Page 1
1
MEDENİYETİMİZİ YENİDEN İNŞA ETMEK
İçindekiler
1. Tarihin Omuzlarımıza Yükledikleri ................................................................................................ 2
2. Varoluş ............................................................................................................................................ 3
3. Çöküş .............................................................................................................................................. 4
4. Diriliş .............................................................................................................................................. 5
5. Medeniyet İnşası ........................................................................................................................... 11
5.1. Medeniyet Çekirdeği ............................................................................................................. 14
5.2. Toprak ................................................................................................................................... 15
5.3. Su .......................................................................................................................................... 16
5.4. Güneş .................................................................................................................................... 19
6. Güçlü Bir Devlet ........................................................................................................................... 20
6.1. Güçlü Ekonomi ..................................................................................................................... 21
6.1.1.1. Medeniyet Ekomonomisi .......................................................................................... 22
6.2. Güçlü Ordu ............................................................................................................................ 25
6.3. Güçlü Yönetim Sistemi ......................................................................................................... 26
Page 2
© 2017 FARUK ŞEN. Tüm hakları saklıdır. Bu ekitap, FARUK ŞEN (yazar) tarafından publitory.com’da yaratılmış ve yazarın kendisi tarafından Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivs CC BY-NC-ND lisansıyla (http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/legalcode) yayınlanmıştır. Bu ekitapdosyası, yazara atıfta bulunmak, içeriği herhangi bir değişikliğe uğratmamak ve ticari amaçla kullanmamak kaydıyla paylaşılabilir. Bu kitabın UUIDsi 9eaa8d92-6cc8-11e7-958a-a9c0ae1baffe
Page 3
2
1. Tarihin Omuzlarımıza Yükledikleri
BismillahirRahmanirRahim
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Adem’in Rabbi olan Allah’a imanımız tamdır ve
bütündür. Hiç bir eksiği ve noksanı olmayan yalnızca O’dur. Tüm ilimler O’nun indindedir,
bilenlerin en hayırlısı yalnizca O’dur. O bize hak üzere dost doğru olmayı emretti. Hakkın ve
hakikatin ta kendisi olduğunu ve yanlızca bu yol üzere olanların felaha ereceğini bildirdi.
Bu yol üzerinde olduğunu iddia eden biz dünya müslümanlarının hali belki de daha önce hiç
olmadiği kadar perişan ve sefildir. Tüm enerjisini kendi kendini tüketmek üzere kurgulanmış
bir düzen içerinsinde yeni bir yol bularak felaha ulaşmamiz elbetteki mümkün değildir. İlahi
adaletin yeryüzünde tecelli etmesi icin yerin, göğün ve her ikisi arasinda olan şeylerin Rabbi
olan Alalh’ın elbetteki bizlere ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte O’nun dinin şerefli sancağını
düştüğü yerden kaldırmak bizlerin boynunun borcudur. İslam dünyasının masum milletlerinin
malına ve canına pervasızca el uzatılırken bunları görmeyip kendi küçük dünyamıza çekilip
bize vaad edilen akıbete kavuşmayı umut ediyorsak yanılıyoruzdur. Bir zamanlar medeniyetin
kendisi sayılan diyarlar, bugun oralara medeniyeti götürmek bahanesiyle yakılıp yıkılıyorsa,
medeniyetimizin her bir simgesi yerle bir ediliyorsa, hayalini kurduğumuz medeniyeti inşaa
edecek nesilleri doğuracak analar, eşlerinin ve çocuklarının gözü önünde tecavüza uğruyorsa,
yüzbinlerce masum müslüman dünyanın gözü önünde katlediliyor ve milyonlarcası da
evlerinden ve yurtlarından sürgün ediliyorsa, medeniyetimizin geleceğini emanet edeceğimiz
çocuklarımız batı başkentlerinde devşiriliyorlarsa, bunun hesabının bizden sorulmayacağını
zannediyorsak mutlaka aldananlardan oluruz.
İslam dünyasının içinde bulundugu bu durumdan çıkması elbetteki Allah’ın yardımıyla biz
müslümanların eliyle olacaktır. Bu çıkışın nasıl ve ne zaman olacağı ancak ve ancak içinde
bulunduğumuz durumun kendisinin ve nedenlerinin anlaşılmasına ve iyi bir çıkış stratejisi
Page 4
3
oluşturabilmemize bağlıdır. Bu anlayış ve kavrama ne kadar uzun sürerse çekceğimiz acılar
da o derece yoğun olacaktır. Bu çıkışın çok kısa bir sürede olamayacağı ortadadır; zira bu
krizden en iyi çıkış stratejisi, yeniden kendi menediyetimizi inşa etmekten baska bir şey
değildir. Bu inşa süreci, islam dünyasının tüm potensiyelinin kullanılmasını zorunlu
kılmaktadir. Bu sürece yönelik en büyük tehdit yine müslümanların kendi nefislerinden ve
enaniyetlerinden kaynaklanan tehdittir.
2. Varoluş
Varlık sebebimiz elbetteki Allah’ın dinin ve adaletinin yeryüzünde tecelli etmesi icin çaba sarf
etmektir. O insan oğlunu yeryüzüne varis ve hakim kılmıştır. İşte tüm mesele de o gün
başlamıştır. Artık yer yüzü hakkın ve batılın mücadele alanı olmuştur. Hakki da batili da
yaratan hiç şüphesiz O’dur. Bizden istenen ise hakkin hakimiyetinin tecellisi uğruna mücadele
etmektir. Yeryüzü artık insanoğlunun çekişme alanıdır ve bu çekişme ilahi düzen dolayısıyla
kaçınılmazdır. İnsan oğlu dili, rengi, ırkı, hüviviyeti, dini, meşrebi, mezhebi ve medeniyet
aidiyeti ne olursa olsun özünde hak ile batıl mücadelesinin bir tarafıdır. Ya hakkin ya da batılın
tarafıdır bunun arasında olunması ilahi düzen acısından mümkün değildir.
Bu mücadelenin en büyüğünü, kıyamete kadar var olacak olan bir medeniyet inşa etmek
suretiyle elbetteki Efendimiz (s.a.v) vermiştir. Bu medeniyetin kodlarını ilahi kelimetullah ve
sünneti seniyesi ile bir bir işlemiştir. Bu medeniyet yeryüzünü yeniden ıslah etmiş ve tüm
insanlar için yaşanabilir bir dünya düzeninin oluşmasını sağlamıştır. Bu Adem’in, Nuh’un, ve
İbrahim’in medeniyetidir; bu Davud’un, Musa,nın ve Isa’nın medeniyetidir. Bu medeniyetin
adi İslam Medeniyetidir. Bu medeniyet peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) bize
mirasıdır, bu medeniyet Ebubekir’in, Ömer’in, Osman’in ve Ali’nin bize emanetidir.
