Top Banner
20. ASRIN BAŞINDA, OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDE İSLÂMÎ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER: MEHMED VEHBİ EFENDİ’NİN TEFSÎRİNDE ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER NOTLARI İsmail Yurdakök [email protected] İÇİNDEKİLER SAYFA 1915’de Bitiyor Fakat 1923’de Basılıyor Tefsir 8 Devamlı Âdetidir Anlaşmayı Bozmak Yahudilerin 9 Sesini Yükseltme, Namazda Bile 10 Silaha Sarılmak İçin: (1) Zulme Uğramış Olmak, (2) Kovulmuş Olmak Bulundukları Şehirden/Ülkeden, (3) Gittikleri Yerde Gücü Ele Geçirmiş Olmak 11 Neden Hadramût Denilir, Hadramût’a 12 1
240

islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Feb 05, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

20. ASRIN BAŞINDA, OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDE İSLÂMÎ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER: MEHMED VEHBİ EFENDİ’NİN TEFSÎRİNDE ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER NOTLARI

İsmail Yurdakök [email protected]

İÇİNDEKİLER SAYFA

1915’de Bitiyor Fakat 1923’de Basılıyor Tefsir 8

Devamlı Âdetidir Anlaşmayı Bozmak Yahudilerin 9

Sesini Yükseltme, Namazda Bile 10

Silaha Sarılmak İçin: (1) Zulme Uğramış Olmak, (2) Kovulmuş Olmak Bulundukları Şehirden/Ülkeden, (3) Gittikleri Yerde Gücü Ele Geçirmiş Olmak 11

Neden Hadramût Denilir, Hadramût’a 12

1

Page 2: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Harran’a Göç 12

Düşmanın Çok Olduğu Yerden Hicret Etmek Vaciptir 13

“Oradan Kaçın” 14

Başka Yerlerde Ölmekten Korkmayın 15

Îmânı Vatan Edinmek 15

“Boş Ver Sesini Çıkarma, İdare Et” Demek de Vardır İslam’da 16

Reelpolitiğin Kurân’daki Kanıtlarından Birisi: Ashab-ıKehf 16

On İki Yıl Beledelerinden Ayrı Kalmaları, Hz. İsa ve Hz. Meryem’in17

Sözlerini Duymamazlıktan Gelivermek Sataşanların 18

Sakin Cevap Vermek, Uluslar Arası Arenada, Sataşanlara19

Düşmanla Savaşa Girmekten Sakınmak da, Savaşın Kurallarındandır 19

İbrahim’in Sabrettiği Sen de Sabret 21

2

Page 3: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Zayıfız” Demek, Ayıp da Değildir, Günah da Değildir 22

Kurânî Sosyolojiyi İyi Okumak 22

Şam’ın Fethi Beş Yıl Sonraya Bırakıldı 23

“Aldırış Etme Onların Sözlerine Ey Peygamber(im)” 24

Utanmak Olmaz, Reelpolitiği Uygularken: Hendeğin Kazılması24

(Bir Tek) Casusun Büyük Başarısı 25

Sebeplere Sarılmak da Vezîfe-i Dîniyedir 27

Kaçmak Günah Değil 30

Valiaht Îman mı Etti ? 31

Dağlara Kaçıyor, “Mümin Adam” 32

Sen de Sabret Musa Gibi 32

Çirkin Tavırlarına, Acı Bir Gülümseme ile Karşılık Vermek 34

3

Page 4: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Yüz Çevir Onlardan, “Selâm” De, Geç, Git “Kâfire Selâm Verilir” Diyenler 35

Müslüman Olmayanlardan, Selâm Verilebilecek Olanlar 36

Top, Tüfek, Tank, Zırh Olmadan Nasıl Savaşılacak? (1923 YılındaSavaşmak İçin Gerekli Olanlar) 36

Reelpolitiğin Binlerce Yıllık Geçmişi 37

İntikama Kalkışmayın, Affedin 38

“Ölüm Sana”ya Karşı, Soğukkanlılığını Koruma 39

Caydırıcı Güce Sahip Olarak, Saldırıları (Savaşı) Önlemek 39

Kılıç da Rahmettir 40

Reelpolitiğin Devre Göre Değişmesi 41

Barışta Yarar Görürsen, Barışa Yönel 41

Barışı İmzala, Korkma 42

4

Page 5: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Mürtedlere Savaşı Ertelemek 42

