Page 1
İÇİNDEKİLER
ÖZET………………………………………………………………………………………………………………………….
GİRİŞ………………………………………………………………………………………………………………………….
BÖLÜM 1
1. KÜRESELLEŞME…………………………………………….………………………………………………………..
1.1. KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ…………………………..…………………..
1.2. KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI……………………………………………………………1.2.1. EKONOMİK BOYUTLARI………………………………………………………………….1.2.2. SİYASAL BOYUTLARI.……………………………………………………………………..1.2.3. KÜLTÜREL BOYUTLARI……………………………………………………………………
1.3. KÜRESELLEŞMENİN ETKİ ALANLARI………………………………………………………1.3.1. KÜRESELLEŞMENİN TOPLUMA
ETKİSİ……………………………………………..1.3.2. KÜRESELLEŞMENİN DEVLET SİSTEMLERİNE
ETKİSİ………………………….
BÖLÜM 2
2.TARİHSEL SÜREÇTEKİ DEVLET SİSTEMLERİ VE ULUS DEVLET…………………………………….
2.1. ESKİ DÖNEM YÖNETİM SİSTEMLERİ………………………..…………………………………2.1.1 KRALİYETLER, TANRI KRALLAR, İMPARATORLUKLAR…………………………
2.2. YENİ DÖNEM SİSTEMLERDE ULUS DEVLET………………………..………………………..
1
Page 2
2.2.1. LİBERAL SİSTEMLERİN ULUS DEVLETE ETKİLERİ………………………..……….2.2.2. ULUS DEVLETLER VE YENİ DÖNEM KRALİYETLER ……..………………………
2.3. LİBERALİZM, KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET ………………………………………………..
SONUÇ………………………………………………………………………………………………………………………..
KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………………………………….
GİRİŞ
Toplumlar tarih boyunca dönemsel trendlere ve çağın
gereklerine göre birçok yönetim tarzıyla karşı karşıya
kalmışlardır. Makalemin ilk bölümünde kısaca değineceğim bu
yönetim tarzlarını uygulamaya koyma aşamalarında çevrelerindeki
birçok devletle münasebet içerisine girmiş, bu münasebet
kapsamında kültürle birlikte yönetim tarzları adına da büyük
birikimlerin sahibi olmuşlardır. Küreselleşme kavramının
temelleri sayabileceğimiz bu etkileşim sanayi devrimiyle
birlikte yeni bir boyut kazanmıştır.
Sanayi devrimi oluşan üretim imkanları, hammadde ihtiyacı,
Pazar ihtiyacı gibi etmenler egemen devletlerin dış ülkelerle
daha sıkı iletişimini zorunlu kıldığı gibi sömürge
faaliyetlerinin başlamasına, kültür hegemonyasının ortaya
çıkmasına ve dünya savaşları olarak tabir ettiğimiz iki büyük
2
Page 3
savaşa da zemin hazırlamıştır. Bunun yanında matbaanın icat
edilmesi ve basılı kaynakların tüketiminin kolaylaşması söz
konusu etkileşimi artıran unsurlardandır. Küreselleşmenin büyük
adımları olarak nitelendirebileceğimiz bu gelişmelerle birlikte
dünya toplumları arasındaki müştereklerin arttığını hatta
küresel bir kültür anlayışının ortaya çıktığını söylememiz
yanlış olmaz. Kültürel bağlamda bu gelişmeler yaşanırken
ekonomik alanda da bu gelişmelerin paralelinde önemli adımlar
atılmıştır. Üretim imkanlarının artması ve ulusal pazarların
şirketlere yetersiz gelmesi ulusal şirketlerin uluslararası
kimliğe bürünmesine zemin hazırlamıştır. Şirketlerin bu denli
büyümesi, geniş kıtalara yayılması imkanıyla birlikte
şirketlerin boyları ideolojilerin boylarını geçmiştir. Buna
bağlı olarak ülkeler toplumla ilgili ekonomik mevzuları büyük
oranda şirketlerin kontrolüne bırakmaya başlamış, kolaylık
sağlayacak yasalarla işleyişine destek olmuş, zamanla serbest
piyasa ekonomisine imkan verecek ortam sunmuş ve liberal
ekonomilerin önünü açmış, bu sayede rekabeti geliştirerek
tüketimi toplumlar için makul boyutlara taşınmasında destek
olmuştur. Bu sayede ekonomik olarak külfet geçirecek birçok
faaliyeti de özel sermayelerle giderme yoluna gitmiştir.
Bu gelişmeler yönetim faaliyetlerini de büyük oranda
etkilemiştir. Bundan nasibini en çok Kraliyet sistemleri ve
Fransız Devrimi ile popülaritesini günümüze kadar taşımayı
başaran ulus devlet sistemleri almıştır. Kendi sınırları
içindeki mutlak idareyi esas alan bu sistemler liberal
ekonominin getirdikleriyle birlikte mutlak idareyi paylaşmak
durumunda kalmışlardır. Uluslararası anlaşmalar ve kuruluşlarla
3
Page 4
birlikte idare mekanizması büyük oranda bu kuruluşlar ve
sermayenin eline geçmiş, bu da ulus devlet sistemlerinin içinin
boşalmasına zemin hazırlamıştır. Fukuyama’nın Tarihin Son ve
Son İnsan kitabında dile getirdiği insanlığın ulaşması gereken
son noktaya varılmış, ulus devlet de dahil olmak üzere tüm
sistemlerin sonu gelmiş ve insan hak ettiği sisteme sonunda
kavuşmuştur.
Bunun yanında dünya üzerinde gerçekleşen bazı olaylar ulus
devlet sisteminin popülerliğini yitirip yitirmediği konusunda
akıllarda soru işareti bırakmaktadır. Balkanlarda ortaya çıkan
millet farklılığına bağlı bölünmeler, Türkiye, Fransa gibi
ülkelerin içlerinde barındırdıkları azınlıklara liberalizmin
gerektirdiği gibi yaklaşmaması ve ulus bütünlüğüne dair
kaygılarını devam ettirmesi liberal anlayış ile ulus
devletlerin kozlarını paylaşmaya devam ettiği konusunda
işaretler vermektedir. Bu kapsamda ulus devletin gerçekten
yitip yitmediği üzerine değerlendirmede bulunacağım.
