Top Banner
mrpM io' MİLLİYET PAZAR İLÂVESİ 8 KASIM 1864 ESKİ kovanlar Yazan: FAKİR BAYKURT C ANIMIZDAN iyice bezmiş- tik. Gayri bu köyde ‘ş kal- madı, çalalım bir kibrit, evi. ahin, ağılı yakıp kurtulalım, diyorduk. Altmış evli köy, iki bö- lük olmuştuk: Olup olacağı 100 - 150 sığır, iki tane çoban tutmuş- tuk Camide bile kötüydü hali- miz- Çıralı İki odun attığın za- man içeriyi fırın gibi ısıtan bir soba yetmiyor gibi, bir soba da- ha kurmuştuk. Onlar bizim so- badan, biz onların sobasından ısmmıyacaktık. Sanırsın ki, ya- rımız Alaman, yarımız Urus. TJyuversen döğüş kavga hazırdı. Kimse kimsenin nazım, çalımı- nı çekmiyordu. Birin bir söz et- se, ö*eki hemen kötüye yoruyor- du Millet bir ateş, bir barut; kimse kimsenin burnundan kıl aldırmıyordu. Neden böyle oluyor, ona da akıl erdiremiyorduk Sen bana şunu dedin, ben sana bunu de- dim Hepimizin içinde en azın- dan, birer manga şeytan vardı Sık sık karakola, kaymakama ta- şmıyorduk Azarlanıyor, irezil oluyorduk. Arzuhalcilerde, mer mer konağın merdivenlerinde, hanlarda âlemlere gülünç olu- yorduk. Ellez Emminin Köroğlan da sa- bah akşam şu türküyü söylü- yordu: Ay karanlık bulamadım yolu- mu Zalim felek bağladı elimi de kolumu Öğretmen Dursun efendi bu Köroğlan’ı dinlerken dalıyor, dü- şünüyor, ağlamaklı oluyordu. «Büyük lâf ediyor Kör, ama ne söylediğinin farkında değil!» di- yordu. Nerde görürse koluna gi- riyor, onunla akran, ahbap gibi konuşuyordu. Biz bu Dursun efendiyi deli bir şey sanırdık ilk zamanlar. Gök göz, san tüy, hafif bir şeydi hani Pek öyle aramıza da karış- mazdı. «Bana ne, kırın biribiri- nizi, ben de kurtulayım, bebeler de kurtulsun!» derdi. Vara yoğa güler dururdu. GUHinmiyecek laflara da güleı deli kahkaha- lar "dardı. Biz onu yalnız Köroğ- lan’ı dinlerken biraz kederli gö- rürdük. Bu Dursun efendi bir gün kay- bolup gitti köyden. Biz dedik ki, heralda biriyle yer değişmek is- tiyor, müdürünü, müfettişini kan- dırmağa gitti. On gün, yirmi gün görünmedi bu. Karısı da durdu- ğu yerde duramaz tasasından. Sonra bir arkadaşiyle bulundu geldi. Bıyıklı, kel kafa bir adam- dı arkadaşı. Başında bir hasır şapka. Elleri kıçında. O da kendi gibi, vara güler, yoğa güler. De- dik, heralda bununla değişecek yerini. Lâf söz konuşmak da yok bu kel arkadaşta. Meraba der- sen, meraba der «Ee, nasılsın, iyi misin efendi?» «Ben iyiyim, sizden ne habar?» ıry.m.'M .’-Blucvngrmn 0 bu Beş hitaptan müteşekkil Milliyet yayınları demeti sizin olabilir t 2 3 4 .5 6 / 8 9 10 1112 13 U 15 16 17 18 19 20 i M SOLDAN SAĞA: 1 — Işık ve renk zenginliği içindeki eserlerinde, kadın tipleri geniş kalçalı, iri, kuvvetli ola- rak temayüz eden pek çok sayıdaki tablo- larını yaparken ücretli çalıştırdığı Van Dyck, Jan Bruegel, Frans Sayders gibi ressamların da hocalığını yapmış ve kendini ölene ka- dar bilgisi noksan bir talebe kabul etmiş bü- yük Flaman (Hollanda ve Belçika dolayların- da bu dili konuşanlar) ressam; TERSİ bir balık. 2 — TERSİ, Tanzimat Devri’nin Mustafa Reşit Pa- şa, Fuat Paşa’dan sonra üçüncü büyük şah- siyeti olan, Sadrâzamlıkta Hariciye Nâzırlı- ğında bulunmuş bir devlet adamı; Büyük atar damar; Sıcak ülkelere has bir süs bitkisi olan aynı zamanda kalın ve lifli yaprakları do- kumacılıkta kullanılan bir bitki; Alış veriş (Eski dil). 3 — TERSİ bromun kimyada simgesi; TERSİ bil- gi, zekâ, kaabiliyet derecesini, iş istidatını ortaya çıkarmak İçin bir deneme usulü; ön ismi Ambriose Paul olan bir Fransız şâiri ve edebiyatçısı; Bir renk. 4 — Muayyen bir yere muayyen zamanlarda ve- rilen para; Kokulu tohumu un haline getiri- lerek sarmısak ve biberle karıştırılıp pastır- macılıkta kullanılan bir bitki; Canlıların üre- mesinde nesil zürriyet; Denizli’de bir nehir ve dağ ismi. 5 — TERSİ bir çeşit toprak; Büyük yelken gemi- lerinde baştan ikinci veya ortadaki büyük di- rek; İsmine Ağa’lık eklenmiş, Ondokuzuncu Asır başlarında Türk musikisinin aranılan adamı olmuş pek çok şarkı ve eserlerin ya- ratıcısı alıngan bir bestekâr. 6 — Cengiz’in torunu. İran Moğol Devletinin ku- rucusu, çok zâlim kan dökücü olan Abbasî Devlet ve Halifeliğine son vererek Bağdat'ı yakıp yıkmış bir hükümdar; üzerine basın- ca çöken çamur ve vıcık toprak; Bozukluk. 7 — Temel, esas; TERSİ radyumun kimyada sim- gesi; Güney Batı Afrika’da bir ülke; TERSİ sodyumun kimyada simgesi. 8 — Mesai, çalışma; 68 yıllık Osmanlı tarihini yazmış (1592 - 1660), Türk tarihçilerinin en büyüklerinden biri; Müzisyenlerin solo olarak verdiği konser. 9 — Yanardağdan çıkan dış püskürmeye ön olan hamurumsu ve koyu bir madde; ön adı Ro- bert olan, iyi bir ressam olup resimden iyi bir para kazanırken makineye olan aşkından buharlı gemiyi icad etmiş Amerikalı bir fi- zikçi; TERSt Avrupa’da bir asalet Unvanı. 10 — Güneş etrafındaki turunu 84 yılda tamamla- yan bir gezegen; TERSt münakaşada karşısın- dakini susturmak veya bir şeyi işe yaramaz hâle sokmak (Eski dil); Bir balık. 11 — Dede Efendi’den sonra, en büyük Türk bes- tecilerinden biri sayılan müzik hocası ve klâ- sik Türk müziği hizmetkârlarından bir dede; Avrupa’da bir dağ; «Oldukça!» mânâsına kul- lanılan bir söz; Kastamonu’nun bir kazası. 12 — Meyvada çekirdek ile kabuk arasına da de- niliyor; TERSİ vücudun dörtte birini teşkil eden ve vücudumuza giren mikroplara karşı savaşan sarımsı bir hayatî mayi; TERSİ bir Yugoslav parası; Berilyumun kimyada sim- gesi. 13 — TERSİ ateş; îlk ismi Vanucci olan sanatının ttalyaya hâkim devresinde aldığı pek çok si- parişlere yetişebilmek için yanma aldığı Pİn- turicchio, Rafaello gibi ressamlarla çalışmış onlara hocalık etmiş (öyle ki Rafaello’nun bâ- zı eserlerini onun sanarlar) bir hayli eser bı- rakmış Rönesans çağı ressamı; Notada du- raklama işareti; Kişide huy, tabiat aynı za- manda kitap basma mânâsına eski bir lâf. 14 — TERSt Almanya’da bir şehir; En, boy. derin- lik mânâsına gelir; İkinci Dünya Savaşı’nda Japonların, Amerikalılara saldırmakta ilk de- fa tatbik ettikleri bir çeşit intihar uçaklarının ismi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1 — Koca bir sığın yarım dakika gibi kısa bir zamanda iskelet haline getiren, dişleri çok keskin, kan kokusunu çok uzaktan duyan ve bilhassa Amazon Nehrinde yaşıyan canavar bir balık; İsviçre’de bir göl ve şehir ismi. 2 — Asıl ismi Ebu’r Reyhan Muhammed Bin Ah- med olan zamanının bütün dillerine vâkıf ma- tematikçi, fizikçi, astronom, jeolog, tarihçi kimyacı, hekim, coğrafyacı, filozof, filolog, dini karıştırmadan 150’den fazla eser yazmış Türk asıllı ansiklopedik büyük tslâm âlimi: Geri çevirme. 3 — TERSt bir hayvan; Köpeklerde boğuşmak birbirini ısırmak; TERSt safra. 4 — Açgözlülük; TERSt lüferin büyüğü. 5 — Alaturka musikide bir makam; ön adı Paul olan, evvelâ denizel, sonraları bir memur iken kendini resme veren, işini gücünü ailesini ter- keden, bir ara aç kalmamak için Van Gogh ile de çalışan fakat onun deliliğine kendisini ölümle tehdide dayanamayıp Tahiti Adasına giden orada pek çok eser bırakan, orada ev- lenen ve yine orada sefalet, hastalık içinde ölen büyük bir Fransız ressamı. 6 — İlk ismi Edgar Ailen olan dehşet hikâyeleri yazan Amerikalı şâir ve açlık sefalet içinde yaşamış, ölmüş bir sanatkâr; Nikris, damla da denilen, evvelâ ayaklarda beliren bir ağrılı mafsal hastalığı; TERSt samaryumun kimyada simgesi; Eskrimde bir müsabaka şekli. 7 — Askerlikte geri yürüyüş halinde bir askerî bir- liğin emniyet maksadiyle arkadan gelmek üzere bıraktığı ufak birlik; TERSt güzel (Es- ki dil); TERSt önüne geçilmesi insan elinde olmayan üzüntü, sıkıntı veren olay, kişi. 8 — Ayıp; Tokat’ın bir kazâsı; Klorun kimyada simgesi; TERSt bir yüzey ölçü birimi. 9 — Teşkilâtlı tahsil, talim, terbiye,,, bilgi, kültür; Romanya’da bir nehir olup tarihte Osmanlı Ordusunun Rus Ordusu İle giriştiği savaşta Rusların mağlûbiyeti ve hattâ topyekûn im- hasına ramak kalmış bir hezimetiyle netice- lenen bir savaş. 10 — Süs nebatı olduğu kadar bilhassa tebabette bâ- zı ilâçların imalinde kullanılan bir bitki; Saa- det; Gümüşün kimyada simgesi. 11 — Doğu Afrika’da müstakil bir devlet; ön adı Isaac olan, İspanyol halk müziğinin tesiriyle büyük eserler vermiş (Suite Española, Cantos de España gibi) bir İspanyol bestecisi. 12 — Arının bize hediyesi; Yapma; öğütülmüş su- samdan elde edilen koyu bir mayi. 13 — TERSİ bir hayvan; TERSİ Güney Amerika’nın en Güneyindeki burun; Büyük gemi tamir ve yapım yeri. 14 — tik adı Conrad olan X şuâlarım keşfeden No- bel kazanmış büyük Alman fizik âlimi. 15 — TERSt dört kardeş olan Hızır’ın (Barbaros’un) Oruç ve tshak’tan sonraki kardeşinin ismi; Osmiyumun kimyada simgesi; İptidaî kâvim- lerin, kendilerinin ondan geldiğini sanarak kutsal saydıkları hayvan v.s. 16 — Levreğe benzer bir balık; Silisyumun kimya- da simgesi. 