“Selâm” Deyip, Geçip Gitmek, Sataşanlara 45

Sataşanlara Pek Cevap Vermemek, Uluslar Arası Arenada45

“İdare Ediverme”nin Vacip Olduğu Yerler de Vardır 45

Konuşmada/Tartışmada/Müzakerede Alttan Almak 46

“Subayların da Erlerin de İbadetleri Az Olduğundan, I.Dünya Savaşı’nı Kaybettik” 47

En Az Yarısı Kadar Olmalı Gücü Müslümanların, Kâfirlere Karşı 48

Ayaklarının Tıkırtısını Duyurmadan Yürümek 54

Zekât Gelirlerinden Bir Pay Savunmaya ve Dış Politikanın (Soft Power Gibi) Bazı Kalemlerine 57

Arz-ı Mukaddes’e İbadetle Hâkim Olunur, Söylemle Değil58

5

Page 6: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Azınlıkların Zulüm Altında Dinlerini Korumaları 58

“Minare İsteriz” Diye Diretilmez, Kâfir Diyarında, Evde de İbadet Yapılır 59

Minare ve Kubbeli Cami Yaparak, Avrupa’da Fanatik OlmayanHıristiyanı da Fanatik Yapmak 60

Nûh Gibi Sen de Sabret 61

Azınlık Müslümanların Baskılara Sabretmeleri 61

Öldürülme, Organ Kesilme Tehlikesi Olursa 61

Müslüman Azınlıkların Kırmızı Çizgileri Neler Olmalıdır?62

Kâfirlerle Bir Arada Hşça Geçinmeye “Evet”, Kalpten Sevgiye “Hayır” 63

Göçmenlik: Peygamberlerin Yabancısı Olmadığı Konu65

Yüzçevirmek/ Çevirememek, Putçulardan 66

6

Page 7: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Pisliğe Taş Atma, Elbisene Sıçratma: Sövmeyin Putlarına Onların 67

İkiz Kulelerden Başlanmaz Savaşa 68

Kork, Allah’tan Korkmayandan 69

Kâfirlere Dost Görünme/Görünmemenin Sınırı 71

Acelecilik, Yoksun Olmaya Sebep Olur 75

Yalancı/Münafık Diplomasi/ Diplomatlara Dikkat 75

Zararlı Düşman, Zararsız Düşman 76

Kelâm İlmi Öğrenilmeli, Onlarla Tartışabilmek İçin 77

Kâfire Verilen Söz de Tutulur 79

Silah Bırakanlara ve Anlaşma Yapılanlara (SaldırmazlıkAnlaşması Bulunanlara) Ateş Açılmaz, Dokunulmaz79

Tarafsızlara Karşı Davranış 80

“Fenn-i Harbi (Savaş Bilimini) Unutmamak” 83

7

Page 8: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Düşman Kuvvetli, Biz Zayıfız” Demeyin 83

Cennete Girilmez, Cihad Etmedikçe 84

Peygamberler Savaştı (Siz de Savaşın) 84

Daha Az Can Kaybı İçin Ekonomik Ambargo veya Ekonomik Hedefleri Vurmak 85

Müslümanların Sırlarını Vermeyin Kâfirlere 89

“Şu Andaki (1911 Yılı) Felâketin Sebebi: Bütün Pisliklerin Anası Şirktir” 90

“Yüzyıllardır Komşuluk Yaptıklarımız İşkence İle Öldürdüler Müslümanları” 91

Dost Edinmeyin Onları, Bir İhtiyaç Yok İken 93

Kâfirlerin Hizmeti Kabul Edilmez Camilere 93

Tokalaşsa Kâfirle, Abdesti Bozulur Müminin 94

Ölse, Gömülse Mekke’ye Kâfir, Cesedi Çıkarılır Atılır Mekke Dışına 94

8

Page 9: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Sırlarımızı Öğrendiler, Sülük Gibi Emdiler Kanımızı 94

