Aydınlık BU SAYIDA 36 KİTAP TANITILIYOR 14 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 42 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1391 İnsana karşı cepheden bakmak Türk Çağdaşlaşmasının Kadın Tahayyülü Ananın yazısı kızaymış Arada kalanlar Özgürlüğün bedeli ve körlük “Star değil, emekçiyim” Türkan Şoray’la, kitabı “Sinemam ve Ben” üzerine
24
Embed
KITAP Aydınlık - aydinlikgazete.com · İsterdik ki Orhan Pamuk bugünlerde yeni bir eser versin, biz de bir gü-zel masaya yatıralım, edebi yönden inceleyelim. Nasıl günümüzün
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
AydınlıkBU SAYIDA
36KİTAP
TANITILIYOR
14 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 42
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1391
İnsana karşıcepheden bakmak
Türk ÇağdaşlaşmasınınKadın Tahayyülü
Ananın yazısıkızaymış
Aradakalanlar
Özgürlüğün bedelive körlük
“Star değil, emekçiyim”
Türkan Şoray’la, kitabı“Sinemam ve Ben” üzerine
İsterdik ki Orhan Pamuk bugünlerde yeni bir eser versin, biz de bir gü-
zel masaya yatıralım, edebi yönden inceleyelim. Nasıl günümüzün en bü-
yük eleştirmenlerinden Tahsin Yücel yaptıysa öyle irdeleyelim yeni eseri-
ni. Yakında “Kafamda Bir Tuhaflık Var” isimli kitabının çıkacağı söyle-
niyor. Kitap henüz ortada yok ama tuhaflık çok; Orhan Pamuk ve ben-
zeri dört yazarın Esad’a açık mektubu Fransız Liberation gazetesinde ya-
yımlandı. Her ortamda insan hakları, demokrasi gibi lafları diline dola-
yanlar bu kez ölüm naraları atıyorlar. Pamuk, mektubunda Esad’ı açık-
ça tehdit etmekten çekinmiyor. “Dikkat et, sonun Kaddafi gibi olur” di-
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç
Editör: Pınar Akkoç
Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı
Sahaf: Gizli belgelerdekiİsmet Paşa politikaları
Marsilya rıhtımındaki Fransız işçi: “İnönü,milletini harp cehennemine sokmadı.”
Umudun ve direncin şairi:Hüseyin Haydar
Kadir Aydemir’le “Tuhaf AlışkanlıklarKitabı” üzerine söyleşi:
Kapak: Türkan Şoray Aydınlık Kitap’a ko-nuştu: “Star değil, emekçiyim”
Oyuncu ve yazar Yılmaz Gruda, “Sul-
tan Abdülaziz Vak'ası” isimli yeni romanıyla
okuyucuyla buluştu. Bilgi Yayınevi’nden çı-
kan kitapta Sultan Abdülaziz’in intihar mı
ettiğini yoksa suikaste kurban gittiğini mi
sorgulayan Gruda, kitabının kapağında da
belirttiği üzere “çağcıl, hızlı yaşama uygun
ancak piyasadaki romanlara karşı-roman”
yazdığını belirtiyor. Sultan peki öldü mü öl-
dürüldü mü? Cevabı okuyucuya bırakmak
en iyisi.
Yılmaz Gruda’nın bu romanı ilk kitabı
değil. Daha evvel yayımlanan “Bir Başka O
- Oratoryo”, “Marathon ‘Bir Uzun Koşu’ ”,
“Çarmıhtaki Yeni Mehmet”, “Bir Çürümüş
Kent Belgeseli” ve “Şu Bizim Tiyatro-
muz” gibi eserleriyle tanıdığımız Gruda,
aynı zamanda Attila İlhan ile beraber şiir-
de mavi hareketinin öncülerindendir. Tür-
kiye’de ilk kez “Çağdaş Meddah”ı sahne-
ye koymuştur. Tiyatro oyunları yazan ve çe-
viriler de yapan Gruda’nın eserlerinde ge-
leneksel Türk tiyatrosundan izler ve Çe-
hov’dan etkiler görmek mümkündür.
Romanın konusu belirtildiği üzere Sul-
tan Abdülaziz’in ölümündeki sır perdesini
aralamak ve bunu yapan ana karakterleri-
miz de Abdülhamid devrinin vakanüvisle-
ri Tarih Efendi ile Kâtip Efendi. Her iki ka-
rakter de Abdülaziz devrinde de görevle-
rini sürdürmüş ve padişahla çalışma imkâ-
nı bulmuştur. Hatta kendileri de tarihe pa-
dişahın intihar ettiğini yazmışlardır, on
dokuz doktordan alınan rapor doğrultu-
sunda… Ancak Abdülhamid döneminde
Yıldız Mahkemeleri ile beraber olayın tek-
rar sorgulanması ve Tarih Efendi’ye araş-
tırması için emir verilmesi ile Tarih Efen-
di’nin de içine kurt düşer. Tarih gerçekten
nasıl yazılır?
“Tarihin onda dokuzunu egemen yazdı-
rır. Cesaretin varsa sen yazarsın! Tıpkı bir sa-nat yapıtı gibi! Bir başına belge toplar, tanıkdinlersin. Ama boşunadır! O kelle koltuktayazdıkların ya elinden alınıp yok edilir ya daarşivlerin insana geçmez, el değmez raflarınbirinde toz-ufak olmaya bırakılır… Üstelik buegemeni de, ortalıkta dolaşan yöneticiler fi-lan sanırsın!”
Yani yazar esas olarak romanda tarihin
ele alınışını ve tarih yazımındaki yanlılığı
yansıtmakta. Zira Tarih Efendi tarihi ya-
zarken şüphe duymamış ve sorgulamadan
eldeki görünür verilerle yetinmiştir. Hem de
yanı başında gerçekleşen bir olayda! Hal-
buki sultanın karakterini bilecek kadar ya-
kınındadır. Sultanın intihar edip etmeye-
ceğini raporlara rağmen bilebilecek du-
rumdadır.
Yazar, tarihin oluşumuyla ilgili vurgu-
lardan sonra değişimin ve getirilen yeni-
liklerin yerleşmesinin zorluğunu sultanın
ölümü ile beraber sorguluyor. Zira sultanın
ölümü ile kimlerin fayda sağlayabileceğini
irdeleyerek, sultanın getirdiği yenilikleri tek
tek hatırlatıyor. Bu hatırlatmaların peşi sıra
Osmanlı’daki yenilikçi padişahlarının, mo-
dernleşmeye çalışmaları sebebiyle ölüme
gittiğini gözler önüne seriyor ve değişimin
daimi zorluklarını anımsatıyor bizlere.
Sonuç olarak roman, son dönemde ol-
dukça tartışılan ve dizilere, filmlere ve ki-
taplara konu olan Osmanlı İmparatorluğu
ile ilgili bir karşı-roman niteliğinde. Yazar,
Osmanlı padişahından yola çıkarak esas ola-
rak tarih algımızı ve modernleşmeye, daha
ileriye gitme çabasındaki her insanın kar-
şısına çıkan sindirilmenin ölümle sonuç-
lanmasını, faile meçhule gitmesini anım-
satıyor tekrardan.
(Sultan Abdülaziz Vak’ası,Yılmaz Gruda, Bilgi Yayınevi, 167 s.)
“Tarihin onda dokuzunu egemen yazd�r�r. Cesaretin varsasen yazars�n! T�pk� bir sanat yap�t� gibi! Bir ba��na belgetoplar, tan�k dinlersin. Ama bo�unad�r! O kelle koltukta
yazd�klar�n ya elinden al�n�p yok edilir ya da ar�ivlerin insanageçmez, el de�mez raflar�n birinde toz-ufak olmaya b�rak�l�r”
Faili meçhul padişah14 ARALIK 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Türk siyasi tarihinin mücadele çizgisine uygun olarak erkekler gibi kad�nlar da kurduklar�dernekler ve ç�kard�klar� gazete-dergiler arac�l���yla hak arama mücadelesine giri�mi� ve
toplumsal alana at�ld�klar� oranda da ba�ar�l� olmu�lard�r
�NSAN �U YA DA BU�EK�LDE UNUTAMAZSAHAYATTA KALAMAZ
Ve “Unutmak”... “İnsan unut-
mak zorundadır. Ama bu unutmanın
kendisi değildir. Unutmak yoktur.”
diyor İnci Aral. Hep zor bir hayatı ol-
muş İnci Aral’ın. Çok küçük yaşta
babasını ve babasının ölümünün
üzerinden birkaç sene sonra da an-
nesini kaybetmiş. Üç kardeş ayrı ayrı
şehirlerde büyümüş. Halasının ve
eniştesinin yanında büyüyen yazarı-
mız evin en küçük çocuğu olmasının
verdiği rahatsızlığı hep duymuş ha-
yatında. Belki de en çok kızgınlığı an-
nesine duymuş yaşamı boyunca, la-
kin bu kızgınlığın temelinde aslında
ona olan sevgi, özlem ve hasret yat-
makta olmuş hep.
Ne trajedidir ki yazarımızın an-
nesinin de İnci Aral’ın hayatına çok
benzeyen bir hayatı olmuş. O da ev-
lenmeden önce küçük denilebilecek
bir yaşta annesini ve babasını kay-
betmiş. Okudukça annemin sözünü
yâd edemeden duramadım. Ananın
yazısı kızaymış...
Ve aslında okudukça yazarımızın
unutmaya çalıştığı birçok şeyi ger-
çekten unutmak istemediğinin far-
kına varıyorsunuz. Çünkü unutma-
ya çalıştığı birçok şey onun çocuk-
luğuna ait. Yazarımız yaşadığı olay-
ları anlatırken bir taraftan da o dö-
nemin koşularını ayrıntılı olarak
anlatıyor bizlere. Bu da kendimizi
onun yerine koyabilmemizi ve olay-
ları o günün koşulları içinde değer-
lendirerek daha aklıselim şekilde de-
ğerlendirme yapabilme imkânı sağ-
lıyor biz okurlara.
