Top Banner
MUQADDEMÂT (Ulûm el-Hikme Okul’u) (Ders Notlar’ı) Medenî Düşünce Tarihi (MDT) Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III 4. Bölüm: Kapılar’da Seyr etmek (Mekân’ın 4. Buud’u) (Ders Notlar’ı) Ulûm el-Hikme Okul’u 2010-2016 İnternet : http://www.ulumelhikme.net 1. Muqaddime: Dilbilim ve Dil Felsefe’si 2. Muqaddime: Qur’ân İlimler’i 3. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i I 4. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i II 5. Muqaddime: Müslüman Düşünce Târih’i 6. Muqaddime: Genel Düşünce Târih’i 7. Muqaddime: Bilim Târih’i ve Bilim Felsefe’si
131

Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Sep 13, 2018

Download

Documents

vothu
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

MUQADDEMÂT

(Ulûm el-Hikme Okul’u)

(Ders Notlar’ı)

Medenî Düşünce Tarihi (MDT)

Medeniyet Târih’i

Medine’nin Kapılar’ı III

4. Bölüm: Kapılar’da Seyr etmek

(Mekân’ın 4. Buud’u)

(Ders Notlar’ı)

Ulûm el-Hikme Okul’u 2010-2016

İnternet : http://www.ulumelhikme.net

1. Muqaddime: Dilbilim ve Dil Felsefe’si 2. Muqaddime: Qur’ân İlimler’i 3. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i I 4. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i II

5. Muqaddime: Müslüman Düşünce Târih’i 6. Muqaddime: Genel Düşünce Târih’i 7. Muqaddime: Bilim Târih’i ve Bilim Felsefe’si

Page 2: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

2

İÇİNDEKİLER Giriş

4 . B ö l ü m : K a p ı l a r ’ d a S e y r ( e t m e k )

I-Urfa/Medinetü’l-Enbiyâ

İbrâhim Halîl Sofra’sı/Sıla-i Rahîm Miras’ı (Yazılı Sunum)

İbrâhim Halîl Sofra’sı/Sıla-i Rahîm Miras’ı (Şifâhî Sunum)

II-Antakya

III-İzmit

IV Konya

V-Kırşehir

VI-Ankara

VII-Maraş

VIIa-Afşin

VIII-Elazığ

IX-Kastamonu

X-Samsun

XI-Sivas

XII-Niksar

XIII-Erbaa

Page 3: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

3

Giriş

2010 Müslüman Düşünce Târihi Dersler’i Bünyesi’ne eklediğimiz Kent Seminerleri’ni sonraki Yıllar’da 6 Aylık Kamp Gezilerimiz Öncesi’nde verdiğimiz Özel Seminerler’le sürdürmüştük. 2014’de başladığımız Yeni Dönem Ulûm el-Hikme Dersler’i Konsepti içinde Kent Dersleri’ni Müstaqil Seminerler olarak ayrıştırarak yeniliyoruz. Bu Çalışma İlk Dönem MDT Bünyesi’nde verilmiş olan Kent Dersleri’nin Özetlenmiş Sunumları’nı topluyor I. Bölümü’nde. Mekke Anlatımı’na Arafat üzerine olan bir hazırlığımız İlâwe edildi. Farqlı Zamanlar’da çalışılmış Qayseri için 2 Kurgusal Mekan Tanıtım’ı da I. Bölüm’e (Külliyeler) eklendi. {1. Bölüm: Medine’nin Kapılar’ı (Kapılar – Qıbleler)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı I II. Bölüm Notları Kamp Seminerleri’nin İlk’i olan Kozaklı’da verdiğimiz Mantıq’ut-Tayr Konuşması’nın 3 Ayrı Versiyonu’nu içeriyor. Bu birden fazla Sunum diğer bazı Çalışmalar’da da görülecektir. Seminer için haızrladığımız Yazılı Metin’e Şifâhî Sunum’da birebir uyulmadığı için 2.bir Tekst, bu Konuşmalar’ın Ses-Kayıt Çözümler’i ile ortaya çıkmış oldu.. Şifâhî Sunum’un , Sunum’u Esnâsı’nda tutulan Notlar’ı olduğunda bir 3. Metin daha oluşmuş bulunuyor. Birini Tercih’le yetinilebilirdi tabi.. Tamamlayıcı Bölümler’in Varlığı, Yazılı ve Şifâhî Anlatımlar’ın kendine Has Avantajlar’ı nedeniyle ikisine de yer vermiş bulunuyoruz. {2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II

III. Bölüm Notları: Kayseri, Gezi Önce’si Teorik Kent Dersleri’nde

konuşulmuştu. Ayrıca Her Kamp Program’ı Öncesi’nde Hareket Noktamız’la İrtibatı’nı arama Uğraşımız, Qayseri Notları’nın daha bir zenginleşmesini sağladı. Bu Konuşmalar’ı da III. Bölüm’e taşıdık. Hunad ve Gülük Külliyeler’i üzerine Faqrlı

bir Kompozisyon ile bir de Misâfir Yazımız yer alıyor burada. {3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II IV. Bölüm Türkiye Sathı’nda yapılmış Geziler’de verilen Kent Seminerleri’nden oluşuyor. İznik, Gezi Öncesi Teorik Kent Dersleri’nde konuşulmuştu. 3.Bölüm’deki İznik Metinleri’ni İlk Bölüm’e taşıdık bu Nedenle.. {4. Bölüm: Kapılar’da Seyr etmek} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı III V. Bölüm’de 3 Yazı yer alıyor. İlki 23 Sene önce 1992’de Fukuyama’nın Meşhur Yazısı’nın Çevirisi için Edisyon’un isteği üzerine aldığımız bir Kritik’den oluşuyor. Diğer 2 Röportaj’ın İlki 2003 diğeri 2011 Seneler’ine ait. İlkini Küresel Roma, 2.sini Küresel Medine Mülakât’ı olarak farqedenlerin farqedebileceği bir Münsabet’le bu Derleme içinde korumuş oluyoruz. {5. Bölüm: Mekan’da Son/Zaman’da Buudlar (Tarih’in Sonu mu/Satırarası Notlar’la Okuma, Küresel Roma Mülaqat’ı, Küresel Medine Mülaqat’ı} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı IV

Page 4: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

4

IV. BÖLÜM KAPILAR’DA SEYR ETMEK

Page 5: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

5

URFA MEDİNET’UL-ENBİYÂ İbrâhim Halîl Sofra’sı / Sıla-i Rahîm Miras’ı

Yazılı Sunum1:

Âdem’in Çocukları’yız.2 Babamız’ı Merâk ederiz, Kardeşlerimiz’i Merâk ederiz, hem Merâk hem Özlem…Firâq Ağır gelmeye başlar, Hicrân çöker üzerimiz’e.. ‘İçimiz’deki Kuş’un Sesi’ni3 duyarız, belki Kuşcu’nu Sesi’ni4.. Güneş Gurub’ta

batıyorsa ‘Hilâl doğsun içindir’ der bir başka Ses5.. Azığımız’ı kor Sefer Tası’na, Baba Yurdu’na Sefer’e koyuluruz. Azık Yol içindir sadece, Baba Ekmeği’ni özlemişizdir. Sefer Tası’nda Azığımız, Çıkımız’da Mushâf-ı Şerif.. Mushaf’ta ne varsa Suhûf-i İbrâhim’den6 kalma, biliriz.. ’İki Dünyâ Hasene’si 7, Zü’l-Cenâheyn Kuşlar..

Ateş’i Serin eden8 Fırat’ın-Dicle’nin suladığı Cennet’teyiz. Sofra’nın9 Tenwir’i için İbrâhim’in Baba Yurdu’ndayız, Urfa’da, Harran’da.. İbrâhim Ka’be’nin Konuğu olacaktır10, biz Baba Evi’nde İbrâhim’in11. Fırat sularsa Toprakları’nı, Cennet eder Zârisi’ne . Andolsun Zariyât’a12.. Saffât Okuması’nı13 tamamlıyor Neffâsât14, Haset’in Ateşi’ni15 söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u16.. Ateş’e yakışansa Tenwir’in Meşâlesi’ni tutuşturmak17.. Tenwir’in Ateş’i düşmüşse İbrâhim’in Yüreği’ne, artık

kalamaz buralarda, ‘Selâm’ der çeker gider Cenûb’a. Otağı’nı kâh Qudüs’te kuracak, kâh Ka’be’’de İbrâhim, kâh Mısır’a Yol alacak … İbrâhim diyar diyar yakacak Kamp Ateşi’ni.. Kamp’ın Çevresi’nde toplayacak, haşr’edecek Uşakları’nı, Kamp’ın Ateşi’nden seslenecek Allâh Mûsâ’ya..

1 29 Ekim 2009 Urfa 2 07/el-A’râf 26 3 Mantıqu’t-Tayr 4 02/el-Baqara 260 5 Safahât Şair’i 6 87/el-A’lâ 19 7 02/el-Baqara 201 8 21/el-Enbiyâ 69 9 05/el-Mâide 111 10 22/el-Hacc 27 11 Dayf-ı İbâhîm 12 51/ez-Zâriyât 1 13 28 Ekim 2009 Çarşamba. Tertil IX./Saffat Sûre’si III.Bölüm’ü (75-82/Nuh) okuyoruz Yolculuk

Önce’si. Sadaqa’llâhu’l-Azîm dediğimiz Nokta, Nûh’un Şiası’ndan İbrâhim Durağı..(83-113). ‘Yetişir bu

kadar, şimdi İbrahim’e Uçma Waqt’i ey Qâri, Kâfi bu kadar.’ ‘Rabbu’l-Meşârıq’a (5.Âyet) Geceleyin

Yolculuk var. Yewm-i Ziynet Sabahı’nda Metruk Harran’dan Selâm ediyoruz. 14 113/el-Felâq 4 15 114/el-Felâq 5 16 Ağızları’yla Nûr söndürmek isteyenlerin aksine.. 17 20/TaHâ 10

Page 6: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

6

Ekinsiz Wâdi’ye bırakacak Hacer’ini, İsmâil’ini… Fırat Zemzem’e bürünüp

fışkıracak Çöl’ün Ortası’ndan.. İnsanlar Su’ya koşacaklar, yâni Âb-ı Hayât’a… Su’ya kanacaklar, Su söndürecek Ateşleri’ni.. Halil, Ka’be’ye Konuk’tur, Evsahibi olur, Ehl’ullallâh’ı buraya çağırır, yâni Kuşlar’ı.. 2.Bâni’si olduğu Ka’be’ye.. İbrâhim’in Çadırı’nda Herkes’e yer var. Ehli’nden olmak, Konuğu bulunmak için Halîl’in Toprakları’nı arıyoruz, Urfa’da haşroluyoruz bu kez. Qaside-i Su’ya18 kanmak, banmak, yunmak için. Qudüs’e, Mekke’ye akmak için. İbrâhim’le bir Millet çıkmaktadır Târih Sahnesi’ne: Millet-i İbrâhim.. Neyi İzâfe ederseniz İbrâhim’e, Ata’dan kalan Miras gibi Öz Malınız olarak döner size… Sıla-ı Rahîm’dir İbrâhim Milleti’nin yaptığını, İshâq’ın Çocuklar’ı da, İsmâil’in Çocuklar’ı da bu Pota’da erir; Ümmet-i Muhammed’i mi birleştirmete yetecekmiş Ab-Raham (Ebû Rahîm). İbrâhim’e Salât eden, ‘Âl-i’ne Bereketler bahş’eden

Mewlâ ‘Milliyeti’ni İslâm19 bilenler arasında Ülfet yaratmaya Muqtedir’dir, Demokratik Açılım’ın tosladığı Tezlim’in Fecr-i Kâzibi’ni inşa’llâh Fecr’-i Sâdıq’ın

Tenwir’i kaplayacaktır. Sınırlar yıkılacak, Paryalar’ın Prangalar’ı sökülecek, Tutuk Diller’deki Uqte çözülecek, ibrâhim’in Konuklar’ı Sofra’da Yeri’ni alacaktır. Gelmekte olan’ı görmüyor musunuz?.. Urfa’nın, Harran’ın Otelleri’nde Konuk’sunuz. Nûr’u risâleştiren Usta, ‘Ateş’e bu kadar yaklaşmışken ona düşer

yanarım, Aşk’ın Ateşi’nin neliğine Hayât’ım Şâhid olur ‘ dercesine Urfa’nın Otelleri’nde Can verdi. İbrâhim’in Çağrı’sına İcâbet’le, İbrâhim’in Ağuşu’nda yatan bir Saîd Adam Anıt’ı oldu çıktı. Urfa’nın Oteller’inde o Ses’i duyar Nefs’i Mülhime olanlar: ‘Ümitwâr olunuz, şu İstikbal Âlem’i içinde en Gür Sâdâ, İslâm’ın Sadâ’sı olacaktır.’

‘Öksüz Yapı Usta’da kalmayacak, Çıraklar utanmayacaktır.’ Sıra’daki Geceler bu Sadâ’nın Türküsü’nü çığıracaklardır Fecr’in Matlaı’na

kadar. -Dayf-ı İbrâhim’den bahs’eder yer yer Kelâm-i İlâhî.. Cennet Waraqları’nı Qudüs’te, Mekke’de neşr’eder İbrâhim. -Melekler iner İbrâhim’e,Secde ettikler’i Adem’in Oğlu’na. Konukları’na Arz’ın Semerâtı’nı İkrâm edecektir İbrâhim, Melekler Semâwî Sofra’yı sererler ona. -Sofra’da ne yoktur ki.. İshâq’tan Îsâ’ya İmâmlar vardır Zürriyeti’nden orada..

18 Su’yun Başı’nda bizi bekliyor Fûzulî’yi. Yüreği yanmışlar’a, Yanık İbrâhimler’e ‘Qasidesi’ni

sunmak için. 19 Safahât’a Gönderme.

Ekinsiz Wâdi’ye bırakacak

Hacer’ini, İsmâil’ini… Fırat

Zemzem’e bürünüp

fışkıracak Çöl’ün

Ortası’ndan.. İnsanlar Su’ya

koşacaklar, yâni Âb-ı

Hayât’a… Su’ya kanacaklar,

Su söndürecek Ateşleri’ni..

Halil, Ka’be’ye Konuk’tur,

Evsahibi olur, Ehl’ullallâh’ı

buraya çağırır, yâni

Kuşlar’ı.. 2.Bâni’si olduğu

Ka’be’ye..

Page 7: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

7

İbrâhim’in Çocuklar’ı Zeytûn Diyârı’nda İbrâhim Sofrası’nı isterler Îsa’dan..

Allâh İbrâhim’i Halîl edinmiştir, Îsâ Hawâriler’i Ensâr.. Mesih ‘İnsan sadece Ekmek’le yaşamaz’ der, Mâide’yi Tebşir eder onlara.. Taş’tan (Hacer’den) Ekmeği’ni çıkarır Halîl.. -İsmâil’in Ewlâd’ı Ahmed’e İnzâl olur Sofra.. -Sofra’nın indiği Gün Qıyâmet’e dek Bayram bize.. Sofra (Mâide) Qıyâmet’e kadar Açık, Konukları’nı bekliyor.

(İBRÂHİM HALÎL SOFRA’SI) (SILÂ-İ RAHÎM MİRAS’I) Sözlü Sunum:20

“İbrâhim Halîl” Tamlaması’nı Tercih ettik (Halîl İbrahim diye de tanınır). Halil İbrâhim deyince “Halîlu’llâh”taki, Allâh’ın Halil’i olma Durum’u Ön Plan’a çıkarılmış oluyor. Ancak İbrâhim Halil, İbrâhim Milleti’nden Oluş’u, onu Halîl/Dost/Arkadaş edinmeyi İmâ ediyor. Gerçekten de İbrâhim, Tek Başı’na bir Ümmet’tir. Urfa’da ondan başka Peygamber’e Nisbet edilen bir Yer olmasa dâhi, o Tek Başı’na buraya, “Medinet’ül-Enbiyâ” demeyi Haqq ettirir.

Medinet’ün-Nebi’ye Atıf’la, Medinet’ül-Enbiyâ diye Tesmiye ettiğimiz Şehr’e, Urfa’ya geldik. Şurası bir Haqiqât ki, tek Kesin Peygamber Qabr’i Hz.Peygamber’e aittir. O halde Urfa’da veya başka bir Yer’de olduğu öne sürülen

Peygamber Qabirler’i, birer Maqam olmanın Ötesine geçme Kesinliği’nde hep Şühpeli kalacaktır. Qudüs’te Dâwûd’a ait olduğu söylenen Mezar da Şüpheli’dir. Diğer Maqamlar’ı İhyâ ettiğimiz gibi, Dâwûd Maqamı’nı da Hürmet’le koruduk. Bugün İsrâil’le aramızda Sorunlu bir Yer olarak durmaktadır.

Mûsâ, Moab Bölgesi’nde bir Yer’de Wefât etti. Yine belli bir Qabir yok. Qabirler’in bilinmeyişi, sadece Târih’in Karanlığı’nda kalmakla ilgili değil. Peygamber ve sâir Önderler için yapılan Maqamlar’ı, Qabir zannetmekle de Belirsizlik ve Şüphe artırılmış oluyor. O halde “Peygamber Mezar’ı” diye Şöhret bulmuş Yerler’in birer Maqam, Hatıra’sı için birer Anı Yeri olarak İhdâs edilmiş “Sembolik Mezar” olduğu Qabul edilebilir. Tabi Heykel’in yerine, bu tür Hatıra Mezarlar’ın yapılmış olması, son Derece Anlamlı’dır. Demek ki Urfa, Peygamber Mezarlar’ı, yani Maqamlar’ı ile Dolu bir Şehir. Yine de bu Durum “Urfa ve Enbiyâ”

arasında kurduğumuz İlişki’ye bir Zarar vermez. Buradaki Menqıbeler’den sâdece İbrâhim Peygamber’inki (ile Eyyûb) Haqiqât taşıyor görünse bile, “Enbiyâ” Bağlantısı için Yeterli’dir.

Mûsâ Kuyu’su da böyledir. İstanbul’da Yûşâ Tepe’si de öyle. Mûsâ ve yanındaki Genç, Yûşa, hem İstanbul’da, hem Urfa’da Hatırâtları’yla Yer buluyor. Wâqıa Mısır belli, Medyen belli iken, Qıssalar’ın değişik Bölgeler’de yeniden yaşanması ve canlandırılması, Hâtıra’yı Canlı kılmaktadır. Şuayb ve Medyen’le İlgili olması gereken “Mûsâ Kuyu’su”, Urfa’da da bulunuyor. Böylece onun üzerine Konuşma Wesile’si doğuyor. Wâqıa belli iken, ve ancak bir Yer’de yaşanmış olması

20 Ekim 2009

Page 8: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

8

Mümkün iken, onun Etrafı’nda tekrar tekrar Yaşanmışlıklar, Hâtıralar ve yeniden

Okumalar yapılabiliyor. Qıssa’nın Çeşitli Okunma Wesileler’i Etrâfı’nda oluşturulan bir Plato doğuyor ve Hikâye dört bir yandan okunuyor. Bir bakıma Minyatür Platolar yapılarak Okuma zenginleştiriliyor.

İbrâhim Tewrat’ta Abram diye geçer. Peygamberlik sonrası Künye’si Ab-raham olur. Arapça’ya İbrâhim diye geçiyor. Ab-raham, Ebû Rahîm, Aqraba olanların Baba’sı Anlamı’na gelir. O, Millet (Din) Kardeşliği Etrâfı’nda oluşan Qawimler’in Babası’dır. Aslında, Millet-i İbrâhim’in Babası’dır. İki Millet’in değil, tek Millet’in Baba’sı. Dinler’in Baba’sı değil, Hanif Din’in Baba’sı. Dünyâ’nın dört bir yanına dağılmış Ewlâdlar’ı Wâsıtası’yla hepsine Halîl olan, hepsinde Sılâ-i Rahîm Haqq’ı olan bir Ata. Belki Sanskritçe’deki B-rahman Topluluk’la da Bağlantı kurulabilir.

Ka’be’yi İnşa ederkenki Duâ’sı, “Rabbim, Soyum’dan Önderler kıl…...

İçlerinden onlara bir Peygamber gönder.. Kitâbı’nı okusunlar”21 idi. Nihâyet “İşte içinizden bir Peygamber geldi… size Kitâb’ı okuyor” 22 Âyetler’i ile, İbrâhim’in Duâ’sı en Son olarak Hz.Peygamber’le gerçekleşiyor. Ka’be ve Etrafı’nda

İbrâhim’den bu yana, 4.000 Yıl’dır, O Ümmi Rasûl’den başka böyle ciddi bir İddia’ya rastlanmamıştır. İbrâhim’in, Tewrat’ta da geçen İsmâil Soy’u ile İlgili bu Duâsı’nın, Mustafa’dan a. başka Açıklama’sı yoktur. İshâqî Yol’dan ise, İsrâiloğulları- Qudüs Peygamberler’i ile- Sâlih Ewlâdlar üzerinden Duâsı’nın yine gerçekleştiğini görürüz.

Allâh, İbrâhim ve Zürriyeti’ni ‘İnsanlar’la bir Rasûl Aracılığı’yla konuşmak için’23 seçmiş, Tercih etmiş (Istesfa-Tafdil). Seçim Allâh’ın.. Bu Seçme’ye İ’tiraz, “neden Ateş’ten-ben’den değil” diye soran Şeytân’ın Durumu’na benzer. İbrâhim Peygamber, Mezopotamya’da, seçilmiş bir Peygamber ve, Seçilmiş Millet’in (Hanif Din’in) Atası’dır.

İbrâhim’in Duâ’sı, “İnananlar’ı benim Soyum’dan kıl” değil, “Önderler’i benim Soyum’dan kıl”dır. Önderlik İbrâhim’in Genetiği’ne-Zürriyyeti’ne Bağlı olsa da,

İnananlar (Âl-i İbrâhim) İnanç üzerinden İbrâhim Milleti’ne bağlanır. Sünnet (Hitan) Geleneği de bu Âile’ye Bağlanış’ın bir Simge’si olarak ilişkilendirilmiştir. Millet-i İbrâhim ve Millet-i Âhar (Öteki Millet) Târih’in Akışı’ndaki 2 Ana Damar’ı Teşkil edecektir artık. Tez olarak, Âdem’in Seçiliş’i gibi seçilmiş bir İbrâhim Millet’i vardır; Karşısı’nda anti-Tez, İblis’in yahut Qâbil’in Soy’u-Millet’i. İbrâhim Milleti’ne düşen Tebliğ’dir. Ni’met verilenler’in, Tafdil edilenler’in üzerine düşen Sorumluluk ve Yük, Millet-i İbrâhim’i de bağlar.

21 02/Baqara 124-131 22 02/Baqara 151 23 42/eş-Şûra 51

İbrâhim, Alegorili

(Teatral, İkili, Mesâni)

konuşan biri idi. Sofra,

Ni’met, Kuzu, Qurbanlık…

Hepsi Zâhiri’nin dışında

öteki Anlamı’yla da

konuşulmalı. Hacc’da

Qurban’da, sâdece

Kavurma’yı

konuşmamalısınız. Mâide

Bağlantılı olarak Qurban

Bayramları’nda bu

Nokta’nın altını çizmek

gerek.

Page 9: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

9

İbrâhim tek başına bir Ümmet idi. Ümm, Ana, Esas oluş İbrâhim Milleti’ne

düşer. Öyleyse Tebliğ’in Asl’ı, Ana’sı, Tez olarak geleni, Dâ’wet’in Sâhib’i Müslümanlar’dır. İbrâhim Milleti’nden oluş, İmâmlar, Önderler oluş’u veya, Ümm-Ana-Esas oluşu, Esaslı oluşu gerektirir.

“Keşke Dünyâ’da iken Fülan’ı kendime Halîl (Dost-Arkadaş) edinmese idim”24

diye Pişmanlık duyan kimse’nin Dost’u, Şeytân olarak da kurgulanır. Ama Şeytân, Şerr İnsanlar’dan da olabilir. Sapma’ya Wesile olacak biriyle yapılan Yoldaşlık, onu Halîl-Dost-Önder edinmesi Neticesi’nde, bu Pişmanlık duyulacak. Öyleyse, kimi Halîl edinmelidir? Kendi Milleti’nden birini, kendi Annesi’ni (Ümm-Ümmet) Halil edinmelidir.

Başkaları’nın Arsası’na Ev dikme

Kendi İşi’ni yap, Yabancı’nın İşi’ni yapma

Yabancı kim? Senin Toprak Özlü Beden’in

Ki onun uğruna tasalanır durursun . (Mewlânâ) Millet-i İbrâhim’deniz. Mü’minler birbirlerinin Welisi’dirler. Kâfirler’i Weli

edinmezler (Weli’nin, Welâyet-Yönetici- Egemen Anlamı’yla düşünüldüğünde,

Kâfirler’i, İşler’i yürüten bir Efendi İttihaz etmezler). Ümmet-i Wâhide’yi, yâni İbrâhim Ümmeti’nin Te’lifi’ni gerçekleştirmek, hep Halîllik Gereği’dir. İbrâhim’in Halîlliği’nde, Dayf-ı İbrâhim olmalı, onun Misafirliği’ne, Sofra’ya herkes katılmalı. Öyleyse, “İbrâhim Halîl Sofra’sı”, Qur’ân Bağlantılı bir kavramlaştırmadır.

İbrâhim’in Son Ewlâd’ı, “Mâide” ile (Sofra’yı/Wahiy Ni’meti’ni) tamamlıyor. Öteki Ewlâdı’nın Son Peygamber’i, İsâ ise, Sofra’nın (Wahy’in yeniden Nüzul’u ve İbrâhim Ewlâdı’nın Dirilişi’nin) tekrar inip inmeyeceği Sorusu’na Muhâtab olmuştu. İsâ, ‘Evet’ dedi. “inecek ve o Gün inananlar için Qıyâmet’e kadar bir Bayram Günü’dür”.25 Mâide 3 ile Sofra ve Wahiy, 632’de Qurban Bayramı’nda Hac Esnâsı’nda tamamlandı.

Gökten İnen Sofra’nın Aşçı’sı İbrâhim. Buyurun, Mâide’i-Qur’ân’a, Qur’ân Ziyâfeti’ne. Bu

Sofra’ya oturmakla İbrâhim’i Halîl Qabul etmiş oluyoruz, Dayf-ı (Ziyâfet) İbrâhim’e oturmuş oluyoruz. Millet-i İbrâhim, Öteki (Âhar) Millet’i bu Sofra’ya Misâfir olarak Dâ’wet eder. Onlar için açılan bir Sofra’dır. İnsanlar’ı Lâyık oldukları Yer’de, Temiz Yiyecekler’le Dolu Sofra’ya çağırmak, onları Ülfet’e, İyilik’te yardımlaşmak için Te’lif’e Dâwet etmektir.

O halde Muhammed Ümmet’i, “Ümmet-i İcâbet”tir. Diğerler’i Ümmet-i Dâ’wet. Urfa, Dâwet’in sergilendiği bir Plato olmalı. Yoksa, Dinler’in Diyalog’u Ad’ı altında 3

24 25/el-Furqân 28 25 05/el-Mâide 114

Millet-i İbrâhim ve Millet-i Âhar (Öteki

Millet) Târih’in Akışı’ndaki 2 Ana

Damar’ı Teşkil edecektir artık. Tez olarak,

Âdem’in Seçiliş’i gibi seçilmiş bir İbrâhim

Millet’i vardır; Karşısı’nda anti-Tez,

İblis’in yahut Qâbil’in Soy’u-Millet’i. İbrâhim

Milleti’ne düşen Tebliğ’dir. Ni’met

verilenler’in, Tafdil edilenler’in üzerine

düşen Sorumluluk ve Yük, Millet-i İbrâhim’i de

bağlar.

Page 10: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

10

Din’in Plato’su olamaz. Zillet’le Dâ’wet olmaz. Başkaları bu Maqam’da,

Müslümanlar’ın Konukları’dır. Misâfirlerimiz dinlerlerse, “daha Büyük Soframız var” deriz. Millet-i İbrâhim’e Dâ’wet ederiz. Bu Diyalog’a Çağrı değil, Müslümanlığa Çağrı’dır. Ama Urfa ile ilgili bu Vizyon’a Sâhip olmayanlar, diğer Şehirlerimiz’de olduğu gibi, Yanlış Kurgulamalar’la, Yanlış Platformlar’da Yanlış Çorbalar ve Sofralar’la, Urfa’nın Plato Değeri’ni Hebâ ediyorlar.

Urfa, İbrâhim’in Doğum ve İlk Peygamberlik Yaşantıları’nın olduğu Başlangıç Bölümleri’ni İhtiwâ eder. Qudüs’te, Mısır’da İbrâhim Peygamber’in Dâ’wet Tohumları’nı attığı Yerler vardır. Hayâtı’nın Hitâm’ı Mekke’ye Ziyâret’ten sonra oluyor. Biyolojik Yaşamı’nın sonlarını geçirdiği Yer’de Nihâi Peygamberliği de (Muhammed ile) orada bitecektir.

Mewlîd-i Halîl Şehr’i. Dâ’wet’in başladığı, Sofra’nın ilk kurulduğu Şehir. İbrâhim’in Halîlliği’nin Başlangıç Kısm’ı Urfa’da, Gelişim’i Qudüs’te ve Nihâyet’i

Mekke’dedir. İbrâhim, Sofrası’nı 4 Yer’de açmış: (tabi ki her Yer’de “Dayf-ı İbrâhim” açılmış, ama bu 4 Yer önemli) Mezopotamya, Qudüs, Mısır ve Mekke, ya da, Tîn- Zeytûn (Sion)-Tûr-i Sina (Mısır)- ve hâze’l Beledi’l-Emîn (Mekke). “Kamp’tan Kamp’a” dolaşmış, Kamp Ateşi’ni yakmış, Sofra’ya Dâwet etmiş,

Kuzuları’nı kesmiş… Kuzuları’nı Ziyâfet’e verirken, “Asıl Qurban, sizin kendinizi Qurban etmenizdir. Zıbhu’l-Azîm olmanızdır” diyerek Göksel Qurbanlık’tan, Nebîler’in, Sıddıqlar’ın, Şehidler’in Zıbhu’l-Azîm olarak kendini Qurbanlık-Fedâ edişlerinden, edecek oluşları’ndan bahs’etmiştir. İbrâhim’in Sâlih Ewlâdlar’ı üzerinden Allâh’ın Ahd’i gerçekleşecektir.

İbrâhim, Alegorili (Teatral, İkili, Mesâni) konuşan biri idi. Sofra, Ni’met, Kuzu, Qurbanlık… Hepsi Zâhiri’nin dışında öteki Anlamı’yla da konuşulmalı. Hacc’da Qurban’da, sâdece Kavurma’yı konuşmamalısınız. Mâide Bağlantılı olarak Qurban

Bayramları’nda bu Nokta’nın altını çizmek gerek. 4 Yer’den biri Qudüs ve Çevresi’ndeki Zeytin Dağı’dır. Allâh’ın Wahy’i,

Aydınlatıcı bir Kaynak olarak, Doğu’ya da Batı’ya da ait olmayan bir Nûr’u, Nûrun ala Nûr’u, bu hatta ortaya çıkarıyor.26 Ziyâfet ve Sofra’nın ikili Anlamı’nı, Nûr’da da görüyoruz. O yüzden Nûr üstüne Nûr’dur. Bu Nûr ve Aydınlanma, Sofra’yla da Alaqalı. Sofra’ya Zeytin ile başlanmalı. Maddî Boyutu’ndan öte, Düşünsel Boyutu’nda, Zeytin ile, yani Göksel Işık ile aydınlanmalı. Zeytin ile başlamak, Zeytûn Dağı’na gelen Wahiy’le başlamaktır. Bilgi’nin Kaynağı’nda Wahiy ile beslenmektir. Zeytûn’dan, Tîn’den beslenmeyen, ya da, bu Ağaçlar’ın Cennet Waraqları’ndan Taqwâ Elbise’si dikmeyen; Zakkûm’dan beslenir.

Çamur’dan (Tı Harf’i ile, Tıyn) yaratıldık, İncir (Te Harf’i ile, Tiyn) Ağacı’nın Yaprakları’yla örtündük. Tıyn, Tin ile örtülmüştür. Sonra Zeytîn’in Yağı

İlâhî Nûr oldu. Bu Nûr Wahy’in tâ kendisidir. Rabb’in Kelimeler’i, Waraq’al-Cenne’ye yazıldı, Âdem’e verilen 10 Sahife’ye. Sonunda, Tîn ve Zeytûn’a, Nahl (Hurma-Mekke) da eklenmiştir. Ne Doğu’ya ne de Batı’ya ait olmayan İlâhî Nûr, Qudüs Mekke Hattı’nda Wahy’in Aydınlığı’nı ve Göksel Sofra’yı, Tayyib Yiyecekler’le donatmıştır. Bu Hat Wahiy ve Peygamberlik Nûru’yla, Göksel Cennet’in Yeryüzü’ndeki İzdüşüm’ü olmuştur.

26 24/en-Nûr 35

Page 11: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

11

Tîn’e, Zeytîn’e Çağrı, bunların Zâhiri’ne değil, asıl Anlamı’na Çağrı’dır. Bunlar

her iki Anlamı’yla Sofra’nın Gıdaları’dır, ama asıl Anlamı’yla Wahiy, yani, Qur’ân Mâidesi’dir. 27

Sofra’da Su’da olur. Serinletici, Hazmettirici Su. Gök Sofra’sı ve Ziyâfet’i de bunu yapabilmeli. Qur’ân Sofrası’ndan çıkan, serinleyebilmeli. Ferahlık doğmalı.

Sofra’da bir de Nûr vardır. ‘İnsanlar Kandiller’i Sofra’nın-Sedir’in altına koymak için yakmazlar’28 , demişti İsâ. Sofra’daki Nûr, hem Nimetler’i hem de Konuklar’ın Gözleri’ndeki Işığı görmek için Gerekli’dir. Dâ’wetliler’in Gözleri’nde Işık olabilmesi için, Sunum Tarz’ı da çok Önemli.

Tenwir Çalışmalar’ı hiçbir Gölge’yi içinde barındırmamalı. Temiz olmalı. Kandil Işığı’nın Dolab’a konulmaması gibi, İlâhî Nûr’u gölgeleyecek en Ufak bir Leke olmamalı. 29

27 (Not: Qur’ân Maide’si (Ziyâfet’i) isimlendirmesinde pek çok Program yapılıyor. Büyük

Kalabalıklar toplanıyor. Burada yapılanlar da iyi hoş ama, “Ziyafet- Maide- Sofra- Şölen”

Kavramlaştırması’nın Anlam Derinliği’ne ulaşılamazsa, bu Kavramlar Heba edilmiş olur. Bu Programlar,

gerçekten Qur’ân Ziyafet’i olmazsa, bu kadar Önemli Kelime ve Kavramlarımız’ı ucuzlatmış oluruz.) 28 Matta 5/14-15 29 (İbrahim Hâlil Sofrası`ndan nasiplendiklerimizin hepsi çok Lezzetli ama yukarıda alıntıladığım

Cümle "İslâmî Çalışma" Niyetli Gayretler içinde olduğunu söyleyenler Tarafı’ndan çokça Tefekkür

edilmeli. Maideleri’ni bekliyorum. Selamlar. )E.Bayraktar.

4 Yer’den biri Qudüs ve Çevresi’ndeki Zeytin

Dağı’dır. Allâh’ın Wahy’i, Aydınlatıcı bir Kaynak olarak, Doğu’ya da Batı’ya da ait olmayan bir

Nûr’u, Nûrun ala Nûr’u, bu hatta ortaya çıkarıyor. Ziyâfet ve Sofra’nın ikili Anlamı’nı, Nûr’da da

görüyoruz. O yüzden Nûr üstüne Nûr’dur. Bu Nûr ve Aydınlanma, Sofra’yla da Alaqalı. Sofra’ya Zeytin ile başlanmalı. Maddî Boyutu’ndan öte,

Düşünsel Boyutu’nda, Zeytin ile, yani Göksel Işık ile aydınlanmalı. Zeytin ile başlamak, Zeytûn Dağı’na gelen Wahiy’le başlamaktır. Bilgi’nin

Kaynağı’nda Wahiy ile beslenmektir. Zeytûn’dan, Tîn’den beslenmeyen, ya da, bu Ağaçlar’ın Cennet

Waraqları’ndan Taqwâ Elbise’si dikmeyen; Zakkûm’dan beslenir.

Page 12: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

ANTAKYA MESÎH’İN MÜJDE’Sİ30

İskender’in Komutanları’ndan Seleukos’un Asi Nehri Sol Yatağı’nda (Harsı’nda) Dağ ve Irmak arasında yükselttiği Dikdörtken Kent’e Babası’ndan Esin’le verdiği Antiochia Adı’nı Zikr’e gerek duymaz Qur’ân.. Kısa Süre’de Selevkiler’in Payitaht’ı olmayı başarır. Makedon, Helen, Yerli Halq’ından oluşan Qarye Ashâb’ı içinde Yahudiler de Yer alır. Euphorion‘un Başı’na getirildiği bir Büyük Kütüphane’si oldu bir Süre sonra. Qarye, Roma Sivilizasyonu’nun Gelenekeleri’ni içselleştirmeye başladı. Kanalizasyonlar, Defne’den gelen Su Kemerler’i ile İmârı’nı sürdürdü. Gümüş’ten, Bronz’da Paralar’ı oldu. Kısa bir Ermeni Egemenliği, sonra Roma Uydu Dewleti’dir Qarye. Defne’ye dek Yazlıklar’ı,

Villalar’ı vardır İtalyan Kolonisi’nin. Sirk kurulur Ada’ya. Roma Hâkimiyet’i MÖ.69 Zelzele’sinden bir Süre sonra Pompei’nin Qarye’de Girişi’nden sonra Tesis edildi. Roma Eyâlet’i olan Suriye’nin Başşehri’dir artık Qarye. Ashâb İç Savaşlar’da Pompei’ye değil Sezâr’a Yardımcı’dır. 9 Günü’nü burada geçiren Sezar’dan kalma bir Armağan’dır Anfiteatr. Roma’nın Civitas’ı (Medine’si) Roma Zewkleri’ne göre Dizayn edildi İmparatorlar Çağı’nda. Tiyatrolar, Şirk, Hipodrom, Hükümet Binalar’ı.. Mesih’in Gaybubeti’nin Baharı’nda (MS.35) Zilzal’le yıkıldı Kent. İmparatorluğu Önce’si burada bulunan Tiberius’dan Yâdigar genişletilen Surlar. Silpius Kitlesi’nin Wâdi’ye bakan Yamacı’nda St.Petrus'in İbâdet ettiği Kilise-

Mağara vardı. Mağara’nın Ön Yüzü Haçlılar Zamanı’nda Gotik bir Tarz’da örüldü. Bunun Sol Tarafı’ndaki Kaya’da bulunan (Charnion denilen) Kabartma Heykel, Şeh-r’i Veba’ya karşı korumak için yapılmış bir Tılsım. Güney Taraf’ta Habîb en-Neccâr'ın İbâdet’e çekildiği Mağara. Qudüs’e Yakınlığı, Anadolu ve Yunan’a ulaşan Yollar’ın Kavşağı’nda olması Mesih Bağlılar’ı için Çekici kıldı bu Qarye’yi. Hawâriler burada toplandılar, sonra Tabiin.. Roma’nın Qudüs’ü Tahrib’i, II.Mabed’in yıkılmasından sonra en Önemli Üs oldu Mesihî Müjde’ye. Mesihî (Hristiyan) olarak ilk kez burada anıldılar Gentile denen Halq’tan ayrılarak.

Sasanîler Târih Sahnesi’ne çıkıyorlar. Rûmlar’la Hesaplaşma burada da şekillenir. 1.Şapur’un El’i konar Şehr’e (256-260). Ashâb’ı İran İçleri’ne tâ

Cündüşapur’a sürülür. Palmira Emîr’i Odena geri alır. Eş’i Zenobia’yı Esir alıp Roma’ya götüren

Roma çöker tekrar Qarye’nin üzerine. Doğu Roma’nın İran’la Savaşları’nda bir Üst’tür Antakya.

Ashâb-ı Kehf’in Uyku’da olduğu Yüzyıllar’da dışarıda, 300ler’de Metropolitlik, 400ler’de Patriklik Merkezleri’nden biri olarak anılmaktadır Konstantinopol, İskenderiye gibi. 540'ta Enûşirvân Şehr’i alarak yağmaladı, her Taraf’ı Ateş’e verdi, Halqı’nı İran'a sürdü.

30 Yazılı Sunum Nisan 2010

Page 13: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

13

Müjdelenen’i bekleyen Yüzyıllar Kewnî Âyetler’le defalarca sarılır Qarye ve

Ashâb’ı.31 Nûr Çocuk 7 Yaşı’ndayken (577) de Bir Deprem vurmaktadır Antakya’yı. Cebel-i Nûr’da Gâr-ı Hirâ da 610’da tutuşturulan Meşale’nin Işığa bu Aqsâ Medine’ye ulaşamadı. 611-628 arasında tam 17 Yıl Mecûsî İrân’ın Egemenliği altında kaldılar. Suriye’yi geri almak üzere Hareket’e geçen Teslisci Heracleitos

622’de Şehir Surlar’ı önünde Mağlup oldu. 622.. Ahmed a.ın Yesrib’i Medine edindiği Yıllar.. Rûm Sûre’si Mekke’nin Sonları’nda Senewiyye’nin Rûmlar’ı Yengisi’ni gündemleştiriyor Bidi-Sinin içinde Durum’un tersine döneceğini söylüyordu. 628’de Tüm Taraflar bu Gaybî İhbâr’ın gerçekleştiğine Tanıklık ettiler.

Hudeybiye Sonrası’nın Barış Ortamı’nda daha Mekke’nin Feth’i gerçekleşmediği bir Periyod’da Qudüs ve Antakya’nın Mağrûr Sezar’ı Müjdelenen Rasûl’ün Kerîm Mektubu’na yırtıyordu. Çok sürmeyecek, 4 Yıl sonra Ahmed Refîk-i A’lâ’ya kavuşacak ondan 4 Yıl sonra Ömer’in Elçiler’i Qudüs ve Antakya’ya Savaşsız bir Gâlibiyet’le gireceklerdi. 636 Yermuk Savaşı’nda Doğu Roma Müslüman Hâkimiyet’i önünde Diz çöktü. Ebû Ubeyde ibnu Cerrah

İdâresi’ndeki Quwwetler Tarafı’ndan kuşatıldı. Kuşatma Uzun sürdü, Hz. Ömer'in Tawsiye’si üzerine Şehr’e Zarar verilmemek Maqsadı’yla çatışmaya girilmedi.

YâSîn Sûresi’nin Antakya’nın Hikâyesi’ni anlattığı Yıllar’a Yakın bir Periyod’da Müslüman olan Ömer’in Rasûl-i Ekrem’e verdiği Destek Öne-mi’nde bir Destek’ti Neccâr’ın Habîbi’nin gösterdiği.. Mezar’ı ortaya çıkarıldı, Türbe ve Camii ile donatıldı Aqsa’l-Medine’den koşup gelen Müjdelenmiş Peygamber’in Elçileri’nce.. Her 2 Peygamber’in Elçiler’i de Elçiler’in Wefâtı’ndan sonra Qarye’ye Ayak basabildiler. Ümeyye Oğullar’ı Şam’da yükselttiler İqtidarları’nı.. Antakya’nın

Hinterland’ı şimdi. Şam şimdi Qureyş’i temsilen Roma’yla Savaş’ın Bayraktarı’dır. Ashâb-ı Qarye’de Nufus Hareketlilikler’i oldu, ayrılanlar, yeni İskânlar… Bağdâd’ın Antakya’sı Kilikya’nın Başkenti’dir. Me’mûn ve Mu’tasım Zamanları’ndan beri Qarye Türk İdâreciler’le tanışmıştır. Ahmed ibnu Tulun’dan İhşidîler’e dek. Şehr’in Hâfızası’nda Türkçe’sin Ses’i 1200 Yıllık. 944’de Yalan Dünyâ İqtidarı’nın Bölge’deki Ad’ı Hamdânoğulları'ndan Ebu’l-Ali Hasan (Seyfü’d-Dewle)’dir. Doğu Roma’nın Sasanîler’den beri Yüzlerce

31 Ada 458 Zelzelesi’nde yıkılmış ve terkedilmişti.

525'te yandı, 526'da Deprem’le sarsıldı. 528'de Büyük bir Zelzele’ye daha Mâruz kaldı: Halq’ın

Çoğu öldü. Şehir Tamamı’yla harap oldu.

542’de Veba Salgın’ı, 551, 557 de Depremler Şehr’i sarstı.

Kutsal Kitablar’ın Sembolik Dili’nde bu Kutsal Yağ, Nûr’u Doğu’ya da Batı’ya da Nisbet edilemeyen Mübârek Zeytûn’u (Zeytin’in Yağı) İşâret eder. Burada hem Tayyib Rızıq (Wahiy Nimet’i) olarak Meyve’ye hem de Wahy’in Işığı’nı yakan “Yağ”a Nisbet’le Nübüwwet’i Temsil eden bir Sembolizm vardır. Qudüs ve Zeytin Dağı Etrâfı’ndaki İsrâiloğulları Peygamberleri’nin Wahiy’le Bağlantı’sı bu Sembolik Dil üzerinden kurulmuştur. 95/et-Tin Sûresi’nde bahsedilen Orta

Dünyâ’nın Nübüwwet Zincir’i, Tûr-i Sinâ’da Mûsâ ile; Zeytûn

Dağı’nda Qudüs Peygamberler’i ile; yine aynı Hat üzerindeki Harran ile Mekke ile bir Dewâmlılık gösterir.

Page 14: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

14

Yıllık Antakya üzerindeki Sewdâ’sı dinmeyecektir. İmparator II.Nikephoros

Phokas Suriye'ye açtığı bir Sefer sırası’nda 968'de Şehr’i almayı başardı. O’nun yeri’ne geçen ve Faaliyetleri’ni Suriye ve Filistin'e kadar uzatan Jean Tzimiskes Antakya Kalesi'ni Tahkim ettirdi. Şehir 1084 e kadar bir Yüzyıl’dan fazla Bizans Hâkimiyeti’nde kaldı. Pavlos’un Teslisi’ne Teslim bir İqtidar’ın Antakya’sı. Bizanslılar’ından Ticârî İmtiyaz tanıdığı Batı Roma’nın Venedikli Tüccârlar’ı da Antakya'dadırlar. Ve Batı Roma’nın Uşakları’nı Proveke eden Papa Urban 1095’de Emelleri’ne Nâil olur. 200 Yıl sürecek Haçlı Seferler’i Start alır Avrupa’dan. Doğu Roma’nın Antakya’ya olan Planları’nda artık Hesab’a katması kaçınılmaz olan Güç Selçuklular’dır. Büyük Malazgirt Bozgunu’ndan 5 Yıl sonra Kutalmışoğlu Süleymân Şah Tarafı’ndan Antakya’daki Teslis Qal’a’sı kuşatılır. Bizans Adı’na Ermeni Philaretos Brachamios’un İdâresi’ndeki Antakya, Musul

Ukaylî Emîr’i Şerefü’d-Dewle Müslim'e Harç ödemektedir. Maraş, Urfa, Malatya’yı içine alan bir Müstaqil bir Dewlet gibi’dir Ermeni Yönetim’i.. 12 Aralık 1084'te Kutalmışoğlu Süleymân Şah bu kez Şehr’i El’de etmeyi başardı, bir Müddet direnen Kale 12 Ocak 1085'te düştü. Süleymân Şah’ın Adı’nı bir Kenar’a yazıyoruz. Onu Muhtemel 4.Tenwir Kamp’ı Wesilesi’yle İznik’de Tekrar hatırlayacağız. Şehir Halqı’na İyi davrandı, Mar Cassianus Kilisesi'ni Câmi’ye çevirdi; buna Karşılık 2 Yeni Kilise yapılmak üzere bir Arazi’yi Hıristiyan Halq’a Tahsis etti. Onun Antakya'yı alması üzerine Ukaylî Emîr’i Müslim Hareket’e geçip Antakya üzerine yürüdü ise de yapılan Savaş’ta Mağlûp oldu. 1087’de Melikşah’ın Antakya Emîr’i Yağısıyan’dır. Nizâmiyeler’in Tedris’e başladığı Çağ’ın Antakya’sından Söz ediyoruz. Haçlılar 21 Ekim 1097’de Qarye’nin

Önleri’ne gelmişlerdir. Direniş 3 Haziran 1098’e dek sürer. Firuz’un İhânet’i tüm Dengeler’i alt üst eder ve Haçlılar’ın zapdettiği Qarye’nin Ashâb’ı Kılıç’tan geçirilir. İşgâl’e Kucak açan Cenovalılar ödüllendirilir.32 Arap ve Batı Kaynakları’nda bir “Su Şehri” olarak anılır Kent. Batı ile olan Ticâret’te Önemli bir Mewki’ye Sâhip oldu. Güçlü bir Müslüman Dewleti’nin olmayışı, Siyâsî Parçalanma Bizanslılar'ın ve Haçlılar'ın Uzun Süre buraya Hâkim olmalarını sağladı. Moğollar 1258’de Bağdâd’ı yıktılar, yani Abbâsîler’i.. Moğol İstilâ’sı sırası’nda herhangi bir Saldırı’ya uğramadı, Moğollar'ın Korkusu’ndan Şehr’e birçok Hıristiyan ve Müslüman sığındı, Nüfus Artış gösterdi. Haçlılar Antakya'yı bir Prenslik Hâli’ne getirerek Rober Guiscard'ın Oğlu Bohemund'a verdiler.

Bağdâd’ın Yeri’ni Siyâsi Güç olarak Mısır’da Memluklar aldı. Bizans’ın İmparotorlar’ı 1204-1261 arasında Kostantiniye’yi Haçlılar’a bırakıp İznik’e çekilmişlerdi.

1268'e dek Antakya’ya birçok Haçlı Sülâle’si hükm’etti. Bu Târih’te, Kuzey Suriye'deki Hıristiyan Hâkimiyeti’ne Son veren Memlûk Sultan’ı Baybars, Antakya'yı Kuşatma altı’na aldı. 18 Mayıs 1268'de yapılan bir Genel Hücum Sonu’nda Surlar’dan içeri girildi.33 Büyük Tahribât oldu. Şehr’in Batı Dünyâsı’nın

32 30 kadar Ev, bir Kilise, bir Çeşme. 33 Şehir Mücâdele ile alındığı için yağmaya İzin verildi, ayrıca vaktiyle Haçlılar'ın yaptığı gibi

Halq’ın çoğu Kılıç’tan geçirildi, bir kısmı Esir alındı. Şehir Ateş’e verildi ve Tahrip edildi. Bundan sonra

Antakya bir daha Eski Şaşaası’na ulaşamadı.

Page 15: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

15

Doğu’daki Önemli bir Siyâsî ve İqtisâdî Merkez’i, Teslis’in yayıldığı Yer.. Baybars

Şehr’in Hıristiyan Dünyâsı’ndaki bu İmajı’nı yıkmıştı. Antakya Suriye Niyâbeti’ni oluşturan Wilâyetler’den Halep Nâibliği’ne

bağlandı. Müslüman Âlemi’nde Halep'e Önem verildi ve Ticâret Yollar’ı burada düğümlenmiş olmasına rağmen Batılılar, Haçlılar'ın Doğu’dan sökülmesinden sonra Memlükler'le Ticâret yaparak İqtisâdî bakımdan kalkındırmamak için Ticâret Yolları’nı Ayaş'tan Anadolu'ya çevirdiler. Baybars yıktığı Şehr’i sonradan Qısmî İmâr etti.34 Eski Antakya'dan ise Sur Kalıntılar’ı, St.Petrus Mağara Kilise’si ve bunun

Solu’nda bulunan Charnion Kabartma Heykeli’nden başka bir Şey kalmamıştır. Konstantin’in Kenti’nin 1453’de Müslüman Payitaht’ı olmasından bir Yarım Yüzyıl sonra Memlüklü Saltanât’ı sona erdi. I. Selim’in Mısır Sefer’i Sırası’nda Osmanlı Egemenliği’ne girdi. Halep Eyâleti’nin Sancak Merkez’i oldu. 1500ler’de Gayr-i Müslim Nüfus’u yoktu. 1838 e ait bir Qayd’a göre Şehr’in Nufus’u 6.000 dir. 1867'de Cewdet Paşa Antakya'da 8775 Müslüman, 1129 gayr-i

Müslim Nüfus’un bulunduğunu yazmış. I.Dünyâ Savaş’ı Sonu’nda 1918 Sonbaharı’nda İngilizler Tarafı’ndan İşgâl edildi, sonra da Fransız İdâresi’ne geçti. 21 Ekim 1921 Ankara Antlaşma’sı ile Fransa İskenderun Sancağı denilen Bölge’ye İdârî Muhtâriyet vermeyi Qabul

etti. Ocak 1937'de Paris ve Ankara'da yapılan Görüşmeler’den sonra 2 Dewlet’in Garantisi’nde Hatay Adı’yla bir Dewlet Teşkil’i kararlaştırıldı. Anayasa’sı Milletler Cemiyeti'nde hazırlandı ve 29 Mayıs 1937'de onaylandı. Türkiye Garantör Sıfatı’yla 5 Temmuz 1938'de Hatay'a Askerî Birlikleri’ni

soktu. 2 Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti Millet Meclisi açılarak Dewlet Başkanlığı’na Tayfur Sökmen seçildi. 23 Haziran 1939'da imzalanan Antlaşma ile Hatay'ın Türkiye'ye katılması kesinleşti, aynı Gün Hatay Millet Meclisi bu Doğrultu’da Qarar aldı ve Bakanlar Kurul’u Yetkileri’ni Hatay Olağan Üstü Temsilci’si Cevat Açıkalın'a dewr’etti ve Varlığı’nı sona erdirdi. Böylece Hatay Wilâyet’i ve onun Merkez’i Antakya Şehr’i Türkiye İdâresi’ne geçti. 1940'ta 28.127 dolayındaki Nüfus’u 1980'de 94.992ye 1985'te 107.821'e yükseldi. Bugün Ashâb’ı Qarye’nin Nufus’u yüzbinlerle İfâde ediliyor. 1985

34 Baybars'ın bir Waqfiye düzenlediği Cündî Hamam’ı Bugün’e geldi. ilk Osmanlı Tahriri’nde yer

alan Câmiler’in Memlükler Zamanı’na ait olması Mümkün’dür.

Orta Dünyâ’nın Doğu’su İçe Doğuş’a/Wicdân’a; Batı’sı ise Metafizik’e/Aql’a Yönelik bir İlâhî İlham’la konuşur. Nübüwwet ise Orta Dünyâ’ya aittir. Dolayısıyla Aqlî Aydınlanma ile Wicdânî Aydınlanma’da Kapalı kalan Hususlar Açığa kavuşsun diye bizzat Wahiy’le Haqiqât Kelâm’a dönüş-müştür. Aql’ın ve Wicdân’ın Önü’ndeki Hicâblar/Perdeler açılarak İlâhî Nûr Âşikâr kılınmıştır.

Page 16: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

16

Sayımı’na göre Nüfus’u 1.002.252. Nüfus Yoğunluğu ise 185'tir. 35

Bugünkü Qarye, Âsi Nehri’nin her iki Yakası’nda ve her Doğrultu’da Yatay ve Dikey bir Şekilde büyüyor. 5603 km2 Genişliği’ndeki Hatay İl’i. Antakya Şehri’nin Merkez olduğu Hatay İl’i, Kuzey’de Adana ve Gaziantep İller’i ile Komşu’; Doğu’da ve Güney’de Suriye Topraklar’ı, Batı’da da Akdeniz Kıyılar’ı ile çevrili. Merkez İlçe’den başka Altınözü, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun. Kırıkhan. Reyhanlı, Samandağı ve Yayladağı Adlı 9 İlçe’si, 25 Bucağı, 383 de Köy’ü var. Diyânet İşleri Başkanlığı'na ait 1989 Yıl’ı İstatistikleri’ne göre Hatay'da İl ve İlçe Merkezleri’nde 176, Kasaba ve Köyler’de ise 497 olmak üzere Toplam 673 Cami vardı.

Aqsa’l-Medeniyet’ten sa’y ederek bu Qarye’ye Yol alıyoruz. 36 Sınırlar artık Suriye içlerine dek Açık.

MESİH’İN MÜJDE’Sİ37

Kuş Dil’i ile kanatlanıp Kuşçu’nun Sofrası’nda Halîl İbrâhîm Ziyâfeti’ne

oturmuştuk. Urfa’ya Denk gelen Tertiller arasında YâSîn II de vardı. Oradaki İşâret bizi Mesih’in Müjde’sine getirdi. İbrâhim’in Zâlim Ewlâdlar’ı, Işığı’nı Zeytin Dağı’ndan ve Meyvesi’nden yağlayan Son İshâqî Peygamber’in Sofrası’na da

gelmemişlerdi. İbrâhim’in Ewlâdlar’ı nereye gidiyordu? İbrâhim’in Dört Bir Yana dağılan Kuşlar’ı nasıl geri gelecek, nasıl dirilecekti? İbrâhim’i Halîl edinenler kalmayacak mıydı? Yoksa Hz.Âdem’den başlayan Arz’a Halife oluş Şeytân’ın Zaferi’yle bitecek ve İnsân Hüsran içinde mi kalacaktı? Kuşlar’ı diriltecek Mâide, Tayyib Yiyecekler’le gelmeyecek miydi?

İşte Mesîh, bu Diriliş’in Müjdesi’ni verdi. “Siz O’nu Meyveleri’nden tanırsınız” diye müjdelediği bu “Mutlu Haber”, Antakya’da da boğulmak istendi. Bugün Yahudiler “5.000 Yıl’dır biz Antakya’dayız”; Hıristiyanlar “İlk Kilisemiz burada” diyerek buradaki Tewhîd’in Sesi’ni kısıyorlar ve yine Müjde’yi Tahrif ediyorlar. Dinler’in Birliği, Kardeşliği, Özgürlüğü Ad’ı altında Urfa’nın, Antakya’nın altını oyan Girişimler’le buradaki Haqlarımız’ı Altın Tepsi içinde Ehl-i Kitâb’a dolayısıyla Küresel Roma’nın Amaçları’na sunuyor içizdeki Sefihler. Buralarda unutulmaması

gereken Rasûller’in ve Mürselîn’in Tewhîd’in Mücâdelesi’dir. Bunları yâd’etmek için Antakya’dayız…

MESİH’İN MÜJDE’Sİ Antakya, Târih Öncesi’ne, Paleolitik Çağlar’a kadar uzanır. Bizi yakından

ilgilendiren Bölüm ise, Târih Sonra’sı, Bilindik Günler’de başlıyor. “Mesîh’in

35 Halil Sahillioğlu/ Türkiye Diyânet Waqfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1991: 3/228-232. 36 18/el-Kehf 77, 83

36/Yâsîn13, 20. 37 Sözlü Sunum

Page 17: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

17

Müjde’si” Başlığı’na Uygun gelecek Şekil’de Antakya’ya yoğunlaşmamızı nereden

başlatabiliriz Sorusu’yla başlayalım. Mesîh ile İlgili bu Târih’i 2.300 Yıl Öncesi’nden başlatsak yeri’dir. Çünkü

Şehirler’in Târih’i Mitolojiler’i, Kurucu İsimler’i ve Felsefeler’i ile de bir çok Sembol’ü barındırır. Antakya için seçtiğimiz bu Târih Kesit’i, Makedonyalı Aleksandır, (Büyük İskender)’de Önemli bir Sembolü’nü buluyor. Büyük İskender, Hoca’sı Aristo’nun İdealleri’ni Ete Kemiğe büründürmüş, ya da küreselleştirmiş bir İsim. O Aristo ki Yunan Aqlı’nın 3 Büyük Temsilcisi’nden biri. ‘Tüm Batı Felsefe’si Târih’i, Aristo ve Eflatun’a düşülmüş bir Dipnot’tan ibaret’tir’ denir.

Böylece biraz sonra Sözü’nü edeceğimiz “Teslis’in” Üç Uqnumu’ndan birini Aristo’da buluyoruz. Antakya üzerinden Grek Dünyâsı’nın bir Sembol’ü Teslis’in bir

Uqnumu’nu Teşkil edecek Şekil’de beliriyor. 2300 Yıllık Teslis’in diğer Uqnum’u Roma’da şekillenmiştir. Antakya Uzun Yıllar bir Roma İqtidârı’nın Şehri’dir. 3.Uqnum ise, Öncekiler’e Mânewî bir Rûh katan Judaik Boyut’tur. Yahudi olmayan Gentiller’e seslenerek İsewî Çağrı, Uqnum’un 3.Ayağı’nı Teşkil ederek Batı Dünyâsı’nda da gördüğümüz “Teslis’i” oluşturuyor. Judeo-Grek ve Romen “Teslis Mitosu’nun” 2.300 Yıllık Antakya Serüveni’nde, Mesîh’in Müjde’si nereye oturmaktadır?

Aristo gibi bir Filozof’un yetiştirdiği Büyük İskender,

İskender’in Önemli bir Komutan’ı Seleikos,

İskender’e atfen kurulmuş Şehirler’den İskenderun ve Antakya…

Aristo Felsefe’yi Mitoloji’nin Sonra’sı olarak tanımlar. Böyle bir Mitoloji’nin İzi’ni Antakya’da sürelim: Selefkîler’in Kurucu’su Seleikos, Zeus’a bir Qurban sunmuştu.

Qurban’ı kapan bir Kartal’ın ardından onu nerde düşürürse orada Dewleti’ni kurmaya Qarar verdi. Kartal Qurbân’ı Antakya’da (Bugünkü Çevrik) düşürmüştü.

Böylece Zeus’a sunulan Qurbân, Antakya’da yerini bulmuş oluyordu. Bu Mitoloji ile benzer bir Şekilde, Âdem Peygamber’in 2 Oğlu’nun Qurbânlar’ı arasında Paralellikler kurabiliriz. Hâbil, Allâh’a Qurbân sunmuştu. Kâbil’in Qurbân’ı ise Şeytân’ın Qabul edebileceği bir Qurbân’dır. Neticede O, Hâbil’i Şeytân’a Qurbân sundu. Zeus, Öteki Tanrı olarak Şeytân olduğuna göre, Seleikos’un Qurbân’ı da Şeytân’adır. Hem Kâbil, hem de Seleikos Qurbân’ı ne yapacaklarını bilememektedirler. 5/el-Mâide 31’de Kâbil’in Qurbanı’nı nasıl gömeceğini bir Karga’dan öğrendiği bildirilir.

Allâh’a Qurbânı’nı sunmayan Şeytân’a sunmuştur. Şeytân’ın Allâh’tan Süre isterkenki Hedef’i ve Zann’ı İnsan’a en Büyük Günah’ı, Kan döktürmeyi, Kardeşi’ni qatl’ettirmeyi başarabileceği üzerine Kurulu’ydu. Bu İsteği’ni Âdem’in Oğulları’ndan

61/es-Saff Sûresi’nin 6. Âyeti’nde Hz. İsâ’nın İncili’nin (Müjdesi’nin) Hz.

Muhammed olduğu bildirilir. O Elleri’ndeki Tewrat-ı Tashih eden ve Kendisinden sonra gelecek olan Nitelikler’i Övülmüş Kişi’yi (Ahmed) Tebşir için gelmiştir. Îsâ bir Tewrat gibi bir Şeriat Kitâb’ı ile gelmedi. O Tewrat’ı Tashih, Tawzih etmek üzere İsrâiloğulları’na yazılan (Kitab olan) Şeriat’ı aynen uyguladı. Allâh ona Kitâb’ı ve Hikmet’i, yani, Tewrat’ı ve İncil’i öğretti.

Page 18: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

18

birinde gerçekleştirdi. Yeryüzü’nde Yararsız ve Anlamsız Şeyler yarattın diyerek

İsyân ediyor ve Toprak’tan, (Çamur’dan, Taş’tan) yaratılan İnsan’ın Kan dökeceğine inanıyordu. Bunu Âdem’in Çocuklar’ı üzerinden başardığında Kâbil Şeytân’a Qurbânı’nı sunmuştu. Selevki Mitosu’nda da bu vardır. Öteki Tanrı Zeus’a, Şeytân’a sunulan Qurban ile Antakya’da İskender’in Komutan’ı Seleikos, Dewleti’ne kavuşmuştur. Bu Qurbânlar Zinciri’nde Habîb-i Neccâr’ı da unutmayacağız. Îsâ a.ın doğduğu Dönem 2.000 Yıl Önce’ye Teqâbül ediyor. Roma Dewlet’i de yaklaşık aynı Dönem’de, Augustos Zamanı’nda İmparatorluğa kavuşmuştur. Bu Dönem’de Antakya, tıpkı Filistin gibi Roma İmparatorluğu’nun Parça’sı olur. Bâbil Sürgünü’nden sonra bir çok Helenistik Bölge’ye yayılmış Şekil’de Yahudi Koloniler’i yaşıyordu. Ege’nin Öteki Yakası’nda var oldukları gibi, Antakya, Kıbrıs, Mısır vb. bir çok yer’de Koloniler oluşturmuşlardı. MÖ.200ler’den itibaren Helenistik Etkiler’e Açık bir şekil’de yaşamışlardı. Bâbil Sürgünü’nden sonraki bu

Dağılmışlık Hâli içinde, İsâ nereye oturmaktadır? Mesîh, İbrânice Meşiyah ile Aqraba bir Kelime. Qur’ân’ın Tercih ettiği Mesîh Kelime’si Özel bir Anlam’ı barındırıyor. Meshetmekle aynı Kök’ten gelen bu Kelime, Kutsal Yağ, Yağı süren/Yağlayan Anlamları’na geliyor. Hz.Îsâ’daki bu Özel Anlam, O’nun Hz. İbrâhim’in Ewlâdları’ndan İshâqî Soy’daki Peygamberler’in Sonuncu’su olmasını İfâde etmektedir. Kutsal Kitablar’ın Sembolik Dili’nde bu Kutsal Yağ, Nûr’u Doğu’ya da Batı’ya da Nisbet edilemeyen Mübârek Zeytûn’u (Zeytin’in Yağı) İşâret eder. Burada hem Tayyib Rızıq (Wahiy Nimet’i) olarak Meyve’ye hem de Wahy’in Işığı’nı yakan “Yağ”a Nisbet’le Nübüwwet’i Temsil eden bir Sembolizm vardır. Qudüs ve Zeytin Dağı Etrâfı’ndaki İsrâiloğulları Peygamberleri’nin Wahiy’le Bağlantı’sı bu Sembolik Dil üzerinden kurulmuştur. 95/et-Tin Sûresi’nde bahsedilen Orta Dünyâ’nın

Nübüwwet Zincir’i, Tûr-i Sinâ’da Mûsâ ile; Zeytûn Dağı’nda Qudüs Peygamberler’i ile; yine aynı Hat üzerindeki Harran ile Mekke ile bir Dewâmlılık gösterir. Orta Dünyâ’nın Doğu’su İçe Doğuş’a/Wicdân’a; Batı’sı ise Metafizik’e/Aql’a Yönelik bir İlâhî İlham’la konuşur. Nübüwwet ise Orta Dünyâ’ya aittir. Dolayısıyla Aqlî Aydınlanma ile Wicdânî Aydınlanma’da Kapalı kalan Hususlar Açığa kavuşsun diye bizzat Wahiy’le Haqiqât Kelâm’a dönüşmüştür. Aql’ın ve Wicdân’ın Önü’ndeki Hicâblar/Perdeler açılarak İlâhî Nûr Âşikâr kılınmıştır. Kelâm Batı Târihi’nde “Logos” olarak anılmıştır. Başlangıç’ta Sözü’nü ettiğimiz “Teslis”in Yunan Ayağı’nda Logos, Judaik Kök’le buluştuğunda “Kelâm”a dönüşmüş ve Îsewî Teslisciliği üzerinden de İsâ’ya dönüşmüştür. Bu Karşılaşmalar, Diyalektikler, Çatışmalar, Etkileşimler bir çok kez gerçekleşmiş ve bunlardan biri de Antakya üzerinden aktarılmıştır.

Hz. Îsâ İshâqî Peygamberler’in Sonuncu’su olarak ve Hz. İbrâhim’in öteki Ewlâd’ı, İshâqîler’in Kardeşler’i olan İsmâil’in Soy’u üzerinden Peygamberliğin Dewâm edeceğini müjdelemek üzere Meşiyah/Mesîh’tir. O İshâqîler’in Son Peygamberi’dir ama Hatem’ün-Nebî değildir. Kutsal Yağ ile Yağlanma (Mesîh) İzleri’ni Yahudi Kralları’nın İqtidar’a Gelişleri’nde görürüz. Daha Öncesi’nde, Mısır’dan Çıkış’ta İsrâiloğullar’ı Kandiller-Şamdanlar yakmışlar, Çöl’ün Karanlığı’ndan, Düşman’dan korunmaya çalışmışlardı. Hz. Mûsâ’dan Hz. Yûsuf’tan kalan Baqıyyeler’i bir Sanduka içinde Qudüs’e varana kadar önünde bu Şamdan olduğu halde Yüzyıllar Boyunca taşımışlardır. Bu Şamdan âdeta Yürüyen Qıbleler’i olmuştur. Ma’bed’in Yapımı’ndan sonra ise Kutsal Yağ’la,

Page 19: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

19

İlâhî Wahiy’le Aydınlanma’yı Temsil eden bu Şamdan, Ma’bed’in içindeki bir Oda’ya

konmuştu. Böylece Qıble de Qudüs olmuştu. Hz. İsâ bu Yağ’la Meshedilmiş-Nübüwwet Nûru’yla Aydınlanmış İshâqîler’in

Son Peygamber’i olarak Mesîh’tir. Ancak onun Müjdelediği İsmâil’in Soyu’ndan Son Peygamber artık İsrâiloğullarıyla Bağlantılı bu Kutsal Yağ Sembolü’yle Alaqalı olmayacaktır. Çünkü o Ümmî bir Peygamber’i müjdelemiş ve Qıble’nin artık Zeytûn Dağı Etrâfı’nda değil, Meryem’in kendisine yaklaştırdığı Hurma Ağacı’nın Beldesi’nde Sukun bulacağını Haber vermiştir. Bu bakımdan Son Peygamber “Mesih” değildir. Zeytûn’la Bağlantı’lı “Son Peygamber’in” (İsrâiloğulları’nın Son Peygamberi’nin) bu Mesihliği’ni Yahudiler Qabul etmeyeceklerdir. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’de gerçekleşecek olan bu Sıçrama’ya da erişemezler. Hz. İsâ’nın Son Peygamber olmadığı ve kendisinden sonra gelecek Peygamber’i Haber verdiği Vurgu’su çok Açık. Tewrat’ta ‘Kardeşleri’nin Soyu’ndan

gelecek’ diye bildirilen Dâwûdî Muzafferiyet’in Waat edildiği “O Peygamber” haqqında Mesîh’in Müjde’si, “Yapıcılar’ın beğenmediği Taş’ın Köşetaş’ı olacağını” böylece Nübüwwet Sarayı’nın Son Tuğlası’nın da konulmasıyla görenleri Hayran bırakan Binâ’nın tamamlanacağı Haberi’ni vermiştir.

61/es-Saff Sûresi’nin 6. Âyeti’nde Hz. İsâ’nın İncili’nin (Müjdesi’nin) Hz. Muhammed olduğu bildirilir. O Elleri’ndeki Tewrat-ı Tashih eden ve Kendisinden sonra gelecek olan Nitelikler’i Övülmüş Kişi’yi (Ahmed) Tebşir için gelmiştir. Îsâ bir Tewrat gibi bir Şeriat Kitâb’ı ile gelmedi. O Tewrat’ı Tashih, Tawzih etmek üzere İsrâiloğulları’na yazılan (Kitab olan) Şeriat’ı aynen uyguladı. Allâh ona Kitâb’ı ve Hikmet’i, yani, Tewrat’ı ve İncil’i öğretti.38 Onun İncili’ndeki (Müjdesi’ndeki) Hikmet, Âl-i İmrân 48’de şöyle Sembolize edilir: “Ben size Rabbiniz’den bir Âyet getirdim. Ben size Çamur’dan Kuş gibi bir Şey yapıp

ona üfleyeceğim, Allâh'ın İzni’yle, hemen Kuş olacaktır; Ana’dan doğma Körler’i, Alacalılar’ı İyi edeceğim; Allâh'ın İzni’yle, Ölüler’i dirilteceğim; Yedikleriniz’i ve Evleriniz’de sakladıklarınızı da size Haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size Delil vardır”.

O, İbrâhim’in Kuşları’nın, Körelmiş, Alacalanmış, Ölmüş Ewlâdları’nın, nasıl dirileceğini, Kardeşler’i İsmâil’in Soyu’ndan kaybolmuş Çocukları’nın İbrâhim’e Halîl olacağını müjdelemiştir. İsâ ne Sebt’i kaldırıp Pazar’ı İhdâs etti, ne Domuz’u Helâl kıldı ne de Şeriat’ı değiştirmeye kalktı. Onun için böyle bir yazılmış, Farz kılınmış39, Kitâb olmuş bir Şeriat waz’etme Durum’u yoktu. Aksine O, İncil’deki Hikmet’i, yani Ahmed’i Tebşir ile geldi. Öyleyse İncil, bir Kitâb’ın Adı’ndan çok, Ahmed’i Tebşir’i İfâde eder,bu Tebşir’i anlatan Sahifeler’dir.

Îsâ’nın 12 Hawâri’si onun Önderler’i, Seçkin Kurmaylar’ı, İş’i beraber götürdüğü Yardımcıları/Ensârı’dır. İnanırlar’ı 12 Kişi’den İbâret değildi. Esası’nda Îsâ da Muhammed’in a. Yardımcısı’dır. Nasıralı Îsâ, Muhammed’e Ensâr oldu. Îsâ ve Muhammed, ikisi de Roma İqtidar Periyodu’nda Peygamber oldular. İkisi de Şimdiki Zaman’ın (el-Yewm), Rûmî Çevrim’in Peygamberleri’dir.

Hz. Îsâ Gaybeti’nden sonra olacaklar haqqında bir Takım Tasarruflar’da bulunmuştu. Bunun için, Simon Petrus’u Hawârîler’inin Başı’na seçti. Simon İsmi’nden Ziyâde Îsâ’nın ona verdiği Künye “Kefas/Kaya-Sahra” Meşhur olmuştur. Kefas’ın Grekçe Karşılığı Petrus olarak verilir. “Sen benim Kilisem’in

38 03/Âl-i İmrân 48 39 (Ke te be/ farz kılmak)

Page 20: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

20

(Cemaatim’in) Baş’ı olacaksın, Kilisem’i Sen’in (Kaya’nın) üzerine kuracağım”

diyerek Îsâ, onu Cemaat’in İmâm’ı seçmişti. Ev’in İlk Taş’ı, Temel’i, Kaya onun Sağlamlığı’nı vurgulamaktadır. “İnananlar’ın İlki olmakla emrolundum” 40 Âyeti’ndeki gibi, İlk olma Kaya gibi Sağlam olmayı İmâ ediyor. Petrus Qudüs’te Cemaat’e Önderlik etti. Ancak hem Romalılar’ın hem de Yahudiler’in Baskılar’ı ve ardından 69 da Mabed’in yıkılmasıyla Dewâm eden Süreç, Misyon Çalışmaları’na Hız vermeye itmişti. Hawâriler’in Dezavantaj’ı şu idi ki, Roma Vatandaş’ı olmadıkları için Heryer’e gitme İmkanlar’ı Sınırlı idi. Erken Dönem’de Roma Vatandaş’ı birisi Cemaat’e katıldığı Zaman bu Wesile’yle dışarı çıkma İmkanlar’ı arttığı için bunu

önemsiyorlardı . Roma Watandaş’ı Pavlus Yıkma Amaçlı katılmıştı ama, mesela yine Roma

Vatandaş’ı Kıbrıslı Barnabas gibi İhtidâlar da vardı. Barnabas, Petrus’un görevlendirmesi ile, Pavlus’u Antakya’ya getirdi. Petrus, Bu İkisini birlikte bazı Misyon Geziler’i için ödevlendirdi. Barnabas yanına Markos’u almıştı, Pavlus ta Luka’yı. 1.Misyon Gezi’si İlk Da’wet Gezileri’dir. Bu Geziler’de Pavlus, kendi Başarısı’na Dikkat çekerek Markos’u bırakmayı önerir. Böylece Luka ile beraber 2 Kişi’ye karşı Barnabas yalnız kalacaktır. Bunun üzerine Barnabas “Sen de iyi Şeyler görmüyorum” der ve Sünnet Geleneği vb.

Konular üzerinde tartışırlar. Bu Durum Petrus’a Şikâyet edilir. Luka “Elçiler’in İşleri”nde; Pavlus ‘Galatyalılar’a Mektubu’nda bu Tartışmalar’ı kendi Zâwiye-leri’nden yansıtırlar. Pavlus Sırası’yla Markos, Barnabas ve Petrus’la Tartışma’ya girmiştir. I. Misyon Gezileri’nden sonra II.Misyon Gezisi’nde Petrus’la da Antakya’da tartışmış. Antakya’da daha sonra Simon Petrus diye anılacak olan Kaya Kilisesi’nde Pavlus’la tartışıyor. Antakya’da bulunduğumuz sırada

bu gezdiğimiz Yer salt Turistik bir Kilise Gezi’si değildir. Bu Ma’bet’te Petrus, Mesîh’in Müjdesi’ni Doğru bir Şekil’de yayarken, Pavlus kendi Müjdesi’ni yayma Gayreti’ne girmişti. Pavlus bu Kayalık’ta, Petrus’suz yürüyeceğini, kendi Kafası’ndaki Îsâ’yı anlatacağını söyleyerek kendi Yolu’nda gitmiştir. Roma Wilâyetleri’nde Pavlus Kilise’yi kendi üzerinden kurdu.

Pavlus’un bu yaptığına düpedüz Anti-Mesîhilik41 denir. Petrus ise Mesîh’in ve Mesîhî Müjde’nin Taraftarı’dır. Petrus’un Etrâfı’ndaki bu Cemaat’e “Mesîhîler” İsm’i ilk defa Antakya’da veriliyor. Petrus, Îsâ gibi, Aramice konuşur, Roma Dili’ne Âşina değil. Yeğen’i Markos’u (Yuhanna), O’nun bu Dış Gezileri’nde Tercüman’ı

40 39/ez-Zümer 12 41 AntiChrist- Deccal

Îsâ’nın 12 Hawâri’si onun Önderler’i, Seçkin Kurmaylar’ı, İş’i beraber götürdüğü Yardımcıları/Ensârı’ dır. İnanırlar’ı 12 Kişi’den İbâret değildi. Esası’nda Îsâ da Muhammed’in a. Yardımcısı’dır. Nasıralı Îsâ, Muhammed’e Ensâr oldu. Îsâ ve Muhammed, ikisi de Roma İqtidar Periyodu’nda Peygamber oldular. İkisi de Şimdiki Zaman’ın (el-Yewm), Rûmî Çevrim’in Peygamberleri’dir.