Page 5
4
3. Çöküş
Emeviler'den, Abbasiler'e oradan Endülüs'e uzanarak dünyayı aydınlatan; Buhara’dan
Semerkand’a, Gazne’den Horasan’a, Tebriz’den Bağdat’a, Halep’ten Konya’ya yayılan
medeniyetimizin ilmi, irfanı ve hikmeti tüm dünyayı çekim alanına almıştır. Müteakip
dönemde yaklaşık yüzyıl devam eden Moğol istilaları süresince derin yaralar alan ve
adeta darmadağın olan medeniyetimiz, karşı karşıya kaldığı bu büyük ve çok yıkıcı
buhrandan, Bursa’da yeniden yeşererek İstanbul’dan bir kez daha tüm dünyayı
kucaklamak suretiyle çıkmıştır. Yüzyıllar boyunca tüm cihanda hakkın, hakikatin ve
adaletin tecellisi için büyük uğraşlar veren Devlet’i Aliye medeniyetimizin tüm dünyayı
etkisini altına alacak şekilde yeniden umut kaynağı olmasını sağlamışlardır. Hiç
şüphesiz ne atalarının ne de Osmanlıların kurdukları devletin sonsuza kadar devam
etmesi söz konusu değildir. Kıyamete kadar var olacak olan tek şey medeniyetimizin
bize olan emanetidir. Birinci dünya savaşı ile birlikte Devlet’i Aliye’nin dağılması, bu
savaştan tam 700 yıl önce başlayan ve yaklaşık 100 yıl devam eden Moğol istilalarının
İslam dünyası üzerindeki yıkıcı etkisinden çok daha fazla bir tahrifat yaratmıştır.
Sadece 4 yıl suren birinci dünya savaşının üzerinden 100 yıl geçmiş olmasına rağmen
İslam dünyası hala kendini toparlayamamıştır. Başka bir ifadeyle Moğolların 100 yılda
yapamadıkları tahrifatı batılılar 4 yıl gibi çok kısa surede yapmıştır. Devlet’i Aliye’nin
yıkılışının medeniyetimiz üzerinde bu denli büyük bir çöküşe sebep olmasının en
önemli sebebi İslam dünyasının tamamına yakının bu devlet içerisinde yer almaşından
ve saldırının İslam dünyasının tamamına yapılmasından kaynaklanmıştır. Moğol
istilaları ile Devlet’i Aliye’nin dağılmasının İslam dünyası üzerindeki etkileri
arasındaki en temel fark da budur. Moğol istilalarından elbette basta Abbasiler olmak
üzere Büyük Selçuklu Devleti de Anadolu Selçuklu Devleti de önemli yaralar almıştır.
Ancak bu istilalar İslam dünyasının bu medeniyet havzaları üzerinde eş anlı olarak
Page 6
5
gerçekleşmediği için İslam medeniyeti bu süreçte bile kendisini yenilemeye ve
çevresini aydınlatmaya devam etmiş: bu istilalardan yara almış ancak çok kısa bir sure
sonra Devlet’i Aliye’yi tesis etmek suretiyle yeniden toparlanmıştır. Ancak Devlet’i
Aliye’nin dağılmasının üstünden 100 yıl geçmiş olmasına rağmen medeniyetimiz ile
onun ışık kaynağı arasında bulunan kara bulutları hala bertaraf edemediğimiz gibi: ne
kendimizi ne de etrafımızı aydınlatacak yeni bir ışık da yakabilmiş değiliz.
4. Diriliş
Devlet’i Aliye’nin dağılmasının ardından istilaya maruz kalmayan tek bir medeniyet
havzacığı dahi kalmayacak şekilde 100 yıldır devam eden modern Moğol istilası
yeniden toparlanmamızın önündeki en büyük engeldir. Bu istila Moğolların yaptığı gibi
sadece fiili bir istiladan ibaret olmayıp; ayni zamanda zihinsel bir istiladır. Başka bir
deyişle yaklaşık 300 yıldır devam eden geri gidisin durdurulamamasının en büyük
sebebi medeniyetimizin zihin kodlarının istila edilmesidir. Fiili işgallerden
bağımsızlıklarını kazanmak suretiyle çıkan İslam toplumlarının medeniyetimizi
yeniden inşa edecek surece katkı sunamamalarının en önemli sebebi, bu toplumların
zihinlerinin işgal altında tutulmaya devam edilmedir. Zihinlerini işgal atında bırakmak
şartıyla siyasi bağımsızlıları verilen İslam toplumlarının kendi medeniyet kodlarıyla
düşünmeleri engellenerek medeniyetin yeniden inşası geciktirilmektedir.
Özünde hak ve batıl olmak üzere iki esas medeniyet mevcut olmakla beraber bu
medeniyetleri besleyen farklı toplumlar mevcuttur. Yaratılıştan bugüne kadar hak
kendinden hiç bir şey kaybetmediği gibi batıl da onun karşısında olmak suretiyle
kendinden hiç bir şey kaybetmiş değildir. Bu medeniyetleri besleyen toplumlara
medeniyet havzaları denmektedir. Günümüzde Rusya ve Japonya dahil Avrupa, Kuzey
Page 7
6
Amerika ve Avustralya kıtasında yasayan toplumlardan oluşan Bati Medeniyet
Havzası, Ortadoğu, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Okyanusya toplumlarından oluşan
İslam Medeniyet Havzası, Güney Asya’da yer alan Hint Medeniyet Havzası ile Uzak
Asya’da yer alan Çin Medeniyet Havzası en önemli Medeniyet Havzalarıdır. Diğer
taraftan Orta ve Güney Amerika ile Orta ve Güney Afrika toplumları bu havzalara dahil
olmadıkları gibi yeni bir medeniyet havzası da oluşturamadıklarından diğer
medeniyetlerin acik rekabet ve etki alanları olmaktan öteye gidememişlerdir.
Bu medeniyet havzalarında yer alan toplumların kendileri dışındaki diğer
havzalarla rekabetleri asil olmakla beraber; ayni havzada bulunan farklı milletlerin,
içinde bulundukları medeniyet havzasının paylaşımı hususunda kendi aralarında da
rekabet içinde olduklarını söyleyebiliriz. Bu rekabet bati medeniyetinde olduğu gibi
ideolojik; bizim medeniyet havzamızda olduğu gibi mezhepsel farklılıklardan
kaynaklanabilmektedir. Aslında bati medeniyet havzasındaki sert ideolojik rekabet de
mezhepsel olarak (Katolik/Protestan/Ortodoks) ayrışma seklinde neticelenmiştir.
Her bir medeniyet havzası ayni zamanda bir inanç sistemini temsil etmektedir. Bati
medeniyet havzası Hristiyanlığı, bizim medeniyet havzamız İslam'ı, Hint medeniyet
havzası Budizm ve Hinduizm'i ve Çin medeniyet havzası Taoizm ve Konfüçyüzm'i
temsil etmektedir. Medeniyet havzalarını şekillendiren temel güdünün din olduğunu
söyleyebiliriz. Bahse konu dört medeniyet havzasının toplumlarının ikisi ilahi, diğer
ikisi ise ilahi olmayan dinlerden teşekkül olmuştur. Hint ve Çin medeniyetlerine yon
veren inanç sistemlerinin yanı sıra; bizim inancımıza göre ilahi kaynaklı olmasına
rağmen aslini koruyamadığı için Hristiyanlık inancı da batıl kategorisindedir. ( İlahi
kaynaklı farklı bir din olmasına rağmen Yahudilik ve buna inananlar da bati medeniyet
Page 8
7
havzasının bir parçasıdır.) Buradan hareketle bile yeryüzündeki tüm mücadelenin hak
ile batılın mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz.
Batı medeniyeti dünyanın tamamını etkisi altına almış bulunmaktadır. Özellikle
İslam ve Hint medeniyetleri bati medeniyetinin istilasına uğramıştır. Bununla birlikte
Çin medeniyeti de bu istiladan nasibini almıştır. 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren
tüm dünyayı kuşatan Bati medeniyetinin yıkıcı etkisinden dünyaya kapalı bir toplum
oluşturmak suretiyle kurtulmaya çalışan Çin medeniyetinin, son donemde dünyaya
kısmen açılmasının bir sonucu olarak bati medeniyeti tarafından kuşatıldığını
söyleyebiliriz.