BEN�M CENNET�M VECEHENNEM�M YAZININ��NDE
Zor hayat koşullarına rağmen
okumayı hiç bırakmamış İnci Aral.
Taşındıkları bir evin çatı katında bul-
duğu kitaplar onun hayatının dönüm
noktası olmuş. Her ne olursa olsun,
ne yaşarsa yaşasın okumaya devam
etmiş. Durmadan, dinlenmeden
okumuş. Ve onun bu tutkusu mes-
leği olan resim öğretmenliğinden ya-
zarlığa kadar taşımış.
“İflah olmaz bir yazma tutkusu-
nun acınası kölesi gibi hissediyorum
kendimi. Nasıl öldürücü bir zehri
seçmiş olduğumu bilen ağır madde
bağımlısı biri gibi...”
Lisede ve öğretmen okulunda
uzun uzun mektuplar yazmış İnci
Aral arkadaşlarına. Aşkı anlatmanın
en uygun yöntemi olarak görmüş
çoğu zaman yazmayı. Karşındakine
söylemek istediklerini anlatamadı-
ğında hep yazmayı seçmiş çünkü
böylelikle daha kolay anlatabiliyor-
muş hissettiklerini karşısındakine.
Hatta yaptığı ilk evliğin temelini
yazdığı mektuplar oluşturuyormuş.
Yazmayı şöyle tanımlıyor usta ya-
zarımız: “Gerçekten başkalarının
ne dediğine ve yergilere olduğu ka-
dar övgülere de fazla önem verme-
mek gerekir, çünkü alkışlar en küçük
hatada yuhalamaya dönüşebilir. Yaz-
mak güncel bir uğraş değil, uzun yol
hayalidir. Başarı gelir ya da gelmez,
hayal gerçek olur ya da olmaz, ye-
terince emek vermeden, işin çilesiyle
pişmeden ve güçlükleri sabırla yen-
meden bilemezsiniz bunu. Farklı
bakışlar, edebi anlayışlar olduğunu
da akılda tutmak gerekir. Birileri sizi
kendi tarzına yakın bulup beğene-
bilir, öteki de hiç beğenmez.”
Toparlamak gerekirse kitabı bir
haftadır başucumda tutuyorum ve
odamda benimle birlikte dolaşan bir
kişi daha var. Açtığım her yeni say-
fada kendi hayatımın bir anına tanık
oldum. Çok hoş sohbet bir dostumu
dinlemiş gibi hissediyorum kendimi.
Bu uzun saatlerce yapılan konuşma-
dan yorulmuş, lakin mutlu. İnci Aral
hayranları kitabı zaten bir an önce
okuyacaklardır, fakat benim sözüm
henüz onunla tanışmamış olanlara.
Kendinize bir dost daha edinin...
(Unutmak, İnci Aral, KırmızıKedi Yayınevi, 372 s.)
Ananın yazısı kızaymışKitab� söyle�i gözüyle okumad���n�zda bir roman havas� ya�atm�yor de�il. Çünkü �nci Aral’�n
hayat�ndan zaten bir roman ç�karm��. Ve okudukça siz de göreceksiniz ki zaten yazar�m�z�n bugünekadar ç�karm�� oldu�u tüm o be�endi�imiz eserlerde onun hayat�n�n belirli kesitleri yer al�yor
“Peri masalları çocuklara ejderhalarıngerçek olduğunu anlatmaz. Çocuklar onlarınvar olduğunu zaten bilir. Peri masalları ço-cuklara, ejderhaların da yenilebileceğinianlatır.”
G.K. Chesterton
Bir haftalık aranın ardından tekrar be-
raberiz. Nadiren de olsa yazımın ekte
bulunmadığı haftalar için, özellikle köşe-
yi düzenli takip eden okurdan özür dile-
rim. Nedenlerini sıralamaya gerek yok. Ge-
nel olarak, kitap fuarının da bitmesiyle yeni
yayımlanan eserlerde bir durgunluk ya-
şandığını belirtmek gerekir. Madem bir
hafta kaybettik, telafi edelim. Bu hafta
farklı tatları ve farklı okuma serüvenleri-
ni sunan üç kitabı beraberce inceleyeceğiz.
BAS�T D�YALOGLAR VEHAVADA KALAN ÖYKÜLER
Vakit kaybetmeden, ilk kitaba geçelim.
İlk kitabımız Maceraperest Çizgiler’den
(Oğlak Yayınları) bir çizgi-roman. Al-
man çizgi-roman yazarı Peter Wiech-
mann’ın kaleme aldığı (aynı zamanda
Andrax ve Dietrich von Bern adında iki
farklı seri ile Thomas der Trommler’in de
aralarında bulunduğu bir hayli fazla sayı-
da çizgi-romanın yazarıdır) ve İspanyol Ra-
fael Méndez’in çizdiği Hombre. 2 ciltten
oluşan serinin yayımlanan ilk cildinin ter-
cümesini Kerem Sanatel üstlenmiş. Çevi-
ri oldukça kolay bir okuma sunmasına kar-
şın, Alman bir yazarın kaleme aldığı ve be-
nim de Almanca (ve bir kaynakta da İs-
panyolca ve Fransızca tercümelerine ulaş-
tım) dışında bir baskısına ulaşamadığım
çizgi-romanın, ciltte bulunan “İtalyanca as-
lından çeviren,” ibaresi biraz tuhaf ve
sorgulamaya yol açacak bir ibare olmuş.
Serinin yayın hakları ise ilk olarak Ervin
Rustemagiç tarafından Bosna-Hersek’te
kurulan, fakat savaş sonrası Slovenya’ya ta-
şınmak zorunda kalan SAF’ın (Strip Art
Features) elinde bulunuyor. İngilizce ter-
cümesine rastlamadığım,
2009 yılı gibi yakın bir za-
manda oluşturulan, wes-
tern çizgi-roman Hom-
bre’yi keşfettikleri ve dili-
mize kazandırdıkları için
Oğlak Yayınları’nı kutla-
yalım. Çizgi-romana gelir-
sek, her ne kadar Wiech-
mann’ın vahşi batı tarihi ve
öyküleriyle ilgili engin bir
birikimi olduğunu bilsek
ve fark etsek de öykücülü-
ğünün pek de elle tutulur
yanı olduğunu söylemek
mümkün değil. Bir çizgi-
roman için bile fazlaca ba-
sit kaçacak (hatta pek çok gerçek-dışı iz-
leğin peşini süren western fumettilerde bile
rastlayamayacağınız kadar yalın) diya-
loglarını göz ardı etsek dahi, bu sefer de
öykülerinin izlediği yol ve çözümlemele-
rinin havada kalmışlığına takılıyoruz. Cid-
di anlamda bir çizgi-öykü senaryosu oluş-
turmak yerine, aklında kalan vahşi batı öy-
külerinin çarpıcı olabilecek doneleri et-
rafında gezinip duruyor gibi bir izlenim söz
konusu. Yazarın, okurun serüvenine yap-
tığı tek katkı, öyküler arasında sunduğu
okuma parçaları. Bu parçaları okurken ke-
yif aldığımı ve hiç olmazsa öyküleri imgesel
anlamda okurun bir yerlere oturtmasına
yardımcı olduğunu söylemeliyim. Rafael
Méndez’in çizimi ve anlatımı ise yazarının
aksine olağanüstü ve açıkçası Hombre’yi
okumaya iten, taşıyan ana faktör de Mén-
dez’in sanatı. Biraz ağır olabilir belki ama
eleştirmenin gereği olarak o kadar da söz
söyleme hakkımız bulunsun; kişisel görü-
şüm, Weichmann’ın bir yazar olarak Mén-
dez gibi bir çizeri kesinlikle hak etmediği
yönünde. Hombre harika sanatıyla, yeni bir
western arayışındaki çizgi-roman okuru-
nu bekliyor.
YEN�DEN MASALLARLABULU�MAK
İkinci kitabımız, Ev-
rensel Basım Yayın’dan.
Melek Özlem Sezer imza-
lı “Masal Masal Matitas”
kitabı. Yazarının derlediği,
başlıklara böldüğü ve har-
manladığı, yetişkinlere yö-
nelik bir masal antolojisi.
En azından iddiası bu yön-
de. Halbuki yazarının da üs-
tünde durduğu, masalların
sadece çocuklar için olma-
dığı yönündeki serzenişin-
deki haklılığı kadar, çocu-
ğun anlayabileceği her-
hangi bir kitabın da aynı zamanda çocuk-
lar için de olabileceğinin ayırdına varmak
gerekir. C.S. Lewis’in “sadece çocuklar ta-
rafından keyfine varıla-
bilecek bir çocuk öyküsü,
zerre kadar bile iyi bir ço-
cuk öyküsü değildir,”
sözlerini hatırlayalım.
TRT Radyolarına ma-
sal programları da ha-
zırlamış olan 1971 do-
ğumlu Melek Özlem Se-
zer’in şiir (Derin, Yusuf
ile Zeliha, Söğüt Sefası
Meyhanesi, Söğüt Sefa-
reti, Sözcük Dülgeri Ali),
çocuk (Yokoko, Sincap
Evi, Sakız Çiğneyen Kedi
vb.) kitapları ve bunların
yanında “Masallar ve
Toplumsal Cinsiyet” adında bir inceleme
kitabı bulunuyor. Masalların yetişkin ha-
yatına nasıl etki ettiği ile ilgili fikirlerine ki-
Özgürlüğün bedeli ve körlük“Köleli�in ilgas� evrensel özgürlük idealinin mümkün olan tek mant�ksal sonucu olsa da, kölelikdevrimci fikirler, hatta Frans�zlar�n devrimci eylemleri sayesinde de�il, bizzat kölelerin eylemleri
(Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih,Susan Buck-Morss, Metis Yayıncılık,
Çev: Erkan Ünal, 176 s.)
