Aydınlık BU SAYIDA 36 KİTAP TANITILIYOR 3 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 23 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 836 Demir Özlü’yle yazma sanatı ve yeni kitabı üzerine Demir Özlü’yle yazma sanatı ve yeni kitabı üzerine Demir Özlü’yle yazma sanatı ve yeni kitabı üzerine Demir Özlü’yle yazma sanatı ve yeni kitabı üzerine Güneşi sırtında taşıyan köpek Reddedilemeyecek Gerçek: Devlet var! Çocukluğum, Suya Bı- raktığım Ayak İzleri Okko Bir “Profesyonel” Sürgünün Türkiye dönemi Müziğin ‘Berserker’i
26
Embed
KAPAK SAYI23 TEMMUZ:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi...Asıl adı Leon Davidoviç olan Troçki, 1879 yılında Ukrayna’nın Karadeniz tarafında doğdu.
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
AydınlıkBU SAYIDA
36KİTAP
TANITILIYOR
3 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 23
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 836
Demir Özlü’yleyazma sanatıve yeni kitabı
üzerine
Demir Özlü’yleyazma sanatıve yeni kitabı
üzerine
Demir Özlü’yleyazma sanatıve yeni kitabı
üzerine
Demir Özlü’yleyazma sanatıve yeni kitabı
üzerine
Güneşi sırtında taşıyan köpek
Reddedilemeyecek Gerçek: Devlet var!
Çocukluğum, Suya Bı-raktığım Ayak İzleri
Okko
Bir “Profesyonel” Sürgünün
Türkiye dönemi
Müziğin ‘Berserker’i
Geçtiğimiz hafta yazarımız Seyyit Nezir köşesinde anlattı Demir-
taş Ceyhun’u. Yine O’nu mezarı başında anan dostları da farklı yön-
lerini bir kez daha hatırlattılar bizlere. Demirtaş Ceyhun’u 29 Tem-
muz 2009 tarihinde kaybetmiştik. Türk yazınına eserleriyle sunduğu
katkıların yanı sıra yetiştirdiği sağlam kalemlerle de iz bıraktı. O'nu
kaybettiğimizde Aydınlık’ın bir kitap eki yoktu henüz. Bizler O’na en
çok ihtiyaç duyanlardanız şimdi. Demirtaş Ceyhun Aydınlık Kitap’ı
görseydi ne derdi, ne gibi eleştiriler yapardı... Hocamızı saygıyla anı-
yoruz.� � �
D - Marin Turgutreis 8. Uluslararas Klasik Müzik Festivali ger-
çekleştirildi. Dünyaca ünlü müzisyenlerin sahnelendiği festivalde Fa-
zıl Say’ın yorumladığı Çaykovski’nin 1 No’lu Piyano Konçertosu ile
Fazıl Say bestesi “Mezopotamya” 2. senfonisi Türkiye’de ikinci kez ses-
lendirildi. Niyetimiz bunun haberini vermek değil, elbet bizden baş-
ka haber eden olmuştur. Kırmızı Yayınları’ndan çıkan “Fazıl Say” ki-
tabı geliyor akla. Bir dahinin hayatını Jürgen Otten anlatıyor. Kitaba
ilişkin yazıyı iç sayfalarımızda bulabilirsiniz. Jürgen Otten, Fazıl Say’ın
eğitim hayatındaki önemli evrelere, sanatçının dünyaca ünlü beste-
lerinin prömiyerlerine tanıklık etmiş. Haliyle bugüne kadar Say’a dair
yazılmış en kapsamlı biyografi de O’nun kaleminden çıkıyor. Fazıl
Say’ın yakın gelecekteki bestelerinin oluşum aşamasına bizler bura-
Yaz�, mitolojinin ve felsefenin dedi�i gibi ruha zerk edilen bir zehirse söz nedir? Sözün suçorta�� yaz�! Söz de ruha zerk edilmiyor mu? Söz de yaz� da do�aya kafa tutu�un ta kendisi
de�iller mi? Bedeni ve ruhu da ola�an seyrinden uzakla�t�rm�yorlar m�?
1985, 1987 ve 1991 yıllarında kaleme al-dığınız anlatı kitaplarının ardından tamyirmi yıl sonra yeni bir anlatıyla okurunkarşısına çıktınız. Neden bu kadar uzun biraradan sonra yazıldı bu kitap?Başka şeyler yazdım. 91’de kendi yazarlığım
açısından üç “anlatı”nın yeterli olacağını dü-
şünmüştüm. Öte yandan yaşamımın bu
kadar uzayacağını bilmiyordum. Kendimi bir
anlatı daha yazabilmeye yoğunlaştırma-
mıştım. Bu son yirmi yılda romanlarla öy-
küler yazdım. Anlatı bu yıl kendini zorladı.
Yazıldığından sonra da hemen yayınlandı.
Bu yıl mart ayında İstanbul'da yazılmıştı.
Bir söyleşinizde, “Kanallar’ı yazdıktansonra benim yazarlık tasarılarım bitti.Baktım kitaplarıma, ben söylemek iste-diğim her şeyi söylemişim, diye düşündüm.Özellikle okumak isterseniz, size o üç taneanlatıyı öğütlerim: “Bir Beyoğlu Düşü”,“Berlin’de Sanrı”, “Kanal Kentlerinde”.(…) Bu kitaplarda ben söylemek istediğimher şeyi söylemişim. Kanallar’la benim ya-zarlık projem bitti. Artık elimi kolumu sal-layarak dolaşmak istiyordum biraz” di-yorsunuz. Ama görüyoruz ki daha söyle-
yecek çok şeyiniz var… Evet, “Kanallar” 91’de yayınlandıktan son-
ra söylemek istediğim şeylerin hemen hemen
hepsini söylemiş olduğumu düşündüm. Ya-
yınladığım şeyleri tekrar tekrar okumam. Bu
bana çok zor gelir. 91’de ruhsal bir rahatlık
duydum. Bu rahatlıkla yayınladığım şeyle-
rin bir bölümüne göz attım. Gerçekten bir
yazar sürekli yazmaya, yazmayı da yaşamı-
nın sonuna kadar sürdürmeye
zorunlu değildir. Yazın tarihinde
pek çok örnekleri var. O üç anla-
tı: “Bir Beyoğlu Düşü” (1985),
“Berlin’de Sanrı” (1987) ile “Ka-
nallar”dır (1991). Şimdi üçü, ge-
çen yıl bir arada yayınlandı. “Ka-
nal Kentlerinde” (2010) günceler
kitabıdır. Başka bir söyleşide yan-
lış not edilmiş. O günceler, yaşa-
mım ile çalışma düzenimin bel-
geleri. Onları bu açılardan çok seviyorum.
“Kanal Kentlerinde” anlatı değil. 1979 ile
1989 arasında Türkiye’ye hiç gelmeden
yurtdışında yaptığım geniş (ve gerçekleşti-
rilmesi zorunlu olmayan) bir programda
“Kanallar”ı son kitap olarak düşünüyordum.
Zorunlu olmayan bu program tamamlandı
ama ne var ki ben başka şeyler de yazmak,
yayınlamak zorunda kaldım. Örneğin, geçen
eylülde üçüncü baskısı yapılan “Tatlı Bir Ey-
lül” gibi, şimdi piyasada olmayan “İthaka’ya
Yolculuk” gibi romanlar... Söyleyecek çok şe-
yiniz var demenizi “iltifat” kabul ederim.
Ama bu zamanla belli olur, yani neler ye-
nidir, neler yeni değildir gibi şeyler... Ama
91’den sonra yazdıklarımda da yeni şeyler var
sanıyorum. Fakat bunu ben değerlendire-
mem. Bizde yeterince varolmayan yazınsal
incelemelerle anlaşılabilir bu.
Bu son anlatı kitabınızda okuru da Ber-lin’de bir yolculuğa çıkarıyorsunuz; şehrintarihsel acılarına ortak ediyorsunuz. Okurda yazarla birlikte metroya biniyor, Ber-
lin’in güzel mahallerini keşfeçıkıyor; sakin kafelerde bir nefesalıyor. Yazarı “sen” diye anlatı-yorsunuz; neden birinci tekil şa-hıs “ben” değil? Neden “sen”?“Önünde Boş Bir Uzam”, akılcı
bir gözle bakılırsa Batı dünyası-
nın en büyük belirleyici merkez-
lerinden biri olan Berlin’i güncel
bir gözle -adeta gazetecilik gibi-
yansıtmak istiyor. Arada bir ruh-
sal ve düşünsel olarak göndermelerle de-
rinleşmek istiyor. Orada yeni Berlin var; di-
yeceğim, küreselleşme sonucu oluşan Ber-
lin. Baba ile oğul -iki kuşak- arasındaki ba-
kış farkı. Bazen dünyanın da, kendi ülke-
nin de çıkışsız kaldığı dönemler yaşanır. El-
bette sonra değişecek bu. Tarihin sonu gel-
medi. Yakın gelecekte de, orta gelecekte de
çok büyük olaylar olacak. Danimarkalı fi-
lozof da, Kleist da dönemlerinin büyük çal-
kantıları içinde böyle düşünmediler. Tersine
Hegel böyle düşündü. 20. yüzyılın Alman-
ya’sı Hegel’le Bismark’ın yarattıkları Al-
manya’dır. Kuşkusuz bugün de büyük çal-
kantılara gebe. 1919’da o kaos içinde Rosa
Luxemburg ve Karl Liebknecht iktidara ge-
lebilselerdi hem Rusya’daki Sovyet ihtila-
li güçlenecek, hem de sosyalizm, bütün zor
koşullara karşın tek ülkede kalmayacaktı.
Şimdi Türkçede 1950’lere kadar söylev
(nutuk) anlamına gelen Fransızca “disco-
urs” sözcüğünü 1950’lerden sonra felsefe ça-
lışmalarında kazandığı yan anlamlarla
“söylem” diye karşılıyorlar. Bu karşılık ye-
terli mi bilmiyorum. Ama bu anlatı “gün-
cel bir discours” olduğu için “sen” anlatı-
mını seçtim.