Çin medeniyeti koklu bir geçmişe sahip olmakla beraber, Çin devletindeki mevcut
siyasal yönetim tarzının bir sonucu olarak bu medeniyet geçmiş köklerinden
uzaklaştırılmaktadır. Belli bir inanç sisteminin tüm toplumsal yasam alanlarında hayat
bulması seklinde özetlenebilen medeniyet olgusunun çekim gücü, içinde bulunduğu
inanç sisteminin derinliği ile yakından ilgilidir. Bu anlamda bu medeniyeti oluşturan
toplumun çok önemli bir kesiminin kendisini dinsiz olarak tanımlaması,
medeniyetlerinin yeniden inşası önündeki en büyük engeldir .Çin medeniyetinin tarihi
geçmişi dikkate alındığında henüz çok yeni bir tanımlama olarak nitelendirebileceğimiz
bu yeni kimliklendirmenin, medeniyeti oluşturan katmanların tamamını etkilemesi
durumunda bu durum, Çin medeniyetinin genetiğinin değişmesi ile sonuçlanıp bu
havzanın medeniyet iddiasının yok olmasına sebep olacaktır.
Diğer taraftan yüzyıllardır tıpkı bizim medeniyet havzamız gibi bati medeniyetinin
işgali altında bulunan Hint Medeniyeti de kendisini ve değerler sistemini yeniden
tanımlayıp içinde bulunduğu cağın gereklilikleri uygun ve kaynağını kendi inanç
Page 9
8
sisteminden alan medeniyet kurumlarını oluşturamadığı için, içinde bulunduğumuz
medeniyetler çatışmasından derin yaralar almaya devam etmektedir. Bu şekilde kaldığı
surece, bulunduğu havzada sıkışıp yok olma riski ile karsı karsıya kalmaya devam
edecektir.
Bu durumda geriye, bati medeniyet istilasını durdurabilecek, bir tek bizim
medeniyetimiz kalıyor ki; içinde bulunduğumuz durum medeniyet kurumlarının varlığı
ve etkileri açısından göreceli olarak Çin medeniyetinden bir kaç adim geride, Hint
medeniyetinden ise bir adim daha öndeyiz. Bu medeniyeti ve kurumlarını nasıl yeniden
inşa edeceğimiz yada inşa edip edemeyeceğiz, medeniyetimizin ışık kaynağına geri
dönüp dönmeyeceğimizle alakalıdır. Kendi ışık kaynağından aldığı enerji ile etrafını
aydınlatabiliyorsa bir toplum, ancak o zaman bir medeniyet iddiasında bulunabilir.
Derdimiz içinde bulunduğumuz medeniyet havzasında sadece güçlü bir devlet yada
devletler oluşturmak değildir Her açıdan güçlü bir devlet, medeniyetin yeniden
insansında elbette ki olmazsa olmazlardandır. Ancak mesele medeniyetimizin güçlü bir
şekilde yeniden tesis edilmesini sağlamaktır.
Bu inşa surecinin hızlandırılması ve dahi başarıya ulaşması medeniyetimizin tüm
potansiyelinin kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Bu medeniyeti yeniden inşa edecek
olanlar elbette ki bu medeniyetin çocuklarıdır. Bu anlamda medeniyetimizin tüm
kapasitesinin ortaya çıkarılması ve seferber edilmesi gerekmektedir. Medeniyet
havzamızdaki bu geri gidisi durdurup yeniden etrafımızı aydınlatmaya başlamamız 100
yıl dahi sürebilir. Önemli olan bu 100 yıllık yeniden inşa surecinin stratejik açıdan iyi
planlanması ve yürütülebilmesidir. Bu sure çok uzun bir sure gibi görünse de
medeniyetlerin ömürleri açısından bakıldığında Aslında kısa bir suredir.
Page 10
9
Nüfusları 1.6 milyarı asan Müslümanlar dünyanın dört bir tarafına yay ilmiş
olmakla beraber; İslam dünyasının nüfusunun 1 milyarlık kısmi Asya-Pasifik hattında
yaşamaktadır. Bunun toplam içindeki payı %60’in üzerindedir. İslam dünyasının
sadece %20’si ( yaklaşık 320 milyon) Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşamaktadır.
Nüfusun %15’i ise ( yaklaşık 240 milyon) bir çoğumuzun adını dahi bilmediği iç ve
güney Afrika ülkelerinde, geri kalan küçük bir kesim ise Avrupa ve kuzey ve güney
Amerika’da yer almaktadır. Dolayısıyla İslam dünyasının gerçek potansiyeli Asya-
Pasifiktedir. Başka bir ifadeyle önümüzdeki 100 yıllık sürecin planlamasını yaparken
tüm enerjimizi Ortadoğu -Kuzey Afrika hattında harcarsak ve Asya-Pasifik hattını
stratejimizin merkezinden uzaklaştırırsak basari şansımız çok azalacaktır.
Bati medeniyeti bizim medeniyetimizi tamamen kuşatma altına almıştır. Bu
kuşatmanın arka planında Medeniyetler Çatışması adi verilen teori yatmaktadır. Bu
teoriye göre 21.yy’in temel çatışma alanı kültürler ve dinler dolayısıyla medeniyetler
arası çatışmalardır. Bu teori çerçevesinde kendini yeniden konumlandıran bati
medeniyeti, kendisi dışındaki tüm medeniyetleri kendisine benzetmek suretiyle
medeniyetler arası kültür, yasam ve inanç farklılıklarını yok etmek suretiyle kendi
medeniyetinin devamlılığını garanti almaya çalışmaktadır. Başka bir ifadeyle Hint, Çin
ve İslam medeniyet havzalarına kültürel dönüşüm yasatmak suretiyle bu havzaların
orijinalliğinin kaybolması ve tüm medeniyet havzalarının homojenize edilmesi
amaçlanmaktadır. Diğer medeniyet havzalarının bati medeniyeti içerisinde harmonize
edilmesi ise tüm yeryüzünün bati medeniyet havzasına dönüşmesiyle sonuçlanması
kaçınılmazdır.
Bu dönüşüm surecinde en önemli direnç İslam medeniyet havzasından
yükselmektedir. Bunun en önemli sebebi ise bu medeniyet havzasının ilahi olan inanç
Page 11
10
kodlarının değiştirilmesi surecine bu havza tarafından verilen tepkidir. Hint medeniyet
havzasının neredeyse tamamen bati medeniyeti içerisinde harmonize edildiğini
söyleyebiliriz. Çin medeniyet havzasının bati medeniyetinin üretim üssü haline
dönüşmesinin bir sonucu olarak bu medeniyetin kurumları bati medeniyetinin kodları
ile çalışır durumdadır. Diğer taraftan bu havzadaki toplumun kadim siyasal iktidar
tarafından bilinçli olarak uzaklaştırılıp her hangi bir dine aidiyeti olmayan bir toplum
haline dönüştürülmesi, bu toplumu, seküler inanç ve değerler sistemine sahip olan bati
medeniyetine yakınlaştırmaktadır. İste bu iki durum; yani medeniyeti oluşturan
kurumların bati medeniyet kodları ile islemesi ve inanç sisteminde sekülerliğe kayış
Çin medeniyet havzasının Bati medeniyet havzası ile homojonize olmasıyla
sonuçlanmasına sebep olacaktır.
