I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
ECZACILIK FAKÜLTESİ
I.ULUSAL MARMARA ECZACILIK KONGRESİ
03-05 KASIM 2016
İSTANBUL
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
2
Özetlerin bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
3
KURULLAR
Prof. Dr. M. Emin ARAT
Marmara Üniversitesi Rektörü
Onursal BaĢkan
DÜZENLEME KURULU
Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı
Prof. Dr. ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL
M.Ü. Eczacılık Fakültesi Dekan Vekili
Kongre Sekretaryası
Prof. Dr. Bedia KAYMAKÇIOĞLU (Genel Sekreter)
Yrd. Doç. Dr. Esra TATAR
Yrd. Doç. Dr. Erkan RAYAMAN
Öğr. Gör. Dr. Ġsmail ġENKARDEġ
Öğr. Gör. Dr. Turgut TAġKIN
ArĢ. Gör. Fatih TOK
Fikret SAĞBAN
Naz ÇAKIR
Mustafa KABĠL
Döndü TELLĠ
Cem ÇANKAYA
Kongre Saymanlığı
Doç. Dr. Timuçin UĞURLU (Genel Sayman)
Öğr. Gör. Dr. Ali ġEN
ArĢ. Gör. Ġhsan HAN
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
4
Kongre Düzenleme Kurulu Üyeleri
Prof.Dr. Göksel ġENER
Prof.Dr. Azize ġENER
Prof.Dr. Sinem GÖKTÜRK
Doç.Dr. Mesut SANCAR
Doç.Dr. Ali Demir SEZER
Doç.Dr. Sevda SELÇUK
Prof.Dr. ġermin TETĠK
Yrd.Doç.Dr. AyĢen CÜCÜ
Yrd.Doç.Dr. Sevgi KARAKUġ
Yrd.Doç.Dr. Ayfer BECEREN
Yrd.Doç.Dr. Pervin RAYAMAN
Öğr.Gör. Dr. Elif ÇALIġKAN
Y.Doç. Dr. Sevinç ġAHBAZ
ArĢ.Gör. Necla KULABAġ
ArĢ.Gör. Göknil Pelin COġKUN
ArĢ.Gör. Aslı DEMĠRCĠ
ArĢ.Gör. Turgut ġEKERLER
BİLİMSEL DANIŞMA KURULU
Prof.Dr. Vehbi ĠZZETTĠN
Prof.Dr. Semra ġARDAġ
Prof.Dr. Seza BAġTUĞ
Prof.Dr. Jülide AKBUĞA
Prof.Dr. Fikriye URAS
Prof.Dr. Güler YALÇIN
Prof.Dr. Levent KABASAKAL
Prof.Dr. Ġlkay KÜÇÜKGÜZEL
Prof.Dr. Ümran SOYOĞUL GÜRER
Doç.Dr. Leyla BĠTĠġ
Doç.Dr. Oya KERĠMOĞLU
Yrd.Doç.Dr. Gizem BULUT
Yrd.Doç.Dr. G.Hale ÖZCÖMERT COġKUN
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
5
Değerli Akademisyenler, İlaç Endüstrisinin Temsilcileri, Kamu Kuruluşu Yetkilileri ve
Sevgili Öğrencilerimiz,
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından düzenlenen ve 3-5 Kasım 2016 tarihleri
arasında Ġstanbul‟umuzun güzide ilçesi Kadıköy‟de Caddebostan Kültür Merkezi‟nde
gerçekleĢtirilmekte olan I. Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi‟ne hoĢgeldiniz. Katılımınız ve
katkılarınız için Kongre Organizasyon Komitesi adına teĢekkür ederiz.
I. Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri
Komisyonu BaĢkanlığı (BAPKO), Kadıköy Belediyesi ve paydaĢlarımız olan Eczacı
Kooperatifleri ve Ġlaç Firmaları iĢbirliği ile düzenlenmiĢtir. Bu katılımcı yaklaĢım, ulusal
alanda bilimsel paylaĢım ile katma değerli ürünleri hedefleyen patent ve proje odaklı ekiplerin
kurulması ve 2023 vizyonuna ıĢık tutmayı amaçlamaktadır.
Kongremizin bilimsel programıyla; Türkiye‟nin her alanının stratejik planlarında hedef
gösterilen Eczacılığın tüm alanlarında çalıĢanları bir araya getirilmesi amaçlanmıĢ ve özelikle
multidisipliner olmasına özen gösterilmiĢtir. Ġçeriğin bilimsel yönünü arttırmak ve öğretim
üyelerinin TÜBĠTAK, ĠSTKA ve SAN-TEZ proje ortaklıkları oluĢturmak adına alanlarında
söz sahibi isimler bilgi ve deneyimlerini paylaĢmak üzere kongremize katılmıĢlardır.
Kongre programında öğrencilerimizin bitirme ödevlerinden kaynaklanan bilimsel çalıĢmaların
sunulduğu poster oturumları da yer almaktadır.
Ġlkini gerçekleĢtireceğimiz Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi vesilesiyle bilimsel ve
mesleki bir birlikteliğin yanı sıra, güzide ilçemiz Kadıköy‟ümüzün nostaljik ve doğal
atmosferini yaĢamayı da ümit ediyoruz.
Kongremiz, M.Ü. Bilimsel AraĢtırma Projeleri Biriminin Ulusal Bilimsel/Sanatsal Toplantı
Düzenleme Desteği (L tipi) olan SAG-L-250416-0167 no‟lu “1. Ulusal Marmara Eczacılık
Kongresi (UMEK-1)” proje adı ile desteklenmiĢtir.
Kongre Organizasyon Komitesine, Bilimsel Komitemize, Kongre Sekreterliğine, öğrenci
kulüplerimize, Kadıköy Belediye BaĢkanlığına ve Üniversite yönetimimize en içten
teĢekkürlerimi sunarım.
“Eczacılıkta katma değer odaklı bilgi paylaşımı” sloganı ile tüm akademisyenlerimizin,
paydaĢlarımızın ve öğrencilerimizin Ġstanbul‟da buluĢtuğu I. Ulusal Marmara Eczacılık
Kongremizin verimli geçmesini diler, saygı ve sevgilerimi sunarım.
Prof. Dr. Ş. Güniz KÜÇÜKGÜZEL, Dekan V.
Kongre BaĢkanı
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
6
DAVETLİ KONUŞMALAR
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
7
D-1
Anadolu Salvia türlerinden elde edilen potansiyel ilaç etkin maddeleri
Gülaçtı TOPÇU
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Vatan
Caddesi, 34093, Fatih-Ġstanbul
Salvia L. (sage) türleri eski çağlardan günümüze dek halk arasında soğuk algınlığı, boğaz
ağrısı ve menstrüal düzensizliklere karĢı, bronĢit ve tüberküloz gibi bazı hastalıkları tedavi
edici, sedatif ve hafızayı arttırıcı etkileriyle kullanılmıĢlardır. Günümüzde de bu etkilerinin
pek çoğu yapılan araĢtırmalarla doğrulanmıĢ ve hatta ilave farklı farmakolojik etkileri de
belirlenmiĢtir.
Bir Lamiaceae familyası bitkisi olan Salvia cinsinin dünyada 900‟ü aĢkın türü vardır,
yurdumuzda yetiĢen 100 türünün ise yarısı endemiktir. Grubumuz bu türlerden 65‟nin
fitokimyasal analizini yapmıĢ ve ekstrelerinden elde edilen 40‟ı aĢkın triterpenoid, 250 kadar
diterpenoid ve toplam 20 kadar seski- ve sesterterpenoid bileĢiğin yapısı tek ve çift
dimensiyonlu NMR ve kütle spektroskopisi teknikleriyle aydınlatılmıĢtır [1]. Elde edilen bu
terpenik bileĢiklerin en az yarısı doğadan ilk kez edilen moleküller olarak bilim dünyasına
kazandırılmıĢ ve Anadolu‟da yetiĢen Salvia türlerinin abietan diterpenler ve yanısıra oleanan
ve ursan iskeletine sahip triterpenlerce zengin olduğu [1-4] belirlenmiĢtir. Hazırlanan Salvia
ekstreleri ve bunlardan elde edilen saf terpenlerin baĢlıca antimikrobiyal (antitüberküloz),
antioksidan, sitotoksik ve antikolinesteraz aktivelerden ibaret olmak üzere farklı etkileri in
vitro olarak araĢtırılmıĢtır. Abietan diterpenlerin antioksidan [2], antimikrobiyal ve
bazılarının güçlü antitüberküloz etkileri [1] saptanmıĢ, gerek abietan diterpenler, gerekse
elde edilen oleanan, ursan ve hatta lupan triterpenlerin sitotoksik [3,4] ve antikolinesteraz
(potansiyel anti-Alzheimer) etkileri incelenmiĢ ve ilaç olma potansiyelleri araĢtırılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Salvia, biyoaktif diterpenoidler ve triterpenoidler.
Kaynaklar
1. Ulubelen A, Topçu G, Bozok-Johansson C. J Nat Prod 1997; 60: 1275-1280.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
8
2. Kabouche A, Kabouche Z, Öztürk M, Kolak U, Topçu G. Food Chem 2007; 102:
1281-1287.
3. Topcu G, Altıner EA, Gözcü ġ, Halfon B, Pezzuto JM, Kingston DGI. Planta Med 2003;
69: 464-467
4. Topçu G. J Nat Prod 2006; 69: 482-486.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
9
D-2
Fitoterapi ve ülkemizin avantajları
Murat KARTAL
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Fitoterapi Eğitim AraĢtırma ve Uygulama
Merkezi 34093 Fatih, Ġstanbul, Türkiye
Ülkemizin sahip olduğu bitki çeĢitliliği (alttür, varyete ve hibritlerle yaklaĢık 12.000 adet) ve
bunun yaklaĢık 3600 türünün endemik olması çok büyük bir zenginliktir. Tıbbi ve aromatik
bitkilerimizden gıda, kozmetik ve ilaç sanayii için yeni hammaddeler, farklı formatta bitkisel
ürünler geliĢtirilerek üretilmesi ve ekonomik değer oluĢturulması ülkemizin potansiyelini
açığa çıkarması açısından gereklidir. Ülkemizde dünya standartlarında kaliteye sahip
(Farmakope ve Monograflara uygun) bitkisel drog ve bitkisel drog preparatlarını üretmek,
yeni teknolojileri kullanarak bunlara katma değer katmak, ülkemizi bu alanda lider konuma
getirmek için yapılması gerekenler tartıĢılacaktır.
27 Ekim 2014 tarih ve 29158 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıĢ ve yürürlüğe girmiĢ olan;
“Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” ile Fitoterapi ülkemiz açısından
en çok ilgi gören ve kullanılacak tedavi uygulaması olmaya devam etmektedir. Bu
uygulamanın getirdiği sonuçlar da değerlendirilecektir.
Anahtar kelimeler: Fitoterapi, geleneksel ve tamamlayıcı tıp, bitkisel drog, bitkisel ürün.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
10
D-3
Yeni ilaç moleküllerinin keşfinde tıbbi bitkilerin rolü ve Türkiye bitkilerinden biyoaktif
metabolitlerin eldesi
Hasan KIRMIZIBEKMEZ
Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, 34755, KayıĢdağı,
AtaĢehir-Ġstanbul
Tıbbi bitkilerin hastalıkların tedavisinde kullanılmaları oldukça eskiye dayanmaktadır. Dünya
nüfusunun yaklaĢık % 80‟i hastalıklardan korunmak veya tedavi amacıyla tıbbi bitkileri
kullanmaya devam etmektedir. Yeryüzünde sınıflandırılması yapılmıĢ olan yaklaĢık 300.000
kara bitkisinin 10.000‟den fazlası tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Kromatografi ve
spektroskopi alanındaki geliĢmelere paralel olarak 19. yüzyılın baĢlarından itibaren, tıbbi
bitkilerden aktif bileĢiklerin elde edilmesi çalıĢmaları baĢlamıĢ olup morfin, digitoksin ve
kinin gibi moleküller çeĢitli bitkisel materyallerden izole edilip ilaç olarak kullanılmaya
baĢlanmıĢtır. Bitkilerden elde edilen saf metabolitler ya doğrudan ya da yarı sentetik türevleri
hazırlanarak tedavide kullanılmaktadır. Bununla birlikte, bitkilerden elde edilen birçok bileĢik
de yeni ilaçların sentezinde ilham kaynağı olmuĢtur. Bugün reçete edilen ilaçlara bakıldığında
bunların yaklaĢık yarısının doğal kökenli (bitki, mikroorganizma, deniz canlıları) oldukları
görülmektedir. Tedavide kullanılabilecek bitkisel kaynaklı yeni ilaç adayı moleküllerin
keĢfinde en akılcı yaklaĢımlardan birisi folklorik kullanılıĢa sahip olan bitkilerden biyoaktive
rehberli fraksiyonlama tekniği kullanarak bitki ekstrelerinden aktiviteden sorumlu
metabolitlerin eldesidir. Son yıllarda klinik kullanıma sunulan yeni ilaçların içinde bitkisel
kaynaklı ilaçların sayısında bir artıĢ olduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca bazı standardize bitki
ekstrelerinin de onaylanarak ilaç olarak kullanılmaya baĢlandığı görülmektedir. Tıbbi
bitkilerden yeni ilaç moleküllerinin keĢfi uzun süren ve pahalı bir iĢ olup disiplinler arası bir
yaklaĢımı gerekli kılmaktadır.
Türkiye sahip olduğu zengin bitki örtüsü ve yüksek biyoçeĢitliliği ile potansiyel yeni ilaç
moleküllerinin keĢfi için iyi bir kaynak oluĢturmaktadır. Bu sunum kapsamında son yıllarda
çeĢitli otoritelerce onaylanan ve tıbbın kullanımına sunulmuĢ bitkisel kökenli yeni ilaç
molekülleri ile ilgili bilgiler verilecektir. Ayrıca, Anabilim dalımızda son yıllarda bazı
Digitalis, Scutellaria, Glycyrrhiza ve Asperula türleri üzerinde gerçekleĢtirmiĢ olduğumuz
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
11
araĢtırmalar sonucunda elde edilen biyoaktif sekonder metabolitler ile ilgili bilgiler
sunulacaktır.
Anahtar kelimeler: Tıbbi bitkiler, biyoaktif sekonder metabolitler, yeni ilaç keĢfi.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
12
D-4
Ar-Ge çalışmalarında patentin önemi
Yıldız ÖZSOY
Ġstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı
Toplumların refahında ve bilimsel/teknolojik açıdan geliĢmesinde Ar-Ge‟nin önemli bir yeri
vardır. Bireylerin, Ģirketlerin, sektörlerin, ülkelerin bilgi birikimini arttırmasını, teknolojik
ilerlemesini, üretiminin niteliğinin geliĢmesini ve rekabetçilik seviyesinin yükselmesini
sağlar. Günümüzde ekonomik büyümenin en önemli bileĢenlerinden birisi inovasyona bağlı
olarak artan verimliliktir. Hâlihazırda geliĢmiĢ olarak nitelenen ülkelerin yanı sıra son
dönemin parlayan yıldızları olarak nitelenen Güney Kore, Singapur, Ġrlanda gibi ülkeler Ar-
Ge ve inovasyona yaptıkları yatırımlar ve bu alana verdikleri önem sayesinde verimliliği ve
gelirlerini artırmıĢ, orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli ülkeler kategorisine
geçmiĢlerdir.
Ar-Ge çalıĢmalarına dayalı buluĢların patentlendirilmesi ile de firmaya veya kiĢiye buluĢ
kapsamında tekel hakkı sağlanmıĢ olmaktadır. Patent, belirli bir süre ve yer için üçüncü
kiĢiler tarafından buluĢun izinsiz olarak üretilmesini, satılmasını, kullanılmasını veya ithal
edilmesini engeller. Özellikle katma değeri yüksek olan ilaç endüstrisinin günümüzde Ar-Ge
olmadan yaĢaması neredeyse olanaksız hâle gelmiĢtir. Ġlaç endüstrisinin geliĢmeler
kaydedebilmesi ve atılım yapabilmesi adına patentlenebilir buluĢlara imza atabilecek Ar-Ge
alt yapısına ve eğitilmiĢ personele sahip olması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Patent, Ar-Ge, inovasyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
13
D-5
Tasarımla kalite yaklaşımında risk yönetiminin önemi
Buket AKSU
Ġstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye.
Formülasyon geliĢtirme aĢamasından bitmiĢ ürüne kadar, hammadde ve proses koĢulları
arasında çok değiĢkenli etkileĢimleri içeren ilaç üretimi süreci oldukça komplekstir. ĠĢlem
kabiliyeti ve bitmiĢ ürünün kalitesi için çok önemli olan bu etkileĢimleri anlayabilmek ve
kontrol etme gerekliliği, ilaç geliĢtirme maliyetlerini ve ürün ruhsatlandırmasında yaĢanan
problemleri arttırmıĢtır. Mevcut duruma entegrasyonu sağlamak amacıyla Amerikan Gıda ve
Ġlaç Dairesi (FDA), 2002 yılında Ġlaç Endüstrisinde “Güncel Ġyi Üretim Uygulamaları”
(cGMP) yeniliklerini duyurmuĢtur. Bu yenilikler kapsamında, “Tasarımla Kalite” (QbD)
kavramı, kritik süreç ve ürün niteliklerinin bilimsel olarak daha iyi anlaĢılmasını içine alan,
geliĢtirme evresinde bilimsel anlayıĢ limitlerine dayalı olarak kontroller ve testler tasarlayan
ve ürünün yaĢam döngüsü boyunca edinilen bilgiyi sürekli iyileĢtirme ortamında çalıĢmak
için kullanan bir yaklaĢım olarak tanımlanmıĢtır. QbD yaklaĢımı baĢlıca kritik olan ürün
nitelikleri ve süreç parametreleri ile kritik olmayanlar arasında bir ayırımı gerektirmektedir.
Parametrelerin kritik olarak belirlemek için risk değerlendirmeleri yapmak ve tanımlanan
riskleri yönetmek amacıyla, ICH Q9 kılavuzu yayınlanmıĢtır. Bu kılavuz, ilaç kalitesinin
farklı yönlerine uygulanabilecek kalite risk yönetimi prensiplerini sunar. Kalite risk yönetimi
ilacın ömrü boyunca kalitesi ile ilgili risklerin değerlendirilmesi, kontrolü, iletimi ve gözden
geçirilmesi iĢlemidir. ICH Q9 kılavuzuna göre “Kalite risk yönetimi” bilimsel bilgiye
dayanmalıdır ve hastanın korunması ile ilgilidir. Ayrıca kalite risk yönetim iĢleminin hedefi,
formalitesi ve dokümantasyonu risk sınıfı ile orantılı olmalıdır. Kalitede risk yönetimi her
zaman uygulanmıĢ, bununla birlikte Q9 ile kalitede risk yönetimine sistematik yaklaĢım
getirilmiĢtir. Kalite yönetimi, risk değerlendirmesi, kontrolü ve izlenmesi gibi çeĢitli adımlar
içeren bir metodoloji olup; uygulanırken akıĢ diyagramları, sebep – sonuç diyagramları, Hata
Ağacı Analizi (FTA), Hata Modu Etkileri Analizi (FMEA) gibi pek çok araçtan
faydalanılabilmektedir. Risklerin yönetimi ile QbD yaklaĢımında kaliteyi en çok etkileyen
parametreler üzerinde yoğunlaĢarak kalite güvencesini sağlamak formülasyon geliĢtirme
sürecinin maliyet, zaman ve iĢ gücü açısından iyileĢtirilmesini desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: Tasarımla kalite, kalite risk yönetimi, hata modu etkileri analizi.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
14
D-6
Kronik yaraların tedavisi için geliştirilmiş biyoaktif yara örtüsünün in-vitro
değerlendirilmesi
Evren HOMAN GÖKÇE1, Sakine TUNCAY TANRIVERDĠ
1, Ġpek EROĞLU
2, Nicolas
TSAPĠS3, Göksel GÖKÇE
4, Elias FATTAL
3, Özgen ÖZER
1*
1Ege Üniversitesi Eczacılık Fakülesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, 35100, Ġzmir,
Türkiye.
2Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı, 8. Kat,
06100, Sıhhiye, Ankara, Türkiye.
3Institut Galien Paris-Sud, Univ Paris-Sud, UMR CNRS 8612, Faculté de Pharmacie,
Châtenay-Malabry, Paris, France.
4Ege Üniversitesi Eczacılık Fakülesi Farmakoloji Anabilim Dalı, 35100, Ġzmir, Türkiye.
Diyabet veya bası yaraları geniĢ doku kayıplarına sebep olan kronik yaralar klinik olarak
sıkça rapor edilmektedir. Bu projede; diyabetik yaraların tedavisinde kullanılacak resveratrol
yüklü hyaluronik asit mikropartikülleri içeren, kollajen-laminin esaslı biyoaktif yara örtüleri
hazırlanmıĢtır. Hazırlanan biyoaktif yara örtüsünün in-vitro değerlendirilmesi yapılmıĢtır.
Yapılan konfokal görüntüleme sonucunda, mikropartiküllerin yara örtüsünün üst yüzeyinde
bulunduğu görülmüĢtür. DSC analizi ile mikropartiküller ile kollajen-laminin lifleri arasında
herhangi bir geçimsizlik olmadığı belirlenmiĢtir. Yara örtüsünün mekanik dayanıklılığı
incelenmiĢ ve elastik ve baskıya dayanıklı olduğu tespit edilmiĢtir. Resveratrolün in-vitro
salım kinetiği incelenmiĢ ve 24 saat sonunda etkin maddenin % 70 oranında salındığı
görülmüĢtür. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda, hazırlanan yenilikçi formülasyon tasarımı
ile derinin doku onarım mekanizması sinerjik bir etkiyle güçlendirilmiĢ, iyileĢme süreci uzun
süren, doku kaybı ile karakterize olguların tedavisi için hızlı, etkin ve güvenilir bir seçenek
sunulabilmiĢtir.
Bu çalıĢma, Tübitak Bilimsel ve Teknolojik AraĢtırma Projelerini Destekleme Programı
kapsamında 111S183 nolu proje numarası ile desteklenmiĢtir. Proje ekibi olarak projemize
verdiği destekten dolayı TÜBĠTAK‟a teĢekkür ederiz.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
15
Anahtar kelimeler: Biyoaktif yara örtüsü, hyaluronik asit, resveratrol, kollajen, laminin,
diyabetik yara.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
16
D-7
In siliko yöntemle histon deasetilaz (HDAC) enzimlerine karşı yeni epigenetik bazlı
inhibitor tasarımı
Abdullahi Ibrahim UBA, Kemal YELEKÇĠ*
Kadir Has Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa bilimleri Fakültesi, Biyoinformatik ve Genetik
Bölümü, 34083 Fatih, Istanbul
Epigenetik; DNA baz dizisi dıĢında, gen ekspresyonuna veya gen fonksiyonuna kodlanmıĢ
aktarılabilen değiĢiklikler olarak tanımlanmıĢtır. DNA dizinimindan bağımsız olarak
aktarılabilen özelliklerdir. Kanser geliĢmesinde histon deasetilazlarıda (HDAC) içeren
enzimler epigenetik düzenlemelerde önemli rol oynar. HDAC, histon proteinlerinden asetil
gruplarını kopartarak kromatin yoğunlaĢmasına sebep olarak tümör baskılayıcı genlerin
ekspresyonunu düzenler. HDAC sadece histonlara değil, hücre döngüsü, sinyal taĢıyıcı ve
apoptoz gibi hücresel iĢlemlerde önemli görev alan diğer histon olmayan proteinler üzerinde
de etkilidir. 18 gen ailesinden oluĢan HDAC enzimleri, maya orologlarına karĢı gelen
homoloji tabanlı olarak gruplandırıldığında 4 sınıfa ayrılır. Sınıf I, II ve IV HDAC enzimleri
kofaktör olarak çinko içerirler ve aktif bölgeleri “klasik” HDAC olarak tanımlanır. III sınıf
HDAC enzimleri ise sirtuin denilen ve kofaktör olarak NAD+ bulunduran proteinlerdir.
Yapılan çalıĢmalardan HDAC izoenzimleri antikanser ilaç geliĢtirmede ümit vadeden hedefler
olduğu keĢfedilmiĢtir.
Yakın zamanda, diğer ilaç gruplarına ek olarak hidroksamik asit türevleri değiĢik kanser
tiplerine etkili HDAC enzim inhibitörleri olarak önem kazanmıĢtır. Bununla beraber değiĢik
kanser tiplerine göre izoenzim seçici inhibitör geliĢtirmek bu konudaki en önemli zorluk
olarak devam etmektedir. ÇalıĢmamızda in siliko yöntemlerle kuersetin iskeleti kullanılarak
Sınıf I ve Sınıf II seçimli HDAC inhibitörleri tasarlanmıĢtır. Çinko bağlanma bölgesini ve
bağlantı uzunluğunu değiĢtirerek bir seri HDAC I inhibitör molekülleri tasarlanmıĢtır.
Ġnhibitörlerin potansiyelleri daha çok hiroksamik asit fonkiyopnel grubu etrafındaki
substitisyona göre değiĢiklik göstermiĢtir. Bilinen HDAC inhibitörleriyle birlikte tasarlanan
bileĢikler HDAC izoenzimlerine doking çalıĢması yapılarak seçiciliği ve potansiyelleri
hesapsal olarak tespit edilmiĢtir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
17
Anahtar kelimeler: Epigenetik, HDAC inhibitörleri, antikanser ajanlar.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
18
D-8
Yeni pirolopirimidin türevlerinin tasarımı, sentezi ve sitotoksik aktiviteleri
Zühal KILIÇ-KURT1, Filiz BAKAR
2, Süreyya ÖLGEN
3*
1Farmasötik Kimya Anabilim Dalı,
2Biyokimya Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Ankara
Üniversitesi, 06100 Tandoğan, Ankara, Türkiye
3Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Biruni Üniversitesi, 34010
Zeytinburnu, Ġstanbul, Türkiye
Potent, selektif ve daha az toksik yeni küçük molekül yapısındaki antikanser bileĢiklerin keĢfi
medisinal kimya alanındaki araĢtırmacılar için önemli bir hedeftir [1].
Pirolo(2,3-
d)pirimidinler pürinlerle olan yapısal benzerlikleri nedeniyle anti-inflamatuvar [2], antikanser
[3], antimikrobiyal [4] ve antiviral gibi oldukça önemli biyolojik aktiviteler göstermiĢlerdir.
Bu alanda yeni bileĢikler geliĢtirmek amacıyla bu çalıĢma kapsamında yeni pirolo(2,3-
d)pirimidin türevleri (ġekil 1) tasarlanmıĢ ve sentezlenmiĢtir.
ġekil 1. Tasarlanan pirolo(2,3-d)pirimidinler‟in genel yapısı
Sentezlenen bileĢiklerin in vitro stotoksik aktiviteleri MCF-7 insan meme kanseri ve SW480
insan kolon kanseri hücrelerinde test edildi. Hücre sağ kalım ve ilaç konsantrasyonu
arasındaki iliĢkiler değerlendirilerek grafik üzerinde gösterildi ve IC50 değerleri hesaplandı.
Sentezlenen bileĢikler SW480 hücreleri üzerinde güçlü sitotoksik etki (IC50 = 4.37-10.6 µM),
gösterken, MCF-7 hücreleri (IC50 = 21.05-72 µM) üzerinde orta düzeyde bir sitotoksik etki
gösterdiler. Bu sonuçlar pirolo(2,3-d)pirimidinler türevlerinin potansiyel antitümör ajanlar
olarak daha ileri düzeyde araĢtırılmaları gerektiğini ortaya koymuĢtur.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
19
Bu çalıĢma Türkiye Bilimsel AraĢtırma ve Teknoloji kuruluĢu tarafından verilen SBAG-
214S573 kodlu destekle yapılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Pirolopirimidinler, sitotoksisite, kanser.
Kaynaklar
1. M.M. Ghorab, M. Ceruso, M.S. Alsaid, Y.M. Nissan, R.K. Arafa, C.T. Supuran. Eur. J.
Med. Chem. 87 (2014) 186-196.
2. M.S. Mohammed, R. Kamel, R.H. Abd El-hameed, Med. Chem. Res. 22 (2013), 2244-
2252.
3. M.M. Ghorab, H. Helmy, A. Khalil, D.A. Abou El Ella, E. Noaman, Phosphorus, Sulfur,
Silicon Relat. Elem. 183 (2007) 90-104.
4. S.M. Hassan, A.A. El-Maghraby, M.M. Abdel Aal, M.S. Bashandy, Phosphorus, Sulfur,
Silicon Relat. Elem. 184 (2009) 291-308.
5. S.R. Turk, C. Shipman Jr., R. Nassiri, G. Genzlinger, S.H. Krawczyk, L.B. Townsend, J.C.
Drach, Antimicrobial. Agents. Chemother. 31 (1987) 544-550.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
20
D-9
Çıktı araştırmaları ve eczacılık işletmeciliği açısından önemi
M. Nazlı ġENCAN
Acıbadem Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Eczacılık hizmetleri kapsamında “hasta bakımı” ve beraberinde sağlık hizmetleri çıktılarının
değerlendirilebilmesi önemli bir ölçektir. Eczacılık iĢletmeciliği çalıĢmalarının kapsamı
içinde yer alan ve daha çok farmakoekonomi bakıĢ açısı olarak görülen “çıktı araĢtırmaları”
eczacılar için de giderek önemi artan bir araĢtırma konusu olmuĢtur.
Ülkemizde sağlıkla ilgili çıktı araĢtırmaları, sağlık yönetimi ile ilgilenen kurumlar ve
araĢtırmacılar tarafından yapılagelmektedir. Konu tüm sağlık hizmeti veren, alan ve
yönetenleri ilgilendirmektedir. Ölçülemeyen değiĢkenlerin yönetilemeyeceği gerçeğinden
hareketle, çıktı araĢtırmaları eczacılık hizmetleri ve geliĢimi ile ilgilenenler için önemli bir
araç olarak kabul edilmektedir.
Ġlaç ile ilgili birçok çıktı araĢtırması bulunmakla beraber eczacılık hizmetleri ile ilgili çıktı
araĢtırmalarına halen büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Günümüzde birçok alanda olduğu gibi,
eczacılık hizmetlerinin çok alanlı ve yönlü olması sebebi ile çıktı araĢtırmalarının
multidisipliner olması önem kazanmaktadır.
Eczacılık mesleği ve hizmetleri açısından bakıldığında çıktı araĢtırmaları konuları olarak
aĢağıdaki baĢlıklar sayılabilir;
Sağlık hizmetleri ve ilaç harcamaları, ilaca uyum, kültürel ve sosyal unsurların hasta
çıktılarına etkisi, eczacılık hizmetlerinin hasta çıktılarına etkisi, farmakoekonomi ve
farmakoepidemiyoloji, eczane ve eczacılık hizmetleri, hasta davranıĢları, hasta ve yakını
perspektifleri, ilaç ve hasta güvenliği, ilaç etkinliği, sağlık kurum ve örgütleri, kanıta dayalı
iletiĢim becerileri, hastalık yönetiminde sağlıkçı davranıĢlarının önemi vb..
Bu sunumda, “çıktı araĢtırmaları”nın dünyadaki ve Türkiye‟deki tarihsel geliĢimi üzerinde
durulacak ve gelecek için alternatif yol haritaları önerilecektir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
21
D-10
Sağlık okur-yazarlığı kavramı ve sağlık okur-yazarlığı‟nda eczacının rolü
Aylin SANCAR
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Uygulama Eczanesi, Ġstanbul, Türkiye
Zengin ve fakir bütün ülkelerde, sağlık alanındaki eĢitsizliklerin yönetilmesinde, okur-
yazarlığın rolü; “merkezi rol” olarak tanımlamıĢtır. Sağlık okur-yazarlığı kavramı, genel okur-
yazarlık düzeyiyle yakından iliĢkili bir kavram olmakla birlikte bu kavramla eĢdeğer değildir.
Sağlık okur-yazarlığı; “hastalar, hizmet sunucuları, sağlık kurumları ve toplum arasındaki
anlaĢılması güç sağlık bilgilerinin değiĢimi” olarak tanımlanmaktadır. Bireylerin, uygun
sağlık kararları alabilmeleri için gerekli sağlık bilgilerini ve hizmetlerini edinmek, iĢlemek ve
anlamak konusunda sahip oldukları yeteneğin derecesi olarak da açıklanabilir. Diğer taraftan,
sağlık okur-yazarlığı, bireyler tarafından sağlıkla ilgili bilgilerin anlaĢılmasına yönelik
yeteneklerin geliĢtirilmesiyle ilgili bir süreç olmasının ötesinde, sağlık sistemi açısından bilgi
ve talimatların sunulabilmesi anlamında da bir gerekliliktir.
Sağlık okur-yazarlığının düĢük düzeyde olması sık karĢılaĢılabilir bir durumdur ve sağlık
bakım süreçleri ve önemli sağlık çıktılarıyla yakından iliĢkilidir. ġöyle ki; sağlık okur-
yazarlığı yeteneği hiç olmayan ve/veya ortalamanın altında olan hastalar, sağlık durumlarını
yönetmekte sıkıntı yaĢayabilmektedirler. Ayrıca, reçete etiketlerini okumakta, kan Ģekeri
değerlerini ve ilaç dozlarını ayarlamakta ve/veya aldıkları bakımın takibi için hekimin
talimatlarını uygulamakta zorluk çekebilecekleri gibi bunları hiç gerçekleĢtiremeyebilirler.
Türkiye‟de sağlık okur-yazarlığı kavramı, genel okur-yazarlık kavramıyla eĢdeğer görülmekte
ve bu alanda yapılan araĢtırmaların çoğunda, çalıĢmada yer alan kiĢiler, okuma-yazma
durumlarına göre değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, bu sunumda, sağlık okur-yazarlığı
konusuna dikkat çekilecek ve eczacıların bu konuya yönelik yapabilecekleri katkılara
değinilecektir.
Anahtar kelimeler: Sağlık sistemi, sağlıkta eĢitsizlikler, okur-yazarlık, sağlık okur-yazarlığı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
22
D-11
Elektrokimyasal aptasensörler ve uygulamaları
Arzum ERDEM GÜRSAN
Ege Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, 35100, Bornova, Ġzmir
[email protected] - [email protected]
Aptamerler, hedefe spesifik ve sıkıca bağlanabilen, kendilerine özgü özellikleri taĢıyan DNA
ve RNA gibi nükleik asitlerden oluĢan makromoleküllerdir. Proteinlere, nükleik asitlere,
ilaçlar ve toksinlere yüksek seçicilikte bağlanabilen aptamerler, sağlık, çevre, gıda
analizlerinde; ayrıca tanı ve tedavide sıklıkla kullanılmaktadır [1-3].
Aptamerlere dayalı elektrokimyasal biyosensörlerin (aptasensörlerin) tasarım ve
uygulamalarına bakıldığı zaman, aptamer ve hedef molekül (protein, ilaç, vb.) arasındaki
etkileĢim sonucunda aptasensörün yanıtında gözlenen değiĢime bağlı olarak analizlerin
yapılabildiği görülmektedir [4-10]. Bu alandaki hızlı geliĢmelere bağlı olarak, hedef
molekülün duyarlı ve seçimli analizlerini mümkün kılan elektrokimyasal aptasensör
teknolojilerinin gelecekte hasta baĢında yapılacak doktor gözetiminde kullanılacak çiplerin
tasarımında önemli bir rol oynayacağı düĢünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Aptamerler, biyosensörler, elektrokimyasal aptasensörler.
Kaynaklar
1. Mayer G, Nucleic Acid and Peptide Aptamers, Springer, New York, 2009.
2. Mascini M, Aptamers in Bioanalysis, Wiley and Sons, New Jersey, 2009.
3. Famulok M, Hartig JS, Mayer G. Diagnostics and Therapy Chem Rev 2007;107: 3715-43.
4. Erdem A, Karadeniz H, Gunter M, Famulok M, Caliskan A. Electroanalysis 2009;21: 1278-
84.
5. Erdem A, Congur G, Eksin E. Ch 13: Voltammetric aptasensor based on magnetic beads
assay for detection of Human Activated Protein C, Nucleic Acid Aptamers, Selection,
Characterization, and Application, Methods in Molecular Biology, pp. 163-170, Springer
Protocols, UK. 2016.
6. Zhang Z, Yang W, Wang J, Yang C, Yang F, Yang X. Talanta 2009;78: 1240-45.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
23
7. Rohrbach F, Karadeniz H, Erdem A, Famulok M, Mayer G. Anal Biochem 2012;421: 454-
59.
8. Erdem A, Congur G. Sens Act B Chem 2014;196: 168-74.
9. Centi S, Tombelli S, Minunni M, Mascini M. Anal Chem 2007;79: 1466-73.
10. Eksin E, Erdem A, Kuruc AB, Kayi H, Öğünç A. Electroanalysis 2015;27: 2864 – 71.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
24
D-12
Plastik hayatlar, plastik yaşam ve içilen plastikler
Hamdi TEMEL
Dicle Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, 21280 Diyarbakır
Son yüzyıl içinde hayatımıza giren ve günlük yaĢantımızın vazgeçilmezi haline gelen
“naylon” ürünler hem insan hem hayvan hem de çevre sağlığı açısından büyük tehdit
oluĢturuyor. Nasıl mı? Bugün bir bebek doğduğu andan itibaren altına bağlanan bezle birlikte
naylonla temasa geçiyor… Ancak ne acıdır ki, bir insanın ortalama ömrü 70-80 yıl sürerken,
bebekken altına bağlanan bezdeki naylon kısımlar ve alıĢveriĢten eve dönerken bebek bezini
taĢımak için kullanılan naylon poĢetlerin ömrü 400-1000 yıl arasında değiĢiyor! Yani insan
doğuyor, büyüyor, yaĢlanıp ölüyor, hatta toprak oluyor ama maalesef naylon ürünlerin
dünyaya verdiği hasar ölülerin bile kemiklerini sızlatacak bir sonuç ortaya koyuyor.
Günümüzde plastik maddelerden tamamen vazgeçmek mümkün olmayabilir ama günlük
hayatımız üzerinde büyük bir hâkimiyet kuran plastiklere karĢı, hareketlerimizi kontrol
etmemizi sağlayacak ve çevre bilincini geliĢtirecek pratik bilgiler öğrenebiliriz. Bu bildiride
gerçekten de doğru diyeceğiniz çok Ģey olduğunu göreceksiniz. DavranıĢ ve alıĢkanlıklarımızı
değiĢtirmenin çok zor olduğunu biliyoruz. Ama çevremiz, geleceğimiz ve çocuklarımız için
bunları yapma zorunluluğunu hissetmemiz gerekmektedir [1]. Hepimiz biliyoruz ki
“Kirletmemek, sonradan temizlemekten çok daha ucuzdur”.
Anahtar kelimeler: Naylon, plastik, pet ĢiĢe.
Kaynaklar
1. H. Temel, “Naylon AĢkı Öldürür” Hayy Kitap, Türkçe, 104 s. 2. Hamur Ciltsiz, 12 x
19 cm, Ġstanbul, 2011, 1. Basım, ISBN : 9786054325238
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
25
D-13
Dendritik hücrelerin kanser immunoterapisindeki güncel rolleri
Dumrul GÜLEN
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ,
Türkiye
Neoplasi tedavilerinde terapötik bağıĢıklığın indüklenmesi doğal ve kazanılmıĢ bağıĢıklık
arasındaki karmaĢık etkileĢimlerle iliĢkilidir. Dendritik hücreler (DC), hem koruma
potansiyelleri ve terapötik cevapları ile hem de antijen (Ag) spesifik toleransı uyarması ile bu
iki bağıĢık yanıt arasında önemli bir bağlantı sağlar. BağıĢık yanıtın farklı olması DC alt
tipleri ve bu hücrelerin olgunlaĢma/aktivasyon düzeyleri ile iliĢkilidir. DC' ler sistemik anti-
tümör bağıĢıklık indüksiyonunu hedefleyen aĢıların hastaya özgü kritik bir bileĢenidir.
Profesyonel antijen sunucu hücreler olarak bu hücrelerde, hem CD4+ ve hem de CD8
+ T
hücreleri için epitoplar mevcuttur. DC bazlı terapötik yaklaĢım potansiyeline rağmen, bugüne
kadarki çoğu klinik çalıĢma önemli klinik son noktaya ulaĢamayarak baĢarısız olmuĢtur.
Bunun nedeni; kısmen konak bağıĢıklığının hücresel supresyonu ve immünoterapi
stratejileridir. BaĢarılı bir immün müdahale; tümör iliĢkili ve iyatrojenik immün baskılamayı
aĢmak için tüm yaklaĢımları birleĢtirmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu durumda; tümör kaynaklı
immün supresyon ile baĢa çıkabilmek için kullanılan stratejilere ek olarak DC olgunlaĢması,
aktivasyonu ve Ag sunumu ile iliĢkilendirilecek aĢı stratejileri geliĢtirmeye de ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Kanser immunoterapisi, dendritik hücreler.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
26
D-14
Kanser tedavisinde immunoterapinin yeri ve geleceği
Halin BAREKE
Girne Amerikan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Girne, KKTC
Kanser tanı ve tedavilerindeki geliĢmelere rağmen kanser hastalığı önemli bir global halk
sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Kanser immunoterapisi tümor hücrelerinin
spesifik olarak bağıĢıklık sistemi aracılığıyla yok etmeyi amaçlar. Etkin bir bağıĢıklık sistemi
yanıtı için tümör antijenlerini tanıyan ve doğru yanıtı verebilen hücreler aktive edilmeli veya
ex vivo ortamda çoğaltılmalıdır. Kansere karĢı effektif bir immun yanıtta görev alan bağıĢıklık
sistemi hücreleri (koruyucu bağıĢıklık), doğal öldürücü (NK) hücreler, sitotoksik T hücreler,
M1 makrofajlar ve olgunlaĢmıĢ dendritik hücreler gibi hücre bazlı yanıtı ortaya çıkaran
hücrelerdir. Ex vivo ortamda hastalardan izole edilen bağıĢıklık sistemi hücrelerinin prostat
kanseri antijeniyle uyarılması ve daha sonra hastalara tekrardan enjekte edilmesini içeren
sipuleucel-T, 2010 yılında klinik kullanım için onay almıĢtır. Gen mühendisliği aracılığıyla
kanser antijenlerine özgü kimerik antijen reseptörü (CAR) olan T hücrelerinde üretilmeye
baĢlaması, etkili bir kanser immunoterapisi için atılan önemli bir adım olmuĢtur. Tümör ve
mikroçevresinden izole edilen T hücrelerinin fonksiyonlarında nonspesifik supresyon olduğu
görülmüĢtür. Bu yüzden de kanser immunoterapisinde hem yanıt veren bağıĢıklık sistemi
hücrelerinin uyarılması hem de üstlerinde oluĢan baskılayıcı yanıtın durdurulması
gerekmektedir. Ipilimumab (anti-CTLA-4), FDA tarafından kanser tedavisinde (melanoma)
onaylanmıĢ ve regülator T hücrelerini inhibe edici tek antikordur. Tümör immunoterapisinin
geleceğinde, konvansiyonel tedavileriyle birlikte kullanılması, çoklu ve hastaya özgü
antijenlerin hedeflenmesi ve ayrıca tümör mikro çevresinin de bağıĢıklık sistemi tarafından
değiĢtirilmesi olduğu düĢünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Kanser, immunoterapi, regülator T hücreleri.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
27
D-15
Bal arılarında bakteriyel enfeksiyon etkenlerinin antibiyotik direnç profilleri ve bitki
ekstraktlarının kullanımı
ġengül ALPAY KARAOĞLU
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü
Arıcılık Dünya‟da yaygın olarak bilinen sektörlerden biridir. Ülkemizin topografik yapısı,
farklı iklimler koĢullarına ve tarım bölgelerine sahip olması, sanayi ve yerleĢim yerlerinden
uzak büyük alanların varlığı, kimyasal ilaç ve gübre kullanımının birçok ülkeye göre daha az
olması, iĢlenmeyen tarım alanları, mera ve çayırlıkların fazla oluĢu arıcılığı teĢvik eden
faktörlerin baĢında gelmektedir. Sabit ve gezginci arıcılığa elveriĢli arazilerin var oluĢu,
arıcılığın tarım arazisi olmayanların ve de kadın çiftçilerin rahatlıkla yapabileceği tarımsal bir
faaliyet olmasını sağlamaktadır. Dünyada 65,4 milyon koloni ile 1,5 milyon ton bal
üretilmektedir. Üretilen balın yaklaĢık 1/4'ü ticarete konu olmakta ve dıĢ satımın %90'ı 20
civarındaki bal üreticisi ülkelerden yapılmaktadır. Dünyanın en çok kovan varlığına (65
milyon) sahip ve bal üreten (211 bin ton) ülkesi Çin'dir. Bunu ABD, Arjantin, Türkiye,
Ukrayna, Meksika, Rusya vd. takip etmektedir. Türk arıcıları son 4 yılda farklı coğrafyalardan
38 ülkeye 10 bin 899 ton bal satmıĢ, ülke ekonomisine 43 milyon dolarlık katkı sağlamıĢtır.
Bal arısı hastalık ve zararlıları, arıcılığın geliĢmesini yavaĢlatan ve üretimi sınırlandıran en
önemli faktörlerden biridir. Arılar geliĢme dönemlerinde pek çok hastalık etmeni ve zararlıları
ile karĢı karĢıya kalmaktadır. Ergin ve yavru arılarda temel hastalık etkenleri virüslar,
bakteriler, mantarlar ve protozoonlardır. Bakteriyel etkenler ve yaptıkları hastalıklar;
Paenibacillus larvae (Amerikan yavru çürüklüğü), Melisococcus pluton, Paenibacillus alvei,
Bacillus laterasporu ve Enterococcus faecalis (Avrupa yavru çürüklüğü), Paenibacillus
larvae subsp. pulvifaciens (Powdery Scale) ve Pseudomonas apiseptica (sepsis) Ģeklinde
bilinmektedir.
Arı hastalıkları için son yıllarda ilaç kullanımı önemli derecede yaygınlaĢmıĢtır. Ancak
ilaçların, özellikle, antibiyotiklerin geliĢi güzel kullanılması beklenen baĢarıyı önemli ölçüde
etkilemiĢ ve antibiyotik direncini tetiklemiĢtir. Amerikan Yavru Çürüklüğü‟nde kullanılan en
etkili ilaçlar Sulfatiyazol, Tetrasiklin ve Oksitetrasiklin‟dir. Avrupa Yavru Çürüklüğü‟nde ise
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
28
Oksitetrasiklin, Eritromisin veya diğerleridir. Fakat özellikle Tetrasiklin baĢta olmak üzere
antibiyotikler balda kalıntılara neden olmakta, üretici balını ihraç edememekte, arı florasında
ve en önemlisi bal tüketici kitlenin mikrobiyal florasında antibiyotik direncini tetiklemektedir.
Bu nedenle Tarım ve Köy ĠĢleri Bakanlığı‟nca arı hastalıklarında antibiyotik kullanımı bir çok
ülkede olduğu gibi ülkemizde de yasaklanmıĢ, fakat üreticiler mecburiyet karĢısında
kullanıma devam etmektedir. Zira bakteriyel hastalıklar çok bulaĢıcı ve arıcılar için önemli bir
maddi kayba neden olmaktadır. Arıcılar, arılarını daha güçlü kılmak, arı hastalık etmenleriyle
mücadele etmek ve de satıĢ için problem olan ilaç kalıntısından kurtulmak amacıyla
kendilerine bazı firmalar tarafından sunulan çeĢitli bitki ekstrelerini kullanmaktadırlar. Bu
süreç yeni bir baĢlangıcı iĢaret etmekte olup bitki ekstraktlarının arı hastalıklarının
tedavisinde kullanılabilirliğini ortaya koymaktadır.
ÇalıĢmalarımızda arıcıları ciddi maddi hasara uğratan hastalıklardan olan, Avrupa ve
Amerikan yavru çürüklüğü Ģüpheli arı ve arı ürünlerinde etken olan bir dizi
mikroorganizmalar (Paenibacillus larvae, Paenibacillus alvei, Melisococcus pluton ve
Bacillus sp.,) izole edilmiĢ, geleneksel/moleküler yöntemlerle tanımlanmıĢ, antibiyotik direnç
profilleri belirlenmiĢtir. Hastalık etkeni olan ve antibiyotik direnci içeren (tetrasiklin direnci
baĢta olmak üzere) bu mikroorganizmaların bazı bitki ekstraktlarına karĢı oldukça duyarlı
oldukları gözlenmiĢtir. Bu sonuçlar göstermektedir ki, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de
yapılan bitki ekstraktlarının antimikrobiyal aktivite çalıĢmalarının sadece makaleye yönelik
olmaması gerektiğini, uygulamaya yönelik çalıĢmaların da gerçekleĢtirilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Bakteriyel arı hastalıkları, bitki ekstraktı, antimikrobiyal aktivite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
29
D-16
Etnobotanik amaçlar doğrultusunda Türkiye florasına özgü Colchicum L. türlerinin
filogenetik analizi ve DNA barkodlama sistemiyle tanımlanması
Ahu ALTINKUT UNCUOĞLU
Marmara Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü, Ġstanbul, Türkiye
Gerek dıĢ görünümü gerekse içerdiği kolĢisin gibi tropolon alkoidler yönüyle gut, ailesel
Akdeniz ateĢi, Behçet hastalığı, siroz, lenfoit lösemi, Hodgkin lenfoma, sedef gibi
hastalıkların iyileĢtirilmesinde ve biyokimya, insan genetiği ile ilgili araĢtırmalarda önemli bir
yere sahip olan Colchicum (acı çiğdem) % 47‟lik endemizm oranı ve 49 türü ile ülkemizde
bulunan bir geofittir. Bu çalıĢmada Türkiye florasına ait 168 haplotipi içeren Colchicum L.
gen havuzında morfolojik ve moleküler düzeyde genetik çeĢitlilik ile filogenetik iliĢkiler
araĢtırılmıĢtır. Ayrıca, tür tanımlamada DNA temelli evrensel bir araç olarak önerilen çoklu-
markör DNA barkodlama yöntemi kullanılmıĢtır. Morfolojik analizler kapsamında 168
haplotip UPOV (International Union for the Protection of New Varieties of Plants) kriterleri
temel alınarak Colchicum‟a özel olarak belirlenen 38 morfolojik parametre ile taranarak
fenotipik veriler elde edilmiĢtir. Değerlendirilen bu fenotipik verilere göre Colchicum türüne
özel “Pantone Renk Kataloğu” ve her bir populasyon için de “Teknik Özellik Belgesi”
oluĢturulmuĢtur. Moleküler filogeni çalıĢmalarında Rastgele ÇoğaltılmıĢ Polimorfik DNA
(RAPD), Basit Dizi Tekrar Ara Bölgesi (ISSR) ve ÇoğaltılmıĢ Parça Uzunluk Polimorfizmi
(AFLP) markörleri kullanılarak konsensus kladogram oluĢturulmuĢ ve C. serpentinum woron
and C. hirsutum K. Pers genetic olarak en uzak türler olarak belirlenmiĢtir. DNA barkodlama
çalıĢmaları kapsamında 168 Colchicum L. haplotipini tanımlamak amacıyla rbcL, matK ve
trnH-psbA kloroplast genleri seçilerek dizilenmiĢtir. Türlere özgü DNA barkodları bulmak
için, tüm dizi verileri birlikte değerlendirildiğinde, matK barkod geninin Colchicum L.
türlerini ayırmada rbcL ve trnH-psbA barkod genlerine göre daha etkili olduğu belirlenmiĢtir.
ÇalıĢma sonucunda, haplotiplere ait DNA dizi verileri BOLD (The Barcode of Life Data) veri
tabanına girilerek her haplotipin üç barkod genine (rbcL, matK ve trnH-psbA) ait barkodu
oluĢturulmuĢtur.
Bu çalıĢma TÜBĠTAK KBAG (Proje No: 111T854, 115Z010) ve Marmara Üniversitesi
BAPKO (Proje No: FEN-C-DRP-141112-0336) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Acı çiğdem, moleküler filogeni, DNA barkod, morfoloji.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
30
D-17
İlaca giden bir yol: Türkiye'de etnobotanik araştırmalar
Gizem BULUT*, Ahmet DOĞAN, Ġsmail ġENKARDEġ, Ertan TUZLACI
Marmara Üniveristesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Etnobotanik genel olarak bir yörede bitkilerle ilgili halk kültürünü, o yörede yaĢayan
insanların bitkilerle olan iliĢkisini, halkın yaĢamında rolü bulunan bitkileri inceleyen bir bilim
dalıdır. Bu alan günümüzde botaniğin en çok ilgi duyulan ve araĢtırılan konularından birini
oluĢturmaktadır ve bu alanı bilimsel olarak tanıtan çeĢitli kitaplar yayımlanmaktadır Özellikle
zengin bitki örtüsü bulunan ve folklorik zenginliğe sahip ülkelerde bu araĢtırmalar oldukça
önem kazanmıĢtır. Böylece halkın kültürel birikimi bilimsel ve gerçekçi bir Ģekilde
saptanmakta ve bu konudaki bilgilerin zamanla unutulması, yok olması önlenmiĢ olmaktadır.
Türkiye, tarihsel bakımdan birçok uygarlığın etkisinin görüldüğü bir bölgede yer almaktadır.
Bu nedenle, zengin bir geleneksel kültüre sahiptir. Bu kültürün önemli bir kısmını geleneksel
halk ilaçları oluĢturmaktadır. Ayrıca yurdumuz buna kaynak oluĢturacak zengin bir bitki
örtüsüne sahiptir. Nesilden nesile aktarılarak önemini sürdüren bu geleneksel halk ilaçları
aynı zamanda modern tedavinin de temelini oluĢturmuĢtur.
Yurdumuzda etnobotanikle ilgili bilimsel araĢtırmaların özellikle son zamanlarda çoğaldığı ve
bu konuda çeĢitli çalıĢmaların yapıldığı görülmektedir. Yurdumuzdaki çalıĢmaların bazısı
tümüyle etnobotanik kapsamda, bazısı ise etnobotaniğin belirli bir alanında
gerçekleĢtirilmiĢtir.
Bu çalıĢmamızda, ilaca giden yollardan biri ve etnobotaniğin bir alanı olan geleneksel halk
ilacı olarak kullanılan bitkilerimiz hakkındaki çalıĢmalarla ilgili bilgiler sunulacaktır.
Anahtar kelimeler: Etnobotanik, geleneksel halk ilaçları, Türkiye.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
31
D-18
Güvenli ilaç kullanımında genetiğin önemi
Halit Sinan SÜZEN
Ankara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Tandoğan-
Ankara, Türkiye
Sağlık alanında muazzam geliĢme ve ilerlemelere rağmen ilaç tedavisinde özelikle klinikte
ciddi güvenlilik problemleri ile hala karĢılaĢılabilmektedir. Farmakoterapi sırasında aynı
dozda ilaç kullanımında dahi hastalar arasında advers ilaç reaksiyonu geliĢiminde önemli
farklılıklar bulunmaktadır. Bu reaksiyonlar genellikle basit ve geri dönüĢümlü olanlardan
nadiren hayatı tehdit edici hatta ölüme neden olabilen geniĢ bir yelpazede içinde
bulunmaktadır. Bu kompleks sorunun kaynağında, hasta uyuncu, çevresel ve biyolojik
faktörler ile farmasötik faktörler gibi genel etkenler yer almaktadır. Biyolojik faktörler içinde
bulunan hastanın genetik yapısı ile ilaç kullanımında karĢılaĢılan güvenlilik sorunları
arasındaki iliĢkiyi gösteren veriler son yıllarda hızla artmaktadır. Genetik farklılıkların ilaç
metabolizması ve ilaç yanıtı üzerindeki etkisinin % 15-30 olduğu tahmin edilmektedir. Bu
farklılıklar baĢlıca tek nükleotid polimorfizmler (TNP) olmak üzere, eklenme veya çıkmalar,
ardıĢık tekrar sayısındaki farklar ve gen kopya sayısındaki farklılıklardır.
Ġnsan genom projesinin tamamlanması ve genetik analiz teknolojilerindeki geliĢmeler, ilaç
kullanımının daha güvenli hale gelmesine büyük bir katkıda bulunmuĢtur. Bu geliĢmelerin
sağladığı olanakların katkısı ile ilaç metabolize eden genler, ilaç taĢıyıcı genler ve ilaç
hedefleri içinde yer alan genlerdeki farklılıkların neden olabileceği tedavide karĢılaĢılabilecek
toksisitenin öngörülebilmesi sayesinde problemin en aza indirilebilmesi mümkün hale
gelmiĢtir. Böylece daha güvenli bir ilaç tedavisi yanında advers ilaç reaksiyonlarından
kaynaklanan ekonomik yükün de azaltılmasında önemli adımlar atılmıĢtır. Bugün için
100‟den fazla ilaç, ürün bilgisi içerisinde gerek güvenlilik gerekse etkililik açısından genetik
farklılık bilgilerini içermektedir. Dünya genelinde farmakogenetik alanında yürütülen
araĢtırmalardan elde edilen verilerin validasyon kazanması ve ilaç kullanımında genetik
farklılık analizlerinin uygulanması ile gelecekte daha da güvenli ilaç kullanımının mümkün
hale gelmesinde bir adım daha atılmıĢ olacaktır.
Anahtar kelimeler: Farmakogenetik, advers ilaç reaksiyonları, genetik farklılık.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
32
D-19
DNA onarım enzimlerinin ilaç olarak kullanımı: Kanser tedavisi
Bensu KARAHALĠL
Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ankara,
Türkiye
DNA hasarındaki modifikasyonlar olarak tanımlanan DNA hasarı, endojen (metabolik süreç
esnasında) olarak ya da ekzojen (sigara, hastalıklar, güneĢ ıĢığı gibi) olarak meydana
gelmektedir. Her bir hücrede günde 60 000, saatte 2500 DNA‟ya hasar veren olay meydana
gelmektedir. Çok güçlü onarım mekanizmalarına sahip olunsa dahi mutasyonlar
kaçınılmazdır. Ġnsanda bir kuĢaktan diğerine, 300 milyon nükleotid baĢına bir yeni mutasyon
oluĢtuğu hesaplanmıĢtır. DNA onarımı sayesinde DNA hasarı onarılarak genetik kararlılık
sağlanmaktadır aksi takdirde bu denge bozulduğunda fonksiyon bozukluğundan hastalığa
kadar olan süreç oluĢmaktadır. Farklı DNA onarım yolaklarında farklı onarım enzimleri rol
oynamaktadır. DNA onarım eksikliğinde yetersizlikler kansere neden olmaktadır. Kanser,
anormal ve kontrolsüz büyüme ile karakterize genetik bir hastalıktır. Genetik kodda mutasyon
ve değiĢmeler buna neden olmaktadır. Genlerdeki mutasyonlar da proteinlerde değiĢimlere
neden olmaktadır. Normal-sağlıklı bir hücrede, hücre büyüme oranı incelendiğinde yeni
hücreler ile eski ölen hücreler dengededir ancak kanserli hücrelerde bu denge bozulmuĢtur.