Page 21: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

21

olarak her Yer’de onunla beraber bulunurken görürüz. Öyleyse Antakya’da da

beraber olmalılar. YâSîn’de geçen İki Elçi bunlar olmalı. 3.Kişi olarak onları desteklemek üzere dışarı’dan (Kıbrıs’tan) gelen Kişi ise Barnabas’tır. Hz.İsâ Öğrenci’si olarak Pavlus’un Fitneleri’ne karşı onlar da yazdılar. Markos’un yazdığı Îsâ Biyografi’si Îsâ’nın Haç’a Gerilme Qısmı’nı İhtiwâ etmiyordu. İncil Yazarları’nın bizzat İtirafları’yla Markos İncil’i, diğer İnciller’le Muwâfıq olarak tamamlanmıştır. Markos İncili’ni Kuş’a çevirdikleri gibi, Barnaba’nın Mektubları’nı (bozup ) Apokrif (Sahte) İlân ettiler. Hz.Ömer Zamanı’nda 638’de Fetih’ten sonra Müslümanlar “burada Yuhanna ve Şem’un yatıyor” Kitâbesi’ni gördüler. Bu Yuhanna, Markos Yuhanna’dır. 4.İncil Yazar’ı Yuhanna, Hawârî Yuhanna olmadığı gibi, tamamıyla Pavluscu Kilise’yi Grek Felsefe’si Dili’nden Doğrulama Amaçlı, 2.Yüzyıl’da yazılmış, Erken Dönem Dili’ne ve Anlayışı’na uymayan Belirsiz bir Yuhanna’ya ait İncil’dir. Dolayısıyla

Habîb-i Neccâr Câmisi’ndeki Yatır’da bu Kişi’den bahs’edilemez. Petrus’la her Gezi’de Tercüman olarak bulunan Yeğen Markos Künyeli Genc’in de Asıl Ad’ı Yuhanna’dır. Öyleyse Yuhanna ile Şimon, Markos ve Petrus’tan başkası olamaz.

Bu İki Kişi’nin Elçiliği’nde (Mürselîn) Pavlus’un Provakatif Bölücülüğü’nü çözmek için Antakya’da bulundukları açık. Burada Kefas-Sahra/ Kaya Dâru’l-Erkâm’ı bir Kaya içinde oluşturuyor. Böylece İlk Kilise her iki Anlamı’yla Kaya üzerinde kurulmuştur. Sahra, Kefas, Taş ya da Hacer, hepsini de söyleyebiliriz.

Sahra üzerinden gidelim. Mi’râc’da, Gece Yolculuğu’nda Mânewî Vizyonlar, Peygamberler’in Ruhâniyetleri’ne İmâm oluş, Muhammed’i Müjdeleyen Âyetler’i onlara gösterme gibi Mucizeler, bir Bayrak Değişimi’ni İfâde etmektedir. Peygamberlik Ni’met’i İshâqî Soy’dan, İsmâil’in Soyu’na Makas değiştirecektir. Böylece Hz. Peygamber’in de Kutsal Yağ ile, Meşiyah ile İrtibat’ı, O’nun

Peygamberler Zinciri’nin Son Halka’sı olduğu gösterilecektir. O, Buradan Mir’âc’a çıkar. Ayağı’nı bastığı Yer’de ise Kaya/Sahra vardır. “Ben Cemaatim’i Kaya’nın/ Hacer’in üzerine kuracağım” Mesaj’ı burada yeni bir Anlam kazanıyor. Hz.Peygamber’in Ayağı’nı bastığı Kaya, bizzat Hacer’in Çocuğu olarak kendisidir artık. Böylece Îsewî Mesaj’ın Kaya’sı/Petrus’u bizzat Muhammed a. olmuştur. O’na gelen Wahy’in Gerçeği’ni Ahmed anlatmış, Îsâ’nın Mesaj’ı Ahmed üzerinden anlaşılır kılınmıştır. O halde Antakya’da olan Mürselîn’in Haberleri’ni Qur’ân’dan dinlediğimizde Mesîh’in Müjde’si Kaya üzerinden kurulmuş olacaktır. YâSîn Sûresi’nin 2.Sayfası’nda, Qarye Ashâbı’ndan bir Habîb-i Neccâr Qıssa’sı anlatılır. Habîb-i Neccar, Marangoz’u seven, Yani bir Îsâ Muhibbi’dir. Mürsel Kelime’si Genel Kullanım’a zıt olarak burada Rasûl olmayan İnsanlar için, Hawâriler’e atfen kullanılıyor. İki

Mürselîn’in Markos ve Petrus olduğunu söylemiştik. Bu İki Mürselin’in, 3.sü ile Desteklenmesi ise Şehr’in Dışı’ndan, Kıbrıs’tan gelen Barnabas’ı İşâret ediyor. Qur’ân niçin bunlara Genel İtiyadı’nın Hilâfı’na “Mürsel” demiştir? Çünkü Pavlus’a ve Arkadaşları’na İnciller’de Rasûller der ve onların İşleri’nden bahsedilir. Bu İrtibat’ın kurulması için Qur’ân, Sözlük Anlamı’yla onlar için Mürsel İfâdesi’ni kullanmıştır. Şehr’in Öbür Ucu’ndan koşarak gelen bir Adam, Mürselîn’e İmân ederek onları destekler. Aqs’al-Medine’den gelen Ebû Zerr gibi, Ölüm Pahası’na Dağlar’dan Mağaralar’dan geçerek Şehr’in Ucu’ndan tartışmaya katılır. YâSîn Okumamız’da bu Tartışma’nın Pavluscular’la Alaqalı olabileceğini göstermiştik.

Page 22: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

22

Mûsâ Qıssası’nda da Şehr’in Aqsâsı’ndan koşarak gelen bir Adam anlatılıyor.

Mü’min Sûresi’ne Adı’nı veren bu Adam, Mûsâ’ya Destek çıkar ve Zâlim Sultân Karşısı’nda Haqiqât’i söyler. Fir’awun Allâh’a Âsi’dir. Müslümanlar, Âdem’in Ewlâd’ı ise Şeytân’a “Asi”dir. Yine Fir’awun’un Hanım’ı O’na “Âsi” olarak Asiye olmuş. Zâlim Sultân’ın ve Qawm’in Genel Qabulü’ne Aykırı Şeyler söylemek Kolay değildir. İşte Mürselîn’e Destek veren bu İsâ Muhibb’i de Pavluscular’a Âsi olarak Habîb-i Neccâr olmuştur. Antakya’da Âsi Nehr’i, Habîb-i Neccar’ın

Anti-Christ’e İsyân’ını simgeler diye düşünüyoruz.

Hicret’in 16.Sene’si 638’de Qudüs, Suriye ile birlikte Antakya’da feth’edilince, Hz.Ömer’in Elçi’si olarak Ebû Ubeyde ibnu’l-Cerrâh buraya gelmiş ve Şehir’deki Yatırlar’ı aslına Rucu’ ettirmişti. Hâbib-i Neccâr Câmi’si ve Etrâfı’ndaki Yatırlar bu şekilde Aslî Hüwiyeti’ne kavuştu. Bugün Antakya Anadolu’nun bir Parçası’dır. O halde Anadolu’da 1.000 Yıl’dır varız Ezberi’ni bozmalıyız. 1400 Yıl’dır Anadolu

İslâm’ın bir Parçası’dır. Rasûl-i Ekrem’den 6 Yıl sonra burada Hâbib-i Neccâr Câmi’si Sahâbe’ye Ev Sâhipliği yapmıştır. Petrus’un Kaya Kilise’si de behemehal aslına Rucu etmeyi Haq ediyor. Ahmed’i Müjdeleyen Neccâr da bir Ahmed Sevgili’si.. Neccâr’ın Habîb’ine biz de Sevgilileriz. Hawâriler’in Hz. İsâ’dan sordukları Göksel Sofra, Mâide, Qurbân Bayram’ı Arefesi’nde, Bayram olan bir

Gün’de indi. 5el-Mâide 3 ile hem Mâide Sûre’si hem de Bütün’ü “Mâide-Sofra- Wahiy” demek olan Qur’ân tamamlandı ve Din Kemâl’e erdi. Hz. Îsâ’ya inananlar

için Geçmiş ve Gelecek için bir Bayram olması Dileği’yle yapılan bu Dua Qabul edildi. O halde Mesîh’in Müjdesi’nin gerçekleştiği bu Bayram Günü’nde, Petrus’un Kaya’sı da Habîb-i Neccâr gibi Bayram’ın Coşkusu’na katılmayı Haq ediyor. Antakya Yahudi’si, Teslisci’si, Muwahhid’i ile Bugün de Ashâbu’l-Qarye olma Özelliği’ni taşıyor. O halde Antakya’da Habîb-i Neccar’ı Temsil eden Muwahhidler varolmalıdır. Müslümanlar Aqsa’l-Medine’den gelen Desteği bir bakıma Aqsa’l-Medeniyet’ten gelen Desteğe dönüştürdüler. Yâni Teslis’in Roma Erki’nde İfâdesi’ni bulmuş Baba Uqnumu’na, Logos’a dönüşmüş Yunan Bilgeliği’ne ve Pavlus’un içini boşalttığı Judaik Uqnum’a karşı Tewhid’in Dili’ne çağırdılar. Müslümanlar’ın geliştirdiği Kelâm, Yunan Logosu’na karşı konumlanmıştı. Doğu

Petrus’un Kaya Kilise’si de behemehal aslına Rucu etmeyi Haq ediyor. Ahmed’i Müjdeleyen Neccâr da bir Ahmed Sevgili’si.. Neccâr’ın Habîb’ine biz de Sevgilileriz. Hawâriler’in Hz. İsâ’dan sordukları Göksel Sofra, Mâide, Qurbân Bayram’ı Arefesi’nde, Bayram olan bir Gün’de indi. 5el-Mâide 3 ile hem Mâide Sûre’si hem de Bütün’ü “Mâide-Sofra- Wahiy” demek olan Qur’ân tamamlandı ve Din Kemâl’e erdi. Hz. Îsâ’ya inananlar için Geçmiş ve Gelecek için bir Bayram olması Dileği’yle yapılan bu Dua Qabul edildi. O halde Mesîh’in Müjdesi’nin gerçekleştiği bu Bayram Günü’nde, Petrus’un Kaya’sı da Habîb-i Neccâr gibi Bayram’ın Coşkusu’na katılmayı Haq ediyor.

Page 23: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

23

Bilgeliği’ni yine Tewhîd’in içinde bir yer’e oturttular. Muharref Tewrat

Geleneği’nden Sahih İslâm’ Çağrı yapmışlardır. Müslümanlar’ın Aqsa’l-Medine’den yaptıkları bu Çağrı ve Dönüşüm, Kılıç Zoru’yla değil Ömer Zamanı’nda Qudüs ve Antakya’nın Barış Yolu’yla Fethi’nde Karşılığı’nı buldu. Teslis’ten Tewhîd’e çağıran bu Ses zaman zaman yine Aqsa’l-Medine’ye çekilmek Zorunda kalmıştır. Haçlılar Zamanı’nda Antakya Kontluğu kurulmuş ve Müslümanlar Dağlar’a çekilmek Zorunda kalmıştı. 20.yyda yine böyle bir geri çekilmeyi yaşıyoruz. Onun geri çekilmesi, Roma Değerleri’nin Huququ’ndan Siyâsası’na Pişkin Meydân okumasıyla tekrar Nüfuz’u demektir. Bu yaşadığımız Fetret Dönemi’nin Habîb-i Neccârlar’ı Aqsa’l-Medine’den yine Ashâbe’l-Qarye’ye sesleneceklerdir. Bu Hisler’le “Medeniyet’in” dışı’ndan

Antakya’ya geldik. Buraların bir Hesaplaşma, Da’wet Yurd’u olduğunu hatırlamak için geldik. Petrus’un Antichrist’le tartıştığı Duvarlar’a dokunduk. “Keşke Qawmim Rabbim’in bana nasıl İkrâm’da bulunduğunu bilseydi” dediğini bilerek ve bunun Müjdesi’ni bize duyuran Ses’e İcâbet ederek geldik. İkrâm’ın Neliğini görmek için geldik. Habîb-i Neccâr Şeytân’ı Memnun etmek isteyenler Tarafı’ndan öldürüldü. Şeytân’a, Zeus’a, Qurbân edilmek üzere. Îsâ’yı değil ama, Onun Mesajı’nı Çarmıh’a gerenler, hâla 2.300 Yıllık Teslis’in İzi’ni sürüyorlar. Aqsa’l-Medine’den kazanan ve kaybedenleri görmeye geldik.

Page 24: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

24

QONYA İkonion İcconium, Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium Tokonion, Ycconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia... Müslüman Arap Fetihler’i onu Kuniya olarak andı, Bugün Konya olarak zikr’ediyoruz. Yerleşim’i Prehistorik Çağlar’a dek gidiyor. Bugün Alae’d-Din Tepesi olarak bilinen Höyük’ün aldında Zengin bir Târih yatıyor. Romalılar, Bizanslar, Selçuklu,

karamanlılar ve sonununda Osmanlı Konya’sı….

QONYA GEZİ GÜNCE’Sİ V.Tenvir Kamp’ı için Konya’ya Hareket etmeden bir Gün önce İkindi Waqt’i

Öncesi Qayseri’de Metfun bulunan Seyyid Burhâne’d-Dîn Tirmizî Hazretleri’nin Türbesi’ni Ziyâret edip, Qayseri–Qonya, Seyyid Burhâne’d-Dîn–Mewlanâ Bağlantıları üzerinden Değerlendirmeler’de bulunmak üzere bir araya gelindi. Mewlanâ’ya Hocalık yapmış olan Seyyid Burhâne’d-Dîn’in yaşadığı Çağ, bu Çağ’ı kasıp kavuran Moğol İstilalar’ı, Qayseri’yi İstilâ eden Moğollar’a karşı Şehr’i savunan Direnişçi Mücâhidler, Moğollarca Meşhed Ovası’na götürülerek acımasızca qatl’edilen Qayserili Esirler’in Hikâye’si, Tirmiz’de 1165 de doğan

Seyyid’in Belh’e Mewlana’nın Baba’sı Bahae’d-Dîn Weled’den Ders almak ve İntisab etmek üzere gidişi, Mekke, Medine, Şam ve Anadolu’ya Göç Harita’sı, Qayseri’ye yerleşmesi, Qonya’ya Gidiş Gelişler’i, Mewlana’ya Hocalığı, Qonya’nın Moğollar Tarafı’ndan İşgali’nin Mewlanâ Tarafı’ndan engellenmesi gibi ‘Köprü Bilgiler’le donanmış olarak’ niyetlendik, Konya Yolculuğu’na.

Yılda iki kez, gerçekleştirilen Tenwir Kampı’na katılmak üzere Qayserî’den Gündoğumu Sonrası Hareket ettik, Özel Aracımız’la. Bizimle berâber Özel Araçları’yla yola çıkan Arkadaşlar’ın dışında diğer Arkadaşlar da Mini bir Otobüs’le Hareket ettiler, Dâwûd el-Qayserî Dernek Binası’nın önünden. Sabah’ın Serin, Sessiz, Duru ve Dingin bir Waqti’nde Kapadokya üzerinden, Gökyüzü’nde Rengarenk Desenli Balonlar’ın altından geçip, Duble olarak tamamlanmış, Aksaray’ın ‘Dağlar’a Hasret’ Upuzun Yolu’ndan seyrederek, Saat 10

Ciwarı’nda Otelimiz’e ulaştık. Tenwir Derneği’nin V.Tenwir Kampı’na katılmak üzere Qayseri’den Otobüs

ve Özel Araçları’yla katılanların dışında Ankara, Sakarya, İstanbul, Zonguldak, Kastamonu ve Almanya’dan Katılımcılar’la 20 Mayıs Cuma Günü Cuma Namazı öncesi Konya Mewlana Bera Otel’de buluşuldu. Cuma namazı Öncesi anahtarını Teslim almakta zorlandığımız Odalarımız’a yerleşmeden, Eşyalarımız’ı Otel Resepsiyonu’na bırakıp, çok Yakınımız’da bulunan Mewlanâ Türbesi’ne doğru Hareket ettik bir Qısım Arkadaşlarımız’la berâber. Türbe’nin yanında bulunan Selimiye Câmii Parkı’nda oturup, Mewlanâ’yı Ziyâret’e gelen Kalabalıklar’ın arasında Medine-i Münewwere’de bulunan Yeşil Türbe’nin Rengi’ne benzer, Üçgen Sivri Türbe’yi seyre daldık.

Page 25: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

25

ALA’AD-DîN CÂMİİ Biraz sonra da Otel’e uğrayarak diğer Arkadaşlar’la görüştükten sonra Tarifi’ni aldığımız Ala’ad-Dîn Câmii’ne Cuma’yı Edâ etmek üzere yürüyerek Yol’a çıktık. Cadde üzerinde bulunan, Tramvay Hattı’nın geçtiği Kavşak’ta bulunan Merdivenler’le çıkılan Küçücük bir Tepe, Ala’ad-Dîn Tepe’si. Düz bir Ova’ya Kurulu bulunan Şehir Merkezi’nde bulunan bu Yapay Tepecik, Romalılar Zamanı’nda binlerce İnsan’ın Sırtları’nda taşıdıkları Toprak’la bu Hal’e getirilmiş. Kaç Mazlum’un Canı’nı, Kanı’nı ve Alın Teri’ni verdiği bu Tepecik üzerine Selçuklular’ın Başkent’i olduğu Dönem’de İnşa edilmiş Ala’ad-Dîn Câmii. Tüm Yönleri’nden Şehr’i Temaş’a edebileceğiniz bir Mekan aynı Zaman’da burası. Dıştan bakıldığında Solgun Tuğla Sıcaklığı’nda Malzeme’den Yapılı bulunan bu Câmii içinde Farqlı Özellikler’de birçok Mermer Sütun bulunuyor. Bu Mermer Sütunlar’ın birçoğu, Câmii İnşa

edilirken Roma Harabeleri’nden getirilerek kullanılmış. Serin, Sâkin ve Seyrek bir Kalabalık’la Cuma’yı Eda ettik. Merkezî olmasına Rağmen Hınca hınç Dışarılar’a taşan bir Kalabalık olmadığı gibi Câmii’nin bir Bölüm’ü de Cuma Gün’ü de Dâhil Hergün Bayanlar’a ayrılmış. Cuma Cemaat’ı dağıldıktan sonra Câmi’nin bir Köşesi’nde toplandı Kafilemiz. Harun Hoca’nın Hoş geldiniz Konuşması’ndan sonra Söz’ü, Ala’ad-Dîn Câmii’yi tanıtmak üzere, İlgi Alanı Sanat Târihi olan İslâm Eserleri’ni Tanıtma Gönüllüsü bir Hocaefendi aldı. Fîl Sûresi’nden, İhlâs Sûresi’ne kadar olan Sûreler’in taşıdığı Mesaj’ı, birbiriyle Bağlantılı olarak bir Çırpıda özetledi: ‘Dini’nin Sâhibi olan Allâh, Ebrehe ve Ordusu’na karşı Dini’ni koruduğu gibi sizler de bu Kabe’nin Rabbi’ne İbâdet edin. Namazınız’ı kılıp Zekâtınız’ı vererek, Kulluğunuz’u Allâh’a arz’ederseniz size Kewser var. Kewser Yolu’na Engel olan Kâfirler’i ve onların Sahte Dinleri’ni

Elimiz’in Tersi’yle itersek, Ebû Leheb’in iki Eli’ni kurutacak ve Allâh’ın Ehâdiyeti’ni İlân edeceğiz.’

Câmii’nin Köşesi’nde bulunan Üst Kat’taki Hünkar Mahfil’i Bölüm’ü, Abanoz Ağacı’ndan Parçalı bölmeli olarak yapılmış, Girift Desenli Minber’i, aşağıdan yukarıya Simetrik olarak Çiniler’le bezenmiş Mihrab’ı, Dewlet Sırları’nı saklandığı Demir Sanduka ile ilgili Malumatlar’ı anlattıktan sonra Avlu Bölümü’nde bulunan Üstü Açık ve Kapalı Türbeler’le ilgili Bilgiler verdi, Rehber Hocamız. Tepe üzerine İnşa edilen Câmi’nin Etraf’ı Kale Duvarı gibi Yüksek ve Kalın İhata Duvarı ile çevrilmiş olup, büyükçe Kapılar’dan girilebilmekte Câmii Avlusu’na. Bu Tepe’nin Etekleri’nde bulunan Ala’ad-Din Köşkü Kalıntıları’nın üzeri ise dört Ayak üzerine Kenarlar’ı Açık, Devasa Oval bir Mimari Yapı ile kapatılıp korumaya alınmış bulunuyor.

KARATAY MEDRESE’Sİ

Qayseri–Yeni Malatya Yolu üzerinde bulunan ‘Karadayı’ Köyü’ndeki Karatay Hanı ile Aqraba Yapı olan Qonya’daki Karatay Medresesi aynı Dönemler’de yapılmış Selçuklu Eserleri’nden. 1260 Yılı’nda yapılan bu Medrese’nin Mermer İşlemeli Giriş Taç Kapısı’nda Simetrik Şekilde işlenmiş, ‘Cewâimü’l-Kelim’ denilen kısa Özlü Hadisler bulunuyor. Kapı Üst Hizası’nın Sağı’nda ve Solu’nda Neml Sûresi’nden Âyetler bulunan Cadde üzerindeki Kapı’dan girilip Küçük Avlu’dan geçildikten sonra giriliyor Medrese’nin içine. Üstü Tepe’den aydınlatmalı bir Qubbe ile Kapalı bulunan Kübik Kare bir Alan’ın Etrafı’nda bulunan Küçük Odacıklar ve Cephesi’nin bir Tarafı’nda 50 Santim Yükseklik’te Eyvan bulunan bir Yapı. Tam

Page 26: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

26

Ortasında da 50 Santim Derinliği’nde Kare Şeklinde bir Havuz bulunuyor. İç Cephesi

Mavi Ton Ağılıklı Çini desen ve Qufî Hat Bezemeler’le Simetrik olarak süslenmiş olan Medrese şu anda Târihi Çini Eserler’in sergilendiği bir Müze olarak kullanılıyor. İNCE MİNARE MEDRESE’Sİ Qonya Merkezi’nde Cadde üzerinde bulunan bir başka Medrese de İnce Minâreli Medrese. Bu Medrese Hadis İlimler’i okutulmak üzere vaqf’edilmiş olup, Kabartma Taş’tan Dantel gibi işlenmiş Taç Kapısı’yla Meşhur. Hiç İnce bir Minâre’si olmayan bu Medrese’ye Halq, bu İsm’i vermiş. 1901 deki Deprem’de Minâre’nin Üst Bölüm’ü düşmüş. Medrese’nin Giriş Kapı’sı, Taş Oymacılığı’nın en Güzel Örnekleri’nden biri. Simetrik, Derin ve Girift Kabartmalar’la işlenmiş olan Kapı’nın Sağ ve Solu’na Fetih Sûresi’nden Âyetler ve Kapı’nın Sağ ve Solu’ndan aşağıdan yukarıya doğru çıkıp Tepe Noktası’nda düğümlenen YâSîn Sûresi’nden Âyetler

Yüksek Kabartma ile işlenmiş. Mimar’ı da Kerim bin Abdu’llâh İsimli bir Muhtedi imiş. İç Qısım ise Karatay Medresesi’nin benzer Planı’yla İnşa edilmiş olup, Duvar ve Tavanı’nda Dekoratif olarak yerleştirilmiş Tuğla kullanılmış. Yine İç Qısım’da Çini ile Âyete’l-Kürsi, Qûfî olarak işlenmiş Duvarları’na. ŞEMS-İ TEBRİZÎ TÜRBE ve CÂMİİ Bu Medrese’den ayrılırken, çiseleyen Yaz Yağmuru gittikçe şiddetlenerek Dewâm etti. Şems-i Tebrizî Câmii’ne doğru yürürken ıslanan Kâfilemiz’in ‘Şems’den çok, Şemsiye’ye’ İhtiyac’ı vardı o anda. Câmii’ye ulaştığımızda çoğumuz sırılsıklam Waziyet’te, hem dinlenip, hem de üzerimizin kurumasını bekledik burada. Şems’e ait olduğu İddia edilen büyükçe bir Mezar Sanduqası bulunan bu Câmii, Türbe’yle iç içe bir Mekan. Qonyalılar Tarafı’ndan qatl’edilip buraya

defnedildiği İddiası’ndan çok, Şems’in Qonya’dan Uzak Diyarlar’a gidip İzi’ni kaybettirdiği İddiası, çok daha Konyalıları ‘Kurtarıcı’ bir İddia. Yağmur biraz dinmeye başladığında İkindi Namazı’nı kılmak üzere Şerafe’-Dîn Câmii’ne geçtik. Qonya’da, Qayseri’de olduğu gibi Merkezi Sistem’le değil, her Câmi’nin Müezzin’i kendi Ezanı’nı okuyor. Bu Câmii 1630 de yapılmış, Merkezi Qubbeli Klasik bir Osmanlı Eser’i. PARALEL KIRAAT OKUMALAR’I İlk Gün’ün Gezi Proğramı’nı tamamlayıp, Otelimiz’e döndükten sonra, Otel’in Seminer Salonu’nda, Paralel Qıraat Halkalar’ı ve Tertil Okumaları Konusu’nda Almanya Berlin’den Yılmaz Gün, Köln’den Taceddin Şimşek, Urfa’dan Mustafa Özenoğlu Sunum’da bulunup, Çalışma Teknikler’i ile ilgili Bilgiler verdiler.

Akşam Yemeği ve Namaz Sonrası, Tertil III Okumaları’ndan Meryem Sûre’si 34-40 arası Âyetler’le ilgili Kemal Ersözlü ‘İsâ a.’ı öldürdüklerini İddia edenlerin İddiaları’ ve ‘İsâ a.’ın Sonu ile ilgili Hak Söz’ Konusu’nda Sunumlar’da bulundu.

Page 27: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

27

KIRŞEHİR

Page 28: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

28

ANKARA

GEZİ GÜNCE’Sİ Anlatıcı Ankara’ya gitmek üzere Cuma Gece’si Saat 24.00 de Dâwûd el-Qayserî Dernek Binâsı’nın

önü’nden Hareket eden Otobüs’le beraber, Yurt içinden ve Yurt dışı’ndan Kamp’a katılmak isteyen

Katılımcılar Cumartesi Sabah’ı Angora Otel’in Kahvaltı Salonu’nda buluştular.

Kahvaltı Önce’si, bir Zamanlar ‘Mabedsiz Şehir’ olarak adlandırılan Ankara’nın en Büyük

Câmi’si olan Kocatepe Camii’ni Ziyâretê gidenler ne yazık ki, Câmii Kapalı olduğu için içerisine

girememişler. Kocatepe Câmii’nin altında bulunan Büyük bir AVM ve özellikle Ramazan Ayı’nda

böyle bir Câmi’nin altında Oruç tutmayanlara Hizmet eden Kafeler’in bulunması, bu Câmiin Hayır ve

Bereketi’ni gölgelemekte. Bu Câmi’nin altında, Külliye, Kültür Merkezi veya Dinî Yayınlar’ın olduğu

sürekli bir Kitap Fuarı bulunsaydı, ne Güzel olurdu.

Sabah Saat 9.00’da Otel’in Toplantı Salonu’nda Taqdim edilen ‘Haqq ile Bayram etmek’

Konulu Seminer’de, Anadolu’nun Dindarlaşması’na Hacı Bayrâm-ı Welî’nin Katkılar’ı ve Siret’i ile

beraber son Yüz Yıl içinde Ankara Merkezli gerçekleşen Misâk-ı Milli’nin Millet-i İbrâhim’in Aqdi

Çerçevesi’nde Başlangıcı’nın Sonrası’nda evrildiği Bâtıl Değerler Ekseni’ndeki Demokrasi, İnsan

Haqlar’ı, Liberalizm Etkilenmeleri’nden bahs’edildi. Başlangıç’taki Cumhuriyet’in Kurucu İrâdesi’nin

burada ‘Cumhuru Fuqaha’ Nitelikli Çoğunluğu ile I.Meclis’te Görev yapması’ndan sonra ise kendi Öz

Değerleri’ne ters düşen bir Yapılanma içine girildiğinden bahs’edildi.

Seminer Sonrası’nda Öğle Namazı’nı Hacı Bayram’da kılmak ve Ankara Gezi’si için Otel’den

ayrıldık.

Ankara’nın Orta Yerinde Küçük bir Tepe’nin üzerine Kurulu bulunan Hacı Bayrâm-ı Welî

Tekke’si sonraki Dönemler’de Türbe ve Câmi’nin İlâwe edilmesiyle genişletilmiş. Son Zamanlar’da da

gerek Kapalı Alanlar gerekse Çevre’si yeni bir Peyzaj İşlemi’nden geçirilerek düzenlenmiş. Gün’ün

her Saat’i özellikle Namaz Waqitleri’nde Yoğun bir Kalabalığın Akını’na uğrayan bu Merkez’in

Etrâfı’nda kalan 2 Katlı Ahşap Ağırlıklı Evler de ‘Beypazarı Evleri’ Mimârîsi’ne göre yeniden Dizayn

edilmeye Dewâm ediliyor. Câmi ve Türbe’nin Yapımı’nda kullanılan Kırmızı Tuğla Duvarlar’ın üzeri

ise Modernize bir Kiremit Çatı’yla kapatılmış. İç Dizayn’da ise Ağırlıklı olarak Ahşap İşçiliği

kullanılmış. Câmi’nin içinde Sürekli Açık olan büyükçe bir Ekran’dan Ka’be’den Canlı Yayın veriliyor.

Câmi’nin Bitişik Güney Bölümü’ndeki Bizans Kilise Kalıntıları da Restore ediliyor. Câmi’nin Alt

Bölümü’nde bulunan Hacı Bayram Tekke’si ve Çilehâne’si ise henüz Ziyâret’e açılmış değil.

Hacıbayram Câmisi’nin olduğu Tepecik’ten 2 kat daha Büyük bir Tepe üzerinde bulunan

Ankara Kalesi’ne, o kadar Uzak olmamasına rağmen çıkılacak olan Yokuş’tan dolayı Araçlar’la çıktık.

Kapısı’na kadar Araç’la gidilebiliyor. Büyükçe bir Kapı’dan Kalın Sur Duvarlar’ı ile Çevrili Kale içine

tek Kapı’dan girilebiliyor. Kale’nin içinde El Sanatlar’ı Ürünleri’nin satıldığı birçok Küçük İğreti

Dükkan’la beraber, az Sayı’da İnsân’ın Meskun olduğu Küçük Gecekondu Evler bulunuyor. Ahşap ve

Betonarme Karışım’ı Evler, Parke Taş Döşeli Dar Sokaklar arasında ilerleyerek İç Kale ve Gözetleme

Kule’si diyebileceğimiz Kale’nin en Yüksek yerine çıkıp Ankara’yı Temâşâ ettik. Kale Ciwâr’ı

Gecokondu Tarzı Evler’in Kırmızı Kiremitli Çatılar’ı ve uzaklaştıkça Beton Yığın’ı Yüksek Binâlar’ın

Sülietler’i Cumhuriyet Başkent’i Ankara’yı kuşatmış durumda. Engebeli Ankara Arâzi’si üzerinde

Page 29: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

29

neredeyse tüm Alanlar Konutlar’la doldurulmuş Görüntüsü veriyor, Seyredenler’e. Son Zamanlar’ın

Mimârisi Kocatepe Câmii ve yeni genişleyen Mahalleler’de yapılan İnce Minâreli çok Sayı’da Câmi’yi

Hesâb’a katmazsak, Hacıbayram dışında neredeyse hiç Târihi Câmi veya Yapı göze çarpmıyor, bir

Zamanlar’ın ‘Mabedsiz Şehri’ Ankara’da. Kale içinde Küçük bir Çocuk’tan Kale ile ilgili Târihi

Malumâtlar’ı aldıktan sonra ayrılıyoruz.

Kale’ye Çıkış’taki Yokuş üzerinde bulunan Ankara Etnoğrafya Müzesi Ziyâretimiz’in

Proğram’da olmasına rağmen, nasıl olupta buharlaştığını bile anlamadan kendimizi Tace’d-Dîn

Dergâhı’nda buluyoruz. Saat 17.00te Otel’de olma Mecburiyetimiz ve Kale’den 15.00te ayrılışımız ve

dahi bir an önce Tâce’d-Dîn Dergâhı’na varma Arzumuz’un Baskısı’na Qurbân gitmiş olsa gerek,

Uygarlıklar Müze’si Ziyâretimiz.

Hamamönü denilen Merkezî bir Semt’te bulunan Tâce’d-Dîn Dergâhı’nın Etraf’ı, 2 Katlı

‘Beypazarı Evleri’ Tarzı Beyaz Boyalı, Ahşap Kapı, Pencere ve Pancurlu Evler’le Peyzaj edilmiş. Özel

Parke Taş döşenmiş Sokaklar’a Sağlı Sollu dizilmiş bu 2 Katlı Evler’in bir kısmı Kültürel Amaçlı

kullanılırken, bir çoğu Kafe-Lokanta Tarz’ı kullanılıyor. Hatta Tâce’d-Dîn Dergâhı’nın hemen

Bitişiği’ndeki Kafeler’den yükselen Canlı Müzik Eşliği’nde, Câmi’de Namaz kılmak, Qabir’de Dua

etmek Zorunda kalıyorsunuz. Her Gün binlerce İnsan Tarafı’ndan Ziyâret edilen, Dergâh, Câmi ve

Etrâfı’ndaki Küçük Qabristan’ın Etrafı’ndaki bu ‘Parazitler’e nasıl Müsaade ediliyor, anlamak

Mümkün değil. Tâce’d-Dîn Dergâhı’ndaki Restorasyon Çalışması’ndan dolayı Kilitli ‘Kapısı Eşiği’nde’

kalmamızdaki Bahtsızlığımız ve dahi Nâsipsizlimiz’i, Kemal Ersözlü, Dergâh’ın Kapı Eşiği’nde

verdiği Hitâbe’yle gidermeye çalışsa da o Gün Hafızalarımız’a Buruk bir An olarak nakşoldu.

‘…

İstiqlâl Marşı’nın Yazar’ı Mehmet Akif’e Mekan olan bu Dergâh, aynı zaman’da bu Marş’a

yansıyan Rûh’u anlamak bakımından da Önemli.

Dergâh’ın Yan Tarafı’nda Büyük Panolar Şekli’nde sergilenen, Akif Resimler’i ve İstiqlâl

Marşı’nı Orijinal Yazımlar’ı Sergisi’ni gezdikten sonra Câmi’nin hemen Güney Bitişiği’nde Medfûn

bulunan Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu Ziyâret etmemek olmazdı. Zemin’le neredeyse aynı

Yükseklik’te, büyükçe bir Ay-Yıldızlı Mermer altında Medfun ‘Reis’i Ziyâretimiz ve Akif’le beraber

ettiğimiz Dualar’a Ortak edişimizin Hüzn’ü aqabinde Sevgili Ahmetcan Alpcan’ın okuduğu Rahmetli

Yazıcıoğlu’nun ‘üşüyorum’ Şiir’i içimizi ısıtmaya yetti.

Hanönü’nün hemen arkasındaki Hacattepe Eczâcılık Fakülte’si Bahçe’si Bitişiği’ndeki 1427

Yılı’nda Osmanlı Zamanı’nda yapılmış Mütewâzi Karacabey (İmâret) Câmisi’ni Ziyâretimiz

Sonrası’nda Otelimiz’e döndük.

I.Meclis Ziyâret’i Ankara Ulus Semti’nde bulunan I.Meclis Binâsı’nı Ziyâretimiz’de ilk önce varıp, II.Meclis’in

Kapısı’nı zorlasak da Müze’ye dönüştürüldüğü için Bilet alarak girebildik. Hacıbayram’da kılınan

Cum’a Namaz’ı Sonrası Dualar’la, Hatimler’le ve Qurbânlar’la açılan bu Meclis Binâ’sı Tek Katlı ve

Yükseklik Bakımı’ndan Ferah bir Yapı. Eskiden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kulüb’ü olarak

kullanılan bu Binâ’nın az ileride bulunan II.Meclis Binâ’sı, 2 Katlı yine Taş bir Bina.

8-10 Basamak’la çıkılabilen Tek Katlı Taş Binâ Orijinal hâli’yle müzeleştirilerek Koruma’ya

alınmış. Giriş Kapısı’ndan girince Mütewâzi Dar bir Koridor’un Kenârı’na sağlı sollu dizilmiş 20

Ciwârı’nda Kapılar bulunuyor. Giriş’in hemen Karşısı’ndaki ilk Oda Mescîd olarak kullanılmış.

Abdestli olarak girilebilen 20 Metrekarelik bu Mescîd’e, Ahşap Rahleler, Mushâf-ı Şerifler ve

Duvarı’nda 1922 Târihli büyükçe bir Kırmızı İpek Saten üzerine dokunmuş Fetih Sûre’si 1.Âyet

(Muhaqqak ki biz sana apaçık bir Fetih verdik) ve Saff Sûre’si 13.Âyet (Yardım Allâh’tandır ve Fetih

Yakın’dır) bulunuyor.

Page 30: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

30

Mescîd’in az ilerisinde genişce bir Büyük Kapı ve bir Küçük Kapı ile girilebilen Meclis

Toplantı Salon’u bulunuyor. Girince karşı’da Sırtı’nı Duvar’a vermiş Wâziyet’te Başkanlık Kürsü’sü,

bir Kademe altında Sağlı Sollu 2.Kademe Kürsü ve 8 Kişi’nin oturabileceği yer’den Yarım Metre

yükseltilmiş 3.Qademe Kürsüler bulunuyor. Madalya Töreni’ni andıran Qademeli bu Kürsü Ahşap

olarak yapılmış, Ahşap Sandalyeler’le Tefriş edilmiş Loş bir Mekan. Salon içinde Düz Zemin’de

Milletvekilleri’nin oturduğu Ahşap Küçük Sıralar’ın hepsi neredeyse 100 Metrekarelik Alan’a

sıkıştırılmış. Salon’un Sağ ve Sol Alanı’nda Ahşap Merdiven’le çıkılabilen Camekanlı Küçük Basın ve

Seyir Localar’ı bulunuyor. Tek Soba’yla ısıtılabilen ve Gaz Lambaları’yla aydınlatılabilen bu Meclis

Sâlon’u bugünkü Ceylan Derileri’yle döşenmiş Koltuklu Meclis’in aksine alabildiğine Gösteriş ve

Şatafat’tan Uzak.

Meclis Genel Kurul Salonu’nda, Görevli’den İzin alarak girilemeyen Bölüm’e geçerek, Kemal

Ersözlü buranın Önemi’yle ilgili Küçük bir Hitâbet verdi.

Anlatıcı: Tenwîr Kampları’nda, seçilen Yer ve Zaman’ın Koordinatları’nda yürüyerek, Mekan’ın

Kurucu İsimleri’yle harmanlanıp hemhal olarak… ve Bugünler’e Denk gelen Tertil Okumaları’nı

bulunduğumuz Mekân’ın Çağrışımları’yla mezc’ederek sunmaya gayret ediyoruz. “Ankara’nın

Varoluş’u nerededir” diye soruyoruz: O, Medine’nin Kapı’sı olma İddiaları’nı sürdürerek, Başarılar’ı

ya da, Kritikler’i ile de olsa Medine’nin Işığı’nı saçan bir Tennûr Sacayağı olabilecek midir; yoksa

bugünkü Başkent oluşundaki Mânâ’da Mündemiç, “Bâtıl’a Esâret’in Ateş’inde” mi kalacaktır? İlk

Şıqq’ın Işığı’nı yakmak için, “Haqq ile Bayrâm Günleri’ni yaşayanlar Ankara’da Varoldu, hep

olageldi” demek için… buradaki Kökler’in kaybolmayacağını haykırmak için geldik. Nasıl ki, Teslis

Konsili’ne karşı İznik’te Tewhîd Haqiqâti’nin Rövanşları’ndan bahs’ettik; Ankara’da da Yewmü’z-

Zîne Kutlamaları’na karşı, Haqq ile Bayrâm Günleri’ni arayacağız.

el-Hâmdü li’llâh, gelir gelmez, bunun İzleri’ni de bulduk. Ankara’da duyduğumuz ilk Ses “el

Hâqqatü me’l-Hâqqah. Ve mâ edrâke me’l-Hâqqah” ile başlayan Hâqqa Sûre’si idi. Şöyle ki: Sabah

Namaz’ı ile birlikte Hacı Bayrâm Welî Câmii’nden Ankara Tenwîr’i başlıyordu. Abdestler alınıp,

Namaz Waqti’ni beklemek üzere Câmi’de hazır bulunuyorduk. Müezzin Eûzü Besmele çektikten

sonra; “el Hâqqa…” der demez Câmi’nin içerisindeki Ulwî Hava bir anda Duvarlar’ı aşarak Zaman ve

Mekan üstü bir Hüwiyet’e büründü. Aylar Öncesi’nden “Haqq ile Bayram Etme” gayesi’yle bir

Yewmü’z-Zîne Günü’nde, Fetret’i bitirecek Rövanş Günleri’ni hatırlamak üzere Ankara Tenwîri’ni

kararlaştırmıştık. Burada Haqq ile Bayrâm Günleri’ni hatırlayacak, I.Meclis’te Mehmet Akif Ersoy gibi

Haqq’ı Müdafaa Yârânı’nın Gözleri’nde Haqq ile Bayrâm etmenin İzleri’ni arayacaktık. Ankara’da

bizi karşılayan “Hâqqa” Ses’i, burada bulunmamızın Boşu’na olmadığını hatırlatırcasına Hacı

Bayrâm-ı Welî’nin Maqamı’nda yankılanıyordu.

Ankara, Haqq’ın ne olduğunu dünyâ’ya duyurmuş, Medine’nin Kapıları’ndan başta

gelenlerden idi. Haqq’ın ne demek olduğunu Ankara’ya öğretecek “yiğit” anasından doğmamıştı.

Fetret Dewirleri’nde Human Rigts denen Hilkat Garibesi Türedi Huquqlar’ın Ankara’ya Boca

edilmek istendiği şu Günler’de, bunu haykırmak Boynumuz’un Borcu dedik. Haqq’ın Üstü’nün

örtülmeye niyetlenildiği, türlü Oyunlar’la (Qawlî) Zuhruf Sözler’le I.Meclis’in açılmaya çağrıldığı ve

Emelleri’ne erince Zinet Günleri diye “Bayrâmlar” İhdas edildiği bir Zaman Dilimi’nde; uyanık olmak

ve Haqq’ın Günleri’nin, Haqq ile Bayrâm Günleri’nin Rövanşı’nın alınacağını haykırmak için

Ankara idik. Ve Ankara’da duyduğumuz ilk Ses “Haqq” Söz’ü oldu.

Buraya gelmeden önce Qayseri’de 2 Seminer yapmıştık: biri Ankara, Kent üzerinden, diğeri

Hacı Bayrâm Welî ile ilgili Seminerler. Ayrıca İbrâhim Tennûrî’nin Türbesi’nde ve Kayseri

Lisesi’nde de Ankara Bağlantıları’nı konuştuk. Bu Seminerler’i özetleyecek olur isek:

Page 31: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

31

HAQQ İLE BAYRAM ETMEK TENWİR KAMP’I VII, Ankara42 Noldu bu Gönlüm noldu bu Gönlüm,

Derd-ü Gamı’nla doldu bu Gönlüm,

Yandı bu Gönlüm yandı bu Gönlüm,

Yanmada Derman buldu bu Gönlüm.

Gerçi ki yandı Gerçeğe yandı, Bayramım imdi Bayramım imdi,

Rengi’ne Aşq’ın Cümle boyandı, Haq ile Bayram edelim şimdi,

Kendinde buldu, kendinde buldu, Hamd-ü Senâlar, Hamd-ü Senâlar,

Matlabı’nı hoş buldu bu Gönlüm. Haq ile Bayram kıldı bu Gönlüm.

MEDİNE’NİN KAPI’SI ANKARA43 “Medine ve Medeniyet’in” Karşılığı olarak Civitas-Civilizasyon verilmiş Osmanlı’da. Arablar Medenîyet yerine, Hadâriyet’i Uygun bulmuş. Mesela Cemil Meriç, aynı Kavram’ı karşılarken, Umrân der ki, bu da bir başka Boyut. Osmanlı’nın Medenîyet diye yaptığı Tercüme’ye daha yeni bir Başlık ise, Uygarlık olmuştur. Bugün Türkçe Karşılık olarak “Uygarlık” kullanıldığına göre, Medenîyet’in Özel

Anlamı’nı vurgulamak daha kolaylaşmıştır diyebiliriz. O halde Münâsib bir Şekil’de Uygarlık diye karşılanan Civitas Kökü’nden Kelime’yi kendi yerinde bırakalım ve Medinemiz’in Çağrışımları’ndan yararlanalım. Medine, Efendimiz’in Şehri’dir. Buradan yayılan Müstesna Nûr, vardığı tüm Şehirler’e Kapıları’ndan girmiş, böylece Medenîyet’in Tezâhürler’i o Şehirler’i yoğurmuştur. Bir yandan Şehirler Medeniyet ile yoğrulurken, öte yandan da o Şehirler’in Kapılar’ı bizleri Medine’ye ulaştırmıştır. Her biri Beytu’llâh’ın Şubeleri’ni barındırdığı gibi, Medine’nin de Kapı’sı olmuştur. Ayrıca Medine Kök Kelime’si içinde “Dîn” Bağlantısı’nı, “Yewmü’d-Dîn” Kullanımı’nı barındırdığı için yine Anlamlı bir Tercih olacaktır. Yesrib denen Yer’e göçtü Efendimiz ve orada başladı Medenîyet. Yesrib, Medine-i Münewwere oldu-Nurlanmış Medîne. Medine’nin Işıkları sadece belli bir Zaman ve Mekanı aydınlatacak değildir; Medine’nin Nur’u, li’l-‘’Âlemîn olarak

Bütün İnsanlığa ulaşacaktır. Bu bakımdan Ankara, T’arihi’ndeki Mutlu Buluşma’yı beklemekte idi ve bu Kutlu Bayram Gün’ü, Ankara’nın Doğu Roma’dan alınması ile gerçekleşti. Doğu Roma’dan önce Ankara’da, Hattiler, Hititler, Frigler, Lidya, Pers, Makedon, Galatyalılar yaşamış. MÖ.8000’ lere gitmesi öngörülen bir Târih’i var. Arkeolojik Bulgular ise, Hatti-Hitit Dkadar gidiyor ki, bu da 4000 Yıllık demektir. Hitit Güneş Kurs’u Ankara’nın Sembol’ü seçilmiş ama bizzat Ankara ile ilgili bir Bağlantı’sı yok. Ankara Kale’si Ciwârı’nda yapılan Kazılar’da Etnoğrafya ve Medenîyetler Müzesi’nde sergilenen Arkeolojik Bulgular var.

42 28.Nisan 2012, Cumartesi, 9.00 43 18 Nisan Ankara –Özel- Seminer’i

Page 32: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

32

Ankara Kelimesi’nin Köken’i ile ilgili Grekçe, ya da daha öncesine ait

göndermeler yapılıyor. Grekçe “Gemi Çapa’sı” demek. Kenti Grekler kurmadığına göre Şehr’in İsm’i daha Önce’ye ait olmalı diyenler de var. Konstantiniyye’yi İstanbul’a (İslambol’a) dönüştürmede olduğu gibi, daha önce varolan Kök Kelime’yi, Grekçe Anlam’da Yakın bir Fonetik ile kendi Telaffuzları’na uydurmuşlar deniyor. Şehr’in Latince’deki Telaffuz’u Angora olmuş ki bu da kalacağımız Otel’in Adı’dır. Osmanlı’da 1500’lere giden Yazışmalar’da Ankara denmiş. Selçuklular Dönemi’nde ise, Farsça Etki’si ile Engürü denmiş. Kolaylaştırılmış bir Telaffuz’la Selçuklular, Farsça “Üzüm” ile Bağlantılı olarak Şehr’i anmak istemişler. Üzüm Kent’i Engürü’nün Kara Üzüm’ü, Tavşan’ı, Keçi’si, Kedi’si Meşhur’dur. Bununla beraber Üzüm ile ilgili Anadolu’da daha Meşhur Yerler var ki, Ankara’yı bununla özdeşleştirmek zor görünüyor.

Qayseri ile Ankara’nın Ortak bir Târih Kesiti’nde birleştiği pek çok Örnek var. Bunlardan biri, Augustus İsmi’nde 2 Şehr’in Kesişim Alanı’nı vermekte. Sıfır Yılları’nda, Hz.Îsâ Dönemi’nde İmparator Augustus Galatyalılar’dan Ankara’yı alıyor. Aynı Yıllar’da Ermeni Bölge’si olan Kapadokya ve Qayseri de Roma’ya bağlanıyor. Augustus’a atfen, Şehr’in Ad’ı, Kayzer Augustus’un Şehr’i Anlamı’nda “Qayseri” yapılıyor. İmparator Augustus’un Ankara’daki İz’i ise, Hacı Bayrâm Câmisi’nin Bitişiği’nde görülür. Orada Frigyalılar’dan kalma bir Tapınak, Augustus’a adanarak Augustus Kült Mekan’ı olarak kullanılır. Yunan Tanrılar’ı ile ilgili ve Ölümü’nden sonra Tanrı ilan edilen Augustus Kültü’nü sürdüren bu Tapınak’ta, Augustus’un kendi Hayatı’nı anlattığı bir Yazı’sı, Metal Lewhalar’a işlenmiş olarak burada yansıtılır. Öyle görünüyor ki Hacı Bayrâm Câmisi’nin bulunduğu Yer, hep bir Dinî Mekan olarak kullanılmıştır.

2 Kent’i birleştiren bir Qader Çizgi’si var. Augustus’ta bir Örneği’ni verdiğimiz bu Kesişim Noktası’nı, Târih içinde süren başka âşikar Geçişkenlikler ve Paralellikler üzerinden de göreceğiz. Ankara ile Qayseri, Roma Tesiri’nde bu Yapı içinde değişiyor. Roma’nın Hıristiyanlaşması ile, Ankara da bu Değişim’e Ayak uyduruyor ve Tanrı-Îsâ Adı’nın, Augustus yerine, aynı Tapınak’ta Kilise’nin Tanrı’sı olarak yankılandığı Dönemler’e giriliyor. Müslüman Kontrolü’ne geçinceye kadar Hıristiyan Ankara sürüyor. Bu arada Ankara’da az da olsa bir Yahudi Nüfus’u Varlığı’nı sürdürmüş. Müslümanlar’ın Kısa Dönemli Giriş Çıkışları var. Anadolu’da diğer pek çok yerde olduğu gibi, Emewî Fetihleri’nden itibâren bu Kısa Dönemli gelip gitmeler olmuş. En Önemli’si Hârûn Reşîd Dönemi’nde feth’edilen Ankara’nın uzunca bir süre Abbâsîler’de kalması Sürec’i olmuştur. Zaman zaman Bizans’la el değiştiren

Ankara, Halife Me’mun Zamanı’nda Bizans’la yapılan bir Savaş’ta da adından sözettirir. Yenilgi’ye uğrayan Bizans’la yapılan Anlaşma Şartları’ndan biri de çok sayı’da Antik Dönem Grekçe Kitâb’ın Bağdad’a getirilmesi olmuştu. İstanbul hariç Anadolu, Süleymân Şâh’ın Fetihler’i ile 1071 Sonrası’nda Rûm Selçukluları’nın Kuruluşu’na Tanıklık etmişti. Dağılma Dönemler’i, Moğol-İlhanlı Yönetimler’i altında Selçuklu Sonra’sı Dönemler, Beylikler altında Ankara da Nâsibi’ni alıyor. Beylikler Dönemi’nde Qayseri ve Ankara Eretna Beyliği’nde bir arada bulunmuş. Osmanlılar’a İltihaq’ı ilk defa 1356 Orhan Gâzî Zamanı’nda oluyor. Ankara’da Baskın olan Âhîler, Karamanoğulları yerine Osmanoğulları’nı Tercih etmiş. Bununla beraber Osmanlı’da Sınır Şehri Ankara birkaç defa El değiştirmiş. Hacı Bayrâm-ı Welî’nin doğduğu Yıllar’da Ankara, Osmanlılar’a

Page 33: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

33

geçmiş bulunuyordu. 1402 Ankara Savaşı ise, Timur’un 1399 Bağdâd Sefer’i

Dolayımı’nda gerçekleşerek Osmanlı’da Fetret Dönemi’ni doğuruyor. Kamp için seçtiğimiz Şehr’in Kurucu İsm’i Hacı Bayrâm-ı Welî Ankara’da Osmanlı ile Bağlantılı bir Süreç’te yaşıyor. Dâwûd el-Qayserî’nin Ölümü’nden 2 Yıl sonra 1352’de doğmuş Hacı Bayrâm. Bu Süreç’te Timur’un yaptığı gibi Târihimiz’deki Savaşlar’dan Ders alınmış mı? Önlemez miydi bu Savaş? Maalesef Bölünmeler, Parçalanmalar, Asıl Düşman’a karşı Zayıflamalar getiren bu tür Karşılaşmalar’dan Ders alınmıyor. Anlamsız bir Heyecan, Haqq’ı Batıl’a karıştıran bir Hezeyan Sonucu’nda Kardeşler’in arasını bozan ve bizi Güçsüz bırakan bu tür Kışkırtmalar’a hala uğruyoruz. Kampımız’ın Cereyan ettiği şu Günler’de yine böylesi bir Oyun’u, Suriye üzerinde kurmak isteyenlerin, hala Târih’ten Ders almadıklarını görerek üzülüyoruz. Timur’un Filler’i var. Çubuk Ovası’nda, Hacı Bayrâm’ın doğduğu Yerler’de

Yıldırım Esir düşüyor. Bir Saltanat bir yere girmek isterse bunun Dâwetiyeleri’ni, Meşrulaştırıcı Gerekçeleri’ni hazırlamaktan geri durmaz. İç Ayaklanmalar’ı, Kışkırtmalar’ı Timur’un bu Savaşı’nda da görüyoruz. Bir Kalkışma Hareket’i, sığındığı diğer Hükümdâr’ı çağırır ve O da bunları korumak Bahanesi’yle Saltanatı’nı girmek istediği Yerler’e yaymış olur. Bu Örneğimiz’de Timur’u çağıran, Akkoyunlular oluyor. Aynı Durum bir başka Memnuniyetsiz Çevre Tarafı’ndan diğer Güc’ü çağırmak Sureti’yle Dewâm edip gidebilir. Nihayet Güçleri’ni birbirini kırmakla tüketen Unsurlar’ın Basiretsizliği’nin Olumsuz Sonuçları’nı herkes yaşamış olur. İkisi de Müslüman, ikisi de Türk, ikisi de Sünnî vs. ama Farqlı Koalisyonlar oluyor. Sırp Müttefikler’i Osmanlı’ya Sonu’na kadar Bağlı kalıyor ama, Timur’a İltihak eden bazı Anadolu Beylikleri’nin Askerler’i sayesinde Timur’un kazanması Mümkün oluyor.

Şimdi burada bir Fetih mi var? İkisi de Müslüman iken Açgözlülükler, kendi Zamanları’ndan bakınca bir çok Haqlılık Gerekçeleri,- Mağduriyet İddialar’ı, Nefs-i Müdafaa Savunmaları- arkasına saklanmış olarak sergileniyor. Aynı Durumlar Çaldıran’da Yavuz ile İsmâil arasında Cereyan edecektir. ‘Algıda Seçicilik’ ile hepsinde Haqlılıkları, Mağduriyetleri Sözkonusu eden Gerekçeler Eksik olmamıştır. Bu Sefer Yavuz’u Dâ’wet eden İdris-i Bitlisî’dir. 1402 Fetret Dönem’i boyunca, Timur’un İşgâli’nden geçmiş Güzel güzel İsimler, Çelebiler arasında Çekişmeler’le gitmiş bir Fetret yaşanıyor. Buradan Çıkış Yolu aranırken, neredeyse Beylikler Dönemi gibi bir Parçalanmışlık Hâli’ni yansıtan Belirsizlikler’e Tanık olunuyor. Çelebiler’in, Ewlâqlar’ın kapışması Neticesi’nde 50 Yıllık geciken İstanbul’un Feth’i düşünülebilir, Basiretsizlikler bugün sorgulayabilir. 6 Çelebi, Timur Sonrası Dönem’de yine birbirini kırmakla

Zaman kaybediyor. Eğer bu Asabiyet ve Basiretsizlik bir yer’de kırılmayıp hâla Dewâm etseydi, buradan nice Düşmanlıklar, Mağduriyet İddiaları ardından daha Büyük Kopuşlar gerçekleşebilirdi. Ankara’nın Hafıza’sına girdiğimiz bu Kampımız Esnası’nda, aynı Zaman Dilimi’nde Ankara’da şu sıralar ne üretiliyor? ‘Suriye’ye girmemiz için çok Nedenimiz var’ diye bir sürü Gerekçeler, Hikayeler arkasında ne İnşa ediliyor diye sormamız lâzım. Kimden alacaksınız, Haçlılar’dan mı? Suriye’ye girdikten sonra tekrar Barış Havası nasıl kurulacak? Bu arada kaç Yıl Hebâ edilmiş olacak?

Page 34: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

34

Kuklalar devrilirken asıl Yezidler’in daha Güçlü olmasını engelleyecek Gücünüz

nerede? Sorular uzatılabilir. Timur’un yanında Ulemâ yok mu idi? Yesewî Türbesi’ni yaptıran, Uluğ Bey gibi bir Torun’u yetiştirmiş Timur’dan söz ediyoruz. Ulemâ’yı, Hakimliği kimse diğerine bırakmaz, onları korur, kollar. Ancak onlar da ‘Savaş’a hayır’ diyemedilerse, ‘Savaş ancak Haçlı ile olur’ demediler ise bundan sorgulanılacaklar. Onlar da bizler de Haq ile Bayram; Haç ile Savaş’tan sorgulanacağız. Çelebi Dönemi’nden, Fâtih’in Dede’si Mehmed Çelebi’nin Zafer’i ve Birliği sağlaması ile çıkılıyor. Bu Fetret Dönemi’nde Payitaht, Bursa’dan Edirne’ye İntikal ettirildi. Bir süre sonra Ankara tekrar Osmanlı’ya geçti. 1400 Yıllar’ı yaklaşırken Hacı Bayrâm Welî, Ankara’da değil, Qayseri’dedir. 1394 Ciwârı’nda Bursa’ya giderek orada Müderrislik yapar. Yine aynı Dönemler’de Hacc’da bulunur. Yıkım Sonrası Süreç’te Şam’da, Mekke’de bulunur ve Dönüş’ü Sonrası’nda 1412’de Hoca’sı

Hamîdü’d-Dîn Aksarâyî Wefât eder ve kendisi Ankara’ya döner. Hacı Bayrâm-ı Welî’nin Meşreb’i, Halwetîlik içinde bir alt Tarikat olarak Bayramîlik’te İfâdesi’ni bulur. Hoca’sı, Şeyh Hamîd-i Welî’nin Şecere’si, Şah İsmâil’in Dede’si ile de buluşur. Sünnî Dönem’de Şeyh Erdebîlî’nin Torunları’ndan Şah İsmâil geliyor. Osmanlı’nın Halwetî-Bayrâmî bu Ayağı ile, Erdebîlî’nin Şah İsmâil’deki Ayağı bu Sefer Çaldıran’da karşı karşıya geliyor. Yine Târih’ten Ders alınmıyor. Bugün de Şah İsmâil’deki Dönüşüm’e benzer bir Oluşum, Haydar Baş’ta yaşanıyor gibi. Haydar Baş, Diyarbakır Merkezli bir Sünnî Tarikât’ın Dewâm’ı olarak Yolu’nu sürdürürken, Erdoğan’la İhtilaflar ve son 3-5 Yıl’dır içinde bulunduğu Yönelimler ile Teşeyyü Emâreler’i gösteren bir Tarikat Büyüğü olmaya doğru gidiyor. İmamlar’ı Şia Gözü’yle okuyor, Osmanlı’ya Eleştiriler getiriyor. Bu

Gelişme’yi olumlu görmek na-mümkün. 4-5 Sene önce Mısır’da Teşeyyü Faaliyetler’i çoğaldı diye Propaganda Makine’si çalıştırılmıştı. Bu Konu’da Qardâwî Beyânâtlar vermiş, pek çok Güç Hareket’e geçirilmiş, olmadık gelişmeler, Derin Yapılar’la birlikte İspiyonajlar’a Meze yapılmıştı. İlerde Türk-İran Kapışması Hayali kuranların arayıp ta bulamayacakları Malzemeler’i onda bulmaları, Haydar Baş ve onun Şeyhliği altında gelişen “Teşeyyü Tehlikesi” Alarm’ı veren Manşetler’in koparacağı Fırtına’yı Tahmin etmek Zor değil. Derin Güçler’in böyle Durumlar’dan İstifade etmemeleri Mümkün değil. İran ve Şiî Bölgesi’ndeki Ulemâ’nın Basiretli davranması ve bu Tip Yakınlaşma Sinyali veren Hareketler’e Mesâfeli durması gerekir. Aksi halde bir Bardak Suda Fırtınalar kopararak, “bakın İran, Türkler’i Teşeyyü ettiriyor, haydin Savaş’a” Naralar’ı atacak olanlara Prim verilmiş olur. Dolayısıyla Haydar Baş’ın bu Eğilim’i Tehlikeli bir Yöneliş’tir.. Dost

görürlerse “Aptal Dost”un yapacağı Zarar’ı İran Ulemâsı’nın görerek kimi Mollalar’ca Câzib görülebilecek bu “Göz kırpmaya” Mesâfeli durmasını ummaktan başka söylenecek bir söz yok. Ankara-Qayseri Bağlantıları’ndan bir diğeri İmru’l-Qays, Muallaqât-ı Seb’a Yazarları’ndan Cahiliyye Dönemi’nin Büyük Şâiri’nin öldüğü Yer üzerinedir. Ali Dağı Etekleri’nde, Gesi Ciwârı’nda Qayseri’de Mezar’ı olduğuna dair Seyyah Yazılar’ı olduğu gibi, bir başka Aktarım’a göre de Ankara Ciwârı’nda Altındağ Mewkii’nde öldüğü söylenir. Ölümü’ne Sebeb olan Olay ise, Bizans Kral’ı Justiniaus’un ona Hediye ettiği Zehirli Elbise’yi giymiş olmasıdır. İstanbul’dan Ankara’ya, ya da Kayseri’ye kadar uzaklaştığında Zehir Tesiri’ni İcra etmiş ve onu oracıkta

Page 35: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

35

öldürmüştür. Dolayısıyla bu Muallaqât-ı Seb’a Şâir’i 550 Yılları’nda Arabistan’a

dönemeden yol’da ölmüştür. Ammuriye Savaş’ı ile Ankara, Afyon, Emirdağ Ciwâr’ı Harun Reşid Tarafı’ndan feth’edilmişti. Tazminat olarak Bizans’tan Kitablar getirtilmesi istenmiştir. Aynı Durum Me’mun Zamanı’nda da gerçekleşti. Qayseri gibi, Ankara da Bizans’la El değiştirdi durdu. Nihâyet 1071’den sonra Kalıcı olarak İslâm Nüfus’u bu Şehirler’de İskan edebilmiştir. Selçuklu, Danişmendler, Moğol İstila’sı derken Ankara Kale’si dile gelse de Şehzâde Savaşları’nı, Timur-Yıldırım Savaşları’nın acılarını bir bir anlatsa. Âhîler’in Ankara’ya yerleşmesi Moğol İstilâ’sı ve ardından İlhanlı Hâkimiyet’i Dönemleri’nde gerçekleşiyor. Âhî Evran’ın Kırşehir’de Moğollar’a karşı savaşırken Şehâdet’i gösteriyor ki, Âhîler Ankara’ya doğru çekilmekte idiler. İlhanlı Sonrası’nda Eretnalılar Dönemi’ni yaşayan Ankara’da Âhîler’in Şehr’e

Hâkimiyet’i 1290-1354 arasında denilmektedir. 1354’te Orhan Gâzî Zamanı’nda Şehir Osmanlı’ya geçti. 1354-1923 arası Ankara, Osmanlı Dönem’i. Bu Târih Medine-Civitas Çatışması’nın yeni bir Evre’ye girdiği, Şehr’in Medine’nin Kapı’sı olmasına İtirazlar’ın yükseldiği Çatışma Ortamı’nı vermektedir. 1354’te Orhan Gâzî’nin Oğlu olarak Süleymân Paşa Ankara’yı Osmanlı’ya Dâhil etmiş. O Süleymân Paşa ki, Dâwûd el-Qayserî’ye İznik’te Medrese kurma Ricası’nı gönderen, Osmanlı Medresesi’nin Kurucu İsmi’ni Başkent İzmit’e Da’wet eden İznik’in 3 Süleymân’ından biridir. Mûsâ Çelebi’nin Ulemâsı’ndan olan Bedre’d-Dîn ise, Simawna Qadı’sı Şeyh

Bedre’d-Dîn’dir. Çelebi Mehmed’e Mûsâ Çelebi yenilince Baş Âlim’i de aynı Yenilgi’yi yaşadı. Mûsâ Çelebi başa geçse, Şeyh Bedre’d-Dîn O’nun Büyük Âlim’i, Şeyhü’l-İslâm’ı olacaktı muhtemelen. O zaman Mehmed Çelebi’nin yanında, II.Murad ve Fâtih’in yanında Hacı Bayrâm, Ak-şemse’d-Dîn ne ise o da o olacaktı. Ankara Cumhuriyeti: 13 Ekim 1923’te Türkiye kuruluyor ve Başkent Ankara seçiliyor. 16 Gün sonra 29 Ekim’de Cumhuriyet ilân edilecektir. Bağdâd’ın, Mısır’ın Osmanlı’ya Geçiş’i için Fetih Dil’i kullanamayacağımız gibi, Ankara Osmanlı’ya geçince de bunu söyleyemeyiz. Müslüman bir Hânedanlık’tan diğerine geçmiştir sadece. Fetih Dili burada Garâbet olur. Yerleşim Yerleri’nde, İsimler’de Rûm İsimleri’ni, Kürtçe

İsimler’i değil sâdece Müslümanlık Âidiyetli, Müslüman Hisli İsimler’i de değiştirmiş Yeni Ankara ve Civitas’a dönüşen İrâde’si. Osmanlı, Son Zamanları’nda Siyâsî Gerekçeler’le Yeni İsimler vermişti ama şimdiki Durum çok daha Farqlı’dır. Elazığ Ad’ı, Ma’muretü’l-Azîziye iken, Padişah Abd el-Azîz’in Ma’mur ettiği Şehir Anlamı’nı bırakarak Elazığ’a çevrilmiş. Aynı şekil’de Pınarbaşı, Azîziye idi. Bünyân, Hamîd-i Bünyân’dır. Karşı-Saltanat Örnekleri olarak Tunç bir Eli simgeleyen bu İrâde, Kürtçe üzerinde de, Din Bağlantılı İsimler’de de Aynı Yolu izlemiştir. Hacı Bayrâm’ın doğduğu Yer’in Ad’ı Zü’l-Fadıl’dır, Zülfadıl. Ama bugün Solfasol deniyor oraya, Nato Orkestrası’nın Nota Organizasyonu’na İltihak edildiği için belki. Oraya Zülfadıl olarak bakılınca, Hacı Bayrâm burası için bir Fazilet’tir

Page 36: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

36

denmiş oluyordu. Müslüman Şehir Merkezi’nde Ma’bed ile olan Dönüşümü’nü,

Fadıl Medine ile olan Bağlantısı’nı Solfasol’a dönüştürmüş. Yine Ankara’da Mürted diye bir Semt var. Murtazâ Âbâd olan bu Yer nasıl Mürted’e dönüşür, İlginç. Etimesgut hâkeza, Etileri-Hititleri çağrıştırsın diye, boşuna seçilmemiş. Engürü’yü nasıl Selçuklu, Üzüm Bahçesi’ne dönüştürmüş ise, şimdiki Dönüşüm de bunun Zıddı’nı İfâde etmiyor mu? Uygarlıklar kendi Rengi’ni verecek bir Dil’e yaslanmıştır tabi olarak. Osmanlı’da Fetih Dili’ne ve dolayısıyla Medenîyet Aşısı’na İhtiyaç duymayan bir Dewamlılık, Ankara’da 1923 Sonrası’nda nasıl bir Değişim ve Dönüşüm’e Tanıklık etmiş açıkça görülüyor. Ankara önce kendi Hafızası’nı sildi. Hacı Bayrâm Mahalle’si, “Ulus” a dönüştü. Ankara, Giysi’yi, Yazı’yı, bu Millet’in Târihi’ni, Algısı’nı değiştirdi. Medine’nin Kapı’sı olan Bâb-ı Âlî’den, yeni bir Ankara’ya dönüştü. Târihi Eserler, Medreseler yok edilirken Üniversite’ye, Kazanç Gözü’yle bakıldı. Dârü’l-Fünûn’a

bile Tahammül edemeyip, 1933’te Üniversite ile gelen Kesbler İktibas edildi. Hâfıza tok, Târih yok, Buldozer gibi üzerinden geçilmiş, kesilip biçilmiş bir Ankara. Timur’un Çubuk Ovası’nda Filleri’yle ezip geçtiği “Gül”ler’in kat kat Misli’yle Tahrib’i. 30’un üzerinde Medrese’si, Âhîler’in Külliyeler’i… Tümüyle baştan başa Tahrib. Bu Bağlam’da Ankara Üniversitesi’ni Kin şekillendirdi. Üniversite’ye Dönüşme’nin 10 Yıl sonrasında Yahudi Almanlar, Ankara Üniversitesi’nin Kürsüleri’nde Kurucular olarak yer aldı. Felsefe, Târih, Müzik, Sanat başta olmak üzere yüzlerce Üniversite Hoca’sı Dârü’l-Fünûn’dan kalan Kalıntılar’ı da silip süpürdü. Artık Ankara’ya Ulus Devlet’in, Civitas’ın Kurumlar’ı, Kurucu İrâde’si, Madde’si ve Rûh’u çöreklenmişti. 1928 ve 1930’larda 2 kere Şehr’in İ’mar’ı planlanıyor. “Çankaya” nedir,

nereden gelmiş? “Çan”, İstiklal Marşı’nda nasıl geçiyor? Mabedim’in Göğsü’ne değmesin denilen, Ehl-i Salîb’in tükürülesi Yüz’ü Başköşe’ye yerleşiyor. Tüm Türkiye’yi şekillendiren Şehr’in Tepesi’ne, Çan oturuyor. Şehr’in Yapıcı Mimâr’ı, “Taş Ustası” Üniversitesi’ni kurduğu gibi, Müzesi’ni, Bankası’nı da yerleştiriyor. Civitas nasıl şekillenir? Çan’ın Tepe’de olduğu Civitas Şehri’nde, Müze-Banka Merkezli bir Şehir kurulmuş oluyor. Şehirciliği hiç bilmiyor muyuz? Hâfıza’sı sıfırlanmış olarak, yeni İşgal edilmiş bir Sömürge Ülke’si gibi, yeniden Şehir kuruluyor. Bunun için de çağrılan Taş Ustaları yine Yahudi’dir. Ne var ki bu da tam becerilemeyip, Altındağ, Mamak gibi Gecekondu Köyler’le Şehir çevreleniyor. Buraya nasıl varıldı? 20 Nisan’da Meclis Açılışı için gönderilen Telgraflar’ı

okudu Erdoğan. Söz’ün Süs’ü, “Qawl-i Zuhruf” Sözler’le Dâwetiyeler yapılmış. Qur’ân’da geçen bu Deyim’in Münâfıq Söz’ü olarak Anlam’ı var. Münâfığın Dili’yle söylediği Doğru’dur, Doğru Şeyleri söyler durur, ama içi bambaşka’dır. İşte bu Da’wetiye’de Delegeler, Hocalar, Müftüler Cuma Gün’ü için, 23 Nisan Cuma Gün’ü Mübârek Waqitler’de, Dualar’la yapılacak Merâsim için çağrılıyor. Cuma Günü’nün Bereketi’nden İstifâ’de ile, Hacı Bayrâm’ın Himmet’i ile, yapacakları İşler’in Samimiyeti’ne dâir Söz verilmiş oluyor. I.Meclis açılacak Taahhüd’ü ile inandırılmak istenen Gayeler, Qawl-i Zuhrûf (Sözler) le bezeniyor. Burada kullanılan Dil böyle iken, II.Meclis’in Dil’i Farqlı’dır. “Bazı Kafalar behemehal gidecek” diyen bu Meclis, artık içindekini dışa vurmaktan

Page 37: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

37

çekinmeyecektir. Erdoğan da I.Meclis’e Atıf yaparken, Dewir İstismar Dewr’i, o da

belki bir başka İstismar’a yaslanıyor. Biz de Cuma Gün’ü gideceğiz. Gitmeden önce İbrâhim Tennûrî Türbesi’ni Ziyâret edip Kayseri Lisesi önünde bir Resim vereceğiz. Bunlar da Ankara-Qayseri Bağlantıları’nda söylenmesi gereken Sözler’i barındırıyor.

HACI BAYRÂM WELÎ (ÖZEL) SEMİNER’İ Ankara’da “Haq ile Bayram” Başlığı altında Kamp Semineri’ni düzenleyeceğiz. Şehir ve Biyografi orada ikincil Düzey’de olacak. Bu Sebeb’le Ankara için Ayırt edici Kimliği ile Hacı Bayrâm-ı Welî Biyografisi’ni burada işleyeceğiz. Haq ile Bayrâm Bağlam’ı üzerinden bir Algı’da Seçicilik ile bilhassa

taşınmak istenen Şeyler orada verilecek. 1352’de Dâwûd el-Qayserî’nin Ölümü’nden 2 Yıl sonra doğmuş. 1429’da Wefât’ı üzerinden 24 Yıl sonra ise İstanbul’un Feth’i gerçekleşiyor. Burada Ankara ile İstanbul arasında bir Karşılıklı Alış verişi, Dewâmiyet’i ya da Alternatif olma Hususiyetleri’ni gözleyebiliyoruz. Yine Qayseri ve Ankara Bağlantıları’nı Biyografi içinde sürmek Mümkün görünüyor. Asıl Ad’ı Numan iken Meşhur Biçimi’yle “Hacı Bayrâm” diye tanınması bir Menqîbe’ye dayanıyor. Numan Efendi nasıl böyle bir İsm’e kavuşmuş? Bu Soru’nun Cewâb’ı bizi Qayseri’ye götürüyor. Şeyh Hamîd-i Welî, (diğer Adı’yla Somuncu Baba) )(1331-1412)(, Tarafı’ndan Kayseri’ye çağrılmış bir İsim’dir Numan Efendi. Ona Eskişehir’deki bir Öğrenci’si Wesile’si ile Dâwetiye göndermiş Hamîd-i Welî. Geldiği Gün bir Qurbân Bayram’ı Günü’dür. ‘2 Bayram bir araya geldi’ denilerek hem Buluşma Cem olma, hem de Qurbân Bayramı’nda bu Buluşma’nın gerçekleşmesi

üzerine Hamîd-i Welî, onun Künyesi’ni veriyor. Artık Numan Efendi, Hacı Bayrâm-ı Welî’dir. Hamîd-i Welî’nin Bayrâm-ı Welî’sidir. Aksaray, Bursa, Şam, Mekke gibi pek çok yer’e birlikte Yolculuklar’ı oluyor. (Somuncu Baba’nın Fırını’ndaki Ateş ve orada görebileceğimiz Şems olma Özelliği’ni, Mewlânâ’nın Ateş ve Perwâne Anlatımı’yla karşılaştırabiliriz. Yine Mewlânâ’nın Şems ile Buluşması’na benzer Şems ve Perwâne İlişkisi’ni Hamîd-i Welî ile Hacı Bayrâm arasında görebiliriz. Hacı Bayrâm’ın Öğrenci’si İbrâhim Tennûrî’nin, Tandırı’nda Haq ile Bayrâm etmenin Sevinci’ni yaşayarak Işığa koşan Perwâne’nin bir başka Anlatımı’nı bulabiliriz. Bu Çağrışımlar’ı İbrâhim Tennûrî’nin Türbesi’nde Mütalaa ettik). Hacı denmesi ise Hacc’a Hocası’yla birlikte gitmiş olmaları dolayısıyladır. Yine bir Bayrâm Gün’ü, Hacc’da Bayram ile Buluşma, aynı Cem ile Mekke’de Hacı

Bayrâm’ın Wuslâtı’nı görürüz. Hamîd-i Welî’nin Wefât yeri Darende, Ün’ü ise Bursa’da bulunuyor. Biraz geriye gitmemizin Neden’i aktüelleşen Wasat’ta önemli. Hamîd-i Welî’nin Sâdât’ı, İntisab ettikleri Kaynaklar nasıl farqlılaşmış izleyelim: Şeyh Safiyyü’d-Dîn Erdebilî’den (1252-1334) Neşet eden Sufî Tarikatlar olarak, Hamîd-i Welî’nin buraya İntisab eden Yol’u Anadolu’da Bayrâmiye, Halwetiye Çizgisi’nde Fâtih’e giden Zincir’i Teşkil ediyor. Şeyh Sâfî’den Neşet eden 2.Kol ise Torunları’ndan Şah İsmâil’de İfadesi’ni bulan ve Yavuz ile karşı karşıya gelen Kol’dur. Aynı Ocak’tan Farqlı Siyâsetler, Farqlı Tercihler böyle bir Zıtlaşma’yı, taban tabana karşı ayrı Uçlar’da buluşmayı doğurmuş. Şimdi Türkiye’de içinde bulunduğumuz Durum, Ülke’nin son 10 Sene’dir farqlılaşan Politikalar’ı ne tür

Page 38: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

38

Evrilmeler’e Yol açmış bulunuyor ve daha neler göreceğiz diye endişelenmemek

Mümkün değil. Yeni Osmanlıcılık denen bir Yer’de, bir Takım Güç Wehmedici-Ayartıcı Söylemler ardında Yıldırım Hızı’nda Değişimler yaşıyoruz. Yeni Osmanlıcılık Deyim’i ardında Bakan’a göre değişen, bazen İtici, bazen Sevimli bulunan Yorumlar Eşliği’nde hangi Evreler’den geçtik, geçiyoruz? Yeni Osmanlıcılık Tasawwur’u altında Güçlü Dewlet, Eski Büyük Günler’e Dönüş, Kabuğu’nu kırma, Kazanımlar gibi Faydalı, kullanılabilecek bir Bakış Açısı olabilir. Bununla beraber bu Tasawwur’u çizen İrâde başka bir Yer’de konuşlanmış ise başka bir Dizayn’ın Parça’sı ise, bu Durum’da Dikkatli olmak gerekir. Diğer Güçler, Rusya’sı, İngiltere’si, Yedi Düwel Esaslı Konumların’ı kaybetmiş görünmüyor. Onlar Aqılları’nı mı yediler ki, böyle bir Proje’ye Destek veriyor olsunlar? Son 10 Yıl’da, Diktatörler’in uzaklaşması, Sınırlar’ın değişmesi, BOP, Radikal İslâm’ı ve tüm Radikal karşı koymaları Terörize etme, Terör Bataklığı’nı

kurutma Ad’ı altında sürdürülen Büyük Hercümercler’in yaşandığı bir 10 Yıl. Güçlü Konumları’nı hala koruyan ve Dünyâ’yı Dizayn etmede Politikaları’nı her geçen Gün daha Hızlı bir şekilde Realize eden Hâkim Güçler Dünyâ’nın Merkez’i Konumu’ndaki İslâm Bölgeleri’nde neyi planlamaktadırlar? Bir daha Usameler’in, Qâide’nin falan çıkmayacağı, Radikal hiçbir Unsur’u barındırmayan Güllük Gülistanlık bir İslâm Dünyâ’sı değil mi? Bunun için on Yıllar’dır destekledikleri kendi Diktatörleri’ni çekip Boyunları’nı vurmada Tereddüt göstermiyorlar. Müslümanlar’ın daha çok İqtidar’da olduğu, Demokratik bir Zemin’i ön Şart olarak qabullendirmiş, Temkinli bir şekil’de Qısmî İqtidar Hissi’ni tattıracak Açılımlar’la, Batı’nın kendi Uşağı Dikta Yönetimler sıkıştırılıyor. Yeni Osmanlılık deyince Kulağa hoş gelen bu Ses’in ardında BOP gibi Planlar’ın gizlenmemesi, elbette Haqlı Endişe’ye sevk’eder, sevketmeli.