4
Page 5
KÜRESELLEŞME
Küreselleşme kökü uzun zaman öncelerine dayanan, matbaanın
ortaya çıkmasıyla birlikte gelişme gösteren, sanayi devrimi ve
teknolojik gelişmelerle birlikte tüm dünyayı etkisi altına alan
bir kavramdır. Küreselleşme kavramını dünyadaki toplumların
gündelik yaşam pratikleri ve kültürleri bakımından müşterek
noktalarının artması olarak tanımlayabiliriz. Öyle ki dünya
toplumları kendi yerel farklılıklarının yanında tüm dünyaca
tanınan ve kabul edilebilir müşterekler etrafında toplanmıştır.
Teknolojik ilerlemelere bağlı olarak da bu müştereklerin
ediniminin hız kazandığını görmekteyiz.
Küreselleşme kavramının oluşumunda bilgi ve enformasyon
yayma pratiğinin hız kazanması önemli bir faktördür. Tarihsel
sürece baktığımızda toplumlar arası iletişimin önceki
dönemlerde savaşlar ve ticaret vasıtasıyla olduğunu
görmekteyiz. Savaş dönemlerinde askerler işgal ettikleri
5
Page 6
toprakların kültürlerinden etkilenmekte, o kültürün izlerini
taşıyan ganimetleri kendi ülkelerine getirmekte, bu yaşam
pratikleri ve ganimetlerle kendi kültürlerine başka
kültürlerden ekleme yapmaktadırlar. İlerleyen dönemlere nazaran
son derece sınırlı olan bu kültür alışverişi günümüz
küreselleşme olgusunun temellerini oluşturmaktadır.
Bizzat münasebeti gerektiren bu küreselleşme döneminin
matbaanın ortaya çıkmasıyla birlikte yeni bir döneme girdiğini
görmekteyiz. Basılı yayın araçlarının ortaya çıkmasıyla
birlikte doğrudan edinilen bilginin, belge ve kültür
edinimlerinin dolaylı olarak aktarılmaya başlandığını
görmekteyiz. Matbaaya bağlı olarak basılan kitaplar farklı
dillere tercüme edilmiş ve farklı kültürlere aktarılmaya
başlanmıştır. Bu aktarımlar şüphesiz ki bir önceki geleneksel
küreselleşme olgusunu bir adım öteye götürmüş, yeni bir ivme
kazanmasını sağlamıştır.
Matbaanın küreselleşmeye kazandırdığı başka bir boyut ise
bireyselliğe dayalı bilgi alımının artması noktasında karşımıza
çıkmaktadır. Önceki dönemlere baktığımızda kültürel aktarımlar
yapılırken kabulün toplumsal mütabakatla mümkün olduğunu
görmekteyiz. Yeni bir yaşam pratiğini kullanmak için toplumun
onayından geçmesi gerekiyordu. Köy kahveleri, meydanları gibi
yerlerde hikaye anlatıcılar ve dış dünyadan haber getiren
kişiler yeni normları halkın beğenisine sunar buna bağlı olarak
da halk onu kabul ya da terk ederdi. Kitap, gazete gibi
unsurlarla birlikte bireye bağlı kabul söz konusu olmuş, buna
bağlı olarak da kabulün daha kolay gerçekleştiği döneme
girilmiştir. Kitap, gazete gibi bilgi edinme kaynakları6
Page 7
bireysel olarak tüketildiği için toplum ögelerinin etkinliğini
büyük oranda kırmaktadır. Basılı araç ile okuyucu arasında
etkilenmeyi engelleyecek herhangi bir unsur kalmamaktadır. Bu
kaynakların aktarımlarına karşı bireyin önceki bilgilerini
muhafaza edecek yegane unsur kendi aklıdır. Bu dönemle birlikte
toplumsal bir varlık olan bireyin yanında yalın olarak da
bağımsız gelişen birey unsuruyla karşılaşmaktayız. Tekli
gelişim imkanları arttıkça kişinin önem değerlerinde birinci
sırada olan toplumsal bir birey olma önceliğinin yerini
toplumsal yalnızlaşmada bir yer edinen değerli ‘’biricik’’
birey olgusunun geliştiğini görüyoruz. Artık kişiler
kendilerini toplumu oluşturan yapı taşlarından birisi olmak
yerine toplumda söz hakkı edinmeye çalışan değerli bir insan
olarak görmektedir. Bu küreselleşme olgusunun hareket hızını
güçlendiren bir faktördür.
Sanayi devrimi ardından oluşan seri üretim imkanları
şirketlere yoğun üretim imkanları sunmuş buna bağlı olarak
şirketler tabii oldukları topluma fazla gelecek derecede mal
üretmeye başlamışlardır. Bu durum şirketlerin uluslararası
şirket olma yolunda adım atmaları konusunda şirketleri teşvik
etmiş, bu üretime bağlı olarak da ham madde ihtiyacının
artmasına sebep olmuştur. Hammadde ihtiyacı için kaynak arama
ve üretilen malları pazarlama ihtiyacı toplumları birbiri ile
daha sıkı bir iletişim kurma gereği uyandırmıştır. İki büyük
dünya savaşının da zeminini oluşturan bu ekonomik etmenler
kültürlerin küreselleşmesi konusunda da etkili olan bir unsur
halini almıştır.
7
Page 8
Neo Marksist yaklaşımlar küresel ekonominin güç
kazanmasıyla kültürel hegemonya kavramı arasında ilişki
kurmaktadır. Başta ABD olmak üzere sanayi devrimini tamamlamış
ülkeler üretimlerini daha kolay pazarlamak adına sanayisi henüz
gelişmemiş ülkelere karşı ürünlerinin yanında kültürlerini de
pazarlamaktadır. kitle iletişim araçlarıyla birlikte insanlar
Hollywood filmlerini kolayca temin edip izleyebilmekte; jazz,
hiphop vb. müziklere kolay erişmekte ve tüketmekte; Mcdonald’s,
Burger King gibi mekanlarda yemek yiyebilmekte ve bütün
dünyayla birlikte modayı takip edebilmekte kot pantolon giymeyi
anormal karşılamamaktadır. Bu hızlı adapte olma sürecinde dizi-
film karakterlerini örnek alma, bu mecralardaki yaşam
tarzlarını hoş görmeye başlama gibi unsurların önemi büyüktür.