OKUMAK EDEB�YATIN EN BÜYÜK�T�C� GÜCÜKitapta, kendini iyileştirmek için yazdığı-nı düşündüğünü söylüyor yazar. Edebiya-tın böyle de bir işlevi var; bir yanıyla şifaverici, iyileştiricidir. Öte yandan da acıtanbir eylem. “Yazı tasarıları kolay kolaygelmez insanın zihnine. Tamamlanmış, se-nin kabul edebileceğin parlak bir tasarınınaniden gelişiyse çok seyrek olur. Onu dahiyazıya geçirirken bazı bölümlerini dermeçatma bulursun. Ama yazıp tamamlama-lısın” diyorsunuz. Yazma sürecinizi, bu sü-recin sancılarını biraz detaylıca konuşabilirmiyiz? Sadece beyaz olan kâğıtla baş başakalma durumunu…Bu defa ben İstanbul’dan ayrılmadan önce
“Beyaz, boş kâğıtla baş başaoturmak en dramatik an’dır”“Önünde Bo� Bir Uzam, ak�lc� bir gözle bak�l�rsa Bat� dünyas�n�n en büyük belirleyici merkezlerinden biri
olan Berlin'i güncel bir gözle -adeta gazetecilik gibi- yans�tmak istiyor. Arada bir ruhsal ve dü�ünsel olarakgöndermelerle derinle�mek istiyor. Orada yeni Berlin var; diyece�im, küreselle�me sonucu olu�an Berlin.
Baba ile o�ul -iki ku�ak- aras�ndaki bak�� fark�. Bazen dünyan�n da, kendi ülkenin de ç�k��s�z kald���dönemler ya�an�r. Elbette sonra de�i�ecek bu. Tarihin sonu gelmedi.”
3 A�USTOS 2012 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP
“yaratıcı yazarlık” kursunda öğretmenlik ya-
pamazdım. Ama çok deneyi olmuş kişiler-
ce yapılmasına da karşı değilim. Şu kadarını
anlatmaya çalışayım; okumak, büyük ya-
zarları okumak edebiyatın en büyük itici gü-
cüdür. Yaşamak, yaşam deneyleri de. Mo-
dern edebiyatta bilinçaltı birikimleri çok
önemli bir etkendir sanırım. Bir şey çok be-
lirli olmayan çizgileriyle zihninizde beliriyor;
bir konu, bir imgeyi canlandırma isteği, bir
duyguyu somutlaştırma eğilimi vs... Bu-
nun çizgileri de yukarıda andığım temel et-
kenlerden alınan güçle belirginleşir; yani
okumaya, yaşamaya devam etmekle. Beyaz,
boş kâğıtla baş başa oturmak en dramatik
an'dır. Yanılarak, doğacak metnin doğdu-
ğunu sanarak, yazar kâğıtların başına otur-
duğunda ilk cümlelerden sonra yazı kendi
kendini, kendi içinden çıkarak, yani kendi-
ni doğurarak yürümüyorsa hemen bırakmalı
yazmayı. Ama bu müsvetteleri atmamalı.
Belki on yıl, belli yirmi yıl sonra bilinçli-bi-
linçsiz yaşam deneyleri sonunda o yazı
kendini yazdırabilir. Marcel Proust’un çok
gençken yazdığı, kendi başına kalmış, önem-
siz sayılmış -yazarın kendisince de- bir öy-
küsünün sonradan büyük yapıtı Geçmiş Za-
man Peşinde de önemli bir yer aldığını Tah-
sin Yücel çok iyi anlatır. Zaten Yücel’in de-
nemelerinde “yazış”la ilgili çok önemli bil-
giler var. Gene bu defa İstanbul’da
karşılaştığım olgunluk çağında
bir edebiyat meraklısı tanı-
dığım, bana eski yazarla-
rın çok eskide kaldıkla-
rını, en yeni yazarların
roman tekniklerini
çok geliştirdiğini söy-
ledi. Asla doğru değil.
Modern romanın ku-
rucusu 19. yüzyılın ilk
yarısında yazmış olan
Balzac’tır. Onu tanıma-
dan, incelemeden roman
yazılamaz dersem, sanırım
yanlış bir şey söylemiş olmam.
Yazmak bana hem büyük bir mut-
luluk, hem de yazma sürecinde acı veriyor.
Yazma süreci sporcuların kampa çekilme-
leri gibidir, ama tek başına bir kampa. Re-
daksiyon da önemli tabii. Bir çağdaş met-
nin göndermeleri de olmalı. Bir kitap yaz-
maya oturmak için ruhsal bir yükselme duy-
malıyım. Anlatı yazarken hemen her gün
yazmak gerekiyor. Her defasında sinirsel ya
da duygusal bir sarsıntı geçiriyorum. Yazarlık
yükü bilinçaltındadır sanıyorum. Salt bilin-
çle yazanlar didaktik ya da ticari şeyler ya-
zabilirler gibi geliyor bana.
ON YIL YURDUMA DÖNEMED�M“Senden ne kadar uzak yaşamış olsam da,benim bitimsiz kentim sensin” diyorsunuzParis için. Şu an Stockholm ve İstan-bul’da yaşıyorsunuz ve de İstanbullusunuz.80 askeri darbesi sonucu vatandaşlıktan çı-karıldınız ve Türkiye’den uzaklarda yaşa-mak zorunda kaldınız. Bir göçebelik, yer-siz yurtsuzluk hali söz konusu. En çok ne-reye ait hissediyorsunuz kendinizi; bu ai-diyetsizlik, yazınınızı nasıl besliyor?İstanbul’da doğdum. Dört yaşla on dört yaş
arasında ailemle Batı Anadolu’nun ilçele-
rinde dolaştım. On dört yaşında İstanbul'a,
liseye yatılı öğrenci olarak döndüm. On yedi
yaşında gündüzlü öğrenci oldum. Ben on se-
kiz yaşında üniversiteye başlamışken babam
bazı akrabalarımızla birlikte Fatih’teki apart-
manı inşa ettirdi. Bir dairede özel odam oldu.
İstanbul’da Beyazıt’taki üniversite kanti-
ninde ve Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesi’nde
kalabalık yazar, sanatçı toplulukları haline
geldik. Birbirimizden çok şey öğrendik. Bo-
hem hayatı başladı. 61-62’de Onat Kutlar’la
birlikte Paris’e gittik. Paris bizim kültür
kentimizdir. Daha gitmeden önce hem
Fransız edebiyatını hem de Paris’i tanıyor-
duk. Bizim kuşak Paris romantizmi yaşıyordu
ve hangi koşullarda olursa olsun oraya ak-
mıştı. Yeni kuşaklarda böyle eğilimler yok sa-
nıyorum. Daha çok bu kolaylaştırılmış üni-
versiteleri bitirerek ABD’ye master ya da
doktora yapmaya gidiyorlar. Sonra ancak
1974’de pasaport alabildim. Ulla -İsveçli ka-
rım- ile ilk defa gene bir Paris ikameti son-
rası İskandinavya’yı gördüm. 1979’da küçük
oğlumun yurdumuzdaki olaylardan rahatsız
olması sonucu Stockholm’da oturmaya baş-
ladım. On yıl yurduma hiç dönmedim, dö-
nemedim. Bana yapılan şeyleri anlatmayı kü-
çüklük sayarım. İstanbul’daki ev haklı ola-
rak satıldı, yıkıldı. Akrabalarım nüfus ve ah-
laksal değişime katlanamıyorlardı. Yerine
üzerinde mozaikle “maşallah” yazılı gudu-
bet bir bina yapıldı. 90’lı yıllar. Bugünkü İs-
tanbul estetik olmayan mimari yapısıyla
da, oraya üşüşmüş nüfus yapısıyla da bizim
İstanbul’umuz değil. İstanbul’u özlüyorum
dersem yalan söylemiş olurum. Paris’e
gelince; oraya 61’de ilk defa
gittiğimde İstanbul nostalji-
si de yaşamıştım. 74’de
Paris’e gittiğimde yeni-
den sevemedimdi ora-
yı. Son yıllarda sık sık
gittim, Paris’i yeniden
sevdim. Ben Türkiye
kültüründen ne kadar
beslenmişsem, Fran-
sız kültüründen de o
kadar beslendim. Şimdi
otuz iki yıldır oturduğum
İsveç de bana çok şey öğret-
ti. Burada yaşamın niteliği çok
yüksektir, insana da rahat verirler. Çok
karışık şeyler söylüyorum, değil mi? İnsan bu.
Karmaşık bir varlık. 1962’de 1.Türkiye İşçi
Partisi’ne üniversiteden ilk girenim. İlk par-
ti programını yazanlardan biriyim. O in-
sanları genç kuşaklar tanımasa da birer le-
janttır onlar. Ama bizi siyasi arenadan uzak-
laştırdılar. Siyasi kadrolar, dönem dönem hep
niteliksizlik kademeleriyle alçaltılarak, bu-
günkü en alt kademeye indirildi. Daha aşa-
ğı bir kademeye indirilebilir mi? Buna da ha-
yır diyemem. Gerçekten kaçılamaz; şimdi ai-
diyetsizim. Her yerde bir ziyaretçiyim. Tür-
kiye'deki siyasi ve etnolojik değişim bende
kök bırakmadı. Yalnız Türk diline bağlıyım.
Türk dilinde bir kitabımın çıkması beni en
çok sevindiren şey. Bu köksüzleşme yazma-
mı besliyor, hem de fazlasıyla.
İstanbul ne ifade ediyor sizin için; “Aslın-da İstanbul’daki mahallenden çıkmak is-temezdin. En mutlu olan insanların doğ-dukları yerde yaşayıp ölen insanlar olduk-larını düşünüyordun”. İstanbul dışındada yeterince mutlu olabiliyor musunuz?Doğduğu yerde yaşayıp ölen insanlar ger-
çekten en mutlu insanlarmış gibi geliyor
bana. Onlara imreniyorum. İstanbul dışında
da mutlu oluyorum. Tersine günümüz İs-
tanbul’unda mutlu olamıyorum. Elbette
genç kuşaklar orada yaşayacaklar, orada
mutlu olacaklar.
KLEIST KADAR NECAT�G�L’�N DE ETK�S�Sevgilisi Vogel’le birlikte intihar eden Al-man şair-yazar Heinrich von Kleist’tenbahsediyorsunuz; henüz on beş yaşınız-dayken sizde yazar olma ateşini yakan, te-şekkür borçlu olduğunuzu dile getirdiğinizKleist. Bu yazarın sizin için öneminden vesize kattıklarından konuşabilir miyiz?Kabataş lisesinde edebiyat öğretmenim
büyük edebiyat adamı Behçet Necatigil, öğ-
rencilerine Alman Romantik Yazını’nı ta-
nıttı. Öteki öğrenciler ne kadar ilgilendiler
bilmiyorum. Önce kendi çevirisi Eichen-
dorff’un “Bir Haylazın Hayatı”nı okuttu sı-
nıfta, sonra Rilke: “Malte’nin Notları”. Ben
sonra akşam etütlerinde Keller’i okudum.