Yeni Osmanlı pohpohlaması ardında, (Müslüman) İran ile savaştırılacak bir Güç kolayca beslenmiş olmakta. ‘Aslan Osmanlı’ diyerek Sırt’ı sıvazlanan İslâmî Görünümlü bir İqtidar, peşinde Suudi Amerika Destekli bir Wahhâbî Kışkırtma, Sonuç’ta birbirini kırmaya giden Bölünme ve Parçalanmalar. Bir sürü Kayıp Yıllar, Düşmanlıklar, Zayıflamalar. Aynı Qıble’nin Doğrultusu’ndaki İnsanlar için bunlar yapılabilir mi? Evet, Şeyh Sâfî gibi, bırakın aynı Qıble’yi, aynı Ocağın Ewlâd’ı arasında bile birkaç Nesil içinde bu kadar Ayrışma olmuş ve sonunda Şah İsmâil ile Yavuz Sultân nasıl karşı karşıya getirilmiş ise, bir de Sünnî-Şiî Ayrışması karışınca bunlar pekâla yapılabilir. Geçen Ders’te de söylediğimiz gibi Haydar Baş üzerinden ve daha ortaya çıkabilecek başka Teşeyyü Görünümlü, belki Kasıtlı Kaşımalar üzerinden Savaş Çığırtkanlıklar’ı yapılabilecek. Bu sebeble ‘Aqılsız Dost, Dost değildir’ deyip, İran’ın Lehi’ne de olmayacak bu tip Gelişmeler’i Ferâset Sâhibi İran

Uleması’nın hoş karşılamaması yerinde olur. Hacı Bayram’ın Adı’nı aldığı Yer Qayseri demiştik. Dâwûd el-Qayseri’nin Ölümü’nden 2 Yıl sonra 1352’de Hacı Bayram doğduğuna göre, Qayseri üzerinden Mekan’da Ortaklığı sürdürmüş oluyorlar. 1402 2 Sünnî Hânedan’ın Ankara’da karşı karşıya gelmesi Esnası’nda Hacı Bayrâm, Hoca’sı ile birlikte Hacc Yolculukları’ndadırlar. Bu Çözülüş Yıllar’ı Sonrası’nda tekrar Ankara’da Dergâh’ı yönetmeye gelecektir. Bir yerde 2 Şems’in olamayacağı üzerinden Hacı Bayrâm, Ankara’ya gönderilmiştir. Çelebiler Dönemi’nde Hacı Bayrâm, Mehmed Çelebi’nin yanında yer alır. Osmanlı’yı tekrar Birliği’ne kavuşturan bu Çelebi, Fâtih’in Dedesi’dir. Bursa Ulu Câmii’nin Açılışı’nda Hamîd-i Welî Önplan’da iken Hacı Bayrâm orada Hocası’nın

Page 39: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

39

gerisinde durmuştu. Çelebiler Dönemi’nde ise artık Hocası’nın yerini alan Hacı

Bayrâm Fâtih’e giden Zincir’de Önplan’dadır. Ak-şemse’d-dîn, bir Şems de o. Hacı Bayrâm’a Öğrenci’dir ve Fâtih’e Kılavuzluk etmekle görevlendirilmiş. II.Mûrad’ın Çocuğu’na “Fâtih” Künyesi’ni vermişti Hacı Bayrâm-ı Welî, daha Fetih gerçekleşmezden önce. Adanmış bir Çocuk olarak II.Murad’ın Oğlu Mehmed, Hacı Bayrâm’ın Telkin’i ile Ak-Şemse’d-Dîn Tarafı’ndan İstanbul’un Fethi’ne hazırlanıyordu. Hacı Bayrâm-ı Welî’nin Hocalar’ı ve Öğrencileri ile birlikte Keşif Âlemi’nde gördükleri bu Fetih Müjde’si, II.Mehmed’te Feth’in Müyesser olacağına dâir bir Yaqîn Hâl’i Hasıl etmişti Çevreleri’nde. Feth’in gerçekleşmesinde (Müjde 800 Yıl kadar gecikmeyle gerçekleşebilecektir. (h.857/1453) Hacı Bayrâm’ın Müşâhede ettiği bu Keşf ve İhbar’ın önemi Büyük’tür. II.Murad’ın Payitaht’ı Edirne’dir artık, Bursa değil. Hacı Bayrâm ile

Edirne’de buluşup tanışınca ona Hürmet göstermiş, Wa’z u Nasihatları’nı dinlemiş ve Ankara’ya uğurlamıştı. Tıpkı Hocası’nın Bursa’da Yıldırım’ın Da’weti’yle yaptığı gibi, Dua edişiyle Camii açılışında bulunmak üzere Edirne’de böyle bir Buluşma’sı oldu. Haddi zâtında böyle bir Uygulama Humâyun Geleneği olarak, korunup kollanan, Himâye edilen Zâtlar’a Hürmet’le uygulanmaktadır. Bu Gelenek, Hem Sultân Açısı’ndan bir İstimdat, Dua ve İstiqâmet Bağı’nı sağlamış, hem de Yönetim Etrâfı’nda tanınmışlığı, bazı Destek ve Muâfiyetler’i getirerek bu Zatlar’ın İ’tibarı’nı ve Önemi’ni göstermiştir. Hacı Bayrâm, “biz Ankara için seçildik, Görevimiz orda” diyerek Edirne’de kalmıyor. Fakat Edirne’yi de yalnız bırakmıyor. Hamîdîliğin Erdebilî Tekke’si oradadır. Oradaki Tekke ile, Ankara arasında hedeflenilen Yer İstanbul’dur. Diğer İ’tibar Göstergesi Vergi Muâfiyeti’dir. Hacı Bayrâm’ın Tekkesi’ndeki Öğrenciler

Cephe’ye çağrılmamakta ve Vergi’den Muaf olmakta idiler. Müderris ve Öğrenci’ye, Medrese’ye bir Koruyuculuk gibi, Tekke’de de aynı Uygulama var. Menqıbe’de Hacı Bayrâm-ı Welî, bu Muâfiyet’in getirdiği Kötü Örnekler’e bir son vermek için, Haqiqî Öğrencileri’ni seçmek ister. Bu tür Suistimaller’i engellemek için, Uygulama Şer’î görülmese de Menqıbe olarak Qabul edilebilir, bir Mizansen planlar. Sadâqâtleri’ni Test için ‘bir Qurbân istiyorum içinizden’ der. Bir Qurbân Bayram’ı.. Gayri Şer’î bir Teklif tabi ki ama Menqıbe’dir bu. Adeta İbrâhim’in Oğlu’nu Qurbân’ı ve Sadaqât’i gibi. Maqsat kaçmak isteyenleri, Suistimalleri önlemektir. Çok İnsanlar geri çekilir, bir iki İnsan geçer. Onlara Sınama Amaçlı bunu yaptığını söyler ve Çadır’da kestiği Hayvanlar’ın Kan’ı ile dışarı çıktığında geri’ye kalan Kişiler Gerçek Öğrencileri’dir. Böylece İş’in Haqiqâti’ni Halq’a söyleyerek, ‘gidin Cephe’ye, verin Verginiz’i’ demiş olur, Menqîbe biter.

Menqîbe Yazıcılar’ı Bayrâm ve Welî Nitelemeler’i üzerinde İbrâhim’in Sembolleri’ne yoğunlaşarak O’nun Adı’nın Çağrışımları’nı böylece kullanmış görünüyorlar. Bir kerre Qayseri’de, bir de Hacc Esnası’nda yaşanılan Qurbân Bayram’ı ve böyle bir Bayram Günü’ne Tewâfuq eden Buluşma’ya istinâden verilen “Bayram” Künye’si, onda İbrâhim’in Qurbanlığı’nı hatırlatmış olmalı ve nihâyet Menqîbe Yazıcılar’ı için bu Düşünceler’i doğuracak bir Zemin hazırlanmış olmalı. İsimler, Künyeler Etrâfı’nda böylesi Yükler’in Tahmil edilmesi, Adı’na Lâyık bir Hayat’ın İsimler Etrâfı’nda örülmesi, âdeta bir Qader olarak İsimler’le hemhal olma, İsimler’le, Künyeler’le Tâyin edilmiş bir Çizgi… Biyografilerimiz’i belirliyor görünüyor. İbrâhim Tennûrî’de de aynı Bağlantılar’ı, İbrâhim üzerinden, Nûh’un Gemisi’nde Fewerân eden Tennûr üzerinden izlemek Mümkün. Bu İsimler’in

Page 40: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

40

Sâhibler’i böylesi Bağlantılar’ı düşünmüş olmalılar. Kendileri’nin Hatırı’na gelmese

bile Menqîbe Yazıcıları pekala onlarda Cereyân eden Seyr-i Süluk’ta Adları’na Uygun Haqiqât ve Sırlar’ı böylece açığa çıkarmaktadırlar. İbrâhim Teslim oldu Rabbi’ne. İbrâhim’in Qurbân’ı ve Bayrâm’ı, Ay, Güneş Yıldızlar üzerinden bunca Öğreti’si içinde aslolan, O’nun Haq Arayışı’dır. Hacı Bayrâm Tekke’si de aynı şekilde Haq Arayışı’dır. Şiiri’nde “Haq ile Bayrâm etmek” diye bize kadar gelen Dizeler’i, onun Hayâtı’nın Nirengi Noktası’nı veriyor. Haq ile Bayrâm etmedeki, Bayrâm, biraz da Emânet’i Teslim ediş, Wefât ediş’tir. Konya’da izlediğimiz Şeb-i Arus, Refîq-ı Âlâ Şenliği’dir. Bayrâm o Bayram’dır ki, O Gün sevinebilmeli İnsan. Bunun için Teslimiyet, Sadâqât Adam’ı olma, Haqiqât Arayış’ı, Öz’ü Söz’ü bir olma gerekli. Hocası’nın O’na verdiği Ad’a Uygun bir Hayât’a Adanmışlık Durum’u, Haq ile Bayrâm’ın da Anlamı’nı veriyor. Ankara’da Hacı Bayrâm Câmii, bir Dinî Merkez olarak sürmüş ve ölünce

Türbe’si ile Câmii orada Merkezîliği’ni koruyarak Haq ve Haqiqât ile Bağlantılı Gerçek bir Merkez olmuş. Ankara’nın Gerçeği bu, Ankara’ya Damgası’nı vuran budur. ( Not: Ankara’da Hümâyun Geleneği -Resmî Ritüeller’le Açılış Geleneği- Yeni Dönüşüm Yılları’nda, yâni, I.Meclis’in Açılışı’nda tekrar edilmişti. Bir Cum’a Gün’ü Dualar’la Meclis’e Geliş, Hacı Bayrâm Merkezi’nden alınan Feyz ve Taqdis ile topluca Meclis’e kadar Yürüyüş’ün Mânâ’sı bu idi. Hacı Bayrâm’ın Temsil ettiği Merkez’e Bağlılığın bir Gösterge’si olarak, Qawl-i Zuhrûf ardına saklanmış Waziyet’te İstanbul Meclisi’nin Ankara’da bu şekil’de toplanması, o Gün’ü yaşayanlar Nezdi’nde Önemli Kazanımlar olarak Taqdir ediliyordu. O İstanbul Meclis’i ki, I.Meşrutiyet’te Meclis’i Süresiz olarak Ta’til eden ve Qanûn-i Esâsi’yi Askı’ya alan Abdu’l-Hamîd’in bu Hareketi’ni “İrtica” olarak nitelemişti. Batı Empoze’si içinde İlân edilen Meşrutiyet’in İlga’sı, Eski Osmanlı Dönemi’ne Dönüş

diye İrtica olarak görülmüştü. Böylece II.Meşrutiyet’in İstanbul Meclis’i, tekrar Batı Telkini’ne Açık oluş’u İlericilik olarak görmüştü. Bu Demokratik Geçişler Esnâsı’nda hep Humâyûn Geleneği uygulanmıştı. Meclis Sistemi’nden Cumhuriyet Sistemi’ne Geçiş ise, bir bakıma tekrar İrtica sayılabilir. Ortak Paydalar’ı, ikisinde de Osmanlı’ya Nizâmat verme, Tanzimât’tan beri gelen Sürec’in Dewâmı’nda Batı’nın Empozesi’ne açık oluşta idi. 31 Mart Waqa’sı ile Siyâsî Literatür’e giren İrtica, Meşrutiyet Öncesi’ne Dönüş Anlamı’na geliyordu. Sonraları “Dinî Geçmiş” olarak Kullanım’a sokulan İrtica Tanım’ı, 31 Mart için, Meşrutiyet Öncesi’ne Dönüş, yani, Abdu’l-Hamîd’in Dönem’i idi. Meclis’in olmadığı, Batı Tanzimât Reformları’nın öncesine, Demokratik Dönem Öncesi’ne Dönüş idi. Cumhuriyet’in İlânı’nda, işte, Tek Parti Rejimi’ne geçiş, Meşrutî Meclis Geleneği’ne göre bir İrtica’dır. Erbakan’ın da hoş bir Tesbit’le vurguladığı bu Husus,

29 Ekim de bir başka İrtica’ya dönüştü.) Not bitti. Hacı Bayrâm’ın Öğrencileri’nden Ak-Şemse’d-Dîn ile, Fetih’ten sonra da Ankara’nın İz’i, İstanbul’da sürülüyor. Fetih’ten sonraki Cuma Gün’ü, 1 Haziran’da Ayasofya’da Dualar’la Açılış gerçekleşiyor. Bu Esna’da Ak-Şemse’d-Dîn ile berâber, bir başka Öğrenci de Açılış’ta ve Dualar’da bulunur. O da İbrâhim Tennûrî idi. Hamîd-i Welî’den gelen bu Zincir’in Ankara’da Hacı Bayrâm-ı Welî’de sabitlenen Ayağı, Hacı Bayrâm’ın Öğrenciler’i üzerinden Ak-Şemse’d-Dîn’de İstanbul, İbrâhim Tennûrî’de Qayseri’yi Merkez hâline getiriyor. Tarikâtler, ümit veren Öğrenciler’i bulmuş ise her birini yaymış, Halifelik vermiştir. Bu Durum, Tedrisât’ın, Okul’un büyümesi olarak görülmüş. Dünyewî Reqâbet Sözkonu’su olmadığı için, Saltanât’taki gibi bir Bölünme Tehlike’si burada ortaya çıkmamıştır.

Page 41: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

41

İstanbul’da Ak-Şemse’d-Dîn, Qayseri’de Tennûrî vb. değişik Şehirler’de bu

Akım yayılıyor. Ankara, Fetret Öncesi’nde Âhîlik Merkezi’dir. Âhîlik Hareket’i daha ziyâde Ali-Meşreb idi. Ankara’nın Hanefileşmesi, Hacı Bayrâm ile oluyor. Medrese yine Önplan’a çıkarak Hanefilik Tedris ediliyor. Şeyh Safiyyü’d-Dîn Dergâhı’ndan gelen bu Çizgi temel’de Hanefilik üzerinedir. Ne var ki aynı Gelenek İran’da Şiiliği benimseyerek hem kendini hem de İran’ı dönüştüren bir Sonuc’a vardı. İran’ın Şiiliği, Safewî Türkler’le başlar, Farslar’la değil. Safewî Türkler’i ile Osmanlı’nın Savaş’ı, Farslar’la bir Savaş değildir. 1825’e kadar İran’ın Başı’nda Farslar bulunmaz da. Nasıl ki İkisi de Türk olan Timur ve Beyazıd Savaş’ı var ise, yine ikisi de Türk olan Şah İsmâil ve Padi-Şah Yavuz Savaş’ı vardır. Bir başka İlginç Nokta da Erdebil Ocağı’nın İran’da ve Rûm Diyârı’nda farqlılaştığı Çizgi’dir ki, bu kadar Yakınlık içinde 2 Türk Grub’u ve 2 Tariq’te İhwân, nasıl olmuş ta böyle Ayrışmışlar anlaması zor. Demek ki, Algı’da Seçicilik ile, bulmak istiyorsanız Birlik ve Kardeşliği

de bulursunuz, Savaş ve Ayrışma’yı gerekçelendirecek bir sürü Düşmanlık Tohumları’nı da. 2006 Eylül’ünde, Yeni seçilen Papa’nın Kilise’de Din Adamları’na yaptığı bir Konuşma Gündem’e düşmüştü. Bizans İmparator’u II.Manuel Paleologos’un henüz Prens iken Ankara’da bir Âlim ile yapmış olduğu bir Konuşma’nın daha sonra tek Taraflı olarak Anlatımı’na dayanan Sözleri’ni aktarmıştı Papa Ratzinger (XVI. Benedictus). Söz’ü edilen Kişi’nin Hacı Bayrâm-ı Welî olduğu söylenir. Bu Aktarım’a göre, Bizans Prens’i Ankara’daki Âlim’e “İslâm yeni bir şey getirmedi, O’nun Peygamber’i sâdece Kılıç’la Yayılma gibi Kötü ve Aqıl dışı Şeyler dışında yeni ne getirdi?” diye İtiraz etmişti. Üsame’nin Köşe bucak arandığı Yıllar’da bu Sözler’in Papa Ağzı’ndan yinelenmesi Anlamlı’dır. Bizans Prens’i II.Manuel, kendi Amca’sı ile Zıt düşmüş, Osmanlı’ya sığınmış

bir Prens’dir. Kendi Kardeşi’nin yazmış olduğu bir Kitâb’a Referans ile, Ankara’da bir Molla ile yaptığı Tartışma’nın Tek Taraflı Aktarımı’na dayalı olarak tanınır. Bu Kitâb’ta İsim verilmese de olsa olsa sözü edilen Molla’nın Hacı Bayrâm olacağı ileri sürülmüş. O’dur veya değildir, fakat o olmasa da Ankara’da geçen bir Tartışma olarak Papa’nın hatırlattığı bu Münâkaşa, İslâm-Hıristiyan Mücâdelesi’ni dillendirmesi bakımından Ankara Gezimiz’de hatırlatılması gerekir. 2001’de Bush’un “Haçlı Seferleri”, “Özgürlüğün Karanlık’la Savaşı” Ad’ı altında başlattığı Savaş’ın bir Uzantı’sı olarak bu da söylenmeli. Önceki Papa’nın 1960’ta Diyalog Yaklaşım’ı ile Konsil’de aldığı Yumuşak bir Buluşma Qararı’na karşı, Yeni Alman Papa’nın bu Politika’yı değiştireceğinin Sinyaller’i verilmiştir. Bundan sonra, ‘İslâm Barışçıl bir Din değil’ deyip, Diyalog Teması’nın terk’edileceği şekli’ndeki Mesâfeli Yaklaşım Tercih edilecektir.

Seminerimiz Ankara’da Farqlı Konteks’te olacak. Ankara’da 1920 Meclis Açılış Seronomi’si üzerinde duracağız. Haq ile Bayrâm etmek Tema’sı ile alaqalı Haq, Kişi Haqları vb. Haqq’ın ne olduğu üzerine konuşacağız. Meclis içinde Meşrutiyet’in Demokrasi Zinciri’ndeki yeri’ni, Kafkas, Arab her Ses’in dillendirildiği, Müslüman Unsur’un az buçuk önde olduğu fakat Azınlıklar, Gayr-i Müslim Unsur’a çokça yer verildiği bir Meşrutiyet Meclisi’nden bahs’edeceğiz. Bu, Osmanlı’nın Tasfiye Meclisi’dir. Sonuçlar’ı budur. 13 Nisan 1909 Abdu’l-Hamîd’in Taht’tan indirildiği Târih, İttihad Terakki Dönem’i, Hareket Ordu’su, Selânik’ten İstanbul’a gelen bir Hareket Ordusu’na Muqâbil, İstanbul’dan Selânik’e götürülen Halife Abdu’l-Hamîd Değiş Tokuş’u hep aynı Zincir’in Halkalar’ı. Bundan sonra 1918’e kadar Sultân Reşad Halife’dir ama Ad’ı çok duyulmaz, çünkü İqtidar’da İttihad Terakki

Page 42: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

42

var. İttihad Terakki Hükumeti’nin Meclîs-i Mebusân’ı, Savaş, Tehcir, Masonik İlişkiler,

Pozitivizm, Selânik Bayraklı bir sürü Etnik gayr-i Müslim Unsur ile birlikte bir Hükumet’i Teşkil eder. 1909’dan sonra Uzatma Dakikaları’dır yaşanan, Osmanlı’yı Tasfiye için kurulmuş İttihad Terakki’li Yıllar. 1915, Tehcir’in Yıldönüm’ü yaklaşıyor. Fatura’sı İttihad Terakki’nin. 1918’e gelindiğinde Osmanlı’nın Feshi’nde Görevli Tasfiye Elemanlar’ı İşbaşı’ndadır. Artık bu Fesih tescilleniyor. İşgalciler’in İcraatları’nın hepsine “Evet!” deme Zaman’ı. Almanya ve Avusturya Macaristan da yenildi ama asıl Tasfiye edilmek istenen Osmanlı’dır. Harb-i Umumî’ye Osmanlı’yı çekmede İttihad Terakki’nin Rol’ü bugün daha iyi anlaşılıyor. Muwazaalı 2 Fırqateyn için Rusya’ya girildiği gibi, 2 Gazeteci için, 2 Pilot için Suriye’ye girme Planları’nın Bugün, bunların hangi Tasfiyeler’i doğuracağını düşünerek endişelenmemek Mümkün değil. Abdu’l-Hamîd 1918’de İstanbul’da Wefât eder. 1912’de Yunanlılar’ın

Selânik’e girmeleri Arefesi’nde, nice Hayıflanmalar ve Diz Dövmeler arasında İstanbul’a getirilir. Halifelik’ten azledilmiş de olsa Sâbıq Halife’nin Yunanlılar’ın Eli’ne düşme İhtimali’ne Ramak kalmış olması, İttihad Terakki’nin içine düştüğü Acziyet’i göstermesi bakımı’ndan İbretlik’tir. Sultân’a sezdirilmeden bu Naqil gerçekleştirilir. Nihâyet 1918’de İstanbul’da İ’tilaf Dewletler’i var. Resmî İşgal ise 1919’dadır. Meclis’in bir Qısm’ı Direniş gösterince, İşgal Qarar’ı alınmıştır. Anadolu’ya Kaçış, Fesh ve Dağılma yaşanırken bu İşgal Wasatı’nda, Wahde’d-Dîn’in Almanya Gezisi’nden Yaver’i olarak tanıdığı M.Kemal’in 19.Kolordu Komutanlığı’na ve Gizli Görev’le gönderilmesi Sözkonusu’dur. Müdâfay-ı Huquq Cemiyetleri’ni bir araya toplamak Amaçlı bir Samsun’a çıkış. Sivas Mu’temer’i, Amasya Tamim’i, Emekli, boşa düşmüş Paşalar’ın Milli Quwwetler’i Toplamaları’nın Sonucu’dur. Toplanan Meclis, Osmanlı Meclis-i

Mebusânı’dır. Sıra Sayılı Qanunları’nda bile, kaldıkları yerden İstanbul Meclisi’ni Dewâm ettirmişlerdir. Sadece yeri değişmiş ve Ankara’ya taşınmış bir İstanbul Meclisi. Halife’nin kazanması Taahhüd’ü ile kurulmuş, Dewlet’te tabi Dewâmlılığı gözeten bir Meclis. Müdafaa-yı Huquq Amaçlı, İşgâl altında Zulm’e uğrayanların Haqqı’nı Savunma Cemiyetleri’ni bir araya getiriyor. Paşalar bu Örgütler’in Kurucular’ı değillerdir. Varolan bu Cemiyetler’in toplanması İşi’nde aralarında İttihad Terakki İsimler’i de var. Meclis’in burada toplanması üzerine Haq ile Bayrâm etmedeki İlgi’yi kurmalıyız. ‘Haq geldi Bâtıl Zâil oldu’ diyerek Rasûlu’llâh Mekke’deki Putlar’ı devirmişti. Haqq’ın bizdeki Anlam’ı Zafer’dir. İstanbul’un Feth’i, Haqq’ın gelmesinin bu Dewâmı’dır. ‘Haq geldi Bâtıl Zâil’ oldu Âyeti’nin Ebced Değeri’ni İstanbul’un Feth’i ile ilişkilendirmişiz. Fâtih’te Haqq’ın bu Ad’ı var. Fâtih’e Künyesi’ni veren

Hamîd-i Welî, Hacı Bayram’ın da Müjdecisi’dir. Haq ile Bayrâm etmenin İzleri’ni, bunun Sevinci’ni yaşayan Gözleri’ni, ‘Hamdü Senâlar, Hamdü Senâlar’ diyen Sözleri’ni Ankara’da, Qayseri’de, İstanbul’da duyuyoruz. İşgâl’e karşı Halife’nin, Haqq’ın/ Huqûq’un Müdâfaa’sı, yine bu Zafer’in, Bayrâm’ın istenmesi demektir. Haqq’ın gerçekleştiği Gün de bir Bayrâm Günü’dür, Mâide’nin tamamlandığı, Gök’ten inen Sofra’nın Müjdelendiği Gün olarak Mâide 114’te duyurulan ve Qıyâmet’e kadar unutulmayacak Bayrâm Günü’dür o. Maide (Sofra) Sûresi’nin ve Qur’ân’ın tamamlandığı son inen Âyet’le ‘Gökten İnen Sofra’, Mâide 3 içi’ne yerleştirilmiş olarak, bir Bayrâm Gün’ü, Qurbân Bayramı’nın Arefe Günü’nde, Wedâ Haccı’nda Nâzil olmuştur.

Page 43: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

43

24 Temmuz 1923’te Lozan imzalanıyor. Lozan’da yapılan Empozeler’i

anlayan I.Meclis bunu reddetmişti. Bunun üzerine I.Meclis 16 Nisan 1923’te fesh’edilmişti. Yerine Lozan’ı Qabul edecek Tıynet’te olan Wekiller’le II.Meclis açılıyor. Lozan’ı reddeden Meclis’in Feshi’nden hemen sonra görüşmeler 23 Nisan’da tekrar başlıyor. Lozan’a hızla yetiştirilen II.Meclis 11 Ağustos’ta Teşekkül ediyor ve İlk İcraat’ı olarak 24 Temmuz’da imzalanan Lozan Musalahası’nı onaylıyor (23 Ağustos 1923). 13 Ekim’de Ankara Başkent oluyor. 29 Ekim’de Cumhuriyet kuruluyor. Lozan’da verilen Taahhütler yerine getiriliyor. Feth’in Sembol’ü olan İstanbul’dan vaz’geç denmesi, Haq ile Bayrâm’dan waz’geçilmesi denmekti. Teba’da Eşitlik, Seküler Haqlar, Ayasofya Qarar’ı vs. Feth’in Alâmetler’i siliniyordu. 1924-37 arasında bizi biz yapan ne varsa Değerler adına, hepsi dönüştürülmüş. İttihad Terakki’nin Maddî Fesh olarak yaptıkları, nihâyet 10 Yıl içinde Mânewî Fesh olarak

tamamlandı. Bu Meclis I.Meclis’e Darbe yaptı. Darbe Soruşturmaları, esâsen buradan başlamalı. I.Meclis’in Ruhâniyeti’nin silinemediğini, Haq ile Bayrâm Sevinci’nin hala yaşadığını, Ankara’nın Haqiqâti’nin bu olduğunu söylemeliyiz. Fâcialar’ı yaşadık ama Basiretsizlikler, Ferâsetsizlikler içinde artık olamayız. Şeytân’ın durmadan çalıştığı Bilinci’ni kaybetmeden, ne kadar Âlim olursan ol, o halde bu Basiretsizlikler’e bir daha düşmemek için haykırmamız gerekiyor. Tace’d-Dîn Dergahı’nda yazılan İstiqlal Marşı’nın en Büyük Kelime’si, en Aqıl’da kalan Ses’i, “Haq” Söz’ü hâla oradadır. ‘Haqqı’dır Haqq’a tapan Milletim’in İstiqlal’ Deyişi’ndeki, Haqq’ı olmak nedir, Haqq nedir? Haqq’ı olmak, Müdafaay-ı Huquq’un Tezi’dir. Haqq’a tapmak, Haq ile Bayrâm etmenin içinde Mündemiç’tir. O zaman İstiqlal ne demektir? Haqq’ın

Zaferi’yle Bayrâm edenler ancak İstiqlal diyebilir. İşte Fir’awun’un Yewmü’z-Zine’si olan Bayramları’ndan alınmış 23 Nisan, böyle bir Bayram değil. Yukarıdaki İdealler’in Îyd-Bayram Nitelemesi’ni Haq edecek Rövanş Günleri’ni görmek için Ankara’da olacağız. I.Meclis’in Ruhâniyeti’nde Haq ile Bayrâm edenlerle göz göze gelmek için oradayız. 44

I.MECLİS ZİYÂRET’İ Bi’ismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm Arkadaşlar! Planladığımız üzere 2 Günlük Gezimiz’i I.Meclis Binâsı’nda, bu Târihsel Mekan’da, Türkiye’nin ve Cumhuriyet Târihi’nin Geçmiş ve Geleceği ile İlgili çok Önemli Qararlar’ın alınmış olduğu bir Mekan’da bazı Şeyler’i hatırlamaya

çalışacağız. 2 Günlük Programımız’da Gündem’e getirdiğimiz Konuşmalar’da zaman zaman Atıflar’da bulunduk. I.Dünyâ Savaş’ı (1918) Sonu’nda yaşanmış olan Çözülme’de, bu Topraklar’daki Alparslan’dan beri sürdürmüş olduğumuz 1000 Yıllık Yürüyüş’ün yâ Defteri’ni kapatacağımız bir Dönem ya aynı Minwal üzere Dewâmiyeti’ni sağlayacağımız bir Dönem ya da bir Transformasyon geçirerek başka Noktalar’a evrileceğimiz bir Dönem’in Qararları’nın alınması gereken Yer’dir bu Meclis. 1919 Târihi’nde Sivas'ta yapılan Kongre, Erzurum’da yapılan Kongre, Amasya'da yapılan Tamimler..Yurd’un Değişik Yerleri’ndeki Müdâfaa-i Huqûq

44 Ankara Kampı’na Muqaddem olan Seminerler burada bitti. Kaldığımız Yer’den Ankara Kamp

Semineri’nin Özeti’nde şimdi sıra 25 NİSAN 2012/ M.E..

Page 44: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

44

Cemiyetler’i bir Haqq Müdâfaası’nı verdiler.. (Haqq nedir?) Bu Topraklar’ın Aslî

Sâhiplerisi’niz ve bu Topraklar’da Sâhip olarak değil Egemenler’in, Müstewlîle’rin Kontrolü’nde yaşamaya Mahkum ediliyorsunuz ki bunun Qabul edilebilecek bir Hâl’i yoktur. Bu’na “Hayır” diyen bir Direniş Cephe’si örgütlenmektedir Değişik Yerler’de. Onların Temsilciler’i bu Dâwâ’yı birlikte yürütmek için bu Mekan’da Toplantı’ya çağrılıyorlar. Toplanan Meclis’in ortaya çıkma Koşullar’ı budur. Meclis, Kurucu bir Meclis değildir, Dewâmiyet arzeder. Osmanlı Meclis-i Mebusânı’nı 12 Ocak Târihi’nde Son Toplantısı’nı yapmıştır, bir süre sonra Mîsâq-ı Millî Qararlar’ı alınmıştır. Mîsâq-ı Millî Qararlar’ı, kurtarılması Mümkün olan Coğrafya’nın kurtarılması ve Târihsel Dewâmiyet’i içerisinde Dewâmlılığı’yla alâqalı Qararlar’a Râcî’dir ve Meclis bırakmış olduğu Maddeler’in Sıra Sayı’sı üzerinden Toplantı’yı açmış ve burada bunun Dewâmlılık Dâwâsı’nı yürütmüştür. Ülke’nin Değişik Yerleri’nden Müdâfaa-i Huqûq Cemiyetleri’nin Üyeler’i, o Şehr’in Önemli Qanaat

Önderler’i, Emekli Askerler, Paşalar burada bir araya gelmiş oluyorlar. 12 Mart 1921 Târihi’nde İstiqlâl Marşı'nın bu Mekan’da okunduğunu sonra Genel bir Qabul ile bir Milli Mücâdele Rûh’u olan -Mîsâq-ı Millî Taahhütler’i-bunun Somut bir Şiir’le Zihinler’e hıfz’edilmesi Mânâsı’na gelen Konuşma îrâd edilmiş oluyor. Biz İstiqlâl Marşı’nı iki Qıt’a olarak okuyoruz yani 8 Cümle’den ibâret. O, Toplam 10 Bölüm, 41 Satır’dan oluşur. Bütünü Açısı’ndan ve varolan Yönetim’in, bundan sonraki İcraatı’nın Taahhüdü’dür, âdetâ Millî Mîsâq’ın And’ını orada görürüz. Nedir bu? Bir Bağımsızlık Rûhu’dur.. Korkma..diye başlayan bir Metin… Bu Duvarlar, bu Mekan bize bunu İhsâs ettirmeli! O Taqdir’de o Nesl’in Âbâd’ı, Torunları’nın Torunlar’ı olan İnsanlar Ülke’nin Geleceği Konusu’nda Korkak halde iseler, İrâdeleri’ni yitirmişlerse, dayatılan Şeyler’e “Mecburuz” diyen Nokta’da bulunduklarında bu Dâwâ’nın dışında bir yer’de varolurlar. Yani “ne yapalım, Reel

Şartlar bunlardır ve Teslim olmak Zorunda’yız” dediklerinde bu Gidişât’la bir Bağımsızlık Politika’sı olmaz. Korkma.. Şimdi bu Korkma İfâde’si çok Târihsel Derinlikler’e giden bir Şey’dir âdetâ, salt bir Şiir Cümle’si değildir. Biz bu Cümle’yi Qur'ân-ı Kerîm’de Tewbe Sûre’sinde buluruz. Hz.Peygamber’in Göç’ü Esnâsı’nda Mağara’da iken, Endişe yaşarlar, Yakalanma, Tutuklanma Endişe’si yaşarlar.. Wahiy: “Korkma” der “Üçüncüleri Allâh olan (yanlarında Allâh olan)…” Kişi’nin korkması Mümkün müdür?.Bu anlam’da Meclis’in Açılış Rûh’u ki biz Ankara’ya Gelişimiz’de Hacı Bayrâm’da Sabah Namazı’nı Edâ ettik, aqabinde Hacı Bayrâm’da yapılan Dualar’la Meclis’in Açılışı’na Referans verdik. Demek ki Meclis’in Açılışı’nda da ve bir Sene sonraki İstiqlâl Marşı’nın Rûhâniyeti’ne yansıyan Dil’de de bu Mânewî Rûh vardı, İnanç vardı, buna Atıf vardır. O, bir Özgüven’i İfâde etmektedir, Bağımsızlık

Rûhu’nu İfâde etmektedir “Korkma…” diye başlayan Dize. O 8 Satır’ın sekizincincisi’nde “Haqqı’dır Haqq’a tapan Milletim’in İstiqlâl” Cümlesi’ni okuduk ve bu Cümle’deki İstiqlâl Kelime’si nedir? Genel’i ifâde eden Kelime İstiksâr Kelimesi’dir yani Çokluk’u İfâde eden kelime. Çokluk nedir? ‘Herkeste olan’ demektir, ‘Dünyâ’da Geçerli olan’ demektir. İstiqlâl ise “Herkeste olan Şeyi Qabul etmiyoruz, az da olsak, Qalîl de olsak ‘Biz’ kalmak istiyoruz” demektir. Tabii bugün Kavramsal olarak bunu Tercüme’de de zorlanıyoruz.. İstiqlâl Kelime’si, ‘Az olan, Qalîl olan Şey’in Hayâtiyeti’nin Dewâm etmesi’ demektir. Genel’den, Büyükolan’dan kopması Mânâsı’na gelir. Yani “Büyük bir İmparatorluk, Müttefik Quwwetler’in içerisinde bir Eyâlet, bir Manda olmayacaktır, Müstesna bir Azınlık olarak İstiqlâliyetimiz’i, Azınlılığımız’ı Dewâm

Page 45: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

45

ettireceğiz” demektir. “Azınlık Vurgu’su burada Bağımsızlık Mânâsı’na

gelmektedir” yani İstiqlal Marşı'nı “Bağımsız” Kelimesi’yle Tercüme ettiğinizde Anlam’ı Eksik yansıtmaktadır. 2 Günlük Seminer’de İfâde ettiğim Ekseriyet veyahut Eqalliyet Bağlamı’ndaki o Tartışma’nın içerisinde bir yeri ve yurdu da vardır. Bugün 80-90 Sene sonra Küreselleşme demiş olduğum Düşünce, Çağrı, Tek Dünyâ Dewlet’i yani bütün bunlar, “Genel’e katılmayı, her Bölge’nin kendini Transforme etmesini” söylüyor. İstiqlâl demek “biz Farqlıyız” demektir ve “Farqlı olarak Yaşama âvardır” demektir. “Ekonomik, Siyâsal Dayatmalar altında Teslim olmak Zorunda değiliz” İnancı’nı İfâde etmektedir... O taqdirde İstiqlâl Marşı bize bunu da hatırlatmış, İhsâs etmiş olur. 3.Qıta’nın 1.Dizesi’nde buna Târihsel Derinlik katarız. “Ezel’den beridir ben Hür yaşadım, Hür yaşarım” dediğinizde, “Hürriyet nedir bunu ilk defa

öğrenmiyorum ben! Fransız Devrimi’nden itibaren gelen ‘Hürriyet’ Değerleri’ne değil, Ezel’den beri gelen Hürriyet Değerleri’ne Bağlı’yım ben!” diyorsunuz. Dolayısıyla İstiqlal Marşı'ndaki Hürriyet, Meşrûtiyet Sloganları’ndaki Fransız Devrimi’yle gelen Liberty’nin Tercüme’si değildir, Qur'ân’daki Tahrîr’in Tercümesi’dir, Hür Oluş’un Karşılığı’dır. Qur'ân’da Hür olmanın Zıdd’ı nedir? Ubûdiyyet’tir, abdolmak demektir. “Boynum’a bir Altın Tasma’yı kimse takamaz, Zincirler vuramaz” diyen Dizeler bu anlamda İlâhî İçeriğe Sâhip yani Allâh'a Ubûdiyyet’ten kaynaklanan bir Özgürlük Deklarasyonu’dur. Bunları İstiqlal Marşı'nın içerisinde Taahhüd ederiz yani Millet-i İbrâhîm'in Mîsâqı’nı hatırlarız, o Mîsâq’a Bağlılığımız’ı söylemiş oluruz, bunları hatırlarız. Dewâm eden 4.cü, 5.ci, 6.cı Qıt’a’dan tâ İzmihlal’de olmayacağımızı söyleyen

Bölüm’e kadar bunları görmemiz Mümkün’dür. “Garb’ın Âfâqı’nı sarmışsa Çelik Zırhlı Duvar.”… Yalnız Garb’ın Âfâqı’nı değil, bütün Dünyâ’nın Âfâqı’nı saran bir Küresel Dayatma’dan bahs’ediyoruz. ‘Herkesle beraber Yol tutmanın, herkesle beraber olmanın’ Mehmet Âkif’in Dili’nde İstiqlâl Marşı’nda Karşılığı nedir? ‘Tek Diş’i kalan Uygarlık’tır.’ Bu Niteleme’deki Uygarlık bir Şehir Hayâtı’na, bir “Medenî Hayât’a” İhtiras mıdır? Bu Anlam’a gelmez. Ama “ ‘Medenî’/Uygar olmanın Batı Tarafı’ndan bize öğretileceğini, Deklere edileceğini, dayatılacağını qabullenmediğimizi, zaten bizim bir Medenî Dewlet, bir Medenî Millet olduğumuzu, dolayısıyla ehlîleştirilmeye, Wahşî olarak görülüp Terbiye edilmeye Müsâit bir Yapımız’ın olmadığını, çekmeye gelmeyecek bir Boynumuz olduğunu, kesilse dâhi eğilmeyeceğimizi ,bütün bunları İstiqlâl, yani Küresel olan’a İltihâk etmeden Bağımsız Yaşama Qararlılığımız var” derken Deklere etmiş oluruz ki

İstiqlâl Marşı bize bunu da hatırlatır, bunu da söyler. Dolayısıyla her Sene Nisan Ayı’nın Son Günleri’ndeki o Dönemler’e Mâtuf Konuşmalar, Anma Toplantılar’ı ve Yâd ediş Süreci’nde bu Nokta’nın Muhâsebesi’ni yapmalıyız, neresindeydik nereye geldik?. Bu Meclis’te toplanan İnsanlar’ın o Kollektif Rûhu’na, İstiqlâl Marşı’na yansıyan Rûh’un neresindedir Ülkemiz? İstiqlâliyet’i mi savunuyoruz yoksa Küreselleşme’yi mi? Yani ‘Herkes’te olana katılma’yı mı yoksa ‘Muhtâriyet’in Dâwâsı’nı mı güdüyoruz? Bu, Türkiye'nin Varoluş- ya da Yokoluş Sürec’i Mânâsı’na gelmektedir. Biz de İstiqlâl Marşı’nın bu Rûhu’na Bağlı olduğumuzu hatırlamak için bu Meclis Binâları’nda bulunuyoruz. Bu Meclis’in Sıraları’nda bir yerlerinde Mehmet Âkif oturuyordu, onun Rûhâniyeti’ni hissediyoruz… Bir yerlerinde Hasan Basrî oturuyordu, onu gözlemleyebiliyoruz…

Page 46: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

46

Bir yerlerinde Ali Şükrü Bey vardı, onu hatırlıyoruz… Bir yerlerinde Lütfi Fikri

Bey vardı, onu yâd’ediyoruz… Ve burada Memleket Meseleler’i Müzâkere edildi ve konuşuldu ama hepsinde Ortak Dil olarak yansıyan I.Meclis’in Kurucu İrâdesi’nde ‘Manda’nın Qabul edilemezliği’ Vurgu’su vardı, ‘Millet’in İstiqlâli’nin Esas olduğu Vurgu’su vardı, ‘Tam Bağımsızlık Düşünceler’i’ vardı ki biz de Atalar’ın bu Tesbitler’i üzerinden onlara Yakınlığımızı, onların İzleri’nde olduğumuzu hatırlamak, Yâd etmek için buradayız. Toplantımız’ın Ana Mihwer’i, Ziyâretimiz’in ana Gerekçe’si buydu. Bu Mekan’da bunları KONUŞABİLDİĞİMİZ için de Müteşekkir’iz.

TÂCETTİN DERGÂH’I

Arkadaşlar, Mehmet Akif’le alaqalı bir iki Kelâm da burada edelim. 12 Mart 1921'de İstiqlal Marşı olarak I.Meclis’in Qabul etmiş olduğu o 41 Satırlık Şiir bu Mekân’da yazıldı, bize İntikal eden Bilgi bu. Yarın inş’allâh I.Meclis Ziyâreti’ni gerçekleştireceğiz, orada Şiir’i üzerinde bir Şeyler söyleyeceğim. Oraya Bağlayıcı Şeyler söyleyelim. Akif’le olan Konuşma benim Açım’dan genel bir Mesele olduğu kadar, Özel bir Mesele de. Tabii daha Farqlı Yakınlıklarımız var. Mehmet Akif Veteriner Hekimlik Tahsil’i görmüş, öyle bir Tahsil’den Geçmişliğimiz, Meslektaşlık üzerinden de bir Yakınlık doğuruyor. Öyle , Hayatım’da Özel bir Yeri-Yurdu var. İkimizin de Meslek’le pek bir İlgimiz yok. İlgi Sahamız başka Yerler’de yoğunlaşmış. Veteriner Hekimlik, Hayvanlar’ın Sağıtım’ı ile ilgili bir Alan.. Deontoloji bi yana Kuşdili üzerinden bir başka Mesele’de yoğunlaştık. Qur'ân-ı Kerîm için

Kuşdili Sembolizm’i Önemli’dir. Ümmet’in Son Zamanlar’daki dağılmışlığı ve Kuşçu’nun Kuşlar’ı çağırması, onları toplanmaya çalışması.. İstiqlal Marşı da böyle bir Çağrı’dır. Akif Meslek’ten bir anlam’da kopmuştur ama, Çağrısı’nı sürdürmüştür. Kuşlar’la İlgili’dir, hele Bülbül.. Ümmet’in Kuşları’nı bir araya toplamak, İttihat-ı İslam Dâwâsı’nı güden bir İnsan’dır. Onun Merkezi’nde, Medeniyeti’nde Dağılma yaşanmaktadır. Yaşananı önce Ocağı’nda söndürerek toplamak istemektedir. Öncesi, 1909 Öncesi Dewr-i Abdu’l-Hamîd’in Muhalif İslâmcıları’ndandır. Eski Akif. Bir başka şekil’de İttihat-ı İslâm Dâwâsı’na Hizmet İddiası’ndadır. Ama onu Anadolu Coğrafyası üzerinde dâhi gerçekleştirebilme Şansı’nı değil Bahtsızlığı’nı yaşadı. I.Meclis’in fesh’edilmesi ve dışlanması, öteye itilmesi bütün bunların Izdıraplar’ı içerisinde ‘Watanım’dan beni Cüdâ etmesin Allâh’ diyen bir Adam’ı 10 Sene dışarda kalma’ya Mahkum etti Yaşanmışlıklar.. Dönüşü’nden bir kaç

Ay sonra Wefât’ı ile sonlanıyor Biyografi’si. Akif deyince İnsan’ın Zihni’nde kalan; bir Saygı’dır, bir İhtiram’dır, bir Hizmet’tir, bir Dürüstlük’tür, bir Erdem’dir. Şiiri’nde “Kaç Haqiqî Müslüman gördümse, hep Maqber’dedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba Gökler’dedir; ” Tesbiti’ni Akif’te görürüz,‘Gökler’deki Haqiqî Müslüman’dır o.. Bu anlamı’yla da Çok Özel bir Durak’tır Âkif... Eserler’i gibi Yaşayış’ı, Ahlâq'ı, “Kesilir ama çekmeye gelmez Boynum” Deyişi’ndeki Duruş’u.. Sözü’nü yaşamış bir Er Kişi’dir. Çekmemek, Uysal-Ehlileştirilmiş olmamak için Ülke’si dışındadır. Ülke’si.. Başka bir Ülke midir gittiği Yer, Hayır. Mısır, Osmanlı'nın Memâliki’nden.. Eski Türkler’de ise Anadolu Yakası’nda olduğu gibi Karma’dır. ................................. Onların Karması’nı Sabahki Seminer’de İfâde ettiğim gibi yaşamış,

Page 47: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

47

Qawimciliğin değil İslâmî İttihatçı’nın, Millet-i İslâm Etrâfı’nda Birleşme’nin bizi

Kurtarıcı olduğunu İfâde etmiş, bu anlam’da Nâdir İnsanlar’dan biri. Yaşayan Kesit’i içerisinde Örnekleri’ni bulmada zorlanacağımız bir İsim. Taşıdığı Kaygılar Açısı’ndan, Anti-Emperyalist Duruş’u Açısı’ndan, İstiqlal Vurgu’su üzerinden ve Dürüst Müslüman Kimliği, Yaşayışı Açısı’ndan Timsal bir İsim.. Elbet hiçbir İsim tabulaştırılamaz, her Büyük İnsan’ın Kusurlar’ı ,(belki de Büyük) Hatalar’ı da vardır. Kusurlar, üzerlerini bir anda Çizme’yi de gerektirmez. İslâmcılık Kriterleri’nde yapılan bu Gruplaştırıcı ve bir Taraf’ı seçip diğerini Yok edici Davranışlar, Anlamlı, Yararlı Sonuçlar doğurmaz. Abdu’l-Hamîd İslâmcılığı ayrı bir Çizgi’dir, Mehmet Akif İslâmcılığı ayrı bir Çizgi’dir. İhtilaf Nedenler’i, çözülebilen çözülemeyen bir Dizi Konu elbet tartışılacaktır. Bunların Akademik Zemin’deki tartışılması ayrı bir Mesele’dir. Orda bir Kariyer için Maqale yazarsınız. Onların Sonuçları’nı, doğuracağı Toplumsal Tesirleri’ni Nazâr-i İ’tibar’a almaksızın

Herşey’i söyleyebilirsiniz. Burada Kamusal Alan’da Gençler’e Örneklik Açısı’ndan, öne çıkartılması gereken, Menqıbeleşen Boyutu’dur. Yani Yararlılık üzerinden bir Akif Okuması yapmaktır, Abdu’l-Hamîd Okuma’sı yapmaktır. Bunları karşılaştıran ve birbirine kırdıran bir İddia Kazandırıcı olmayacaktır. Abdu’l-Hamîd kendi Sahası’nda bir Siyâsî Dev’dir, önemli bir Motif’tir, Akif de hakeza öyledir. Bunları ilgili Yer ve Merciler’de anlamaya çalışmak gerekir. Evet Akif Etrafı’nda Ayaküstü hatırlamaya çalıştığım Şeyler’i böyle özetleyelim. Burada Günleri’ni, geçirmiş. O Acı’yı, Iztırab’ı burada yaşamış.

TENWİR KAMP’I VII/ HAQQ İLE BAYRÂM ETMEK

Kamp Öncesi’nde Qayseri’de verilen ilgili Seminerler’i aktarmak için ara vermiştik. Şimdi kaldığımız yerden, “2.Bölüm” diyerek Dewâm ediyoruz. Kimi Yerler’de tekrarlar olabilir ama, burada hepsinin dışında özellikle dikkat çekeceğimiz Husus, “Haq ile Bayrâm” Konu’su üzerine olacak. Haq ve Bayrâm Kelimeleri’ni Osmanlı’da ve Modern Dönem’de kimi Örnekleri’yle, Seçmeci bir Algı ile ele alacağız. Algı’da Seçicilik ile öne çıkaracağımız Kesitler, buradaki Kazanç’ı gösterecek. Ankara’nın Kurucu Unsurları’nı, Hâfızası’nı Hatırlatıcı bir Tefekkür Saat’i ile bizim de Kazancımız olarak Şehr’e Wedâ ederiz İnşâallâh. Haqq, öncelikle, bir Qur’ân Kelime’si olarak tescillenmeli. O, kendi Anlam Bütünlüğü’ne Sâhib bir şekil’de tüm Zenginliği, Çeşitliliği içinde parça parça Dilimiz’de yaşıyor. Bununla beraber kimi Batı Kaynaklı Kelimeler’i karşılarken

Çeviri bir Anlam olarak Haq Kelimesi’nin Konu edilmesi, Onu yerinden-yurdundan etmekte. Ana Dilimiz’de (Qur’ân’da) kullanılan Muhtewası’nı Paramparça eden, yerle yeksan eden, Korkunç bir Hadde Tecâwüz ile yeni bir Durum Meydâna getirilmekte. Mesela “İnsân Haqlar’ı” Şekli’ndeki bir Terkib’te, bir Qur’ân Kavram’ı olan Haqq Terimi’nin kullanılmasının, Tahribkâr Sonuçlar doğurduğunu görmekteyiz. Bu Minwâl’de “Haqlar”, “Tercihler” vb. Bağlamlar içinde Haq Kelime’si kullanılınca büyük Anlam Kaymalar’ı yaşanıyor ve bundan da belli Çevreler Azâmî İstismar’ı yapıyor. İnsân Haqlar’ı Terkibi’ndeki “İnsân”, Ahsen-i Taqwîm üzere yaradılmış ve Âdem’in Ewlâdlar’ı olmada eşitlenen İnsân’ı değil, “Human” Kavramı’nı karşılıyor olarak Tamlama’da yer alıyor. Haqq Kavramı’na gelince, bunun bizde en baştaki

Page 48: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

48

Anlam’ı Cenâb-ı Haqq’a İnhisar edilerek Temyiz edilir. Rabbü’l-Âlemîn’in “ …

Nâmütenahi Ad’ı var, en başı, Haqq; Ne Büyük Şey Kul için Haqq’ı tutup kaldırmak” der Mehmed Akif. O bu Dizeleri’nde Asr Sûresi’ni İzâh etmekte ve bu Mânâ’daki bir Âyet’i Şiir’e dökmektedir. ‘İnsanlık’ta Kardeşlik’ ve Beşerî Münâsebetlerimiz dolayısıyla, “Haqlarımız’ı helalleşelim” denir. 1400 Yıllık kullanılan bir Niteleme: Helalleşme. Haqq’ı kalmasın birinin diğerinde, Kul Haqqı bırakılmasın. Yeni kullanılan bir Deyim olan “Human Rights” ile Alaqasız, ondan çok önce kullanılagelen bir Anlam’ı Bünyesi’nde taşır, Haqq Niteleme’si. Medine Sûreleri’nden Hucurât’ta Allâh sizi Din’de Kardeş kıldı denir, “Mü’minler Kardeş’tir”. Kardeşlik içinde bir Ünsiyet isteniyor. Gıyâbı’nda hoşlanmayacağı bir şekil’de konuşmak, İtici bir Tablo’da sunulur. “İnsan Haqları’nda” Gıybet Sözkonusu bile edilemez. Halbuki, bu taraf’ta Gıybet, Büyük

Günahlar’dandır.“Haqq ile Bayrâm edebilmek”, bu Boyutu’yla, helalleşebilmektir. Haqq, bir Anlam’ı ile Bâqî olanı Telkin eder. Geçicilik üzerinden de Haqq ile Bayrâm’ın bir Anlam’ı vardır. Ölüm’ün gelip çatması için,“Emr-i Haqq Wâqî oldu” denir. Ölüm ile gerçekleşen bir Haqiqât, Geçici, Fânî oluşu Îmâ ettiği gibi, “Şeb-i Arûz” Nitelemesi’nde Rabb’ine Mülâqî olmayı, “En Yüce Dost’a” Wuslat’ı İfâde eder ki bu Mânâ’yı Konya Mewlânâ Kampımız’da hatırlamıştık. Haqq’ın bu Mânâ’sı üzerinden de, aynı Tecrübe’nin Hacı Bayram’ın Dili’nden Terennümü’nü görürüz. el-Haqq ile; Huququ’llâh üzerinden Gerçeklik-Haqiqât Bağlantısı’na, Ölüm-Ebedîlik Konuları’na kadar bir dizi Anlam’a burada dikkat çekebiliriz. Bütün bunları İhtiwâ eden bir Zenginlik’te“Haqq” Söz’ü, neler İfâde ediliyor diye düşündüğümüzde ondaki Derin Mânâ’yı yakalıyoruz. “Haqq ile Bayrâm” İbâre’si, o halde, bu Kompozisyon içinde bir Mânâ İfâde etmeli.

‘Haqq ile Bayrâm etmek’ için, Ankara’dayız. Haq’ta Bayrâm ile gelen Hâl’i Mükâşefe eden Hacı Bayrâm-ı Welî’nin bize Armağan ettiği Dizeleri’nden yola çıktık. Ankaralı bu Ârif’in Kayseri’ye Yaptığı Yolculuğa Yankı olsun Sesimiz dedik… Asıl Ad’ı Numan olan bu Ârif Zât’a, Qayseri’den Hamîd-i Welî (Somuncu Baba), bir Dâwetiye gönderir. Onu Zü’l-Fadıl’dan çağırmış. Bu Çağrı’yı bir Taltif Qabul eder Numan ve bir Bayrâm Gün’ü Qayseri’de buluşurlar. Hamîd-i Welî bir başka Taltif’te daha bulunur ve O’na “Bayrâm” Künyesi’ni verir… Beraber Hacc’da bulunmuşlardır, yine bir Qurbân Bayrâm’ı Gün’ü... “Haqq ile Bayrâm’ın” Tecrübe edilen bu Haller’i, Onlarda ne gibi Çağrışımlar doğurmuş, neler Müşâhede edilmişse, bize kadar gelen Dizeler’de ifâde edilen Coşku’ya böylece Konu olmuş. Bu Bayrâm Konusu’nda onların yaşadığı Mükâşefeler’de bir çok Semboller buluyoruz. Hacı Bayrâm Sonra’sı Ankara, onda bulduğu Semboller’le Haqiqâti’ni

tanımlamış. Cumhuriyet- Öncesi ve Sonrası ile buradaki Kırılma, ‘yaşanmış Bütün Haqiqâtler’i Berhava etme Qudret ve İstidatı’na, Sâhibtir’ diyemeyiz. Bunların düzeltilecek Yanları’nı Haykırma Gereği İhmal edilemez. ‘Ankara’nın Gerçeği budur’ demeliyiz. Özellikle Qurbân Bayramları’nda ve zaman zaman çeşitli Seminerler’de kurduğumuz bir Bağlantı’yı burada hatırlayarak ,Mâide Sûre’si 114.Âyeti’ne Atıf yapabiliriz. Malum, Sûre Başlar’ı ve Sonları aynı Konu’ya Temas etmekte, Sûre’nin Sonu’nda, baştaki Konu’ya dönülmekte idi. Elbette bu İ’caz Mâide Sûresi’nde İstisna değildir. Nitekim,120 Âyetlik Mâide Sûresi’nin ilk kısımları 114.Âyet’le ilgilidir. Mâide Sûresi’nin İlk Kısmı’nda, Qur’ân’ın Son İnen Âyeti’ni görüyoruz. Bu Âyet, Mâide-3 içinde bir Bölüm olarak bulunuyor. Böylece hem Mâide 3.Âyet’i

Page 49: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

49

tamamlanmış, hem Mâide Sûre’si tamamlanmış, hem de Qur’ân tamamlanmıştır.

Peki 3.Âyet’in bu Bölümü’nde ne denmektedir? “…Bugün size Dininiz’i Kemâle erdirdim, üzerinizdeki Ni’metim’i tamamladım ve size Dîn olarak İslâm’a Rızâ verdim...” Qur’ân’ın ve Mâide’nin tamamlandığı bu Âyet, hatta bu Âyet’in Parça’sı, bir Bayrâm Gün’ü Nâzil olmuştur. Peygamberimiz’in 632 Yılı Wedâ Haccı’nda, 100.000’lik bir Sahâbe Topluluğuna Hitâb ettiği, Arafat Waqfesi’nin yapıldığı Arefe Gün’ü, bir Qurbân Bayrâm’ı Gün’ü bu Âyet Nâzil oluyor. Mâide Bayrâm’ı da denilen Qurbân Bayram’ı Günleri’nde Gök’ten “Sofra” İndirilmiştir. O Gün, Din’in Kemâl’e erdiği, Ni’met’in tamamlandığı Gün’dür. Küfredenlerin, Allâh’ın Nûru’nu söndürmekten Ümidleri’ni kestikleri, Din olarak İslâm’ın, Râzı olunacak bir Hüwiyet’te Arz-ı Endâm ettiği Gün, Qur’ân’ın tamamlandığı Bugün’dür. Bu Bayram Günü’nün Geleceği haqqındaki Dualar, O Gün’ü görme İştiyaklar’ı, O Gün’ü görüp te Qalbi’nin tam bir İtminan’la dolacağı Büyük

Coşku’ya Şâhitlik etme Arzu’su ta Hz.İbrâhim’de var idi45. Haddi zatında tüm Peygamberler’den alınan bir Misâq ile, “el-Yewme ekmeltü…” denilen O Gün’ün Geleceği ve O Gün, O Beklenen Rasûl’ün gelmesiyle O’na Yardım etmek, O’na, Âzir olmak, O’na Nâsır olmak, O’nunla indirilen Nûr’a Tâbi olmak üzere Söz vermiş, Qarar kılmışlar, Ümmetleri’ne bunu Wasiyet etmişlerdi. Allâh da onlarla beraber buna Şâhidlik etmişti46. Peygamberleri’nden ve Ümmetleri’nden alınan Misâq ile,“O Peygamber” haqqında duyulan İştiyak, Şâhidlik ve İtminan Arzu’su, tabiatıyla, Hz.İsa Mesih’te Son Raddesi’ne vardı. Hz.İsa Mesih(Qudüs Peygamberleri’nin Sonuncu’su Anlamında Mesih’tir. Mesiyanik anlamda değil.), Ahmed’i müjdelemek için gelmişti. Bu Müjde’yi verdiğinde elbette Hawarîler bununla sevindiler. Fakat gerçekten Allâh’ın “Gökten inen Sofra’yı tamamlayacağı” Konusu’nda, Bütün İmkansızlıklar,

Zorluklar Karşısı’nda bunun nasıl gerçekleştirileceğini Merak ettiler. Qalbler’i Tatmin olsun, O Gün’e Şâhidlik etme Arzular’ı, İştiyakları gerçekleşsin istediler. Gerçekten de “O Peygamber”, müjdelendiği, Waad edildiği, Ahid alındığı üzere, “Mûsâ gibi bir Peygamber” olacak mıydı? Dâwûd gibi Muzafferiyetler içinde, Süleymân gibi Mektublar Sâhibi, Yûnus gibi Zü’n-Nûn/100.000’e Hitâb eden, Yûsuf gibi Muhsin, Sâlih gibi Rasûlu’llâh velhasıl bütün Enbiyâ’nın Dürr-i Yetim’i, hepsinin Hikmeti’ni Toplayıcı (Fass-ı Muhammed) olabilecek miydi? Allâh’ın İnsan’ı Yaratma’dakiGayesi’ni en Mükemmel bir şekilde gerçekleştirmiş, Nübüwwet Sarayı’nın Köşe Taşı, Bütün Peygamberler’in Hülasa’sı olarak, öncekileri Tasdiq edici, Ma’ruf’u Emr/ Münker’i Nehiy edici, Tayyibât’ı Helal/Habâis’i Haram kılıcı, Ağır Yükler’i indirip/Zor Teklifler’i Hafifletici47, Raûfu’r-Rahîm48 O Ümmî Peygamber ve O’nunla tamamlanan Nûr nasıl olacaktı?

Hawârîler bu İştiyak’la Hz.Îsâ’ya “Rabbin bize Semâ’dan bir Mâide indirebilir mi” diye sordular. Hz.Îsâ’nın, Hawariler’in Soru’su üzerine “Allâhümme Rabbenâ” diyerek yapmış olduğu Dua, Mâide 114’te aktarılır: “Rabbimiz, bizden Ewwelkiler ve bizden Sonrakilere (O Gün) bir Bayram olacak şekilde -ve Senden bir Âyet olarak- Semâ’dan bize Mâide indir. Bizi rızıqlandır, sen en Güzel Râzıqîn’sin”. 114 Sûreli

45 (Baqara 124-129; Baqara 260); Hz.Mûsâ’da ( A’raf, 156,157 ve Kehf Sûresi’nde Rüşd’e ermek

için Hz. Mûsâ’nın Hızır ile yaptığı Yolculuk’ta Şâhid olmak istediği “Hubr-Haber” budur) 46 03/Âl-i İmrân 81, 47 07/el-Arâf 157, 48 09/et-Tewbe 128,

Page 50: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

50

Semâ’dan inen Maide/Göksel Rızıq (Qur’ân), Mâide 114’te Hz.Îsâ’nın Dili’nde bu

şekilde Dua’ya dökülmüş. 114 Sûre’nin tamamlandığı Gün, bir Bayrâm Günü’dür. Hz.Îsâ’nın bu Duası’na Allâh’ın Cewâb’ı Olumlu’dur: “Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim İnkâr ederse, Kâinat’ta hiç bir kimseye etmediğim Azab’ı ona edeceğim!”.49Gerçekten de Mâide’nin indiridiği/tamamlandığı Gün, Bayrâm Günü’dür. Qıyâmet’e kadar Qurbân Bayramı Günleri’ni İdrak edenler, Haq ile Bayram etmenin Sevinci’ni yaşayarak 115.Âyet’teki Müjde’ye ve Mâide’ye İmân etmenin, Tayyib Rızıqlar’la Ni’met’e ermenin Mutluluğu’yla Bayram ederler. Bu İmân’dan Uzak olanlara ise Şiddetli İhtar dikkat Çekici’dir. Mâide Sûre’si, “Ey İmân edenler, Akidleriniz’e Wefa gösterin” diye başlar. Bu Akid, yukarda geçtiği gibi, Bütün Enbiyâ ve Ümmetleri’nden alınan Misâq’tır. O zaman Hamid-i Welî’nin Hacı Bayrâm’da açtığı Sofra, Bugünleri içine alan bir Bayrâm Günü’ne denk geliyor. Qayseri’de onların bu Buluşmalar’ı, bir Bayrâm

Yaşayışı için yapılmış Misâq’ı hatırlatıyor. Haq ile Bayrâm edebilmek verilmiş olan Söz’e/Misâq’a Wefâ gösterebilmek demekse, Ankara, da bu Misâq unutulmadığı için, Zor Günler’de verilmiş olan Millî Misâq’ta aynı Wefâ’nın İzleri’ni görmek Mümkün’dür. Bu Kavramlar’ın İzi’ni süren Ankara Kampımız’da, acaba şimdi O, yerinde mi sayıyor yoksa daha da Kötü’sü, Geriye mi gidiyor diye qahr’olunacak Haller’i sıralamak Durumu’ndayız. Bu Seminer’in yargılamak istediği Temâlar bunlar. I.Meclis’te Zuhrûf Sözler’in Gerisi’ndeki Sû-i Niyet’in Karşısı’nda, alınması gereken bir Rövanş’ın olduğunu söylemeliyiz. Haq ile Bayrâm edenleri aramak için Ankara’ya geldik. Sözleri’ni bozarak Geriye düşenlere, Mâide 115’teki Şiddetli İhtar’ı haykırmak için geldik. Haq ile Bayrâm edenlerin, Misâqları’na Wefâ gösterenlerin Gözleri’ni, I.Meclis’te izlemek için geldik. Onlarla beraber biz de

Ankara’da Haq ile Bayrâm etmek için geldik. Bu Kompozisyon içinde Düşüncelerimiz’i yerli yerine oturturken, Ankara’da duyduğumuz ilk Ses, “el-Hâqqa” oldu. ‘Algı’da Seçicilik’ ile bu “Mâide” Sesi’ni, Seminerimiz’in tam Göbeği’ne yerleşmiş olarak hissettik. Haq ile Bayrâm etmek için gelenlere bu Hoş Karşılama’nın İkrâm edilmesini de Qayıtlar’a geçiriyoruz. İki ayrı Haqiqât, Senin Haqiqât’in/Onunkisi vd. olamaz. Haqq bir Tâne’dir. Bâtıl’ın Varoluş’u, Haqiqât taşıdığından, bir Haqiqât’i olduğundan değil; Haqq’ın Gereği’nin yerine getirilmemesi, Haqq’ın Eksik bırakılması dolayısıyladır. Karanlık, bizatihi Var’lığa Sâhib olarak değil; Işığın Yokluğu dolayısıyla, Arızî olarak var’olabilir. Aynı şekilde, Bâtıl’ın bir Gerçekliği yoktur, o sâdece Haqiqât’in üzerinin örtülmesi ile, bir Butlan Yalan’ı ile var olur. Haqq ile Bayrâm edildiği zaman, hemen derhal, Bâtıl Butlan olur, Zâil olur.

‘Muhaqqaq Bâtıl Zehuqâ Olucu’dur.’ Mekke’nin Fethi’nde, Putlar’ın Temizlenmesi Sırası’nda bu Âyet okunmuştu50. Haqq’ın gelmesi, öyleyse, Fetih’tir. Feth-i Mübîn olarak bir Bölge’nin İslâm’ın Fütühâtı’na açılmasıdır. O zaman Haqq ile Bayram, bu Feth’in gerçekleştiğini görmekle olur. O Fütuhat, Mekke’nin Fethi’nde başlayan bir Zincir’de en Büyüğü’nü, karşısına koyduğu Rûm İqtidarı’na ulaşmakla Temsil eder. En Büyük Fetih, İstanbul’un Fethi’nde İfâdesi’ni bulmuştur. İşte Bayram! Qureyş’in Feth’i, “Haq geldi, Bâtıl Zâil oldu” daki Fetih’tir. Roma’nın Fethi’nde ise, o zaman burada Âyet Anlam kazanır. Sebe 15’teki “Beldetün Tayyibetün” İfâde’si, Feth-i Mübin’e İşâret olarak gösterilmiştir. İstanbul’un

49 05/el- Mâide115, 50 17/el-İsrâ 81

Page 51: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

51

Fethi’nde Hacı Bayrâm’ın Öğrenciler’i, başta Ak-Şemse’d-Dîn, İbrâhim Tennûrî

orada Hazır bulunur. Fâtih’i yetiştirmek üzere Hacı Bayrâm’ın görevlendirdiği Ak-Şemse’d-Dîn, Feth-i Mübin ile Haqq’ın Bayramı’nı yaşar. Bu suretle, Fâtih’te Hacı Bayrâm’a Öğrenci olmuştur. Haq ile Bayrâm etmenin Hacı Bayrâm-ı Welî’de yaşanılan Boyut’u, böylece Öğrenci’si üzerinden Feth’e Şâhid olmak suretiyle Dewam eder. Bu “Bayram”ın Dewâmiyeti, aynı Çizgi üzerinden sürmektedir. Aksi İstiqâmet’te bir Yönelme’nin, Haqq’a değil, Bâtıl’a Hizmet ettiğini görmekteyiz. Bu Çizgi’den İnhiraf, Haqq’ın gölgelenmesi, Işığın yerini Zulmet’in alması, Bâtıl’ın Yerleşmesi Anlamı’na gelir. O halde Ankara-İstanbul Gel-gitleri’ni burada, bu Bayrâm’da görüyoruz. Hacı Bayrâm Câmii’nden, 23 Nisan’da I.Meclis Açılış’ı başlatılıyor. Orada bir Manewiyât Unsur’u, bir Dewâmlılık Hisse’si, bir Feyz ve Yararlanma Arzu’su var. Hacı Bayrâm’dan İstimdat, Haqq’tan Görünme, Misâq’a Wefâ, Haqq ile Bayrâm

İştiyâk’ı iç içe geçmiş. ‘Hocalar Hatimler’le gelecek, Buhâri okunacak’ diyerek. Son Osmanlı Meclis-i Mebusân’ı toplanmış. Etnisite olarak herkes vardır. Hepsini Millet yapan Şey, Millet-i İbrâhim’e Nisbet’tir. Söz vererek, Ankara’da Taahhütleri’nin arkasında olduklarını göstererek, Misaq-ı Millî (And’ı) ile toplanmışlar. Bu Millet’in Hâfızası’nda Misâq ne demek belli idi. Millet ne demek besbelli. O Gün Misâq-ı Millî dendiğinde bunun Anlam’ı apaçık idi. Aynı Yıllar’da Qalem’e alınmış İstiqlal Marşı içinde Millet ne Anlam’a geliyorsa, orada da aynı Anlam’da idi. I. Meclis-i Mebûsânı’nın İcmâ’sı ile Qabul edilen Akif’in Mısraları’ndaki Sözler’in Mânâ’sı da, Misâq-ı Millî’nin Mânâ’sı da Herkes tarafı’ndan bilinmektedir. “Qawmim’in Milleti’ni terk’ettim, İbrâhim’in Milleti’ne girdim” der Hz.Yûsuf, Hapis’teki Arkadaşları’na. Millet, Qawim/Ulus demek değildir. Qur’ân’da ve bu Ümmet’in Belleği’nde Misâq, Âdem’in Zürriyeti’nde,

İbrâhim’in Ewlâqları’nda alınan Ahid ile bezenmiş. Aynı Misâq, diğer Ewlâw, İsmâil için de Sözkonusu. Bu Belleği sürdürdüğümüzde Misâq, Medine’deki Misâq’a (Medine Wesiqa’sı) dönüşecek… ‘Ezan bu Topraklar’da dinmeyecek, Qureyş’in İmâmet’i/Hilâfet korunacak, Millet’in İstiqlal’i savunulacak’ diye Millî Misâq Aqidler’i yapılmış. Taahhütler Bütün olarak bunun üzerine gerçekleşir. Çok tabii olarak Ümmet’in Hâfızası’ndan yoğrulan Mânâ bunu gerektirir. I.Meclis’in Taahhütleri’dir bunlar. Söz’ünü ancak, Münâfıq yer. Sözü’nü Tekzib eder, daha söylerken Yalan ile başlamıştır, Söz’ü ancak Zuhrûf Sözler’dir. O yüzden daha başlarken Yalan ile Yol’a çıkar. Münâfığın bir diğer Alâmet’i, Tewdi edilen Görev’i İhmal etmesidir. Haqq ile Bayrâm etmek için başlanılan Yol’da, demekki başka Niyetler de vardı. Nifaq’ın bu 3 Görüntü’sü de orada ortaya çıkmış. I.Meclis’in Rûh’u Buhar olmuş. O’nun Ruhâniyet’i

İnkar edilmiş görünüyor. O Meclis’in Ruhâniyeti’ni hatırlamak, Gözleri’deki Nûr’u, Bayrâm’ı görmek için buraya geldik. O Sıralar’da oturanlara yapılan Haqsızlığa Rızâ gösteremeyeceğimizi söylemek için geldik. Bu Ruhâniyet’e Bağlı kalma, bu Değerler’e Riâyet ile Haq ile Bayrâm’a erme, Misâqları’na uyduklarına Şâhidlik etme, bizim de Aynı Misâq Borcumuz ile, alınacak Rövanşlar’ın olduğunu haykırmak için geldik. İstiqlal Marşı’nda Haqq Kavram’ı çok Önemli bir yer tutar. Meclis’in Adamlar’ı ‘Haqqlarınız’ı/Huququnuz’u Müdâfaa edeceğiz’ diye bir araya gelmiş Çeşitli Meslekler’den Erbablar’dır. Müdâfaa-i Huqûq Cemiyetleri’nin, Haqq’ı Müdâfaa için toplanmış Elemanları’dır. O halde, Bu Huqûq’un Müdâfaası’nı İddia için

Page 52: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

52

toplananlara Mehmed Akif’in “Haqqı’dır Haqq’a tapan Millet’imin İstiqlal” demesi

çok Anlamlı’dır. Bu Seminer’le Alaqalı değil ama, “Kişi Haqlar’ı” diye bir Düşünce Boyutu’nu 2000’in Başları’ndan itibaren geliştirmeye çalıştığımız Yönleri’yle burada zikr’edebiliriz. Kişi Haqlar’ı üzerine bir Beyânnâme Hazırlığı’nı burada tekrar gözden geçirdik. İnsan Haqlar’ı Terkibi’nin Yakışıksızlığı ve Antipatisi üzerine, Kişi Haqlar’ı Kavramı’na yoğunlaşalım dedik. Humanist Paradigma dışında, Kendi Kök Kaynaklarımız’dan bu Sorun’a nasıl Cewâblar bulabiliriz, Kişi Haqlar’ı Yaklaşımı’nı bizi İhyâ edebilecek bir Format’ta nasıl sunulabiliriz Soruları’nı sorduk. Târihî Köklerimiz’den İki Referans ile bu Terkib’in Hayat bulduğunu söyleyebiliriz. 1.si Qur’ân-ı Kerîm’dir. Tertil I ile Sınırlı olarak dâhi (Diğer Tertiller de aynı Format’ta okunabilir-okunmalı) Temel Besleyici Alan’ı oluşturabiliriz. Burada 11 Ay’da, 23 Ders üzerinden 15 Sûre görmekteyiz. O’nun Uslubu’nu Temel

Çatı’ya koyarak, Kişi Haqlar’ı Açısı’ndan bir Okuma’ya tabi tuttuk. Burada “İnsan” nasıl tanımlanıyor, İnsanlar ve Sultalar arası ilişki nasıl Taswir ediliyor gibi Canalıcı Noktalar’ı Tâqib ettik. Tabi ki Wedâ Hutbe’si de, bu Konu’da aynı Çizgi’de dikkat’e alınmalı idi. 2.Temel Desteği, Beyânnâme Metni’ndeki Lisan’ın en Eski Kullanıcıları’ndan birinden aldık. 1200’lere târihlenen Dizeler’de, Yunus Emre, Kişi Haqq’ları Terkibi’ni çok Anlamlı bir yerde kullanmakta idi. Onun Dörtlüğü’nde geçen “Kişi Haqq’ın Bilmesi”, okumakla irtibatlandırılmıştır. Allâh’ın Kitâbı’nı Okuma’nın Anlam’ı, Kişi’ye “Kişi Haqqı’nı” kavratabilmektir. Bu Sonucu çıkaramayan bir Okuyuş, ‘Kuru bir Emek’ten başka bir Şey olmayacaktır. İnsan Haqlar’ı Niteleme’si, 2-3 Asr’ı aşmayan bir Kullanım Geçmişi’yle, artık kemikleşen Ana Unsurları’nı Çıkartma Evreleri’ne girmiş. Daha öncesi’nde 1200ler’e

varan bir Humaniter Okuyuş’un Kilise-Karşıt’ı Mücâdelesi’ndeki Özgürlük Arayışı’nda Nüveleri’ni oluşturuyor. 200-300 Yıllık Geçmiş’te oluşturularak Bugünkü hâli’yle İlân edilen Bildirge ise, birkaç On Yıllar içerisinde yenilenen, Uc’u Açık bir şekil’de Değişiklikler’i Qabul’e Hazır bir Format’ta sunuluyor. 1200’lerdeki bir Ârif’in, 800 Yıl önce kullandığı “Kişi Haqqı” Kavram’ı, hem Öncelik bakımından, hem Orijinalite Bakımı’ndan çok daha Uygun bir Temel olarak bizi ilgilendirmeli. O asla Çeviri değil. Öyleyse kullandığımız bu Kavram, asla İnsan Haqlar’ı Kuramı’na bir Öykünme, bir Çeviri, bir Etkilenme olarak görülemez. Özgün bir Kişi Haqlar’ı Vurgusu’nda Israr ediyoruz. Çeviri olarak böyle bir Öykünme’ye yaslanan İnsan Haqlar’ı Kuramlar’ı da var. Bir Tez olarak değil, Anti-Tez olarak yeni bir “Müslüman İnsân Haqları” Dili oluşturmaya çalışan Yaklaşımlar, Orijinal, Aslî bir Temel’e dayanmadan, Tâli

Konum’da olmayı Qabul etmiş oluyorlar. Böylece “İnsan Haqları’nın” Evrensellik İddiası’nı da onaylamış oluyorlar. Evrensellik İddiası’ndaki bu Kuram’ın Sâhibleri’nin de Uc’u Açık bir şekil’de Modifiye etmeye Râzı oldukları tür’den, bir kısım Extrem, /Radikal Öneriler olarak, diğer Tercihler ve Teklifler yanında pekala Qabul edilebilir bir Konum’da, Beyânnâmeleri’nin Dip Notları’nda kendilerince yüksek bir Pâye verilmiş olarak “Onore” edilmeye Râzı iseler, bunlara diyecek bir Sözümüz yok. Ne var ki böyle bir Konum’u Qabul ediş, onların Evrensellik İddiası’nı ve Beyânnâme’nin Temel Çerçevesi’ni Ezik bir şekilde Qabul Anlamı’na gelir. Müslüman İnsân Haqlar’ı vb. böyle bir Şey olamaz. Kişi Haqlar’ı ile ilgili Beyanlarımız’da ise, 800 Yıl Öncesi bir Zihinsel İnşâ’nın Tertil I ile alaqalandırılarak Yorumlanması Süreci’ni görmekteyiz.