Günümüze kadar kanser tedavisinde, kimyasal ile tedavi, radyasyonla tedavi, immunoterapi
gibi çeĢitli tedavi stratejileri uygulanmaktadır. Amaç, kanser hücrelerindeki proliferasyonu
durdurmak ya da ortadan kaldırmaktır. Kemoterapi ve radyoterapi kanser hücrelerini
öldürmektedir. Ancak, hızla çoğalan tümörler mutasyonlar meydana getirmeye devam eder ve
mutasyonlar birikmektedir. Bu mutasyonlarda DNA onarım genlerinin aĢırı ekspresyonuna
neden olarak DNA onarım kapasitesinin artmasına neden olmaktadırlar. Bu nedenle, kanser
hücreleri tedaviye rezistans geliĢtirmektedirler. DNA onarım genlerinin overekspresyonu
(aĢırı ifadesi) ile DNA onarım kapasitesinin artması, hücre öldürme iĢlemini zayıflatır ve
tedaviye direnç geliĢmektedir. DNA onarım enzim inhibitörlerinin kullanımı kanserde etkin
olmaktadır. Ġki ve üçten fazla tedavi görmüĢ ve rezistans geliĢtirmiĢ hastalara kemoterapiyi
takiben DNA onarım inhibitörleri verilmekte ve DNA onarım genlerinin ekspresyonuna ve
dolayısı ile DNA onarım kapasitesi azaltılarak tedaviye direnç ortadan kaldırılmaktadır.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
33
Dünya‟da Ģimdiye kadar DNA onarım inhibitörleri ile ilgili 83 klinik çalıĢma bulunmaktadır.
Olaparib (Lynparza; Astra-Zeneca) poli- ADP riboz polymeraz (PARP) denilen DNA onarım
proteininin inhibitörüdür. Meme ve over kanserinde tedavi etkinliğini arttırdığı için ilk
kullanılan ilaçtır. DNA onarım proteinlerinin miktarı tayin edilebilmektedir. DNA onarım
genlerinin aĢırı ekspresyonu hastalarda prognostik ve prediktif bilgi kaynağı yaratmaktadır.
Hem sağlıklı hem kanserli dokularda DNA onarım proteinlerinin seviyeleri hakkında veri
olması da tedavide rehber olmaktadır. Bireye özgü tedavi strateji geliĢtirmeyi sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: DNA onarımı, kanser tedavisi, ilaç.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
34
D-20
Bor maruziyetinin üreme ve gelişim sağlığı üzerindeki etkileri; klinik bulguların
değerlendirilmesi
Yalçın DUYDU1*
, NurĢen BAġARAN2, Hermann BOLT
3
1Ankara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Tandoğan,
Ankara, Türkiye
2Hacettepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Sıhhiye,
Ankara, Türkiye
3Leibniz Research Centre for Working Environment and Human Factors (IfADo), Ardeystr.
67, 44139 Dortmund, Germany
Avrupa Birliğinin CLP (classification, labelling and packaging) yönetmeliği kapsamında
borik asit ve sodyum boratlar, insanların üreme fonksiyonu üzerinde toksik etki
gösterebilecek kimyasal (reprotoxic chemicals) maddeler olarak ifade edilmiĢlerdir. Bu
kapsamda da aynı yönetmelikte “H360 FD” tehlike ifadesi ile birlikte “Kategori 1B” altında
sınıflandırılmıĢlardır. Ancak bu sınıflama hayvan testlerinde yüksek dozlarda yapılan çalıĢma
sonuçlarına dayanmaktadır (hazard assessment).
Dünya‟daki toplam bor rezervlerinin %70‟inden fazlasına sahip olan Türkiye, bu sınıflama ile
birlikte bor maruziyetinin yüksek olduğu bölgelerde yaĢayan insanların üreme sağlığının
araĢtırılmasını öncelikli olarak gündemine almıĢtır. 2008 yılında Bandırma borik asit
fabrikasında çalıĢan erkek iĢçiler ile baĢlatılmıĢ olan bu çalıĢmalar Bigadiç yöresinde bor
yataklarının çevresinde yaĢayan yöre halkından alınan biyolojik numuneler ile
sürdürülmüĢtür. YaklaĢık 8 yıldır devam eden bu geniĢ çaplı epidemiyolojik çalıĢmada
toplamda 500 den fazla kiĢiden biyolojik numune alınmıĢ ve anketler yapılmıĢtır.
Tamamlanan ve bir kısmı halen devam etmekte olan bu çalıĢmada erkeklerdeki üreme
toksisitesinin biyogöstergeleri (biomarker) olarak; kandaki testosteron, FS, LH seviyeleri,
sperm konsantrasyonu, sperm morfolojisi, sperm hareketliliği ve sperm DNA‟sının bütünlüğü
verileri incelenmiĢtir. Kadınlarda ise geliĢim toksisitesinin biyogöstergeleri olan düĢük doğum
ağırlığı, doğum anomalileri, ölü doğum, canlı doğum sonrası gerçekleĢen ölüm, çocuk
aldırma ve istemsiz düĢük yapma oranları gibi parametreler incelenmiĢtir. Ancak hayvan
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
35
deneylerinde yüksek bor maruziyeti sonrasında gözlenen reprotoksik etkilerin hiçbiri
araĢtırmamıza katılan gönüllülerde gözlenmemiĢtir.
2008 yılından buyana devam etmekte olan epidemiyolojik çalıĢmamızın sonuçları, insanlarda
bor maruziyetinden kaynaklanan bir üreme sağlığı sorununun bulunmadığını göstermektedir.
Bu sonuçlar Avrupa Birliği‟nin CLP yönetmeliği kapsamında borik asit ve sodyum boratları
“H360 FD” tehlike ifadesi ile birlikte “Kategori 1B” altında sınıflandırmıĢ olmasının tekrar
gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. (Bu çalıĢmalar Eti Maden ve BOREN
tarafından desteklenmiĢtir).
Anahtar kelimeler: Borik asit, bor maruziyeti, üreme toksisitesi, çevresel maruziyet, mesleki
maruziyet.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
36
D-21
Türkiye'de ve dünyada klinik eczacılık uzmanlığı
Mesut SANCAR
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Klinik eczacılık, Amerikan Klinik Eczacılık Birliği (ACCP)‟ne göre “eczacılığın icra edildiği
her alanda akılcı ilaç kullanımı bilim ve uygulamasıyla ilgilenen eczacılık alanı” olarak
tanımlanmaktadır. Eczacılık mesleğinin önemli uygulama alanlarından biri kabul edilen klinik
eczacılık alanındaki uzman ihtiyacını karĢılamak üzere günümüzde dünyanın birçok ülkesinde
eczacılık lisans eğitim programları yeniden düzenlenmiĢ ve lisansüstü/uzmanlık eğitim
programları açılmıĢtır. Ülkemizde klinik eczacılık eğitimiyle ilgili ilk somut adımların 1991
yılında Marmara Üniversitesi bünyesinde açılan yüksek lisans programıyla atıldığı
bilinmektedir. Bugün aynı üniversitede, deneyimli bir akademik kadro tarafından sürdürülen
doktora ve tezli/tezsiz yüksek lisans programlarının yanı sıra ülkemizde 2016 yılı itibariyle
Ankara, Hacettepe, Yeditepe, Medipol ve Yakındoğu üniversitelerinde de lisansüstü eğitimin
mevcut olduğu görülmektedir.
Klinik eczacılık eğitiminin en önemli unsuru klinik rotasyonlara uzun süreli katılımdır. Dünya
genelindeki örneklerine bakıldığında, uzmanlık eğitim programlarının, lisansüstü eğitim
programlarına göre daha pratik ağırlıklı olduğu görülmektedir ve özellikle klinik eczacılık
gibi hastanın ilaç tedavisinde önemli sorumlulukları olan alanlarda uygulamalı eğitimin daha
önemli olduğu vurgulanmaktadır. Ülkemizdeki mevcut lisansüstü eğitim programlarıyla
hastanelerde uzman klinik eczacı ihtiyacının sayıca karĢılanması mümkün değildir. Sağlık
Bakanlığı tarafından 2014 yılında kabul edilen Eczacılıkta Uzmanlık Yasası kapsamında yer
alan Klinik Eczacılık Uzmanlığı ile bu açığın kapatılması hedeflenmiĢtir. 3 yıl sürecek olan ve
hastanenin farklı kliniklerinde uzun süreli rotasyon esasına dayanan bu eğitimin yakın zaman
içinde baĢlaması öngörülmektedir. Uzun yıllardır dünyanın birçok yerinde klinik eczacıların
ilaç kaynaklı sorunların önlenmesinde aktif rol aldıkları ve önemli faydaları olduğu
bilinmektedir. Ülkemizde de bu hizmetlerin yaygınlaĢması için mevcut lisansüstü
programlarının ve uzmanlık eğitimlerinin klinik eczacılık eğitiminin felsefesine ve ilkelerine
uygun olarak düzenlenmesi gereklidir.
Anahtar kelimeler: Klinik eczacılık, uzmanlık, lisansüstü eğitim, klinik eczacılar.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
37
D-22
Hastanede klinik eczacılık birimi: Uşak Devlet Hastanesi örneği
Hakkı ÖZÇELTĠK
UĢak Devlet Hastanesi, Klinik Eczacılık Birimi, UĢak
2013 yılında UĢak Devlet Hastanesi bünyesinde görev yapan, Klinik Eczacılık Yüksek
Lisansını tamamlamıĢ 2 eczacı, Klinik Eczacılık Derneği kurslarına katılmıĢ ve yüksek lisans
eğitimine devam eden 2 eczacı ile birlikte kurum üst yöneticilerine „‟Klinik Eczacılık Birimi‟‟
kurulması için bir teklif yapmıĢ, birimin gerekliliği ile ilgili olarak yaĢanan tartıĢmalar
sonucunda hastane eczanesinden bağımsız ayrı bir ofisi olan, hastane içindeki yönlendirme
tabelalarında ve HBYS (Hastane bilgi yönetim sistemi) kayıtlarında da yer bulan birim, 3 ay
süren çabalar sonucunda hizmet vermeye baĢlamıĢtır. Birimin kurulmasıyla birlikte ilk olarak
göğüs ve göz hastalıkları polikliniklerindeki hastalara özel dozaj Ģekilleri ile ilgili eğitim
videoları hazırlanmıĢtır. Hastane Kalp Damar Cerrahisi Ünitesi ile görüĢülerek Varfarin
baĢlanan tüm hastaların takibi üstlenilmiĢtir. Bu kapsamda ilacın kullanımı, eĢ zamanlı tedavi
süreçleri, ilaç etkileĢimleri, besin etkileĢimleri, alarm durumları, acile baĢvuru kriterleri ve
INR takipleri konusunda hastalara eğitimler verilmiĢtir. Bu eğitimlerin HBYS‟de Klinik
Eczacılık Hizmeti adı altında hastane kayıtlarına girmesi sağlanmıĢtır. Klinik Eczacılık Birimi
Ġç Hastalıkları Polikliniğinde hipertansiyon, diyabet, böbrek yetmezliği gibi polifarmasinin
yaygın olduğu kronik hasta gruplarında bireysel eğitimler vermekte ve tedavi protokolleri ile
ilgili hekimlere önerilerde bulunmaktadır. Birime baĢvuru yapan toplam 428 hastaya
tedavileri ile ilgili eğitim verilmiĢ olup, bunlar kayıt altına alınmıĢtır. Tedavi protokolleri ile
ilgili olarak hekimlere 51 adet öneride bulunulmuĢ, bunların 44‟ü ilgili hekim tarafından
kabul edilmiĢtir.
2014 yılında hastane bünyesinde kemoterapi ve nütrisyon ünitelerinin çalıĢmaya
baĢlamasıyla, bu ünitelerde tedavi gören hastalara farmasötik bakım hizmetleri sunulmuĢ ve
hastaya özel eğitim materyalleri hazırlanmıĢtır. Halen bu birimde günlük 10 hastaya
farmasötik bakım hizmeti verilmektedir. Klinik Eczacılık Birimi Ģu anki haliyle, hastanenin 3
ayrı yerinde toplam 6 eczacıyla spesifik hasta gruplarına hizmet vermeye devam etmektedir.
Anahtar kelimeler: Klinik eczacılık, eczacılık birimi, klinik eczacılık servisi, hastane.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
38
D-23
Hekim gözüyle klinik eczacılık uygulamalarına bakış
Tamay ÖZKOZACI GÜRBÜZ
HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Çocuk Kliniği, HaydarpaĢa Ġst., Türkiye
“Ġyi Eczacılık Uygulamaları Kılavuzu”nda “Ġyi Eczacılık Uygulamaları”ın esasları, Eczacılık
hizmetleri sunulan her ortamda eczacının öncelikli olarak hasta sağlığını gözetmesi, Eczacılık
hizmetlerinin açıkça tanımlanması, amacının bireye dönük olması ve ilgili tüm kesimlere
etkin biçimde iletilmesi, ilaç ve diğer sağlık ürünlerinin temin edilmesi, kullanımının
izlenmesi, hastaya uygun bilgi ve danıĢmanlık hizmetinin verilmesi, rasyonel reçete
yazılmasında ve ilaçların uygun biçimde kullanılmasında eczacının katkısının gerektiği
yönünde tanımlanmaktadır. Klinik Eczacılık kavramı ise iyi eczacılık uygulamalarının en
temel unsuru olan hasta odaklı eczacılık kavramıyla örtüĢmektedir. Çünkü Klinik eczacılık,
eczacının tüm eczacılık bilgilerini hasta yararına kullanması anlamına gelen akılcı ilaç
kullanımını amaçlayan bir bilimdir.
Hastane pratiğimizde hastaya doğru ilacın, doğru zamanda ve doğru biçimde verilmesinde
klinik eczacılığın önemli bir rolü olacağı düĢüncesindeyim. Bunun ötesinde hasta profilinin
izlenmesi, ilaç alerjileri, kontrendikasyonların dikkate alınması, ilaç geçimsizlikleri ve ilaç
etkileĢimlerinin göz önünde bulundurulmasını sağlaması bakımından önem arz etmektedir.
Klinik eczacılık yalnızca hastane eczacılığı değildir. Hasta eğitimi, ilaç danıĢmanlığı, ilaç
uygulama eğitimi, örneğin inhaler preparatların nasıl kullanılacağı gibi eczacılık bilgileri
serbest eczanelerde de hastalara aktarılır. Ġlaçların birlikte kullanımları, ilaçların gıdalarla
etkileĢimleri ve bunlara yönelik önlemlerin alınması suretiyle etkin bir tedavi sürecinin
sağlanmasında önemli rolleri vardır. Bu anlamda klinik eczacılık, toplumla iç içe sürdürülen
bir halk sağlığı hizmetidir. Klinik eczacılık ya da hasta odaklı eczacılık uygulamaları
ülkemizde geliĢme çağındadır. Bu konuda Üniversiteler ve Sağlık Bakanlığı arasında iĢbirliği
yapmalıdır. Ġlk aĢamada hastane eczacıları ve hekimler hizmet içi eğitime alınmalı, bu
nosyonla yetiĢen yeni eczacıların ise öncelikli istihdamı sağlanmalıdır. Hasta odaklı
eczacılığın geliĢiminde en temel yapıtaĢı klinik eczacının sağlık hizmetinin sunumunda bir
sağlık profesyoneli olarak ekibin önemli bir parçası olduğu ve olacağı gerçeğidir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
39
Anahtar kelimeler: Klinik eczacılık, hasta-odaklı hizmet, eczacı, hekim.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
40
D-24
Direkt oral antikoagülanların izlem ve nötralizasyonu
Ahmet Muzaffer DEMĠR
Trakya Üniv. Tıp Fakültesi Ġç Hastalıkları Ab.D. Hematoloji B.D. Edirne, Türkiye
Elli yıldan uzun bir zamandır antikoagülasyon denilince akla gelen ikili heparin ve warfarin
kombinasyonu idi. Daha sonraları heparin kullanımının, düĢük molekül ağırlıklı heparinlere
(DMAH) değiĢimi antikoagülasyon pratiğinde devrim niteliğinde farklılıklar oluĢturdu.
Ancak oral antikoagülasyonda ise sadece warfarin vardı ve warfarinin iyeni moleküller ile
değiĢimleri yerine, daha iyi kullanım ve yönetim üzerinde çalıĢmalar yapıldı. Uygun
kullanımı, yan etkilerinin sınırlandırılması veya güvenlilik ile ilgili yönetimsel değiĢimler
yaĢandı. Ġki binli yılların baĢında warfarine alternatif olan hem etkililik hem de güvenlik
açısından üstün özellikleri olan direkt trombin (dabigatran) ve Faktör Xa (rivaroksaban,
apiksaban ve edoksaban) inhibitörleri günlük kullanıma girmeye baĢladı. Direkt oral
antikoagülanlar (DOAK) olarak tanımlanan bu grup ilaçlar, dünya genelinde pek çok farklı
endikasyonda ruhsatlandırılmıĢtır. Akut venöz tromboz tedavisinde, ikincil korumada yanında
cerrahi endikasyonlarda birincil korumada da kullanılmaktadır. Kapak dıĢı atrial
fibrillasyonda gerek birincil ve gerekse ikincil iskemik inme profilaksisinde de
kullanılmaktadır. Etkililiği warfarine göre non-inferior ama bazı endikasyonlarda ise superior
etkililik göstermiĢ olması yanında, majör kanama oranları %28, kafa için kanama oranları ise
yaklaĢık %50 oranında daha az olarak saptanmıĢtır.
Doaklar için laboratuvar izlemi gerekli mi?
Warfarine göre farmakolojik özellikler üstün olan DOAK‟ların, tıpkı warfarin gibi etkililik ve
güvenlilik açısından laboratuvar izlemi yapılmalı mı? Yoksa sadece DMAH‟ler gibi sadece
bazı klinik tablolar da mı izlenmeli? Bu soruların yanıtı aslında bilgi birikimi arttıkça daha da
berraklaĢmaktadır. Liquid chromotography/tandem mass spectrometry DAOK‟ların plazma
düzeyini saptamada altın standart yöntemdir. Pik ve steady state konsantrasyonu saptamada
ve bireysel farklılıkları göstermede de oldukça önemlidir. Ancak günlük yaĢamda pratik bir
yöntem olmadığından sadece gerekli olduğunda kullanılmaktadır. Gerek koagülometrik ve
gerekse kromojenik laboratuvar yöntemleri ile izlem yapılabilmektedir. Fakat DOAK‟ların
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
41
bireyler arası farklılıkların az olması ve ön görülebilir sabit doz etkililiği nedeniyle
laboratuvar izlemine gerek duyulmamaktadır. Eğer gerçekten izlenmek isteniyorsa, Ġlaç
konsantrasyonu ile ölçülen test değeri arasındaki korelasyonu (r2 değeri ≥0.9) en iyi olan test
seçilmelidir. aPTZ, trombin zamanı (TZ), dilüe TZ ve Ecarin-pıhtılaĢma zamanı Dabigatran
için seçilecek testlerdir. FXa inhibitörleri için Protrombin zamanı kullanılması
önerilmemektedir. Ancak uzamıĢ PZ varlığı kan ilaç konsantrasyonunun yüksek olduğunun
göstergesidir. Kullanılan FXa inhibitörüne özgü standartların kullanıldığı kromojenik anti-
FXa aktivitesi testinin yapılması, ilaç konsantrasyonunu en doğru yansıtan test olarak kabul
edilmektedir.
Doakların nötralizasyonu olası mı?
Diğer antikoagülan ilaçlarda olduğu gibi ortaya çıkan bir toksikasyon, kanama ve-veya acil
cerrahi giriĢim gerektiren tablolarda DOAK‟ların pıhtılaĢma etkilerine (non-spesifik) veya
molekülün kendisine yönelik (spesifik) nötralizayon iĢlemleri yapılabilmektedir. Konsantre
pıhtılaĢma faktör konsantrelerinin kullanımı ilk etapta yapılması gereken özgül olmayan
yöntemlerin baĢında gelmektedir. Fakat moleküle özgül nötralize edici ilaçlarda mevcuttur.
Dabigatran için kullanılan nötralizan ilaç Ġdarucizumab (anti-Dabi-Fab) iken, FXa
inhibitörleri için ise rekombinant FXa proteini olan Andexanet alf’dır. Birde kimyasal yapısı
oldukça farklı olan pek çok antikoagülana non-kovalent bağlanarak nötralizasyon yapan
PER977 adlı küçük bir molekül vardır.
Sonuç
DOAK‟lar öngörülebilir sabit dozda antikoagülan etkileri, oral kullanımları, kısa etkili ve en
az düzeyde besin ve ilaç etkileĢimleri nedeniyle, zorunlu olmadığı sürece laboratuvar izlemi
önerilmemektedir. Ancak kan değerinin normalden düĢük veya yüksek olabileceği klinik
tablolarda izlenmesi önerilmektedir. Nötralizasyona gelince moleküle özgü nötralizasyon
ajanlarının geliĢtirilmesi ve onaylanması günlük yaĢamı daha da kolaylaĢtıracak antikoagülan
tedaviye bağlı morbidite ve mortliteyi azaltacak gibi görünmektedir.
Anahtar kelimeler: Oral antikoagülasyon, laboratuvar izlemi, nötralizasyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
42
D-25
Türkiye için “Ulusal Farmasötik Biyoteknoloji Stratejisi” hazırlanmasının gereği
Ahmet Enes AKDAĞ
Enera Kozmetik Ġlaç ve Kimyevi Maddeler Tic. Ltd. ġti., Ġstanbul, Türkiye
Son yıllarda Biyoteknoloji alanındaki ilerlemelerin ivmesi, alanın uzmanlarının dahi
yenilikleri yeterince takip edebilmesini imkânsız hâle getirdi. Aslında ülkemiz geçen yüzyıl
ortalarında baĢlayan biyoteknoloji yarıĢına (varoluĢ mücadelesinden yeni çıkmıĢ bir ülke
olmasına rağmen) hiç de kötü sayılamayacak bir pozisyonda girmiĢti. Bugün dahi, bu alanda
araĢtırma yapanların birçok yayında karĢısına çıkan “Vaccinia Ankara virus” ifadesi,
biyoteknoloji alanında kaybettiklerimizi anlamak için önemli bir ipucu olarak
değerlendirilebilir. Türkiye; vektör geliĢtiren, aĢı üreten bir ülkeden, ilgili yayınları bile takip
edemeyen bir ülkeye dönüĢmüĢtür. Öte yandan geçtiğimiz yıllarda ülkemiz, ilaca eriĢim ve
konvansiyonel farmasötik üretim alanlarında kayda değer geliĢmeler göstermiĢ, ilaç
sanayimiz henüz hak ettiği konuma ulaĢamamıĢ olsa da uluslararası arenada tekrar varlık
göstermeye baĢlamıĢtır. Ancak multidisipliner bir yaklaĢım ve kurumlar arası yoğun iĢbirliği
gerektiren biyoteknolojik ürünlerde herhangi bir sektörel varlık göstermek Ģimdiye kadar
mümkün olmamıĢtır. Hindistan, Kanada, Almanya, Avusturalya gibi ülkeler biyoteknoloji
alanındaki varlıklarını güçlendirebilmek adına strateji geliĢtirmeye yönelik ciddi çalıĢmalar
yürütmekteyken Ġran gibi bu alanda henüz varlık gösterememiĢ ülkeler de giriĢ stratejileri
oluĢturmaya çalıĢmaktadır. Ġlaç pazarı içerisinde biyoteknolojik ürünlerin “önlenemez
yükseliĢi”, göstergelere göre yakın zamanda bu ürünlerin pazarı domine etmesiyle
sonuçlanacaktır. Biyoteknoloji konusunun basılı yayınlar içerisinde sürekli artan popülerliği
de bilim dünyasının ilgisinin bu alanda yükselerek devam edeceğini göstermektedir. Türkiye,
biyoteknoloji alanında varlık gösterebilmek için daha fazla vakit kaybetmeden yol haritasını
oluĢturmalı ve kaybedilmekte olan vaktin telafisi için gerekli aksiyonları göstermelidir.
Sunumumuzda; dünyadaki örnekleri üzerinden “Ulusal Farmasötik Biyoteknoloji Stratejisi”
oluĢturma gereğinin “neden”i ve “katma değer odaklı bilgi paylaĢımı” teması çerçevesinde
planlanacak “nasıl”ı üzerindeki soru iĢaretlerine dokunmayı hedefliyoruz.
Anahtar kelimeler: Biyoteknolojik ürünler, planlama metodolojisi, farmakoekonomi,
farmasötik teknoloji, kapsamlı sağlık planlanması.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
43
D-26
Kanser tedavisinde RNA interferans
Emine ġALVA
Ġnönü Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Malatya,
Türkiye
Kanser, genlerde mutasyon ve regülasyon bozukluğu ile geliĢen multifaktöryel kompleks bir
hastalıktır. Tümörün heterojenitesi, multiple sinyal yolları, çapraz bağlantılar ve ilaç direnci,
kanserde gen tedavisinde önemli engellerdir. RNA interferansın (RNAi) yaklaĢık 10 sene
önce keĢfedilmesi ile kanser tedavisi için yeni bir stratejik ilaç hedefleme yaklaĢımı ortaya
çıkmıĢtır. RNAi, kısa çift iplikli RNA molekülleri aracılığıyla hedef mRNA‟nın
degredasyonuna katılan sekansa-spesifik post-transkripsiyonel bir gen susturma
mekanizmasıdır. Bu mekanizmaya katılan small interfering RNA (siRNA) ve micro RNA
(miRNA)-temelli terapötikler, kanser tedavisinde ümit verici stratejiler olarak ön plana
çıkmaktadır. RNAi-temelli terapötiklerin klinikte baĢarılı olarak kullanılabilmesi için zayıf
hücre alımı, fizyolojik koĢullar altında stabil olmaması, off-target etkiler ve immunojenisite
gibi problemlerin üstesinden gelinmelidir [1]. Uygun taĢıyıcı sistemlerin geliĢtirilmesi, bu
terapötiklerin klinikte kullanılması açısından önemlidir. Viral ve viral olmayan vektörler gen
tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Viral vektörler yüksek transfeksiyon etkinliğine
sahip olmasına rağmen, viral olmayan vektörler sentez kolaylığı, düĢük immün cevap,
güvenlik ve genetik materyal taĢıma kapasitesinin sınırlı olmaması nedeniyle dikkat çeken
vektörlerdir. Vektör dizaynı, nükleik asit-temelli molekülün tipine, verilme yoluna ve hedef
bölgeye bağlı olarak değiĢir [2,3]. Uygun ilaç taĢıyıcı sistemin geliĢtirilmesi ile RNAi-temelli
gen ilaçları yakın gelecekte kanser tedavisinde yeni terapötikler olarak ortaya çıkabilecektir.
Kaynaklar
1. ġalva E., Ekentok C., ÖzbaĢ-Turan S. Akbuğa J. RNA interference. Ed: Ibrokhim Y.
Abdurakhomonov. InTech OPEN, Non-viral siRNA and shRNA Delivery Systems in Cancer
Therapy‟‟ 2016; 201-223.
2. Salva E, Kabasakal L, Eren F, Ozkan N, Cakalagaoglu F, Akbuga J. Nucleic Acid Ther,
2012; 22: 40-48.
3. Salva E, Turan SO, Kabasakal L, Alan S, Ozkan N, Eren F, Akbuğa J. J Pharm Sci, 2014;
103:785-795.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
44
D-27
Hasta odaklı danışman eczacı formasyonu
Taner DÖVEN
Change Consultancy (DeğiĢim DanıĢmanlık)
Palladium Ofis Binası, Barbaros Mahallesi, Halk Caddesi, No:8/A Kat:3, AtaĢehir 34746,
Ġstanbul, Türkiye.
Temel, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri veren Eczacıların, Hasta odaklı etkin
danıĢmanlık rolü kapsamında, iletiĢim becerilerini arttırmak amaçlı iyi iletiĢim uygulamaları;
Ġyi KarĢılama, Ġyi Bilgilendirme ve Ġyi Ġzleme uygulamaları ile birinci basamak sağlık
hizmetine sağlanacak katma değer algısının oluĢturulması. DeğiĢen dinamikler doğrultusunda,
reçete dıĢı ilaçlar, besin destek ve kiĢisel bakım ürünlerinin konumlandırılması, önerilmesi ve
Eczane içi görev dağılımları ile profesyonel yönetim ilkelerinin uygulanması. Eczacı
kimliği‟nin toplumsal algısı, devletin mesleğe yaklaĢımı, tedarikçilik ve danıĢmanlık farkının
mesleki imajına etkileri, multidisipliner donanım ve yeterliliğin sorgulanarak geliĢtirilmesi.
Kaynaklar
1.Koruyucu Sağlık Rehberi. Cengiz Yakıncı, Erdem YeĢilada. Türk Eczacıları Birliği
Eczacılık Akademisi.
2.Eczacının BaĢucu Rehberi. Cengiz Yakıncı, Dr.Göknur Aktay. Türk Eczacıları Birliği
Eczacılık Akademisi.
3.Eczacılık ĠĢletmeciliği. Gülbin Özçelikay, Nazlı ġencan. Akademisyen Tıp Kitabevi.
4.Eczacı ve Eczane profili araĢtırması 2014. Serbest Eczacıların ve eczane ekonomilerinin
durumu. Harun Kızılay, Türk Eczacıları Birliği, Eczacılık Akademisi.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
45
D-28
Nörobiyolojiden kliniğe psikiyatrik hastalıkların tedavisinde yeni hedefler
Feyza ARICIOĞLU
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı ve Psikofarmakoloji
AraĢtırma Birimi, Ġstanbul, Türkiye
[email protected], [email protected]
Depresyon gibi toplumun % 10‟unu ve Ģizofreni gibi % 1‟ini etkileyen hastalıklar baĢta olmak
üzere psikiyatrik hastalıkların çoğunda mevcut tedavi seçeneklerine cevap vermeyen hastalar
vakaların yaklaĢın 1/3‟ünü oluĢturmaktadır. Kullanılan ilaçların çoğunun mekanizması
depresyonda monoamin hipotezine ve Ģizofrenide dopamin hipotezine dayanmaktadır. Güncel
çalıĢmalar nöroinflamasyon kaynaklı proinflamatuar sitokinlerin artıĢının bu hastalığın
geliĢiminde ortak patoloji olduğunu göstermektedir. Kontrolsüz mikroglial aktivite,
proinflamatuar sitokinleri arttırmakta ve nörotransmitterlerin düzeylerinde değiĢimlere neden
olmakta ve nörotrofik faktörlerin üretiminde azalmaya neden olmaktadır. Bu Ģekilde oluĢan
nöroplastisite sinapsların değiĢebilme, belli durumlara yapısal ve fonksiyonel olarak adapte
olmasını sağlayan özellikleri baskılar. Tedaviden özellikle hipokampal nöronlar, sinaptogenez
ve nöronal olgunlaĢma dahil nöronal plastisite ve nörotrofik faktörlerin üretimini arttırmaları
beklenmektedir. Giderek artan kanıtlar glutamaterjik sinapsların/sistemin bu hastalıkların
nöropatolojisi ve tedavisinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Diğer yandan önemli
bir sorun klinik etki için hastaların 3-4 hafta beklemek zorunda olmasıdır. Yakın tarihte
glutamaterjik N-metil-D-aspartat reseptörleri üzerinden etki yapan Ketamin‟in saatler
içerisinde antidepresan etkiyi baĢlatabildiğini ve mekanizmasında da mTOR yolağının ve
nörotrofik faktörlerin üretiminin arttırılmasının rolü olduğu anlaĢılmıĢtır. ġizofreni
tedavisinde ise COX-2 inhibitörleri gibi birçok antiinflamatuar molekülün etkileri
tartıĢılmaktadır. Güncel araĢtırmalar gerek gelecek ilaç hedefleri gerekse mevcut tedavilere ek
tedavi niteliğinde kullanılması önerilen ilaçların çoğunun glutamaterjik sistem üzerinden etki
yapan, nörotrofik desteği arttıran ve/veya antiinflamatuar özellikte maddeler olması gerektiği
düĢünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Depresyon, Ģizofreni, mTOR, inflamasyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
46
D-29
Farmasötik Kimyada Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge), patentleşme ve ticarileşme
faaliyetleri
Mutlu DĠLSĠZ AYTEMĠR
Hacettepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Sıhhiye,
Ankara, Türkiye
Ülkemizde farmasötik kimya alanında yapılan çalıĢmalarla sentezlenen pek çok farmakolojik
etkin bileĢikler olmasına karĢın alınan patent sayısı istenilen oranda değildir. Buna ek olarak
var olan patentlerin ticari ürüne dönüĢüp son kullanıcılara sunulması yok denecek kadar azdır.
Laboratuvarımızda son on altı yıldır kojik asit türevi bileĢikler sentezlenmektedir. Kojik asit
(5-hidroksi-2-hidroksimetil-4H-piran-4-on), klorokojik asit (5-hidroksi-2-klorometil-4H-
piran-4-on) ve allomaltolden (5-hidroksi-2-metil-4H-piran-4-on) hareketle sentezlenen
Mannich bazı bileĢiklerin antikonvülsan, antimikrobiyal, antitüberkülar, antiviral, antioksidan,
antitrozinaz ve anti-aging aktiviteleri sitotoksisite çalıĢmaları ile birlikte araĢtırılmıĢtır.
Melanom kanseri üzerindeki çalıĢmalar da devam etmektedir. Yüksek etkili çıkan iki adet
Mannich bazı için Türk Patent ve Uluslararası Patent baĢvuruları yapılmıĢ olup süreç devam
etmektedir. Ülkemizde, Ar-Ge çalıĢmalarına Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı TĠTCK ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı büyük destek ve katkı vermektedir.
TÜBĠTAK, KOSGEB, EUREKA ve Kalkınma Ajanslarının verdiği hibe destekleri ile Ar-Ge
çalıĢmaları desteklenmektedir. Ayrıca, üniversitelerde akademik çalıĢmaların özel sektöre
taĢınmasının ve ticarileĢtirilmesinin sağlamasını hedefleyen “Teknoloji Transfer Merkezleri
(TTM)” kurulmuĢtur. Bu kapsamda, HT-TTM tarafından desteklenen patent baĢvurumuzu
ürüne dönüĢtürmek amacıyla TÜBĠTAK destek programına baĢvuru yapılmıĢ ve proje kabul
edilmiĢtir. TÜBĠTAK 1512 TeknogiriĢim Sermaye Destek Programı-BĠGG ile; bireysel
giriĢimcilerin teknoloji ve yenilik odaklı iĢ fikirlerini firma kurarak yenilikçi ürünlere
dönüĢtürebilmeleri için iĢ fikrinden pazara kadar olan faaliyetlerinin desteklenmesi ve
uluslararası rekabet gücü olan, yenilikçi, teknoloji düzeyi yüksek ürün ve hizmetleri
geliĢtirebilen baĢlangıç firmalarının oluĢturulması amaçlanmıĢtır.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
47
Anahtar kelimeler: AraĢtırma-GeliĢtirme (Ar-Ge), patent, ticarileĢme, kojik asit,
antitirozinaz, anti-aging.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
48
D-30
Klinik çalışmalarda denetim
Seda ÜNSALAN
Nobel Ġlaç San. ve Tic. A.ġ.
Klinik araĢtırmalarda sağlıklı ve güvenilir veri elde etmenin olmazsa olmaz koĢullarından biri
denetimdir. Denetim, monitör aracılığı ile ya da bağımsız profesyonellerden hizmet satın
alınarak gerçekleĢtirilecek bir denetim olabileceği gibi, sağlık otoriteleri tarafından da
yapılabilir (1, 2). Denetim kısaca klinik araĢtırmaların veri oluĢturma, kaydetme ve raporlama
iĢlemlerinin araĢtırma protokolüne, Ġyi Klinik Uygulamalarına ve ilgili mevzuata uygun
olarak yürütülmesini sağlamak için uygulanan kalite güvence ve kalite kontrol sistemlerinin
değerlendirilmesidir (1-3).
Anahtar kelimeler: Klinik çalıĢmalar, denetim, iyi klinik uygulamaları.
Kaynaklar
1. Good Clinical Practice-ICH E6 (R1) (CPMP/ICH/135/95)- July 2002.
2. Clinical Safety Data Management: Definitions and Standards for Expedited Reporting-1995
ICH Topic E 2 A
3. Annex IV-To procedure for conducting GCP inspections requested by the EMA: Sponsor
site and/or contract research organisations (CRO)-EMA/INS/GCP/197221/2005- London
,2007
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
49
D-31
İnfluenza A virüsü patogenezinde viral ve hücresel protein faktörlerin rolü
Kadir TURAN1*
, Erkan RAYAMAN1, Azize ġENER
1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Temel Eczacılık Bilimleri Bölümü, Ġstanbul,
Türkiye
Ġnfluenza A virüsleri Orthomyxoviridae ailesi içerisinde sınıflandırılan membranlı virüslerdir.
Bu virüsler, negatif polarite gösteren sekiz adet tek iplikli RNA moleküllerinden oluĢan
parçalı bir genom yapısına sahiptirler. En önemli özellikleri, mevsimsel olarak her yaĢ
grubunda tekrarlayan ve değiĢen Ģiddetlerde seyreden epidemilere ve bazen de tüm Dünya‟yı
etkileyen pandemilere neden olmalarıdır. Ġki önemli olgu influenza A virüslerinin yaygın ve
tekrarlayan enfeksiyonlara yol açabilme yeteneklerinin temelini oluĢturur. Bunlardan
birincisi, bu virüsler için doğal rezervuar görevi gören kuĢlarda, farklı virüsü tipleri ile
enfeksiyon sonucu viral RNA segmentlerinin farklı kombinasyonlarda bir araya gelerek
(reassortment) beklenmedik virüs tiplerinin ortaya çıkabilmesidir (antigenic shift). Ġkincisi ise
insan hücrelerinde çoğalacak Ģekilde adaptasyona uğramıĢ ve dolaĢımda olan influenza
virüslerinin mutasyonlar geçirerek, konak savunma mekanizmalarından kaçabilme olanağı
veren yeni antijenik özellikler kazanmasıdır (antigenic drift).
Ġnfluenza A virüslerinin insan hücrelerinde kolay enfeksiyon yapabilmesinde viral protein
faktörler önemli role sahiptirler. Bu proteinlerin baĢında, virüsün konak hücrelere tutunması
ve hücreye giriĢinde iĢlev gören hemaglütinin (HA) proteini gelmektedir. Bu proteinin konak
hücre reseptörü tercihi, viral enfeksiyonun yayılma hızında en önemli belirleyici faktörlerden
biridir. Dolaysıyla HA proteininde meydana gelen mutasyonlar hastalığın Ģiddetini de etkiler.
Patogenezde rolü olan bir diğer viral faktör, viral replikasyon ve transkripsiyonu kataliz eden
viral RNA polimeraz kompleksidir. Ġnfluenza virüsü RNA polimeraz enzimi PB2, PB1 ve PA
proteinlerinden oluĢur. Yapılan çalıĢmalar PA ve PB2 proteinlerinde meydana gelen
mutasyonların memeli hücrelerinde kuĢ tipi influenza virüslerinin replikasyonlarını
kolaylaĢtırdığını göstermiĢtir. Diğer taraftan çok sayıda konak hücre proteini de influenza
virüs replikasyonu üzerinde negatif ya da pozitif yönde etkileyerek, viral enfeksiyonun
seyrinde belirleyici rol oynamaktadır. Bunların baĢında, interferonlar ve interferonların
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
50
uyarısı ile hücrelerde sentez edilen PKR ve Mx proteinleri gibi proteinler gelmektedir.
Bununla birlikte viral patogenez açısında önem taĢıyan, özellikle influenza virüsü RNA
polimeraz enzimi ile iliĢkili konak hücre proteinleri hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır.
TÜBĠTAK tarafından desteklenen bir proje (proje no: 112S518) çalıĢmamızda influenza
virüsü RNA polimeraz enzimi alt birimlerinden PA proteini ile iliĢkili konak hücre proteinleri
üzerinde kapsamlı bir çalıĢma yapıldı. Bu çalıĢmada maya ikili-hibrit metodu kullanılarak
viral PA proteini ile iliĢkili 18 farklı konak proteini belirlendi. Elde edilen veriler influenza
virüs patogenezinde viral RNA polimeraz enziminin PA alt ünitesinin ve ilk kez bu çalıĢmada
virüsü ile iliĢkili olduğu saptanan bazı konak proteinlerinin büyük bir önem taĢıdığını ortaya
koydu. Farklı influenza A virüsü tiplerinin insanları da kapsayacak Ģekilde yeni konak
organizmalara adaptasyonunda, virüsün hücrelere tutunmasında etkili olan HA proteini ve
hücre reseptörleri kadar, hücre içerisinde PA proteini ile konak proteinleri arasındaki iliĢkinin
de çok önemli olduğu sonucuna varıldı.
Bu çalıĢma TÜBĠTAK tarafından 112S518 no‟lu proje ile desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Influenza A, RNA polimeraz, PA proteini, PB2 proteini, konak
proteinleri.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
51
D-32
HCV ilişkili hepatosellüler kanserde yeni teröpatik stratejiler
Özge ÇEVĠK
Cumhuriyet Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Sivas, Türkiye
Hepatosellüler kanser (HCC), ölümcül kanserler arasında üçüncü sırada, prognozu zayıf
olmakla birlikte 5 yıllık sağkalım oranı %12 olan ve tedavi yanıtları sınırlı bir kanser türüdür.
HCC geliĢiminde Hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C virüsüyle (HCV) olan kronik
enfeksiyonlar önemli risk faktörleri olarak bilinmektedir. HCV, tek sarmallı bir RNA
virüsüdür ve NS2, NS3, NS4A, NS4B, NS5A ve NS5B gibi yapısal olmayan proteinler içerir.
Ġnterferon alfa‟nın konakçı genlerini uyarması ile HCV inhibisyonunda rol oynayan önemli
bir modülatör olduğu bilinir. HCC tedavisinde kemoterapik ajanlarla birlikte kombinasyon
terapileri uygulanmakta fakat hastaların ilaç tedavilerine cevaplarının düĢüklüğü önemli bir
sorun teĢkil etmektedir. Özellikle viral hepatitlerin rol aldığı tedavilerde interferon-alfa (IFN-
a) ve çeĢitleri ile kemoterapik ajanlar birlikte kombine edilmektedir. Kemoterapik ajanların
rezistans geliĢtirmeleri kombinasyon tedavinin etkinliğini azaltmaya neden olur. Son yıllarda
HCV iliĢkili HCC kanser türleri için RNA-bağlı RNA polimeraz olan NS5B için spesifik
inhibitör ve anti-kanser ajanların geliĢtirilmesi ön plana çıkmaktadır. Özellikle IFN-a ve
NS5B inhibitörlerinin birlikte kullanılarak kemoterapik ajanlarla kombinasyonunun da
eklenmesi ile hem anti-viral hem de anti-kanser yaklaĢımın yeni hedef tedaviler arasında yer
aldığı bildirilmektedir. Bu bağlamda IFN-a‟nın hücre içerisinde düzeyini arttıracak ve
NS5B‟in düzeyini azaltacak gen terapi yaklaĢımları ve çeĢitli transkripsiyon faktörlerinin bu
mekanizmadaki rollerinin belirlenmesi konusundaki çalıĢmalar son yıllarda popülerliğini
korumaktadır. Özellikle IFN-a genini indükleyici tümör aĢılarının geliĢtirilmesi konusunda
HCV iliĢkili hepatosellüler kanser önemli bir model olup potansiyel kombinasyonlar için
biyokimyasal ve virolojik cevaplar verebilmektedir.
Anahtar kelimeler: HCV, HCC, IFN-a, NS5B inhibitör, gen terapi.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
52
D-33
Yeni nesil bileşiklerin kanserle moleküler mücadelesi
Pınar MEGA TĠBER
Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Kanser, dünyada en önemli sağlık sorunlarından biridir. Tıp alanında meydana gelen
geliĢmelerin artan bir ivmeye sahip olmasına rağmen aynı hıza kanserle mücadele baĢarısında
ulaĢılamamaktadır. Radyasyon ve kemoterapi kanser tedavi yöntemleri arasında ön sırada yer
almaktadır. Bu tedavi yöntemlerinin birincil hedefi kanser hücrelerini yok etmek olmasına
rağmen aynı zamanda bölgesel etki denilen sağlıklı hücrelere de zararlara neden
olmaktadırlar. Bu sebeplerden ötürü, alternatif tedavi yöntemlerinin arayıĢına devam
edilmektedir.
Apoptozis antikanser aktivite için en önemli moleküler mekanizmadır. GeliĢmiĢ
organizmalarda gereksinim duyulmayan ve fonksiyonları bozulan hücrelerin organizmanın
çevresine zarar vermeden ölümüdür. Apoptozis, hücre intiharı olarakta bilinen fizyolojik bir
olaydır. Apoptozisin her adımında birçok protein görev almaktadır. Bu proteinler kaspazlar,
Bcl-2 Ailesi, p53 ve TNF ailesidir. Hücre apoptoz sinyalini aldıktan sonra birçok
biyokimyasal ve morfolojik değiĢimler gerçekleĢmeye baĢlamaktadır. Bu değiĢimleri
saptamak için birçok moleküler teknikler bulunmaktadır. Biyokimyasal değiĢiklikler için
agaroz jel elektroforezi, Elisa gibi yöntemler gösterilirken; DNA fragmentasyonu
histokimyasal (TUNEL) olarak gösterilmektedir.
Kanserle mücadele de birincil moleküler hedef olarak kanserli hücreleri apoptozise götürme
çabası bulunmaktadır. Yeni nesil ilaçların sentezinde öncelikle moleküler yapısı ve aktivitesi
bilinen bileĢikler tercih edilmektedir. Bu iki öncelikli durumun kombine edilmesi antikanser
bileĢiklerin sentezi için temel oluĢturmaktadır. Günümüzde, kanser hücre soylarını apoptoza
götürmek kanserde önemli terepötik yaklaĢımlardan biridir. Etodolak, klinik olarak uygun bir
COX-2 inhibitörüdür. COX-2 aktivasyonu üzerine çok güçlü inhibitör etki göstermektedir.
Steroid olmayan anti-enflamatuar ilaçların (NSAID‟ler) çeĢitli hücre hatları üzerinde anti-
çoğalma ve pro-apoptotik etki ettiği gösterilmiĢtir. Son yıllarda yapılan bazı çalıĢmalar
etodolak gibi COX-2 baskılayıcıların hücre çoğalmasını azaltıcı ve apoptozu indükleyici
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
53
özellikleri olduğunu göstermiĢtir. Etodolak maddesinin lösemi hücrelerinde Bcl-2 gen
ekspresyonunu baskıladığı, kaspaz 9-, 7- ve 3-„ü aktive ettiği, kaspaz inhibitörleri olan c-IAP-
1 ve survivinin reseptörlerinin azalması ile apoptozu indüklediği görülmüĢtür (1).
Laboratuvarımızda yukarıda belirtilen sonuçlardan yola çıkılarak Eczacılık Fakültesi
Farmasötik Kimya Ab.D.‟da Dr. Küçükgüzel ve ekibi (2) tarafından farklı etodolak türevleri
sentezlenmiĢtir. Bu bileĢiklerin sitotoksik etkileri, 10 µM konsantrasyon için 60 farklı kanser
hücre soyuna karĢı tam panel analizi ile National Cancer Institute (NCI) tarafından test
edilmiĢtir. Ve bu bileĢiklerden SGK 205 ve SGK 216‟nın lösemi hücrelerinde daha güçlü
etkiye sahip olduğu belirlenmiĢtir.
Bu öncül çalıĢmanın ıĢığı ile K562 insan kronik myeloid lösemi hücre hatlarında etodolak
türevi SGK 205 ve SGK 216 bileĢiklerinin farklı konsantrasyonlarının apoptoz üzerine
etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. SGK 205 ve SGK 216 bileĢiklerinin K562 hücreleri ile
24 ve 48 saat etkileĢimi sonrası hücre canlılığı ve apoptotik etkileri MTT, TUNEL testleri ve
Mitokondri zar potansiyelindeki (MZP) değiĢimleri ile belirlenmiĢtir. K562 hücreleri % 10
fetal dana serumu, 1% glutamine ve penisilin/streptomisin içeren RPMI-1640 kültür
ortamında inkübe edilmiĢtir. Ġlaçlar artan konsantrasyonlarla 10, 25, 50, 75 ve 100 µM
eklenmiĢtir. MTT testi verilerine göre; SGK 205 için 24. ve 48. saatlerin sonunda IC50
değerini sırasıyla 21,3 ve 17,7 µM, SGK 216 için ise 28 ve 14,9 µM olarak gözlenmiĢtir.
Buna göre elde ettiğimiz sonuçlar hem SGK 205, hem de SGK 216 için düzgün bir doz-yanıt
eğrisi ortaya koymuĢtur. TUNEL testi verilerine göre; apoptozun gözlenmiĢ olduğu optimum
aralıklar, SGK 205 bileĢiğinin 24. ve 48. saatleri için sırasıyla 10-25 µM ve 5-15 µM, SGK
216 için ise 5-25 µM aralığındadır. SGK 205 ve SGK 216 uygulanan hücrelerde artan madde
konsantrasyonuna bağlı olarak mitokondri zar potansiyelinde kontrol grubuna göre artıĢlar
hesaplanmıĢtır. SGK 205 ve SGK 216 bileĢiklerinin farklı konsantrasyonlarını sağlıklı
kiĢilerden izole edilen lenfosit hücreleriyle inkübe ettiğimizde kanser hücrelerine göre daha
düĢük oranda apoptotik etki gözlemledik. Bu sonuçlarımız, kronik myeloid lösemi tedavisi
için SGK 205 ve SGK 216‟nın birer aday bileĢik olabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: COX-2, K562 Cells, etodolak, apoptoz, kanser
Kaynaklar
1) Nakamura S, Kobayashi M, Shibata K, Sahara N, Shigeno K, Shinjo K, Naito, K Ohnishi K, Cancer
Therapy, 2004; 2: 153-166.
2) Çıkla P, Özsavcı D, Bingöl-Özakpınar Ö, ġener A, Çevik Ö, ÖzbaĢ-Turan S, Akbuğa J, ġahin F,
Küçükgüzel ġG. Arch Pharm (Weinheim), 2013; 346(5):367-79.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
54
D-34
Biyolojik sistemlere model oluşturan yüzey aktif maddeler ve ilaç etken maddeleri
arasındaki etkileşimler
Sinem GÖKTÜRK
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı,
Genel Kimya Bilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Yüzey aktif maddeler, kimya endüstrisinin hemen hemen tüm dallarında kullanılmakla
birlikte, özellikle ilaç, deterjan, tekstil endüstrisi ve biyolojik araĢtırmalarda büyük önem
taĢırlar. Yüzey aktif maddeler, ortama katıldıkları andan itibaren sistemin özelliklerinde
büyük değiĢikler meydana getiren, yüzey ve arayüzey özelliğini belirgin Ģekilde değiĢtiren
maddeler olup yapılarında hem hidrofilik (su seven), hem de hidrofobik (su sevmez) gruplar
içerirler. Çözeltilerinde misel olarak bilinen kolloidal büyüklükteki kümelerin oluĢması ile
suda çok az çözünen maddelerin (örneğin hidrofobik ilaçlar) çözünürlüğünü artıran yüzey
aktif maddeler ilaç endüstrisinde bu özellikleri nedeniyle büyük bir öneme sahiptir. Miseller
aynı zamanda amfifilik yapıları sayesinde biyolojik membran sistemlerine de model
oluĢturarak moleküllerin membranlara bağlanmasının fiziksel özelliklerini çalıĢmaya olanak
sağlayan basit sistemleri de oluĢturma özelliklerine sahiptir. Bu nedenle, ilaç ve miselin
fizikokimyasal etkileĢimi, biyolojik yüzeyle olan etkileĢimlerinde bir yaklaĢım olarak kabul
edilir. Bu da, daha karmaĢık bir konu olan ilacın membran hücre boyunca olan geçiĢini
kavramayı kolaylaĢtırır. Ġlacın biyolojik dokulara olan bu önemli moleküler seviyedeki
etkileĢimi membranlara tutunmasıyla ilgilidir. Ġlaçların membranlara bağlanan miktarlarının
bilinmesi, bağlanma sabitlerinin bulunmasıyla mümkündür [1-4]. Bu konuyla ilgili yapılan
araĢtırmalar kapsamında, sunulan bu çalıĢmada; ilaç etken madde ve yüzey aktif maddeler
arasındaki etkileĢimler ile ilaç etken maddelerinin misellere bağlanma mekanizmaları
hakkında yapılan araĢtırmalar ve sonuçları değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Yüzey aktif maddeler, bağlanma sabiti, ilaç etken madde, model
membranlar.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
55
Kaynaklar
1. Göktürk S, Talman R.Y, Edinç N, Tunçay M. Spectroscopy Letters, 2006; 357-372.
2. Erdinç N, Göktürk S, Tunçay M. J Pharm Sci, 2003; 93(6):1566-1576.
3. Göktürk S, ÇalıĢkan E., Talman R.Y., Var Ü. The Scientific World Journal, 2012;
2012:718791. doi: 10.1100/2012/718791.
4. Göktürk S., Aslan S. A. J Disper Sci Technol, 2014; 35 (1): 84-92.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
56
D-35
Mikro-/nanomotorlar ve potansiyel uygulamaları
AyĢegül UYGUN ÖKSÜZ
Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Isparta, Türkiye
Mikro-/Nanomotorlar nanoilac, biyosensor, mikroakıĢkan ve çevre alanlarında potansiyel
uygulama alanına sahip nanoteknolojide ilgi çeken konulardan biridir. Bu sistemler
boyutlarına, Ģekillerine ve bileĢimlerine ya da ilgili uygulamalarına göre sınıflandırılabilirler.
Bu çalıĢmada özellikle katalitik olarak çalıĢan mikro/nanomotorların magnetron saçtırma,
elektrokimyasal kaplama gibi farklı yöntemlerle hazırlanıĢları ve motor karakterizasyonları
verilmiĢtir. Mikro-/nanomotorların bileĢimleri –SEM-EDS-mapping yöntemi ile hareket
hızları ise kamera kontrollü optik mikroskop ile belirlenmiĢtir.
Mikromotorların DNA sensörü çalıĢmaları floresans mikroskobu ile incelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Nanoteknoloji, mikro-/nanomotor, sensör.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
57
D-36
İlaçta polimorfizm: İmatinib mesilat α- ve β-polimorflarının karakterizasyonu ve
miktarsal tayin metodu
Esen BELLUR ATICI*, Bekir KARLIĞA
Deva Holding A.ġ., Çerkezköy-2 Üretim Tesisi, Kapaklı, Tekirdağ, Türkiye
*[email protected], [email protected]
Özet
Ġmatinib bir tirozin kinaz inhibitorü olup seçici olarak Bcr-Abl‟de dahil olmak üzere Abl
tirozin kinazları inhibe eder. Ġmatinib bir fenilaminopirimidin türevi olup ilaçta kullanılan
aktif madde Ġmatinib‟in mesilat tuzu olup kimyasal olarak “N-(3-(4-(pyridin-3-yl)pyrimidin-
2-ylamino)-4-methylphenyl)-4-((4-methylpiperazin-1-yl)methyl)-benzamide
methanesulfonate” olarak adlandırılır. Ġmatinib mesilat polimorfizm gösterir ve bilinen birçok
polimorfunun arasında en kararlı ve ilaç üretiminde kullanılan iki formu α ve β olarak
bilinmektedir. α ve β polimorfları molekül içi ve moleküller arası etkileĢimlerden
kaynaklanan kristal yapı farklılıkları göstermekte olup bu etkileĢimler moleküllerin ve kristal
yapının kararlılığını sağlamakla birlikle polimorfların fizikokimyasal özelliklerinde de
anlamlı farklar oluĢturmaktadır. Polimorfik yapılardaki bu farklar erime noktası, çözünürlük,
yığın yoğunluğu, kararlılık ve iĢlenebilirlik gibi birçok özelliği etkileyebilmektedir. Katı
formda ilaç üretiminde granülasyon, baskı, kaplama, kurutma gibi sıklıkla uygulanan üretim
tekniklerinde ilaç aktif maddeleri farklı koĢullara maruz kalmakta ve bu iĢlemlerin sonunda
polimorfik yapılarda değiĢimler olabilmektedir. Bu sebeple, ilaç aktif maddelerinin
üretiminden nihai forma ulaĢana kadar ve ardından raf ömrü süresince polimorfik yapının
kontrolünün yapılması gereklidir. Ġmatinib mesilat α ve β formlarının karakterizasyonu ile
aktif madde ve tablet ürünlerde polimorfik içerik analizlerinin yapılabilmesi için kantitatif
metot geliĢtirme çalıĢmalarında ATR-FTIR (Attenuated total reflectance Fourier transform
infrared spectroscopy), DSC (differential scanning calorimetry), ve PXRD (powder X-ray
diffraction) metotları kullanılmıĢtır. Bu üç teknik arasında α/β polimorfik içerik analizlerinde
en kesin sonuçları PXRD verirken, ardından DSC ve son olarak da ATR-FTIR spektroskopisi
gelmiĢtir. Bu doğrultuda, α/β polimorfik içerik analizleri için PXRD metodu geliĢtirilmiĢ,
doğrulama çalıĢmaları yapılmıĢ ve bu metot ürün analizleri ile kararlılık çalıĢmaları süresince
polimorfik yapının kantitatif olarak tespitinde kullanılmıĢtır [1].
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
58
Anahtar kelimeler: Ġmatinib mesilat, polimorfizm, XRD, DSC, FTIR.