Yazarın, başka bir eserini de Türk-
çeye çeviren Tuncay Birkan, “Hegel
ve Haiti”yi Özge Çelik ile birlikte ya-
yıma hazırlamış. Eserin çevirisini ise
Erkal Ünal yapmış. Böylesine zor bir
eseri böyle duru bir Türkçeyle okumak
gerçekten bir şans. Çeviride karşıla-
şılan güçlüklerin (yazarın kullandığı
kimi terimlerin tarihsel imlemlerini
okuyucuya sezdirme sorunu) gideri-
lebilmesi için fazlaca dipnot kullan-
mak gerekebilirdi. Kendi payıma böy-
lesi bir düzenlemeyi isterdim ancak
eserin özgün haliyle Türkçesini kar-
şılaştırınca böyle bir düzenlemenin ki-
tabın Türkçe baskısını şişirmesi kaçı-
nılmaz olurdu. Söz konusu sorunlara
bir örnek vermek için “boudoir” söz-
cüğünün “özel oturma odası” şeklin-
de çevrilmesine dikkat çekmek isti-
yorum: Fransızca boudoir sözcüğünün
işaret ettiği oda tipi, bildiğim kadarıyla,
Türk kültürüne ve tarihine oldukça ya-
bancı. Bu ve bunun gibi terimlerin,
sözcüklerin anlaşılabilmesi için ol-
dukça uzun dipnotlara gerek olabili-
yor. Benzer bir durum, yazarın andı-
ğı bölgeler, halklar ve yasalar için de
geçerli. Bu örneklerle yazıyı daha
fazla genişletmemek için böylesi bir ki-
tabın çevirisinin zor olduğunu söyle-
yerek bu bahsi kapatalım.
“ABD’li yazar ve akademisyen
Susan Buck-Morss, Cornell Üniversi-
tesi, Kamu Yönetimi bölümünde Si-
yaset Felsefesi ve Toplumsal Teori, Sa-
nat Tarihi bölümünde de Görsel Kül-
tür dersleri vermektedir. Frankfurt
Okulu, özellikle de Adorno ve Ben-
jamin’in eserleri hakkındaki özgün
çalışmaları çok yankı uyandırmış ve bir-
çok dile çevrilmiştir. Metis’te “Rüya
Alemi ve Felaket” (2004) ve “Gör-
menin Diyalektiği” (2010) adlı eserleri
yayımlanmış. Yazarın bir başka eseri
“Küresel Bir Karşı Kültür” adıyla
Versus tarafından 2007 yılında ya-
yımlanmış. Buck-Morss ayrıca “The
Origins of Negative Dialectics: Theo-
dore W. Adorno, Walter Benjamin and
the Frankfurt Institute” (2007) adlı ki-
tabın yazarıdır.” (Kitaptan)
Çeviriye dair
Susan Buck-Morss kimdir?
11Aydınlık KİTAP
Türkan Şoray’ın 60’larda “Köyde Bir Kız Sev-
dim” filmiyle başlayan sinema serüveni bugün ona
“Türk Sinemasının Sultanı” ünvanını kazandırdı. Bu
süreçte onlarca kadın rolünü üstlenen Şoray, 70li yıl-
lara geldiğinde melodramların “salon kadını” rol-
lerinden mücadeleci, emekçi, baş kaldıran, edilgen
değil etken kadın rollerine geçiş yaptı. “Kamera” ve
“stop” sözcüğü arasında yaşanan onlarca hayat Tür-
kan Şoray’ın yaşamı. Yıldız oyunculuktan yorum-
cu oyunculuğa ulaştığında sinema artık Türkan Şo-
ray için bir “aşk”tı. “Dönüş” filmiyle erkek egemen
sinema sektöründe kadın yönetmen olarak yer bul-
du. Daha sonra yönettiği üç filmle de bu konumu-
nu sağlamlaştırdı. Sinema emekçilerinin hak mü-
cadelesinde başı çekenlerden oldu. Sansür, telif hak-
ları, çalışanların sigorta hakkı gibi konular üzerine
kurulan örgütlü mücadelenin içindeydi. Onun
ağzından sinema serüvenini dinlediğimiz “Sinemam
ve Ben” isimli kitabı Sultan’ın
bir “güzellik fenomeni”nin öte-
sinde olduğunun en güzel ka-
nıtı. Seyircisine sarılmaktan
korkmayan, sinema uğruna her
türü zorluğa göğüs germiş, oy-
nadığı karakterlerle gönlümüze
taht kurmuş olan Türkan Şo-
ray'ın kendiyle barışık, dalga ge-
çer hali ve mizahi yönü kitapta
dikkat çekiyor. Bütün şaşaalı ya-
şam sunusuna rağmen sadelikte
kendini ifade etmeyi seçmiş, şöh-
retin rüzgarına kapılmayıp mü-
tevazılığını muhafaza edebilmiş,
geldiği noktada kendi emeğinin ve
terinin yanında seyircinin de payı
olduğunu en derininden görebil-
miş nadir sanatçılardan. Yapma-
cıklığın ve yabancılaşmanın giderek arttığı günü-
müzde “samimiyet” sözcüğü oldukça değer kaza-
nıyor. Kitabı okuduğumuzda Türkan Şoray'ın bu ka-
dar sevilmesinin anahtar sözcüğü “samimiyet” ola-
rak karşımıza çıkıyor.
“Oyuncu öncelikle kendini tanımalı, kendi ek-
siklerini, zaaflarını bilmeli, en önemlisi egosunu yok
etmeli, sırça köşkte yaşamamalı, toplumda yaşa-
nanlara, kendi dünyası dışında yaşanan dramlara du-
yarlı olmalı, sorgulamalı, meraklı olmalı, kültürel bi-
rikime sahip olmalı. Ben de sanatımla olduğu ka-
dar kişiliğimle de oyuncu sıfatını taşımalıydım,” di-
yor Türkan Şoray kitabında. “Bana hayatı tanıtan
oyunculuğu bir yaşam felsefesi olarak benimsedim,”
diye de ekliyor.
Aydınlık Kitap olarak “Türk Sinemasının Sul-
tanı” Türkan Şoray ile son kitabı “Sinemam ve Ben”
üzerine konuştuk.
“BU K�TAP BEN�M SEY�RC�LER�MLESOHBET�MD�R”
Türkan Şoray’ı başkalarının kaleminden oku-muştuk fakat ilk defa sinema hayatınızı sizin ka-leminizden okuyoruz. Sinemadan sonra kitapdünyasında da bir Türkan Şoray imzası görüyo-ruz. Size bu kitabı yazdıran neydi?
Ben sinemamı yazdım. Benim buradaki amacım
şuydu; bana yıllardır filmlerimi nasıl çevirdiğim so-
ruluyor, ben de anlatıyorum başıma şunlar geldi, bun-
lar oldu diye. Bu kitap benim seyircilerimle bir soh-
betimdir. Aslında edebiyat ve sine-
ma temelde aynı şeyler. Dünyayı an-
lama, anlatma, kendini ifade etme,
hayatta biriktirdiklerini ifade etme
sinemada kamerayla perdeye ak-
tarımla oluyor, yazar da anlatmak
istediklerini kalemle kağıda akta-
rıyor. Bu kitapta ben kendimi ifa-
de etmeye çalıştım, sinemamı an-
latmaya çalıştım. Sinemanın benim
için ne ifade ettiğini, hayatımı na-
sıl etkilediğini bütün samimiye-
timle yazdım. Yani ben yazar
dünyasındayım gibi bir şeyi ke-
sinlikle söylemiyorum. Zaten bu
kitabın ne edebi bir değeri var, ne
de benim bir yazarlık amacım var.
Ben kesinlikle böyle bir şey at-
fetmiyorum bu kitaba. Devrik
cümleler, yarım cümleler ile doğal
bir akış var. Aman çok güzel cümleler olsun, şöyle ede-
bi olsun diye hiç düşünmedim. Benim yazar dünya-
sına girmem gibi bir şey mümkün değil. Ülkemizde
saygı duyduğum çok değerli yazarlarımız var, asla o
alana girme gibi bir hedefim olmadı, haşa yani. Be-
nim mesleğim sinema. Sinema anılarımı ve sinemayla
büyüyen kendimi anlattım ben.
“DÜ�LED���M BUYDU”Kitabı okuyan sevenlerinizle son dönemde sık
sık imza günlerinde buluşuyorsunuz. Tüyap, An-kara Kitap Fuarı, çeşitli kitabevlerindeki imza gün-leri... Muazzam bir ilgi var bu günlere. Neler his-
“Bu kitap benim seyircilerimle bir sohbetimdir. Asl�ndaedebiyat ve sinema temelde ayn� �eyler. Dünyay�
anlama, anlatma, kendini ifade etme, hayattabiriktirdiklerini ifade etme sinemada kamerayla perdeye
aktar�mla oluyor, yazar da anlatmak istediklerinikalemle ka��da aktar�yor. Bu kitapta ben kendimi ifade
etmeye çal��t�m, sinemam� anlatmaya çal��t�m.”
14 ARALIK 2012 CUMA12 Aydınlık
TÜRK SİNEMASININ “SULTAN”I TÜRKAN ŞORAY İLE “S
“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi
settiriyor bu size?Düşlediğim buydu. Yani yıllarca filmlerimi sey-
reden o seyirciyle buluşmak, onların kalbine do-
kunabilmek, onlarla göz göze gelebilmek... Kitap
buna imkan sağladı. Benim için bu imza günleri
mutluluk kaynağı. Seyircilerimle o kadar mutlu-
luk yaşıyorum ki. Birbirimize sarılıyoruz hasret gi-
deriyoruz. Öyle özel bir bağ ki onlarla aramızda
var olan. O yüzden bu günler benim için unutul-
maz ve heyecan verici günler oluyor.