17 — Yıldırım Beyazıt'm mağlûbiyetiyle Timur isti- lâsından sonra Anadolu’da yer yer belirmiş beyliklerden Bursa, Bilecik, Balıkesir cıvarı’- nın hâkimi Yıldırım oğullarından bir çelebi; Orkestra eşliğinde dekorsuz kostümsüz dinî opera, solo sesler korolar tarafından söylenen dinî besteler. 18 — Ruam da denilen insanlara da bulaşabilen bir at hastalığı; Operada tek kişinin okuduğu uzun dramatik parça; Tantal cisminin kimya- da simgesi. 19 — TERSt titan cisminin kimyada simgesi; Servi, Çam cinsi ağaçların mey vasi; Kimyada asitle birleşince bir tuz yapan madde. 20 — Kasımpatına benzer bir çiçek; TERSt halk (Eski dil); Eskiden Yeniçerilik zamanı zıfh veya silâh karşılığı bir sözdü. 29 No. iu Bulmacanın hal şekli: SOLDAN SAĞA: 1 — Nigari; Eşik; in; Tamim. 2 — Uluç Ali; Erap- laç; Be. 3 — Cami; Traviata; Tfaş. 4 — Ezariş; Puc- cini; Ark. 5 — Türk; Mika; Racine. 6 — Tla; Hegel; Snakerf. 7 - Agra; Os ; Saale. 8 — Ns.; Ezrall; Pot; Srom. 9 — Zagnos; Au.; Ames; Ce. 10 — Eglib; tgor Stravinsky. 11 — Nuam; Rb.; Ba.; Açol; Ece. 12 — Gaspiralı; Eklıo. 13 — İnönü; El; Adenit; ttfa. 14 — ilec; Nantes; Nytak. ADRES ADİ VE SOYADI YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1 — Nurettin Zengi. 2 — il; Zül; Sagu; OT. S — Gucarat; Glayöl. 4 — Açark; Enim; Ne. 5 — Rami; Zob; Gilc 6 — iliş; Hars; Ra. 7 — Vega; Ibsen. 8 — Tu; Grieg; Pla. 9 — Şer; Meal; Obl. 10 — lrapil; Ararat. 11 — Kavuk; Opus; Ade, 12 — Picasso; Ta. Ies. 13 — İlaç; Tarçın. 14 — Natura; Mao; İs. 15 — Çanak; Devlet. 16 — Ices; St. 17 — Ast; Iras; Nehly 18 — Fanfar; Sçott. 19 — İbare; Locke; Fa. 20 — Meşk; Nemey; Yak. NOT: No. 30’u kazanan isimler Çarşamba günü MİLLİYET’te 7*001 sayfada İlân edilecektir. «Allaiıa şükür, biz de iyiyiz.» «iyisiniz nıaşşallah, çok iyisi- ıilz!» Tabiî tıemen Köroğlan'ı buldu Dunlar, öğretmenle ikisi. Köroğ- lan «Ay karanlık bulamadım yo- lumu» türküsünü söyledi. Bizim Dursun efendi gine başladı koyu koyu düşünmeğe Ben de oraday- dım o sıra. Dedim bunlara ki: «Bir kör oğlan İşte. Takmış dili- ne bir türkü, söylüyor. Bundan öyle derin anlam çıkarmayın!» Dursun efendinin kel arkadaşı ha ha! güldü: «Ula asıl siz kör- sünüz, ama farkında değilsiniz!» Konuk deye, gönül kıracak bir karşılık vermedim buna. Köyün içinde bir iki gün böy- le dolaştılar. Köroğlan da yanla- rında. Dağlara, bağlara gittiler. Dağlar ki, çamı meşesi bitmiş. Bağların da asması üzümü kuru- muş. Nesine dolaşırlar, anlama- dık. Ellerinde tüfek de yok ki avlanıyorlar desek. Neyse, iki giln sonra bir akşamüstü, bak- tık bizim Köroğlan minarenin başında: «Konışıüaaaaaa!..» diye tellâl bağırıyor. Yediden yetmişe herkesi, yani ki Alaman, Jrus, hepimizi köy odasına toplantıya çağırıyor. Bi- zim öğretmenin kel arkadaşı pa- ra dağıtacak. Hemi valla, hemi billa! Duyduk duymadık deme- yin! Bir gidip bakalım dedik, ikişer dikim bir şey yiyip vardık köy odasına. Muhtar, üye, herkes ta- mam. Herkes tarafı tarafına oturmuş. Seçip de oturtayım de- sen böyle düzenli otıırtamazsm. Köroğlan’ı aralarına alıp bunlar da oturmuşlar duvarın dibine. Dursun efendi gülüyor, kel ar- kadaşı sırıtıyor. Biz de bunlara bakıyoruz. Birez sonra, «Tamam mı, gelecekler geldi mi?» dedi kel arkadaş. Biz de başımızı sal- layıp «Tamam!» dedik. «Pekâlâ, öyleyse başlıyoruz. Arkadaşlar, yarın bu köyde bir an korsu açıyorum. Bu korsa kadınların gelmesi zorunlu. Er- keklerin gelmesi serbes. Yalnız bir noktaya çâre bulamıyorum: Bu korsu Alaman • llrus karışık mı yapalım, yoksa ayrı ayrı mı?» Or ce bir gülecek olduk. Bak- tık kendisi gülmüyor. «Peki, sen kimsin arkadaş, sen hele kendini bir tanıt bize.» «Ben anların öğretmeniyim. Ve de Dursun beyin arkadaşı.» «Peki, hani para dağıtıyor- dun?» «Para sizin önünüzde. Dağlar taşlar para dolu. Gözünüzün önündeki perdeyi kaldınrsak gö- receksiniz.» Bir hırıltı, bi» gürültü başladı odanın içinde. Bizim köyün çivi- si çıkmıştı çünkü. Ağzımızı bir »dip bir karşılık yeremedik kel adama. «Pekâlâ öyleyse, istiyen gelir, istemiyen gelmez. Ben yann başlıyonım.» dedi. Odanın önünde bir dut ağacı var. Dut ağacının altına bir ka- ratahta koydular Dursun efendiy- le. Okuldan sıralan sandalyeler’ getirdiler, taraf taraf dizdiler. Dört beş kişi varıp oturduk biz. Başka gelen giden yok. Kadın- ları kızları dersen, onlar heç gelmiyorlar. Dursun efendi kendi karışım getirip oturttu. Kalktı ey ev dolaşmağa başladı. Yalva- rıyor, dil döküyor, iki saat son- ra ancak on kadarım kandıra- bildi. Onlar da öğleden sonra gelmediler: «Orda benim ağam var, bubam var, gelmem!» Dur- sun efendi de, «Asıl ağan, buban olduğu için geleceksin, hadi!» diyor, çekiyordu habire. iki gün böyle sönük gitti kors işi. Nefsime ben, üzülmeğe baş- ladım: Heralda bu adam hükü- metten aylıklı bir mâmir. Belki hükümet bu sefer de anları taktı kafasına, yolladı bu kel kafayı bize ki, iki kors anlatıp aylık alsm. Emme önüne varıp dinle- yen olmazsa nasıl aylık alabilir? Dedim kendi kendime ki çok za- rar edecek kel adam. Sözümün geçtiği komşulara: «Ula ne olur gelin, dinlemeseniz de gelin otu- ran. Konuktur, gönlü incinme- sin.» Bizimkiler gine gelmediler. Kel adam ise gülüp oynuyor, kahkaha üstüne kahkaha atıyor. «Anyı, kanyı gezdireceksin!» di- yor; «Arı yükü, dan yükü, kan yüküyle kayığa binmiyeceksin!» diyor; «Reşberin zengini andan, darıdan, kandan olur.» diyor; hem kendi gülüyor, hem milleti güldürüyor. Öyle matrak bir adam ki, pallemço gibi bir şey. Üçüncü giln bir de baktık, kan- lar kızlar da geliyor. Alaman- lar, Uruslar da geliyor. Bizim heçbir tarakta •bezi olmıyan ah- retlik imam bile orada. Söz ara- sında, «Bal kutsaldır, bal yedi derdin dermanıdır. Kur’ânda bal- dan bahis vardır.» diyor, kel adama arka çıkıyor. O da, «Hak- lısın hoca, Knr’ânda andan, ka- ndan, uçaktan, her şeyden bahis vardır.» diyor, imamı susturu- yor, milleti güldürüyordu. Sonra bu gülmeler bitiverdi birden. Kel adam serteldi. Aske- riyedeki gibi ciddi ciddî bir der- se başladı ki o kadar olur! Kim- seyi uyuklatmıyor, dalga geçirt- miyor. Anlatıyor, soru sorup bi- ze anlattmyor, karılan kızlan takıştırıyor. Ortada bir şeytanlık kİ, c güne kadar görmemişiz... Dördüncü gün biz ders yapar- ken, Dursun efendi, arkadaşını bıraktı, ilçeye gitti. Neye gitti, neden gitti, heç habanmız olma- dı. «Bir işim var.» demiş soran- lara. Akşama, Kavacıklı Ramiz’in eski Doç’la bulundu geldi bu. Bak- tık, ak ak bir şeyler arabada. Dedik, «Bunlar ne?» «An kovanı.» «Ula böyle an kovam olur rıu?» «Olmuş da senin habarm yok.» Ossaat anladım ki, biz dağın başında blriblrimizl yirken, ova- lar İlerlemiş, hemi de neler ne- ler çıkarmış!.. Bağırdım çağır- dım birez komşulara. Emme kimse sözüme kulak vermedi ta- bii. Dursun efendinin arkadaşı, sö- ke taka, bu kovanları da belletti bize. Gel gelelim, kimsenin aklı yatmadı bu işe ki, bu kovanlarda arı eyleşir de bal yapar! «Hükü- metin canı sıkılmış da iş uydur- muş kendine. Eski kovan, yeni kovan, gönül eyliyor.» dedik. Ertesi sabah toplandığımızda, kadın erkek herkes, blribiriyle bahse giriyor: Bu kovanlarda bal olur, bal olmaz! Neyse, kel adam el çırptı; «Bugün size aktarma işini göstereceğim, bana bir eski kovan getirin, dedi. Bizim köyde eski kovan Topa! Irafik’Ie, Deli Kadir'de var. On- lar da yanık mıdır, sönük mü- dür, habarımıs yok. «Hadi getirin biriniz bir ko- van.» dedi Dursun efendi. Kalkıp kıpırdamadılar. Deli Kadi. bizinı taraftan, inatçı bir adamdır, ona söz geçmez. Topa] Irafik’e yalvardık. O da tuttu, «Ben arı da vermem, kovan da vermem! Nazar değdirir, hepsini söndürürsünüz. Hemi de bu işin olacağına inanmıyorum ben. O- nun için gidin başımdan, beni bir kovan arıdan etmeyin!» dedi, savmak istedi bizi başından. Cahillik çayırlıktan kötüdür di- ye boşa dememişler! Köycek üs- tüne düştük Topal Irafik’in, yal- vardık, zorla bir kovan aldık elin- den. O da en kötüsü; Söndü, sö- necek. iyice umudunu kesmiş ki verdi. Kel adam önce bir pompa yaptı kovana, gerisinden. Verdi dumanı, verdi dumanı. Ağzını da tıkadı. Sonra kucakladığı gibi odanın önüne aldı geldi. Sonra başladı birer birer eski petekleri yeni çerçevelere takmaya. Bu adamda ya sihir vardı, ya kera- met Allah tarafından, arılar heç dokanmıyordu kendisine! Biz sa- kınıp kaçmak istedikçe, «Kaçma- ederse bizim karılara o öğretir, biz de karılardan öğreniriz di- yorduk. Kel adamın anlattığına göre bu kovanın alt katı arıla- rınmış. Oraya dokunulmıyacak, oradan bal alınmayacakmış. An- lar alt katı doldurur doldurmaz, üstüne birkat koyacakmışız. Son- ra bir kat daha, bir kat daha... CJç kata kadar yolu varmış. Bi- zim buralar çiçekliymiş. Uç kat tan en az altmış kilo bal alınır- mış. Bir evin on kovam olsa, o evin geçimi çıkarmış. Dediği Uzatmıyalım. Akşamüstü kel adam birez su kaynattı, içinde şeker eritti. Bir fiske tuz, birez de ilâç attı. Doldurdu bir cam kavanoza. Ağzım da bir tülbent- le bağladı. Hepimizi güzel bir halka yaptı kovanın çevresinde; «Şimdi size yemlemeyi göstere- cem, dikkat edin!» dedi. Kava- nozu ters döndürüp bırabıyerdi tahtanın ortasındaki deliğe. Sonra, «Eğer arıların ne yaptığı- nı merak ediyorsanız, size onu da göstereyim.» dedi. Taktığı ye- Fakir Baykurf kimdir?