lisesi
1 — Büyük Yavuz. Dirilse belki 30 milyonu 29 za indirirdi, ama sağ kalanlar bizden olurdu!...
2 — Tarihte en yanlış hareket Ti-murun batıya seferleri...
3 — Bütün İslâm milletlerin sağlam bir anlaşma ile birleşmeleri...
4 — Akifin «Donanma ordu giderken ağır ağır ileri, özengi öpmeğe talipti garbin elçileri.» diye tarif ettiği asır...
Ali Nar Yüksek islâm Enstitüsü
1 — Yavuz Sultan Selim, milletimizin içli ve dışlı düşmanlarını; imkânsızlıklara rağmen kahr etmesini başarmştır.
2 — ittihat Terakkinin Türk ırkının azılı düşmanları ile işbirliği yaparak 2 nci Abdülhamidi devirme felâketi.
3 — Türkiye nüfusunun sahipsiz yüzde seksenine sahip çıkacak çapta; teşkilâtçı bip lidere kavuşma mutluluğu.
4 — 17 nci yüzyıldan.zamanımıza kadar olan zaman çerçevesi dışında Her yüzyılda ayrı bir mutluluk mevcut olduğuna göre tercih zor.
Hikmet POLAT 1 — Yavuz, çünkü islâmiyetin ve
Türklüğün bütün yüksek vasıflarını nefsinde toplayıp, devlet idaresine hakkıyla tatbik etmiştir.
2 — Devletin başından Sultan Abdulhamit Ha n gibi büyük bir padişahın indirilmesidir. Çünkü bu olaydan sonra bizden olmayanlar bize hâkim olmaya başlamıştır.
3 — Millî menfaatlar aleyhine çalışanların hezimetini isterdim.
4 — Onbeşinci asırda. Sebebi ilim ve ahlâkımızın dünyaya önder bir seviyede olmasıdır.
Murat TOPGÜL 1 — KÜRŞAD. Çünkü o koca Cin
de esir yaşıyan budunu kırk kişiyle, kırk Göktürk'le bir ihtilâl yaparak hürriyete kavuşturdu.
2 Yıldırım, Toktamış Han ve Timur'un birbirleriyle anlaşamıya-
rak savaşmaları Türk ırkı bu duru ma o yüzden düştü. <
3 — Ben Tanrıdan Türk ülküsünün gerçekleşmesini dilerim.
4 — Türk Türesinin hâkim olduğu Göktürkler zamanında.
Mehmet CEYLAN Çıktı milyonlar, dediler Kızılelma-
ya.. Çıktı kırklar, binler, tümenler bekleşirler Tanrıdağı'nda...
Varalım Tanrıdağı'na, secdeye varalım... Kurtulsun tutsak ruhlar, şenlensin yoksul ocaklar. Bozkurt gibi kükreşelim, türkü söyleyelim, tüm şehitlerle,. \
Damarlarımı bir kanla doldurmuf ceddim.. |
Bir güç gelmiş bileklerime, bir de gönül vermiş Tanrım delicesine... I
Bir od düşmüş içime yakar da yakar... Yaktıkça bağrıma kan dolar... I
İsmail S. COŞKUNER 1 — Yavuz Selim. Çünkü bugün
o tip bir devlet adamına ihtiyacımız var. i
2 — Merzifonlu Kara Mustafa Fa-; şa'nm kat i l
4 — Lâle Devrin'de yaşamak iste-' rim. i
N. Muhittin GELMEZ C 1 — Kür Şad'ın dirilmiş olma
sını dilerdim. Kür Şad'ı bilenler bunun nedenini de iyi bilirler.
2 — Baltacı Mehmet Paşa'nın, Rus ordularını mahvetmemesi, j
3 — istisnasız bütün Türklerin bir bayrak altında toplanmış ve tam anlamıyla millî benliklerine kavuş-, muş bir halde medeniyetin zirvesin-; de olmalarını,
4 — içimden bir ses, bu özlemini çektiğim yüzyılın zevkini bir kaç zaman sonra, 20. yüzyılda tekrar bulabileceğimi müjdeliyor.
ismail S. COŞKUNER
MİLLÎ YOL UB
Sorular Anketimiz bütün okuyucularımıza açıktır. Gelen cevaplardan en gü
zelleri bir hakem heyeti tarafından ayrılarak hemen yayınlanmaya başlanacaktır. Sorular şunlardır:
1 — ölmüş bir Türk'ün bugün tekrar dirilmesi mümkün olsa kim olmasını tercih ederdiniz? Niçin? (Son 50 yıl içinde ölenler anket dışı dır.)