Hegemonyayı farklı kültürlere yayan gelişmiş ülkeler
kültürün yanında dillerini de bu toplumlara empoze etmeyi
başarmışlardır. Okullarda kendi dillerinin okutulması yeni
nesilleri bu dillerle konuşmaya teşvik etmiş, hegemonyanın
getirdiği dili önemseyip yerel dillerini kullanmayan nesillerin
bir üst nesille kültür alışverişi zorlaşmıştır. Nesiller arası
iletişimi zayıf toplumların yeni unsurları kültürlerine kabul
etmesi daha kolay hale gelmiştir. Kitle iletişim araçlarının
yoğun saldırısına maruz kalan yeni ‘’modern’’ nesiller,
aralarında üst kültür haline gelen egemen kültür ögelerini
tüketme yarışı içerisine girmiş, ‘’trend’’ olarak
değerlendirilen bu tüketim süreci kendi içinde popüler kültür
olgusunu doğurmuştur. Bu dönemin ardından yerel kültürler
ataların kullandığı kültür olarak eski kavramını çağrıştırmış,
8
Page 9
yenidünya vatandaşı olma algısının popüler kültürü tüketmekle
mümkün olacağı inancı ortaya çıkmıştır.
Şirketler artık bir ürünü bir toplum için özel olarak
üretmemekte, üretilen bir ürünü değişikliğe gitmeden, kültürel
kodları işlemeden tüm dünyaya aynı şekilde servis etmektedir.
Adidas, Nike vb. markaların ürünlerini tüm dünya üzerinde temin
etmek mümkün hale gelmiştir. Fransa’da beğenerek tükettiğiniz
bir hamburgeri Türkiye’de tekrar tadabilmeniz aynı şekilde
mümkün olmuştur. McLuhann’ın küresel köy kavramında da altını
çizdiği gibi dünya aynı kültürü barındıran, zaman ve mekan
uzatışını yitirmiş bir küresel köy halini almıştır.
Küreselleşme olgusu kültürel kodlar taşıyan küçük yatırımcıları
büyük ölçüde etkilemiş, onları daha ücra mekanlar olan köy ve
kasabalara itmiş; onların yerini kendi kültürlerinden imgeler
barındırmayan uluslararası kuruluşlara bırakmıştır.
Küreselleşme kavramının tüm dünyayı etkisi altına
almasında iletişim olanaklarının gelişmiş olması önemli yer
tutmaktadır. İnsanlar imkanların artmasıyla birlikte bilgi ya
da enformasyonu almak için fazladan çaba sarf etme gereği
duymamaktadır. Söz konusu unsurlar artık insanların
salonlarına, yatak odalarına kadar girmektedir. Bunun yanında
alternatif fazlalığı ve yoğun bilgi saldırısı insanların
bilgiyi yorumlamasına imkan vermemektedir. Artık insanlar
bilgiyi akıl süzgecinden geçirmemekte, derinlemesine
yorumlamamakla birlikte bilgilerin tamamını elde etme gereği
dahi duymamaktadır.
9
Page 10
Teknolojinin sağladığı imkanlarla birlikte reklamlar
insanlara en iyisini giymeyi, en iyisini tüketmeyi hak eden
değerli varlıklar olarak seslenmektedir. Reklamlarla birlikte
bireyler reklam modelleriyle aynı değerde gibi lanse edilmekte,
tüketim mallarını reklam ya da film yıldızları üzerinde sunarak
bu malzemeleri daha cazip hale getirmektedir. Üretim ve bilgi
furyasına kapılan bireyler ihtiyaçlarını dahi belirlemekte
zorlanır hale gelmişlerdir. Öyle ki reklamlar bireyin hiç
ihtiyacı olmadığı ürünleri dahi bir ihtiyaçmış gibi algılayıp
tüketme eğilimine girmişlerdir. İnsanlarda oluşan bu tüketme
arzusu algı-değer fonksiyonlarında da değişime sürüklemiştir.
Elde edilmiş bir ürünün birkaç yıl içinde ufak fonksiyon
değişikliğiyle daha iyisi çıkmaya başlamış, insanlardaki
‘’sahibim.’’ algısının yerini ‘’daha iyisine sahip değilim.’’
algısına bırakmıştır.
Seri ve hızlı üretimin getirdiği bir başka sorun olarak
karşımıza özgünlüğün ve orijinalliğin kaybolması sorunu
çıkmaktadır. Kopyalama ve seri üretimle birlikte belirli büyük
markalar tüm dünyada benzer giyim tarzı ve tüketim ağı
oluşturmuş, özgün tüketimi bitirme noktasına getirmiştir. Dünya
üzerindeki her bir insan aynı modayı takip eder olmuş,
farklılık yaratan gündelik kültürel pratikler kaybolma
noktasına gelmiştir. Bunun benzeri durumu sanatta da
görmekteyiz. Popüler kültürün ortaya çıkmasıyla birlikte sanat
tüketimi azınlık grubun elinden çıkmış büyük kitlelere
dağılmıştır. Sanatın oluşturulmasında harcanan emek azalmış,
alıcısının karşısına içi boş olarak çıkmaya başlamıştır. Sanat
ne kadar geniş kitleye yayılırsa kendinden o kadar ödün vermesi
10
Page 11
gereken bir olgudur. Sanatı en iyi şekilde oluşturan
yeteneklerin yerini sanatı bir şekilde oluşturan kişiler
almaktadır. Sanat belirli bir kesimin ihtiyaçlarını karşılayan
bir unsur olmaktan çıkmış, ticari kaygılar taşıyan üzerine
fazla düşünülmeyen bir unsur halini almıştır. Bu bağlamda
sanatın metalaşması durumu söz konusu olmuştur. Buna bağlı
olarak geniş yayılımla birlikte toplumlar sanatın bir
kopyasıyla yetinmek durumunda kalmış, sanatın insanı düşünmeye
iten derinliği ortadan kalkmış ve yüksek zümreye hitap eden
işin ehli sanatçılar popüler kültür sanatçılarına yenik
düşmüşlerdir. Sanat artık tüketildiği andan itibaren unutulan,
yenisi düşünülen bir kavram olarak içi boşaltılmıştır. Bunun en
bariz örneğini edebiyatta görmek mümkündür. Klasikler olarak
adlandırdığımız eserlerin okuyucuları kitabın detaylarını ve
karakterlerini hatırlayabilmekteyken popüler kültürün ürünü
olan kitapların değil karakterleri yazarlarının adları bile zar
zor hatırlanmaktadır. Suç ve Ceza’yı okuyan bir okuyucu
Raskolnikov’u kolay kolay unutmazken günümüzde ticari kaygıyla
yazılan bir kitabı diğerlerinden ayırt etmek oldukça güç bir
hal almaktadır. Şüphesiz ki bunda seri üretim imkanları ve
masrafların azalması sonucu yazma eğilime girişen insanların
oluşturduğu edebiyat çöplüğünün etkisi de büyüktür. Bu geniş
üretim ağıyla birlikte artık her bir kitap birbirinden
esinlenilmiş, her bir kitap başka bir kitaptan izler
taşımaktadır. Küreselleşmeden asgari düzeyde etkilenmiş
edebiyat dönemindeki her bir kitap okumaya değerken günümüzde
böyle bir yaklaşımın içinde bulunmak fazla iyimser bir hava
yaratmaktadır.