Kaynaklar
1. Bellur Atıcı, E. Karlığa, B. J Pharm Biomed Anal, 2015; 114: 330-340.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
59
D-37
MS tedavisine endike 2-amino-2-[2-(4-oktilfenil) etil]propan-1,3-diol bileşiğinin sentezi
Bekir KARLIĞA
Deva Holding A.ġ., Türkiye
1-(2-Ġyodoetil)-4-oktil benzenden hareketle farmasötik olarak kullanılabilecek fingolimod
hidroklorür ilaç etken maddesi sentezlenerek üretime aktarılmıĢtır. 2-amino-2-[2-(4-oktilfenil)
etil]propan-1,3-diol yapısındaki immunosupresant ilaç etkin maddesi için fizibil sentez
yöntemi geliĢtirilecektir. Üretimini hedeflediğimiz ürün, Türkiye'de ne ilaç aktif maddesi
olarak ne de bitmiĢ ürün olarak henüz üretilmemektedir. Türkiye ilaç pazarında orjinatör
firma bu ilacı kapsül formunda ithal olarak getirmektedir.
Bu doğrultuda, hem ulusal hem de uluslararası pazarda bu ilaç ile yer edinmek, firmamızın
karlılığı ve saygınlığı açısından büyük bir avantaj olacaktır. Ġlk jenerik olarak bu ilacın pazara
sunulması ile ülke ekonomisine katkı sağlanacaktır. Ġlaç aktif maddesini kendi bünyemizde
sentezleyecek olmamız hem dıĢa bağımlılığımızı azaltacak hem de aktif maddemizin yüksek
kalitede uluslararası standartlara uygun bir Ģekilde üretilmesini garanti ederek diğer üreticilere
üstünlük sağlamıĢ olacağız.
Anahtar kelimeler: Multible skleroz, fingolimod, immunosupresant ilaç etkin maddesi, ilaç
etken madde sentez.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
60
D-38
İlaç geliştirilmesinde pre-klinik çalışmalar
Feride Sena SEZEN
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Trabzon,
Türkiye
Johns Hopkins Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Baltimore, MD, ABD
[email protected], [email protected]
Ġlaç olabilecek kimyasal maddelerin keĢfi ve klinik uygulamaya geçiĢleri uzun ve çok yüksek
maliyetli süreçlerdir. Günümüzde bu süreçlerin hızlandırılarak hastalıkların tanı ve
tedavisinde kullanılmak üzere etkinliği yüksek, yan etkileri minimal ilaçların geliĢtirilmesi
hedeflenmektedir. Moleküler biyoloji, genetik, kimya ve biyoteknoloji baĢta olmak üzere
temel bilimlerdeki geliĢmelerle etken madde keĢif sürecini kısaltmaya yönelik teknikler
geliĢtirilmiĢtir. Biyoaktif maddelerin bulunmasından sonra klinik araĢtırma aĢamasına gelen
kadar dönemde farmakolojik aktivite testleri, toksisite testleri ve bazı farmakokinetik
araĢtırmaları da içeren pre-klinik çalıĢmaların yapılması gereklidir. Bu sunum kapsamında,
çevrimsel tıp araĢtırmaları yaklaĢımı, patent süreci ve bunlarla ilgili kurumsal yapılanmaların
dünyadaki örnekleri ve ülkemizdeki durum değerlendirilmesi yapılacaktır.
Anahtar kelimeler: Biyoaktif madde, çevrimsel araĢtırma, farmakolojik aktivite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
61
D-39
İlaç geliştirilmesinde preklinik toksisite testlerinin önemi
Ayfer BECEREN
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Yeni ilaç geliĢtirmek için doğal, sentetik veya biyolojik kaynaklardan yararlanılmaktadır.
Bulunan aday molekülün ilaç olabilmesi uzun, pahalı ve karmaĢık bir süreçtir. En az 10-15
yıl, yaklaĢık 1 milyar dolar bir bütçe ve multidisipliner bir çalıĢmayı da gerektirmektedir. Bu
sürecin 6-7 yılı preklinik çalıĢmaları kapsamaktadır. Klinik öncesi çalıĢmaları tamamlanmıĢ
yeni araĢtırma ilaçlarının insanda denenebilmesi için etkililik ve güvenliliğin
değerlendirilmesi ve yeterli bulunması gerekmektedir. Preklinik araĢtırma aĢamaları kendi
içinde; tarama testleri, farmakoloji ve toksisite testleri olmak üzere üç farklı döneme
ayrılmaktadır. In vivo ve in vitro ortamda geçekleĢtirilen toksisite çalıĢmaları, yeni ilaç
geliĢtirilmesinde preklinik güvenliliğin değerlendirilmesinde büyük önem taĢımaktadır. Bu
çalıĢmalar aday ilacın toksisite profilini tanımlamaktadır. Bu tanımlama ile ilacın hayvanlarda
yapısal veya fonksiyonel organ hasarına neden olup olmadığı aydınlatılmaktadır. Hiçbir
advers etkinin gözlenmediği dozun belirlenmesinde preklinik toksisite testlerinin yeri
tartıĢılamaz. Bu çalıĢmaların diğer bir özelliği de hayvanlarda gözlenen toksisitenin insanlara
yansıtılabilmesidir. Ġnsanlara benzer Ģekilde farmakokinetik-farmakodinamik özellik
sergileyen hayvanlar bu çalıĢmalarda son derece değerlidir. Diğer yandan en hassas türlerin
seçilmesi insan çalıĢmalarına ıĢık tutmaktadır. Toksikoloji analizlerde ise tek doz toksisitesi,
tekrarlanan doz toksisitesi, genotoksisite, karsinojenik potansiyel, üreme ve geliĢimsel
toksisite, lokal tolerans, antijenite, immunotoksisite, mekanistik çalıĢmalar, bağımlılık,
metabolitler, safsızlıklar değerlendirilmesi gereken en önemli parametrelerdir. Ülkemizde
ihtiyaç olan preklinik dönemde yararlanılan toksisite testleri T.C. Sağlık Bakanlığı TĠTCK
yönetmelik ve kılavuzları doğrultusunda sunulacaktır.
Anahtar kelimeler: Preklinik toksisite testleri, tek doz toksisitesi, tekrarlanan doz toksisitesi,
genotoksisite, karsinojenite, üreme ve geliĢimsel toksisite, immunotoksisite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
62
D-40
Ülkemizde ilaç Ar-Ge aktiviteleri ve klinik araştırmalarda güncel durum
Emel TETĠK
Sanofi Aventis Ġlaçları Ltd. ġti., Türkiye
Ġnsanlığın dünya üzerinde yaĢamı sürdükçe karĢılanmamıĢ tıbbi gereksinimleri de var
olacaktır. Yeni ve daha etkin öncekilere göre daha az yan etki doğuran güvenli ilaç ve
tedavilere ulaĢmak hedeflenecektir. Buna bağlı olarak da yenilikçi yada orijinal ilaçlar bu
amaçla yola çıkılarak geliĢtirilmektedir.
Ancak günümüzde geliĢtirilen yeni ilaçlar geçmiĢe göre çok daha karmaĢık ve zorlu bir
süreçten geçmektedirler. Bitkilerden ve kimyasallardan elde edilebilecek yeniliklerde sona
yaklaĢılırken, insan Genomuna ve biyoteknolojiye yönelik çabalar yeni ilaç geliĢiminde öncü
rol oynamaktadırlar. Yeni geliĢtirilmiĢ ilaçların çok daha ayrıntılı biçimde belirlenmiĢ
hedefleri bulunmaktadır. Dolayısıyla daha ayrıntılı ve özel tedavilere olanak vermektedirler.
Bunun sonucunda da AraĢtırma ve geliĢtirme (Ar-Ge) faaliyetleri hem uzun süre almakta hem
de oldukça masraflı olmaktadır. Örneğin 1970‟lerde yeni bir ilaç geliĢtirmenin maliyeti
ortalama 30 milyon Dolar civarında iken; bu rakam günümüzde 1 milyar doları aĢmıĢ
bulunmaktadır. Yeni bir ilacın geliĢtirilme süresi 10-15 yılı bulabilmektedir. Bu sürecin
tamamı, ilaç adayının beklenmedik bir yan etkisinin görülmesi ve yapılan maddi, insani ve
zaman yatırımının boĢa gitmesi riskini barındırmaktadır. Dünyada her yıl 10.000‟i aĢkın
molekül yenilikçi firmalar tarafından ilaca dönüĢtürülmeye çalıĢılmaktadır. Buna karĢın yılda
ortalama 20-30 tanesi yeni bir ürün olarak hasta kullanımına sunulabilmektedir.
Yeni tedavi yöntemlerinin bulunması için araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetleri sürdüren ilaç
firmalarının oluĢturduğu sektör olan yenilikçi ilaç sektörü; tüm dünyada Ar - Ge'ye en fazla
yatırım yapan sektördür. AraĢtırmacı ilaç ve biyoteknoloji firmalarının her yıl düzenli olarak
küresel düzeyde gerçekleĢtirdikleri Ar- Ge yatırımı 80 milyar Euro düzeyindedir. Ġlaç Ar-
Ge‟si son derece zor ve zahmetli bir süreç olmakla birlikte, yarattığı bilimsel ve ekonomik
değer itibarı ile ülke ekonomilerini ve bilim ortamını ileriye taĢır. Bu açıdan bakıldığında ilaç
Ar -Ge‟si geliĢmiĢ ülkelerde ekonomik büyümenin, kalkınmanın önemli bir aracı olarak kabul
edilmektedir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
63
Ġlaçta Ar-Ge denilince akla birbirini tamamlayıcı iki tür faaliyet gelmektedir:
o Yeni bir molekülün keĢfini içeren temel Ar-Ge,
o KeĢfedilen molekülün belli aĢamaları geçtikten sonra insanların yararına
kullanılabilecek güvenli ve etkin bir ilaç olabilmesini sağlayan klinik araĢtırmalar.
Ġki çalıĢma birbirini tamamlayıcıdır. Temel araĢtırma sonucu ortaya çıkan ürün olmaksızın
klinik araĢtırma olmaz ve klinik araĢtırma olmaksızın temel araĢtırmada bulunan ürün ilaca
dönüĢemez.
Kısaca ilaçlar; yeni molekül keĢifi ve geliĢtirme olarak da isimlendirilecek iki farklı süreçten
geçtikten sonra ulusal ve uluslar arası etik ve bilimsel otoritelerin onayını alarak hastalar ile
buluĢabilmektedir. Klinik araĢtırma geliĢtirme sürecini oluĢturan temel araĢtırmalara verilen
ortak isimdir.
Klinik araĢtırma nasıl yapılır?
Laboratuar ortamında ihtiyacı karĢılamaya aday olan yeni molekül için yetkili makamlara
baĢvurularak, klinik etkinliğinin ve güvenliliğinin araĢtırılması için gerekli izinler alınır.
Katılımı gönüllülük esasına dayanan, insanlar üzerindeki klinik araĢtırmalar düzenleyici
kurumların sıkı denetimi altında ve sadece konunun uzman doktorlarının oluĢturduğu bir
ekibin yönetimi ile yapılır. Klinik araĢtırmaların sonuçlarının ABD Gıda ve Ġlaç Kurumu
(FDA) veya Avrupa Ġlaç Kurumu (EMA) gibi uluslararası saygınlığı olan düzenleyici
kurumlar tarafından kabul edilmesi için bu araĢtırmaların bilimsel altyapısı geliĢmiĢ,gerekli
deneyim ve eğitimi almıĢ ekiplerin çalıĢtığı, etik standartların yüksek olduğu, raporlamanın
uluslararası standartlarda yapıldığı ve yasal mevzuatın bulunduğu ülkelerde yapılması
gerekmektedir. Ġlaç Ar-Ge‟sinde Klinik AraĢtırmalar bilimsel metodolojinin yerleĢmesi ve
geliĢmesi açısından çok değerli bir alan olarak kabul edilmektedir. Klinik AraĢtırmalarda
küresel rekabetin yüksek olmasından dolayı ülkeler; uluslararası projelere katılım için ciddi
bir yarıĢma içerisindedir. Bu yarıĢmada ülkelerin hukuki düzenlemeleri, projelere verilen
onay sürelerinin kısalığı ve veri kalitesinin yüksek olması çok önemlidir. Onay sürelerinin
ideale en yakın olabilmesi ve veri kalitesinin de yüksek olması; bu alanda çalıĢanların proje
yönetim becerileri, zaman yönetim becerileri ve yeniliğe açıklığı ile yakından ilgilidir.
Uzun yıllardır ABD ve Avrupa‟nın önde olduğu klinik araĢtırmalar pazarında son dönemde
artık Türkiye de önemli oyunculardan biri konumuna geldi.
Anahtar kelimeler: Klinik, araĢtırma, ilaç, Ar-Ge, yeni molekül geliĢtirme, rekabet.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
64
D-41
Kozmetikte patent
Evren ALGIN YAPAR
T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Ġlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Çankaya, Ankara, Türkiye
Dünyada pazar payı hızla büyüyen kozmetik sektöründe en önemli kavramların baĢında
yenilik/inovasyon gelmektedir. Kozmetik sektöründe yeniliği besleyen kritik faktörler
arasında araĢtırma-geliĢtirme, teknoloji transferi ve ortaya çıkan ürünlerin korunması yer
almaktadır. Kozmetik sektöründe patent ile koruma son 20 yılda oldukça önem kazanmıĢtır.
Doğal ve organik kozmetik ürünlere artan talep ile bu alanda patent arayıĢlarının artıĢı da
dikkat çekmektedir. Kozmetik sektöründe inovasyon kapsamında kozmetik ürün
formülasyonlarının yanında hammaddeler ve bileĢenler ile ambalaj tasarımları da yer almakta
ve bunlarda tescillenmektedir [1-2]. Kozmetik alanında gerek bilimsel araĢtırmaların gerekse
sektörel çalıĢmaların sonucunda elde edilen patent/faydalı modellerin tescillenmesi önemli bir
kazanımdır. Kozmetik sektöründe sürdürebilirliğin sağlanmasında markalaĢma ve
markalaĢmaya giden yolda patent önem kazanmıĢtır. Ülkemizde 1995 yılında 551 sayılı
Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname yayımlanmıĢ buluĢ
yapmayı, yenilikleri ve yaratıcı fikirleri teĢvik etmek için gerekli olan korumayı ve buluĢlarla
elde edilen teknik çözümlerin sanayide uygulanmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Patentlerin
sanayiye transferi ile teknik, ekonomik ve sosyal ilerlemeye önemli katkı sağlanır.
Patentlenebilirlik kriterleri yenilik, buluĢ basamağı ve sanayiye uygulanabilirliktir [2-3].
Ülkemizde patent belgesinin verilmesi için tek yetkili kurum Türk Patent Enstitüsü‟dür.
Anahtar kelimeler: Patent, patentlenebilirlik, kozmetik, araĢtırma-geliĢtirme, markalaĢma.
Kaynaklar
1. Magalhaes WV, Baby AR, Velasco MVR, Pereira DMM, Kaneko TM. Braz. J Pharm.
Sci, 2011, 47.4: 693-700.
2. Harhoff D, Hall BH. Intellectual property strategy in the global cosmetics industry.
Ludwig-Maximilians Universitaet and UC Berkeley, 2002.
3. Patent/Faydalı Model BaĢvuru Kılavuzu, Türk Patent Enstitüsü, 2016.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
65
D-42
Cilt sağlığında güneş için yeni bir gün
Yasemin YAZAN
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Teknolojisi Bölümü, EskiĢehir, Türkiye
Dünya Sağlık Örgütü‟nün verilerine göre, dünyanın farklı bölgelerinde güneĢ ıĢınlarından
gelebilecek cilt sağlığı ile ilgili sorunlara ait endiĢe çok farklı boyuttadır. Cilt bakımı
preparatlarında tüketiciler üzerinde durduğu konular açısından sorgulandığında dünyada % 62
oranında tüketici güneĢten korunmayı vurgularken, bu oran Ülkemizde yapılan ankete göre
„çok amaçlı kozmetik ürün‟de güneĢten korumanın 11 parametre arasında 2. sırayı aldığı
görülmüĢtür [1]. Yapılan bilimsel açıklamalar ve kozmetik endüstri duyuruları sonucu
kozmetik tüketiciler güneĢten korunmanın kansere karĢı savaĢmak olduğu kadar cilt
yaĢlanmasında da etkili olduğuna inanmaktadır.
GüneĢ koruma faktörü (SPF), UVA koruma faktörü (PF-UVA), SPF/PF-UVA oranı ve kritik
dalga boyu ile ifade edilen güneĢten korunma günlük bakım ürünlerinde yerini alarak cilt
bakımı/yaĢlanma karĢıtı ve güneĢten koruma arasındaki sınırı ortadan kaldırmıĢtır. GeniĢ
spektrumlu güneĢten koruyucu içeren günlük nemlendirici ürünün topik olarak uygulanması
doğrudan cilt yaĢlanması ile iliĢkili olan UVA tarafından indüklenen transkripsiyonel gen
üretimini engeller.
Cildin güneĢten korunması ve güneĢ ıĢınları yardımıyla D vitamini sentezi arasındaki denge
henüz kurulamamıĢtır. Ancak son çalıĢmalar pro-vitamin D3 üretimi için gerekli olan 295 nm
civarındaki UV ıĢınlarının geçiĢini sağlayacak güneĢten koruyucu preparatların
geliĢtirilebileceğini göstermiĢtir [2].
Anahtar kelimeler: GüneĢ ıĢını, cilt sağlığı, kozmetik ürün, SPF
Kaynaklar:
1. Özer S, Yazan Y. Çok Amaçlı Kozmetik Formülasyon Hazırlama, Mezuniyet Projesi,
EskiĢehir. 2016
2. Kockott D, Herzog B, Reichrath J, Keane K, Holick MF. PLoS ONE 2016; 11 (1):
e0145509.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
66
SÖZLÜ BİLDİRİLER
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
67
S-1
Cotinus coggygria Scop. yapraklarından elde edilen etil asetat ekstresindeki majör
bileşiğin izolasyonu ve antioksidan aktivitesinin değerlendirilmesi
Ali ġEN
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢmada Cotinus coggygria Scop. bitkisinin yapraklarından, önceki çalıĢmalarımızda
güçlü antifungal etki saptadığımız etil asetat ekstresinin majör bileĢiklerinin izolasyonu ve
yapılarının tayini amaçlanmıĢtır. Aynı zamanda etil asetat ekstresinin ve majör bileĢiğinin
DPPH ve ABTS metotlarıyla antioksidan aktiviteleri araĢtırılmıĢtır. Ayrıca ekstrenin, Folin
Ciocalteu ve alüminyum klorür (AlCl3) metotlarıyla sırasıyla toplam fenolik ve toplam
flavonoit bileĢiklerinin miktarları tayin edilmiĢtir. Etil asetat ekstresinden majör bileĢik olarak
gallik asit izole edilmiĢ ve yapısı NMR (13
C-NMR,1H-NMR) spektroskopi teknikleri ve Ģahit
maddeyle yapılan kromatografik karĢılaĢtırma ile aydınlatılmıĢtır. Gallik asitten baĢka, az
yoğunluklu bir baĢka bileĢik daha izole edilmiĢ ve 1H-NMR spektrumu değerlendirildiğinde
metil gallat olduğu düĢünülen bileĢiğin yapısı, diğer spektroskopik yöntemlerle spektrumunun
çekilmesinin ardından tam olarak aydınlatılacaktır. Antioksidan aktivite deneylerinde etil
asetat ekstresi iyi bir radikal süpürücü etki göstermesine rağmen (ĠK50: DPPH: 2.52 ve ABTS:
2.16 µg/ml), majör bileĢiği (ĠK50: DPPH: 1.54 ve ABTS: 0.78 µg/ml) ile karĢılaĢtırıldığında
düĢük bulunmuĢtur. Ayrıca ekstrenin kullanılan standartlara yakın derecede ĠK50 değerine
(askorbik asit: 2.48 ve troloks: 3.17 µg/ml) sahip olması oldukça güçlü bir radikal süpürücü
etkisinin olduğunu göstermektedir. Ekstrenin total fenol ve total flavonoit bileĢik içeriği ise
sırasıyla g ekstrede gallik asite eĢdeğer olarak 675.1 mg/g, g ekstrede kateĢine eĢdeğer olarak
81.62 mg/g bulunmuĢtur. Sonuç olarak etil asetat ekstresinden majör bileĢik olarak fenolik
yapıda olan gallik asit izole edilmiĢtir. Bu bileĢiğin literatürde güçlü bir antifungal aktivite
gösterdiği rapor edilmiĢtir. Bu bilgi göz önüne alındığında etil asetat ekstresinin
aktivitesinden, önemli oranda sorumlu olan bileĢiğin gallik asit olduğu düĢünülebilir. Ayrıca
bu sonuçlar ekstrenin güçlü bir antioksidan aktiviteye sahip olduğunu ve bu etkinin büyük
olasılıkla gallik asitten ileri gelebileceğini düĢündürmektedir. Genellikle bitkilerde bulunan
fenolik bileĢikler, onların antimikrobiyal ve antioksidan etkilerinden birinci derecede sorumlu
olan bileĢiklerdir.
Anahtar kelimeler: Cotinus coggygria, gallik asit, antioksidan aktivite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
68
S-2
Benign prostat hiperplazisinin tedavisine yönelik lipit-polimer hibrit sistemlerin
geliştirilmesi ve değerlendirilmesi
Ceyda Tuba ġENGEL-TÜRK1*
, Canan HASÇĠÇEK1, Okan EKĠM
2, Mehmet Eray ALÇIĞIR
3
1Ankara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Tandoğan,
Ankara, Türkiye
2Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, DıĢkapı, Ankara, Türkiye
3Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, DıĢkapı, Ankara, Türkiye
Benign Prostat Hiperplazi (BPH), ortalama yaĢam süresinin artması ile birlikte günümüzde
özellikle 50 yaĢın üzerindeki erkek populasyonunda en sık gözlemlenen progresif-proliferatif
bozukluklardan bir tanesidir. Klinik anlamda tedavisine yönelik kullanılan baĢlıca metotlar;
yıllarca sürebilen medikal ilaç uygulaması ile transüretral rezeksiyonu içeren cerrahi
yöntemlerdir. Bu tedavi rejimlerinden medikal ilaç uygulaması, uzun süreli ilaç kullanımına
bağlı olarak semptomlarda ciddi bir azalma temin edebilmesine karĢın hastalığın proliferatif
yapısını değiĢtirememekte ve hiperplastik iĢleyiĢi tam anlamıyla baskılayamamaktadır. Bu
açıdan yaklaĢıldığında BPH tedavisinde etkin olabilecek temel strateji; etkinliğini prostat
hücrelerinde apoptozis mekanizmasını aktifleĢtirerek gösteren yeni nesil ajanların kullanımı
olabilecektir. Bu kapsamda çalıĢmanın amacı, BPH tedavisinde etki mekanizması açısından
özgün ve yenilikçi bir yaklaĢım olabilecek hekzokinaz-II enzim inhibitörü bir ajan olan
Lonidamin‟in lipit-polimer hibrit nano boyutlu ilaç taĢıyıcı sistemlerinin faktöriyel tasarım ile
geliĢtirilmesi, in-vitro özelliklerinin değerlendirilmesi ve sıçan prostatlarında oluĢturulacak
BPH modeli kullanılarak prostata yapılacak direkt enjeksiyonları ile sıçanlar üzerindeki in-
vivo etkinliklerinin tayin edilmesidir. Bu çalıĢmanın sonucunda, geliĢtirilen lonidamin yüklü
hibrit nanopartiküller ile terapötik etkinliğin artırıldığı yeni bir alternatif tedavi Ģeklinin ortaya
çıkabileceği ve BPH tedavisinde önemli bir ilerleme kaydedileceği belirlenmiĢtir.
Bu çalıĢma 114S132 nolu proje numarası ile TÜBĠTAK tarafından desteklemiĢtir.
Anahtar kelimeler: Hibrit nanopartikülleri, lonidamin, BPH, patomorfoloji.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
69
S-3
2-Hidroksimetilbenzimidazol taşıyıcı ligandına sahip yeni dikarboksilatoplatin(II)
komplekslerinin sentezi, in vitro sitotoksik aktiviteleri ve DNA ile etkileşimi
Semra UTKU1*
, Azime Berna ÖZÇELĠK2, ġükran YILMAZ
3, Taibe ARSOY
3, Leyla AÇIK
4,
Ayten Çelebi KESKĠN5, Fatma GÜMÜġ
2
1Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye
2Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
3ġap Enstitüsü, Hücre ve Virüs Bankası Bölümü, Ankara, Türkiye
4Gazi Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Ankara, Türkiye
5Kırıkkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Kırıkkale, Türkiye
Günümüzde birçok kanser türünün tedavisinde en sık kullanılan sisplatinin klinik kullanımını
kısıtlayan iki önemli dezavantajı; doz bağımlı toksik yan etkilerinin görülmesi ve rezistans
geliĢimidir. Bu kısıtlamaların üstesinden gelmek için sisplatin yapısındaki taĢıyıcı amonyak
ligandları ve ayrılabilen klor atomlarının değiĢtirilmesi ile yeni platin kompleksleri
tasarlanmaktadır [1]. Literatür verileri ve daha önceki çalıĢmalarımızın da sonuçlarını
değerlendirerek bu çalıĢmada, 2-hidroksimetilbenzimidazol taĢıyıcı ligandı ve oksalat,
malonat, metilmalonat, etilmalonat, DL-malat ve D-malat ayrılan ligandlarına sahip yeni
platin(II) komplekleri sentezlenmiĢtir. Sentezlenen komplekslerin yapıları elementel analiz,
IR, 1H NMR ve ESI-LC/MS ile aydınlatılmıĢtır. Sentez edilen komplekslerin in vitro
sitotoksik etkileri (ER-) HeLa, (ER+) MCF-7 ve (ER-) MDA-MB 231 hücre hatlarına karĢı
MTT yöntemi ile test edilmiĢtir. Jel elektroforez tekniği kullanılarak bileĢiklerin pBR322
plazmid DNA iplikçiğine bağlanması incelenmiĢ, BamHI ve HindIII kesim enzimleriyle
kesim yapılarak G/G veya A/A bağlanma yöresi belirlenmiĢtir. Sentez edilen komplekslerden
oksalat ligandına sahip kompleks 2 en etkili bileĢik olarak bulunmuĢtur.
Bu çalıĢma, Gazi Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: EF 02/2007-24)
tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Benzimidazol, platin(II) kompleksi, sitotoksik aktivite, jel elektroforez
Kaynaklar:
1. Fanelli M, Formica M, Fusi V, Giorgi L, Micheloni M, Paoli P. Coord Chem Rev 2016; 310: 41-79.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
70
S-4
Piperazin halkası taşıyan benzotiyazol türevlerinin toksikolojik değerlendirilmesi
Muhammed HAMĠTOĞLU1*
, Enise Ece GÜRDAL HAKGÖR2, Sinem HELVACIOĞLU
1,
Mine YARIM YÜKSEL2
1Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Önceki çalıĢmalarda anti-kanser aktiviteye sahip çeĢitli benzotiyazol-piperazin türevlerinin
karakterizasyonu ve sentezi yapılmıĢtır. Bu bileĢikler arasında, 1h ve 1j adlı moleküller
hepatoselüler, meme ve kolon kanser hücresi hatlarına karĢı aktif olduğu bulunmuĢtur [1].
Antikanser ilaçların mutajenik ve genotoksik özellikleri bu ilaçların araĢtırılmasında temel
konuyu oluĢturur. Bu çalıĢmada bu moleküllerin mutajenite ve genotoksisite analizi üzerinde
durulmuĢtur. 1h ve 1j moleküllerinin mutajeniteleri Salmonella TA98 ve TA100 suĢları ile
Ames testi uygulanarak belirlenmiĢtir. 1j bileĢiği TA98 bakteri suĢu üzerinde mutajenik
bulunmuĢtur. Ancak, 1h bileĢiği TA 100 ve TA 98 suĢları ile S9 varlığında ve yokluğunda
mutajenik aktiviteye sahip olmadığı gösterilmiĢtir. 1h‟nin genotoksisitesi insan lenfositleri
üzerinde yapılan kromozomal aberasyon testi ile değerlendirilmiĢ olup genotoksik bir risk
oluĢturmadığı saptanmıĢtır.
Bütün sonuçlar değerlendirildiğinde, 1h‟nin mutajenik aktivitesi iki farklı Salmonella suĢu
üzerinde yapılan değerlendirmede mutajenik olmadığını ve kromozom aberasyon testinde
genotoksik olmadığını göstermiĢtir. Bu nedenle, sonuçları belirtilen molekülün mutajenik ve
genotoksik olmadığı için yeni bir antikanser ilaç olarak umut verici olduğu görülmüĢtür.
Güvenle kullanılabilecek antikanser aktivite sergileyen yeni bir molekülün varlığını
göstermek için yukarıdaki analizlere ek olarak Ames testi tavsiye edilen diğer bakteri
suĢlarıyla ve in vivo deneylerle desteklenmelidir.
Anahtar kelimeler: Benzotiyazol-piperazin türevleri, antikanser ajan, mutajenite deneyi,
genotoksisite, in vitro kromozomal aberasyon deneyi.
Kaynaklar; Gurdal EE, Buclulgan E,Durmaz, Cetin-Atalay R, Yarim M. Anti-Cancer Agents
Med Chem, 2015; 15: 382-389.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
71
S-5
Hastaların dental problemleri için ilaç kullanımı alışkanlıklarının incelenmesi
Neriman Ġpek KIRMIZI1*
, Cenker Z. KOYUNCUOĞLU2, Ahmet AKICI
1
1Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Ġstanbul Aydın Üniversitesi, DiĢ Hekimliği Fakültesi, Periodontoloji Ana Bilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Sağlığın diğer alanlarında olduğu gibi diĢ hekimliğinde de ilaçla tedavi sürecinin akılcı ilaç
kullanımı (AĠK) ilkelerine göre yürütülmesi esastır. Hastaların ilaç kullanımı alıĢkanlıkları
AĠK‟te belirleyici bir unsurdur. Türkiye de dâhil dünya genelinde hastaların bu alıĢkanlıkları
konusunda önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu çalıĢmada farklı nedenlerle diĢ hekimliği
kliniklerine baĢvuran hastaların ilaç kullanımı alıĢkanlıklarının incelenmesi amaçlandı.
Ġstanbul‟da yapılan bu araĢtırmada biri Sağlık Bakanlığı‟na bağlı ağız ve diĢ sağlığı merkezi
diğeri ise üniversite diĢ hekimliği fakültesi hastanesine baĢvuran toplam 139 hastaya anket
uygulandı. Katılımcıların %64,5‟ini 45 yaĢın altındakiler oluĢmaktaydı. Katılımcıların
%73,1‟i (kadınların %72,9‟u ve erkeklerin %73,5‟i) “daha önce dental problemler nedeniyle
reçeteli olarak aldığı bir ilacı kendi kararıyla tekrar kullandığını” beyan etti. DiĢ hekiminin
reçete ettiği ilacı ne kadar süre kullanacağı sorgulandığında katılımcıların %42,0‟ı “hekim
veya eczacının önerdiği süre boyunca kullanacağını”, %34,5‟i “Ģikâyeti geçene kadar
kullanacağını” beyan etti. Katılımcıların %45,3‟ü “ağız ve diĢ sağlığı ile ilgili reçete edilen
ilacın eczacı tarafından eĢdeğeri önerilmesi” halinde bunu “kabul edeceğini”, %15,4‟ü bunu
“bazen kabul edeceğini”, %35,9‟u ise “kabul etmeyeceğini” belirtti. Hastaların dental
nedenlerle “kendi kendine ilaç kullanma” eğiliminde oldukları ve azımsanmayacak sayıdaki
hastanın eĢdeğer ilaç kullanımına olumsuz yaklaĢtığı anlaĢılmaktadır. Bu sonuçlar, AĠK
konusunda hastaların daha fazla bilinçlendirilmesine ihtiyaç bulunduğunu ortaya
koymaktadır.
Anahtar kelimeler: Akılcı ilaç kullanımı, diĢ hekimliği, anket.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
72
S-6
İnsan kanında, kokainin son kullanma zamanına bağlı lipidomik değişikliklerin
incelenmesi
Serap ġAHĠN-BÖLÜKBAġI1,2.*
, Sumitra PATI2, John J. WAGNER
3, Brian S CUMMINGS
2
1Cumhuriyet Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Temel Eczacılık Bilimleri Bölümü, Biyokimya
Anabilim Dalı, Sivas, Türkiye
2Department of Pharmaceutical and Biomedical Sciences, University of Georgia, Athens,
30602 GA, USA.
3Department of Pharmacology and Physiology, College of Veterinary Medicine, University of
Georgia, Athens, GA 30602, USA
Kokain bağımlılığı yalnızca ABD‟de 17 milyon olmak üzere tüm dünyada milyonlarca insanı
etkileyen bir sağlık sorunudur. Lipidomik, biyolojik süreçler sırasında değiĢen lipid türlerinin
çeĢitliliğinin belirlenmesi için kullanılan bir yöntemdir.
ÇalıĢmamızda; The National Institute on Drug Abuse (NIDA); 123 kokain kullanan ve 67
kokain kullanmayan olmak üzere, toplam 190 insan kan örneği sağladı. Kan örneklerinden
lipidler Blight-Dyer yöntemi ile ekstrakte edildi. Elde edilen ekstraktların lipid içerikleri, lipid
fosfor ölçümüyle saptandı ve direk-infüzyon ESI-MS analizi ile lipid türlerinin bağıl
bollukları belirlendi. Son olarak; MetaboAnalyst 2.0 ve Lipid Maps kullanılarak örneklerdeki
lipid grupları ve her bir grup içerisinde değiĢiklik gösteren lipid türleri saptandı. Kokaini son
kullanma zamanları farklı olan gruplarla, kokain kullanmayan grup arasında bazı m/z
değerlerine sahip lipid türlerinin önemli oranda değiĢtikleri bulundu.
Bu bilgiler, lipid sentezi ve yıkımı üzerine kokaini son kullanma zamanının olası etkilerini
göstermektedir ki bundan; insanlardaki kokaini son kullanma zamanı bağlantılı yanıt ve
bağımlılık davranıĢlarının lipid türleri ile iliĢkilendirilmesinde yararlanılabilinir.
Bu çalıĢma‟‟Drug Abuse examining changes in the blood lipidome in patients abusing
cocaine and other drugs abuse‟‟ isimli proje ile; National Institute on Drug Abuse (NIDA) ve
National Institutes of Health (NIH), (NBIB EB015100-01 BSC, ABD) tarafından
desteklenmektedir.
Anahtar kelimeler: Lipidomiks, ESI-MS, kokain, lipid maps.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
73
S-7
Türkiye‟de üretilen nar şaraplarında bulunan temel fenolik bileşiklerin HPLC-DAD
yöntemi ile tayini
Çağlar DEMĠRBAĞ*, Güler YALÇIN
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Narın (Punica granatum L.) zengin antioksidan içeriği, kanser, diyabet ve kardiyovasküler
sistem rahatsızlıkları gibi hastalıkları iyileĢtirme potansiyeli nedeni ile meyvenin ve
meyveden üretilen ürünlerin son yıllarda tüketimi oldukça artmıĢtır [1]. Nar ve ürünlerinin
antioksidan etkisi ve tedavi edici özelliği içerdikleri fenolik bileĢenlerden kaynaklanmaktadır.
Fenolik bileĢenlerin doğru bir Ģekilde tayini bu ürünlerin besin değerinin belirlenmesinde çok
önemli bir etkendir [2].
Bu çalıĢmada Türkiye‟de üretilen nar Ģaraplarında bulunan dokuz farklı fenolik bileĢiğin
(gallik asit, ellajik asit, punikalajin A ve B, klorojenik asit, ferrulik asit, kafeik asit,
kuvarsetin, rutin) yanyana tayini için bir ters faz HPLC-DAD yöntemi geliĢtirilerek valide
edilmiĢtir. Fenolik bileĢiklerin ayrılması Kinetex RPC18 kolonda (4 µm partikül büyüklüğü,
3.9x250) o-fosforik asit/ KH2PO4 (0.025 M, pH = 2.5) tampon çözeltisi ve asetonitril hareketli
faz sistemi kullanılarak, 30 °C sıcaklıkta ve 0.5 mL dak-1
akıĢ hızında dereceli elusyon ile 16
dakikalık elusion süresinde sağlanmıĢtır. Kafeik asit, klorojenik asit ve ferrulik asit 328 nm,
ellajik asit ve rutin 254 nm, kuersetin 258 nm, gallik asit 272 nm ve punikalajin A ve B 262
nm dalga boyunda detekte edilmiĢlerdir. Gün içi ve günler arası enjeksiyon alanlarının
değiĢebilirliği sırası ile % 0.3-2.5 ve % 0.3-2.3 aralıklarında, üç farklı konsantrasyonda
yapılan geri kazanım çalıĢmasının releatif standart sapması ise % 91.0-108.7 aralığında tespit
edilmiĢtir.
Valide edilmiĢ bu yöntem üç farklı marka nar Ģarabında bulunan dokuz adet fenolik bileĢiğin
yanyana belirlenmesi ve kantitatif olarak tayininde baĢarıyla kullanılmıĢtır ve nar meyvesi ile
diğer nar ürünlerinin fenolik bileĢen profilinin tayini içinde kolaylıkla uygulanabilir.
Anahtar kelimeler: HPLC, fenolik bileĢik, antioksidan, nar.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
74
Kaynaklar
1. Stover E, Mercure EW. Hortscience 2007; 42(5): 1088-1092.
2. Bhowmik D, Gopinath H, Kumar BP, Duraivel S, Aravind G, Kumar KS. J Pharmacogn
Phytochem 2013; 1(5): 28-35.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
75
S-8
Efedrinin poli (Nil mavisi) ile modifiye edilmiş camsı karbon elektrot ile voltametrik
analizi, farmasötik dozaj formundan tayini
Fatma AĞIN*, Gökçe Öztürk, Dilek KUL
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Temel Eczacılık Bilimleri Bölümü,
Trabzon, Türkiye
Bu çalıĢmada camsı karbon elektrot poli(Nil mavisi) ile modifiye edilmiĢtir ve efedrinin
diferansiyel puls voltametrisi ile oksidasyon yönündeki analizinde kullanılmıĢtır.
Camsı karbon elektrotun modifikasyonu, Nil mavisi monomerinin 0.1 M, pH 6.0 fosfat
tampon ortamında dönüĢümlü voltametri ile elektrokimyasal polimerizasyonuyla
gerçekleĢtirilmiĢtir. Efedrinin elektrokimyasal analizi dönüĢümlü ve diferansiyal puls
voltametri yöntemleri ile poli(Nil mavisi) modifiye camsı karbon elektrot kullanılarak pH 5.0-
9.0 arasında yapılmıĢtır. DönüĢümlü voltametride efedrinin oksidasyon pikinin tersinmez ve
difüzyon kontrollü davranıĢ gösterdiği belirlenmiĢtir. Efedrinin kantitatif analizi için çalıĢma
ortamı olarak en iyi pik Ģekli ve pik akımının elde edildiği 0.04 M pH 9.0 Britton-Robinson
tampon ortamı seçilmiĢtir. Diferansiyel puls voltametri ile konsantrasyona karĢı akım
grafiğinden 0.6-10 µM arasında doğrusal çalıĢma aralığı elde edilmiĢtir. Yakalama alt sınırı
3.2×10-3
µM ve tayin alt sınırı 9.6×10-3
µM olarak belirlenmiĢtir. Basit, seçici, hassas ve
tamamen valide edilmiĢ diferansiyel puls voltametrisi efedrinin farmasötik dozaj formundan
analizine baĢarılı bir Ģekilde uygulanmıĢ ve farmasötik dozaj formunda bulunan baĢka
maddelerle herhangi bir giriĢimi olmadığı geri kazanım çalıĢması ile belirlenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Camsı karbon elektrot, efedrin, modifiye elektrot, Nil mavisi, voltametri.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
76
S-9
Yara iyileşmesinde bal
Halil AKSOY
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Bal; bileĢiminde çeĢitli vitaminler, mineraller, organik asitler ve enzimler bulunduran
sindirimi kolay, besleyici ve pek çok hastalığa karĢı koruyucu ve tedavi edici özellik gösteren
fonksiyonel bir gıdadır. Balın bileĢimi, arının nektarını aldığı çiçeklerin türüne, iklim
koĢullarına, arının cinsi ve yaĢına bağlı olarak değiĢmektedir. Bal, bilinen en eski ilaçlardan
biri olup kullanımı 5000 yıl önceye dayanmaktadır. Enfeksiyonların çabuk temizlenmesini,
yaralardan ölü dokuların ve yabancı maddelerin çabuk uzaklaĢtırılmasını, inflamasyonun
hızlı baskılanmasını, yara ve yara izinin hızlı azalmasını, yeni damar oluĢumunu, doku
granülasyonunu ve epitel geliĢmesinin uyarılmasını sağlamaktadır. Balın antioksidan özelliği,
yapısında bulunan askorbik asit, tokoferoller ve karotenlerden kaynaklanmaktadır. Farklı
orijinlerden birçok balın ayrıca radikal temizleme aktivitesine sahip olduğu da literatürde yer
almaktadır. Yaraların temizlenmesinde önemli bir yeri olan H2O2 ve glikonik asit (balda
bulunan baĢlıca asit), balda tabiî olarak bulunan glikoz oksidaz tarafından üretilir. H2O2'nin
düĢük seviyelerde bulunması, yeni damar oluĢumunu ve bağ dokusunun çoğalmasını uyarır.
Bal antiinflamatuvar etkisi nedeniyle inflamasyondan doğan serbest radikallerin sebep olduğu
zararı azaltmakta ve nekrozun daha da ilerlemesini önlemektedir. Balın, yaraların hızlı
iyileĢmesini sağlaması H2O2 üretimi yoluyla olmaktadır. H2O2, fibroblastların
proliferasyonunu uyaran en önemli moleküllerden biridir. Balın kolay uygulanabilir olması ve
ilâç tedavisine göre maliyetinin düĢük olması onun yara tedavisinde kullanılmasını cazip hâle
getirmektedir [1].
Anahtar kelimeler: Yara iyileĢmesi, bal, antioksidan.
Kaynaklar
1. Ball David W. J Chem Educ 2007; 84: 1643-46.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
77
S-10
Kanser prokoagulanları: Meme kanseri gelişiminde tümer büyüme ve anjiyogenezine
etkileri
ġermin TETĠK1*
, Samet ERGÜN2, Sadık ġAHĠN
3, Nusret ERDOĞAN
4
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Bezmi Alem Üniversitesi, Ġstanbul, Türkiye
3Istanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Obstetrik ve
Jinekoloji Bölümü, Ġstanbul, Türkiye
4Marmara Universitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Patoloji Bölümü, Ġstanbul, Türkiye
Koagulasyonda ve fibrinolizde yer alan hemostatik elementler, meme kanseri geliĢiminin ilk
aĢamasından metastatik duruma kadar destekleyicileri olarak bilinmektedir. Koagulasyon
aktivasyonunun malignant transformasyon, metastaz ve tümör anjiyogenezinin önemli bir
regülatörü olduğu bilinmektedir. Bu çalıĢma, kadınlardaki meme kanserinin
histolojik/çekirdek aĢamaları ile kanser prokoagulanları arasındaki iliĢkiyi incelemeyi
amaçlamaktadır. 24 sağlıklı gönüllü ve 30 kanser hastasının plazma örneklerinden
prokoagulan faktörleri ve düzenleyici proteinleri elde etmek için ELISA yöntemi kullanıldı.
Prokoagulan faktörler olan Doku faktörü (TF), proteaz aktifleĢmiĢ reseptör-2 (PAR-2),
kemokin olarak interlökin-8 (IL-8) ve düzenleyici proteinler olan Fxa ve Fxa-PAR-2
kompleksleri kanser geliĢiminde prokoagulanların potansiyel rolü açısından araĢtırıldı.
Histolojik/çekirdek çalıĢmalarında, dokular parafin sabitlemesi için alt gruplara ayrıldı ve
sabitlendirildi. Ve -80°Cde daha sonraki immünohistolojik değerlendirmeler için saklandı.
Kanser prokoagulanları olanTF, IL-8, FXa, FXa-PAR-2 and PAR-2 ve meme kanserinin
histolojik/çekirdek aĢaması arasında güçlü bir iliĢki bulundu. TF seviyeleri meme kanseri
prognozu ile artıĢ gösterdiği (p<0.001), FXa, PAR-2 ve FXa-PAR2 kompleks seviyelerinin
her ikisi de anlamlı bir Ģekilde yükseldiği bulundu (p<0.001). Kemokin IL-8 seviyeleri kanser
prognozunun Ģiddetine bağlı olarak anlamlı bir Ģekilde artıĢ gösterdi (p<0.001). Tüm
biyomarkerların aktivasyonu tümör anjiyogenezi, primer tümer büyümesi ve tümör
destekleyici moleküllerin üretimi ile iliĢkili bulundu.
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: SAG-B-
200611-0191) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Meme kanseri, kanser prokoagulanları, biyomarker.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
78
S-11
Psikiyatri tedavilerinde farmakogenomik uygulamalar
Korkut ULUCAN1,2
1Marmara Üniversitesi, DiĢ Hekimliği Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik, Ġstanbul, Türkiye.
2Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Moleküler Biyoloji,
Ġstanbul, Türkiye.
Ġnsan Genom Prijesinin tamamlanması ile bireysel tıp ve kusursuz tedavi, sağlık alanında en
ümit verici geliĢmelerden biri haline gelmiĢtir. Bu disiplinin geliĢmesinde farklı bilim
dallarının multi- disipliner yaklaĢımı ve geliĢen teknolojik yaklaĢımların adaptasyonu oldukça
önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, farmakogenomik, genetik yapının uygulanan tedaviye
nasıl etki ettiğinin belirlenmesini ve klasik tedavi ile kombine olarak tedavi etkisini artırmayı
amaçlar. Günümüzde psikiyatri tedavisinde, en çok uygulanan yaklaĢımların baĢında birçok
tedavide olduğu gibi deneme- yanılma yaklaĢımıdır. Ve birçok hasta, uygulanana tedaviden
beklenen yararı görmedği gibi birçok durumda ilaç yan etkilerinden etkilenmektedirler. Bu
aĢamada farmakogenomik, tedavide bireyselleĢme çağını da baĢlatmaktadır. Tedavinin
baĢarısının yanı sıra tedavi gider ve süresinin azalması, ancak uygun tedavi protokollerinin
uygulanması ile sağlanabilecektir. Ancak günümüzde uygulanan anamnez ve hastadan bilgi
edinme yaklaĢımı, maalesef istenen etkiyi göstermemiĢ, genetik yaklaĢımın ise bu sorunu
çözmede bir umut ıĢığı olarak görülmesine neden olmuĢtur.
Sitokrom P450(CYP) antidepresanları da içine alan birçok ilacın metabolizasyonunu sağlayan
basilica enzim sistemidir. Ġnsanlarda en fazla antidepresan metabolizatörü CYP1A, CYP2C9,
CYP2C19, CYP2D6, CYP2E1 ve CYP3A gen aileleridir. Bu genlerde ki genetik
varyasyonların saptanması (Tek Nükleotid Polimorfizmleri, SNPs) antideprasan tedavisinin
daha etkin olmasını sağlamaktadır. Bu varyasyonlara göre bireyler bu ilaç tedavilerinde Ultra
metabolizatör (UM), Hızlı metabolizatör (RM), normal metabolizatör (NM) ve zayıf
metabolizatör (PM) olarak sınıflanmakta, bu genetik yapıya göre de farklı ilaç doz
ayarlamaları gerçekleĢtirilmektedir. Bu bilgiye dayanarak uygulanan tedaviler ise en aznıdan
ilaç yan etkilerinin minimize edilmesi ve tedavi süresinin kısalması bakımından oldukça
önemlidir.
Anahtar kelimeler: Farmakogenetik, sitokrom, antidepresan, CYP2D6, CYP2C9.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
79
S-12
Diyabetik hastalarda antidepresan ilaç seçimine ışık tutacak bazı pre-klinik bulgular
Özgür Devrim CAN
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, EskiĢehir, Türkiye
Nöropati, Diabetes mellitus‟ un en ciddi komplikasyonlarından biridir. Diyabetik nöropatinin
progresyonunu yavaĢlatan en etkili yöntem sıkı bir glisemik kontrol olmakla birlikte;
semptomatik tedavi için çeĢitli antidepresanlardan, antikonvülzanlardan ve tramadol gibi bazı
ilaçlardan yararlanılmaktadır. Ancak, hem duygu-durum bozukluklarının, hem de nöropatik
ağrının tedavisi için sıklıkla reçete edilen antidepresanların diyabetik hastalarda glisemik
kontrolü etkileyebildiği fark edilmiĢtir. Dolayısıyla, diyabetik popülasyonda etkin ve güvenli
antidepresan seçimi, klinik açıdan önem kazanan bir konudur. Bu düĢünceden hareketle, bu
çalıĢmada, araĢtırma grubumuzun bazı antidepresan ilaçların “kronik hiperglisemi” ve
“nöropatik ağrı” üzerine etkilerine iliĢkin bulguları karĢılaĢtırmalı olarak sunulmuĢtur.
Mianserin (30 ve 45 mg/kg), agomelatin (40 ve 80 mg/kg) ve essitalopram (20 ve 40 mg/kg)
adlı antidepresanların subakut uygulamalarının kronik hiperglisemi ve nöropatik ağrı üzerine
etkileri, streptozotosin ile diyabet oluĢturulmuĢ sıçanlar kullanılarak araĢtırılmıĢtır. Mianserin
uygulandığı iki dozda da antihiperglisemik etki göstermiĢ ve diyabet ile indüklenen metabolik
bozuklukları da anlamlı biçimde düzeltmiĢtir. Ancak, agomelatin ve essitalopram
hiperglisemi üzerine etkisiz bulunmuĢtur. Mianserin ve agomelatin uygulamaları, tüm
dozlarda, diyabete bağlı hiperaljeziyi ve allodiniyi etkin biçimde düzeltmiĢtir. Takip eden
mekanizma çalıĢmaları, bu ilaçların nöropatik ağrı üzerine terapötik etkinliklerine
katekolaminerjik sistemin aracılık ettiğine iĢaret etmiĢtir. Essitalopram nöropatik ağrı tedavisi
açısından da etkisiz bulunmuĢtur.
Elde ettiğimiz deneysel bulgular, essitalopram‟ın diyabetik nöropati tedavisi için iyi bir
seçenek olmayabileceğine iĢaret etmiĢtir. Mianserin ise pregabalin ile kıyaslanabilir ölçüde
anti-hiperaljezik ve anti-allodinik etki göstermiĢ olmakla birlikte; bu ilaç reçete edilirken kan
glukozu üzerine olası yan etkiler açısından dikkatli olmak gerekir. Agomelatin ise hem
glisemi üzerine etkisiz olması, hem de nöropatik ağrı parametreleri üzerine güçlü terapötik
etkisi nedeni ile diyabetik hastalar için iyi bir seçenek gibi görünmektedir.
Anahtar kelimeler: Agomelatin, diyabet, essitalopram, mianserin, nöropatik ağrı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
80
S-13
Yeni Piperidin/Piperazin türevlerinin sentezleri ve antikolinesteraz etkilerinin
araştırılması
Yusuf ÖZKAY1,2
1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, EskiĢehir,
Türkiye
2Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Doping ve Narkotik Maddeler Analiz
Laboratuvarı, EskiĢehir, Türkiye
Alzheimer hastalığı (AH), uzayan yaĢam ömrü sonucu gün geçtikçe görülme olasılığı artan
nörodejeneratif bir hastalıktır. Hastaların biliĢsel, duyusal ve davranıĢsal durumlarında
bozulmalara neden olmakta ve yaĢam kalitesini oldukça düĢürmektedir. Dünya genelinde
hasta popülasyonunun yıllar geçtikçe artması, radikal bir tedavisinin henüz olmaması, güncel
tedavilerin çok uzun sürmesi ve bakım maliyetinin yüksekliği gibi sebepler bu hastalığın
önemini artırmaktadır. Bu alanda yapılan yeni ilaç geliĢtirme çalıĢmaları büyük bir hızla
devam etmektedir.
AH tedavisinde asetilkolinesteraz (AChE) enzim inhibitörleri en çok tercih edilen ilaçlardır.
GeçmiĢ çalıĢmalarda yapısında piperidin ve piperazin halka sistemlerini içeren birçok
antikolinesteraz bileĢik bildirilmiĢtir. Bu nedenle bu çalıĢmada piperidin ve piperazin yapısı
taĢıyan yeni bir seri bileĢik sentezlenmiĢtir. Elde edilen bileĢiklerin yapıları IR, 1H ve
13C
NMR, Kütle spektroskopik yöntemleri ve elemental analiz bulguları ile aydınlatılmıĢtır.
Elde edilen bileĢiklerin kolinesteraz enzimleri üzerindeki inhibitör etkileri araĢtırılmıĢtır.
Sentezlenen bileĢiklerin hiçbiri butirilkolinesteraz (BChE) enzimi üzerinde önemli bir aktivite
göstermemiĢtir. Öte yandan seri içeresindeki bazı bileĢiklerin AChE enzimi üzerinde kayda
değer inhibitör etki gösterdikleri belirlenmiĢtir. Enzim inhibisyon çalıĢmalarının yanı sıra
yüksek inhibitör aktivite gösteren bileĢiklerin enzim kinetik çalıĢmaları incelenerek substrat-
enzim iliĢkilerine etkileri araĢtırılmıĢtır. Ayrıca seçilen bileĢiklerin toksisitelerini belirlemek
amacıyla sitotoksisite testleri de gerçekleĢtirilmiĢtir. Sitotoksisite çalıĢmaları sonucunda
bileĢiklerin toksik olmadıkları görülmüĢtür.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
81
AChE enzim aktif yöreleri, moleküler modelleme çalıĢmaları ile yapı olarak aydınlatılmıĢtır.
Enzim inhibisyonu gösteren bileĢikler için docking çalıĢmaları yapılarak enzim aktif bölgesi
ile bağlanma noktaları belirlenmiĢtir. Moleküler modelleme çalıĢmaları, AChE enzimi aktif
yöreleri ile sentez bileĢiklerinin güçlü etkileĢim içinde olduğunu ortaya koymuĢtur.
Anahtar kelimeler: Alzheimer hastalığı, piperidin, piperazin, antikolinestraz.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
82
S-14
İnfluenza virüs A/H3N2‟ye etkili yeni moleküller: İndol-spirotiyazolidinon türevleri
Gökçe CĠHAN ÜSTÜNDAĞ
Ġstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Beyazıt,
Ġstanbul, Türkiye
Ġnfluenza (grip), influenza A, B ve C virüslerinin neden olduğu, çok eski zamanlardan beri
bilinen bulaĢıcı bir solunum sistemi hastalığıdır. Ġnfluenza virüslerinin hızla mutasyona
uğrayıp var olan ilaçlara karĢı direnç geliĢtirmesi ve her yıl gözlenen yaygın salgınlar, yeni
moleküler hedefler belirlenmesine ve bu hedeflere yönelik yeni ajanlar geliĢtirilmesine
yönelik çalıĢmaları daha önemli hale getirmektedir. Önceki yıllarda laboratuvarımızda yapılan
bir seri çalıĢma, spirotiyazolidinon yapısını taĢıyan yeni moleküllerin influenza virüs
A/H3N2‟ye karĢı etkinlik gösterdiğini ortaya çıkarmıĢtır. AraĢtırmalar, bileĢiklerin virüsün
yüzey proteini olan hemaglutinin (HA) ile etkileĢerek, HA-aracılıklı membran füzyonunu ve
sonuç olarak virüsün konakçı hücreye giriĢini engellemek suretiyle etkinlik gösterdiklerini
ortaya koymuĢtur [1,2]. Bu çalıĢma kapsamında spirotiyazolidinon yapısı, birçok doğal ve
sentetik bileĢiğin yapısında yer alan indol çekirdeği ile birleĢtirilmiĢ; elde edilen bileĢiklerin
influenza virüslerine karĢı aktivitesi incelenmiĢtir. ÇeĢitli biyolojik aktivite çalıĢmaları
neticesinde, aĢağıda formülü verilen yapıdaki yeni moleküllerin influenza virüs A/H3N2‟ye
karĢı nanomolar düzeyde etkinlik gösterdiği saptanmıĢtır. Yapı-aktivite çalıĢmaları, bilhassa
indol halkasının 3- konumundaki grubun ve spirotiyazolidinon halkasının 2- konumundaki
grubun aktivite üzerinde ciddi değiĢiklere neden olduğunu ortaya koymaktadır.
NH
C
CH3
O
NH NS
O
Cl
R
CH3
R1
R: H, CH3, C
2H
5
R1: H, CH
3
Bu çalıĢma, Ġstanbul Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: T-20876)
tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Ġndol, spirotiyazolidinon, antiviral aktivite, influenza.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
83
Kaynaklar
1. Vanderlinden E, GöktaĢ F, Cesur Z, Froeyen M, Reed ML, Russell CJ, Cesur N, Naesens
L. J Vir 2010; 84: 4277-4288.
2. GöktaĢ F, Vanderlinden E, Naesens L, Cesur N, Cesur Z. Bioorg Med Chem 2012; 20:
7155-7159.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
84
S-15
Edirne mis meyve sabunu formülasyonları ve bunların üretim yöntemi
GülĢah GEDĠK
Trakya Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
Mis sabunlarının yüzlerce yıllık bir geçmiĢi vardır. Osmanlı döneminde mis sabunu üretimi,
bir sanayi kolu olan „sabunculuk‟ la baĢlamıĢtır. Meyve sabunculuğu, 19. Yüzyılın baslarında
Edirne‟de saygın popüler mesleklerden biriydi. 19. Yüzyılın son çeyreğinde ve 20. Yüzyılın
baslarında Bedesten ve Arasta Çarsılarında meyve sabunları satan dükkanların sayısının
kırkın üzerinde olması, Edirne‟de “Sabunî” adlı bir mahallenin bulunması, sabunculuğun bu
Ģehir için en önemli gelir kaynaklarından biri olduğunun en önemli göstergeleridir. Eskiden
temizlik malzemesi simdi ise sadece süs aracı olarak kullanılan meyve sabunları, geçmiĢte
bildiğimiz beyaz sabunların eritilmesinden elde edilmekteydi. Üretim aĢamasında mis
sabunlarını diğer sabunlardan ayıran özellik, tamamen elde sekil verilmesidir [1].
Tekniğin bilinen durumuna dahil mis sabunlarında, hem kullanılan boyaların hem de elde
ediliĢ yönteminin doğal ve modern teknikler olmadığı görülmektedir. Mevcut mis
sabunlarında kumaĢ veya gıda boyaları yoğun halde kullanılmaktadır. Bu yüzden de mis
sabunu sabun olarak değil de sadece dekoratif ve hoĢ koku vermek amacıyla
kullanılmaktadırlar. KumaĢ boyalarının küçük bir yüzeyde yoğun olarak kullanılması cilt
yüzeyini tahriĢ etmektedir. Ayrıca mevcut mis sabunları, dekoratif amaçlı kullanımında uzun
süreli solumada burun mukozasına zarar vermektedir.