“KIRGINLIKLARI �Ç�MDEHALLETT�M”
Peki her şeyi anlattı mı Türkan Şoray bu ki-tapta? Yoksa meslek hayatında olan bazı kır-gınlıkları, anlaşmazlıkları ya da özel hayatına dairparçaları kendine mi sakladı? Bir otosansürdenbahsedebilir miyiz?
Şimdi öncelikle şunu söylemek isterim, bu be-
nim özel yaşamımı anlattığım bir kitap değil. Ben
özel yaşamımı yazmayı düşünmem. İnsanın ken-
dine saklayacağı birtakım şeyleri, bir mahremiyeti
olmalı düşüncesindeyim. Kitapta yer yer özel ya-
şama dokunuluyorsa da, sinemamdan dolayıdır.
Hayatımın o dönemi sinemayla bağlantılıdır ve o
yüzden yazmışımdır. Örneğin mesleğimden ayrı
kalmışımdır ya da mesleğimin bana kattığı gü-
zelliklerdir. Bu çerçevede özel hayatımdan parçalar
var. Sinemanın özel yaşamıma değdiği dönem yani.
Meslek yaşamım için bakarsak da, herkesin ka-
riyerinde mutlaka iniş çıkışlar, kırıcı olaylar, üzen
olaylar olmuştur. Benim de kolay olmadı tabi si-
nema hayatım. Tek başınıza bir mücadele veri-
yorsunuz. O dönemde de beni üzen tatsız olaylar,
kırıldığım insanlar oldu tabii ki. Zaman zaman ba-
zıları anılarını yazıyorlar, yirmi sene önce olmuş bir
şeyi böyle pat diye gündeme getiriyorlar. Ben
bunu gereksiz buluyorum. Kötü şeyler yaşanmış-
sa bile, yıllar sonra o insanı yargılamaya, rencide et-
meye gerek yok. Bunlar benim karakterime uygun
şeyler değil. Onun için ben, empati kurabiliyorum,
affediciyim. Yani bazen çok affedemesem bile içim-
de halletmeye çalıştım. Ayrıca ben hayata ve in-
sanlara sevgiyle bakan biriyimdir. Bu meslekte ol-
duğu gibi tabii her meslekte olabilir böyle şeyler.
Hatta benim mesleğimde en az olur herhalde diye
düşünüyorum. Çünkü biz yıllarca sinema dünya-
sında birbirimize o kadar kilitlendik ki. Benim sev-
gi dünyasındaki sevgi sözcüklerimin hepsi gerçek-
tir, hepsi yüreğimdendir. Çok köklü aile bağlarımız
vardır bizim sinemada. Bazen birbirimizi görme-
sek de o benim canımdır, ben onun canıyımdır. Böy-
Türk Sinemasının Sultanı ünvanıyla yıllardırşöhretin zirvesindesiniz, fakat halkınıza sarıl-maktan hiç vazgeçmediniz. Sanatçının toplum-daki konumu ve şöhreti doğru sindirmesi konu-sunda neler düşünüyorsunuz? Özellikle egoları-mızın bu kadar kaşındığı bir dönemde siz bununasıl başardınız?
Aslında şöhret tabii çok tehlikeli bir olgu. Eğer
“ben şöhretim” duygusuna kapılırsanız, zaten o bir
süre sonra biter, şöhret kalıcı bir şey değil. Ben ken-
dimi hiçbir zaman şöhretliyim diye görmedim.
Ben mesleğimi seviyorum, mesleğime emek veri-
yorum, mesleğime aşığım. Ben bir “star” değil, bir
“emekçi”yim. Çünkü ben emek veriyorum sinemeya.
On sekiz saat çalışıyorum, dağlarda, kar, tepe, so-
ğuk demeden. Güneşin kavurucu sıcağının alnın-
da çalışıyorum. O zaman ben de bir emekçiyim.
Bir de şu var tabii; on dört, on beş yaşlarım-
da tanınmaya başladım ben ve “şöhret olacağım,
star olacağım” gibi bir hedefim hiç olmadı, şöh-
ret nedir bilmediğim için ve dolayısıyla süreç içe-
risinde şöhret ile tanıştığım için, anlayamadım tam
olarak şöhret miyim neyim (gülüyor) Böylece
onunla bütünleştim, kaynaştım, bu benim hayat
tarzımmış demek ki dedim. Çünkü birdenbire şöh-
ret ile tanışanlar “ayy ben neymişim” havasına gi-
rebiliyor. Ben bir anda şöhret olmadım. Daha ha-
yatı tanımadığım, kişiliğimin gelişmediği dö-
nemlerde, kendimi keşfederken hepsi birbirine
kaynaştı, ben onu üstüme yavaş yavaş giydim. Bir
de beni mutlu eden tanınmak, çok para kazanmak,
süslü elbiseler giymek, lüks arabalara binmek de-
ğildi. Tanınmaya başlayınca fark ettim ki, bizlere
o şöhreti veren seyircidir ve ben seyircimle sev-
gi bağımı keşfettim böylece. Demek ki şöhret gü-
zelmiş dedim, yani benim için şöhret para, pul,
şaşaalı yaşam değil, seyircimin sevgisidir.
�LK VE SON Başka bir kitap daha gelir mi Türkan Şo-
ray’dan?Sanmıyorum. Herhalde hayatta ilk ve son ki-
tabım bu olacak.
Nezaketiniz ve zaman ayırdığınız için çok te-şekkürler Türkan Hanım.
Ben teşekkür ederim, bütün Aydınlık çalı-
şanlarına sevgilerimi yolluyorum.
(Sinemam ve Ben, Türkan Şoray,NTV Yayınları, 388 s.)
14 ARALIK 2012 CUMA 13lık KİTAP
“SİNEMAM VE BEN” ADLI KİTABI ÜZERİNE KONUŞTUK
im”im”im”im”im”im”im”im”im”
Damla Yaz�c�Türkan �orayile birlikte
KAPAK
“80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve “90’lar
Kitabı” gibi bir hayli ilgi gören kitaplar ka-
leme alan Kadir Aydemir, bu kez “Tuhaf
Alışkanlıklar Kitabı” ile okurlarının karşı-
sında. 80’ler kitabı 90; 90’lar kitabı ise 111 ya-
zara sahipti. Bu son kitap ise 126 kişilik ya-
zar kadrosuyla bir rekor kırdı. Tuhaf olma-
sının yanı sıra bir o kadar da neşeli takıntı-
ların bir araya geldiği bu kitap okurun yüzüne
bir gülücük konduruyor. Neşeli ve moral ve-
ren bir kitap ortaya koymayı hayal ederek
derlenmiş kitaptaki tüm yazılar. İyi kötü, acı
tatlı, komik ya da ilgi çekici pek çok takın-
tının bu kitapta bir araya geldiğini belirten
Aydemir; “Türkiye’nin içinde bulunduğu
saçma sapan dönemde, her şeyin çiğnenip in-
sanların özgürlüklerinden edildiği, üçüncü
sayfa haberlerine ya da magazine hapsedil-
diğimiz bu yıllarda kırık bir gülümseme de
olsa yüzümüzde, insanlar neşelensin iste-
dim… Tabii bir yönüyle hem psikolojik
hem de sosyolojik bir çalışma ‘Tuhaf Alış-
kanlıklar Kitabı’” diyor…
Öncelikle böyle “tuhaf bir kitap” hazır-lama fikri nasıl doğdu diye sormak istiyo-rum. Kitabın ortaya çıkış hikâyesini dinle-yebilir miyiz?
Bugüne dek kurucusu ve editörü oldu-
ğum Yitik Ülke Yayınları için çok çeşitli ki-
taplar hazırladım; “Tuhaf
Alışkanlıklar Kitabı” da
zincirin şimdilik son hal-
kası oldu. “Cunda Öykü-
leri” ile başlamıştım çok
yazarlı kitapların ilkine,
20 küsür yazar bir ara-
daydı orada; zamanla
“Bozcaada Öyküleri”,
“Olimpos Öyküleri” der-
ken 2010 yılının sonunda
90 yazarlı dev bir kuşak
kitabı olan “80’lerde Çocuk
Olmak Kitabı”nı projelen-
dirip yayımladım. 80’ler ki-
tabı oldukça ilgi çekti, çün-
kü türünün ilk örneğiydi.
Sonrasında 111 yazarlı “90’lar Kitabı” oluş-
tu, o da oldukça ses getirdi. Bu iki kitap gün-
dem yaratıp gazete ve televizyon haberleri-
ne konu olunca yayınevimiz de tanınmaya,
bilinmeye başlamış oldu. Yitik Ülke proje-
si benim için büyük bir düş sonuç olarak...
Derken yayınevimiz için “farklı” ve “daha
önce yapılmamış” olmasını kerteriz alarak sü-
rekli kitap projeleri düşünen ben “tuhaflık-
lar” üzerine kafayı taktım. Yazarken, okur-
ken, birisiyle konuşurken hep bizimle bera-
ber olan, ikili sohbetlerimize neşe katan ga-
riplikleri, absürd alışkanlıkları zihnimde not
almaya başladım. “Tuhaf Alışkanlıklar Ki-
tabı-Beni hiç tanımıyorsun!” başlığıyla çık-
tı kitabımız. 126 yazar bir araya geldi ve sa-
nırım oldukça komik bir itiraflar kitabına
dönüştü bu eser.
Doğru kullanıldığında pek çok fayda, ko-laylık sağlıyor internet/sosyal medya. Hat-ta görüldüğü üzere bir kitap yazmaya bileolanak sağlıyor. Sosyal medyanın rolü çokbüyük bu kitabın hazırlanmasında… Bu sos-yal medya aşaması üzerine konuşabilir mi-yiz biraz?
Yitik Ülke, 1997 yılında internet üzerinde
kurulan ilk şiir/edebiyat penceresiydi desem
yeridir. Dal.net server üzerinde MiRC prog-
ramında #yitikulke sohbet kanalını açarak
çıktım bu yolculuğa. Aynı yıl Kadıköy’de bir
grup arkadaşımla beraber “BaşkA” isimli bir
şiir dergisini de yayına hazırlamaya başladım.