Ardından Hoffman’ı, Chamisso’yu, sonra
da Kleist’ı. Alman romantik edebiyatı
Fransız romantik edebiyatından kat kat üs-
tündür. Kleist’daki kötümser ama parlak ya-
zışı, o çifte intihar olayı beni çok düşün-
dürdü. Bunda bir derinlik buldum. Çağıy-
la da ilgilendim. O genç bir yazarken Na-
polyon Almanya’yı işgal etmişti. O za-
manki Napolyon, cumhuriyetçi fikirler ta-
şıyordu, krallıkları, imparatorlukları Av-
rupa'da yıkmak istiyordu. Almanya'da da
çok taraftarı vardı. Kleist işgalci Fransız or-
dusuna karşı Alman ordusuna girmeyi ter-
cih etti. Bu ulusalcı tutumunu yüz yirmi yıl
sonra Nasyonal-Sosyalist ideoloji istismar
etmek istemiştir. Nietzsche’ye de yaptığı
gibi. Ben hiçbir yere ait değilim, ama ölçülü
bir biçimde ulusal onurumu koruyorum. Fa-
kat bu ulusal gurur bugünkü Türkiye reji-
mine ve toplumsal örgütlenmesine dönük
değil. Türkiye’nin bağımsız olduğu dö-
nemlere, Yeni Osmanlılardan beri müca-
dele edenlerin tarihine bağlı. Doğru olan
budur. Beni Kleist kadar, Necatigil de ede-
biyata itti.
Edebiyat tarihi intihar eden yazarlarladolu; Virginia Woolf, Ernest Hemingway,Viladimir Mayakovski, Jack London, Sa-dık Hidayet vs… “İnsan yaşama dayan-malı, sonuna kadar yaşamalıdır. Ama oyolu tutanlara da derin bir saygı duyarım.(…) Yaşam kadar ölüm de saygıdeğerdir”
diyorsunuz. Bu insanlar için yaşamı da-yanılmaz kılan, kendi hayatlarına sonvermeye iten neydi sizce? Derin acıma duy-guları olan insanların öteki insanlarınüzerine çıkarak onları ezmediklerinden,tersine, ellerinden geldiğince bu çarkı ter-se çevirmeye çalıştıklarından bahsediyor-sunuz. Edebiyatla-sanatla uğraşan insan-lar da çarkı tersine çevirmeye çalışanlar-dan olsa gerek; bu yükün ağırlığı da insa-nı intihara sürüklüyor diyebilir miyiz? Doğru, edebiyat tarihinde intihar etmiş ya-
zar çoktur. Zaten yazış, ölümün bir sahilinde
yol alır. Sonra da ölümü aşar. Kuşkusuz bü-
tün intihar olaylarının yapısı karmaşıktır.
Birçok öğe birden vardır olgunun içinde. Bu
ismini yazdığınız yazarlar içinde Sadık Hi-
dayet’in, Mayakovski’nin, Hemingway’in in-
tiharları üzerine ne buldumsa okudum, bil-
gi toplamaya çalıştım. Hidayet’in ölümün-
de tam bilmediğimiz birçok öğesinin ara-
sında toplumunun istenildiği gibi uygarla-
şamayacağı gibi kendi toplumuna dönük kö-
tümser sezgileri de var sanıyorum. Molla-
lar gericiliği üzerine sezgileri Kör Baykuş
adlı romanında imgeler olarak vardır. Bunu
yazmıştım: Samuel Beckett’in Terzisi (2003)
adlı kitabımın içinde, (s: 17) İran’ı bugün-
kü haline getiren Musaddık’a karşı dü-
zenlenen CIA darbesidir. Günümüz siyaset
yorumcuları bunu çoktan unutmuş görü-
nüyorlar. Petrol sahibi ülkelere emperyalizm
rahat vermiyor. Daha da rahat vermeme-
ye devam edecek. ABD’nin sağda solda ye-
nilmesinin hiç önemi yok, onlar açısından.
Çünkü bu ülkede zenginliğin devamı çar-
kı savaşlarla dönüyor. Onlar da kendi fakir
ailelerinin çocuklarını böyle feda ediyorlar.
Aynı bizim gibi. Hemingway’in intiharında
birçok öğenin yanında babasının da intihar
etmiş olması var. Güçlü olma isteminin de-
vam etmesini istemesi gibi. Castro’nun ar-
kadaşı olup CIA’ce izlenmesi gibi. Bir de
İtalya’da çok genç bir kıza aşık olması
gibi. Büyük şair Mayakovski’nin Sovyet ih-
tilalinin gidişinden memnun olmaması
üzerinde çok durulmuştur. Ama son yıllarda
Lili Brick’e aşıkken, aktirist bir kıza duyduğu
aşk da karışıyor işin içine. Olabilir. Şairle-
re ani bir aşk çarpabilir.
“Yazmak bana hembüyük bir mutluluk, hem deyazma sürecinde ac� veriyor.
Yazma süreci sporcular�n kampa
çekilmeleri gibidir, ama tek ba��na bir
kampa. Redaksiyon da önemli tabii. Bir
ça�da� metnin göndermeleri de olmal�. Bir
kitap yazmaya oturmak için ruhsal bir
yükselme duymal�y�m. Anlat� yazarken
hemen her gün yazmak gerekiyor. Her
defas�nda sinirsel ya da duygusal bir
sars�nt� geçiriyorum. Yazarl�k yükü
bilinçalt�ndad�r san�yorum. Salt
bilinçle yazanlar didaktik ya daticari �eyler yazabilirler
gibi
FOTO
�R
AFL
AR
: Sev
diye
Kah
ram
an
3 A�USTOS 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP
YERLİ DEDEKTİF
BURAK DEMİR
Polisiye edebiyat; merak, heyecan, geri-
lim, korku gibi duyguları tekdüze yaşamın
sınırını aşarak okura hissettirebildiği öl-
çüde başarılıdır. Okur, polisiye metinde
yaşadığı dar alanda hissedilmesi mümkün
olmayan duyguları arar. Çünkü cinayet
başlı başına bir sıra dışılıktır ve bu sıra dı-
şılığı büyüleyici kılan cinayetteki gizemin
saklanabilirliğidir. Polisiye edebiyat temel
olarak üç ana unsur üzerine bina edilir.
Suç, suçlu ve dedektif…
Suç ne kadar komplike, suçlu ne ka-
dar zeki olursa olsun dedektif okurla eşit
şartlarda yarışmadığı müddetçe nitelikli
bir polisiyeden söz edilemez. Polisiye
edebiyata damga vurmuş bütün metin-
lerde yazar okuyucu ile dedektifi saf bir
annelik duygusuyla eşitlemiştir. Birini
diğerinden çok sevmemiştir, birine ne ka-
dar ipucu vermişse diğerine de o kadar
ipucu vermiştir. Yazar bu eşitliği sağla-
yamadığı müddetçe okuru tatmin eden bir
kurgu meydana getiremez. Okur ve de-
dektif eşit olduğunda ise gizemi çözecek
olan yegâne unsur zekâdır.
Whodunit yani katil kim metinleri
okuru cezbeden, kurmacının içine hap-
seden ve zamanın akışını unutturan çar-
pıcı bir yazın türüdür. Yazar aynı im-
kânları verdiği okuru ve dedektifi ara-
sındaki eşitliği el altından yapacağı bir
kumpasla yani gizemi bir rastlantı ya da
basit bir alicengiz oyunu ile dedektife çöz-
düremez. Celil Oker basit rastlantılarla,
alicengiz oyunlarıyla polisiyeyi kaçak gü-
reşerek yazanlardan biri değil.
PEK�, NASIL B�R YAZAR?Okuruna saygı duyan, dedektifi Remzi
Ünal hangi ipuçlarına sahipse okurları-
na o ipuçlarını sunan bir polisiye yazarı
Celil Oker. Kadim İstanbul şehrinin ha-
vasını okurlarına yavaş yavaş soldurma-
ya başlar önce. Sonra tarihi mekânlar,
semtler, sokaklar okurun gözünde can-
lanır ve birde bakmışsınız önünüzde
Remzi Ünal arkasında siz şehrin kirli kal-
dırımlarında suçun, suçlunun peşinden
koşarsınız bazen hızlanarak, bazen tö-
kezleyerek hatta düşerek ama koşarsı-
nız…
Bir romanın en önemli tamamlayıcı-
larından biridir olayların yaşandığı kent.
Kentin havası, metnin arasından sıyrılıp
ne kadar berraklaşırsa okur kurgunun o
denli içine girer. Celil Oker’in polisiye-
lerinde ambulansların sirenlerini, seyyar
satıcıların bağrışlarını, taksilerin kulak tır-
malayan kornalarını, martıların çığlıkla-
rını duyarsınız. Bildiğimiz mekânlardadır
koşuşturmacalar, cinayetler, soruştur-
malar… Yadırgamaz aksine sahipleniriz
metni ve böylece Remzi Ünal’ın peşinden
daha hızlı koşarız.
Romanlarındaki dil de bizim dilimiz-
dir, okuru dil oyunları ile kandırmaya
kalkmaz yazar. Amerikan polisiyelerinde
olduğu gibi otopsiler, parmak izleri, tek-
nik izlemeler ve dinlemelerin kolaycılığına
da sığınmaz. Diliyle, mekânlarıyla, cina-
yetiyle, katiliyle, dedektifi Remzi Ünal’la
yerlidir ve evrenseli kucaklar Celil Oker’in
var ettiği Remzi Ünal polisiyeleri.
K�M BU ME�HUR REMZ� ÜNAL?“Remzi Ünal... Şu Hava Kuvvetleri'nden
için derslerini bıraktı, çeviri derslerini bana ver-
diler. Ünlü akademisyen, edebiyatçı ve çe-
virmen Akşit Hoca’nın derslerini devralmak
inanılmaz bir şeydi. O tarihten itibaren bu çe-
viri dersi, benim bir tür uzvum gibi oldu.
Ne tür çeviriler yaptın?Okutmanlığın yanı sıra farklı türden pek çok
çeviri yaptım. Siyasi içerikli çeviriler yaptım,
çocuk kitapları, öykü, roman ve anı kitapla-
rı çevirdim. Eşim Cüneyt Akalın’ın ve benim
çevirdiğimiz, Can Yayınları’ndan çıkan, iki ço-
cuk kitabı neredeyse 20 yıl oldu, hâlâ baskı ya-
pıyor: Roald Dahl’ın “Matilda” ve “Dev Şef-
tali” adlı romanları. Daha sonra aynı yayın-
evine aynı yazarın anılarının ikinci kısmını çe-
virdim, “Tek Başına” adıyla. Birinci kısmı “Kü-
çük Adam Büyürken” adıyla Prof. Cevat
Çapan’ın eşi Gönül Çapan çevirmiş. Evvel-
ki kış da çok keyifli bir çeviri yaptım, onun çık-
masını dörtgözle bekliyorum. Linda McJan-
net adlı bir İngiliz akademisyenin eseri. “The
Sultan Speaks”. 16. yüzyılda İngiliz Tarihçi-
liği’nde ve İngiliz Tiyatrosu’nda Türk imge-
si teması üzerine bir eser. Örneğin Shakes-
peare’e yakın üne sahip o dönemin İngiliz
oyun yazarı Marlowe’un, “Tamburlaine” adlı
Timurlenk’i ve Sultan Beyazıt’ı anlattığı uzun
bir oyunu vardır. Bu oyunu ve diğer eserleri
inceleyen yazılar yazmış. Dönemin eserlerinde
çok farklı söylemlerin olduğunu, birçoğunda
Yunan, Arap ve Osmanlı kaynakların esas
alındığını, birçoğunda oryantalist, yani Do-
ğu’yu küçük gören bakış açısının olmadığını
belirtiyor. Sanıyorum 2013’de yayımlanacak.