ÇalıĢma Edirne mis meyve sabunlarının doğal ve sağlıklı olması amacıyla yeniden formüle
edilmesine iliĢkin bir yöntem ve bu formülasyonlarla ilgilidir. ÇalıĢmada meyve ekstreleri
elde edildikten sonra kuru toz haline getirilip boya veya koku katılmadan soğuk proses ile
üretilip kalıplara dökülerek sabunların kurutulması sağlanır. 2015/13464 numarasıyla Türk
Patent Enstitüsü‟ne baĢvuru yapılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Mis sabunu, meyve sabunu, sabunculuk.
Kaynaklar
1. Kılıç, A. Mis kokulu meyve sabunları, EDSĠAD Dergisi, 2000; 2(5): 29-30.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
85
POSTER BİLDİRİLER
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
86
P-1
İlaç üretiminde 3D yazıcı teknolojisinin kullanımı
Evren ALĞIN YAPAR1, Evren HOMAN GÖKÇE
2*, Özgen ÖZER
2
1T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Ġlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Çankaya, Ankara, Türkiye
2 Ege Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Bornova, Ġzmir,
Türkiye
Hastaların farklı moleküler biyolojik özellikleri ve hastalıkları, baĢta kanser olmak üzere
çeĢitli hastalıkların tedavisinde kiĢiye özel tasarlanmıĢ ilaç Ģekillerinin baĢarıya ulaĢmadaki
önemini göstermektedir. AlıĢılagelmiĢ klinik çalıĢmaların merkezinde ilaç ve hastalar için
ortak yaklaĢımlar yer alırken, özellikle kanser tedavisinde hastayı ve hastaya özgü tedaviyi
merkeze alan yaklaĢıma ihtiyaç duyulmaktadır. Hastanın ihtiyaçlarına göre özelleĢtirilmiĢ ilaç
kavramında günümüzde gelinen nokta, üç boyutlu (3D) baskı ile üretim yani 3D yazıcı
teknolojisinin kullanımıdır. Bu teknoloji ilaçların; dozu, boyutu, görünüm ve salım
özelliklerinin bireysel ihtiyaca göre tasarlanarak daha güvenli ve etkili dozaj Ģekilleri halinde
hazırlanmalarına imkân vermektedir. 3D yazıcı ile üretilen levetirasetam etkin maddesi içeren
epilepsi preparatı Spritam® Ağustos 2015`te Amerikan Gıda ve Ġlaç Ajansı`ndan onay alan
ilk 3D baskı ile üretilen ilaç olmuĢtur. 3D yazıcı ile hazırlanan bu tabletler, konvansiyonel
tabletlere göre sıvı ile temasta çok daha hızlı çözünen, yüksek doz içeriklerinde dahi kolayca
yutulabilen ve doz kesinliği yüksek, dozaj Ģekilleridir. 3D baskı ile dozaj Ģekli üretiminin
diğer avantajları arasında; piramit Ģekilli tablet üretimine dolasıyla etkin maddeyi silindir
Ģekillilerden daha hızlı salıma olanak verebilmesi, mikrogram seviyesine inebilen doz
ayarlaması ve maliyet etkin üretime yer verilebilir [1-3]. Bu çalıĢmada, 3D baskı teknolojisi
ve ilaç üretimine adaptasyonunda günümüzde gelinen aĢamalar ve ileriye dönük beklentiler
verilecektir.
Anahtar kelimeler: 3D yazıcı, kiĢiye özel tedavi, modifiye dozaj Ģekli, tablet üretimi.
Kaynaklar
1. Sastry SV, Nyshadham JR, Fix JA. Pharm Sci Technolo Today, 2000; 3(4): 138-145.
2. Ursan ID, Chiu L, Pierce A. J Am Pharm Assoc, 2013; 53(2): 136-144.
3. Kurzrock R, Stewart DJ. Oncotarget, 2015; Dec 29: 1-4.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
87
P-2
Deniz kaynaklı terapötiklerin geliştirilmesinde kritik faktörler
Evren ALĞIN YAPAR1, Sakine TUNCAY TANRIVERDĠ
2*, Evren HOMAN GÖKÇE
2
1T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Ġlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Çankaya, Ankara, Türkiye
2Ege Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Bornova, Ġzmir,
Türkiye
Binlerce biyoaktif bileĢik ve ikincil metabolitleri deniz omurgasızları veya organizmalarından
elde edilebilmekte ve etkin madde adayları olabilmeleri konusunda araĢtırmalar devam
etmektedir. Bu biyoaktif bileĢikler ve ikincil metabolitlerinin, antibiyotik, antiparaziter,
antiviral, anti-enflamatuvar, antifibrotik ve anti-kanser etkileri olduğu, bazılarının ise
fizyolojik yolaklar üzerinde kritik enzimlerin aktivatörü/inhibitörü, taĢıyıcı moleküllerin
kompetitörü gibi etkileri olduğu tespit edilmiĢtir [1-3]. Bunlardan bir kısmının terapötik
etkilerine yönelik klinik araĢtırmaları devam ederken, bir kısmı onaylanmıĢ ve bazıları da
pazara sunulmuĢtur [3]. Anti-kanser aktivitede, apoptozis ve büyümeyi durdurma
mekanizmalarının etkili olduğu klinik olarak onaylanmıĢ olan Cytosar-U (sitarabin), Yondelis
(trabektedin), Halaven (eribulin mesilat) pazarda yer almaktadır [2]. Deniz bakterileri,
mikropları veya alglerinden elde edilen bileĢikler arasında anti-enflamatuvar etkili;
psödopterosinler, topsentinler, sitonemin ve manoalid yer alırken, antibiyotik olarak marinon,
gutingimisin, sitotoksik olarak apratoksinler, kriptofisin-1 örnek verilebilmektedir [4]. Bu
çalıĢmada; deniz kaynaklı terapötiklerin geliĢtirmesinde kritik faktörler arasında yer alan;
sürdürülebilir tedarik, formülasyon geliĢtirme, analitik yöntem, klinik faktörler
(farmakodinamik, farmakokinetik, ADME), farmakogenetik, terapötik indeks ve toksisite [5-
6] hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar kelimeler: Deniz kaynaklı terapötikler, sürdürülerbilir tedarik, anti-kanser.
Kaynaklar
1. Haefner B. Drug Discov Today, 2003; 8: 536-544.
2. Indumathy S, Dass CR. J Pharm Pharmacol. 2013; 65(9): 1280-301.
3. Suleria HA, Osborne S, Masci P, Gobe G. Mar Drugs, 2015;13(10): 6336-51.
4. Sithranga BN, Kathiresan K. Journal of Oncology, 2010, Article ID 214186.
5. Gokce G, Haznedaroglu MZ. J Ethnopharmacol, 2008;4;115(1):122-30.
6. Jimeno J, Faircloth G, Sousa-Faro JF, Scheuer P, Rinehart K. Mar. Drugs, 2004; 2: 14-29.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
88
P-3
Dermatolojik preparatlarda nanoteknolojik yaklaşımlar
Evren ALĞIN YAPAR1, Sakine TUNCAY TANRIVERDĠ
2*, Evren HOMAN GÖKÇE
2,
Özgen ÖZER2
1T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Ġlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Çankaya, Ankara, Türkiye
2Ege Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Bornova, Ġzmir,
Türkiye
Nanoteknolojinin dermatolojik preparatlarda kullanım alanları arasında; foto-korunma [katı
lipit nanopartiküller (KLN), TiO2, ZnO nanopartiküllerin kullanımı], bariyer oluĢturma
(nanopartikül, fulleren kullanımı), antisepsi (antibakteriyel formülasyonlarda veya yara
örtülerinde klorheksidin vb. yüklü nanopartiküller, Ag kullanımı), lazer ablasyon ve fototerapi
(Au, FeO nanopartiküllerinin kullanımı), saç ve saçlı deride tedavi (çeĢitli alopesilerin
tedavisinde aktif maddelerin saç foliküllerine hedefleme ve depolanması amacıyla; polimerik
nanopartiküller, KLN kullanımı), akne, rozase vb. tedavisi (yağ bezlerine hedeflemede;
polimerik nanopartiküller, KLN kullanımı), antienflamatuvar veya antifungal tedavilerde
[lokal etki, epidermise hedefleme amacıyla; etkin madde (em) yüklü nanopartiküllerin
kullanımı], çeĢitli endikasyonların tedavisi (transdermal ilaç veriliĢi amacıyla; em polimerik
nanopartiküller, nanoyapılı lipit taĢıyıcıların kullanımı), enfeksiyöz hastalıklara yönelik
transkütan aĢılama (deri hücreleri, Ģaç folikülleri vd. aĢı hedefleme amacıyla; nanoboyutlu
immün stimülan kompleksler, parçalanmayan partiküller-lateks/silika/Au, biyobozunur
polimerik partiküllerin kullanımı), gen tedavisi (özellikle saç foliküllerine hedefleme
amacıyla; nanopartiküllerin kullanımı) ve nanodiagnostik (diagnostik uygulama amacıyla;
Au, kuantum noktaları, süper paramanyetik nanopartiküllerin kullanımı) yer almaktadır [1-4].
Bu çalıĢmada, nano boyutlu yapıların dermatoloji alanında kullanımlarına yer verilecektir.
Anahtar kelimeler: Nanoteknoloji, nanomateryal, dermatoloji, katı lipit nanopartikül.
Kaynaklar
1. Gokce EH, Korkmaz E, Tuncay-Tanrıverdi S, Dellera E, Sandri G, Bonferoni MC, Ozer
O. In J Nanomedicine, 2012; 7: 5109-5117.
2. Alğın Yapar E, Ġnal Ö. J. Fac. Pharm. Istanbul, 2012; 42(1): 71-98.
3. Senyigit T, Ozer O. Challenges and New Formulation Opportunities, InTech, 2012.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
89
4. Nasir A, Friedman A, Wang S. Nanotecnology in Dermatology, Springer, USA, 2013.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
90
P-4
Sağlık ve kozmetik alanında yenilik: 3D yazıcı teknolojisinin kullanımı
Evren ALĞIN YAPAR1, Evren HOMAN GÖKÇE
2*
1T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Ġlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Çankaya, Ankara, Türkiye
2 Ege Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Bornova, Ġzmir,
Türkiye
Sağlık ve kozmetik alanında günümüzde özellikle bireysel ihtiyaç ve tercihlerin karĢılanması
amacıyla 3D yazıcı teknolojisinin kullanımı artmaktadır. Sağlık alanında ilk uygulamalar
biyomedikal alanda bireylerin farklı anatomilerine yönelik yapay modellerin geliĢtirilmesi
(vücut implantları, yapay organlardan cerrahi müdahale öncesi operasyon planlama amacıyla
biomodellerin imalatına kadar çeĢitli üretimler) olarak yer almıĢ, tedavi alanında kiĢiye özel
tasarlanmıĢ ilaç Ģekillerinin (2015`te Amerikan Gıda ve Ġlaç Ajansı`ndan onay alan ilk ticari
preparat epilepsi tedavisinde kullanılmak üzere üretilen tablet olmuĢtur) özellikle kanser
tedavisine yönelik çalıĢmaları ise devam etmektedir [1-2]. Kozmetik alanında ise kozmetik
ürünlerin etkinlik ve güvenlilik testlerinde 3 boyutlu insan deri modellerinin kullanımını
takiben kiĢisel tercihlerin özellikle makyaj ürünlerinde karĢılanmasına yönelik (2014`te ev tipi
ilk 3D yazıcı renkli makyaj ürünlerinin üretilebildiği bir cihaz olarak Grace Choi tarafından
geliĢtirilerek pazara sunulmuĢtur) toz yapılı kozmetiklerin (far, allık, pudra vb.) üretimine
(kozmetik kalite pigment ve taĢıyıcı karıĢımının kullanıldığı) uygun olan bu 3D yazıcı sınırlı
sayıda pazara sunulmuĢtur [3]. 3D baskı teknolojisi ile üretimlerin, kiĢisel ihtiyaç ve tercihleri
karĢılaması ile beraber ekonomik olarak ta avantajlar sunacağı ve pazarının her yıl
büyüyeceği öngörülmektedir. Bu çalıĢmada, 3D yazıcı teknolojisinin sağlık ve kozmetik
alanında kullanımına yönelik güncel uygulamalar ve ileriye dönük beklentilere yer
verilecektir.
Anahtar kelimeler: 3D baskı, biyomedikal, ilaç, kozmetik, kiĢiye özel üretim.
Kaynaklar
1. Gross BC, Erkal JL, Lockwood SY, Chen C, Spence DM. Analytical Chemistry 2014; 86
(7): 3240-3253.
2. Kurzrock R, Stewart DJ. Oncotarget, 2015, Dec 29, 1-4.
3. 3D Printing Set To Rock Cosmetics Industry. [EriĢim tarihi: 6 Nisan 2016]
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
91
P-5
Yeni keşif oreksin reseptör antagonistlerinin insomnia üzerine etkisi
Emine Berat DEMĠRCĠ1, Sevil ġENKARDEġ
2*
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, HaydarpaĢa 34668, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Oreksinler, 1998 yılında hipotalamik ekstraktların taranması esnasında keĢfedilmiĢtir [1]. Bu
peptitler daha sonra oreksin A ve oreksin B olarak iki ayrı Ģekilde kodlanmıĢtır. Oreksinin
normal uyku sürecinin düzeni, iĢtah, nöroendokrin iĢlev ve enerji metabolizması üzerine
etkileri vardır. Fakat en baskın davranıĢı uyku uyanıklık döngüsü veya özel uyarılma
oluĢturmasıdır [2].
Ġnsomnia, uykuya dalma ve/veya sürdürme güçlüğü yakınmalarına ek olarak, ertesi sabah
dinlenmiĢ olarak uyanamama Ģeklinde tanımlanabilir. Lateral hipotalamustaki yaklaĢık yetmiĢ
bin oreksin nöronu uyanıklığın oluĢturulmasında ve sürdürülmesinde büyük rol oynamaktadır.
Gece boyunca oreksin sistemi engellemek aĢırı uyarılmayı azaltabilir, böylece uyku
devamlılığını geliĢtirebilir. Bu tür ilaçlarla yapılan klinik çalıĢmalar sonucunda, uykuya
baĢlama süresinde gecikme önlenmiĢ, uyku süresi artmıĢ ve uyku sırasında uyanma sıklığı
azalmıĢtır.
Hipnotik ilaçların kullanımında kısa sürede doz attırımının gerek duyulması ve yoğun yan
etkilerinden dolayı oreksin reseptör antagonistlerinden yardım alınmaktadır. FDA onayı ile
piyasaya sürülen suvoreksant gibi antagonistler, hipnotiklerden farklı hareket mekanizması ile
uyanıklığı inaktive eder, ayrıca yoksunluk sendromu ve bağımlılık yaratmaz [3]. Son yıllarda
tam olarak tanımlanan oreksin reseptörleri birçok fizyolojik iĢlevlerin yerine getirilmesinde
rol oynamaktadır [4]. Yeni geliĢtirilen ilaçların uyku döngüsünün yanı sıra; özellikle
bağımlılık, depresyon, ağrı ve migren atakları gibi konularda deneysel çalıĢmaları söz
konusudur. Ancak bu kadar çok sayıda iĢlevde kilit model oluĢturan bu reseptörü bloke
etmenin de yan tesir profilinin yüksek olabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar kelimeler: Oreksin, oreksin antagonistleri, uyku, insomnia.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
92
Kaynaklar
1. Lecea LD, Kilduff TS, Peyron C, Gao X, et al. Proc Natl Acad Sci 1998; 95: 322-327.
2. Kumar A, Chanana P, Choudhary S. Pharmacol Rep 2016; 68: 231-242.
3. Bennett T, Bray D, Neville MW. PT. 2014; 39(4): 264-266.
4. Palasz A, Lapray D, Peyron C, Skowronek R et al. Int J Neuropharmacol 2014; 17: 157-
168.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
93
P-6
İvabradin etkin maddesinin farmasötik preparatlarda UV-Görünür bölge absorbsiyon
spektrofotometri yöntemi ile miktar tayini
Bilal YILMAZ, Ensar GÜLLÜCE*
Atatürk Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Ab.D., Erzurum, Türkiye
Ġvabradin içeren ilaçlar kalp hastalıklarında kullanılır. Ġvabradin, beta bloker ilaçları
kullanmaması gereken hastalarda, bu ilaçlara karĢı intolerans görünen hastalarda ve tolere
edilebilecek en fazla dozda beta bloker kullanan fakat anjinası süren ve kalp hızı dakikada
60'tan fazla olan hastalarda kullanılır.
Bu çalıĢmanın amacı, farmasötik preparatlarda ivabradin etkin maddesinin miktar tayini için
UV-Görünür bölge absorbsiyon spektrofotometri yönteminin geliĢtirilmesi ve valide
edilmesidir. Ġvabradinin saf su içinde 100 µg/ml deriĢimde stok çözeltisi hazırlandı. Bu stok
çözeltilerden belirli hacimlerde alınıp saf su ile seyreltilerek 1, 2, 4, 6, 8, 10 ve 12 µg/ml
deriĢimlerde standart çalıĢma çözeltileri hazırlandı. Ġvabradinin maksimum absorbsiyon
yaptığı dalga boyu 286 nm olarak belirlendi. Yöntemin doğrusal olduğu deriĢim aralığında (1-
12 μg/ml) ivabradin çözeltisi deriĢimine karĢı okunan absorbans değerleri grafiğe geçirilerek
kalibrasyon eğrisi elde edildi. Spektrofotometri yönteminin kalibrasyon eğrisinin regresyon
analizinden regresyon doğrusu denklemi ve korelasyon katsayısı (r) sırasıyla y=0.01x+0.0398
ve 0.9967 olarak; yöntemin gözlenebilme sınırı (LOD) değeri 0.15 μg/ml; tayin alt sınırı
(LOQ) değeri ise 0.45 μg/ml olarak belirlendi. Gün içi ve günler arası kesinlik
belirlenmesinde yüzde bağıl standart sapma (% BSS) ve doğruluk belirlenmesinde bağıl hata
değerleri sırasıyla % 2.46 ve % 1.80‟den küçük olarak tespit edildi. Yöntemin uygulaması
ivabradin içeren farmasötik preparatlardan Coralan tablette miktar tayini yapılarak
gerçekleĢtirildi.
Sonuç olarak; UV-Görünür bölge absorbsiyon spektrofotometri yöntemi hızlı, doğru, kesin ve
basit olduğundan ilaç endüstrisinde kalite kontrol çalıĢmalarında baĢarı ile kullanılabileceği
sonucuna varılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Ġvabradin, spektrofotometri, validasyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
94
P-7
Balın kanser hücreleri üzerindeki apoptotik etkisi
Simge TURAN, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢmada, balın kanser hücreleri üzerindeki etkisini anlamak ve öğrenmek amacıyla
bugüne kadar yapılan araĢtırma ve deneylerin sonuçları göz önüne alınmıĢtır. Yapılan literatür
incelemesinde, çeĢitli bal türlerinin; prostat kanseri, akciğer kanseri, kolon kanseri, meme
kanseri, karaciğer kanseri, lösemi, mesane kanseri, melanoma, renal karsinoma, oral skuamöz
kanser ve osteosarkoma gibi kanser türlerine karĢı apoptotik etkisi araĢtırılmıĢ [1]; Akasya
balı [2], Manuka balı [3], Tualang balı [1], orman balı [4] ve polifloral [5] ballar gibi bazı bal
türlerinin, ROS üretimi ve tiyol deplesyonu, mitokondriyal membran potansiyelinin düĢmesi;
TNF-α, NF-κB ve IL-1β iliĢkisi, BAX/BCL-2 oranındaki değiĢiklik, PARP ve p53
indüksiyonu gibi çeĢitli mekanizmalarla kanser hücrelerinde apoptozise neden olduğu
görülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Bal, kanser, apoptozis, antitümör.
Kaynaklar
1. Jaganathan SK, Balaji A, Vellayappan MV, et al. Anti-Cancer Agents Med.Chem. 2015;
15: 48-56.
2. Aliyu M, Odunola OA, Farooq AD, Mesaik AM, Choudhary MI, Channa SI, Khan SA,
Erukainure OL. Nutrition and Cancer. 2013; 65(2): 296–304.
3. Fernandez-Cabezudo MJ, El-Kharrag R, Torab F. et al. PLOS ONE, 2013; 8: 2.
4. Fukuda M, Kobayashi K, Hirono Y, Miyagawa M, Ishida T, Ejiogu EC, Sawai M. J
Evidence-Based Comp. & Alternative Med. 2011; 1-8.
5. Morales P, Haza AI. Antiproliferative and apoptotic effects of spanish honeys.
Pharmacognosy Magazine. 2013; 9(35): 231-237.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
95
P-8
HCV NS5B inhibisyonu yapan yeni heterosiklik bileşikler
ġ.Güniz KÜÇÜKGÜZEL*, Sevil ġENKARDEġ, Pelin SÜZGÜN
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Hepatit C virüsü (HCV), dünya genelinde yaklaĢık 200 milyon insanın enfekte olduğu tahmin
edilmekte olan önemli bir insan patojenidir. Virüs, 1989 yılında molekülde klonlamanın
geliĢmesiyle, non-A ve non-B hepatitli insanların kanları ile enfekte edilen Ģempanzelerin
plazmalarından klonlanarak bulunmuĢtur [1]. HCV‟yi hedef alan, yeni, tedavi indeksi yüksek
ve yan etkileri azaltılmıĢ, daha etkin moleküllere acil olarak ihtiyaç duyulmaktadır. HCV‟ye
ait NS5B proteini ile kodlanmıĢ RNA-bağımlı RNA polimeraz (RdRp) HCV genomunun
replikasyonunda merkezi enzimdir ve küçük moleküllü ilaçlar için ideal bir hedef sunar.
Nükleozit yapılı olanların yanı sıra çok değiĢik kimyasal yapılara sahip olabilen non-nükleozit
HCV NS5B inhibitörleri NS5B proteinin beĢ allosterik bölgeyi (AP) etkilediği de
bildirilmiĢtir [2].
ġ.G.Küçükgüzel ve ark. tarafından sentezlenen 2′,4′-difluoro-4-hidroksibifenil-3-karboksilik
asit [2-(2-fluorofenil)-4-tiyazolidinon-3-il]amit türevinin [3] 48 M IC50 değeri ile HCV
NS5B polimeraz inhibisyonu etkinliği bulunmuĢtur [4]. Laboratuvarımızda flurbiprofen,
etodolak, selekoksib ve diflunisal üzerinden sentezlenen heterosiklik bileĢiklerin HCV NS5B
inhibisyonu tespit edilmiĢtir [5-11].
Bu çalıĢmalar Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi tarafından
(BAPKO) SAĞ-YY-010/020103, SAG-A.310510/0175 ve SAG.BGS.120707/0141 kodlu;
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu (TÜBĠTAK) tarafından 108S257 ve
112S013 kodlu projeler ile desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: NS5B polimeraz, hidrazon, tiyosemikarbazit, 4-tiyazolidon, 1,2,4-
triazol.
Kaynaklar
1. Nielsen SU, Bassendine MF, Burt AD, Bevitt DJ, Toms GL. J Gen Virol 2004; 85(6):
1497-1507.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
96
2. Bhatt A, Gurukumar KR, Basu A, Patel MR, Kaushik-Basu N. Talele TT. Eur J Med Chem
2011; 46: 5138-45.
3. Küçükgüzel G, Kocatepe A, De Clercq E, Sahin F, Güllüce M. Eur J Med Chem 2006;
41(3):353-9.
4. Kaushik-Basu N, Bopda-Waffo A, Talele TT, Basu A, Chen Y, Küçükgüzel ġG. Front
Biosci 2008; 13: 3857-68.
5. Çıkla P, Tatar E, Küçükgüzel Ġ, ġahin F, Yurdakul D, Basu A, Krishnan R, Nichols DB,
Kaushik-Basu N, Küçükgüzel ġG. Med Chem Res 2013; 22(12): 5685-99.
6 Aydın S, Kaushik-Basu N, Arora P, Basu A, Nichols DBn, Talele TT , Akkurt M, Çelik Ġ,
Büyükgüngör O, Küçükgüzel ġG. Marmara Pharm. J. 2013; 17: 26-34.
7. Çıkla P, Arora P,
Basu A, Talele TT, Kaushik-Basu N, Küçükgüzel ġG. Marmara Pharm.
J. 2013; 17, 138-146.
8. Küçükgüzel ġG, CoĢkun Ġ, Aydın S, Aktay G, Gürsoy ġ, Çevik Ö, Bingöl Özakpınar Ö,
Özsavcı D, ġener A, Kaushik-Basu N, Basu A, Talele TT. Molecules 2013; 18:1394-404.
9. Aydın S, Kaushik-Basu N, ÖzbaĢ-Turan S, Akbuğa J, Mega Tiber P, Orun O, R.
Gurukumar KR, Basu A, Küçükgüzel ġG. Lett Drug Des Discov 2014; 11(2): 121-31
10. Süzgün P, Kaushik-Basu N, Basu A, Arora P, Talele TT, Durmaz I, Çetin-Atalay R,
Küçükgüzel ġG. J Enzyme Inh 2015; 30: 778-85.
11. ġenkardeĢ S, Kaushik-Basu N, Durmaz Ġ, Manvar D, Basu A, Atalay R, Küçükgüzel ġG.
Eur J Med Chem 2016; 108: 301-8.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
97
P-9
Antikanser etkili heterosiklik bileşikler
ġ.Güniz KÜÇÜKGÜZEL1*, Sevil ġENKARDEġ
1, Pelin SÜZGÜN
1, Özgür YILMAZ
2, IĢıl
ÇORUH1, Göknil Pelin COġKUN
1, Yakup DADAġ
1, Derya KOÇ
1
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2TÜBĠTAK Marmara AraĢtırma Merkezi, Malzeme Enstitüsü, Gebze, Kocaeli, Türkiye
Önemi giderek artan bir sağlık sorunu olan kanser oluĢumundaki mekanizmalar araĢtırılmakta
olup, kansere etkili olabilecek yeni ve daha etkili bileĢiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Hidrazit-
hidrazonlar [1], tiyosemikarbazit [2], pirazol [3], triazol [4], tiyazolidinon ve sülfoniltiyoüre
yapısındaki bileĢiklerin antikanser etkilerinin büyük önem kazanmıĢ olması, dikkatimizin bu
yönde yoğunlaĢmasına neden olmuĢtur. Laboratuvarımızda da sentezlenen non-steroidal
antiinflamatuvar ilaçlar olan diflunisal, etodolak, flurbiprofen, tolmetin, selekoksib ve
indapamit heterosiklik bileĢiklerinin antikanser etkinlikleri tespit edilmiĢ ve apoptotik
yolakları araĢtırılmıĢtır [5-15].
Bu çalıĢmalar Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi tarafından SAG-
CYLP-100914-0318, SAG-C-YLP-161111-0297, SAG-C-DRP-041213-0451, SAG-A-
310510-0175 ve SAG.BGS.120707/0141 kodlu projeler ve TÜBĠTAK 108S257, 114S966 ve
112S013 kodlu projeler ile desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Apoptoz, indol, pirazol, pirol, tiyazolidon, tiyoeter, triazol.
Kaynaklar
1.Rollas S, Küçükgüzel ġG. Molecules 2007; 12:1910-39.
2. Küçükgüzel ġG, ÇoĢkun GP. Anti-Cancer Med Chem 2016; baskıda.
3.Küçükgüzel ġG, ġenkardeĢ S, Eur J Med Chem 2015; 97: 786-815.
4.Küçükgüzel ġG, Süzgün P, Eur J Med Chem 2015; 97:830-70.
5.Çıkla P, Tatar E, Küçükgüzel Ġ, ġahin F, Yurdakul D, Basu A, Krishnan R, Nichols DB,
Kaushik-Basu N, Küçükgüzel ġG. Med Chem Res 2013; 22(12): 5685-99.
6. Aydın S, Kaushik-Basu N, Arora P, Basu A, Nichols DBn, Talele TT, Akkurt M, Çelik Ġ,
Büyükgüngör O, Küçükgüzel ġG. Marmara Pharm J 2013; 17: 26-34.
7.Küçükgüzel ġG, CoĢkun Ġ, Aydın S, Aktay G, Gürsoy ġ, Çevik Ö, Bingöl Özakpınar Ö,
Özsavcı D, ġener A, Kaushik-Basu N, Basu A, Talele TT. Molecules 2013; 18:1394-404.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
98
8.Aydın S, Kaushik-Basu N, ÖzbaĢ-Turan S, Akbuğa J, Mega Tiber P, Orun O, R.
Gurukumar KR, Basu A, Küçükgüzel ġG. Lett Drug Des Discov 2014; 11(2): 121-31.
9. Süzgün P, Kaushik-Basu N, Basu A, Arora P, Talele TT, Durmaz I, Çetin-Atalay R,
Küçükgüzel ġG. J Enzyme Inh 2015;30: 778-85.
10.Yılmaz Ö, ÖzbaĢ Turan S, Akbuğa J, Tiber PM, Orun O, Supuran C T., Küçükgüzel SG. J
Enzyme Inh 2015; 30: 967-80.
11.DadaĢ Y, CoĢkun GP, Özakpınar Ö, Özsavcı D, Küçükgüzel SG. Marmara Pharm J 2015;
19: 259-67.
12. Küçükgüzel ġG, Koç D, Çıkla-Süzgün P, Özsavcı D, Bingöl-Özakpınar Ö, Tiber PM,
Orun O, Erzincan P, Erdem SS, ġahin F. Arch Pharm 2015; 348: 730-42.
13.CoĢkun GP, Türkel N, Hayal TH, Kalaycı S, ġahin F, Küçükgüzel ġG. International
Multidisciplinary Symposium on Drug Research &Development EĢkiĢehir,15-17 Ekim, 2015.
14.Çoruh I, Çevik Ö, Yelekçi K, Djikic T, Küçükgüzel ġG. 3. Uluslararasi Ilac Tasarim
Kongresi Bahcesehir Universitesi Tip Fakultesi, PP34, 1-3 October 2015, Ġstanbul.
15. ġenkardeĢ S, Özakpınar Ö, Özsavcı D, ġener A, Çevik Ö, Küçükgüzel ġG. Anti-Cancer
Med Chem 2016; baskıda.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
99
P-10
Sefaklor ve klavulanik asit kombinasyonu süspansiyon formülasyonunun ve miktar
tayini analitik metodunun geliştirilmesi, analitik metodun valide edilmesi
Duygu ġALLI1*, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL
2
1Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Sefaklor beta laktamaz enziminin hidrolizine duyarlı, hücre duvarı sentezi inhibitörü, geniĢ
spektrumlu yarı sentetik, ikinci kuĢak sefalosporin grubu, aside dirençli, bakterisit etkili bir
etkin maddedir. Klavulanik asit Streptomyces clavuligaris‟den elde edilen, bakterilerde beta
laktamaz enzimlerini inhibe ederek, anti bakteriyallerin güçlerinin arttırılması ve etki
spektrumlarının geniĢletilmesi amacıyla kullanılan bir etkin maddedir.
Günümüzde bilinçsiz antibiyotik kullanımı ve gün geçtikçe bakterilerin antibiyotiklere direnç
geliĢtirmesi, araĢtırmacıları yeni etkin maddelerin sentezine ve var olan etkin maddelerin yeni
kombinasyonlarının arayıĢına yönlendirmiĢtir. Piyasada var olan amoksisilin klavulanik asit
kombinasyonuna çocuklarda direnç geliĢimi söz konusu oluĢabileceğinden, bu çalıĢmada daha
önce hiçbir literatür çalıĢması yapılmamıĢ olan sefalosporin türevi sefaklor ve klavulanik asit
kombinasyonunun pediatrik süspansiyon formülasyonu [1,2] (CLACEF) ve ürünün miktar
tayini analitik metodu geliĢtirilmiĢ, miktar tayini analitik metodu valide edilmiĢtir. GeliĢtirilen
analitik metot seçicilik, doğrusallık, geri kazanım, sistem kesinliği ve metot kesinliği
parametreleri için valide edilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Sefaklor, klavulanik asit, antibakteriyel ajanlar, ilaç direnci, yüksek
basınçlı sıvı kromatografi.
Kaynaklar
1. Küçükgüzel ġG, ġallı D. “Sefaklor ve klavulanik asit içeren stabil farmasötik bileĢimler”
baĢlıklı buluĢ için (2012/12497 –TPE).
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
100
2. Küçükgüzel ġG, ġallı D. Stable pharmaceutical compositions containing cefaclor and
clavulanic acid (EP 2 727 591 A2).
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
101
P-11
Metamizol sodyum‟un aktif karbon üzerindeki in vitro adsorpsiyonunun incelenmesi
Elif ÇALIġKAN SALĠHĠ*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Analjezik ve antipiretik etkili bir pirazolon türevi olan Metamizol sodyum‟un en tehlikeli ve
ölümcül olabilen yan etkisi agranülositozdur. Bu sebeple bazı ülkelerde kullanımı
yasaklanmıĢ olmasına rağmen birçok ülkede halen yaygın ve reçetesiz olarak da
kullanılmaktadır. Metamizol sodyum‟un doz aĢımı ile ilgili çalıĢmalar, aĢırı miktarda alımının
orta derecede zehirlenmeye yol açtığını ve esasen gastrointestinal yolla olduğunu ortaya
koymuĢtur [1].
Zehirlenme çok yaygın bir sorundur ve hastalıkların tedavisinde kullanılan bir çok ilacın
spesifik bir antidotu bulunmamaktadır. Aktif karbon, spesifik antidotu bulunmayan ilaçların
zehirlenmelerinde baĢarılı olarak kullanılmaktadır [2]. Ancak aktif karbonun belirli ilaçlar için
sahip olduğu adsorpsiyon kapasitesi ve ilacı ortamdan uzaklaĢtırma hızı ve mekanizması
hakkındaki çalıĢmalar yok denecek kadar azdır.
Bu nedenlerle, bu çalıĢma kapsamında ticari toz aktif karbon kullanılarak metamizol
sodyum‟un in vitro adsorpsiyonu simule edilmiĢ mide ve bağırsak ortamında incelenmiĢtir.
Adsorpsiyon çalıĢmaları farklı süreler, adsorban miktarları ve adsorbat deriĢimleri için 310 K
vücut sıcaklığında yürütülmüĢtür. ÇalıĢmalardan elde edilen veriler Langmuir ve Freundlich
adsorpsiyon izotermleri kullanılarak modellenmiĢ ve adsorpsiyon kapasiteleri hesaplanmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Metamizol sodyum, aktif karbon, adsorpsiyon, adsorban, doz aĢımı.
Kaynaklar
1. Bentur Y, Cohen O. J Toxicology: Clinical Toxicology 2004; 42(3): 261-265.
2. Otero M, Grande CA, Rodrigues AE. Reactive & Functional Polymers 2004; 60: 203–213.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
102
P-12
Öjenolün tek başına ve antibiyotiklerle kombinasyonlarının biyofilm oluşturan
Pseudomonas aeruginosa suşları üzerine etkilerinin araştırılması
Kamile YILDIRIM1*
, Ümran SOYOĞUL GÜRER1, Erkan RAYAMAN
1, Rıza ADALETĠ
2,
Gülgün TINAZ3
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarı,
Ġstanbul, Türkiye
3Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Pseudomonas aeruginosa güçlü biyofilm etkinliği olan bir patojendir. Öjenol, karanfil uçucu
yağındaki fenolik bir bileĢiktir ve antimikrobiyal etkisi çalıĢmalar ile gösterilmiĢ çevreyi
algılama sistemi inhibitörüdür. Bu çalıĢmada P.aeruginosa suĢlarının biyofilm oluĢturma
kapasiteleri ile öjenol, meropenem, siprofloksasin ve tobramisinin tek baĢlarına ve
kombinasyonlarının biyofilm oluĢturan P.aeruginosa suĢları üzerine etkilerinin araĢtırılması
amaçlanmıĢtır.
ÇalıĢmamızda çeĢitli klinik örneklerden izole edilen 50 adet P.aeruginosa suĢunun biyofilm
oluĢturma kapasitesi, kristal viyole boyama yöntemiyle spektrofotometrik olarak; öjenol,
meropenem, siprofloksasin ve tobramisinin, kuvvetli biyofilm oluĢturan 25 adet klinik
P.aeruginosa ile kontrol olarak P.aeruginosa ATCC 27853 ve referans P.aeruginosa PAO1
suĢları üzerine etkileri sıvı mikrodilüsyon yöntemi ile; öjenolün antibiyotikler ile
kombinasyonlarının P.aeruginosa suĢları üzerine etkisi ise mikrodilüsyon checkerboard
yöntemi ile araĢtırılmıĢtır.
ÇalıĢmamızda, biyofilm oluĢturma kapasitelerine göre; 52 P.aeruginosa suĢunun 36‟sının
kuvvetli, 10‟unun orta kuvvetli ve 6‟sının zayıf biyofilm oluĢturduğu saptanmıĢtır.
Meropenem, siprofloksasin ve tobramisinin MĠK değerleri sırasıyla; 0,125-16 µg/ml, 0,125-
64 µg/ml, 0,5->512 µg/ml arasında değiĢirken, öjenol için % 0,18 (v/v) - % 0,37 (v/v)
arasında olduğu bulunmuĢtur. Biyofilm oluĢturan P.aeruginosa suĢları üzerine öjenolün
antibiyotikler ile kombinasyonlarının % 100 oranında aditif etkili oldukları belirlenmiĢtir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
103
Sonuç olarak, kuvvetli biyofilm oluĢturan P.aeruginosa suĢlarına en etkili antibiyotiğin
meropenem olduğu görülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Antibiyotik, biyofilm, öjenol, P. aeruginosa.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
104
P-13
Gümüş nanopartiküllerinin mikrobiyal sentezi, yapısal analizi ve antimikrobiyal
özelliklerinin belirlenmesi
Berrak ALTINSOY 1*, Okan ATEġ
1, Ġsmail ÖÇSOY
2
1Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Kayseri,
Türkiye
2Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
NanogümüĢ (AgNp) tanı, tedavi, ilaç salınımı, tıbbi cihaz kaplama ve kiĢisel sağlık bakımı
dahil pekçok biyomedikal uygulamada geniĢ kullanım alanına sahip olması diğer
nanomateryaller arasında onu en dikkat çekici kılmaktadır. Fiziksel ve kimyasal metotlar
AgNp‟nin sentezi için kullanılan baĢlıca yöntemlerdir. Kimyasal ve fiziksel yöntemlerdeki
sorun sentezin pahalı olması ve toksik maddeleri adsorbe etmeleridir. Bu yöntemlerin aksine,
AgNp‟nin biyosentezi (yeĢil sentez), protein, peptid, karbohidrat ve çeĢitli türlerde bakteri,
mantar, maya, alg ve bitkileri kullanan çevre dostu bir sentez metodu olmasından dolayı
büyük ilgi görmektedir. BaĢlıca biyolojik sistemler bakteri, maya ve bitki özütlerini içerir.
AgNp‟nin tıp alanındaki temel kullanımı tanı ve terapötik uygulamaları içerir. Çoğu terapötik
uygulama bu partiküllerin antimikrobiyal özelliğini araĢtırmaya yöneliktir.
Bu çalıĢmada, AgNp Bacillus subtilis’den biyosentezi biyolojik metoda göre yapılmıĢ ve elde
edilen nanopartikülün kalitesi, morfolojisi ve boyutu UV-visible (UV–vis) absorption
spectroscopy, taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve zeta potansiyel (ZT) ile karakterize
edilmiĢtir. Ek olarak, Bu nanopartikülün insan patojenlerine karĢı antimikrobiyal etkisi
araĢtırılmıĢtır. Sentezlenen nanopartiküller UV–vis spektorskopisi sonuçlarına göre 438 nm
ve 433 nm‟de maksimum absorbans gösterdi (sırasıyla 1 mM AgNO3, 5 mM AgNO3).
GümüĢ nanopartikülleri 1 mM AgNO3 için küresel ve ortalama 112 nm ve 5 mM AgNO3 için
288 nm boyutunda elde edildi. Ayrıca sentezlenen gümüĢ nanopartikülleri gram pozitif ve
gram negatif bakterilere karĢı güçlü antibakteriyal aktivite gösterdi.
Anahtar kelimeler: GümüĢ nanopartikülleri, biyosentez, antimikrobiyal aktivite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
105
P-14
Deri yaşlanmasına karşı kullanılan lipozomlar
BüĢra KARCI*, Oya KERĠMOĞLU SĠPAHĠGĠL
*Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye.
Günümüz insanı yaĢam süresini daha yüksek yaĢam kalitesiyle sürdürmek için yaĢlanmayı
yavaĢlatmak, genç yaĢamak ve görünmek istemektedir. Önemli görevlere sahip olan derimiz
vücudumuzun kompleks bir organıdır ve yaĢlanmanın en çok etkilendiği yapıların baĢında
gelir. YaĢlanmaya bağlı olarak epidermis ve dermiste birçok değiĢiklikler meydana
gelmektedir. Her geçen gün önem kazanmaya devam eden antiaging çalıĢmaları ve teknolojik
geliĢmelerle yaĢlanma süreci yavaĢlatılmaya çalıĢılmaktadır. YaĢlanmaya karĢı kullanılan
maddelerin çoğunluğu hayvansal ve bitkisel kaynaklı doğal veya doğala yakın maddelerdir.
Bu nedenle bu maddelerin çoğunluğunun stabilitesi ve aktivitesi sorun yaratabilmektedir, her
defasında aynı safsızlık ve aktivitede elde edilmeleri zordur. Etkinliklerini aynı seviyede
tutabilmek için farklı kozmetik taĢıyıcı sistemler, özellikle de modern taĢıyıcı sistemler içinde
hazırlanmaktadırlar. Lipozomlar da antiaging uygulamalarda tercih edilen kozmetik taĢıyıcı
sistemler arasında yer almaktadır. Bu çalıĢmada derinin yapısından, deri yaĢlanmasından,
lipozomlardan ve yaĢlanma karĢıtı kullanılan topikal preparatlarda lipozom teknolojisinin
kullanımından ayrıntılı olarak bahsedilmektedir.
Anahtar kelimeler: Deri, lipozom, deri yaĢlanması.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
106
P-15
1-Okzoindan yapısında sekonder amit türevi bazı yeni bileşiklerde gerçekleştirilen
modifikasyonların bileşiklerin kolinesteraz inhibisyonu üzerindeki etkisinin
değerlendirilmesi
Mehmet KOCA1*
, Kadir Özden YERDELEN1, Zeynep KASAP
1, BarıĢ ANIL
2
1Atatürk Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Erzurum,
Türkiye
2Atatürk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Bölümü, Erzurum, Türkiye
Nörodejeneratif bir rahatsızlık olan Alzheimer‟da beyinde oluĢan kolinerjik kayıplar söz
konusudur. Kolinesteraz inhibisyonu bu kayıpların önlenmesi açısından önem arzetmektedir.
[1] Literatürde amit yapısındaki çeĢitli bileĢiklerin düĢük mikromolar konsantrasyonlarda
kolinesteraz inhibisyonu gösterdiği bildirilmiĢtir [2]. Ayrıca 5,6 dimetoksi indanon yapısına
sahip donepezil molekülü kolinesteraz inhibitörü olarak günümüzde Alzheimer tedavisinde
kullanılmaktadır [3].
Bu çalıĢma kapsamında 3-(3,4-dimetoksi-fenil)-propiyonik asit‟ten hareketle 5,6-dimetoksi-1-
indanon türevi sekonder amit yapısında yeni bileĢikler sentezlenmiĢtir. Ayrıca indanon halka
sistemi 1H-inden yapısına dönüĢtürülerek 5,6-dimetoksi-1H-inden-2-karboksamit türevi
bileĢikler elde edilmiĢtir. Sentezlenen bileĢiklerin yapıları 1H-NMR,
13C-NMR ve TOF-MS,
spektroskopisi yöntemleriyle aydınlatılmıĢtır. BileĢiklerin AChE ve BuChE enzimlerini
inhibe etme potansiyelleri in vitro ortamda yapılan enzim çalıĢmasıyla değerlendirilmiĢtir.
Ġndan halkası üzerinde yapılan modifikasyonun ve anilin halkası üzerindeki farklı
sübstitüentlerin kolinesteraz enzim inhibisyonunda önemli bir rolünün olduğu görülmüĢtür. 20
No‟lu bileĢiğin (0.08 µM) en kuvvetli anti-AChE aktivite gösterdiği belirlenirken, 42 no‟lu
bileĢiğin (1.08 µM) serideki en kuvvetli BuChE inhibitörü olduğu tespit edilmiĢtir. Ayrıca en
güçlü inhibitör bileĢikler üzerinde yapılan simülasyon çalıĢmalarıyla bileĢiklerin kolinesteraz
enzimlerinin aktif bölgeleriyle birçok bağ etkileĢimine girdiği gösterilmiĢtir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
107
Anahtar kelimeler: Antikolinesteraz, indanon, 1H-inden, moleküler modelleme.
Kaynaklar
1. Darvesh S, Hopkins DA, Geula C. Nature Reviews Neuroscience, 2003, 4: 131-138.
2. Musilek K, Komloova M, Holas O, Hrabinova M, Pohanka M, Dohnal V, Nachon F,
Dolezal M, Kuca K. Eur J Med Chem, 2011, 46: 811-818.
3. Akasofu S, Kimura M, Kosasa T, Sawada K, Ogura H. Chemico-Biological Interact, 2008,
175: 222-226.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
108
P-16
Bazı 3,5-disübstitüe-tetrahidro-2H-1,3,5-tiyadiazin-2-tiyon türevlerinin sentezi ve
antimikrobiyal aktiviteleri üzerine çalışmalar
Azime Berna ÖZÇELĠK,1*
Günseli YILMAZ,1 Semiha ÖZKAN,
2 and Seyhan ERSAN
1
1Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ankara,
Türkiye
2Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara,
Türkiy.
Bu çalıĢmada, 3,5-disübstitüe-tetrahidro-2H-1,3,5-tiyadiazin-2-tiyon türevi bileĢikler
sentezlenmiĢtir. BileĢiklerin sentezi formaldehit ve traneksamik asitin, alkil veya aralkil amin
içeren ditiyokarbamat yapısı ile reaksiyonu ile elde edildi. Sentezi yapılan bileĢiklerin yapıları
IR, kütle ve 1H-NMR verileri ile aydınlatılmıĢtır. Elde edilen bileĢikler antimikrobiyal
etkinlikleri açısından değerlendirilmiĢlerdir. Sentez edilen bileĢiklerin antibakteriyal etkileri,
ofloksazin referans alınarak mikrodilüsyon yöntemi ile antifungal etkileri ise flukonazol
referans alınarak mikrodilüsyon yöntemi ile değerlendirilmiĢtir. BileĢiklerimizden 3-(feniletil/
oktil/ siklopropil/ 4-metoksifenilmetil)-5-(4-karboksisikloheksilmetil)-tetrahidro-2H-1,3,5-
tiyadiazin-2-tiyon yapısındaki dört tanesi Staphylococcus aureus ATCC 292132‟a karĢı
(MĠK:31.25 µg/mL) aynı düzeyde oldukça iyi bir aktivite göstermiĢtir. Bu bileĢiklerin ayrıca
Candida parapsilosis ATCC 90018‟a karĢı çok etkili (MĠK:7.8 µg/mL) oldukları
bulunmuĢtur.
Anahtar kelimeler: 3,5-disübstitüe-tetrahidro-2H-1,3,5-tiyadiazin-2-tiyon, antimikrobiyal
etki.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
109
P-17
Alchemilla mollis‟in sıçanlarda CCl4‟le oluşturulmuş akut karaciğer toksisitesi üzerine
etkileri
Hanefi ÖZBEK1, Özlem BAHADIR ACIKARA
2,
Ġlknur KESKĠN3,
Neriman Ġpek
KIRMIZI4*, Serkan ÖZBĠLGĠN
2, Burçin ERGENE ÖZ
2, Ekin KURTUL
2, Bade Cevriye
ÖZRENK4, Gülçin SALTAN
2
1Ġstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
3Ġstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
4Ġstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢmada Alchemilla mollis bitkisine ait metanol:su ekstrelerinin, sıçanlarda karbon
tetraklorürle oluĢturulmuĢ akut karaciğer toksisitesine karĢı koruyucu etkisi araĢtırıldı.
Sprague Dawley ırkı her iki cinsiyetten sıçanlar (n=6) kullanılarak altı çalıĢma grubu
oluĢturuldu. Buna göre gruplar:
Grup 1: Serum fizyolojik kontrol grubu (0,1 mL),
Grup 2: Karbon tetraklorür (CCl4) kontrol grubu (0,8 ml/kg),
Grup 3: A. mollis (herba) 100 mg/kg + CCl4 (0,8 ml/kg),
Grup 4: A. mollis (herba) 200 mg/kg+ CCl4 (0,8 ml/kg),
Grup 5: A. mollis (kök) 100 mg/kg+ CCl4 (0,8 ml/kg).
Grup 6: A. mollis (kök) 200 mg/kg + CCl4 (0,8 ml/kg).
ÇalıĢma gruplarına 2 gün CCl4 ve ardından 5 gün süreyle bitki ekstresi uygulandı. 6. Gün
hayvanlar hayatı sonlandırıldı, kan ve karaciğer dokusu örnekleri alındı. Serumda aspartat
aminotransferaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) düzeylerine bakıldı. Karaciğer
dokusu Hematoksilen-eozinle boyandı ve histopatolojik olarak değelendirildi. AST değerleri
yönünden gruplar arasında yalnızca A. mollis (herba) 100 mg/kg grubunun CCl4 grubundan
anlamlı seviyede düĢük olduğu saptandı. Serum ALT değerleri yönünden bitki ekstresi
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
110
gruplarının tümü CCl4 grubundan anlamlı derecede düĢük olarak tespit edildi. Histopatolojik
değerlendirmede A. mollis (herba) 100 mg/kg grubu hariç bitki ekstresi grupları CCl4 grubuna
göre anlamlı seviyede daha az hasarlı olarak saptandı. Alchemilla mollis bitki türüne ait
metanol:su ekstrelerinin CCl4‟le oluĢturulmuĢ akut karaciğer hasarı üzerinde anlamlı seviyede
karaciğeri koruyucu aktiviteye sahip olduğu söylenebilir.
Anahtar kelimeler: Alchemilla mollis, karaciğer koruyucu aktivite, CCl4.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
111
P-18
Agomelatin için olası yeni bir endikasyon: adrenerjik reseptör aracılıklı anti-nöropatik
etki
Ümide DEMĠR ÖZKAY*, Özgür Devrim CAN, Nazlı TURAN
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, EskiĢehir, Türkiye
Melatoninin MT1 ve MT2 reseptörleri üzerine agonist, serotoninin 5-HT2C reseptörleri üzerine
antagonist etki gösteren bir antidepresan olan agomelatin‟in, streptozotosin (STZ) ile diyabet
oluĢturulmuĢ sıçanlarda geliĢen hiperaljezi ve allodini üzerine terapötik etki gösterdiği daha
önce çalıĢma grubumuz tarafından bildirilmiĢtir. Bu çalıĢmada, diyabetik nöropati sürecinde
önemli rolleri olduğu bilinen adrenerjik reseptörlerin agomelatin‟in antihiperaljezik ve
antiallodinik etkilerine olası katılımlarının araĢtırılması planlanmıĢtır.
Deneysel çalıĢmalar Sprague-Dawley sıçanlar ile yürütülmüĢtür. Deneysel diyabet modeli
oluĢturmak amacı ile hayvanlara 50 mg/kg dozda (iv) STZ enjekte edilmiĢtir. Diyabet
oluĢturulduktan sonra, periferik nöropati geliĢimi için 4 hafta beklenmiĢ ve sonra sıçanlara iki
hafta boyunca 40 mg/kg dozda agomelatin uygulanmıĢtır. Agomelatin‟in antihiperaljezik
etkisi Randal-Sellito ve Hargreave‟s plantar testleri ile; antiallodinik etkisi ise dinamik plantar
ve ılık plaka testleri ile araĢtırılmıĢtır. Söz konusu farmakolojik etkilere alfa-adrenerjik
reseptörlerin ve beta-adrenerjik reseptörlerin olası katılımı, fentolamin (non-selektif alfa-
adrenoseptör antagonisti) ve propranolol (non-selektif beta-adrenoseptör antagonisti)
kullanılarak araĢtırılmıĢtır. Bu çalıĢmanın deneysel protokolü Anadolu Üniversitesi Hayvan
Deneyleri Yerel Etik Kurulu tarafından onaylanmıĢtır.
Deneysel çalıĢmalar sonucunda fentolamin ve propronolol uygulamalarının subakut
agomelatin tedavisi ile meydana gelen antihiperaljezik ve antiallodinik etkileri ortadan
kaldırdığı belirlenmiĢtir. Bu bulgular, agomelatin‟in nöropatik ağrı üzerine olan terapötik
etkinliğine hem alfa- hem de beta- adrenerjik reseptörlerin aracılık ettiğini ortaya
koymaktadır. Bu çalıĢma, diyabetik nöropatik ağrı tedavisinde güçlü terapötik etkinlik
gösteren agomelatin‟in söz konusu farmakolojik etkisine aracılık eden mekanizmaların
aydınlatılmasına iliĢkin çalıĢmalara katkı sağlaması açısından önemlidir.
Anahtar kelimeler: Agomelatin, diabetes mellitus, fentolamin, nöropati, propranolol,
streptozotosin.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
112
P-19
Oksidatif DNA hasarının hassas biyogöstergesi: 8-hidroksiguanin
Tuğçe YEġĠL-DEVECĠOĞLU*, Semra ġARDAġ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
DNA oksidasyonu insan DNA‟sında en yaygın meydana gelen hasar çeĢididir. Radyasyon
veya kimyasallar gibi eksojen faktörler aracılığıyla veya hücresel solunum esnasında oluĢan
serbest radikaller gibi reaktif oksijen türleri (ROS) ve oksijenin diğer yüksek reaktif formları
(örneğin; hidrojen peroksit, süperoksit anyon, singlet oksijen, hidroksil radikal, nitrik oksit ve
peroksinitrit) ile indüklenebilir. Oksidatif DNA hasarının temel örnekleri modifiye pürin ve
pirimidin bazlarıyla birlikte, DNA-protein çapraz bağlanmaları, oligonükleotid sarmal
kırıkları ve abazik bölgelerdir. 100‟den fazla tanımlanmıĢ oksidatif DNA ürünü arasında en
iyi bilineni 8-hidroksiguanindir 1, 2. 8-hidroksiguaninin keĢfi; ilk kez Kasai ve Nishimura
tarafından 1984‟de raporlanmıĢtır 3. Oksidatif DNA ürünleri, karsinojenezisin ve oksidatif
stresin belirlenmesinde iyi birer biyogöstergedir. Biyogöstergelerden ksenobiyotik ile
biyolojik sistem arasındaki etkileĢimin ölçülmesinde yararlanılmaktadır ve bu amaca yönelik
maruziyetin, erken biyolojik etkinin, duyarlılığın genomik stabilitenin, ve sağlık riskinin
ölçülmesi için farklı biyogöstergeler mevcuttur 4. Bu çalıĢmada araĢtırmalarımızda oksidatif
DNA hasarını ölçmede yararlandığımız maruziyetin biyogöstergesi olan 8-hidroksiguaninin
önemine değinilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Oksidatif DNA hasarı, 8-hidroksiguanin.
Kaynaklar
1. Aust AE, Eveleigh JF. Proc Soc Exp Biol Med 1999, 222(3): 246-52.
2. Jomovaa K, Valkob M. Toxicology 2011, 283 (2-3):65-87.
3. Valavanidis A, Vlachogianni T, Fiotakis C. J Environ Sci Health B Part C 2009, 27:2,
120-139.
4. Au WW, Lee E, Christiani DC. J Occup Environ Med 2005, 47(2):145-153.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
113
P-20
Deneysel diyabette insülin ve melatonin tedavisinin beyin dokusu üzerine etkilerinin
incelenmesi
Begüm GÜREL1*
, Hazal ĠPEKÇĠ1, Burçin ALEV
1, Ünsal Veli ÜSTÜNDAĞ
1, Nihal ġehkar
OKTAY1, AyĢen YARAT
1, Ebru IġIK ALTURFAN
1, Göksel ġENER
2, Tuğba TUNALI
AKBAY1
1 Marmara Üniversitesi, DiĢhekimliği Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Anabilim Dalı,
Biyokimya, Ġstanbul, Türkiye
2 Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Tip II diyabet yetersiz insülin üretimi veya insülinin hücresel etkinliğinin eksikliği ile
karakterize edilen bir endokrin bozukluktur. ÇalıĢmamızda Spraque Dawley türü erkek
sıçanlar 5 gruba ayrılmıĢtır. Kontrol grubu sıçanlara 12 hafta boyunca intraperitoneal olarak
serum fizyolojik uygulanmıĢtır. Diğer 4 grupta streptozotosin (STZ) (60 mg/kg, ip)
enjeksiyonu ile diyabet oluĢturulmuĢtur. Tedavi uygulanmayan diyabet grubu sıçanlarına 12
hafta süresince serum fizyolojik uygulanmıĢtır. Diyabet+insülin grubu sıçanlarına insülin (6
U/kg, sc), diyabet+melatonin grubu sıçanlarına melatonin ve diyabet+insülin+melatonin
grubu sıçanlarına insülin (6 U/kg, sc) ve melatonin (10 mg/kg/gün, i.p) uygulanmıĢtır. 12
hafta sonunda tüm sıçanların dekapitasyon sonrası alınan beyin dokusu örneklerinde lipid
peroksidasyon, glutatyon (GSH) düzeyleri ve glutatyon-S-transferaz (GST) aktivitesi tayin
edilmiĢtir. Diyabet grubu sıçanların beyin dokusunda lipid peroksidasyonu artarken, glutatyon
seviyesi ve glutatyon-S-transferaz aktivitesi anlamlı olarak azalmıĢtır. Diyabet grubu sıçanlara
insülin verilmesi lipid peroksidasyonu anlamlı olarak azaltırken, GSH seviyesini anlamlı
olarak artırmıĢtır. Diyabet grubu sıçanlara melatonin verilmesi ise lipid peroksidasyonu
anlamlı olarak azaltırken, GSH seviyesini ve GST aktivitesini anlamlı olarak arttırmıĢtır.