Sonra yavaştan web tasarımına merak sardım,
www.yitikulke.com sitesini 2000 yılında ku-
rup yayına açmamla işin rengi daha da de-
ğişti. Hayatımızda internet, bilgisayar, internet
kafe, modem gibi şeyler geniş
yer kaplamaya başlıyordu ve
Yitik Ülke’yi geliştirip daha ge-
niş kitlelere duyurmayı he-
defliyordum. Yitik Ülke in-
ternetin en çok izlenen ve zi-
yaret edilen şiir/edebiyat der-
gilerinden biri olmuştu. Ay-
larca elde şiir kitapları ve
dergiler, oralardan bakıp ba-
kıp şiirler, yazılar dizdim ve si-
teye ekledim. Sosyal medya
üzerinde kurulan ilk dergi-
lerden biri olan Yitik Ülke,
yine sosyal medya yani in-
ternet yayıncılığı üzerinden
basılı/matbu yayına geçen
kurulu “ilk yayınevi” olma özelliğini ka-
zandı. Bugünün dünyasında Twitter ve Fa-
cebook sayfalarımızda binlerce takipçimiz-
le yolumuza devam ediyoruz.
Nasıl seçtiniz bu 126 kişiyi; bu insanla-rın anlatabileceği tuhaf alışkanlıkları ol-duğunu biliyor muydunuz? İsimleri belir-leme sürecinden bahseder misiniz?
126 yazarın tamamını sosyal medya üze-
rinde Twitter’dan seç-
tim. Takip ettiğim ve
yazılarını, paylaşımları-
nı, tuttuğu bloglardaki
yazıları takip ettiğim in-
sanları tek tek davet et-
tim. Yazar seçiminde
dile ve üsluba dikkat et-
tim. Bazı arkadaşlar da
diğer yazarlarımızın
önerileriyle kitaba alın-
dı. Kitaptaki tüm isim-
lerle Twitter üzerinden
yazışıp maillerini aldım,
gerekli ön bilgileri pay-
laşıp projeye uygun ya-
zılar istedim. “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”
böyle dayanışma duygusuyla, tam da Yitik
Ülke’ye yaraşır şekilde ortaya çıktı.
Kitabın son bölümü çok ilgimi çekti; bu-rada Schiller, Balzac, Dickens, VirginiaWoolf gibi yazarların yazma sürecindeki tu-haflıklarına tanık oluyoruz. Kadir Ayde-mir’in yazmakla ilgili tuhaf bir takıntısı varmı diye sorsam?
Kitabın son bölümünü, yani ünlü yazar
ve düşünürlerin takıntılarını, garip alışkan-
lıklarını sevgili Güncem Topçu Güzel ha-
zırladı. Burada amaç Türkiye’den 126 yaza-
rın yanında dünyadan da bilenen isimlerin ne
gibi huylarının olduğunu okurlarımızla pay-
laşmaktı. Bu bölüm oldukça ilgi çekti diye-
bilirim.
Ne tuhaftır ki hiçbir tuhaf alışkanlığım ol-
madığını düşünüyordum. Ama kitabı oku-
maya başlayınca hiç de farkında olmadığım
tuhaf alışkanlıklarım olduğunun farkına
vardım. Bu kitap, çoğu insana böyle bir far-
kındalık kazandıracak, bir parça daha ken-
dini tanımasını sağlayacaktır desem abartmış
olmam sanırım…
Kitabın özelliği aslında neşeli takıntıla-
rın bir araya gelmiş olması. 126 yazarıyla sa-
nırım bir rekora da imza atan bir kitap oldu
“Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”. İyi kötü, acı tat-
lı, komik ya da ilgi çekici pek çok takıntı bir
araya gelmiş oldu bu kitapta. Kim ne hisse-
der bilmem ama ben neşeli, moral veren bir
kitap olması hayaliyle derledim tüm bu ya-
zıları. Türkiye’nin içinde bulunduğu saçma
sapan dönemde, her şeyin çiğnenip insanların
özgürlüklerinden edildiği, üçüncü sayfa ha-
berlerine ya da magazine hapsedildiğimiz bu
yıllarda kırık bir gülümseme de olsa yüzü-
müzde, insanlar neşelensin istedim… Tabii
bir yönüyle hem psikolojik hem de sosyolo-
jik bir çalışma “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”.
Umarım “80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve
“90’lar Kitabı” gibi sevilir, benimsenir ve za-
manlar üstü bir eser olup uzun yıllar okunur,
kitaplıklarda/kütüphanelerde saklanır…
Kitapta anlatılan bazı alışkanlıklar faz-lasıyla tuhaf ve insan gerçek olabileceğineinanamıyor; “yok artık” derken buluyor ken-dini. Kitapta paylaşılan alışkanlıklardan entuhaf bulduğunuz alışkanlık hangisi acaba?
Benim en tuhaf bulduğum alışkanlığı seç-
mek zor; hepsini beğendiğim ve ilginç bul-
duğum için kitaba aldım desem yeridir.
Ama sanırım Ece Dorsay’ın her şeyi tersten
okuması benim için en ilginçlerden biri.
Şimdi siz bir anda sorunca şaşırıp kaldım; bu
kitabı okuyanlar karar versin en ilginç ta-
kıntıya… 126 ayrı konu var sayfalarda, biri-
ni seçsem diğerlerinin hatrı kalır. Her kitap
gibi bu da benim ruhumun bur parçası.
Her sayfası, her yazısı özel.
Ufukta yeni bir kitap var mı? Belki de birşiir kitabı?
70. kitabına ulaşan Yitik Ülke Yayınla-
rı için yeni kitaplar hazırlıyorum, bu proje-
lerin neler olduğunu da www.yitikulke.com
sitemizde paylaşıp, yazılar yazan herkesi ki-
taplara davet ediyorum. Aşk öyküleri kita-
bının yanında bir de blog kitabı hazırlıyorum.
“Sonsuz Unutuş” adlı öykü kitabım birkaç ay
önce yayımlandı, ilk öykü kitabım “Aşksız
Gölgeler” de yeniden yayımlanacak. Bir
şiir dosyam var; hazır ama hâlâ sihirli bir isim
bulamadım… Bulamadım… 2013’ten umut-
luyum; Yitik Ülke için üretken, paylaşımcı,
güzel bir yıl olur umarım.
“Komik bir itiraflarkitabına dönüştü bu eser”“Yay�nevimiz için ‘farkl�’ ve ‘daha önce yap�lmam��’ olmas�n�
kerteriz alarak sürekli kitap projeleri dü�ünen ben ‘tuhafl�klar’üzerine kafay� takt�m. Yazarken, okurken, birisiyle konu�urken hep
bizimle beraber olan gariplikleri zihnimde not almaya ba�lad�m”ELİF ŞAHİN HAMİDİ[email protected]
Bizim kahraman�m�z ne“dudaklar�yla sevi�ipyumruklar�yla dövü�en”Mike Hammer’a, ne katilinsaç telinden ayakkab�numaras�n� ç�karan SherlockHolmes’e, ne de süreklikafas�na vurarak “grihücreler” diye say�klayanHercule Poirot’a benziyor
Kesitler Hasol kitab�nda, ya�ad�klar�n�anlat�rken yak�n tarihimizetan�kl�k ediyor. Güneydo�u’dahalk�n Coca-Cola’ya “karagazoz” deyi�inden k�rk y�ll�kmimarinin ad�n�n “Arkitekt”olarak de�i�tirilmesine kadarpek çok ilginç olay�an�msat�yor
Mimar, yönetici, kültür insanı Doğan
Hasol’un “İlginç Öyküler” alt-başlıklı “Mi-
marlar Dik Durur” kitabı 4. baskısını yap-
tı. Hasol, eski baskıları yeni öykülerle zen-
ginleştirdiği kitabında içinde yaşadığı çev-
renin insanlarını, onlarla ilgili anekdotları tat-
lı tatlı anlatıyor okurlara. Bir
geçit töreni adeta… Renkli si-
malar, ünlü şahsiyetler, Ha-
sol’un yakınları, dostları, ta-
nıdıkları vb. sıra ile geçiyor
okurun önünden.
M�MAR VE KENT Çoğumuz mimar dendi-
ğinde omuz silkip geçeriz.
“O da mesleklerden biri”
diye geçiririz içimizden. Oysa
mimar, içinde yaşadığımız
mekanları tasarlayan, yara-
tan kişidir. Mimar, modern
insanın içinde yaşadığı ve
sistemin içinden çıkılmaz
hale getirdiği dev mega-
kentte insanların toplu/bireysel serüveni-
nin bir bakıma şekillendiricisidir. Tasarı-
mı bizi mutlu edebilir, ferahlatabilir, ya da
tersi olabilir; yaratılan basık, kasvetli me-
kanlar yaşama sevincimizi etkileyebilir.
Hasol kitabında, İTÜ yıllarından baş-
layarak yaşadıklarını, gördüklerini anlatı-
yor. TBMM projesini kazanan ünlü Avus-
turyalı mimar Holzmeister’in yanında ça-
lıştığı günleri de anlatıyor, ressam Cihat
Burak’ı da; İTÜ’deki hocalarını da anla-
tıyor, Demirtaş C eyhun’un Adana’da be-
lediye başkanlığına adaylığını koyuşunu
da… Diğer bir deyişle, Hasol yaşadıkla-
rını anlatırken yakın tarihimize tanıklık edi-
yor. Güneydoğu’da halkın Coca-Cola’ya
“kara gazoz” deyişinden
kırk yıllık mimarinin adının
“Arkitekt” olarak değişti-
rilmesine kadar pek çok il-
ginç olayı anımsatıyor, dik-
katimize sunuyor.
Hasol’un öykülerinin
bazıları insanı gülümseti-
yor, bazıları öfkelendiri-
yor.
“Mimarlar Dik Durur!”
keyifle okunuyor.