11
Page 12
Orijinalliğin kaybolması noktasında resim sanatını örnek
göstermek yerinde olacaktır. Dönemlerinde paha biçilemeyen
eserlerin binlerce kopyasını piyasada görmek mümkün olmuştur.
Bu kopyaların basım teknikleri ile ortaya çıkarılan üretimleri
orijinalinden ayırmak bir hayli güç hale gelmiştir. Bu kapsamda
orijinalin bire bir kopyası binlerce üretim görmekte, bir Mona
Lisa tablosunu sıradan bir bireyin evinde duvarda asılı görmek
mümkün olmuştur.
Küreselleşme, insanların olaylar karşısında derinlemesine
düşünme yeteneği gün geçtikçe köreltmiş, yerel unsurların
ortadan kalkıp özelliğini yitirmesine zemin hazırlamış ve
farklı mekanlarda aynı insanların oluşmasının önünü açmıştır.
Küreselleşmeyle birlikte her bir insan dünya vatandaşı konumuna
gelmiş, kaliteli üretimin yerini sıradan ama ihtiyaç giderici
ürünler almış ve orta düzeyde her bir birey aynı ilgi ve
ihtiyaçlar ekseninde toplanmışlardır. İnsanların kendilerini
sürekli bir ihtiyaç içerisinde hissetmeye başlamış, tüketim
çılgınlığı insanları kontrol altına almayı başarmıştır.
İnsanların yaşam standartlarının arttığı aşikar olsa da
standartların artmasının insanlara mutluluk getirdiğini
söylememiz mümkün değildir.
12
Page 13
TARİHSEL SÜREÇTE DEVLET SİSTEMLERİ VE ULUS DEVLET
İnsanların ihtiyaçlarını karşılama ve kendini güvende
hissetme arzusuyla toplu yaşamayı seçmesi zamanla liderlerin
ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan bu liderlerin
belirlenmesinde ilk başlarda iş bölümündeki etmenler etkin
olmakla birlikte topluluğun sıkıntılı zamanlarda aldığı
kararlar da etkili olmuştur. Zira bazı insanlar risk alıp
liderlik vasfını yüklendiği gibi bazıları da alınan kararlar
karşısında boyun eğip ortaya çıkan liderlerin meşruiyetini
sağlamıştır(Fukuyama; aktaran: Zülfü Dicleli, 2012). Bu
meşruiyet ve bağımlılık süre uzadıkça daha sağlam zeminlere
oturmuş, sorgulanamaz konuma gelmiştir. Öyle ki liderler zaman
geçtikçe liderliklerinin temellerini tanrılara bağlamış yahut13
Page 14
kendilerini tanrı kral olarak betimlemişlerdir. Meşruiyeti
olağanüstü kavramlarla ilişkilendirmek eski dönemlerde sıklıkla
başvurulan yöntemler olmak üzere halk üzerinde büyük intiba
bırakmaktadır. Türklerdeki kut anlayışı, Eski Mısır’da
firavunlar, Arap kabilelerindeki yöneticiler bu uygulamaların
basit birer örneklerini oluşturmuşlardır. Bu meşruiyeti
tanrısal unsurlara bağlama geleneği yönetim unsurlarının aynı
sülale üzerinde sürdürülmesi geleneğini de beraberinde
getirmişlerdir. Kimi sistemlerde babadan oğula geçtiği gibi
kimilerinde de aile eşrafından herhangi bir üyeye geçmesi
şeklinde görülebilmekteydi. Nispeten küçük topluluklarda
görülen bu tanrı kral uygulamalarının boyutları uygulandığı
milletlere göre farklılıklar göstermekteydi. Kimi kendini direk
tanrı olarak nitelendirirken kimisi de tanrının kendini
tanrının yönetme yetkisini bahşettiği soy olarak
tanımlamaktadır.
Toplumların kalabalıklaşması ve yönetim mekanizmasının
daha geniş sınırlara ulaşması Roma İmparatorluğu gibi çok
uluslu büyük devletlerin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.
Tanrı kral uygulamasına nazaran liberal yapıya bir nebze daha
yakın olan bu uygulamalarda şehirlerden gelen temsilcilerin
oluşturduğu bir senato mevcut olmakla birlikte yönetim adına
ortak kararlar alındığı görülmekteydi. Kavimler göçüne kadar
devam eden bu büyük krallıklar süreci toplulukların Avrupa
kıtası yönünde birbirini göçe zorlamasıyla birlikte baskıya
dayanamamış ve yıkılma evresine geçmiştir. Avrupa’nın bugünkü
etnik haritasının oluşmasında da etkisi olan bu göçle birlikte
yıkılan büyük krallıkların yerini derebeyliklerin aldığını
14
Page 15
görmekteyiz. Büyük krallıklara nazaran daha küçük alana
hükmeden bu sistemler meşruiyetini daha çok toprak varlığından
ve kiliselerin desteğinden almaktadır. Toprak sahibi varlıklı
kişiler topraklarını surlarla çevrelemekte ve içinde bulunan
tebaaya hükmederek geçimini devam ettirmekteydi. Bu dönemde din
adamlarının etkin rolü halkın isyan etmesine mani oluyor, bunun
yanında toplum hayatın her bölümünde kilisenin ekseninde
adımlar atıyor ve uygulamalara gidiyordu. Bunun yanında
Osmanlı, Bizans gibi imparatorlukların yoğun rekabeti devam
ederken küçük derebeylikler de bu rekabette kullanılan küçük
kozlar olarak tarihteki yerlerini almaktaydı.