---------- 1929 yılında Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköyünde doğdu. İsparta, Gönen Köy Enstitüsünü bitirdi. Sanata, köyünü anlatan şiirler ve hikâyeler yazarak başladı. İlk kitabı «Çilli» hikâ- yeler demetidir. Daha sonra, «Yılanların öcü», «Irazca’nın Dirliği», «Onuncu Köy», «Efkâr Tepesi», «Efendilik Savaşı», «Karın Ağrısı», «Kerem İle Aslı» adlı kitapları yayımlanmıştır. «Yılanların öcü», «Irazca’nın Dirliği» ve «Onuncu Köy» adlı romanları ile bâzı hikâ- yeleri yabancı dillere çevrilmiştir. Baykurt, «Cüce Muhammed» adlı hikâye kitabı ile «Kaplumbağalar» adlı romanım da bitirmiş bu- lunmaktadır. Evlidir. Işık, Sönmez isimli iki kızı ve Tongüç isim- li bir oğlu vardır. yın kaçmayın, ben tembih ettim, size de dokunmayacaklar!» diyor- du bira. Bir de çevik adamdı ki, pire gibi. Yarım saatin içinde yaptı, çattı. Petekleri eski kovan- dan yeni kovana aktardı. Uç tane de yeni petek taktı çerçevelere. Bu yeni petek, «Yapma» bir şey. Kalıbı varmış. Mumdan dökü- yorlarmış. Sonra eski kovam tuttu, yeni kovanın içine silki- verdi. Arılar vağıl vuğul, yeni peteklere saldırdılar. «Şimdi bunlar gecekondudan kaloriferli apartmana geçtiler. Artık rahat edecekler.» dedi kel adam. «Akşamüstü gelip birez de yem verdik mi bu iş tamam olur.» dedi. Yem mem... belleye mi bildik heç! Tâ baştan, bu iş sökmez deye can kulağıyla dinlemedik anlattıklarını. Hepsi birer birer uçtu gitti havaya. Emme Dursun efendinin sinir karı heçbirini ka- çırmadan dinliyordu. Nüziim doğruysa, bir tek kovan, top- rağın bize bir yılda verdiğine be- delmiş... Bakalım... Neyse! Akşamüstü olsun diye bekliyoruz. Millet gine biribiriy- le bahse giriyor: Yeni kovanm arıları kaçacak, kaçmıyacak! Topal Irafik de eski kovanı sildi süpürdü, kaldırdı bir yere, ne olur, ne olmaz diye. Bizim Dursun efendinin kel arkadaşı da gülüyor: «Senin elin- deki bu kovan beş bin yıldır İçindeki arıyı bile beslemedi. On- dan kuşkulanmıyorsun da yeni kovandan mı kuşkulanıyorsun?» diyordu. «Ne beş bin yılı? Ayıboğan’da ben bu kovanı oyalı ancak yedi yıl oldu. Hemi de ben kovanım- dan hoşnudum.» diyordu Irafik de. Halbuysam anlamıyordu ki onun dedesi, ninesi, atası, hep bu usul üzre kovan kullanıyordu, bu kovanlar da bal vermiyordu. Kel adamın demek istediği buy- du bence. ni peteklerden birini çıkarıp gös- terdi. Dilimiz ağzımızda kaldı: Arılar yeni peteğin ortasında el ayası kadar bir yeri, bayağı gözle görülecek kadar kabartmışlar! Hem de yarım günün içinde! De- dik, ula bunlar yarım günde bu ■tadar kabartırlarsa koca yazda ne yapmazlar! Bir uğultu gitti bizim mületin arasında. Herkes kel adamın çevresini aldı: «An- lat, nasü oluyor bu iş, bir daha anlat! Ne olursun şu korsu ye- niden başlat!» Bir de baktık Topal Irafik es- ki kovanı kucaklamış geldi, iki koluyla başının üstüne kaldırdı eski kovanı: «Komşular!» dedi. «Aha ben şimdi anladım, şimdi bu beş bin yıllık kovanı parça- lıyorum anasını satayım!» Parçaladı da. Vurdu eski ko- vam yere, şak şak etti. «Ben bu Dursun efendinin getirdiği yedi kovanm yedisini de kendime alıp, kel arkadaşın yemesini iç- mesini de verip, ne kadar arım varsa hepsini yeni kovanlara ak- tartıyorum...» Dertli arının yeni kovandaki acarlığını görünce köyde herkes yeni kovaıı istemeğe başladı. Yedi kovanın yedisini de Irafik’e düşürürler mi? Dursun efendi baktı olacak gibi değil, yeni ko- vanları kurra ile yedi kişiye da- ğıttı. Şansa bah ki biri de bana düştü. Emme bizde arı ne gezer!. Fiyetini sorduk. Elli beş lira. Bi- rez pahasıııdık. «Emme bir de eski kovanın fiyetini hesaplayın.» dedi kel adam. Topal Irafik’le Deli Kadir, «Eskinin flycti, yeni- nin fiyetini geçer.» dediler. Ayı- boğan’ın oradaki çamlığa gide- ceksin. Keseceksin bir ağaç, bi- raz oyacaksın. Sonra koyacaksın içine bir ateş, azar azar, iki üç gece yakacaksın. Uyku tünek yok. Başına durup oygu demiriy- le boyuna karıştıracaksın. Sonra eşeğe sarıp getireceksin. Eziyet, yorgunluk... Getirirken bir de kolcular görürse, 6-700 lirayı bu- lur eski kovanın fiyetl. Yazıp çizip yüz dene yeni ko- van ısmarladılar hemen ilçeye. Bize kalsa, biz iki yüz, Uç yüz ısmarlıyacağız. Kel adam bırak- madı: «Merdiven başak başak, birer birer çıkılır!» Bu kadarmış. Bizim köylü bi- ribirini bıraktı da bir arıya düş- tü, bir arıya düştü. O sen ben kavgaları unutuldu. «Bize bir ta- nesi bile çok.» diye iki sığır ço- banından birine yol verdiler. Ca- mideki sobaların da birini söküp köy odasına getirdiler. Bir uslu, bir akıllı millet olduk kİ söyle- sek kimse inanmaz. Zati bu ka- darlık bir zorumuz varmış bizim, bir bilen, bir dert anlayan düşe- cek önümüze, gerisine karışmı- yacakmış. Dağları delip, kayaları yerinden oynatıp yol edecekmişiz biz... Dursun efendiye diyorum, «Ula kardaşım, neye daha önce getir- medin o kel arkadaşı bize sen? Yoğsam köylüye düşmanlığın mı vardı?» Heç karşılık vermiyor, sarı san gülüyor, kahkaha atı- yor... ü!ll!llll!llll H ER şeyin sahicisine mi hasret^ kaldınız?.. Bu hasreti gidermenin çare- ■== si gayet kolay... Avrupa’da bir — memleket var. Samimiyet ml —: arıyorsunuz? Mütevazı ve had- ssş dini bilir insanlar mı görmek istiyorsunuz? Sanattan, ede- — biyattan bol bol bahsedildiği- — ni duymağa mı muhtaç du- — ramdasınız? Yoksa kendinize = müstesna müzik ziyafetleri ~ çekmek için şiddetli bir arzu g s mu ürperiyor içinizde? He- s : men Avusturya’ya gidin. Fa- — kat oraya gitmek, bunu tavsi- —— ye etmek kadar kolay olmasa — gerek. Şu halde nükteler açı- -ş-jş sından Avusturya’yı biz bura- — ya, sizin ayağınıza getirelim. Dünyanın sekizinci hârikası «— Sadece çabuk giyin de- rim, başkaca bir tavsiyem yok.» 1 İŞMAN bir kadınla | dansetmek insana büyük bir huzur ve- riyor.. Çünkü ayaklarınız em- niyettedir» diyen AvusturyalI mizahçı Hans MUUer'den bir fıkra: Karı koca bir konsere gide- cekler. Erkek çoktan hazır. Fakat kadın meydanda yok. Nihayet görünüyor ve soru- yor: «— Nasıl giyineyim dersin kocacığım, ne tavsiye eder- sin?» A VUSTURYA’iıın en bü- yük, en meşhur şehri Viyana.; Viyana’nın da vaisleri ile şöhret yaptığı ma- lûm... Bir baloda herkes şâhâ- ne müziğe uymuş durmadan dönüyor. Büfede tek başına oturan bir adam da mütema- diyen içiyor. «— Ver bana iki konyak da- ha evlâdım...» «— Buyurun efendim... İki konyak daha... Aklınıza bir şey gelmesin ama merak et- -im. Niye daima iki konyak birden istiyorsunuz?...» «— Gayet basit aslanım,. Bir tane içer içmez kendimi bir başka insan gibi hissedi- yorum. Bu bir başkası da ba- na konyak ısmarlıyor..» * D ÜNYANIN en güzel er- kek gömlekleri Avustur ya’da yapılmaktadır. Bu nu bilen İskoçyalı bir turist Viyana’daki mağazalardan bi- rine girip gömlek beğenmiş. Satıcıya soruyor: «— Bunun fiatı nedir?» «— Yüz lira efendim..» «— Çok pahalı... Olacağım söyleyin lütfen..» «— Siz turist olduğunuz için 10 lira tenzilât yapabilirim.» «— Yani 90 lira... Çok paha- b...» «— Haydi 80 lira olsun.. O da sizin güzel hatırınız İçin.» «— Bir tek gömlek... 80 li- ra... Aman Yarabbi...» «— Yetmiş liraya ne dersi- niz?» «— Pahalı derim...» «— Ya 60 liraya insem?» «— Yine pahalı...» «— 50 liraya da almaz mısı- nız şu gömleği?» «— Almam tabii... İnin ba- kalım inin...» «— Pazarlığın bu derecesini de görmemiştim. Madem çok beğendiniz bu gömleği... Bu- yurun alın... Size bedava ve- riyorum...» «— Öyle ise iki tane sarın lütfen.» ■k A VUSTURYALILAR bütün ağırbaşlı ve durgun görünüşlerine rağmen gayet nüktedan insanlar. Ağız kavgası, münakaşa, çekişme, lâf kalabalığı gibi şeylerden pek hoşlanmadıkları muhak- Kak. İşlerine gelmeyen her- hangi bir şeyi sertlikle, itiraz yolu ile halletmektense ince ve tatlı bir espri yaparak çö- zümlemeyi daha uygun bulu- yorlar. Bu, günlük hayatta ol- duğu kadar kan koca müna- sebetleri konusunda da böy- le. İşte bir misal. O sabah genç kadın, kocasının kahval- tısını yatağına götürmüştü. Erkek memnun bir ifadeyle güldü: < t— Sevgilim... Sen eşsiz bir kadın ve müstesna bir zevce- sin... Sen dünyanın sekizinci hârikasısın...» «— Belki öyle olabilirim ama dikkat et... Diğer yedi hâri: - -a da ayni şeyleri söy- lemeye kalkışırsan değü kah- valtıyı yatağına getirmek... Bir yudum su bile vermem sana..» 511 M üşterek bir dost = s evinde karşılaşan iki kadın konuşuyorlardı: ~ «— Nasıl buldun yeni şap- —— kamı? Beni 10 yaş gençleştiri- s— yor değil mi?..» «— Evet. Hazır sırası gel- S nıişken sorayım... Kaç yaşın- zs dasın sen?..» «— Yirmibeş...» jss «— Şapkalı mı şapkası* mı 25?...» Ş ADNAN TAHİR |§ llllllllllllllillJlllllllill! İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi 0 0 1 5 2 4 0 3 3 0 0 6 *
1

