1 KAYGUSUZ ABDAL Yaşadığı Çağ ve Yaşamı Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Çoğu Yesi kentinden olmak üzere, Horasan Erenleri de denilen pek çok Türk- İslâm âlim, şair ve mutasavvıf, 12.yy. sonu ile 13.yy başlarında Anadolu’ya gelmiştir. Mânevi bir göç halinde Anadolu’ya gelen Horasan Erenleri Anadolu’da büyük şahsiyetler yetişmesine katkı koymuş ve Türkçe’nin saygınlığını arttırmışlardır. 13. yüzyılda Moğolların Anadolu’ya saldırmaları hem Selçuklu devletini zor duruma sokmuş, hem de baskılar, isyanlar, eşkıyalar halkı canından bezdirmiştir. Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başlarında ise Selçuklu Anadolusu kültürel yönden oldukça iyidir. Çocuklara okuma yazma amacıyla her mescidin yanına bir okul, yurdun her köşesine de medreseler yapılmıştır. Bu dönemde Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı Teke ili çevresindeki kültürel yapı da Türk ruhuna uygun olarak gelişmiş ve Tasavvuf bu yörede hızla yayılmaya başlamış, çok sayıda tekke ve dergâh açılmıştır. Teke iline bir dönem Antalya, bir dönem de Korkud-eli başkentlik yapmıştır. Selçuklular zamanında Antalya’yı idare eden Teke Beyi ilim adamlarını himaye etmiştir. Tasavvuf, saray ve konaklarda yürütülen şiir ve edebiyat toplantılarının sanat unsuru olurken, halk arasında da ahlaki öğütler biçiminde gelişim göstermiştir. Bunun yanında bazı dergâh ve tekkelerde de âşıkların terennüm ettiği nefes, deyiş, nutuk, şathiye vb. biçimde yayılma alanını sürdürmüştür. O çağlarda Teke ilinde kurulan tekke ve zaviyelerden; Antalya’da Ahi Yusuf Zaviyesi, Elmalı’da Abdal Musa Tekkesi, Kalkanlı’da Ahi Devlethan Zaviyesi, Kaş’ta Şeyh Orhan Zaviyesi bunlardan birkaçıdır. Bu yörede çok sayıda açılan tekke ve zaviyeler nedeniyle Antalya bölgesi Tasavvuf akımlarının hızla yayıldığı bir bölge olmuştur. İşte Alaiye Beyi’nin oğlu Alâaddin Gaybî Bey (Kaygusuz Abdal) de bu manevi kapıdan içeri girenlerden biridir. Alaiye Sancağı Beyi’nin oğlu olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Alâeddin Gaybî’dir. Çocukluğunda zamanın bütün ilimlerini tahsil etmiş, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık gibi hünerleri çok iyi öğrenmiş tam bir bey oğlu olarak yetiştirilmiştir. Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen ve 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarına yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi pek çok araştırmacı tarafından 1444 olarak belirtilmektedir.
18
Embed
KAYGUSUZ ABDAL - · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları.....
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
1
KAYGUSUZ ABDAL
Yaşadığı Çağ ve Yaşamı
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Çoğu Yesi kentinden olmak üzere, Horasan Erenleri de denilen pek çok Türk-
İslâm âlim, şair ve mutasavvıf, 12.yy. sonu ile 13.yy başlarında Anadolu’ya gelmiştir.
Mânevi bir göç halinde Anadolu’ya gelen Horasan Erenleri Anadolu’da büyük
şahsiyetler yetişmesine katkı koymuş ve Türkçe’nin saygınlığını arttırmışlardır.
13. yüzyılda Moğolların Anadolu’ya saldırmaları hem Selçuklu devletini zor
duruma sokmuş, hem de baskılar, isyanlar, eşkıyalar halkı canından bezdirmiştir.
Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başlarında ise
Selçuklu Anadolusu kültürel yönden oldukça iyidir.
Çocuklara okuma yazma amacıyla her mescidin yanına bir okul, yurdun her
köşesine de medreseler yapılmıştır.
Bu dönemde Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı Teke ili çevresindeki kültürel yapı da
Türk ruhuna uygun olarak gelişmiş ve Tasavvuf bu yörede hızla yayılmaya başlamış,
çok sayıda tekke ve dergâh açılmıştır.
Teke iline bir dönem Antalya, bir dönem de Korkud-eli başkentlik yapmıştır.
Selçuklular zamanında Antalya’yı idare eden Teke Beyi ilim adamlarını
himaye etmiştir.