“Ben Size Haram Ayda Savaşın mı Dedim?” Haram Aylar Sürekli Barışın Anahtarı Olabilir mi? 97

“Şu Anda 1330 (1914) Senesi ve Harp Başladı” Halka Sabır Tavsiyesi (Psikolojik Destek) 102

Kurşuna Dizilmez Harpten Kaçanlar 103

Savaşa Girip/Girmeme Konusunda Hükümete Muhalefet Etmek 104

Savunma Sanayine Yardım 105

“Yahudi Devleti Kurulamayacak” : Mehmed Vehbi Efendi’nin Yanılgısı 109

Yahudileri ve Diğerlerini Sırdaş Edinmemek 111

“On Deve Vereceğim Sana…”: Psikolojik Savaş, Mekke ile Medine Arasında 112

Hicretin Vacip (Zorunlu) Olduğu Şartlar 113

9

Page 10: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Neden Ayrıcalıklı Uygulama, Kâfir Kinâne Oğullarına 114

Devletler Arası Anlaşmalara Sadakat 115

Düşmanlara Bile Adalet 115

Düşmanın Kuvvetini Anlatmamalı Askerlere, Komutan(lar) 116

Meslekleri (Doktrinleri) “Verdikleri Sözden Dönmek”tir, Yahudilerin, Hıristiyanların 116

Dışişleri Çalışanları Müslüman Olmalı 118

Egosunun Emrinde Olanlara Verildi Önemli İşler 119

İslam’a Karşı Psikolojileri, Müslüman Olmayanların 119Cinler, Şeytanlar Savaş Hazırlıklarımızı Haber Verirler mi, Düşmanlara 119

Savaş Planını Gizlemek 120

Yetinmek, “Allah İçin Öfkelenmek”le 122

10

Page 11: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Halklara Zulme Engel Olmak 122

Zulüm Altındaki Azınlıkların Başarısı İçin Metotlar 123

Öldürülür mü Savaştan Kaçan 125 “Anlaşmayı Bozduğunu Kendilerine Bildir” 126

“Vatan Sevgisi Îmandan” mı? 128

En Güçlü Yönetimlere de İslam’ı Anlatmak 129

Zulme Engel Olmaya Çalışmak, İslam’a Davetten Önce 130

Çokkültürlülük, Binlerce Yıldır Bizim Kültürümüzdür 131

Firavun’un Nutkundaki Önemli Noktalar 131

Vatandaşlıktan Atma 133

Süleyman Peygamber Döneminde Diplomasi133

Geçit Töreni, Harp Oyunu Gibi Gösterilerle Güç Gösterisinde Bulunup Savaşı Önleme 135Yöneticinin Orduyu Teftiş Etmesi 136

11

Page 12: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Çekinmesin Göç Etmekten 137

Azınlıkların Söylemleri (Söylemde Radikal, Eylemde Liberal=Eylemsiz Radikal Söylem) 137

Para Almadan Salıvermek Esirleri 138 Savaştan Kaçanlar 139

Askerlikten Muaf Olanlar 141

Savaştan Önce Uyulması Gereken Süreç 141

Kritik Zamanlarda Kâfirlerle Ticaret 142

Düşmanlıkta Aşırı Gitmeyin 142İyilik Yapılabilecek Kâfirler 143 Sözün Tatlılığına, Giyinişe, Boya-Posa Aldanmamak (Diplomaside) 144

1915’’DE BİTİYOR FAKAT 1923’DE BASILIYOR TEFSİRHem, II. Meşrutiyetin ilanından sonra Konya milletvekili olarak İstanbul Meclis-i Mebusan’ında, hem de 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’de yine Konya mebusu olarak görev yapan Mehmed Vehbi Efendi (1861-1949), hem hukukçu hem de siyaset adamı olarak tecrübeli bir yaşta, elli yaşında iken Hulasatu’l Beyan isimli tefsirini 1911 yılında yazmaya başlamış ve dört

12

Page 13: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yıl içinde bu çalışmasını bitirmiştir. Fakat harp yılları sebebiyle basılamayan bu çalışmasını, araya giren ve yakın tarihin çok büyük olaylarının yaşandığı1915-1923 yılları arasında (bizzat şahit olduğu yerel,bölgesel ve uluslar arası değişimle ilgili) bazı notlar da ilave ederek, 1923 yılında bastırmıştır.