2 — Tarihimizdeki en yanlış hareket nedir? (Son 50 yılın olayları anket dışıdır.)
3 — Allahın Türk milletine şu anda ve bir kereye mahsus mucizevî bir lûtfu olacaksa, bunun ne olmasını isterdiniz? (Umumî bir netice değil, belirli bir tek şey olacak.)
4 — Kendi millî zevkiniz bakımından, elinizde olsaydı, hangi yüz-yılda yaşamak isterdiniz?
Hiç bir sorunun cevabı 20 kelimeyi aşmıyacak. Soruların dördüne veya daha azına cevap verebilirsiniz. Cevabınızı (Millî Yol anket memuru, Nuruosmaniye Cad. 31/2, İstanbul) adresine taahhütlü postalayınız.
DIŞ OLAYLAR KENNEDY DİKKATİ ÇEKİYOR Kennedy çok mühim olduğu kay
dıyla Amerikan silâhlı kuvvetlerinin, Dışişleri Bakanlığının ve gizli haber alma servislerinin başında bulunan 50 kadar yüksek rütbeli zatı toplantıya çağırdı ve onlara komünistlerin önümüzdeki aylarda tatbike koyacakları program hakkında bilgi ve direktif verdi. Çok mühim bir vesika olarak Hruşof'un 6 Ocak günlü nutkuna dikkati çekti. Kenne-dy'ye göre, Rusların şimdi takip edecekleri yol birçok memleketlerde isyanlar çıkarmak .ve gerektiğinde bunlara silâhlı yardımda da bulunarak kukla komünist hükümetleri kurdurmaktır. Kennedy'ye göre, 'komünistler şimdi bütün kuvvetleriyle bu gibi ihtilâl ve iç savaşlara hız vereceklerdir. Bunlara Hruşof'un taktığı ad «kurtarma savaşları» dır. Hruşof'a göre bunlar haklı ve meşrudur, ve yakında birçok memle-k: löi'd^ bu çeşit savaşların çıkması ihtimali kuvvetlidir. Rusya ve komünistler her yerde bu gibi savaşları cîestekliyecekler ve bunlara öncülük edeceklerdir. Bunların bilhassa Sovyetleri çevreliyen yerlerde çıkması muhtemeldir. Kennedy bu yıl Amerikanın ve hür dünyanın karşılaşacağı en büyük tehlike bunlar olacaktır, demiş ve bunlara karşı hazırlanılmasın! istemiştir.
KÜBA'YA KARŞI Uruguay'da Punta T"-'1 ^^e 'de top
lanan Amerikalı Devletler Birliği Konferansında baş konu, Kastro'ya karşı alınacak tedbirlerdi. Birleşik Amerika, Küba'nın bu Birlikten tamamen koğulmasmı ve iktisadî boykota tâbi tutulmasını, Brezilya, Arjantin, Şili, Bolivya, Ekuador ve Meksika ise Küba rejiminin takbih edil-
2 nci sayımızda «Naneler» sütununda verdiğimiz, bir takım kimselerin açıkça biz komünistiz diyebilmelerini temenni eden, yaz* Yeni İstanbul gazetesinde Hami Tezkan'm ve Gökhan Evliyaoğlu'nun idaresine geçmeden önce çıkmıştı. Açıklarız.
• * • 1 inci sayımızdaki «Millî Şuurun
Hâkimiyeti» başlıklı yazımızda, doğrusu : «Millî şuur, millî düşmanlarını bilme ve sezme sanatıdır.» olması gereken cümle yanlışlıkla: «... sevme sanatıdır.» şeklinde çıkmıştır. Düzeltiriz,
MÎLLÎ YOL 0 @
mesi ile yetinilmesini istiyorlardı. Kolombiya ve 5 Orta Amerika Devleti ise Birlegik Amerikadan da daha ileri giderek Küba ile bütün siyasî münasebetlerin kesilmesini ve tam iktisadî zecrî tedbirler alınmasını istiyorlardı.