Tasavvuf, saray ve konaklarda yürütülen şiir ve edebiyat toplantılarının sanat
unsuru olurken, halk arasında da ahlaki öğütler biçiminde gelişim göstermiştir.
Bunun yanında bazı dergâh ve tekkelerde de âşıkların terennüm ettiği nefes,
deyiş, nutuk, şathiye vb. biçimde yayılma alanını sürdürmüştür.
O çağlarda Teke ilinde kurulan tekke ve zaviyelerden; Antalya’da Ahi Yusuf
Zaviyesi, Elmalı’da Abdal Musa Tekkesi, Kalkanlı’da Ahi Devlethan Zaviyesi, Kaş’ta
Şeyh Orhan Zaviyesi bunlardan birkaçıdır.
Bu yörede çok sayıda açılan tekke ve zaviyeler nedeniyle Antalya bölgesi
Tasavvuf akımlarının hızla yayıldığı bir bölge olmuştur.
İşte Alaiye Beyi’nin oğlu Alâaddin Gaybî Bey (Kaygusuz Abdal) de bu manevi
kapıdan içeri girenlerden biridir.
Alaiye Sancağı Beyi’nin oğlu olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Alâeddin
Gaybî’dir.
Çocukluğunda zamanın bütün ilimlerini tahsil etmiş, silahşörlük, pehlivanlık,
avcılık gibi hünerleri çok iyi öğrenmiş tam bir bey oğlu olarak yetiştirilmiştir.
Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen ve 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın
başlarına yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi pek çok araştırmacı
tarafından 1444 olarak belirtilmektedir.
2
Kaygusuz Abdal’ın Sanatı
Kaygusuz Abdal mahlasını “Gaybî, kaygudan rehâ buldun, şimdiden sonra
Kaygusuz oldun” diyen şeyhi Abdal Musa’dan almıştır.
Abdal Sözcüğü tasavvuf terimi olarak kendini Tanrı’ya adamış, nesnel
yaşamın dışında mutlu, tinsel bir yaşamın varlığına inanmış kimseler için
kullanılmaktadır.
Abdal, yeryüzünde bağımsız bir inancın etkisiyle görünüşe aldırmayan,
gösterişe önem vermeyen, belli bir düşünceye bağlanmış kişilere verilen addır.
Bursa fethinden önce Buhârâ’dan gelen kırk abdaldan biri olarak gösterilen,
doğum ve ölüm tarihleri net olarak bilinmeyen, Abdal Musa’nın babası Gazi Hasan
Ata’dır. Denizli’de yatan Bektaşî ulularından Büyük Yatağan Baba’nın yetiştirmesi
olduğu söylenmektedir.
Abdal Musa, yetiştirdiği müridlerle etrafına yaymaya çalıştığı insanî değerlerle
halkımızın en güzel gelenek, görenek ve özelliklerinin korunmasına hizmet etmiş, bir
tarikat olan Bektaşî geleneğini güçlü temellere oturtmuştur.
Geyikli Baba - Abdal Musa - Kaygusuz Abdal üçlüsü bir birine bağlı üç eren
olarak karşımıza çıkmaktadır. Takip ettikleri yol ise Hacı Bektaş Veli yoludur.
Abdal Musa, Sevindik Dede, Kilerci Baba, Kâfi Baba ve Kaygusuz Abdal gibi
pek çok kudretli halife yetiştirmiştir. Bunların en meşhuru ise Gaybî adıyla da bilinen
Kaygusuz Abdal’dır.
Menâkıbnâme’deki bilgiler, Abdal Musa ile Kaygusuz Abdal arasında, Tapduk
Emre ile Yunus Emre arasındakine benzer bir mürşid - mürid ilişkisinin varlığını
ortaya koymaktadır.
Hem hece, hem aruz ölçüsüyle şiirler yazan Kaygusuz Abdal, özgün ve güçlü
bir âşıktır. Deyişleri içerik kadar biçimsel açıdan da belli bir olgunluğa ulaşmıştır. O,
Anadolu’da Yunus Emre’nin en coşkun takipçisidir.
Dili yalın, yapmacıksız, halk dilinin sıcaklığı, doğallığı ve akıcılığı içindedir.
Yaşadığı dönem gereği şiirlerinde Eski Anadolu Türkçesinin bütün özelliklerini
kullanmıştır.
Sözcük dağarcığı oldukça geniş olan âşık, anlatımda sade ve açık bir dil
kullanmıştır.