Hasol her zamanki yu-
muşak, zarif üslübuyla
okurlara sıcak, yumuşak,
eğitici mesajlar veriyor.
“Anlayana sivrisinek saz, anla-
mayana davul zurna az”.
Bazı öyküler vinyetlerle, çizimlerle,
karikatürlerle, fotoğralarla süslenmiş. Ki-
tabın boyutlarından kaynaklandığı belli
olsa da, bazı çizimlerin, fotoğraflarının kü-
çük tutulmuş olması bir eksiklik olarak dik-
kati çekiyor.
(Mimarlar Dik Durur, Doğan Hasol,YEM Yayın, 176 s.)
CÜNEYT AKALIN
Mimar Doğan Hasol’ın hazırladığı
“Mimarlık Cep Sözlüğü”nün gözden ge-
çirilmiş 2. Baskısı çıktı.
TÜBA (Türkiye Bilimler Akade-
misi) için hazırlanmış Ansiklopedik Mi-
marlık Sözlüğü’nün damıtılmış bir özü
niteliğindeki “Cep Sözlüğü”, temel mi-
mari kavramların yanısıra, kavramları
açan çizimlerle ve fotoğraflarla des-
teklenmiş. Baskı temiz, özenli anlatım,
okumayı kolaylaştırıyor.
1998’de İTÜ tarafından “fahri dok-
tor”, 1999’da Yıldız Teknik Üniversite-
si tarafından “onursal doktor” ünvanı-
na layık görülen, 2000’de Mimarlar
Odası’nca “Mesleğe Katkı Başarı Ödü-
lü” ile ödüllendirilen görmüş geçirmiş
mimar, yayıncı Doğan Hasol’ca hazır-
lanan sözlük, hem teknik kişilerin ihti-
yaçlarına karşılık veriyor hem de mi-
marlık konularına genel olarak ilgi du-
yanlara yol gösteriyor.
“Mimarl�k Cep Sözlü�ü”
14 ARALIK 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP
Birçok şair ilk şiirlerine uzak du-
rur. Bunun nedeni bu şiirlerin fazla-
sıyla acemilikle yüklü olması ya da şai-
rimizin ilk şiirlerinden sonra sanat ve
estetik anlayışının değişmesidir.
Hüseyin Haydar ilk şiir kitabıyla
ödül almış şairlerdendir. İlk kitabıy-
la 1981 Akademi Kitabevi Şiir Ödü-
lü’nü kazandığı kitabının 2012’de
yapılan ikinci baskısıyla Troya Folk-
lor Araştırma Derneği ödülünü al-
ması şiir adına hem not edilecek bir
gelişme hem de Hüseyin Haydar şii-
ri adına belirleme olanağı sunan bir
durumdur. Demek ki Hüseyin Hay-
dar ilk şiirlerinden itibaren disiplin-
li bir çalışma içindedir. Sanatta ser-
keşlik değil esas olan disiplindir.
Şairimizin ilk eseri olan “Acı
Türkücü”, Türkiye toplumsal tarihi-
nin özel bir kesitinin türküsüdür.
Devrimci halk muhalefetinin devle-
tin bütün militarist aygıtları kullanı-
larak ve faşist yöntemlerle bastırıldığı
bu dönemin türkücüsünün görevi
de tabii ki acıların estetik tarihini şiir
sanatı üzerinden yansıtmaktır:
“Gece üstüme attı ölüm ağını, Hangi yana dönsem ağu yağmuru. Artık içime akıyor kanım, Acı, göğsümde unuttu bıçağını. Bağışlamasınlar isterse beni, Yakıyorum işte sevgilerimi. Gençliğime aldanmasınlar sakın, Gençliğim hasat mevsimi. Doldurdum içime isyan günlerini, Göğsümüz çatlamış acı küpü. Damlar duru yiğitlik yollara şıp şıp Dalına yabancı incirin sütü. Ben bir acı türkücüyüm, Taşıdığım acı yükü.”
Fakat kendi döneminin belirgin
eğiliminin aksine onun şiirinde hüz-
nün dozu oldukça düşük, direncin
sesi ise yeterince diktir. Söyleyişindeki
bu farklılık, anlatımındaki sadelik ve
şiirselliği, bu sadelik üzerinden sağ-
lama başarısını yakalamış olmasıyla
onu döneminin şairlerinden farklı bir
kulvara taşımaktadır.
Hüseyin Haydar’ın “Acı Türkü-
cü”deki bu belirgin tutumunun daha
sonraki eserlerinde daha bir olgun-
laşmış halini ve bu halin üretime yan-
sımış sonuçlarını görüyoruz.
Sayıklamaktan, kâbus görmekten
bitkin düşmüş, hastalıklı bir sesle ök-
sürüp duran son dönem şiiri içinde
onun konuşan, söyleyen, başkaldı-
ran, umut veren bir şiiri dolaşıma sok-
muş olması şiirimizin tarihini yazan-
lar için bir uğrak noktası olmalıdır.
Kim ne derse desin Hüseyin Hay-
dar, şiirin toplumsal mücadelenin
bir parçası haline gelmesinde önem-
li katkılarda bulundu. Araçlarını da
kendi çabası, iradesi ve kararlılığıy-
la yarattı. Belki de, büyük ihtimal,
Hüseyin Haydar gazetede şiir köşe-
si olan ilk şairimizdir. Şiirleri usta bir
spiker tarafından televizyon ekra-
nında hiçbir ticari kaygı güdülmeden
okunan ilk şairimiz de odur.
Ve onun şiirleri her sözcüğüne
devrimci romantik heyecanın sindi-
ği bir çağrı metnidir. Günceli tarih-
sel arka planıyla ya da tarihseli gün-
celin buğusu üzerinde tüten tazeliği
üzerinden yansıtan anlatımı, tok
uyakların sesini olduğu kadar halk di-
linin sıcak tadını da taşımaktadır.
Bizim edebiyatımızda toplum-
sallık Tanzimat’la başlar. Tanzimat
edebiyatçılarının ilk kuşağı görücü
usulüyle evliliğin kötülüğü gibi sosyal,
vatanın kurtuluşu gibi milli ya
da kölelik kurumuna kar-
şı durma biçiminde ev-
rensel temaları işle-
mişlerdir. Onların
toplumsallığı sos-
yal, milli ve ev-
rensel temaları
kapsayan bir içe-
riğe sahiptir.
H ü s e y i n
Haydar gıdasını,
ilhamını Şinasi,
Namık Kemal ve
Ziya Paşa’dan alıyor.
Bununla yetinmiyor, bu
toplumsallığı sosyalist, dev-
rimci bir Türkiye ideali ve umuduy-
la da donatıyor.
Hüseyin Haydar’ı, şiiri bir silah
olarak kullanmakla suçlayanlar var.
Onun için güncel olaylar üzerine
köşe yazısı gibi şiir yazılır mı, diyen-
ler var.
Ben bu tarz eleştiriler karşısında
Namık Kemal’in, Nazım Hikmet’in,
hatta Tevfik Fikret’in en kalıcı şiir-
lerini böylesi dönemlerde ve böyle-
si bir anlayışla yazdıklarını anımsat-
makla yetineceğim.
Toplumcu gerçekçi şiirin amacı
kitlelere ulaşmak ve onların yaşam
mücadelesinde etkili olmak değil
midir? Bireylerin tepki ve yönelişle-
rinin görsel medya tarafından belir-
lendiği koşullarda, bir şair bunu üs-
telik şiir üzerinden ve şiir adına taviz
vermeden gerçekleştirebiliyorsa, ge-
riye konuşacak ne kalır?
Hüseyin Haydar’ın “Sudan Göv-
de”si 1993’te yayımlanıyor. Uzun bir
aradan sonra, 2011’de “Zor Günle-
rin Şiirleri” ve “Doğu Tabletleri”
geliyor. “Zor Günlerin Şiirleri” Cum-
huriyetin ele geçirilip tasfiye edildi-
ği son dönemin olay ve olgularına ta-
nıklık ediyor. Her zaman olduğu
gibi Hüseyin Haydar’ın tanıklığı hay-
kırış, uyarı ve ve çağrıyı içinde taşıyan
etkin bir tanıklık olarak gerçekleşiyor.
“Doğu Tabletleri” aslında çeşit-
li edebiyat dergilerinde 1993’ten iti-
baren parça parça yayımlanmaya
başlıyor. “Doğu Tabletleri”nde geç-
mişin egzotizmi üzerinden bugünün
sömürü ve emperyalizm dünyasının
bütün berraklığıyla yansıdığını gö-
rüyoruz. Ve şairimizin dili kullanma
hünerinin bütün incelikleri her di-
zesinde âdeta bir kanaviçe
gibi okuyucunun algı
evrenine seriliyor.
Aynı zamanda ya-
şadığımız hayat,
içinde bulun-
duğumuz dö-
nem mitoloji,
tarih ve gün-
celin bileşkesi
üzerinden en
yalın ve estetik
haliyle özetleni-
yor.
Bir şairden bun-
dan daha fazlası bekle-
nebilir mi?
“Doğu Tabletleri”nin Yunus Nadi
ve Ahmet Necdet şiir ödüllerine de-
ğer görülmesini de ayrıca önemli
buluyorum. Hüseyin Haydar’la bir-
likte artık ödüllerin de ibresi toplu-
ma yönelik, toplumcu içeriğe sahip
eserlere dönmüş oldu. Bu süreç ge-
riye işlemeyecektir.
Hüseyin Haydar’ın yüreğine ve
kalemine sağlık. Yolu açık, atı rahvan
olsun.