Uzun süren çekişmeler sonunda anlaşıldı ki, hafif davranılmasını is-tiyen hükümetler kendi yurtlarındaki solcu kitlelerden çekinmektedirler. Aynı zamanda Birleşik Amerikanın vâdettiği bol miktarda yardım da bu hükümetleri Amerikanın hatırını kırmamaya sevketmektedir. Neticede Birleşik Amerikanın istediği gibi, Küba'nın Birlikten koğulması-na ve Küba'ya silâh ihracının yasak edilmesine 2/3 çoğunlukla karar verildi. Bu, Küba için bir mağlûbiyet ve Birleşik Amerika için bir zafer gibi görünürse de, bizim inancımıza göre bu hüküm fazla nikbindir. Çünkü: a) Çekimser kalan Sevietler Brezilya, Arjantin, Meksika gibi Lâtin Amerikasının en büyük devletleridir, b) Oy ...verenlerin çoğu Birleşik Amerikanın ve şahsan Kennedy'-nin itibanrhn. kırılmaması veya A-merikadan gelecek yardımın kısılmaması düşünceleriyle ve zoraki oy vermişlerdir. Böyle isteksiz hareket edenlere ne dereceye kadar belbağ-lanabileceği .düşündürücü bir meseledir. Güney Amerikayı buhranlı ve sıkıntılı günler-bekliyor.
KASTRO'NUN CEVABI Küba'nın kanlı kızıl diktatörü Fi-
del Kastro'ntın Amerikalı devletler topluluğundan koğulmaya karşı cevabı gecikmedi: İhtilâl kokan komünist nümayişleri.
VENEZUELLA'da üç gün arka arkaya komünist tahrikçilerin elebaşılık ettiği öğrenci nümayişler; oldu. 50 kadar, bomba patladı, otobüsler, otomobiller yakıldı. Polislerle ve ordu birlikleriyle çarpışmalarda 14 kişi öldü. 820 mevkuf var. Kendisi de eskiden komünist olup şimdi dönmüş bulunan f—nhurbaşkanı Be-tancourt, orduya «Öldürmek üzere ateş açın» emrini verdi. Amerika Sefaretine de bir bomba atıldı.
GUATEMALA'da süratle giden meçhul bir otomobilden atılan kurşunlarla emniyet müdürü öldürüldü. Cumhurbaşkanı Ydigoras Fuentes, kaatillerin komünist olduğunu açıkladı ve sıkıyönetim ilân etti.
KOLOMBİYA, MEKSİKA, PERU ve BOLlVYA'da da teeavüzkâr komünist nümayişleri oldu ve göz yaşartıcı bombalar ve coplarla dağıtıl
dı. Kastro'nun ihtarı açık: Dış siyaseti Küba aleyhtarı olan her hükümeti komünist tahrikli öğrenci nümayişleri sarsacak ve devirmeğe çalışacaktı.
ASKERLERİN KONUŞMA HAKKI Amerikada hükümetin askerî şa
hısları komünistlik aleyhine beyanat vermekten haksız olarak alakoyup koymadığı hakkında Senato Komisyonu tahkikata başlamıştır. Uzun süreceği anlaşılıyor, ilk dinlenen kuvvet kumandanlarından bazıları komünistlere karşı sert beyanatı yumuşatmak için yersiz tavsiye ve müdahalelere mâruz kaldıklarını söylediler. Bu arada, eski Cumhurbaşkanı Eisenhower'den komisyona gelen bir yazı hayret ve ilgi uyandırda. Eskiden askerlerin siyasî beyanat ver? melerine şiddetle aleyhtar olan Ei-senhower, bu konuda yanıldığını ve şimdi düşüncesini değiştirmiş olduğunu itiraf ederek, «Komünistler Amerikan cemiyetinin her tarafını bozmak için durmadan siasi sinsi çalışırken askerlerin bu durum karşısında bir nevi demirperde arkasına alınarak bunu sessizce seyretmeye mahkûm edilmeleri doğru değildir» demektedir.
1968 DE AY'A Amerika feza programını açıkladı.
Buna göre 1964 de dünyanın çevresinde iki kişilik feza gemileri yörüngeye girecek, ve 1968 de de üç kişilik bir feza gemisi ay'a inecektir. Ancak bu programın hakikî program olmayıp Ruslara bu yarışta aldatıcı bir emniyet hissi vermek için yayınlanmış olması ve hakikî programdaki tarihlerin daha erken bu-IU~7T.?SA ihtimalini unutmayalım.
mtr, mı ıı ıı m ı l|l ıfagCMPCPag
Okurlara 1 — M İ L L Î Y O L ' u n yer;
sınırlı olduğu için, bütün yazıların mümkün olduğu kadar kısa olması,
2 — Şiir ve hikâye basmadığımız için gönderilmemesi rica olunur.
3 — Anadoîunun başlıca şehir ve kasabalarında, şimdilik ücretsiz ileride ücretli olarak, MİLLÎ YOL'a haber göndermek üzere mu. habir olmak isteyenler lütfen 2 fotoğraf ve milliyetçiler arasnda en eski ve tanınmışlardan 0nları tanıyan 2 - 3 kişinin adların: göndersinler.