Tasavvuf kurallarını ise, halkın anlayacağı biçimde basit ve yalın bir biçimde
vermiştir. Öğretme amacını ön plana aldığı için Tahkiye, delil ve kanıt yoluna kadar
bütün anlatım yollarına baş vurmuştur.
Kaygusuz, üslubunu kurarken hitap ettiği kitlenin dilini mukaddes bir emanet
gibi korumaya özen göstermiştir. O, eserlerini sade ve anlaşılır bir üslupla
biçimlendirmiş, halkın diline ve kültürüne büyük saygı duymuştur. Türkçeyi halkın
kolay anlayabileceği biçimde kullanmıştır.
Kaygusuz, Türkçenin berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu
“Biz yalnız Türkîceyi biliriz… bu dil dünya durdukça duracaktır ve bu dili
herkes de öğrenecektir.” biçiminde savunmuştur.
3
Kaygusuz, Türkçenin, Hz. Adem’den beri varlığını sürdürmekte olduğunu
Gülistan adlı eserinde Türkçe olarak “Ya Cibril! Git Âdem’e Türki dilince söyle,
durmasın, cenneti en kısa zamanda terk etsin:” buyurarak ortaya koymaktadır.
Yine Dilgûşâ adlı eserinde:
Ey derviş, mî-danî mî-danî dir durursun
Sen hiç Türkîce bilmez misün?
deyişi Türkçe şuurunun dillerde ve gönüllerde yaşamasına çabalarının güzel
örnekleridir.
Anadolu’da Alevi-Bektaşî edebiyatının kurucusu kabul edilen Kaygusuz Abdal,
Bektaşî edebiyatının en özgün şiirlerini söylemiştir.
Alevî Bektaşî edebiyatının en güçlü âşıklarından biri olması nedeniyle
şiirlerinde bu gelenekle ilgili terimlere, atasözleri ve deyimlere oldukça geniş yer
vermiştir.
Bitmeyecek yere tohum ekmegil
Boynunu sun yola başun çekmegil [Bitmeyecek yere tohum ekme]
Yorganun kadar uzatgıl ayagun
Söz işik sagır degülse kulagun [Ayağını yorganına göre uzat]
Su görmeden etegün çemrenürsin
Meger sen bülbüli leglek sanursın [Suyu görmeden paçanı sıvama}]
Taş atana çömleği tutma siper
Anlaya hâlin ki anun aklı var [Taş atana çömlek tutulmaz]
gibi atasözlerinin yanı sıra:
Tuz ekmek hakkını sakla iy safâ
Ta ki hoşnud ola senden Mustafa [Tuz ekmek hakkı]
Şöyle meşguldur bular kim işine
Elleri değmez ki başun kaşına [ Başın kaşımak]
biçiminde deyimlere de özenle yer vermiştir.
Mısır, Hicaz, Suriye ve Irak dolaylarını gezen Kaygusuz, Anadolu’un daha çok
Güney ve Batı yörelerinde bulunmuştur. Bunun yanı sıra şiirlerinden Edirne,
Yanbolu, Filibe ve Manastır’a da gittiği anlaşılmaktadır. Gezginciliği nedeniyle etki
alanı oldukça genişlemiştir.
Pek çok şiirini aruz ölçüsüyle yazan Kaygusuz daha çok düz kalıpları
kullanmıştır. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde ise genellikle yedi ve sekizli hece
ölçüsünü kullanmıştır.
Uyak konusunda oldukça serbest davranan Kaygusuz, tam, zengin ve yarım
uyağa yer vermiştir. Kimi zaman benzer sesleri uyak olarak kullanmış, kimi zaman da
göz uyağına önem vermeyip iç seslerle uyak yapmıştır.
Genellikle dini tasavvufi halk şiirine ait nazım şekilleriyle divan edebiyatına ait
nazım şekillerini ustaca kullanmıştır.
4
Kaygusuz Abdal’ın Eserleri
Bilindiği gibi dini ve tasavvufi Türk edebiyatı türler açısından zengin bir
malzemeye sahiptir.
Konuları bakımından birbirlerine çok yakın olan tasavvufi halk edebiyatı ile
Alevi-Bektaşi halk edebiyatı arasında birtakım küçük ayrılıklar bulunmaktadır.
Birisi aynı bağlamdaki şiire ilahi derken diğeri deyiş, deme, nefes, duvaz vb.
demektedir.