m rp M ESKİ MİLLİYET PAZAR İLÂVESİkovanlar 8 KASIM 1864billa! Duyduk duymadık deme yin! Bir gidip bakalım dedik, ikişer dikim bir şey yiyip vardık köy odasına. Muhtar,

Dec 28, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: m rp M ESKİ MİLLİYET PAZAR İLÂVESİkovanlar 8 KASIM 1864billa! Duyduk duymadık deme yin! Bir gidip bakalım dedik, ikişer dikim bir şey yiyip vardık köy odasına. Muhtar,

m r p M i o ' MİLLİYET PAZAR İLÂVESİ 8 KASIM 1864

ESKİ k o v a n la rYazan: FAKİR BAYKURT

C ANIMIZDAN iyice bezmiş­tik. Gayri bu köyde ‘ş kal­madı, çalalım bir kibrit,

evi. ahin, ağılı yakıp kurtulalım, diyorduk. Altmış evli köy, iki bö­lük olmuştuk: Olup olacağı 100 - 150 sığır, iki tane çoban tutmuş­tuk Camide bile kötüydü hali­miz- Çıralı İki odun attığın za­man içeriyi fırın gibi ısıtan bir soba yetmiyor gibi, bir soba da­ha kurmuştuk. Onlar bizim so­badan, biz onların sobasından ısmmıyacaktık. Sanırsın ki, ya­rımız Alaman, yarımız Urus. TJyuversen döğüş kavga hazırdı. Kimse kimsenin nazım, çalımı­nı çekmiyordu. Birin bir söz et­se, ö*eki hemen kötüye yoruyor­du Millet bir ateş, bir barut; kimse kimsenin burnundan kıl aldırmıyordu.