Page 53: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

53

Okumaktan Mâ’nî ne, Kişi Haqq’ın bilmektir. Çün okudun bilmezsin, Ha bir

Kuru Emek’tir. Okumak, Tedris etmek, Medrese’nin Talimi’dir. Medrese’nin, tüm İlim Tedrisât’ı bir Ma’na’ya Müteweccih’tir. Tedris edilen İlim, Ta’lim ve Tahsil, Qur’ân’ın okunması üzerine kurulu. Öyleyse, Qur’ân okumaktan Ma’nâ ne diye, bu Okuma’yı açmalıyız. Medrese’nin Ma’nâ’sı, Kişi’nin Haqq’ı bilmesidir. Qur’ân okumaktan Mâ’nâ, Adam olmayı bilmektir. Kendi’ni bilmektir. Rableşmeyeceksin, Tuğyân etmeyeceksin, Müstağnî olmayacaksın… Ne ez, ne ezil. İstiz’af’ı Qabul etme, Müstekbirliği de. İnsan olmak, İbâdu’llâh olmakla eşitlenir. Teswiye edilmiş yücelik, Kul-İnsan olma ile şekillenmiştir… Bunları söylüyor Yunus. Âlâ Sûresi’nde “bu Anlatılanlar Öncekiler’in Sahifeleri’nde de vardır” buyruluyordu. Bunun İzi’ni, yine Yunus’un Dewâm eden Dizeleri’nde görüyoruz. “Dört Kitab’ın Ma’nâ’sı” derken, Âlâ Sûresi’nin Çizgisi’ni

takib eder. Kişi Haqlar’ı Bildirgesi, yukarda söylendiği gibi, Tertil I’de 15 Sûre içinde arandı. 29 Harf, Elif, Be, Te… Yedenilerek 29 Madde’de 15 Sûre’nin “Kendi’ni Bilme” arayışı içinde okunmasıyla tamamlandı. Bu Bize Özgü olarak Kişi Haqqları’nı ifâde eden Kendi Beyânımız’dır. Human Rights diyenin Beyânlar’ı da kendilerini bağlar. Bunu Deklare etmiş olana deriz ki; “Beyânnâme’ne karşı Dürüst kalma Söz’ün varsa, görelim ne kadar O’na Bağlı kalıyorsun. Bunu Hesabı’nı senden sorarım ve Tâqibcisi olurum.” Human Rights Beyânı’nda bulunanı, Sıga’ya çekme Görevim vardır. Bununla beraber bizi Kendi Beyânımız bağlar. Benim, Millet-i İbrâhim olarak Ahd-i Misaq’ım nedir? Kendi Orijinal Beyanımız’da bu yer almalı. Burada İslam İrfân Geleneği’ndeki Kul Haqqı Vurgusu’nu yansıtma, Qur’ân’ı

Okuma’nın Mânâ’sı olarak Kişi Haqqı’nı Tanımlama, 3. olarak da Küresellik İddiası’ndaki İnsan Haqlar’ı Deklerasyonu’nun Saldırganlığı’na karşı bir İsyân Söz’ü olan Ankara’da Haqqı Müdâfaa Sözü’nü Hatırlatma Şekli’nde özetlenebilir Beyânnâme’nin Dil’i. Bir Dış Müdâhale’ye karşı, Haqq’ı/Huquq’u Müdâfaa etme üzerine bir Haqqlar Bildirge’si sunulmuş oluyor. Dolayısıyla burada Sorgulanan değil, Sorgulayan Konum’da olduğumuz unutulmamalı. Kişi olarak Haqqımız’ı deklare ediyoruz. “Ben Ezelden beridir….” Ne isem onu söylemeliyim. Haqq’ı tutup kaldırma Sorumluluğumu… Milletim’in İstiqlal Haqqı’nın Haqq’a tapmadan dolayı Apaşikar olduğunu söylemeliyim. İki Şâir’in 800 Yıl arayla bir Dewâmlılık içinde olması Mânidâr’dır. O Kitab’tan Beslenme, Okuma’nın Mânâsı’nı buraya İrcâ etme ile bu Dewamlılık başarılmış. Kişi Haqqları İrfânı’nda kurulan Sofra budur. Akif’in Şeytân’ın

Müstewliliğine “Hayır” diyen Dil’i buradan Gücü’nü alıyor. Bu 3 Ana Terkib’ten yola çıkarak, “Biz Buyuz, bunu Deklare ediyoruz, Referansımız ve Kaynaklık eden Metinler şunlar…” diye Söz vermiş oluyoruz. Tertil I üzerine oluşan bu Beyânnâme’yi zenginleştirmek ister isek, diğer Mekke Tertiller’i de İlâwe edilebilir. Mekke’de Kişi Haqqları’nın nasıl şekillendiği böylece Beyân edildikten sonra, Medine’ye Wasıl olunca, bir “Bayram” Sözkonusu olur. Ne zaman bu içerikte bir Özgüven’i, bunu söyleyebileceğimiz bir Zemin’i yakalar isek, O Zaman Bayramımız olur’ diyoruz. Ölürsek te o zaman yine Haqq ile Bayram. Her halükarda Haqq ile Bayram’ın neticeleneceğini bilmek te Haq’tır.51

51 28.Nisan 2012, Cumartesi, 9.00

Page 54: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

54

AFŞİN

Anlatıcı: Sabah Namazı Sonrası’nda yol’a çıkıldı. Pınarbaşı–Sarız İstiqâmeti’nden geçtikten sonra

Göksun’da Rehberimiz ve Mihmandârımız Seyit Şişman’la buluştuk. Göksun’un Meydânı’na Yakın

bir Esnaf Lokantası’nda Sabah Çorbalarımız’ı içip, 15 km içeride bulunan Afşin’e doğru yol’a

koyulduk.

Sessiz, Sâkin ve bir o kadar da Durgun, Güneşli bir Gün’ün Sabahı’nda Ashâb-ı Kehf

Mağarası’nın bulunduğu Tepe’ye doğru, kıvrım büklüm Yollar’dan geçerek ulaşabildik.

Etrâf’ı düzenlenmiş ve İ’mâr edilmiş bulunan bir Tepe’deki Câmi, Kervansaray ve diğer

Sosyal Alanlar’ın bulunduğu Yer’in Otoparkı’na Araçlarımız’ı park ettikten sonra, Sessiz ve Sâkin bir

Tepe’nin Güney Yamacı’nda Giriş’i bulunan Ashâb-ı Kehf’in gizlenmek Durumu’nda kaldıkları

Mağara’yı görebilme haylimizin de su’ya düştüğünü anladık. Mekke’de bulunan Hira ve Sewr

Mağaraları’nın bulundukları Tepeler’in sâdeliğinde, en Ufak bir Çivi çakılmamış ve İ’mâr edilmemiş

Bakirliği’ne benzer bir Mağara Beklentimiz maalsef su’ya düşmüş oldu. Yorularak ve terleyerek

çıkamadığımız bu Tepe’de karşılaştığımız İmârâtlar, Olay’ın Sâdeliği’ni ve Özelliği’ni içinde gizlemiş

olsalar da, bu Yapılanlar’ın Tahribât mı yoksa İmârat mı olduğu ayrı bir Tartışma Konu’su.

Afşin Belediye’si ve Ashâb-ı Kehf Derneği, bu Mekan’la ilgili kendilerini Sorumlu hissediyorlar.

Buranın Tanıtım ve Anlatımı’yla ilgili Belediye Başkanı ve Rehber’le berâber birkaç Kişi Qayseri’den

gelenleri karşılayarak Memnuniyetleri’ni İfâde ediyorlar.

7 Uyurlar denilen bu Mekân’ın biraz aşağısı’nda bu bir Grup Genc’in Adı’nın Yazılı olduğu

sıra’yla dizilmiş Mermer Çeşmeler bulunmakta. Hemen yukarısı’na çıktığımızda Düz Alan’ın Solu’nda

8-10 Basamak’la çıkılabilen Sımsıcak Renkli Taşlar’dan yapılmış Görkemli Kervansaray’la

karşılaşıyoruz. Selçuklu Mimârî İşçiliği ile yapılmış Giriş Kapı’sı üzerindeki 7 Kat Göğü Temsil eden

Taş Oyma Saçaklar, neredeyse tüm Selçuklu Eserleri’nde olduğu gibi 7 Qademe’de yukarı gittikçe

daralan 7 Qademeli bir Konik’ten oluşuyor. Sâdeliği, Görkem’i ve kullanılan Taş Rengi’nden

kaynaklanan Sıcaklığı âdeta İnsan’ın içini rahatlatıyor.

Rehber’in Anlatıları’yla beraber Grup olarak Kapı’dan girdiğimizde Tol Eywanlı Klasik

Medrese ve Kervansaray Odacıkları’yla karşılaşıyoruz içerisinde. Arka Kapı’dan çıktığımızda Sol

Taraf’ta Ara Boşluk’tan Yepe’nin Taş Yapı’sı görülebilmekte. Sağ Taraf’a doğru Basamaklar’dan

inerek Mescîd Bölümü’ne geçiyoruz. Küçük ve Sâde bir Mescîd. Mimârî olarak en Özellikli Yer’i ise,

Mermer İşlemeli Mihrâb’ı. Mihrâb’ın Kenârı’ndan Çizgisel olarak yükselen 2 Minik Sütun’un Üst Oval

Bölüm’ü Oyma Yaprak Desenli bir İşçilik’le bezenmiş. Mihrâb’a bakan İlk Saf’daki Cemaat’in Sağ’a

Selâm verdiği Nokta’da ise Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın Girişi’nin görülebildiği Pencere bulunmakta.

Bu Pencere’nin hemen arkasındaki Mağara’nın Giriş’i Demir Parmaklıklar’la kapatılmış. Ama

isteyenlerin eğilerek içerisini girebileceği Küçük bir Aralık’tan girilebilmekte. Elektrik’le aydınlatılan

Mağara’nın Sağ yanı’ndaki fazla Derin olmayan Çukur’da Berrak bir Kaynak Su’yu bulunuyor.

Mağara’nın Büyük bir Bölüm’ü bir İnsan’ın Ayak’ta duramayacağı kadar Düşük Seviyeli. Çoğu yerde

eğilmek gerekiyor.

Bir Grup Genc’in yüzlerce Yıl uyutuldukları bu muhtemel Mağara’daki Ziyâretimiz

tamamlandıktan sonra Kervansaray’ın Karşısı’ndaki Alan’da bulunan Taş’tan Tol olarak örülmüş

Dikdörtgen Şekli’ndeki Loş Işıklı Seminer Salonu’na geçiyoruz. Aşırı Serinliği’ni Hesab’a katmazsak

Güzel, Nezih ve Kullanışlı bir Mekân. Bu Mekan’da, Afşin’den katılan Dinleyiciler’le beraber Kemâl

Ersözlü’nün Afşin ve Ashâb-ı Kehf Semineri’ni dinledik.

Seminer Sonrası’nda Araçlarımız’a binip Göksun’a geçiyoruz. Göksun’dan Aparatif olarak

hazırlanan Dürümlerimiz’i alıp Maraş’a Hareket ediyoruz.

Page 55: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

55

MAĞARADAKİLER ve YÂRAN

300 Yıllık Derin Uyku

Biz Mağarada’yken kokuştu Dünya Hirâ’dan çıkar gibi, Sewr’den Çıkar gibi Yâr ile Bayram etmek için Çehâr-ı Yâr-ı Güzîn’den ,Yâr-ı Gâr’a Muhabbet, Salat-ı Wusta’yı Asr-ı Sâni’de Ziyân etmemek için Muhafazakar Yolculuk… Sağnak Yağmur yağıyordur… Gökgürültüsü’nün Sesi’nden ürperir, çakmakta olan Yıldırımlar’ın sizi aradağı Zehâbı’na kapılır, sığınırsınız bir Mağara’ya.. Tabiat nasıl

olsa Sukun Hâlini alacaktır, kendinizi Güven’de hissettiğiniz’de çıkacaksınızdır Geniş Dünyâ’ya…

Rasûl-i Ekrem Etrafı’na kümelenmiş Yâranı’nı Ufuklar’da bir Mağara Yolculuğu’na çıkarır.. Hepsi o Mağara’dadırlar şimdi…Bir Kaya gelip kapar Mağara’nın Ağzı’nı… Ne Şimşeğin Parıltı’sı ne Ra’d’ın Teshihi’ni duymazlar… Karanlıklar kaplamıştır ,Bürüyen bir Gâşiye, gışâlamıştır Herşey’i.. Kim itti bu Kaya’yı buraya, kim kapadı bizi.. Bir Fırtına, bir Heyelan mıdır Kapımız’ı kapatan? Hayır Sebeb’i dışarda aramazlar.. Bilirler ki ne gelirse Başları’na, kendi yapıp ettiklerindendir. Nefsi’ni bilme, onu Tezkiye’yle değil Lewm’le

anma Dib’e vurdukları Nokta’dır. Şimdi Kanatlanma Dem’idir.

Rabbleri’ne Münâcat’la, suçalanak bir Suçlu bulamazlar, taşlayacaklar’ı bir Magdenalı da yoktur , Gayb’da.. Recm edilmesi gereken Şeytân, İstiâze edilmesi gereken Nefisleri’dir.. ‘Kendini bil! Sesi’ne İctibâ ederler. Şeqâwet İlhâmlar’ı dağılır.

Biri ön alır.. ‘Olup bitenler Tesbihsizlikleri’ndendir’ çünkü.. ‘Nefsimiz’e zulm’ettik, Mağara’nın Zulmetini’ni biziz var’eden’ der. ‘Rabb’im İtiraf ediyorum.. Hepsi benim Yüzüm’den… İleri gidebilirdim belki, ama senin Burhanı’nı gördüm ve

orada durdum.. Âdem’in Ewlâd’ı olduğumu hatırladım.. Unuttuklarım’ı… Tesbihsizliğim’i… Seyyieleri’ne Keffâret aradım, Hatalarım’a Settâr olacak Urwe’ler aradım. İmtisaq ettim Urwe-i Wusqa’na…’

Mağara’nın Ağzı’nda Hışırtılar vardır, Kaya biraz itelenmiş, Işık görünmüştür…

Önderlik eden’i izler Yemîn Ashâb’ı… ‘Ben de’ der ‘yâ Rab.. İşte o Gün… Biliyorum sınıyordun beni… Ama biliyorsun beni frenleyecek bir bir Güç yoktu o Gün.. Nefsim de Hatalar’a kaymışken.. ‘Dur’ dedim Nefsim’e.. Tewqîf ettim O’nu… Rabbim, başka Şey için değil, seni bildiğim, Sen’le bildiğim içindi kendimi’… Mağara’nın Ağzı’ndaki Taş biraz daha aralanır. Çıkmayı deneyecek kadar değil.. Yâran Î’lâf etmeli, ele ele verip Kewser’in Tesbih’i Teksîr ile gecelemelidirler..

Page 56: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

56

Mağara’yı Beyt edinmişlerdir..

‘Ve ben’ der üçüzcüleri.. ‘Ben de Rabb’im bildiğin Hal’deydim.. Bildim seni, ve senden olan Ses’e Kulak verdim. Kulaklarım’a Tıkaç koydum, Sağır kesildim Dış Dünyâ’ya, İçimdeki o Yabancı Ses’e.. Biliyorum Seni Hoşnud edeceğimi. Qabul idiyse eğer Davranşlarım, bize Necât ver… Önümüzden kaldır tüm Engeller’i.. Dualarımız’ı Mûsâ’nın Asa’sı eyle’.. Allâh’ın Haşyeti’nden yuvarlandır bu Sahra’yı Kapımız’dan… Yer ve Gök Dua ile’dir.. Dua’sı olmayack olsa niçin yaratılsındı Kimliksiz Mahluq.. Ardına dek açılır Kapılar.. Açıl susam açıl… Bir Zaman Tüneli’nden çıkmışçasına silkinir herkes, sanki hepsidir o Mağara’dan çıkanlar… Bir Uyku’dan uyanır gibi uyanırlar Darb-ı Mesel ile. Herkes alacağını almıştır… Grub Waqti’nin Kızıllığı iyice çökmeden Asr-ı Sânî Wedâ etmeden Salât’a yol alırlar Rasûl’un Yârân’ı, Habîb’i…

Eli’ne aldığını bir Çöp ile Yer’e çizdiği Oklar’la Ders veren bir Muallim.. İşte Sırât-ı Mustaqîm bu.. Bu, Mağara Delikanlıları’nın yaptıkları.. Şu Eğri Büğrü Yolllar, ondan birer İnhirâf… Atina Okul’u değil burası Mekteb-i Medine.. Sofos’un Bahçe’si değil burası, Aziz Sofiler’in Suffa’sı…

Muallim’di O.. ‘Ben de bir Öğretmen olarak gönderildim’ diyen… Ata’sı İbrâhim’in Duası’ydı.. ‘İnsanlar’a Kitab’ı,Hikmet’i öğretsin’ diye Dua edilen.. Nedir bilmediği Kitâb’ın İlk Ayetleri’yle bir Mağara’da tanışan… ‘Oku..’’Üşüyen, üşüyen Çağlar’a, Coğraflar’a Rahmet Kanad’ı ile ısınmayı lütfeden…

İbrâhim, Kralı’nı Hafakanlar’ın bastıyı bir Coğrafya’da Dünyâ’ya gelmenin Bedel’i olarak korunmak için Mağara’yı Ev edinmiş bir Örnek… Kral unutana, Dışarı’daki Sapkın Dünya yatışana kadar Sağır kesildi Dış Dünyâ’ya.. Mağara’da gördüğü Gölgeler değil, Haqiqât’in kendisiydi.. Dışardakiler’in Güneş’in Işığı’na

bakan Gözler’i, Şawqı’ndan Kör olmuştu… Mağara’nın Haqiqâti’ni, Bâtın’daki İşrâq’ı taşıdı Dışarıdakiler’e Â’mâlar’a.. Kör’düler Haqiqât’e, körelmişti tüm Duyargalar’ı… İbrâhim’i Â’mâ sandılar. Şems’in Uluhiyeti’ni nasıl görmezdi?.. Şawqı’nın Şiddeti’nden Kör olmalı, Mağara Gözleri’ni perdelemiş olmalydı. Alışırdı nasıl olsa Reel Gerçekler’e.. Süre vermeli, bir Süre Hoş görmeliydiler bu Mağara Adamı’nı.. Yıldızlar’ı, Qamer, tüm Âfilîn’i birer biter Burhân’ın Kılıc’ı ile biçti İbrâhim.. Balta’yı en Büyükler’i Güneş’den de esirgemedi. Ne Şirâ, ne Şems.. O Onlar’ın Rabbi’nin Adamı’ydı.. Gökler’in Melekûtu’nu görmek için Mağara’da Tebyît etmek gerekti..

*’Ey Zindan Arkadaşlarım.. Müteferrik Rabler mi daha Hayırlı yoksa Wâhidu’l-Qahhâr Allah mı?’ Mısır Zindanları’na kapatılmış bir Temiz Delikanlı… İbrâhim’in Oğlu İshaq’a Allah’ın verdiği Torun Yûsuf’tur bu… Yârânları’ya

Sohbet’tedir.. İki kişi olmuşlarca Sohbet’te 3.olarak Allâh’ı anmamak olur mu? İbrâhim’i hatırlar ve hatırlatır.. O Mağara’daki Ata’yı.. Qawmi’nin Milleti’nden İ’tizal eden İbrâhim gibi Yûsuf da İshâq’ın, İsmâil’in, Ya’qûb’un İlâh-i Wâhid’ine tutunmuştur. Kuyu’nun Derinlikleri’nde de Yalnız değildir, Saray’ın Şatafatı’nda Kadın O’nu Günah’a çağırdığında da. Buhtânen buradır, bir Mağara’ya kapatılandır âdeta.. Nefsi’ni Tezkiye eden değil, lewm’eden…

Işığı dışarda değil Zindan’da bulmuştur Saray Mahkumlar’ı.. Sıddıqlar’ı Yûsuf’tur.. Her Mağara Yârânı’na bir Sıddıq gerek, bir Muhsin..

Page 57: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

57

MARAŞ

Anlatıcı: Kahramanmaraş’a ulaştığımızda, doğrudan Saffron Hotel’e geçiyoruz. Büyük, Kaliteli ve

Görkemli bu Otel, Yimpaş’a aitmiş. Odalarımız’a yerleştikten sonra Saat 5’te, Panoroma Proğram’ı

için Seminer Salonu’nda toplanıyoruz.

Panoroma Proğramı’nın Taqdimcisi olarak, son 6 Ay içindeki Ülke içinde ve Ülke dışındaki olan

Olaylar’la ilgili kısa Malumât verdikten sonra, M.Ersözlü İlmî Gelişmeler’le ilgili, Ş.Karaosmanoğlu

da Türkiye ve Dünyâ’daki Yardım Organizasyonları ile ilgili Bilgiler verdi.

Aynı Gün Akşamı’nda Yemek’ten sonra, TâHâ Sûre’si 90-104.Âyet-i Kerîmeler’i, ertesi Gün de

Kahvaltı sonrası İsrâ Sûre’si 71-79.Âyet-i Kerîmeler’i Tertil Okumaları gerçekleştirildi.

Otel’den ayrıldıktan sonra Maraş Kent Gezisi’ne ilk olarak Maraş Kalesi’ne çıkarak başladık. Şehr’e

Hâkim bir Tepe üzerine kurulu bulunan Kale’den tüm Şehr’i Temâşa etmek Mümkün oldu. Ayrıca

Kale’nin içine Güzel bir Parkyeri de yapılmış ve oldukça Farqlı Çiçek, Gül ve Ağaç Çeşitleri’yle

yeşillendirilmiş. Şehr’in Panoromik Görüntüsü’nü almak için Güzel bir Mekân.

Kale’den indikten sonra Sütçü İmâm Câmi’si olarak bilinen Milli Mücâdele Yılları’nda, Fransız

Askerleri’ne karşı durup, Tesettür ve Watan Müdâfaa’sı yapan Yiğit’in bir Dönem Namaz kıldırdığı

Câmi’ye geçiyoruz. Sonbahar Gazelleri’nin Avlusu’nu süslediği Câmi’nin dışında, Sütçü İmam’ın

Qabr’i bulunuyor. Câmi’nin avlusunda Kemal Ersözlü kısaca Yaşanmışlılar’a Temas ediyor:

SÜTÇÜ İMÂM MEKÂNI’NDAN MARAŞ’IN MÂZİSİ’NE

‘Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Arkadaşlar Maraş üzerinden bir Şeyler Konuşmamız’a Wesile oluşturabilecek bir Mekan’dayız. Bir Câmi’nin Gölgeliği’ndeyiz, Karşımız’da bir Çınar var. Sol Yanımda Sütçü İmâm Nâmı’yla anılan 1922 de Wefat etmiş, Maraş'ın İşgal Dönemi’nde Kurtuluşu’nda Maraşlılar’ın bir Sembol İsim olarak seçtiği bir Şahsiyet’in Ruhâniyeti’ne Yakın olduğumuzu hissettiğimiz bir Yer’de bulunuyoruz.

Anadolu'yu bu VII.Kampımız Wesilesiyle, 8.Durak’ta İslâm'la olan Târihi’ni, o Târih üzerinden nelere Halef olduk, Seleflerimiz bize neyi bıraktılar, Büyük Târih’e, Din’e, Muqâddesât’a olan Muhâsebemiz’i Mekân ve Zaman Koordinatları’nda düşünerek Tefekkür etmeye çalışıyoruz. İki Gün’dür 2 Tertîl Ders’i gelmeden önce Maraş Kent’i üzerine onun 1400 Yıllık İslâm Geçmiş’i üzerine bir Ders ayriyeten Gündem’e getirdiğimiz için Zihnim’de bununla alaqalı Malumâtlar tâze. Zaman geçtikce bende Litaratür’e bakmak isteyeceğim, unutacağım elbet. İnsan konuştuğu

ilgili bulunduğu yer’de Anılar’la pekiştirdiği zaman Literatür’den okuyarak öğrendiği Şeyler’i unutulmaz kılabiliyor. Okuduklarınızı unutabilirsiniz ama burda konuşmanızdan dolayı Zihniniz’de kimi Şeyler Kalıcı Hâl’e gelecektir. Mekan’da bulunmanın Değer’i büyük’tür.

Maraş, Anadolu'da İslâm'la Buluşması çok Erken Târihler’e giden önemli Kentler’den bir Tâne’si, Antakya'da Hz. Ömer'le olan Başlangıcımız’ı Habîb-i Neccâr Wesilesi’yle hatırlamıştık. Maraş'ın Târih’i de Asr-ı Saâdet'e kadar uzanıyor.

Hz.Ömer Zamanı’nda Büyük Ermenistan, Azerbeycan, Kürdistan Suriye Coğrafyası’nın Fetihler’i Sırası’ndaki Bölge’nin Üst Komutan’ı Hâlid bin Welid, O’nun en Başarılı Komutanlar’ı buraya kadar geliyorlar. Ve kısa süre tekrar Bizans

Page 58: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

58

geri almış Maraş’ı. Halifeler Dönemi’nde bir daha dönmüşüz Maraş'a, Hz.Ali

Zamanı’nda. Sanırım Gezi Programı’nda var, Malik bin Eşter Adı’nda bir Ulu’yu Ziyâret’e gideceğiz. Hz. Ali'nin Komutanları’ndan..

Mısır Fethi’nde Mısır Wâlisi Ünlü bir Elçisi’dir. Bu Topraklar’ın Fethi’nde Adı geçen Onun da Maraşlılar’ın Gönülleri’nde burda yatıyor oluşu arzulanmış. Gezi Noktamız’da bir Maqber var, Qabr’i değil, bir Hatıra Yeri olması da Muhtemel. Malik Bin Eşter bir başka Seferi’nde Mısır'a, yine Görevli olarak gitmekte iken Yol’da zehirlenmiştir Kahvaltı’da. Orada Wefat etmiş, Qabr’i de orada. Görüldüğü üzere Hâlid bin Welid, Hz. Ömer, Hz. Ali'ye kadar giden bir Maraş'a Adım atmış oluyoruz. Bu Topraklar’ın Değişik yerlerinde namaz kılmışlığımız olmuş. Kanımız’ın dökmüşlüğü Sözkonusu.

Kısa Dönemli Girişler ve Çıkışlar sürekli olmuş Maraş'a. Maraş çok Stratejik bir Nokta’da bulunuyor. Hem bir Yönü’yle Suriye’ye uzanıyor, diğer bir Boyutu’yla

Mısır'a uzanıyor. Mısır ta Osmanlılar Zamanı’ndaki Olaylar’dan tutun, geriye giden Uzun Târihi ile Anadolu'ya Geçiş’te Karayolu üzerinde önemli bir Mewzi. Burayı elde bulundurmak (biraz önce inmiş olduğumuz) Kale’ye Sâhip olmak çok önem arzetmiş, onun Etrâfı’nda nice bir Târih yaşanmış. Şu bulunduğumuz mekan’sa bu Topraklar’ın bize Aidiyeti üzerine en Son mücâdeleler’in İzler’i olan bir Yer. Sütçü İmâm üzerinden konuşuyoruz. Osmanlılar’a İlhaq’ı öncesinde Dulkadiroğulları beyliği var Maraş’ta. 1400’lü Yıllar özellikle bu Beylik tarafından İ’mâr edilmiş Maraş.

3.Yerleşim Yer’i olarak Qabul edilmiş, ondan önce 2 ayrı Yerleşim yerinde bulunmuş. Bir Yerleşim yeri Kayseri içinde Sözkonusu, Son Yerleşim Yeri’ni Dulkadiroğulları belirlemiş. Dulkadiroğulları ile bir Espir’i yapmıştık, Dul ve Qadir'in Oğulları diye.. Dul diye nitelenemez, Dul Erkekler için kullanılmaz. Bu

Türkçe Telaffuzumuz’dan kaynaklanıyor Zü’l-Qadiroğulları Kudret Sâhibi Alau’d-Dewle’de âdeta Selçuklular'ın Alâa’d-Dîn Keykubat'ına benzer bir İsim, Yüce Dewlet’in Qadir, Qudret Sâhib’i Hükümdâr’ı, onun İmâret Hizmetleri’ni görmüş oluyoruz. Ermeni Nüfus’u Kapadokya'da olduğu gibi burası içinde Aslî Halq Yerleşim Birim’i. Ve Son Olaylar’a kadar da bu Cumhuriyet’in İlan Zamanı’ndaki Sütçü İmâm Olaylar’ı, Fransız İşgal’i Olayları’na kadar da Şehir’de önemli bir Ermeni Yerleşim’i var Nüfus.

Daha sonra yaşanan Tehcir Olaylar’ı ondan önce yaşanan ve Dewâm eden Süreç’te Cumhuriyet’teki Mübâdele (Yer değiştirmeleri) Qayseri için diğer Yerler’de olduğu gibi Nüfus’u yok etmiş.. Bütün bu Süreç Esnâsı’ndaki bizim Azınlıklar’la ilişki Târihimiz’i son 80-90 Yıl’ın Târih’i değil ondan önce verdiğimiz 1000 küsür Yıllık Târih belirler. Görüldüğü üzere bu Cumhuriyet’in başı’nda Şehr’in

önemli Yerleşmiş Ahâli’si olarak Ermeni Nüfusu’ndan bahs’ediyorsunuz. Demek ki 1000 Yıl içerisinde bu Nüfus’u Elimine (yok) etmeye, İnançları’nı zorla değiştirmeye yönelik Şeyler yapmadığımızın da Kanıtı’dır.

Tâ Osmanlı'nın İstanbul Fetihler’i, Marmara Bölgesi'nde Ermeni Kilisesi’nin Rûm Kilisesi’nden ayrı bir Örgütlenme’ye Sâhip oluşu Mezhep İhtilaflar’ı nedeniyle, birbirine Yakın olanların diğerini eritmek istemek Temayülleri’nden dolayı Ermeniler Rûm İdâresi’nde olmakdansa Müslüman Yönetim’de olmayı tercihen kendilerine daha Uygun görmüşler. Tabii Asli Tercihler’i bu olamaz, daha iyisi kendi kendilerini yönetmeleridir.

Dolayısıyla Fırsat’ı İmkan bulduklarında bu Bölge’de çıkan Savaşlar’da Bağımsızlık ve Müstakil Saltanatlar kurmak için Ayaklanmalar olmuş, ama dış bir

Page 59: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

59

Himâye’ye girme onlar için Yerleşik Halq’a karşı Sadâqatleri’ni bozma yönündeki bir

Tema’yı ilk kez görülmektedir ki Fransız İşgali’nde yaşanıyor. Belki Fransız İşgal’i Ortodoks Kökenli olmayıp Latin Kökenli olduğu için Latinler’le ve Ermeniler arasında bu tür Târihi Kavga Sözkonusu olmadığı için onu Tehlike Unsur’u olarak görmemişler ve 1915 Tehciri’nden sonra da Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu Özgürlük, Bağımsızlık, Muhtariyet Heyecanları içerisinde bir Ermeni Muhtariyeti’nde Mümkün görebildikleri için böyle bir İşbirliği’ne Tewessül ediyorlar, dolayısıyla İhânet Sözkonusu ediliyor.

Sykes-Picot Anlaşması’nda Temelde buralar Fransızlar için düşünülmüş o Büyük Dewletler arası Paylaşım sırasında sonra bir Şekilde Reelpolitik Gündem’e getirilerek İngilizler burayı almayı düşünmüşler ama Anlaşma’yı hatırlatarak Fransızlar tekrar Qabul ettiriyorlar ve 1919'da Fransız Askerler’i fiilen İşgal’i gerçekleştiriyor Kent üzerinde. İşgal için Yerli Halq’tan Quwwetli Destek Ermeni

Topluluklar’ı oluyor. Onlara burdan bir Gün çekileceklerini Fransızlar çekildiklerinde Ermeniler’e Muhtariyet vereceklerini dolayısıyla Fransız İşgali’nde İşbirliği yapmaları hatti zatında kendi Dewletleri’ne Yol olduğunu söylüyorlar. Ve Fransız Ermeni Quwwetler’i Yerel Ermeni Quwwetler’i Fransız Elbiseler’i giyiyorlar görünürde Sokak’tahi Halq’ın Nazarı’nda Alamet Fransız Alamet’i Bayraklar onda Askerî Üniformalar’ı Fransız ama İçerisindekiler Yoğun Şekilde Yerel Unsurlar. Dolayısıyla Kent’i iyi bilen Unsurlar, kimin ne olduğunu çok iyi bilen Unsurlar’ca böyle. Maraşlılar içlerine sindiremedikleri İhânet’le karşı karşıya kalmış oluyorlar. Tabi Bin Yıllık Beraber Yaşamışlığın getirdiği o Dostluk Havası’nı Zedeleyici ve Güven Sarsıcı Tahrik Unsurlar’ı da yaşanıyor.

İşte 31 Ekim Târihi’nde bir Hamam Çıkışı’nda Kadınlar’a yapılan Saldırı, Fransız Üniforması giymiş Ermeni Askerleri’nin Osmanlı Bayrakları için

yaptıkları Yahrik edici İfâde ile Halq Galeyan’a getiriyor. Sütçü İmam İsm’i burda Önplan’a çıkıyor. İlahiyat Tahsili birini kastermiyoruz. Mahalle’de zaman zaman İmamlık Görev’i İfa etmiş olan Mesleği Sütçülük olan bir Maraşlı. Ali Ewlad’ı, Ali İsmi de heralde Maraşlılar için Mübârek İsimler’den bir İsim. Kent’in Fethi’ni Hz. Ali'ye, onun Komutan’ı Malik Bin Eşter'e bağladıkları için.. bazı Yerler’de Ali'nin Atları’nın Ayak İzleri’nden bahseder Halq Efsaneler’i. Hz.Ali'yi bu Bölgeler’e Afşin’e getirmişler, Ashâb-ı Kehf uyanmış, Ali'yle beraber Sohbet, Menqıbeler tasarlamışlar. Özel bir Sevgi’dir bu. Maraş'da 1400 yıllık somutlmuş Ali Sevgisi’ni Sütçü İmam'a Ali İsmi’ni de katarak, Sütçü Ali İmam diyerek, ‘Bunun Qabul edilemezliğini ‘ söyleyen Antiemperyalist Duruş Sâhibi olarak düşünebiliriz, çekip Tabancası’nı, vurmuştur vuracağını. Bu Hayasızlığı yapan Kişi’yle İlgi’li, ama İşgal Quwwetleri sanki İşgal Quwwetleri değil de Resmî bir Dewlet Memuru’nu öldüren

bir Teröristcesine bunu aramalar, getirilmesi konusunda bağışlar ihsanlar wad’ediliyor Maraşlılar’a. Usame arar gibi İmam Ali'yi arıyorlar. Köylüler Sütçü’yü Teslim etmiyor, koruyorlar. Taqdiri İlâhî Ömrü’nün daha 3 Sene var olduğunu söylüyor. 1922 de İşgal’den sonra Doğal Ölüm ile Wefat etmiş. Yeterli bir Süre yaşayıp Cumhuriyet’i görmüyor. Kendini aşan bir Semboller Dizisi var burada. Onun sıkmış olduğu Tek Kurşun Sonucu değişmiyor Herşey. 31 Ekim Târihi’nin Cuma olduğunu görüyoruz, Bu Olaylar Cuma Namazı Çıkış’ı yaşanmış ve Cumalar her Seferi’nde bu Olayı hatırlatıcı şekilde Tesir icra ediyor ve 4. cuma 28 Kasım Günü 1919 da kılınan Cuma Namazı’nda Gündem’e getirilen Konu, o Sıkılan Kurşun’un İçeriği’ni Doldurma olarak Tecelli ediyor.

Page 60: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

60

Konteks bu, Bu İşgal’in Qabul edilemezliğini bu Cuma Namazı’nda

tescilliyelim. O Cuma Namazı kılınamıyor, ve bunu böylece deklere ediyorlar, çünkü İşgal altındayız ve Mezhebimiz’de (Hanefilik’te) Özgür İnşan, Özgür İmam’ın arkasında Namaz kılınır. Bu Namaz’ı kılmayı Haq edene kadar Cuma Namaz’ı yok, Yâd’ı budur. Cuma’nın Siyâsal Mesaj’ı, Özgürlük’le olan Bağlantısı Maraş'ta Gündem’e getirilmiş. Bu Hadise’den 15 Cuma sonra 23 Nisan 1920'de bir önceki Kampımız’da Ankara'da Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma Namazı’ndan sonra Meclis’in toplandığını Hacı Bayram, Cuma, Özgürlük Bağlantıları’nın nasıl Gündem’e geldiğini konuştuk, Bu Olay’ın 15 Cuma Öncesi, 11 Cuma öncesi Sütçü İmam ve Cuma’yı tetikleyen Boyutlar’ı var. 23 Nisan'dan 10 Cuma sonra da 11 Şubat 1920 de Fransızlar’ın Çekilmesi Maraş'ın tamamen Maraşlılar’a bırakılma Sürec’i yaşandı. Hepsini ışıtan bir 25 cuma Olayı vardır.

Olay’ın Mâhiyeti’nde Cuma, Özgürlük, Bağımsızlık Düşüncesi.. ‘1400 yıldır Ali'den beri burayı bura edem biz’ diyen bir İmam Ali Portresi var. Maraşlı bir Cengâver’in Eylem’i var. Yerleştirildiği yerler var. Güzel mesajlar bunlar ve Galyan’a getiren Şey, Müslüman Örf’ün Örtünme Temayülü’ne, Tesettürü’ne uzanan Namertlik. Bilahare Kurulmuş olduğu Müesses Nizam daha sonra Peçe’den İnsanlar’ı soyundurmayı Özgürlük Alameti olarak kurulmuş olan, Tesis edilen Cumhuriyet’in Bayramları’nda bir Seromoni haline getirdi. Bayramlar kullanıldı Uzun Yıllar, Meydana bir Tesettürlü/ Çarşaflı Kadın çıkar, Çarşafı’nı atar arkasından Mayolu bir Kız çıkar. İşte Özgürlük. Sizi bu Hale getirdik. O takdirde İşgal, kim kimi İşgal etti, kim kimi kurtardı. Bizler 1983 ler’de Cuma Eylemleri’ni başlattığımızda buradan yürüyorduk, o dille şekillendiriyorduk ki işte onu yapanlardan biri de bu Maraşlı hemşehrimiz, Allâh

Rahmet eylesin.’ Anlatıcı:

Öğle Namazı’nı Merkez’deki Ulu Câmi’de kılmak üzere buradan ayrılıyoruz. Öğle Namaz’ı ve

aqabinde kılınan Cenaze Namazı’ndan sonra Câmii’nin hemen yukarısındaki Tâdilât’ı Dewâm eden

Kapalı Çarşı’yı geziyoruz. Bayram Öncesi Alışveriş Yoğunluğu’ndan dolayı Kalabalık içinde oldukça

zor ilerleyerek daha Sâkin bir yer’de toparlanıp Maraş Müzesi’ni Ziyâret’e gidiyoruz.

Müze:

Küçük bir Kent’in daha çok Arkeolojik Eser ve Buluntuları’nın sergilendiği Müze, hem

Konum’u hem de İç Düzenlemesi bakımından oldukça İlgi Çekici. Kent’in Târihi’yle ilgili bir sürü

Maket, Animasyon Canlandırma ve Işıklandırmalar’la çok Câzip bir Sunum İmkan’ı sağlanmış

Müze’de. Ayrıca Müze’de her Dâim Rehberlik ve Tanıtım Hizmet’i de verilmekte.

Mâlik b.Eşter Maqam’ı:

Müze Gezisi sonrası, Son Durağımız olan Kent’in 15 km ilerisinde bulunan Mâlik bin Eşter r.

Maqâmı’nın bulunduğu Tepe’ye çıkıyoruz. Araçla da çıkılabilen Şehr’e Nâzır Tepe’nin tam üzerine bu

Sahâbe Efendimiz’in Modern bir Câmii de İnşa edilmiş. Sâkin bir Yer, neredeyse bizden başka kimse

yok. Hz.Ali r.’ın Önemli Kumandanları’ndan biri olan Mâlik bin Eşter Anadolu’nun Fütüwwet

Hareketleri’nde buralara kadar gelebilen İslâm Ordusu’na Kumandanlık yapmış. Mihmandarımız’ın

Organize ettiği Lahmacun ve Ayran’la açlığımızı giderdikten sonra, burası ve bu Sahabe Efendimiz’le

ilgili Genel Malumâtlar veriyor Kemal Ersözlü:

Mâlik b.Eşter’den bir Râyihâ: ‘Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Page 61: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

61

Sütçü İmâm üzerinden konuşurken Mâlik Bin Eşter’den bahs’ettim, burda

böyle bir Konuşma Planımız yoktu ama Namaz’ı burda kılıp çıkalım istiyor Arkadaşlar, bu 10 dk.’yı değerlendirelim. Şu anda Maraşlılar’ın Mâlik bin Eşter’in Adı’yla birlikte andığı bir Tepe’nin üzerindeyiz. Belediye burayı Restore etmiş, Cami’nin yanına Mescitler yaptırmış.

657 Târihi’nde Hz.Ali’nin Komutanları’ndan bir İsim olarak bu Taraflar’da Wefat ettiğini, burada Gömülü olduğunu düşünmemek lazım. Ama Maraşlılar buranın Fethi’nde İsm’i geçen Komutan’ın burada yatıyor olmasını arzuluyorlar. Cenazesi’nin, Ölümü’nden sonra alıp getirilip buraya gömüldüğüne dair bir Değerlendirme yapmışlar, böyle bir Yolculuk yapılmışsa gerçekten çok Enteresan bir Hikaye olur. Cenaze’yi alıyorsunuz Anayurdu bura değil, falan değil, burada savaştı diye biz buna Sâhip çıkıyoruz, getirip buraya gömüyorsunuz. Yani şu Yön’ü daha Önemli bu Sâhiplenme ve Âidiyet Kimliği. Demek ki burada olması, onunla

anılması Maraş’ın İslâm Geçmişi’ni bu Şekilde 1400 Sene geriye götürüyor. Öyle olunca Ali’nin Komutan’ı Mâlik’in fethetmiş bir Kent’i, bir Sütcülük ile İştigal eden İmâm Ali, Maraşlılar’a “Bırakamazsınız bu Kent’i Fransızlar’a, bu yapılanları yediremezsiniz” diye biliyor. Ali üzerindeki Sevgi’nin Maraş Kent’i üzerine sinmesi, işkillenmesi bütün bunlar Anlamlı Şeyler. Biz Kent’in 12 Eylül Olayları Öncesi’ndeki Târihi’nde Maraş Olayları denilince Aqlımız’a gelen Alevi – Sünnî Çatışmaları’yla da hatırlarız böyle Derin Çorum Olayları diğer Olaylar gibi. Yani bu Toprak’taki İnsanlar’ı birleştirecek olan Ögeler’in tam tersine Ayrıştırıcı Unsur olarak kullanılması ne kadar Derin Yara. Maraş Olayları’nda daha geriye gittiğimizde Sütçü İmam’da bahsettiğim bin küsur Yıl beraber yaşadığınız bir Ermeni Toplum’u ile yaratılan Sorunlar, ortaya çıkartılan Meseleler bunlarda tabi Üzüntü Verici. Hıristiyan Târihi’nde de bir çok Sahabe’nin, Hz.İsa a.ın

Hawârileri’nin ya da onların Öğrencileri’nin Makberleri’ne Sâhip çıkma Geleneği vardır. Petrus’un 3-4 ayrı yer’de Qabr’i olduğu söylenir, en Meşhur’u işte Vatikan’daki Senpier Alanı dedikleri yer’dir. Antakya’daki ona ait olduğunu düşündüğümüz Yer’i Ziyâret ettik. Bu Dünya Kültürleri’nde Eşleştirme, Sâhip çıkma Bilinci’nin bir Göstergesi. Bu Anlam’da gerçekten burada Meftun’u olmasın Önem’i yokmuş, diğeri daha Önemli. Bu Kent Hatırası’nı, Zihni’ni onunla kurmak istemiş. Nasıl Qur’ân-ı Kerîm Zihnî Bilinçlenmemiz’de Birincil Kaynak Hüwiyet’i taşıyor, Meseleler’in Çözümü’nde önce ona bakıyor sonra Râsûlu’llâh’ın Sünnet’i diye bir sıralama yapıyorsak İnsan Açısı’ndan da Şehirler öyle düşünülmüş.

Orda eğer bir Peygamber Qabr’i varsa o Şehir o Peygamber üzerinden Kutsalı’nı, Mânewiyatı’nı, Mânewî Rûhâniyeti’ni İnşa etmiş, o Sözkonusu değilse bir

Sahabe ile anılmayı, böylesi bir Esinti, bir Bağlantı Sözkonusu ise onu Önplan’a çıkartmayı Tercih etmiş. Bunları Hurafat’tandır diye temizlemeye, ayıklamaya, aslı vardır yoktur diye götürme yerine oynadığı Misyon’u Menqıbe Değeri’nde anlayarak Taqdir edip Târih’in Sâhip çıktığı o Hafıza’ya Saygı göstermek gerek, İmâr etmek lazım ve böylece İstifadeli Hale getirmek lazım. Malik Bin Eşter’e de Maraşlılar’ın Sâhip çıkması Anlamlı bir Tercih. Güzel bir Yer’deyiz. Mekan da hoşmuş gerçekten. Tepe’den baktığınızda Şehr’i kuşatabiliyorsunuz. 1991’de Viyana’da, II.Kuşatma’da Osmanlılar’ın fethedemediği Kent’i bir Tepe’den seyretmiştim. Oradan Viyana’ya baktığınızda “burayı fethetmeden Dewlet olmaz” Düşünce’si ile ısrarla nasıl ısrarla direttiklerini, sezinliyor İnsan.. İznik’te Kafilemiz’den ayrılarak böylesi bir Tepe’ye

Page 62: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

62

çıkartılmıştık. Yine bir Sahabe’ye İsnad olan bir Qabir vardı, oradan İznik’e

bakmıştık. Hoş, Güzel. Şimdi Namaz’a geçelim, Buyurun…’

Anlatıcı: İkindi Namazı’nı Mâlik bin Eşter Adı’na yapılan ve Maqam’ı bulunan bu yer’de kıldıktan ve

Maraşlı Mihmandarımız ve Dostlarımız’la wedalaştıktan sonra Programımız sone eriyor.

2012 Yılı’nın Qurbân Bayramı’ndan 1 Hafta öncesi gerçekleştirdiğimiz 8.Tenwir Kamp’ı, Sâdeliği,

Sâkinliği, Organizasyon Kalite’si ve Konaklama Konfor’u olarak Hâfızalarımız’da yer edecek.

ELAZIĞ

(İMÂRET-İ AZÎZÂN/UMRÂN ELAZIĞ KAMPI SEMİNER’İ)

Kent’in Ad’ı, Târih’i, içinde bulunduğumuz Wasat, Hatıralarımız, biz yaşarken olan Şeyler’in kesiştiği bir Alan’da konuşacağız. 27-28 Sene sonra buradayım. Buradan gel-gitlerin Örneklenme’si, sadece buradan değil, bütün Medeniyetimiz’i, Dünyamız’ı Temsil eder şekilde, Varoluşumuz’un Ana Mecrası’ndan çekilen İmbikler’le birlikte Olaylar’ın Yorumu’nu sunacağız. İmâret/Umrân gibi Kavramlar’dan, artık bunlarla ilgili Dünyâ’ya uzaklaşan, gittikçe Kayboluş’un, Erişilemez, Geri-Dönüşüm’ü, Geri-Kazanım’ı yapılamaz bir Noktası’na doğru Evriliş’in Gariblik Günleri’ni hissediyoruz. Azîz, İzzet yerine Onur

deniyor kendi Dünyamız’da bile. 20 Nisan İnsan Onur’u Konu’su seçilmiş Kutlu Doğum’a. Fransızca Honour, Uydurukça’dan Dilimiz’de var edilmiş. Onur ne, İzzet ne Gurur ne? Birbirine karışmış Dünyalar’da, bir Dilsizlik Hâl’i yaşıyoruz. İzzet ve Gurur; ikisi Taban tabana Zıt Yerler’de, İlâhi ve Şeytânî Zıtlık’ta yer alıyor. Onur ise hem İzzet için hem de daha çok Gurur için kullanılıyor. Azîzân derken Başlığımız’da bununla da kesişen bir Nokta var. Azîz, Cenâb-ı Haqq’ın en başta kendisi için kullandığı bir İsim, O el-Azîz olan’dır. Mü’minler’le de Bağlantılı olarak kullanılmış Qur’ân-ı Kerîm’de. el-Azîz Formu’yla Allâh için kullanılan bu İsim, Hz.Yûsuf’u Mısır’da barındırana verilmiş: Azîz’in Hanım’ı Terkib’i ile geçmiş. Yine Yûsuf Qıssası’nda Azîz’in üstünde Melîk vardır Mısır’da. Orda Hükümdar, Melîk’tir ki, bu da Cenâb-ı Haqq’ın Sıfatları’ndan. İlâhî Sıfatlar’ın bu Yerleşim Tertibi’nde Melik daha üst’te görünüyor. Haşr

Sûresi’ndeki Sıralama’da da aynı şekilde Melik daha önce’dir. ‘Rahmân ve Rahîm O’, dedikten sonra Melik Sıfat’ı, daha aşağılarda ise Azîz gelir. Öğle Namazı’nı İzzet Paşa Camii’nde kıldık. 70’lerde yeniden Yapılış var ama, İlk İnşaa’sı 1910’lara kadar gidiyor. İzzet’in, Aziz Oluş’un İpuçları’nı burada aramaya Dewâm edelim. Elazîz İsm’i Cumhuriyet’te Elazık Şekli’ne evrilmiş. Oradan da Elazığ’a dönüyor. Azîz ve Ma’mûr Kelimeleri’nin Qur’ân’ın Nuzul Süreçleri’nde bahs’edilen İki Aşama’sı var ki, Elazığ’da mutlaqa buna da Atıf yapılması gerekiyor: Qur’ân-ı Kerîm’in Nuzul’ü ilgili gelen Dökümler Beytü’l-İzze ve Beytü’l-Mâmûr diye iki Ev’e Nisbet’le Arz’da Taqdir olunmuş. Beytü’l-Ma’mur’a, Beytu’llâh’a Qur’ân’ı İnzâl’i 23 Yıl’da Cebrâil’in peyder per ilgili Zemini’nde

Page 63: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

63

indirmesi ile oldu. Ama o daha önce Beytü’l-İzze’ye indirildi. Biri İzzet, diğer

Ma’mûr İki Beyt’in yukarda olanı İzzet’dir. Önce bütün olarak Qudüs’ün üzerinde Lewh’den Dünyâ Semâsı’na Beytü’l-İzze’ye İniş oldu. Sonra 23 Yıllık ilgili Zemin’de Beytü’l-Ma’mûr’a Konuk oldu Wahiyler. Qur’ân’ın Beytu’l-Ma’mur’a, yani Beytu’llâh’a İnzal’i, Qalb’in Etrafı’nda Dönüş’le Herşey’i kendisine çeken o Qıble Oluşu’yla alaqalı. Hem Beytu’llâh için, hem de Ehl-i Qıble’nin Qalb’i Mânâsı’ndadır Beytu’l-Ma’mur. Qalb Konu’su Beytu’llâh ile böyle alaqalı’dır. Qalb’in Yıkım’ı ya da Ma’mur edilmesi gibi, Beytu’llâh’ın Şubeler’i Mesâcid de ya Tahrib ya da Ma’mur edilir. Ma’mur edilen, Tamir edilen Qalb’e Allâh İzzet’i bahş’etmiştir. O artık Ehl-i Qıble’dir. Allâh bize İzzet’i bahş’etmiş, bu Güc’ü biz ne şekilde kullanmalıyız? İnsan’ın Bedeni’nin her dokunduğu Yer’i İ’mâr’dan kaynaklanan İmâretler’e dönüştürmeliyiz. Qur’ân’da “Kime Uzun Ömür vermiş isek, Muammer kılmış isek”

deniyor “ondan Halq’ı Tenkis ederiz”. Uzun Yıllar yaşayan Kişi, Ömr’ün Rezil Yılları’na, (Erzel-i Ömür) götürülür. Bu, bir İnsan’ın Ömr’ü ile Bağlantılı’dır. Kısa Wade’de Kullanımı’nda İnsan Ömr’ü için böyle. Türkçe’de de İzzet ve Zillet böyle kullanılır. Temsil ettiği Da’wa ile kenetlenmiş, düşmemesi gereken bir Bağlılık’ta, Allâh’ın bizi görmek istediği Yer’de, Yaradılışı’ndakini değiştirmeden Yürüyüş İzzet’tir. Zillet ise Allâh’ın bizi görmek istemediği Yer’e Düşüş’ün Ad’ı. Seminerimiz Yukarda özetlediğimiz Kavramlar Etrafı’nda, Allâh’ın Azze ve Celle Oluşu’nun üzerimizdeki Tecellileri’ni arama Etrafı’nda dolanacak. Süleymân Çelebi “Bahr-i Tewhîd” ile başlar Wesiletü’n-Necât’a. Mushaf Dizimi’ndeki Besmele-Fâtiha ile başlar gibi önce bunlara yer verilmiş. Sonrası’nda ise “Ey Azİzler İşte başlarız Söz’e” diyerek Azîzân’a Hitâb edilmiş. O zaman Câmi Literatürü’ndeki “Azîz Müslümanlar”, “Muhterem Müslümanlar” Nitelemesi ile

Söz’e başlanması da bu Minwal’de değerlendirilmeli. Karşısındaki İnsan’ı Muhterem, Hürmetli gören bir Anlayış, bundan daha büyük Kul Haqq’ı , Kişi Haqqı Gözetme, İnsan’a bundan daha Büyük Hürmet olur mu? Sen el-Azîz olan, Allâh’tan İzzet alan İnsan’sın diye Değer verme, Söz’ün Başlangıcı’nda böyle gösteriliyor. O bakımdan müştereken Azîzân oluyoruz. İbâdu’r-Rahmân Nitelemesi’nin Qur’ân’daki Bâriz Kullanımı’nı buraya uyarlar isek, İbâdu’l-Azîz Terkibi’nde Uygun bir Karşılık buluruz. Azîz’in Kullar’ı olarak, bunu da temsilen İzzet’in Tezâhürleri’ni göstermemiz isteniyor. Mü’min’ler birbirlerine karşı Zillet değil, Tewâzu Tawrı’nı; Kâfirler’e karşı İzzetli, Şiddetli, Ödün vemez Duruşu’nu böyle Muhâfaza eder. “Beraetün min’allâh…” diyerek Allâh ve Râsûlü’nün gösterdiği İzzetli yerden Duruşu’nu sergiler. Bu yoksa o zaman İzzet’i de kaybedersiniz. Beraet’le Furqân ortaya çıkar. En Güzel şekilde Ayrılış.

1400ler’de ibnu Haldun “Umrân” Kavramı’nı kullanmış. Üstad’ın da Katkı’sı bunda. Cemil Meriç, “Kültür’den İrfân’a”, “Umrân’dan Uygarlığ’a” demiş. Böylece İrfân’dan Umrân’a Bağlantı kuruluyor. Arafe için, ‘tanışasınız diye yaratıldınız’ diyen Varoluş Gerekçemiz, Arafat’taki Buluşma, Arafe Günü inen Mâide’nin Son Âyet’i vs. üzerine konuşuyoruz. O İrfân Bilinci’dir ki İnsan’ı Umrân’a çıkarmalı. O İrfân Geleneği’nden, Bu Umrân demeliyiz. O İrfân’ı yitirdiğinizde dönüştürüldüğünüzde Dünyâ’da Umrân kaybolmuş demektir. Umrân ve Uygarlık Zıtlığı’nı, birbirinin Karşıt’ı olmasını böylece anlıyoruz. Eğer Umrân yerine Uygarlık, Medenîyet yerine Civilizasyon der isek, bunun nasıl bir Düşüş olduğunu göremeden dönüşmüşüz demektir. Diğer Şekli’yle İzzet’ten Zillet’e Düşüş’tür bu. Hz.Mûsâ’nın “düşün Mısr’a” İtabı’ndaki Mısır, Şehir

Page 64: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

64

demektir ki, Yeni Şehir’in Ad’ı Civitas, dolayısıyla bunun Düşüşü’ndeki Ad ise

Civilizasyon’dur. Mamafih Elazığ’ın Harabe hali’ne gelen Harput’tan aşağıya Mezraa’ya götürülmesi, 1834 Yılı’nda Reşîd Paşa’nın Şarq Wilayetleri’nde Islahat yapmak üzere Bölge’de Wâli olması ile başlamıştı. Bu Yıllar, Tanzimât’ın, Waqây-ı Hayriyye’nin (1826) yaşandığı Yıllar. Waqây-ı Hayriyye diye yürütülen bu Çalışmalar’ın, aslında Waqây-ı Şerriyye olarak Kötülükleri’ni, Sonuçları’nı yaşayıp durduk, yaşıyoruz. Bugün’ün Kavram’ı ile söylersek, “Avrupa ile Müzâkereler” demekti, O Gün’ün Düzenlemeler’i, Tanzimât. Osmanlı Nizâm’ı bilmez mi idi, hayır. O Nizâm-ı Âlem idi. Bu Haqq’ı kendinde görüyor idi. İlay-ı Kelimetu’llâh için Fütuhat yapmak idi Nizamât. O halde Tanzimat, ‘Alem’e Nizâm vermeden waz’geçin, bilakis kendinize Nizamât verilmesine yol açın’ demekti. Yani, Umrân’dan Uygarlığa Geçit verilecekti.

Abdu’l-Mecîd bunun İlanı’nda (1839) İlk Melik oluyor, İlk Azîz’i. (Kendisinden sonra 4 Oğlu Padişahlık yapacaktır. Abdu’l-Azîz O’nun Kardeş’i). Melikler Mülkleri’ni/Tahtları’nı Allâh’ın Arşı’na bağlayıp, meşrulaştırdıklarında bu Olumlu olur. Peygamberleri’nden “bize bir Melik gönder” diye Allâh’a Duâ etmesini isteyen Beni İsrail’in Dua’sı Qabul edilmişti. Dâwûd, Süleymân Peygamberler gibi Belkıs ta bu anlam’da Olumlu Melikler. Hz.Yûsuf’a tabi olan Melik de, bir Fir’awun değildi nitekim. Mısır Melik’i, böylece meşrulaştı. Necâşi, yine, böyle Tabi olunca Rasûl’e, o da Meşruiyet kazandı. Böylesi Durum’da Meliklik İzzet’i Temsil ediyor. Yûsuf’un Kral’ı İzzetli olarak yaşadığında, haddi zatında, Abdu’l-Azîz, Abdu’l-Melik demiş oluyorsunuz onlar için. Abd Bağı’ndan Kopuk, kendine Nisbetli Meliklik Taslamalar, Fir’awunluklar, Şeytân’ın Garur’unda, Gurur ile Aldanış’a, Zillet’e Düçar oluyor.

‘Melikler bir Belde’ye girdiklerinde, orada Hars’ı ve Nesl’i Helak ederler’ derken, Islahat için değil, Fesad’a çalışan, Mutlakiyet, Saltanat peşinde koşan Rejimler’in ortaya çıkacağı anlatılıyor. Tanzimat, bütün Güzellemeleri’ne, Âyet-Hadisler’le Süslemeleri’ne rağmen, Allâh için böyle bir Merbutiyet Peşinde koşan Düzenlemeler değildir. Batı’ya bağlı, onun Empoze’si, Baskı’sı ile ona Tabiiyet Çerçevesi’nde düzenleniyor. 1857’de Arazi Qanunnâme’si ile Abdu’l-Mecid, Mir-i Arazi’yi, Beytu’l-Mâl Milki’ni bozdu. Eğitim’de aynı Şeyler, Cumhuriyet’e uzanarak Süreç içinde Tanzim edildi durdu. Azar azar bu Basamaklar’dan geçerek Tanzimât, Cumhuriyet’e doğru Yokoluş’un Ayaklar’ı oldu. İrfân derken, Batı Eğitim ve Kültürü’nü, Umrân derken Uygarlığı qast’eden Güzel İsimler, Dış Yaldızlar’ı soyulduğunda dolayısıyla beklenen Tecdid’i gerçekleştiremediler. İrfan’ın Müceddidler’i olamadılar. Azîz İsimliler, İzzet’in

Temsili’nde bunu gerçekleştiremediler. İmâret-i Azîzân var ise, Azîzler’in İmâr ettiği bir Yer, bir Yaşam vardır, Umrân vardır. Abdu’l-Hamîd Meşrutiyet’in İlan’ı Sözü’nü vererek başa geçti. V.Murâd 3 Ay içinde çekildi ve Abdu’l-Hamîd Meşrutiyet Sözü’nü verdiği için de Taht’a çıktı. 6 Ay içinde Fırsat bulunca da Meşrutiyet İlanı’nı fesh’etti, iyi de etti. Meşrutiyet’i kaldırarak, Osmanlı’ya 33 Yıl kazandıran Abdu’l-Hamîd, II. kez Meşrutiyet İlân edilince hızlı Çöküş te başlamış oldu. Bu Dönem’de Maddî İmâret ile, Abdu’l-Hamîd Islahâtlar’ı sadece Duraklatıcı oldu, İzzet’i getiremedi ve Tanzimat’ın Târihî Yürüyüşü’nü engelleyemedi. Öğrenciler gönderildi Avrupa’ya ve onların Dönüş’ü de Gidişleri’nden daha iyi olmadı. Okullar, Bünyân-ı Hamidan Eserler sâdece Maddî İmâret’e yaradı. Eklektik

Page 65: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

65

bir Yapı’da Batı’da varolanı getirdi, Osmanlı’da Tewhîd-i Tedrisât’tan kopma, bu

Eğitim Hamlesi’nden sonra başladı. Birincisi Medreseler, İkincisi Batılı Okullar, Liseler, Üçüncüsü de Azınlık Okulları Kolejler bu Tewhîd-i Tedrisât’ı delmişti. Azınlık Okulları’nda bu Topraklar’ın Aşina olmadığı bir Din ve Anlayış, ne Süryâni, ne Ermeni, ne Rûm, bambaşka bir İnanç, çoğunlukla Protestanlık öğretildi. Bu Islahât, Tanzimât Müzâkereler’i ile, Asıl Etki’yi onlar üzerinden yaptı. Bunlar Ortodoks (Asli, Bozulmamış) Ermeni değillerdi artık. Batı’nın Empozeleri’ni, Projeleri’ni kendileri için çok Hayırhah görüyor, kendini tamamen oraya ait bir şekilde Deforme ediyordu, bu Yeni Ermeni Tip’i. Müslümanlar arasında Heretik Unsurlar’a da Nüfuz edildi. Tartışan Alewîlik işlendi. Öğrenciler bu bakım’dan da devşirildi. Ve bir başka Alewilik çıktı. Melâmilik dönüştürüldü. Bektaşîlik hakeza. Bazı Mason Üstad’ı, Bektaşî Baba’sı, Şeyh’i olmuştu. Mewlewî Devşirmeler Şeyhler İcâd ettiler.

Bir anda Harabe Hâli’ne gelmedi Harput. Harput’ta bu Dönüşüm’ün Farqı’na varmamız gerekiyor. Siz Î’lâf’ı gerçekleştirmeden, Ayaklarınız üzerinde durmayı, İ’mar’ı yapamazsınız. Qureyş’in daha İslam Öncesi Dönem’de İ’lafı’nı Temin eden Boyut, onların İzzet ile Ayaklar’ı üzerinde durmasını sağlamış, geçtikleri Beldeler’de Emân verilmişlik, Beyt’in Etrafı’nda Açlık’tan ve Korku’dan Emin bir şekilde Geliş-gidişleri doğurmuştu. ‘Öyleyse O Beyt’in Rabb’ine Kulluk et.’ ‘O Beyt’e de, içindeki Putlar’a da değil’, diyerek Qureyş’in İzzet’i nereden aldığı bildirilmişti. Abdu’l-Uzzâ, Amca, el-Azîz olana değil de Mekke’nin Şefaatçi Tanrıçaları’ndan Uzzâ’ya Kul olan Anlamı’nda, bu Ubudiyet’in Yanlış Tarafı’nı Temsil ediyor. Lât, Menât ve Uzzâ, Üçlüsü’ndeki Kız Tanrılar’dan biri. el-Azîz’in Kul’u olana, Yed-i Muhammed’e verildi İzzet. Uzzâ’nın El’i ve el-Azîz’in El’i nedir? Peygamberler’in gösterdiği Kulluk ile, Şirk’in Kulluğu Karşılaştırması’nın bugün

Aktüel Okuması’nda Muadil’i olan Karşıtlığın ve Zıtlığın nerede olduğunu Tesbit edemezseniz, onun Evrensel, her Zaman ve Mekan’a ait olduğunu da söyleyemezsiniz. O halde Abdu’l-Azîz olarak O’nun Kul’u olduğunda Abdu’l-Uzzâlar’ı görürsün. Eğer göremiyorsan, bil ki o sen’sin. Demek ki Azîzân olmak bir Din, İmân Meselesi’dir. O’nun Beytu’l-Mamûr’a indirdiği Kitab’la, O’nun Beyt’ini İ’mâr bu şekil’de gerçekleşti. Qureyş’i de, o halde, nerde okumak gerektir? Mekke’nin Feth’i ile o dönüştü, İslâm’ın Qalb’i oldu. Fetih Öncesi’nde Qureyş hep ötekidir. Ama Qureyş Müslüman olmuştur artık. Bunun Zıdd’ı Qur’ân’da, Rûm Sûresi’nde yer alır. Qureyş Sûresi’nden daha Uzun olarak 60 Âyet’ten İbâret bir Şekilde Rûmlar’ın anlatıldığı Rûm Sûre’si, tam da Müslüman Qureyş’in Zıddı’na konumlanır. Peygamberimiz’in Wefât’ı Öncesi’nde 3 Sefer vardır Roma’ya doğru.

Müşrik Qureyş’in Î’lâfı’nın daha Büyüğü Ensâr ile Muhâcir’in İ’lâfı’nda oldu. Nihayet Roma’nın Î’lâf’ı, Müslüman Doğu Roma ile birlikte gerçekleşti. Buaz Harbler’i, Yesrib- Mekke Savaşlar’ı nasıl Mutlu Son’la bitip İ’lâf’a ermiş ise, Roma da İ’lâf’a erdi. Artık Ümmet-i Muhammed Zamanı’ndaki Açılımı’yla, Millet-i İbrâhim denilince, Qureyş anlaşılacaktı. O artık Arablığı ifâde etmiyordu. Wedâ Hutbe’si, Arab’ın Acem’e Üstünlüğü yok demişti. Qureyş’in İçeriği dönüştürüldü. Fetih’le birlikte, Müslüman Qureyş, Millet-i İbrâhim’in Sembol’ü oldu. Bu Sebeb’le “İmâmet Qureyş’tendir” denilince, Allâh’ın Elçisi’ne, Ulu’l-Emr’e İtaat edin’ denmek isteniyordu. Qureyş üzerinde Roma’nın İmâmet’i olamaz. Aktüel Okuma’da İzzet ve Zillet Penceresi’nde Qureyş ile Roma böyle konumlanmalı. İmâmet’in Kayb’ı, Zillet’i doğurduğu gibi nice nice Bölünmeler’e,

Page 66: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

66

Mezheb Savaşları’na Muhtelif Çeşitlilik’te Alewîlikler’e, Sünnîlikler’e Kapı aralanmış

oluyor. Böylece Qureyş’in İ’lâf’ı çözülüyor. Mekke, Medine, Ahzâb dışında, Mekke-Medine’ye Göç eden Nitelikli bir Topluluk olarak Muhâcirler; Dünyâ’nın geri kalan Qısmı’nda yaşayan Mekke-Medine Muhâcirleri’nin Ensâr’ı Geniş Kitle; ve Müslümanlar’ın Emniyet’i altında yaşayan Ahzâb dışında, bu 3 Topluluk dışında bir Bölünme Millet-i İbrâhim’in Birlikteliği’ni berhawa eder. Qureyş’in İ’lâfı’nı yer, bitirir. Nitekim bugün İslâm Dünyâ’sı, bütünü’yle Roma’nın Egemenliği’ne girmedi mi? 1453’te, Qur’ân’ın bahs’ettiği Roma (Batı Roma çöktüğü için o Waqit, Roma İstanbul Merkezli’dir) tıpkı Qureyş’in Fethi’nde olan gibi bir Dönüşüm geçirdi. O artık, “Müslüman Roma’dır”. Roma Erki’nin Egemenlik Simge’si, Millet-i İbrâhim’e dâhil olmuştur. Roma Arş’ı, Süleymân’ın Arşı’na bağlanmıştır. 1453’te Qureyş ve Roma Karşıt değildir artık. Roma, bundan sonra Qureyş Mânâsı’na

gelmiştir. Rûm Selçuklular’ı bunun ilk Örnekler’i olarak, Celâle’d-Din-i Rûmî’lerin Hedefi’nde Kızıl Elma’ya ulaşmıştı. Müslüman Roma Arşı’na böyle Nusret oldu. Afganistan’da doğan, Ana Dili Farsça’da Mesnewî yazan Mâweraü’n-Nehir Erler’i, Anadolu’ya geldiklerinde “Rûm” oldular. Rûmî olmak nasıl bir Mânâ İfâde ediyordu? Etnik bir Âidiyet mi? Hayır, tıpkı Türk Kelimesi’nin Batı’da kazandığı Anlam gibi, Millet-i İbrâhim’in Erk’ini Temsil ediyordu. “Gavurla Savaşan Türk” Kavram’ı, Batı’da “Roma” yerine, Müslüman Doğu Roma Anlamı’nda kullanılmıştır. Akif, “Benim Haqqım, sus ey Bülbül, senin Haqq’ın değil Mâtem” diye duyduğu her Ses’te Ağıt ve Hüzün Dolu bir Acı’yı hissettiğini haykırırken, o Umrân’dan Uygarlığa dönüşen Boyutu’nda Esâret Zilleti’ne, Hânmânsız Kalışı’na yanıp yakılıyordu. “Hani Milliyet’in İslam idi, Qawmiyet ne? /Sarılıp sımsıkı dursaydın a Milliyeti’ne.

Arnavutluk ne demek, var mı Şeriat’ta yeri? /Küfr olur başka değil, Qawmi’ni sürmek ileri…”

Mısraları’nda Millet-i İbrâhim’den, Qureyşî İmâmet’ten uzaklaşmanın Sancılar’ı duyulmuyor muydu? Ne var ki Arnavut Milliyetçiler’i Akif’in bu İzzet Bilinc’i yerine onda Hainlik’ten başka bir Şey bulmayacaktır52. Yeni Anayasa’da Türklük, Misâq-ı Millî, Birlik, Bölünme bunlar ne olacak tartışılıyor. Bize ait Kavramlar dışında Yeni Qawim Tanımlar’ı, Ulus Bilinçler’i tartışılıyor. Ekran’da Film izler gibi seyretme, adeta olabilecek en Kötü Senaryo neyse, onun olmasını Bekleme Modu’nda hala duracak mıyız? Ama Oyun içinde iseniz, Sizin Cümleleriniz ile, Taraf Değiştirmeniz ile Oyun değişebilir. Tanzimât Yıllar’ı, dedik, bu Zillet Yılları’ndan olarak yaşandı. Qur’ân’ın Yer’i, Azınlıklar Mewzu’su, Milliyetçilikler’in aşılanması Yoğun bir Şekil’de tartışıldı. Tanzimât Sürec’i, Maddî İmâret yetmedi. Manewî Anlam’da ise Güç Kayb’ı Dewam

etti, bir Şey değişmedi ve Düzelme olmadı. Tedrisât’ın parçalanması, Azınlık Okullar’ı, Yeni Yaşam Tarzlar’ı Millet-i Hâkime olarak Öteki Millet’i yerleştirmek üzere, kendilerine başka Weliler, Wâsiler bulmanın Arac’ı olmuşlardı. Bugün Küresel Roma diye isimlendirilebilecek bir Yapı, Gurur onlardan yana. Gurur, İzzet’in Zıddı’na görünürde bir Güç wehm’ettirir. Ama Gurur’un nasıl

52 Ağustos 2015’de Tran’da İskender Bey Anıt’ı önünden Resim paylaşan Arkadaşımız’a

geçtiğimiz Yazı: 2001 Eylülü'nde 14 Gün (Sebün mine'l Mesani) bir Arnavut Sahib-i Sicn'im vardı..

Kah Abdu’s-Samet'ten Sureler okur, kah İbrahim Tatlıses dillendirirdi. Almanya'nın Çiti'ne Kaçak

dalmışları Kışkışlama (Toplama Kampı) Kral Tepesi (Königsberg)... Çan Tepesi'nden (Kreuzberg)

toplanmışlar... Resm'i Quwwetliy'di Arnavut Genc'in. Hayran'ı olduğu İskender Bey'in Gravürler’i ile

süslemişti Berlin Duvarlarımız'ı... 11 Eylül Hatıralarım’ı hatırlattı İskender Bey Heykel'i... Akif'in

Yakındığı Arnavutlar'ın 3-4 Göbek sonraki Zürriyet'i olan Genç’i...

Page 67: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

67

bir Aldanış olduğu da gören Gözler için Örtülü değildir. Modern Dünya’nın

Suçları’nı, Gurur dolayısıyla göremiyorlar. Bunları farq’eden Aydınlar’ın ise, Sesler’i kısılmakta, Cılız bir Şekil’de duyulmaktalar. Modern Aygıt onları bir Yerler’e doğru itiyor veya Yokluğa Mahkum ediyor. Bugün Yöneticilerimiz NATO ile Çıkar Birlikteliğimiz’i savunuyor. Bir Zamanlar’ın Mağdurlar’ı, 10 Yıllık İqtidar Dönemi’nde, kazandığımızı zann’ettiğimiz Kırıntılar’ın Hesâbı’nı yaparak avunuyorlar.53 10 Yıllık İqtidar’dan epey daha Uzun 33 Yıllık Abdu’l-Hamîd Dönem’i de Adalet ve Kalkınma üzerinde addedilir. Bu Dönem Kalkınmalar’la geçmişti. Onun Dönemi’nin Kalkınma Alanı’nda Başarılı olduğunu söyleyenler var. Hadi bunu doğru Qabul edelim. Modernizasyon, bir Maddi İmâret olsa da, İçeriği Qur’ân ile doldurulursa bunun da Umrân içinde bir yeri vardır. Ancak, Adalet Qısm’ı nerede? Kalkınma Waadleri’nde Başarılı olmak, Adalet’i Temin edecek Adlî İlâhi’nin Tesisi’nde bir Nizamât bulurken Başarılı olmak

Anlamı’na gelmiyordu. Avrupa ile Müzâkereler’de Yeni Başlıklar demek olan Tanzimât’ın Adâlet’i bir Kazanım mıdır? Adalet ve Kalkınma’nın Kalkınma’sı bir bakıma yol alsa da, Adalet’e gelince orada susulmakta. Adalet ve Kalkınma Partileri’nin sadece Kalkınma Partiler’i olması gibi, Abdu’l-Hamid Dönem’i de sâdece Maddî İ’mâr Açısı’ndan belki de kısmen Kazanımlar’ın olduğu bir Dönem’di. Tanzimât’ın Hedefleri’ni Cumhuriyet’in Kurucu İrâde’si de öylece benimsemişti. 70 Sene’de yapılamayan çok İlerici Değişiklikler’e biz İntibak ediyoruz’ diye bunun Taşıyıcısı, Aktörler’i olarak Son 10 Yıl’ın Adalet ve Kalkınma İdeal’i kendini aynı Çizgi’de resm’etti. 10 Yıl’da Ceza Huququ, Medeni Qanun Değişiklikleri’ne Dudak Uçuklatıcı bir hızla İntibak edildi, İlericilik Adı’na. Cumhuriyet’in Yıllar boyu çılgınca bulup Cesâret edemediği Değişiklikler bir çırpıda oluverdi. Görüntü olarak ‘Namazlı, Niyazlı Kimseler’in bir bildiği vardır, Yanlış

yapmazlar’ Güveni’ne yaslanınca başardılar. Böylece Abdu’l-Hamîd Dönem’i tekrar ederek, Kalkınma Şekeri’nin uzatılıp Adalet Mülkü’nün Kayb’ı ile Değiş Tokuş’a Razı edildik. Tekrar Uygarlık’tan Umrân’a, Ulus’tan Ümmet’e Geçiş varsa bunun Verileri’ni görebiliyor muyuz? Eğer Aşırı bir Poliyannacılık ile bunu gördüğünü söyleyenlere şunu hatırlatmalıyız. Mesela en Yakın Örnek, Suriye burada kalacak değil. Bir Afganistan, bir Iraq Örneği’nde olduğu gibi Milyonlar’a Bâliğ olacak bir Yıkım Ufuq’ta görünüyor. Suriye’nin içine girdiği Süreç, Afganistan, Iraq İşgalleri’nden sonra Milyonlar’ın Ölüm’ü ardından oluşan Kaos Ortamı’ndan başka bir Şey’i işaretlemiyor. Bu Sürec’e hiç girilmemeli idi. Orasının Mısır’a, Tunus’a benzemeyeceği belli idi.54 Suriye’de Etnik Bölünmüşlük, Azılıklar vb. ile Karmaşık Yapı’sı, Antakya’nın

Büyükçe bir Hali’ni andırıyordu. Bunlar Hesab edilmediği için ‘2-3 Hafta’da yıkılacak

53 M.E: Seminer’den 40 Gün sonra Mayıs Sonu’nda ortaya çıkan Gezi Parkı Kalkışma’sı, Çok Güçlü

ve Çok Kazançlı görünen İqtidar’ın ne kadar Sallantı’da olduğunu tekrar hatırlattı. Gerçek Muqtedirler’in

Gölge’si altında İqtidar’ın Kağıt’tan bir Kaplan olduğu, T.C.’de İqitidar olmanın Muqtedir olmak

Anlamı’na gelmediği bir kez daha Gözler önüne serildi. Bizans Oyunları ile dolu, Küresel Roma

Senaryoları’nın daha çok Tâwiz, Gömlek çıkarma istediği ile karşı karşıya kalmış ve dört bir yandan

kuşatılmış İqtidarlar’dan ne bekleyebiliriz, onun Demokles’in Kılıc’ı altındaki Politikaları’na ne kadar

bağlanıp güvenebiliriz Sorular’ı Aql’edenler’i uyandırır umalım. Herşeyi iqtidar’dan bekleyip,

Büyüklerimize güvenelim Rehâwet’i ile, üzerimize düşen Sorumluluklar’ı terk’etmenin Hesab’ı verilemez. 54 M.E.: Seminer’in üzerinden 2 Ay geçmeden, Mursi 1 Yılı’nı doldurmuştu ki, Mısır’da İhwân,

yeterince Gömlek çıkarmadığı, Demokrasi, Liberalizm, İnsan Haqları Teslisi’ne yeterince İzin vermediği

için alaşağı edildi.