Örneğin Kaygusuz Abdal da pîri Abdal Musâ’nın ölümünden duyduğu
üzüntüyü dile getirmek için yazdığı şiire nefes adını vermiştir.
Her ikisinde de Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali sevgisi yer alırken Tasavvufi
halk edebiyatında Sünni kurallar ön planda gözükmekte, Alevi-Bektaşi halk
edebiyatında Batınî özellikler ön planda gözükmektedir.
Yunus Emre yolunda giden âşıkların başında gelen Kaygusuz Abdal, genellikle
hece ölçüsüyle yazdığı şathiye türü şiirleriyle tanınmıştır.
Çok sayıda aruzla yazılmış şiiri bulunan âşık aruzlu şiirlerinde daha çok
tasavvuf esaslarını dile getirmiştir.
Çok çeşitli konuları işleyen Kaygusuz’un şiirlerinde yaşama bağlılık ve
mutluluk özlemi ön plandadır. Manzum, mensur, manzum ve mensur karışık eserleri
bulunmaktadır.
Kaygusuz Abdal’da güzel örneklerine rastladığımız çoğu Alevi Bektaşi
edebiyatına özgü, Dini ve Tasavvufi Türk edebiyatına ait türler şunlardır:
A. Manzum eserleri
a. Divan Kaygusuz Abdal’ın klasik anlamda müretteb bir divanı yoktur.
Ancak, bir katalogda 130 kadar olduğu ileri sürülen bir kısım şiirleri toplu halde
Divan adı ile verilmiştir. Bunların yüzde sekseni gazeldir. Terci-i Bend, Terkib-i
Bend, ve Dolabnâme adlı 39 beyitlik kasidesi de Divan içinde sayılmaktadır.
Divandaki şiirlerin, gazellerin çoğu tasavvufi konulardan bahsetmekte, ilahi bir
duygu sergilemektedir, heceli şiirleri ise nutuk ve şathiye özelliğindedir. Bu şiirlerde
Kaygusuz ya Tanrı’yla senli benli konuşmakta ya da dünyanın geçici zevklerine
kapılan insanlarla alay etmektedir.
b. Gülistan “Cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak
Ehl-i dil olanlar bilir” biçiminde ki ifadelerle Vahdet-i Vücûd’u anlatmakla başlar.
Eser Kâinatın ve Hz. Ademin yaratılışını, Kısas-ı Enbiya’yı, anlattıktan sonra
tasavvufun çeşitli konularını heyecanlı bir anlatımla dile getirmektedir.
c. Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I, II, III) Belirli bir konuyu işlemeyip yüksek derecede tasavvufi duygu
ve heyecanla kaleme alınmış Kaygusuz Abdal’ın üç mesnevisidir.
Bu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmış, sözün önemi üzerinde durulmuş,
ilahi aşk, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları işlenmiştir.
5
ç. Gevhernâme Tanrı’nın birliği; elmas. cevher, inci gibi değerli olup bir şeyin aslı, esası
anlamına gelen Hz. Muhammed’in özellikleri ve yüceliği üzerine yazılan eserlerdir.
Hz. Muhammed’i övmek için kaleme aldığı ve Vahdet-i vücûd görüşünü
deryadan kenara atılan gevhere benzeterek dile getirdiği 71 beyitlik kısa bir
mesnevidir.
d. Minbernâme Minbernâme, camilerde hatiplerin Cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe
okuduğu kürsü ve kürsüde bulunan hatip hakkında yazılan eserlere denir.
Kaygusuz Abdal’ın bir Cuma namazından sonra hatibin kendisine bakarak
söylediği sözler karşısında verdiği cevaptan oluşan mimbernâmesi çok ünlüdür.
Kaygusuz Abdal’ın Akıl ile hâli bildim, Hakk’ı buldum diyerek minberi tepenler
ve halkı irşad etmeye kalkanlara seslendiği 58 beyitlik küçük bir mesnevidir.
e. Dolapname Dolabname, Allah aşkının terennümünü ifade eden sorulu, cevaplı yazılan
manzum eserlerdir.
Kaygusuz Abdal ve yanındakiler, Hac’dan gelirken Asi suyu kenarında
otururlar.
Görürler ki bir dolap su çeker ve bunun iniltisi bir günlük yoldan duyulur.
Bu dolabın iniltisi karşısında Kaygusuz Abdal coşa gelip:
Su’âl itdüm bugün ben bir dôlâba
Didüm niçün sürersin yüz bu âba
Neden bagrun delükdür gözlerin yaş
Sebeb nedür sataşdun bu ‘itâba
Kararun yok gece gündüz dönersün
Dökersin dertlü gözlerden hun âba
………….