Neden böyle oluyor, ona da akıl erdiremiyorduk Sen bana şunu dedin, ben sana bunu de­dim Hepimizin içinde en azın­

dan, birer manga şeytan vardı Sık sık karakola, kaymakama ta­şmıyorduk Azarlanıyor, irezil oluyorduk. Arzuhalcilerde, mer mer konağın merdivenlerinde, hanlarda âlemlere gülünç olu­yorduk.

Ellez Emminin Köroğlan da sa­bah akşam şu türküyü söylü­yordu:

Ay karanlık bulamadım yolu­mu

Zalim felek bağladı elimi de kolumu

Öğretmen Dursun efendi bu Köroğlan’ı dinlerken dalıyor, dü­şünüyor, ağlamaklı oluyordu. «Büyük lâf ediyor Kör, ama ne söylediğinin farkında değil!» di­yordu. Nerde görürse koluna gi­riyor, onunla akran, ahbap gibi konuşuyordu.

Biz bu Dursun efendiyi deli bir şey sanırdık ilk zamanlar. Gök göz, san tüy, hafif bir şeydi hani Pek öyle aramıza da karış­

mazdı. «Bana ne, kırın biribiri- nizi, ben de kurtulayım, bebeler de kurtulsun!» derdi. Vara yoğa güler dururdu. GUHinmiyecek laflara da güleı deli kahkaha­lar "dardı. Biz onu yalnız Köroğ- lan’ı dinlerken biraz kederli gö­rürdük.

Bu Dursun efendi bir gün kay­bolup gitti köyden. Biz dedik ki, heralda biriyle yer değişmek is­tiyor, müdürünü, müfettişini kan­dırmağa gitti. On gün, yirmi gün görünmedi bu. Karısı da durdu­ğu yerde duramaz tasasından. Sonra bir arkadaşiyle bulundu geldi. Bıyıklı, kel kafa bir adam­dı arkadaşı. Başında bir hasır şapka. Elleri kıçında. O da kendi gibi, vara güler, yoğa güler. De­dik, heralda bununla değişecek yerini. Lâf söz konuşmak da yok bu kel arkadaşta. Meraba der­sen, meraba der

«Ee, nasılsın, iyi misin efendi?»«Ben iyiyim, sizden ne habar?»

ıry.m.'M.’-B lucvngrmn0 bu Beş hitaptan müteşekkil Milliyet

yayınları demeti sizin olabilirt 2 3 4 .5 6 / 8 9 10 1112 13 U 15 16 17 18 19 20

iM

SOLDAN SAĞA:1 — Işık ve renk zenginliği içindeki eserlerinde,

kad ın tipleri geniş kalçalı, iri, kuvvetli ola­rak temayüz eden pek çok sayıdaki tablo­ların ı yaparken ücretli çalıştırd ığ ı Van Dyck, Jan Bruegel, Frans Sayders gibi ressam ların da hocalığını yapm ış ve kendini ölene ka­dar bilgisi noksan bir talebe kabul etmiş bü­yük Flaman (Hollanda ve Belçika dolayların­da bu dili konuşanlar) ressam; TERSİ bir balık.

2 — TERSİ, Tanzimat D evri’nin Mustafa Reşit Pa­şa, Fuat Paşa’dan sonra üçüncü büyük şah­siyeti olan, Sadrâzam lıkta Hariciye Nâzırlı- ğında bulunm uş bir devlet adam ı; Büyük atar dam ar; Sıcak ülkelere has b ir süs bitkisi olan aynı zamanda kalın ve lifli yaprakları do­kum acılıkta kullanılan bir bitki; Alış veriş (Eski dil).

3 — TERSİ bromun kimyada simgesi; TERSİ bil­gi, zekâ, kaabiliyet derecesini, iş istidatını ortaya çıkarm ak İçin bir deneme usulü; ön ismi Ambriose Paul olan bir Fransız şâiri ve edebiyatçısı; Bir renk.

4 — Muayyen bir yere muayyen zam anlarda ve­rilen para; Kokulu tohumu un haline getiri­lerek sarm ısak ve biberle k a rış tır ılıp pastır­m acılık ta kullanılan bir bitki; C anlıların ü re­mesinde nesil zürriyet; Denizli’de bir nehir ve dağ ismi.

5 — TERSİ bir çeşit toprak; Büyük yelken gemi­lerinde baştan ikinci veya ortadaki büyük di­rek; İsmine Ağa’lık eklenmiş, Ondokuzuncu A sır başlarında Türk musikisinin aranılan adam ı olmuş pek çok şarkı ve eserlerin ya­ra tıc ıs ı alıngan bir bestekâr.

6 — Cengiz’in torunu. İran Moğol Devletinin ku­rucusu, çok zâlim kan dökücü olan Abbasî Devlet ve Halifeliğine son vererek Bağdat'ı yakıp y ıkm ış bir hüküm dar; üzerine basın­ca çöken çam ur ve vıcık toprak; Bozukluk.

7 — Temel, esas; TERSİ radyum un kimyada sim­gesi; Güney Batı A frika’da bir ülke; TERSİ sodyumun kimyada simgesi.

8 — Mesai, çalışma; 68 y ıllık Osmanlı tarihiniyazmış (1592 - 1660), Türk tarihçilerinin en büyüklerinden biri; Müzisyenlerin solo olarak verdiği konser.

9 — Yanardağdan çıkan d ış püskürm eye ön olanham urum su ve koyu bir madde; ön adı Ro- bert olan, iyi bir ressam olup resimden iyi b ir para kazanırken makineye olan aşkından buharlı gemiyi icad etmiş Amerikalı bir fi­zikçi; TERSt Avrupa’da bir asalet Unvanı.

10 — Güneş etrafındaki turunu 84 yılda tam am la­yan bir gezegen; TERSt münakaşada karşıs ın ­dakini susturm ak veya b ir şeyi işe yaramaz hâle sokmak (Eski dil); Bir balık.

11 — Dede Efendi’den sonra, en büyük Türk bes­tecilerinden biri sayılan müzik hocası ve klâ­sik Türk müziği hizm etkârlarından bir dede; A vrupa’da bir dağ; «Oldukça!» m ânâsına kul­lanılan bir söz; Kastamonu’nun bir kazası.

12 — Meyvada çekirdek ile kabuk arasına da de­niliyor; TERSİ vücudun dörtte birini teşkil eden ve vücudumuza giren m ikroplara karşı savaşan sarım sı b ir hayatî mayi; TERSİ bir Yugoslav parası; Berilyumun kim yada sim­gesi.

13 — TERSİ ateş; îlk ismi Vanucci olan sanatın ınttalyaya hâkim devresinde aldığı pek çok si­parişlere yetişebilmek için yanm a aldığı Pİn- turicchio, Rafaello gibi ressamlarla çalışm ış onlara hocalık etmiş (öyle ki Rafaello’nun bâ­zı eserlerini onun sanarlar) b ir hayli eser b ı­rakm ış Rönesans çağı ressamı; Notada du­raklam a işareti; Kişide huy, tabiat aynı za­m anda kitap basma m ânâsına eski bir lâf.

14 — TERSt Almanya’da bir şehir; En, boy. derin­lik m ânâsına gelir; İkinci Dünya Savaşı’nda Japonların , A m erikalılara saldırm akta ilk de­fa tatbik ettikleri b ir çeşit in tihar uçakların ın ismi.

YUKARIDAN AŞAĞIYA:1 — Koca bir s ığ ın yarım dakika gibi kısa bir

zamanda iskelet haline getiren, dişleri çok keskin, kan kokusunu çok uzaktan duyan ve bilhassa Amazon Nehrinde yaşıyan canavar bir balık; İsviçre’de bir göl ve şehir ismi.

2 — Asıl ismi Ebu’r Reyhan Muhammed Bin Ah-med olan zam anının bütün dillerine vâkıf ma­tematikçi, fizikçi, astronom, jeolog, ta rih ç i kim yacı, hekim, coğrafyacı, filozof, filolog, dini karıştırm adan 150’den fazla eser yazmış Türk asıllı ansiklopedik büyük tslâm âlimi: Geri çevirme.