İslam dünyasını kasıp kavuran işgallerin ve savaşların en önemli sebebi de bu
homojonize medeniyet projesine karsı gösterilen dirençtir. Dikkat edilirse İslam
dünyasındaki çatışmaların tamamına yakını bati medeniyetinden çok daha az
etkilenmiş olan az gelişmiş yada gelişmemiş Müslüman ülkelerde meydana
gelmektedir. Bunun en önemli sebebi ise harmonize medeniyet projesine bu
toplumların daha büyük bir direnç göstermesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir
ifadeyle mevcut piyasa sistemin bir parçası haline gelemediklerinden dolayı bu
sistemden daha az etkilenen bu toplumların batı medeniyet enstrümanları ile teslim
alınması sağlanamadığından, bu toplumlar, çatışma, terör ve savaş yoluyla zorla teslim
alınmaya çalışılmaktadır. İslam dünyasının geri kalan kısmına nazaran gelişmiş olarak
nitelendirilebilecek Müslüman ülkelerde bu tur çatışmaların olmamasının en önemli
sebebi ise bu toplumların zaten bati medeniyeti tarafından teslim alınmış olmaları ile
ilgilidir. Bu toplumlar göreceli gelişmişliklerini yada refahlarını bati medeniyetine
borçludurlar. Bu suni gelişmişlik ve refah, teslimiyetleri karşılığında bu toplumlara
Page 12
11
bahşedilmiştir. Dolayısıyla medeniyet havzamızın bu kesiminin bati medeniyeti ile olan
harmonizasyonu tamamlanmış bulunmaktadır. .
5. Medeniyet İnşası
Bu durumda medeniyetimizi hangi toplum yada topumlar yeniden inşa edecektir sorusu
on plana çıkmaktadır. Zihinsel anlamda bati medeniyetinden daha az etkilenen İslam
toplumları terörle ve fiili işgalle teslim alınmaya çalışılırken; bağımsızlıkları ile övünen
İslam toplumların ise zihni işgalleri devam etmektedir. Peki böyle bir hal üzere bulunan
İslam medeniyet havzasının kendisini yeniden tanımlaması ve konumlandırması nasıl
olacaktır? Bu sorunun cevabi hem fiili ve hem de zihni işgale karşı korunmuş bir
medeniyet çekirdeğinin oluşturulmasında saklıdır. Kendi medeniyet kodları ile
yoğrulmuş bir nesilden oluşan bu çekirdek filizlenip yeşerince tüm medeniyet havzasını
kaplayacaktır.
Bu çekirdek İslam dünyasının tüm potansiyelinin ve çeşitliliğinin temsil edildiği bir
Öz olmak zorundadır. Bu çekirdeğin tek bir milletin unsurlarından oluşturulmaya
çalışılması medeniyetimizin potansiyelinin tam olarak kullanılmaması anlamına gelir
ki bu durum yeniden bir medeniyet iddiamızı en az bir yüzyıl daha geciktirebilir. Bu
açıdan bakıldığında tüm benlik duygularımızdan ve ulus enaniyetimizden sıyrılarak
uluslar ustu bir seviyede hareket etmemiz gerekmektedir. İslam medeniyet havzasını
oluşturan toplumların tek bir tanesinde Öz bir neslin yetiştirilmesinden değil;
medeniyet havzamızı oluşturan toplumların tamamını temsil eden ve bu toplumları eş
anlı olarak dönüştürecek olan bir çekirdek neslin yetiştirilmesinden bahsediyoruz.
Toprakla buluşmayan hiç bir çekirdeğin filizlenmesi mümkün değildir elbet.
Sağlam bir tohumun yanlış bir coğrafyada toprakla buluşturulmasından elbette ki bir
Page 13
12
filiz beklemek mümkün değildir. Medeniyet çekirdeği dediğimiz bu özün hangi
coğrafyanın toprağıyla buluşturulacağı ise en az bu özün sağlamlığı kadar önemlidir.
Her şeyden önce bu coğrafyanın fiili işgallerden uzak bir coğrafya olması
gerekmektedir. Geçmişte adeta bir medeniyetler üssü olarak on plana çıkan Anadolu
coğrafyası tüm tecrübesiyle bu çekirdeğin filizlenmesi için uygun bir ortam
sunmaktadır. Fiili işgale karşı geçmişte en büyük direnci gösteren bu coğrafyanın şahidi
tarihtir. Bununla birlikte Anadolu’nun bu toprağının Kuzey Afrika için Mısır, Orta ve
Güney Afrika için Nijerya, Ortadoğu için Suudi Arabistan ve Iran, Güney Asya için
Pakistan ve Bangladeş ve Okyanusya için Endonezya ve Malezya toprağıyla
harmanlanması gerekmektedir. Bu topraklar aslında D-8 artı Suudi Arabistan ülkelerini
temsil etmektedir. Bu şekilde harmanlanmış bir toprağın medeniyet çekirdeğimiz için
en verimli toprak olduğunu söyleyebiliriz. Böyle bir toprağı Anadolu'nun yani sıra, fiili
işgallere karşı korunduğu surece, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz medeniyet
havzacıklarının tamamında eş anlı olarak medeniyet çekirdeğimiz için bir hayat
kaynağı olarak kullanabiliriz.
Medeniyetimizi yeniden inşa surecinde bir sonraki adim ise toprakla buluşturmuş
olduğumuz medeniyet çekirdeğinin suya kavuşmasıdır. Toprağı ne kadar verimli olursa
olsun hiç bir tohum su olmaksızın hayat bulamaz. Medeniyet çekirdeğimizin su
olmaksızın filizlenmesini beklemek ahmaklıktır. Peki bu çekirdeğin yeşermesine vesile
olacak olan su nedir? Bu su pozitif bilimlerdir. Yeteri miktarda su almayan bir tohum
yeşerse bile solmaya mahkumdur. Pozitif bilimlerle kuşatamadığımız bu medeniyet
çekirdeğinin filizlenerek büyümesi ve tüm ümmetin altında hayat bulduğu koca bir
çınara dönüşmesi mümkün değildir.
Page 14
13
Son olarak bu yeniden inşa surecinin tamamlanabilmesi için verimli bir toprağa
saçıp su ile buluşturduğumuz bu medeniyet çekirdeğimizi Güneşle buluşturmamız
lazım. Güneş almayan bir tohumu sulamaya devam etmek sadece o tohumun
çürümesine vesile olur. Güneş almadan yetişen bir tohum ise sunidir ve inorganiktir.
Güneş olmaksızın yapılan işlemin sürdürülebilirliği ise yoktur. Medeniyet
çekirdeğimize ne kadar su verirsek verelim güneş olmaksızın filizlenmesi mümkün
olmadığı gibi; geçici olarak yeşerse bile olgunlaşamadan solup gitmemesi mümkün
değildir. Peki bu medeniyet çekirdeğinin yeşerip olgunlaşmasını sağlayacak güneş ne
olaki? Bu güneş his şüphesiz bizim yasam kaynağımız olan, bizi biz yapan ilahi
mesajdır. Bu ilahi kaynağın altında serpilip büyüyen bir medeniyet ağacının olgunlaşan
meyvelerinin tüm insanlığı doyuracağından hiç şüpheniz olmasın.
Bu Medeniyet Çekirdeği dediğimiz şey tüm havzayı kapsayacak şekilde
yetiştirilecek olan Nesildir. Bu medeniyet çekirdeğinin hayat bulması için ihtiyaç
duyduğumuz verimli Toprak, bu neslin yetişmesi için gerekli olan Eğitim Kurumlarıdır.