Page 68: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

68

ve İhwan’ın Mısır, Tunus, Libya benzeri bir İqtidarı’na hemencecik Kapı açılacak’

diye düşünülmüştü. Yanlış gördüler diyelim, İyi Niyet’le. Bu sırada Patriyotlar yerleştirildi, NATO’nun Kürecik Radar İstasyon’u Etrafı’na. NATO Ordular’ı geldi Füze Savunma Sistemleri’ni kullanmak ve öğretmek üzere. Neticede “Topraklarımız bir Nato Toprağı değil mi idi, nitekim”. Bir başka Müslüman Ülke ile Suriye üzerinden Hesaplaşma Senaryolar’ı uçuştu. Karşıt İttifaklar ile Î’lâfımız’ın bozulduğu, Karşıtlıklar, Bölünmüşlükler üzerinden yine yeni bir Zillet Hikâye’si mi yazılacaktı. Akif’in Bülbül Ağıtlar’ı yine her Taraf’ı kapladı. 55 Selefî Uçlar’da gezen bir Kan Da’wa’sı, hem Kürdistan Coğrafyası’nda gezen bir İslam Düşmanlığı Projesi’ni tetikleyecekti hem de Şiî Dünyâ’da kanayacak Yaralar’a Sebeb olacaktı. 1700’lerde Osmanlı’ya İsyan etmiş Selefî Hareket, 1917’den 2 Yıl geçmeden, Birleşik Krallığın Haşimî Aldatış’ı ardından Krallığa oturmuştu. Hanefiler’den dahi hazz’etmeyen Suud Körfez Krallığı orda onlar

varsa başkası kalamazdı. İran’ı, Şiîler’i ise belki Ehl-i Kitâb’tan bile daha Sapık gören bir Zihniyet’i Temsil ediyordu. Maalesef Suriye’deki Karanlık Beklenti, Zillet’e Dönük Veriler veriyor. 1993 İlk Körfez Savaşı, sonra 2003 İkincisi ve oradan 10 Yıl sonra, Iraq’ta Kürd Unsurlar Müstakil olma Noktası’na geldi. Aynı Şekilde 3 Parçalı Suriye Ufuq’ta gözüküyor. Bunun Qureyş Î’lâfı’na ne Katkı’sı olacak, Olumsuzluk dışında. PKK Silahları’yla Suriye’de olunca, Geçici rahatlamış Türkiye’nin sırada olmadığını kim söyleyebilir? Bir başka Yapı da İran’da var. Bütün Sosyal (Batılı Sivil Örgütler) Destek, Basın, Sosyal Medya, Kamuoyu Rejim yıkılsın diye çalışacak. Bir de Suriye’ye Müdâhale varsa, İran’ın kendini Savunma Adı’na başka Seçeneği mi var? İran’ın bir başka Unsur’u Azeriler’in de Kalkışması ile yine, İran 3 Parça’ya mı bölünsün? Ortadoğu’nun değişecek Haritaları’nda 4 Dewlet’ten 12 Dewlet çıkacak.

3 Yer’de Ayrı Kürtler, (Suriye, Iraq, İran Kürtler’i) varken, Türkiye’de başkası olacak değil. Yeni Anayasa’nın da Yardım’ı ile burada böyle bir İstek yapmaması Mümkün değil. Bölge, Mümkünse Tüm İslam Dünya’sı, Parçalı olmayı değil Bütünleşme’yi gerektirir. Hiç değilse bu 4-5 Ülke Bölge’de bir İ’laf gerçekleştirmeli. Kıbrıs, Azerbaycan, Türkiye, Iraq, Suriye İran, ve en Önemlisi, hepsinin Yapıştırıcı Harc’ı olan Kürdistan. Kürdistan’la beraber 6 Ülke’nin Konfederasyonu’nda Bölge’de bir Î’lâf Zorunlu görünüyor. (AB Müzakereleri’ne son, NATO’ya son) deyip Risk alacak, belki de Ciddi Belalar’la karşılaşacak ama Kazanım’ı da büyük olacak, böyle bir Birlikteliğe İhtiyaç var. Bütün bu Yapı’nın kaynaştıran Quwwetlendirici Unsur olarak ortada Birleşik Kürdistan da elbette var olacak. Geçikmiş bir Çaba’nın Sağıtıcı Sonuçlandırması’na İhtiyacımız var.. Aksi taqdirde Türk, Arab

Dewletçikler’in Ulus Devlet olmakla hiçbir Şey elde etmeyip, dahası kaybettikleri Şeyler’e Tâlib olan bir Kürdistan’ın, Kürtler’e değil, başkalarına yarayacağını bilmek için Kâhin olmak gerekmez. Arnavutluk ayrılırken, Akif nasıl ağlamış sie biz de öyle ağlıyoruz. Yoksa ne Türklük, ne Kürdlük, Ulusculuk bizim neyimize? Birleşik Kürdistan, bizim Projemiz. Oyun’u biz böyle kurmalıyız, Î’lâf Penceresi’nden. Oyun’u Kuran

55 M.E.: Rojawa-Nusra Çatışmalar’ı, Suriye’de Batı Kürdistan’ın Ayrılıkçı bir Şekilde Gündem’e

gelmesi, PKK’nın Rojawa diye 2 Aylık bir Söylemi, sanki yüzyıllar’dır Kürtler arasında kullanılıyormuş

gibi Genç Nesiller’de bu Kullanım’ı Mobilize etmesi, buradaki Derin Stratejik Manevra Qabiliyeti’nin

Batılı Unsurlar tarafından nasıl kullanılabileceğini gösteren Örnekler olarak Ağustos Başı’nda yaşadığımız

Çatışmalar’da ortaya çıktı.

Page 69: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

69

değilseniz, “Oyunbozan” olmazsınız. Ümmetçi Bakış gerekir. Cumhuriyet’in ve

İttihadçı Politikalar’ın ne kadar Yanlış olduğu açık. İttihad Terakkî’nin Ermeni Politikaları’nın Günahı’nı biz niye çekmek Zorunda olalım? Şüphesiz hepsi Hatalı değil. Sadece Ermeniler’i mi Tehcir etti? İslam’ı Tehcir etti. İslâm ile Alaqalı ne var ise, Kürtlük de dahil, Türklük te dâhil Herşeyi Tehcir etti İttihad Gözü dönmüşlüğü. Arnavutluk koptu onun Zamanı’nda. Balkanlar, Kafkaslar, Trakya’dan Anadolu’ya göçler de yaşanılan Acılar, Ermeni Tehciri’nden az değildir. Bu Kopuşlar’da İttihad Terakki’nin sadece Ermeniler’e değil, başta İslâm’a verdiği Zarar’ın, attığı Pisliğin, Hareket Ordular’ı wesaire yapılan Herc-ü Merc’in Sorumluluğu başka Yerler’de aranmalıdır. Qur’ân’dan kaynaklanan bir “Ben Dili” gerekli, Özgürlük için. Mekke, Medine, Qudüs bugünkü Konumlar’ı Qabul edilemez. Bugün sadece Qudüs değil, Mekke, Medine de İşgal altındadır. Oraya Egemen olan AB, Aramco Weliliği içinde

Mekke, Medine yalnız, Garib. Netenyahu nerde ise, Kral Abdullah, Katar Krallığı orada (İtiqâdi Sorgu Allâh’ın İş’i, Konu o değil). BOP Söylemleri’nde ne Küreselci, ne Ulusalcı Zâwiye bizim Bakış Açımız olamaz. Biz Millet-i İbrâhim’iz. Çıkarlarımız için değildir Millet-i İbrâhim’in Wasiyet’i. Ne Ulusal ne Küresel Çıkarlar’ın derdinde olabiliriz. BOP, Zillet ile ilgili yeni bir Sınır-Düzen, Human rights, Serbest Piyasa İlkeleri Waz ediyor. Çıkarları’nı, Batı’nın Çıkarları’yla birlikte gören, İsrâil aleyhtarlığı barındırmayan, bir Proje Sözkonusu. Katar, Suud Şeyhler’i nihâi Hedef’te, Amerika-İsrail Çıkarları’na evet diyeceklerse, İnsan Haqlar’ı Mesele’si çok ta önemli değil Batı için. İsterlerse bunlar Demokles’in Kılıc’ı gibi üzerlerinde tutularak, Sürekli Baskı için kullanılabilir, böylesi daha İyi 56. Yeni Osmanlıcılık, Yeni/GençTürklük Cereyanlar’ı, Abdu’l-Hamid

Zamanı’nda da dile getirilmişti, daha Batıcı ve Batı’da Eğitim görmüş Yeni Nesiller Tarafı’ndan. Abdu’l-Hamid’in Avrupa’ya gönderdiği Öğrenciler, Dönüş’te Jön-Türk, Yeni Osmanlıcı vs. oldular. Dönüştürücü bir Pratiği İfâde etmek için Fransızlar’ın İcad ettiği bir Kavram, Jön-Türkler. Yeni Osmanlı yine Batı’dır. Şimdi de Yeni Türkiye, deniyor, Yeni Arab Bahar’ı. 70 Yıl’dır Batı’ya Hizmet etmiş ama Zaman’ı dolmuş Eski Diktatörler, Tasfiye edilebilir göründü. Hatta Tasfiyeler’i bir Zorunluluk hâli’ne gelmişti, “Onu da biz yaparız” dediler. Konsept böyle işliyor. Yeni Osmanlı, Batı ile Çıkarları’nı Tewhid etmiş bir Sınıf idi. Burada yine Tanzimât-Meşrutiyet Osmanlısı kurulacak ise, ortaya çıkan Tablo en kötü Ürün olarak İttihad Terakki olacak ise, bu ne Büyük Zillet’tir. Osmanlı’yı Osmanlı yapan Fâtih’in Osmanlı’sıdır. Suud’u desteklediği gibi, bu Yeni-Osmanlı Batı’ya Hizmet ediyorsa, bunu Qabul edip desteklerim Mesajlar’ı

alınıyor.57

56 M.E: Batı’nın İlkelerim, Kırmızı Çizgilerim diye tutturduğu Politikaları’ndan Mısır’da nasıl da

Darbeci Dikta’ya verdiği Destek ile uzaklaştığını yine gördük. Mısır’da Türkiye Model’i olsun diyor Batı:

Darbeler’le eğitildikten sonra, İddiaları’ndan tümüyle waz’geçerlerse, İslâmcılar’a İqtidar İzn’i verilebilir.) 57 M.E.:Seminerler’in hemen Sonrası’ndaki Gezi Olayları Öncesi’nde, bizzat Dışişleri Bakanı

“Yeni Osmanlı” Tâbiri’ni Övgü Cümleleri içinde kurdu. Ardından 3.Köprü’nün Adı’nın “Yavuz Sultan

Selim olsun” denilerek Temel’i atıldı. Ekonomist Dergi’si Padişah Qıyafeti’yle Erdoğan’ı Karikatürize etti.

Batı’da Diktatör Erdoğan Laflar’ı birdenbire Revaç buldu. Halbuki 16 Mayıs’ta, Kılıçdaroğlu Diktatör

dediği için AB Sosyalist Grup Başkanı Swoboda Tarafı’ndan terslenmişti. Fakat şimdi, 28 Temmuz,

Batı’da Diktatör Erdoğan Broşür’ü dağıtacak. Gezi, Tahrir, İhvan, Nahda derken kısa bir süre içinde

Batı’nın yeni bir Küresel 28 Şubat Projesine Sıcak Mesajlar’ı alınıyor. Demek ki Batı’yı ürkütmeden

“Çıkarlarınız’a Uygun Yeni-Osmanlı” Sunum’u İqna edici olamamış. Gelinen Nokta’da Batı’nın

Page 70: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

70

‘Rıyhınız gider, Bölünmeyin, çekişmeyin’ diyen Enfâl 46.Âyet’i, bize bakmıyor

mu? Birilerinin Sözcü’sü olma yerine sürekli Kontrol, Qur’ân’la Test edip, Mü’minler’e Hesabı’nı verip ilerleyebiliyorsanız, işte 20 Nisan, Bayram o. Bu Sorular’ı görmezlikten gelemeyiz. O zaman Furat Suyu, (Tatlı Sular) ile Mânewi İmâr olmaz. Ampul Aydınlanması bir Maddi İmâr’dır. Şehirlerimiz Paris Sokaklar’ı kadar Işıltılı diyebilirsiniz belki, ama Furat Suyu kadar Tatlı, Onun kadar Parlak, onun kadar Nurlu bir Mânewî Aydınlanma yaşanamaz. ) Anlatıcı: “Akşam Yemeği Sonra’sı dinlediğimiz Tertil V Şuara Sûre’si 105-122.Âyet Okumaları’ndan

sonra Otel Lobisi’nde Elazığlı Dostlarımız’la Müzâkereler Dewâm etti. Gece Yarısı’na den süren

Sohbet’te, Dini,Aktüel-Siyâsî ve Sosyal Meseleler uzun uzadıya Müzâkere edildi.

Kahvaltı Sonra’sı dinlediğimiz Tertil VII Hûd Sûre’si 50-60.Âyet Okumaları’ndan sonra 15

km. Uzak’ta bulunan, Elazığ’ın en Bâriz görülmesi gereken Yer’i olan Harput’a geçiyoruz.)

Elazığ Kent Merkezi’nin Kuzey Doğusu’nda, Yüksek bir Tepe üzerinde kurulan 4000 Yıl öncesine ait olan Antik Harput Kenti 1085 Yılı’ndan sonra Müslümanlar’ın Eli’ne geçmiş. İlhanlılar, Dulqadiroğulları, Akkoyunlular ve Safewî Egemenliği altındaki Kent Çaldıran Savaşı Sonrası 1516’da Osmanlı Egemenliği’ne girmiş. Stratejik Konum’u ve Güvenlik Avantaj’ı gibi Nedenler’le Her Çağ’da Ma’mûr bir Kent olma Özelliği’ni korumuş. Antik Kent’in bir Tepesi’nde Urartu Dönemi’nden kalma Süt Kale’si denilen bir Kale hala Görkemli Varlığı’nı sürdürmektedir. Günümüz’de Turistik bir Ziyâret Mekan’ı olarak kullanılan Târihî Harput

Kent’i, Restore edilmiş düzenlemesiyle Modern Beton Yapılar’ın Uzağı’nda, Görsel Değer oldukça fazla olan Târihî bir Kent. Şu anda Küçük bir Nüfus’un Meskun olarak yaşadığı Kent’te, Tüm İhtiyaçlar’ın karşılanabileceği, İdâri ve Ticâri bir Yapı da bulunuyor. Mütewâzi ve Ferah, Ucu Eğri Kalın Minâreli Ulu Camisi’yle, İnce İşçilikli Abanuz Ağacı’ndan Mamül Koyu Renk Ahşap Minberli Kurşunlu Camisi’yle, Alacalı ve Ağa Camisi’yle, Müze Şekli’nde düzenlenmiş Yaşam Alanlar’ı ve Konakları’yla görülmeye Değer Yerler’den birisi, Harput. Ayrıca Uzun Yıllar İslami Eğitim Alanı’nda Merkezi bir Görev yürütmüş olan Harput’ta çok Sayı’da Din Büyüğü’nün Mezar’ı ve Türbe’si de bulunuyor. Nadir Baba Türbe’si, Arap Baba Türbe’si, Mansur Baba Türbe’si, Âhî Mûsâ Türbesi’ni Ziyaret ettikten sonra Dönüş Yolu’nda Risâle-i Nûr Talebeleri’nin birincisi olan ve 1986 de Wefât eden Hacı Hulusî

Efendi’nin Mezarı’nı Ziyâret edip, bir Fâtiha gönderdikten sonra Harput Gezimiz sona eriyor. Harput Gezimiz’de bize Rehberlik eden, Harput İlköğretim Okulu Müdür’ü Harput Dost’u Değerli Kazım Hocamız’a da Aydınlatıcı Bilgileri’nden dolayı Teşekkürlerimiz’i sunuyoruz. Anlatıcı: Elazığ Çıkışı’nda Grup olarak yediğimiz Nefis Kavurma’dan sonra Akşam Namazı’nda Darende’ye

ulaşıyoruz. Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamîd-i Welî’nin Türbe’si ve Dergâh’ı Etrâfı’nda

şekillenen İmarât’a ulaşmış olmanın Sevinci’yle şu anki Şeyhi Hamid Hamide’d-Dîn Ateş’in

Çıkarları’yla Birleşik bir Nokta’da akacaklarına dair yeterince Güven verememişler ki, bu Kargaşa Ortamı

Patlak verdi.)

Page 71: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

71

kıldırdığı Namaz’ın ancak Son Rekatı’na yetişebildik. Namaz Çıkışı Koruma Tedbirler’i, Müridler’in

Tazim ve Hürmetleri arasında Cami’den Özel Kapı’dan çıkan, Küçük Çocuklarımız’ın Eli’ni öptüğü

Şeyh Efendi’yi de yakından görmüş olduk.

Yolculuklar’la beraber 48 Saatlik bir Sürec’i kapsayan bir Tenwîr Kamp’ı Proğram’ı da yine

Qayseri’de son bulmuş oldu.

MEDİNE’NİN KAPI’LARINDAN MAMURATU’L-AZÎZ/ HARPUT (ELAZİZ-ELAZIĞ)

Elazığ Kampımız Öncesi’nde, II.Şehir Dersimiz’i (I.Azîziye/ Pınarbaşı idi) vereceğiz. 1.Ders Harput’u, 2.Ders Elazığ’ı görelim. Pınarbaşı gibi, Elazığ da Sultan Abdu’l-Azîz’in Adı’yla anılan Şehirler. İkisi de daha yukarda Eski Yerleşim yerinden

uzaklaşmış ve yeniden kurulmuş. Birisi, Melikgâzî Köyü’nün bulunduğu yer’den, 20 km. Uzak’tan gelip, Abdu’l-Azîz Tarafı’ndan Azîziye İsmi’yle bugün Pınarbaşı diye anılan yer’de kuruluyor. Diğeri de Eski Şehir Harput’ta iken, yine Sultan Abdu’l-Azîz’in Emr’i ile, Mamurâtü’l-Azîziye Ad’ı ile yeniden kurulmuş. 4.000 Yıllık Târih’i ile Harput, Elazığ’ın Eski Yerleşim Yer’i. Urartu Öncesi, Hurri-Hitit Geçmiş’i ile Uzun bir Geçmiş’e Sâhip. Yüksek’teki Kale’si ile Melikgâzî Türbesi’nin bulunduğu Tepe’yi andırıyor. Harput, Hz.Ömer Zamanı’nda 600’lerin Ortaları’na doğru, Suriye-Iraq Fetihler’i Esnası’nda Müslüman oluyor. 900’lerde Abbâsîler’in zayıfladığı bir Dönem’de Bizans Awasım Kentleri’ni İşgâl ederken, Harput’u da ele geçirmiş. 1071 Malazgirt Zafer’i Sonrası’nda 1085’te bir daha kayb’edilmemek üzere tekrar feth’edildi. Tabiat Şartları’nın Zorluğu, Yerleşim’e ve İâşe’ye Elverişli olmaması gibi Sebebler’le Aşağıdaki Mezra’ya taşınması 1834’teki

Reşîd Mehmet Paşa’nın 40 Tabur Askeri buraya gelmesi ile başlar. Reşîd Paşa İdârî Merkezi’ni Aşağı Mezra’ya taşımasından sonra burası Harput’un aleyhine olarak gittikçe büyür. Ekimlik, Dikimlik bu Arazi’ye Taşınma Yıllar boyunca sürmüş, nihâyet I.Dünyâ Savaş’ı Sırası’nda Ermeni Nüfus’un da Göç etmesiyle, geri kalanlar’ın da Azîziye’ye Göç etmelerinin ardından, Harput terk edilmiş bir Harabe hâli’ni aldı. Mamurâtü’l-Azîz, kısaltılarak, El-aziz yapılıyor. Cumhuriyet’te de önce Elazık olmuş, sonra da Elazığ. Atatürk’ün bu Yöre’ye, ölmeden 1 Yıl önceki Gezi’si Malum. Dersim Olaylar’ı bastırıldıktan sonra Bölge’ye yapılan Gezi’de Elazığ’a da uğramıştı. 1935’te Dersim’e Tunceli İsm’i Lâyık görülürken, 1937’de Bakanlar Kurulu Qararı’yla Sultan Abdu’l-Azîz’in Şehr’i Elazık İsmi’ni alıyor. Tunceli’nden tekrar Elaziz’e Dönüşü’nde, kendisi için yapılan Akşam Müsameresi’nde Şehr’in

Adı’nın Elazığ olmasını istiyor. Belediye Meclisi’nin Olağanüstü Toplantısı’yla da bu Ad hemen Qabul edilmiş. 58 Harput’ta Urartular’dan kalma Kale Günümüz’e kadar gelmiş. Kale sürekli yeniden yapıldığı için kaybolmadan Varlığı’nı sürdürmüş. Kale’nin Mewsûq Târih’i Urartular’la başlar. Ondan önce de MÖ.2000’lerden itibaren Hurri’ler’in Egemenliği var. Hititler’le ve diğer Akraba Sâmî Qawimleri’yle Mücâdeleler’i olmuş. Urartular’dan kalan Kale ise MÖ. 800-900’lerden. Harput, Urartular’ın bir Yazısı’nda Karberd diye geçiyor. Har ve Put Kelimeleri’nden oluşuyor. Har/Taş ve Put/Berd-Burç-Kale Anlamı’nda, Taşkale. Süt Kale’si de denmiş. Kale Taşları’nın

58 2013 Sonbahar Demokratikleşme Paket’i ile Dersim’in Adı’nın İâde’si Gündem’e geldi.

Page 72: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

72

birbirine iyi tutması için Harçları’nda kullanıldığı için. Yapı Çözümler’i ile Kürtçe’de

bu Kelime’yi başka Yorumlama’ya tabi tutmalar da olmuş. 638’den sonraki Büyük Fetihler’de ele geçirmişiz, Harput ve Ciwârı’nı. 950 Yılları’nda Bizans’ın Antakya’dan Malatya, Erzurum Hattı’ndaki Awasım Kentleri’ni İşgâl’i Sözkonusu. Demek ki 300 Yıl bu Bölge’de Müslümanlık yaşanmış. Dolayısıyla Müslüman Yapılaşma, Câmi, Çeşme vb. yapılmış olmalı. 150 Yıllık bir Bizans Hâkimiyet’i var. Bizans’ın İşgâl’i ile Ara Dönem’de ise bu Yapılar kayboluyor. Bize İslâm Dönemi’nden gelen Yapılar, işte bu 2.Fetih Sonra’sı, yani Selçuklu’nun 1071 Sonra’sı Fetihler’i ardından yapılan Eserler’dir. Harput’ta Mewcut bir Süryânî Kilise’si İlk Yapım Târih’i 300’lerde imiş deniyor. Burası İslâm Hâkimiyet’i Dönemi’nde Varlığı’nı sürdürüyor. Şehir daha sonra Aşağıdaki Mezraa’ya taşındığında oraya da yeni bir Süryânî Kilise’si yapılmış. Başkaca Ermeni Kilisesi Harabeler’i de var.

Malazgirt Zafer’i ardından 1085’te Çubuk Bey, Harput’u feth’ediyor. Selçuklu Emîrleri’nden Çubuk Bey ve ardından Oğlu Mehmed Gâzî’nin Emîrliği’nde burada Çubukoğulları Beyliği kurulmuş oluyor. Bölge’nin Geçmişi’nde Çubuklu Türkmenleri’nin buraya Büyük Ölçü’de yayıldığı söylenebilir. 1101’den sonra ise Harput ve Ciwârı’nda Artuklular Hâkim oluyor. Artuklular’dan sonra Selçuklu, Dulqadiroğlu, Akkoyunlu ve Safewî Egemenlikleri sırası’yla gelmiş. Artuklu Yılları’nda 1185’e kadarki yaklaşık 100 Yıllık Dönemi’nde Harput, Altınçağı’nı yaşıyor. Asıl Merkez’i Diyarbakır olan Artuklular’ın burada da Önemli Yapılar’ı var. Harput’ta Artuklu Eserler’in dışında Beytü’l-Hikme benzeri bir Yapılaşma ile, Bilim Târihi Açısı’ndan önemli bir Yazı-Literatür Oluşturma Etkinlikleri’ne Sahne olmuş. 950 Öncesi’nde 300 Yıllık Dönem’de Müslümanlar’la Roma’nın Harput’ta ve

Ciwar Avasım Bölgeleri’nde Mücadeleler’i olmuş. İslâm Öncesi Dönem’de ise, Harput, Bizans ile İran arasında Kilit Nokta’da bulunuyordu. Birçok Değiş-tokuşlar olmakla birlikte Büyük Ölçü’de Roma burada Hâkim olmuş. Roma ile İran arasında 1000 Yılı Aşkın süren buradaki Mücâdele, 600’lerden sonra Müslümanlar’la Roma arasında 300 Yıl daha Dewâm ediyor. Ancak 1085 Sonrası’nda Harput’ta böyle bir Mücâdele yoktur. Seçluklu ve Emîrleri’nin Haçlılar’a karşı Anadolu üzerinde önemli Muqâwemetler’i yine olmuş ama, bu gelip-geçici Saldırı da püskürtüldükten sonra (Urfa ve Antakya Kontluklar’ı dışında başka bir Egemenlikleri olmadı), Harput ve Anadolu Sukunet’e kavuşmuştu. Zu’l-Qadiroğulları (Dulkadiroğulları) Egemenlikleri’nden Maraş Kampımız’da bahs’etmiştik. Sonra Akkoyunlular ve Safewîler’e, ardından da Yavuz ile beraber Osmanlı’ya geçiyor. 1085 Sonrası’nda Külliyeler, Câmialar pek

çok Müştemilâtı’yla berâber burada yeşeriyor. Mescîd-i Haram ya da Mescîd-i Aqsâ dediğimizde de Külliye Tipi bir Yapılaşma qast’edilir. Safa ve Merwe’yi de içine alan Ka’be’nin Etrâfı’ndaki Mücâwir Alan’a Mescîd-i Haram denmiş. Mescîd-i Aqsâ ise, Müslümanlar buraya geldiğinde tamamen Harab idi. Emewîler Dönemi’nde Ömer Câmii, Qubbetü’s-Sahra, Mescîd-i Aqsâ gibi Yapılar bu Harem Bölge’de İnşâ edildi. Harab Bölge Ayağa kaldırılarak, zamanla Yapılar, Surlar, Dış Duvarlar yapıldı. Türk Egemenliği olduğu Dönemler’de, Selçuklu ve Sonrası Yapıları’nda bu Külliye ya da Camii Form’u Dewâm ettirilmiştir. İçinde Mescîd’in de olduğu diğer Yapılar’ı da barındıran Entegre Binâlar’la bu Yapılar’a Külliye ya da Câmii denilmiştir. Merkezi’nde Mescîd olarak, Medrese, Bedesten, Hamam, Pazar vs. ile

Page 73: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

73

Külliye Teşkil edilir. Câmiatü’l-Ezher de böyledir, Ezher Câmi’si, Ezher Külliye’si.

Qâhire’de Fâtımîler Ezher Câmia’sı dediklerinde, Selçuklu Medresesi’ne Paralel olarak bunu kullanmış oluyorlar. Batı’da Üniversite denildiğinde Endülüs Câmiaları’ndan belki de etkilenerek, yine Külliler’e İşâret eden Toplayıcı, Cami’ bir Anlam’ı devraldığı söylenebilir. Nizâmiye Medreseleri’nin bu Küllî Yapı’sı, Anadolu Selçukluları’nda da Dewâm ediyor. Selçuklu, Artuklu, Danişmend vs. aynı Câmia-Külliye Tesisler’i Teşkil edilmiş. Kelâm’da Eş’arî, Fıqıh’ta Hanefi olarak Anadolu’da bu Yapılar Teşekkül ediyor. Daha sonra Dâwûd el-Qayserî, buna İrfân Boyutu’nu da eklemiş. Harput’ta Memluklu Egemenliği de var. Memluklular, Konya Ciwârı’na geldikleri Dönemler’de bir ara Harput, Memluk Egemenliği’ne de geçmiş. Târihimiz’in Karanlık Dönemleri’ne ait sayabiliriz bu İç-Kavga Dönemleri’ni. Osmanlı Sicil Kayıtlar’ı çoktu ama, Cumhuriyet’in geriye bıraktığı Deve’de

Kulak. Bunlardan Târih içinde Nüfus Yapı’sı, İstatistikler, Süryâni-Ermeni Kayıtlar, Hâneler vb. haqqında Bilgiler edinebiliyoruz. Bu Kayıtlar’dan Harput’un Mâzi’si çıkarılabiliyor. Gayr-i Müslimler’e Hane Büyükleri’nin Adı’yla bu Siciller’de İtibar edilmiş, tanınmış, Yapıları’nı yaşatmalarına İzin verilmişti. Bugün’e gelebilen Ermeni-Süryânî Nüfus, Varlıkları’nı tamamen Müslüman Muhâfazası’na Borçlular. Roma ya da Haçlılar’ın Egemenliği’nde Yaşama İmkanlar’ı olamazdı. 1800 Sonları’nda ve en son 1915’te Fransız Menşeli Ulusalcı Kışkırtma buralarda bir boşalmayı doğurmuş. Olay’ın bir Din Savaşı’na yansıyan Yön’ü yok. Zira Süryânî Nüfus’ta tüm bu 1800’ler, 1915’lerde Dramatik bir Değişiklik yok. Ulusalcı Asabiye’ye Teslim olmuş ve Katolik-Protestan Misyoner Faaliyetleri’ne Maruz kalmış Ermeni Unsur ise Nüfusca azalıyor. Burada Süryânî Nüfus’u azaltan Göçler ise, Cumhuriyet Dönemi’nin bunu Terwic eden Ulusalcılığı ile alaqalı. Bunun da

Günâh’ı Cumhuriyet’in. 1500’lerde Harput Osmanlı’ya Dâhil olduğunda 22 Waqıf, 3 Medrese, 9 Zâwiye, 10 Câmi Şeklinde Yapılar Teslim alınmış. O Zamanki Sayı bu. Yapılar Dewlet’in Lüzum’u olarak şekilleniyor. Bu Binâlar, Sultân, bir Sultân Kız’ı, Hanım’ı, bir Qadı veya üst Düzey Âlim, Yönetici vb. Tarafı’ndan İnşa ediliyor. Eser’in Hayatiyeti’ni sürdürmesi için bir Waqıf ile desteklenerek Bağışlar’ın buraya akması sağlanıyor. Bu Akarlar ile İslâmî Bünyân, Ümrân Şekli’nde İmâret gelişiyor. Mamurâtü’l-Azîziye oluyor. Vergilendirmeler’den, Öşür’den Muaf tutuluyor. Dolayısıyla, Bugünkü Terim’le, Dewlet’in Küçülmesi diye bir Durum var. Dewlet Küçük ama Sâhibler’i Büyük. Dewletluler ortaya çıkarsa bile, onun değil, Waqf’ın Tüzüğü, Mütewelli Heyet’i ile Dewâmiyet sağlanıyor. Yani, Osmanlı bir Kurum’u, Dewlet’i büyüten, onu bir Heyula hâli’ne getiren Yapılar’a İzin vermiyor. Halq’ın

Sâhib olduğu bu Güc’ün Dokunulmazlığı var. Ancak Cumhuriyet Dönem’i ve öncesinde Tanzimât Reformlar’ı ile Waqıf Geleneği’nin içinin boşaltılması ile bunun bazı Olumsuz Sonuçları’nın Waqıflar’a yüklenmesi doğru değil. 1800ler’in Sonları’nda 2/3 Müslim, 1/3 gayri Müslim Nüfus Tesbit edilmiş. Qayseri de aynı Şekil’dedir. Ermeniler’in Mahalleler’i, Köyler’i vardır. Müslümanlar içinde eritilmeden ayrı bir Şekilde Özgürce yaşamalarına Müsaade edilmiş. 1000 Yıllık Emânet ile Gayr-i Müslim Nüfus’un Haqlar’ı korunmuş. 1867’de Harput’ta İskân edenlerin de Aşağı Mezraa’a göçmesi ile, Mamurâtü’l-Azîz diye Yeni Şehir kurulmuş oldu. Ermeni Tedhiş Hareketler’i, Ulaşım ve Toprak Meseleler’i gibi Gerekçeler’le Şehir Aşağı’ya taşınıyor. Şehr’in daha iyi Korunaklı bir Şekil’de Tahkim edilmesine İmkan verdiği için 1834’te

Page 74: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

74

başlayan İlk Göçler Sonu’nda 1867’de Wâli İsmâil Paşa Tarafı’ndan Mamurâtu’l-

Azîz İsm’i Teklif edildi. İlk önce Mezraa’ya Kışla kurulmuştu. Ana İdâri Alan da buraya çekilmek Sureti’yle, Harput yavaş yavaş tenhalaştı. 1876 ve Dewâmı’nda Amerikan, Alman Protestan Okullar’ı Azınlıklar’ı, Gayr-i Müslimler’i Protestanlaştırmak için Misyoner Okullar’ı, Kolejler açıldı. 1897 Yılı’nda 84 Okul Mamurâtü’l-Azîz Wilâyeti’nde bulunmaktadır. 1000 Yıl’dır Osmanlı’nın Emâneti’nde olan Ermeni Süryânî Azınlıklar’da Mezheb Dönüşümler’i oldu. Karşımız’da Klasik Ermeni-Rûm yoktu artık. Eski Komşu Ermeniler’den değil, ayrışmış, bir başka Mezheb’e dönüşmüş Ermeniler’den bahs’edilmektedir. İslâm Milleti’ne ait Zimmetlik İlişkisi’nden çıkıp, başka bir Şey’e dönüşmüşlerdir. Kendilerini İslâm Milleti’nin bir Teba’sı olarak değil, Osmanlı Watandaş’ı olarak görürler. Welâyet İlişkisi’nin Uluslar’ı dışarıdan konumlanmışlardır artık. Kime bağlı ise onun Adam’ı olacaktır bundan sonra. Tewhîd-i Tedrisât, Cumhuriyet

Dönemi’nde bu 2000 kadar Azınlık Okulu’na Tepki olarak düzenlendiğinde bu bakım’dan Haqlı’ydı. II.Mahmud Zamanı’nda 1834 Şarq Wilâyetleri’nde Islâh’a Memur edilen Reşîd Mehmed Paşa Zamanı’nda Harput’un (Mamurâtü’l-Azîz Adı’nı 1867’de, Abdu’l-Azîz Zamanı’nda alacaktır) Aşağı Mezra’da kurulmaya başlandığını söylemiştik. O Zaman Harput Wilâyeti’ne, Malatya, Dersim de Dâhil idi. Aynı Yıllar’da doğan bir İsim olarak bu Wilâyet’ten Şeyh Said’i (1866-1925) görüyoruz. Zaza bir Âile’ye Mensub Naqşibendi Şeyhî diye bilinir. (Kürtler’den ayrı bir Grup mu diye tartışılır Zazalar. Tıpkı, Kazaklar, Azerîler vb. için Türk demek ne kadar doğru Tartışması’nda olduğu gibi. Bizim Türkî dediğimiz pek çok Halq, kendisine, “biz Kazak, Kırgız, Özbek, Tacîk’iz vb., Türk değiliz” İddiası’ndadır.) Naqş-ibendilik, Kafkaslar’daki Dergah’ı, Gümüşhânewî Dergah’ı, Doğu

Anadolu Dergah’ı olarak hepsi de Hâlid-i Bağdâdî’de birleşir. Hind Bölgesi’nde Hâlid-i Bağdâdi Kolları’ndan gelmeyen Naqşî Dergahları ayrıca Dewâm etse de, Batı Naqşibendiliği’nde Hâlid-i Bağdâdî Etki’si ve yapılanması sayesi’nde onun Ad’ı taşınır. Naqşîlik içinde yaptığı Reformlar’ı ile ötekinden ayrışan bu Kol, Hâlîdîlik Adı’nı alır. Yûsuf Hemedânî (1140), hem Ahmed Yesewî’nin hem de Abdu’l-Hâlıq Gucdüwâni’nin Hocası’dır. Dolayısıyla Yesewîliğin Kurucu’su da, Naqşîbendiliğin Kurucu’su da Hemedânî sayılabilir. Ancak Ahmed Yesewî Zamanı’nda o kendi Görüşler’i ile Meşhur olmuş ve Hemedânî İsmi’yle bir Başlangıç İlişkisi kurulmamış. Buna muqabil Yesewî-Bektaşî-Horasan Erenler’i, Safewîler için de Ortak Ata olan Hemedânî İsm’i, Naqşîbendilik Silsilesi’nde yer alıyor. İşte Şeyh Said’in Kol’u da, Halîd-i Bağdâdî’ye dayanır ve o da ayrı bir Kol Teşkil eder. Çok Sayı’da Kol’u ile Anadolu’da çok Etkin olmuş Naqşibendiye-i Hâlidiyye

içinde Şeyh Said te, Zazalar Sözkonusu olduğunda Orijinal bir Şeyh’tir. Hâlîdiye Şeyhler’i, Medrese Eğitim’i almış, Zâhir’e sıkı sıkıya bağlı, Ulemâ Sınıfı’ndan Kişiler’dir. Şeyh Sâid te böyle bir Âlim. Kürd-İslâm Teâli Cemiyet’i içinde Şeyh Said, bu Yapı içinde gözüküyor. 1925 Şubat Ay’ı, 2 Sene dâhi geçmemişken Cumhuriyet’ten, içerde Kürd Ayaklanması diye Gazeteler’in duyurduğu bir Süreç yaşanır. Ankara, Yeni Cumhuriyet içerde Olaylar’ı böyle okutur. Dışarı Basın’a verdiği Bilgiler’de ise, İrticâî Ayaklanma diye anlatılıyor. Şeyh Said ve Çevresi bu Ayaklanma’yı nasıl ortaya koyuyor. O, bu Hareket’te Kumandan değil. Hareket içinde Asker, Subaylar, Entellektüeller var. Demek ki 2 Tarafı’ndan da görülebilir. Aynı zamanda Ajanlar da var. Nihâyet Şeyh Said’in yakalanmasına bir Aqrabası’nın İhbar’ı Sebeb olmuştur.

Page 75: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

75

Şeyh Said ve Saîd-i Nursî arasındaki Farq, Mehmed Akif’in şu Mısrası’nda

da Karşılığı’nı bulur. “Evet, Ben de Inqılab istiyorum; ama Abduh gibi” diyen Mehmed Akif, Afgânî’nin Aktivistliği’ne Tercih ettiği Abduh’un İlim, Medrese Yönelimi’ni Teklif ediyor. Afgânî ve Abduh arasındaki Usûl Farqı’na benzer Şekilde, Şeyh Saîd’in Hareket Yön’ü ile Saîd-i Nursî’nin Teorik Hazırlanma Tawsiye’si arasında Alaqa kurabiliriz. Afgânî Komitacı, İsyân Tarafı’ndadır. ‘Oyun oynarken Oyun’a gelmemek’, diye özetleyebileceğimiz bir Ders’i buradan çıkarmalıyız. İşin Piyonlar’ı olduğu gibi, Şah’ı, Wezir’i, Kaleler’i de var. Bazen Piyonlar’ın yedirildiğini görürsünüz. Küçük Kazançlar’la Piyonlar’a Tav olunca, onu yedirenlerin daha Büyük Şeyler’i sizden almak için bu Oyun’u kurduklarını görmek gerekir. Brezinski’nin “Satranç” Kitabı’nda bu Taqtikler’den bahs’edilmiş. Afgan Mücâhidler bunun Örneği. Suriye bugün, güya Altın Tepsi içinde el-Qaide’ye, Selefiler’e, Ihwân’a sunuluyor gibi görünüyordu. Bazıları Şam’ın düşmesi

üzerinden Qudüs’e giden Akınlar, Fetihler Hayal ediyordu. Ancak burada yedirilen Piyon, Kazanç gibi gösterilen olmadık Waadler, Sonunda Hayal Kırıklığı’na dayandı. Bu nokta’da Ramazan el-Butî, tıpkı Akif-Abduh- Saîd-i Nursî gibi bize Uyanıklık Telkin etmişti. Mamurâtü’l-Azîz Wilâyetleri’nde yaşanmış bu Tecrübe’yi de bugünkü Dersimiz’de söylemek Durumu’ndayız.

İmâret-i Azîzân/Umrân ‘Ey Azîzler işte başlarız söze…’ Müstesna Şâir, Bahr-ı Tewhîd’i Besmele’den Fâtiha’ya böyle bağlar… Varlığa

‘Sebeb’ ‘Pes Muhammed’in Welâdet’idir.. ‘Geldi bir Akkuş Kanadı’yla Revan, Arkam’ı sıvadı Quwwet’le heman’… ‘Giceler’den İsneyn Gicesi’dir’, 20 Nisan… Fîl Yılı’nda Mekke Semâları’nda uçuşan Karakuşlar’ın Hatıralar’ı daha Taze’dir.. Mekke’nin Karabulutlar’ı dağılmakta, Mekke Akyarınlar’a kanatlanmaktadır.. İnsanlığı Rahmet Kanatlar’ı altında toplayacak Hayru’l-En’âm Teşrif etmektedir.. ‘Belde-i Emîn’de59 ‘Bu Belde’nin60 Rabb’i61, Azîz-i Rahîm’den Münzel62 bir Wahy’in Kanat Sesleri’dir Cewwi’s-Semâ’da63 yankılanan… Arz’ın Merkezi’nde, Qaryeler’in Anası’nda64 bir Ana, Âmine Anne, Emîn Muhammed’i65, Nûr Çocuğu Armağan etmektedir li’l-Beşer66…’Mefhâr-ı Mewcûdât, Fahr-i Âlem….’ ‘Tek Başı’na bir Ümmet olan67 Ata’sı İbrâhim’in Milleti’ne68, Dîn-i Hâlis’e69 Müteweccih70 bir Wasat Ümmet’in71 Bânî’si

59 95/et-Tîn 3 60 90/el-Beled 1 61 106/el-Qureyş 3 62 36/YâSîn 5 63 16/en-Nahl 79 64 42/eş-Şurâ 7 65 Râğıb el-İsfahânı/ el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, EMN: Emin, Mümin ve Emânet"

Kelimeleri’nin kendinden türediği "EMN", her Türlü Korku ve Şüphe’den Uzak olmak, Bütünü’yle

Mutmain bulunmak, İtimat edilen Kimse demektir. 66 74/el-Müddessir 79 67 16/en-Nahl 120 68 8/el-Enfâl 73 69 39/ez-Zümer 3 70 2/el-Baqara 149, Qıble’nin Tahwil’i Beklentisi’ne Cewaben… 71 2/el-Baqara 143

Page 76: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

76

kılınmak üzre ba’sedilmiş72 bir Kutlu Doğum… Zâti’l-İmâd73 Kisra sallanmakta, Zâti’l-

Ewtâd74 Rûm75 çalkalanmaktadır.. ‘Yırtıcılık’ta Sırtlanlar’ı bile geçmiş, ‘Kör bir Dünyâ’nın Göbeği’ne ‘Ay’ın Ondördü gibi bir Yetîm’in doğmasını kutlamaktadır Kumlar… Lât, Uzzâ, Menât’ın76 Şeytân Üçgeni’ne77 hapsedilmiş Ka’be o yaşarken yıkılacak78, Allâh’ın Mescîdleri’ni ancak Allâh’a İmân eden onun Eller’i İ’mâr edecektir79. Yed-i Muhammed80, Abdu’l-Uzzâ’nın Eli’nden81 kurtaracak Hacer’in Yetimleri’ni82, Hacer-i Eswed, ancak o Yed-i Beyzâ 83ile Bunyân’ı84 tamamlayan Köşetaşı olacaktır.. İtilenler-Kakılanlar85, Mâide-i İlâhi’den86 Uzzalar’ın tard’ettikler’i87 el-Azîz’in İzzet verdiği88, Ta’ziz ettiği Yetîm ile onurlandırılacaklardır89.. ‘Kalk ayağa90 dimdik doğrul ve sevin..’ Nisan Yağmurlar’ı düşüyor üzerimize… Gökler’den bir İp, Hablu’llâh… İp’ten Sutunlar’a tutunarak yıkanıyoruz91, Meyyit olmuş Canlarmız’a Cansuyu katıyor92 el-Azîz… O’nunla yeniden doğuyoruz, her Doğum’la İftihar ediyor Nisan…

Gökler’den Merkez’e Wahy’in Yürüyüş’ü… Semâü’d-Dünyâ’da bir Ev: Beytu’l-İzze93…İzzet bahşeden Ev’in Rasatı’nda’dır94 Mekke’nin Beyt-i Atîk’i… Mekke’ye Kelâm damlayacak Âyet Âyet, Sûre Sûre…Allâh’ın Kelimeler’i ile Tahaqquq edecek Haqq95 . Firâq Fenâ bulacak, cem’olacak Canlar… Beyt-i Ma’mûr’un96 Gölge’si düşmüştür Beytu’llâh’ın97 Üzerine…İkişer, Üçer, Dört’der Kanatlar’ı98 ile Umrân için Saf tutmuştur Melekler99. Gelen hem bir Rahmet’tir Âlemîn’e100 , hem bir İnzâr101,

72 16/en-Nahl 36 73 89/el-Fecr 7 74 89/el-Fecr 10 75 30/er-Rûm 2 76 53/en-Necm 19 77 70/el-Mürselât 30, ..Üç Çatallı Gölge… 78 105/el-Fîl 1 79 9/et-Tewbe 18 80 8/el-Enfâl 17 81 111/Tebbet 1 82 14/İbrâhim 37 83 7/el-A’râf 108 84 8/et-Tewbe 108, Taqwâ üzere Te’sis.. 85 28/el-Qasas 5 86 5/el-Mâide 112 87 5/En’am 52 88 4/en-Nisâ 139 89 93/ed-Duhâ 6 90 74/el-Müddessîr 2 91 3/Âl-i İmran 112, 74/el-Müddessir 4 92 15/el-Hicr 22 93 Hakim/ II, 323;

ibnu Ebî Şeybe/ VI,144 94 79/el-Fecr 14 95 34/es-Sebe 26 96 Buhârî/Bed'ül-Haq, 6;

Müslim/ Îmân, 259;

Nesâî/Salat, 1;

Ahmed/ III,149 97 52/et-Tûr 4, 98 35/el-Fâtır 1 99 89/el-Fecr 22 100 21/el-Enbiya 107 101 36/YâSîn 10

Page 77: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

77

Sewta Azâb102 .. Beldeler’de Fesât’ı Teksir eden103, Ekin’i ve Nesl’i104, İmâre’yi Harab

edene Rabb’in Gelişi’dir105 bu.. Rabb’in Tutuklayış’ı106… Fesâd’a verilen Arz’ı107 Islah’a koyulmayı el-Azîz’in Abdı’ndan108 öğrendik109… Uzzâ’ya Ubudiyet’e Tebbe demeyi110… Kerîm Elçi’si111 aramızdaydı Ekrem Rabb’in112, hem Bedr, hem Güneş’ti.. Fecr Tulu’ etmiş113 Şükr Wâcib olmuştu…Muqaddes 23 Yıl’ın ardından bize bırakılan Emânet, Mirâs’la İzzet bulduk.. Bize.. Ehl’i görülmüştük Emânet’in114, Cibâl’in kaçındığı Sorumluluğu115 Hacer Oğullar’ı yüklenmişti116.. Libâs-ı Taqwa117 bürünmüş Müddessirler’di118, Müzzemmiller’di119. Söz vermişler’di Elbiseleri’ni kirletmemeye120… Ülkem’in 23.Wilâyet’in ayrıldığım Gün 23 Yaşı’ndaydım, Bu 23 Yıl’ın Sorumluluğu taşıyacak bir İzzet’in dewredilemez Wizri’ni üzerime almış olarak121… Oku diye gönderildiğim Kent’ten, Qalem’in Satır satır yazdıklarını okuyarak geçireceğim bir 30 Yıl, Kopuş… ‘Mus’âb’ın Medine’yi feth’ettiği Yaşlar’daydık 1983ler’de… Nûn olarak122 Mamurâtu’l-Azîz’e dönüyoruz.

Kuzular ne zaman Kurt’tan Emin oldu ki123… Kurtlar Wâdisi’nde hep olacaktır Ebâbilce Kuşlar124… el-Azîz’in Sert esiyordu Kışlar’ı… Artist Reagen Hizb-i Fil’in Soğuk Savaş Ebrehe’siydi125.. Uzzâ’yı Taqdis eden Büyük Şeytân’ın Sawt’ı.. Afganistan Kurtlar’la Dans ediyor, Coğrafya’da Filler tepişirken, Karıncalar Yuvaları’na kaçışıyordu126… Neler olduğunu anlamak için Kuş Dil’i bilir bir Süleymân127 olmak gerekti.. Ülkem’in Coğrafyası’nda Militer Postallar’ın Sesi’ni Elazığ’da dinledik 12 Eylül’de… Eruh’un Çocukları’nı qatl’ettiğinde Terör, kimse gelmekte olan 30 Yıl’ın Farqı’nda değildi.. İzzeti’ni yitirmiş, Zillet’e Mahkum edilmiş Ulusalcı Savaşlar’a Qurban verdik daha nice Gençler’i… Palu Şeyhi’ni bir 29 Haziran’da İp’e veren Cumhuriyet Mahkemeler’i, 1999’un 29 Haziran’ında İdâmı’na hükmettiği ile Barış’ı konuşuyor şimdi. Qaryeyn’ini sallarsa, sallanır Evimiz Barkımız şimdi

Korkusu’yla.. İzzet ne yana düşer, Zillet ne yana…Cudi’nin Dağları’na128, Harput’un

102 89/el-Fecr 13 103 89/el-Fecr 12 104 2/el-Baqara 205 105 89/el-Fecr 22 106 11/Hûd 102 107 38/Sad 82-83 108 17/el-İsrâ 1 109 96/el-Alaq 4 110 111/Ebu Leheb 1 111 81/et-Tekwir 19 112 96/el-Alaq 3 113 97/el-Qadr 5 114 4/en-Nisa 58 115 59/el-Haşr 21 116 2/el-Baqara 286 117 7/el-A’râf 26 118 74/el-Müddessir 1 119 73/el-Müzzemmil 1 120 74/el-Müddessir 4 121 94/el-İnşirah 4 122 50 Yaşları 123 12/Yusûf 17 124 115/Fîl 2 125 80li Yıllar, ABD’da Cuhhuriyetci İqtidar 126 27/en-Neml 18 127 27/en-Neml 16 128 11/Hud 44

Page 78: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

78

Kal’ası’na ihbut niye? İzzet Evi’nden Yüklenilmiş bir Emânet’le mi, Düş’ün

Mezra’ya diyen bir Tel’in’le mi129? 4 Nisan’da ölmüş beriki, 4 Nisan’da doğmuş öteki… 20 Nisan’da buluşacak bire Millet-i İbrâhim Ortak Paydası’nda Samimiyet yüzde kaçlarda? Tanzimât’ın Sultân’ı Abdu’l-Mecîd’in Oğulları’ydı sonrakiler…Halq’ın ‘Gavur Padişah’ diye andığı II.Mahmûd’un Ahfâd’ı…Niye Gavur’du bu Ma’şerî Bilinç için? Gardrop Devrimleri’ni benimsedi hep arkadan gelen Konservatifler.. el-Azîz’e, el-Hamîd’e, er-Reşîd’e Ibâd’ız diyen İrâde-i Şahâneler.. Waqâ-yı Şerr’iye’den

beri Su almaya Dewâm etti Dewlet Gemi’si… ‘Inqılab istiyorum’ diden de, ama Şeyh Said gibi değil dese de, Cumhuriyet ondan da Kürt Said diye söz etti Israr’la.. Ma’mûre’den Harput’a çıkan Yol üzerinde Huzuru’nda Nûr

Risâleler’i okunurken dinleyen bir İhtiyar’ken tanıdım Şakirt Hulûsî Efendi’yi.. O 28 Şubat’ın Soğuğu’nda çoktan Rahmet-i Rahmân’a kavuştuğu Elazığ Geceleri’nden Müslüm Baba Gündüz’e çıkıyordu.. Gemi Su alıyordu yine, konacak bir Cudi’yi Haber etmiyordu Güvercinler… Şahinler Sahneler’deydi. Direksiyon Zillet’e mi kırılacaktı İzzet’e mi? Ah Melikler130, ah Söz’de Azîzler131, Allâh’ın Mekri’nde Emin’ce neydi o küstahlaşmalar… ‘Kutlu Doğum 1000 Ay’dan Hayırlı öyle mi? Tewellâ ve Tekzîb’in Ses’i 132

yükseldi: 1000 Yıl sürecek 28 Şubat… Şemsî Taqwim’in Son Günü’ydü o. Ertesi olamazdı. Yewm-i Âhir… Küresel ‘Târih’in Sonu’nun Yerel Kötü bir Kopya’sı.. Hâla Pozitivizm Yüzyılı’nda yaşayan Anakronikler…Târih’in Fâni olduğunu İdrak’ten yoksun, Beqâ’yı İmâd’da arayanlar… Târih Mütefekkir’i ibnu Haldun Umrân’ı Hediye etti Eşyâ’nın İsimleri’ne…Kitâblar’ın beslediği Yüzyıllar’ın İmbiği’nden süzülerek Damıtılmış Doruğu’nda Hikmet:133 Umrân… İrfân’ın Umrân’a taşıdığı

Hadâret’te boy attı İmâretler.. Yeşerdiler, Hazır oldular, Huzur verdiler…Hızır gibi yettiler, yetiştiler.. Taş’dan Sutunlar değildi

Yükseltenler’i, Hacer’le Ref’ oldu Şanlar’ı… İmâdu’d-Dinler’i Salat’tı134.. Musallalar, Mescîdler… Harput’un Ulu Cami’si öteler’de kalmışsa, Mezra’nın Bağrı’na İzzetli bir Wâli, Namı’yla anılan Ma’bed’i dikti. El-Aziz’i Ekmeği’ni yediğim Suyu’nu içtiğim 129 2/el-Baqara 61 130 27/en-Neml 34 131 132 92/el-Leyl 16 133 54/el-Qamer 5 134 Aclunî/Keşfu’l-Hafa II/31

Arapçılık,Türk-çülük, Farsçılık Aç Gözler’i doyurmayacaktır. Evet Dewr-i Fetret bir Gün sona erecek, ermeli.. Nasıl? Lâ Tesennün, lâ Teşeyyü illâ Temeddün diyerek.. Dewr-i Fetret’in Harabâtı’nı ancak İmâret’le Umrân’a giden bir Yol vardır ey Azîzler, Fecr-i Kazib Sutunlar’ı İmar’a Aday, Hizb-i Tenwir, Fecr-i Sâdıq’a.. Salat’a, Salawât’a,

Page 79: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

79

80ler’de onun Gölgeliği’nde Huzur buldum, Bayram Sabah’ı Huzur’u gibi.. Müntesib’i

olmakla Onur duydum el-Azîz’in.. Her Canlı gibiydi Hadâret’te.. Umrân’da ölümsüz değil.. Taddı Ölüm’ü… Umrân’dan Uygarlığa göçtü İhtiyar Şarq. Mâzisi’nden utandı… Ümmet’ten Ulus’a ters bir Göç.. Qur’ân’dan Hicret ediş, Allâh’tan Firâr ediş.. Nereyeydi Gidiş? Zaman’ın Rûh’u :’Bütün Yollar Roma’ya’ diyordu.. Ne Azîzler kaldı ne Hamîdler, Din’de Wahded bir Masal’dı artık. Qureyş İmâmet’ten düştü.. Meşrutiyet’in Meclis’i hall’eyledi herbir Mes’ele’yi.. Harput’tan Mezra’ya inen Sultân değildi, Ne Selânik, ne İstanbul.. başlar Ayak oldu, Ayaklar baş.. Yaşlı Kurt, Avı’na Maskara olurmuş… Muammer olan, Bebekliği’ne dönermiş. Ömrü’nün en Zillet Çağı’na135.. Hafızası’nı kaybettiği…Ünsiyeti’ni yitiren, Nisyân İlleti’ne Muzdarip olan Kuşaklar.. İhtiyar Şarq’ı gezince görünen Wirâneler, başsız başsız Bedenler.. Yürekler’in Toplu vurduğu Günler, Tefrika’nın Sine’ye Musallat olmadığı,

Qawmiyye’nin Tasallutu’yla İnce Hastalığa yakalanmamış olduğumuz Yıllar… Müslim’i şöyle dursun, gayr-i Müslimîn’in bile Bahtiyar olduğu Yıllar’a kadar Târih Şeridi’ni sardırdığınızda… 1915 Tehciri’ni Millet-i Sâdıqa ile yaşayacağımız Hayal edilemezdi. Roma Tahtı’nın Romen’i Malazgirt’te Bozgun yedikten sonra Harput Kalesi’ne yönelen Artuklular’dan Tehcir’e kadar her Kilometrekaremiz’de olan olmaktaydı bu Yöreler’de de.. Süryânî Kilise’si hala Ayak’ta.. Konstantin’in Şehri’ne Hâkim olduğunda Sultân, Ermeni’si, Süryânî’si Rûm’uyla Eşit Cemaatler olarak Emniyet kazandılar.. Barış ol Barış ola.. Qayserili Hazır Cumhurbaşkanı Kampımız’la Paralel Günler’de Muş (Malazgirt) den başlayan Şarq Seferi’nde,o da 29 Yıl sonra.. ‘İyi Günler olacak Çocuklar’ diyor.. Umabilsek… Adamlar’ın Âqîl136 değil Âkîl olduklarını görebilsek…Aql’etmezse Âkiller, Rics yağar üzerlerine.. ‘Kulu we’şrebü’ Hitâbı’nı okur, ‘Qıraat ediniz Dewâmı’nı deyince , ‘Hâfız değiliz’ diye Rics’e

yumulurlar maaza’llâh.. Barış, Türkiye’yi, Suriye’yi, İran’ı, Iraq’ı bölerek değil, Bütünleyerek elde edilir. Qaffeten Silm’e girerek137.. ‘Bana değmeyen Terör bin yaşasın’ Hodbinliği ile değil, Biz’in Şumulu’nu Millet-i İbrâhim’de arayarak İlk Etap’ta Türkiye, Kıprıs, Azerbaycan, İran,Iraq,Suriye’yi içine alacak vir Qureyşî İ’lâf’a imza atarak.. İzzet’i arama yerine Azık derdine138 düşerşeniz, azıtırsısnız, ne kadar yumuşatsanız g’yi el-Azîz bir daha Ma’mûre olmaz. Beytu’l-İzze’den Şehr-i Ma’mûreniz’e Rahmet yağmaz. Dersim Dersi’ni alıp da Ezber yapmamışsanız, kendisinden Ders yaptığınız bir Kitâbınız’139 yoktur yanınızda demektir. ‘İzzetiniz varsa Cum’anız vardır’ diyen bir Maraşlı İmâmınız yoksa, İzzet Paşa’nın Ma’bedi’ni İmâr edeniniz yok demektir. Si-Murg bir Gün Wuslât edecektir Qâf Dağı’na…Güneş’i Astarı’nda kaybetmiş bir Generasyon, Jenarasyon-Mutasyon İstasyonları’nda yok olurken, ‘Yarın elbet

bizim, çoğu gitti azı kaldı’ diyen Yürek Sesleri’de duyulacak Erenler’den.. Alpler’e bile uçsa Kuşlar, Kuşcu’nun Sesi’ni duyunca dönecekler… Temeli’nde ‘lâ Şarqıyye, lâ Garbıyye’ olan Sülâsi Asr’ın Şuur’u Dumur’a uğrayıp, Kardeşler’i aleyhine Şarq ve Garb Koalisyonları’nda, Cunûd-u Fir’awn, Cunûd-u Semûd’a Asker yazılmaz, birbirini kırmazsa… BOP’un Bünyesi’nde görülen ‘Yeni-Osmanlı Rüya’sı’ ‘Sığ Stratejiler’in Eli’nde tam bir Jön-Türk Aymazlığı, belki daha da Derin.. Küresel

135 16/en-Nahl 70 136 11/Hud 58 Racul-i Reşid, 137 2/el-Baqara 208 138 2/el-Baqara 60 139 2/el-Qalem 37

Page 80: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

80

Roma’nın Karşısı’na ‘İ’lâf Etmiş Qureyş’i çıkarmayan, ‘Hadi Aslan Osmanlı, Yeni

Osmanlı ‘ diye Sırt’ı pışpışlananlar, ‘Sırtları’nı çatırdatan bir Yük’ten140 Derin bir Gaflet içindedirler. 20 Nisan Yetim’i bu Emânet’i Sırtı’ndan, Sırtı’nı kırbaçlayamayanların üzerine bıraktı. Arapçılık,Türkçülük, Farsçılık Aç Gözler’i doyurmayacaktır. Evet Dewr-i Fetret bir Gün sona erecek, ermeli.. Nasıl? Lâ Tesennün, lâ Teşeyyü illâ Temeddün diyerek.. Dewr-i Fetret’in Harabâtı’nı ancak İmâret’le Umrân’a giden bir Yol vardır ey Azîzler, Fecr-i Kazib Sutunlar’ı İmar’a Aday, Hizb-i Tenwir, Fecr-i Sâdıq’a.. Salat’a, Salawât’a, Fâtiha İhsan edin Kapanan Parantez’e, İftâh edin yeni bir Parantez.. Sadaqa’llahu’l-Azîzu’l-Azîm.. 20 Nisan 2013 Elaziz.

KASTAMONU

MEDİNE’NİN KAPILARI’NDAN KASTAMONU (KASTAMONU KAMPI’NA ZEYL)

(Literatür’de ve Târih’in Ön Plana Çıkardığı Yönler’i ile Kastamonu) Kastamonu Kamp’ı sonrası’nda Qayseri’de, gitmeden önce veya gittikten sonra yaptığımız Şehir Dersleri’ni sürdürmek üzere 2 Dersimiz’i ayırmış bulunuyoruz.

Şehrin 20.yy Târihi’nden 3 Kesit’i ele alacağız: Mehmet Akif’in 1920’de burada bulunduğu Târih’i hatırlayacağız. 2. 1925 Kastamonu’da Şapka İnkilâbı’nın Târihi’ni vermektedir. 3.olarak ta 1936-1943 arası Said-i Nursî’nin Eskişehir Mahkeme’si Sonrası burada Göz Hapsi’nde tutulduğu Yıllar’a bizi götürecek. Şehr’in Târihi’nde bazı İsimler var ki, mesela MDT’de Şeyh Şaban-ı Welî -bunlar arasında Biyografisi’ne yer verilmiş olarak bulunuyor- oradan Taqib edilebilir. Dolayısıyla Bugün bu İsimler’e yer vermeyeceğiz. Kastamonu, Karadeniz’in Batısı’nda, Kızılırmak, Gökırmak Dereleri’yle, 790 Raqımı’yla, Araç ve Devrekani Çayları’yla, 135 km. Karadeniz’e Kıyısı’yla Wâdiler’i ve Baraj Gölü ile önemli bir Coğrafi Havza’yı Teşkil etmektedir. Bu Bölge’de Qur’ân Okuyucusu’nun Dikkati’ni çekecek Dağlar ve Irmakları Sözkonusu edecek olur isek, Ilgaz Dağı, Küre (İsfendiyar) Dağları, Dere, Çay, Irmak

Hawzaları Açısı’ndan benzer Hâtıralar’ı yad’etmeden geçemeyiz. Fırat’tan sonra 2.Büyük Havza olarak, Taşköprü ve Tosya İlçeleri’ni içeren, Kızılırmak Havzası’nı burada görmekteyiz. Safranbolu, eskiden Kastamonu içinde iken şimdi başka bir yerde bulunuyor. Kendisi kadar önemli bazı İlçeler’i var. Eski İlçe’si olarak Safranbolu bunlardan biridir ve Büyük Kastamonu’nun Parçası sayılır. Taşköprü ve Tosya da onun önemli İlçeleri’dir. Taşköprüzade’lerin Memleket’i Taşköprü’yü hatırladığımız gibi, Qayseri’den Âşina olduğumuz bir Pınarbaşı İlçe’si de burada var. Said-i Nursî’nin Kastamonu’dan Ayrılış Senesi’nde Tosya’da Deprem olur.

140 94/el-İnşirah 3

Page 81: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

81

Ilgaz’ın Tepeleri’nde yer alan ve Ilgaz Irmağı’nın kendisinden geçerken İsm’i Araç

Irmağı’na dönüşen Araç İlçe’si de Önemli’dir. Bugün Merkez İlçe’de 100.000 Ciwarı’nda Nüfus barınıyor. Nüfus küçük ama, Târihi önemi Büyük olan Kastamonu, tıpkı Şehzâde yetiştiren Amasya gibi bir Konum’da olduğu için, Osmanlı Mimârisi’nde bol Örnekler’e Sâhip. Osmanlı Dönemi Câmiler’i için Cumhuriyet’le birlikte bir Câmi Qatliâmı’na Tanıklık edildiğini Kaynaklar yazıyor. Anadolu’da “Hitit-Pers-Helenistik-Roma Dönemler’i” Şekli’nde 4 Ana Dönem, her bir Bölge için Geçerli bir Sıralama olarak ilgili Târih içinde sınıflandırılabiliyor. Bununla birlikte Lokal Ayrışmalar’la bir Taraf’ta Lidya, Frigya, ya da bir başka Taraf’ta Kapadokya gibi ara Farqlılaşmalar ile Târihi şekillendiriyor. Kastamonu Fetihler’e Târih olarak bağlanmada daha Uzak kalmış

görünüyor. Qayseri, Ankara biraz daha ortada iken, Urfa, Malatya, Erzurum, Diyarbakır gibi Bölgeler ise Sahâbe Dönemi’nde Fetihler’le Kalıcı bir şekil’de tanışıyor. Bu İlk Dönem Fetih Şehirleri’nin Avasım Bölgeleri’nde dâhi, Malazgirt Öncesi bir 100-150 Yıl arada kaybedilmiş Fetret Dönem’i var. Qayseri, Ankara gibi Orta Bölgeler ise, Sahâbe Dönemi’nden Selçuklular’a kadar sürekli gel-gitler’le Uzun Süre Kalıcılık yaşamamıştı. Bu bakımdan Kastamonu daha da Fetihler’e Uzak bir Nokta’yı Teşkil ediyordu. Süleymân Şah’ın, 1074’te İznik’te kurduğu Rûm Selçuklular’ı Dewleti’nde, Kastamonu biraz daha geç feth’edildi. Selçuklu Komutanları’ndan Danişmendliler Kastamonu’yu 1104’te feth’ettiler. 1097’de Haçlılar, Selçuklu Başkent’i İznik’e saldırınca Başkent, Konya’ya taşınmıştı. İznik’in tekrar Feth’i ancak 1331’de olacaktır. Kastamonu ise, Bizans’la Danişmedliler arasında El değiştirdi durdu.

Danişmendliler’in burada 100 Yıl’a Yakın bir İdâre’si oldu. Qayseri ile Kastamonu arasındaki bir Ortak Nokta da Danişmendliler’in bu 2 Şehr’in Fâtih’i olmalarındadır. 1211 Çobanaoğulları, Kastamonu’da Hakimiyet kurana kadar, Bölge tamamen Müslüman Hakimiyeti’ne Geçmiş sayılamaz. Ancak Çobanoğulları ile berâber Kastamonu Rahat etmiş ve en Müreffeh Dönemi’ni yaşamıştır. 1295 Sonrası’nda, Bölge El değiştirerek, Çandaroğulları’nın Merkez’i olacaktır. Qayseri’de Selçuklu’nun Merkezî Rolü’nün bir Benzeri’ni Çandaroğulları Kastamonu’da oynayacaktır. 1300 Sonrası Dönem’de, daha Kalıcı olarak Çandaroğulları’nı Kastamonu’da görüyoruz. Zaman zaman eleştirdiğimiz Nahoş Örnekler’den birisi, burada Çandaroğulları Etrâfı’nda dönen bir İç Mücâdele Boyutu’nda Tezâhür ediyor. Tabi,

asıl Fitne Kaynaklar’ı Doğru Tesbit edilmeli ve Osmanlı ile Wuqu bulan İç Çekişme’nin Mâhiyet’i Ayrıntılı bir Şekilde incelenmelidir. Yıldırım Beyazıt Dönemi’nde Sinop’ta Varlığı’nı Dewâm ettiren Çandaroğulları, 1402’den sonra tekrar Kastamonu Ciwârı’na yerleşti ve Fâtih Zamanı’nda 1461’de Osmanlı’ya katıldı. 1500ler Ortaları’ndan sonra, çeşitli Anadolu Şehirler’i ile birlikte Kastamonu, Suhte İsyânlar’ı ile anılmıştır. Ardından 1600’lerde Celâlî İsyânlar’ı yine, Anadolu’nun Çeşitli Yerleri’nde görüldüğü gibi, Kastamonu’da da görüldü. Kastamonu, 1832-1833 Yılları’nda Tahmiscioğlu Waq‘ası Adı’yla bilinen önemli bir Olay’a Sahne oldu. Daha önce Timarlı bir Sipâhi olduğu anlaşılan Tahmiscioğlu Etrâfı’na topladığı Adamları’yla Şehr’i ele geçirdi. Mısır Wâli’si Mehmed Ali

Page 82: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

82

Paşa’nın Teşwiq ve Tahrikleri’nin de bulunduğu anlaşılan bu İsyân çok geçmeden

bastırıldı ve Tahmiscioğlu kaçtı. Dewr-i Fetret’ten Kesitler: 1920- Akif’in Nasru’llâh Câmii’ndeki Waaz’ı, Kastamonu’da yankılandı. 1909’dan 11 Sene geçmiş, Meşrûtî Seçim Tecrübe’si yaşanmakta idi. Burdur Meb’ûs’u M.Akif, Anadolu’yu uyandırmak için, Sırât-ı Müstaqîm Dergi’si Misyonu’nu Anadolu’ya taşımak Amaçlı bir Süreç’te bu Waaz gerçekleşiyor. Kastamonu, Yunan İşgal’i (15 Mayıs 1919) üzerine, bunun Protesto edildiği Mitingler’e Sahne oldu. Halq’ın bu Protesto ve Mitingleri’nde Kastamonu’da yayımlanan ve Millî Mücâdele’nin Ses’i Durumu’nda olan Açıksöz Gazete’si önemli Rol oynadı. Yunan İşgâli’ne karşı böyle Protestolar’ın yapılabildiği önemli bir Yer demek ki Kastamonu.

Akif’in Waaz verdiği Câmi’in Bâni’si Nasru’llâh Qadı, Şehr’in Köprüsü’nü de Hayrât’ı içine almış (1501). Nasru’llâh Câmii’ndeki Konuşma’nın Dil’i, İçeriği, ordaki Halet-i Ruhiye önemli. Âl-i İmrân, Baqara, Tewbe, vb Sûreler’den İttihad ile İlgili Âyetler Çerçevesi’nde yoğun bir Dinî Muhtewa ile sunulduğunu görüyoruz. Âl-i İmrân’daki Âyet’i Tefsirli Meal’le veriyor önce. Âl-i İmrân 118’de ‘onlar asla size Hayırhah bir İş’e girişmez, Mü’minler’e içlerinde Kin ve Öfke taşırlar’ Meâli’ndeki Âyetler’in Açılım’ı olarak Waaz sürüyor. Anadolu’da her bir Şehr’e, her bir Müslim Anasır’ı, Türk’e, Çerkez’e, Pomak’a, Kürd’e, Arnavud’a… Bağımsızlık Waad ediyor Batı. Muhtariyet olacakları Sözleri’ni fısıldıyor. Demokrasi, İnsan Hakları Waadleri, her bir Unsur’un İhtiyârı’nı Dikkat’e alacak Çözümler waad ediliyor güya. Akif bu Ayartmalar’ın altını çizerek, kısaca, “bunlara Kulak vermeyiniz aman ha!” diyerek

İstiqlal Haqqı’nı savunan bir Konuşma yapıyor. Mâide Sûre’si Âyetleri hatırlatılıyor, yine Welâyet ile ilgili. ‘Medeniyet, İrfân, Adalet, Efkâr-ı Umumiye’ vb hep Avrupa’da’ diyen Tanzimât Kafası’nın içini, Avrupa ile Müzâkere Süreçler’i Çerçevesi’nde Kulaklar’ı bunlarla Dolu olarak sürdürülen Yıkım Projeler’i uygulanmak Sureti’yle 1920 Şartları’na gelinmişti. “Nakaratlar’ı bunlar, bu Herifler’in” diyerek Akif, hep Avrupa’yı Tahkir Cümleler’i ile Dewâm ediyor Konuşması’na. Avrupa demek, ‘Zulüm, Esâret, Gadre uğrama, Hakaret ve Aşağılamalar’la kendi Sömürgeci Mantığı’nı Empoze etmek’, diyor Akif. ‘Bizzat kendim gördüm bu Nakaratları’nın Mânâsı’nı ve o Beyin Yıkayıcı Naqaratlar’dan kendimi Zor kurtardım’ diyor ve Haqiqat’te onunla Diyalog olamayacağını, tek Kurtuluş’un İttihad-ı İslâm olduğunun altını çiziyor.

Hersekli Hoca Qadri Efendi’den Bahis’le, onun Avrupa’yı en iyi tanıyan ve tanıtan bir Âlim olarak kendisiyle Konuşması’nı şöyle aktarıyor: Avrupa’nın ne olduğunu 2 Cümle ile Hülâsa edebilen bu Zat Haqîqaten onu en iyi anlatmaktadır. Ona göre, evet, Avrupa’da Güzel Şeyler vardır, “Lakin şunu bilmelidir ki, o Güzel Şeyler’in hepsi, evet hepsi yalnız Kitapları’ndadır”. Akif Waazı’nı şöyle sürdürüyordu. “Hürriyet, Wicdân, Liberalizm, Fikir Hürriyet’i diye Dünyâ’yı aldatıp duran da Avrupalılar’dır Amerikalılar’dır. Taassup’tan Haber’i olmayan bir Millet varsa o da biziz.” Bu Meal’de Akif’in Nasru’llâh Câmii Waazlar’ı 3-4 Ay Dewam edip durdu. Dewir dönüp de, 1922 Sakarya Meydan Muhârebe’si Ağustos’ta gerçekleştiğinde, nihâyet 1,5 Yıl sonra Cumhuriyet İlân edildiğinde, 450 Kişilik Meclis’te, Azınlık bir

Page 83: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

83

Gurub’un, 150 Milletwekili’nin Oyu’yla buna Qarar verdiğinde, Nasru’llâh Câmi’si

Waazları’ndan geriye ancak Uğultular kalacaktı. Halbuki o günkü Teşkilât-ı Esâsi’ye göre (Anayasa), 3’te 2 çoğunlukla ancak bu Qarar alınabilirdi, ama buna da Riayet edilmedi. 1 Sene 10 Ay sonra Kastamonu’da Şapka Devrimi’ni İlân eden Qanunlar Arz-ı Endâm edecekti. Nasru’llâh Câmii’ndeki Ses’i hala orda yankılanırken, bu Waazı’ndan 6 Yıl sonra Mısır’a gidecekti Mehmet Akif. Şapka Devrimi’nden 1 Yıl sonra, ya da Cumhuriyet İlânı’ndan 3 Yıl sonra, 1926’da artık “Nasru’llâh Câmii Waazı” yapılamaz hale gelmişti. Yasa çıkmadan 3 Ay önce Kastamonu’da bu Gösteri yapılmıştı. Kastamonu’dan 3.Kesit olarak, Said-i Nursî’nin 1936-1943 arası Sürgün Yılları’nı Konu edeceğiz. Şeyh Said gibi olmasın diye Van’dan alınıp Barla’ya Zorunlu İskan ile başlayan Sürgün’ü, onu Kürtler’den Uzaklaştırma Amacı’yla

1927’de başlamıştı. Eskişehir Mahkeme’si ve ardından Kastamonu Sürgün’ü, bunu Tâqib ediyor. İşte 1927, 1950 arasında 23 Yıl, Risâle-i Nûr’un Te’lif Yılları’dır. Bu aynı Zaman’da Eski Said’in gidip, Yeni Said’in de başladığı Dönem oluyor. 1943 Sonrası’nda da Risaleler 7 Yıl daha Dewâm ederek, 23 Yıl’a tamamlanıyor. Bunun 7 Yıl’ı Kastamonu’dadır. Demokrat Parti İqtidar’ı ile Paralel Şekilde Risâle-i Nûr da tamamlanıyor. Aynı Yıl’ın, 1950’nin 29 Ekim’inde Cumhurbaşkanı Abdu’llâh Gül’ün Doğum Gün’ü. Biz de bir 29 Ekim Günü’nde, Kastamonu’dan geçtik. 2023’te Cumhuriyetin 100. Yılı’na giderken, Sürec’in Mimârları’ndan biri olarak Cumhurbaşkanı Gül ve 29 Ekim Çağrışımları’yla Kastamonu’da Dramatize edilen Değişimler’in Sinir Uçları’na dokunmak istedik. Yine Said-i Nursî’nin Kastamonu Günleri’ne dönecek olur isek, Kastamonu

Lisesi’nden gelen Öğrenciler,“Bize Halıqımız’ı tanıt” derken, Mektublar ve Fennî Âyetler burada anlatılıyor. O Lise’den bir Öğrenci’si Abdu’llâh Yeğin Hayat’tadır. Dârü’l-Funûn’a Öğrenci yetişsin’ diye açılan bir Lise, aslında Abdu’l-Hamîd Lise’si burası. Burada Said-i Nursî, ‘Kitablar’a İtibar edin ama Muallimler’i dinlemeyin’ diye Öğütler vermiştir. Biz de Kastamonu Kampımız’ı ve Seminerlerimiz’i bir Muallimler Evi’nde yaptık. Şerife Bacı Öğretmenevi’nde, Kastamonu’da “Muallimler, Yeni Nesil sizin Eseriniz olacak” denildiği bir Yer’de, Said-i Nursî’nin Liseli Öğrencileri’ne söylediği Karşı Söz’ün Akif’e bağlanan İzi’ni, Kastamonu Öğretmenevi’nde Taq’ib ettik. Halid-i Bağdadî’nin bir Cübbe’si, Öğrenci’si olan Asiye Hanım Wesilesi’yle Said-i Nursî’ye İntiqal’i Kastamonu’da gerçekleşmişti. Yine Karadağ’da Çam Ağaçları altında Te’lif ettiği Risâleler Sözkonusu edildiğinde orada Secde eder Mâhiyet’te

bulduğu bir Ağaç ta onun sevdiği Dağ ve Ağaç Manzara’sı olarak Zikr’e değer. Nitekim Kastamonu’dan ayrıldıktan sonra buradaki Talebeleri’ne yazdığı bir Mektup’ta “Ben, Ekser Waqit’te Hayâlen ve Mânen kendimi Kastamonu'nun Mübârek Dağları’nda ve o Kardeşlerim’in yanında buluyorum” demiştir.