3 — TERSt bir hayvan; Köpeklerde boğuşmakbirbirini ısırm ak; TERSt safra.

4 — Açgözlülük; TERSt lüferin büyüğü.5 — A laturka musikide bir makam; ön adı Paul

olan, evvelâ denizel, sonraları bir m em ur iken kendini resme veren, işini gücünü ailesini ter- keden, bir ara aç kalmamak için Van Gogh ile de çalışan fakat onun deliliğine kendisini ölümle tehdide dayanam ayıp Tahiti Adasına giden orada pek çok eser bırakan, orada ev­lenen ve yine orada sefalet, hastalık içinde ölen büyük b ir Fransız ressamı.

6 — İlk ismi Edgar Ailen olan dehşet hikâyeleriyazan A m erikalı şâir ve açlık sefalet içinde yaşamış, ölmüş bir sanatkâr; Nikris, damla da denilen, evvelâ ayaklarda beliren bir ağrılı mafsal hastalığı; TERSt sam aryum un kimyada simgesi; Eskrimde bir müsabaka şekli.

7 — Askerlikte geri yürüyüş halinde b ir askerî bir­liğin emniyet maksadiyle arkadan gelmek üzere b ırak tığ ı ufak birlik; TERSt güzel (Es­k i d il); TERSt önüne geçilmesi insan elinde olmayan üzüntü, sık ın tı veren olay, kişi.

8 — Ayıp; Tokat’ın bir kazâsı; Klorun kimyadasimgesi; TERSt bir yüzey ölçü birimi.

9 — Teşkilâtlı tahsil, talim , terbiye,,, bilgi, kültür;Romanya’da bir nehir olup tarih te Osmanlı Ordusunun Rus Ordusu İle giriştiği savaşta Rusların mağlûbiyeti ve hattâ topyekûn im­hasına ram ak kalm ış bir hezimetiyle netice­lenen bir savaş.

10 — Süs nebatı olduğu kadar bilhassa tebabette bâ­zı ilâçların imalinde kullanılan bir bitki; Saa­det; Gümüşün kimyada simgesi.

11 — Doğu Afrika’da m üstakil bir devlet; ön adıIsaac olan, İspanyol halk müziğinin tesiriyle büyük eserler vermiş (Suite Española, Cantos de España gibi) b ir İspanyol bestecisi.

12 — A rın ın bize hediyesi; Yapma; öğütülm üş su­samdan elde edilen koyu bir mayi.

13 — TERSİ bir hayvan; TERSİ Güney A m erika’n ınen Güneyindeki burun; Büyük gemi tam ir ve yapım yeri.

14 — tik adı Conrad olan X şuâlarım keşfeden No­bel kazanm ış büyük Alman fizik âlimi.

15 — TERSt dört kardeş olan H ızır’ın (Barbaros’un)Oruç ve tshak’tan sonraki kardeşinin ismi; Osmiyumun kimyada simgesi; İptidaî kâvim - lerin, kendilerinin ondan geldiğini sanarak kutsal saydıkları hayvan v.s.

16 — Levreğe benzer b ir balık; Silisyumun kim ya­da simgesi.

17 — Y ıld ırım B eyazıt'm m ağlûbiyetiyle Tim ur isti­lâsından sonra Anadolu’da yer yer belirmiş beyliklerden Bursa, Bilecik, Balıkesir c ıv arı’- n ın hâkimi Y ıldırım oğullarından b ir çelebi; O rkestra eşliğinde dekorsuz kostümsüz dinî opera, solo sesler korolar tarafından söylenen dinî besteler.

18 — Ruam da denilen insanlara da bulaşabilen bira t hastalığı; Operada tek kişinin okuduğu uzun dram atik parça; Tantal cisminin kim ya­da simgesi.

19 — TERSt titan cisminin kimyada simgesi; Servi,Çam cinsi ağaçların mey vasi; Kimyada asitle birleşince bir tuz yapan madde.

20 — K asım patına benzer bir çiçek; TERSt halk(Eski d il); Eskiden Yeniçerilik zamanı zıfh veya silâh karşılığ ı bir sözdü.

29 No. iu Bulmacanın hal şekli:SOLDAN SAĞA:

1 — Nigari; Eşik; in; Tamim. 2 — Uluç Ali; Erap- laç; Be. 3 — Cami; Traviata; Tfaş. 4 — Ezariş; Puc­cini; Ark. 5 — Türk; Mika; Racine. 6 — Tla; Hegel; Snakerf. 7 —- Agra; Os ; Saale. 8 — Ns.; Ezrall; Pot; Srom. 9 — Zagnos; Au.; Ames; Ce. 10 — Eglib; tgor Stravinsky. 11 — Nuam; Rb.; Ba.; Açol; Ece. 12 — Gaspiralı; Eklıo. 13 — İnönü; El; Adenit; ttfa . 14 — ilec; Nantes; Nytak.

ADRES

ADİ VE SOYADI

YUKARIDAN AŞAĞIYA:1 — N urettin Zengi. 2 — il; Zül; Sagu; OT. S —

G ucarat; Glayöl. 4 — Açark; Enim; Ne. 5 — Rami; Zob; Gilc 6 — iliş; Hars; Ra. 7 — Vega; Ibsen. 8 — Tu; Grieg; Pla. 9 — Şer; Meal; Obl. 10 — lrapil; A rarat. 11 — Kavuk; Opus; Ade, 12 — Picasso; T a . Ies. 13 — İlaç; Tarçın. 14 — Natura; Mao; İs. 15 — Çanak; Devlet. 16 — Ices; St. 17 — Ast; Iras; Nehly 18 — Fanfar; Sçott. 19 — İbare; Locke; Fa. 20 — Meşk; Nemey; Yak.

NOT: No. 30’u kazanan isimler Çarşamba günü MİLLİYET’te 7*001 sayfada İlân edilecektir.

«Allaiıa şükür, biz de iyiyiz.»«iyisiniz nıaşşallah, çok iyisi-

ıilz!»Tabiî tıemen Köroğlan'ı buldu

Dunlar, öğretmenle ikisi. Köroğ- lan «Ay karanlık bulamadım yo­lumu» türküsünü söyledi. Bizim Dursun efendi gine başladı koyu koyu düşünmeğe Ben de oraday­dım o sıra. Dedim bunlara ki: «Bir kör oğlan İşte. Takmış dili­ne bir türkü, söylüyor. Bundan öyle derin anlam çıkarmayın!» Dursun efendinin kel arkadaşı ha ha! güldü: «Ula asıl siz kör­sünüz, ama farkında değilsiniz!» Konuk deye, gönül kıracak bir karşılık vermedim buna.

Köyün içinde bir iki gün böy­le dolaştılar. Köroğlan da yanla­rında. Dağlara, bağlara gittiler. Dağlar ki, çamı meşesi bitmiş. Bağların da asması üzümü kuru­muş. Nesine dolaşırlar, anlama­dık. Ellerinde tüfek de yok ki avlanıyorlar desek. Neyse, iki giln sonra bir akşamüstü, bak­tık bizim Köroğlan minarenin başında:

«Konışıüaaaaaa!..» diye tellâl bağırıyor.

Yediden yetmişe herkesi, yani ki Alaman, Jrus, hepimizi köy odasına toplantıya çağırıyor. Bi­zim öğretmenin kel arkadaşı pa­ra dağıtacak. Hemi valla, hemi billa! Duyduk duymadık deme­yin!

Bir gidip bakalım dedik, ikişer dikim bir şey yiyip vardık köy odasına. Muhtar, üye, herkes ta­mam. Herkes tarafı tarafına oturmuş. Seçip de oturtayım de­sen böyle düzenli otıırtamazsm. Köroğlan’ı aralarına alıp bunlar da oturmuşlar duvarın dibine. Dursun efendi gülüyor, kel ar­kadaşı sırıtıyor. Biz de bunlara bakıyoruz. Birez sonra, «Tamam mı, gelecekler geldi mi?» dedi kel arkadaş. Biz de başımızı sal­layıp «Tamam!» dedik.

«Pekâlâ, öyleyse başlıyoruz. Arkadaşlar, yarın bu köyde bir an korsu açıyorum. Bu korsa kadınların gelmesi zorunlu. Er­keklerin gelmesi serbes. Yalnız bir noktaya çâre bulamıyorum: Bu korsu Alaman • llrus karışık mı yapalım, yoksa ayrı ayrı mı?»

Or ce bir gülecek olduk. Bak­tık kendisi gülmüyor.

«Peki, sen kimsin arkadaş, sen hele kendini bir tanıt bize.»

«Ben anların öğretmeniyim. Ve de Dursun beyin arkadaşı.»

«Peki, hani para dağıtıyor­dun?»

«Para sizin önünüzde. Dağlar taşlar para dolu. Gözünüzün önündeki perdeyi kaldınrsak gö­receksiniz.»

Bir hırıltı, bi» gürültü başladı odanın içinde. Bizim köyün çivi­si çıkmıştı çünkü. Ağzımızı bir »dip bir karşılık yeremedik kel adama.

«Pekâlâ öyleyse, istiyen gelir, istemiyen gelmez. Ben yann başlıyonım.» dedi.