Geçen yaz da Çanakkale’den Antakya’ya
kadar batı ve Güney Anadolu’nun tarihini ve
bugününü anlatan, John Freely’in yazdığı
hoş bir kitap daha çevirdim. Bu iki kitap Do-
ğan Kitap’tan çıkacak.
Kaynak Yayınları için de çeviriler yaptığınıbiliyorum. Doğu Perinçek senin çevirilerin-den hep övgüyle söz eder. Onlardan da bah-seder misin?Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin
Rusçadan Türkçeye Mehmet Perinçek tara-
fından çevrilen kitabını, yurtdışına gönderil-
mesi için İngilizceye çevirdim. Sovyetler Bir-
liği’nde yaşamış olan Ermeni tarihçi A.A. La-
layan’ın 1914’lerle ilgili çeşitli saptamaları olan
kitabını da yine Türkçeden İngilizceye çevir-
dim. Bu kitapları Kaynak Yayınları bastı
Ayrıca Doğu Perinçek’in Lozan’da Ermeni
“soykırımı” iddialarına karşı savunmasını İn-
gilizceye çevirdim.
ÇEV�R� ÜZER�NE TARTI�MALARÇevirinin yeri ve önemi hakkında konuşalımbiraz da...Bizim Edebiyat Fakültesi’nde çeviri dersleri
hep çok önemsenir. Bu ders, Akşit Göktürk,
Minâ Urgan, Murat Belge gibi çok yetkin ho-
calar tarafından verilmiştir. Şimdi bunun doğ-
ru bir bakış açısı olduğunu görüyorum. Çün-
kü çeviri; iki dili, iki kültürü yaklaştırmaktır,
yabancı bir kültürü yadırganmayacak bir bi-
çimde yerli okura sunmaktır. 1940’larda Ha-
san Âli Yücel “Kültür tüm insanlığa ait bir şey-
dir, onu paylaşmalıyız” derken bu anlayışı ifa-
de ediyordu. Batı ve Doğu klasiklerinin Türk-
çeye kazandırılmasının amacı buydu.
Ben de yaptığım çeviri kuramı çalışmala-
rının sonunda şu noktaya vardım: Kültürler
aslında çok farklı şeyler. Bir İzlandalının
yazdığı romanı Türkçeye kendi ağzınla, ken-
di geçmişinle, kendi kimliğinle, Türkçenin
ürettiği kalıplarla düşünerek çeviriyorsun.
İzlanda’yı görmüş olsan da bu çok fazla fark
yaratmıyor. Kültürler arası bir değiş tokuşsa
çeviri, çok değişerek ve dönüşerek öbür dile
aktarılıyor. Çevirmen bu işi yapmış oluyor, ama
bu farklılıkları tüm insanlığa ait değerler, al-
gılar ve bilgiler üzerine inşa ediyorsun.
Böyle olmalı mı?Böyle olmak zorunda! Çünkü gerçek bu.
Çağdaş çeviribilim kuramı, çağdaş felsefe
kuramı da diyebiliriz bunu böyle görüyor. İn-
san, beyninde oluşmuş kültür kalıpları dışın-
daki bir şeyi, görmediği, tanımadığı, yaşama-
dığı şeyi hayal edemez. Hatta bazı insanlar, “çe-
viri yapılamaz” diyorlar. Ama yapılıyor.
“Çevirmek yeniden yazmaktır” da deniyor.Yapılamaz dedikleri halde Kadeş Savaşı’ndan
bu yana 1000 yıllardır çeviri yapılıyor. Kadeş
savaşından sonra, iki taraf da kendini haklı
gösterecek ifadeler kullanarak, iki metin ha-
zırlamışlar bir Mısırca biri Akatça. MÖ 4. yüz-
yılda bile çeviri hakkında fikir beyan edenler
var. Bir şey yapılıyorsa vardır. Madem ayrı ayrı
kültürlerden birbirine çeviri yapılıyor, da-
yandığı bir şey var. İşte bu insanlığın ortak kül-
türüdür. İnsanı anlattığın zaman her kültüre
birden hitap etmiş oluyorsun. Çeviriyi var eden
insanlığın ortak kültürüdür.
NÂZIM’IN ÇEV�R� ÜZER�NEDÜ�ÜNCELER�Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevinde mahpus-ken Tolstoy’un “Harp ve Sulh” romanını çe-virmeye başlamadan bir hafta önce “tercü-me üslubu üzerinde kafa yoruyor,” düşünü-yor, ilkeler belirliyor. Vardığı sonuçları Ke-mal Tahir’e yazdığı mektuplarda aktarıyor:“Ben tercümeden şunu anlıyorum: Tercümeedilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi de-ğil. Yani tercüme romanı okuduğun zaman,sanki onu bir Türk muharririn yazdığını san-mayacaksın. Bilakis onu hangi milletin, han-gi devirdeki muharriri yazmışsa o milletin,o devirdeki muharririni okuduğunu anlıya-caksın”.
Bak şu tercüme meselesi hakkında bir dü-şüncem daha var. Bunu bir misalle anlatayım.Mesela Ruslar, sevgi sözü olarak güvercinimtabirini kullanırlar, biz gözümün nuru, göz-bebeğim filan deriz. Bence bunları tercümeederken ille de bizde güvercinim denmez diyeyavrucuğum filan dememeli, Ruslar da biz-den tercüme ederken gözümün nuru Rusça-da denmez diye güvercinim diye tercüme et-memeli, biz bizim dile güvercinim tabirini, on-lar kendi dillerine gözümün nuru tabirini sok-malı. Bu surette dillerin birbiri üzerinde ta-bir, sıfat mıfat alışverişiyle de zenginleşme-si kabil olur.” (*)Nâzım’ın bu düşüncelerininasıl değerlendirirsin?Ben bunca yıldan sonra şunu anladım: “Şöy-
le yapmak lazım” dediğinizde zaten kimse sizi
duymuyor. Çevirmenler kendi ülkelerinde,
kendi yaşadıkları çağda geçerli olan normla-
ra göre çevirmeye devam ediyorlar. Ödül al-
dığında herkes ona bakıyor. Yayın kurulları,
yayınevleri karar verip seçim yapıyor. Hoca-
larımız bizleri yönlendiriyorlar. Beğenilen
çevirimiz o tarzı sürdürmemizi etkiliyor. Bir
sürü denetleyici faktör var. Bizim çeviri an-
layışımız toplumumuza ait. Davranış kural-
larındaki günahlar, ayıplar gibi… Çok aykırı
davranırsan ya yenilirsin ya da sen çevreni de-
ğiştirirsin, yeni normlar koymuş olursun. Çe-
viride de böyle: Bu yanlış ben değiştireceğim
dersen, ya sen yok olursun ya da sen toplumun
anlayışını değiştirirsin. Örneğin Can Yücel
bunu yaptı.
İki farklı anlayışı örnekleyecek olursak
Minâ Urgan’ın, Orhan Burian’ın yani 40’la-
rın, 50’lerin anlayışı: Şöyle “Edebiyat eseri ya-
zarına aittir, özgün metnin tüm özellikleri ol-
duğu gibi korunmalıdır.” Tabii bu, o eserin
okunacağı dilde, tuhaf ifadelere, yabancı bir
söyleme götürüyor. O yıllarda yalnız Nurul-
lah Ataç bu anlayışa karşı çıkmıştı. “Çevrildiği
dilde okunacak, çeviri Türkçe söyleme uygun
olmalı” diyordu. Bugünkü anlayışa daha ya-
kındı o.
60’lardan, 70’lerden sonra çevirmenler:
“Çevrildiği dilde yadırganmadan, anlaşılarak,
zevk alınarak okunmalı” anlayışında birleşi-
yorlar. Bir eser bir dilden öbür dile çevrilir-
ken başta sesi, cümle yapısı olmak üzere za-
ten pek çok değişime uğruyor. Örneğin “zey-
tin ekmek yiyelim” dersek Türkçede basit,
ucuz bir yemek anlaşılır. Bunu Moldova’da
söylersek, yeni öğrendikleri en pahalı ve lüks
bir yiyecek anlaşılır. Hangisi değiştirme, zey-
tin yiyelim mi yoksa onların sıradan yemeği
ekmeği domuz eti suyunda ıslatılarak yenmesi
mi? Bence bu anlayışta kelimeler değiştiril-
miş oluyor ama anlam korunuyor. Çeviri ya-
ratıcılığı çok olan bir çalışma. Bir dilden
öbürüne dümdüz, kelime kelime aktarım ya-
pılamıyor. Ünlü bir söz vardır: “Yazarlar
kendi çağlarının çocuğudur” der. Ben de
içinde bulunduğum kültürün çocuğuyum.
Onun anlayışını benimsiyorum.
Can Yücel nasıl bir çeviri yapmıştı?Can Yücel, örneğin Shakespeare’in ünlü 66.
sonesini çevirdi. “Kızoğlan kız”, “Yemen’e
kadı olmak” gibi deyimler kullanıyor. Tabii
“Shakespeare böyle laflar kullanmadı” diye
itiraz edildi. Yanıtı hazırdı: “Türkçe söyleyen”
Can Yücel. 66. Soneyi karıkoca akademisyen
bir çift de çevirmiş. Onlar da milim milim Sha-
kespeare’e bağlı kalmışlar. İki metni yan
yana koyuyorsun. Can Yücel’inki son derece
keyifli… Shakespeare’in söylemek istediği şeyi
de içinde hissediyorsun. Bu sonede haksız-
lıklara karşı çıkılır. İyiler hep ceza görürken,
kötüler bir şekilde sıyrılırlar. Can Yücel’in çe-
virisinde bu haksızlığa isyanı hissediyorsun.
Öbür metinde ise, bir şiir heyecanı duymadan
edebiyat tarihinin bir örneğini okumuş olu-
yorsun.Teşekkür ediyor çalışmalarında başarılar
diliyoruz.(*) Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e
Mapusaneden Mektuplar, Adam Yayınları,Birinci Basım: Ağustos 1968, 370 s.