Dolabın Cevabı
Tolab eydür eyâ çeşmüm çerâgı
İşidmege cevâbım aç kulagı
Benüm budur sorarsan ser-güzeştüm
Ki ben yaylarıdum bir yüce tagı
İrişmezdi boyuma altmış arşun
Belüme dahi on âdam kucagı
biçiminde soru cevaplı bir kaside söyler ve bu olaydan sonra Dolab’ın adı
literatüre geçer. Bu tip şiirlere de Dolapname denir.
Dolapname, dolaba hitap ile ağacın başından geçenleri tasavvufi görüşle
anlatmaktır.
6
f. Salatnâme Namaz hakkında yazılan eserlere salatnâme denir. Bu hususta pek çok eser
yazılmıştır.
Bunlar içinde Kaygusuz Abdal’ın namaz kılıp kılmadığı hakkında yapılan
dedikodulara kızarak yarı öfkeli, yarı alaycı bir dille:
Farzı sünneti kıluram
Bir yıllık namazı bilürem
biçimindeki dizeleriyle cevap verdiği salatnâmesi en meşhurudur.
g. Şathiye Ciddi bir düşünce ya da duyguyu iğneleyici ve alaycı bir dille anlatan, ilk
bakışta anlamsız gibi görünen aslında derin anlamlar taşıyan şiirlerdir.
Tasavvufi aşk halinin sarhoşluğu ile, halkın anlayamayacağı ya da hoşuna
gitmeyeceği sözler söyleme olarak da izah edilmektedir.
Kaygusuz Abdal’ın
“Yücelerden yüce gördüm, erbabsın sen koca Tanrı”,
“Bir kaz aldım ben karıdan”,
“Kaplu kaplu bağalar”,
“Yamru yumru söylerim”,
“Benk ile seyretmeye”,
“Bugün bana bir paşacuk”,
“Filibe’de bir karı”,
“Erdene şehrinde bugün”,
“Yanbolu’da bir karı”
dizeleriyle başlayan ilginç şathiyeleri bulunmaktadır.
B. Mensur Eserleri
a. Budalanâme Kimi kaynaklarda Risâle-i Kaygusuz, kimi kaynaklarda da Budalanâme adı ile
geçmektedir. Beş ana konuyu işleyen eserde İlk konu Kendini bilmek olup İnsan
sûret midir, can mıdır, kul mudur, sultan mıdır temaları üzerinde durularak bir
mürşid-i kâmil’e bağlanmanın gereğini anlatır.
Mürşit hekim gibidir, derdi de dermanı da bilir, Hakk’ı kendinde görür.
“Hakk’ı bilmek istersen kendini bil, arifler sohbetine gir.” demektedir.
İkinci konuda, Gönülde gizli mâna yazılıdır dile gelmez deyip gönül temini
irdeler.
Üçüncü konuda, Hakk’ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikati bilmek
üzerinde durur.
Dördüncü konuda, dünyanın ve kâinatın yaratılışına değinip kendinden söz
eder.
Beşinci konuda İnsanın dünyaya gelmekten amacının kendini ve Hakk’ı bilmek
olduğu üzerinde durur. Eserde, beş konu içinde çeşitli tasavvufi duyguları dile getirir.
7
b. Kitâb-ı Miglâte Bir derviş’in rüya aleminde gördüklerini dile getirdiği, rüyalarında bazen
geçmişte, bazen gelecekte seyahatini konu alan ilginç bir eser olup günümüzdeki
zaman tüneli konularını işleyen kurgu filmlerini andırmaktadır.
Derviş her defasında karşılaştığı şeytanla mücadele etmekte ve her seferinde
galip gelmektedir.
c. Vücûdnâme Vücûdnâme, İnsanoğlunun yaradılışını, Kur’an ve hadislerin ışığı altında, tıbbî
veriler doğrultusunda ifade etmek olan bir türdür.
Yaratılışı, Levh-i mahfuz’dan başlayarak yıldızlar, ay, güneş, anasır-ı Erbaa ve
insanın ana rahmine düşüşü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği aşamalar, hem tıbbi
yöntemler hem de tasavvufi sembollerle açıklanmaktadır.
İnsan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufi ve kozmik kavramlar
arasında teşbihler yapan, ilişkiler kuran bir eserdir. Remizler (semboller) âlemi