Odanın önünde bir dut ağacı var. Dut ağacının altına bir ka­ratahta koydular Dursun efendiy­le. Okuldan sıralan sandalyeler’ getirdiler, taraf taraf dizdiler. Dört beş kişi varıp oturduk biz. Başka gelen giden yok. Kadın­ları kızları dersen, onlar heç gelmiyorlar. Dursun efendi kendi karışım getirip oturttu. Kalktı ey ev dolaşmağa başladı. Yalva­rıyor, dil döküyor, iki saat son­ra ancak on kadarım kandıra- bildi. Onlar da öğleden sonra gelmediler: «Orda benim ağam var, bubam var, gelmem!» Dur­sun efendi de, «Asıl ağan, buban olduğu için geleceksin, hadi!» diyor, çekiyordu habire.

iki gün böyle sönük gitti kors işi. Nefsime ben, üzülmeğe baş­ladım: Heralda bu adam hükü­metten aylıklı bir mâmir. Belki hükümet bu sefer de anları taktı kafasına, yolladı bu kel kafayı bize ki, iki kors anlatıp aylık alsm. Emme önüne varıp dinle­yen olmazsa nasıl aylık alabilir? Dedim kendi kendime ki çok za­rar edecek kel adam. Sözümün geçtiği komşulara: «Ula ne olur gelin, dinlemeseniz de gelin otu­ran. Konuktur, gönlü incinme­sin.» Bizimkiler gine gelmediler. Kel adam ise gülüp oynuyor, kahkaha üstüne kahkaha atıyor. «Anyı, kanyı gezdireceksin!» di­yor; «Arı yükü, dan yükü, kan yüküyle kayığa binmiyeceksin!» diyor; «Reşberin zengini andan, darıdan, kandan olur.» diyor; hem kendi gülüyor, hem milleti güldürüyor. Öyle matrak bir adam ki, pallemço gibi bir şey. Üçüncü giln bir de baktık, kan­lar kızlar da geliyor. Alaman- lar, Uruslar da geliyor. Bizim heçbir tarakta • bezi olmıyan ah­retlik imam bile orada. Söz ara­sında, «Bal kutsaldır, bal yedi derdin dermanıdır. Kur’ânda bal­dan bahis vardır.» diyor, kel adama arka çıkıyor. O da, «Hak­lısın hoca, Knr’ânda andan, ka­ndan, uçaktan, her şeyden bahis vardır.» diyor, imamı susturu­yor, milleti güldürüyordu.

Sonra bu gülmeler bitiverdi birden. Kel adam serteldi. Aske- riyedeki gibi ciddi ciddî bir der­se başladı ki o kadar olur! Kim­seyi uyuklatmıyor, dalga geçirt­miyor. Anlatıyor, soru sorup bi­ze anlattmyor, karılan kızlan takıştırıyor. Ortada bir şeytanlık kİ, c güne kadar görmemişiz...

Dördüncü gün biz ders yapar­ken, Dursun efendi, arkadaşını bıraktı, ilçeye gitti. Neye gitti, neden gitti, heç habanmız olma­dı. «Bir işim var.» demiş soran­lara. Akşama, Kavacıklı Ramiz’in eski Doç’la bulundu geldi bu. Bak­tık, ak ak bir şeyler arabada.

Dedik, «Bunlar ne?»«An kovanı.»«Ula böyle an kovam olur

rıu?»«Olmuş da senin habarm yok.»Ossaat anladım ki, biz dağın

başında blriblrimizl yirken, ova­lar İlerlemiş, hemi de neler ne-

ler çıkarmış!.. Bağırdım çağır­dım birez komşulara. Emme kimse sözüme kulak vermedi ta­bii.

Dursun efendinin arkadaşı, sö­ke taka, bu kovanları da belletti bize. Gel gelelim, kimsenin aklı yatmadı bu işe ki, bu kovanlarda arı eyleşir de bal yapar! «Hükü­metin canı sıkılmış da iş uydur- muş kendine. Eski kovan, yeni kovan, gönül eyliyor.» dedik.

Ertesi sabah toplandığımızda, kadın erkek herkes, blribiriyle bahse giriyor: Bu kovanlarda bal olur, bal olmaz! Neyse, kel adam el çırptı; «Bugün size aktarma işini göstereceğim, bana bir eski kovan getirin, dedi.

Bizim köyde eski kovan Topa! Irafik’Ie, Deli Kadir'de var. On­lar da yanık mıdır, sönük mü­dür, habarımıs yok.

«Hadi getirin biriniz bir ko­van.» dedi Dursun efendi.

Kalkıp kıpırdamadılar. Deli Kadi. bizinı taraftan, inatçı bir adamdır, ona söz geçmez. Topa] Irafik’e yalvardık. O da tuttu, «Ben arı da vermem, kovan da vermem! Nazar değdirir, hepsini söndürürsünüz. Hemi de bu işin olacağına inanmıyorum ben. O- nun için gidin başımdan, beni bir kovan arıdan etmeyin!» dedi, savmak istedi bizi başından.

Cahillik çayırlıktan kötüdür di­ye boşa dememişler! Köycek üs­tüne düştük Topal Irafik’in, yal­vardık, zorla bir kovan aldık elin­den. O da en kötüsü; Söndü, sö­necek. iyice umudunu kesmiş ki verdi.

Kel adam önce bir pompa yaptı kovana, gerisinden. Verdi dumanı, verdi dumanı. Ağzını da tıkadı. Sonra kucakladığı gibi odanın önüne aldı geldi. Sonra başladı birer birer eski petekleri yeni çerçevelere takmaya. Bu adamda ya sihir vardı, ya kera­met Allah tarafından, arılar heç dokanmıyordu kendisine! Biz sa­kınıp kaçmak istedikçe, «Kaçma-

ederse bizim karılara o öğretir, biz de karılardan öğreniriz di­yorduk. Kel adamın anlattığına göre bu kovanın alt katı arıla­rınmış. Oraya dokunulmıyacak, oradan bal alınmayacakmış. An­lar alt katı doldurur doldurmaz, üstüne birkat koyacakmışız. Son­ra bir kat daha, bir kat daha... CJç kata kadar yolu varmış. Bi­zim buralar çiçekliymiş. Uç kat tan en az altmış kilo bal alınır­mış. Bir evin on kovam olsa, o evin geçimi çıkarmış. Dediği

Uzatmıyalım. Akşamüstü kel adam birez su kaynattı, içinde şeker eritti. Bir fiske tuz, birez de ilâç attı. Doldurdu bir cam kavanoza. Ağzım da bir tülbent­le bağladı. Hepimizi güzel bir halka yaptı kovanın çevresinde; «Şimdi size yemlemeyi göstere- cem, dikkat edin!» dedi. Kava­nozu ters döndürüp bırabıyerdi tahtanın ortasındaki deliğe. Sonra, «Eğer arıların ne yaptığı­nı merak ediyorsanız, size onu da göstereyim.» dedi. Taktığı ye-

Fakir Baykurf kimdir?----------1929 yılında Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköyünde

doğdu. İsparta, Gönen Köy Enstitüsünü bitirdi. Sanata, köyünü anlatan şiirler ve hikâyeler yazarak başladı. İlk kitabı «Çilli» hikâ­yeler demetidir. Daha sonra, «Yılanların öcü», «Irazca’nın Dirliği», «Onuncu Köy», «Efkâr Tepesi», «Efendilik Savaşı», «Karın Ağrısı», «Kerem İle Aslı» adlı kitapları yayımlanmıştır. «Yılanların öcü», «Irazca’nın Dirliği» ve «Onuncu Köy» adlı romanları ile bâzı hikâ­yeleri yabancı dillere çevrilmiştir. Baykurt, «Cüce Muhammed» adlı hikâye kitabı ile «Kaplumbağalar» adlı romanım da bitirmiş bu­lunmaktadır. Evlidir. Işık, Sönmez isimli iki kızı ve Tongüç isim­li bir oğlu vardır.

yın kaçmayın, ben tembih ettim, size de dokunmayacaklar!» diyor­du bira. Bir de çevik adamdı ki, pire gibi. Yarım saatin içinde yaptı, çattı. Petekleri eski kovan­dan yeni kovana aktardı. Uç tane de yeni petek taktı çerçevelere. Bu yeni petek, «Yapma» bir şey. Kalıbı varmış. Mumdan dökü- yorlarmış. Sonra eski kovam tuttu, yeni kovanın içine silki­verdi. Arılar vağıl vuğul, yeni peteklere saldırdılar.

«Şimdi bunlar gecekondudan kaloriferli apartmana geçtiler. Artık rahat edecekler.» dedi kel adam.

«Akşamüstü gelip birez de yem verdik mi bu iş tamam olur.» dedi.

Yem mem... belleye mi bildik heç! Tâ baştan, bu iş sökmez deye can kulağıyla dinlemedik anlattıklarını. Hepsi birer birer uçtu gitti havaya. Emme Dursun efendinin sinir karı heçbirini ka­çırmadan dinliyordu. Nüziim

doğruysa, bir tek kovan, top­rağın bize bir yılda verdiğine be­delmiş... Bakalım...

Neyse! Akşamüstü olsun diye bekliyoruz. Millet gine biribiriy- le bahse giriyor: Yeni kovanm arıları kaçacak, kaçmıyacak!

Topal Irafik de eski kovanı sildi süpürdü, kaldırdı bir yere, ne olur, ne olmaz diye.