“Kültürler arası bir değiş tokuş”
Feyziye Özberk(sa�da)
Lale Alal�n’labirlikte
Küresel dengelerialt üst eden gün: 11
EylülMUSTAFA SOLMAZ
“11 Eylül, Küresel Felakete Yerel Yorumlar”
kitabı derleme bir çalışma olarak Tan Ki-
tabevi tarafından okuyucuya sunuldu. Kita-
bın içinde yer alan çalışmalar, 11 Eylül’ün 10.
yılı dolayısıyla gerçekleştirilen bir konfe-
ransta sunulan tebliğlerden edinilmiş. Eser,
11 Eylül’ü sadece ABD açısından değerlen-
diren görüşlerin yanı sıra küresel dengeleri
alt üst eden bu olayı tüm dünyayı ilgilendi-
ren yönüyle ele alan görüşleri yansıtıyor. Bi-
rinci bölümde “11 Eylül: Neydi, Neyi De-
ğiştirdi?” makalesiyle Funda Gençoğlu On-
başı, 11 Eylül’ün demokrasi, ulus-devlet,
küreselleşme, güvenlik, özgürlük alanında-
ki düşüncelerimize etkisini tartışıyor. Küre-
selleşme için “rıza ve iknaya dayalı hege-
monya” tanımı yapılan makalede 11 Eylül
sonrasında Irak ve Afganistan işgalleri de
dünya kamuoyunu ikna etmenin önemli bir
argümanı olarak değerlendiriliyor.
FRAKS�YONLARIN ÇEL��ENTALEPLER�Ali Murat Özdemir “11 Eylül ve Yeni Dev-
let Biçimi” makalesiyle “Devlet nedir?” so-
rusundan yola çıkarak yeni devlet biçimini tar-
tışıyor. Devletin, sivil toplumun dışında ve kar-
şısında konumlanmış bir organizma ya da
alan olmadığını belirten yazar, tersi bir algı-
lamayı da gözler önüne seriyor: Buna göre
devlet, “Sermayenin yeniden üretimi temel
ekseninde bir araya gelmiş ve işleyişi çeliş-
kilerden muaf olmayan yapısal biçimlerin, ku-
rumların ve örgütlerin toplamıdır.” Devlet za-
mandan ve mekandan bağımsız değildir.
Sermaye hiçbir zaman “genel olarak serma-
ye” formunda temsil edilmez. Farklı fraksi-
yonların (TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON vs.)
bazen birbiri ile esaslı olarak çelişen farklı ta-
lepleri olacaktır. Sermayenin fraksiyonları
arasındaki ilişkide talepler, birikim strateji-
leri üzerinden içerik kazanır. Bu noktada ya-
zar, örneğin Türkiye’de Ortadoğu eksenli ser-
maye gruplarıyla kurulacak ilişkiyi merkeze
alarak, kendi dar iktisadi çıkarlarını aşmaya
yönelmiş sermaye gruplarıyla alakalı talep-
leri temsil eden kimseler tarafından domine
edilmiş devlet aygıtlarında, Yeni Osmanlıcı
bir söylemin diğerlerine üstün gelebileceği-
ni belirtiyor. Bu aygıtın içerisine giren ta-
leplerin de bu söylemi destekleyen grupların
işine yarayabileceği söylenebilir. Türkiye’nin
Avrupa Birliği perspektifi de, ilgili grupların
ve uluslararası almaşıklarının küresel siste-
me eklemlenme tarzlarıyla ilişki içinde geli-
şecektir. Dolayısıyla devlet “Kendi içerisin-
de temsil bulan çeşitli sınıfların güçlerinin ke-
siştiği noktada iktidarını kullanılabilen ya-
pılaşmış bir ilişkiler setidir.”
11 Eylül, Irak’ta görüldüğü gibi Ameri-
ka’yla ve diğer emperyalist devletlerle ters dü-
şen ülkelerin, devlet biçimin dönüştürül-
mesi için fırsat yaratmıştır. Önümüzdeki
dönemde, stratejik hammadde satıcılarının
Amerikan hegomanyası ile sorunları olan ül-
keler için (Venezuella, İran) savaşa varan dış
müdahale gündeme gelecektir. Yazar tam bu-
rada Türkiye ile Irak’ı karşılaştırarak, Tür-
kiye’de yaşananın adeta “savaşsız teslim” ol-
duğunu dile getiriyor.
11 EYLÜL’ÜN ESAS FA�L� VEAMACIProf. Dr. Sencer İmer “11 Eylül Sonrası Kü-
resel Değişimler” adlı makalesinde 11 Eylül
sonrasında emperyalist devletler ve ezilen
dünya arasındaki ilişkileri değerlendiriyor. 11
Eylül’de İkiz Kuleler’in yıkılışının tarihteki
bazı olayların sonuçlarıyla aynı etkiyi yarat-
tığını gündeme getiriyor. İmer, Almanya’da
Hitler döneminde Alman Meclis binası Re-
ichstag’ın, Naziler tarafından yakıldığının son-
radan ortaya çıktığını hatırlatarak, o dönemde
suçun komünistlerin üzerine atıldığını, çün-
kü Hitler’in o dönemde mecliste üstünlük
sağlamak için böyle bir hadiseye ihtiyacı ol-
duğunu belirtir. Dolayısıyla 11 Eylül olayının
da Amerika’nın Ortadoğu’da ve Asya’da
hegemonya sağlayabilmek için “teröre kar-
şı savaş” sloganıyla başlatacağı savaşları ger-
çekleştirebilmek için kendisinin yapmış ola-
bileceğini iddia ediyor.
İmer, makalesinde ABD – Çin rekabeti-
ne de değiniyor. Amerika, Asya’ya yönelik
hamlesinde Henry Kissinger aracılığıyla
“Çin’in yükselişini durduramayız, fakat ya-
vaşlatabiliriz.” diyor. ABD, Çin’in büyüme-
sinde esas engelin enerji teminindeki zor-
luklar olacağını tespit ediyor. Afganistan, İran
ve Suriye operasyonları ile de Çin’in enerji
kaynakları kesilerek yükselişi yavaşlatılma-
ya çalışıyor. Bu arada “Çin, Libya’ya yönelik
operasyonda neden BM güvenlik konseyin-
de veto hakkını kullanmadı? diye sorulabi-
lir. İmer bu soruya “Çin’in şu anda savaşa ih-
tiyacı yok. 10-15 sene daha dişini sıkarsa bel-
li bir duruma geldikten sonra zaten savaşa ih-
tiyaç kalmayacak.” Diyerek Çin’in Amerika’yı
“savaşsız yenme” stratejisini belirtmiş oluyor.
Kitapta yer alan makalelerden biri de
Emel G. Oktay’ın kaleme aldığı “11 Eylül
Sonrası ABD Kamu Diplomasisi”. Makale-
de soğuk savaş sonrası değişen kamu diplo-
masisi anlayışı ve “yumuşak güç” kavramı
üzerinden kamu diplomasisinin küresel te-
röre karşı araçlaştırılması ele alınıyor. Yine
Anar Somuncuoğlu “11 Eylül’den Sonra
Orta Asya: Tek Kutupluluktan Çok Kutup-
luluğa” makalesinde ABD ve iki Asya ülke-
si Rusya ve Çin arasındaki mücadeleyi irde-
liyor. 11 Eylül sonrası Rusya ve Çin’in daha
aktif hale geldiğini söyleyen Somuncuoğlu,
enerji hatları üzerindeki mücadeleyi sergili-
yor. Zuhal Yeşilyurt Gündüz ise “11 Eylül
Sonrasında AB ve Göç: Güvenlikleştirme ve
Ekonomikleştirme İkilemi” adlı yazısında
AB’nin Kuzey Afrika’yı yoksulluktan öte aç-
lıkla karşı karşıya bıraktığını, AB’nin göçün
nedenleriyle değil göçmenlerle ve mültecilerle
mücadele ettiğini örneklerle açıklıyor.
(11 Eylül: Küresel Felakete Yerel Yorumlar, Der: İsmail Aydıngün- Ali
Bu kitabı, son müsveddeleri dikkatleokurken yüzüne yerleşen tiksinti ger-çekten ilham verici olan anneme adı-yorum.
-Mike Segretto-Bu kitabı neden yazdığını bilmiyo-
rum, Mike. Ama ben, öncelikle zihin-lerimize hakim kılınan aşk anlayışına ta-mamen farklı bir alternatif oluşturdu-ğu için bastım. Tiksinti konusuna gelinceAnneciğini üzme; zaman zaman ger-çekten iğrenç olabiliyorsun. Öte yandanen aykırı, en olmayacak, en gerçekdışıama mutlaka gerçek aşkı biraz kanlıcanlı olsa da tarif etme yolun buysa, di-yecek şey yok.
Ne demiş bu kitabın kahramanı Whizer Whale:Garunga!Öyle olsun.-Yayıncı-Tanrı ikinizin de belasını versin!-Okuyucu-
Çöpün Gelini
Bu kitabın amacı bir TÖS tarihi yaz-
mak değildir. Amaç, TÖS’ü TÖS ya-
pan özellikler içinde ön plana geçen
ve TÖS’ü unutulmaz kılan özellikle-
rin temelinde yatan antiemperyalist,
ulusalcı ve emekten yana çizginin in-
celenmesi ve değerlendirilmesidir.
TÖS’ün resmi belgelerinde yer
alan görüşler kitapta alıntılar biçi-
minde sunulmaktadır.
“Bir TÖS Vardı”
Öğretmenlerin İlk Örgütlenmeleri
TÖS’ün Kökleri
TÖS’ün Kuruluşu ve Çalışmaları
TÖS’ün Başarıları ve Nedenleri
TÖS’ün Antiemperyalist, Ulusalcı ve
Emekten Yana Politikaları
TÖS Niçin Hedef Oldu?
TÖS adı niçin unutulmuyor?
TÖS - AntiemperyalistBir Ö�retmen Örgütü
Aşırı şekerli mısır şurupları, işlenmiş karbon-hidratlar ve ofislerde harcanan saatlerdenönce atalarımızın hayatta kalmak için ihtiyaçduyduğu yakıtlar otla beslenen hayvanların et-leri, yaban hayatta avlanan balıklar ve taze seb-ze-meyvelerdi. Hareket etmenin bir zorunlu-luk, yiyeceklerin ise kıt olduğu dönemde sadecegüçlüler hayatta kalabiliyordu. O zamandan buyana DNA’mız çok az değişti ama ifadesini bul-duğu ortamın kökten değiştiğine şüphe yok.Spor salonlarında egzersiz yapmadığımız, ye-meklerimizi kutulardan yemediğimiz günde 10saat boyunca oturmadığımız bir dünyada varolmak üzere tasarlanmış vücutlarımız ve ha-yatlarımız çok daha farklı eziyetler çekiyor. “İlkİnsan Diyeti”nde Arthur De Vany, tabiat ana-nın bizim için uygun gördüğü sağlıklı yaşam for-mülünü veriyor. De Vany mağara adamlarınınalışkanlıklarını taklit etmenin getirilerindenbahsediyor: Arada sırada öğün atlayın, daha azama daha yoğun spor yapın, kardiyo makine-lerinde saatlerinizi harcamaktansa kısa mesa-feleri yüksek hızda koşarak kat etmeye çalışın...