Ġnsülin ve melatoninin beraber uygulandığında beyin dokusunda lipid peroksidasyonu anlamlı
olarak azaltırken, GSH seviyesini ve GST aktivitesini arttırmıĢtır, ancak bu artıĢ istatiksel
olarak anlamlı değildir. Sonuç olarak diyabette bozulan oksidan-antioksidan dengesi
melatonin ile korunmuĢtur. Ġnsülin tedavisine melatonin eklenmesi ile beyin dokusunda lipid
peroksidasyonun azalması diyabet tedavisini destekler niteliktedir.
Anahtar kelimeler: Diyabet, melatonin, streptozotosin, beyin, oksidatif stress.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
114
P-21
Kloralhidratın asitlik sabitinin sıcaklıkla değişiminin incelenmesi
Hayrunnisa MEYDAN*, A. Seza BAġTUĞ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı, Genel
Kimya Bilim Dalı, HaydarpaĢa 34668, Ġstanbul, Türkiye
Ġlaç etkin maddelerinin hidrojen iyonu ile etkileĢimini konu alan çalıĢmalar bu maddelerin
yaĢamsal önemleri nedeniyle ilgi çekicidir. Bu konuda çok sayıda çalıĢma yapılmaktadır [1].
Kloralhidrat, proton ya da metal iyonlarıyla etkileĢimlerinde yer alan ve elektron çifti vericisi
olan bir atom içermektedir. Bu atom kloralhidratın–OH grubundaki oksijen atomudur [2].
Bu çalıĢmadaki amacımız sulu çözeltide, üç farklı sıcaklıkta ve sabit iyonik kuvvette
kloralhidratın asitlik sabitinin potansiyometrik pH titrasyonu yöntemi ile belirlenmesidir.
Titrasyon, deriĢimi bilinen kuvvetli ve eylemsiz bir asit çözeltisinin (HClO4) varlığında
gerçekleĢtirildi. Titrasyonda 0,1 mol/L NaOH çözeltisi kullanıldı. Ġyonik kuvvet titrasyon
çözeltisine NaClO4 çözeltisi eklenerek sabit tutuldu (0,1 mol/L). Ligand deriĢimi ise 0,002
mol/L idi. Ölçümler bilgisayar ile kaydedildi. Hesaplamalar bilgisayarda MS Excel
yazılımında yapılan özel düzenleme (BaĢtuğ) ile yapılmıĢtır. Deneyde elde edilen ölçümlerle
pKO için 5,0; 20,0 ve 35,0oC sıcaklıklarda bulunan ortalama değerler sırasıyla: 9,87; 10,03 ve
10,22 dir.
Kloralhidratın protonlanma tepkimesinin termodinamik nicelikleri ΔolG0 = –56,3 kJ/mol,
ΔolH0 = 18,6 kJ/mol ve ΔolS
0 = 255 J/mol K olarak hesaplandı. Bu sonuçlar ile tepkimede
yürütücü kuvvetin %100 entropi olduğu ve Yumuşak ve Sert Asitler ve Bazlar Kuralına göre
bunun sert-sert etkileĢiminden beklenen davranıĢla uyumlu olduğu sonucuna varılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Kloralhidrat, asitlik sabiti, potansiyometrik pH titrasyonu, YumuĢak ve
Sert Asitler ve Bazlar Kuralı.
Kaynaklar
1. Bastug, A. S., Göz, S. E., Talman, Y., Göktürk, S., Asil, E., CalıĢkan, E., J Coord
Chem.,2011; 64(2): 281–292.
2. Bastug, A. S., Özarslan, N. Y., Göz, S. E., 8th
International Symposium on Pharmaceutical
Sciences (ISOPS–8 Ankara 13–16.06.2006); Proceedings and Abstracts. 2006: 266.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
115
P-22
Alzheimer Hastalığı‟nın tedavisinde güncel gelişmeler: Her yönüyle Huperzin A
Özgür Devrim CAN, Nazlı TURAN*, Ümide DEMĠR ÖZKAY
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, EskiĢehir, Türkiye
Alzheimer hastalığı (AH) biliĢsel becerilerde bozulmaya, davranıĢsal değiĢikliklere ve günlük
yaĢamı sürdürmede aksaklıklara neden olan progresif bir nörodejeneratif hastalıktır. Radikal
tedavisinin olmaması ve hasta yakınlarının üstlendiği maddi ve psikolojik sorunlar nedeniyle,
AH tüm dünya için önemli bir halk sağlığı sorunudur. AH‟nin tedavisinde donepezil,
rivastigmin, galantamin ve memantin gibi ilaçlar kullanılmaktadır. Son dönemlerde anti-
Alzheimer etkinliği nedeniyle dikkatleri üzerine çeken maddelerden biri de Huperzin A‟dır.
Huperzin A, Huperzia serrata adlı bitkiden elde edilen bir alkaloiddir. Asetilkolinesteraz
enziminin (AChE) güçlü inhibitörü olan bu maddenin, öğrenme ve bellek süreçleri üzerine
olumlu etkilere sahip olduğu çok sayıda çalıĢma ile doğrulanmıĢtır. Terapötik etkinliğinin
yalnızca AChE inhibisyonu ile ilgili olmadığının fark edilmesi Huperzin A‟nın, AH‟nin
tedavisindeki önemini artırmıĢtır. Bu alkaloidin; nöronları intraserebral kanamaya, spinal kord
travmasına, amiloid beta-aracılıklı oksidatif hasara karĢı koruduğuna, NMDA reseptörlerini
antagonize ettiğine, beyinde ağır metal birikimini azalttığına ve sinir büyüme faktörlerinin
miktarlarını artırdığına iliĢkin bulgular Huperzin A‟nın AH‟nın yanı sıra diğer nörodejeneratif
hastalıkların tedavisi için de umut verici bir ajan olabileceğini düĢündürmektedir.
Diğer yandan, Huperzin A‟nın bulantı, kusma, diyare, terleme, iĢtah kaybı, tükürük salgısında
artıĢ, idrar tutamama, kan basıncında artıĢ, kalp hızında azalma, kaslarda seğirme, kasılma,
kramp ve huzursuzluk gibi yan etkilere neden olabileceği; ayrıca bu alkaloidin CYP3A4
enzimi üzerindeki indükleyici etkisinin çeĢitli ilaç etkileĢimlerine neden olabileceği
unutulmamalıdır.
Sonuç olarak Huperzin A, AH tedavisi için yüksek efikasiteye ve çok yönlü etki
mekanizmasına sahip iyi bir alternatif gibi görünmekle birlikte, bu maddenin “güvenli” kabul
edilebilmesi için toksisite profili özel hasta gruplarında kullanımı ve olası ilaç etkileĢimleri
gibi konuları aydınlatacak kapsamlı araĢtırmalara gereksinim duyulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Alzheimer hastalığı, asetilkolinesteraz enzim inhibitörü, huperzin A,
nöroprotektif.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
116
P-23
İnsanoğlunun makro devrimi: Nanoteknoloji
Yağmur PĠRĠNÇCĠ1*, Münteha ÖZACAR
1, Fatih TOK
2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Nanoteknoloji, nanometre ölçeğinde atomların iĢlenmesi ile fonksiyonel malzemelerin,
araçların ve sistemlerin geliĢtirilmesi ve üretimidir [1,2]. Bu çalıĢma kapsamında
nanoteknolojinin teknik bilgilerinden, var olan ve potansiyel uygulama alanlarından
bahsedilmiĢtir. Özellikle kanser tedavisi ile tıp alanındaki potansiyel, nanomalzeme ve
cihazlar ile eczacılıktaki varolan uygulamalar örnekler ile detaylandırılmıĢtır.
Nanoteknolojinin getireceği avantaj ve dezavantajlar hakkında bilgi verilerek konuya objektif
yaklaĢılması gerektiği belirtilmiĢtir [3,4].
Anahtar kelimeler: Nanometre, nanoteknoloji, nanomalzeme.
Kaynaklar
1.Uluslararası Rekebet Stratejileri: Nanoteknoloji ve Türkiye, TÜSĠAD Rekabet Stratejileri
Dizisi 2008;11.
2.Özer Y. Nanobilim ve Nanoteknoloji: Ülke Güvenliği/Etkinliği açısından Doğru Modelin
Belirlenmesi Yüksek Lisans Tezi, 2008.
3. Kavaz D. Aylık Nanoteknoloji ve Nanaotıp Bilim Dergisi 2011;13: 12, 17-18.
4.Değim ĠT. TEB Yayını/Meslek Ġçi Sürekli Eğitim Dergisi 2011; 25-26: 10-12.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
117
P-24
Endometrial dokudaki T hücrelerin ve sitokinlerin açıklanamayan infertilitedeki rolü
Enver ÇIRACI1*
, Sadık ġAHĠN2, Sevgin DEĞĠRMENCĠOĞLU
3, Bülent TEKĠN
4, Tayfun
ÜNAL5, DilĢad HERKĠLOĞLU
6, ġermin TETĠK
5
1Biruni Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Ġstanbul, Türkiye
2Ġstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim AraĢtırma Hastanesi, Ġstanbul, Türkiye
3Ġstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
4Su-Arge, Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
6Üsküdar Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi,
Ġstanbul, Türkiye
Gebeliğin devamı ve normal bir Ģekilde sonlanması için annenin sahip olduğu immün
sisteminin sağlıklı çalıĢması önemlidir. Hücresel immün yanıtın gebelik süresince
baskılandığı, humoral immün yanıtın ise aktivitesine devam ettiği bütün memelilerde geçerli
olan ortak bir görüĢ olup bu aĢamada T hücreleri ve bunlardan salınan birtakım sitokinler
önemli roller üstlenirler. Bu nedenle, T hücreleri ve bunlardan salınan sitokinlerde meydana
gelebilecek bozukluklar gebelik patolojilerine, erken doğumlara ve abortlara yol
açabilir. Dolayısıyla sitokinlerin faaliyetlerinin takip edilmesi gerekir. Bu çalıĢmada,
açıklanamayan infertilite ve kontrol gruplarından alınan endometrial dokulardaki T hücreler
ve bazı sitokinlerin mRNA ekspresyon düzeylerine bakılarak T hücrelerin ve sitokinlerin
Ġnvitro fertilizasyondaki rollerinin değerlendirilmesi amaçlanmıĢtır. Doku örnekleri
açıklanamayan infertilite ( n=26), ve kontrol grubundan (n=17) menstrual döngünün 21-24.
günleri arasında endometrial biyopsi yapılarak alınmıĢtır. Hasta ve kontroller, 20-35 yaĢ
aralığından seçilmiĢlerdir. Dokular kasetlendikten sonra, dokulara RNA later solüsyonu
eklenerek +4 °C de 1 gün RNA later solüsyonu protokolüne göre dokudaki RNA bozulmasını
önlemek için muamale edilmiĢtir. Dokudan RNA saflaĢtırması yapılacak güne kadar -80°C
de saklanmıĢtır. Ticari RNA izolasyon kiti kullanılarak dokudan RNA izolasyonu yapılmıĢtır.
Ardından elde edilen RNA‟dan revers transkriptaz enzimi kullanılarak cDNA
sentezlenmiĢtir. Real Time PCR yöntemi kullanılarak dokudaki bazı sitokinlerin (IL-17A,
IL-10, IL-12A, TGF, IL-20, IL-8, TNF ve LIF) mRNA ekspresyon düzeyleri ve aralarındaki
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
118
korelasyonlar değerlendirilmiĢtir. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda gruplar arasında
sitokin seviyeleri açısından anlamlı bir fark görülmemiĢtir. Grupların kendi içinde de
çalıĢılan sekiz parameter arasında bir korelasyon görülmemiĢtir. Elde edilen sonuçlar ıĢığında,
açıklanamayan infertilitede sitokinlerin rolünün araĢtırılabilmesi için daha fazla hasta grubu
ve daha fazla sitokinlerle çalıĢılması gerekmektedir.
Bu çalıĢma Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi tarafından (Proje No:
SAG-C-DRP-121214-0382) ile desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Sitokinler, endometrial doku gebelik, infertilite, T hücreler, mRNA
ekspresyonu.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
119
P-25
Aterotrombozda biyomarkerlar ve trombosit aktivasyonu ilişkisine cinsiyet etkisi
Tayfun ÜNAL1*, Koray AK
2, Sinan ARSAN
2, ġermin TETĠK
1
1 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2 Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi
Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Aterotromboz dünyada ölüme sebebiyet veren hastalıkların baĢında gelmektedir. Trombositler
ve trombosit aktivasyonu akut miyokard infarktüs (AMI), felç, periferal arter oklüzyonu,
iskemik atak gibi aterosklerotik hastalıkların geliĢmesinde önemli bir yere sahiptir.
Aterotrombozun tanı ve tedavisinde kullanılan biyokimyasal (düĢük yoğunluklu lipoprotein
[LDL], yüksek yoğunluklu lipoprotein [HDL] vb.) ve kardiyak biyomarkerların (Troponin I
[TnI], Kreatin kinaz-MB [CK-MB]) analizi ve trombosit aktivasyonu iliĢkisinin
değerlendirilmesi erken diagnoz ve prognoza katkıda bulunabilir. Bu amaçla çalıĢmamıza
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi
servisine baĢvuran 100 yetiĢkin hasta dahil edilerek, pre-op ve post-op olmak üzere iki gruba
ayrıldı. Hasta tam kanlarından trombositten zengin plazma (PRP) ve trombositten fakir
plazma (PPP) elde edildi. Trombosit aktivasyonu 5 µM ADP ile uyarılmıĢ PRP‟de
değerlendirildi. ÇalıĢmamızda tüm biyomarkerlar cinsiyet faktörü göz önüne alınarak
incelendi. Biyokimyasal ve kardiyak biyomarkerlar hastane veri sisteminden elde edilerek
trombosit aktivasyonu ile korelasyonu yapıldı. Kadınların post-op aggregasyon değerlerinin
pre-op aggregasyon değerlerinden düĢük olduğu (p<0,05), erkeklerin post-op değerleriyle ters
orantılı iliĢkisi olduğu tespit edildi (p<0,05). Trombosit sayıları ile aggregasyon sonuçları pre-
op ve post-op grupta karĢılaĢtırıldığında anlamlılık belirlendi (p<0,01). Kardiyak
belirteçlerden CK-MB ve TnI, post-op kadınlarda artarken (p<0,05), erkeklerde düĢük
bulundu (p<0,05). Biyokimyasal biyomarkerlardan LDL kolesterol ve trigliserit post-op kadın
grupta yükselirken (p<0,05), HDL-kolesterol değerlerinde anlamlı bir değiĢiklik bulunamadı,
total kolesterol değerleri hafif düĢük bulundu. Erkeklerde post-op grupta trigliserit ve LDL
değerleri anlamlı yüksek bulundu (p<0,05), total kolesterol, HDL-kolesterol değerlerinde
anlamlı bir fark bulunamadı. Aterotrombozun diagnoz ve prognoz yaklaĢımlarında
biyomarkerların önemi hastaların yaĢam süreleri ve tedaviye verdikleri yanıtla iliĢkilidir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
120
Klinikte kullanılan tüm biyomarkerların hasta cinsiyeti ile doğrudan iliĢkisi olduğu ve tedavi
stratejileri geliĢtirmede primer önem taĢıdığı görülmektedir.
AraĢtırma M.Ü. Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (BAPKO) tarafından SAG-C-YLP-
110316-0086 nolu proje olarak desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Aterotromboz, trombosit, kreatin kinaz, troponin.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
121
P-26
Dendrimerik okzaliplatin
GülĢah GEDĠKˡ, Hakan NAZLIˡ*
ˡTrakya Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Ab.D., Edirne, Türkiye
Dendrimerler nano boyutlu, dallanmıĢ yapıda, sentetik polimerlerden oluĢan biyolojik yapıyı
taklit edebilen, tanılama ve tedavi alanında umut vadeden özelliklere sahip olan üç boyutlu
moleküllerdir (Tablo 1). Klasik polimerlerin aksine uzun ya da spiral Ģeklinde ve düĢük
polidispersiteye sahip merkezi çekirdek etrafında dallanmalar gösteren üç boyutlu Ģekle
sahiptirler. Çekirdekteki fonksiyonel gruplar üzerine dallanma yoluyla oluĢan bu moleküllere,
dıĢ yüzeyine eklenen fonksiyonel grupların değiĢtirilmesiyle istenen Ģekil verilebilmektedir
[1].
Tablo 1. Ticari / HazırlanmıĢ Dendrimer Bazlı Ürünler
Ticari / HazırlanmıĢ Dendrimer Bazlı Ürünler
Dendrimer Dendrimer Tipi Firma Uygulama Alanı Durumu
Vivagel® Poli-L-lizin Starpharma HIV Faz III
Stratus CS® PAMAM Dade behring Kardiyak tanılama Pazarlanıyor
Superfect® PAMAM Qiagen Transfeksiyon ajanı Pazarlanıyor
PriofectTM PAMAM Starpharma Transfeksiyon ajanı Pazarlanıyor
Alert ticketTM PAMAM U.S. Ordu Lab. ġarbon saptama ajanı Pazarlanıyor
Dendrimer-
dosetaksel
TanımlanmamıĢ Starpharma Meme kanseri tedavisi Klinik öncesi
çalıĢmalar
Dendrimer-
okzaliplatin
TanımlanmamıĢ Starpharma Kolon kanseri tedavisi Klinik öncesi
çalıĢmalar
Okzaliplatin gibi antikanser ilaçların taĢıyıcı bazlı sistemlerle verilmesi, ilaç etkinliğini
artırması, yan etkileri azaltması ve hücresel direnç geliĢmesini önlemesi nedeniyle dikkat
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
122
çekmektedir. Lipozomal sisplatin (Lipoplatin) ve lipozomal okzaliplatin (Lipoxal) umut
vadeden taĢıyıcı sistemlerden bazılarıdır. Biz dendrimerleri de bu amaçla kullanabileceğimizi
düĢündük. Okzaliplatin dendrimere kovalent olarak ester, amid bağlarıyla veya endozomal ve
lipozomal enzimlerle hidrolize uğrayabilen diğer kararsız kimyasal bağlar ile bağlanabilir.
Onun için çalıĢmamızda Oxali-PAMAM konjugat sistemlerini uzun süreli salım yapmak
üzere tasarladık. PAMAM G3.5 veya PAMAM G4.5 dendrimerleri anyonik ve düĢük
toksisiteye sahip olduğu için seçtik.
Anahtar kelimeler: Okzaliplatin, dendrimer, PAMAM.
Kaynaklar
1.Tomalia DA, Baker H, Dewald J, Hall M, Kallos G, Martin S, Roeck J, Ryder J, Smith P.
Polym. J 1985; 117-132.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
123
P-27
Lisinopril ve gliklazit etken maddelerinin miktar tayini için HPLC yönteminin
geliştirilmesi ve validasyonu
Sevil ġENKARDEġ1*
, Tuğçe ÖZAYDIN2, Timuçin UĞURLU
2, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL
1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Hipertansiyon, tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur. Diyabetlilerde hipertansiyon sıklığı
diyabetli olmayanlardan 1.5-2 kat yüksektir. Diyabetlilerde hipertansiyon tedavisi için çeĢitli
olumlu etkileri nedeniyle ilk seçenek olarak, angiotensin dönüĢtürücü enzim (ACE)
inhibitörleri önerilmektedir. Lisinopril, (S)-1-[N2-(1-karboksi-3-fenil propil)-L-lisil]-L-prolin
dihidrat bu amaçla kullanılan bir ACE inhibitörü olup, ayrıca miyokard enfarktüs, kalp
yetmezliği ve nefropati tedavisi için de kullanılmaktadır [1]. Gliklazit 1-(4
metilbenzensülfonil) 3-(3-azabisiklo [3.3.0] oktil)üre ise, ikinci kuĢak sülfonilüre sınıfına ait
antidiyabetik etkili bir etken maddedir [2,3].
Bu çalıĢma kapsamında, lisinopril (LSP) ve gliklazit (GLZ) etken maddelerinin aynı anda
analizi için bir yöntem sunulmuĢtur. Bu yöntemde; bir ters-faz kolonu (Zorbax C8, 4,6 x250
mm, 5µm) 1,0 ml/dk akıĢ hızındaki su:metanol (pH 3,0; trietilamin-fosfat tamponu)
karıĢımından oluĢan bir hareketli faz, 215 nm dalga boyunda iki bileĢiğin ayrılması için
kullanılmıĢtır. Bu Ģartlar kullanılarak, LSP için 2,883 dk, GLZ için 7,456 dk alıkonma zamanı
elde edilmiĢtir. Taze hazırlanmıĢ standart çözelti kromatogramında sistem uygunluk testleri
yapılmıĢ ve geliĢtirilen yöntem tamamen valide edilmiĢtir. LSP için 5-20 μg/ml ve GLZ için
15-60 μg/ml deriĢim aralığında doğrusallık elde edilmiĢtir. GeliĢtirilen yöntemin geçerliliğini
ve uygulanabilirliğini göstermek için geri kazanım çalıĢması yapılmıĢtır.
Hammadde ve farmasötik formülasyonlarda lisinopril ve gliklazidin aynı anda tayini için
geliĢtirilmiĢ olan bu yöntem hızlı, basit, yüksek kesinlik ve doğruluktadır. Bu yeni yöntem,
ekonomik olduğu ve zaman kazandırdığı için, kalite kontrol laboratuvarlarında kullanılabilir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
124
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: SAG-A-
100615-0243) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: HPLC, lisinopril, gliklazit, ters-faz, validasyon.
Kaynaklar
1. Hart W. J. Hum. Hypertens. 1991; 5: 85-89.
2.Moyano JR, Arias-Blanco MJ, Gines JM, Giordano F. Int J Pharm. 1997; 148: 211-217
3. Tripathi KD. Essentials of Medical Pharmacology; Medical Publishers, New Delhi, 2008,
Ed. 7, 266.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
125
P-28
Bebek cilt bakımının önemi ve piyasadaki bebek preparatlarının içeriklerinin
değerlendirilmesi
Elif Yağmur OTLU*, Sevinç ġAHBAZ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢmada bebek cildinin özellikleri ayrıntılı bir Ģekilde incelenerek, bebeklerde cilt
bakımı ve kullanılan kozmetik formülasyonlar değerlendirilerek piyasadaki ürünlerin
karĢılaĢtırılması yapılmıĢtır. Bebek cildi yetiĢkinlerden birçok noktada farklılık
göstermektedir. Bu farklılıklar özellikle bebeklere uygulanan kozmetik ürünlerin seçiminde
büyük öneme sahiptir. Bebeklerde kozmetik ürün kullanımındaki temel amaç; bebeğin
sağlığının, temizliğinin ve rahatlığının devamını sağlamaktır. Anne karnındaki steril ortamı
terk ederek zararlı ajanlara açık dıĢ dünyaya uyum sağlamaya çalıĢan bebek cildi oldukça
hassas ve kırılgan bir yapıdadır. Bu nedenle bebeklerde cilt bakımı, enfeksiyonların
önlenmesi ve dıĢ etkilere karĢı korunma sağlanması açısından büyük öneme sahiptir.
Bebeklere uygulanan bütün topikal preparatların değerlendirilmesi ve seçimi, potansiyel
toksisite, irritasyon ve hassasiyet göz önüne alınarak dikkatle yapılmalıdır. Bu durum bebek
kozmetiklerinin üretiminde ve geliĢtirilmesinde bir takım temel gereklilikler ve kısıtlamaları
beraberinde getirmiĢtir. Bu ürünlerde parfüm, boyar madde, koruyucu ve tahriĢ edici özelliği
yüksek sürfaktanlar gibi madde gruplarının kullanılmasından mümkün olduğunca kaçınılmalı,
ürünlerdeki mikroorganizma varlığı gram baĢına 100 cfu‟dan fazla olmamalı ve ürünler
patojen mikroorganizmalar içermemelidir. ġampuanlar, sabunlar, yağlar, pudralar,
emolyentler, güneĢ kremleri, ıslak mendiller, temizleme sütleri ve temizleme losyonları
bebeklerde sıklıkla kullanılan kozmetik ürünlerdir. Bu çalıĢmada bebeklerde kullanılan
kozmetik formülasyon çeĢitleri detaylı bir Ģekilde incelenmiĢ olup, piyasada bulunan
kozmetik ürünler içerikleri bakımından bebek cildinin özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Bebek kozmetikleri, bebek cildi, Ģampuan, yenidoğan, temizleyici.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
126
P-29
Amfenikol grubu antibiyotiklerin kullanım alanları ve gıdalarda yapılan analizleri
Lokman EKMEN1*
, Serap AYAZ SEYHAN2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Amfenikoller (kloramfenikol, tiamfenikol ve florfenikol), bakteriostatik etki gösteren geniĢ
spektrumlu antibiyotiklerdir. Ġstenmeyen yan etki insidanslarının düĢük oluĢu, geniĢ
spektrumlu olmaları ve organizmada iyi dağılabilmeleri ile diğer birçok antibiyotiğe karĢı
üstünlük göstermelerine rağmen, çok ender de olsa geri dönüĢümsüz anemiye neden
olmalarından dolayı kullanımları kısıtlanmıĢtır.
Amfenikol grubu antibiyotikler hayvanlarda çeĢitli enfeksiyonları tedavi etmek için de
kullanılmıĢtır. Ġnsanlarda kloramfenikol ile bağlantılı kemik iliği supresyonu ve karsinojenik
özellikteki yan etkiler bildirildiğinden beri kloramfenikol kullanımı Kanada, ABD ve Avrupa
Birliği de dahil olmak üzere birçok ülkede yasaklanmıĢtır. Sağlık endiĢelerinden dolayı,
Avrupa Birliği kolramfenikol, tiamfenikol ve florfenikol için MRPL (gereken minimum
performans seviyesi) ve MRL (maksimum kalıntı seviyesi) değerleri belirlemiĢtir. Bu
nedenle, duyarlı ve güvenilir bir analitik yöntem ile gıda örneklerindeki eser antibiyotik
varlığını tam olarak belirlemek tüm ülkeler için önemli bir mesele haline gelmiĢtir.
Bu çalıĢmada, literatür taramaları sonucu konumuzla alakalı kaynaklardan yararlanarak
amfenikol grubu antibiyotiklerin kullanım alanları ve gıdalarda yapılan analizleri hakkında
bilgi verilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Kloramfenikol, tiamfenikol, florfenikol, analiz.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
127
P-30
Argan yağı ve kozmetiklerde kullanımı
Kübra KONYAR1* Sevinç ġAHBAZ
1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢmada derinin yapısı üzerinden kuru derinin özellikleri incelenmiĢ ve kuru deriye
neden olan faktörlere yer verilmiĢ ve bitkisel kaynaklı nemlendiricilerden argan yağı ve
preparatlarda kullanımı değerlendirilmiĢtir. Normal sağlıklı deri, esnek ve elastiktir. Normal
derinin bu sağlıklı, yumuĢak ve nemli görünümünü devam ettirebilmesi; uygun bir
temizleyici, gün boyu koruyucu, gece ise iyi bir hidrasyon için nemlendirici kullanımı ile
sağlanır. Derinin sağlıklı görünmesi ve iyi hissetmesi için gerekli olan ve stratum corneumda
bulunan suyun %10‟luk azalması, deri kuruluğuna yol açar. Derideki bu kuruluk; çatlama,
kabalaĢma ve kaĢıntıya yol açar. Deri kuruluğunun en önemli nedenleri; yaĢlanma, rüzgar,
sıcak veya soğuk hava, sabunla yapılan aĢırı cilt temizliği, organik çözücülerle temas, sigara
maruziyetidir. Derinin nem dengesini korumak, kaybolmuĢ nemi yerine koymak amacıyla
nemlendiriciler kullanılır.
Bitkisel yağların nemlendirici preparatlarda kullanılıĢı uzun bir geçmiĢe sahip olmakla
birlikte, bilimsel geliĢmelere dayanarak bunların gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu
çalıĢmada Argan yağının kozmetik ürünlerde kullanımı incelenmiĢ ve ülkemizde bulunan
preparatları araĢtırılmıĢtır. Argan ağacı (Argania spinosa) Fas‟ın güneybatısında yetiĢen
Sapotaceae familyasından endemik bir türdür. Önemi son yıllarda hızla artan bu bitkinin yağı
çok kıymetlidir ve içerisinde trigliseritler, yağ asitleri (oleik asit, linoleik asit, stearik asit ve
palmitik asit), triterpen alkoller, steroller, metil sterol, vitamin E, karetenoidler, skualen ve
fenolik bileĢikler bulunmaktadır. Argan yağının nemlendirici, yara iyileĢtirici, sebum
düzenleyici etkileri bulunmuĢtur. Bu etkilerinden dolayı egzama ve psöriyazis tedavisinde,
saç ve tırnak bakımında, suçiçeği ve akne izlerinin iyileĢtirilmesinde kullanılmakta olup
birçok kozmetik formülasyonun içeriğine katılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Argan yağı, bitkisel yağlar, cilt bakımı, kuru deri, nemlendiriciler.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
128
P-31
Farelerde okzaliplatin ile nöropatik ağrı modeli oluşturmada yeni yaklaşımlar
GülĢah GEDĠK1,
, Önder SARP1,*
, Hakan NAZLI1,
, Çağatay OLTULU², Özgür GÜNDÜZ3
1,Trakya Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Edirne,
Türkiye
2Trakya Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Edirne,
Türkiye
3Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
Okzaliplatin, sisplatin ve karboplatin kansere karĢı kullanılan platinin koordinasyon
kompleksi bileĢiklerdir. Okzaliplatinin ileri evre kolorektal kanserde standart 5-FU/ lökoverin
terapisinden etkili olduğu kanıtlanmıĢ olup ayrıca sisplatin ve karboplatin terapisinin baĢarısız
kaldığı durumlarda da yüksek bir potansiyel gösterdiği saptanmıĢtır. Bu etkinliklerine rağmen
kullanımını kısıtlayan çeĢitli toksisiteler görülmüĢtür. Nöropatiler bunlardan en
önemlilerindendir[1]. Okzaliplatin ile oluĢturulan nöropati modelleri Tablo 1‟de özetlenmiĢtir.
Tablo 1. Okzaliplatin ile OluĢturulan Nöropati Modelleri
Okzaliplatin ile OluĢturulan Nöropati Modelleri [2]
Deney Hayvanı Doz Süre Yol Toplam
Doz
Erkek SD Sıçan (175-200g) 2mg/kg (haftada iki kere) 4 hafta IV 16mg/kg
Erkek SD Sıçan (175-200g) 6mg/kg (tek doz) 30 saat IP 6mg/kg
Erkek SD Sıçan (220-250g) 2mg/kg (tek doz) 5 gün IV 2mg/kg
Erkek C57BL/6 Fare (6hft) 3mg/kg (tek doz) 10 gün IP 3mg/kg
Erkek C57BL/6 Fare (14hft) 3mg/kg (5g-5gün ara-5g) 2hafta IP 30mg/kg
Biz de nöropatik ağrı modeli oluĢturma çalıĢmalarımızı ilk defa BALB/c tipi diĢi fare
kullanarak planladık. Nöropatik ağrı modelinin değerlendirilmesi için kuyruk çekme
(tailflick), sıcak tabaka (hot plate), soğuk tabaka (coldplate) testleri uygulanmıĢ ve motor
koordinasyon durumu için rota-rod cihazı kullanılmıĢtır. Tabloda belirtilen 5. model temel
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
129
alınarak iĢlemler gerçekleĢtirilmiĢtir. BALB/c tipi 4 diĢi fare (28-32g ağırlıkta) temin edilmiĢ
ve tedavi Ģemasına uygun olarak okzaliplatin (3mg/kg IP) uygulanmıĢtır. Yapılan istatistiksel
analizler sonrasında deney hayvanlarında nöropatik modelin oluĢtuğuna karar verilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Okzaliplatin, nöropatik ağrı, BALB/c tipi fare
Kaynaklar
1.Cassidy J, Misset JL. Semin. Oncol 2002;29: 11-20.
2. Authier N, Balayssac D, Marchand F, Ling B, Zangarelli A, Descoeur J, Coudore F,
Bourinet E, Eschalier A. Neurotherapeutics 2009; Vol. 6 No. 4:620-629.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
130
P-32
Saçın yapısı ve saç boyası formülasyonlarının değerlendirilmesi
Aylin KAVAKLI* , Sevinç ġAHBAZ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢmada ilk olarak; saçın yapısı ve fizikokimyasal özellikleri ele alınarak, kıl folikülü
yapısı ve özellikleri, kıl folikülü tipleri, kıl Ģaftını oluĢturan temel yapılar, kılın büyüme
döngüsü ve kılın büyüme döngüsü üzerine etkili faktörler incelenmiĢtir. Büyüme döngüsü
üzerine folikül içi faktörlerin yanı sıra, hormonlar, ilaçlar, vitamin ve mineraller, stres,
mevsimsel değiĢiklikler gibi dıĢ faktörlerin de etkili olduğu gözlemlenmiĢtir.
ÇalıĢmanın ana konusu olan saç boyaları araĢtırılmadan önce saç renginin kökeni, saçın
beyazlaĢma süreci incelenmiĢtir. Saçın renginin melanin pigmenti kaynaklı olduğu ve
pigment üretiminde azalmaya bağlı olarak saç renginde grileĢme meydana geldiği
görülmüĢtür. Saç boyalarının beyazlaĢan saçı boyayarak daha genç bir görünüm kazanmak,
saça istenilen rengi vermek amacıyla kullanıldığı görülmüĢ olup, saç boyaları
sınıflandırılmıĢtır. Bu sınıflandırma temel olarak; oksidasyon gerektiren ve gerektirmeyen
boyalar Ģeklindedir. Oksidasyon gerektirmeyen boyalar grubunda en çok tercih edilen grup
olan bitkisel boyaların en bilinen örneği kınadır. Oksidasyon boyalarının hidrojen peroksit ve
amonyak içermeleri nedeniyle deriye ve saç tellerine büyük zarar verdikleri gözlemlenmiĢtir.
Parafenilendiamin, oksidasyon boyalarında en çok karĢılaĢılan maddelerden biri olarak
karĢımıza çıkmaktadır. Günümüzde oksidasyon boyaları üzerinde en yeni çalıĢmalardan biri
olan amonyaksız saç boyaları incelenmiĢtir. Amonyak içermeyen bu boyalarda, amonyak
alternatifi olarak monoetanolamin kullanıldığı görülmüĢtür.
Saç boyalarının insan sağlığı üzerine etkileri araĢtırılmıĢ, saç boyalarına karĢı en sık
gözlemlenen reaksiyonların alerjik ve kontakt dermatit Ģeklinde olduğu bulunmuĢtur. Saç
boyaları maddelerinin karsinojenliği tam olarak belirlenememiĢ olmakla birlikte, saç
boyalarının özellikle mesane kanseri için bir risk faktörü olduğuna yönelik çalıĢmaların
olduğu görülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Saçın yapısı, kıl folikülü, melanin, saç boyaları, oksidasyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
131
P-33
Bazı doku örneklerinde arsenik içeriklerinin grafit fırınlı atomik absorpsiyon
spektrometri ile tayini
Mümün ġENTÜRK1, Gülay ġEREN*
2 Yıldız KALEBAġI
3
1Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Kimya Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
2Trakya Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
3Trakya Üniversitesi, Fen Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
Bu çalıĢmada Saroz Körfezi, Enez‟de yaĢayan ve besin kaynağı olarak da tüketilen balık
örneklerinde bulunan arseniğin GFAAS (Grafit Fırınlı Atomik Absorpsiyon Spektrometri) ile
tayini amaçlanmıĢtır. Balık türü olarak kırlangıç balığı üzerinde çalıĢmalar yapılmıĢtır. Ancak
Ģimdiye kadar Saroz Körfezinde, kırlangıç balığı (Chelidonichthys lucerna) ağır metal içeriği
üzerine yapılmıĢ bir çalıĢma bulunmamaktadır. Literatürdeki bu boĢluğu doldurmak için, bu
araĢtırma ile Saroz Körfezi‟nde kırlangıç balığı, arsenik içeriklerinin belirlenmesi
amaçlanmıĢtır.
Analizi yapılacak olan balık numuneleri Enez‟de daha önceden belirlenen bir balıkçıdan taze
olarak alınmıĢtır. Balıkların çeĢitli organlarından (bağırsak, böbrek, solungaç, kas, deri) alınan
bir gramlık numunelerin üzerine 2 mL H2O2 ve 6 mL HNO3 ilave edildi. Numunelerin asitle
parçalanıp analize hazırlanması için CEM MARSXpress 5 mikrodalga çözme sistemi
kullanıldı. ÇözünürleĢtirilen numuneler süzülerek ultra destile su ile 20 mL‟ye tamamlandı ve
analize kadar saklanmak üzere HDPE saklama kaplarına alındı ve derin dondurucuda -85 ºC
muhafaza edildi.
ÇözünürleĢtirilen balık dokuları optimum Ģartları belirlenen GFAAS ile analizlendi. Bu
sonuçlara göre arsenik miktarı: bağırsak örneklerinde 0.887 µg/g; böbrek örneklerinde 1.635
µg/g; solungaç örneklerinde 0.506 µg/g; kas örneklerinde 1.094 µg/g; deri örneklerinde 0.864
µg/g olarak bulunmuĢtur. Yapılan tüm analizlerde RSD değerleri %8‟in altındadır. Elde
edilen sonuçlar literatür değerleri ile uyumlu bulunmuĢtur.
Anahtar kelimeler: Kırlangıç balığı, Chelidonichthys lucerna, GFAAS, arsenik.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
132
P-34
Edirne-merkez ve Havsa ilçelerine bağlı köylerde yenen bitkiler
Fatma GÜNEġ
Trakya Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Balkan
YerleĢkesi, Edirne, Türkiye
Bu araĢtırma Edirne Merkez ve Havsa ilçe köylerini kapsamaktadır ve bitkilerin halk
arasındaki kullanımlarını saptamak amacıyla yapılmıĢtır. GörüĢmeler 2013 – 2015 yılları
arasında yöre halkı ile yüz yüze röportaj Ģeklinde yapılmıĢtır. Yapılan arazi çalıĢmaları
sonucu yemek olarak 38 familyaya ait toplam 89 taksonun kullanıldığı tespit edilmiĢtir.
Yemek amacıyla en çok kullanılan türler Ģunlardır; Allium cepa (soğan), Allium sativum
(sarımsak), Beta vulgaris (pancar), Capsella bursa-pastoris (kaĢıkçalan, kazdiĢi), Citrullus sp.
(kavun-karpuz), Cucurbita sp. (kabak-salatalık), Mentha spicata (nane), Papaver rhoeas
(gelincik), Portulaca rausii (semizotu), Prunus sp. (erik çeĢitleri), Pyrus elaeagnifolia subsp.
bulgarica (ahlat), Rosa canina (kuĢburnu), Rubus sanctus (karamık), Rumex sp. (kuzukulağı
ve labada çeĢitleri), Satureja hortensis (cubrika), Stellaria media (kuĢotu), Thymus sp.
(kekik), Urtica dioica (ısırgan), Urtica urens (ısırgan, ısıran), Vitis sp. (asma-üzüm).
Bu çalıĢma, Trakya Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: TÜBAP-
2013/22) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Edirne-Merkez, Havsa, yenen bitkiler.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
133
P-35
Kronik hastalarda ve yaşlılarda mevsimsel grip aşısı kullanımı
Özge TURHAN1, Mesut SANCAR*
2, Betül OKUYAN
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢmada kronik hastalığı olan hastalarda veya 65 yaĢ üstü hastalarda grip aĢısı ile aĢılanma
profilinin belirlenmesi amaçlanmıĢtır.
AraĢtırma 1 Nisan 2016 – 15 Mayıs 2016 tarihleri arasında serbest eczanelerde yürütülmüĢtür.
ÇalıĢma hastalarla yüz yüze görüĢülerek anket yardımıyla yapılmıĢ ve toplam 87 hastaya ulaĢılmıĢtır.
AraĢtırmaya katılan hastaların %57,5‟inin kadın ve %43,7‟sini 65 yaĢ üstü olduğu tespit edilmiĢtir.
ÇalıĢmamıza katılan hastalarda en sık tespit edilen kronik hastalıkların hipertansiyon (%69,0) ve
diyabet (%35,6) olduğu belirlenmiĢtir. Hastaların 2014-2015 sezonunda grip aĢısı ile aĢılanma oranı
%48,3 iken; 2015-2016 sezonunda aĢılanma oranı %70,1 olarak saptanmıĢtır. Grip aĢısını 34 hastaya
hekim, 12 hastaya eczacı, 5 hastaya hemĢire, 7 hastaya eczane personeli önerirken; 8 hasta aĢı
yaptırmaya kendi kendine karar verdiğini ifade etmiĢtir. Hastaların daha önce aĢı yaptırmama
nedenleri arasında aĢı hakkında bilgi sahibi olmamaları (%54) ve faydası olacağına inanmama (%23)
gibi nedenler olduğu saptanmıĢtır. Önümüdeki sene tekrar aĢılanmayı düĢünenlerin oranı %45,
kararsız olanların oranı ise %40 olarak belirlenmiĢtir. ÇalıĢmaya katılanların sadece %35‟i aĢının
koruyuculuğuna tam olarak inandıklarını ifade etmiĢlerdir.
ÇalıĢma sonuçlarına dayanarak, aĢılanması önerilen 65 yaĢ üstü veya kronik hastalığı olanların bile
grip aĢısının koruyuculuğu hakkındaki bilgilerinin ve inançlarının yeterli olmadığı görülmektedir. Bu
nedenle kronik hastalığı bulunan veya 65 yaĢ üstü olan hastalarda grip aĢısı yaptırmanın öneminin
vurgulanması için yurt dıĢındaki örneklerde olduğu gibi ülkemizdeki serbest eczacılara da önemli
roller düĢtüğüne inanmaktayız.
Anahtar kelimeler: Ġnfluenza aĢısı, kronik hastalık, yaĢlılık, eczane .
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
134
P-36
Kilo kontrolü ve diyabette yararlı bitkisel çiğneme tableti preformülasyon çalışmaları-1
Banu TUNCAY1*
, Yıldız ÖZALP1, Bilgen BAġGUT
2, Filiz MERĠÇLĠ
3
1Yakın Doğu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, LefkoĢa,
KKTC
2 Yakın Doğu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, LefkoĢa,
KKTC
3 Yakın Doğu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, LefkoĢa, KKTC
Bu çalıĢmada, Kuzey Kıbrıs‟ta geleneksel halk ilacı olarak, dekoksiyonları laksatif ve
ekspektoran olarak kullanılan ve adına festivaller düzenlenen harnup ( Cerotonia siliqua, keçi
boynuzu) meyvelerinden; kilo kontrolünde etkisi belirlenmiĢ tarçın kombinasyonu ile
çağımızın en büyük sağlık sorunu olan obezite ve diyabette yararlanılacak farmasötik bir
ürün geliĢtirilmesi amaçlanmıĢtır. Harnup meyvelerinin galaktomannan vb polisakkaritler ile
fenolik maddeler, tanen bileĢikleri, protein, lipit, mineral ve lif içerdiği ve güçlü antioksidan
etkisi olduğu bilinmektedir [1-3].
Tohumlarından ayrılan meyve kısmının öğütülmesiyle elde edilen harnup unu kullanılarak ve
ayrıca bu baza değiĢik oranlarda tarçın (Cinnamomum seylanici ve C. cassia ) ilave edilerek
çiğneme tabletleri hazırlanmıĢtır. Kullanılan harnup unu, renk, koku, tat ve fiziksel görünüĢ
gibi hasta uyuncunu arttırabilecek organoleptik özellikleri ile mikroskobik karakterleri
incelenerek belirlenmiĢtir. Tablet için uygun bir formülasyon geliĢtirmeye yönelik;
akıĢkanlık, partikül büyüklüğü dağılımı, dansitesi, çözünürlüğü ve pH ölçüm çalıĢmaları
tamamlanmıĢtır [4].
Farklı içerikle üretilen çiğneme tabletlerinin özellikleri (ağırlık sapması, çap yükseklik
kontrolleri, sertlik, dağılma, friabilite testleri, ıslanabilirlik vb) ile kanda glukoz seviyesinin
ölçülmesiyle bu tabletlerin kan Ģekeri regülasyonu üzerine etkinliği de araĢtırılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Çiğneme tableti, kilo kontrolü, diyabet, harnup, tarçın.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
135
Kaynaklar
1. Özkum D, Akı Ö, Toklu ZH. J Medicinal Plants Research (JMPR) 2013; (7) 22: 1652-
1664.
2. Hsouna BA, Trigui M, Jarraya MR, Damak M, Jaoua S. JMPR 2015; (9) 14: 479-485.
3. Leach MJ, Kumar S. Cochrane Database Syst Rev 2012; (9) 1.
4. Lieberman HA, Lachman L. Pharmaceutical Dosage Forms: Tablets, Volume 1.
(Ed.Wadke DA, Jacobson H.) Marcel Dekker, New York. 1980.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
136
P-37
Antibakteriyel etki göstermeleri olası yeni moksifloksazin türevlerinin sentezi ve
moleküler modelleme çalışmaları
Necla KULABAġ, Aslı DEMĠRCĠ, Serap Ġpek DĠNGĠġ, Kaan BĠRGÜL*, Ġlkay
KÜÇÜKGÜZEL
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Fluorokinolonlar geniĢ spektrumlu antibakteriyel aktiviteye sahip olmaları nedeniyle solunum
yolu, idrar yolları, gastrointestinal sistem ve cinsel yolla bulaĢan enfeksiyonlar gibi pek çok
durumda yaygın olarak kullanılmaktadır [1]. Fluorokinolonların Mycobacterium
tuberculosis‟e karĢı etkili olduğu gösterilmiĢ olup [2, 3], bu konudaki çalıĢmalar devam
etmektedir [4]. Bu ajanlar, Dünya Sağlık Örgütü tarafından tüberküloz tedavisinde ikinci
basamak olarak önerilmektedir [5]. Fluorokinolonların klinik kullanımındaki baĢarısına
rağmen, fazla reçete edilmeleriyle beraber geliĢen bakteriyel direnç, yeni fluorokinolonların
geliĢtirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır [6,7]. Tüm bu bilgilerin ıĢığında,
antibakteriyel ve antitüberküler etkili olması beklenen yeni moksifloksazin türevleri
tasarlanmıĢ ve sentezlenmiĢtir. Hedef bileĢikler, moksifloksazinin bazik sekonder amin grubu
üzerinden yapılan çeĢitli sübstitüsyonlar ile elde edilmiĢtir. Sentezlenen bileĢiklerin saflıkları
ince tabaka kromatografisi (ĠTK) ve yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (YBSK) çalıĢmaları,
elementel analiz ile kontrol edilmiĢ; yapıları FT-IR, 1H-NMR,
13C-NMR ve kütle
spektroskopisi yöntemleri ile aydınlatılmıĢtır. Moleküler modelleme çalıĢmaları ile tasarlanan
ve sentezlenen bileĢiklerin bakteriyel ve mikobakteriyel makromoleküler hedeflerle olası
etkileĢimleri incelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Fluorokinolonlar, antibakteriyel etki, antitüberküler etki, direnç geliĢimi,
moleküler modelleme.
Kaynaklar
1. Wolfson JS, Hooper DC. Clinical Microbiology Reviews 1989; 2(4): 378–424.
2. Dover LG, Coxon D. J Med Chem 2011; 54: 6157–6165.
3. Migliori GB, Langendam MW, D‟Ambrosio L, Centis R, Blasi F, Huitric E, Van Der Werf
MJ. Eur Respir J 2012; 40(4): 814–822.
4. Sriram D, Yogeeswari P, Basha JS, Radha DR, Nagaraja V. Bioorg Med Chem
2005;13(20): 5774–5778.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
137
5. Takiff H, Guerrero E. Antimicrob Agents Chemother 2011;55(12): 5421–5429.
6. Hawkey PM. J Antimicrob Chemother 2003;51(SUPPL. 1): 29–35.
7. Peet NP. Drug Discovery Today, 2010;15(15-16): 583–586.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
138
P-38
Sülfadiazin yapısı taşıyan 5-ariliden-2-imino-1,3-tiyazolidin-4-on türevlerinin sentezi ve
karakterizasyonu
Alper SAL, Necla KULABAġ, Furkan KUZNEK*, Ġlkay KÜÇÜKGÜZEL
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
GeniĢ bir biyolojik etki spektrumuna sahip olan sülfonamitler klinik ve tıbbi açıdan önemi
bilinen bir farmakofor taĢımaktadır (-SO2NH-R) [1]. HCV NS5B polimeraz enzim
inhibisyonu [2, 3] baĢta olmak üzere pek çok biyolojik etkiden sorumlu olan 5-ariliden-2-
imino-4-tiyazolidinon çekirdeğinin sentezi [4-6] ve bu yapılar üzerine biyolojik etki
çalıĢmalarının günümüzde hız kazanması bizi sülfadiazin yapısı taĢıyan yeni 5-ariliden-2-
imino-4-tiyazolidinon türevlerinin tasarlanmasına yönlendirmiĢtir. ÇalıĢmamız kapsamında
sülfadiazinden hareketle sentezlenen tiyoüre türevlerinden 4-tiyazolidinon halkaları elde
edilmiĢ ve bu yapıların sübstitüe benzaldehitlerle muamele edilmesiyle hedef yapılara
ulaĢılmıĢtır. Saflıkları erime derecesi tayini, elementel analiz ve yüksek basınçlı sıvı
kromatografisi (YBSK) yöntemi ile kanıtlanan bu yeni türevlerin yapıları FT-IR, 1H-NMR
ve 13
C-NMR spektrumları ile aydınlatılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: 5-ariliden-2-imino-4-tiyazolidinon, sülfonamit, sülfadiazin.
Kaynaklar
1. Awadallah FM, El-Waei TA, Hanna MM, Abbas SE, Ceruso M, Oz BE, Ozensoy Guler O,
Supuran CT. Eur J Med Chem 2015; 96: 425-435.
2. Küçükgüzel Ġ, SatılmıĢ G, Gurukumar KR, Basu A, Tatar E, Nichols DB, Talele TT,
Kaushik-Basu N. Eur J Med Chem 2013;69: 931-941.
3. Çakır G, Küçükgüzel Ġ, Guhamazumder R, Tatar E, Manvar D, Basu A, Patel BA, Zia J,
Talele TT, Kaushik-Basu N. Arch Pharm Chem Life Sci 2015;348(1): 10-22.
4. Zhou H, Wu S, Zhai S, Liu A, Sun Y, Li R, Zhang Y, Ekins S, Swaan PW, Fang B, Zhang
B, Yan B. J Med Chem 2008;51: 1242-1251.
5. Manvar D, Küçükgüzel Ġ, Erensoy G, Tatar E, DeryabaĢoğulları G, Reddy H, Talele TT,
Çevik Ö, Kaushik-Basu N. Biochem Biophys Res Commun 2016;469:743-7.
6. Eleftheriou P, Geronikaki A, Hadjipavlou-Litina D, Vicini P, Filz O, Filimonov D,
Poroikov V, Chaudhaery SS, Roy KK, Saxena AK. Eur J Med Chem 2012;47(1): 111-124.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
139
P-39
Sülfapiridin yapısı taşıyan 5-ariliden-2-imino-1,3-tiyazolidin-4-on türevlerinin sentezi ve
karakterizasyonu
Necla KULABAġ, Cem ÇANKAYA, Mehmet Zeki ZERAY*, Ġlkay KÜÇÜKGÜZEL
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Klinik ve tıbbi açıdan önemi bilinen sülfonamit yapısı etkili bir farmakofordur ve
antimikrobiyal, antidiyabetik, anti-HĠV ve antimalaryal etkinin de aralarında bulunduğu çok
geniĢ bir biyolojik etki spektrumuna sahiptir [1]. Son yıllarda medisinal kimya açısından
önem kazanan diğer bir yapı ise, 5-ariliden-2-imino-1,3-tiyazolidin-4-on çekirdeği olup, HCV
NS5B polimeraz enzim inhibisyonu [2, 3] baĢta olmak üzere pek çok biyolojik etkiden
sorumludur [4, 5]. 5-Ariliden-2-imino-1,3-tiyazolidin-4-on türevlerinin sentezi ve bu yapılar
üzerine biyolojik etki çalıĢmalarının günümüzde hız kazanması bizi sülfapiridin yapısı taĢıyan
yeni 5-ariliden-2-imino-1,3-tiyazolidin-4-on türevlerinin tasarlanmasına yönlendirmiĢtir.
Sentez yöntemi olarak sülfapiridinin tiyoüre türevlerinden hareketle 4-tiyazolidinon
halkalarının sentezlenmesi ve bu yapıların sübstitüe benzaldehitlerle muamele edilmesiyle
hedef yapıların eldesi kullanılmıĢtır. Saflıkları erime derecesi tayini, elementel analiz ve
yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (YBSK) yöntemi ile kanıtlanan bu yeni türevlerin yapıları
FT-IR, 1H-NMR ve
13C-NMR spektrumları ile aydınlatılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: 5-ariliden-2-imino-4-tiyazolidinon, sülfonamit, sülfapiridin.
Kaynaklar
1. Awadallah FM, El-Waei TA, Hanna MM, Abbas SE, Ceruso M, Oz BE, Ozensoy Guler O,
Supuran CT. Eur J Med Chem 2015; 96: 425-35.
2. Küçükgüzel Ġ, SatılmıĢ G, Gurukumar KR, Basu A, Tatar E, Nichols DB, Talele TT,
Kaushik-Basu N. Eur J Med Chem 2013;69: 931-41.
3. Çakır G, Küçükgüzel Ġ, Guhamazumder R, Tatar E, Manvar D, Basu A, Patel BA, Zia J,
Talele TT, Kaushik-Basu N. Arch Pharm Chem Life Sci 2015;348(1): 10-22.
4. Zhou H, Wu S, Zhai S, Liu A, Sun Y, Li R, Zhang Y, Ekins S, Swaan PW, Fang B, Zhang
B, Yan B. J Med Chem 2008;51: 1242-51.
5. Manvar D, Küçükgüzel Ġ, Erensoy G, Tatar E, DeryabaĢoğulları G, Reddy H, Talele TT,
Çevik Ö, Kaushik-Basu N. Biochem Biophys Res Commun 2016; 469:743-7.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
140
P-40
İstanbul‟da satılan içme sularının kalitesinin bazı iyonların analizi yoluyla
değerlendirilmesi
Kübra DEMĠR1*
, Güler YALÇIN2, NeĢe ÇAKIR
3
1Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
3Marmara Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tıbbi Hizmetler ve
Teknikler Bölümü Tıbbi Laboratuar Teknikleri Programı, Ġstanbul, Türkiye
Su, hayatın varlığı ve devamlılığı için vazgeçilmez bir kaynaktır. GeliĢmiĢ ülkelerde olduğu
gibi ülkemizde de özellikle son yıllarda ĢiĢe suyu tüketiminde artıĢ görülmektedir. ġiĢe suyu
tüketimine paralel olarak çok sayıda firma özellikle sanayinin geliĢtiği ve nüfusun fazla
olduğu büyük Ģehirlerde içme suları ĢiĢelenerek satıĢı yapılmaktadır [1]. Ġçme sularının
kalitesi fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik analizlerle belirlenir. Ġçme sularıyla ilgili kalite
standartları TS 266, WHO, EPA ve Sağlık Bakanlığı‟nın Ġnsani Tüketim Amaçlı Sular
Hakkındaki Yönetmeliği ile belirlenmiĢtir [2].
Bu çalıĢmada Ġstanbul‟da satılan içme sularının kalitesini belirleyen bazı fizikokimyasal
parametreler ölçülmüĢ, suda majör bileĢen olarak bulunan ve sertlik oluĢturan Ca2+
, Mg2+
katyonlarının ve Cl- gibi suda istenmeyen anyonların kimyasal analizi yapılarak piyasada
satılan farklı marka suların kalite parametreleri belirlenmiĢtir. 21 farklı marka ĢiĢe suyu
kullanılarak yapılan çalıĢma sonucunda; Ca2+
katyonu iyonu değerleri 0-30,00 ppm; Mg2+
katyonu değeri 0-4,95 ppm; Cl- anyonu değeri 0,716-32,25 ppm değerleri arasında değiĢiklik
göstermiĢtir. Toplam sertlik değeri için aralık 0-121,53 ppm olup, iletkenlik değerleri ise,
37,36-191,73 µs/cm arasında bulunmuĢtur. Ortalama pH değeri 7,12 olarak belirlenmiĢtir. Her
ölçüm 3 kere tekrarlanmıĢtır. Yapılan çalıĢmalar kalite standartları açısından
değerlendirildiğinde, bazı ĢiĢe sularının tavsiye edilen değer aralıkları içinde olduğu, diğer
bazılarının ise aralıkların dıĢında kaldığı ve dolayısıyla ölçümü yapılan iyonlar açısından
değerlendirildiğinde kalite standartlarına uymadığı kanısına varılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Ġstanbul; içme suyu; su kalitesi parametreleri.
Kaynaklar
1. Kumar M. , Puril A. Ind J Occup Environ Med, 2012: 16(1), 40-44.
2. Ġnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete 25730, 17.02.2005.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
141
P-41
Tannik asit ile modifiye edilmiş Ag/CuFe2O4 manyetik nanopartikülleri üzerine
immobilize edilmiş papain enziminin antibakteriyel etkisinin araştırılması
Münteha ÖZACAR1*
, Keziban ATACAN2, Mahmut ÖZACAR
2,3
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2 Sakarya Üniversitesi, Biyomedikal, Manyetik Yarıiletken Malzemeler Uygulama ve
AraĢtırma Merkezi (BĠMAYAM), Sakarya, Türkiye
3Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Sakarya, Türkiye
Bu çalıĢmada, CuFe2O4 ve Ag/CuFe2O4 manyetik nanopartikülleri sentezlenmiĢ, tannik asit
ile modifiye edilmiĢ ve papain enzimi immobilize edilmiĢtir [1-3]. XRD, SEM, FTIR ile
karakterize edilmiĢtir. CuFe2O4/tannik asit/papain, Ag/CuFe2O4/tannik asit/papain ve serbest
papain enziminin aktivite çalıĢmaları yapılmıĢtır [4]. CuFe2O4, Ag/CuFe2O4, CuFe2O4/tannik
asit, Ag/CuFe2O4/tannik asit, CuFe2O4/tannik asit/papain, Ag/CuFe2O4/tannik asit/papain
örneklerinin E.coli ve S.aureus bakterilerine karĢı antibakteriyel özellikleri test edilmiĢtir [5].
Anahtar kelimeler: Ag/CuFe2O4; tannik asit; papain immobilizasyonu; antibakteriyel etki.
Kaynaklar
[1] Cao SL, Xu H, Li XH, Lou WY, Zong MH. ACS Sustainable Chemistry & Engineering
2015; 3: 1589−1599.