Ali Ulvi Kurucu, hemşehrisi olan Mehmed Vehbi Efendi’ye CHP’yi desteklediği için kızarsa da, (kendisinin) Ezher’e gidişi konusunda, Konya’da ulemadan pek çok kişinin karşı çıkmasına rağmen Vehbi Efendi’nin destek olduğunu da söylemeden edemez. Ali Ulvi Kurucu’nun babasının, ailesiyle 1939 yılında Medine’ye gitmesine önce karşı çıkan Mehmet Vehbi Efendi, o akşam Konya ulemasının katıldığı yemekte şöyle demiştir: “Bırakın (Ali Ulvi Kurucu’nun babası) gitsin de yavrularını okutsun. Benim iki oğlum, ikisi de (dînî ilimlerde) cahil kaldı. Birisi tüccar oldu, birisi hukuk mezunu oldu. Kitaplarım hangi mezatta satılacak onun gamını çekiyorum”. (Altınoluk, 1989 Ekim, sayı 044, s. 13)

Bütün İslâm bilginleri gibi Mehmed Vehbi Efendi için de Kurân: sosyal bilimlerin merkezinde yer alan ve bu bilimlerin mayası olan ilâhî Kitap’dır: “Kurân geçmişteki ve gelecekteki bilinemeyen konuları haber verip, dînî ve dünyevî ilimleri ve inanç esaslarını ve dînî davranışları, bunların hepsini bünyesinde toplayan ve kanıtlarını ayrıntıları ile açıklayan, Allah’tan gelmiş bir Kitap’dır.” (Mehmed Vehbi Efendi,Hulâsatu’l-Beyân, VI/2205, Yûnus sûresi 37. âyetin tefsîri)

“(Ey Peygamberim! Onların söyleyecekleri zanna dayalı olup, senin ilmin ise vahye dayalı olup kesindir. (Böyle) Kesin bir ilme karşı, zannın bir hükmü

13

Page 14: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olamaz.” (Hulâsatu’l-Beyân, VIII/3106, Kehf sûresi, 22. âyetin tefsîri) Tam yüzyıl önce, tefsirinin ilk cildinde “Her müminin Kur’ân’ın mânâsını anlamaya sa‘yetmesi (çalışması), İslâmiyet’in en mühim mesâilinden(meselelerinden)dir” (Hulâsatu’l-Beyân, I/438) diyen M. Vehbi Efendi, altı bin altı yüz sayfayı aşan Hulâsatu-l Beyân tefsirinin pek çok yerinde uluslar arası ilişkilerle ilgili teorik ve güncel olaylara temas etmiş, Kurân âyetleri ile o günkü uluslar arası olaylar arasında güzel irtibatlar kurmuştur.

DEVAMLI ÂDETİDİR ANLAŞMAYI BOZMAK, YAHÛDÎLERİN. Bakara suresi, 184 ve 185. ayetleri tefsir ederken Mehmed Vehbi Efendi şu ifadeyi kullanıyor: “Allah Teâlâ, Yahudilerin cinayetlerinden nev-i âhari (diğer bir çeşidi) açıklamak üzere: “Onlar her ne zaman bir ahdi muâhade ederlerse (bir şeye söz verirlerse) onlardan bir fırka (grup), o ahdi nakzeder(anlaşmayı bozar)” buyuruyor (Bakara, 100). Yani onlarher ne zaman Allah Teâlâ ve Peygamberiyle bir ahit üzere muâhade ederlerse , onlardan bir fırka-i azîme (büyük bir grup) o ahdi unutur, arkaya atarak bozar.” Mehmed Vehbi Efendi, anlaşmayı bozmanın Yahudilerin her zamanki işlerinden olduğunu da şöyle vurgular: “Nakz-ı ahdetmek (anlaşmayı bozmak) Yahudilerin bir âdet-i müstemirresi (sürekli âdeti) olduğuna işaret için, (bu ayette) umûm ezmine ve evkâte (bütün zamanlara ve bölgelere) işaret eden “küllemâ” kelimesiyer almıştır.” (Hulâsatu’l-Beyân, I/184-185)

REELPOLİTİK.