Page 84: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

84

Ankebût Gardırobu’ndan Buyûtu’n-Nûr'a.. Kent Seminer’i

Bismi'llâhi’r-Rahmânir-Rahîm Arkadaşlar, Akşam Seminerimiz’e başlıyoruz. Bugün 10.sunu yaptığımız Tenwîr Kampı’nın Önceki Buluşmaları’nda gittiğimiz Şehirler’le Yakın bir Münâsebet kurduğumuz bir Tema Etrâfı’nda Kent Seminer’i vermiştik. Seminerler’in içeriği Genel’de şöyle biçimleniyor: Konuştuğumuz Yer ve Zaman’ın Bilinci’nde oluyoruz. Kastamonu'dayız, daha önce Sabahleyin Safranbolu'ya bir Ziyâret yaptık. Qayseri'den geliyoruz, 2013 Senesi’nde, Ekim Ayı’ndayız. Kent’in Hafızası’nı hatırlıyoruz, Uzak Hâfızası’nı.. 1000 Sene Öncesi

İslamlaşma Süreci’ni ve Dewr-i Fetret’e Giriş Aqabi’ndeki Yakın Hâfızası’nı.. O Hâfıza, Kastamonu'da bize 3 Târih’i verecek 1920ler, 1925ler ve 1936-1943 arasındaki Kesit.. 2’siyle alaqalı bir Video Paylaşım’ı izlediniz.. Bu Dönem, bu Kamp için ilk kez başladığımız Panorama Sunumları’ndaki 10 Bölgeli Taqsimât’ın Giriş Konuşmalar’ı141 yaptığımız için, 2 Saat olarak planladığım bir Konuşma’yı 30-40 Dakika içinde tamamlamayı düşünüyorum. Qayseri’deki Arkadaşlar’a Şehr’e döndüğümüzde zaten Kastamonu üzerine bir Kent Seminer’i vereceğiz. Önümüzdeki Dönem Kamp Mecmuaları’na bu Anlatım’ı yansıtamayacağız. Bin Yıllık Kastamonu Târihi’ni özetleyen Bölüm inş'Allâh Döküman olarak oraya yansır. Şimdi Waqt’i İqtisatlı kullanmak Durumu’ndayım.. Önce verdiğim Başlığın Muhâsebesi’ni yapalım. Evimiz Barkımız, Alt Başlık

olarak da Ankebût Gardırobu’ndan Buyûtu’n-Nûr'a.. İzâh’a Muhtaç, epey Kapalı Göndermeler’i olan bir Beyân... Ankebut’u Açıklayıcı bazı Cümleler kurayım. Arapça’da Örümcek için kullanılan bir Kelime ve birçoklarımızın Zihni’nde Sûre-i Ankebût diye bir Sûre de vardır. Mekke'nin 91.Sûre’si olarak Tertîl Serileri’nde 13.Yıl’da okuyoruz. Kendisinden sonra Mutaffıfîn Sûresi’nin Nâzil olmasıyla berâber de Mekke Dönem’i kapanmış oluyor. Qur'ân'da ilk ve son kez kullanan bu Ankebût Kelime’si Sûre’ye Ad olmuş ve Mekke Yıllar’ı bu Kelime ve bunun Çağrışımları’yla Alaqalı bir Ders’le sonlanıyor gözüküyor Mutaffifin Sûresi’nin Aqabi’nde. Kelime, Terkip olarak Ev’le ilişkilendirilmiş Örümcek Ağı, Örümcek Evi. Qur'ân-ı Kerîm'de bu Müspet bir Kullanım değil. Mekke'de bırakılan/terkedilen Evler’i vardır, bir de Müşrik Evler’i.. Gittikleri Şehir Yesrib'i Medine hâli’ne

dönüştürdük-lerinde ise… Medine Kelimesi’nin Tamamlayıcı Şehir Ad’ı olan Münewwere'de geçen Nûr Kelime’si.. Kelime, Medine'nin teker teker Evleri’nin Ad’ı olarak da Qur'ân’a Adı’nı taşıyan Sûre’de giriyor. Nûr Adı’nı taşıyan Sûre’ye Adı’nı veren Kavram olarak 35-36.Âyetler’i hatırlarız. 36.Âyet 35’den daha Meşhur’dur. Âyet, Buyûtu’n-Nûr’dan ‘İçlerinde Nûr bulunan Evler’den bahs’eder ki Medine bunun Toplamı’ndan/İcmâli’nden oluşmaktadır malum. Dolayısıyla Buyût-u Ankebût ve Buyût-u Nûr Qur'ân'da Olumlu Evler-Olumsuz Evler, (Şirk Evleri ve Tewhîd Evler’i), Mekke'de Qureyş'in Evler’i ve Medine'de yeni ortaya

141 (Zaman Ayarlaması’nı tam Tasarruflu kullanamadık. Dinleme Tahammülü’nde bulundunuz)

Page 85: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

85

çıkan Ensâr- Muhâcirûn Karması’ndaki İ’lâf’ın Evleri’nin Ad’ı olarak Karşımız’a

çıkıyor. Görüldüğü gibi Okuma’da ikisinde Müşterek bir Ev Tema’sı üzerinden bir

Arayış, bir Sondaj yapmışız. Çünkü Sabah Saatleri’nde Safranbolu'dan geliyoruz ve Ev Temalı bir Gezi yaptık. Konumuz’un Ev’le Münasebettar bir Anlam’ı var, İmâr’la.

Bir önceki Seminerimiz’e katılan Arkadaşlarımız Elazığ'da Ma’murâtü’l-Azîz (yani el-Azîz’in İ’mâr etmiş olduğu Kent’in) Yıkım Târihleri’ni İ’mâr Kavramı’na İzzet Kavramı’na Vurgu yapan bir Kent Seminer’i yaptığımızı hatırlayacaklar. Yine her Kamp Sezonu’nda biri ile diğeri arasındaki Konu Dewâmlılıkları’nı da buradan yakalayabilirsiniz. Ma’murâtu’l-Azîz’deki İ’mâr ve burda Buyût (Ev) Konu’su evet, böyle bir Bağlantı’yı Arkaplan’ı olarak paylaşmış olayım. 1900ler’deki Dewr-i Fetret Sene-si’nin 9 Sene Öncesi’ne 8 Sene Öncesine gittiğimizde Anadolu'nun İslamlaşma

Süreci’nde o Yıllar’ın üç aşağı beş yukarı 10 Yıl, 20 Yıl, 30 Yıl aralıklı Biçimleri’yle Kentler, Müslüman Yurd’u hâli’ne dönüştü. Kastamonu da bundan Nasiptar. Osmanlı Öncesi’nde evet o Dönem’deki Futuhat Târihi’nin Anadolu İzleri’ni görmüş olduğumuz bir çok Beylik bu Ciwar’a Yakın olan Marmara, Ege, İç Anadolu'nun Yukarı Taraflar’ı burdan gelip geçmişler. Çandaroğulları İsm’i daha fazla Önplan’a çıkan Kent’in Târihi’ne Hâfızası’na İsim veren bir İsim olarak hatırlanıyor. İhtisar etmek Zorunda olduğum için Şehr’in o Uzun Târihi’ne girmeyerek Çözülüş Yılları’nda ait izlediğiniz Video’daki o Dönem’i hatırlayalım. Yarın Sabah inşAllâh Program değişmezse Sabah Namazı’nı sanıyorum orda Nasru’llâh Câmii’nde kılma Niyetimiz vardı. 1920ler’de o Câmii’de bir İnsan görüyoruz, bildiğimiz işittiğimiz Meşhur İstiqlal Destânı’nın Yazar’ı Mehmet Akif'i.. 1920lerin Son 10 Günü 24 Nisan Târihi’nde Ankara'da bulunmuş Ankara'da

biz Hacı Bayram Wesilesi’yle de bir başka Kamp için bulunmuştuk. Akif'in İstiqlal Marşı'nı olsun, Görev yaptığı İstiqlal Marşı'nın Qabul edildiği 1.Meclis olsun, oralarda Akif'i bir başka Wesile’yle hatırladık. Elazığ'da daha bir başka Wesile’yle hatırladık. Bu Şehirler’in yaşadığımız Son Yüzyıl’da kaybolmaması için, çırpınan ,Emek veren Zihniyetleri’ne Selâm vermek, onlarla Rûhânî İrtibat’a İhtiyâc’ı vurgulamak..

Bu Wesile’yle Kastamonu Dolayları’nda Akif'i 1920lerde Nasru’llâh Câmii üzerinden hatırlıyoruz. Hoş bir Tewâfuq olmuş demek ki Ankara 23 Nisan’da biz bu Hafta içerisinde orda bulunduk ve Akif Bu Gün’den bir Gün sonra gelmiş yani Cuma Günü, Meclis’in Açılış Günü’nde yok, Ertesi Gün 24’ünde orda bulunuyor. Ve bu Târih’ten bir 6 Ay sonra da Kasım Ayı’nın Başları’nda Kastamonu'ya geliyor. Biz de Ekim Ayı’nın Sonları’nda, Kasım Ayı’nın Başı’nda 6 Aylık Periyotlarımız’da

görüldüğü gibi bu da bir hoş Denklik oldu. Akif'in Ayak İzleri’ni sürerek Kastamonu'da Ankara 23 Nisan’ı ile Kasım Başındaki 19 Teşrinisani 1334 Târihi’ne konumlanmış olacağız. O'nu buraya getiren Wasat’ı biliyorsunuz. Ülke’nin İşgal Yılları’dır. Anadolu Topraklar’ı Komşu’su olan Iraq, Suriye daha önce 1916-1917 Yılları’nda Qudüs ve Haremeyn Bölgesi’nin İngilizler’ce İşgal’i; daha Erken’e 1911’e gidersiniz İtalya'ya Libya’nın kaptırılması, 1912 Balkan Savaşları’nda Şâir’in kendi Babası’nın Yurd’u olan Arnavut Toprakları’nın Yitim’i… Bütün bu Çöküntüler’i yaşamış bir Biyografi’nin Adam’ı Mehmet Akif. Ve ‘Son Yurt’ diye Şiirleri’nde andığı Anadolu Toprakları’nın da aynı Aqıbet’e düşmemesi için çırpınıyor.

Page 86: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

86

O Dönem Ülke’de yer yer İngilizler'in bir Türk Bahar'ı vardı. Ülke dört bir

yandan İsyanlar’la kaynıyordu Anzavur İsyanlar’ı, Konya İsyanlar’ı, Doğu Anadolu'da İsyân Faaliyetler’i.. İngilizler âdeta her Şehrimiz’de Özgürlük Waad ediyorlardı. ‘Niye sizi İstanbul yönetsin, niye sizi Filan yönetsin, siz Laz’sınız siz Kürt’sünüz siz Falan’sınız siz Avşar’sınız ve herbiriniz Kökleriniz’e doğru Atomize olmalısınız. Bu Özgürlük Fırsat’ı Dönemi’nde Amerikan-İngiliz Manda’sı altında özgürleşmelisiniz. Wâd’ettikleri İnsân Haqları’ydı Demokrasi’ydi ve Liberalizm’di. Gidişât’ın nereye olduğunu farq’edebilen ve edemeyen İnsanlar sâdece Müslümân olanlar da olmayanlar içinde ayrışmıyordu. Müslümanlar içerisinde de bu Qutuplaşma’da farqlı farqlı Yerler’de yer alanlar oldu. Akif de bu Konum alış içerisinde. Arnavutluk Tecrübesi’ni yaşamış bir Izdırab’ın Adam’ı olarak Nasru’llâh Câmii’nde ağlarken/inlerken onu Müşâhede ediyorsunuz. ‘Bu Oyunlar’a gelmeyin, onların Tutumları’yla berâber yürümeyin.’

Çığlık bu. İzlediğiniz Akif Belgesel’i Videosu’nun sanıyorum Dewâm’ı vardı, İzleyemedik. Derdi’ni anlatmak için Konular’ı Renkli Örnekler’le zenginleştirir Akif.. "Almanya'da bulunduğum Yıllar" der, Berlin Harb’i… 1917de bizim Qudüs'ü kayb’etmiş olduğumuz Günler’i ben orda kalmış olduğum Otel’de yaşadım, hissettim. Zâhir’de bakarsanız biz Almanlar’la Müttefik idik, İngilizler bizim Karşıtımız Düşmanlarımız’dı. Ama İngilizler, Qudüs'e girdiler ve Almanya'da Çanlar çalmaya başladı. Almanlar Sokağa döküldü ‘Türkler'den Qudüs kurtuldu’ diye Bayram ettiler. Biz Almanlar’la Dost’tuk ey Nasr'ullâh Câmii Cemaat’i" diyor. Düşünün, Qudüs’ü bizden İngilizler aldı’ diye Almanlar’la Düşman olan İngilizler'in bu Topraklar’ı Elimiz’den almasını Bayram olarak kutluyorlardı. Wahâmet’in Boyut’u? Nasıl bir Izdırab’ın ve Anlaşılmaz Sorun’un yaşanmış olduğu Dönem’in Hâtıralar’ı...

Nasr'ullâh Câmii Konuşmaları’nda Âkif’ten Avrupalılar Kelimesi’ni duyuyoruz, Amerikalılar Kelimesi’ni duyuyoruz. Amerikalılar Kelime’si aynen Konuşma Bünyesi’nde geçmiş. Ta o Dönemler’den bir Islah Kavram’ı olarak Âlem-i İslâm. İttihâd-ı İslâm Dâwâsı’nın o Dönem’deki Önplan’a çıkan kavramsallaştırmaları.. Bunu, bu Kent’te anmış, bu Kent’in Câmii’nde anmış 1920lerde. Wasat'ı biraz düşünürseniz, Ülkeniz üzerinde de, Dünyâ üzerinde de Arkadaşlarımız’ın Panoromik olarak paylaştığı 10 Bölge üzerinde de aynı Konular’ın Dewâm ettiğini görürsünüz. Çok Uzak yerlere düşmez o Dertler. Biz o Kamplaşma’da Âkif’in durduğu Yer’de duran Müslümanlardan’ız. Aynı Kaygılar’ı paylaşan İnsanlar’ız. O Kaydın bir Öncesi’nde; Said-i Nursî ile alaqalı bir Belgesel izlettim. Yapımcılar çok geriye giderek 610 Yılı’ndan başlayan İslâm Târihi’nin hızlı

bir Akışı’nı da bize vermişler, sonra kendi Hareketleri’ni bunun üzerine İnşâ etmişler. O da bu Dönem’in Dertli İnsanları’ndan bir Tâne’si 1920li Yıllar’da Âkif'in Hayat’ı, Bediuzaman'ın Hayâtı’yla Dâru’l-Hikmet (Akademisi)nde bir araya gelir, aynı Müşterek Yapı içerisi’nde bulunmuş, Qalem oynatmışlık ve tanışmışlıkları olan Şahsiyetler. Bu 2 Şahsiyet 1920 ve 1936 Târihleri’nde Farqlı Nedenler’le, bu Şehir’den geçmişler. Cumhuriyet Önce’si 20lü Târihler Mütâreke Yıllar’ı, 36lar ise Cumhuriyet’in İlânı’ndan 13 Sene Sonrası’na denk gelecektir Said-i Nursî'nin Kastamonu'ya geldiği Yıllar Mehmet Akif'in Wefât ettiği Yıllar’dır. Sanırım Nisan Sonları Mayıs Başları’nda geliyor Kastamonu'ya. Akif ise 36'larda 10 Yıllık Sürgün’den sonra Mısır'dan Türkiye’ye dönecektir ve Aralık Ayı’nın Sonları’nda da Wefat edecektir.. Biyografiler’in kesişen ayrışan Yıllar’ı.. Âkif’in 1920 ile 1926

Page 87: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

87

Arasında Türkiye'de bir 6 Sene’si daha vardır, sonra 10 Yıllık bir Mihnet, Mısır'da

geçirilen Yıllar. Said-i Nursî, Mihnet Yılları’nı Watan’ı dışında daha önce Kafkas Bölgesi’nde yaşamış. Âkif de Yurt’da kalsa, muhtemelen Qader’le sınacakmış gibi görünüyor. En iyi Tahmin’le bir Ev Hapsi’ne Mahkum edilecek, ardına İzleyici Hafiyeler düşürülecekti. Elmalı Hamdi'ye, Said-i Nursî'ye yaptıkları gibi. O Hicret'i Tercih etmiş, o Tutuklu Ortam’ın dışına çıkmayı. Nursî 1927-1934 arasını Barla'da (Burdur'da) geçiriyor, O'nun İlk Sürgün Yıllar’ı. Eskişehir'de 11 Aylık bir Mahpus Hayat’ı var, Barla Yılları’nda ‘Gözetim altında olduğu halde Uslu durmayıp (!) gizli gizli Tefsirler yazıp İnsanlar’a ulaştırıyorsun’ diye suçlanır. ‘11 Sene Qur'ân üzerine konuşup Mektuplar yazıyorsun’ Suçu’yla Eskişehir'de yargılanır. Tabi Suç’u da gittikçe artıyor derinleşiyor. 1927 Barla’ya Geliş Târih’i, 1928'de ise Harf İnkilab’ı yapılmış. Ve Said-i Nursî İnqîlab’ı tanımadığı için Yazıları’nı Latin Harfler’le değil, Eskimez

Tarz’da Neşriyât istiyor. Mektuplar’ı Latin Hurufâtı’yla yazsa zâten İçeriği’nden dolayı yine Suçlu’ydu. Bir de Rejim’in ‘Eski’ diye nitelediği Harfler’i kullanmaya Dewâm ettiği için Suçlu’ydu. 1925 de, (Barla'ya götürüldükten sonraki önceki diyelim 2 Sene Öncesi) Kastamonu'da bir başka Önemli Olay olur, Şapka Qanun’u. Qanun, Şapka kullanmayı bir Zül addeden Âlimler için Değişik Protestolar’a Konu oldu. İdam’la sonlanan İstiqlal Mahkeme’si Yargılamaları İskilip'te Âtıf Hoca’yı aldı. Elmalı Hamdi Yazır'ın Şapka giymemek için Sokağa Çıkmama Şekli’nde Eylemler anlatılır. O Dönemler’de Şapka giymediği halde kendi Mahalli Giysisi’yle dolaşabilen tek bir İsim var Said-i Nursî. Rejim O'nu da bir Meczup yerine koyarak tolere ediyor!. Başka türlü İqna edip değiştiremedikleri için ‘Bölgesi’nin Yöresel Kıyâfetleri’dir, dokunmayın bu Kürt Mollası’na’ filan gibisinden. O'nu da Koro’ya katmak istemiyorlar. Şapka Nedeni’yle Sarık üzerinden Yargısı’nı görmüyoruz

Harf üzerinden ve çünkü daha Boyutlu Cürümler’i görüldüğü için bunu da Wesile etmek istememişler. Belki de diğer Şeyh Sait İsyânı’ndan Mütewellid aynı Şekil’de bir Etnik Damar ve Dinci Damar’ı kesişen bir Şekil’de Öfke’yi bir daha canlandırmamak 2. bir Şeyh Said Olay’ı yaratmak istememeleri de filan düşünülebilir. Görüldüğü üzere -1927 Yılları’ndan -1934 Yılları’na kadar Ev Hapsi’nde adeta, Ekmek için falan için dışarı çıkmışlığı var ama herhalde (Kamusal’da) Camiler’de Waaz etmiyordu. Görünürlük’te fululanmaştı. Kastamonu'daki Şapka Devrim’i Mağduriyetler’i… Eskişehir’deki 11 Aylık Tutukluluk Dönemi’nden sonra Zorunlu İskan’a Mahkum edilmiş olduğu Bölge burası, Kastamonu. Biyografiler’de bu Şehir’de bir Karakol’un Karşısı’ndaki bir Ev’de 8 Sene geçirdiği söylenir. Yarın o Mekân’ı da

görmek istiyoruz. 1936 Yıllar’ı… Âkif Sonrası, Mustafa Kemâl'in Wefâtı’ndan 2 Sene Önce’si, geri kalan Dönem’se İsmet İnönü Yılları’dır, Halq Parti İqtidar’ı.. 1939 üzerinden bakarsanız 44'e kadarki Yıllar, 2.Dünya Savaşı Yılları’dır. Said-i Nursî'nin Kastamonu'da geçirmiş olduğu Yıllar. Burda Hareket Alan’ı daha da daraltılmıştır. Barla'da daha Serbest denebilecek bir Yer’de (Köy’de) İskân ediyordu Eğridir Burdur'un bir Parça’sı Barla Bölgesi’nde. Kastamonu’da ise Şehir Merkezi’nde bir Karakol’un Dibi’nde sürekli Polis’in Gözetim’i altında. Kimin girdiği kimin çıktığı Taqip edilmiş. Dışarlara Mektup wesair Yollar’la Dinî İçerikli Şeyler’i gönderemesin diye Gözaltına alınmış. Kişisel Mektuplaşmalar’a ancak İzin verilmiş. Dolayısıyla Kastamonu'da bulunduğu Yıllar, Barla Yılları’ndaki gibi Kapsamlı Eserler’e İmza

Page 88: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

88

atılamıyor. Eşleri’ne Dostları’na gönderdiği İzin verilen Mektuplar var. Sonra bu

Mektuplar kendi Sağlığı’nda bir Cilt Hâli’nde kitaplaştı. Kastamonu Layiha’sı olarak bilinir.. İçerisinde Dinî Nasihatlar yer alsa da Mektubât veya Sözler gibi Büyük Eserleri’nde gördüğümüz Kapsamlı ve Şümullü Tedrisât gözükmez. Ama biz Kastamonu Layihaları’nı, 2.Dünya Savaş’ı Yıllar’ı ile İnönü'nün İlk İqtidar Yılları’nı, Türkiye'nin o Dönem’deki Mahpusiyeti’ni hissettirecek Nazar’la okuruz. İçi Heyecan Dolu, Qur'ân Aşkı’yla Dolu olan bir Adam’ın Tutukluluk, Konuşamama, Ulaşamama Izdırapları’nı hissederiz. Nursî, Kastamonu Layihası’nda bunlara Tanıklık ediyor. O’nun Penceresi’nden bir 8 Sene… ‘80 Senelik bir Hayat’. Ömrü’nün onda biri bu Şehir’de geçmiş. Benzer Heyecanlar’ı yaşayan İnsan olarak, hissettiğimiz Wicdân Borcu’nu Biyografisi’nin Kastamonu Sayfaları’nı paylaşarak Tecrübe ediyoruz. Waqtimiz’i daha önce doğru kullanamadığımız için Kent üzerinde daha fazla

duramayacağım. Şimdi Seminer’e Konu ettiğimiz kavramsallaştırmaları, Elazığ Kampımız’da Konu ettiğimiz ‘İ’mâr/Ma’mûret üzerine nasıl İnşâ ederiz, nasıl zenginleştirebiliriz?’ bunu paylaşayım. Seminer’e Başlık olarak seçtiğim Ankebût Gardırobu’ndan Büyûtu'n-Nûr’a Niteleme’si Sözü’nü ettiğimiz 20-25-36 Yılları’na Göndermeler’i olan Kelimeler’dir. Beyt ve Dâr Kelimeler’i. İkisini de basitçe Türkçe'ye Ev olarak Tercüme ediyoruz. Tercüme Yanlış değil kuşkusuz. Ama taşımış olduğu Anlamlar, Siyer’de ve Qur'ân'da Kullanım Yerleri’ne baktığınızda (Kelimeler bazen birebir Eş Anlamlı da olsa Kullanım’da) bazen Farqlı Biçim’de söz edilir ve özelleşirler. Mesela Waqit ve Zaman Kelimeler’i aşağı yukarı aynı Anlam’dadır. Ama ‘Beş Waqit Namaz’ deriz ‘Beş Zaman Namaz’ demeyiz. Kelimeler Kullanım’da böyle ayrışabilir. Yürek ve Qalp dediğinizde ikisi de aynı Şey’e Karşılık geliyor gibi ama Olumsuz Kullanımları’ndan

bakarsak Yüreksiz ve Qalpsiz aynı Şeyler değildir. Birinde İnsan’ın Cesâret’i diğerinde Sevgi’si Önplan’a çıkar, ayrışır. Nüanslar önemli kuşkusuz . Beyt ve Dâr Kelimeleri’nde de Kullanım Yerler’i Açısı’ndan bu Nüanslar’ı farq edebiliriz. Beyt Kelimesi’nin daha Özel Alan’da kullanıldığını Kişi ile Alaqalı olduğunu görüyoruz. Evi’ndeki Mahrem Alan’ı, yattığı/uyuduğu daha Dar bir Alan. Dâr Kelime’si biraz da Geniş, Kamusal’ı da İfâde edebiliyor. Râsulu’llâh’ın Mekke'de Evi’nden bahs’ edebiliriz Ebu Leheb'in Evi’nden bahs’edebiliriz. Ama Toplantı yaptıkları Yer Erkam'ın Beyt’i değil, Erkam'ın Dâr'ıdır. Dâru'l-Erkâm'dır. Yani Kamusal Alan’dır. Medrese Târihi’nde Qur'ân'ın öğretilmiş olduğu Mekanlar, Dershâneler Beytü'l-Qurrâ değildir, Dâru’l-Qurra’dır. Dâru’l-Hadisler vardır Beytü'l-Hadisler yoktur mesela.. Beyt'le Dâr Kelimeleri’nin Kullanım’daki Nüans’la Ayrışmaları’nı

görebiliyoruz. Buna Ters gibi gözüken Örnek Beytü-l-Hikme Niteleme’si. Beytü’l-Hikme, Abbâsî Sarayı’nda Çeviri Kitapları’nın konulmuş olduğu Oda’nın Adı’ydı. (Hikmet, Felsefe ile Alaqalı Eserler oluyor, onların bulunduğu Oda’ Mânası’nda Beyt Kelimesi’ni kullanmışlar. Daha sonraları bu Alan yapılan Çalışmalar’ın, Çeviri Etkinlikleri’nin Genel Ad’ı Hâli’nde meşhurlaştı. Diğer Şekli’yle Dâru’l-Qurra'da olduğu gibi bunun da Dâru'l-Hikme olarak isimlendirilmesi daha Münâsib gözüküyor. Beyt Kelime’si Qur'ân'da Tekil Formu’yla da Çoğul Biçimi’yle de kullanılmış. Konumuz’a Başlık olan Yer’de 2 defa Çoğul Biçim’de kullanılıyor Buyût-u Ankebût Ankebût'un Evler'i ; diğeri ise Buyûtu'n-Nûr, Nûr'un Evler’i, Aydınlık/Işık Evler.

Page 89: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

89

Dâr Kelimesi’nin Çoğul Biçim’i biraz daha Anlam’da sâde Çoğulluğu aşan bir

Durum da ortaya çıkartıyor. Diyâr Kelimesi’ni kullandığınızda yan yana duran 8-10:9-10 Ev’i qast’etmekten daha Öte’ye Yurt Mânâ’sı veriyorsunuz. Diyarbekir dediğinizde; hangi Diyar’dansın denildiğinde; Diyâr-ı Rûm denildiğinde sâdece yan yana olan Evler’in Çokluğu’nu qast’etmiyorsunuz. Yani bir Memleket’ten Yurt’tan bahs’ediyorsunuz. Diyâr Kelimesi’nin Kullanım’ı görüldüğü gibi Kamusal’dan ve Çoğul Biçim’i olan Diyâr Kullanım’ı ise daha da Geniş bir Yurt Mânâsı’na doğru genişleyen Anlam ortaya çıkartmış. -Beyt Kelime’si Yarın Sabah gitmeden önce yapacağım Konulu Qur'ân-ı Kerîm Ders’i İsrâ Sûresi’nde de geçecek. O’nun 6.Bölümü’nü paylaşacağız ve orda Âdem Qıssası’nı okuyacağız. İlgili yerde tekrar Bugünkü Seminer’e dönülerek Referanslar’ı koruyacağım ama Bugün de burdan oraya göndererek söylersek biz Ev’e Hz. Âdem’le berâber Âşina’yız. Yâni İnsan Dünyâ’da Yaşamı’na Evsiz olarak

başlamadı. Sokak’ta başlamadı. Kimsesiz başlamadı. Biz bu tür Görünümler’in Târih’te İz’i sürülebilen Tesbitler’in bir Bozuluş Dönem’i Ürünler’i olduğunu ama çok gerisine giden bir Ev’in bir Baba’nın bir Ortak Ata'nın olduğunu biliyoruz. Ev’i Ev yapan Nihâyeti’nde Mekân’dan daha Ziyâde içinde bulunandır yani Kurucu Unsurlar’dır. Erk Sâhib’i olan Baba O'nu tamamlayan Anne ve ordan Mütewellit onlar üzerine Bina edilen Çocuklar ve Yavrular’dır ve daha da genişleyen Biçimi’yle de bu Geniş Aile’ye doğru sürer. Dolayısıyla Âdem ve Eş’i Qur'ân-ı Kerîm'de o Beyt’in Kurucu Unsurları’dır. Biri diğerinden Wücud’a getirilir Ortak bir Özlem Meydana getirilir ve O'nun Çocuklar’ı bunun üzerine Bina edilir. Yani Oğul Kelimesi’nin ibn Kelimesi’nin Bina Kelimesi’yle Aqraba olduğunu da burda hatırlayalım. Bu Kelime’nin Anlam’ı biraz Türkçe'den farqlı olarak bu biçim’de bakarsanız daha farqlı olarak da düşüneceksiniz. Yani bir İnsan, Baba’sı üzerine İnşa

edilir Baba’sı onun Temeli’dir ya da Anne’si, Ebeveyn’i. O Taş’ın üzerine Bir Taş koyuyorsunuz. Yani ‘Falan’ın Oğlu’ dediğinizde Oğul, ‘O falan’ dediğinizin üzerine Bina edilmiştir. O da falan üzerine Bina edilmiş diyerek Mürsel Şekli’nde Bina’yı birbirine bağlayarak İlk Ata'ya doğru Yapı Taşları’nı sürdürüyorsunuz. Ama ortada ibn’in kimin Çocuğu olduğu belli olmadığı zaman Binâ’da bir Kopukluk ortaya çıkıyor. Ordaki Nesil Tahribât’ı vs. Süreçler burda başlıyor. O Zaman Benû Âdem Şekli’nde Qur'ân'ı Kerîm'in Âdem'in Ewlâdları’na İnsanlar Mânâsı’nda, en-Nâs Mânâsı’nda bir Anlam verdiğinde de sâdece Şekl’i olanı qast’etmiş olmuyor, bir Anlam da buna yüklemiş oluyor. Yani Âdem'e Bina edilenler Âdem'den türeyenler Âdem’den Mütewellit olanlar Benî Âdem, Âdem’le Bina olanlar demiş oluyorsunuz. Burda Âdem Niteleme’si Maddî Yapı’yı da karşılamıyor. Maddî Yapı’nın Ad’ı olmuyor. Mânevî Yapı’nın Ad’ı oluyor. Âdem'in Toprak’tan yaratılmış olması, her

Toprak’tan yaratılanı Âdem yapmıyor. Yeryüzü bir sürü En'âm’la dolu Ma’lum. Ama sırf İnsan Biçimli Beşer Biçimli olarak doğmak da Âdem'in Çocuğu olmanızı sağlamıyor .Bu Maddî Anlam’da Halqınız Bakımı’ndan öyledir. Yani Varlığınız Açısı’ndan her bir İnsan Âdem'in Çocuğu’dur. Reddetse de öyledir. Bir Adam’ın Allâh'ın Kul’u olduğunu reddetmesi O'nu Allâh'ın Kulluğu’ndan çıkartır mı? Çıkartmaz. Oradaki reddedemiyeceği bir Bağlantı gibi Bağlantı’dır bu. Ama Nisbet, Qabullenme, herkes Allâh'ın Kûl’u olduğunu qabullenerek mi yaşıyor? Abdu’llâh Onurlu bir Niteleme’dir bunu bilerek yaşayan o Nisbet’le yaşayan Abdu’llâh’tır. Diğeri de Abdu’llâh’tır ama Abdu’llâh Oluşları’nı İnkar ettikleri için Allâh'ın Kul’u değil Şeytân’ın Kulu’durlar. O'na Taabbud etmişlerdir.

Page 90: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

90

Yarın İsrâ Sûresi'nin okuyacağımız Bölüm’ü değil ama onu Tâqip eden

Bölümler’de geçer. Bu Bölümler’de Şeytân’ın Âdem'in Çocukları’ndan çaldığını görürüz. Onlara Tasallut ettiği, onların Emwâli’nden ve Ewlâdı’ndan kendisine Neferler celbettiği, Askerler aldığı, Asker’e aldığı, Celp ettiği gibi bu Kavramlar kullanılır. Çaldığı söylenilir, tabi Şeytân’ın çaldıkları Şeytân’ın Çocuklar’ı hâli’ne dönüşür. Bunlar Madden yaratılış ve Ata Ciheti’yle Şeytân’ın Çocuklar’ı değil ama Şeytân’ca Tutum’u Taqip ettikleri için Şeytân’ın Çocuklar’ı olur. Yani Şeytân’ın Âilesi’nden Şeytân’ın Evi’nden olurlar. Dolayısıyla Ev’den kaçmışlardır ve Wahşîler onları kapmıştır, Evsiz’dirler. Hz. Âdem'in bu Ev Sembolizm’i Yeryüzü’ndeki İhbitu Sonrası Kâbe'de somutlaşacaktır. Kâ’be Meşhur Adı’yla Beytu'llâh’tır Ama Kâ’be aynı Zaman’da Âdem'in Beyti’dir. Eşi’nin Beyti’dir, Evi’dir, yaşadığı Yer’dir. Yattığı kalktığı Yer’dir, Kendisine sığınmak için yaptığı Yer’dir. O Ev’de Âdem'in Çocuklar’ı Dünya’ya

gelmiştir, Mağara’da Dünyâ’ya gelmemiştir. Hz. İbrâhim Zamanı’nda Kâ’be Âdem'in bıraktığı Temeller üzerine yükseltilmiştir. Kâ’be'nin bulunduğu Yer ilk defa İbrâhim aleyhi’s-Selâm Tarafı’ndan Bina edilmemiştir. İlklik Açısı’ndan bakarsanız Qıble Açısı’ndan Qudüs Qıble’si Mekke'den daha önce’dir. Çünkü ibrâhim a. ilkin Qudüs'te bulundu, sonra bu Taraf’a Mescîd’i yapmaya geldi. Ama Qur'ân-ı Kerîm Yeryüzü’ndeki İlk Beyt’in, Qıble olduğu Mekân’ın Kâ’be olduğunu söylerken İbrâhim'e Referans’la değil, Hz.Âdem’e Referans’la söyler. O'nun Öncesi’nde Nübüwwet yok mudur? Nûh vardır, İdris vardır, bir dizi Süreç yaşanıyor. Onların Evler’i yok mudur? İbâdet Qıbleler’i? Hepsinin İbâdet için Qıbleler’i var kuşkusuz. Evet, o Beyt, Âdem'in Ev’i ve Mekke'ye doğru her Hac Sezonu’nda Yaşamış Günler; Mewsimler, Zi’l-Hicce Ayı’nın Sonu’na doğru o Ev’e gitmekteyiz ki bir kaç Gün önce o Büyük Hac Sembolizmi’ni bir kere daha yaşadık,

Atamız’ın Ev’i Âdem'in Evi’ne doğru gittik. İnsanlar’ı Allâh'ın Evi’ne çağıran İbrâhim a. Âdem'in Oğulları’nı Babalar’ı Âdem'in Evi’ne çağırmaktadır. O Çağrı’ya İcabet etmeyenler Ev’den kaçan Evsizler’dir, Evi’ni yitirmişlerdir, Nispetleri’ni yitirmişlerdir, Âidiyetleri’ni yitirmişlerdir, Sokak Çocukları’dırlar ve Sokak Çocukları’nı da Şeytan gaspetmektedir, Tasallut etmektedir, kendisine Ewlad edinmektedir. Ve dolayısıyla Şeytân’a Bina edilmektedirler. O'nun bir Ulusu oluşları Şeytân’ın yani Engerekler’in Soy’u olmaları, İsâ a.ın Dili’yle Engerekler Nesli, Şeytân’ın Nesli diye anılmalarına neden olmaktadır. Ev Temas’ı Ev’e Nisbet’le Evsizlik; bütün bunlar, gittiği Yer Açısı’ndan metafizik ve ontolojik derinliği olan kavramsallaştırmalardır. Ve Âdem o İnşa ettiği Evi’ndeki Yaşama Düzeni’ni Hayatı’nı kendisi nasıl İqâme edecek ve Çocukları’yla

nasıl zenginleştirebilecek? O Hayatı’nı geldiği Yer’den öğrendiği Kelimeler’e Binâ etti. Eşya’nın İsimleri’ni öğrenmişti. Waraqa’l-Cenne; Cennet’te aldığı Ewraqlar vardı, Waraqlar vardı, Wahiy vardı ve Allâh o Wahy’in Dünyâ’ya indikten sonra da Dewam edeceğini söyledi. Baqara Sûre’si 38.Âyeti’ni hatırlarsak eğer "İniniz Yeryüzü’ne! Artık kime benden bir Hûden gelirse Hidâyet gelirse ve kim de ona tabi olursa hüzünlenmeyecek olan O, Mahzun olmayacak O" dediğinde Âdem'e İhbût'tan sonra Wahiy geleceğini, Hidâyet, Nûr geleceğini söyledi. Demek ki Âdem a. o Beyt’i aynı zaman’da Allâh'tan gelen Huden’le ki o Nûr'dur, İnşâ ediyordu, î'mâr ediyordu Maddî î'mâr ötesi’nde Mânevî î'mar’ı böyle şekillendiriyordu. Yani Kâ’be bir Nûr Evi'ydi Buyûtu'n-Nûr'du. Nûr'un Aslî Kaynağı’ydı. Wahy’in geçtiği heryer, her Ev İnsanlar’ı aydınlatmış oluyor. Ama Babası’nı Atası’nı İnkar eden, ondan gelen

Page 91: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

91

Nisbeti’ni Evi’ni terkeden, Ev’den kaçan Kişi kendini Sokağın Karanlığı’na bırakmış

oldu. Ve Evsizlik’le Ma'lul bir İllet’le yıktı kendini. Binâ etmediği Ev’i İnşâ edebilir mi? Temel’i olmayan Ev’in Çürük olduğunu Aqlen de biliriz. Qur'ân bunu Mesel olarak da kullanır. İnsanlar içinde Quwwetli Evler ve Zayıf Evler derken bir Kaya üzerinde İnşâ olan bir Ağac’ı Örnek verir. Bu Ağac’ın Toprağı yoktur. Kaya'yı delip de Derinlikleri’ne giremez. Ama Yumuşak bir Toprağı bulup da Kök salan Ağaç öyle olur mu? Kaya’ya tutunmuş bir Ağaç, Ufaq bir Rüzgar’la ya da Dokunmak’la yıkılıverecektir. Diğeri ise Kök salacak Aşağı doğru gidecek Sağlam Şekilde Ayak’ta duracaktır. Nisbetlilik ve Nisbetsizlik Bağlantısı’nda söylüyorsunuz. Ve Ev’i Çürük bir Yer’e kurarsan Şeytân Çürük bir Kaya’dır. Ve Şeytân bir süre sonra seni bırakır terk eder, Âhiret’te Hesaplaşma’da Şeytân Ağzı’ndan İfâde edildiği gibi ‘Ben senden Berîyim’ der. ‘Ben seni zorlamadım, sen koşarak geldin’ der. Çünkü Şeytân İnsan’a İzzet vermez. 6 Ay önceki Seminer’e Nisbet’le söylersek İnsan’a boş aldanış Waad

eder, Garûr’dur. Gurur verir ve onun da üzerinde yürüyemezsiniz, Eviniz bir Süre sonra yıkılır ve Şeytân da aradan kayboluverir, siz altında Enkaz’dan ezilen Sokak Çocuğu olursunuz. Beyt ve buyût. Köken’i, Sağlam Kaya’ya Âdem'e, asıl Rücu' etmesi gereken Kök’e dayanmayan Evler, Çürük Evler’dir. Buyût-u Ankebût bu Mânâ’ya geliyor. Çürük Ev, Örümcek Evi'dir. Çünkü ilgili Âyet-i Kerîme böyle açıklayarak bu Kavram’ı anar. ‘Bilesiniz ki o da Çürük bir Ev’dir Örümceğin Ağı’ der. Dokunduğunuzda hemen parçalıyor ve içine geçiveriyorsunuz. Ama Kalıcı olan, İnsanlar için Ebedî Yararlar sağlayan Ev’in Durum’u bu mudur? Bu Mesel Buyût Kelime’si geçmeden Râd Sûresi’nde de bir şekilde geçer, bir Irmak Mesel’i üzerinden "o Akıntı içerisindeki Çerçöp vardır, Köpükler vardır, İnsanlar’a Yararlı olan Şey kalır. Ama Köpük geçer ve gider" derken de bu Akış içerisinde de bunu

söyler. İnsanlık Târihi’nde de ‘Söylenmedik Söz yok’ derken ‘Düşünülmedik Hayal yok’ derken bu Köpük gibi bir An için fışkıran, daha sonra dağılmış olan Leyler’den bahs’edersiniz ama Âdem'e giden, Nûh'a giden bir Kaynak vardır ki Qadîm bir Kaynak’tır .Qur'ân Âdem Sonrası’nda 2. Bina Açısı’ndan Nûh'u anar. İnsanoğlu'na Nûh üzerinden bir Şeriat waz'ettik, bir Din waz'ettik , o Din’i aynı şekilde İbrâhim'e verdik, Mûsâ'ya verdik, Îsâ'ya verdik ve sana da verdik’ derken o birbiri üzerinde türeyen bir Zürriyet, Bina edilen bir Oğullar Silsilesi’ni Nûh'a; ordan da Âdem'e bağlar. Bu Bağlantı’da olmayan Evler ise Çürük Evler’dir, Türedi Evler’dir. Nübüwwet ise Türedi bir Ad değildir. Köken’i olmayan Şey değildir. Qadîm Şeyler’e dayanır ve Qadim olan Şeyler Muhafaza edildikleri Zaman Qadim olmuşlardır. Muhafaza edenleri olmasa, Sâhip çıkanları olmamış olsa bunlar kaybolur ve gider. Dolayısıyla Ev Sâhibi olanın Evi’ni Koruma diye bir derdi vardır. Çünkü Ev’i Irzı'dır,

Ev’i Salât'ın Mahalli’dir. Ve Irz’ın ve Salât'ın Muhafaza’sı istenilir. Dolayısıyla Ev Sâhipleri Yeryüzü’nde Muhafazakâr İnsanlar’dır. Muhâfazakârlık bizim Adımız’dır. Qur'ân'ı Sıfatımız’dır. Çağdaş Literatür’ün Sağ ve Sol İfadesi’ndeki Konservatizm’in Karşılığı değildir. Onu kullanacaklarsa Konteks Konsepti’nde kullansınlar. Muhafazakârlık Sağ Sol Hareketler Bağlamı’nda ayrı bir Yer’e oturur. Allâh “Hâfizûne ala’s-Salâwât” Kelâmı’yla Salât’ın Muhâfaza edilmesi Yükümlülüğü’nü vermiş bize. "Onlar Namazları’nı Muhafaza ederler" der. "Zikr’i biz indirdik, onu biz Muhâfaza ederiz" der. Hıfz Kök’ü. el-Hâfız olan Allâh'ın Kullarısınız çünkü Değeriniz vardır. Muqaddesiniz vardır ve ‘onu korumak’ gibi Derdiniz vardır. Ama Köpüğün koruyacak/korunacak bir Derd’i yoktur. Günü Birlik’tir O. Gün’ün Sözü’nü arar, onu Bugün kullanır, Yarın başka bir Gün’e, başka bir Moda’ya Tewessül eder ve geçer de

Page 92: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

92

gider. İslâmî Bilinc’in Devrimci Yönü kazınmış olan Değerler’in Muhâfaza edilmesi

gereken Değerler’in, ortadan kalktığında onun tekrar ortaya çıkartmadaki yaptığı Durum’dur. Bu da Sıfırlama değildir; Tecdîd'tir, Yenileme’dir, Asl’ı üzerindeki Pas’ı kaldırmaktır, çıkartmaktır. Ama bu Yenilik, Yenileme Biçimli Tecelli değildir, Tecdit’tir. Evrim’le bu anlam’da ayrışır. Evet, Mekke'nin 13.Sene’si Mushaf sırasıyla Qur’ân’ın 91.Sûresi’nde, Peygamberimiz’in 13 Yıllık Mücâdelesi’nin Sonunda Şehir’den dönerken Allâh bu İfâde’yi kullanıyor, bir Uzun Mücâdele ve Şehir terk ediliyor. İnsanlar’a ne diyor? "Ey Peygamber’le berâber, hatta O’ndan önce O’nun Emri’ni Muhtewî olarak Ülkeleri’ni terkeden İnsanlar; geride bıraktığınız Evler için Mahzun olmayınız! Onlar Çürük Evler’dir, Ankebût Evler’dir geride bıraktığınız, Yıkılası Evler’dir, geriye dönüp bakmayın! İleriye bakın! Gittiğiniz Yer’e bakın! Siz Buyûtu’n-Nûr’u (Nûr Evleri’ni) İnşa etmek üzere bir Tenwir için konumlanıyorsunuz. Geriye dönüp

bakmayın. Çünkü 13 Yıl boyunca Mekke'de –Sayısı’nı şu an hatırlamıyorum- Qur'ân Sûreleri’nde kaç defa Lût'un Qıssa’sı anlatıldı. Ve bir Gece Waqt’i Âile'ni al. Beyt'ini al, Ehl-i Beyti'ni al ve ordan çık" diyen Âyet “geriye de dönüp bakmasın” kimse demiştir. “Acaba gitmese miydik geri kalsa mıydık?” diye Tereddüt etmeyin! Geriye dönüp bakmayın. Çünkü geride bıraktığınız Ateş’tir. Geride bıraktığınız Ankebût’tur. Geride bıraktığınız Gerici Değerler’dir. Ama Allâh'ın sizi taşımak istediği Târih’in İlerici Yönü’dür, Ebedî Tecdid'tir, Yenilenme’dir. Dolayısıyla geri bakmayın. Görüyoruz ki Lût'un Qıssası’ndaki bu Boyut Resûl'ullâh'ın Medîne Göçü’nde de bir Şekilde işlenmiş Ankebût Kavram’ı üzerinden. Medine Yılları’nda zaman zaman Qadîm Değerler’i Diriltici Âyetler geldiğinde İnsanlar bu Değişim’i İdrak edip Hayatları’nı bununla değiştirmeye zorlandıkları Durumlar olduğunda -kuşkusuz

Peygamber Etrafı’ndaki Temel olan Sahabe’nin Ensâr’ın ve Muhâcir’in öndegelen Kurmaylar’ı için bunlar Sözkonusu değil, onlar her geleni Cân-ı Gönül’den Qabul edip Hayat’a geçiren İnsanlar’dı-Medîne Yılları artık Münafıqlar’ın da ortaya çıktığı Kitlesel Atılımlar’la Dedikodular’ın Wahy’e karşı İsteksizlik gösterebilenlerin Pazarlık Sâhibi olan İnsanlar’ın da Wuqua gelmiş olduğu bir Durum ortaya çıkarttığı için Âyetler genel olarak Ey Mü'minler dediğinde,“Gerçek Mü'minler gibi İmân edin Ey Mü'minler” der. Böyle bir Beyân Nisâ Sûresi’nde vardır. “Ey İmân edenler iman edin” dediği ki İmân eden Kitle orada biraz Farqlı bir Durum da ortaya çıkartır, bu tür Dirençle ilgili Durumlar’dan bahsetmiştim.“Siz cahiliye dönemi’ne mi dönmek istiyorsunuz? Cahiliyye Dönemi’nin Hamaseti’ne mi dönmek istiyorsunuz?” Hamaset ve Câhiliyye. Mesela Örtü ile ilgili Âyetler geldiğinde “Câhiliye Dönemi’ndeki gibi Teberrûc mu etmek istiyorsunuz?” der.

Teberrûc. Bu Kelime Burc Kelimesi’nden türetilmiş bir Kavram’dır. Burc Kelimesi’ni biz biliyoruz. Qur'ân'da Burûc Biçimi’yle de Yıldız Kümeler’i Mânâsı’nda düşünüyorsunuz. Teberrûc eden, burçlaşan. Nasıl bir Anlam’ı var? Çok Enteresan. Bugün de o Şekil’de kullanılıyor. Açıklığın, Dekolte’nin Toplum’da Genelleştirilmesi ve Qabulü’nde Rol oynayan, Önde gelen Oyuncular, Sanatkârlar Yıldız olarak nite-lendirilir. Yıldızlar’dır, İlâheler’dir, falanlar’dır… İnsanlar’a birer Taqlit Mercii gibi takdim edilmektedirler. Yıldızlaşıyorlar. Cahiliyye Teberruc’u, Burclaşma’sı o Dönem’deki bu Kavramsallaştırma Enteresan Qur'an-ı Kerim'de. O Dönem’de de böyle bir Mânâ’da kullanılmış. Qur'ân ise tersine Haqiqat'i; yani Nûr'u, Buyûtu'n-Nûr'u kuracak Yıldızlar Hâline gelin der. O Yıldızlar Hâli’ne gelmek Ev’in içinde de öyle, Ev’in dışında da öyle, bizzat Peygamber’in Mescidi’nde de öyle. Mescid-i

Page 93: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

93

Nebewî bir Nûr'un Mekân’ı. Mescid’den çıkıp vardıkları Sâlât Evler’i de Nûr. İçin-

de Nûr bulunan Evler, Qur'ân okunan Evler… Aynı Kavramsal Dewâmlılık bunlarda da Dewâm eder. Ankebût Gardırobu’ndan Buyût'un Nûr'a. Gardrop Kelimesi’ni çıkartıp normalde Buyût Kelimesi’ni kullanmam gerekiyordu burda. Çünkü Akış’ta verdiğim Yerler’deki Âyetler’de böyleydi. Yani Örümcek Evleri’nden Aydınlık Evler’e, Nûr Evleri’ne doğru. Ev Kelime’si yerine Gardrop Kelimesi’ni koyduk. Niye koyduk? Çünkü Kastamonu'da okuduğumu düşünerek ve Kastamonu üzerinden bir 1925 Silindir’i geçtiğini, bunun da Ülke’de Derin Tesirler İcrâ ettiğinin Farqı’nda olduğumuz ve bu Konuşma’da Literatür’e girsin istediğimiz için oldu. Gardrop nihâyetinde İnsan’ın Kıyâfeti’ni koymuş, saklamış olduğu, çıkarttığında Muhafaza etmiş olduğu, Batılılaşma Dönemi’nde Fransızca'dan Osmanlı Lügatı’na Alafranga olarak girmiş Kavramsallaşma’dan bir Tâne’si, yani Esbablarımız’ın /

Libaslarımız’ın bulunduğu Yerler. Bu Toplum 1800’ lerin Ssonu’nda mı Örtünme’yi , Giyinme’yi öğrendi, daha önce Çıplak gezen İnsanlar mıydık? Elbiselerimiz’i bir yere koymuyor muyduk? Elbise koyduğumuz Yerler’in Önceden Adlar’ı yok muydu? Yani bu kadar Garâbet bişey! Böyle bir Kavram almaya İhtiyaç hissediyorsunuz. Hani Afrika Belgeselleri’nde Çıplak Gezen Halqlar sergilenir. Öyle Halqlar varsa onlar ilk kez Örtünme’ye başlıyorlar ise öyle Örtüler’i koydukları Yerler’in Ad’ı için de Kelimeler’i olmadığı için bunu öğreten İnsanlar’a bakarak Televizyon Kelimesi’nin bize Giriş’i gibi girebilir Gardrop Kelime’si bunu anlayabilirsiniz. Ama öteki yerde yeri ve yurdu yok. Hayır öyle de demeyelim, Haq verelim bu kez onlara. Belki de şu Durum vardı. O Gardırop, o Elbiseler, Farqlı Elbiseler’di. Orda o Elbiseler bulunabilirdi.

Öteki Elbiseler ise başka Yerler’in Elbiseleri’ydi. Yani Mahiyet ve saklanan ve Konu edilen Elbiseler Farqlı Yerler’dendi. Vestiyer’in, Gardırob’un, kendi Aletler’i vardır, onu tamamlayan Takımlar’ı vardır. O Takımlar’ın da Tepesi’nde duran Tamamlayıcı Öge şimdi kullanılmıyor ama o Dönemler’de Şapka idi. Şapka’yla somutlaşıyor ve sonlanıyordu. Dolayısıyla Şapka Devrim’i, Gardırop Devrimleri’nin, Yeni Çağdaş Kılık ve Kıyafet’in olmazsa olmaz Tamamlayıcı Unsurları olması gerekiyordu ve bu Medenî olduğumuzun Göstergesi olarak, görmesi gerekenler kimse, kimin önünde Görücü’ye çıkıyorsanız, Şov yapıp bunu göstermeniz gerekiyordu. Bu gerçekleşmiş oluyor. Mekke Mücâdelesi’nin daha İlk Sûreleri biz Qalem, Müzzemmil, Müddesir Sıralaması içerisinde okumuş olduğumuz Sûreler’de Müddesir Suresi’nde Elbise Kelimesi’yle karşı karşıya geliriz. "Ve Libası’nı/Siyâbı’nı Tertemiz et elbiseni Tathîr

et" Buyruğu’yla. Bunun Ahlâqî Erdemler’i tamamlamak Anlamı’nda taşıdığı Mânewî Anlamlar’a gittiğini konuşur ve biliriz. Âdem a.ın Son Nebi Wârisi’dir Peygamberimiz. Âdem'in Qıssası’nda; Âdem’in Çıplaklık’tan, Uryânlık’tan Libâsu’t-Taqwa ile Cennet Elbiseler’i olan Cennet Yaprakları’yla kapandığı o Sembolizm’in İzi’ni Taqip ederseniz herhalde gelen Son Wahy’in Âdem'e gelen ilk Wâhiy’deki Cennet Yaprakları’na, o Libas’a, Libâsu’t-Taqwâ'ya, Nûr Elbiseleri’ne, dolayısıyla Buyûtu'n-Nûr'a giden bir Boyut’u da vardır. Ev’in Önemli bir Aksesuar’ı Yüklük (Elbise Dolab’ı/Gardrop) ise onun Tathîr /Temiz olanları vardır, Kirli Olanlar’ı/ Şeytân’ın Elbiseler’i vardır ve Âdem’in Elbiseler’i vardır. Maskeler’i vardır, Libaslar’ı vardır. Bir sürü Görünümler yani Hayat içinde Semboller. Bazen Sembol olan Şeyler Maddî Yanı’nı aşan çok daha

Page 94: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

94

Önemli Roller İcraatlar yapar. Öyle olmasa bunun için İnsanlar’ın Kelleler’i alınmaz.

Bunun için Qıyâmetler kopmaz. Bunun için kaldırılamasın Kıyâmet’e kadar Baqî olsun diye Koruyucu Yasalar çıkmaz. Yani Yapı’nın arkasında böyle Derin bir Muhâsebe’yi de görüyorsunuz. Gardırobunuz’u Eviniz’e yerleştirmişseniz Eviniz belki Beyt olmaktan çıkmıştır. Dârlar’da alınan Qararlar, Evler’i Beyt olmaktan çıkartmış, belki onu bir Ankebût, Çürük Evler’e dönüştürmüştür. Tabii Allâh'ın Qur'ân'da kullandığı Teşbihler’i, kendi yarattığı Eşyâ’dan aldığı Kavramlar’ı İnsanlar İsim de verseler, O yaratıyor. Örümceği de yaratan O'dur. Merkeb’i de yaratan O'dur. Wahy’in Dili’nde Merkeb'in Sesi’nin Çirkinliği’nden bahsettiğinde haşa Allâh kendi Katı’nda kendisine Çirkin gelen bir Ses’ten bahsetmez. Kendi yarattığının, yaratmış olduğu Sanat’ın Çirkinliği’nden falan bahsetmez. Bu İnsanlar’la İlgili bir Durum’dur. İfadelendirildiği Yer böyle.

Ankebût'un Durum’u da böyledir ki Allâh Ankebût denen Canlı’nın Yaratıcısı’dır. kullanmış olduğu yer Açısı’ndan bu Onunla İlgili bir Tahkir İfâde etmez. Mesela Luqman Sûresi’nde Merkep nasıl bir Mânâ’da kullanılmıştır? “Sesi’ni fazla yükseltme!” değil mi? Dengeli Şekilde yükselt. Çünkü Sesler’in en Çirkin’i Merkepler’in Sesi’dir dediğinde Merkeb’in Özelliği nedir? Taşıyıcı Hayvan’dır, Yük taşıyan Hayvan’dır. Yük taşıyan Haywan Qur'ân-ı Kerîm'de nasıl İfâde edilmiştir? Cuma Suresi’nin Başlangıç Bölümü’nde Kitap taşıyan Merkepler’den bahsedilmiştir. “Kitap taşıyan Merkepler” Merkepler midir? Teşbih’in İşâret ettiği Varlık İnsanlar’dır. O Kitap’la Amel etmeyen İsrâiloğulları’dır. Kendilerine hiç Fayda vermeyen Kitab’ı taşıyarak sâdece Kitab’ın Taşıyıcı’sı Fonksiyonu’nu İcrâ etmişlerdir. Kitap taşıyan Merkepler Wahy’e İhânet eden, Wahy’e Kulak asmayan, Wahy’in dediğinin tersini yapan, ama onun Bilgisi’ne Sâhip olan, onu taşıyan

Hayvanlar demektir. Sesler’in en Çirkin’i de bunların Sesi’dir, yani Bel'am'ın Sesi’dir. Yani Samiri'nin Sesi’dir. Yani Haqiqat’i bildiği halde tersini söylen Adam’ın Sesi’dir. Burda aşağılanan bir Hayvan yoktur. Teşbih’in oturduğu Yer, Yapı çok Farqlı’dır. Nitekim bu Ankebût'u biz bir Büyük Mucize olarak Siyer’de okuruz. O Çürük Evler Teşbih’i ile ayrılmış olduğu Kent’ten daha Medine'ye varmadan sığındığı Sewr Mağarası’nı Örümcekler ördüler. Bir Mucizewî Görüntü. Siyer’de okuduğumuz Anlatım’ın Boyutu’nu düşünürseniz; Elleri’yle dokunsalar çözülecek ve içeri girerek Peygamber’i yakalayacakşansları varken, Örümcek onlarda öyle bir Hayal Wücud’a getirdi ki ona dokunsalar Şehit edeceklerdi denemediler bile. “Örümcek Yuva yapmışsa epeydir İnsan girmemiş demek ki” diyerek gerisin geri döndüler ve Qur'ân-ı Kerîm'in daha birkaç Ay önce, belki birkaç Hafta önce Evler’in en Çürüğü dediği Örümcek Evi, Peygamber’in Mağara’da Hayatı’nı koruyan en

Büyük, en Quwwetli Ev’e dönüştü. Yapı Açısı’ndan İcra olarak nereye Teqâbül ediyor, alıp götürdüğünüz zaman. Yâ ne Enteresan’dır ki bu Ülke’de 14 15 Sene önce bin Sene sürecek bir İqtidar dedikleri Askerî İşler yapanların Sivil Ayağı olan Başbakan’ı, bu Ülke’nin Ezici Çoğunluğu’na, Hakim Unsuru’na Hakaret için Örümcek Kafalılar demişti. “Onlara izin vermeyeceğiz bu Yasalar’ı uygulayacağız.” “Örümcek Kafalılar”. Bunu Müslümanlar için kullanıyordu Ankebût Kafalılar. Niteleme, yani Kavramlar. Tabi Karanlık Nitelemesi’nin Müslümanlar’la beraber kullanıldığını bilirsiniz. Karabaşlılar diye Örtü’ye Hakaret edildiğini bilirsiniz. Yarasa Niteleme’si yapılır, Karanlık’la Alâqalı Nitelemeler… Bütün bunlar Wahy’in kendileri için kullandığı Değerler’in bire bir Taqlit edilerek Müslümanlar’a döndürülmesidir. O Cümle’yi alıp da ben sana karşı kullanırsam sen öyle olacaksın

Page 95: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

95

der gibi. Aydınlığın ve Karanlığın Qur'ân da konumlandığı Yer ve Mekan Belli. Bu

Değerler’in İlk Sâhib’i, Patent Haqq’ı Kutsal Kitaplar’a ait, belli. Qur'ân'a gider Karanlık ve Aydınlık Sembolizm’i, Tewrat'a gider. İlk Bölümler’i ne gider. Bütün bunlar Wahy’in kendi kullandığı Şeyler. Evet, Ankebut Gardrob’u, Örümcek Gardrob’u, örümceklenen Gardrop neyi İfâde eder? Temiz olmayan Elbise’yi, kirlenmiş Elbise’yi, giyilemeyecek Elbise’yi İfâde eder. Onu Tathir etmeden, silmeden onunla libaslanamazsınız. O sizin Taharetiniz’e Engel’dir. Karakteriniz’in Güzel gözükmesine Engel’dir. Toplumsal Durum’a dönüşen bir Boyut’u vardır.

Ankebût Gardırobu’ndan Buyûtu’n-Nûr’a. Bu Cümle’yi tersine kursanız. Buyûtu’n-Nûr'dan Ankebût Gardırobu’na olacaktı. Gerçekleşen Şey 1925 lerde böyleydi. Biz ona Atıf’ta bulunmadık. Tersine Cümle’yi kullanarak bir başka Dönüşüm’den bahsettik. "Allâh Yerler’in ve Gökler’in Nûru'dur" Âyet’i Qur'ân'ın bu Bağlantı’da Ele aldığı Nûr ve Zulumât Kavramları’nda bir Değişim ve Dönüşüm

Yasaları’ndan bahseder. Baqara’nın 256. Âyeti’nde “Allâh Mü'minler’in Velîsi’dir onları Karanlıklar’dan Aydınlığa çıkartır; Kâfirler’in Weli’si ise Şeytânî Güçler’dir bunlar da Aydınlık’tan Karanlıklar’a çıkartırlar” Bilgisi’ni hatırlayınız. Bu Anlam’da demek ki Nûr'dan Zulumât’a; Zulumât’tan Nûr'a aynı Yasalar’ı işleyerek birbirine dönüşür ve farqlılaşır. O Taqdir’de biz Müddesir Sûresi’nde "ve Elbisen’i Tathîr et" Âyeti’ni, bu anlatmış olduğumuz Yer’e uyarlayarak Aktüel Okuma’yı Kastamonu'da yaptığımızda ne Mânâ’ya gelecektir? Müslümanlar'ın Gardıroplar’ı (Elbise Dolaplar’ı) Örümcek Gardıroplar, Kirlenmiş Gardıroplar Hâli’ne geldi. Temsil ettiği Değerler Açısı’ndan Şeklî Şeyler’i kastetmiyorum. Yani onun içerisindeki Kafa. Manzûme taşıdığı Değerler, o Serpuş’un içinde barınan Kafa’nın Dönüşüm’ü ile Alâqalı Şey’den bahsediyorum. O kendi kendini asağılamayı Şeref addetmedi mi? Bu Topraklar’da Alafranga ve Alaturka Kelimesi’nin Kullanım Biçimi’ne bakınız; nasıl

Aşağılayıcı bir İfâde Tarzı! Hatta Arabesk Kelimesi’ni Bugün anlıyorsunuz. Beğenmediği Herşey’i, Doğulu bulduğu Herşey’i, kendisi Türk olduğu için Arap Kelimesi’ni kullanacak kadar çirkinleşmekte Mahzur addetmiyor. Arabesk Zewq, Arabesk Müzik, Arabesk Yaşam filan dediğinde “Ha biz Arap değiliz ki”diyorsunuz. Ama öyle başlamamış bu Topraklar’da Aşağılama. Türk Kelime’si aşağılanarak başlamış. Alaturka Türk Usul’ü. Hâlâ Türk Usul’ü mü yapıyorsun? Nasıl olur? Ala Franga Frenk Usul’ü. Ya bu nasıl bir Zihin’dir düşünebiliyor musunuz? Yani Osmanlı'nın o Vatılılaşmış Aydını’nın taşımış olduğu Kafa. Bu Kafa Örümcek kafası işte. O bahsetmiş olduğu Çürük Kafa, yıkılası Kafa. Tabii o Kafa’nın kendisine Uygun bir Beden aradığında, Elbise aradığında da şekillendiği Şey ancak Palyaçoluk Düzeyi’nde bir Durum ortaya çıkartacaktır. Evet demek ki Ev’in Unsurlar’ı Libası’ndan başlar ve Ev’in Müştemilât’ı olan Bütün Alet Edevatı’na doğru şekillenir.

Ama bunu biçimlendirmesi kendi kendine olası değil. Bir Ev’in içerisindeki Eşyalar kendi kendilerine orda seçilerek buluşmazlar, bir araya gelmezler. Onu seçen orada bir Mimari’yle bir Dizayn’la ve Dekorasyon’la bir araya getiren bir Tercih vardır, İrâde Sâhib’i olan bir İnsan vardır. O İnsan da Erkek’tir ve Kadın’dır. Âdem'dir ve Hawwa'dır. Bunlara Bina edilen Çocuklar’dır ve Yavrular’dır. Yuva’dır. İlk Maket’i ve Örneği Beytu’llâh olan Şey’dir. Ve Beytu’llâh olan Şey aynı Zaman’da İnsan’ın Evi’dir Beytü’n-Nâs'tır. Âdem'in Evi’dir. Âdem'n Ev’i ile bu Yapı Açısı’ndan birleşir. Peygamber’in Evi’dir. Ehl-i Beyt olmak Beyt’in Ehl’i olmak; Kâbe'nin Ehl’i olmak, Ehl-i Qıble olmak demektir. Ehl-i Beyt demek Âdem'in Çocuğu olmak demektir. Âdem’e Râci. Yani Gadîr-i Hûm Konusu’nun konuşulduğu Mevsim’de de Geniş Mânâsı’yla Ehl-i Beyt’e bir de bu Nazar’la bakın Âdem olmayı Başaranlar.

Page 96: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

96

SAMSUN

Page 97: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

97

SİVAS MEDİNE’NİN KAPI’LARINDAN (SİVAS KAMPI’NA HAZIRLIK ŞEHİR DERSİ)

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Yarın XII. Kampımız’a niyetlenmiş olarak Sivas’da bulunacağız. Önceki Kamplar’da yaptığımız gibi, gitmeden önce, orda yapacağımız Kent Semineri’nin sâdece Şehir’le İlişkili olan Qısmı’nı burada yapacağız. Tabi orada birçok Farqlı Bağlantılar’la zenginleştirdiğimiz için Kent Seminer’i, Sivas’ı aşan bir Şekil’de, Malumunuz olduğu üzere, Farqlı bir Kompozisyon’a kavuşacaktır. Kamp Kent Seminer’i ile Müşterek Bahisler olmakla beraber, Müslüman Düşünce Târihi’ndeki Medine’nin Kapılar’ı Başlığı altında verdiğimiz, Mekke ve

Qudüs’ten başlayarak sürdürdüğümüz, bazı Türk Şehirleri’ne de taşımız olduğumuz Seri’ye eklenen Seminer olsun bu da, Sivas olarak. Bu Anlam’da Sivas’ın Belleğimiz’de yer alması gereken, Medeniyet Târihimiz’deki yeri Yurdu’yla Alaqalı Temel bazı Şeyler’i hatırlayalım. Sivas, Yol’a çıkacağımız kendi Şehrimiz, yani Kayseri ile birçok Bağlantılı Yönler’i kurulabilecek olan, Qader Birlikteliklerimiz’in epeyce olduğu bir Şehir. Orda vurgulayamayabiliriz, burada bu Yönleri’ni Önplan’a çıkartarak El’e alalım o halde. Buradan, yarın Sivas Caddesi’nden gideceğiz, Yol’a koyulacağımız Güzergah böyle. Kayseri’yi Sivas’a bağladığı için bu Ad’ı vermişiz. Kale’nin Sivas Caddesi’ne bakan Kapısı’nın Ad’ı, Sivas Kapısı’dır. Büyük Kapı olarak Çarşı Kapısı vardır, Boyacı Kapısı vardır, Kapılar’dan bir Tane’si de Sivas Kapısı’dır, o da Sivas’a bakan Yön’de böyle anılmış.

Yavuz Sultan Selim Zamanı’nda 1516’larda Wilâyet Düzenlemesi’nde Sivas Wilâyeti’nin Sancağı İçerisi’nde yer alır Kayseri. Yukarıdaki Amasya, Tokat gibi bazı İller, Bugün Büyük İl Hüwiyeti’nde olmayan Kazalar da Sivas’a bağlı Sancaklar olmuştur. Yani Sivas, Yerleşim Yer’i olmada Kayseri’den önde görülmüş, Kayseri, Sivas’a bağlı bir Sancak olarak değerlendirilmiş. Cumhuriyet Dönemi’nde Sivas Wilâyeti’ne Bağlı olan Sancaklar, Amasya, Tokat, Kayseri vb. Müstakil Wilâyet Statüsü verilerek ordan ayrıştırılmış oluyor. Târihi epey geriye gidiyor. Anadolu’nun Müşterek Târihi’nde görüldüğü gibi, özellikle Orta Anadolu’da bunu daha fazla görüyoruz, Hititler, 1600-1700’ler’de diğer Şehirler gibi bir Hitit Şehri’dir. Hititler’in yaşadığı Doğu-Batı Saldırıları’nın aynı şekil’de Sivas ta Müşterek Kaderi’ni paylaşır. Romalılar’la Persler arasındaki İqtidar Değişimi’nde onların Eli’nde yahut Özerk olarak Tayin ettiği Wâli üzerinden

yönetilen Kentler olacaktır. Roma ve Pers arasında El Değişimleri böyle Dewâm etti.

Hititler’den sonra Frig, Urartu, Geç Hitit ve Asur Etkiler’i burada izlenebilir. Romalılar’ın burayı almasını da önceleyen bir Dönem de İskender’in Hindistan’a kadar giden Seferleri’ne Tanık oluruz. Bu Makedon-Yunan İstilası olmadan önce yine İskitler ve Kimyerler Tarafı’ndan Sivas’ın yönetildiğini söylüyorlar. Roma Egemenliği’nde kalmış olduğu sıralar Kesintili bir Dönem’dir bu, Roma Açısı’ndan. Bazen İranlılar Elleri’nden aldığı için 2 Taraf arasında Değiş Tokuşlar sıklıkla Wuqu buluyordu. Kalıcı İran Egemenliği olmamış o Dönem’de ve Roma’dan çıktığı Fetret Dönemler’i diye görülmüş çoğunlukla. İslam Fetihleri’ne kadar Parçalanmış Roma’nın, Doğusu’nda Haq iddia eden Güçlü Qısmı’nda, yani

Page 98: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

98

Bizans diye anılan Roma’da, önemli bir Yerleşim Yeri, Stratejik Mewkileri’nden bir

Tane’si olarak Sivas Varlığı’nı sürdürmüş. Dolayısıyla da Kalesi’yle her Dönem’den İzler taşıyan, Yeni İqtidarlar’ın Hizmeti’nde El değiştiren Kayseri Kalesi gibi bu Yönleri’yle Meşhur’dur.

Osmanlılar’dan önce, Anadolu’nun, Kayseri için de Sözkonusu olan, Selçuklu-Danişmend Geçmiş’i Sivas’ta da Müşterek. Kayseri’nin Fâtih’i Emir Danişmen Gazi, Melik Mehmed Gazi aynı zamanda Sivas’ın da Fâtihler’i, Yöneticiler’i oldular. Tabi Danişmendliler’in İdârî Merkezi bir Ciheti’yle Kayseri, sonraları daha Ağırlıklı gözüktüğü için, Osmanlılar Zamanı’nda Sivas’ın Sancağı olarak daha Alt Bölge’de Yer alan Kayseri’dir. Osmanlılar’da, Kuruluş Dönemleri’nden itibaren daha ağırlıklı gözüken Sivas’ı daha Üst Seviye’de kendisine Bağlı olarak waz etmişti.

Danişmendliler’in 1071 Sonrası’nda Kayseri’yi Kalıcı olarak Fethetmesi

Öncesi’nde, aslında İstanbul’a giden Sefer Yolu olduğu için, Emewî-Abbasî Dönemleri’nde de bu Yol’a düşenler Kayseri’den geçmişlerdi. Dolayısıyla Qayseri’de Kısa Dönemli de olsa Emewî, Abbasî İskânlar’ı hep olmuştu. Malatya’daki Battal Gazi’nin orada Doğum’u ve Bizanslılar’la Emewî Ordu’su içinde Kahramanlıklar’ı, Destanlar’ı vesaire, aynı şekilde Sivas’ta, Qayseri’de de bilinir. Battal Gâzî Menqıbeler’i, bunlar Danişmend Gazi Menqıbenâmeleri içinde de Dewâm ettirilmiş. Hz. Ali’nin Cenkler’i gibi, yazılıp çizilir, Aşıqlar söyler onlarda Abdu’l-Wahhâb Gâzi diye bir İsim vardır, Battal Gazi’nin Komutanları’nda bir Tâne’si. Bu Gâzî’nin Sivas’ta olduğu söyleniyor. Türbe’si ve orada Cami içinde Müştemilâtı’nı Ziyâret edeceğiz. Bu Kahramanlık Destanlar’ı epey efsaneleştiği için, gerçek Biyografi’si epey karışmış. Evliya Çelebi bu tür Efsâneler’i naql’etmekte sakınca görmeyen bir Seyyah olarak, Abdu’l-Wahab Gâzî’yi, Peygamberimiz’in

Sahabesin’den Süheyb-i Rûmî gibi anlatıyor. Hz.Ali Tarafı’ndan Kuşağı’nın sarıldığı ve Debbağlara Öncü yapıldığı anlatılmıştır. Süheyb-i Rûmî’deki o Rûmî Nisbet’i Abdu’l-Wahab Gazi’ye uyarlanıyor. Süheyb-i Rûmî aslen Iraq Tarafları’ndan bir Sahabe’dir. Etnik olarak bir Rûm oluş Sözkonusu değildi. Ancak geldiği Coğrafya Rum olarak anıldığından o da öyle künyelenmiş. Dolayısıyla Maraş’ta gördüğümüz Ukkâşî Hazretler’i gibi, ya da Hz. Ali’nin Komutanları’nda Malik b. Eşter gibi Gerçek Sahâbe olmamakla berâber, Abdu’l-Wahab Gâzî ile Süheybi Rûmî aynileştirilince, o da Sahâbe Konumu’nda görülmüş oluyor.

Abdu’l-Wahab Gâzî, (Dânişmendnâme, Saltuknâme, Müseyyebnâme ve Battalnâme) gibi Anadolu Fâtihleri’nin Kahramanlık Destanları’nı anlatan Destanlar’da) Battal Gâzî ile beraber Ad’ı Kahramanlar arasında geçmekte ve Sivas’ta onun bu Bağlantı’sı kurulmaktadır.

Sivas’ta Asıl Kalıcı Boyut, Türkler’le gerçekleşti. Malazgirt’ten kısa bir Süre önce yine Selçuklular Sivas’ı ele geçirmiş. Tabi Danişmengâzî ve Oğulları Süreci’nde tüm Anadolu gibi Sivas da Müslüman İskânı’na açılmıştı. Danişmenliler’den Rûm Selçukluları’na Geçiş’i de yine Qayseri gibi aynı Hükümdarlar Zamanı’ndadır. I.Kılıçarslan, Alaa’d-Din Keykubat, İzze’d-Din Keykavuslar’dan Müşterek Târihimiz var. Keykubat’ın bir Ayağı Sivas’ta, bir Ayağı Kayseri’de, yine Konya’da, Kale’ye Adı’nı verdiği Alanya’da, yani her biri Keykubat’ı kendisinden bilse Yeri’dir. Yine gezeceğimiz Yerler’de Selçuklular’a Nisbetli yapılan Medreseler’i göreceğiz. Câmiler’i göreceğiz, Bazı Şehzâde, Emir Türbeler’i de hâkeza olacaktır. Selçuklular’dan Osmanlılar’a Direkt olarak geçmiyor. Arada Eretna Oğullar’ı

Page 99: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

99

denen Sivas Merkezli bir Müslüman Beylik var. Danişmedliler için ise Qayseri

Başkent idi. 1243 Kösedağ Savaş’ı Sonrası’nda Moğollar Selçuklular’ın Yıkımı’nı başlatırken Sivas’ı da almışlardı. Eretna Öncesi’nde İlhanlılar’a dönüşen Moğollar burada Hüküm sürdü. Alaaddin Eretna da Moğol olup, İlhanlılar’a Hizmet eden Rûm (Anadolu) Wâli’si Timurtaş’ın Komutanları’ndan birisidir. Qadı Burhane’d-Dîn ise kendi Adı’yla da anılan Dewleti’ni Eretna ile bir Dewâmlılık içinde sürdürdü. Qayseri Doğumlu Qadı Burhâne’d-Dîn de böylece Sivas ile Müşterek İsmimiz oluyor. Aynı Zaman’da Büyük bir Faqîh, Qadı, Alim, Şâir olarak çok Yönlü Kimliği ile bir Horasan Göçeni’dir. 1398’de 18 Yıllık Qadı Burhâne’d-Dîn Dewleti’ni Akkoyunlular, Timur Adı’na yıkmıştır. 1400 Yılı’nda ise Sivas, Ankara Savaşı’nda (1402) Yıldırım’ı yenmesi Öncesi’nde Timur’un Eli’ne geçti.

Timur Egemenliği’nde 7-8 Yıl kadar kalan Sivas, bundan sonra Osmanlı

üzerinden anılacaktır. Kalıcı olarak Osmanlı’ya bu Şekilde İntiqâl’i ardından Milli Mücâdele’ye gelindiğinde de İşgal gören ve Kurtuluş’u yapılan Şehirler’den değildir. Bu bakımdan da Qayseri ile Ortak. Demek ki en Acı Dönem’i, Qayseri gibi, yine Moğollar Dönem’i oluyor. Eretnalılar, Danişmendler Ortak Târihimiz olarak Hafızamız’da var. Âhî Evran’ı Kırşehir’de Müstakil Ders yaparak üzerinde konuşmuştuk. Ankara’ya gittiğimizde yine Âhî Mahallesi’ni gezdik, orada da Gündemimiz’e Âhî Evran girmişti. Bu da Hafızamız’a Ortak bir Nokta olarak Sivas’ı Kayseri ile birleştiren bir Unsur olarak naqş’edilecektir. Çünkü yine Güçlü, Âhî Adı’nı taşıyan Türbeler ve Câmiler’i, Qayseri ile kesişen Târihler’de buralarda göreceğiz.

Qayseri Selçuklu Medreseleri’yle de övülür, çok Sayı’da önemli Medreselerimiz var. Bu Medreseler üzerinden de gerçekten Sivas birbirine yine

bağlanıyor. Sahâbiye Mahallesi’ne Adı’nı veren Medrese’dir, Sâhibiye Medresesi, Selçuklu Wezir’i yaptırıyor burayı, onun Adı’ndan dolayı Sâhibiye denmiş. Sâhib Atâ’ya Nisbet’le bu Ad’ı alıyor, (Peygamber Sahâbe’si değil). Bu Wezir İmâr’a Önem vermiş. Buradaki gibi bir Meşhur Yapı’sı da Sivas’ta var. Ve o da Sahâbiye olarak anılıyor, Yapı Medrese Açısı’ndan ve tabiki Mahalle de böyle adlanıyor. Ordan da Sivas’ın Dokusu’yla Qayseri’nin Doku’su yan yana geliyor.