[2] He J, Wu M, Feng X, Shao X, Cai W. RSC Advances 2014; 4: 13304–13312.
[3] Lin L, Cui H, Zeng G, Chen M, Zhang H, Xu M, Shen X, Bortolini C, Dong M. J
Materials Chem B, 2013; 1: 2719–2723.
[4] Atacan K, Ozacar M. Colloids and Surfaces B 2015; 128: 227-236.
[5] Miao H, Zhong D, Zhou Z, Yang X. Nanoscale 2015; 7: 19066–19072.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
142
P-42
Antikanser ilaç transferinde nanoteknolojik yaklaşımlar: Manyetik taşıma sistemleri
Münteha ÖZACAR1*, Yağmur PĠRĠNÇCĠ1, Bedia KAYMAKÇIOĞLU2, Mahmut ÖZACAR3,4
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
3 Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Sakarya, Türkiye
4Sakarya Üniversitesi, Biyomedikal, Manyetik Yarıiletken Malzemeler Uygulama ve
AraĢtırma Merkezi (BĠMAYAM), Sakarya, Türkiye
Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar, tümör hücreleri yanında sağlıklı doku ve hastanın
bağıĢıklık sistemi üzerinde yan etkilere sahiptir. Bu nedenle uzun süredir sadece tümör
hücreleri üzerinde etkili, hastanın bağıĢıklık sistemini olumsuz etkilemeyecek tedavi
süreçlerinin geliĢtirilmesi için yoğun çalıĢmalar yapılmaktadır. Bu çalıĢma kapsamında ilaç
taĢıma sistemlerinde manyetik nanopartiküllerin (MNP) kullanılması ve ilaç taĢıma
sistemlerinin uygulama mekanizması incelenmiĢtir [1]. MNP içeren ilaç taĢıma sistemlerinin
en önemli özelliği antikanser ilaç moleküllerinin dıĢ manyetik alan ile doğrudan tümörlü
bölgeye ulaĢtırılabilmesi ve ilaçların etkinliğini yitirinceye kadar bu bölgede tutulabilmesidir
[2]. Bu uygulamada yaygın olarak kullanılan MNP'ler: Fe3O4, CoFe2O4 MnFe2O4 ve NiFe2O4
gibi ferritler; ilaç bağlayıcı olarak kullanılan bazı molekül veya polimerler ise PLGA, PEG,
PVA, PVP,PEI, PEO, DMSA, çitosan, dekstran ve polifenollerdir [3]. Bu uygulamalarda
kullanılan bazı antikanser ilaç örnekleri Ģu Ģekildedir: doxorubicin (DOX), paclitaxel (taksol),
cisplatin, vinkristin, etoposide (podofillotoksin), 9- nitro kamptotesin, methotrexate,
idarubusin HCl [4]. MNP içeren ilaç taĢıma sistemlerinin uygulaması ile ilgili araĢtırılan
kanser türleri; akciğer, ovaryum, göğüs, kolon kanserleri ve beyin, prostat, peritonal,
glioblastoma tümörleridir [4].
Anahtar kelimeler: Ġlaç transfer sistemleri; manyetik nanopartikül; antikanser etki.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
143
Kaynaklar
[1] Klostergaard J, Seeney CE. Nanomedicine: Nanotechnology, Biology, and Medicine
2012; 8: 37–50
[2] Reddy LH, Arias JL, Nicolas J, Couvreur P. Chemical Reviews 2012; 112: 5818−5878.
[3] Canfarotta F, Piletsky SA. Advanced Healtcare Materials 2014; 3: 160–175
[4] Tabatabaei Mirakabad FS, Koshki KN, Akbarzadeh A, Yamchi MR, Milani M, Zarghami
N, Zeighamian V, Rahimzadeh A, Alimohammadi S, Hanifehpour Y, Joo SW. Asian Pacific J
Cancer Prevention 2014; 15 (2): 517-535
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
144
P-43
Sirkadiyen ritmin günlük yaşam döngüsü üzerine etkileri
Münteha ÖZACAR1*
, Yağmur PĠRĠNÇCĠ1, Fatih TOK
2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Türkiye
Bu çalıĢma kapsamında, sirkadiyen ritmin genel tanımı ve iliĢkili kavramların açıklaması
yapılmıĢtır [1]. Sirkadiyen ritmin insan organizmasındaki etkileri incelenmiĢtir [2]. Ritmin bir
günlük yaĢam döngüsünde oluĢturduğu etkiler araĢtırılmıĢtır [3]. Sirkadiyen ritim uyku
uyanıklık döngüsü, kan basıncı, hormon düzeyleri, sindirim sistemi, vücut sıcaklığı ve
metabolizma üzerine etkileri ile örneklendirilmiĢtir [4]. ÇeĢitli hastalıkların tedavisinde
kullanılacak ilaçlar için sirkadiyen ritme göre uygun zamanlar belirtilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Sirkadiyen ritim; uyku uyanıklık döngüsü; suprakiyazmatik nükleus.
Kaynaklar:
[1] Sancar A, Lindsey-Boltz AL, Gaddameedhi S, Selby PC, Ye R, Chiou Y, Kemp GM, Hu
J, Lee JH, Ozturk N. Bıochemıstry 2010; 584: 25-2618.
[2] Hall JE, Guyton AC. Guyton ve Hall Tıbbi Fizyoloji. Nobel Tıp Kitabevleri, Ġstanbul.
2013.
[3] Özbayer C, Değirmenci Ġ. Dicle Medicinal J 2011; 38: 514-518
[4] GR MG,
Me Y. PubMed 2016; 8: 80-163
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
145
P-44
Resveratrol ve yeni geliştirilen lipozomal formülasyonunun MTT yöntemi ile pankreatik
beta TC hücre hattı üzerine sitotoksisitesinin değerlendirilmesi
Çiğdem YÜCEL1*
, Gökçe ġeker KARATOPRAK2, YeĢim AKTAġ
1
1Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Kayseri,
Türkiye
2Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
Resveratrol (3,5,4′- trihidroksi-trans-stilben) (RSV) pek çok bitkide bulunan doğal
polifenolik bir bileĢiktir. Güçlü antioksidan özelliğinin yanı sıra diyabette insülinin etkinliğini
artırarak, pankreastaki insülin salımını gerçekleĢtiren beta hücrelerini koruyarak ve kan
glukoz seviyesini düĢürerek etkili olmaktadır [1]. Bu çalıĢmada, RSV‟ün farklı
konsantrasyonlarda (100-2.5 µg/mL) bir seri çözeltisinin ve yeni geliĢtirilen lipozom
formülasyonunda kullanılan lipitlerin hücrelere etkisini de görmek için etkin madde içeren ve
içermeyen % 25, % 50 ve % 75‟lik DMEM ile hazırlanmıĢ lipozomların insülin salımı yapan
pankreatik beta TC hücre hattı üzerinde sitotoksik etkisi incelenmiĢtir. ÇalıĢmada, canlılık
oranlarının değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan 3-(4,5-dimetilthiazol-2-il)-2,5-
difenil-tetrazolium bromit (MTT) testi [2] kullanılmıĢtır. Testin sonunda RSV çözeltisi için %
50 ölüm oranı (IC50) 50.7 µg/mL olarak hesaplanmıĢtır. Etkin madde içeren ve içermeyen
lipozom formülasyonunun en deriĢik (% 75) olanlarda bile yüzde canlılık değerleri sırasıyla
% 86.4 ve % 87.4 olarak bulunmuĢtur. Sonuç olarak, RSV‟ün lipozomal formülasyona
güvenle yüklenebildiği ve hücre canlılığını düĢürmeksizin kullanılabileceği görülmüĢtür.
Bu çalıĢma, Erciyes Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: TCD-2015-
6112) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Resveratrol, pankreatik beta TC hücre hattı, sitotoksisite, lipozom
Kaynaklar
1.Szkudelski T, Szkudelski K. Ann NY Acad Sci 2011; 1215: 34–39.
2.Fotakis G, Timbrell JA. Toxicol Lett 2006; 160(2): 171-177.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
146
P-45
Türkiye‟nin değişik yörelerinden toplanan Pelargonium endlicherianum Fenzl. bitkisinin
antioksidan ve antimikrobiyal aktivitelerinin incelenmesi
Gökçe ġEKER KARATOPRAK1*
, Berrak ALTINSOY2, Ebru VURAN
3, Ayten UĞURCU
3,
GülĢah BEġPARMAK3, Müberra KOġAR
1
1Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
2Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Kayseri,
Türkiye
3Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Kayseri, Türkiye
Bu çalıĢmada ülkemizde doğal olarak yetiĢen Geraniaceae familyasına dahil olan
Pelargonium endlicherianum Fenzl. Konya, Kayseri ve KahramanmaraĢ Ģehirlerinden
toplanarak toprak altı ve toprak üstü kısımlarının antioksidan ve antimikrobiyal aktivitelerinin
araĢtırılması ve ekstrelerin spektrofotometrik olarak kimyasal kompozisyonlarının (toplam
fenol, toplam flavonoit, toplam flavonol) belirlenerek karĢılaĢtırmalı olarak incelenmesi
amaçlanmıĢtır.
Ekstrelerin antioksidan aktivitelerini belirlemek amacıyla amacıyla 1,1-difenil-2-pikrilhidrazil
(DPPH) radikal süpürücü etki, 2,2‟- azino-bis (3-etilbenzotiazolin-6- sulfonik asit) (ABTS+)
radikal süpürücü etki, β-karoten-linoleik asit birlikte peroksidasyonu engelleyici etki
aktiviteleri çalıĢılmıĢtır. Listeria monocytogenes (ATCC® 19115), Streptococcus pneumoniae
(ATCC® 49619), Klebsiella pneumoniae Subsp. Pneumoniae (ATCC
® 33495), Neisseria
meningitidis (ATCC® 13077), Haemophilus influenzae (ATCC
® 49766) suĢları kullanılarak
disk difüzyon yöntemi ile antimikrobiyal aktivite tayin edilmiĢtir.
Lokaliteye göre bitkiden hazırlanan ekstrelerin kimyasal bileĢimlerinin zenginliği
incelendiğinde sıralama Konya>KahramanmaraĢ>Kayseri olarak bulunurken genel olarak
%70‟lik metanol kök ekstresi ile toprak üstü kısımlardan hazırlanan %70 metanol ile
hazırlanan ekstrelerin içerik miktarları yakın bulunmuĢtur. Konya‟dan toplanan türün, toprak
üstü kısmından hazırlanan ekstrenin radikal süpürücü etkisi DPPH● (IC50=140 µg/mL) ve
ABTS+ (TEAC=0,80µM Trolox) olarak bulunmuĢtur. Antimikrobiyal aktivite çalıĢmalarında
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
147
ise bitkinin toprak üstü kısmından hazırlanan ekstrelerin kök ekstrelerine göre daha aktif
olduğu belirlenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Pelargonium endlicherianum Fenzl., Geraniaceae, antioksidan,
antimikrobiyal.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
148
P-46
Sülfonamidlerin karbonik anhidraz etkileri
Bedirhan AKIN*, Sevgi KARAKUġ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Sülfonamidler 1954 yılından itibaren karbonik anhidraz inhibitörü olarak kullanılan
bileĢiklerdir. Sülfonamidlerin karbonik anhidraz enzim inhibisyonu etkisinin keĢfinden beri
birçok sülfonamid yapısında yeni ilaç molekülü sentezlenmiĢ ve klinik uygulamada
antiglokom, antiobezite, anti-tiroit, antibakteriyel ve hipoglisemik gibi ajanlar olarak
kullanılmıĢlardır. Özellikle son yıllarda yapılan çalıĢmalarda sülfonamid yapısı içeren
bileĢiklerin antikanser aktiviteye de sahip oldukları ve bu aktivitelerini karbonik anhidraz
enzim inhibisyonuyla gösterdikleri tespit edilmiĢtir. Bu amaçla hazırladığımız derleme
çalıĢmasında karbonik anhidraz enzimi, izoenzimleri ve inhibitörleri hakkında kapsamlı
literatür araĢtırılması yapılmıĢtır [1,2].
Anahtar kelimeler: Sülfonamid, karbonik anhidraz enzimi, antikanser aktivite.
Kaynaklar
1. Akdemir A, Güzel-Akdemir O, Scozzafava A, Capasso C, Supuran CT. Bioorg Med Chem
2013; 21(17): 5228-5232.
2. Cenzo C, Valentina O, Alessandro D, Gianfranco B, Dedeoglu N, Supuran CT. Bioorg
Med Chem 2015; 25: 3850-3853.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
149
P-47
Ultrasonikasyonla eşleştirilmiş pulslü elektrobirikim tekniği ile CNT/PPy modifiye
yüzeylerin hazırlanması ve metamizol sodyum tayinine uygulanması
Kemal Volkan ÖZDOKUR, Hasan ERTAġ2, Fatma Nil ERTAġ
*
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü, Bornova, Ġzmir, Türkiye
Halk sağlığı üzerinde hayati önemi olan kalite kontrol analizleri, farmasötik iĢlemlerde önemli
bir yer tutar. Bu amaçla ilaç etken maddelerinin tayinine iliĢkin basit, hızlı, seçimli, duyar ve
doğru yöntem geliĢtirmeye ihtiyaç vardır. Elektrokimyasal yöntemler nanoteknolojinin de
kullanımıyla güncelliğini koruyan bir araĢtırma alanıdır. Elektrot yüzeylerinin nanoyapılarla
zenginleĢtirilmesi, farmasötiklerin analizinde birçok avantaj sağlamaktadır.
Bu çalıĢmada camımsı karbon elektrot (GCE) yüzeyleri polipirol (PPy) ve karbon nanotüp
(CNT) ile modifiye edilmiĢ ve PPy-CNT kompozit film hazırlamada ilk defa
ultrasonikasyondan yararlanılmıĢtır. Elde edilen yüzeyler karakterize edildikten sonra
analjezik etkisiyle bilinen bir ilaç etken maddesi olan metamizol sodyum analizinde
performansı sınanmıĢtır. ġekil 1‟de yalın ve modifiye GCE elektrotlarda metamizolün
yükseltgenmesine ait voltammogramlar görülmektedir. Yüzey modifikasyonu ile sağlanan
sinyal artıĢından gidilerek, ticari tabletlerde metamizol tayininde kullanılmıĢtır.
Potansiyel (V)
-1.5 -1.0 -0.5 0.0 0.5 1.0 1.5
Ak
ım (
A)
-160
-140
-120
-100
-80
-60
-40
-20
0
20
40
60
GCE/PPy-CNTu
Yalın GCE
ġekil 1 Yalın GCE ve GCE/PPy-CNTu elektrotlarda 40 mg.L-1
metamizol sodyumun
yanıtlarının karşılaştırılması
Anahtar kelimeler: Metamizol sodyum, voltammetri, polipirol karbon nanotüp kompozit film.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
150
P-48
Omega-3 ve balık yağının metabolik fonksiyonları ve insan sağlığı üzerine etkileri
Esranur CENGĠZ 1, Serap KARADERĠ
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Esansiyel yağ asitleri (EYA) insan ve diğer memelilerde yaĢam için mutlaka gerekli olan ve
vücutta sentezlenemediğinden diyetle alınması gereken yağ asitleridir. Vücutta doğal olarak
iki tipi bulunur. Omega-6 (ω-6) serisi cis-linoleik asitten, omega-3 (ω-3) serisi α-linoleik
asitten kaynaklanır. ω-3 ve ω-6 yağ asitlerinin beyin göz ve sinir sistemi, öğrenme ve
konsantrasyon, geliĢimi, okuma ve yazma becerilerinin geliĢimi, bağıĢıklık sisteminin
güçlenmesi, koroner kalp hastalıklarının önlenmesi için gereklidir. Eikosapentaenoik Asit
(EPA), Dekosapentaenoik Asit (DPA) ve Dekosahegzaenoik Asit (DHA)'ın bulunduğu
besinlernin, esansiyel yağ asitlerinin insan metabolizması ve beslenmesi üzerindeki olumlu
etkileri vardır. Retinada yer alan doymamıĢ yağ asitlerinin %60‟ı DHA‟dır. Beyin dokusunda
yer alan doymamıĢ yağ asitlerinin %40‟ı DHA‟dır.
Anahtar kelimeler: Omega-3, balık yağı, EPA, DPA, DHA.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
151
P-49
Sildenafil sitrat etken maddesinin analitik incelenmesi
Raziye GÖÇER2, Serap KARADERĠ*
1
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
Sildenafil sitrat (SS) günümüzde erektil disfonksiyon ve pulmoner arteriyel hipertansiyon
tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. Sistematik (IUPAC) adı:1-[4-etoksi-3-(6,7-dihidro-1-metil-
7-okso-3-propil-1H-pirazolo[4,3-d]pirimidin-5-il)fenilsulfonil]-4-metillpiperazin sitrat‟tır.
Kimyasal formülü: C22H30N6O4S1. Moleküler ağırlık:474,6 g/moldür. Biyoyararlanımı %40
olup, yarılanma ömrü 3-4 saattir. Oral yoldan uygulanır. Sildenafilin % 80‟i feçes, %20‟si
idrar aracılığıyla atılır. Empotens tedavisinde etkili olduğunu anlaĢılan sildenafil ilk olarak
Pfizer firmasının ürettiği ilaçta kullanılmıĢtır. Ġlaç, Amerika BirleĢik Devletleri'ndeki Gıda ve
Ġlaç Dairesi'nin (Food and Drug Administration, FDA) onayını 1998'de almıĢtır. Optimum
etki için, yağlı yiyecekler absorpsiyonu yavaĢlattığından aç karnına alınmalıdır Ġlacın aĢırı
alımı ile ilgili en sık bildirilen yan etkiler; ciltte kızarıklık, baĢ dönmesi, baĢ ağrısı, taĢikardi,
vertigo ve göğüs ağrısıdır. Ġlacın kullanımına bağlı oftalmik yan etkiler görülebilir.
Anahtar kelimeler: Sildenafil sitrat (SS), erektil disfonksiyon, arteriyel akciğer
hipertansiyon.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
152
P-50
Epilepsi ve tedavisinde kullanılan ilaçların analitik incelenmesi
Servet DEMĠRHAN 2, Serap KARADERĠ
1*
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
Epilepsi "sara hastalığı", aileleri ve hekimleri sıkıntıya düĢüren tüm yaĢ gruplarını etkileyen
ve çocukluk çağının sık rastlanan kronik, santral sinir sisteminde elektriksel deĢarjlar sonucu
ortaya çıkan duyu ve hareket bozuklukları, bazen bilinç kaybı görülen nöbetlerle karakterize
kronik nörolojik bir hastalıktır. Epileptik nöbetler; idiopatik, kriptojenik ve semptomatik
olarak ayrılabilir. Epilepsi tedavisi, nöbetlerin durdurulmasını veya kontrolünün sağlanmasını
aynı zamanda uygun maliyetli yaklaĢımı ve ilaçların yan etkilerinin önlenmesini
kapsamaktadır. Günümüzde de çok sayıda ilacın varlığına ve iyi tıbbi bakıma rağmen
epileptik hastaların önemli bir bölümü nöbetlerden kurtulmuĢ değildir. Pratikte bu dirençli
olgular da bazen ilacın yüksek dozda kullanımı tercih edilmekte veya birkaç ilaç beraber
kullanılmakta bunların da yan etkisi fazla olmaktadır. Bu da hastanın yaĢam kalitesini
azaltmakta, maliyeti arttırmakta ve yüksek morbiditeye yol açabilmektedir.
Anahtar kelimeler: Epilepsi, antiepileptikler.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
153
P-51
p-Toluen sülfonil klorür‟den hareketle bazı yeni hidrazit-hidrazonların sentezi ve
antimikrobiyal etkilerinin değerlendirilmesi
Merve CENGĠZ1, Sevil ġENKARDEġ
1*, Muhammed Ġhsan HAN
1, Burçak GÜRBÜZ
2,
Berrak ALTINSOY2, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL
1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Hidrazit-hidrazonlar hakkında birçok çalıĢma yapılmıĢ ve bu yapıdaki bileĢiklerde geniĢ bir
biyolojik aktivite spektrumu tespit edilmiĢtir [1]. Günümüzde yapılan birçok hidrazit-hidrazon
sentezinden elde edilen en önemli aktivitelerden birisi de sentezlenen bileĢiklerin gösterdiği
antimikrobiyal aktivitedir [2]. Laboratuvarımızda sentezlenen birçok hidrazit-hidrazonun
güçlü antimikrobiyal aktivite gösterdiği tespit edilmiĢtir [3,4].
Bu bilgiler ıĢığında, yaptığımız bu çalıĢmada baĢlangıç maddesi olarak p-toluen sülfonil
klorür kullanılmıĢtır. p-toluen sülfonil klorür‟den hareketle 4-metilbenzensülfonohidrazit ve
bunun da aromatik aldehitler ile etanollü ortamda ısıtılması ile 4-metil-N'-[(sübstitüearil)
metiliden]benzensülfonilhidrazit bileĢikleri sentezlenmiĢtir. Sentezlenen bileĢiklerin
elementel analiz, HPLC gibi yöntemlerle saflıkları tespit edilip, FT-IR, H1-NMR teknikleri
kullanılarak yapı aydınlatma çalıĢması yapılmıĢtır. Sentezlenen bu bileĢiklerin antimikrobiyal
aktiviteleri S. aureus, S. epidermidis, P. aeruginosa, E. coli, S. typhimurium ve C. albicans
suĢlarına karĢı agar oluk difüzyon yöntemi ile incelenmiĢtir [5]. Meropenem ve flukonazol
etken maddelerinin kontrol ilaç olarak kullanıldığı deney sonucunda, bileĢiklerin (200
µg/oluk) çalıĢmada kullanılan mikroorganizmalara karĢı antimikrobiyal aktivite göstermediği
görülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Antimikrobiyal aktivite, hidrazit-hidrazon, HPLC, 1H-NMR.
Kaynaklar
1. Rollas S, Küçükgüzel ġG. Molecules. 2007; 12: 1910-1939.
2. Kumar N, Chauhan LS. IJPCR. 2015; 7(2):154-161.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
154
3. Küçükgüzel ġG, Mazi A, Sahin F, Öztürk S, Stables J. Eur J Med Chem. 2003; 38: 1005-
1013.
4.Tatar E, ġenkardeĢ S, Sellitepe HE, Küçükgüzel ġG, Alpay Karaoğlu ġ, Bozdeveci A, De
Clercq E, Pannecouque C, Ben Hadda T, Küçükgüzel Ġ. Turk J Chem. 2016; 40: 510-534.
5. Perez C, Pauli M, Bazerque P. Acta Biol Med Exp 1990; 15: 113-115.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
155
P-52
Düşük doz iyonizan radyasyon maruziyeti sonrası testis dokusunda oluşan oksidan
hasara karşı resveratrol tedavisinin olası koruyucu etkileri
Beste Melek ATASOY1, Tarık Emre ġENER
2, Özge Çevik
3, BüĢra ERTAġ
4, Özlem Tuğçe
KAYA5, ġule ÇETĠNEL
5, AyĢe Dağlı DEĞERLĠ
6, Ġlker TĠNAY
2, Ferruh ġĠMġEK
2, Cem
AKBAL2, Göksel ġENER
4
1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye.
3 Cumhuriyet Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Sivas, Türkiye
4 Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
5 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji & Embriyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
6 Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim AraĢtırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Ġstanbul, Türkiye
Testis bilinen en radyosensitif organlardan biridir. Klinikte özellikle pelvik bölge ıĢınlamaları
sırasında testisin aldığı ve oksidan hasar için yeterli olabilecek “saçılma dozu” spermatogenez
üzerinde olumsuz etki gösterebilmektedir (1). Bu durum özellikle fertil dönemde radyoterapi
görmüĢ hastalarda geç yan etkiler adına yaĢam kalitesini etkileyebilir (2). Resveratrol
antikanserojen, antioksidan ve sirtuin1 (Sirt-1) aktivatörü özellikleri bilinen önemli bir
flavanoiddir (3). Bu çalıĢmada pelvik bölgeye iyonizan radyasyon uygulanan sıçanlarda testis
dokusunda geliĢen oksidan hasara karĢı resveratrol uygulamasının olası koruyucu etkilerinin
incelenmesi amaçlanmıĢtır. ÇalıĢmamızda model olarak klinikte organa sınırlı prostat
kanserinin küratif radyoterapisi sırasında uygulan prostat ıĢınlaması esas alınmıĢtır (4-6).
Spraque Dawley sıçanlara anestezi altında üç boyutlu planlama sisteminde tedavi planlaması
yapıldı ve prostat bölgesine 20 Gy iyonizan radyasyon uygulandı. Gruplar; kontrol, erken (1
hafta) ve geç (10 hafta) radyasyon, ve resveratrol tedavili erken ve geç radyasyon grupları
olarak belirlendi. Resveratrol 10 mg/kg oral olarak uygulandı. Deney sonunda dekapite edilen
hayvanların alınan testis dokularında oksidan hasarın göstergeleri olarak malondialdehit
(MDA), glutatyon (GSH), 8-hidroksiguanosin (8-OH-dG) düzeyleri, myeloperoksidaz
(MPO), superoksid dismutaz (SOD), ve katalaz-3 aktiviteleri tayin edildi (4). Dokularda
ayrıca kaspaz-3 ve sirtuin-1 protein ekspresyonu western blot yöntemi ile değerlendirildi ve
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
156
histolojik inceleme yapıldı. Bulgularımız düĢük doz radyasyona maruz kalan testis dokusunda
MDA, 8-OH-dG düzeylerinde ve MPO ve kaspaz-3 aktivitelerinde anlamlı artıĢ (p˂0.001)
buna karĢılık antioksidan SOD ve GSH değerlerinde anlamlı azalma olduğunu gösterdi.
Radyasyon uygulaması ayrıca bu dokuda kaspaz-3 ve sirtuin protein ekspresyonunu azalttı.
Resveratrol uygulanan tedavili gruplarda bu parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı
(p<0.05-0.001) geri dönüĢ olduğu belirlendi. ÇalıĢmamızda araĢtırılan resveratrol, düĢük doz
radyasyon maruziyeti sonrası testiste oluĢan oksidan hasara karĢı antioksidan ve sirtuin
aktivatörü etki göstermiĢtir. Bu sonuç, resveratrolün pelvik bölge ıĢınlamaları sonrası uzun
dönemde görülebilecek genomik insitabilite ve infertilitede azaltma üzerine gelecekte klinikte
yer bulabilmesi adına çalıĢılma konusu olabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Radyoterapi, testis, antioksidan, resveratrol, sirtuin-1, kaspaz.
Kaynaklar
1. ġener G, Jahovic N, Tosun O, Atasoy BM, Yegen BC. Life Sci, 74(5):563-72, 2003.
2. ġener G, Atasoy BM, Ersoy Y, Arbak S, Sengoz M, Yegen BC. J Pineal Res, 37(4):241-6,
2004.
3. Alturfan AA, Tozan-Beceren A, Sehirli AO, Demiralp E, Sener G, Omurtag GZ. Mol Biol
Rep, 39:4589–4596, 2012
4. Ozyurt H, Cevik O, Ozgen Z, Ozden AS, Cadirci S, Elmas MA, Ercan F, Gören MZ, Sener
G. Free Radic Res, 2014; 48(10):1247-55.
5. ġener G, Kabasakal L, Atasoy BM, Erzik C, Velioglu-Ogunc A, Cetinel S, Gedik N,
Yegen BC. Pharmacol Res, 53(3):241-52, 2006
6. ġener G, Kabasakal L, Atasoy BM, Erzik C, Velioglu-Ogunc A, Cetinel S, Contuk G,
Gedik N, Yegen BC. J Endocrinol, 189(2):257-69, 2006.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
157
P-53
Probiyotik ürün ve preparatlardan probiyotik bakterilerin izolasyonu ve tanımlanması
Nurten TETĠK1*, Pervin RAYAMAN
1, Erkan RAYAMAN
1, Rıza ADALETĠ
2, Ümran
SOYOĞUL GÜRER1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye.
2HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarı, Ġstanbul,
Türkiye
Son yıllarda mikroorganizmaların antibiyotiklere karĢı direnç geliĢtirmeleri antibiyotiklerin
ekolojik zararları ve maliyetlerinin artması araĢtırmacıları anti-enfeksiyöz özellikleri ile insan
sağlığını olumlu yönde etkileyen probiyotiklerin kullanımı üzerine odaklamıĢtır. Bu amaçla
çalıĢmamızda 5 adet ticari preparat, 7 adet ticari probiyotik ürün ve 4 adet doğal farklı
probiyotik üründe probiyotik bakteri varlığı araĢtırılmıĢtır. Doğal kefir, ticari kefir, yoğurt,
peynir altı suyu ve ticari probiyotik preparatlardan probiyotik bakterilerin izolasyonu
yapıldıktan sonra bakteri tanımlanması Matriks Yardımlı Lazer Ġyonizasyon Kütle
Spektrofotometresi (MALDI-TOF MS) ile yapılmıĢ ve konvansiyonel yöntemler (Gram
boyama, katalaz, Voges-Proskauer, glikozdan gaz üretimi ve arjinin hidroliz testi) ile
doğrulanmıĢtır.
ÇalıĢmamızda izole edilen ve MALDI- TOF ile tanımlanan 27 adet probiyotik bakterinin
mide asitliğine ve safra tuzlarına karĢı direnç durumlarını belirlemek için bakterilerin pH 1.5
pH 2, pH 3.2‟ye, % 0.15, % 0.30, % 1 safra tuzu içeriğine ve 4°C, 22°C, 45°C sıcaklığa
direnci araĢtırılmıĢtır.
Sonuç olarak, 7 adet farklı probiyotik üründe Lactobacillus rhamnosus, Enterococcus
gallinarum, Lactobacillus kefiri, Bacillus megaterium, Lactobacillus plantarum,
Enterococcus faecium, Bifidobacterium spp. olmak üzere insanlarda barsakta mikrobiyal
dengeyi düzelttiği ve antibakteriyel ve immün düzenleyici etkileri olduğu gösterilmiĢ olan 7
farklı probiyotik bakteri saptanmıĢtır.
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: SAG-C-
YLP-111115-0506) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Probiyotikler, MALDI-TOF, Lactobacillus spp., Enterococcus
gallinarum, Bifidobacterium spp.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
158
P-54
Türk Eczacılık Tarihinde Şehit Eczacılar
Celâl ÖCAL
Meslek hayatımızın ortamı, sadece eczane, laboratuar, fabrika veya hastaneden ibaret
olmamıĢtır. Olağan üstü Ģartlarda yerine getirmek durumunda kaldığımız eczacılık mesleği
savaĢ ortamında da yerine getirilmiĢ Türk Eczacılık tarihine ġehit Eczacıların adı yazılmıĢtır.
BaĢbakanlık Devlet Osmanlı ArĢivi kayıtlarında, 1.Dünya SavaĢı sırasında savaĢtığımız on
cephede, hastanelerde, ön saflar da eczacıların görev yaptığı bilgisi bulunmaktadır.
Tespit edebildiğimiz ilk eczacı Ģehitlerimiz, Balkan Harbi sırasında 11.Alay 2.Tabur‟da görev
yapan Mehmet Efendi ile 6.Alay 2.Topçu Taburunda görevli Nuri Efendidir. Ölüm nedeni
olarak Cephede yazılıdır. 1.Dünya SavaĢı Cephelerinde çok sayıda eczacımız Ģehit düĢmüĢtür.
Erzurum Askeri Çakmak Hastanesi önünde yer alan kitabede 1914-1918 Kafkas cephesinde
vazifeleri uğrunda Ģehit olan sağlık subaylarının adlarının olduğu kitabede, 25
meslektaĢımızın adları yazılıdır. Yunan iĢgali faciası sırasında Ģehit edilen Ecz. Yzb. Ahmet
Vasıf Efendinin adı Ġzmir Ġlk KurĢun Anıtı üzerinde adı yazılmıĢtır. Ġstiklal Harbi dönemi
1.Ġnönü Muharebesininde Türk ordusuna tren katarlarında hastane hizmeti verilmeye
çalıĢılmaktadır. Ecz. Bnb. Muhittin Bey EskiĢehir Sevk ve Mecruhin (yaralı) katarı Eczacısı
iken 11 Ocak 1921 günü görevi baĢında Ģehit düĢmüĢtür. Eczacılık Fakültelerinde Eczacılık
Tarihi ve Tıbbi Deontoloji dersleri müfredatına “Türk Eczacılık Tarihinde ġehit Eczacılar”
konusu dahil edilmelidir. Varlığımızı borçlu olduğumuz atalarımızın yaĢadığı olayları,
hayatlarını hiçe sayarak verdikleri mücadeleyi bilmek, sahip çıkmak, vicdan borcumuzdur. Bu
çalıĢmamız Ģehit meslektaĢlarımızın hakkını teslim etme, eczacılarımıza kadirĢinastlık ve vefa
göstererek, saygı ve rahmetle anma ve adlarının literatürde yer almasını sağlama giriĢimidir.
Anahtar kelimeler: ġehit eczacı, Balkan SavaĢı, 1.Dünya SavaĢı, Ġstiklal Harbi, eczacılık
tarihi.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
159
P-55
Ampute futbolcuların vitamin ve besin destek ürünü kullanma alışkanlıkları
Ġnci Banu AYÇA1*
, Hüseyin TÜRKMEN2
1Marmara Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Spor Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Ampute futbol milli takım oyuncusu, Ġstanbul, Türkiye
ÇalıĢmaya 2015-16 futbol sezonunda Türkiye ampute futbol liginde 2 farklı lig kategorisinde
yer alan takımlarda aktif olarak futbol oynayan 60 ampute futbolcu katılmıĢtır. Süper Lig ve
1.Ligden 30‟ar futbolcuya sezon içi ve dıĢı dönemde vitamin ve besin destek ürünü kullanma
alıĢkanlıklarını incelemek amacıyla anket uygulanmıĢtır. Sonuçlar SPSS 15.0 paket programı
kullanılarak yüzde (%) ve frekans (f) olarak değerlendirildi. YaĢları 16-50 yıl arasında olan
sporcuların ampute futbolu oynadıkları süre 1-5 yıl arasındadır. Sporcuların %26.67‟si (f:16)
vitaminlerin enerji verdiğini, %20‟si (f:12) dayanıklılığı arttırdığını, %15‟i (f:9) kuvveti
arttırdığını ve %8.33‟ü (f:5) bağıĢıklık sistemini güçlendirdiğini düĢünmektedir. Futbolcuların
%26.67‟si (f:16) sezon içi dönemde vitamin kullandığını, vitamin kullananların%50‟si (f:8)
sezon dıĢında da kullanmaya devam ettiğini belirtmiĢtir. Vitamin kullananların %37.5‟i (f:6)
eczaneden, %37.5‟i (f:6) besin destek ürünü satıĢ mağazasından, %25‟i (f:4)internetten
vitamin aldıklarını belirtmiĢtir. Vitamin kullananların %37.5‟i (f:6) kendisi
araĢtırarak,%31.25‟i (f:5) doktor ve eczacı önerisi, %18.75‟i (f:3) arkadaĢ ve aile önerisi ile
vitamin kullandığını belirtmiĢtir. Vitamin kullananların %37.5‟i (f:6) haftada birkaç gün,
%25‟i(f:4)hergün düzenli olarak 1 tane kullandığını belirtmiĢtir. Futbolcuların %23.33‟ü
(f:14)sezon içi dönemde besin destek ürünü kullandığını, kullananların %64.29‟u (f:9) sezon
dıĢında da besin destek ürünü kullanmaya devam ettiğini belirtmiĢtir. Besin destek ürünü
kullananların %35.71‟i (f:5) amino asit/protein tozu, %28.57‟si (f:4)balık yağı,%14.28‟i (f:2)
L-Karnitin kullanmaktadır.Besin destek ürünü kullananların %28.57‟si (f:4)kendisi
araĢtırarak, %28.57‟si (f:4)doktor ve eczacı önerisi, %28.57‟si (f:4) antrenör ve takım
arkadaĢı önerisi, %14.28‟i (f:2) diyetisyen önerisi ile besin destek ürünü kullanmaya karar
verdiğini belirtmiĢtir. Sonuç olarak; sporcuların vitaminlerin etkileri konusundaki bilgilerinin
yeterli olmadığı, vitamin ve besin destek ürünü kullanımı konusunda kendileri karar verdiği
gibi, uzman kiĢilerin önerisi yanı sıra uzman olmayan kiĢilerin önerilerini de dikkate
aldıklarını görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Vitamin, besin destek ürünü, futbolcu.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
160
P-56
Diyabetli hastalarda gıda takviyesi kullanımı
Çağla SÜRMELĠ1, Mesut SANCAR*
2, Betül OKUYAN
2, Fikret V. ĠZZETTĠN
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
ÇalıĢmamızın amacı diyabet hastalarında gıda takviyelerinin kullanılma oranı, hastaların bu
ürünler hakkındaki bilgi düzeylerinin ve tutumlarının araĢtırılmasıydı. AraĢtırma 1 ġubat
2016 – 1 Mayıs 2016 tarihleri arasında Ġstanbul Üsküdar‟da yer alan ve öğrencilerin Eczacılık
Uygulamaları kapsamında bulundukları serbest eczanelerde yürütüldü. ÇalıĢma hastalarla yüz
yüze görüĢülerek yapıldı.
Toplam 100 hastaya ulaĢıldı. AraĢtırmaya katılanların %56‟sı kadın hastalardı. Hastaların yaĢ
ortalaması 61.5 idi. ÇalıĢmaya katılan hastaların 20‟sinde diyabet hastalığının yanında kronik
kalp hastalığı, 10‟unda ise kronik akciğer hastalığı vardı. Hastaların %86‟sı en az bir gıda
takviyesi ürünü kullandığını ifade etti. Bunların %56‟sı gıda takviyesi kullanmaya baĢladıktan
sonra kendini biraz daha iyi hissettiğini belirtti. Hastaların büyük bir kısmı bu ürünlere ait
bilgiyi doktor ve eczacılarından aldıklarını belirttiler. Hastaların %95‟i gıda takviyesi
kullandığını doktoruna bildirdiğini belirtti. %18‟i gıda takviyesi kullanımı esnasında bazı yan
etkiler gördüğünü ifade etti.
ÇalıĢma sonuçlarına dayanarak diyabetli hastalarda gıda takviyesi kullanımının yaygın
olduğu ve çoğunlukla sağlık personelinin bilgisi dahilinde olduğu söylenebilir. Bu ürünlerin
akılcı kullanımı konusunda eczacıların önemli sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.
Anahtar kelimeler: Diyabet, gıda takviyesi, eczacı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
161
P-57
Astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda mevsimsel grip ve pnömokok
aşılarının kullanımı
Necdet Can ÖZYILDIZ1, Mesut SANCAR*
2, Betül OKUYAN
2, Fikret V. ĠZZETTĠN
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Grip ve pnömoni, astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalığını (KOAH) alevlendiren önemli
enfeksiyon ajanlarından olup, astım ve KOAH hastalarının bu aĢıları yaptırmaları Ģiddetle
önerilmektedir. ÇalıĢmamızın amacı astım ve KOAH hastalarında grip ve pnömokok aĢısı ile
aĢılanma durumlarının, hastaların bu aĢılar konusundaki bilgi düzeylerinin ve tutumlarının
araĢtırılmasıydı. AraĢtırma 1 ġubat 2016 – 1 Mayıs 2016 tarihleri arasında Ġstanbul
Kadıköy‟de yer alan ve Eczacılık Uygulamaları kapsamında öğrencilerin stajlarına devam
ettiği eczanelerde yürütüldü. ÇalıĢma, NHS Flu Vaccination Service - Patient
Questionnaire‟den [1] uyarlanan bir anket yardımıyla hastalarla yüz yüze görüĢülerek yapıldı.
Toplam 47 hastaya ulaĢıldı. Hastaların yaĢ ortalaması 52.64 ± 22.45 olup, araĢtırmaya
katılanların %74‟ü kadındı. Hastaların %64‟ü 65 yaĢ altındaydı. Hastaların %77‟si sigara
kullanmadığını, %8‟i ise sigara kullanımını bıraktığını belirtti. ÇalıĢmaya katılan hastaların
27‟sinde astım, 20‟sinde de KOAH bulunmaktaydı. 21 hastanın kronik akciğer hastalığının
yanında ikinci bir kronik hastalığı daha vardı. ÇalıĢmamıza katılanlarda en sık görülen
komorbid hastalığın kronik kalp hastalığı olduğu belirlendi. Hastaların %64‟ü grip aĢısının,
%62‟si de pnömokok aĢısının koruyuculuğuna inandığını belirtti. ÇalıĢmaya katılan hastaların
%66‟sının daha önce grip aĢısı yaptırdığı, ancak %77‟sinin daha önce hiç pnömokok aĢısı
yaptırmadığı saptandı. Hastaların eğitim düzeyi ve yaĢları ile aĢı yaptırma tutumları arasında
istatistiksel bir iliĢki saptanmamıĢtır (p>0.05). ÇalıĢma sonuçlarına dayanarak ülkemizde
astım ve KOAH‟lı hastalarda grip ve pnömokok aĢılarının uygulanmasının öneminin
vurgulanması gerektiğini düĢünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Astım, KOAH, pnömokok aĢısı, influenza aĢısı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
162
Kaynaklar
1. NSH Flu Vaccination Service-Patient Questionnaire. Available from:
http://www.nhsemployers.org/~/media/Employers/Documents/Primary%20care%20co
ntracts/Pharmacy/Flu%20Vaccination%20Patient%20Questionnaire.pdf (EriĢim tarihi
15 Eylül 2015)
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
163
P-58
Astım hastalarında hastalık algısının ve tedavi profillerinin incelenmesi
Umur BABADAĞLI1, Betül OKUYAN*
2, Mesut SANCAR
2, Fikret V. ĠZZETTĠN
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
ÇalıĢmamızda serbest eczaneye herhangi bir nedenle gelen astım hastalarında hastalık
algısının ve ayrıca reçeteli ve reçetesiz ilaç profilinin incelenerek; ilaç tedavisi karmaĢıklık
ölçeğinin hesaplanması amaçlanmaktadır. Tanımlayıcı nitelikteki çalıĢmamız 20.02.2016-
20.05.2016 tarihleri arasında Ġstanbul‟daki bir serbest eczanede yürütülmüĢtür. ÇalıĢmamız
serbest eczaneye herhangi bir nedenle gelen ve çalıĢma hakkında bilgilendirildikten sonra
çalıĢmaya katılmayı kabul eden 18 yaĢ üstü astım tanısı bulunan 52 hastada
gerçekleĢtirilmiĢtir. ÇalıĢmada hastaların yaĢı, cinsiyeti, eğitim durumu gibi demografik
özellikleri araĢtırılmıĢtır. Kocaman ve ark. tarafından Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik
çalıĢması yapılmıĢ Kısa Hastalık Algı Ölçeği kullanılmıĢtır [1]. Hastalara, Uysal ve ark
tarafından Türkçe versiyonunun geçerlilik ve güvenilirliği yapılmıĢ Astım Kontrol Testi
uygulanmıĢtır [2]. Ayrıca hastaların kullandığı tüm ilaçlar için ilaç rejimi karmaĢıklık ölçeği
hesaplanmıĢtır [3]. Hastaların yaĢ ortalaması 54,63±20,9 (18-89) olarak bulunmuĢtur.
ÇalıĢmamızda hastaların en sık kullandıkları ilaç tedavi rejimleri β-2
agonist+kortikosteroid+lökotrien antagonistleri ve β-2 agonist+kortikosteroid olarak tespit
edilmiĢtir. Hastalarda yapılan astım kontrol testi sonucu hastaların 3‟ünün hastalığının tam
olarak kontrol altında olduğu, 12‟sinde kısmi kontrol olduğu ve 37‟sinde ise kontrolün
olmadığı görülmüĢtür. Kısa hastalık algısı ölçeği skoru ortalaması 36,56±9,6 (12-54) olarak
bulunmuĢtur. Ġlaç sayısı ve kronik hastalık sayısı ile kısa hastalık algısı ölçeği arasında
istatiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptanmamıĢtır (p>0,05). Kısa hastalık algısı ölçeği ile
ilaç tedavisi karmaĢıklık ölçeği arasındaki koreĢasyon ise istatiksel olarak anlamlı
bulunmuĢtur (r: 0,292; p<0,05). Hastaların kullandıkları ilaç sayısı ile ilaç tedavisi
karmaĢıklık ölçeği arasında da anlamlı korelasyon tespit edilmiĢtir (r:0,918; p<0,001).
Eczanelerde astım hastaların hastalık algılarının ve ilaç tedavilerindeki karmaĢıklık
derecelerinin belirlenmesinin tam kontrol altında olmayan hastalarda ilaç tedavisine uyum
veya aadvers etki gibi olası ilaç kaynaklı problemlerin önlenmesine katkı sağlayacağını
düĢünmekteyiz.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
164
Anahtar kelimeler: Astım, hastalık algısı, ilaç rejimi karmaĢıklığı.
Kaynaklar
1. Kocaman N, Özkan M, Armay Z, Özkan S. Anadolu Psikiyatri Derg. 2007; 8(4):271-
280.
2. Uysal MA. 15. Türk Toraks Derneği Yıllık Kongresi. Kongre Kitabı 2012:23.
3. Okuyan B, Babi B, Sancar M, Ay P, Yücel E, Yücel A, Izzettin FV. J Eval Clin Pract.
2016.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
165
P-59
Okçuluk sporcularının performans artırmak amacıyla kullandıkları ilaçlar ve kafein
tüketimleri
Ġnci Banu AYÇA1*
, Behiye BOZBAY2
1Marmara Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Spor Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Badminton antrenörü, Ġstanbul, Türkiye
YaĢları 18-50 arasında olan 100 (52 kadın,48 erkek) okçuluk sporcusuna performans artırmak
amacıyla kullandıkları ilaçlar, enerji içeceği ve kafein tüketimlerini araĢtırmak amacıyla bir
anket uygulandı. Sonuçlar SPSS 15.0 paket programı kullanılarak yüzde(%) ve frekans(f)
olarak değerlendirildi. En az 3 yıllık lisanslı sporcu olan katılımcıların %19‟u (f:19) milli
sporcudur. Okçuluk branĢında performansı olumlu yönde etkileyeceği düĢünülen ilaçlarda ilk
üç sırayı vitaminler (%23), santral sinir sistemi uyarıcıları ve büyüme hormonu (%15),
anabolik steroidler (%13)alırken, %10‟luk oranlarla beta-blokerler, beta-2 agonistler,
narkotikler dördüncü sırada yer almaktadır. Katılımcıların%5‟i(f:5)alkol kullanımının okçuluk
sporunda performansı olumlu yönde etkileyeceğini düĢünmektedir. Performans artırmak için
sporcuların%8‟i (f:8)vitamin,%5‟i(f:5)narkotik içermeyen analjezik, %3‟ü(f:3) anabolik
steroid, %3‟ü(f:3) trankilizan, %4‟ü(f:4) ise alkol kullandığını belirtmiĢtir. Ayrıca müsabaka
öncesi heyecanını yatıĢtırmak için %2‟si (f:2) trankilizan, %4‟ü(f:4) alkol kullandığını
belirtmiĢtir. Performansı olumlu yönde etkileyeceğini düĢündükleri vitaminlerin etkileri
konusundaki görüĢlerinde ilk beĢ sırada; enerji verir(%63), bağıĢıklık sistemini güçlendirir
(%50),kilo aldırır (%47), dayanıklılık artıĢı(%42),kuvvet artıĢı(%27)yapar yer almaktadır.
Sporcuların %34‟ü(f:34) enerji içeceklerinin performansı olumlu yönde etkilediğini
düĢünürken, %26‟sı(f:26) enerji içeceği kullandığını belirtmiĢtir. Sporcuların %56‟sı(f:56)
günde 2-3 bardak çay ve 1-2 fincan kahve/nescafe tükettiğini belirtmiĢtir. Müsabaka öncesi
çay/kahve tüketen sporcuların oranı %35(f:35)dir. Sonuç olarak; ankete katılan sporcularda
performans artırmak amacıyla ilaç kullanımının düĢük oranda olduğu, vitaminlerin etkileri,
branĢlarında performansı etkileyecek maddeler hakkında ve müsabaka öncesi kullanılması
sorun yaratabilecek maddeler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları görülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Spor, ilaç kullanımı, vitamin, kafein.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
166
P-60
5-Kloropirazin halkası taşıyan bazı yeni 1,2,4–triazol ve 1,3,4-tiyadiazol türevleri
üzerinde sentez çalışmaları
Simay SEVEN1, Gamze Ġrem ÇINAR
1, Fatih TOK
2, Bedia KOÇYĠĞĠT-KAYMAKÇIOĞLU
2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Triazol ve tiyadiazol bileĢikleri, önemli biyolojik aktivite gösteren beĢ üyeli heterosiklik halka
yapısına sahip farmasötik ajanlardır. Triazol ve tiyadiazol halkası taĢıyan bileĢiklerin literatür
bilgileri ıĢığında, bulundurdukları fonksiyonel gruplara göre antienflamatuvar, antimikrobiyal,
antikonvülzan ve sitotoksik aktivite gösterdikleri bilinmektedir [1, 2]. Bu çalıĢmada, belirtilen
aktiviteleri göstermesi muhtemel, metil-5-kloropirazin-2-karboksilat üzerinden hareketle
tekabül eden hidrazit türevini, hidrazit türevine sübstitüe izotiyosiyanatların katımı ile
tiyosemikarbazitler ve tiyosemikarbazitlerin alkali ve asitli ortamda siklizasyon reaksiyonu
sonucu triazol ve tiyadiazol bileĢikleri sentezlenmiĢtir. BileĢiklerin yapıları IR ve 1H-NMR
spektroskopik yöntemleri kullanılarak aydınlatılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Tiyadiazol, triazol, sentez ve yapı aydınlatma.
Kaynaklar
1. Zhang K, Wang P, Xuan LN, Fu XY, Jing F, Li S, Liu YM, Chen BQ. Bioorg Med Chem
Lett 2014; 24: 5154-6.
2. Bhat KS, Poojary B, Prasad DJ, Naik P, Holla BS. Eur J Med Chem 2009; 44: 5066-70.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
167
P-61
Alaçam (Samsun) yöresinin bazı yararlı bitkileri
*Ġsmail ġENKARDEġ
1, Buket KIR
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
Anabilim Dalımız araĢtırma projeleri kapsamında yurdumuzun çeĢitli yörelerinde halk ilacı
olarak kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler özel çalıĢmalar yapılarak
araĢtırılmakta ve bunlarla ilgili bilgiler derlenmektedir.
Bu çalıĢma kapsamında da temel olarak Alaçam (Samsun) yöresinde geleneksel halk ilacı
olarak kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler araĢtırılmıĢ ve bu konuda bilgiler
derlenmiĢtir. Bu amaçla 13 Temmuz 2015 - 18 Ağustus 2015 tarihleri arasında araĢtırma
yöresi olarak belirlediğimiz Alaçam (Samsun) yöresine gidilerek konumuzla ilgili çeĢitli
kiĢilerle görüĢmeler yapılmıĢ, halkın geleneksel halk ilacı olarak yararlandığı bitkiler
hakkında bilgiler derlenmiĢ ve bitkilerin yöresel adları saptanmıĢtır. Yöreden topladığımız
bitkilerin örnekleri preslenip, kurutulduktan sonra Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Herbaryumu‟na (MARE) kaydedilerek numaralandırılmıĢtır. Daha sonra bunlar özel
herbaryum kartonlarına yapıĢtırılıp, etiketleri hazırlanarak herbaryum örneği haline
getirilmiĢlerdir.
Bu çalıĢma sonucunda Alaçam (Samsun) yöresinde saptadığımız toplam 20 taksondan yörede
geleneksel halk ilacı olarak ve bunlardan bazılarından da diğer amaçlarla yararlanıldığı
belirlenmiĢtir. AraĢtırma yöresinde saptanan bitkiler ve bunlarla ilgili bilgiler metin içinde
sunulmuĢtur.
Anahtar kelimeler: Farmasötik botanik, etnobotanik, halk ilacı, tıbbi bitki.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
168
P-62
Şanlıurfa yöresinde farmasötik botanik araştırmalar
Gizem BULUT1*
, Derya AKALTUN2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Ġstanbul, Türkiye
Anabilim Dalımız araĢtırma projeleri kapsamında yurdumuzun çeĢitli yörelerinde halk ilacı
olarak kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler özel çalıĢmalar yapılarak
araĢtırılmakta ve bunlarla ilgili bilgiler derlenmektedir.
Bu çalıĢma kapsamında da temel olarak ġanlıurfa yöresinde geleneksel halk ilacı olarak
kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler araĢtırılmıĢ ve bu konuda bilgiler
derlenmiĢtir. Bu amaçla 01.06.2015-01.08.2015 tarihleri arasında araĢtırma yöreleri olarak
belirlediğimiz ġanlıurfa‟ya gidilerek konumuzla ilgili çeĢitli kiĢilerle görüĢmeler yapılmıĢ,
halkın geleneksel halk ilacı olarak yararlandığı bitkiler hakkında bilgiler derlenmiĢ ve
bitkilerin yöresel adları saptanmıĢtır. Yöreden topladığımız bitkilerin örnekleri preslenip,
kurutulduktan sonra Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Herbaryumu‟na (MARE)
kaydedilerek numaralandırılmıĢtır. Daha sonra bunlar özel herbaryum kartonlarına
yapıĢtırılıp, etiketleri hazırlanarak herbaryum örneği haline getirilmiĢlerdir.
Bu çalıĢma sonucunda ġanlıurfa yöresinde saptadığımız toplam 15 tür bitkiden yörede,
geleneksel halk ilacı olarak yararlanıldığı belirlenmiĢtir. AraĢtırma yörelerinde saptanan
bitkiler ve bunlarla ilgili bilgiler metin içinde sunulmuĢtur.
Anahtar kelimeler: Farmasötik botanik, etnobotanik, geleneksel halk ilacı, ġanlıurfa.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
169
P-63
Akyazı ve Taraklı (Sakarya) yörelerinde farmasötik botanik araştırmalar
Gizem BULUT1*
, Rüveyda KARTAL2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
Anabilim Dalımız araĢtırma projeleri kapsamında yurdumuzun çeĢitli yörelerinde halk ilacı
olarak kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler özel çalıĢmalar yapılarak
araĢtırılmakta ve bunlarla ilgili bilgiler derlenmektedir.
Bu çalıĢma kapsamında da temel olarak Akyazı ve Taraklı (Sakarya) yörelerinde geleneksel
halk ilacı olarak kullanılan ve diğer amaçlarla yararlanılan bitkiler araĢtırılmıĢ ve bu konuda
bilgiler derlenmiĢtir. Bu amaçla 21-22 Haziran 2015 tarihleri arasında araĢtırma yöreleri
olarak belirlediğimiz Akyazı ve Taraklı‟ya gidilerek konumuzla ilgili çeĢitli kiĢilerle
görüĢmeler yapılmıĢ, halkın geleneksel halk ilacı olarak yararlandığı bitkiler hakkında bilgiler
derlenmiĢ ve bitkilerin yöresel adları saptanmıĢtır. Yöreden topladığımız bitkilerin örnekleri
preslenip, kurutulduktan sonra Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Herbaryumu‟na
(MARE) kaydedilerek numaralandırılmıĢtır. Daha sonra bunlar özel herbaryum kartonlarına
yapıĢtırılıp, etiketleri hazırlanarak herbaryum örneği haline getirilmiĢlerdir.
Bu çalıĢma sonucunda Akyazı ve Taraklı (Sakarya) yörelerinde saptadığımız toplam 15 tür
bitkiden yörelerde, geleneksel halk ilacı olarak yararlanıldığı belirlenmiĢtir. AraĢtırma
yörelerinde saptanan bitkiler ve bunlarla ilgili bilgiler metin içinde sunulmuĢtur.
Anahtar kelimeler: Farmasötik botanik, etnobotanik, geleneksel halk ilacı, Sakarya.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
170
P-64
Bazı yeni diflunisal türevlerinin yüksek basınçlı sıvı kromatografisi tekniği ile saflık
kontrolleri
Göknil Pelin COġKUN*, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Diflunisal türevleri üzerinde yapılan çalıĢmalarda sentezlenen bileĢiklerin saflık kontrolleri
için çok çeĢitli yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (YBSK) teknikleri kullanılmıĢtır. Bu
çalıĢmada; diflunisal üzerinden sentezlenen türevlerin saflık kontrollerinin YBSK ile tayin
edilmesi amaçlanmıĢtır. BileĢiklerin optimum ayırım sağladığı hareketli faz üzerinden elde
edilen alınkonma zamanları, bileĢiklerin yapılarına ve taĢıdıkları sübstitüentlere göre
değerlendirilmiĢtir. Diflunisal üzerinden sentezlenen 2-[(2',4'-difluoro-4-hidroksibifenil-3-
il)karbonil]-N-(sübstitüe)hidrazinokarbotiyoamit ve 5-(2',4'-difluoro-4-hidroksibifenil-3-il)-4-
(sübstitüe)-2,4-dihidro-3H-1,2,4-triazol-3-tiyon bileĢiklerinin ödevli gruplarına ve
sübstitüentlerine uyumlu olarak alıkonma zamanları kaydedilmiĢtir. Bu çalıĢmada,
tiyosemikarbazit ve 1,2,4-triazol-3-tiyon yapısı taĢıyan bileĢiklerin YBSK ile optimum ayırım
sağladığı kromatografi yönteminde izokratik çözücü sistemi M1: asetonitril/trietilamin-fosfat
tamponu karıĢımı (pH:3.7) (70:30, h/h) ve M2: asetonitril/trietilamin-fosfat tamponu karıĢımı
(pH:3.7) (60:40, h/h) kullanılmıĢtır. BileĢiklerin uygulandığı kromatografi sistemi ise, Agilent
1100 Series Yüksek Basınçlı Sıvı Kromatografisi cihazı, Zorbax SB C8 5 µm, 250 x 4.6 mm
kolon (M1 sisteminde) ve ACE 3 C18 100x4.0 mm kolon (M2 sisteminde) olmuĢtur.
Sentezlenip saflaĢtırılan bileĢiklerin, metanolde çözündürülmeleri ile hazırlanan stok
çözeltiler hedef deriĢime (10 μg/ml) hareketli fazla seyreltilmiĢtir. Çözeltiler, 100 µl
hacminde, mobil fazın akıĢ hızı 1 ml/dk olan sisteme enjekte edilmiĢtir.