�lk �nsan Diyeti
Châvez, hazırlanan petrol planı uyarınca,petrol gelirinden halka kalacak payı yüzde30’a çıkardı. Ardından “Toprak Refor-mu”nu gerçekleştirdi. Bütün bunların ama-cı yoksulları doyurmak, barındırmak, eğit-mek, gönendirmek. ABD yönetimi bütünbunları “fazla sosyalistçe” bulmakta, Irak’ademokrasi götürmek(!)” için işgalci olurken,Venezuela’da demokrasiye karşı darbecikimliğiyle gerçek yüzünü göstermekte. İştebu nedenle, küresel azgınlığın en pervasız dö-neminde, yoksulların devrim yaptığı bu ül-keyi, Venezuela’yı görmek, devrimin lideriChâvez’i tanımak gerekiyor. Sözün kısası, an-layana sivrisinek saz, anlamayana Venezuelaaz... “Bu gelişmelerin en önde gelen aktö-rü olan Châvez’in daha şimdiden efsane-leşmiş olan serüveni, Noyan Umruk’unaraştırmasının eksenini oluşturmaktadır.Noyan Umruk, çok öncelerden tanık oldu-ğumuz üstün araştırmacılık yeteneğini bu ça-lışması ile bir kere daha kanıtlamıştır.”
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı
Chavez Bizi B�rakma
Bilim kurgu/fantastik edebiyat alanının“Nobel”i Arthur C. Clarke ödülünü üç kezkazanan tek yazardan varoluşsal bir polisi-ye... Yayınlanışının hemen ardından, 2010 yı-lında Hugo, Dünya Fantezi, Nebula ve Art-hur C. Clarke ödüllerini kazanan “Şehir veŞehir”, okuyucuyu sanatsal doruklara çıka-ran bir gerilim romanı... Britanya fantastikedebiyatının parlak isimlerinden China Mi-êville, fantastik edebiyat alanının “Nobel”iolarak nitelendirilen Arthur C. Clarke ödü-lünü üç kez kazanan tek yazardır. YazarınaHugo, Dünya Fantezi, Nebula ve Arthur C.Clarke ödüllerini kazandıran Şehir ve Şehir;gerçek ya da hayal ürünü, hiçbir şehre ben-zemeyen bir şehirde geçen varoluşsal bir po-lisiyedir. Avrupa’nın kıyıda köşede kalmış birşehri olan Beszel’de bir kadın cesedi bulu-nur. Bu olay, başta, Ağır Suçlar Birimi mü-fettişi Tyador Borlû’ya sıradan bir cinayet gibigelir. Ama soruşturma ilerledikçe, kanıtlaronu hayal bile edemeyeceği kadar ölümcülplanlara götürür...
�ehir ve �ehir
“Her resim ufak birer hikâyedir. On-
ları seyredersen birkaç dakika içinde
sana bir öykü anlatırlar.” Resimli
Adam’ın vücudundan yansıyan, hep-
si birbirinden etkileyici on sekiz öykü...
Ray Bradbury’den eleştiren, düşün-
düren ve dehşete düşüren bir bilim-
kurgu klasiği... “Mars Yıllıkları”ndan
hemen sonra, “Fahrenheit 451”den bir
süre önce yayımlanan bu kitap, Brad-
bury külliyatının en önemli eserle-
rinden biri. Ölümden inançlara, nük-
leer savaştan ırkçılığa, dünyanın so-
nundan uzaydaki yalnızlığımıza kadar
insanlığa dair birçok konuya değinen
Bradbury, hayallerimizle hakikatin
karşı karşıya geldiği, modern bireyin
psikolojisine ve teknolojik ilerlemenin
karanlık yanına ışık tutan öyküleriy-
le bize yine bizi anlatıyor.
Resimli Adam
Keret’in büyülü, tuhaf, ters köşeler ile doluinişli çıkışlı dünyasına bir giriş bileti: “Nim-rod Çıldırışları”. “Tanrı Olmak İsteyenOtobüs Şoförü” ile “Buzdolabının ÜstündekiKız”ın hınzır yazarı, hiçbir şeye aldırmaksı-zın akan sıradan hayatlara derin kesikler at-maya devam ediyor. “Nimrod Çıldırışları”kendi kafasına göre dönüp duran dünyadaçıldırmadan yaşamayı başaranlara, ne olur-sa olsun arkadaşlarına inanmakta ısrarcıolanlara, yaralarıyla yaşayanlara ve yaşaya-mayanlara, hayatın karanlıkları içinde pa-rıltıları arayanlara sesleniyor. Geceleri en-sesi kıllı, şişko bir adama dönüşen sevgilisiyleşehrin altını üstüne getiren bir adam, kay-bettikleri arkadaşlarını anmak için sırayla fıt-tıran dostlar, ikinci fırsatların hayaliyle birömür boyunca yaşayanlar ve umutsuzluğu birip şeklinde hayal ederek ilmeği boyunları-na geçiriveren insanlar... Hepsi ve dahafazlası, Keret’in hüzünlü, oyunbaz, eğlencelihikayeleriyle, kanlı canlı karşınızda.
Nimrod �ld�r��lar�
China Mieville, Yordam Kitap,Çev: Mehtap Gün Ayral, 336 s.
Alican Ökmen,Ayr�nt� Yay�nlar�, 272 s.
Duyguların en safı, en karanlığı ve en acımabilmezi olan intikam, mağdurun zalim, zali-min mağdurla yer değiştirmesine nedenoluyor. Her şeyin kirlendiği, insanların çü-rüdüğü, adilik ve bayağılığın egemen oldu-ğu bu dünyada insan hayatlarının hiç bir de-ğeri yok. Herkesin silahla ve kötülükle do-nandığı “Kirli, Paslı, Bozuk”da bütün ka-rakterler kendilerini bekleyen vahşi sona doğ-ru frene basmadan yol alıyor... Alican Ök-men, ilk romanı “Kirli, Paslı, Bozuk”da yer-altının dibe vurmuş insanlarının suça batmışhayatlarını, polisiye kurgusunun gerilimini si-nemasal anlatımın araçlarını da kullanaraktırmandıran hızlı, tempolu ve sert bir dille ak-tarıyor okura. Hikayenin karakterlerininkaderlerinden kurtulmak hiç değilse malumsonu geciktirmek için çırpınışlarında isedramatik bir arka planda aşina olduğumuzinsani duygulara dokunuyor. Türk romanındayeterince işlenmemiş yeraltı dünyasına kes-kin bir bakış atan roman okurun yüzündeadeta bir tokat gibi patlıyor.
Y�ld�r�m Koç,Kaynak Yay�nlar�, 112 s.
Etgar Keret, Siren Yay�nlar�,Çev: Avi Pardo, 160 s.
Mike Segretto, Tembel HayvanYay�nlar�, Çev: Cihat Ta�ç�o�lu, 176 s.
Arthur De Vany, NTV Yay�nlar�,Çev: Bülent Do�an, 256 s.
Noyan Umruk,Destek Yay�nlar�, 251 s.
Ray Bradbury, �thaki Yay�nlar�,Çev: �lker Sönmez, 344 s.
3 A�USTOS 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
A�k�n Normal Kaosu
Bu kitap, Attilâ İlhan’ın yaşamına odak-lanmış kuru bir biyografi değil. Ustanın ken-di anlatımıyla kayda düşürülmüş bir anılartoplamı. Ciltlere sığmayacak bir yaşamın,dev bir şiirin özeti. Şairin yaşamının satır-başları... “Attilâ İlhan okumaları, benim içinadeta bir yaşama biçimi halini aldı. (...) Bu-günün gençleri gibi biz de 1960’larda Nâ-zım Hikmet’in, Attilâ İlhan’ın şiirleriyle co-şardık. İnanırdık ki, her okuyuşumuzdadünya yeniden kurulacak. Sanırdık ki iç-kievlerinde masalar, onun şiirleriyle çınla-yınca gökyüzü fethedilecek. Bizim kuşağınedebiyat tutkusuydu bu... Bu tutkuyu alt-tan alta besleyen neydi? Attilâ İlhan, herşeyden önce kendine özgü bir üslup yarat-mıştı. Edebiyatta yaratılan bu üslup, gide-rek hayatı kavrama, açıklama ve dönüş-türme uğraşında bir ahlakın oluşmasına yolaçmıştı. Genç kuşaklarla iletişim kurabilenbir yazardı. Hepimizi etkileyen de buydu.”
Büyük Yollar�nHaydudu
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın değerianlaşılamamış eserlerinden biri olanSon Arzu, temelde bir aşk romanı ol-masının yanında, okuyucusuna 19. yüz-yıl İstanbul konak ve sosyal hayatınadair önemli ayrıntılar sunuyor. Şehza-debaşı, Direklerarası’nda ramazan ge-cesi tasvirleriyle açılan roman, bu eğ-lencelerde karşılaşan gençlerin birbir-lerine sevdalanmalarıyla asıl mecrası-nı buluyor. Nuruyezdan, Zişan ve Vic-dan, üç farklı karakterdeki üç genç kız,sevgilileriyle şartların müsaade ettiği öl-çüde alakalarını sürdürürler. Üçününmacerası da farklı şekillerde sonuçla-nır ama bunları belirleyen ortak etken;toplumun ve toplum yaşantısını belir-leyen “ihtiyarların” kadın-erkek ilişki-lerinde takındığı sert tutumdur. Evle-re Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdu?ise insan ilişkilerine dair, hiçbir zamaneskimeyecek, klasik bir roman.
Son Arzu - Evlere�enlik - Kaynanam
Nas�l Kudurdu?
Sizin hukukunuz, dünyadaki hiçbir hu-
kuk, bir insanın vicdanından daha bü-
yük değildir. Ben vicdanımın temizli-
ğiyle burada dimdik duruyorum! Ha-
yatımın sonuna kadar da dururum.
Ben hasretten yaprak dökmesin-
ler diye burada göğsümün üstünde
sakladığım fesleğenleri, yarime gön-
deriyorum.