Gewher Nesîbe Hâtun, hem Oğlu, hem Koca’sı Selçuklu Sultan’ı olarak 1204 Târihi’nde Wefât etmiş, İnce Hastalık diye andıkları Verem’den Mütewellid, İki Medrese’yi Qayseri’de yapıyor. (2004 Yılı’nda 800.Yılı Görkemli bir anma yapılabilirdi, Kayseri bunu pek hatırlamadı.) Yine Kayseri’yi bu 2 Medrese’den biri olan Şifâiye Medrese’si sayesinde, bir Gewher Nesibe Yapısı olarak, Bölge’nin ya da Coğrafya’nın en Eski Tıbb Eğitim’i yapılan Yer’i olarak anarız. Şifâiye Bölüm’ü

dışında da 2.Medrese hemen Bitişik olarak Hastane Kısmı’nın yanında Teorik Eğitimi’ni vermiş. Aynı Kesitler’de aynı Aqraba Grub’u Sivas’ta da bir Şifâhâne yaptırmıştır, Şifâiye Medrese’si. Onlarda aynı şekil’de bunun İlk Tıbb Medrese’si olduğu yönünde bu İddia’yı anarlar. Çifte Medrese, Çifte Minareli Medrese bunlar da orda belki bahs’ederiz, Dokümanlar’da zâten var, Ayrıntıları’na burada girmeyeceğiz. Şifaiye’nin tam Karşısı’nda sadece Taç Kapı’sı Günümüz’e gelmiş görünüyor. Dâwûd el-Qayserî, 1258 Qayseri Doğumlu. İznik’te onun son 14-15 Senesi’ni geçirdiğini, Osmanlı Medresesi’nin Kurucu İsm’i olduğunu biliyoruz. Bu 1334-1350 Yılları arasında orda bulunduğu, Osmanlı Medresesi’ni tasarlamış olduğu Zaman Dilimi’nde Sivas’ta bulunan bir Medrese de vardır ki o Medrese’de Pozitif

Page 100: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

100

Bilimler, Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya gibi Dersler’in yapıldığı bir

Medrese’yi bahs’ediyoruz, Gök Medrese’yi görmekteyiz. Dâwûd el-Qayserî de Niksar’da Pozitif Bilimler, Mantıq, Geometri, Astronomi ve diğerlerini almıştı ki Niksar da yapacağımız Gezi Platformları’nda bir Yer’de duruyor. Demek ki Dâwûd el-Qayserî ile Koşut olarak onun İznik’te Medrese’yi kurmuş olduğu Dönemler’de, daha önce Niksar’da almış olduğu Eğitim’e benzer bir Program’a Sâhip Medrese olarak Gök Medrese’nin Sivas’ta olduğunu görmekteyiz. Bu Yön üzerinden de Sivas’ın ve Qayseri’nin Enfüsü’nde ve Âfâqı’nda Müşterek bir Bağlantı’yı Defaatle Farqlı Yüzleri’yle, bu kadar Zengin bir Şekilde Konuşma İmkanı’na Sâhib’iz. 1516’larda, Yavuz Dönemi’nde, Cumhuriyet’e kadar Dewâm edecek olan Sancak Wilâyet Sistemi’nin kurulduğu Dönem’e denk geliyor. Bu Yapı Tanzimât Dönemleri’nde aynen Dewâm etmiş. Tanzimât Dönem’i ve Abdu’l-Hamîd-Abdu’l-Az’iz İmâr Faaliyetler’i Sırasında O Büyük Sultanlar’ın, gittiğimiz pek çok yerde

görüyoruz, Yapılar’ı, Hizmetler’i, aynı şekilde Sivas da bundan pay alıyor. Restorasyon Çalışmalar’ı, Yeni Hizmet Binalar’ı Sivas’a da verilmiş. Abdu’l-Hamîd’in Demir Ağ Proje’si içerisinde Osmanlılar’ın önemli bir Demiryolu Kavşak Nokta’sı olarak, Doğu Anadolu’ya bağlayan yer olarak Sivas seçilmiş. Daha sonra Cumhuriyet Dönemi’nde aynı Şekil’de bu Demiryolları Sivas üzerinden hep tasarlanmış. Şu anda Hızlı Tren Projesi’nde Qayseri Sivas’ın Neresi’nde kalmış diye ancak Değerlendirilme İmkan’ı buluyor. Târihen Sivas’ın Durum’u öyle, Qayseri’nin hep önünde olmuş. Ayriyeten Vagonlar’ın Üretim’i, Demir Sanayii’ni burada geliştirmiş. Divriği’de Demir Madenler’i var. Orda Lokomotifler’in yapılmış olduğu Yerler açılmış 30-40’lı Yıllar. Dolayısıyla hem İmâlât Boyutu’yla hem de Kavşak Nokta’sı olması Açısı’ndan Demircilik Yönleri Sivas’ı bu Anlam’da geliştirmiş.

Samsun’dan sonra Sivas yoktu Planımız’da, Mardin Kamp’ı düşünmüştük ama, böyle olunca şu Karşımız’a çıktı: Meşhur 1919 Hikâye’si Erzurum üzerinden Sivas’a giden 2.Kongre ile Milli Mücâdele Yılları’nda Çizgi’yi Tâqib ediyoruz. Biz de Samsun’dan sonra Erzurum’u atladık, bu Sefer Kampımız’ı Milli Mücâdele Süreci’nde bir Diğer Ayak olan Sivas’ta topladık. Erzurum Kongresi 23 Temmuz Târihli’dir. Sivas ise 4 Eylül ile anılır. Bu Târih ve Bağlantılar’la ilgili Adlar’la Üniversiteler Wücud’a getirilmiş; Samsun’daki Yer’de Üniversite Târih’i ile 19 Mayıs Adı’nı taşıyor, Erzurum’dakine Atatürk Üniversite’si denmiş, orada

Kongre yapıldı diye. Atatürk orada kapılınca da, Sivas’a Cumhuriyet düşmüş. 4 Eylül Târih’i, bu Kongre’nin yapılmış olduğu Bina, 1890’lar’da Abdul’-Hamîd Dönem’i yine bir İdâdî’sidir. Ankara’ya gitmeden önce bizim Qayseri Lisesi’nin önünde, İbrâhim Tennûrî Mescîdi’nden çıktık, ve orda Kapı’da Çınar’ın altında bir Ders yaptık. Qayseri Lisesi’nin bir Mülkiye İdâdî’si olarak nasıl İnşâ

Page 101: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

101

edildiğini, sonra orada okuyan, Öğretmen olan vs. önemli bazı İsimler’i

hatırlatmıştık. Milli Mücâdele Yılları’nda Ankara’da ta Polatlı’ya kadar gelen İşgal’den dolayı Tedirginlik duyulmuştur. Qayseri’ye geçilmiş olsaydı bu İdâdî Bina’sı Meclis olacaktı. Ankara’daki Meclis Binâsı’nın Yer’i olarak Qayseri’de bu Osmanlı İdâdi’si tasarlanmıştı. Hatta bazı Bakanlıklar buraya gönderiliyordu. Mehmet Akif’in Oğlu, Âile’si Qayseri’ye gelmişlerdi. Bunlar Kültür, Merak edilip araştırılması gereken, nerde kaldılar, hangi Mahalle’de Kimler’le neler yaşandı, önemli Biyografik Veriler sunma İmkân’ı verecektir. Sivas’taki Sözü’nü etmiş olduğum Kongre’nin, bugün Kongre Müze’si olarak altı Etnografya Müze’si Üst Katlar ise Milli Mücâdele Müze’si olarak Tertib etmişler. Burası da Qayseri’deki gibi bir Abdu’l-Hamîd Mülkiye İdâdisi’dir. Yani, Siyâsi Bilimler’e Öğrenci yetiştiren Lise, Hazırlık Lise’si demek İdâdi olarak Sultanî diye anılıyorlar. Bu Boyutu’yla da Qayseri Lise’si ve Sivas Lise’si, İkisi de İdâdî, ikisi de

Abdu’l-Hamîd Dönemi’dir. Birinin Kongre yapıldığı, diğerinin de Ankara’nın buraya taşınması Gündem’e geldiğinde taşınılacak Meclis Bina’sı Yeri olması gibi Müşterek izler Tâqib edilebilir. Sivas’tan Kongre’den çıktıktan sonra Kongre’nin, Heyet-i Temsîliye’nin Güzergâh’ı neresi olacaktır, Qayseri’den geçecek. Buradan Ankara’ya varacaklardır. Binâ’yı yaptıran Paşa, Açılışı’nı 12 Rebiü’l-Ewwel’e Denk getirir, demek ki bu tür Semboller’e Önem veren bir Paşa’dır, dolayısıyla bir Doğuş Lisesi’dir, Mewlid Lisesi’dir bu Bina. Bunlardan da yararlanılabilir. 1920’lerden sonraki Osmanlı Wilâyet Tedwini’ndeki Sancaklar kaldırıldı, Sancaklar Wilâyet’e dönüştürüldü. Artık Qayseri’den de Wilâyet olarak bahs’ediyoruz. Sivas’tan bu bakım’dan kopmuş, ayrılmış oluyoruz ama o Müşterek Târihî Dewâm ediyor. 1600-1700’lü Yıllar’da Osmanlı’nın zaman zaman nüks’eden İsyân Hareketler’i

Sırası’nda, işte Celâlî İsyânlar’ı vardır Meşhur, Kuyucu Murat Paşa’nın bastırdığı İsyanlar gibi, Sivas ta bu İsyanlar’la ilgili Hafıza’ya Sâhip. Seminer Başlığı’nda kullandığımız, “Sivas Elleri’nde Kâtib’in Yazdıkları” buradan İlham alıyor. Pir Sultan Abdal’a ait olan Meşhur Sözler’de geçen bir İsyân, Sivas Elleri’nde Zuhur etmişti. Şah İsmâil ile Yavuz Sultan Selim arasında geçen Savaş’ta Anadolu’daki Türkmen Beyler’i Şah Tarafı’nı tutuyor. Osmanlı da Tabiatı’yla Şah’ın Taraftarları’nı ve ilerlemesini durdurmak Amacı’yla bunlara karşı Baskı yürüttü. Şah ile İrtibatları’nı sürdüren bir Mânâ’da “Sivas Elleri’nde Sazım çalınır. Yaz Kâtip Arz-u Hâlim’i, Şikayetim’i Şah’a doğru” Pir Sultan Abdal Deyişi’dir. Buradan bakar isek, Erzincan Bölge’si, Dersim Bölge’si gibi ki bugün Aktüel olarak yeniden Gündemimiz’i İşgal eden Boyutu’yla burada bir Dewâmlılığı çağrıştırıyor. Mardin’e gitsek bu Hafıza ve Çağrışımlar’ı değil de Süryâni Tema’sı üzerinde

duracaktık, Hazırlık olarak Konu bu olacaktı. Demek ki Maraş’tan sonra bir Başka Wesile ile Sivas’ta bu Alewi Sorunu’na, o Seminer Başlığı’nın çağrıştırdığı yer’den girmemiz gerekiyor. Nitekim Bölge’nin Şiî-Sünnî Savaşlar’la kavrulmuş olduğu bir Wasat’ta bunları konuşuyor olacağız. Biz Sivas’ta Alewî ve Sünnîler Müşterek bir Târih içinde Maraş’ta olduğu gibi, yaşamışlar; Halq’ın birbirini qatl’ettiği,/öldürdüğü böyle bir Waqıa yoktur. Siyâsal olarak bahs’ettiğimiz, o Savaşlar Dönemi’nde Tedbir Amaçlı yapılan bazı Güvenlik Asâyiş Arayışlar’ı, Ordu Müdâhaleler’i olmuştur. Bunun dışında Halq’ın Durum’u Şiî-Sünnî kaynaşmış Waziyet’tedir. Sivas Olaylar’ı gibi, Çorum-Maraş Olayları gibi Halq’ın birbirine bir Muarazası olmamış.

Page 102: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

102

Divriğ:

Divriği’ye gidemeyeceğiz Uzak Mesafe’den dolayı, onun Dökümanları’nı burada taşıyoruz, orada epey Alewi Nüfus var. 1970’lerde bizim Lise’ye gittiğimiz, Üniversite’ye girdiğimiz Dönemler’de, 12 Eylül İhtilal’ı Öncesi’nde Birlik Parti’si diye bir Parti Ad’ı vardı. Muhsin’in Birlik Parti’si değil ama o da Birlik Parti’si. Sivas’tan Tek Milletvekili çıkartırdı. Mustafa Timisi Başkanlığı’nda Dewâm etti. Daha sonra 1987’de SHP’den Milletvekili oldu. Ama 70’li Yıllar’da CHP’den Müstakil olarak, Baraj da olmadığı için tek başına Parti Varlığı’nı sürdürebildi. % 2 Civarı’nda da Oy alarak Alewî Birliği’ni gözeten bir Sivas Parti’si olarak CHP’den Bağımsız Varlığı’nı sürdürebilmişti. Muhsin bey: Yıllar sonra Birlik Partisi Adı’yla yine Sivas’tan bir İsim çıktı. Muhsin Başkan’ın

kurduğu Büyük Birlik Parti’si de Birliği gözeten bir İsim’le var oldu. Biz Muhsin Yazıcıoğlu’nun Birlik Parti’si ile alaqalı olarak, bu Kamplarımız’ın başladığı 2009 Yılı’na giden Süreç’te bir daha Dikkat kesilmiştik. 2009 Nisan Ayında Kozaklı’daki buluşmamız öncesi’nde, (sonra Gezi Kampları’na dönüştürdük onu), o Kamp’ın Hazırlıkları’nı yapmış olduğumuz Hafta, Mart’ın Sonu’nda, 25 Mart 2009’da Helikopter Kaza’sı yaşanmıştı. Biz o Hazırlıklar’la İştigal ederken o Düşürme, -ya da başka bir şey mi hala netleştirilemedi-, günlerce aranması ve bulunamaması ile Ülke çalkalanıyordu. Mamak’ta yazdığı Peygamber Çiçekleri, ‘Beton üzerinde Soğuk’tan üşüyorum’ diye yazdığı Şiirler’i Kulaklar’da yankılanıyordu. Muhsin ile Alaqalı bir Târihi bize hatırlatan bu 2009 Mart-Nisan Günleri, bizim de İlk Kamp Çalışmamız’daki Başlangıcımızı Zihn’e getiriyor. Şimdi onun Şehri’ne gidiyoruz, aynı Kamp Süreci’nin bir Halka’sı olarak. Ölümü’nden sonra yapılan s-Seçimler’de de

Sivas Wefa Borcu ile onun Adayı’nı seçmişti hatırlarsanız. Ankara’da bulunduğumuz sırada Mehmed Akif’in Tâce’d-Dîn Dergâhı’nda, İstiqlal Marşı’nı yazmış olduğu Yer’de yaptığımız Ziyâret’te, o Restorasyon edilen Evler’in olduğu yer’de, Mütewâzi olarak yapılan Muhsin’in Qabr’i de vardı. O Qabir’de de bir Fâtiha okumuştuk. Muhsin bey benim Meslektaşım, Ankara Veteriner’den Mezun, oraya gömülmesi, Akif’e de Mesleki Yakınlığı üzerinden Elazığ’da ve Ankara Gezimiz’de bu Olay üzerinde biraz durma Lüzum’u doğdu, orada da bu Konular Gündem’e geldi. Maraş’a Kamp Gezi’si yaptık ayriyeten. Maraş Kampı’nda geçmiş olduğumuz Güzergah, Afşin Ashâb-ı Kehf Seminerimiz Aqabi’nde Çağlayancerit Yakınları’ndaki Dağlar’ı aşarak Maraş’a ulaştık. O zaman Helikopter’in düşmüş olduğu Dağlar’ı bize göstermişlerdi. Yani Kamp Serileri’nde kaç defa Muhsin ile ilgili Hafızamız var. Onları Hatırlama ile bu Sefer Sivas’tayız.

Aşık Veysel: Pir Sultan Abdal Sonrası “Sivas Ellerindeki Saz’ın” Meşhur Cumhuriyet Dönem’i İsm’i Âşık Veysel’dir. Aşık Veysel, Dizeleri’nde Neşet Ertaş gibi Güzel Sözler’e İmza atmış bir Adam’dır (Sivas’ta onun bazı Dizeleri’ni dinleyeceğiz). ‘Nedir bu ikilik?’, der Aşık Veysel, Birlik Teması’nı, Yezid Fitnesi’ni, Kardeşlik Vurgusu’nu ısrarla dile getirir. ‘Allâh bizi Toprak’tan yaratmadı mı, tekrar Toprağa gitmeyecek miyiz, diye Birliğe Vurgu yapan, Bir Alewî Kimliği, Sünnî Kimliği üzerinden, buradan Kavga çıkarmak isteyenlere karşı Yatıştırıcı bir Dil’i Gündem’e getiren biz “Zâhid” Adam, Gariban bir Adam’dı. Dolayısıyla Saldırgan Alewîliği değil, Birliği

Page 103: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

103

arayan biri İsim idi. Onu da bu şekilde bakarak Hatırlama İmkân’ı bize verebilir

diyerek Sivas’ta anmadan geçemeyiz. Hemşehrililik Kavgalar’ı: Qayseri- Sivas bunca Ortak Hafıza’ya rağmen, Yakın Geçmiş’te Kötü bir Sınav da vermiştir. Alewîlik-Sünnîlik bir Taraf’a, İnsanlar’ı (Ma’şerî olarak) gruplaştırıp Fanatize ettiğiniz Zaman, Kitle Psikolojisi’nin Uzmanları’nın çok iyi bildiği gibi, bir Hiç’ten bile Kavgalar doğuyor, Ufacık bir Kıvılcım’dan Koca Orman’ı yaktığınız gibi Büyük Fecaâtler ortaya çıkabiliyor. İşte 1969 Yıllar’ı, Çocukluk Hafızamız’da kaldığı şekli’yle benim de hatırladığım Wahim bir Olay, Qayseri ile Sivas arasında Cereyan etmişti. Eski Stat’ta, Sivas ile Maç olmuş, Aqabinde Ölümler olmuştu. Ondan sonraki Yıllar’da Sivas ile Qayseri arasında Düşmanlık varmış gibi kimi Tedbir Kâbili’nden İkazlar, Tembihler yapılır, hemen bu Olay hatırlatılarak birbirine Düşmanlık ile ilgili

Serenâtlar’a girişilir idi. Tabi biz Çocukluk Yıllarımız’da Düşmanlık nedir bilmezken, bu Olaylar Etrâfı’ndaki Konuşmalar’dan bir Şeyler öğrenmiş olurduk. Birbirlerine gidemezler, giderlerse Başları’na İyi Şeyler gelmez gibi böyle bir Hikâye üzerinden Şehir Kavgaları, Şehir Efsaneler’i örülmüştü. Madımak: En son Almanya’da 1993 Yılları’nda bulunduğum Sıralar’da, yine Kitlesel bir Olay olarak Sivas’taki Madımak Oteli Yangını’yla Sivas’ı hatırlamış oldum. Onun da 22.Sene-i Dewriye’si Olacak 2015’te. Gezi Güzergahı’nda onun Ad’ı geçmiyor ama, Konuşma’nın bir Yerleri’nde onu da anarız. O Sene’nin Başları’nda Aziz Nesin 5 Sene önce yazılmış olan bir Kitab’ı, Salman Rüşdî’nin 1988’deki “Şeytân Âyetler’i” Kitâbı’nı Türkçe’ye Tercüme ettirdi ve onu basacağım dedi. Ben

basacağım, inatla “bu nasıl yasaklanabilir, Özgürlük” filan dedi ve o Zaman’ın İqtidarı’na “Sansür koyuyorsun” diyerek böyle bir Engelleme yaptığını söyleyerek İnad ediyor ve basacağım diyor. Onun kendi Yayınevi’nde Tercüme Kitabı’nın Basımı’nı yapacağını söylediği Dönem’de, Sivas’ta bir çok Alewî Şâir’le berâber Toplantı yapmaya gittiler. Halq’ı kışkırtan Şey, Peygamberimiz’e bu Hakaret eden Kitab’ı basmakta İnat’la Israr ettiğini söyleyen Aziz Nesin’in Sivas’a gelmesine duyulan Öfke idi. Bu suret’le Sivas’ta Kitlesel bir Gösteri olmuştu. Yani orada Alewîler’e duyulan bir Öfke, Kin yok. Aynı Toplantılar’ı Alewîler Sivas’ta veya İlçeleri’nde zaten Yıllar’dır gelenekselleşmiş bir şekil’de yapa-geliyorlardı. Madımak Olayı’nda, Kışkırtıcı bir şekil’de Aziz Nesin Faktör’ü Devre’ye girmişti. Dolayısıyla Halq’ın içinde yer alan ve Aziz Nesin’e yönelen bir Kin vardı ve bu Olay’da Mezhebî bir Ayrışma’dan ziyâde böyle bir Kin’den söz etmek Mümkün’dü. O

İnsanlar Otel’e toplandıklarında Aziz Nesin’e “burada ne arıyorsun” diye bağırarak Muqâbele’de bulunmuşlardı. Halq’ın Galeyan’ı oydu. Ama Derin Devlet de başka şekilde burada bir İş çevireyim istemiş, onun Ayak İzler’i belirmişti. Bunları da Sivas’ta hatırlamış olacağız. İNSAN ÜŞÜYEN CANLI’DIR 25 Mart Çarşamba İkindi Sıraları’nda Muhsin Yazıcıoğlu’nun Helikopter Kaza’sı Haberi’ni aldığımızda bir Yaralı Kuş’tum, Brütüs’ün Hançer’i ile parelenmiştim. Türkiye’de Tüm Proğramlar durdu, Terminler alt üst oldu. Kritik Dönemler’de Önemli Kararlar’a İmza atmış olmak böylesi bir İz bırakıyordu

Page 104: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

104

geriye.. Varoluş Grubu’na geçtiğim Mesaj’da bunun altını

çizdim, Veteriner Arkadaşlar’a Taziyelerim’i geçtim.. O da ben de pek Meslek’le Alaqalı bir Hayat yaşamasak da aynı Öbek altında toplanıyoruz işte.. Başbakan Erdoğan Bakanlar Kurulu’ndan İzin çıkarıyor, Veteriner Hekim Akif’in Tâce’d-Din Dergâh’ı Avlusu’na defnedilecek.. Her Wefât Haberi’nde olduğu gibi Muhsin bey’in Biyografisi’ni de göz’den geçirirken Veterinerlik Yılları’na şöyle bir kaydım kimi Tedâiler’den kendimi alamayarak.. Önce Akif’e uzanmalı, Asımlar’ı yazmak, yazabilmek için. 1921’in 12 Mart’ında Meclis Ayak’ta alkışlayarak Tâce’d-Dîn Dergâhı’nın İstiklal Marşı’nı Qabul ediyordu. ‘Allâh bu Millet’e bir daha İstiqlal Marş’ı yazdırmasın’ diyen Koca İnsan 1936’ya dek Cennet Watanı’ndan Cüdâ yaşamaya Mahkum edilecektir. 27 Aralık’ta Rabbi’ne Wuslat… 2.Dünyâ Savaşı’nın Başı’nda, Millî Şef Türkiye’sinde Dünyâ’ya Merhaba der ‘Evet ben bir Komunist’tim’ diyecek Şâir İsmet Özel.

Menderes’in 1954’lü Yılları’nda, Akif’in Terk-i Dünyâsı’ndan 18 Yıl sonra Rize’li Tayyip Erdoğan, İstanbul Kasımpaşa’da Dünyâ’ya gelirken, Şarkışla’da bir Anadolu Evi’nde Aralık Ayı’nın Sonları’nda Muhsin Yazıcıoğlu doğar. 68 Kuşağı’nın en Küçükleri’dirler. 68’li İsmet Özel Türk Solu’nun Manifestosu’nu yazmaktadır. 70li Yıllar’ın Gençlik Kamplaşması’nda Menderes Sağcılığı’ndan 2 Kanat doğmuştur. Muhsin Türkçüler’de, Tayyip İslamcılar’da bulur kendisini.. Üniversiteli Yılları’nda Muhsin Ankara’yı tanımıştır, Tayyip hep İstanbul’lu.. Birinin İdol’ü Türkeş’tir, öbürünün Erbakan142.. Evlendiğinde Çocuğu’na Necme’d-Dîn Adı’nı verecektir Tayyip. İstanbul Akıncılar’ı içinde sivrilir Müstaqbel Başkaban. Her İmam Hatip’li gibi Akif’i sevmektedir, Necip Fazıl’ı da sevmektedir, Üstadı’dır. Bu Sevgi MTTB Camiası’nda 4 Yaş Büyük

Ağabey’i Abdu’llâh Gül’le de tanıştıracaktır onu. Muhsin, Ülkü Ocaklar’ı Genel Başkan Yardımcısı’dır 20’li Yaşlar’da.. 1977 Seçimleri’nde Üstad Selametciler’e kızmış Türkeş’i desdeklemektedir.. MTTB Qayseri Teşkilatı’nın Üstad üzerinden yaşadığı Ayrışma’da Abdu’llâh Gül Selametçi kalmıştır. 1979 İran Devrimi Rüzgar’ı sallar Türkiye’yi. İstanbul Akıncıları’ndan Molla Sadre’d-Dîn’in Oğlu Metin Yüksel’in Fâtih Câmii Avlusu’nda bir Cum’a Namaz’ı Saati’nde Ülkücü bir Kurşun’la vurulduğu Haber’i gerer 2 Câmia’yı.. Tayyip Akıncılığın Acısı’nı, Muhsin Câmiası’yla anılan bu Haber’in Acısı’nı yaşamaktadır. Papa’nın vurulması, Abdi İpekçi Suikast’ı gibi bir Dizi İsim içinde anılan Muhsin’in Arkadaşlar’ı da vardır. 12 Eylül’de Muhsin Başkan 7 Yıl’ı Aşkın

Süre Zindanlar’a kalacak, Başkan Yardımcı’sı Abdu’llâh Çatlı Yurt Dışı’na kaçacaktır. Yurt Dışı’nda Musa Serdar Çelebi, Nizâm-ı Âlem Ocaklar’ı Adı’yla anılacak örgütlenmelere İmza atarken Muhsin Başkan Hapishane Sorgulaması’nda sonraki Hayatı’nı kurmaya çalışacaktır. Helikopter Kazası’ndan sonra Medya’da dönderilen bir Klip’te izliyoruz O’nu. Sâhil’de Deniz Yıldızları’nı Su’ya kavuşturuyor, Ova’da At sürüyor. Ve kendi Sesi’nden 1983 Zindanı’nda yazdığı (Mektup) Şiir Okunuyor. Bir Coşku var içimde bugün kıpır kıpır

142 Türkeş’in Oğlu 1 Kasım 2015 Seçimleri’nde Erdoğan’ın Partisi’nde Siyâset edecek.

Page 105: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

105

Uzak çok Uzak bir Yerler’i özlüyorum

Gözlerim parke parke Taş Duvarlar’da

Açılıyor Hayal Pencerelerim

Hafif bir Rüzgar gibi, süzülüyorum

Kekik Kokulu Koyaklar’dan aşarak

Güvercinler Ülkesi’nde dolaşıyor

Bir Çeşme Başı arıyorum

Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp

Mis gibi Nane Kokuları arasında

Ruhum’u dinlemek istiyorum

Zikr’e dalmış Herşey

Güne gülümserken Papatyalar

Dualar gibi yükselir Ümitlerim

Güneş’le kol kola Kırlar’da koşarak

Siz Peygamber Çiçekler’i toplarken

Ben Çeşme Başı’nda uzanmak istiyorum

Huzur dolu içimde

Ben Sonsuzluğu düşünüyorum

Ey Sonsuzluğun Sâhibi, sana ulaşmak istiyorum

Durun kapanmayın Pencerelerim

Güneşim’i kapatmayın

Beton çok Soğuk, üşüyorum

Çeyrek Asır Önce yazmış Ankaralı Veteriner Muhsin Başkan bu Şiir’i.. 1983 Kışı ve Baharı’nda Elazığ’da bir Bir Bodrum Katı Öğrenci Evi’nde Hayâtım’ı

biçimlendirecek Önemli Kararlar alıyordum. 17-19 Nisan 2009 Qur’an Okumalar’ı (25.Yıl Toplantılar’ı) için hazırlamaya başladığım ‘Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek’ Başlıklı Yazı’da 1983 Üşüme’si için şu Paragraflar’ı yazmıştım: (Soğuk bir Kış Günü’ydü, muhtemelen bir Ocak Ay’ı.. Öğrenci Evimiz’in Ocağı’ndaki

Ateş’in Odamız’ı ısıtmaya yetmediği bir Bodrum Kat’ı.. Generaller Türkiye’sinin, Öğrenciler’i ve

Toplum’u Apolitik İnşâ’ya Duçar ettiği 80’li Yıllar… Türkiye Karanlıklar’daydı, Türkiye üşüyordu.

Tüm Toplum gibi içimize kapanmış, Evimiz’e kapanmış, Mahallemiz’e kapanmıştık..

Üstümüz’ü örtmüş titriyorduk.. Dönem Hafî Zikr Dönemi’ydi, Rabb’eTazarruetme, el-Qalem’in

Eserleri’ni Tedris etme Dönem’i.. Ve Mütealliq Eserler’i.. Alaqa’yı hep Canlı tutma Dewr’i..)

80’li Yıllar’da da sürdü Tayyip’in Erbakan’ın Gözde Talebe’si olma Sürec’i.. Bir yanda Top koşturdu bir yanda Siyâset.. Partiler’in Ad’ı değişse de o Hep Milli Görüş Forma’sı altında Forwet’de oynadı. 1987 Referandumu’nda İkisinin Lider’i için de Siyaset Yasağı sona ermişti. Erbakan Refah Partisi’nin başına döndü, Türkeş Eski Milli Görüşcü Abdu’l-Kerîm Doğru’dan MÇP’yi Geri aldı. Parti Eski Adı’na döndü tekrar: MHP. 1991’e dek İkisine de Kapalı oldu Millet Meclis’i… Edibali’nin Islahatcı Demokrasi’sini de aralarına alarak Refah Parti’si Şemsiye’si altında MHP Kadroları’da Meclis’e taşındı. 1977’de Kadrolar yüzünden Necip Fazıl’la ayrışan Kanatlar, Kısa Süre Aynı Çatı altında Mitingler’e çıkıyordu. Sakarya Ayağa kalkıyor, Anadolu’nun Masum Çocuğu Tekbir diyordu. Türkiye’nin Qaderi’ni değiştiren bu İttifak’ı Almanya NRW’de izledim. Aynı Yıllar

Page 106: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

106

Regenburg’da Serdar Çelebi ile tanışıyor, Ülkücü Hareket’teki Evrilmeler’i

yakinen tanıyordum. Recep Karagöz o Dönem’den kalan bir Dost.. Hapis sonrası Siyâset Önce’si Hayat’ı Mağdurlar’ı kollamaya adanmıştır. Sosyal Yardım Derneği’ni kurar. 1991 Seçimler’i, Sivaslı Muhsin’le Kayseri’li Abdu’llâh Gül’ü Meb’us yaptı. Ekonomi okumuş, Yalçıntaş’a Öğrencilik yapmış, Cidde İslâm Kalkınma Bankası’nda çalışan Müstaqbel Cumhurbaşkan’ı, Baba’sı Ahmet Hamdi Gül’ün Partisi’nden, Erbakan’ın Sağ Kolluğu’na Terfi ederek Siyâset’e girmektedir. Milli Görüş’ün parlayan Yüzü’dür. 1991 Seçimleri Tüm Türkiye gibi Qayseri’de de Radikaller’in Siyâset’e bu Yeni Katılımlar’la katılmaya başladığı Yıllar. Arkadaşlarım’ın birer ikişer bu Çizgi’ye Desdek verdiklerini duyuyorum. 1993… Berlin’de Ulumu’l-Hikme Dersleri’ne başlıyoruz (11 Ocak).. Türkiye’den gelen Haberler’le ilk Kez Büyük Birlik Parti’si Marka’sı ile

tanışıyoruz (29 Ocak). MÇP’den ayrıldığı (Temmuz 1992) 5 Arkadaş’ı ile bir Süre nasıl örgütlenecekler bunun Arayış’ıiçinde olurlar. Muhsin Bey’in Wefâtı’na kadar 16 Yıl taşıyacağı Marka.. Gül’ün Çizgi’si Erbakan’la buluştuğu Yıllar’da onun Türkeş’le Yolları’nı ayırmıştır, Alperenler’in Siyâsî Başkanı’dır artık o. 1995 Seçimleri’nde Türkeş’le Ayrı Flamalar altında yarışacaktır Başkan. Türkiye Özallı Yılları’nı geride bırakmıştır. Refah Parti’si İktidar’ı devr’almaktadır. Bu Sürec’in her Aşaması’nda Büyük Birlik, Milli Görüş İqtidarı’na Karşılıksız Desdek verir. 1996’da D-8ler kurulur.. Sovyet’lerden özgürleşen Türk Dünyâ’sı gibi İslâm’ın Mağdur diğer Topraklar’ı da Muhsin bey’in Yakın İlgi’si altındadır, Alperenler’i bu Yön’e Kanalize eder. Ölüm’ü üzerine Yurdışı’nda yapılan Anna Törenler’i bunun Şâhid’i.. 28 Şubat’ta Tanklar’ın Üstü’ne

çıkandır Muhsin Başkan. 1994’de Yerel Seçimleri’nde İstanbul’un Şehr-i Eminliği Tayyip Erdoğan’a Emânet edilmiştir. Parti içinde Yıldız’ı hızla parlamaktadır. 28 Şubat, Partisi’ni kapattığı, Abdu’llâh Gül’ün Fazilet’te Recai Kutan’la Liderlik Yarışı’nı yaptığı Yıllar’da Zindanlar’la Erdoğan tanışır.. Suç’u Ziya Gökalp Şiir’i okumaktır. Ne Refah kalır ortada ne Fazilet.. Erbakan hep Yasaklı’dır, Türkeş 1997’de Dünyası’nı değiştirmiştir. Dünyâ çalkalanmakta, ABD Usame’yi arıyorum diye Afganistan, Irak’ı bombalamaktadır. Abdu’llâh Çatlı Kasım 1996’da Susurluk’ta ölmüştür, 1997 Nisanı’nda Türkeş. Cenazeleri’ne katılır. Milli Görüş, Kutan’la Yolu’na Dewam ederken, Raqib’i Gül, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden 2002 Kasım Secimleri’nden sonra Başbakan olmuştur. Erdoğan gibi artık o da Milli Görüşcü değildir, Gömlek çıkarmıştır. Muhsin

Başkan’ın Din’e Yaklaşma Qarar’ı ile koptuğu Başkanı’ndan, Gül-Arınç-Tayyip Dinsel Siyâset’i bırakma Adı’na ayrışmışlardır. Derin Dewlet’i Tatmin etmek ne Mümkün.. Hükümet Ayışığı, Sarıkız, Eldiven Operasyonlar’i ile uğraşırken Muhsin Başkan Desdek verir Millet’in İrâdesi’ne… Hükümet ABD ile Ortadoğu’da Stratejik Ortaklıklar’a İmza atarken Mart 2003 Tezkeresi’nde Muhalifler Safı’nda yer alır Muhsin bey. E-Muhtıra falan filan… 2007’de Abdu’llâh Gül’ü Başbakan yapan Yol’u açanlar içinde Reis de yer alacaktır. Bağımsız seçilmiş , tekrar dönmüştür Markası’nın Başı’na: Büyük Birlik. 12 Mart 2003’te Tenwir Partisi Mail Grubu’nu oluşturuyorum, sonraki Yıllar İsmet Özel İstiqlal Marşı Derneği’ni kuruyor. Akif’in Torun’u Komunist Partisi’nin

Page 107: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

107

Başkan’ı olmuştur. Muhsin bey, Akif’in Ölüm Yıldönümleri’nde Tac’ed-Dîn

Dergâhı’nda Dua ediyor. 10 Kasım 2008’de Uçağım Cidde Havaalanı’na indiğinde, Cidde’den geçmiş Cumhurbaşkanı’nı hatırladım.. Uçmak, Uçaklar, Kuşlar üzerine düşündüm bir Süre.. 25 Mart 2009’da Muhsin bey’in Kuş’u Maraş Dağları’na düşüyor… Yaralı’dır , belki Ölü..‘Üşüyorum’ Şiir’i ile Gözyaşı döküyor Alperenler, ‘Başkan Türkiye üşüyor’ diye ağlıyorlar. 29 Mart Seçimleri’nde Sivas Sandığı’nın üzerinde bir Gül vardır.. Sivas Oyları’nı Büyük Birlik’e Emenat etmiştir. 880 bin İnsan Parti’ne Oy verdi, Sivas Şehr-i Emin’i Sen’sin. 31 Mart’ın (13 Nisan 1909) 100.Yılı’nda Ankara’da Büyük Birlik var.. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Tayip, Muhsin bey için Kocatepe Camii’nde Saf tutuyorlar. Cenaze Duası’nı DİB Ali Bardakoğlu okuyor. Tacettin Dergah’ı (merkepleşmemiş) bir Yiğido’yu Ağuşu’na alıyor. Gavur’la savaşan Türk, Türkçü-

lüğü dönüştürüyor. Muhsin bey Başarılı bir Senaryo’dur. ‘Evleri’nin Önü Boyalı Direk’.. Uğurlar olsun ‘Sonsuzluğun Sâhibi’ne’ uçan Kuş.. Uç ve Yücel. Sivas Eli’nde Saz’ın çalınıyor.

NİKSAR NİKSAR’DA ERBAÎN ÇIKARMAK143

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm, 25-26 Nisan Târihleri’nde, Niksar ve Erbaa’da olmak üzere bir Otobüs

Dolusu Arkadaşımız!la yine bir Kamp Buluşması’nda bir araya geldik. 3 Seminerim olacak, ilkini şimdi veriyorum. Bunlara Kent Seminerler’i diyoruz. Her gitmiş olduğumuz Şehir’de O Şehr’in Târihi’ni Genel Bakışta Arkaplan’da tutarak, ama ora üzerinden bir Algıda Seçicilik ile, bizim Bugünümüz’ü ilgilendiren Yönler’i birbirine bağlayan ve Nihâî olarak var olmamızın, Allâh’a olan Nisbetimiz’in perçinlenmesine Wesile olan bir Seçim’le bir Kompozisyon devşiriyor, bir Sunum hazırlıyorum. Bugünkü Seminer Başlığım; Niksar’da Erbaîn Çıkartmak Şekli’nde olacak. Erbain Kelimesi’nin Esin Kaynağı Erbaa,(4) olsa da, yarın gidecek olduğumuz Şehir itibari’yle; Eski Osmanlıca’da “Erbain çıkarmak”, “Çile çıkarmak”, “Kırkı’nı çıkarmak” gibi, Önemli Çağrışımlar’ı olan bir Deyim’e dayanıyor. Erbain çıkarmak bir Muhâsebe’dir, Yüzleşme’dir bir Yönü’yle. Demek ki Niksar’da bir Önemli Muhâsebe’yi Nazarlarımız altına alalım, Arkadaşlarımız’la konuşalım Arzusu’na bir

Wesile edinmiş oluyoruz bu Başlığı atarak. Bu Wesile ile, çıkarttığımız Ders’in Hayatımız’da bir Yol Açıcı Yeri olmasını Arzu ve Umut ediyoruz. Niksar da buna Şâhitlik etmiş olacak. İlk Seminerim bu.

2 Seminerimiz daha var. Onlar da bu Akşam Şehriniz’de bulunmasak da yapacak olduğumuz Tertil Dersleri’nin buraya uyarlanmış Şekl’i oluyor. Hangi Hafta’ya hangi Gün’e O Tertil Akşamı’nın hangi Bölüm’ü denk düşmüşse, O Bölüm’ü gittiğimiz Şehir’de okuyoruz. Bugün Akşamleyin V.Tertil Serisi’nde yer alan Şuâra Sûresi’nin içindeki Sâlih a.ın Qıssa’sı buranın Payı’na düşmüş oldu. Onu 25-26 Nisan Târihi’nde Niksar’da okuduğumuzun Bilinci içinde, Tefekkürümüz’ü

143 25 Nisan 2015, Cumartesi

Page 108: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

108

oraya yoğunlaştırarak, Sinemiz’in ve Ufkumuz’un Tedâileri’ne, biraz da serbestçe

bizi bu Taraf’a doğru çekmesine İzin vererek, sizlerle bir Şeyler paylaşmaya Çaba sarf’edeceğim. Pazar Gün’ü de Erbâin’e doğru Yol’a çıkmadan önce, Pazar Seminerimiz var. Ordaki VII. Tertil Serimiz olan Hûd Sûre’si okumaları’nı yapıyoruz. Buraya denk gelen Bölüm ise İbrâhim a. İle ilgili oldu. Yani arka arkaya 2 Gün, aslında Sûre Sıralaması Açısı’ndan da arka arkayalık Durum’u çıkıyor. Şuâra Sûresi’nde okuyacağımız Sâlih, Sûre’nin Dewâm eden Qıssa’sı İbrâhim a.’ı, Hûd Sûresi’nde bu sefer Tâqib etmiş olacağız. Tabiatiyle Niksar’da olmanın getirmiş olduğu Katkıları da, Qayseri’de olmanın dışında, O Sûre Okumaları’nda, sizler de farq edeceksiniz, yakalamaya (Tesbit etmeye), Hâfızamız’da bir şekil’de naqş’etmeye çalışmış oluruz.

2009’da başlattığımız

Buluşmalarımız’ın XIII. Serisi’ni Niksar oluşturuyor. Çoğunlukla Dewâm etmiş olanlarımız biliyorlar ama gittiğimiz Yerler’de Ev Sâhiblerimiz’den Kampımız’a Misâfir olanlar için de kısa bir Ekleme yapıyoruz, Amaçladığımız Şey’i açıklamak Açısı’ndan. Çok farqlı bir Konsept kullandığımızın farqı’ndayız. Normalde, Malum bir Şehre başka bir yerden bir Konferansçı, Hatib, Sohbet eden birini Dâ’wet edersiniz. O da gelir yanında bir iki Kişi ile berâber belki en fazla, Konuşması’nı

İcrâ eder, ve ayrılır gider. Veyahut bir Panel Toplantılar’ı olur, orda Fikir Müzâkereleri’nde yer alınır, Dâwetliler vesaire olur. Bu Konsept’te kullanmıyorum Toplantılar’ın içerik ve Düzeni’ni. Daha Farqlı bir Şey’i deniyoruz. Kendimiz gideceğimiz Şehirler’i kendi Programımız’a göre belirliyoruz, bir önceki yaptığımız yerle Büyük bir Oran’da İrtibatlı oluyor. Konu ve Akış Dewâmlılığı Açısı’ndan, kurulan bir İrtibat’a binaen Tesbit ettiğimiz Şehir, Kampımız’ın Rotası’nı çiziyor.

Normalde Qayseri’de berâber bu Dersler’i yapmış olduğumuz Arkadaş-larımız’a açık, onlardan Waqt’i Müsait olanlar da bizim bu Seferimiz’e İştiraq ederek bizle beraber buraya gelmiş oluyorlar. Gittiğimiz Yerler’deki Arkadaşlarımız’la, Tanış olduğumuz Ev Sâhiplerimiz de kendi Arkadaş Çevreleri’ni getirdikleri için orda aynı İklim’den beslenen İnsanlar’ın olduk-ları Ortam’da, Kozmopolit bir Kitle’yi hedeflemeden, Meseleler’i Müzâkere etme Şansı’nı birlikte elde etmiş oluyoruz. Bizim Qayseri Tertil’imiz’deki bu Konular’ı nasıl ele almaktayız, nasıl Duyarlılık geliştir-mekteyiz, buna Tanıklık etmeleri, Katkılar’ı ne, Eleştiriler’i ne, sunmalarını sağlamış oluyoruz. Bu Arkadaşlarımız’dan sonraki bizim Kamp Programımız’da Otomatikman Da’wetlilerimiz olarak katılmalarına Kapı da açmış oluyoruz. Diğer

Dolayısıyla Qur’ân Okuma’nın, Özgül Ağırlığı Ağır olan bir Yükümlülük

olduğunu söylüyoruz. Tabiatıyla bunun

üstlenilmesi, Qabul edilmesi, yaşanılması biraz zor oluyor. Çünkü, yaşadığımız Küresel Çağ, İnsanlar’ı alabildiğince Libere etti, (özgürleştirdi !). Büyük Cemaatler bir yana, Âileler, artık en Küçük, az Sewiye’ye indirgendi. Kişi

Tekil olarak yaşıyor Hayâtı’nı. Sanal Dünyâ’sı ile

bir de kendisi var, Hayât’la kurmuş olduğu İlişki Tarzı bu. Bireyselciliğin varacağı

en Uç Nokta, Tecrübe ediliyor. Dolayısıyla

‘Kimse’nin Tavuğu’na Kış deme’ Haqqınız yok.

Page 109: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

109

Kamp Katılımcılar’ı gibi, Aslî Unsurlar’ı olarak gittiğimiz yerden Yeni Katılımcılar’ı

da bu şekil’de bekliyoruz. Toplantıları zenginleştirme, içeriğini dol-durma, müzakere ve Önerileri’ni sunma Konusu’nda, aynı İklim’i soluyan Tertil Okurlar’ı olarak, Katılımcılar’ın hepsinin Ortak bir Duyarlılığı beslemesini bu Şekilde Teşwiq etmiş oluyoruz.

Biz Qur’ân-ı Kerîm’i 13 Sene’de Peygamberimiz’in Mekke’de İnsanlar’a Okuma Tarzı’nın, çok Özel bir Okuma Tarzı olduğunu ve Bu Büyük Sünnet’in Pek İcra edilemediğini, Ehl-i Sünnet Mahlası’nı kullanan İnsanlar arasında dâhi, Sünnet’in çok Aslî olan Alan dışında, Tâlî Unsurlar’a indirgendiğini görüyoruz. Sünnet, Bir Hayat’ın Prototip’i ise, Peygamber’in üzerinde akmış olduğu Hat’taki Hayâtı’nı waqf’ettiği Yaşama Tarzı’nı, Dawasını, Onun İşleme Tarzını Dert edinen yapılanmaların, Oluşumların, Yaşama Tarzları’nın Örneklenemediği Qanaati’ndeyiz. Haddi zâtında Sünnet, Taqib edilmiyor, diyoruz. Sünnî olmak demek, Ehl-i Sünnet

olmak demek, Sırât-ı Müstaqîm’de olmak demek, Mekke Koşulları’nda yaşayan Müslümanlar’ın Hz. Peygamber’in Davranışları’nı, Davranış edinmesidir. Kendi aralarında ve Karşıtları’na karşı, en temel’de ‘Makro bir Çerçeve’ varsa, artık içeriğinde doldurabildiğiniz Uygulamalar Ahlâq, Edeb, Şümullendirebileceğiniz Müstehablar vs. bunlar da girer. Ama sizin bir Tesbih Tane’si Boncukları’nı tutacak bir İpiniz yoksa ortada birbirine bağlayabileceğiniz bir Dizi Düzeneğiniz de olmayacaktır. Ortada bir İlâfsızlık, Bağlantısızlık İlintisizlik Durumu ortaya çıkacaktır.

Bugün sunacağım Kent Seminerleri’nin Ana Temaları’ndan bir Tâne’si, İ’lâf Konu’su olacak. Bunu Erbaa üzerinden, bu Kent’in Çağrışımlar’ı üzerinden de biçimlendirmeye çalışacağım. Türkiye’nin dâhil Müslüman Dünyâ’nın bir zamanlar Müslümanlık’la yoğrulan Toprakları’nın tekrar Hayat’a kendi Ayaklar’ı üzerinde

durarak bakabilmeleri, gelebilmeleri, hissedebilmelerinin de Yegâne Yolu’nun bu olduğunu düşünüyoruz. Rasûl’ullâh’a 13 Yıl boyunca Mekke’de verilmeyen İzinler’le bizim de İzinli olmadığımızı, bunlarla İnsanlar’ı istemedikleri bir Hayât Biçimi’ne İcbâr edemeyeceğimizi, Toplumsal Değişim’in, Farqlılaşma’nın, Dönü-şüm’ün İnsanlar’ın İrâde’si ile şekillenebileceğini ve Kentlerimiz’in Allâh’ın Kelimeler’i ile feth’edilebileceğine İmân ediyoruz. Qur’ân’ı bu Şekil’de, Tefsir Ders’i olarak okumuyoruz. Qur’ân’ı bir Hayât Okuması, bir Hayât Tarz’ı olarak yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamımız’ın herhangi bir Periyodu’na birbirimize Tanıklık etmiş olarak orada Yansıması’nı görmek istiyoruz. O Tanıklığımızın getirmiş olduğu Şehâdet’in Sorumlulukları’nı da yükleniyoruz. Tashih etme veyahut Yüreklendirme, Asr Sûresi’nde somutlaşan Şekli’yle, aramızdaki İlişkiler Welâyet İlişki’si şekli’nde biçimlenmiş oluyor.

Dolayısıyla Qur’ân Okuma’nın, Özgül Ağırlığı Ağır olan bir Yükümlülük olduğunu söylüyoruz. Tabiatıyla bunun üstlenilmesi, Qabul edilmesi, yaşanılması biraz zor oluyor. Çünkü, yaşadığımız Küresel Çağ, İnsanlar’ı alabildiğince Libere etti, (özgürleştirdi !). Büyük Cemaatler bir yana, Âileler, artık en Küçük, az Sewiye’ye indirgendi. Kişi Tekil olarak yaşıyor Hayâtı’nı. Sanal Dünyâ’sı ile bir de kendisi var, Hayât’la kurmuş olduğu İlişki Tarzı bu. Bireyselciliğin varacağı en Uç Nokta, Tecrübe ediliyor. Dolayısıyla ‘Kimse’nin Tavuğu’na Kış deme’ Haqqınız yok. Mahalle’nin eskiden Kabadayılar’ı olurdu, Mahalle Terbiye’si denen bir Şey vardı. Mahalle Baskı’sı bir başka Güzellik’ti. Bugün Mahalle deyince İnsanlar’ı İrrite edici, Qabul edilemez bir Şey. Onun Onuru’na dokunuyor ve Bir Müslüman olarak da bunu yapmaya Haqlarınız’ın olmadığını da düşünüyor İnsanlar. Bırakın Yaşıtlarınız

Page 110: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

110

üzerinde, Küçükleriniz üzerinde bile Ağabeylik/Ablalık denilince alınıyorlar. Biz bu

İlişki Tarzı’nı Gayr-i Ahlâqî buluyoruz, Dürüst bulmuyoruz. Çünkü Qur’ân-ı Kerîm’den edindiğimiz Cemaat İlişkisi, Welâyet İlişkisi bunun ötesinde bir Şey’e Tanıklık etmiş oluyor.

Erbaîn Çıkartmak, bir Şey’in Çilesi’nde yoğrulmak demek. Onu Çile edinen İnsân’ın Çile edindiği Şey üzerinde derinleşmesi demek, Düşünmesi, Tefekkür etmesi, Onun Muhâsebesi’ni vermeden İnsan içine karışmaması, Bir Süre Halwet etmesi, Kendine çekilmesi demek. Yani, Hira’ya çekilmek. Bu bağlam’da kullanılan bir Deyim. Peygamberimiz’in Mekke Yılları’ndan okuduğumuz Sûreleri’nden bir Tâne’si Qureyş Sûre’si. Orada Qureyş’e Allâh’ın Î’lâfı’ndan, Onların arasında gerçekleştirmiş olduğu İqtisâdî, Siyâsî, Güvenlik Ortamı’ndan bahs’ettiğini, bunun Qadr-ü Qıymeti’ni iyi bilmelerini, bunu sağlayan İçlerindeki Kent’in Rabb’i, Beyt’in Rabb’i olan Allâh’a Ubudiyet’le Hâlis Niyetle Dewâm etmeleri gerektiğine dâir

Yükümlülükler’i okuruz. Yaz ve Kış Yolculukları’ndan

bahs’edilir, bununla sağladıkları Ekonomik Hayat’ta onları tutan Gelir ve İmkanlar, Yaz ve Kış Yolculuklar’ı Şitâ we’s-Sayf Rıhleleri’nden. Biz de Sene’de İki Defa Bu Âyet’e Teşbih etmiş olduğumuz Şey’i amaçlayan İki Rihle Planlamış oluyoruz. Biri Bahar’dan Yaz’a doğru Sayfî Rıhle; diğeri Kış’a doğru Ekim Sonu’nda yapmış olduğumuz Şitâî Rıhle. Burda Qureyş’in Îlâfı’nı arıyoruz. Qureyş biziz, Müslüman

Ümmet. Bugün Dünyâ’nın Bütün Toprakları’nda İşgal altında olan Mazlum Halqlar, Eski bizim Teb’a’mız olan, Zimmetleri’ni üzerimize aldığımız, -hatta Ehl-i Kitâb ta buna dahildir-, Küresel Roma’nın, Küresel Empeyalizm’in İstikbâr’ı altında, Kişilikleri’nden, Şahsiyet-leri’nden, İnançları’ndan, Herşeyleri’nden boşaltılarak, İstismar edilip, çekişti-riliyorlar. 7 Milyar İnsan, Görünmez

Ecinnîler tarafından Denetim altına alınıyorlar. Böyle bir Tuhaf Dünyâ’ya gitmekteyiz. Ve Aramızdaki Tesânüd’ü, Dayanışma’yı gerçekleştirmedikçe, gereksiz

Sun’î; Târih’in, Toprağın üretmiş olduğu, İhtilaflar’ı, Mezhebler’i, Tariqatlar’ı, buradan Menşei’ni alan Onlarca Mesele’yi büyültmeyip, küçülterek, bizi birleştiren Unsurlar’ı Aslî Unsur olarak Önplan’a çıkartmadıkça da Î’laf, (Î’lâf’-ı Qureyş, Müslüman Qureyş’in Î’lâf’ı) ortaya çıkmaz. Bu anlamda Görüşmek, Tanışmak, İrtibat kurmak; Mahaller’i Mahalleler’le, Şehirler’i Şehirler’le, Ülke-ler’i Ülkeler’le tanıştırmak, berâber İş yapmaya onları zorlamak, yanaşmayana karşı öfkelenmek, zorlamak (Liberal Takılmasına, ‘bana kimse karışamaz, Mahalle’nin Abisi mi?’ demesine İzin vermeden) Karışma Haqqımız’ı kullanmak gibi Düsturlarımız, İlkelerimiz var. Bunları Ahlâq biliyoruz ve Savunması’nı yaparak da yaşamaya Çaba göstermiş oluyoruz.

Erbaîn Çıkartmak, bir Şey’in Çilesi’nde

yoğrulmak demek. Onu Çile edinen İnsân’ın Çile

edindiği Şey üzerinde derinleşmesi demek, Düşünmesi, Tefekkür

etmesi, Onun Muhâsebesi’ni vermeden İnsan içine karışmaması, Bir Süre Halwet etmesi,

Kendine çekilmesi demek. Yani, Hira’ya çekilmek. Bu bağlam’da kullanılan bir

Deyim.

Page 111: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

111

Dolayısıyla 6 Ay’da bir yapmış olduğumuz Îlâf’ın, en Şümullü, en Geniş olan

Boyut’u, Müslümanlar bir başara-bilseler, Gerçek Anlam’da İçeriği’ni doldu-rabilseler, Sene’de bir yaptığımız Hacc Buluşmaları’dır. Yani 9 Zilhicce’de baş-layan Büyük Mâide Bayramı’dır, Qurbân Bayramı’dır. Bütün Ümmetler’in Onlarca Yüzlerce Farqlı Dil’den, Etni-site’den, Anlayış’tan, Mezheb’ten, Meşreb’ten İnsan’la orada, ve orada hiçbir Evsahibi yok, Bir Beyt var, Beyt’in Etrafı’nda şekillenen bir Târih var. Adımı’nı attığınız her bir Kare’de inen Âyetler var, Olaylar var. Bütün bunlarla yoğunlaşıyorsunuz ve kimse diğeri’nden daha fazla Söz Sâhibi olmadığı Allâh’ın Beyti’nde Allâh’ın Halq’ı oluyorsunuz. Ehl’ullâh diyorsunuz, Ehl-i Beyt diyorsunuz.

Orası böylesi bir Yer. O anlamda Özgürlük Evi’dir. İnsanlar’ın Ayağa kalktığı Yer. Ama Bugün bunu İnsanlar’a Kâ’be gerçekten yaşatıyor mu? Hayır, Kâbe’nin Rabb’iyim diyen İnsanlar var, Mekke’nin Medine’nin Sâhibler’i var. Öyle Cafcaflı

Sahte Tewâzu İfâde eden Kelimeler’le maskelenebilecek Şeyler değil. Mekke Medine’nin Tepesi’nde Suud Krallar’ı ve onun Şürekâ’sı birer Hâdim’ül-Haremeyn’i değil, Hâkimleri’dirler. Bu Egemenler Bugün 10 Ülke arasında bir Koalisyon gerçekleştirerek, kendi Coğrafyaları’nda, Cezire’nin ta Ucu’ndaki bir Ülke’ye karşı Savaş yürütüyorlar. Aqıl-Mantıq alıyor mu, Allâh İnsanlar’ı nereden bakmaya çağırıyor, ve Bizse nerede Î’laf gerçekleştiriyoruz! Siz B.A.E., Suudi Arabistan, Katar falan fişman Onca “Entarili Arab’ı” toplayacaksınız, aralarında Î’laf gerçekleştirmek üzere. Kime karşı, İsrâil’e mi? Hayır, başka Yarımada’nın Ucu’ndaki Yönetim’/Halq’a karşı. ‘Gözü’nün üstünde Kaş’ın var’ diyerek adeta bu mu Savaş Sebeb’i!

Koalisyon’un 10 Parçası’ndan bir Tâne’si Mısır’dır. Mısır’ı hatırlıyorum Erbaa nedeniyle. Rabia da 4 demekti. 4 Sene önce 2011’de başlayan “Amerikan

Bahar’ı” Dünyâ’yı kavurduğunda, onun Sonuc’u olarak Mısır’da Halq Ayaklanması gerçekleşmiş ve Türkiye Dâhil Her Yer’de Parmaklarımız’ı Râbia Kelimeleri’yle göstererek bir Söylem, Duyarlılık geliştirdik. Ne oldu Mısır’da bu İdealler Bugün İqtidar olduğu için mi Kitleler bundan boşaldı. Tepe’ye gelen İnsan, Amerika’nın değiştirdiği bir İnsan’dı. Hüsnü Mübârek kullanılmış, Kullanma Târih’i bitmiş olan bir Adam’dı, onu Ekarte etti Amerika, yerine Sisi’yi getirdi. Bir ara “Eğer Uslu durursan sana Görev’i bırakabilirim” diye Mursi’yi denedi, Denetim dışına çıkacağını anladığında da Görev’den aldı. Kulağı’nı tutup çekti. Getirirken de Kazançlı çıktı, götürürken de. Sisi ile “Sen ‘Qâtil’sin seninle El tokuşmam” diyen kendi Yönetimimiz, bunda bile Sonuna kadar durabildi mi? Dursa ne yazardı? Sisi Qâtil de O Qâtil’i O Maqam’a getiren daha Üst’teki İrâde Qâtil değil mi? ‘Onunla aynı Masa’ya oturup onun Komutanı’yla oturmamak’ diye Babayiğitlik mi taslanmış oluyor. Bu ayrı

Mesele de, Kendi durduğun yer’den dâhi, durduğun Yer’e Tanıklık edemedin, Sisi’nin içinde yer almış olduğu 10’lu Koalisyon’da, Sisi ile berâber Suud’un Koalisyonu’na birlikte İştiraq edebiliyorsun.

Koalisyon (yani Dersimiz’le Bağlantılı konuşursak), î’lâf’tır bu. Yâni, Qureyş, Ceziretü’l-Arab Ülkele’ri bir Î’lâf gerçekleştiriyorlar. Bu Ülfet’le ‘bir Arab Ordu’su oluşturacağız’ diyorlar. Bu Ordu neye Müdâhale edecek? Gerçekleştirdikleri Moment, İslâm-Küfür Çatışması mı, Doğu-Batı mı Kriteri’ne vuruluyor, hayır. Ceziretü’l-Arab İdealizmi’nin kurguladığı Din Anlayışı’nın Deklere edilmiş olduğu Maddeler’i arka arkaya sıralıyorsunuz, Bölge’de bunları Tahkim mi edeceksiniz? Gerekirse Nato’dan Yardım alacaksınız, gerekirse Amerika’nın Dost’u Pakistan, Ödün vermiş Sudan vs. diğerleri’nden Yardım alacaksınız, Yemen üzerine

Page 112: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

112

yürüyeceksiniz. Burada Arab Ordusu’nun asla İsrâil’le Savaş diye bir Madde’si, bir

Umde’si yok. Sayıp döktüğü İlkeler’i Etrâfı’nda bu nasıl Î’lâf, nasıl Birliktelik, nasıl Râbia, nasıl Erbaa?

Mahallemiz’den başlayıp Sorunlar’ı daha Büyük Alan’da görerek bizim de bir Îlaf’ımız var. Bizim de bir On’lu Îlaf Projemiz var. En azından Dua kabilinde Allâh’a sunduğumuz, Hassasiyetimiz’i arz’etmiş olduğumuz. (O’nu Öğleden sonra Arkadaşlarımız Panoramalar’da sunacaklar.)

Gelmeden önce Şehrimiz’den, gitmiş olduğumuz Şehir’le Alaqalı Bağlantı Noktalar’ı arıyoruz. Bu Î’lâf’ı arama, Sinir Uçlar’ı, Tokuşma Noktalar’ı, Köprüler Mâhiyeti’nde Yakınlıklar kuruyoruz. Çünkü istiyoruz Qayserili Aqraba olsun Sivaslı’ya, Niksarlı’ya. Aynı Hamur’dan

yoğruldular, aynı Târih’ten geçtiler, Hayat’ın Hengame’si içinde farq’edilemeyen Hâfızalar’da Mewcut İnci-Mercanlar’ı tekrar Günyüzü’ne çıkartmaya yoğunlaşıyoruz, ilgili bir İki Şehir Dersi’ni gelmeden önce buna hasr’ediyoruz. Aynı Şey’i Niksar için de yaptık (ve Arkadaşlar neleri farq’etmiş oldu) bunları Satır Başları’yla özetleyelim.

Niksar’a Qayseri ile Bağlantı kuracak çok Quwwetli Alaqalar var, 2 Şehr’i berâber anmayı gerektirecek ve

Kardeşliği pekiştirecek çok Quwwetli Bağlantılarımız var. Bunları, Qayseri’de gelmeden önce, bir Qısmı’nı işledik.

En başta Niksar’ın ‘Şuyu bulan değil de Wuqu bulan’ İsmi’ne değinirsek, İmparator Tiberius Zamanı’nda (MS.14- 27) O’nun adına Yeni Kayser için Şehr’in Ad’ı kendisine İthaf edilmiş. Ondan önce Pontus, Pers, Romalılar’ın verdikleri İsimler var. Nova Kayseriya, (Yeni Kayser) deniyor Niksar’a. Yeni Sezar’ın Yeni Şehr’i. Çünkü Romalılar Cumhuriyet

Dönemi’ne İmparator Augustus Zamanı’nda geçmişlerdi, Hz.Îsâ’nın doğduğu Zaman’da. O Qayzer (Sezar Augustus) Adı’na birkaç Şehir var, bunlardan biri de geldiğimiz Şehir Qayseri. Kendisinin kurduğu Kent Anlamı’nda, Sezar’ın Şehr’i deniyor geldiğimiz Kent’e. Tiberus ta demek ki Roma Tahkimi’ni Kapadokya üzerine

geçirirken, âdeta önceki Sezar’a Nisbet yaparcasına Niksar’da kendi Adı’nı görmek istemiş. Qayseri de Roma’ya adanmış, Niksar da Roma’ya adanmış İki Şehir. İkisini

Bütün Ümmetler’in Onlarca Yüzlerce Farqlı Dil’den, Etni-site’den, Anlayış’tan, Mezheb’ten, Meşreb’ten İnsan’la orada, ve orada hiçbir Evsahibi yok, Bir Beyt var, Beyt’in Etrafı’nda şekillenen bir Târih var. Adımı’nı attığınız her bir Kare’de inen Âyetler var, Olaylar var. Bütün bunlarla yoğunlaşıyorsunuz ve kimse diğeri’nden daha fazla Söz Sâhibi olmadığı Allâh’ın Beyti’nde Allâh’ın Halq’ı oluyorsunuz. Ehl’ullâh diyorsunuz, Ehl-i Beyt diyorsunuz. Orası böylesi bir Yer. O anlamda Özgürlük Evi’dir. İnsanlar’ın Ayağa kalktığı Yer. Ama Bugün bunu İnsanlar’a

Kâ’be gerçekten yaşatıyor mu? Hayır, Kâbe’nin Rabb’iyim diyen İnsanlar var, Mekke’nin

Medine’nin Sâhibler’i var. Öyle Cafcaflı Sahte Tewâzu İfâde eden Kelimeler’le maskelenebilecek Şeyler değil. Mekke Medine’nin Tepesi’nde Suud Krallar’ı ve onun Şürekâ’sı birer Hâdim’ül-Haremeyn’i değil, Hâkimleri’dirler.

Page 113: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

113

de Roma’nın Cumhuriyet Sonrası 2 Büyük İmparator’u onarmış, yeniden Dizayn

etmiş. Dün Roma Tahtı’nda, Bugün Türkiye Cumhuriyeti Tahtı’nda 2 Şehir birleşiyor. Niksar ve Kayseri’nin Qader’i o Taqdir de ya Roma’nın Kent’i olarak Dewâm etmek şekli’nde ya da Müslüman Niksar’ı Konu ettiğimizde göreceğimiz üzere, ya da evet Medine’nin bir Kapı’sı olarak Niksar’ı Qayseri’yi Qader Birliği etmiş olarak göreceğiz demektir.

Ülkemiz şu yaşadığımız 2 Ay içeri-sinde bir Seçim gerçekleştirecek, 7 Haziran’da. Seçim için Önümüz’e Yöne-ticiler ‘Yeni Türkiye Sözleşmesi’ Adı’yla, 100 Madde’ye ulaşan bir Bildirge Taqdim ettiler. Bu Sözleşme 2023’te tamamla-nacak olan Türkiye’yi 100. Yılı’na taşıyacak Büyük Dönüşüm Adı’na ifâde-lendiriliyor. ‘Teklifimiz’dir’ demiş oluyor Hükümet, Parti Programı dışında (150 Sayfa’yı tutan daha Uzun bir Metin) âdeta bir Sosyal Kontrat Mânâsı’nda kendilerini İmzaladıkları bir 100 Madde’yi Sivil Toplum Önü’ne, Qanaat

Önderleri’nin, Siyâsî Partiler’in Tartışması’na açıyor. ‘Siz de altını imzalayın, varsa İtirazınız neleredir, bunları Sözkonusu edin, Müşterekler kalsın, gerisini konuşalım, Uc’u açık ama düşünürseniz hiçbirinizin İtiraz etmeyeceğini bildiğimiz 100 Madde’dir bunlar. Evrensel Doğruları-mız’dır, zâten biz içimizde bunları, İtirazlarınız’a elvermeyecek şekilde Formüle ettik, Ortak Şeyler’i yakaladık maddeleştirdik.’

Bizim Okumamız Açısı’ndan bu 100 Madde, Qayseri’yi de, Niksar’ı da, gezdiğimiz diğer Şehirler’i de, Türkiye’yi de Medine’nin Kapı’sı yapmaya çağıran bir Sözleşme değildir. Sivilizasyon’a daha Quwwetle Entegre etmeye çağıran Roma’nın 2 Şehr’i olmaya daha hızlı Adım’la gitmeye götüren Sözleşme Maddeleri’dir. Sözleşme’nin değil 1, 2, 3, 4 Madde’si, Ana Çatısı’na, Fikri’ne Temel’den karşıyız. Dolayısıyla Niksar ve Qayseri, Roma’nın Mâmelek’ine bir

Dönem girmiş, onun Tahkim ettiği İki Kent, hem de Hz. Îsâ a.’ın Hayât’ta olduğu dönemde, Augustus Doğumu’na Tanıklık eden (görmese de Hz. Îsâ’yı, onun Dönemi’nde onun Toprakları’nda Dünyâ’ya geldiği için), Tiberius da Hz. Îsâ’nın Görevi’nin Son Yılları’na kadar yaşayan öteki Sezar, Hz. Îsâ ve Mü’minler’i Mahkum eden 2 İmparator’un Sâhib olduğu Topraklar’dır. Yani, O Roma’ya İhbâr edildi-ğinde, tâ Roma Şehri’ne (Başkent’e) jurnallendiğinde Senato’nun Başı’nda Ülke İdâresi’nde Tiberius bulunmaktadır. Ve Tiberius Niksar’ı kendi Şehirleri’nden biri olarak anmış.

Hz. Îsâ a.’ı bizi Peygamberimiz’e taşıyan bir Köprü, yahut bizi O’na taşıyacak bir î’lâf nokta’sı, bura (Qayseri-Sezar-Augustus-İmparator-Roma-Hz. Îsâ’nın Roma’da ve Roma’ya Tebliği) üzerinden de bir Müşterek Nokta görebiliriz.

Geçelim Orta Anadolu’nun ve Karadeniz’in birçok Şehri’ndeki Müşterek

olan o Arkaik Târih’i, Hititler, Frigler gibi Niksar da bundan aynen bir şekilde Pay almış. Bunları Qayseri’de Kent Ders’i olarak işledik. Oraya refere edelim. Müslüman Niksar’a geçelim.

1105 Târihi’nde Ölüm Târihi’ni verirsek, Kent Gezisi’ne çıktığımızda Adı’na varolan Mezarlık içindeki Türbesi’ni de gezeceğimiz Danişmengâzî, Melikgâzî, Ahmed Gâzî, Gümüştegin Gâzî Adları’yla parça parça andığımız, bu İsim’deki Büyük Komutan üzerinden de Qayseri ve Niksar bir araya geliyorlar. Danişmendliler, Selçuklular’dan önce özellikle Orta Karadeniz ve Orta Anadolu’nun İslamlaşmasında Büyük Rol İcra etmiş Gaza Adamlarıdır, Alp Erenler’dir. Eren, Bilgin; Alp ise Savaşçı Mânâsı’na geliyor. Sözü’nü ettiğimiz Danişmend Gâzî’nin Babası’nın Adı’dır Danişmend. Farsça’da Danişmend, bir

Page 114: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

114

Öğretmen, bir Bilge Adam olarak bu Unwân’a Sâhip’tir. Onun yetiştirdiği Oğlu

Danişmend ise Alparslan’ın Komutanlar’ı arasında sivrilmiş, ve aynı şekil’de de Danişmend olarak da Şehzâdeler’in Eğitimi’nde onlarla beraber Yol Gösterici olmuş konum’dadır. Tabi onun Biyografi’si değil Konumuz. Bakılırsa tam da ‘Bilge Kral’ denilen Şey’e Teqâbül ediyor Danişmend Gâzî Hükümdarlığı. Diğer Adları’yla Niksar’daki Gâzî ile Oğulları’nın Melik Unwân’ı da Önemli. Kurucu Baba, yerine gelen Oğlu ve sonra gelen Torun’u üçü de Melikgâzî denilerek çoklukla da karıştırılır. Qayseri’de bir İlçe Melikgazi, oradan çıktım ve şimdi burda Öğle’den sonra Melikgâzî’nin Qabristanı’nı Ziyâret edeceğiz. Doğduğum Yer de (eski Adı’yla Azîziye), Pınarbaşı, orada da bir Melikgâzî var. Azîziye’deki Melikgâzî’de Okul’a başladım, oraya yakın Pazarören Tarafı’nda bir Türbe’de yatan Melikgâzî, bu Niksar’daki Baba Danişmend’in Oğlu’dur. Niksar, Sivas, Qayseri bu Civar’ın Hayatları’nda Bağlayıcı Unsurlar’ı olmuşlar.

Cum’a Namazı’nı Qayseri’de Gülük Camii’nde Eda ettik. Ve dedik ki, bu Câmii, Danişmendliler’in yaptığı bir Cami. Onlar Tarafı’ndan İ’mâr edilmiş bir Câmi’dir. Muzaffer’ud-Dîn Yağıbasan’ın Kız’ı, Elti Hatun Gülük Camii’ni yaptırdığı gibi Baba’sı da Ulucamii’ni onarmıştır. (Câmii Kebir) Muzaffer’ud-Dîn Yağıbasan kimdir, Niksar’daki Nizâmiye Medresesi’nin, (veya Yağıbasan Medresesi’nin) Kurucu’su Şahs’ın Oğlu’dur. Orda da Baba Oğul ve Torun Şekli’nde Dewâmlılık içinde Niksar ve Qayseri Ortak Hafıza’sı çiziliyor. Biraz önce bahs’ettiğimiz Danişmendliler’in Baba, Oğul Komutan, Oğlu ve Torunu 4 Danişmendgâzî Kuşağı gibi, burada da başka bir Kuşak olarak başka bir Dewâmlılığı görüyoruz.

Sultan Alparslan, Selçuklu yapılanması’nda Melik, Sultan’ın daha altında bir Niteleme. Alparslan’ın kendi Oğlu Melik ama onda Kral Mânâsı’nda değil İsm’i

öyle, Melikşah. Dolayısıyla Anadolu’daki İdârî yapılanma Sultan’ın altındaki, Ona bağlı bir Dewlet olan Danişmendli (Kral’ı), Melik’i olmuş oluyor. Adeta İsrâiloğulları’nın Târihi’nde Mısır’dan çıktıktan sonra Filistin Bölgesi’ne geldiklerinde Hâkimler Dönemi’ni bitiren, Peygamberler’in Tâyin’i ile Tâlut’un Melik olmasıyla başlayan Melik Tâlut- Melik Dâwûd- Melik Süleyman diye Dewâm eden Melikler Kuşağı’nı andırıyor. Orta Anadolu’daki “Süleyman Mührü’nü” ve İzi’ni, Danişmend Gazi’den alıyoruz. 4 Kuşak Melik Gâzî’nin Adlar’ı değişse bile, Halq’ın Dili’nde Melikgâzî hepsinde aynı, Krallar, (Kutsanmış Krallar) Şekli’nde birleştirilmiş görüyoruz.

Halq Efsâneleri’yle, (daha doğru Tâbir’le Menqıbeler’le) zenginleştirililerek bunlar, Danişmendâmeler’i Meydân’a getiriyor. Şimdi Senaristler’in yazdığı Uydurma Târihî Romanlar değil, Yaşanmışlıklar/Gerçeklikler üzerinde, Halq

Muhayyilesi’nde daha ileri götüren Katkıları’yla Meydân’a getirilen bu Menqîbeler’in anlaşılır Boyutlar’ı var. Danişmendnâmeler ve diğer Menqıbeler de böyle Destanlarımız’dır.

Bu Kamp’ı Sivas’ın ardından gerçekleştirdik. Danişmendgâzî İmparatorluk Başkent’i olarak Sivas’ı kullanmıştır. Ama Kuzey Sahil Rûmları’yla, (Pontuslular’la) yaptığı Savaşlar sırasında Ölüm’ü buraya Yakın olarak gerçekleştiği için, burada defnediliyor. Bir Wasiyet’i de olabilir buraya defnedilmesi haqqında. Çünkü Niksar onun Menqıbeleşmesi’nde, Kahramanlaşması’nda Önemli bir Dönem’dir. Niksar Kalesi’nde 3 Sene boyunca Antakya’daki en Büyük Katolik Dini Örgüt Komutası’nın Başkanı’nı, Antakya Prinkepsi Bohemond’u hapsediyor. Haçlı Seferleri 1095’de başladı. Buraların Fetihler’i 1070’lerde diyoruz.

Page 115: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

115

Ondan bir 25 sene sonra Danişmendgâzî’nin Ölüm’ü 1105, 1101 ile 1004 arasında

3 Yıl Niksar Kalesi’nde bu Adam’ı Esir almış. Onu kurtarmak üzere 3 defa 3 ayrı Haçlı Ordusu ile çatışmışlar Müslümanlar. Muzaffer olamamışlar, başaramamışlar, bunları berhava etmiş Danişmendgâzî ve Müttefikler’i. Bu amaç’la mesela Haleb Emirliği’ni, Selçuklu Sultanlığı’nı, Danişmendliler’in, Harran Bölgesi’nden Beyliğin Katkıları’ndan oluşan 20.000 Kişilik İslam Ordusu kurmuşlar. Ve Niksar’ı bunlar savunarak Bohemond’u Haçlılar’a Teslim etmemişler. Burada 4 Tane Ordu var. Kayda geçtim, 4 Ordu, yani Erbaa, Niksar üzerinde 3 Sene boyunca Haçlılar’a karşı bir Erbain Günler’i düzenlemiş, Erbain çıkarmışlar. Bir Çile, bir Destan yazmışlar, ve Teslim etmemişler. Çok sonra Fidye Karşılığı’nda bırakacaklardır, Fonksiyon’u bitince. Bütün bunlara İmza atmış bir Kale, ve o Kale’nin Müslüman Hükümdâr’ı, Danişmendgâzî’den bahs’ediyoruz. Allâh Rahmet eylesin, Onun Destanı’nı Diller’den düşürmesin.

Evliya Çelebi, 1600ler’de, 2 defa gelmiş, Şehir Adı’na herhalde Halq Tarafı’ndan anlatılan bir Söylence’yi, kendisi de güzelleştirerek yeniden yazmış. Niksar Ad’ı, denir ki diyor, Nîk Hisâr Kelimesi’nden gelir. Halq bunu Niksar’a

dönüştürdü. Tabi Kale yerine Hisar Kelimesi’ni kullanırsanız, Farsça’da Kötü Mânâsı’na gelem ‘Bed’in Zıdd’ı olan ‘Nîk’ ile birleştirince Nîk Hisar: İyi Kale demektir. Sağlam olarak Güzel Kale. Kendilerine verdiği Yardım, Rahmet’ten dolayı “Nik Hisarımız bizim, ne Güzel’dir Hisarımız bizim” diye andığını ve bundan Şehir Adı’nın geldiğini söylüyor. Aslında Nova Kayzer’den

geliyor olsa da Şuyu bulan bu İsimlendirme daha hoş bir Anlam ortaya çıkarmıştır. O Kale, en başta ilk Güzel İcraatları’ndan olarak 3 Yıl boyunca ve Haçlıların 3 Büyük Saldırısı’na karşı Müslümanların Tesânüd’ünü sağlayan 20.000 Kişilik bir İslam Ordusu Îlâfı’nı ortaya çıkartan, Orta Anadolu’nun İlk Müslüman Krallığı’nı kurduran birçok Güzel Olay’a Tanıklık eden, evet İyi bir Kale’dir. Öyleyse Niksar gibi Qayseri gibi Kaleler, (Qayseri Kalesi’ne de girebilmek için Moğollar çok Uğraş verdiler.

Ancak sonunda bir Hâin Wesilesi’yle bunu başardılar) olumlu ve Olumsuz Yönleri’yle Çağrışımlar’ı büyük.

İyi Kale diye burada Niksar Kalesi’nin üzerinden bize gelen o Büyük Menqıbeler, burada 900 Sene önce başlayan o büyük Mücâdeleler’e bizi götürecektir. ‘Hayır, Kayzer’e ait değiliz biz, Nova Kayzer’in Şehr’i değiliz biz, tam Tersine Haçlı Ordular’ı Elimiz’den alamayacaklar Komutanlar’ı Elimiz’de Esir’dir Kalemiz’de,

Her Kuşağı Allâh yeni baştan deniyor. Ama ‘öncekileri araştırın gezin görün ve İbret alın’, diyor. İbret almak için Târih’te, Mekan’da geziyoruz. Yoksa Tek Yanlı bir Anlatım’la ve bunu bir de Î’lâf için değil de, kışkırtarak birbirine kırdırmak için yapılan Çehresi’ni düşünürseniz, bu Qabul edilemez. Yani, Siz herhangi bir Toprağı kutsayan, öteki Toprağın İnsanları’nı kırdırmak amaçladığınız Zaman ne yaparsanız, o Toprağın hep İyilikleri’ni seçersiniz, ötekiyle Kavgalı olduğu şekil’de her Alan’da Târih’i hep sizin yanınızdan konuşursunuz. Haqlı hep sizsinizdir, Haqsız hep öteki. Böylelikle Kan Dawası’nı körüklersiniz ve İş’i büyütürsünüz. Oysa yapılması gereken, tersidir.