Bu çalıĢma TUBĠTAK 1002 Hızlı Destek Programı 114S966 proje numarası ile
desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Diflunisal, tiyosemikarbazit, 1,2,4-triazol-3-tiyon, YBSK.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
171
P-65
Bazı yeni diflunisal türevlerinin yüksek çözünürlüklü kütle spektrometrisi çalışmaları
ile tanımlanması
Göknil Pelin COġKUN*, ġ.Güniz KÜÇÜKGÜZEL
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Kütle spektroskopisi çalıĢmaları, ilaç ve eczacılık alanında sıklıkla kullanılan bir yöntem olup
sentezlenen bileĢiğin hedeflenen molekül ağırlığı ve elementel bileĢime sahip olup olmadığını
kısa sürede kanıtlamaktadır. Son yıllarda geliĢen teknoloji ile birlikte çok çeĢitli kütle spektral
teknikleri geliĢtirilmiĢtir ve elde edilen fragmentlerin kütle/yük değerlerine bakılarak
sentezlenen bileĢiklerin analizi kolayca yapılabilmektedir. Bu çalıĢmada; diflunisal üzerinden
sentezlenen tiyosemikarbazit ve 1,2,4-triazol-3-tiyon bileĢiklerinin Yüksek Çözünürlüklü
Kütle Spektrometrisi (HR-MS) yöntemi ile analizleri yapılmıĢ; bileĢiklerin kütle/yük
değerlerine göre molekül ağırlıkları ve molekül formülleri tespit edilmiĢtir. Spektrumda tespit
edilen parçalanma ürünlerinin molekül ağırlıkları hesaplanan molekül ağırlıkları ile uyumlu
bulunmuĢ ve sentezlenen türevlerin yapıları ve parçalanma yolları HR-MS çalıĢmaları ile de
doğrulanmıĢtır.
Bu çalıĢma TUBĠTAK 1002 Hızlı Destek Programı 114S966 proje numarası ile
desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Diflunisal, tiyosemikarbazit, 1,2,4-triazol-3-tiyon, HR-MS.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
172
P-66
Tamoksifen ilaç etken madde analizlerine ilişkin çalışmaların incelenmesi
Burcu ġĠRĠN1, Dilek Bilgiç ALKAYA
2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
[email protected], [email protected]
Seçici östrojen reseptör modülatörü Tamoksifen, erken veya ilerlemiĢ meme kanseri
tedavisinde ve yüksek risk taĢıyan durumlarda da koruma amaçlı kullanılmaktadır.
Tamoksifenin sitokrom enzim sistemi P450 ve flavin içeren monooksijenaz CYP450
tarafından kapsamlı Ģekilde metabolize edilmesiyle çeĢitli Faz 1 metabolitleri meydana gelir.
Bu metabolitlerin östrojen reseptörüne (ER Alpha,ER Beta) karĢı toksisitesi ve etkisi (ilgisi)
değiĢiklik gösterir. Metabolik yol; Tamoksifenin iki ana metabolitindeki biyotansformasyonla
baĢlar. Bu iki metabolit 4-hidroksi tamoksifen (4-OH-TAMO) ve N-desmetil tamoksifen (N-
desCH3-TAMO)‟dir. Ancak Tamoksifen ile ilgili bilimsel makalelerin yayımlanmasından
sonra birçok yeni metabolit de belirlenmiĢtir. Faz 1 metabolizmasında biyoaktivasyon veya
inaktivasyon enzimlerle katalize edilen oksidasyon, redüksiyon ve hidroliz ile meydana
gelmektedir [1,2,5].
Bu araĢtırma Tamoksifen ve Faz 1 metabolitlerinin biyolojik örneklerde saptanması ile ilgi
bilimsel çalıĢmalar hakkında geniĢ çaplı bilgi verir. Ġncelenen bilimsel çalıĢmalarda kapiler
elektroforez, sıvı, gaz ve ince tabaka kromatografisi, kütle spektrometrisi (MS) ile birlikte,
ultraviyole (UV) ve fluoresans (Flu), sıvı sintilasyon sayımı (LSC), Nükleer magmetik
rezonans (NMR) spektroskopisi kullanılan tekniklerdir [2,3,4]. Kullanılan tekniklerin
Tamoksifen için birbirlerinden üstünlüğü, güvenilirliği ve Tamoksifen ile onun metabolitlerini
test etme konusunda uygunluğu açısından karĢılaĢtırılması da bu çalıĢmada yer almaktadır.
Anahtar kelimeler: Tamoksifen, meme kanseri, MLC, MS, UPLC.
Kaynaklar
1. B.S. Katzenellenbogen, M.J. Norman, R.L. Eckert, S.W. Peltz, W.F. Mangel, Cancer Res.
44 (1984) 112–119.
2. D.J. Boocock, J.L. Maggs, I.N. White, B.K. Park, Carcinogenesis 20 (1999) 153–160
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
173
3. V.C. Jordan, Steroids 72 (2007) 829–842. T. Schenk, H. Irth, J.N. Commandeur, N.P.
Vermeulen, J. Med. Chem. 49 (2006) 3287–3292.
4. W. Lu, G.K. Poon, P.L. Carmichael, R.B. Cole, Anal. Chem. 68 (1996) 668-674.
5. J.M. Sanders, L.T. Burka, M.D. Shelby, R.R. Newbold, M.L. Cunningham, J. Chromatogr.
B: Biomed. Sci. Appl. 695 (1997) 181–185.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
174
P-67
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar konusunda ne kadar bilgiliyiz?
Seray YEġĠL1*, Burçak GÜRBÜZ
2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Cinsel yolla bulaĢan enfeksiyonlar (CYBE) sadece geliĢmekte olan ülkelerde değil tüm
dünyada insan sağlığını büyük ölçüde tehdit eden baĢlıca sağlık sorunlarından biridir.
Toplumların yanlıĢ bilgilendirilmeleri sonucu bu enfeksiyonların sağaltımında güçlükler
yaĢanmaktadır. Bu çalıĢmada; Ġstanbul ili Bağcılar 6 no‟lu Aile Sağlığı Merkezi‟nde 2016 yılı
mart ve nisan aylarında, gönüllü 87 kiĢiye yüz yüze anket uygulanmıĢ ve CYBE konusunda
gönüllülerin bilgi düzeyleri değerlendirilmiĢtir. Anket sorularına verdikleri cevaplar sonucu
çalıĢmamıza katılan gönüllülerin % 55.6‟sının CYBE konusunda bilgi sahibi oldukları
belirlenmiĢtir. ÇalıĢmamızın sonucuna göre; CYBE ve cinsel sağlık eğitimi konularında
eğitim programları geliĢtirilip yaygınlaĢtırılmalı ve böylece toplumun bilgi düzeyinin
arttırılması sağlanmalıdır.
Anahtar kelimeler: Cinsel yolla bulaĢan enfeksiyonlar, HIV/AIDS, HSV 1-2, bel
soğukluğu.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
175
P-68
İki ayrı ticari dezenfektanın antibakteriyel etkinliğinin araştırılması
Nazan ARSLAN*1, Burçak GÜRBÜZ
1
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Dezenfektanlar; infeksiyon riski oluĢturabilecek patojen mikroorganizmaları ortadan
kaldırmak için kullanılan antimikrobiyal ajanlardır. Bu çalıĢmada klorheksidin glukonat (%4)
ve guanidin (%0.5) içeren iki ayrı ticari dezenfektanın, 2 farklı konsantrasyonda (%1 ve %
0.1), 3 farklı temas süresinde (1, 5 ve 15. dakikalar) Pseudomonas aeruginosa ATCC 15442
ve Staphylococcus aureus ATCC 6538 standart suĢları üzerine antibakteriyel etkinliği, Türk
Standartları Enstitüsü‟nün TSE EN 1040 (Temmuz 2006) standart kantitatif süspansiyon test
yöntemi ile araĢtırılmıĢtır. Bakteri üremelerini 5log‟luk azaltan dezenfektanlar bakterisidal
etkili kabul edilmiĢtir.
Klorheksidin glukonat (%4) içeren ticari dezenfektan; %0.1 konsantrasyonda, 5 ve 15
dakikalık temas sürelerinde Staphylococcus aureus ATCC 6538 standart suĢu üzerine
bakterisidal etkinlik gösterirken; %1 konsantrasyonda her üç temas süresinde de bakterisidal
etkinlik göstermiĢtir. Aynı dezenfektan sadece %1‟lik konsantrasyonda, 15 dakikalık temas
süresinde Pseudomonas aeruginosa ATCC 15442 standart suĢuna bakterisidal etkinlik
göstermiĢtir.
Guanidin (%0.5) içeren ticari dezenfektan sadece %1 konsantrasyonda, 5 ve 15 dakikalık
temas sürelerinde Pseudomonas aeruginosa ATCC 15442 standart suĢu üzerine bakterisidal
etki gösterirken; her iki konsantrasyonda ve üç temas süresinde de Staphylococcus aureus
ATCC 6538 suĢu üzerine bakterisidal etkinlik göstermemiĢtir.
ÇalıĢmamızın sonucuna göre; patojen mikroorganizmaların ortadan kaldırılması için, doğru
dezenfektanın etkili konsantrasyonda ve etkili temas süresinde kullanılması gerekliliği bir kez
daha anlam kazanmıĢtır.
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: SAG-C-
YLP-110316-077) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Dezenfektan, antibakteriyel etkinlik, klorheksidin glukonat, guanidin.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
176
P-69
Centaurea virgata Lam. türünden elde edilen çeşitli ekstrelerin antimikrobiyal
potansiyellerinin karşılaştırılması
Ali ġEN1*
, Leyla BĠTĠġ1*
, Sibel DÖġLER2, ġükran KÜLTÜR
3
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Ġstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
3Ġstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
* [email protected]; [email protected]
Mikrobiyal enfeksiyonlar, dünyadaki hastalıkların ve ölümlerin önde gelen nedenlerinden
biridir. Dünyanın biyokütlesinin yaklaĢık % 60‟ını mikroorganizmaların oluĢturduğu tahmin
edilir. Bu durum mikrobiyal türlerin genetik, metabolik ve fizyolojik farklılıklarıyla birlikte
ele alındığında mikroorganizmların dünya nüfusunun sağlığı ve geliĢimi için majör bir tehdit
oluĢturduğunu gösterir. Bazı mikroorganizmaların antibiyotiklere karĢı direnç kazanması,
bitkilerden ve mikroorganizmalardan doğal antimikrobiyal ajanlar elde edilebilmesi amacıyla
araĢtırmalar yürütülmesine neden olmuĢtur. Farklı doğal moleküller, bakteri ve fungusların
geliĢimlerini durdurabilir hatta ölümlerine neden olabilir. Bu nedenle doğal ürünler üzerinde
araĢtırmalar yürütmek çok önemlidir. Bu çalıĢmada Centaurea virgata Lam. türünden
maserasyonla elde edilen metanol ekstresinin hekzan (CVH), kloroform (CVK) ve sulu
metanol (CVSM) fraksiyonlarının Staphylococcus aureus ATCC 29213, Staphylococcus
epidermidis ATCC 12828, Enterococcus faecalis ATCC 29212, Pseudomonas aeruginosa
ATCC 27853, Escherichia coli ATCC 25922, Klebsiella pneumoniae ATCC 4352, Proteus
mirabilis ATCC 14153, Candida albicans ATCC 10231 suĢlarına karĢı antimikrobiyal
aktiviteleri “Klinik ve Laboratuvar Standartları Kurumu” (CLSI)‟nun önerdiği mikrodilüsyon
yöntemine göre belirlenmiĢtir. CVH, Staphylococcus aureus‟a karĢı 1250 µg/mL‟lik MĠK
değeriyle zayıf bir antimikrobiyal aktivite gösterirken, CVK, 312.5 µg/mL‟lik değeriyle orta
derecede aktivite göstermiĢtir. Ayrıca CVK, Candida albicans ve Enterococcus faecalis‟e
karĢı sırasıyla 39 ve 156 µg/mL‟lik MĠK değerleriyle önemli bir aktimikrobiyal aktivite
sergilerken, Escherichia coli ve Pseudomonas aeruginosa‟ya karĢı ise orta derecede aktif
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
177
bulunmuĢtur (625 µg/mL). Bu sonuçlar hem Centaurea virgata türünün CVK ekstresinin
güçlü bir antimikrobiyal etkiye sahip olduğunu hem de ekstrenin aktivitesinden sorumlu olan
bileĢiklerin izolasyonuyla önemli antimikrobiyal ajanların bulunabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Centaurea virgata, Asteraceae, antimikrobiyal aktivite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
178
P-70
Yanık yarası üzerinde Cotinus coggygria yaprak ekstresi ve fenitoinin etkileri
Mustafa Bahadır KAYMAZ*, ġule Öner GÜRSOY, Ahmet BERK, Göknur AKTAY
Ġnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
Bu çalıĢmada, toplumun büyük bir kısmının hayatı boyunca en az bir kez karĢılaĢabileceği
Ģok, enfeksiyon ve bunlara bağlı çoklu organ yetmezliği sonucu hayatı tehdit edebilen yanık
yarası üzerinde Cotinus coggygria bitkisinin metanol ekstresi ile antiepileptik bir ilaç olan
fenitoinin etkilerinin incelenmesi amaçlanmıĢtır. Bu amaçla, yanık yarası oluĢturulan sıçanlar
5 gruba ayrıldı; Kontrol (baz merhem, K), Silverdin® merhem (S), %1 Cotinus coggyria
metanol ekstresi (baz merhem içinde, C), %2 Fenitoin (baz merhem içinde, F), %1 Cotinus
coggyria + %2 Fenitoin (C+F). Gruplara tedavi 14 gün boyunca uygulandı ve süre sonunda
yanık yaralarında hücresel hasar doku TBARS, GSH, TSH ve hidroksiprolin (HP) düzeyleri,
enflamatuvar yanıttaki değiĢiklik serum IL-6 düzeyleri ile irdelendi.
Yanık yarası üzerinde C, S, F ve C+F uygulaması, doku TBARS düzeylerinde istatistiksel
açıdan anlamlı azalmalara neden oldu (p<0.001, p<0.05). C+F uygulamasının, GSH ve TSH
düzeylerinde diğer uygulamalara göre son derece anlamlı derecede artıĢa (p<0.001) neden
olması C. coggygria ile fenitoin arasında sinerjistik bir etkileĢim olabileceğini düĢündürdü. C.
coggygria uygulaması tek baĢına HP düzeyleri üzerinde anlamlı bir değiĢikliğe neden
olmazken, fenitoin ile birlikte uygulandığında anlamlı bir artıĢa neden oldu (p<0.01). Her
grupta serum IL-6 düzeylerinin anlamlı derecede azalması, yanık iyileĢmesine
antienflamatuvar etkilerinin de katkıda bulunduğunu göstermektedir.
ÇalıĢmamızda elde edilen elde edilen veriler ıĢığında, C. coggygria ekstresinin antioksidan ve
antienflamatuvar etkisiyle yanık iyileĢmesine katkıda bulunduğu, fenition ile kombine
uygulamada yara iyileĢme sürecini hızlandırdığı ve skarsız iyileĢme sağladığı gözlendi.
Fenitoinin hücre proliferasyonunu artırarak, epitelizan etkisiyle tedaviye destek olduğu, yanık
tedavisine eklenen fenitoinin iyileĢme sürecini kısaltabileceği ve skarsız iyileĢme
sağlayabileceği değerlendirildi.
Anahtar kelimeler: Cotinus coggygria, fenitoin, gümüĢ sülfadiazin, yanık yarası.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
179
P-71
Eczacı bakış açısıyla kemoterapi ve radyoterapi gören hastada „ oral komplikasyonlar‟
Buse SARIAYDIN
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
Malign hastalıkların tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi yaygın olarak kullanılır. Bu
tedavilerin amacı hızla çoğalabilen neoplastik hücreyi ortadan kaldırmaktır. Ancak bu tedavi
Ģekilleri oral mukoza dokularını, tükrük bezlerini, orafasiyal kan damarlarını ve kemik iliğini
hasara uğratabilir. Bunun sonucunda stomatitis, kserostami, disgeusi, aegusi, disfaji gibi
semptomlar ortaya çıkmaktadır. Eczacı olarak hastalarımıza tedavi hakkınnda bilgilendirme
yaparken bu konuda da destek vermek, gerektiğinde hekime, diyetisyene yönlendirmek büyük
önem arz etmektedir. Bu poster çerçevesinde onkoloji alanında uzmanlaĢmıĢ klinik eczacının
rolü irdelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Kemoterapi, radyoterapi, oral komplikasyonlar.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
180
P-72
Bazı yeni 6-(sübstitüe aril)pirimidin-5-karbonitril türevlerinin sentezi ve antikanser
etkileri
Esra TATAR1, Oğuzhan AKGÜN
2, Engin ULUKAYA
2, Ġlkay KÜÇÜKGÜZEL
1
1 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Nilüfer, Bursa, Türkiye
Pirimidin halkası; kemoterapötik olarak kullanılan birçok ilacın ve model bileĢiğin yapısında
yer almaktadır. Bunlara örnek olarak antineoplastik etkili tegafur, 5-fluorourasil (5-FU),
tiyourasil; antibakteriyal etkili sülfadiazin ve sülfamerazin; antimalaryal etkili primetamin,
sülfadoksin; antiviral etkili nükleozit ters transkriptaz inhibitörleri zidovudin ve stavudin;
antifungal etkili flusitozin; anthelmentik etkili pirantel pamoat sayılabilir. Son yıllarda yapılan
çalıĢmalarda ise, çoğunlukla pirimidin-5-karbonitril bileĢiklerinin antikanser etkinlikleri
vurgulanmaktadır [1-3]. ÇalıĢmamızın konusunu oluĢturan 6-(sübstitüe aril)pirimidin-5-
karbonitril türevleri, eĢit mol miktarda 4-sübstitüe benzaldehit, etilsiyanoasetat, tiyoüre ve
susuz potasyum karbonat‟ın mutlak etanol içerisinde ısıtılması sonucu tek basamakta
sentezlenmiĢ; bileĢiklerin yapıları ve saflıkları spektroskopik ve kromatografik çalıĢmalarla
kanıtlanmıĢtır. Sentezlenen bileĢiklerin, sitotoksik etkileri SRB yöntemiyle ilk taramaya
(initial screening) tabii tutulmuĢtur. Bunun için, MCF-7 (meme kanseri), A549 (Akciğer
kanseri), PC3 (Prostat kanseri) ve HT-29 (Kolon Kanseri) hücre soyları bileĢiklerin 20 µM
dozuna 48 saat boyunca maruz bırakılmıĢlardır. BileĢiklerin sitotoksik potansiyellerinin
belirtilen kanser türleri açısından zayıf etkide oldukları bulunmuĢtur. Diğer kanser türlerinde
denemelerin yapılmasına karar verilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Tiyourasil, antikanser etki, pirimidin, sitotoksik etki.
Kaynaklar
1. Ma LY, Wang B, Pang LP, Zhang M, Wang SQ, Zheng YC, Shao KP, Xue DQ, Liu HM.
Bioorg Med Chem Lett, 2015; 25: 1124-8.
2. Ibrahim MA, Abou-Seri SM, Hanna MM, Abdalla MM, El Sayed NA. Eur J Med Chem,
2015; 99:1-13.
3. Abbas SE, Aly EI, Awadallah FM, Mahmoud WR. Chem Biol Drug Des, 2015; 85: 608-22.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
181
P-73
Verapamil hidroklorür yüklü katı lipit nanopartiküllerin hazırlanması ve
değerlendirilmesi
Oya KERĠMOĞLU, Timuçin UĞURLU, Abdulcebbar KÜÇÜK*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢma kapsamında literatürde yara izleri tedavisinde genellikle lezyon içine enjeksiyon
Ģeklinde uygulanarak kullanılan ve anti hipertansif bir madde olan verapamil
hidroklorür(VHCI), yüksek hızlı homojenizasyon ve ultrasonikasyon tekniğiyle katı lipit
nanopartiküllere(KLN) yüklenmiĢtir. Hazırlanan tüm formülasyonların partikül boyutu, zeta
potansiyeli, ilaç yükleme kapasitesi ve kapsüllenme etkinliği ölçülmüĢ ve in vitro salım
profilleri değerlendirilmiĢtir. Nanopartiküller, taramalı elektron mikroskobu(SEM) ile
görüntülenmiĢtir.
KLN‟lerin stabilite sorunlarını aĢmak için formülasyonlar liyofilize hale getirilmiĢ, partikül
boyutu ve zeta potansiyeli ölçülerek değerlendirilmiĢtir.
Bu çalıĢma ile nanopartiküller hazırlanarak daha etkin bir tedavi için etkin maddenin hasta
tarafından kolayca uygulanabilir hale getirilmesi, kontrollu salım yapması, farklı farmasötik
dozaj Ģekilleriyle hastaya uygulanabilir hale getirilmesi amaçlanmıĢ olup ileriki çalıĢmalarda
VHCI yüklü KLN‟ler jel içinde dağıtılarak, yaralar üzerindeki etki, in vivo çalıĢmalarla
değerlendirilecektir
Anahtar kelimeler: Katı lipit nanopartiküller, nanopartiküller, verapamail hidroklorür.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
182
P-74
Yeni 5-(3,4-disübstitüefenil)-1,3,4-oksadiazol-(2H)-on türevlerinin sentezi ve in vitro
anti-inflamatuvar etkilerinin değerlendirilmesi
Tuğçe ÖZYAZICI1*
, Beril KADIOĞLU2, Hande SĠPAHĠ
3, Meriç KÖKSAL
1
1Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dal, Ġstanbul, Türkiye
3Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢma kapsamında; 5-(3,4-disübstituefenil)-1,3,4-oksadiazol-(2H)-tiyon yapısı; hidrazin
ve karbon disülfür yardımı ile bazik ortamda sentezlenmiĢtir. BileĢikler; 5-(3,4-
disübstituefenil)-1,3,4-oksadiazol-2(H)-tiyon ile farklı piperidin türevleri kullanılarak
Mannich reaksiyonu metoduna uygun olarak hazırlanmıĢtır. Sentezlenen bileĢiklerin yapıları;
IR ve 1H-NMR spektroskopisi yöntemleriyle aydınlatılmıĢtır. Sentezlenen bileĢiklerin RAW
264.7 makrofaj hücrelerinde sitotoksik etkileri ve LPS (1µg/ml) ile indüklenmiĢ inflamasyona
karĢı inhibitör etkileri ölçülmüĢtür. Sitotoksisitenin değerlendirilmesinde, enzimatik bir test
olan MTT yöntemi kullanılmıĢ ve hücre topluluğundaki canlı hücrelerin oranı kolorimetrik
yöntemle kantitatif olarak saptanmıĢtır. Anti-inflamatuvar etkiyi değerlendirmek için
örneklerdeki nitrit miktarı Griess metoduna göre ölçülmüĢtür. Test edilen bileĢiklerin IC50
değerleri 100 µM‟ın üstünde bulunmuĢtur. BileĢiklerden 5a, 5b, 5c, 5g, 5h, 5i ve 5j nitrit
üretimine karĢı inhibitor etki göstermiĢ, 5a, 5h ve 5j ise NO üretimini baskılayarak en yüksek
anti-inflamatuvar etkiyi gösterdiği belirtilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: 1,3,4-oksadiazole, piperidin, mannich, sitotoksisite, anti-inflamatuvar
etki.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
183
P-75
Sisplatin türevi komplekslerin etki mekanizması
Güler KARA, Semra UTKU*
Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye
Sisplatinin antikanser aktivitesinin tesadüfi keĢfinden sonra binlerce platin kompleksi
sentezlenmiĢ ve sitotoksik etki mekanizmaları araĢtırılmıĢtır. Günümüzde, sisplatin,
karboplatin ve oksaliplatin tüm dünyada kanser kemoterapisinde baĢarı ile kullanılmaktadır.
Erken dönemde teĢhis konulmuĢ testis kanserinin tedavisinde, yaklaĢık %90-95 tedavi
baĢarısı sağlayan sisplatin ayrıca ovaryum kanseri baĢta olmak üzere diğer solid tümörlerin
tedavisinde de kullanılan antikanser ilaçtır [1].
DNA‟ya bağlanarak sitotoksik özellik gösteren platin kompleksleri hücre içerisine aktif ya da
pasif difüzyonla alınır. Platin kompleksleri, dört nükleik asit kalıntısından tercihen guanin ile
birleĢmekte ve guaninin birçok olası potansiyel bölgesinden sadece birkaçına seçici olarak
bağlanmaktadır [2]. Yapılan çalıĢmalar, sisplatinin pürin bazlarından adenin ve guanin,
özellikle de guaninin 7 numaralı azot atomuna, pirimidin bazlarından timin ve sitozinin 3
numaralı azot atomuna bağlandığını göstermiĢtir. 1,2-d(GpG), 1,2-d(ApG) zincir içi ve çok az
miktarda oluĢan 1,3-d(GpXpG) zincir içi oluĢan katım ürünleri sitotoksik etkiden sorumludur.
DNA‟nın yapısında oluĢan konformasyonel değiĢikliklerle replikasyon ve transkripsiyon
engellenir ve apoptoz ile hücre ölümü gerçekleĢir [3].
Anahtar kelimeler: Sisplatin, karboplatin, oksaliplatin, platin kompleksi.
Kaynaklar
1.Kuo MT, Fu S, Savaraj N, Chen HHW. Cancer Res, 2012;72: 4616-4621.
2.Klein AV, Hambley TW. Chem Rev, 2009; 109: 4911-4920.
3. Fanelli M, Formica M, Fusi V, Giorgi L, Micheloni M, Paoli P. Coord Chem Rev 2016;
310: 41-79.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
184
P-76
Achillea millefolium L. subsp. millefolium‟un seskiterpenlerinin GC-MS ile belirlenmesi
Handan Gökben SEVĠNDĠK1, Hafize YUCA
1, Benan DURSUNOĞLU
1, Bilal YILMAZ
2,
Zühal GÜVENALP1*
1Atatürk Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Erzurum, Türkiye
2Atatürk Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Erzurum, Türkiye
Achillea cinsi, Asteraceae (Compositae) familyasının en yaygın kullanıma sahip olan üyesidir.
Türkiye bitki örtüsünde 31‟i endemik olmak üzere 58 takson ile temsil edilmektedir [1].
Dünya üzerinde geniĢ bir yayılıma sahip olan bu cinsin çoğu türünün geleneksel tıpta
antienflamatuvar, diüretik, emenagog ve yara iyi edici olarak kullanımı mevcuttur. A.
millefolium türleri halk arasında “akbaĢlı, beyaz civanperçemi, binbiryaprakotu, kandilçiçeği,
karsamaotu” olarak bilinmektedir [2]. Bu türler üzerinde daha önce yapılmıĢ olan
fitokimyasal çalıĢmalar incelendiğinde özellikle terpenik yapıda bileĢikler açısından zengin
oldukları görülmüĢtür [3]. ÇalıĢmamızda Erzurum yöresinde halk arasında kullanımı oldukça
yaygın olan Achillea millefolium L. subsp. millefolium bitkisinin toprak üstü kısımlarının
petrol eteri: dietil eter: metanol (1 : 1 : 1) karıĢımında maserasyona bırakılarak elde edilen
ekstresi kullanılmıĢtır. Ekstre metanolde çözülerek GC-MS analizi yapılmıĢtır. Analiz
sonucunda 20 seskiterpen yapısında madde tanılanmıĢtır. β-ödesmol, elemol, tumerol,
neointermedeol, spatulenol ve karisson ana bileĢenler olarak belirlenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Achillea millefolium, GC-MS, seskiterpen.
Kaynaklar
1. Huber-Morath A. Achillea L. In: Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Davis PH
(editör). Edinburgh. 1975.
2. Baytop T. Türkiye‟de Bitkiler ile Tedavi (GeçmiĢte ve Bugün). Nobel Tıp Kitabevleri,
Ġstanbul. 1999.
3. Sia XT, Zhanga ML, Shi QW, Kiyota H. Chem Biodivers 2006; 3: 1163-80.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
185
P-77
Çekirdek-kabuk (core-shell) teknolojisi ile klotrimazol için farklı pH aralıklarında
HPLC ile miktar tayini yöntemi geliştirilmesi
Zeynep ERGAT1*
, Deniz ÇIKLA YILMAZ2, Güler YALÇIN
2
1Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢma kapsamında, bir imidazol türevi olan ve genellikle vajinal mantar
enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılan klotrimazolün core-shell teknolojisi ile daha etkin,
organik çözücü sarfı daha az, zamandan tasarruflu ve daha ucuza mal olacak bir analiz
yöntemi geliĢtirilmiĢtir. Core-shell ve çok ince tam gözenekli parçacıklarla kaplı kısa ve dar
boĢluklu kolon kullanılarak farklı pH aralıklarında hızlı ve ultra hızlı HPLC'nin imkanları
incelenmiĢtir [1]. HPLC yöntemiyle klotrimazolün belirlenmesi için parçacık boyutu 2.7µm
ile Poroshell 120 Phenyl Hexyl 2.1x100 mm kolon kullanılmıĢtır. Hareketli faz olarak
asetonitril ve pH:2,4; 3,0; 6,0; 7,0; 8,0 tamponu (40:60), 0.5 mL min-1
akıĢ hızında, 220
nm‟de ve 40ºC sıcaklıkta 8 dakikadan daha az bir sürede analiz gerçekleĢtirilmiĢtir ve en
uygun aralık olarak pH:7,0 olduğuna karar verilmiĢtir.
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (SAG-C-YLP-120516-
0211) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Klotrimazol, RP- HPLC, core-shell kolonlar.
Kaynaklar
1.González-Ruiz V., A. Olives, Martín M.A., Trends in Analytical Chemistry 64 (2015) 17-
28.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
186
P-78
Türkiye‟de halk arasında mide ağrısına karşı kullanılan bitkiler
Meryem ġeyda ERBAY* , Sezin ANIL, Gülay MELĠKOĞLU
Ġstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Türkiye‟de çeĢitli hastalıkların tedavisinde halk tarafından kullanılan birçok bitki
bulunmaktadır. Bu bitkiler ile hazırlanan halk ilaçlarının hangi tedavide, nasıl kullanıldığı
nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaĢmıĢtır. Yapılan etnobotanik araĢtırmalar ile
geleneksel tedavi yöntemleri kayıt altına alınmakta ve bu bilgilerin ilaç geliĢtirme
çalıĢmalarına katkı sağlaması hedeflenmektedir. Etnobotanik araĢtırmaların taranması ile
hazırlanan bu çalıĢmada Türkiye‟de geleneksel tedavide mide ağrısına karĢı kullanılan 222
taksona ulaĢılmıĢ ve bu taksonların bilimsel ve yöresel isimleri, familyaları, kullanılan
kısımları ve mide ağrısında kullanılıĢ Ģekilleri ile ilgili bilgileri içeren bir poster çalıĢması
yapılmıĢtır. Yapılan araĢtırmaya göre mide ağrısına karĢı kullanılan bitkilerin yaygın olarak
bulundukları familyalar Lamiaceae (59 takson), Asteraceae (28 takson), Rosaceae (14 takson),
Apiaceae (12 takson), Hypericaceae (8 takson) ve Fabaceae (7 takson) familyalarıdır. Bu
familyaların mide ağrısına karĢı kullanılmalarının baĢlıca sebebi, midevi etkiye sahip uçucu
yağları içermeleridir. Bitkilerin tedavide en çok kullanılan kısımları sırasıyla herba, yaprak,
çiçek, meyve, kök ve tohum kısımlarıdır. Kullanılan kısımlar, dekoksiyonu veya infüzyonu
hazırlanarak çay halinde, çiğ veya piĢirildikten sonra yenerek ya da bal ile karıĢtırılmak
suretiyle dahilen; bazı bitkilerin topraküstü kısımları ise lapa haline getirildikten sonra mide
üzerine konarak haricen mide ağrısı tedavisinde kullanılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Mide ağrısı, geleneksel tedavi, tıbbi bitkiler, Türkiye.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
187
P-79
Epigenetik değişiklikler ve ilaç kullanımı
Sinem HELVACIOĞLU*, Muhammed HAMĠTOĞLU, Ahmet AYDIN
Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Epigenetik; DNA sekansındaki değiĢikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda kalıtsal
olan, gen ekspresyonundaki farklılıkları inceler [1]. DNA metilasyonu, histon modifikasyonu
ve kodlanmayan RNA'lar üzerinden gerçekleĢen epigenetik değiĢiklikler kromatin ve gen
ekspresyonu düzenlenmesinde rol oynamaktadır. Bu değiĢiklikler hücreyi ya da organizmayı
doğrudan etkilemektedir.
Epigenetik durum beslenme, çevre koĢulları, stres, kimyasal ve radyasyona maruz kalma,
çeĢitli hastalıklar gibi çevresel etkilerle değiĢir ve geri dönüĢlüdür. Kanser, obezite, diyabet,
kardiyovasküler hastalıklar, nörodejeneratif hastalıklar ve immün sistem hastalıkları gibi
birçok hastalığın oluĢmasında önemli bir mekanizma olarak değerlendirilmektedir.
Epigenomu değiĢtirecek ilaçların ve tekniklerin kullanılarak, epigenetik temelli hastalıkların
tedavi edilme imkânı doğmuĢtur. Özellikle epigenetik değiĢikliklerin geri dönüĢlü olması
kanser tedavisinde yeni bir umut kaynağı olmuĢtur. DNA metiltransferazlar ile histon
deasetilazlar gibi enzimleri inhibe ederek, tümör-supresör genlerinin epigenetik olarak
susturulmasını engelleyebilecek ya da bu genlerin yeniden aktivasyonunu sağlayabilecek yeni
antikanser ilaçlarının geliĢtirilmesi üzerine çalıĢmalar baĢlamıĢtır [2].
Böylece bireydeki epigenetik duruma göre hastalığına uygun ilaç kullanılabilecektir.
Anahtar kelimeler: Epigenetik, DNA metilasyonu, histon deasetilasyonu.
Kaynaklar
1. C. Martin, Y. Zhang. Cell Biology 2007; 19: 266–272
2. G. Egger, G. Liang, A. Aparicio, Jones, PA. Nature 2004; 429:457–463
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
188
P-80
Bülent Ecevit Üniversitesi Eczacılık Fakültesi‟ne 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılında ilk
kez kayıt yaptıran öğrencilerin profil analizleri
AyĢe Ceylan HAMAMCIOĞLU*1, Yasin HAZER
2, Hale SAYAN ÖZAÇMAK
3
1Bülent Ecevit Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Esenköy, Kozlu,
Zonguldak, Türkiye
2Bülent Ecevit Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, Esenköy,
Kozlu, Zonguldak, Türkiye
3Bülent Ecevit Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Esenköy, Kozlu,
Zonguldak, Türkiye
*[email protected], [email protected]
ÇalıĢmamızın amacı, fakültemize yeni kayıt yaptıran öğrencilerin profil analizlerini yaparak
yeni kurulan Eczacılık fakültelerine yerleĢen öğrenci profillerini saptamak ve beklentilerini
anlamaktır. Buna göre elde edilen veriler öğrencilerimizin % 74 (n=46) ünün kız, % 26
(n=16) sının ise erkek öğrencilerden oluĢtuğunu göstermiĢtir. Bu öğrencilerden sadece % 13
(n=8) nün ailesinde eczacı bulunmaktadır. Öğrenciler en çok Anadolu lisesi mezunu olup
(n=25, % 40), en az ise imam hatip lisesi mezunu (n=2) ve kolej mezunu (n=4)
bulunmaktadır. Asgari ücretin altında gelire sahip olan 5 öğrencimiz (% 8) mevcuttur. Ġki
okul birincimiz olup, 4 (% 6.5) kiĢinin not ortalaması 95-100 arası, 40 kiĢinin (% 65 nin) lise
not ortalaması ise 89-94 arası olduğu anlaĢılmıĢtır. BeĢ öğrencimiz BEÜ Eczacılık
Fakültesi‟ni ilk 5 tercihi arasına yazdığını ifade etmiĢtir. Tercih nedenleri arasında eczacı
olma isteği ön plana çıkmaktadır. Genel olarak bakıldığında öğrencilerimizden çoğunun % 45
(n=28) diĢ hekimi olmak isterken eczacılık fakültesine yerleĢtiği, yine önemli bir kısmının da
% 27 (n=17) tıp fakültesi okumak isterken eczacılık fakültesine yerleĢtiği saptanmıĢtır. Geri
kalan % 28 ise Ankara, Ġstanbul ve Ġzmir deki baĢka eczacılık fakültelerini istedikleri halde
BEÜ eczacılık fakültesine yerleĢebilenlerdir. Öğrencilerimizin yaklaĢık %15 (n=9) i Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerimizden, geri kalanlar ise Türkiye‟nin orta ve batı bölgelerinden
en çok da (n=7) Ġstanbul‟dan gelmektedirler. Öğrencilerimiz mezun olduklarında eczane
açmayı (n=40, %65), ilaç firmasında çalıĢmayı (n=39, %63) veya akademisyen olmayı
düĢünmektedirler (n=35, %56).
Anahtar kelimeler: Eczacılık fakültesi öğrencileri, öğrenci profili, eczacı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
189
P-81
N-Aril-2-(4-sübstitüe piperidin-1-il)asetamit türevlerinin kolinesteraz enzimleri üzerine
etkilerinin incelenmesi
Begüm Nurpelin SAĞLIK1,2*
, Sinem ILGIN3, Yusuf ÖZKAY
1,2
1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, EskiĢehir,
Türkiye
2Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Doping ve Narkotik Maddeler Analiz
Laboratuvarı, EskiĢehir, Türkiye
3Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, EskiĢehir,
Türkiye
Alzheimer hastalığı (AH), merkezi sinir sistem nöron ve sinaps yapılarında meydana gelen
fonksiyon kaybı ile karakterize nörodejeneratif bir hastalıktır. BiliĢsel iĢlevleri yerine
getirememe, günlük yaĢam aktivitelerini gerçekleĢtirmede azalma, davranıĢsal ve psikolojik
durumda bozulma gibi sonuçları olan progresif, irreversibl bir hastalıktır.
AH tedavisinde henüz radikal bir yöntem bulunmamaktadır. AH‟de semptomatik olarak
iyileĢme sağlayan, duygu-durum değiĢimlerini kontrol eden, hastalığın ilerleyiĢini yavaĢlatan
çeĢitli ilaçlar tıp alanında kullanılmaktadır. AH tedavisinde kullanılmak üzere daha etkili ve
güvenilir ilaçların geliĢtirilme çalıĢmaları, tüm araĢtırmacılar tarafından hızla devam
etmektedir.
Donepezil AH tedavisinde kullanılan ilaçlar arasında en çok tercih edilen ve en olumlu tedavi
yanıtının alındığı ilaç sınıfıdır. Donepezil‟in kimyasal yapısındaki indanon ve piperidin halka
sistemleri asetilkolinesteraz (AChE) enzim inhibitör aktivitesinden sorumludur. Bu nedenle,
her iki halka sistemini içeren yeni bileĢiklerin kolinesteraz enzim aktivitesinin araĢtırıldığı
birçok çalıĢma mevcuttur.
Bu çalıĢmada N-aril-2-(4-sübstitüpiperidin-1-il)asetamit yapısında yeni bileĢikler
sentezlenmiĢtir. Elde edilen bileĢiklerin yapıları IR, 1H ve
13C NMR, Kütle spektroskopik
yöntemleri ve elemental analiz bulguları ile aydınlatılmıĢtır. Sentezlenen bileĢiklerin
kolinesteraz enzimleri üzerindeki inhibitör etkileri Ellman metodu ile araĢtırılmıĢtır.
BileĢiklerin AChE ve bütirilkolinesteraz (BChE) enzimlerine karĢı düĢük inhibitör etki
gösterdikleri tespit edilmiĢtir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
190
Anahtar kelimeler: Alzheimer hastalığı, donepezil, indanon, piperidin.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
191
P-82
Yeni N-Aril-N-propargil-benzilamin türevlerinin sentezleri ve monoaminoksidaz
enzimleri üzerinde etkilerinin araştırılması
Derya OSMANĠYE1*
, Serkan LEVENT1,2
, Yusuf ÖZKAY1,2
1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, EskiĢehir,
Türkiye
2Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Doping ve Narkotik Maddeler Analiz
Laboratuvarı, EskiĢehir, Türkiye
Parkinson hastalığı, görülme sıklığı açısından Alzheimer hastalığından sonra gelen ve 60 yaĢ
üstü popülasyonun %2‟sinde ortaya çıkan nörodejeneratif bir hastalıktır. Parkinson
hastalığının tedavi seçenekleri arasında Monoaminoksidaz-B (MAO-B) enzim inhibitörleri
önemli bir yere sahiptir. Rasajilin ve Selejilin, hastalığın tedavisinde kullanılan MAO-B
inhibitörleridir. Her iki etkin madde de, yapılarında amin fonksiyonu üzerine sübstitüe edilmiĢ
propargil grubu taĢımaktadır.
Bu çalıĢmada; propargil grubunun MAO-B enzimi üzerindeki potansiyel inhibitör etkinliği
dikkate alınarak bazı yeni propargil grubu içeren bileĢikler sentezlenmiĢtir. Sentez
çalıĢmalarında, N-Arilbenzilamin türevleri NaH varlığında propargil bromür ile reaksiyona
sokulmuĢ ve yeni N-Aril-N-propargilbenzilamin türevleri elde edilmiĢtir. Elde edilen
bileĢiklerin yapıları spektroskopik yöntemler ile doğrulanmıĢtır. Sentezlenen bileĢiklerin hem
MAO-A hem de MAO-B enzimi üzerindeki etkileri in vitro Ģartlarda florimetrik yöntem
kullanılarak araĢtırılmıĢtır. Böylece bileĢiklerin, MAO-B enzimine karĢı selektiviteleri
belirlenmiĢtir. Aktivite çalıĢmaları, sentezlenen bileĢiklerin MAO-B enzimi üzerinde selektif
inhibisyon gösterdiğini ortaya koymuĢtur.
Anahtar kelimeler: Propargil, monoaminoksidaz enzimleri, florimetrik.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
192
P-83
Yeni 2-(4-sübstitüefenil)propiyonik asit türevlerinin COX enzimleri üzerindeki
etkilerinin araştırılması
Serkan LEVENT1,2*
, Begüm Nurpelin SAĞLIK1,2
, Yusuf ÖZKAY1,2
1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, EskiĢehir,
Türkiye
2Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Doping ve Narkotik Maddeler Analiz
Laboratuvarı, EskiĢehir, Türkiye
Siklooksijenaz (COX) araĢidonik asitten prostoglandin, prostasiklin ve tromboksan gibi
prostanoidlerin biyosentezinden sorumlu Prostaglandin-Endoperoksit sentaz (PTGS) olarak
da bilinen enzimdir. Siklooksijenaz enziminin COX-1 ve COX-2 olmak üzere bilinen iki
farklı izoformu mevcuttur [1]. COX enzimlerinin ağrı, ateĢ ve inflamasyonla iliĢkili belirtileri
indükledikleri, ayrıca kanser ile de iliĢki içerisinde olduğu bilinmektedir [2-4]. COX
enzimlerinin inhibisyonu için günümüzde yaygın olarak nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar
(NSAĠĠ) kullanılmaktadır. Naproksen, Ġbuprofen, Flurbiprofen, Ketoprofen gibi önemli
NSAĠĠ, arilpropiyonik asit genel kimyasal yapısına sahiptir. Bu çalıĢmada, arilpropiyonik asit
türevi ilaçlara yapısal benzerlik gösteren yeni 2-(4-sübstitüefenil)propiyonik türevi bir seri
bileĢik sentezlenmiĢtir. Elde edilen bileĢiklerin yapıları IR, 1H ve
13C NMR, Kütle
spektroskopisi yöntemleri ve elemental analiz bulguları ile aydınlatılmıĢtır. Elde edilen
bileĢiklerin COX-1 ve COX-2 enzimleri üzerindeki inhibitör etkileri florimetrik metotla
araĢtırılmıĢtır ve değiĢen oranlarda inhibisyon değerleri bulunmuĢtur.
Anahtar kelimeler: COX, Propiyonik asit, NSAĠĠ,
Kaynaklar
1. Otto JC, Smith WL, J. Lipid Mediators Cell Signalling, 1995, p. 139
2. Funk CD. Science, 2001. 294(5548): 1871-5.
3. Araico A, Terencio MC, Alcaraz MJ, Dominguez JN, Leon C, et al. Life Sci, 2007. 80(23):
2108-17.
4. Pommery N, Taverne T, Telliez A, Goossens L, Charlier C, et al., J Med Chem, 2004. 47(25):
6195-206.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
193
P-84
Ateroskleroz: risk değerlendirilmesi, primer ve sekonder korunma
Nida ALKAN , Havva Nur YANAR, Azize ġENER*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Ateroskleroz endotel disfonksiyonu, dislipidemi ve inflamasyonun rol oynadığı, birçok risk faktörü
tarafından tetiklenen kardiyovasküler bir hastalıktır. Kardiyovasküler hastalıklar dünya çapında,
mortalite ve morbiditenin major nedeni olma yolunda gittikçe artan bir rol üstlenmektedir. Böyle
önemli bir sağlık sorununda, yüksek maliyetle yürütülebilen tedavi çalıĢmalarından çok primer ve
sekonder korunma çalıĢmalarına ağırlık verilmesinin gereği açıktır. Primer korunma risk
faktörlerinin ortadan kaldırılmasını amaçlarken, sekonder korunma hastalığın ilerlemesini
durdurulması ve ölüm oranını azaltma önlemlerini içermektedir. Yapılan epidemiyolojik çalıĢmalar
sonucunda hastalığa yol açan major risk faktörleri belirlenmiĢtir. Bunların bazıları değiĢtirilebilir
(sigara içimi, obezite, diyabet, hipertansiyon, hiperkolesterolemi, psikososyal faktörler fiziksel
aktivite azlığı) bazıları ise değiĢtirilemez risk (genetik yatkınlık, yaĢ ve cinsiyet) faktörleridir.
Toplumdaki koroner arter hastalığı prevalansını ve bazı hastalarda geliĢen prematür koroner arter
hastalığı nedenini açıklamada bu klasik risk faktörleri tek baĢlarına yeterli olamamaktadır. Son
çalıĢmalar lipoprotein (a), C-reaktif protein, fibrinojen yüksekliği ve homosisteinemi gibi yeni risk
faktörlerini gündeme getirmiĢtir. YaĢam tarzı değiĢikliğive değiĢtirilebilir risk faktörlerinin
düzenlenmesi ile birlikteilaç tedavisi uygulanması sonucu risk faktörlerinin azaldığı, aterosklerozun
gerilediği ve ölüm oranının düĢtüğü çalıĢmalarla gösterilmiĢtir. Kardiyovasküler hastalığı olmayan
kiĢilerdeönceliklekiĢinin taĢıdığı risk düzeyi belirlenmeli ve hedefler doğrultusunda yaĢam tarzında
yapılması gereken değiĢiklikler (sigarayı bırakmak, sağlıklı yeme alıĢkanlığını geliĢtirmek ve
fiziksel aktiviteyi arttırmak gibi) planlanmalıdır. Kardiyovasküler hastalığı olan kiĢilerde ise risk
faktörleri düzenlenirkenaynı zamanda rutin ilaç tedavisi de uygulanmalıdır. Koruyucu
kardiyolojinin temel hedefi aterosklerozun geliĢimini mümkünse en baĢtan engellemek veya
mevcut durumu stabilize ederek yaĢam süresini uzatmaktır.
Anahtar kelimeler: Ateroskleroz, risk faktörleri, primer ve sekonder korunma.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
194
P-85
Metilprednisolon aseponatın hızlandırılmış bozundurma çalışmalarının yüksek basınçlı
sıvı kromatografisyle incelenmesi
Fevziye Gizem TECĠMEN1*
, Deniz ÇIKLA YILMAZ2, AyĢen KURT CÜCÜ
2
1Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Metilprednisolon aseponat (MPA) egzama tedavisinde kullanılan yerel topikal bir
kortikosteroidir. Genelde egzama losyonlarında etken madde olarak kullanılır. MPA
kortikosteroidlerin glukokortikoid grubunun sentetik glukokortikoid grubuna bağlıdır. Orta
güçlükte bir yerel kortikosteroidtir [1].
Stabilite farmasötik bir ürün için en önemli kalite Ģartıdır. Ürünün sahip olduğu ilaç etken
maddesinin kararlılığı, ürün geliĢtirme sürecinin ön klinik formülasyon, ilacın üretimi,
ambalajlanması ve son kullanma tarihinin belirlenmesi aĢamalarıyla doğrudan iliĢkilidir.
Etken maddenin tayini için geliĢtirilen analitik yöntem, bozunma ürünlerinin, safsızlıkların ve
yardımcı maddelerin ilaç etken maddelerinin analizine giriĢim yapmadığını kanıtlamalıdır.
Etken maddenin analizinin stres koĢullarında ilaç etken maddesinin bozulma testlerini
gerçekleĢtirmek için öneriler International Conference on Harmonization (ICH) Q1A (R2)
tarafından sağlanmaktadır.
Bu çalıĢmada MPA ilaç etkeni ICH koĢullarına göre belirtilen, hidroliz (asit ve baz ile
bozundurma), oksidasyon, fotoliz ve termal stres koĢullarına tabi tutulmuĢtur. Bozundurma
çalıĢmalarının sonucunda MPA‟nın bozulma ürünleriyle birlikte analizlenebildiği
görülmüĢtür.
Kromatografik koĢullar; Poroshell 120, EC-C18 (2.1mmx150mm 2.7µm) kolon ile 40ºC
kolon sıcaklığı ve hareketli faz asetonitril: su karıĢımı ve diyot dizisi dedektörü (DAD)
kullanılarak sağlanmıĢtır.
Bu çalıĢma, Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi (Proje No: SAG-C-
YLP-110316-0081) tarafından desteklenmiĢtir
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
195
Anahtar kelimeler: Metilprednisolon aseponat, hızlandırılmıĢ bozundurma, stres koĢulları,
HPLC.
Kaynaklar
1. Hammer S, Spika I, Sippl W, Jessen G, Kleuser B, Höltje H, Schäfer-Korting M. Steroids
2003;68: 329-339.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
196
P-86
Şampuan üretiminde kullanılan bazı kimyasal maddelerin analitiksel yöntemlerinin
incelenmesi
Gülbin ERDOĞAN1*
, Çağrı BATUK2
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
ġampuanlar, saçların temizlenmesi için kullanılan kozmetik preparatlardır. Fakat günümüzde
Ģampuanlardan temizliğin yanı sıra saça yumuĢaklık, parlaklık kazandırması, kolay taranması,
kolay Ģekle girmesi, saçı beslemesi, dökülmeyi önlemesi, saç ve saçlı deri hastalıklarını tedavi
etmesi gibi etkiler beklenmektedir. ġampuanlarda kullanılan detarjanlar yüzey aktif
maddelerdir. Yüzey aktif maddeler iki faz arasındaki yüzey gerilimini azaltıp çözünmeyi
sağlarlar. Yapılarında hidrofilik (suyu seven) ve lipofilik ( yağı seven) bölümden oluĢur. Bu
lipofilik gruplar sebumu tutarken (çözerken), hidrofilik gruplar ise su ile yıkama sırasında
sebumun saçtan uzaklaĢtırılmasını sağlarlar [1]. ġampuanların içine ilave edilen çeĢitli katkı
maddeleri, Ģampuanların özelliklerinin belirlenmesinde rol oynarlar. Tüketim ürünlerindeki
surfaktanların ayrıĢtırılması ve sınıflandırılması, surfaktanların çeĢitliliği ve numune
kalıplarının kompleks yapısı sebebiyle zorlayıcı ve zaman alıcıdır. HPLC bu konuda tercih
edilen tekniktir çünkü surfaktanları bileĢimlerine göre karakterize etmekle birlikte, kompleks
karıĢımdaki özel surfaktanların da kantitatif olarak belirlenmesini sağlar. Bu çalıĢmada bazı
surfaktanların tayini için son yıllarda kullanılan modern analitiksel teknikler teorik olarak
incelenmiĢtir. ġampuanlarda ve diğer temizlik ürünlerinde bulunan çeĢitli surfaktanların
belirlenmesinde ve ayrıĢtırılmasında kullanılabilecek bir analiz aracı olarak Acclaim
Surfaktan Kolonunun [2] ideal bir kolon olduğu incelenen makalelerden tespit edilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: ġampuan, deterjan, surfaktan.
Kaynaklar
1. Değer M. ġampuanlar. Online Kozmetoloji Dergisi.; sayı:1 cilt:6, 2007.
2. Liu X, Paul C. Analyzing Surfactans in Consumer Products on a Single HPLC Column.
Thermo Scientific.; 2006.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
197
P-87
Diyabet hastalığı ve metforminin analitiksel yöntemlerinin incelenmesi
Hafize KOPARAN1, Gülbin ERDOĞAN
2*
1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Ab.D., Ġstanbul, Türkiye
Diabetes mellitus (DM) insülin salgılanması, taĢınması ve depolanmasındaki defektler
nedeniyle karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki bozukluk sonucu oluĢan,
hiperglisemiyle karakterize kronik bir metabolizma hastalığıdır (WHO, 1999) [1]. Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) 2010 verilerine göre; dünya genelinde bir milyon kiĢide yüz kiĢi
diyabet hastasıdır. Bu diyabetlilerin çoğu düĢük ya da orta gelirli ülkelerde yaĢamakta olup
orta yaĢ gurubu insanları teĢkil etmektedir. 2005'te yaklaĢık 1.1 milyon kiĢi diyabet
dolayısıyla yaĢamını yitirmiĢtir [2]. Gelecek 10 yılda ise diyabet ölümlerinin ikiye katlanacağı
öngörülmektedir. Tedavideki amaç, hastanın semptomlarını gidermek veya azaltmak,
komplikasyonları önlemek ve yaĢam kalitesini artırmaktır. Tedavi yaklaĢımı ise, hastanın
eğitimi, fiziksel aktivite, diyet ve farmakolojik tedavi Ģeklindedir. Farmakolojik tedaviyi, oral
antidiyabetik ilaçlar ve insülin oluĢturur. Bu çalıĢma oral antidiyabetik ilaçlardan en çok
kullanılan metforminin biyolojik materyallerde (özellikle kanda) son yıllardaki analitiksel
yöntemlerle incelenmesine iliĢkin bir derlemedir. Diyabet günümüzde önemli bir sağlık
sorunudur. Bu nedenle diyabet hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçların metabolizma
üzerinde ve diğer ilaçlarla etkileĢimlerinin araĢtırılması ve tedavideki yaklaĢımda da göz
önüne alınması gerektiği düĢünülmüĢtür.
Anahtar kelimeler: Metformin, diyabet, spektrofotometre.
Kaynaklar
1. Who Consultation. Definition, Diagnosis And Classification Of Diabetes Mellitus And Its
Complications. Part 1: Diagnosis And Classification Of Diabetes Mellitus. Who, Report No:
99.2, Geneva, 1999.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
198
2.World Health Organization, International Diabetes Federation, Definition And Diagnosis Of
Diabetes Mellitus And Ġntermediate Hyperglycaemia: Report Of A Who/ Idf Consultation,
Who-Idf, Geneva, Switzerland, 2006; 1-50.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
199
P-88
Romatoid artrit tedavisinde kullanılan preparatlar ve analizleri
Cemalettin ÇAYHAN 1
, AyĢen KURT CÜCÜ 2
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Romatoid artrit (RA) sinoviyal enflamasyonla karakterize kronik, sistemik bir hastalıktır.
Sıklıkla el bilekleri, metakarpofalangeal ve proksimal interfalangeal eklemler simetrik ve
bilateral olarak tutulur. Düğme iliği ve kuğu boynu deformiteleri sıklıkla görülen
bozukluklardır. Eklem ve yumuĢak dokular tutulduğunda hastalık elin yapı ve dengesini
bozar, fonksiyon kayıpları ile deformitelere, ağrı ve güçsüzlüğe neden olur. Tedavide amaç
ağrı ve enflamasyonu kontrol altına almak, uygun eklem dizilimini sağlamak ve eklemlere
olan travmayı azaltmaktır [1].
RA‟da temel hedef, hastalarda meydana gelecek eklem erozyonlarını önlemek ve bu
erozyonların yol açacağı fonksiyonel kısıtlamaların önüne geçmektir. Bu nedenle hastalara
olabildiğince erken tanı konmalı, kesin tanının konamadığı veya Ģüphede kalan durumlar da
dahil agresif bir tedavi stratejisi uygulanmalıdır. Metotreksat (MTX) uzun süreli kullanım
oranı, biyolojik ajanlarla kombine edilebilmesi ve yan etki profilinin düĢük olması nedeniyle
RA tedavisinde öncü ilaç olarak kabul edilmektedir. Bu nedenlede baĢta Metotrexat olmak
üzere RA‟da en fazla kullanılan diğer ilaçlar için analitik inceme yapılarak ilaçların
etkinlikleri incelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Romatoid artrit, metotrexat, DMARD, HPLC, tedavi.