Yazımı “AdanışVI” şiirinden bir bölümle bitirmek isterim: “Emeğin yüceliğine, insanın yaşam direncine,
Yerin ve göğün varlıklarına ve bütünlüğüne, Bilgelik yüklü geleceğin kurucularına, Ceylanlı dağlara, buğday saçan ovalara, Balık taşan derelere, kuş dolusu göklere, Ve yetiştiren, yettirten ulusların analarına, Döven çekice, biçen orağa ve işleyen akla, Kendini halka adayan berk oğullara, Günışığı gibi parıldayan ipek kızlara… Mağara taşına çizene, balçığakazıyana, Kaşgarlı’ya, Balasagunlu’ya, Dedem Korkut’a, Karacaoğlan’a ve Köroğlu’na ve Emrah’a Ve şiirin kızıl güneşi Nazım’a… Adıyorum bu sözleri, tutulmuş dilimle, Yetkinleşen insanlığa, çocuk kalmış aklımla. … Sana adıyorum, bu tedbirsiz sözleri, Yeri soğutanı unut, asi başını dik tut.”
Hüseyin Haydar, �iirin toplumsal mücadelenin bir parças� haline gelmesinde önemli katk�lardabulundu. Araçlar�n� da kendi çabas�, iradesi ve kararl�l���yla yaratt�. Belki de, büyük ihtimal,
Hüseyin Haydar gazetede �iir kö�esi olan ilk �airimizdir
eleştirilerkarşısında NamıkKemal’in, NazımHikmet’in, hatta
Tevfik Fikret’in enkalıcı şiirlerini
böylesi dönemlerdeve böylesi bir
anlayışlayazdıklarını
anımsatmaklayetineceğim
Hüseyin Haydar
Onun�iirleri hersözcü�üne
devrimci romantikheyecan�n sindi�i bir
ça�r� metnidir. Anlat�m�,tok uyaklar�n sesinioldu�u kadar halk
dilinin s�cak tad�n� da
ta��maktad�r
14 ARALIK 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAPARAKABLO
Başbakan Erdoğan, geçen hafta İnö-
nü için “faşist” nitelemesinde bulunun-
ca, Sönmez Targan’ın gönderdiği metin
birden güncelleşmişti; bu nedenle, bir
hafta beklemesin diye, Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın yazısını Aydınlık’a gönder-
dim... “Yakın Tarihimiz Üzerinde Dik-
katler”i o kapsamda değerlendirip iyice
kısaltarak Kültür Sanat sayfasında ya-
yımlamışlar (06.12.12). Bu arada yazının
ilk yayımlandığı gazete ve tarihi güme git-
miş: Cumhuriyet, 27 Temmuz 1960. Elli
iki yıl yok sayılmış bir yazı için buna da
şükür! “Suçüstü”nden daha şanslı...
1960’larda TİP’in Eminönü örgü-
tünde çalıştığı günlerden tanıdığımız
İlat Yenidoğan’ın getirdiği “Suçüstü” ya-
zısı (Cumhuriyet, 14.06.1960), yönetmeni
geçtik, KültürSanat mümeyyizine bile te-
meyyüz edememiş de Aydınlı Kitap’ta
ağırlanmıştı (19.10.12). Fehmi Özdoğan
da, “haftalarca
böyle uğraşın-
caya kadar ki-
tabını hazırla şu-
nun!” demekte
çok haklıydı el-
bette ama haf-
talık o yazılar
olmasaydı, hak-
çası bu yazılara
ulaşamayacak-
tık. İşte Osman
Erbil’in de SBF
Gazete Arşivi’nden fotokopisini sağlayıp
gönderdiği, Ulus’ta çıkan (15 Ekim
1960) yazısıyla birlikte, ölümünden bir yıl
önce yayımladığı yazıların çoğuna ulaş-
mış bulunuyoruz*. Tanpınar, bu yazı-
sında, İnönü’ye yurtta ve dışarıdaki yay-
gın yaklaşımı yansıtırken, Erdoğan ve
yandaşlarının da Menderes ölçekli kafa
çaplarını daha o günlerden veriyor:
HATIRA VE DÜ�ÜNCELERA. H. TANPINAR
1951 yılında Park Otel’in kahvesin-
de aşırı Demokrat bir mebusa: “Dostum,
demiştim, siyasi bir teşekkül her şeyden
evvel millî hayatı bütünüyle içine alan
plan ve program meselesidir. Bu hem si-
yasî hayatın mutlak icabı, hem de sizle-
ri bu mevkiye getiren demokrasinin ilk
şartıdır. Kaldı ki, iktisadî vaziyetimiz
artık tesadüf denen şeyi kabul etmeye-
cek kadar sıkışıktır. Nerden geliyorsu-
nuz? Hangi fikir limanlarından kalktınız
ve bizi nereye götürmek istiyorsunuz?
Bunu memlekete söylemeniz lazım. Hü-
kümet olarak da meclis olarak da işini-
ze yarar. Hükümet olarak yapacağınız
şeyleri bilirsiniz, sıraya koyarsınız ki
muvaffakıyetin başlıca sırrıdır. Meclis ola-
rak hükümeti murakabenizde size yol
gösterir, işin riyaziyesini verir.”
Muhatabım, “Biz kendimizi bağla-
mak istemiyoruz. Şartlara ve imkânlara
göre iş göreceğiz.” cevabını verdi.
“Halledilecek, acil çare bekleyen
bu kadar iş varken bunu yapamazsınız.
Kalkınma diye bir meseleniz var. Her şey
ona bağlı. Programsız, hatta ciddî etüt-
süz nasıl altından çıkarsınız?”
Bana tekrar aynı cevabı verdi: “Bey-
hude kendinizi yormayın. Biz kendimi-
zi bağlamak istemeyiz. Hem ne diye ıs-
rar ediyorsunuz? Bizim programımız var.
Hem de mükemmel bu program... Halk
Partisi’nin yaptıklarını yapmamak bize
yeter hatta artar bile...”
Yüzü, karşısındakini susturmak için
en itiraz götürmez formülü bulmuş
olanların sevinç ve gururuyla parlıyordu.
İlk önce aklımdan Cumhuriyet, Hilâfe-
ti kaldırma, iyi kötü bir sanayi hareketi
vb. şeyler geçti. Fakat kırmamak için baş-
ka türlü cevap verdim: “Şimdi söyledi-
ğiniz söz en ağır ve en doğru tenkidi bile
şamil olsa gene program olmaz, çünkü
menfidir. Halbuki devlet idaresi müspet
iştir. Halk Partisi’nin kendisine göre bir
yolu vardır. Oraya gitmeyeceksiniz. Ka-
bul ettim. Fakat bu kendinize muayyen
bir yol seçmeniz ihtiyacından sizi kur-
tarmaz. Günün birinde dört yol ağzında
kalırsınız.”
İki elini düzlemesine kaldırarak:
“Hayır, hayır, bize bu kadarı yeter.”
diye cevap verdi.
“Siz sinizm yapıyorsunuz. Sinizm
ile devlet idare edilmez ancak münaka-
şa kapatılır.” diyerek sözü kestim. Ha-
yatımda pek az meclisten bu kadar ha-
yal kırıklığı ile ve iyi niyetimden utana-
rak ayrılmıştım. Arkamdan atacakları
kahkahaları o kadar iyi hissediyordum ki
kahveden çıkarken omuzlarım kendili-
ğinden küçülmüş ve çökmüştü.
Demokrat Parti’nin mahkeme kararı
ile kapandığını gazetelerde okuduğum
gün bu konuşmayı ister istemez hatırla-
dım. Sözlerini gerçekten tutmuşlar ve
programlarını takip etmişlerdi. Fakat bu
konuşmanın bende başka ağızlardan
gelmiş bütün bir cevap serisi vardır.
“TÜRKLER ONU HERHALDEÇOK SEVER”
1953 senesinde Paris’te ressam Léo-
pold Lévy’ye rastladığım zaman ilk sözü,
“İnönü ne yapıyor?” suali oldu. “Çalışı-
yor” dedim.
“Kendi kurduğu demokrasinin, mu-
halefet lideri sıfatıyla murakabesini ya-
pıyor. Bilirsiniz yorulmaz adamdır.”
O zaman ihtiyar dostum bana şu fık-
rayı anlattı: “Marsilya’da arabamı va-
purdan çıkardıkları zaman yanıma bir
amele yaklaştı. Güçlü kuvvetli, tam bir
Fransız amelesiydi. Fakat bir ayağından
sakattı. ‘Arabanızın künyesini tanımı-
yorum, nerenindir?’ diye sordu. ‘İstan-
bul’dan geliyorum!’ diye cevap verdim.
O zaman meraklı muhatabım birdenbi-
re düşündü. İstanbul, İstanbul... Demek
Türkiye’den geliyorsunuz. İşte bir mem-
leket ki başında işten anlayan bir devlet
adamı var. Milletini bu harbin cehen-
nemine sokmadı... Ve bana İnönü’nün
adını söyleyerek, ‘herhalde Türkler onu
çok severler!’ diye sözünü bitirdi. Şim-
di memleketinizdeki siyasi mücadelele-
ri gazetelerde okurken veya burada
rastladığım eski talebelerimden dinler-
ken hep bu Marsilyalı amelenin hük-
münü hatırlıyor ve şaşırıyorum. Sağdu-
yusuna o kadar inandığım milletiniz
nasıl oldu da İnönü’yü feda etti? İşleri-
nize karıştığım için affınızı rica ederim.
Fakat ömrümün mühim bir kısmını
memleketinizde geçirdim. Atatürk ve
İnönü’nün memleketinizde yaptığı işi siz
Türkler kolay kolay anlayamazsınız.
Günlük işlerin içinde kaybolur. Ben de
orada iken anlayamamıştım. Şimdi bu-
radan daha iyi görüyorum. Eski Reisi-
cumhurunuz beni daima muvazene kud-
retiyle şaşırtmıştı. Fakat işittiğime göre
bu işi biraz da kendisi istemiş. Elbette
hakkı vardır.”