Bu sistemleri incelediğimizde sistemlerin insan odaklı
olmak yerine yine sistem odaklı olmasıdır. Yani oluşturulan
sistemin temel gayesi kendi varlığını devam ettirmek
üzerineydi. Bu uğurda toplum fertleri sistemin devamlılığını
sağlamak için üretmek durumunda olan sistem işçileri konumundan
öteye gidememekteydi. Sosyal devlet anlayışı oturmamıştı,
yönetimde söz sahibi olmak gibi bir durum söz konusu değildi ve
tebaanın sosyal imkanları son derece kısıtlıydı. Toplumlardan
beklenti ürün vermesi ve asker ihtiyacını karşılamasıyla
sınırlıydı. Tarihteki bu uzun çekişmeler ve Avrupa’daki dini
baskı Rönesans ve reform hareketlerini de beraberinde
getirmiştir. Zorunluluk halini alan bu hareketlerle birlikte
Avrupa’da sanat, bilim, siyaset, din gibi birçok alanda önemli
adımlar atılmış, tabular yıkılmaya başlamış, baskıcı unsurlar
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Rönesans ve reform
hareketleri dünyanın bilim ve teknoloji konusunda da atılımlar
yapmasına zemin hazırlamıştır. Kilisenin bilgi edinimi
15
Page 16
konusundaki sınırlamalarının ve katı tutumunun saf dışı
bırakılması insanların bilgi ve enformasyona yönelimini
hızlandırmıştır ve bu sayede bilim ve teknoloji adına muazzam
bilgi birikiminin oluşturulmasını sağlamıştır. Dünya üzerinde
siyasal çatışmalar tüm hızıyla devam ederken bir yandan da
teknolojik atılımlar tüm hızıyla devam etmiştir.
Büyük ölçüde başarıya ulaşan bu hareketler ardından
ilerleyen süreçte bütün çok uluslu devletlerin başının belası
haline gelen Fransız Devrimi hareketi gerçekleşmiştir. Bu
hareketle birlikte dünya üzerinde ulus esaslı devletlerin esas
alınması anlayışı gelişmeye başlamış, halkların bu yönetimlerde
söz sahibi olması yönünde adımlar atılmış ve halkın refahını
temel alan sistemler oluşturulmaya başlanmış ve halkın
güvencelerini yasalarla güvence alma geleneği oluşturulmaya
çalışılmıştır. Tarihin bu dönemine kadar devam eden ‘’devletin
refahı’’ önceliğinin yerini ‘’halkın refahı’’ anlayışı almış,
odak nokta halka doğru kaymıştır. Bütün dünyada bir fenomen
olarak yer edinen ulus devlet anlayışı büyük devletler içinde
yer edinen küçük tebaaları da harekete geçirmiş, özgürlük
hareketlerinin başlamasına sebep olmuştur. Bu atılımlarla
birlikte ulus devlete dayalı sistemlerin oluşmasına da zemin
hazırlamıştır.
‘’Ulus-devlet kavramı, feodal nitelikler taşıyan bir yapılanma biçiminden,
merkeziyetçi bir temelde gelişme gösteren sosyolojik ve tarihsel bir olguyu temsil
etmektedir. Bu bağlamda ulus devlet; ortak değerler etrafında toplanan ve ulusal
politikalarla şekillenen siyasi bir çerçevede yaşayan ve fikir beyan eden milletlerin bir
arada yaşadığı siyasi bir düzen olarak da ifade edilebilmektedir. ‘’(aktaran:16
Page 17
Cebeci, 2008: s. 24). Ulus devlet anlayışı feodal yapıdan
farklı olarak merkeziyetçi bir yapı olarak göze çarpmaktadır.
Ulus devlet ortak tarihe, kültüre, dile ve emellere sahip
toplum bireylerin bir devlet altında tebaa oluşturmasına dayalı
bir yapıyı ifade etmektedir. Toprağa bağlı devlet yapısında
sıradan bir birey olarak yaşamak yerine belirli müştereklerin
çatısı altında yönetime dahil olma arzusu insanlara daha cazip
gelmiştir. Federal yapıdaki gibi toprak sahiplerine hizmet etme
geleneği yerine halkın kendi kendine hizmet etmesi, fayda ve
zararlara topyekün ortak olması toplumlarda heyecan yaratan bir
unsur olarak fenomen olmuştur. Bu dönemin ardından
gerçekleştirilen siyasi mücadelelerle milletler kendi
kaderlerini kendileri tayin etme girişimlerinde bulunmuş,
başarılı da olmuşlardır.
‘’Devletin otoritesi ülkede bulunan herkesi kapsamakta; ülkede bulunan
herkes, devlet gücü dışında herhangi bir otoriteyle karşı karşıya kalmamaktadır.
Devlet herhangi bir yabancı uyruklunun ülkesine girmesine veya kendi vatandaşının
ülkeden ayrılmasına, yani sınır dışından sınır içine, içeriden de sınır dışına çıkışlara
izin vermeme hakkına ve yetkisine sahiptir. Öte yandan devlet, herhangi bir
yükümlülük altına girmeksizin veya bir karşılık vaadinde bulunmaksızın tebaası olan
fertlerden her türlü fedakarlığı, gerektiği durumlarda cebir unsurunu da kullanarak
beklemek hakkına sahiptir.’’(aktaran: Cebeci: 2008, s.25). Ulus
devletlerde devletlerin yönetme kudretinin tamamı ulusun
seçtiği yöneticilerde toplanmaktadır. Karar verme sürecinde bu
yöneticiler dışında her hangi bir ülke ya da topluluğun resmi
olarak müdahale etme imtiyazı bulunmamaktadır. Mutlak özerklik
ve karar alma yetisi bulunan bu devlet sistemi günümüze kadar
popülaritesini koruyan bir unsur olmakla birlikte liberal
17
Page 18
sistemlerin gelişmesiyle birlikte meşruiyetini de kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki birçok sosyolog
ulusal devlet kavramının şeklen devamlılığını sağlasa da
yapısının temelini oluşturan birçok özelliğini de liberalizme
teslim etmek durumunda kaldığını ifade etmektedir.