Toprağa hayat verecek olan Su, ileri düzey pozitif bilimlerin öğretildiği Eğitim
Sistemidir. Toprağın altından yeşererek çıkacak olan filizin serpilip büyümesini
sağlayacak olan Güneş , bu eğitim sisteminin üzerine inşa edilecegi İlahi Öğretidir. Bu
medeniyet ağacının meyveleri ise elbette ki bu medeniyetin enstrüman ve kurumlarının
ta kendisidir.
Dört adımdan oluşan yeniden inşa surecinin her bir adımının tek tek ve hassasiyetle
planlanması lazımdır. Bu dört adimin bir bütün olarak değerlendirilmesi ve makro
seviyedeki stratejik planlamanın buna uygun olarak yürütülmesi gerekmektedir.
Sonuca ancak bu dört unsurun eş anlı olarak bir araya gelmesi ile ulaşmak mümkündür.
Bu unsurlardan herhangi birinin yokluğu yada yetersizliği kesin bir başarısızlıktır.
Page 15
14
5.1. Medeniyet Çekirdeği
Birinci adim olan Medeniyet Çekirdeğinin nasıl oluşturulacağı hususunda farklı
yaklaşımlar benimsenebilir. Öncelikle kendi çevresini mamur kılacak daha sonra tüm
medeniyet havzasını ihya edecek bir özden bahsediyoruz. Bu değerli nesil İslam
havzasındaki tek bir milletten değil; asgari düzeyde yukarıda isimlerini saydığımız
Anadolu dahil dokuz farklı havzacığın bileşenlerinden oluşturulmalıdır. Bu yeniden
inşa surecinin mimarları bahsettiğimiz bu nesil olacaktır. Ara nesil olarak
değerlendirebileceğimiz bizler, bu yeniden imar surecinin doğru bir şekilde
planlanmasından sorumluyuz. Bu planlamayı yapacak olan kimselerin her şeyden önce
yukarıda bahsetmiş olduğumuz dokuz havzacık dahil İslam havzasının tamamına
erişebilme kapasitelerinin olması lazım. Bu açıdan bakıldığında kadim tarihinin,
Anadolu insanına böyle bir potansiyeli bahsetmiş olduğunu görmek mümkündür. Bu
anlamda başlangıç olarak Anadolu'nun, bahsetmiş olduğumuz yeniden imar surecinin
merkezi ve planlama üssü olarak değerlendirilmesi sonuca ulaşmak adına en pratik
yöntem olarak görülmektedir. 100 yil gibi uzun sürecek olan bir yeniden inşa
surecinden bahsettiğimizi unutmadan; Anadolu'nun bu potansiyeli kaybetmesi
durumunda yada sonuca daha hızlı ulaştıracak yeni bir coğrafyanın on plana çıkması
durumunda tüm benlik ve ulusal enaniyetimizden arınarak merkez ve planlama üssünün
bu coğrafyaya kaydırılmasını sağlamamız gerekmektedir.
Baz alınan dokuz havzacığın tamamında ayni dili konuşan, ayni düşünce yapısına
ve ayni gelecek vizyonuna sahip, ayni kaynaktan beslenen ve bir birini anlayan ve
tamamlayan bir nesil yetiştirilmesi halinde medeniyet havzamızın tamamının bu
dönüşümün bir parçası haline getirebiliriz ancak. Bu açıdan Anadolu'dan başlayarak
diğer havzacıklara yoğunlaşmamız lazım. Bu neslin yetiştirilmesinde Anadolu’dan bir
Page 16
15
rol model çıkartarak bunu diğer havzacıklara yaygınlaştırmamız icap etmektedir. İslam
dünyasının Anadolu’dan ibaret olmadığını aklımızdan çıkartmamamız gerekmektedir.
Her bir havzacık en az Anadolu kadar kadim tarihe ve derin potansiyele sahiptir.
Anadolu modeli sadece bu potansiyelin açığa çıkarılmasını ve insanlığın hizmetine
sunulmasını sağlamakla sınırlı olmalıdır. Değilse tüm İslam havzasını
Anadolulaştırmaya çalışmak akla ziyandır.
Bu meyanda; medeniyet çekirdeği yarınların da sahibi olan medeniyetimizin
çocuklarıdır. Hiç vakit kaybetmeden bu çekirdeği kendilerinin de özü olan toprakla
buluşturmamız lazım.
5.2. Toprak
Toprak çekirdeğin hayat bulmak için ve dışarıdan gelecek olan tehlikelere karşı
koruması için kendisini derinliklerine gömdüğü ortamdır. Medeniyet çekirdeğinin
hayat bulacağı ortam ise eğitim kurumlarıdır. Medeniyetimizi yeniden inşa edecek olan
neslin, tıpkı tohumun, bağrında adeta kaybolurcasına toprakla örtündüğü gibi eğitimle
örtünmesi gerekmektedir.
Unutmamak gerekiyor ki tohum; toprağa ilk saçıldığı anda da toprağın bağrındadır,
serilip serpilip meyve verdiğinde de topraktadır. Meyve vermiş olsa bile, toprakla olan
ilişkisi kesildiği andan itibaren yok olmaya mahkumdur tohum. Buradan hareketle;
medeniyet çekirdeği dediğimiz neslin eğitim planlaması da buna uygun olarak
yapılmak durumundadır. Başka bir ifadeyle; bu neslin eğitim ile olan ilişkisinin yasam
boyu sürecek olan bir ilişki olması gerekmektedir. Tüm eğitim planlamasının
anaokulundan başlayarak üniversite sonrası kademe dahil hayatin tüm evrelerini
içerecek şekilde planlanması gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmek üzere eğitim
Page 17
16
kurumlarının buna uygun bir şekilde yapılandırılması ve dahi yeni kademe eğitim
kurumlarının oluşturulması gerekmektedir. Hasbel kader profesyonel bir meslek sahibi
olduktan sonra bir daha kitap yüzü açamayan, eline mürekkep bulaştırmayan bir neslin
medeniyetini bir adim daha ileri taşıma ihtimali söz konusu değildir. Tüm profesyonel
meslek hayatlarının eğitimolgusu ile paralel bir şekilde yürütülecek bir vizyona
kavuşturulması ve bu vizyona uygun eğitim ortamının/kurumlarının ve kültürünün
oluşturulması gerekmektedir.
Bu çerçevede; içinde hayat bulacağımız, tohumdan evrilip meyve vereceğimiz
toprak, eğitim kurumlarımızdır. Medeniyet çekirdeğimizi saçtığımız bu toprağı,
yasamın kaynağı olan su ile buluşturmamız lazım.
5.3. Su
Hayatın kaynağı sudur ve tüm yasama su ile hayat verilmiştir. Toprak tek başına sadece
topraktır. Su olmaksızın bağrında yatanlara mezardır toprak. Ancak suyuna kavuşunca
hayat bulur toprağın altında yatan. Yasam ile olum, mamur ile mezar arasındaki ince
çizgidir su. Toprağın altındaki medeniyet çekirdeğine hayat verecek olan su eğitim
sistemidir. Nasıl ki toprak tek başına yasam kaynağı olamıyorsa; eğitim kurumlarının
da tek başına medeniyete yon verebilmesi mümkün değildir. Nasıl ki yasam için
toprağın altındaki tohumun su ile buluşması gerekiyorsa; insanlığa yon verecek olan
nesilleri yetiştirecek olan bu eğitim kurumlarının da çok iyi bir eğitim sistemine sahip
olmaları gerekmektedir. Tıpkı toprak ve su misalinde olduğu gibi, eğitim kurumları ile
eğitim sistemi de ayni şeyler değildir; ancak yasam için her ikisi de gereklidir.