Ben memleketimin fesleğenine,
toprağına, insanına aşkla bağlıyım,
aşk! Beni bu topraklardan kimse sö-
küp atamaz. Beni zindanlar, hücreler
bu topraklardan söküp atamaz. Tec-
ritler vız gelir. Ancak faşistler dü-
şünceden korkar. Ancak alçaklar in-
sanlara tuzak kurar.
Faşizme ve alçaklığa artık izin
vermeyin...
Anne Hiç Can�mAc�mad�
Sandman’in 1990’ların en beğenilen veödül kazanmış çizgi roman serisi olma-sının bir nedeni var: Neil Gaiman tara-fından yazılan ve çizgi roman sektörününen çok rağbet gören çizerleri tarafındanresimlenen bu akıllıca yazılmış ve derinbir hüzün içeren destan; çağdaş kurgu,tarihi öyküler ve efsanelerin kusursuzcabir araya getirildiği, modern mitoloji vekaranlık fantezinin birleşimi olan bir eser.Sandman efsanesi çizgi roman edebiya-tında eşi olmayan, unutamayacağınızbir öykü. Sisler Mevsimi, bizi EbedilerAilesi’nin diğer üyeleri ile tanıştırıyor. Ka-der’in bahçesinde başlayan olaylar dizi-si, Düş’ün cehennemi tekrar ziyaret et-mesiyle doruğa ulaşır. Kendisini bekle-yen cehennemin efendisi Lucifer, Düş'ühiç beklemediği bir şekilde karşılaya-caktır. Lucifer’ın üzerine yüklediği ağırsorumluluk, Düş’ün pek çok mistik tan-rıyla muhatap olmasına neden olacaktır.
Gizemli.Efsane dolu.Ve asla sırrını açmıyor.Hiç kimseye..Katie’nin yalnızca tek bir hedefi var-
dır. Hayalet’in zirvesine tırmanmak.Vadi üzerinde yükselen efsanevi üçbin metreyi aşmak. Yetmişli yıllarda birgrup gencin kaybolmasından bu yana,dağla ilgili etrafta inanılmaz söylentilerdolaşmaktadır. Katie, Julia, David ve di-ğerleri yola çıkar çıkmaz olaylar kont-rolden çıkar. Üstüne üstlük bir de havaansızın değişince grubun yaşamı tehli-keye girer. Peki son anda gruba katılangizemli Paul Forster’ın amacı nedir? Ku-lübede bulunan huzursuz edici kanıtınnasıl bir anlamı vardır? Şimdi artık ki-min dost, kimin düşman olduğu ortayaçıkacaktır. “Vadi harika! Gizemli, ka-ranlık sırlarla dolu etkileyici bir hikâye.Hiçbir sayfasını kaçırmak istemeyece-ğiniz karşı konulamaz bir macera.”
Felaket - Vadi 2
Mikro’da Michael Crichton görülemeyecekkadar küçük, fakat göz ardı edilemeyecek ka-dar tehlikeli bir evreni gözler önüne seriyor.Honolulu’da içeriden kilitli bir ofiste üç ada-mın cesedi bulunur. Geride kalan tek ipucubıçaklı, çıplak gözle görülemeyecek kadar mi-nik bir robottur. Oahu’nun bereket fışkıranormanlarında biyolojik araştırmalarda çığıraçan yepyeni bir teknoloji uygulanmaktadır.Cambridge, Massachusetts'te alanlarındasivrilmiş yedi doktora öğrencisi mikrobiyo-lojide devrim yapan yeni bir şirket tarafın-dan işe alınırlar. Nanigen Mikro-Teknolojibu grubu Hawaii’deki gizemli bir laboratu-vara götürür ve onlara bilimin sınırlarını zor-layabilecekleri gereçleri sunar. Ne ki, bu gençbilim insanları Oahu yağmur ormanlarınaadım attıkları anda kendilerini adım başı kor-kunç tehlikelerle karşılaştıkları düşman biryabanıl ortamda bulurlar. Doğal dünya hak-kında bildikleri dışında silahları yoktur. Acı-masız ve dizginlenemeyen bir düşmana yemolmak istemiyorlarsa, önce doğanın kendi gü-cünü alt etmek zorundadırlar.
Mikro
Türkiye’den insan manzaraları ve özgün hi-kâyeler bu kitapta bir araya geldi... Çocuklukyıllarımızda bize anlatılan masalların etkisin-de kalmayan hiç kimse yoktur. Masalların için-deki iyi kalpli kahramanları kendimizin yeri-ne koyarak, arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizibelirlemişizdir. Onların gerçek olmadıklarınıanladığımız zaman kendi masallarımızı uy-durmaya başlamış ve ilk yalanlarımızı kendi-mizi savunma amaçlı söylemişizdir. Masalla-rı öyküye dönüştürürken çıktığımız yolcu-luklarda inmek zorunda olduğumuz duraklargeleceğimizi belirlediğinde geride iyi-kötüanılar, pişmanlıklar, kırgınlıklar kalır. Bazı öy-küler vardır ki dinlediğinizde veya okuduğu-nuzda kahraman siz olursunuz. En güzelaşkları yaşar, bütün ihanetleri, yokluğu-varlı-ğı siz çekersiniz. İsyan eden de, boyun eğen desizsinizdir. Öykülerin hep iyi bitmesini isteriz.Tıpkı masallardaki gibi “Onlar ermiş mura-dına, biz çıkalım kerevetine” veya “Gökten üçelma düşmüş, kimin ne muradı varsa onun ba-şına” dileklerimiz gibi biten...
Tekrar� OlmayanÖyküler
Krystyna Kuhn, Pegasus Yay�nlar�,Çev: Firuzan Gürbüz, 336 s.
Elisabeth Beck-Gernsheim, UlrichBeck, �mge Kitabevi Yay�nlar�,
Çev: Nafer Ermi�, 414 s.
Aşkın Normal Kaosu, cinsiyet rollerini,ilişki kalıplarını, cinsiyetle ilintili ya-şam biçimlerini inceler. Eski normlarınmodernizm tarafından yıkılışı ve bu ge-çiş sürecinin yarattığı sorunlar çerçeve-sinde günümüzdeki kadın erkek ilişki-lerinin durumunu betimler. Aşkın ortayaçıkışıyla birlikte, maddi temellere dayalıevlilik ve ilişki biçimlerinin yerini gü-nümüzde çoğunlukla aşka dayalı ilişki bi-çimleri almıştır. Dünyaca ünlü Almansosyolog Ulrich Beck, bu son derece şa-şırtıcı kitabında, çoktandır önümüzdeduran ama belki hiç adlandıramadığımızbir şeye dikkat çekiyor. Dinin vaat etti-ği öteki dünyanın cenneti; bugünü, şim-diyi yaşamak isteyen modern insanaartık yetmemektedir. Onun yerini hemenşimdi yaşanabilecek bir cennet hayali al-mıştır ve bu cennet aşktır. Beck'e göre,yeryüzünde bir cennet vaat eden aşk, ge-nel tanımıyla bir “yeryüzü dini”dir. An-cak bunu gerçekleştirmek hiç kolay de-ğildir ve giderek de zorlaşmaktadır.
Hüseyin Rahmi Gürp�nar,Everest Yay�nlar�, 362 s.
Tülin Dursun, Yitik ÜlkeYay�nlar�, 159 s.
Öner Ciravo�lu,Can Yay�nlar�, 120 s.
Tuncay Özkan,Cumhuriyet Kitaplar�, 226 s.
Neil Gaiman, Laika Yay�nc�l�k,Çev: Ece Esmer, 224 s.
Michael Crichton, RichardPreston, Alt�n Kitaplar, Çev:
(İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Sa-mih Nafiz Tansu, İnkılâp Kitabevi, 584 s.)
İttihat ve Terakki içinde dönenler
3 A�USTOS 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
Bir dünya kitapSİLİFKE, MERSİN / KİTAP DÜNYASI
ERCAN DOLAPÇI
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
Benim başımdan neler geçti buraya geldim geleli, ne ben söyleyeyim. ne senduy. Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu adaya gelinceye kadar.Adaya canımı zor attım. Ada bir cennet, insanlar birer melek şaştım kaldım.Ama insanın doğup büyüdüğü yer başka. İnsanın yüreğini koparıp almışlargibi oluyor. Girit benim düşlerimden hiç çıkmıyor. Gurbete düştüm düşelidoğduğum toprak gündüz hayalimde gece düşümde. Her sabah uyanırkenkendimi Girit’teki evimde sanıyorum, bir de bakıyorum ki bilmediğim bir yer-deyim. Bu adada her sabah uyanınca, yalnızlık o kadar yüreğime, o kadar iş-lemiş ki korkuyorum. Adaya alışıyor, doğduğum toprakları unutmuş gibioluyorum. Alışmaktan, kendimi unutmaktan korkuyorum.
1 ...başlamıştır rüyalarını saymaya. onun da öl-mesini engelleyenler, işte o rüyalar. uyku, his-sederek yapabildiği son iş. elinde kalan sonhuzur. rüyaları ise yeryüzünde bir türlü ara-yıp da bulamadığı evi. Ama o, ev fikriyle ken-dini rahatlatırdı. yolculuğu, gecesi ne kadarkötü geçerse geçsin dönebileceği ve hiçbir şeyolmamış gibi kendisini bekleyen bir evin ol-ması, hayatındaki bütün tehlikeli işleri yapa-bilmesini sağlıyordu...
Denize vardım; kıyıdan kıyıya aceleyle yü-rüyordum. Deniz kıyısında yalnız başınayürümek güçtür; her daga ve gökteki herkuş bağırıp insana borcunu hatırlatır. Baş-kalarıyla yürürken güler, konuşur tartışır-sın; gürültü olur, dalgalarla kuşların nedediğini duymazsın; belki de o zaman hiç-bir şey söylemiyorlardır. Sizin bir söz kala-balığının içinden geçmekte olduğunuzugörüp, susarlar.