“Allah Teâlâ bu evreni bir anda yaratmaya gücü yeter iken, altı gün miktarı bir zamanda yarattığını

14

Page 15: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

açıklamakla..kullarına her iş ve durumda acele etmeyerek hareket etmelerini de işâret ve tavsiye buyurmuştur.”(VI/2158, Yûnus sûresi, 3. âyetin tefsîri) “İnsanın azâbını ve diğer zararlarını def‘ etmek (gidermek), sevâbını çoğaltmaktan daha önemlidir. Çünkü “def‘i mefâsid, celb-i menfaatten önce gelir.(zararları def etmek, yararları elde etmekten önce gelir)” (VIII/3040, İsrâ sûresi, 79. âyetin tefsîri)

SESİNİ YÜKSELTME NAMAZDA BİLE OLSA. “[Ey Peygamber! Namazını müşriklerin işiteceği kadar alenî yapma ki, müşriklerin dillerini uzatarak sataşmalarına sebep olmasın ve arkanda bulunan cemaatin işitmeyeceği kadar da gizli yapma ki, cemaat Kurân’ı işitmekten mahrum olmasın ve gizli ile açık arasında bir yol tut] Allah’ın Elçisi’nin açıktan okunan namazları kılarken, Hz. Peygamber’in sesini işiten müşriklerin fenâ söz söylemeleri üzerine bu âyetin indiği nakledilir.”(VIII/3074, İsrâ sûresi, 110. âyetin tefsîri)

(Azınlıktaki veya baskı altındaki Müslümanlar, karşı konulması imkânsız bir kâfir gücün yönetiminde iseler,bu durumu kabullenip, namazlarını ibâdetlerini Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerinin yaptığı gibi çoğaltmalı,namaza ve tesbih çekmeye özellikle gece vakitlerinde olmak üzere saatler ayırmalı ve Hz. Peygamber ve sahâbîlerinin Mekke döneminde yaptıkları gibi, sabrederek ama tebliği (dîni anlatmayı sürdürerek), söylemde radikal, eylemde liberal, silaha başvurmaksızın, müşriklerin sataşmalarına karşı da “selâm” deyip geçip giderek, bu sürecin bir an evvel sona ermesini ve kendilerine bir çıkış yolu açmasını

15

Page 16: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Allah’tan istemelidirler. i.y. (Bazen i.y. (ismail yurdakök) olarak, konuyla ilgili notlar düşüldü).

“Onlara (Kurân) okunduğu zaman, “Ona îmân ettik. Çünküo Rabbimizden gelmiş bir gerçektir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik” derler. İşte böylelerine, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar. Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirlerve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.” derler.”(Kasas sûresi, 53-54-55. âyetler) Mehmed Vehbi Efendi bu âyetlerin tefsîrinin sonunda şunotu düşer: “Özetle, kötü söz söyleyenlerden kaçmak, hatta onlara iyilikle karşılık vermek, Allah’ın râzı olduğu bir davranış tarzı olup, kâfirlerin câhilce davranışlarına karşı da nâzikçe karşılık vermenin övülen bir davranış olduğu, bu âyetten anlaşılmaktadır.” (X/4121)

(Uluslar arası arenada da Müslümanlara çatanlara, olurolmaz yaptıkları açıklamalarla İslâm’a ve İslâm dünyasına sataşanlara, aynı sertlikle değil, olgunlukla ve sabırla cevap vermek gerektiği, bu âyetlerden anlaşılmaktadır. i.y.)