Eğitim sisteminden kastimiz okul öncesi dahil ilk, orta ve yüksek öğretim kurumları
seklinde örgütlenmiş ve klasik şekilde kademelendirilmiş bir yapı değildir. Hiyerarşik
Page 18
17
anlamda bu şekilde bir yapılanmayı da içeren ancak bunun çok ötesinde ve toplumu bir
bilgi toplumundan bir sonraki adim olan bilgi sonrası topluma dönüştürecek bir
sistemden bahsediyoruz. İnsanlık tarihi tarım toplumundan sanayi toplumuna oradan
da bilgi toplumuna evirilmiştir. Hiç şüphesiz bir sonraki dönüşüm bilgi ötesi toplumdur.
Bu dönüşümü diğerlerinden önce gerçekleştiren medeniyet havzası mutlak suretle diğer
medeniyetleri önemli ölçüde etkileyecektir.
İslam medeniyet havzası tarım toplumu olgusunun hüküm sürdüğü bir dünya düzeni
içerisinde medeniyetsel üretkenlik anlamında zirve yapmış olmakla beraber; bir sonraki
adim olan sanayi toplumu evresinde gerilemiş ve su an içinde bulunduğumuz bilgi
toplumu surecinde de dip noktaya ulaşmıştır. Toplumsal evirilme surecinin hangi
aşamasında olursa olsun, `bilgiyi` toplumun tamamına daha hızlı ve daha kaliteli bir
şekilde yayan toplumlar içinde bulundukları evrenin lideri ve sürükleyicisi konumuna
yükselmişlerdir. Tam tersine bu sureci iyi işletemeyen toplumlar ise bulundukları
seviyeyi dahi koruyamamışlardır. Örneğin bilginin topluma daha hızlı ve kolay
ulaştırılmasının en pratik yöntemi olan ‘matbaa’ İslam medeniyet havzasında yüzyıllar
boyunca hak ettiği değeri görmemiştir. Bizim medeniyetimiz açısından bu kayıp
yüzyıllar esnasında bati medeniyeti ürettiği bilgiyi matbaa aracılığıyla çoğaltarak daha
geniş toplum kesimlerine ulaştırmayı başardığı için bu surecin sonucunda oluşan
toplumsal bilgi kapasitesi sayesinde sanayi toplumuna evirilmeyi başarabilmiştir.
Matbaa 1.0 diye nitelendirdiğimiz bu süreçte İslam medeniyet havzası ağır yaralar
almış ve medeniyetsel anlamda üretkenliğini kaybetmiştir. Sanayi toplumu evresinde
adeta bir ‘bilgi tüneli’ içerisinde yolculuk eden bati medeniyeti Matbaa 2.0 diye
adlandırabileceğimiz internetin icadı, kullanılması ve yaygınlaştırılması sayesinde
sanayi toplumundan bilgi toplumuna evirilmiştir. Matbaa 2.0 surecinin Matbaa 1.0
surecinden en önemli farkı, bilginin zaman ve mekan kavramlarından soyutlaştırılarak
Page 19
18
topluma sunulması olmuştur. Zaman ve mekan kısıntından kurtulmuş olan bilgi, tıpkı
bir hücrenin bölünüp çoğalması gibi, sürekli çoğalmaktadır. Bu durumda bu toplumlar
da artık bir bilgi tünelinin içerisinde yolculuk etme evresinden ‘bilgi tüneli olma’
evresine evirilmişlerdir. Ve maalesef Matbaa 2.0 surecinde İslam medeniyet havzası
sadece medeniyetsel üretkenliğini tamamen kaybetmemiş; ayni zamanda medeniyetsel
varlığını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Bati medeniyetinin ‘bilgi tünelinin
kendisi olma’ özelliği bu medeniyete, yolun üzerindeki tünelden geçmek isteyen diğer
tüm medeniyetleri kendi medeniyeti içerisinde homojenize etme fırsatı sunmaktadır.
Bilgi ötesi toplum dediğimiz evre Matbaa 3.0 evresidir. Bu evre bilgiye erişimin
değil bilginin kendisinin bizatihi zaman ve mekan kısıntından sıyrıldığı bir evre
olacaktır. Bilgi tüketiminin değil bilgi üretiminin zaman ve mekan kavramlarından
kurtulduğu bir evreden bahsediyoruz. Matbaa 3.0 dönüşümü ilk olarak gerçekleştirecek
olan medeniyet havzası diğer medeniyetler karşısında mutlak üstünlüğünü sağlayıp
koruyacaktır. Bu açıdan bakıldığında medeniyet havzamızı sulayacak olan eğitim
sistemimizi bu dönüşümün bilinci içerisinde tasarlamamız gerekmektedir.
Toprağın bağrına saçtığımız medeniyet çekirdeğini sula ile buluşturduktan sonra
yeşeren medeniyet havzamızı sürekli canlı tutabilmek için ihtiyacımız olan son unsur
güneştir.
Page 20
19
5.4. Güneş
Güneş olmadan bir yaşamın devam etmesinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi;
güneş yerine suni isi ve ışık kaynaklarıyla laboratuvar ortamında yetiştirilen tohumunda
asla asli gibi olması mümkün değildir.
Güneş, toprağın altındaki medeniyet çekirdeğine hayat verecek olan ilahi ışık
kaynağıdır. Güneş, medeniyet çekirdeğini büsbütün sarıp sarmalayan eğitim
kurumlarının ihtiyacı olan eğitim sisteminin besleneceği ilahi kaynaktır. Tek başına ne
toprak ve ne de su bu medeniyet çekirdeğinin hayatta kalması için değildir. Su ile hayat
bulan çekirdeğin olgunlaşıp meyve vermesi için mutlaka güneşe ihtiyacı vardır. Toprak
ve su rengini, kokusunu, tadını, çeşidini velhasıl tüm belirleyici unsurlarını bizim
belirleyebileceğimiz türden kaynaklardır. Eğitim kurumlarının türünden, eğitim
sisteminin derinliğine kadar bizlerin belirlediği gibi. Ancak güneş; toprak ve sudan
bağımsız olup, her ikisinin ancak kendisi ile birlikte harmanlanmaları halinde yasam
kaynağı olabilecekleri ilahi mesajdır.
Bir medeniyetin diğer medeniyetleri etkilemesinin ölçüsü o medeniyetinin sahip
olduğu kurum ve kavramlarının derinliğinde yatmaktadır. Medeniyetlerin ürettikleri
kavramların ve kurumların temel belirleyicisi ise o medeniyet havzasının beslendiği
‘Güneş’ kaynağı ile alakalıdır. Hemen hemen tüm medeniyet havzalarında var olan
çekirdek, toprak ve su benzeşmektedir. Ancak tüm bunlara hayat veren ışık kaynağı
farklılık göstermektedir. Bizim medeniyetimizin beslendiği kaynak ‘İlahi Mesaj’ın
kendisi iken örneğin ışık kaynağını kaybetmiş bati medeniyeti, bu ışığı suni ortamlarda
üreterek medeniyet havzasını beslemektedir. Ancak bu laboratuvar ortamında üretilen
ışık hiçbir zaman asli gibi olamayacağı için, bu yapay kaynak dünyanın geri kalanına
Page 21
20
ne umut verebilmekte ne de buralarda adaletin ve barışın egemen olmasına katkı
sunamamaktadır. Bu yapay kaynak bizim medeniyet havzamız için adeta zararlı bir
ultraviyole ışık kaynağı gididir. Bundan korunmasak zarar görmememiz mümkün
değildir.