Bizim Dursun efendinin kel arkadaşı da gülüyor: «Senin elin­deki bu kovan beş bin yıldır İçindeki arıyı bile beslemedi. On­dan kuşkulanmıyorsun da yeni kovandan mı kuşkulanıyorsun?» diyordu.

«Ne beş bin yılı? Ayıboğan’da ben bu kovanı oyalı ancak yedi yıl oldu. Hemi de ben kovanım­dan hoşnudum.» diyordu Irafik de. Halbuysam anlamıyordu ki onun dedesi, ninesi, atası, hep bu usul üzre kovan kullanıyordu, bu kovanlar da bal vermiyordu. Kel adamın demek istediği buy­du bence.

ni peteklerden birini çıkarıp gös­terdi. Dilimiz ağzımızda kaldı: Arılar yeni peteğin ortasında el ayası kadar bir yeri, bayağı gözle görülecek kadar kabartmışlar! Hem de yarım günün içinde! De­dik, ula bunlar yarım günde bu ■tadar kabartırlarsa koca yazda ne yapmazlar! Bir uğultu gitti bizim mületin arasında. Herkes kel adamın çevresini aldı: «An­lat, nasü oluyor bu iş, bir daha anlat! Ne olursun şu korsu ye­niden başlat!»

Bir de baktık Topal Irafik es­ki kovanı kucaklamış geldi, iki koluyla başının üstüne kaldırdı eski kovanı: «Komşular!» dedi. «Aha ben şimdi anladım, şimdi bu beş bin yıllık kovanı parça­lıyorum anasını satayım!»

Parçaladı da. Vurdu eski ko­vam yere, şak şak etti. «Ben bu Dursun efendinin getirdiği yedi kovanm yedisini de kendime alıp, kel arkadaşın yemesini iç­mesini de verip, ne kadar arım

varsa hepsini yeni kovanlara ak- tartıyorum...»

Dertli arının yeni kovandaki acarlığını görünce köyde herkes yeni kovaıı istemeğe başladı. Yedi kovanın yedisini de Irafik’e düşürürler mi? Dursun efendi baktı olacak gibi değil, yeni ko­vanları kurra ile yedi kişiye da­ğıttı. Şansa bah ki biri de bana düştü. Emme bizde arı ne gezer!. Fiyetini sorduk. Elli beş lira. Bi­rez pahasıııdık. «Emme bir de eski kovanın fiyetini hesaplayın.» dedi kel adam. Topal Irafik’le Deli Kadir, «Eskinin flycti, yeni­nin fiyetini geçer.» dediler. Ayı- boğan’ın oradaki çamlığa gide­ceksin. Keseceksin bir ağaç, bi­raz oyacaksın. Sonra koyacaksın içine bir ateş, azar azar, iki üç gece yakacaksın. Uyku tünek yok. Başına durup oygu demiriy­le boyuna karıştıracaksın. Sonra eşeğe sarıp getireceksin. Eziyet, yorgunluk... Getirirken bir de kolcular görürse, 6-700 lirayı bu­lur eski kovanın fiyetl.

Yazıp çizip yüz dene yeni ko­van ısmarladılar hemen ilçeye. Bize kalsa, biz iki yüz, Uç yüz ısmarlıyacağız. Kel adam bırak­madı: «Merdiven başak başak, birer birer çıkılır!»

Bu kadarmış. Bizim köylü bi- ribirini bıraktı da bir arıya düş­tü, bir arıya düştü. O sen ben kavgaları unutuldu. «Bize bir ta­nesi bile çok.» diye iki sığır ço­banından birine yol verdiler. Ca­mideki sobaların da birini söküp köy odasına getirdiler. Bir uslu, bir akıllı millet olduk kİ söyle­sek kimse inanmaz. Zati bu ka- darlık bir zorumuz varmış bizim, bir bilen, bir dert anlayan düşe­cek önümüze, gerisine karışmı- yacakmış. Dağları delip, kayaları yerinden oynatıp yol edecekmişiz biz...

Dursun efendiye diyorum, «Ula kardaşım, neye daha önce getir­medin o kel arkadaşı bize sen? Yoğsam köylüye düşmanlığın mı vardı?» Heç karşılık vermiyor, sarı san gülüyor, kahkaha atı­yor...

ü!ll!llll!llll

H ER şeyin sahicisine mi hasret^ kaldınız?.. Bu hasreti gidermenin çare-

■== si gayet kolay... Avrupa’da bir— memleket var. Samimiyet ml —: arıyorsunuz? Mütevazı ve had- ssş dini bilir insanlar mı görmek

istiyorsunuz? Sanattan, ede-— biyattan bol bol bahsedildiği-— ni duymağa mı muhtaç du-— ramdasınız? Yoksa kendinize = müstesna müzik ziyafetleri ~ çekmek için şiddetli bir arzu g s mu ürperiyor içinizde? He- s : men Avusturya’ya gidin. Fa-— kat oraya gitmek, bunu tavsi- —— ye etmek kadar kolay olmasa— gerek. Şu halde nükteler açı- -ş-jş sından Avusturya’yı biz bura-— ya, sizin ayağınıza getirelim.

Dünyanın sekizinci hârikası

«— Sadece çabuk giyin de­rim, başkaca bir tavsiyem yok.»

1 İŞMAN bir kadınla | dansetmek insana büyük bir huzur ve­

riyor.. Çünkü ayaklarınız em­niyettedir» diyen AvusturyalI mizahçı Hans MUUer'den bir fıkra:

Karı koca bir konsere gide­cekler. Erkek çoktan hazır. Fakat kadın meydanda yok. Nihayet görünüyor ve soru­yor:

«— Nasıl giyineyim dersin kocacığım, ne tavsiye eder­sin?»

A VUSTURYA’iıın en bü­yük, en meşhur şehri Viyana.; Viyana’nın da

vaisleri ile şöhret yaptığı ma­lûm... Bir baloda herkes şâhâ- ne müziğe uymuş durmadan dönüyor. Büfede tek başına oturan bir adam da mütema­diyen içiyor.

«— Ver bana iki konyak da­ha evlâdım...»

«— Buyurun efendim... İki konyak daha... Aklınıza bir şey gelmesin ama merak et- -im. Niye daima iki konyak birden istiyorsunuz?...»

«— Gayet basit aslanım,. Bir tane içer içmez kendimi bir başka insan gibi hissedi­yorum. Bu bir başkası da ba­na konyak ısmarlıyor..»

* ★ ★

D ÜNYANIN en güzel er­kek gömlekleri Avustur ya’da yapılmaktadır. Bu

nu bilen İskoçyalı bir turist Viyana’daki mağazalardan bi­

rine girip gömlek beğenmiş. Satıcıya soruyor:

«— Bunun fiatı nedir?»«— Yüz lira efendim..»«— Çok pahalı... Olacağım

söyleyin lütfen..»«— Siz turist olduğunuz için

10 lira tenzilât yapabilirim.»«— Yani 90 lira... Çok paha-

b...»«— Haydi 80 lira olsun.. O

da sizin güzel hatırınız İçin.»«— Bir tek gömlek... 80 li­

ra... Aman Yarabbi...»«— Yetmiş liraya ne dersi­

niz?»«— Pahalı derim...»«— Ya 60 liraya insem?»«— Yine pahalı...»«— 50 liraya da almaz mısı­

nız şu gömleği?»«— Almam tabii... İnin ba­

kalım inin...»«— Pazarlığın bu derecesini

de görmemiştim. Madem çok beğendiniz bu gömleği... Bu­yurun alın... Size bedava ve­riyorum...»

«— Öyle ise iki tane sarın lütfen.»

■k ★ ★

A VUSTURYALILAR bütün ağırbaşlı ve durgun

görünüşlerine rağmen gayet nüktedan insanlar. Ağız kavgası, münakaşa, çekişme, lâf kalabalığı gibi şeylerden pek hoşlanmadıkları muhak- Kak. İşlerine gelmeyen her­hangi bir şeyi sertlikle, itiraz yolu ile halletmektense ince ve tatlı bir espri yaparak çö­zümlemeyi daha uygun bulu­yorlar. Bu, günlük hayatta ol­duğu kadar kan koca müna­

sebetleri konusunda da böy­le. İşte bir misal. O sabah genç kadın, kocasının kahval­tısını yatağına götürmüştü. Erkek memnun bir ifadeyle güldü:

<t— Sevgilim... Sen eşsiz bir kadın ve müstesna bir zevce­sin... Sen dünyanın sekizinci hârikasısın...»

«— Belki öyle olabilirim ama dikkat et... Diğer yedi hâri: - -a da ayni şeyleri söy­lemeye kalkışırsan değü kah­valtıyı yatağına getirmek... Bir yudum su bile vermem sana..»

511

Mü şt e r e k bir dost = s evinde karşılaşan iki kadın konuşuyorlardı: ~

«— Nasıl buldun yeni şap- —— kamı? Beni 10 yaş gençleştiri- s— yor değil mi?..»

«— Evet. Hazır sırası gel- S nıişken sorayım... Kaç yaşın- z s dasın sen?..»

«— Yirmibeş...» jss«— Şapkalı mı şapkası* mı —

25?...» Ş

ADNAN TAHİR | §

llllllllllllllillJlllllllill!

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

0 0 1 5 2 4 0 3 3 0 0 6 *