Page 116: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

116

ve onu Esir ettiğimiz bu Kalemiz’de buranın Öyküsü’nü yeniden kurduk, yeniden

yazdık Cümlelerimiz’i…’ dedirtecek İmkan vermiş oluyor. Danişmend-gâzî’nin diğer Ewladlar’ı Melikgâzîler’in de benzer şekil’de Kahra-manlık Öyküler’i var. Kayseri Ulu Camii yanında Medfun Melikgâzî, Haçlı Ordu-ları’yla yine Niksar önleri’nde bu Ülke’yi savunmak sadediyle, 1140 da bir Çarpış-ma’da bulunmuş. 1100’lü Yıllar 40’nı, Erbain’i çıkarttığında, II.Danişmendli Kral yine Niksar’da büyük bir Şamar vurmuş. Bu da bir başka 40, Erbain Zihnimiz’de Kalıcı olsun.

Târih Danişmendliler ile Dewâm etmedi, Selçuklular’la sürmediği gibi. Her Zaman Herşey Sütliman olmadı. Allâh, ‘Şeytân aranızı açmasın, dikkat edin’, der. Şeytân, Baba ile Oğul’un, Hanım ile Koca’nın, Ewlatlar’ın aralarını açar, denir. Araları açılan Peygamberler ve Oğulları’ndan, Peygamberler ve Eşleri’nden Hikâye edilir. Kardeşler’den Hikâye eder, Yûsuf’un Kardeşler’i, Peygamber Çocuklar’ı ve Kardeşler’dir, gibi. Birbirlerini qatl’etmeye kalkan Kardeşler, Nûh’un Oğlu, Lût’un

Hanım’ı, bir dizi Örnek. Öyleyse şaşmamak gerekiyor, bazen haqqında Güzel Şeyler okuduğunuz Kişi’nin sonrası’nda bazı Hataları’nı gördüğünüzde, veya Soyları’nı Torunları’nın bunu Dewâm ettiremediklerini, ‘Bu Baba’dan da böyle Ewlâd çıkar mı’ diyeceğiniz Örnekler şaşırtmamalı. Bazıları’ndan Uswe edinecek, Şerefyâb olunacak Dersler çıkarırsınız bazılarından da İbretlik Dersler çıkartmak gerekir. Olmaması gerekeni öğrenirsiniz. Qur’ân, Sebil’ül-Mü’minîn’i anlattığı gibi, Sebîl’ül-Mücrimîn’i de anlatır. Ta ki Herşey Tebeyyün etsin, Yanlış’a düşmeyesiniz, bilesiniz diye anlatır. Konumuz bir Akademik Çalışma değil. Konumuz’a Yönelik Önemli ve İbretlik olan Sahneler’i seçerek Kompozisyon’u tamamlamış oluyoruz. Herşey Sütliman gitmiyor tabiatı’yla. Böyle de bilmek gerekiyor ki, Kutsadığınız bir Târih yazarsanız, Melekler gibi anlatırsanız, “biz Melek değiliz” diyen İnsanlar buradan kendilerine bir Pay, bir Ders çıkmayacağını düşüneceklerdir. ‘Onlar başka

Adamlar’mış canım’ falan diye olan, olabilen Boyutları’nı görmeyip mitolojileştireceklerdir. Qur’ân, ‘Onlar bir ümmet idi geldi geçti, siz onlardan yaptıklarından Sorgu’ya çekilmeyeceksiniz’ der. Her Kuşağı Allâh yeni baştan deniyor. Ama ‘öncekileri araştırın gezin görün ve İbret alın’, diyor. İbret almak için Târih’te, Mekan’da geziyoruz. Yoksa Tek Yanlı bir Anlatım’la ve bunu bir de Î’lâf için değil de, kışkırtarak birbirine kırdırmak için yapılan Çehresi’ni düşünürseniz, bu Qabul edilemez. Yani, Siz herhangi bir Toprağı kutsayan, öteki Toprağın İnsanları’nı kırdırmak amaçladığınız Zaman ne yaparsanız, o Toprağın hep İyilikleri’ni seçersiniz, ötekiyle Kavgalı olduğu şekil’de her Alan’da Târih’i hep sizin yanınızdan konuşursunuz. Haqlı hep sizsinizdir, Haqsız hep öteki. Böylelikle Kan Dawası’nı körüklersiniz ve İş’i büyütürsünüz. Oysa yapılması gereken, tersidir.

Danişmendli, Selçuklu sonrası Büyük Moğol Bozgun’u elbette Niksar’ı da

vurdu. Muini’d-Dîn Perwâne Adı’ndaki, Selçuklu Sarayı’ndaki Şahıs, Şehzâdeler arasındaki İhtilaflar’dan yararlanır. Moğollar’la yaptığı İşbirliği sâyesinde Hülagu’nun kendisine verdiği 10.000 kişi ile Erzincan’a gelir. Burada Selçuklu Şehzade’si IV. Kılıçarslan’ı yanına alıp oradan Niksar’ı ele geçirir.

Bir Süre Moğol Egemenliği böyle Dewâm ettikten sonra bunu Eretnalılar ve Tac’ed-Dînoğulları Dönem’i Taqib ediyor. Moğollar İşgal ettiği Dönemler’de dâhi kendileri değil Tâyin ettikleri bir Müslüman Vâli ile Yönetim’i götürüyor, bir süre sonra da buralarda eriyip tamamen Müslümanlar içinde kayboluyorlar.

Dâr’üs-Süleyhâ

Page 117: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

117

O Dönem’de de İmârethaneler vb. Yapılar var. Bir tâne’si Câlib-i dikkat,

seçtim, Kavramsal Değer’i olduğu için. Âhî Kültür’ü Önemli’dir bu Topraklar’da. Orta Anadolu içerisinde, çeşitli Gezilerimiz’de bir Şekilde ortaya çıktı Âhîlik’le ilgili Konular. Burada Âhî İsm’i ile anılan Yatırlar da var. Bir Tâne’si Âhî Pehliwan Adı’nda bir Zât-ı Kerim, onun kurmuş olduğu, Dârü’s-Süleyhâ Adı’nda bir Waqıf’tan Haberdâr oldum. Bu Çalışma Öncesi’nde bilmediğim için benim için de Güzel bir Kazanım oldu, Akşam yapacağım Ders için Sâlih a. Qıssa’sı için Güzel bir Tewâfuq Husul’e geldi, ondan bahs’edelim.

Dârü’s-Süleyhâ, Sâlih Kelimesi’nin Küçültme Sîgası’yla kurduğunuz bir Kelime, Süleyha, Sâlihler, Sâlihcikler. Waqıf için kullanıyor Süleyhâ Nitelemesi’ni, yani Moğollar Dönemi’nde Han, Hamam, Camii bir sürü Hayırlar işleniyor, Yatırımlar yapılıyor, bunlara Finansman olacak İşyerler’i açıyor vs. bunun Müştemilât’ı Geniş bir Konu, bir Âhî Örgütlenmesi olduğu anlaşılıyor.

Mealler’de Amel’us-Sâlihât Terqibi’ni, ‘İyi İşler, Güzel İşler, Yararlı, Faydalı İşler yapın’ diye görürsünüz. Sâlih Kelimesi’ni İyi ile Bağlantılı Türkçe’de Karşılığı olarak o derece kullanışmışız ki, bir şekilde Zihnim’de o İfâde’yi, “Nik Hisar” diye okuduğumuz İyilik’le de birleştirerek, Nik Hisar, bu İyi Kale’nin içerisinde Fesâd’a değil, Salâh’a, Maslahât’a çalışan İnsanlar’ı görüyoruz. Evet bu İnsanlar var olduğu müddetçe, Arz’ı İfsâd değil, Salah için çalışanlar olduğu müddetçe, bu Dâr, evet Dâr’üs-Sâlihîn ve Etrâf’ta Tewâzu ile Küçültme Sigası’yla söylersek Süleyhalar gezmeye başlar, Sâlih İnsanlar peşi’nde koşarlar. Sâlih Peygamber’in Da’wâsı’na Sâhib çıkarlar. Ama bir zamanlar Nik olan bu Hisar, içerisinde Sâlih işler değil, Fâsid işler yaptığımız zaman, o zaman orası Füccâr’ın Belde’si olur başka bir Şey’e dönüşür. Bu Çağrışımlar’la Dâr’üs-Süleyhâ’yı unutmadan burada zikr’etmek Anlamlı olacaktır.

Osmanlı Niksar’ı: 1400’ler 2.Yarı sonrası Osmanlı Egemenliği’ndeki Yıllar. Eratnalılar, Qadı

Burhan’ed-Dîn Dönem’i (ö.1398)(, 1402 Timur’un Geçiş’i, bunlar da Müşterek Hafızamız olarak hatırlayacağımız Unsurlar’dır. Belki Erbaa ile daha Yakın İrtibatlı, orada Yeşil Irmağı oluşturan yerde İki Çay’ın birleşmesinden144 bahs’ediliyor. Bu Birleşme Noktası’na Boğazkesen deniliyor. Türkler’in verdiği bu İsim’den önce Latince Telaffuz edilen bir Ad’ı var. Boğazkesen üzerinde Bir Köprü yapılmış, Romalılar tarafından yapılan Köprüyü Osmanlılar Tadil, tamirat ve Önemli Eklemeler’le yaşatmış. Bir Bölüm’ü tamamı’yla Osmanlı Yapımı’dır.

Doğu Seferi’ne giderken Qanuni, Yavuz Sultan Selim (Çaldıran Seferi’ne giderken), Fâtih Sultan Pontus Feth’i için Trabzon’a giderken bu Köprü’den

geçtiğini, Osmanlı Sultanları’nın bu Wesileler’le burada bulunduklarına dair Bilgiler’i okuyoruz. Çok Doğal tabi Fâtih’in Pontus Fethi’nde burayı kullanması, yine Danişmend Gazi’nin Pontuslular’a (Sâhil Rûmlar’ı diye geçer Kaynaklar’da) karşı verdiği Çatışma’nın Dewâm’ı olarak Fâtih ile, İstanbul’dan sonra bu Mücâdele’nin nihâyetlendirildiği bir Son olarak okuyabiliriz. Ama Yavuz, keşke bu Köprü’den geçmese idi ve o Savaş keşke Wücud bulmasa idi. Çaldıran’da İslâm Ordusu’nun İki Büyük Organizasyon’u karşı karşıya gelmese idi. Bir Zamanlar Haçlılar’a karşı Danişmend Gâzî’nin kurduğu 4 Büyük Ordu, Erbaa Ordu’su gibi, Ordular arasındaki Birleştirici Unsurlar iş görebilseydi. Lâkin Târih, Melekler’in

144 Kelkit ve Tozanlı Çayları Boğazkesen’de birleşerek Yeşil Irmak Adı’nı alır

Page 118: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

118

Târih’i olmuyor işte. Bu Taraf’ta da o Taraf’ta da Düşmanlığı körükleyenler, Karşı

Taraf’ın Küfrü’ne Fetwâlar verenler, öldürmenin Mübahlığı’ndan bahs’eden Hocalar oldukça, ve Tekâsür Sûresi’nde anlatılan Ey Aslan Safewîler (!), Ey Aslan Osmânlılar (!), diye konuşan Meddâhlar olduğu müddetçe, Burnumuz Savaş’tan çıkmaz.

Bu Kritik Dönemler’i okurken de yine Suç’u tek Taraflı gören bir Târih Yazıcılığı, Târih’te okuduğu Yer’de durmaz, onu okumakla kalmaz, aynı Kin’i, aynı Repliği sonraki Kuşaklar’ı taşır ve Dewâm ettirir. Dolayısıyla bunlar birlikte Taqbih edilmesi gereken, Karşılıklı Özür Borc’u doğuran bir İncelik’te okunması gerekir. Niye başaramadık Î’lâf’ı demek gerekir. Boğazkesen Köprü’sü Boğazımız’ı kesse idi de, Ordular karşı karşı’ya gelmese idi dememiz gerekir. Niksar’da Erbaîn Çıkartmak’ta bunların da Çilesi’ni, Acısını hissetmek gerekiyor Arkadaşlar.

Osmanlı Tahrir Defterleri’nin Nüfus Raqamları’na baktığımızda,

Anadolu’nun birçok yerinde rastladığımız, gözlemlediğimiz Şey’i, Niksar, Tokat, Erbaa aynen yansıtıyor. Genelde Şehir üzerine çalışırken bu Bilgiler’i ndeki Tahrir Defter Kayıtlarını görebiliyoruz145. 1400’ler, 1500, Târih’in Değişik Dönemleri’nde Cumhuriyet’e kadar bu Qayıtlar’ı izlemek Mümkün. Şehir’deki Mahalleler, her Mahalle’de kaç tane Müslüman vardır, kaç tane Ermeni vardır, Rûm vardır, Hane Sayıları, Câmiler, Waqıflar, İbâdethâneler, Kiliseler vb. bunların Sayıları’nı veriyor. Bunların ortaya çıkarttığı Qanaat, en azı’ndan 10 Ciwârı’nda Kamp Gezi’si Ortak Noktası olarak bende bıraktığı İntiba, nerdeyse % 30-35 oranında hep bir Azınlık, Zımmî Azınlık bu Şehirler’de var olagelmiş. Tâ Tehcir Yıllar’ı

Cumhuriyet’in İlk Yıllar’ı, ya da Mübâdele Yılları’na kadar böyledir. Yani Feth’in üzerinden 900 Sene geçtiğini Niksar’ın, ama

1800’lü Yıllar’ın Sonu’na da geldiğinizde, Sayımlar’da bu Oranlar’ın üç aşağı beş yukarı Eşitliğin Dewâm ettiğini görüyorsunuz. Bunun Doğru Yorum’u, saptırılmayan Yorum’u ne olabilir? Eğer bu Topraklar’da Müslüman Siyâseti’nin Gayr-i Müslimler’e karşı elimine etme diye bir Gâye’si olsa, bu 1400ler’de biterdi, 1500ler’de veya sonra biterdi, kalmazdı. Başka Yerler’de öyle bitmiyor mu? 1827’de Yunanistan tekrar Bağımsızlığını kazanınca, Atina’yı sizden geri alıyor ve 100 sene geçmeden orda bir Müslüman Nüfus

kalmıyor. Bulgaristan, İsrâil aynı Şeyler’i yapıyorlar.

Dolayısıyla 600 Yıl’dır yapıl(a)mayan bir Şey’in, bir Zihniyet olarak, bir Ahlâq olarak bir Karakter olarak bu Topraklar’ın Halqı’nda, Türk’ünde, Kürd’ünde, Arab’ında, Ahâli-i

Müslüman’da, Ötekine karşı, Ehli Kitab’a, Yahudi’ye, Ermeni’ye, Rum’a karşı Sırf o olduğu için öldürme, yok etme, buradan ötelere gönderme’ diye bir Ahlâq’ın olmadığını savunmaya bile gerek duyulmaksızın çok Âşikar görülmesi gerekir.

145 Diyânet’in İslâm Ansiklopedi’si

Lâkin Târih, Melekler’in Târih’i olmuyor işte. Bu Taraf’ta da o Taraf’ta da Düşmanlığı körükleyenler, Karşı Taraf’ın Küfrü’ne Fetwâlar verenler, öldürmenin Mübahlığı’ndan bahs’eden Hocalar oldukça, ve Tekâsür Sûresi’nde anlatılan Ey Aslan Safewîler (!), Ey Aslan Osmânlılar (!), diye konuşan Meddâhlar olduğu müddetçe, Burnumuz Savaş’tan çıkmaz.

Page 119: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

119

Buradan bir Kompleksimiz, Saklımız Gizlimiz yok. Din’in kendisinden, bu Toprağın

İnsanı’ndan kaynak-lanan bir Şey olsa, bu 900 Sene içinde olur. Olmayan Şey’in, ortaya çıkan Hadise’nin böylesi bir Târihi Gerçek ile Uyuşmazlığı, başkaca İzahlar’a İhtiyaç olduğunu gösterir.

Tabiatıyla bu Ders’e, sâdece Müslümanlar’ın Îlâf’ı Zâwiyesi’nden bakmak-la kalmayıp, bunun dışında Azınlıklar’ı da Dâhil ederek Konuşmamız’ı genişletmemizin Gerekçeler’i, biraz da Zaman Faktörü ile Alaqalı’dır. Çünkü malum, bir Şeyler’in 100.Yılı’nı Türkiye’nin ve Dünyâ’nın konuşmuş olduğu bir Kesit’te Niksar’da bu Ders’i yapıyoruz. Ve Erbaîn çıkartmaya çalışıyoruz. Şu an 25 Nisan Çanakkale’de, Sedd-i Bahir Sırtları’ndaki Kara’dan Aşma Girişimleri’nin 100.Yılı Wesilesi’yle birçok Dewlet Başkan’ı, I.Dünya Savaşı’nın birçok Dewletlû’su Da’wetli olarak orada bulunuyor. Ne oldu o Sene, niçin burdalardı, bunun Muhâsebesi’ni yapacakları, güya ne kadar yaparlarsa. Ama bir 100.Yıl, Dünya Savaşı’nın 100.Yılı

konuşuluyor. Tabiatıyla 24 Nisan Târihi üzerinden de, yıllar’dır Türkiye’nin bir Karabasan’ı idi, bir Korkulu Rüya’sı idi, Amerikan Başkanlar’ı ne zaman Ağızları’nı açacaklar ve Qabul edecekler, Avrupa Parlamentosu ne zaman vb. diye beklenen bir Târih vardı. O Târihi İdrak etti Memleketimiz. Dolayısıyla onun bir 100. Yılı’ndan bahsediyorsunuz. 23 Nisan olarak da Meclis’in Açılışı’nda 95.Yıl oldu ki bir 5 Sene sonra Meclis Açılışı da 100 Yıl’ı devirmiş olacak.

23 Nisan, 24, 25 Nisanlar arka arkaya 100.Yılları’nı tamamlarken, Önemli Târihsel Kesitler’in yaşandığı bir Kesişim Noktası’nı veriyor. Bu amaç’la eğer başarabilsek biz, bu Toplantı’yı önce Çanakkale’de yapmayı Arzu etmiştik. Ama programlayamadığımız için Niksar’ı öne alarak buradayız. Bununla birlikte Mekan olarak orada olamasak da, Başlangıç’taki Videolar’dan da görüleceği üzere, Târih olarak bu Seminer’in bir Yerleri’nde bu 100.Yıllar Meselesi’nin yer alması, ister

istemez beklenecektir. 100.Yıl -100 Yıllık bir Kesit-Nitelemesi önemli bir Vetire’yi Aşma’nın İfâde’si

oluyor. İnsanlık Târihi boyunca Değişik Topluluklar bunu bir Nirengi Nokta’sı Qabul etmiş, Müslümanlar da yapmışlar, Qur’ân da yapmış, bunu bir Darb-ı Mesel olarak Kuş Dili ile İfâde etmiş. Baqara Sûresi’nde 100 Yıl uyuyan bir Adam, Kent, uyaran Adam Mesel’i anlatılır. Ölümü’nden sonra Tekrar Dirilme, 100 Yıllık bir Kesit, bir Dönem’dir onun Uyku’su. Ashâb-ı Kehf 300 Yıl, 3 tane 100 Yıllık Dönem’den geçmiştir. Hz. Peygamber 100 Yıl’da bir Ümmet’in Tecdidi’nden Bahis’le ummak ister, Ümmeti’yle ilgili bir Ümit besler, ona yüreklendirir. Bir Muhâsebe, Çile çekilme Dönemi’dir. Dolayısıyla 100.Yıllar da İnsanlar’ın konuşmadan edemedikleri, onun üzerine yoğunlaşmaktan kaçamadıkları Şeyler oluyor. Hatta Taahhütler’i, gelecek olan Yüzyıllar üzerine de bir Teemmül Hâl’i yaşamaları kendini zorluyor.

Biraz önce Sözü’nü ettiğim 100 Madde’de İfâde edilen Yeni Türkiye Sözleşme’si, işte Türkiye’nin Türkiye olarak mı kalacağı yoksa Dünya Sistemi’ne Entegre mi olacağı Konusu’ndaki Tercih’in Yönü’nü gösteren Proje’dir. 100.Yılı’nı 2023 Hedef’i olarak Tesbit etmiş olan Cumhuriyet’in Kuruluşu’na Denk geldiği için 100 Madde ile İfâde ederek, Tercihiniz’in Yönü’nü söylüyorsunuz bununla. Bu, 8 Sene sonra tamamlanacak. Gelecek Sene 7 diyeceğiz, 6, 5… diye geriye doğru, Yılbaşı gibi gidecek, sonra da patlayacak Balon ve 2023’e erdik’ diyeceğiz. Demek ki 100 Yıllık Kesitler’le çok Yoğun İrtibatlı bir Dönem’den geçiyoruz.

1315’in Göz’ü Yaşlı Tokatlı’sı:

Page 120: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

120

1315 Rûmî Taqwimi’nde doğmuş olanların Asker’e çağrıldığı Çanakkale

Seferi’nin, Seferberlik’teki Çağrılar’da geçen Raqamı’nı İfâde ediyor, Türkü’de geçen “on beşli” Yakıştırması. Yani 15 Yaşı’nda da olabilir, 18 Yaşı’nda olmalarına da Karşılık gelebilir ama, “hey on beşli, on beşli.. Tokatlı…” diyen Şarkı’nın Çanakkale Savaşı’na 1315’lileri çağırdığı 100.Yılı’nda, Çanakkale’de, Tokat üzerine yazılmış bu Şarkı’da o Gençler’i bekleyen Nişanlıları’ndan bahs’ediyor olması, bizi bir bakıma Çanakkale’ye de götürdü, getirdi. Bütün Türkiye 100.Yılı’nda zâten bunu konuşuyor, Çanakkale’nin 100.Yıl’ı, Niksar Gezimiz’e Bağlantı kurduran Boyutları’yla bize Konuşma İmkan’ı verdi tabiatıyla. 1315 Doğumluları’nın Asker’e çağrıldığı ama Milâdî Taqwim ile, 1915 Yılı’nın yaşandığı Yıllar’ın 100.Yılı’nda, bu Şarkı’nın Tokat’ta 15’lilere dair yakılmış olan Ağıtı’nın yaşandığı Yer’de biz de onun Muhâsebesi’ni yapıyoruz.

Çanakkale Muhasebe’si:

Çanakkale’de İki Cebhe vardır temel’de. Düşman ve Saldırı Odaklı Cebhe’nin Ad’ı, Î’tilâf Dewletler’i. Îlaf etmiş, Koalisyon Muhibler’i. Aralarında Î’lâf’ı gerçekleştirmiş Quwwetler’dir. Yani, İngiliz’i, Fransız’ı, Ruslar’ı, İtalyanlar’ı… aralarında bir Birlik Wücud’a getirmişler. Bugünkü Nato Ordusu ne ise, (Cunûd-u Nato), O Gün, Cünûd-u Î’tilâf bunun Karşılığı’dır. Sömürgen, Batılı Dewletler’dir. Çarlık Rusya’sı da bu Birliğin içindedir. Ve Biz bu Savaş’ın neresindeyiz? Bu Savaş, Bütün Dünyâ’yı İ qtidarlar’ı altına almak isteyenlerin Savaşı’dır. Roma’nın Wâris’i olan Ordu’nun Savaşı’dır. Rusya da kendini Roma’nın Wâris’i olarak görüyordu. Kremlin kendini III.Roma olarak anmıştı. Almanlar II.Roma olarak Germen İmparatorluğu’nu Qabul etmekte ve İngiliz Germenince bu reddedil-

mekte idi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bir Alman İmpara-torluğu idi. Ve 1909’da da Abdu’l-Hamîd Taht’tan indirildiğinde, Çanakkale Savaşı’ndan 6 Sene önce, Osmanlı’yı İdâre eden Askerî-Bürokratik Cenah ta Alman Kafası’nın Rotası’nda idi. Âdeta Zihniyetler’i, Çıkarlar’ı onlarla biçimlenmişti. Osmanlı Toprağı’nı Enverland olarak anıyorlardı.

1914 Savaşı’na Osmanlı hiç girmemeli idi. Bu Savaşlar’ın dışında kalmayı 1876’dan, 1909’a kadar, 33 Yıllık İqtidar Dönemi’nde başarmış olandı Abdu’l-Hamid, Sultân Reşâd Zamanı’nda bundan Uzak durmayı başaramadı Osmanlı. Sultân Reşâd, artık Demokrasi’nin Padişah’ı idi. Osmanlı Demokrasi’ye geçmişti. Sultân’ın İrâde’si Sembolik idi. Ve Meşrutiyet Hükümet’i, Almancı olan Enver Hükümet’i idi. Ve Almanlar’dan aldığı Söz ile, onlara Destek Mâhiyeti’nde Rusya’ya Savaş ilan ettik. Alman Gemileri’ne Osmanlı Bayrağı çekilerek, O Meşhur 2

Gemi, Yavuz ve Middili’ye 146, Osmanlı Bayrağı takarak Çanakkale’den geçirttik. İstanbul Boğazı’ndan geçirttik. Biz o Suç’u o Gün işledik. Ondan sonra da, Alman Komutanlar’ın Emri’nde, girdiğimiz Cepheler’in Tepesi’nde onları görerek Savaş’a başladık. Enver Paşa Osmanlı Orduları’nın Komutan’ı, Osmanlı Ordular’ı da Alman Orduları’yla İttifak içindedir.

146 Almanya’nın Goeben ve Breslau İsimli Kruvazör Gemiler’i

Page 121: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

121

İşte On Beşliler Asker’e çağrılıyor. Evet Uzun bir Hatalar Zinciri’nin, Yanlış

Qararlar’ın, Yanlış Cebheler’de Yanlış Kişiler’le kurduğumuz İttifaklar’ın Webâl’i olarak binlerce Ölüm yaşadık. Tehcir de bu Politika’nın bir Parça’sı. Savaş’ın Lehimiz’e Gâlibiyet’le sonuçlanması için alınan Qararlar’dan bir Tâne’si olarak,

Ermeni Çete Örgütlenmeleri’ni (İngilizler, Fransızlar hatta Ruslar’la İşbirliği içine girmiş Ermeni Unsurları’nı) Savaş boyunca Uzakta tutmak için Zararsız Yerler’e sürülmesi, Kontrol altına alınması Qararı’nı Almanlar’la berâber, anlaşılıyor ki Enver Paşamız almış. O Büyük Hayaller’in içinde, 1 koyup 2 alacağız, Savaş’ta biz Gâlib çıkacağız, Almanlar Güçlü Millet’tir vs. diyerek Süreç ve

Mantığı böyle işletmiş oluyoruz. O Büyük Hayalperestlikler bize, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ve diğerlerinde yaşadıklarımızı doğuruyor. Nihâyetinde 1909 sonrası, 7-8 Sene içinde İmparatorluğu harcadılar, yok ettiler.

Çanakkale’de ölen İnsanlar, Kürtçe konuşuyordu, Arabça konuşuyordu, yani Müslümanca konuşuyor ve düşünüyordu. Aralarında İhtilaflar değil, İmân Şemsiye’si altında birleşen bir Î’lâf ve İttifak içinde var

olarak, O Cebhe’de bulundular. O İmân ile Alaqalı Şehidlik Vurgusu’nu, On Beşliler

Türküsü’nde geçen Yakıcı Sözler’de de arayabiliriz. Niksarlılar yeniden biçimlendirerek, anlam-landırarak onu okuyabilirler. Nîk Hisar Kalesi’nde Süleyhâ İnsanlar olabilmek için, bu Okuma’yı yapmalıdırlar. Türkü’de geçen Sözler’i, Nik-Bîn görürseniz, Güzel görürseniz, söyleyene değil, söyletene bak diyerek yorumlarsanız eğer, şöyle Okumalar yapabilirsiniz. Onbeşli’nin Yâr’i olan Kız’ın Ad’ı, Hediye’dir. Anadolu’da Kızlarımız’ın Ad’ı olarak kullandığımız bu Kelime Arabça’dır, Türkçe’de kullandığımız gibi bir Anlam taşır. Kelime’nin Qur’ân’da kullanıldığı yer neresidir? Hac’dadır, ‘Allâh için gönderilen Qurbânlık Canlılar’ için kullanılır. Allâh’a gönderilen Hedy’lerdir onlar. Allâh’a adanmış, kesilmesi gereken Qurbânlıklar. Kelime’nin bu Alaqalar’ı bizi Hoş bir yere götürüyor. Kınalı Kuzular’dan bahs’ediyorsunuz, Anneleri’nin Çanakkale’ye ölmek üzere gönderdiği, Sütü’nü Helâl etmediği Düşman’a arkasını dönerse, ve ona Şehid Nazarı’yla baktığı

Kınalı Kuzular. Hediye, Allâh’a Hedy olarak gönderiyor. Hediye, Gönderilen’in Eş’i, O’nu bekleyen ise, yine Hediye’dir. Ozan’ın Aqlı’na geldi, gelmedi bilenmiyoruz, ama o Kelime’nin seçilmesi, Seçen’i aşan bir şekilde bir anlam derinliği’ne hâiz.

Paylaştığımız Türkü’de geçen bir başka Kelime’yi, “Niksar’ın Fidanları” İfâdesi’ni yine kendi Zâwiyeniz’den kavramsallaştırabilirsiniz, İçeriği’ni doldura-bilirsiniz. Fidan, bir Orman’daki en Genç Nesil’dir. Büyüdüklerinde Gerçek Orman’ı oluştururlar. Yani, Canlılığın Erken Dönemi’dir, Nebâtât Düzeyi’ndeki Canlılar için kullanılır. Emek ister Fidan, Bakım ister. Çocuklar da öyledir. Qur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ a.’ın ‘İki Denizin Birleştiği Yer’e doğru yaptığı Yolculuk’ta yanında gelen bir Genç vardır. O Genç, Kehf Sûresi’nde Mûsâ’nın Fetâ’sıdır. Mûsâ’nın Genci’dir, O’nun Adamı’dır, Fedâi’sidir. Onun için kendini veren’dir.

Fidan, bir Orman’daki en Genç Nesil’dir. Büyüdüklerinde Gerçek Orman’ı oluştururlar. Yani, Canlılığın Erken Dönemi’dir, Nebâtât Düzeyi’ndeki Canlılar için kullanılır. Emek ister Fidan, Bakım ister. Çocuklar da öyledir. Qur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ

a.’ın ‘İki Denizin Birleştiği Yer’e doğru yaptığı Yolculuk’ta yanında gelen bir Genç vardır. O Genç, Kehf Sûresi’nde Mûsâ’nın Fetâ’sıdır. Mûsâ’nın Genci’dir, O’nun Adamı’dır, Fedâi’sidir. Onun için kendini veren’dir.

Page 122: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

122

Fedâ eden, Fidye’dir. Hediye, Fidan (He De ye/ Fe De Ye/ Fe Te We)

Kelimeler’i Yakın Harfler’le, benzer Alan’da yorumlanabilecek bir Çağrışım’ı bize veriyor. Bir Şey’e Fetwâ verdiğinizde ona Hayat verirsiniz, Oraya bir Fidye dikersiniz, orda bir Canlık ortaya çıkartırsınız. Fütüwwet Kelime’si, bir Gençlik Hareket’i, Canlanma Hareket’i, Teşkilatlanması olarak bu Kavramlar da aynı Alan’da beslenen ve büyüyen Şeyler’dir.

Öyleyse Qayseri, Yeni Qayseri, Nîk Hisar, İyi Hisar’da, bütün bunlarda Geleceğimiz’e, 100.Yılı’nda bu Ülke’nin Geleceği’ne, Niksar’ın, Qayseri’nin Geleceği’ne vs. dâir Ümitleri’ni 100 Madde’de İfâde etmek istediklerinde, ne verdiklerine Gençlikleri’ne, Fidanları’na neyi verdiklerine bakarak ölçebilirsiniz. Âyine’si İş’tir Kişi’nin, Lâf’a bakılmaz, Sözü gereğince Fidanlarımız’ı neyle beslediğimizi, görebilirsiniz. Fidanlarımız’a Zakkûm mu döküyoruz, yoksa onlara, Şifâ olacak Şeyler mi veriyoruz, bakmalıyız. “Niksar’ın Fidanları” Düşüncesi’ni de

bize Emânet edilen Gelecek Kuşak olarak anlamalı bu Şehir ve diğerleri. Qıyâmet’in kopacağından Emîn de olsanız, o kadar az Dakka kaldı diye; Eliniz’deki Fidan’ı Toprağa ulaştırmaktan Sarf-ı Nazar etmeyiniz, diyen Peygamber Buyruğu’ndaki, ‘Küçük denen Şey’i Küçük görme, Mutlak onu yap’ Şeklinde anlamak gerekiyor. Üstelik, Örnek te Fidan üzerinden, (Ağaç üzerinden verilmiş, Emek üzerinden) verilmiş. Öyleyse Niksar, bilse ki Qıyâmet, Yarın Sabah kopacak; Hala bir Küresel Medine Hayali içinde olmalıdır. Asla buranın Geleceği’ni 1100’ler öncesi Nova Kayseri olarak düşünmemesi gerekir.

Küresel Dünyâ’nın Putlar’ı:

Qayzer’in Zamanı’nda o Günün Put’u vardır ama bugün Küresel Dünya’nın

Putlar’ı daha Farqlı’dır. Biz Tertil Dersleri’nde bunu 3 Büyük Başlık altında somutlaştırıyoruz. Biraz da o Öncekinin (Pavluscu Roma) Teslisi’nin bir İfâde’si olsun diye. Bunlar, Küresel Sistem’in Tartışma dışında Qabul ettiği 3 Uknûmu’dur, (İdolü’dür, tapınma Nesnesi’dir). Bunları taşladığınız zaman, taşlanıyorsunuz. Demokrasi’dir, Human Rights’dir ve Liberalizm’dir, Yeni, Küresel Roma’nın Teslis’i. Bütün bunları Çağdaş Dünya, Üniversal bir Form’da Akademyası’ndan İlkokul Çocuğu’na kadar, Dewlet Yöneticileri’nden STK türlü, Sivil Toplum Kuruluşları’na kadar, Âmentü olarak Qabul etmiş, bunlar Tartışılma ötesi Hale’ye büründürmüştür. Bunun dışında Farqlılıklarınız olabilir derler, Bu Üç’lüyü Qabul ettikten sonra, Sağ Partiler, Sol Partiler, Çeşitli Qanatlar’da olabilirisiniz. Ama bunlar Müşterek Unsurlar’dır.

AK Hükümet’in 100 Madde’si:

Arkadaşlar, Hükümet’in 100 Madde içinde andığı o 100 Madde’nin Ortak Alanı da bu 3 Madde’ye İltisaklı’dır. 100.Yılında Size, bu Türkiye’yi Waad etmek istiyor, Tam Demokrat, Tam Liberal, ve Tam “İnsanhaqları” yerine getirme, Gerçekleştirme Söz’ü veren bir Yönetim Anlayış’ı. Milli Eğitim, bütün Arkaik, Bütün Paganist Unsurları’ndan, Eski Totaliter Dönem’in, Komik, Karikatüristik Tedrisâtı’ndan uzaklaştırılıyor. Diyeceğimiz yok, Sonuna kadar temizlesinler, Ama yerine Gençler’e İqâme edilen Şey, bu 3 İdealizm’dir. Bu 3 Ümniyye’dir. Yeni (Fidan) Gençler, Demokrasi’ye, İnsanhaqları’na, ve Liberalizm’e İmân etmiş bir Kuşak olarak yetiştiriliyorlar. Bu Dersler’de anlatılan Peygamber de (Seçmeli

Page 123: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

123

Siyer), böyle bir Peygamber’dir. Bu Gençler Peygamber’i böyle bir Peygamber

olarak görüyorlar: “Peygamberimiz, Demokrasi’yi isteyen bir İnsan’dı. Demokratik bir Hayat’ı, Liberal bir Hayat’ı vardı, savunduğu Şeyler bu idi. Hadisler’i ile böyle Tefsir etti Kitâbı’nı ve Hayâtı’nı”.

Kurtlar Wadisi’nin ‘Sevimli Ömer Baba’sı’ Karakteri’nde bir Adam, Peygamber’i yerleştirdiği Konum böylesi bir Düzey’de. Bu mudur, Peygamber? Eğer STKlarınız Niksar’da, Qayseri’de veya başka yerde, Fidanları’nı bununla besleyecekse, bu Fidanlar’dan Meydana gelecek Orman, İyi bir Hisar (Nîk Hisar) Waad etmez bize. Bu Gelişme, bir Yıkım demektir, bundan Endişe duyuyoruz. Yârin Öğleyin, buradan çıkarak 40 km. kadar Batı’ya gideceğiz, 40.Km.’yi çıkarttığımızda Erbaa’ya varacağız. Dolayısıyla Niksar’da Kırk’ı / Erbaa’yı çıkartmanın Fiziksel Mânâ’sı da bu oluyor bizim için. Erbaa için de şunu söylüyoruz. Niksar’daki, Kelime üzerinden bir Anlam Kazandırıcı ve Târih okuması Tefekkür’ü

olarak yaptığımız gibi, Osmanlı’nın 4 Tane Nahiyesi’ni birleştirerek Kaza yaptığında, bunlara 4 Nahiye Mânâsı’nda Erbaa demişti. Bu 4 Yerleşimin 2 Tanesi, bugün Erbaa olarak bildiğiniz yeri teşkil ediyor. Erek ve onun altında Karakaya Köyü. Diğer İkisi Taşova ve ona bağlı olan bölge ise Amasya’da kalmış. 1943 yılında yaşanan Büyük Deprem’den sonra, Erbaa, 1944 yılında yeni yerine taşındı. O zaman, kendisini Figürize eden 4 Coğrafi Unsur’un hepsini zâten taşımıyordu. Daha önceden, İkisi Amasya içine Dâhil olmuştu. Erbaa Terkib’i zâten bozulmuştu. Dolayısıyla, Deprem Sonrası Yeni Yerleşim’in Yeri’ne taşınırken Ad’ı da değiştirilebilirdi. Arabça olduğu için Cumhuriyet Alerji duyar, pekala Adı’nı dönüştürebilirdi. Birçok Yer’de yaptığı Şey’i burada da yapardı. Mamurâtü’l-Azîz, Elazığ olduysa, bura da Pekâla, Erbağ olabilirdi, Telaffuz böyle şekillendirilebilirdi. Üstelik Deprem Sonrası’nda Sıfırdan İnşâ edildiği yerine taşınmıştı. Târihsel

Erbaa’dan değil, yeniden kurulan bir Erbaa’dan bahs’ediyorsunuz. Önceki Şehir’le Bağlantısı’nı da yitirmiş, bu da değiştirmeye yol açabilirdi. Ama olmadı. O zaman Erbaa, kendini var kılan ve bu Ad’la Dewâm eden Adı’nı ve Şânı’nı menqîbeleştirerek, Târihi’ni hatırlayarak yazma durumundadır.

1939 Deprem’i, Niksar’ı da içine alan Deprem, Erbaa’yı sallıyor. 3 Yıl sonra 1942 yeniden Erbaa ve Niksar Bölge’si Deprem yaşıyor. Fakat Erbaa gibi hiçbiri bundan o derece Şiddetli etkilenmemiş. 43’te Erbaa 3.kez sallanıyor. Her biri Erbaa’nın yerini Değiştirme Arzusu’nu güçlendiriyor. Birkaç Târihi Eser dışında Târihi Erek Merkezi’nde Hayat kalmıyor, Dönem’in İnönü Hükümet’i, Şehr’i yeniden kurmaya Qarar veriyor. 1944 de bir Alman Şehir Plancısı Da’wet edilerek Şehr’i yeniden İ’mar etmişler.

1939’da başlayan Erzincan Deprem’i ve Artçılar’ı 40’lar boyunca sürüyor.

Yani Erbaa Adı’nı bu 40’lı Yıllar’a Damgası’nı vuran Gelişmeler’de görüyoruz. İlk 3 Deprem’den sonra Şehr’in yenilenmesi ise 44 Yılı’nda Cereyan ediyor, 2 kere 4 ile, 1944 de karşılaşıyoruz. Âdeta yeniden doğan, Deprem’den sonra kurulan 4’ler, 40’lar’la İrtibatlı bir Târih’i olduğunu hatırlaması gerekiyor, Erbaa. Onu Muhafaza etmesi gerekiyor. Kendisini Meydân’a getiren 4 Ayrı Bölge’nin aralarındaki Îlâf ile şekillenmişti, Erbaa. Danişmend Gâzî’nin feth’ettiği Toprak. Danişmend Gâzî 4 ayrı İslâm Ordusu’nu birleştirerek Haçlılar’a 3 Sene aman verdirmeyerek Direniş’i gerçekleştiren Kahraman’dır ki, Erbaa da bunun bir Parça’sı idi. Öyleyse, Niksar’dan Erbaa’ya geçmek, ve Niksar’da Erbaîn’den bahs’etmek, son olarak bu Dersler’i de bize hatırlatabilir.

Page 124: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

124

Kırk’dan bahsetmek, Kırk Yıl’dan, Kırk Gün’den, Kırk Hafta’dan

bahs’etmek, tüm Dünyâ Târihi’nde Anlam yüklenilen Sayılar olarak, Müslümanlık’ta da, hakeza Qur’ân’da da Kırk Sayısı Anlamlı’dır. Hepimizin Anne Rahmi’nde Biçimlenme Süreci aşağı yukarı Kırk Hafta’dır, (280 Gün’dür). Kırk Hafta’da Adam oluruz ya da olmayız. ‘İnsan diye anılan bir Şey’ Hâline geliriz, ya da gelmeyiz. Kırkı’nı çıkartmak demek, Kırk Haftası’nı çıkartmak demek, İnsân olarak, (Tıfl olarak) doğmak demek. Sonra Kadınlar, Kırkı’nı çıkartırlar, Çocuk Ev’den Kırk Gün çıkmaz, Neqahât Dönem’i geçirirler. Önce Kırk Hafta çıkartıyorsunuz, Doğum’dan önceye. Sonra Kırk Günlük bir Geçiş. Sonra da Qur’ân diyor ki, “O Çocuk büyüyüp te Rüşdü’ne erdiğinde”, Ahqâf Sûresi’nin 15.Âyeti’nde, (hey 15’li diyor bize), 40 Yaşı’na erdiğinde, şöyle bir Muhâsebe yap, nerden geldiğin nereye gittiğin geçirdiğin Yıllar’a şöyle bir bak. Allâh seni nice Kerâmetler’le nerden getirdi, Annen, Baban, Çocukluğun, emzirildin, Şefkat, Merhamet ile büyütüldün, Sana Allâh İmkan

verdi, Mal verdi, Oğullar verdi. Ondan sonra geleceğine bak, diyor. Allâh’a Dua et, Rabbim, Soyum’dan, Zürriyetim’den, Hayırlı, Sâlih İnsanlar Wücud’a getir, İnsanlar içinde ona Güzel bir Şan ver. Beni İyi Ölümler’le İnsanlar arasından çek ve al.

Allâh, Kırk Yaşı’nda bunu yap, diyor. Ahqâf Sûresi’nin 15.Âyeti’nde. Dolayısıyla Kırkı’nı çıkartan İnsânlar böyle bir Muhâsebe’ye çağrılırlar. Hz.Peygamber, Kırk Yaşı’nda Peygamber olur. Hz.Mûsâ a. Fir’awun’un Zulmü’nden çıkarttığı Halq’ı Kırk Yıl, Tîh Sahrası’nda dolaştırdı. İstese 1-2 Yıl içerisinde Allâh onları Qudüs’e ulaştırırdı. Ama Rabbimiz bilerek bunu yaptığını bildirmiştir. Fir’awun’un Esâret’i altında, Firawunlaşan, Ötekileşen, Gayrı’laşan Halq’ın bu Topraklar’da ölmesini sağladı. Onları Kırk Yıl, Çöl’de dolaştırdık. Çölde Özgür Nesiller’e geçiş oldu. Fidanlar Rüşd’e erdi. Sıfır’dan, Fir’awun Terbiyesi’nden geçmemiş olan Nesiller. ‘Onlarla İsrâiloğulları’nı Qudüs’e doğru

yürüttük.’ Böylelikle temizlenen bir Nesil var: Çöl’ün Fidanlar’ı… Tokatlanan Aralar…

Page 125: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

125

Qayzer’in Zamanı’nda o Günün Put’u vardır ama

bugün Küresel

Dünya’nın Putlar’ı daha Farqlı’dır. Biz Tertil Dersleri’nde bunu 3

Büyük Başlık altında somutlaştırıyoruz. Biraz

da o Öncekinin (Pavluscu Roma) Teslisi’nin bir

İfâde’si olsun diye. Bunlar, Küresel Sistem’in

Tartışma dışında Qabul ettiği 3 Uknûmu’dur,

(İdolü’dür, tapınma Nesnesi’dir). Bunları

taşladığınız zaman, taşlanıyorsunuz.

Demokrasi’dir, Human

Rights’dir ve Liberalizm’dir, Yeni,

Küresel Roma’nın Teslis’i. Bütün bunları

Çağdaş Dünya, Üniversal bir Form’da

Akademyası’ndan İlkokul Çocuğu’na kadar, Dewlet Yöneticileri’nden STK türlü, Sivil Toplum

Kuruluşları’na kadar, Âmentü olarak Qabul

etmiş, bunlar Tartışılma ötesi Hale’ye

büründürmüştür.

Böylesi Kırk Yıllar, Geriye bakarak, İleriye bakarak, Kendi Ömrü’nde

Qur’ân’ın kullandığı Târihsel Dönüşüm Dili’dir, Dilimi’dir, Kırk. Burada, Niksar Kampı’nda, Erbaa ve, Erbaîn Çıkartma üzerinden bir Hatırlatıcı Ders almak istiyoruz. Biliyorsunuz, Dersler’e katılan Arkadaşlarımız’la, Kırk Yaşı’nı bitiren-leriyle, Her Sene bir Dağ Buluşmamız oluyor, Varoluş Buluşmaları. Bu Kırklar’la Alaqalı Okumalar’ı orada da yapıyoruz.

2015’den 40 Yıl geriye giderseniz, 1975’leri çağıracağız bu Sene. Demek ki 75’den 2015’e bir 40 Yıl çıkartmışız. 1975’in Kronolojisi’ne baktığımda buraya aktarılabi-lecek, en Uygun Târih,

Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne Üyeliği’ne Başlama Târihi’dir. Avrupa Konseyi’ne Başvuru’nun Qabul edilmesinin Kırkı’nı çıkartmışız bu Sene, Avrupalı oluşumuzun, Avrupa Konseyi’ne Gelişimiz’in 40.Yılı. Avrupa Birliği’ne giremedi tabi Türkiye bu da başka Hikâye. İşte birkaç gün önce Tehcir’den dolayı Avrupa Birliği’nden bir Şamar yedik daha yeni ama, artık bunlara Alışık hale getirildik zaten. Büyüklerimiz değil mi, bizi severler de döverler de. Müslüman Abilerimiz överlerse överiz ama,

bunları döverlerse Sorun olmasın. Dolayısıyla, böylesi bir Kırk’ı çıkartıyoruz.

2023 Yılı’nda, benim en azından içinde yer almış olduğum kendi Çalışma Grubum olarak, Türkiye 100.Yılı’nı çıkart-tığı Süre’de bu Yüzyıl’ın ben de Son 40 Yıllık Muhalefeti’nin Kırkı’nı çıkartmış olurum inş. Çünkü Öğrencilik Yıllarımız’da, 1983 de, Elazığ’da başlattığımız Tertil Okumalar’ı, 2023 de, Türkiye’nin 100.Yılı’nda Kırkı’nı çıkartmış olacak. Yüzyıl’ın Son 40 Yılı’na Arkadaşlarımız’la, bu Muhâlefet Nazarı’yla

baktık. 6.Senesi’ni bitirdiğimiz Kampları-mız’da, demek ki Doğan Çocuklar bu sene İlkokul’a başladı demektir. Allâh Nasib ederde, 40.Yılı’nı görür müyüz, tabi böyle düşünmek Tûl-i Emel midir, ayrı Mesele’dir. Baktığınızda, Fidanlarımız’a biz Zamanı’nda ne Su’yu verdik diye sormamız gerekecek. Verdiğimiz Su, onları Yarın Civilizasyon’un Türkiye’sine götürdüğünde biz bunun neresinde bulunduk? Zamanımız’da söylenmesi gereken Şey’i, söyleyip söylemedik mi, bunun Muhâsebesi’ni de vereceğiz. Allâh’ın soracağını biliyoruz.

Page 126: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

126

Niksar’da bu Topraklar, bu Mekanlar, bunu bir kez daha Teyid etmeye,

konuşmaya Fırsat oluşturmuş olan Arkadaşlar, belki Ses’in getirdiği Kısıklıklar’la Bağlantılar’da Kopukluk yapmış olabilirim, Qabul görün, Teşekkürlerimiz’i burada sunuyoruz. İşimiz Hayr olsun, Islah için Niyet ve Çabalarınız’da Allâh Sa’yiniz’i Meşkur eylesin, Yolumuz Açık olsun.

ERBAA MEDİNE’NİN KAPILARI’NDAN NİKSAR KAMP’I ÖNCESİ ŞEHİR DERS’İ

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 13 Kamp’tır yaptığımız bir Uygulama’yı, gitmeden önce yaptığımız Şehir

Dersi’ni burada da Dewâm ettirelim. MDT’nin Bünyesi’nde Mekke-Medine’den başlamak üzere, Qudüs’ü de içine Dâhil ederek Qıblelerimiz, daha sonra da Kurucu, Büyük, Medine’nin Kapılar’ı olan Müslümân Başkentleri’ni Ders olarak işlemiştik. Onlara ilâweten de bu Kamplar’da yaptığımız Ülkemiz’deki Şehirler’i de Kamp Öncesinde birer Medine’nin Kapılar’ı Ders’i olarak sunuyorum. Böylelikle 6 Ay’da bir Müslüman Düşünce Târihi içinde ayırdığımız Kompartıman’da Medine’nin Kapılar’ı Ders Serileri’ie bir Şehir daha ayırmış oluyorum. Zaten ikisine beraber yoğunlaştığı için, Ekstra bir Mesai de getirmemiş oluyor. Kamp Semineri’nde de bu Şehir Dersi’nden İstifâde etmiş oluyoruz. Bu Kamp’ta 2 Yerimiz olduğu için, asıl gideceğimiz yer Niksar ama, Kamp Sorumlumuz Erbaa’dan Arkadaşımız, ‘dönerken bize de uğrayın’ deyince ikisini birleştirdik. Târihi olarak değilse de, üzerinde çalışırken bir Tefekkür Boyutu’yla

Erbaa üzerinde de konuşacağız. Kamp Sayfamız’da şöyle bir Paragraflık bir Özetleme yaptım ki, Ana Kompozisyon’un ister Giriş, ister Sonuç Bölüm’ü diyelim, Meramımız’ı yansıtabilir. Mehmed Akif’e ait, “20.yy. denen o Mahlûq-i Sefil” diye “Tek Dişi kalmış Canavar” Nitelemesi’nde yaptığı gibi, böyle Sefil bir Mahlûq olarak Canavar’a benzettiği bu Yüzyıl’dan Canlı olarak bahs’etmesinden İlham alarak dedik ki: “20.Yüzyıl, yani o Dewr-i Sefil, 2.kez boğduğunda Dünyâ’yı, yani, II. Dünya Savaşı’nda, Qamerî Taqwîm üzerinden 40.Yılı’nı çıkarmaktadır Erbaa. (Bunlar Aqlımız’da kalsın diye Derslerimiz’de kullandığımız bir Yöntem’le Sayılar, Simgeler üzerinden Münâsebetler’i çağrıştıracak şekil’de Cümle içine yerleştirdiğimiz Plastik Unsurlar’dır. Algıda Seçicilik ile Çarpıcı bir şekil’de Zihnî bir Yön’e Kanalize eden ve Ezberleme’yi, Hafıza’da kalmayı kolaylaştıran ama aynı zaman’da, Zihnimiz’de Anlamlı bir Harita doğmasına da Zemin hazırlayan

Çağrışımlarım’dan yararlanıyoruz. Bu tür Unsurlar’ın Analitik bir Değer’i olmayabilir, ama Ezber ve Haritalandırma Açısı’ndan, olaya bir Şiirsel Derinlik katması Açısı’ndan yararlanılabilir. Bu anlam’da 40 Nitelemesi, orda vereceğimiz Seminer, Erbaa, 20.Yüzyıl’ın 40 Yılları’nın üzerinden, Seminer’in Başlığı ve içeriğinde bize bu Derinlikler’i yakalatacaktır. Oradaki Seminer başlığımız ise “Niksar’da Erbain çıkartmak” olacak. Bu Çalışma Esnâsı’nda rastladığım Konular’ı birbirine bağlayarak, 4 ve 40, Erbaa ve Erbain belli bir Nokta’ya Dikkatimiz’i Teksif edecektir). 1939 Yılı’nda Erzincan’da yaşanan Büyük Deprem, Qamerî Taqwim’e göre 40 Yıl geçmiş 20.Yüzyıl’dan ve arkasından İki Deprem daha oluyor. Bunlardan Erbaa da Niksar’da etkileniyor tabi. Dewr-i Sefîl’in 40.Yılı’nda bir Deprem ve

Page 127: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

127

aqabinde Artçılar’ı ile 42 ve 43’te bir daha Erbaa Şiddetli bir Şekilde bu

Depremler’den etkileniyor. Peşpeşe 3 kez Yıkım, Erbaa için Zorunlu bir Göç’ü, Şehir Merkezi’nin taşınmasını doğuruyor. (Erbaa İsmi’nin verilmesi, öyle anılması Farqlı Gerekçeler’le de olsa, biraz sonra bahs’edeceğiz, biz ona bir başka Anlam yükleyerek Arkadaşlarımız’a Hediye edeceğiz. Çağrışım açısından bu yaptığımız Bağlantılar onu verecek). Tekrar Cümlemiz’e dönersek, “20.Yüzyıl, yani O Dewr-i Sefîl, Dünyâ’yı 2.kez boğduğunda, Qamerî Taqwîm ile Kırkı’nı çıkarmaktadır Erbaa. 1939 Erzincan Deprem’i ile uyanmıştır Türkiye. Gazab Hinterlandı’nda Erbaa da vardır. Sonra Kırklı Yıllar’da Zelzele’nin Sâhib’i 2 kez daha çalar Kapısı’nı Erbaa’nın. 1942 ve 43. (Zelzele Tertil I’de Zilzâl Sûresi’nde İsmen bulduğumuz, Tertil XII Serisi’nde ise, Hacc Sûresi’nin İlk Âyeti’nde Zelzele Saat’i Nitelemesi yapılır, Qıyâmet için. Yalın olarak Saat te Qıyâmet için kullanılır. Dünyâ’nın Yok Oluşu’yla Alaqalı Deprem

Saat’i, Saat-i Zelzele geldiğinde diye bahs’eder. Dolayısıyla Toplumlar’ı Ömürleri’nde Değişik Şekiller’de ister Küçük Boyutlar’da Meydân’a gelen Depremler, (Zilzâllar); gerekirse girmekte olduğumuz Büyük Zelzele Saati’nin Alâmetler’i Mâhiyeti’nde bu Deprem Zincirler’i birbirini etkiliyor. Erbaa Târihi’nde bu Deprem çok Önemli olduğu için de Erzincan Deprem’i, Atatürk’ün Ölümü’nde birçok Teolojik Tartışma’nın Paralel gittiği Süreç’te, Risâleler’de Uzun Muhâsebe’sinin yapıldığı yerde bunları hatırlamamak olmaz. 99 Deprem’i Türkiye’nin Târihi’nde yine önemli bir Kırılma Unsur’u Meydâna getirir.) “… böyle gitmeyecektir, anlaşılmıştır, yılmamışlardır, yaşanacak Günler vardır. Bu Düşünce’yle Kuzey’deki Çarşamba’dan biraz daha uzaklaşarak, Güney’e Doğru inerek Şehri 1944 Yılı’nda yeniden kurarlar. (en Eski Bina’sı 1944, Hükümet Bina’sı. Sıfır’dan yeniden kurulmuş. Böylesi Sıfır’dan kurulan Deprem Sonrası Kent

olarak Harput’u görmüştük. Harput’tan sonra Elazığ, böyle Aşağı’ya, Ova’ya kurulmuştu, Abdu’l-Azîz Tarafı’ndan. Yeni bir İsim de verilmiş Harput yerine Mamurâtü’l-Azîz denmişti. Burda Erbaa Ad’ı tekrar aynı Şekil’de Dewâm ediyor. Göreceğiz o Kelime de 300 Yıllık bir Geçmiş’i var, Osmanlı’da bu Ad’la Anılış’ı çok Eski değil. Daha önce başka İsimler kullanılmış buradaki İskân için. Ama 1944’te Dönüşüm yapanlar, Şehr’i Güney’e taşıyıp yeniden İnşâ edenler, Adı’nı değiştirmeyi nedense düşünmemişler. Arabça olduğunu farq etmemeleri Mümkün değil, İnönü Zaman’ı onun Cumhurbaşkanlığı’ndan söz ediyorsunuz, yani o tür Alerjiler’in olduğu bir yer’de, Mamurâtül-Azîz, Elazığ’a dönüştüğü gibi, Erbaa’da pekâla dönüştürülebilirdi. Halq’ın Kullanımı’nda, Ağzı’nda Erba Şeklinde bir Yatkınlık’ta var, ama bu Dönüşüm olmuyor ve öylece kalıyor. Biraz sonra vereceğimiz o 4 Adı’nı vermeyi gerektirecek Unsur da ortada kalmamışken, o 4 Yerleşim’den en Büyüğü

olarak kurulduğu yer’den de taşınmışken bu Dewâm ediyor. Biz de bir başka Bağlantı ile 39 Depremi’nde, Yüzyıl’ın 40’ını çıkarmasını, bir Dönemeç Nokta’sı olarak görüyoruz. Ve 1944’te, iki kez 4 taşıyan 44 Yılı’nda, Erbaa yeniden bir başka yerde kuruluyor. Adı’nın yeniden Dewâm etmesi’nde bu Bağlantılar bir çok Çağrışım’ı böylece tekrar tekrar bize hatırlatacaktır). “… Kuzey’deki Çarşamba’dan biraz daha uzaklaşarak, Yeşilırmak gibi kıvrılır Erek. Erbaa’nın Asıl adı Erek. (Asıl Ad’ı derken 4 Unsur’u, Yerleşim’in hepsinin de bir Asıl Ad’ı var ama birinci ve temel olan Erek Yerleşim’i, Ad olarak 4 Unsuru’nu kapsayacak şekil’de Erbaa diye nitelenmiş oluyor). “ … İki Kez 4 dedi mi Târih, yani 1944, ‘Adım’la Şânım’la Tekrar varım’ der, Erbaa. Niksar’dan dönerken bir Nisan Pazar Sabah’ı, Tusitler Dünya’da Tur atarken, Dostlarımız’la Erbaa’da

Page 128: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

128

Nazar, ‘sîrû fi’l-Ard’ İbâdeti’nde olacağız. ‘Fransız/Turist kalmasın Tawafımız’a

katılanlar’ deyip bugün Dârımız’da Erbaa diyeceğiz inşallâh. Medine’nin Kapıları’ndan Alman Mimarı’nın Planı’yla kurulan Erbaa’ya” diyerek göndermelerimizi yaptık. 1944’lü yıllar, Almanlar’ın başlattığı Savaş’ın 1 Sene sonra sonuçlanacağı, Almanya’nın da 1949’dan sonra yeni baştan kurulmaya Çaba sarfedileceği, Türkiye, Almanya’dan bir çok Göçler aldığı, 1963 Sonrası Almanya İlk Kuşak gidenler, (oradan arkadaşımız) Y. Gün, yeni oradan Dönüş’ü Memleketi’ne gelişi, bir sürü Bağlantılar’ı bu Yeni Şehr’in Yeni Dönüşümleri’nde bunları hatırlıyoruz. Yeşilırmak gibi kıvrılır Erek, diye Yeşilırmak İsmi’ni andık, Üç Çay’ın Birleşim’i ile Büyük bir Irmağa dönüşüyor. Ders’in Akışı’nda Çaylar’ın suladığı Ovalar’ı konuşabiliriz. Bunun 2 tane’si Erbaa’nın çok Yakını’nda Boğazkesen denen bir Mewki’de birleşerek Yeşilırmağı oluşturuyorlar. Burası bir şekilde ‘İki Deniz’in

birleştiği bir Yer’ olarak da görülebilir. Bu Ciheti’yle de Hâfızalar’da Târihsel olarak Anılar’ı çok olan bir Birleşme Noktası Boğazkesen. ‘İki Deniz’in birleştiği Yer’ biraz daha Rahmet İfâde eden Anlamlar’ı taşır. Tuzlu Su, Tatlı Su, birbirine kavuşmazken aralarına Allâh Berzah koymuşken, bir başka yerde İki Suy’u birleştirir buradan, Mûsâ a.’ın Hikâyesi’nde bir başka Şey’i, konuşursunuz. Burda İki Deniz birleştirilmiş, ayrıştırılmamıştır. Ama buradan geçen Yavuz’un Ordular’ı, İki Ayrı Deniz’in Kavga’sı için, buradaki Köprü’yü Wesile etmişlerdir. Erbaa’nın 4 Nâhiye’nin İlki olarak Erek demiştik. Karşıyaka 2.Nâhiye idi, Cumhuriyet Dönemi’nde Karşıyaka da Erek’e bağlanarak Tokad’a bağlı bir İlçe hâli’ne dönüştürülmüş oldu Erbaa. Diğer İki İlçesi’nden biri Taşâbâd, bugünkü adı’yla Taşova, 4. İlçe’yi (Sonusa/ Uluköy’ü) içine alarak o da kendi içinde birleşmiş ve Amasya’ya bağlanmış. Erbaa; -Erek, Karayaka, Sonusa ve

Taşâbat'ın- Genel bir Ad’ı iken, Bugün bu Dörtlü, İki’ye inmiş, Erbaa adı’nı üzerine alıp hepsini temsilen sâhiplenen Erek Merkez’i ile Taşabad Merkezi, İlçe Hüwiyeti’ni sürdürüyor. Diğer ikisi onlara bağlanmış gözüküyor. Osmanlı Kayıtları’nda 1700’lerde 4 Nâhiye, Newâhiye-yi Erbaa Ad’ı ile bir İsim’de anılmış. Bu Dönem’de Niksar Amasya arasında en Önemli Yerleşim Birimleri olan Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşova bu 4’üne verilen Erbaa Adı’nı Erek, en Büyükleri olduğu için Zaman’la tek başı’na da kullanır olmuş. 1840’da Erbaa Adı’yla bu 4 Nâhiye’nin Vergi’si bir arada kayıt edilmiş ki, böyle 4’lü bir Üst birim oluşturulduğu anlaşılıyor. Erbaa bu 4 Nâhiye’nin Genel bir Ad’ı olmuş ve 4’ü birden sanki bir İlçe Görünümü’nü almış. Hatta Resmiyet’te Qazaay-ı Erbaa Tâbir’i de kullanılmış. Daha sonra Erek diğerlerine göre daha fazla Gelişim gösterince tek başı’na Erbaa Adı’nı alarak 1870’te bu Ad’la İlçe yapılmış. Kalan 3’ü Erek’e yani Üst

Ad’ı ile Erbaa’ya bağlanarak onun İlçe’si hâline dönüştürülmüş. 1944’te ise Taşâbâd’ın (Taşova), Erbaa’dan ayrılıp ayrı bir İlçe olması ile Sonusa da Taşova’ya bağlanmış, böylece Erbaa (4 Nâhiye) Birim’i bu şekil’de Bölünmeler yaşamış. Dolayısıyla Erbaa Ad’ı Erek Merkez ve Karakaya da ona bağlı olarak 2 Birim’e inmiş ve bu İlçe Yapısı’nın Üst Ad’ı olarak da Erbaa Ad’ı onda kalmış görünüyor. Şimdi bu Târihsel Erbaa üzerindeki Arkeolojimiz’e Dewâm edelim. 2011 de Çorum’un Bayat İlçesi’nde bulunan Târihi Maden Ocağı’na kadar, Anadolu’nun en Eski Yeraltı Maden İşletmesi, MÖ.5000 Yılı’na ait olup, Erbaa’nın Kozlu Köyü’nde olarak Kayıtlar’a geçmiş. Maden Ocağı’nda Eski Gümüşlük diye bilinen Mewki’de yapılan Sondaj Destekli Aramalar sâyesinde bu Ocak Tesbit edilmişti. Yörede Bakır

Page 129: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

129

İhtiyac’ı, binlerce Yıl boyunca bu Maden Ocağı’ndan karşılanıyor. Ankara Anadolu

Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen ve Müze’nin en Değerli Parçaları’ndan biri olarak Bebeği’ni emziren Ana Heykelciği Erbaa İlçe Sınırları’nda bulunan Horoztepe Arkeolojik Sit Alanı’nda yapılan Kazılar sırasında bulunmuş. Hititler’i önceleyen Hatti Uygarlığı’na ait bu Heykel için MÖ. 2400-2200 yılları’na Adres veriliyor. 1950 de buradan Buluntular’ın bir kısmı Yurtdışı’na kaçırılmış, bir kısmı da Amasya Müzesi’nde sergileniyor. Yeni Erbaa Yerleşim’i, İmar, Plan ve Uygulaması’nın Alman Mimarlar’ı Tarafı’ndan yapıldığını söylüyorsunuz. O bildiğimiz Osmanlı Dönemi’nde Târihi Eserler’in çalınması Girişimleri’nin 1950’li Yıllar’da Dewam ettiğini farq’ediyorsunuz. Horoztepe Bulgular’ı, Yöre Halqı’nın Alacahöyük’te olduğu gibi Sanat ve Madencilik Uğraşları’nın önemli Düzey’e ulaştığını Maden’i İşleme Bilgisi’nin Yüksek olduğunu gösteriyor.

Yazı’nın kullanıldığı Dönem’e gelir isek, Yunan Uygarlığı, Antik Dönem Sonrası, Helenistik Dönem’in, Büyük İskender Sonrası Dönemler’in Yazıları’nı Konu etmemiz gerekiyor. Dünyâ’nın İlk Coğrafya Yazıcı’sı olarak andıkları Amasyalı Strabon, Erbaa’nın (Erek) Roma Dönemi’ndeki Adı’nı Fanaroia olduğunu aktarmış. Coğrafya’sı ve Bitki Örtüsü’nü de kaydeden Strabon, Pontus’un içinde en İyi Bölüm’ü olarak Erbaa’yı zikr!ediyor. Zeytin yetiştiği, Kaliteli Şarab üretildiği gibi Bilgiler’den de bahs’ediyor. Pontus Kral’ı VI.Mithridates Günümüz’de "Boğazkesen" olarak bilinen bu Birleşim Noktası’na Amasya'yı Niksar'a bağlamak için Köprü yaptırmıştır ve Bölge’nin Phanaroia olan Adı’nı Opotorma olarak değiştirmiştir. Amasya’yı Niksar’a bağlamak için bu Köprü yapılıyor. Bizi daha çok ilgilendiren Erbaa Târihi’ne gelince, Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi’nden bahs’etmeliyiz. Qayseri Kesişim Noktası olan Orta bir yerde

durduğu için, her Kamp Serimiz’de bir şekil’de Qayseri ile de Ortak Paylaşılan Târih Dönemeçleri’ni bir kez daha İzleme İmkan’ı buluyoruz. Özellikle gittiğimiz yer İç Anadolu’da ise daha da fazla Ortak Noktalar buluyoruz. Sivas’ta, Kastamonu’da, Maraş’ta Karşımız’a çıkan Danişmendliler, Niksar-Erbaa’da yine Karşımız’a çıkacaktır. Hatta bu Sefer Niksar Wesilesi’yle Danişmendliler’in ta Başlangıcı’na gideceğiz. Qayseri’de Melikgâzî Türbe’si, Camikebir’de bulunan 3.Kuşak Melikgâzî idi. Onun Baba’sı Pınarbaşı Yolu’ndaki Melik Mehmed Gâzî Türbe’si de Danişmendli 2. Kuşak Emîr idi. Şimdi bu Niksar’da Mezârı’nı Ziyaret edeceğimiz Danişmendli Melikimiz, (Gümüştekin Adı’yla anılıyor, Danişmendgâzî) Kurucu olarak Alparslan’ın Komutanları’ndandır. Asıl Feth’i başlatan İsim o. İdârî Merkez olarak kendisine o zaman Niksar’ı seçmiş, Oğullar’ı Dönemi’nde Sivas, Qayseri,

Maraş bu Taraflar’a doğru inmeleri Sözkonusu. Elazığ Gezimiz’de Pınarbaşı ve Melikgâzî Ziyâretlerimiz yapılmış ilgili Bağlantılar kurulmuştu. Sivas Öncesi’nde Melik Mehmed Gâzî ve Camikebir üzerinde duruldu. Niksar Seferimiz’de de yine Qayseri’de çok Erken Dönem’den olan, Danişmendli Cami’si, Gülük üzerinden Cuma Namazı çıkışı Konuşmamız’ı orada yapalım ve Niksar Bağlantıları’nı orada kuralım. Niksar ile ilgili başka Alaqalar kurulabilir. Cuma Niksar Dersimiz’de Konu açılacaktır. İznik Gezi’si Öncesi’nde de Niksar’da durmuştuk. Dâwûd el-Qayserî’nin Eğitim Durakları’ndan biri Niksar Rasathaneler’i, Medreseleri’nde, Matematik, İlm-i Nücum Dersler’i almıştı.

Page 130: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

130

Niksar’da bir başka Câlib-i Dikkat Qayseri Bağlantısı, Niksar’ın Yeni

Qayseri Adı’yla anılmış olması. İslâm Fethi Öncesi, Roma Augustos Dönem’i Qayseri, bizim ‘Sezarlar’ın aldığı Yer’ diye tanımlandığı gibi, sonradan ele geçmesi ile de Yeni Qayseri İsmi’nde Niksar’ı görmek istemişler. Nova Kayzeriya, Niksar diye anmışlar. Qayseri Ad’ı üzerinden, Danişmengâzî üzerinden, Dâwûd el-Qayserî üzerinden Niksar’da epey Müştereklikler, Fahri Hemşehrilikler kuracağız. 1077’de Melik Ahmed Gâzî Tarafı’ndan feth’edildi. 1082’de Silahtar Ömer Paşa Camii o zaman’dan kalma en Önemli Yapı. Bugün Akça Beldesi’ndeki bu Câmi, Günümüz’e kadar Sağlam bir şekil’de gelmiştir. Demek ki Erbaa’da eski yerleşim yerlerinde önemli bir konumda bulunuyordu bu Belde. Günümüz’de ise Köy Hüwiyeti’ndedir. Asıl Yerleşim Yeri olarak ise Günümüz’de Erek Önem kazanmış görünüyor. Demek ki 1000’den biraz Eksik, yaklaşık 940 Yıl’dır bir İslâm Beldesi’dir bu Erbaa, Erek Havza’sı.

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Muhârebesi’ne giderken, İranlılar’la yapılan Savaş, Boğazkesen’de, yani Yeşil Irmağı oluşturan 3 Bağlantı’dan ikisinin birleştiği yer’de, Yapım’ı Helenistik Dönem’e kadar uzanan Köprü’den geçmiştir Orduları’yla. Bu Dönem’de Ta’dilât da geçirmiştir. Köprü’nün bir Bölüm’ü Osmanlı Yapısı olarak İnşâ edilmiş bu Ta’dilât Sırasında. Erbaa Merkezi Erek’in 1600’lü Yıllar’da çok Küçük bir Yerleşim Yeri olduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. Niksar’a geçerken Erbaa’ya değil bugün onun Köy’ü Konumu’ndaki Koçak’a uğramasından bu Durum anlaşılıyor. Osmanlı Dönemi’nden Bugün’e ulaşan bir diğer Yapı, Ravak Baba Türbesi ve yanındaki Cami’dir. Erbaa, 1872’de Amasya’nın Sınırlar’ı içinde bir Qaza olarak Tanzim edilmişti. Erbaa 1939 Erzincan Depremi, 1942 Niksar/Erbaa Deprem’i, 1943 Erbaa

Depremi’nden sonra neredeyse tamamen Harita’dan silinmiş. Bu Süreç, Erbaa’nın yerini tamamen değiştirmekle sonuçlanıyor. Yöre’nin Târihi’nde yaşanmış en Yıkıcı Deprem olarak 1942 Erbaa/Niksar Deprem’i yer alıyor. 1 Sene sonra gelen Deprem de artık Bardağı taşırıyor. Jeolojik ve Tektonik Araştırmalar Neticesi’nde, Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın tam üzerinde olan Erbaa, böylece Güney’e taşınıyor. Böylece Alman Şehir Planlamacıları Mârifeti’yle 1944’te Hükümet Binâsı’nın Yapım’ı ile yeni Yerleşim Teşkil ediliyor. Dolayısıyla Kent’teki en Eski Yapı bu Hükümet Bina’sı oluyor, onun Etrâfı’nda şekillenen bir Şehir’den bahs’ediyoruz. Merkezi’nde Kaymakamlık, Defterdarlık vs. Hükümet Binaları’nın yer aldığı, tam İnönü Dönemi’ni simgeleyen bir Ceberrut Yönetim Tarzı’nın Somutlaşmış Yapısı’nı burada görebiliriz. Yeşil bir Orta Karadeniz Coğrafyası olarak Tabiat Güzelliği ayrı Konu ama, biraz Eski Kalıntılar’ı ve Târihî Yerler’i görmek için Köyleri’ne gitmek

gerekiyor. Samsun Çarşamba’ya, Amasya Taşova’ya, Niksar ve Tokat Merkezi’ne Sınırlar’ı olan Erbaa, Bizim Kamp Seminerimiz Bağlamı’nda söyleyecek olur isek, Niksar ile arasında 41 km. ile yine Erbain üzerine konuşmak için bize Fırsat veriyor. İklimi, Bitki Örtüsü Anadolu, Karadeniz Ortası’nda bir yere Teqâbül ediyor. 245 Raqım’ı ile Deniz seviyesi’ne yakın, Nârenciye dışında yenilebilir Bitki yetişebilir deniyor. Nüfus Açısı’ndan Erbaa, Tokat’ın en Kalabalık İlçesi’dir. Târih’i Niksar’ın bile ötesinde olması, Planlı Düzenli yeni bir Başlangıc’a Sâhip olması ile alaqalı. İşsizliğin pek olmadığını söylüyorlar. Yüksek Eğitim’de bazı Meslek Yüksek Okullar’ı, Sanayi Kuruluşlar’ı, (67 Adet Fabrika, 7500 Kişi’ye İş İmkan’ı veriyor), Ana

Page 131: Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı III · söndürmek için Urfa’ya süzülüyor. Mecûs’un Ateş’ini söndürür Tewhid’in Nûr’u ... 9 05/el-Mâide 111 10

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

131

Sanayi Kol’u, Toprak ve Tekstil olmak üzere, Bünyesi’ndeki Organize Sanayi

Bölgesi ile Planlı, Düzenli bir Durum arzediyor. Boğazkesen’deki Kale’den dolayı buradaki Köy’ün Ad’ı Kaleköyü. Antik Dönem’de Pontus Kral’ı VI.Mihridat bu Kale’de yaşarmış. Önceleri Savunma Amaçlı kullanılan Kale, taqibeden Osmanlı Dönemi’nde Zindan olarak kullanılmış. 1775 de Yöre’de Eşkiyalık yapan Biskenili Emin, mesela burada Zindan’a atılmıştı. Erbaa’nın Üst Kesimleri’nde Midye Kabukları bulunması, bugünkü Ova’nın Antik Dönemler’de Büyük bir Göl olduğunu ortaya çıkardı. Kale’de yaşayan Krallar’dan birinin Eş’i Lübnanlı olabilir deniyor. Bunu düşündüren neden ise, Sedirlik denilen Ağaçlık Yer’in Lübnan Sedirleri ile Dolu olması, Bölge’ye Yabancı bu Ağac’ın burada bulunuşu başka Sebeb’le İzah edilememektedir. Kaleboğazı denilen Yer’de bir de Taş Köprü var. Zaten o Yönü’yle İki Denizin Birleştiği Yer diye onu Sembolizm’de kullanacağız. İlk Yapım Târih’i bilinmiyor ama Yavuz da bu Köprü’yü Tâmir ve

Ta’dil ediyor. Akça Kasabası’ndaki 1082 Târihli Camimiz’den bahs’etmiştik. Kitâbe’si olmadığı için Yapım Târihi’ni buradan değil, başka Bulgular’la destekliyoruz. Silahtar Ömer Paşa Tarafı’ndan 1688 de Ta’mir edilmiştir. 70 Yıllık Yeni Erbaa Mahalleleri’nde, Sıfır’dan planlanan bir Şehir olduğu için, Târihi Kaynaklı İsimler yerine her Şehir’de Ortak bazı İsimlendirmeler burada da Karşımız’a çıkıyor. İstanbul’un Wefâ Semt’i, oradaki Şeyh ile alaqâlı bir Târih Bağlantısı veriyor. Mesela İzmir’de bir Wefâ Mahallesi aramanız gerekmez. Cumhuriyet Dönem’i Ortak İsimlendirmeler burada Yoğun bir şekil’de gözlemleniyor Sıfır’dan kurulmuş olması itibariyle. Değişik İqtidarlar’da Yönetim’in Tercih ettiği Değişik İsimler var. Kurucu olması hasebi’yle mesela, bir İnönü Mahalle’si kaçınılmaz. Gazi, Cumhuriyet, Atatürk vb. belli İsimler burada da var.

MHP Dönemi’nde seçilen Ahmet Yesewî, Gâzî Osman, Yavuz Selim gibi Adlar da bu Şekilde yer almış. Yeni Mahalle İsimli bir Yerleşim Yer’i de var. Yeni zaten Şehir ama yinede bu da var. Yeşilyurt da var, Yeşilırmak olunca. Ziya Gökalp Mahalle’si de yer alıyor.

Tîn’e, Zeytîn’e Çağrı, bunların Zâhiri’ne değil, asıl Anlamı’na Çağrı’dır. Bunlar her iki Anlamı’yla Sofra’nın

Gıdaları’dır, ama asıl Anlamı’yla Wahiy, yani, Qur’ân Mâidesi’dir.

Sofra’da Su’da olur. Serinletici, Hazmettirici Su. Gök Sofra’sı ve Ziyâfet’i de bunu yapabilmeli. Qur’ân

Sofrası’ndan çıkan, serinleyebilmeli. Ferahlık doğmalı. Sofra’da bir de Nûr vardır. ‘İnsanlar Kandiller’i Sofra’nın-

Sedir’in altına koymak için yakmazlar’1 , demişti İsâ. Sofra’daki Nûr, hem Nimetler’i hem de Konuklar’ın

Gözleri’ndeki Işığı görmek için Gerekli’dir.