�NSAN DENEN �EY VE“HIRSIZ FENER�”
Aynı seyahatte Türkiye’de uzun za-
man kalmış bir Alman bana şöyle söy-
lemişti: “Sizin en büyük hatanız, Millî
Mücadele’yi ve İstiklâl Zaferi’nizi her-
hangi bir muharebe ve her milletin ta-
rihindeki zaferlerden biri, belki en müb-
rem ve zarurisi [gerekli ve zorunlu] gibi
almanızdır. Halbuki o aynı zamanda
memleket içinde yaşadığınız ilk Avrupalı
tecrübe oldu. Realite duygunuz onunla
başladı. Onun için Atatürk ve arkadaş-
ları tarihinizde yepyeni bir insan tipinin
başlangıcıdır.”
İnsan denen şeyden bir eski Halk Fır-
kası mebusunun hiç utanmadan ve sı-
kılmadan Adnan Bey’i “Siz Atatürk’e
benziyorsunuz, nasiyenizde [alın] ve
gözlerinizde onun zekâsı ve ruhu parlı-
yor.” (Belki sözler bire bir aynı değildir)
diye övdüğünü gazetelerde okuduğum
zaman utanmıştım. Vakıa bu mebusu hiç
gözüm tutmamıştı. Meclis koridorla-
rında rastladıkça üzerimde çok aşağılık
şeylerin simsarı hissini bırakırdı. Siyasi ha-
yata öz dayısını jurnal ederek girmiştir.
Anlaşılan hayatını başladığı gibi bitirmesi
gerektiğini sanıyordu. Atatürk’ü Tarih
Darphanesi’nin lüzum gördükçe bastı-
ğı bir sikke veya esham [hisse] senedi ad-
dedenler çoktu. Ve bir başka nüshasını
bulduklarını zannettikleri için mesuttu-
lar. Çünkü Atatürk onlar için sadece yük-
sek gelirli bir yatırımdı. Kaç münevver ta-
nıdım ki, Millî Mücadele’nin ve kurtu-
luş yıllarının en tabii şekilde tasfiye et-
tiği birtakım biçare artıklarını ciddiye al-
dılar ve etrafında pervane gibi dolaştılar.
Değiştirilmiş hatıralarını en sahih şaha-
det diye kabul ettiler ve meclis meclis an-
lattılar. Yüzen yosunla köklü düşünce
arasındaki fark...
Fakat daha garibi var. Adnan Bey’in
kendisi de Atatürk’e benzediğine inan-
mıştı. Hugo’nun tabiriyle bu “hırsız fe-
neri” kendisini güneş addediyordu. Hiç
olmazsa zaman zaman İnönü’nün henüz
hayatta olduğunu unuttuğu anlarda...
Evet, iktisadî enflasyonun yanı ba-
şında bu çok vahim değer enflasyonu var-
dır. Yassıada’nın temelleri asıl onun
üzerinde kuruldu.
* Yazı Erbil’den geldikten iki gün
sonra, son yıllarında Tanpınar’ın asis-
tanlığını da yapmış olan Turan Alptekin,
benim imeceyle ulaştığım bu metinlerin
10 yıl önce Mücevherlerin Sırrı (YKY,
2002) kitabında yer aldığı bilgisini ilet-
ti. Basımı bitmiş olan bu kitabın
YKY’den fotokopisini Alptekin’in uya-
rısıyla edindiğimde, Aydınlık okurlarını
buluşturduğumuz bu yazılardan birka-
çının gerçekten de adı geçen kitapta yer
aldığını, Aralık 2004’teki basımından
sonra kitabın yayımının kimi hukuki
nedenlerle durdurulduğunu anlamış bu-
lunuyorum. Bu kitabı vaktiyle atladığım
için kendimi bağışlayamıyorum. Ama ki-
tap binlerce kişiye ulaştığı halde Tanpı-
nar’ın Atatürkçü kişiliğinin atlanması ya
da gizlenmesi konusundaki genel ısrar
çözümlenmeye değer. Durumu bilmek-
le birlikte, sözgelimi Alptekin, “Ahmet
Hamdi Tanpınar: Bir Kültür, Bir İnsan”
kitabının hiç değilse son basımında (İle-
tişim Y., 2010) bu bilgilere yer verme-
mekle, toplumsal sorumluluktan geçtik,
hocasına karşı doğru mu yapmıştır?
Özdoğan, hazırlayacağımız kitaba “Han-
gi Tanpınar” adını öneriyor. “Gizledik-
leri Tanpınar” adından daha iyisi mi
olur?
[Tanpınar tutkunlarını bugün (14
Aralık 2012, cuma) CKM’de, Emine Er-
baş’la birlikte yer aldığımız, “TANPI-
NAR’DA ZAMAN VE UYGARLIK
ÖRTÜŞMESİ” etkinliğine (saat 16:00-
17:30) bekliyorum.]
Tanp�nar, “Deniz Feneri”ne uzanan yolculu�u daha o y�llarda i�aret ediyordu:“Adnan Bey, Atatürk’e benzedi�ine inanm��t�. Hugo’nun tabiriyle bu ‘h�rs�z feneri’
“Ölüm olmasa yaşam tanımlanabilir miydi?”Eski Türklerde ve Hunlardaki defin merasimleri ve ölüm sonras� uygulamalara bakt���m�zda; definlerinzaman içinde ve co�rafyadan co�rafyaya, kabileden kabileye, hatta ölen ki�inin zengin, soylu ve fakir
olmas�na göre baz� önemli de�i�iklikler gösterdi�i bilgisine ula��yoruz
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
hali eki - Berilyum’un simgesi3. Giyside boyun bölümü - Fransa’n�n para birimi - Do�an�n
sebep oldu�u y�k�m, k�ran4. Bir tap�nak ya da kutsal alan�n yaln�z din adamlar�n�n
girmesine izin verilen bölümü - Ak�l - Ut çalan kimse5. Geni�lik - “... Güler” (foto�rafç�) - Donanma6. Baya��, s�radan - Lantan’�n simgesi - Do�al, tabi7. Daha uzak olan yer veya �ey, mavera - E�ek sesi - Pi�irilerek
haz�rlanm�� yemek - Bir cetvel türü8. Kil ile kar���k kireçli toprak - Gezegenimizin uydusu - Y�lan
9. Eyere al��t�r�lmam�� binek hayvan� - Bir renk10. Numara (k�sa) - Yünden dövülerek yap�lan kaba ve kal�n
kuma� - Üye - Sümerler’de su tanr�s�11. Konya’da bir baraj - Arnavutluk’un plakas� - Aklama - Kar� ile
kocadan her biri12. Gümü�’ün simgesi - Bir renk - �nci Aral’�n “Orhan Kemal
Roman Ödülü”ne lay�k görülmü� kitab�13. Belli bir anlam� olan iz, i�aret - A��r� dereceye varan
al��kanl�klar - Milimetre (k�sa) - Din ile devlet ve yönetimi�lerini birbirinden ayr� tutan, dini kurulu�lar�n yetkisi d���ndakalan
babas� ve kral� olan gök tanr�s� - Bir geçmi� zaman eki15. ( DOKT�LOYA ) Resimdeki �airin bir eeri
YUKARIDAN A�A�IYA1. Dokumac�lar�n kulland��� kam�� - Tedavisi mümkün olmayan
ölümcül, a�r�l� bir hastan�n veya kendi ba��na ya�am�n�sürdüremeyecek kadar sakat olan bir ki�inin ya�am�na ac�s�zcason vermeyi sa�layan t�bbi yöntemlerin tümü
3. Mürekkep hokkalar�na konulan ham ipek - Bir damla gözya�� -Bir haber ajans� - Beyaz
4. K�laptan ipekle i�lenmi�, kal�n ve iri desenli bir tür kuma� -Ak�am yeme�i - Benzer
5. �öhret - Bir yüzölçümü birimi - Dört tekerlekli bir kara ta��t� -Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta�
6. Kuma�lar� güvelerden korumakta ve t�pta kullan�lan, özelkokulu kat� bir hidrokarbon - �ki yan� a�açl�, do�rusal, geni�yaya caddesi
7. Yunanca’da bir harf - Nedensel8. Eski bir Hindu tap�na�� tipi - Vilayet - Çal��ma, meslek9. Evcil bir geyik türü - Radon’un simgesi - Saz�n en kal�n teli ya
da kiri�i10. Arap edebiyat�nda bir �iir türü - Becerikli, giri�ti�i her i�i
ba�ar�yla sona erdiren kimse - Mavi11. �sim - Malezya ve Endonezya’da odun kömüründe pi�irilen
çok baharatl� �i� et - Bir �eyin fiyat�n� art�rma - Nikel’in simgesi12. Satürn gezegeninin be�inci uydusu - Rüya - Baryum’un
simgesi - “Peki” anlam�nda bir sözcük13. Belli zamanlarda, belli yerlerde mal sergilemek için aç�lan
büyük pazar - Kuzu sesi - Seciye, karakter14. Kötü, çirkin - Üst üste raflardan olu�an ayakl� ya da duvara
çak�lm�� küçük mobilya - Fikir, dü�ünce15. Resimdeki �airin bir eseri - Askerler
14 ARALIK 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
“Edebiyatçının eseri kalır, okuyucu ise ölür... Oku-dukça zevkleriniz incelir, daha tuhaf, daha rafine ki-taplara, yazarlara el atmaya başlarsınız, bu meşgalesırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından dibedoğru kaymaktasınızdır... Okuduklarınızı, müstesnaolduğunu düşündüğünüz satırları birilerine anlatmakistersiniz, zira şahsa mahsusun hazzı kısa sürer, ömrüuzun olan paylaşmaktır...”
1 “İstiyordum ki, adamakıllı kaybolayım or-manda... Bazen bana bir aslanın kükreyişi, birkertenkelenin renkten renge akışı, bir ceylanınbaşını çevirip bakışı, ya da çilleri birbirine ka-rışmış kocaman bir keklik sürüsünün anidenhavalanışı gibi gözüken zamanların içinde, hiçgözükmeyen, ama hiç mi hiç gözükmeyen birzaman olayım sözgelimi.”
“insansız adalet olmazadaletsiz insan olur mu?olur, olmaz olur mu!ama, olmaz olsun”