Sosyologların bir kısmı ulusal devlet başta olmak üzere birçok
sistemin yapısının içinin sadece şeklen devam ettiğini ifade
ederken bir kısmı da son dönemde gerçekleşen olaylar ve
milliyetçilik akımlarını referans alarak ulus devlet
anlayışının popülaritesini gelecekte de koruyacağına işaret
etmektedir.
LİBERALİZM, KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET
20. ve 21. Yüzyıl dünya üzerinde ekonomik, teknolojik ve
siyasal boyutta büyük çalkantıların yaşandığı yüzyıllar olarak
göze çarpmaktadır. Teknolojik atılımların artmasıyla birlikte
iletişimin hızı ve hacminde muazzam gelişmeler ortaya
çıkmıştır. Bu gelişmeler ekseninde ortaya çıkan kitle iletişim
araçlarıyla birlikte kültürler arası iletişim de hız kazanmış
bu eksene bağlı olarak da toplumların yerel kültürlerinin
yanında küresel bir kültür de edinmeleri sağlanmıştır. Yerel
kültürlerin önüne geçen bu küresel yaşam pratikleri üretim ve
tüketim hacminin de gelişmesini sağlamıştır.
Kültür boyutundaki bu gelişmelerin yanında ekonomik
boyutta da gelişmeler kendini göstermiştir. Sanayi devrimi
sonucunda sanayileşmelerini sağlayan devletlerin bünyesinde yer
18
Page 19
alan şirketlerin hacimlerini geliştirmesi sonucunda devlet
sistemlerinde söz sahibi olabilecek konuma gelmişlerdir.
Uluslararası boyutlara ulaşan bu şirketler gelenek olarak
devlet faaliyeti sayılan birçok kolda özel teşebbüs olarak
hizmet etmeye başlamış ve devletleri yatırım yapma
zorunluluklarından kurtarmıştır. Bu gelişim ve ortaklık
karşısında devletler de özel şirketlerin yatırımlarını yasalar
oluşturarak belirli ölçüde güvence altına almıştır. Şirketlerin
devletlerle giriştiği bu ortaklıklar özel sermayenin dünya
üzerinde büyük bir güç kazanmasını sağlamıştır. Şirketler son
dönemlerle birlikte istihdam alanında da büyük bir kesime hitap
etmeye başlamıştır. ‘’Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası
sermayenin dünya üzerindeki egemenliğini ortaya koymaktadır. Bu egemenlik kendi
mantığı içinde, sermaye ve onun simgesi olan marka bazında dünyayı, tüketiciyi ve
tüm insanları yönlendirmektedir. Küreselleşmenin bu boyutunda uluslararası
sermayenin egemenliği bir yandan günlük yaşam açısından dünyayı
homojenleştirirken, öte yandan üretimde verimliliğinin dünya ekonomisindeki en
belirleyici ölçütü olarak karşımıza çıkmaktadır.’’(Alagöz; 2005: s.3)
Uluslararası kuruluşlarla birlikte sermayenin uluslararası
dolaşımının sağlanması tüm dünyanın küreselleşmenin etkisi
altında kalması olgusunu ortaya çıkarmıştır. Sermayenin bu
denli büyümesi ve bu kadar büyük bir kitleye hitap ediyor
olması şirketlerin uluslararası kanunlarla koruma altına
alınması gibi bireylerin de iş yaşamları konusunda korunma
ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Büyük coğrafyalara hitap eden
şirketler ucuz işçi ve hammadde bulma konusunda sıkıntı
yaşamadığı gibi işçi konusunda da kolaylıkla alternatif
bulabilmektedir. Devletlerden farklı olarak sermayeler
19
Page 20
çalışanlarının sosyal yaşam ve geçimleri konusunda yeterli
derecede sorumluluk almamaktadır. Sermayenin kendini büyütme
arzusu işçinin geleceğini düşünmekten çok daha önce
gelmektedir. Bu kapsamda bireyin haklarını koruma vazifesini
devletler kendi bünyelerinde çıkardığı kanunlarla
sağlayabildiği gibi uluslararası anlaşmalarla da bu güvence
sağlanmaktadır. Aynı şekilde sermayenin rahat dolaşımı ve bu
dolaşımda geri kalmış ülkelerin istismar edilmesini engelleyen
uluslararası anlaşmalar da mevcuttur.
Küreselleşmenin getirdiği bu uluslararası anlaşmaların
devletler arası iletişimi ve farklılıkları da
homojenleştirmiştir. Artık devletler ekonomik, askeri, sosyal
boyutlarda ortaklık ve işbirliği içine girmekte ve ortak
yasalar uygulamaya koymaktadır. Bunun yanında BM, Avrupa
Konseyi gibi kuruluşlar devletlerin meşruiyetini onaylama
konusunda etkin rol oynamaya başlamışlar ve yönetimler
konusunda uyarıda bulunma, yol gösterme, tavsiyelerde bulunma
gibi vasıflar da edinmiştir. Ayrıca özel topluluklar arasında
yapılan gümrük anlaşmalarıyla birlikte bireylerin vize
muafiyeti kazanması gibi durumlar da mümkün kılınmıştır.