SİLÂHA SARILMAK İÇİN: (1) ZULME UĞRAMIŞ OLMAK, (2) KOVULMUŞ OLMAK, BULUNDUKLARI ŞEHİRDEN, (3) GİTTİKLERİ YERDE GÜCÜ ELE GEÇİRMİŞ OLMAK Savaşa izin veren Hac sûresi 39 ve 40. âyetler indiğinde Müslümanlar hangi durumda idi? sorusunun herhalde mutlaka sorulması gerekir. Önce bu iki âyetinanlamını okuyalım: “Kendileriyle savaşılanlara, zulme

16

Page 17: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma elbette gücü yetendir. Onlar başka değil, sırf: “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için, haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile def‘ etmeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dînine) yardım edenlere, muhakkak sûrette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, gâliptir.” M. Vehbi Efendi ise şu açıklamayı yapıyor: “Kâdî Beyzâvî, Hâzin ve Nimetullah Efendi’nin (Nahcivânî) açıklamalarına göre bu âyet, Hz. Peygamber’in sahâbîleri hakkında inmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in hicretinden evvel, Mekke müşrikleri Müslümanlara çok eziyetlerle zulmetmişler ve hatta dövüp yaralamak gibi zulümlere de cesaret etmişlerdi. Zulme uğrayan sahâbîler, Allah’ın Elçisi’ne şikâyet ederek, savaş(mak) için (defalarca) izin istediler. Fakat Allah’ın Elçisi, henüz savaşa izin verilmediğini ve ilâhî iznin gelmesine kadar, sabretmelerini tavsiye ederdi. Bu süreçte kâfirlerin zulümleri artarken, mü’minlerin feryatları da çoğalıyordu. Hatta bu süreçte, “savaştan men” ilgili yetmişten fazla âyetin indiği rivâyet edilir. Daha sonraki yıllarda, Allah’ın Elçisi’nin hicreti meydana geldi ve hicretten sonra, Müslümanlara kuvvet geldi. Sonra da savaşa izin verildi. Ve bu izin de, “savaşa ilk başlayan taraf olma” izni değildir. (Bu izin de daha sonraki yıllardagelecektir) Medîne üzerine savaşmak üzere hücum edenlere karşı, savunmak için “savunma savaşı”na izin verilmesidir. Kurân böylece Müslümanlara “savunmak için ruhsat” vermiş oluyordu.” (IX/3546)

17

Page 18: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(Bu süreçte savaşa izin verilmesi, Müslümanların mazlum (ağır zulme uğrayan) taraf olmaları ve zulmün kaldırılmasına artık nisbeten güç getirebilecek durumda olmalarıdır. İlk savunma savaşı olan Bedir savaşında Müslümanlar, kâfir Mekke-Kureyş’in bin kişilik askerî gücüne karşı, üç yüz ondört kişilik biraskerî güç çıkarabilmişlerdir. Yani Müslümanların gücü, zamanımızda bazı İslâmî gerilla gruplarının, süper güçlere savaş açarken sahip oldukları güçleri gibi, orantısız değildir. Hz. Peygamber, artık kâfirlerin üçte biri kadar bir askerî birlik çıkarabilmektedir. Burada dikkatimizi çeken/çekmesi gereken bir nokta da, sadece hicret etmek, savaşa başlanılması için yeterli değildir. Çünkü Habeşistan’ada, aynı dönemde Müslümanlar hicret etmişlerdir. Mekkeliler, oraya göç eden bu sığınmacı Müslümanları, geri istemek için, Habeşistan’a elçi göndermişler, fakat Habeşistan hükümeti bu talebi geri çevirmiştir. Mekke’nin Habeşistan’a savaş açacak gücü olmadığından,elçiler geri dönüp gelmişler, Mekke bu konuda bir başarı elde edememiştir. Fakat Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar, Medîne’ye hicret eden Müslümanların Medîne’de kısa sürede hâkimiyeti ele geçirdikleri gibibir pozisyona sahip olamamışlardır. Sayıları çok az olduğundan, Habeşistan’ın başka bir yerinde (mesela Kızıldeniz kıyısında) bir üs oluşturma imkânına da sahip değillerdi. Mekke’nin onlara saldırı ihtimâli olmadığından (Habeşistan’da güven içinde yaşıyorlardı)ve orada, yönetimi etkileyecek veya bağımsız veya otonom bir güç oluşturacak imkânları da olmadığından, onlara savaş farz olmamıştı. Buradan anladığımız, Müslümanlar, kendilerine sığınma/yaşama imkânı tanıyanbir ülkeye, “bu ülke kâfir ülkesidir” deyip, savaş îlân edemezler. Habeşistan muhâciri sahâbîlerin yaptıkları gibi, o ülkede bir problem çıkarmadan, sâkince yaşamlarını sürdürürler ve İslâmî ibâdetlerini

18

Page 19: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ciddiyetle yerine getirmeye çalışırlarken, haramlardanda kaçınırlar. i.y.)