Medeniyetimizin yeniden inşası için gerekli olan bu dört adımdan en önemli olan
adımı n, bu surecin besleneceği son adim olan güneş in altında olgunlaşmak olduğunu
söyleyebiliriz. Medeniyetin tüm kurum, kavram, söylem ve enstrümanları bu son
adımda oluşmaktadır. Medeniyetin tüm kurum ve kavramları, beslendikleri kaynak
tarafından şekillendirildiğinden; yapay kaynaktan beslenen medeniyet havzalarının,
insanlığın mutluluğu için geliştirdiği yol ve yöntemler de yapay olmaktan öteye
gidememektedir. Demokrasi, sinirsiz özgürlük, serbest piyasa ekonomisi,
küreselleşme, ulus ötesi şirketler, faize dayalı finansal sistem bati medeniyet havzasının
geliştirdiği temel kavram ve kurumlardır. Bu kavram ve Kurumların tamamı bati
medeniyet havzasının beslendiği yapay ışık kaynağının birer ürünüdür. Dolayısıyla bu
kavram ve kurumların sunmuş olduğu mutluluk da çöldeki serap misali yapay ve
aldatıcıdır.
6. Güçlü Bir Devlet
Güçlü bir medeniyet inşa etmek ile güçlü bir devlet inşa etmek arasında çok önemli farklar
vardır. Güçlü bir devlet medeniyetin inşa surecini kolaylaştıran bir unsurdur. Güçlü bir
medeniyet mutlaka arkasından güçlü bir devleti getirir. Ancak her güçlü devlet bir medeniyet
inşa edemez. Moğollar, donemin en güçlü devleti oldukları halde medeniyet adına yeryüzünde
miras olarak bıraktıkları tek bir şey yoktur. Bilakis var olan medeniyetleri tahrip edip insanlığın
daha fazla acı çekmesine sebep olmuşlardır. Dolayısıyla esas olan medeniyetimizi yeniden
güçlü bir şekilde tesis edebilecek güçlü bir devlet inşa etmektir.
Page 22
21
6.1. Güçlü Ekonomi
Bu durumda ‘güçlü bir devlet’ deyiminden ne anlaşılması gerektiğini irdelemek
gerekmektedir. Güçlü bir devletin her şeyden önce ekonomik acıdan güçlü olması
gerekmektedir. Bir toplumun medeniyetini ihya edebilmesi için ihtiyaç duyduğu
ekonomik kaynaklara sahip olması gerekmektedir. Ekonomisi güçlü olmayan bir
toplumun medeniyetini bir adim ileri taşıması söz konusu değildir. Güçlü bir medeniyet
güçlü bir ekonomik aktiviteyi gerektirmektedir. Fakir toplumların medeniyet iddiaları
ya yoktur yada bu medeniyet havzaları güçlü medeniyetlerin etkisi altında harmonize
olup zamanla kaybolup gitmiştirler. Örneğin günümüz Afrika toplumlarının insanlığı
aydınlatacak bir medeniyet iddiasında bulunamamasının temelinde bu ekonomik
güçten yoksun olmaları yatmaktadır. Bu toplumlar inanç, yasam ve sosyal düzen
açısından diğer medeniyet havzalarından önemli derecede farklılık gösterse de bu
durum onları bir medeniyet değil olsa olsa farklı bir kültürel mozaik olarak insanlık
tarihinde yer almalarına sebep olmaktadır. Bu anlamda güçlü bir medeniyet, güçlü bir
medeniyet ekonomisini gerektirmektedir. Güçlü bir ekonomi olmaksızın güçlü bir
medeniyetten bahsetmek mümkün değildir. Güçlü ekonomi ise toplumun üretim
kapasitesinin güçlü olması demektir. Başka bir ifadeyle üretim kapasitesi olmaksızın,
refah içerisinde olan toplumların zenginlikleri sunidir ve geçicidir. Zenginliğin kaynağı
bireylerinin potansiyelinden başka bir şeye dayanan toplumların bu zenginliği
sürdürebilmeleri mümkün değildir. Diğer taraftan, ancak bireysel potansiyeli yüksek
fertlerden oluşan toplumların oluşturduğu güçlü ekonomiler medeniyetlerinin dönüşüm
süreçlerini tamamlanmasını sağlayabilirler. Bu açıdan bakıldığında medeniyet
ekonomisi kavramı, üzerinde durulmaya değer bir kavramdır.
Page 23
22
.
6.1.1.1. Medeniyet Ekomonomisi
Medeniyet ekonomisi, medeniyet havzasının ekonomik aktivitelerinin bir sonucu
olarak ortaya çıkan ekonomik faaliyet biçimidir. Bu ekonomik faaliyeti şekillendiren
temel unsur medeniyet havzasının bireysel ve toplumsal ekonomik ilişkilerine yon
veren kurallardır. Bizim medeniyetimizde bireysel ve toplumsal ilişkilerimizi
belirleyen sistematik kuralların kaynağı dinimiz olmasına rağmen; mevcut durumda bu
kaynaktan yeterince beslenilemediği için, yürütülen ekonomik faaliyetler de başka
kaynaklar tarafından şekillendirilmektedir. Bu anlamda ekonomik faaliyetlerin
çeşitliliği ve derinliği arttıkça ortaya çıkan ekonomik kurumlar, bizim medeniyetimizin
değil, bizim bireysel ve toplumsal ilişkilerimize yon veren kuralların etkilendiği
medeniyetin izlerini taşımaktadır. Medeniyet ekonomisi, medeniyetin kendi ekonomik
kural, kavram ve kurumları ile sevk ve idare edildiği bir ekonomik sistemi gerekli
kılmaktadır. Başka bir medeniyetin kural, kavram ve kurumları ile kendi medeniyet
ekonomimizi ortaya koyabilmemiz mümkün değildir. Bu anlamda mevcut ekonomik
faaliyetlerimizi medeniyetimizin esasi olan kaynak usulünce beslediğimiz surece
buradan ortaya çıkacak olan kavram ve kurumlar medeniyet ekonomisin şekillenmesine
vesile olacaktır.
Bati medeniyet ekonomisinin temelinde ‘homo ecomomicus’ denen ve bireyin
ekonomik faaliyetleri esnasında rasyonel davranacağını kabul edilen ilke yatmaktadır.
Başka bir ifadeyle bireyin, ekonomik faaliyetlerini yürütürken muhataplarının
durumunu dikkate almaksızın, kendi çıkarlarını en üst seviyede tutması yatmaktadır.
Bireyin tüm ekonomik faaliyetlerin merkezine kendisini ve menfaatlerini başka bir
ifadeyle nefsini koymasıdır. Birey nefsini en ust seviyede tatmin ettiği surece başarılı
Page 24
23
bir ekonomik faaliyet gerçekleştirmiş olduğu kabul edilmektedir. Oysa bizim
medeniyetimizde nefsin tatmini değil, terbiyesi esastır. Dolayısıyla bize göre birey,
ekonomik faaliyetleri esnasında nefsini ve çıkarlarını terbiye ettiği surece rasyonel
davranmış olacaktır. Çünkü esas olan bireyin değil; toplumsal adaleti sağlayacak
şekilde toplumun tamamının en fazla faydayı elde etmesidir. Her ne kadar homo
economicus kuralı gereği, tek tek her bir bireyin kendi faydasını maksimize etmesi
neticesinde toplumsal faydanın maksimum olacağı kabul edilse de; bu ön kabul,
ekonomik faaliyetleri yürüten bireylerin, kendi aralarındaki göreceli üstünlükleri
dolayısıyla mümkün değil dir.