Magna Carta ile başlayan devletlerin anayasal düzene geçme
eğilimleri tüm dünyayı ardı ardına etkisi altına almıştır. Son
yüzyıla gelindiğinde artık kraliyetler ve diktalar dünya
üzerinde meşruiyetini sağlamakta büyük sıkıntılar
yaşamışlardır. Tüm dünyaca en iyi düzen olarak lanse edilmekte
olan liberal sistemler diktaları da bazı değişiklikler yapma
konusunda zorlamıştır. Avrupa’da kraliyetler temsili boyuta
gerilemiş, siyasi haklarını liberal sistemlere teslim
20
Page 21
etmişlerdir. Dünya savaşları sonucunda Marksist ve Liberal
olmak üzere iki büyük sistemde odaklanmalar yaşanmış, dünya
ikinci savaş sonunda batı ülkeleri, demir perde olarak
adlandırılan doğu ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri olarak
adlandırılan tarafsızlar olarak üç kutba ayrılmışlardır. Yeni
dönem sistemler olarak ilgi gören bu iki sistemden birini
seçmek devletler için kaçınılmaz bir son olarak göze
çarpmaktadır. Buna bağlı olarak birçok dikta yönetimi yıkılmış,
onların yerlerine bu sistemlerden birini benimseyen yeni
yönetimler geçmişlerdir. Artık birçok yönden geri kalmış
bölgelerde hükmünü sürdüren dikta yönetimleri meşruiyetlerinin
devamlılığını, hükmettiği toplumların bu sistemlere hazır
olmamasına bağlamışlardır. Ekonomik olarak diğer devletler
tarafından ambargoya maruz kalan bu devletler ekonomilerinin el
verdiği ölçüde direnmeye çalışmakla birlikte ekonomilerin iflas
ettiği noktalarda hükmettiği devleti yeni yönetimlere teslim
etmişlerdir. Doksanlarda iki büyük sistemden biri olan
marksizmin çökmesiyle birlikte tek başına büyüme fırsatı bulan
liberalizm ABD öncülüğünde tüm dünyada yayılma göstermiştir.
Günümüzde incelediğimizde Marksist yapıyı benimsemiş
devletlerin dahi bu yapılarını devam ettiremedikleri,
uygulamalarının geleneksel olmaktan öteye götüremedikleri ve
liberal düzene ayak uydurdukları görülmektedir. Bunun en bariz
örneğini Çin oluşturmaktadır. Son yüzyılda Marksist bir
portrede hareket eden Çin, Sovyet bloğunun da dağılmasıyla
birlikte yapısını liberal çizgiye yaklaştırmıştır. Liberal
ekonomide söz söz sahibi bir konumda olan Çin Marksist yapısını
gelenek olarak sürdürmeye devam etmektedir.
21
Page 22
Tüm dünya üzerinde ekonomik, politik ve sosyal çizgide
liberalizmin derin etkilerini görmek mümkündür. Liberal
algıların getirmiş olduğu yapılar ulus devlet anlayışını
derinden sarsmaktadır. Öyle ki ulus devletin temel prensipleri
arasında egemenliğini ve karar alma yetisini kendi içinde
barındırması, sınırlarının mutlak hakimiyeti ve tabii olduğu
halk üstünde yasama, yürütme ve yargılama konusunda mutlak
denetimi gibi unsurlar mevcuttur. Buna rağmen uluslararası
anlaşmalar ve kuruluşlar bu yapıları derinden sarsmaktadır.
AİHM, BM, AB gibi organlar yasama konusunda ulus devletleri
sınırlandırdığını görmekteyiz. Bunun yanında gümrük birliği
gibi anlaşmalarla ulus devletlerin sınırlar konusundaki
tutumuna zarar vermektedir. Ayrıca AB vize muafiyeti gibi
uygulamalarla birlikte ulus devlet anlayışını derinden sarsan
uygulamalar yer almaktadır. Buna rağmen bu karmaşık yapıların
ülkelere getirmiş olduğu imtiyazlar ulus devletlerin yapılarına
aykırı bu topluluklara dahil olmaları sonucunu doğurmuştur.
Ulus devletlerinin günümüzdeki durumu ve geleceği hakkında
iki büyük görüş etrafında toplanılmıştır. Bunlardan ilki ulus
devletlerin sonunun geldiği üzerinedir ki uluslararası yapıları
incelediğimizde ekonomik sosyolojik ve siyasal olarak
sınırların belirli oranda ortadan kalkması bu görüşün referans
noktasını oluşturmaktadır. Bugün baktığımızda AB sınırları
farklı boyutlarda şekillenmiş bir devlet profili çizmekte ve
vücuda getirdiği kararlar bu devlet profilini
güçlendirmektedir. Bunun yanında BM kuruluşuna baktığımızda
yapılanmanın farklı bir boyutunda farklı bir devlet profili
çizmektedir. Aynı şekilde İslam İşbirliği Örgütü dünyayı ele
22
Page 23
alış yönü bakımından dini referans alarak hareket eden ayrı bir
devlet profili yansıtmaktadır.
Artık modern manada devlet profilini bütün müşterekleri
göz önünde bulundurarak tespit etmeye çalışmak yeni yapıları
eski kuramlarla açıklamaya çalışmak kadar zor bir durum haline
gelmiştir. Küresel camiadaki algılar yeni dünya yapısındaki
devlet oluşumlarını siyasal, toplumsal, kültürel, dini,
ekonomik olarak farklı farklı ele almaktadır. Ülkeler bu tür
kuruluşların her biri için ayrı ayrı bütçeler ayırmakta ve
politik aksiyonlarını da bu kuruluşlardaki konumuna göre
şekillendirmektedir. Bugün dünya haritasını politik, dini,
ekonomik vb. olarak incelediğimizde her bir olguda farklı
sınırlar ve haritalar görmemiz mümkündür. Ve bu bütün
kuruluşlar karar alma, uygulama, çizgi belirleme konusunda en
az geleneksel devlet ögeleri kadar donanımlı bir yapı
göstermektedir.