Kaynaklar
1. Hamuryudan V. Türkiyede KarĢılaĢılan Hastalıklar, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Sempozyumu, Sempozyum Dizisi, 2007; 55: 69-86.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
200
P-89
Mantar toksinlerinin analitik incelenmesi
Yasin KORKMAZ 1
, AyĢen KURT CÜCÜ 2*
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Mantar toksinleri bazı fungus türleri tarafından üretilen, biyolojik orijinli, insan ve
hayvanlarda akut veya kronik zehirlenmelere neden olan metabolitlerdir. Tabiatta yetiĢen
mantarlar arasında zehirli zehirsiz ayırımı yapmak çok güçtür. Ancak bu konuda uzmanlaĢmıĢ
bilim adamları ve ileri laboratuvar imkanları ile bu ayrım yapılabilir. Mantar
zehirlenmelerinde tanı hasta veya yakınlarından yabani mantar yeme öyküsünün alınması,
varsa mantar örneğinin incelenmesi hastanın klinik bulgularının detaylı olarak
değerlendirilmesiyle konur. Tarımsal ürünlerde küf mantarı toksinleri olan mikotoksinler,
hasat öncesi tarlada veya hasat sonrası uygun olmayan depo koĢullarında toksin üreten
fungusların geliĢmesiyle ortaya çıkmaktadırlar. Bazı fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörler
mikotoksin oluĢumu üzerine etkilidir. Mikotoksinlerden kaynaklanan insan ve hayvanlardaki
toksikozlarla ilgili raporlar, özellikle az geliĢmiĢ ülkelerde olmak üzere, dünyanın her bir
köĢesinden gelmektedir. Mikotoksinlere maruz kalma, fungusların oluĢturduğu mikotoksinleri
soluma ya da hasatta veya depolama sürecinde toksijenik fungusların bozduğu mikotoksinli
gıdaların tüketilmesi ile olur. Son yıllarda Avrupa Gıda Güvenliği KuruluĢu ve Avrupa
Komisyonu gıda maddelerinde mikotoksin seviyeleri konusunu sıcak tutmakta ve sürekli
direktifler yayınlamaktadırlar. Bu çalıĢmada ekonomik ve toksikolojik bakımdan önemli olan
makrofungus toksinleri ile mikotoksinlerin ve bu mikotoksinlerin kalıntı analizlerine
değinilecektir. Mikotoksin analizleri aynı pestisit kalıntı analizlerinde olduğu gibi
kromatografik yöntemlerle (TLC, HPLC, LC-MS) yapılmaktadır. Bunun yanında serolojik
yöntemlerde (ELISA, FPIA, CE, Biyosensörler) kullanılmaktadır. Ayrıca son yıllarda analiz
sistemlerindeki hızlı geliĢmeler çoklu toksin kalıntı yöntemlerini olanaklı kılmaktadır. Mantar
analizleri için çok duyarlı ve kesin sonuçlar veren metodların geliĢtirilmesi gerekmektedir. Bu
amaçla, günümüzde değiĢik gıda maddelerinden toksinlerin ayırımı ve teĢhisi için birçok
farklı metod geliĢtirilmiĢtir. Bu çalıĢmada mantar toksin analiz metodları irdelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Zehirli mantar toksinleri, mikotoksin, analiz ve tanı yöntemleri.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
201
P-90
Soğuk algınlığı rahatsızlıklarında kullanılan tıbbi çay drogları
Ġrem BADEM, Sevda SÜZGEÇ-SELÇUK*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Ġlk çağlardan günümüze çeĢitli hastalıkların tedavisinde ve korunmasında bitkilerden
yararlanılmıĢtır [1]. Kısaca “tıbbi bitkilerle tedavi” anlamına gelen fitoterapi; hastalıkların,
tedavi edici değere sahip taze veya kurutulmuĢ bitki kısımları (drog) ya da bunlardan elde
edilen ekstraksiyon ürünleri kullanılarak üretilen çay, damla, draje, kapsül, Ģurup, tablet ile
tedavi edilmesi olarak değerlendirilmektedir [2]. Tıbbi çaylar fitoterapinin en basit ve en
yaygın kullanım Ģeklidir.
Soğuk algınlığı rahatsızlıkları toplumda çok sık görülen hastalıkların baĢında gelmektedir. Bu
çalıĢmada, soğuk algınlığı rahatsızlıklarının tedavisinde, koruyucu veya destekleyici olarak
tıbbi çay hazırlamada kullanılan droglar tespit edilmiĢtir. Soğuk algınlığı rahatsızlıklarında
kullanılan çay drogları olarak; Althaeae folium/flos/radix, Anisi fructus, Eucalypti folium,
Farfarae folium, Foeniculi fructus, Lini semen, Liquiritiae radix, Malvae folium/flos,
Matricariae flos, Menthae piperitae folium, Myrtii aetheroleum/ folium/ fructus, Rosae
caninae fructus, Salviae trilobae folium, Thymi herba, Tiliae flos olmak üzere on beĢ drog
belirlenmiĢ ve bu drogların bitkileri, familyaları, kimyasal bileĢimleri, etki ve kullanılıĢları,
farmakolojik aktiviteleri ile dozaj ve veriliĢ Ģekilleri literatür bilgileri doğrultusunda
incelenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Soğuk algınlığı, tıbbi çay, drog, fitoterapi.
Kaynaklar
1. Baytop T. Türkiye‟de Bitkiler ile Tedavi (GeçmiĢte ve Bugün). 2.Baskı, Ġstanbul
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları, Nobel Tıp Kitapevi, Ġstanbul. 1999.
2. Çubukçu B, Sarıyar G, Meriçli AH, Sütlüpınar N, Mat A, Meriçli F. Fitoterapi Yardımcı
Ders Kitabı. Ġstanbul Üniversitesi Basım ve Yayınevi Müdürlüğü, Ġstanbul. 2002.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
202
P-91
Antibakteriyel aktivite göstermesi olası 1,3-Oksazolidin-2-on halkasından türeyen yeni
tiyoüre bileşiklerinin sentezi ve karakterizasyonu
E. Elçin ORUÇ-EMRE1, Rabeah Adil ZAINEL
1, Bedia KOÇYĠĞĠT-KAYMAKÇIOĞLU
2*,
Nurcan KARAMAN1, AyĢegül KARAKÜÇÜK-ĠYĠDOĞAN
1
1Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Gaziantep, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
1,3-Oksazolidin-2-on halkası, birçok ilacın kimyasal yapısında yer alan önemli bir
heterosiklik yapıdır. Bu halka, farklı antibiyotiklere direnç geliĢtiren gram-pozitif bakterilerin
meydana getirdiği enfeksiyonların tedavisinde kullanılmak üzere tasarlanmıĢ ve sentezlenmiĢ
bir yapıdır. Ġlk olarak Linezolid ve daha sonra birçok oksazolidinon türevleri geliĢtirilmiĢtir.
[1,2]. Bu doğrultuda yapılan araĢtırmada, 4-(4-aminobenzil)-2-oksazolidinon türevi yeni
tiyoüre türevi bileĢiğinin sentezi yapılmıĢtır. Tasarlanan bileĢikler, baĢlangıç olan 4-(4-
aminobenzil)-2-oksazolidinona, 4-sübstitüe izotiyosiyanatların katım reaksiyonu sonucu
literatürde belirtilen yöntemlerle elde edilmiĢtir [3,4]. Sentezlenen bileĢiklerin yapıları FT-IR,
NMR, Kütle spektroskopik yöntemler ve elementel analiz tekniğiyle (C, H, N, S)
aydınlatılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: 1,3-Oksazolidin-2-on, tiyoüre, antibakteriyel aktivite.
Kaynaklar
1. Zurenko GE, Gibson JK, Shinabarger DL, Aristoff PA, Ford CW, Tarpley WG.
Current Opinion in Pharmacology, 2001; 1: 470-6.
2. Phillips OA, Udo EE, Ali AA, Al-Hassawı N. Bioorg Med Chem, 2003; 11: 35-41.
3. KarakuĢ S, Kaymakçıoğlu B, Toklu HZ, Arıcıoğlu F, Rollas S. Arch Pharm
(Weinheim), 2009; 342: 48-53.
4. Kaymakçıoğlu BK, Rollas S, Körceğez E, Arıcıoğlu F. Eur J Pharm Sci 2005; 26: 97-
103.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
203
P-92
Sülfanilamit‟ten hareketle bazı yeni 4-Tiyazolidon türevlerinin sentezi ve antikanser
etkileri
Esra TATAR1, Ümit DEMĠR
1, Oğuzhan AKGÜN
2, Engin ULUKAYA
2, Ġlkay
KÜÇÜKGÜZEL1*
1 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Nilüfer, Bursa, Türkiye
Sülfonamit yapısı taĢıyan ve analjezik-antienflamatuvar olarak etkinlik gösteren Selekoksib‟in
siklooksijenaz-2 (COX-2) inhibitörü olmasının yanında; meme, kolon ve üriner sistem
kanserlerinin tedavisinde kullanılmak üzere FDA tarafından onaylandığı, endometrial, gastrik
ve prostat kökenli karsinomlarda hücre proliferasyonunu inhibe ettiği açıklanmıĢtır. COX-2
ekspresyonundaki artıĢın malign, metastatik ve kötü prognoz gösteren tümörlerin
karakteristik bir özelliği olduğu gösterilmiĢtir. Seçici COX-2 inhibitörlerinin tümör
hücrelerinde apoptozu indüklediği, proliferasyon ve metastazı ise baskıladığı bildirilmiĢtir.
Ayrıca; kolon ve prostat kanserine yakalanma açısından yüksek risk grubu içinde olduğu
varsayılan kolorektal polip ve yüksek prostat spesifik antijen düzeyine sahip bireylerde ise
kanserden korunma amacıyla kullanılabileceği konusunda görüĢler öne sürülmüĢtür [1].
Antikanser etkinliklerini değerlendirmek üzere tasarladığımız 5-(sübstitüe benziliden)-2-[(4-
sülfamoilfenil)imino]-1,3-tiyazolidin-4-on türevleri, sülfanilamit‟ten hareketle üç basamakta
sentezlenmiĢ; bu bileĢiklerin yapıları ve saflıkları spektroskopik ve kromatografik
çalıĢmalarla kanıtlanmıĢtır.
Sentezlenen bileĢiklerin, sitotoksik etkileri SRB yöntemiyle ilk taramaya (initial screening)
tabii tutulmuĢtur. Bunun için, MCF-7 (meme kanseri), A549 (Akciğer kanseri), PC3 (Prostat
kanseri) ve HT-29 (Kolon Kanseri) hücre soyları bileĢiklerin 20 microM dozuna 48 saat
boyunca maruz bırakılmıĢlardır. BileĢiklerin sitotoksik potansiyellerinin belirtilen kanser
türleri açısından zayıf etkide oldukları bulunmuĢtur. Diğer kanser türlerinde denemelerin
yapılmasına karar verilmiĢtir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
204
Anahtar kelimeler: Selekoksib, sülfonamit, 4-tiyazolidon, antikanser.
Kaynaklar
1. Winfield LL., Payton-Stewart F. Future Med Chem 2012; 4: 361-83.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
205
P-93
Endometrial dokudaki T hücrelerin ve sitokinlerin in vitro fertilizasyon (IVF) daki rolü
Sadık ġAHĠN1*
, Enver ÇIRACI2, Sevgin DEĞĠRMENCĠOĞLU
3, Bülent TEKĠN
4, Tayfun
ÜNAL5, DilĢad HERKĠLOĞLU
6, ġermin TETĠK
5
1Ġstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim AraĢtırma Hastanesi, Ġstanbul, Türkiye
2Biruni Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Ġstanbul, Türkiye
3Ġstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
4Su arge, Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
5Üsküdar Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi,
Ġstanbul, Türkiye
Ġn vitro fertilizasyon (IVF) en kısa zamanda, siklus baĢına en çok gebelik sağlayan tedavi
seçeneğidir. Aynı zamanda en maliyetli ve çoğul gebelik riskini en çok arttıran tedavi
seçeneğidir. BaĢarılı implantasyonun ön koĢulu, reseptif endometriumun hazırlanması ve
blastosistin implantasyonunda önemli rol oynayan molekül etkileĢimler, karmaĢık bir kaskad
içerir. Bu konuda belirlenen moleküller; sitokinler, büyüme faktörleri, matriks
metalloproteinazları (MMP), adezyon molekülleri molekülleri, ekstrasellüler matriks
komponentleri ve homeoboks element içeren genlerdir. Gebeliğin oluĢabilmesi için maternal
immün sistemin önemli roller üstlendiği bilinmektedir. KarmaĢık immün sistemde meydana
gelebilecek bir bozukluk implantasyon baĢarısızlığına, gebelik kayıplarına erken doğuma,
intraüterin geliĢme bozukluğuna ve preeklempsiye neden olur. Gebelik sürecinde immun
sistemde regulatör olarak görev yapan sitokinler, immun cevabın belirlenmesinden
sorumludur. Bundan dolayı, bu aĢamada önemli roller üstlenen sitokinler gebeliğin sağlıklı bir
Ģekilde gerçekleĢebilmesi için büyük öneme sahiptir. Ġmmun sistem hormonları olarak da
tanımlanabilen sitokinler, immun sistemin düzenlenmesinde önemli rolleri olan, pleotropik
moleküllerdir. Bu çalıĢmada, IVF grubu ve kontrol grubundan alınan endometrial
dokulardaki T hücreler ve bu hücrelerdeki sitokinlerin mRNA ekspresyon düzeylerine
bakılarak T hücrelerin ve sitokinlerin in vitro fertilizasyondaki rollerinin değerlendirilmesi
amaçlanmıĢtır. AraĢtırmada kullanılacak doku önekleri in vitro fertilizasyon (n=15), ve
kontrol grubundan (n=17) menstrual döngünün 21-24. günleri arasında endometrial biyopsi
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
206
yapılarak alınmıĢtır. IVF ve kontrol grupları, 20-35 yaĢ aralığından seçilmiĢlerdir. Dokuların
kasetlenmesinin ardından, dokulara RNA later solüsyonu eklenerek +4 °C de 1 gün RNA
later solüsyonu protokolüne göre dokudaki RNA bozulmasını önlemek için muamale
edilmiĢtir ve dokudan RNA saflaĢtırması yapılacak güne kadar -80°C de saklanmıĢtır. RNA
izolasyon kiti kullanılarak dokudan RNA izolasyonu yapılmıĢtır. Ardından elde edilen RNA
dan revers transkriptaz enzimi kullanılarak cDNA sentezlenmiĢtir. Real Time PCR yöntemi
kullanılarak dokudaki IL-17A, IL-10, IL-12A, TGF, IL-20, IL-8, TNF and LIF sitokinlerinin
mRNA gen ekspresyon düzeyleri arasında. Ġki grup arasında sitokin seviyeleri açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiĢtir. IL-17A, IL-10, IL-12A, TGF, IL-20, IL-8,
TNF veLIF genlerindeki mutasyon IVF baĢarısızlığına katkıda bulunabilir. Elde ettiğimiz
veriler, endometrial iliĢkili implanstasyon baĢarısızlığının tanısını tahmin edebilir.
Bu çalıĢma Marmara Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi tarafından (Proje No:
SAG-C-DRP-121214-0382) ile desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Sitokinler, IVF, T hücreler, mRNA ekspresyonu, endometrial doku.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
207
P-94
Antiviral İlaçlar ve Analiz Çalışmaları
ġeyda ÖZLEYEN, Filiz ARIÖZ ÖZDEMĠR*
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Analitik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Spesifik antiviral tedavi kavramı ilk kez 1946 yılında ortaya çıkmıĢtır. Kabakulak ve çiçek
virüsleri için kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Antiviral tedavide ilk denemeler sülfonamidler ile
gerçekleĢtirilmiĢtir. Son yıllarda ise potent antiretroviral kombinasyonların yararlarının ortaya
çıkması ile beraber erken ve saldırgan tedavi yaklaĢımları gündeme gelmiĢtir [1]. Antiviral
etkin maddelerin virüslere karĢı yeterince seçici olmamaları ve hali hazırda tedavide
kullanılan etkin maddelerin azlığı yeni etkin madde tasarımı ve sentezi ile ilgili çalıĢmalara
oldukça ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Bu çalıĢmada virüsler, yol açtıkları hastalıklar, hastalığa yol açma mekanizmaları ve antiviral
etkin maddeler hakkında ayrıntılı bilgi verilmiĢtir. Ayrıca bu etkin maddelerin özellikle son
yollardaki ilaç formülasyonları ve biyolojik örneklerdeki analiz çalıĢmaları derlenmiĢtir [2, 3].
Anahtar kelimeler: Virüs, antiviral etkin madde, etkin madde analizi.
Kaynaklar
1. Abacıoğlu H. Ankem Dergisi 2000; 14: 348-353.
2. Mahmoud A, Hossein A, J Chromatog B, 2015; 975,: 40-44.
3. Manish Y, Vivek U, Puran S, Sailendra G, Pranav SS, J Chromatog B, 2009; 877:
680-688.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
208
P-95
Desloratadin ve parasetamol içeren farmasötik bileşim (Desparas)
Kaan BAġ1*
, ġ. Güniz KÜÇÜKGÜZEL2
1Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Parasetamol (4-hidroksiasetanilit), hamilelikte dahi güvenle kullanılabilen (güvenlik
kategorisi B), teratojenik etkisi olmayan, siklooksijenaz-3 (COX-3)enzimini inhibe eden, ateĢ
düĢürücü, ağrı kesici narkotik olmayan non-steroid analjezik grubunda yer alan etkin
maddedir. Desloratadin (8-Kloro-6,11-dihidro-11-(4-piperidiniliden)-5H-benzo[5,6]siklo-
hepta[1,2-b]piridin), H1 reseptör antagonistleri grubunda yer alan ve alerjik belirtilerin
tedavisinde kullanılan bir etkin madde olup, sedasyon yapmayan ikinci kuĢak
antihistaminiktir. Ayrıca, Desloratadin − IL-4, IL-6, IL-8, IL-13 de içinde olmak üzere
proinflamatuvar sitokinlerin salıverilmesi, aktivasyon sonucunda düzenleyen, normal T-
hücresinde eksprese edilen ve salıverilen gibi önemli proinflamatuvar kemokinlerin
salıverilmesi, aktive olmuĢ polimorfonükleer nötrofiller tarafından süperoksit anyon üretimi,
eozinofil adezyonu ve kemotaksis, P-selektin gibi adezyon moleküllerinin ekspresyonu,
histamin, prostaglandin (PGD2) ve lökotrienin (LTC4)‟in, IgE'ye bağımlı olarak salıverilmesi
gibi alerjik inflamasyonu baĢlatan ve yaygınlaĢtıran geniĢ kapsamlı olaylar dizisini inhibe
ettiği bildirilmiĢtir. ÇalıĢmanın amacı, her iki ürünün bir arada bulunduğu mevsimsel hava
değiĢimlerinde çocuklarda gözlenen alerjik rinit ile iliĢkili, hapĢırık, burunda akıntı ve
kaĢınma, konjesyon/ burun tıkanıklığı, aynı zamanda gözlerde kaĢınma, yaĢarma ve
kızarıklık, damakta kaĢınma ve öksürük, ateĢ gibi semptomların giderilmesinde endike olan
bir ürün oluĢturmaktır. Bu çalıĢmada, formülasyon aĢamasında, hedef kitle çocuk grubu
olduğundan, herhangi bir alkol kullanılmamıĢtır [1, 2].
Anahtar kelimeler: Parasetamol, desloratadin, antihistaminik, ağrı kesici.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
209
Kaynaklar
1. Küçükgüzel ġG, BaĢ K. “Desloratadin ve Parasetamol Kombinasyonu" baĢlıklı buluĢ, TPE
2012/12712.
2. Küçükgüzel ġG, BaĢ K. A combination of desloratadine and Paracetamol, EP 2 727 592 A1
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
210
P-96
Farklı ülkelerdeki eczacılık fakültesi öğrenci ve yeni mezunlarının bitkisel ilacı
değerlendirmesi
Betül ġATIROĞLU*, Leyla BĠTĠġ
Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
Dünyada gün geçtikçe , halkın bitkisel ilaç kullanımına olan ilgisi artmaktadır . Bu çalısmada,
bazen bilinçsiz ve saglıgı tehdit edecek boyutlara ulaĢan bitkisel ilaç kullanı mında, yeni nesil
eczacıların ne denli etkili olabileceği degerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır .
Bu amaçla yapılan anket çalıĢmasında, farklı ülkelerdeki eczacılık fakültesi öğrencilerinin ve
yeni mezunlarının bitkisel tedavi üzerine olan düĢünceleri değerlendirilmiĢtir. Bitkisel ilaçlar
üzerine aldıkları eğitimin yeterliliği, bitkisel ilaçlarla tedavi hakkındaki düĢünceleri, bitkisel
ilaçlarla ilgili bilgiye nereden ulaĢmayı tercih ettikleri ve bitkisel ilaçları nereden satın
aldıkları, son olarak da bitkisel ilaçları hangi endikasyonlarda kullanmayı tercih ettikleri ile
ilgili sorular yöneltilmiĢtir.
Anket çalıĢması internet üzerinden yapılmıĢtır. 18 ülkeden 167 kiĢiye (128 eczacılık fakültesi
öğrencisi, 39 yeni mezun) ulaĢılmıĢ, mantıklı olmayan sonuçlar çıkarıldıktan sonra kalan
veriler olan 9 ülkeden 125 anket sonucu yorumlanmıĢtır.
Ankete katılanların çoğu (% 61) üniversitede aldığı eğitimin hem teorik hem de pratik
olduğunu düĢünmektedir. % 85‟i bitkisel ilaçlara karĢı tutumunun pozitif olduğunu
belirtmiĢtir. Katılımcıların sadece % 15‟i bitkisel ilaçlar üzerine bilgisinin iyi olduğunu
düĢünmektedir. ReçetelenmiĢ tüm ilaçlar içinde; bitkisel ilaçlar üzerine bilgisinin daha zayıf
olduğunu düĢünenlerin oranı % 56‟dır. Ankete katılanların % 56‟sı bitkisel ilaçları
çevrelerindekilere tavsiye ettiklerini belirtmiĢtir. Bitkisel ilaçlarla ilgili bilgiye ihtiyaç
duyduklarında, % 61‟i interneti tercih etmekte ama, satın almak için internet üzerinden
alıĢveriĢ (% 6) yerine çoğu aktarları (% 53) tercih ettiğini belirtmektedir. Bu sonuçlara göre;
eczanelerin bitki ve bitkisel ilaçları halka ulaĢtırmada daha etkin görev almaları gerektiği
anlaĢılmaktadır.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
211
Elde ettiğimiz sonuçlara göre, bitkisel ilaçların kullanımı sıklık sırasıyla; soğuk algınlığı (%
22,4) , kabızlık/ishal gibi kalınbarsak Ģikayetleri (%14,8) ve hazımsızlık gibi sindirim sistemi
( % 12) rahatsızlıklarında tercih edilmektedir.
Anahtar kelimeler: Bitkisel ilaçlar, anket, eczacılık fakültesi öğrencileri, soğuk algınlığı.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
212
P-97
Platin kompleksi sentez ve yapı aydınlatma çalışması
Emine Merve ERTUĞRUL, Semra UTKU*
Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye
Sisplatin (cis-diammindikloroplatin(II)) baĢ, boyun, testis, over, mesane, prostat, serviks
tümörleri ve küçük hücreli olmayan akciğer karsinomları gibi pek çok kanser türünün
tedavisinde yaygın olarak kullanılan etkili bir antikanser ilaçtır. Ancak nefrotoksisite,
nörotoksisite, bulantı ve kusma gibi yan etkilerin görülmesi ayrıca tedavi sürecinde rezistans
geliĢmesi kullanımını kısıtlamaktadır [1]. Bu nedenlerle sisplatinin kullanımı sırasında
görülen bu olumsuzlukları en aza indirmek için bilim insanları yeni platin kompleksleri
tasarlamaktadırlar.
Sisplatinin yapısında bulunan klor ligandlarının, farklı ligandlar ile değiĢtirilmesiyle sentez
edilen komplekslerde toksisitenin azaldığı ancak çapraz rezistansın engellenemediği, taĢıyıcı
amonyak ligandlarının farklı gruplar ile değiĢtirilmesiyle sitotoksik etkinin olumlu yönde
değiĢtiği araĢtırmalarda öngörülmektedir [2]. Biyolojik sistemin tanıdığı bir heteroaromatik
halka sistemi olan ve değiĢik farmakolojik aktiviteleri taĢıyan ilaçlarda bulunan imidazol
halkası Medisinal Kimyacılar için büyük önem taĢımaktadır.
Bu çalıĢmada, sisplatin yapısındaki amonyak ligandının imidazol (Ġm) taĢıyıcı ligandı ve klor
ligandının oksalat ligandı ile değiĢtirilmesiyle kapalı formülü [Pt(Ġm)2(oksalat)] olan, orjinal
platin(II) kompleksi tasarlanarak sentezlenmiĢtir. Sentezlenen kompleksin kimyasal yapısı
elemental analiz ve infrared spektrumu ile aydınlatılmıĢtır.
Bu çalıĢma, Mersin Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Birimi
(Proje No: 2015 –TP1-1300) tarafından desteklenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Sisplatin, karboplatin, oksaliplatin, platin kompleksi.
Kaynaklar
1. Wang X, Guo Z. Chem Soc Rev, 2013;42:202-224.
2. Cossa G, Gatti L, Zunino F, Perego P. Curr Med Chem, 2009;16:2355-65.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
213
P-98
Gıda katkı maddelerinin toksikolojik açıdan değerlendirilmesi
Nur Sümeyye ÜLKER1*, Hilâl KÖSE
1, Gülden Zehra OMURTAG
2
1Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Ġstanbul, Türkiye
2 Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Günümüz ekonomik ve sosyal Ģartlarında, dünya nüfusunun artıĢına paralel olarak ev dıĢında
çalıĢan insan sayısının artması, yemek hazırlamak için az zaman kalması ve bunun beslenme
alıĢkanlıklarını değiĢtirmesi insanları tüketime hazır veya hazırlanması daha pratik hale
getirilmiĢ gıda tüketimine yönlendirmektedir. Bu anlamda, gıdanın raf ömrü olarak da
tanımlanabilen dayanma süresinin arttırılması, ilk andaki tazeliğinin, besin değerinin,
görünüĢ, renk, koku ve aromasının korunması da o gıdadan beklenen bir özellik halini
almaktadır. Bu amaçlarla sıkça kullanılan ve toksikolojik açıdan önem arz eden gıda katkı
maddelerinin baĢında monosodyum glutamat, parabenler, aspartam, nitrit/nitratlar
gelmektedir.
Bu çalıĢmada, gıdalarda yaygın olarak kullanılan gıda katkı maddelerinden monosodyum
gulutamat (MSG), parabenler, aspartam ve nitrit/nitratların toksik etkilerine dair yapılan
araĢtırmalar incelenmiĢtir. Bu maddelerin belirli dozlara kadar güvenli kabul edilip, gıdalarda
kullanımlarına Ģu amaçlarla izin verildiği görülmüĢtür: MSG, lezzet artırma; paraben,
antimikrobiyal koruma; aspartam, tatlandırma; nitrit ve nitratlar renklendirme. Bu amaçlarla
kullanılırken genotoksik, sitotoksik, karsinojenik, mutajenik etkilere sebep olabilecekleri
yapılan çalıĢmalarla ortaya konulmuĢtur. Dolayısıyla bu maddelerin kullanımına dair
düzenlemelerin güncel tutularak denetimlerin artırılması, üreticilerin “sağlığı birinci planda
tutarak” bu maddeleri sınır değerlerde kullanması, araĢtırmacıların aynı etkilere sahip
alternatifler araması ve tüketicilerin istenmeyen ciddi etkiler konusunda bilinçlendirilmesinin
yararlı olacağı sonucuna varılmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Monosodyum glutamat, paraben, aspartam, nitrit/nitrat, toksisite.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
214
P-99
Hyaluronik asit içeren farmasötik hidrojel formlarının hazırlanması ve in vitro
özelliklerinin incelenmesi
Hüseyin BĠGÜN1, Melike DURAN
2, Ali Demir SEZER
1*
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Ġstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Hyaluronik asit (HA); β(1-4) ve β(1-3) glikozidik bağlarıyla birbirine bağlanan, N-asetil-D-
glukozamin ve D-glukuronik asitin tekrarlayan birimlerinden oluĢan, birçok yumuĢak bağ
dokusunun hücre dıĢı matriksindeki (ECM) sülfatlanmamıĢ glikozaminoglikan (GAG) türevi
biyopolimerdir [1]. Bu çalıĢma kapsamındaki hidrojeller hidrofilik yapıları ve mekanik
özellikleri nedeniyle biyomateryaller ile ilgili formülasyon tasarımlarının geliĢtirilmesi için
çalıĢılan ve yeni jenerasyon akıllı polimerlerin sentezlenmesi ile daha da önem kazanan
farmasötik dozaj Ģekillerinden biridir [2]. Hidrojeller, yara ve yanık tedavisinde en ideal örtü
materyalidir ve dıĢ etkenlere karĢı vücudu koruyarak hastanın tedavi sürecini kısaltmaktadır
[2, 3]. Bu nedenle HA‟in farmakolojik özellikleri göz önüne alınarak farklı formülasyona
sahip HA içeren hidrojeller hazırlanmıĢtır ve hazırlanan farmasötik formların in vitro
özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıĢtır. Farmasötik hidrojel formlarının hazırlanması için
farklı konsantrasyonlarda HA, polivinil prolidon (PVP) ve sodyum karboksi etil selüloz (Na-
CMC) maddeleri karıĢtırılarak jel elde edilmiĢtir. Elde edilen hidrojellerde farklı kontroller
yapılmıĢtır (Tablo 1). Bu kontroller; morfolojik inceleme, jellerin viskozitesi, su tutma ve
ĢiĢme kapasitesinin ölçülmesi, mekanik testler (adheziflik, koheziflik, sertlik) ve yapı
analizleridir.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
215
Tablo 1. Hidrojellerin in vitro karekterizasyon değerleri.
SEM ölçümlerine göre hazırlanan hidrojel formülasyonlarında homojen bir yapı gözlenmiĢtir.
ġiĢme kapasiteleri 15.595-33,1yüzde ĢiĢme değeri göstermiĢtir. Yapılan karakterizasyon
çalıĢmaları ve yapı analizleri sonucunda HB3 formülasyonunda daha iyi sonuç
gözlemlenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Hyaluronik asit, hidrojel, PVP, Na-CMC.
Kaynaklar
1. Xu X., K.Jha A., A.Harrigton D., C. Farach-Carson M., Jia X. Soft Matter, 2012; 8(12):
3280-3294.
2. Shang J., Shao Z., Chen X. Polymer, 49(2008), 5520-5525.
3. Epstein-Barash H.,Stefanescu C.F., Kohane D.S. Acta Biomaterialia, 8(2012), 1703-1709.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
216
P-100
Etofenamat etkin maddesi ve farmasötik formülasyonları için HPLC metot geliştirilme,
validasyon ve çözünürlük çalışmaları
Neslihan ÜSTÜNDAĞ OKUR, Ecehan ONAY*
Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
Bu çalıĢma etofenamat etkin maddesi ve farmasötik formları için yüksek performanslı sıvı
kromatografisi (HPLC) kullanılarak bir analitik yöntemin geliĢtirilmesi ve validasyonu ve
formülasyon geliĢtirmek amacıyla kullanılacak maddelerin çözünürlüklerinin tespit edilmesini
kapsamaktadır. Mobil faz olarak asetonitril-metanol-ultra saf su karıĢımı (35:45:20)
kullanılmıĢtır. Analiz iĢlemlerinde C18 kolonu (150x4.6mm; 5µm) kullanılmıĢtır. Örnekler,
dakikada 1 ml‟ye ayarlanan akıĢ hızı ve 286 nm dalga boyunda UV detektör yardımıyla
çalıĢılmıĢtır. Yöntemin validasyon iĢlemleri için sırasıyla sisteme uygunluk, doğrusallık, geri
elde edilebilirlik, tespit ve miktar limiti, kesinlik, özgünlük, doğruluk, seçicilik ve stabilite
deneyleri yapılmıĢtır [1, 2]. Elde edilen sonuçlar, geliĢtirilen analitik yöntemin iyi düzeyde
doğrusallığa, doğruluğa kesinliğe, seçiciliğe ve stabiliteye sahip olduğunu göstermiĢtir.
Analitik yöntem geliĢtirme sonuçları, 0.25-10 µg/mL doğrusal aralıkta çalıĢılmıĢ olup
etofenamat maddesinin alıkonma zamanı 4.9. dak. olarak tespit edilmiĢtir. Ayrıca R2 değeri
0.99832 olarak bulunmuĢtur. Etofenamat‟ın, standart doğru denklemi sırasıyla Y=24,512X–
1,6981 olarak bulunmuĢtur. Yapılan validasyon çalıĢmalarında varyasyon katsayısı % 2‟den
az bulunmuĢtur. Lipit su partisyon katsayısı çalıĢmalarında yağ fazı olarak vücudun yağlı
dokularıyla büyük benzerlik gösteren n-oktanol kullanılmıĢtır. Etofenamata ait hesaplanan log
P değeri 4,2117 olarak bulunmuĢtur. Etofenamat‟ın formülasyon hazırlamasında kullanılacak
bileĢenlerin seçilmesi için çeĢitli maddelerde çözünürlük çalıĢmaları yapılmıĢtır. En yüksek
çözünürlük etanol (253,108±28,34 mg/ml), Transkutol (243,117±2,99 mg/ml) ve Labrafac PG
(217,588±8,723 mg/ml) maddelerinde tespit edilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Etofenamat, HPLC, validasyon, çözünürlük.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
217
Kaynaklar
1. Guideline for Submitting Samples and Analytical Data for Methods Validation. FDA,
1987.
2. Üstündağ Okur, N Çağlar, Eġ, Yozgatlı, V. Marmara Pharm J, 20: 79-85, 2016.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
218
P-101
Vankomisin içeren kitosan bazlı farmasötik hidrojel formlarının hazırlanması ve in vitro
özelliklerinin incelenmesi
Aylin AYDIN1, Melike DURAN
2, Ali Demir SEZER
1*
1Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı,
Ġstanbul, Türkiye
2Ġstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Bu çalıĢmada yara ve yanık tedavisinde kullanılmak üzere vankomisin yüklü kitosan
hidrojellerinin hazırlanması ve in vitro özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıĢtır. Vankomisin
gram-pozitif bakterilerin hücre duvarı oluĢumunu inhibe ederek etki gösteren bir antibiyotiktir
[1]. Biyoaktivitesi, biyouygunluğu, biyobozunurluğu, düĢük toksisitesi ve bakteriyostatik
etkisinden dolayı kitosan biyomedikal alanda yaygın olarak kullanılmaktadır [2]. Lübrikant ve
adhesif özelliği nedeniyle polivinil prolidon (PVP) doku ile temas yüzeylerinde
kullanılmaktadır [3]. ÇalıĢma kapsamında vankomisin, kitosan ve PVP farklı
konstrasyonlarda kullanılarak farklı formulasyonlar çalıĢılmıĢtır. Elde edilen jel formlarının
karakterizasyonu için farklı kontroller yapılmıĢtır. Bu kontroller; morfolojik özelliklerinin
incelenmesi, viskozite ve akıĢkanlık tayinleri, su tutma ve ĢiĢme kapasitelerinin incelenmesi,
mekanik testler (adhesiflik, kohesiflik ve sertlik) ve yapısal analizlerdir (Tablo 1).
Analizlerden elde edilen tüm sonuçlar karĢılaĢtırmalı olarak değerlendirilmiĢtir.
Tablo 1. Vankomisin içeren kitosan bazlı hidrojel formulasyonlarının içeriği ve
karakterizasyon analizleri sonuçları
SEM ölçümlerine göre hazırlanan hidrojel formulasyonlarında homojen yapı gözlemlenmiĢtir.
Tablo 1‟de görüldüğü gibi elde edilen hidrojellerin su absorbsiyon kapasiteleri 2,5-3,1 g
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
219
arasındadır. Yapılan karakterizasyon çalıĢmaları ve yapı analizleri sonucunda HB2
formülasyonunda daha iyi sonuç gözlemlenmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Vankomisin, kitosan, polivinil prolidon, hidrojel, yara tedavisi.
Kaynaklar
1. Thomas PL, Nimish P, Ben ML, Keith A R, George L.D. Clinical Infectious Diseases,
2009;49: 507–14.
2. Schutz, C. A., Lucienne, JJ, Kauper, P, Wandrey, C. Biomacromolecules, 2011; 12: 4153–
4161.
3. Bhattarai, N, Gunn, J, Zhang, M. Advanced Drug Delivery Reviews, 2010; 62: 83–99.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
220
P-102
Diyabetik ayak: Önlenmesi ve tedavisinde eczacı - hasta iletişimi
Mehmet Evren OKUR1, Metin UYAR
2
1Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, EskiĢehir, Türkiye
2Ġstanbul Medipol Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Meslek Bilimleri Bölümü, Ġstanbul,
Türkiye
Dünya Sağlık Örgütü , diyabeti; pankreasin yeterli insulin uretemediğinde veya urettiği
insülini vücutta etki li kullanamadığında ortaya çıkan kronik bir hastalık olarak tanımlamıĢtır.
Diyabet hastalığının; retinopati, nefropati ve nöropati gibi komplikasyonlarından biri olan
diyabetik ayak; alt ekstremitelerde sinir hasarı veya periferik damar tıkanıklıkları sonucu
oluĢan enfeksiyon, ülser veya derin dokularda görülen harabiyettir [1]. ÇalıĢmalar, ayak
amputasyonuna yol açan sebeplerin %50‟sinin diyabetten kaynaklandığını göstermektedir [2].
Aristo iletiĢimde; iletiĢimci, iletiĢim ve alıcılar olmak üzere üç unsur tanımlamıĢtır [3]. Bu
iletiĢim modeline göre mesajı gönderen bir gönderici olarak eczacı ve karĢısında da mesajın
ulaĢtırıldığı bir alıcı olarak hasta bulunmaktadır. Eczacı diyabetik ayak bakımıyla ilgili
mesajını kodlayarak hastaya göndermektedir. Hasta da kodu açarak mesajı almaktadır.
Hastanın mesajı Ģekillendirip göndermesiyle alınan geri bildirim etkili bir iletiĢimin
gerçekleĢtiğini göstermektedir. Canlıların birbirleri ile iliĢkilerini sürdürebilmek için ihtiyaç
duydukları bir unsur olan iletiĢim, sağlık bakımında da kalite göstergesi olarak kabul
edilmektedir. Literatürde kaliteli bir bakımın kaliteli iletiĢimle yakından iliĢkili olduğu
belirtilmektedir [4]. Hasta ile sağlıklı iletiĢim kurarak diyabetik ayağın önlenme ve tedavisi
için eczacının; 1- diyabet hastalığı hakkında güncel geliĢmeleri takip etmesi ve hastalık ile
ilgili eğitimlere katılması, 2- iletiĢim, hasta ile iletiĢim ve hasta psikolojisi alanında eğitim,
seminer, kurslara katılması ve kendini bu alanda geliĢtirmesi, 3- diyabetli hastaları; diyabet
hastalığı, hayat tarzı değiĢiklikleri, tedavideki ilaçların (insülin, oral antidiyabetikler)
kullanımı ve yan etkileri ile diyabete bağlı komplikasyonlar hakkında bilgilendirmesi, 4-
hastaları diyabetik ayak ve yara bakımı gibi konularda bilgilendirmesi ve anlatılanları broĢür
gibi görsel/yazılı materyal ile desteklemesi, 5- gerek diyabetik ayağın önlenmesi gerekse
diyabetik ayak tedavisinde kullanılan ilaç, kozmetik, ayakkabı gibi ürünler hakkında hastaya
gerekli bilgilendirme ve önerileri yapabilmesi, 6- gönderdiği tüm mesajların (bilgilerin) hasta
takibi ile hastadan geri bildirimini alarak iletiĢim sürecini tamamlaması gerekmektedir. Sonuç
olarak eczacı-hasta arasında etkili bir iletiĢim kurulması, diyabetik ayağın önlenmesi ve
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
221
kontrolünde halk sağlığı açısından fayda sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler: Diyabet, diyabetik ayak, iletiĢim.
Kaynaklar
1. Karadakovan A., Eti Aslan F., Dahili ve Cerrahi Hastalıklarda Bakım. 2010
2. Boulton AJ, vd Lancet 2005; 366: 1719-24.
3. Okay A, Sağlık ĠletiĢimi, Derin Yayınları, 2014.
4. UlutaĢ E, vd., Eczacılıkta ĠletiĢimin Rolü, Marmara Pharm J 2015;19:200-207.
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
222
P-103
Çocuklar ve adölesanlarda tip 2 diyabet riski ve ilişkili yaşam-tarzı etkenlerinin
değerlendirilmesi
ġule APĠKOĞLU RABUġ1*, Zeynep GÜNDEN
2, Fikret Vehbi ĠZZETTĠN
1
1Marmara Universitesi, Eczacılık Fakultesi, Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, Ġstanbul, Türkiye
2Marmara Universitesi, Eczacılık Fakultesi, Ġstanbul, Türkiye
Pediyatrik nüfusta tip 2 diyabet prevalansı tüm dünyadaki obezite artıĢına paralel Ģekilde
artmaktadır. Günümüzde tip 2 diyabet, adölesanlardaki yeni-baĢlangıçlı diyabet olgularının
%45‟e yakınından sorumludur. Bu çalıĢmanın amacı ortaokul ve liseye devam etmekte olan
çocuklar ve adölesanlarda tip 2 diyabet risk varlığının değerlendirmesi ve iliĢkili yaĢam-tarzı
etkenlerinin tanımlanmasıdır. ÇalıĢma 2 ortaokul ve 2 lisede 11-20 yaĢ arasındaki toplam
1120 birey üzerinde yürütülmüĢtür. Öğrencilerin demografik verileri, boy ve kilo bilgileri ile
davranıĢsal özellikleri ile ilgili veriler standart formlar kullanılarak toplanmıĢtır. Riskli kiĢileri
belirlemek için kullanılan tip 2 diyabet risk testi 8 sorudan oluĢmaktaydı. Tip 2 diyabet riski
bulunduğu belirlenen öğrencilerin ailelerine çocuklarını daha ileri değerlendirme için doktora
götürmelerini öneren bir bilgilendirme notu gönderilmiĢtir. Bunun yanı sıra tip 2 diyabet ve
sağlıklı yaĢam-tarzı tercihlerinin benimsenmesi gibi önlemlerin önemi hakkında yazılı
bilgilendirme yapılmıĢtır. ÇalıĢmaya katılan 1120 öğrencinin %70‟i lise öğrencisi idi; %54‟ü
kız ve ortalama yaĢı 15.23 (2.26) idi. Öğrencilerin %27‟sinin tip 2 diyabet riskine sahip
oldukları belirlendi. Kızlarda risk erkeklerden daha yüksekti (%32‟ye karĢı %21). Tip 2
diyabet riskine sahip çocuklar yaĢça daha büyük, daha uzun ve daha ağır olup, daha yüksek
beden kitle indeksine sahiplerdi. Ayrıca, ekran önünde (TV, bilgisayar, tablet, akıllı telefon,
vb) daha uzun zaman geçirmekte idiler. Bunun yanı sıra daha sık atıĢtırma ve ayak-üstü
yemek alıĢkanlığına sahip olup; daha az düzenli ve daha az sıklıkla egzersiz yapmakta ve
daha az meyve-sebze tüketmekteydiler. Çocuklar ve adölesanlar için risk değerlendirmesi ve
tip 2 diyabet riski ile iliĢkili yaĢam-tarzı etkenlerinin tanımlanması, riskli bireylerin erken
dönemde doğru tıbbi bakım almak üzere sevk edilebilmelerine ve sağlıklı yaĢam-tarzı
seçimleriyle ilgili hasta eğitimi alabilmelerine olanak sağlayacağı için çok önemlidir.
Anahtar kelimeler: Tip 2 diyabet, risk, çocuk, adölesan
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
223
P-104
Enterococcus klinik izolatlarının biyofilm oluşumlarının değerlendirilmesi
Sevda ER1*
, Alara TAYYAR2, Zehra DÜNDAR
2, AyĢe ĠSTANBULLU
3
1Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi,
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
2Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi,
Ġstanbul, Türkiye
3 Ġstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul,
Türkiye
Biyofilm, bir yüzeye yapıĢarak kendi ürettikleri polimerik yapıda jelsi bir tabaka içinde
yaĢayan mikroorganizmaların oluĢturduğu topluluk olarak tanımlanabilmektedir. Yapılan
araĢtırmalarda, biyofilm oluĢturabilen bakterilerin fagositoz, antikor ve antibiyotiklere karĢı
1000 kata kadar dirençli oldukları bildirilmiĢtir. Bu çalıĢmanın amacı; kan, idrar ve rektal gibi
çeĢitli klinik örneklerden izole edilen Enterococcus izolatlarının biyofilm oluĢum varlığını
araĢtırmaktır. ÇalıĢmada, %2,5 glukoz içeren beyin-kalp infüzyon (BHI) brothda 37°C‟de 24
saat aerob ortamda inkübasyona bırakılan Enterococcus izolatlarının, mikrotitre plaka
yöntemiyle biyofilm aktiviteleri belirlenmiĢtir. ÇalıĢma sonucunda 33 Enterococcus
izolatından 19 tanesinin zayıf derecede biyofilm oluĢturduğu, 10 izolatın orta derecede
biyofilm oluĢturduğu ve 4 izolatın ise yüksek derecede biyofilm oluĢturduğu ortaya
konmuĢtur. Enterokoklar, günümüzde antibiyotik dirençliliğinde ciddi anlamda bir sorun
olarak karĢımıza çıkan bakteri gruplarından biridir. Ayrıca, yüksek biyofilm aktivitesine sahip
bir bakterinin, antibiyotik tedavisiyle ortadan kaldırılmasının güçlüğü literatürde yer
almaktadır. Bu bağlamda, klinik izolatların antibiyotik duyarlılıklarının yanında, biyofilm
oluĢum aktivitelerinin de değerlendirilmesi, tedavinin yönlendirilmesine bir katkı
sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler: biyofilm; Enterococcus; mikrotitre plaka yöntemi
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
224
YAZAR DİZİNİ
AÇIK Leyla: S-3
ADALETI Rıza: P-12, 53
AĞIN Fatma: S-8
AK Koray: P-25
AKALTUN Derya: P-62
AKBAL Cem: P-52
AKDAĞ Ahmet Enes: D-25
AKGÜN Oğuzhan: P-72, 92
AKICI Ahmet: S-5
AKIN Bedirhan: P-46
AKSOY Halil: S-9
AKSU Buket: D-5
AKTAġ YeĢim: P-44
AKTAY Göknur: P-70
ALÇIĞIR Mehmet Eray: S-2
ALEV Burçin: P-20
ALGIN YAPAR Evren: D-41, P-1, 2, 3, 4
ALKAN Nida: P-84
ALPAY KARAOĞLU ġengül: D-15
ALTINKUT UNCUOĞLU Ahu: D-16
ALTINSOY Berrak: P-13, 45, 51
ANIL BarıĢ: P-15
ANIL Sezin: P-78
ARICIOĞLU Feyza: D-28
ARIÖZ ÖZDEMİR Filiz: P-94
ARSAN Sinan: P-25
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
225
ARSLAN Nazan: P-68
ARSOY Taibe: S-3
ATACAN Keziban: P-41
ATASOY Beste Melek: P-52
ATEġ Okan: P-13
AYAZ SEYHAN Serap: P-29
AYÇA Ġnci Banu: P-55, 59
AYDIN Ahmet: P-79
AYDIN Aylin: P-101
BABADAĞLI Umur: P-58
BADEM Ġrem: P-90
BAHADIR ACIKARA Özlem: P-17
BAKAR Filiz: D-8
BAREKE Halin: D-14
BAġ Kaan: P-95
BAġARAN NurĢen: D-20
BAġGUT Bilgen: P-36
BAġTUĞ A. Seza: P-21
BATUK Çağrı: P-86
BECEREN Ayfer: D-39
BELLUR ATICI Esen: D-36
BERK Ahmet: P-70
BEġPARMAK GülĢah: P-45
BĠGÜN Hüseyin: P-99
BĠLGĠÇ ALKAYA Dilek: P-66
BĠRGÜL Kaan: P-37
BĠTĠġ Leyla: P-69, 96
BOLT Hermann: D-20
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
226
BOZBAY Behiye: P-59
BULUT Gizem: D-17, P-62, 63
CAN Özgür Devrim: P-18, 22, S-12
CENGĠZ Esranur: P-48
CENGĠZ Merve: P-51
CĠHAN ÜSTÜNDAĞ Gökçe: S-14
COġKUN Göknil Pelin: P-9, 64, 65
CUMMINGS Brian S.: S-6
ÇAKIR NeĢe: P-40
ÇALIġKAN SALĠHĠ Elif: P-11
ÇANKAYA Cem: P-39
ÇAYHAN Cemalettin: P-88
ÇETĠNEL ġule: P-52
ÇEVĠK Özge: D-32, P-52
ÇIKLA YILMAZ Deniz: P-77, 85
ÇINAR Gamze Ġrem: P-60
ÇIRACI Enver: P-24, 93
ÇORUH IĢıl: P-9
DADAġ Yakup: P-9
DAĞLI DEĞERLĠ AyĢe: P-52
DEĞĠRMENCĠOĞLU Sevgin: P-24, 93
DEMĠR Ahmet Muzaffer: D-24
DEMĠR Kübra: P-40
DEMĠR ÖZKAY Ümide: P-18, 22
DEMĠR Ümit: P-92
DEMĠRBAĞ Çağlar: S-7
DEMĠRCĠ Aslı: P-37
DEMĠRCĠ Emine Berat: P-5
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
227
DEMĠRHAN Servet: P-50
DĠLSĠZ AYTEMĠR Mutlu: D-29
DĠNGĠġ Serap Ġpek: P-37
DOĞAN Ahmet: D-17
DÖġLER Sibel: P-69
DÖVEN Taner: D-27
DURAN Melike: P-99, 101
DURSUNOĞLU Benan: P-76
DUYDU Yalçın: D-20
DÜNDAR Zehra: P-104
EKĠM Okan: S-2
EKMEN Lokman: P-29
ER Sevda: P-104
ERBAY Meryem ġeyda: P-78
ERDEM GÜRSAN Arzum: D-11
ERDOĞAN Gülbin: P-86, 87
ERDOĞAN N. : S-10
ERGAT Zeynep: P-77
ERGENE ÖZ Burçin: P-17
ERGÜN S. : S-10
EROĞLU Ġpek: D-6
ERSAN Seyhan: P-16
ERTAġ BüĢra: P-52
ERTAġ Fatma Nil: P-47
ERTAġ Hasan: P-47
ERTUĞRUL Emine Merve: P-97
FATTAL Elias: D-6
GEDĠK GülĢah: P-26, 31, S-15
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
228
GÖÇER Raziye: P-49
GÖKÇE Göksel: D-6
GÖKTÜRK Sinem: D-34
GÜLEN Dumrul: D-13
GÜLLÜCE Ensar: P-6
GÜMÜġ Fatma: S-3
GÜNDEN Zeynep: P-103
GÜNDÜZ Özgür: P-31
GÜNEġ Fatma: P-34
GÜRBÜZ Burçak: P-51, 67, 68
GÜRBÜZ ÖZKOZACI, Tamay: D-23
GÜRDAL HAKGÖR Enise Ece: S-4
GÜREL Begüm: P-20
GÜRSOY ġule Öner: P-70
GÜVENALP Zühal: P-76
HAMAMCIOĞLU AyĢe Ceylan: P-80
HAMĠTOĞLU Muhammed: P-79, S-4
HAN Muhammed Ġhsan: P-51
HASÇĠÇEK Canan: S-2
HAZER Yasin: P-80
HELVACIOĞLU Sinem: P-79, S-4
HERKĠLOĞLU DilĢad: P-24, 93
HOMAN GÖKÇE Evren: D-6, P-1, 2, 3, 4
ILGIN Sinem: P-81
IġIK ALTURFAN Ebru: P-20
ĠPEKÇĠ Hazal: P-20
ĠSTANBULLU AyĢe: P-104
ĠZZETTĠN Fikret V.: P-56, 57, 58, 103
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
229
KADIOĞLU Beril: P-74
KALEBAġI Yıldız: P-33
KARA Güler: P-75
KARADERĠ Serap: P-48, 49, 50
KARAHALĠL Bensu: D-19
KARAKUġ Sevgi: P-46
KARAKÜÇÜK-ĠYĠDOĞAN AyĢegül: P-91
KARAMAN Nurcan: P-91
KARCI BüĢra: P-14
KARLIĞA Bekir: D-36, D-37
KARTAL Murat: D-2
KARTAL Rüveyda: P-63
KASAP Zeynep: P-15
KAVAKLI Aylin: P-32
KAYA Özlem Tuğçe: P-52
KAYMAZ Mustafa Bahadır: P-70
KERĠMOĞLU SĠPAHĠGĠL Oya: P-14, 73
KESKĠN Ayten Çelebi: S-3
KESKĠN Ġlknur: P-17
KILIÇ-KURT Zühal: D-8
KIR Buket: P-61
KIRMIZI Neriman Ġpek: P-17, S-5
KIRMIZIBEKMEZ Hasan: D-3
KOCA Mehmet: P-15
KOÇ Derya: P-9
KOÇYĠĞĠT-KAYMAKÇIOĞLU Bedia: P-42, 60, 91
KONYAR Kübra: P-30
KOPARAN Hafize: P-87
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
230
KORKMAZ Yasin: P-89
KOġAR Müberra: P-45
KOYUNCUOĞLU Cenker Z.: S-5
KÖKSAL Meriç: P-74
KÖSE Hilâl: P-98
KUL Dilek: S-8
KULABAġ Necla: P-37, 38, 39
KURT CÜCÜ AyĢen: P-85, 88, 89
KURTUL Ekin: P-17
KUZNEK Furkan: P-38
KÜÇÜK Abdulcebbar: P-73
KÜÇÜKGÜZEL Ġlkay: P-37, 38, 39, 72, 92
KÜÇÜKGÜZEL ġ. Güniz: P-7, 8, 9, 10, 27, 51, 64, 65, 95
KÜLTÜR ġükran: P-69
LEVENT Serkan: P-82, 83
MEGA TĠBER Pınar: D-33
MELĠKOĞLU Gülay: P-78
MERĠÇLĠ Filiz: P-36
MEYDAN Hayrunnisa: P-21
NAZLI Hakan: P-26, 31
OKTAY Nihal ġehkar: P-20
OKUR Mehmet Evren: P-101
OKUYAN Betül: P-35, 56, 57, 58
OLTULU Çağatay: P-31
OMURTAG Gülden Zehra: P-98
Onay Ecehan: P-100
ORUÇ-EMRE E. Elçin: P-91
OSMANĠYE Derya: P-82
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
231
OTLU Elif Yağmur: P-28
ÖCAL Celâl: P-54
ÖÇSOY Ġsmail: P-13
ÖLGEN Süreyya: D-8
ÖZACAR Mahmut: P-41, 42
ÖZACAR Münteha: P-23, 41, 42, 43
ÖZALP Yıldız: P-36
ÖZAYDIN Tuğçe: P-27
ÖZBEK Hanefi: P-17
ÖZBĠLGĠN Serkan: P-17
ÖZÇELĠK Azime Berna: P-16, S-3
ÖZÇELTĠK Hakkı: D-22
ÖZDOKUR Kemal Volkan: P-47
ÖZER Özgen: D-6, P-1, 3
ÖZKAN Semiha: P-16
ÖZKAY Yusuf: P-81, 82, 83, S-13
ÖZLEYEN Şeyda: P-94
ÖZRENK Bade Cevriye: P-17
ÖZSOY Yıldız: D-4
ÖZTÜRK Gökçe: S-8
ÖZYAZICI Tuğçe: P-74
ÖZYILDIZ Necdet Can: P-57
PATI Sumitra: S-6
PĠRĠNÇCĠ Yağmur: P-23, 42, 43
RABUġ APĠKOĞLU ġule: P-103
RAYAMAN Erkan: D-31, 12, 53
RAYAMAN Pervin: P-53
SAĞLIK Begüm Nurpelin: P-81, 83
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
232
SAL Alper: P-38
SALTAN Gülçin: P-17
SANCAR Aylin: D-10
SANCAR Mesut: D-21, P-35, 56, 57, 58
SARIAYDIN Buse: P-71
SARP Önder: P-31
SAYAN ÖZAÇMAK Hale: P-80
SEVEN Simay: P-60
SEVĠNDĠK Handan Gökben: P-76
SEZEN Feride Sena: D-38
SEZER Ali Demir: P-99, 101
SĠPAHĠ Hande: P-74
SOYOĞUL GÜRER Ümran: P-12, 53
SÜRMELĠ Çağla: P-56
SÜZEN Halit Sinan: D-18
SÜZGEÇ-SELÇUK Sevda: P-90
SÜZGÜN Pelin: P-8, 9
ġAHBAZ Sevinç: P-28, 30, 32
ġAHĠN S. : S-10
ġAHĠN Sadık: P-24, 93
ġAHĠN-BÖLÜKBAġI Serap: S-6
ġALLI Duygu: P-10
ŞALVA Emine: D-26
ġARDAġ Semra: P-19
ġATIROĞLU Betül: P-96
ġEKER KARATOPRAK Gökçe: P-44, 45
ġEN Ali: P-69, S-1
ġENCAN M. Nazlı: D-9
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
233
ġENER Azize: D-31, 84
ġENER Göksel: P-20, 52
ġENER Tarık Emre: P-52
ġENGEL-TÜRK Ceyda Tuba: S-2
ġENKARDEġ Ġsmail: D-17, P-61
ġENKARDEġ Sevil: P-5, 8, 9, 27, 51
ġENTÜRK Mümün: P-33
ġEREN Gülay: P-33
ġĠMġEK Ferruh: P-52
ġĠRĠN Burcu: P-66
TAYYAR Alara: P-104
TATAR Esra: P-72, 92
TECĠMEN Fevziye Gizem: P-85
TEKĠN Bülent: P-24, 93
TEMEL Hamdi: D-12
TETĠK Emel: D-40
TETĠK Nurten: P-53
TETĠK ġermin : S-10, P-24, 25, 93
TINAZ Gülgün: P-12
TĠNAY Ġlker: P-52
TOK Fatih: P-23, 43, 60
TOPÇU Gülaçtı: D-1
TSAPĠS Nicolas: D-6
TUNALI AKBAY Tuğba: P-20
TUNCAY Banu: P-36
TUNCAY TANRIVERDĠ Sakine: D-6, P-2, 3
TURAN Kadir: D-31
TURAN Nazlı: P-18, 22
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
234
TURAN Simge: P-7
TURHAN Özge: P-35
TUZLACI Ertan: D-17
TÜRKMEN Hüseyin: P-55
UBA Abdullahi Ibrahim: D-7
UĞURCU Ayten: P-45
UĞURLU Timuçin: P-27, 73
ULUCAN Korkut: S-11
ULUKAYA Engin: P-72, 92
UTKU Semra: P-75, 97, S-3
UYAR Metin: P-101
UYGUN ÖKSÜZ AyĢegül: D-35
ÜLKER Nur Sümeyye: P-98
ÜNAL Tayfun: P-24, 25, 93
ÜNSALAN Seda: D-30
ÜSTÜNDAĞ OKUR Neslihan: P-100
ÜSTÜNDAĞ Ünsal Veli: P-20
VURAN Ebru: P-45
WAGNER John J.: S-6
YALÇIN Güler: P-40, 77, S-7
YANAR Havva Nur: P-84
YARAT AyĢen: P-20
YARIM YÜKSEL Mine: S-4
YAZAN Yasemin: D-42
YELEKÇĠ Kemal: D-7
YERDELEN Kadir Özden: P-15
YEġĠL Seray: P-67
YEġĠL-DEVECĠOĞLU Tuğçe: P-19
I.Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 3-5 Kasım 2016, İSTANBUL
235
YILDIRIM Kamile: P-12
YILMAZ Bilal: P-6, 76
YILMAZ Günseli: P-16
YILMAZ Özgür: P-9
YILMAZ ġükran: S-3
YUCA Hafize: P-76
YÜCEL Çiğdem: P-44
ZAINEL Rabeah Adil: P-91
ZERAY Mehmet Zeki: P-39