Bu anlamda terbiye edilmemiş bir nefis ile yürütülen ekonomik faaliyetler de
aşırılıkla sonuçlanmaktadır. Bireysel aşırılıkların yaygınlaşıp kurumsallaşması ise
toplumsal adaletsizliğe yol açmaktadır. Toplumsal adaletsizlikler ise medeniyetleri
uçurumun kenarına sürükleyen temel sosyolojik vakıalardır. Bati medeniyetinin
ekonomik sistemi olan ve homo ecomomicus kuralı ile isleyen kapitalizm, aşırılıklar
ekonomisidir. Bu kural uyarınca hareket eden ve rasyonel davranacağı kabul edilen
müteşebbis üretim kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda sömürmektedir. Emeğin
, sermayenin ve doğanın istismar edilmesi seklinde gerçeklesen bu ekonomik faaliyet
neticesinde girişimci , diğer toplumsal sınıflar aleyhine aşırı bir şekilde
zenginleşmektedir. Üretim sureci esnasında emeğin in karşılığının tam olarak
alınmasını engellediği için homo ecomonicus yasası, bir toplumdaki ekonomik
faaliyetler neticesinde ortaya çıkan toplumsal refahın da adil bir şekilde
paylaştırılmasının önündeki en büyük engeldir. Bu şekilde üretim, tüketim ve bölüşüm
seklinde sınıflandırılan ekonomik faaliyetlerin hiç birinde toplumsal adalet
sağlanamamaktadır.
Page 25
24
Bu durumda bizim medeniyetimiz anlamında, ekonomik faaliyetleri acısından
terbiye ve tezkiye edilmiş olan nefsin nasıl davranması gerektiğinin bilinmesi lazımdır.
Aslında bu nefsin nasıl terbiye edileceği hususu neden terbiye edilmesi gerektiğinde
saklıdır. Emek, sermaye ve doğal kaynaklardan oluşan üretim faktörlerinin, ekonomik
faaliyetin taraflarının birisi lehine sömürülmesi toplumsal adaletsizliğe neden
olmaktadır. Emeğin sömürülmesi düşük ücrettir; sermayenin sömürülmesi faizdir;
doğal kaynakların sömürülmesi ise sürdürülemez bir doğal hayattır. Dolayısıyla
ekonomik nefis toplumsal adaletsizliğe neden olduğu için terbiye edilmelidir.
Toplumsal adaletsizliğe yol açmadan ekonomik faaliyetini sürdürmesi ise nasıl terbiye
edileceği sorusunun cevabidir.
Grev, lokavt, toplu sözleşme, sendika vs gibi kavram ve kurumlar emeğin
sömürülmesinin yaratmış olduğu toplumsal adaletsizliği ortadan kaldırmak yada
hafifletmek üzere bati medeniyeti tarafından geliştirilmiştir tedbirlerdir. Dolayısıyla bu
sistem önce toplumsal adaletsizliği yaratıp; sonra bunu telafi etmeye çalışan bir döngü
içerisinde kendini tüketmektedir. Bizim medeniyet anlayışımız ise; bu toplumsal
adaletsizlik yaratılmadan önce devreye girecek ekonomik kavram ve kurumları
geliştirmemiz gerektiğini bize söylemektedir.
Sermayenin sömürülmesi demek olan faiz aslında, borçlunun sömürülmesidir.
Ekonomik faaliyetleri anlamında borçlu ise girişimcidir; dolayısıyla faiz aslında
girişimcinin sömürülmesidir. Homo economicus kuralı ile hareket eden sermaye
sahibinin iki alternatifi vardır. Ya emek, sermaye ve doğal kaynakları bizatihi kendisi
bir araya getirerek bir üretim faaliyetinde bulunacak; yada elindeki sermayesini ayni
işlemi (üretim surecini) yapmayı planlayan ve sermaye talep eden başka birisine ödünç
verecektir. Homo ecomonicus yasası gereği üçüncü alternatif olan sermayenin
Page 26
25
(paranın) atıl bekletilmesi söz konusu değil dir. Girişimci nin birinci durumda elde
edeceği faydaya kar; ikinci durumda hiç bir risk almaksızın elde edeceği faydaya ise
faiz deniyor. Risk faktörünü bir tarafa koyarsak, her iki durumu karşılaştıracak olan
girişimci, faydası daha büyük olan faaliyeti gerçekleştirmek isteyecektir. Hiç şüphesiz
faiz getirisinin kar beklentisinden yüksek olması durumunda parasını ödünç vererek
faiz geliri elde etmek isteyecektir. Faizin, kar beklentisinden büyük olması demek;
sermaye sahibinin borçluyu, kendisi üretim yapmaya karar vermiş olsaydı eğer diğer
üretim faktörlerini sömürebileceğinden daha fazla sömürmesi demektir. İste faiz
aslında, sermaye sahibinin, parasını ödünç vermek yerine üretim yapmış olması halinde
diğer üretim kaynaklarını sömürmek suretiyle sebep olacağı toplumsal adaletsizlikten
daha fazla bir toplumsal adaletsizliğe yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığından faizin
ekonomik faaliyetlerimiz kapsamında yeri olmaması gerekmektedir. Bununla birlikte,
kurumsal seviyede tasarrufların artırılmasını ve bunların yeniden yatırıma
dönüştürülmesini sağlamak üzere tasarruf sahibini ekonomik açıdan ödünç vermeye
teşvik edecek yeni ekonomik model, kavram ve kurumların geliştirilmesi
gerekmektedir.
6.2. Güçlü Ordu
Güçlü bir ekonomiye sahip olan bir devletin medeniyetini tahkim edebilmesi için güçlü bir
orduya ihtiyacı vardır. Hiç bir güçlü devlet yoktur ki varlığına karşı olan tehlikeleri, güçlü
ordusuyla caydıramamış olsun. Bu açıdan bakıldığında bu devletin, inşa etmekte olduğu
medeniyete yönelik dünyanın herhangi bir noktasından herhangi bir askeri bir tehdit
yöneldiğinde, bu tehdidi bertaraf edebilecek kapasiteye sahip bir ordusunun olması
gerekmektedir.
Page 27
26
6.3. Güçlü Yönetim Sistemi
Güçlü bir yönetim sistem, güçlü bir devlet olmanın bir diğer on şartıdır. Yönetim sistemi,
siyasal düzeni ve hem de idari düzeni belirleyen temel sistemdir. İstikrar ise bu yönetim
sisteminin bir sonucudur. Bu açıdan bakıldığında siyasi ve idari açıdan güçlü olan toplumların
medeniyet inşası yolundaki katkıları tartışılmazdır. Bu yönetim sisteminin medeniyet
havzasının tamamının ilham kaynağı olması gerekmektedir. Bu çerçevede hem siyasal sistemin
ve hem de idari yönetim usulünün medeniyet havzamıza yon vermesi gerekmektedir. Bu
minvalde kamusal hizmet yürüten tüm kurum ve kuruluşların bu büyük misyon doğrultusunda
yeniden yapılandırılmaları gerekmektedir.