Bunun yanında bir diğer görüş ise ulus devlet anlayışının
liberal yapılar arasında asla kaybolmayacağını ve sürekli canlı
kalacağını dile getirmektedir. Bu görüşün referans noktasını
son zamanlarda da kendini gösteren etnik kökenli ayaklanma
hareketleri ve mikro milli yapıların bölünerek ortaya
çıkmasının devam etmesi oluşturmaktadır. Öyle ki balkanlarda
son dönemde ortaya çıkan bölünmeler, yeni uluslar ulusal devlet
kimliğinin ortadan kolay kolay kalkmayacağı konusunda ipuçları
vermektedir. Fakat ulus devletlerin bağımsızlıklarını
sağlamasının ardından izlediği uygulamalar ulus devlet
algısının değiştiği ve kavramsal olarak içinin boşaltıldığı
izlenimi uyandırmaktadır. Bağımsız olan ulus devletler
23
Page 24
günümüzde meşruluğunu kazanmak için BM’ye başvurmakta, gözlemci
statüsü kazanmaya çalışmaktadır. Bunun yanında elinden geldiği
kadar uluslararası kalkınma kuruluşlarında yer edinmeyi
amaçlamaktadır. Kuzey Kore gibi istisnai ülkelerin dışında
genel konjonktür bu şekilde ilerlemektedir. Geçmiş dönemlerdeki
prestij unsuru mutlak hakimiyet iken günümüzde mutlak
hakimiyetten ödün vermek göz ardı edilerek ülkeler arası birlik
anlaşmalarına dahil olmak, ortak kararlarda yer edinebilmek
prestiij unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni dünya
düzeniyle birlikte ulus devlet kavramı ismen devam etse de
içerik olarak birçok özelliğini kaybetmiştir.
24
Page 25
SONUÇ
Tarihsel dönem boyunca devlet oluşumları ve yönetim
biçimleri bazında birçok sistem denenmiş ve dönem dönem popüler
olan yönetim sistemleri ortaya çıkmıştır. Tarihsel birikim
arttıkça daha kazuistik bir yapıya bürünen bu yönetim
tarzlarında zaman zaman tek kişinin egemenliğine dayanan
sistemler olmakla birlikte bunun yanında bir zümrenin, bir
ailenin ya da seçilmiş bir grubun yönlendirdiği yönetim
tarzları denenmiş olmakla birlikte devletlerin birbiri ile
iletişimleri de daha kapsamlı bir hal almıştır. Bunun yanında
teknolojik gelişmeler ve kutuplaşmalarla birlikte bütün dünyayı
etkisi altına alan bazı sistemler ortaya çıkmıştır.
Rusya’nın Sovyet atılımıyla birlikte Marksizm’in pratiğe
dökülmesinin ardından Liberal ve Marksist anlayış bütün dünyayı
etkisi altına almıştır. Bu iki anlayış arasında dünya büyük bir
kutuplaşma içine girmiş, bu iki yapılanmanın dışında kalan
devletler yoğun bir baskı politikasına maruz kalmıştır.
Marksist pratiklerin yanlış uygulanması ve çöküşü liberalizmin
yayılma alanı önündeki engelleri ortadan kaldırmış, liberal
ekonomi ve liberal demokrasi küreselleşme ekseni altında tüm
dünyayı etkisi altına almıştır. bu kapsamda Fukuyama’nın da
bahsettiği üzere insanlığın aradığı sisteme ulaşmış ve buna
bağlı olarak tarihin sonuna erişilmiştir.
25
Page 26
Liberalizmin küresel boyuttaki etkileri ulus devlet
kavramını da derinden etkilemiştir. Fransız ihtilalinden
günümüze denk popülaritesini koruyan ulus devlet kavramı
liberalizmin küresel sonuçları altında birçok vasfını tüketmiş
ve ödün vermek durumunda kalmıştır. Artık devletler etnik
unsura dayalı olarak edindikleri ulus devlet başlığını liberal
gerekliliklerle doldurmakta, savaşarak ya da siyasi
çatışmalarla edindikleri egemenlik haklarını edinir edinmez
kendi elleriyle küresel kuruluşlara teslim etme eğilimine
girişmişlerdir. Günümüzdeki sistem ve işleyişlerini
incelediğimizde ulus devlet kavramının kitaplarda, sınırların
haritalarda kalmış tarihsel bir olgudan öteye gidemediğini
görmekteyiz.
KAYNAKÇA
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali(2006), ‘’ Ulus Devlet ya da HalkınEgemenliği’’, İmge Kitabevi, Ankara.
26
Page 27
AKDEMİR, Müslim (2004). ‘’ Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu’’ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı:1
ALAGÖZ, Mehmet(Mayıs,2005), ‘’Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeninde Ulus Devlet Anlayışı’’, Akademik Bakış E-Dergisi Sayı:6.
ARSLANEL, Nazan; ERYÜCEL,Ertuğrul(2013). ‘’ Küreselleşme Sürecinde Egemenlik Kavramının Dönüşümü’’ Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (1): 23-36, Erzurum.
CEBECİ, Kemal (2008).’’Küreselleşme Bağlamında Ulus-Devletin Egemenlik Gücünü Dönüşümü’’, Sayıştay Dergi, Sayı:71
DEMİR, Gülten (2001). ‘’ Küreselleşme Üzerine’’, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Dergisi, Cilt: 56, Sayı: 1, 73-104, Ankara.
FUKUYAMA, Francis (2012), ‘’Tarihin Sonu ve Son İnsan’’, Profil Yayınları, İstanbul.
GÖZE, Ayferi (2009), ‘’Liberal Marksist Faşist ve Sosyal Devlet Sistemleri’’, Beta Yayınları, İstanbul.
HABERMAS, Jurgen (2002), ‘’ Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akıbeti’’, Bakış Yayınları, İstanbul.
KAHRAMAN, Suna Güzin(2004), ‘’Radikal Demokrasi ve Vatandaşlık: Liberal ve Komuniteryan Yaklaşımlarla Bir Karşılaştırma’’, Yüksek Lisans Tezi( Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Anabilim Dalı), Ankara.
KAYA, Mehmet (2009). ‘’ Küreselleşme Yaklaşımları’’ Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13, 1-16; Diyarbakır.
KAZGAN, Gülten (2002). ‘’Küreselleşme ve Ulus Devlet’’, İstanbul: Bilgi Üniversitesi.
OLGUN, Hürriyet(2006). ‘’ Küreselleşme Kavramı ve İçeriğine Genel Bir Bakış’’, Sosyo Ekonomi Dergisi, Ankara.
ŞİMŞEK, Ufuk; ILGAZ,Selçuk(2007). ‘’Küreselleşme ve Ulusal Kimlik’’, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erzurum.
WALLERSTEİN, İmmanuel(1998), ‘’ Liberalizm’den Sonra ’’, Metis Yayınları, İstanbul.
27