3
Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(d) 2-(c) 3-(e)
a) Halikarnas Balıkçısı - Ötelerin Çocukları
b) Yaşar Kemal – Karıncanın Su İçtiği
c) Yaşar Kemal – Tanyeri Horozları
d) Saba Altınsay – Kritimu Girit’im Benim
e) Ahmet Yorulmaz - Savaşın Çocukları Girit’ten Sonra Ayvalık
a) Hakan Günday – Kinyas ve Kayra
b) Chuck Palahniuk – Ninni
c) Chuck Palahniuk – Günce
d) William S. Burroughs – Nova Ekspresi
e) Murat Uyurkulak – Tol
a) Panait İstrati, Akdeniz
b) Nikos Kazancakis, Zorba
c) Yaşar Kemal, Çakırcalı Efe
d) John Banville, Deniz
e) Ferit Edgü, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı
SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Kuyruk sokumu kemi�i2. Lantan’�n simgesi - Berilyum’un simgesi - Türk liras� (k�sa) -
Ölüm zaman�3. Nijerya’n�n para birimi - Evcil bir geyik türü - Kekli�in
boynundaki siyah halka4. Geri; pe� - Rodyum’un simgesi - Özellikle ciltçilikte kullan�lan
15. Resimdeki yazar�n bir eseri - 1988’de Dustin Hoffman’a “en iyioyuncu” dal�nda Oscar kazand�ran film
YUKARIDAN A�A�IYA1. Dünyaca tan�nan Türk keman virtüözü - Mütareke2. “... Güler” (foto�rafç�) - M�s�r’�n plakas� - Bir Afrika a�ac� -
Baryum’un simgesi3. Baz� böceklerin kat� ve sert olan üst kanatlar� - Kay�nbirader -
Dinsel bir sözü sürekli yineleme4. Kara ta��tlar�nda yolu ayd�nlatan çok ���kl� fener - “... Gündüz
Kutbay” (ney üstad�) - Düzgün konu�an5. Su yolu, kanal - Deniz ta��mac�l���nda yük ve yolcu için ödenen
ücret - Rusça’da “evet”6. Niyobyum’un simgesi - S�n�r - Yabanc� - Göz7. Alt�n - Bir i�aret s�fat� - Her zaman, daima, sürekli olarak8. Tutsak - Kuruyarak veya çürüyerek içi bo�alm�� olan9. �talya’da bir yanarda� - Taht10. Vilayet - Ha�lanm�� ve dövülmü� bu�day - Kurçatovyum’un
simgesi - Bir peygamber ad�11. Cet - Yaramazl�k yapmayan, söz dinleyen - Bir yön ad�, garp12. Baz� böceklerin kat� ve sert olan üst kanatlar� - Metal üzerine
kaz�da ya da ah�ap tornas�nda kullan�lan çelik kalem - Bir say�13. Kutup - “... Kaptan” (ressam) - Japonya’da buda rahibesi14. Seryum’un simgesi - Sormaca - Matematikte
3.14 say�s� - Dolayl� anlat�m15. Para veya ba�ka bir �eyin al�nd���n�
gösteren belge, makbuz - Alt�na bezyap��t�r�lm�� özel çizim ka��d�
Bulmacan�n do�ru yan�tlar�n�10 gün içinde fax veya mektup yoluylagönderen okurlar�m�za �BRAH�M��M�EK’in resimdeki kitab�n� arma�anedece�iz FAX: 0212 252 51 22
3 A�USTOS 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
2
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ
AYKUT BABACAN
“Kitap Dünyası” Silifkeli kitapseverlere
paylaşmanın ve öğrenmenin heyecanını
sunuyor.
İlçede üç yıldır çalışma yürüten ki-
tabevinin kurucusu Baki Günüç, kitap-
severler ve bilhassa gençler için oluştu-
rulan kütüphanelerin, toplumun bilgi dü-
zeyine sağladığı yararların farkında ol-
duğunu belirtiyor. Bu farkındalığın eyle-
me dönüştürülmesinde başarılı olundu-
ğunu somut bir şekilde görüyoruz. Nite-
kim “Kitap Dünyası” birkaç aylık çalışma
ile gençlerin uğrak mekanlarından birisi
olmuş.
İçinde edebi, felsefi, bilimsel, siyasi
eserlerin ve derslere yardımcı kaynakla-
rın yer aldığı kütüphanede 5 bin kitap bu-
lunuyor. Kitapseverlere nitelikli bir oku-
ma ortamı sunmanın yanında ikinci el ki-
tap değişimi imkanı da sağlanıyor.
Kitabevinin kurucusu Baki Günüç,
ilçedeki bütün kitap dostlarının katkıla-
rıyla Kitap Dünyasını sanat etkinlikleri-
nin de yürütüldüğü bir kültür merkezi ha-
line getirmeyi hedefliyor.
Kitapseverlere duyurulur!
ANADOLU’DAN KİTABEVİ
İttihat ve Terakki dönemi devrimcilerine
bugün de saldırılıyor. Hani meşhur sözleri var
ya: “İttihatçı zihniyet” diye. Aslında o zihni-
yetin tam karşılığı: Vatanseverlik ve devrim-
ciliktir! Çökmekte olan bir İmparatorluğun
son çocuklarının onur ve şeref direnişidir aynı
zamanda. Onlara fedai de derlerdi. İttihat-
çı devrimcileri suçlayanlar da nedense hep
emperyalizmle işbirliği yapan gericilerdir. O
gün ve bugün de hep böyle olmuş...
İttihatçı dönemin isimlerinden Galip
Vardar anlatmış; Sami Nafiz Tansu da yaz-
mış. İnkılâp Kibabevi tarafından 1960 yılın-
da basılmış. İçinde çok önemli anlatımlar var.
O dönemin olaylarını ve şahsiyetlerini ya-
kından tanıyan bir insanın anlatımı ayrı bir
değer katıyor kitaba. Dönemin meraklıları-
na ve araştırmacıları için önemli bir eser.
SAVA�LARDA GEÇEN YA�AMTansu, Galip Vardar’ı şöyle anlatıyor: “Ga-
(İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Sa-mih Nafiz Tansu, İnkılâp Kitabevi, 584 s.)
İttihat ve Terakki içinde dönenler
3 A�USTOS 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
Bir dünya kitapSİLİFKE, MERSİN / KİTAP DÜNYASI
ERCAN DOLAPÇI
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
Benim başımdan neler geçti buraya geldim geleli, ne ben söyleyeyim. ne senduy. Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu adaya gelinceye kadar.Adaya canımı zor attım. Ada bir cennet, insanlar birer melek şaştım kaldım.Ama insanın doğup büyüdüğü yer başka. İnsanın yüreğini koparıp almışlargibi oluyor. Girit benim düşlerimden hiç çıkmıyor. Gurbete düştüm düşelidoğduğum toprak gündüz hayalimde gece düşümde. Her sabah uyanırkenkendimi Girit’teki evimde sanıyorum, bir de bakıyorum ki bilmediğim bir yer-deyim. Bu adada her sabah uyanınca, yalnızlık o kadar yüreğime, o kadar iş-lemiş ki korkuyorum. Adaya alışıyor, doğduğum toprakları unutmuş gibioluyorum. Alışmaktan, kendimi unutmaktan korkuyorum.
1 ...başlamıştır rüyalarını saymaya. onun da öl-mesini engelleyenler, işte o rüyalar. uyku, his-sederek yapabildiği son iş. elinde kalan sonhuzur. rüyaları ise yeryüzünde bir türlü ara-yıp da bulamadığı evi. Ama o, ev fikriyle ken-dini rahatlatırdı. yolculuğu, gecesi ne kadarkötü geçerse geçsin dönebileceği ve hiçbir şeyolmamış gibi kendisini bekleyen bir evin ol-ması, hayatındaki bütün tehlikeli işleri yapa-bilmesini sağlıyordu...
Denize vardım; kıyıdan kıyıya aceleyle yü-rüyordum. Deniz kıyısında yalnız başınayürümek güçtür; her daga ve gökteki herkuş bağırıp insana borcunu hatırlatır. Baş-kalarıyla yürürken güler, konuşur tartışır-sın; gürültü olur, dalgalarla kuşların nedediğini duymazsın; belki de o zaman hiç-bir şey söylemiyorlardır. Sizin bir söz kala-balığının içinden geçmekte olduğunuzugörüp, susarlar.
3
Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(d) 2-(c) 3-(e)
a) Halikarnas Balıkçısı - Ötelerin Çocukları
b) Yaşar Kemal – Karıncanın Su İçtiği
c) Yaşar Kemal – Tanyeri Horozları
d) Saba Altınsay – Kritimu Girit’im Benim
e) Ahmet Yorulmaz - Savaşın Çocukları Girit’ten Sonra Ayvalık
a) Hakan Günday – Kinyas ve Kayra
b) Chuck Palahniuk – Ninni
c) Chuck Palahniuk – Günce
d) William S. Burroughs – Nova Ekspresi
e) Murat Uyurkulak – Tol
a) Panait İstrati, Akdeniz
b) Nikos Kazancakis, Zorba
c) Yaşar Kemal, Çakırcalı Efe
d) John Banville, Deniz
e) Ferit Edgü, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı
SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Kuyruk sokumu kemi�i2. Lantan’�n simgesi - Berilyum’un simgesi - Türk liras� (k�sa) -
Ölüm zaman�3. Nijerya’n�n para birimi - Evcil bir geyik türü - Kekli�in
boynundaki siyah halka4. Geri; pe� - Rodyum’un simgesi - Özellikle ciltçilikte kullan�lan
15. Resimdeki yazar�n bir eseri - 1988’de Dustin Hoffman’a “en iyioyuncu” dal�nda Oscar kazand�ran film
YUKARIDAN A�A�IYA1. Dünyaca tan�nan Türk keman virtüözü - Mütareke2. “... Güler” (foto�rafç�) - M�s�r’�n plakas� - Bir Afrika a�ac� -
Baryum’un simgesi3. Baz� böceklerin kat� ve sert olan üst kanatlar� - Kay�nbirader -
Dinsel bir sözü sürekli yineleme4. Kara ta��tlar�nda yolu ayd�nlatan çok ���kl� fener - “... Gündüz
Kutbay” (ney üstad�) - Düzgün konu�an5. Su yolu, kanal - Deniz ta��mac�l���nda yük ve yolcu için ödenen
ücret - Rusça’da “evet”6. Niyobyum’un simgesi - S�n�r - Yabanc� - Göz7. Alt�n - Bir i�aret s�fat� - Her zaman, daima, sürekli olarak8. Tutsak - Kuruyarak veya çürüyerek içi bo�alm�� olan9. �talya’da bir yanarda� - Taht10. Vilayet - Ha�lanm�� ve dövülmü� bu�day - Kurçatovyum’un
simgesi - Bir peygamber ad�11. Cet - Yaramazl�k yapmayan, söz dinleyen - Bir yön ad�, garp12. Baz� böceklerin kat� ve sert olan üst kanatlar� - Metal üzerine
kaz�da ya da ah�ap tornas�nda kullan�lan çelik kalem - Bir say�13. Kutup - “... Kaptan” (ressam) - Japonya’da buda rahibesi14. Seryum’un simgesi - Sormaca - Matematikte
3.14 say�s� - Dolayl� anlat�m15. Para veya ba�ka bir �eyin al�nd���n�
gösteren belge, makbuz - Alt�na bezyap��t�r�lm�� özel çizim ka��d�
Bulmacan�n do�ru yan�tlar�n�10 gün içinde fax veya mektup yoluylagönderen okurlar�m�za �BRAH�M��M�EK’in resimdeki kitab�n� arma�anedece�iz FAX: 0212 252 51 22