NEDEN HADRAMÛT DENİLİR, HADRAMÛT’A (IMMIGRATION AS A SOLUTION FOR OPPRESSED BELIEVERS) “Semûd toplumunun başına, onları tamamen tarih sahnesinden silen büyük felâket gelmeden önce, Sâlih aleyhisselâm ve ona bağlı inananlar, Allah’ın emriyle orayı terk ettiklerinden, musîbetten kurtuldular. Çünkü, zulüm olan bir yerden, huzur olan bir yere hicret, peygamberlerin sünnetidir (arz-ı zulümden, arz-ı salâha hicret, sünnet-i enbiyâdandır). Daha sonra yollarınadevam ederek Yemen’e gittiler ve orada bir yere yerleştiler. Hz. Sâlih, oraya vardıktan sonra vefat ettiğinden, “hadara mut (hadara ve mâte)” “geldi ve (sonra da) öldü” ifadesi, o şehrin ismi olarak kaldı.”(X/4026, Neml sûresi, 53. âyetin tefsîri)

HARRAN’A GÖÇ “(İbrâhîm’i ateşi yakmaması mû‘cizesi üzerine) Lût onaîmân etti ve İbrâhîm “Ben Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum. O (Rabbim) her şeye gâlip ve hükmündehikmet sahibidir ” dedi.” (Ankebût sûresi, 26. âyet) “Yani, İbrâhîm’in mû‘cizelerini ve bilhassa ateşin yakmadığını, biraderinin oğlu Lût (aleyhisselâm) görünce, herkesten evvel o, İbrâhîm’in peygamberliğinidoğruladı ve İbrâhîm de müşrik toplumun içinden hicretedeceğini açıklayarak dedi ki: “Ben Rabbimin emrettiğive rızâsına uygun olan bir yere hicret edeceğim. ÇünküRabbim gâlip ve (isterse) kahredeci bir mutlak hakîmdir. O nedenle de benim düşmanlarımdan intikamımıalır” diyerek hicrete karar verdi ve beraberinde hanımı Sâra ve biraderinin çocuğu Lût da olduğu halde hicret ettiler. Hâzin’in verdiği bilgiye göre, Hz. İbrâhîm ve beraberindekiler Kûfe civârında Kavsa

19

Page 20: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

denilen yerden, Şam (Suriye) civarında (Suriye’nin kuzeyinde) Harran denilen yere hicret etmişlerdir. İbrâhîm’in hicretinin, Allah’ın emriyle olduğuna ve Allah’ın rızası için hicret ettiğine âyette işâret vardır. Allah rızası için ilk hicret eden Hz. İbrâhîm olduğundan, Allah’ın rızâsını kastederek, dînini ihyâ (diriltmek/yaşamak) için hicret edenler, İbrâhîm’in sünnetini diriltmiş olurlar.”(X/4189)

(Hicrette dîni ihyâ (diriltme, müminleri çoğaltma veyaen azından kendisinin (ve varsa âilesinin) dîni hayatını ihyâ) vardır. Bir Peygamber, ölüm tehlikesi kesin olarak belirinceye kadar, bulunduğu yerleşim birimini terk etmez. Mü’minler de herhalde aynı ölçüyü esas almalıdırlar. Ölüm tehlikesi oluşuncaya kadar, orada yaşamayı sürdürürler. Sonra durumda bir değişiklik olmazsa oradan göç ederler. Tarih boyunca göç edenlerin büyük çoğunluğu, gittiklerde yerlerde, baştan sıkıntı çekseler de, ilerleyen yıllarda maddî açıdan da rahatlamışlar, hatta bir iki nesil sonra, yeni topraklarında zenginlerin arasına girmişlerdir. Şu an dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin bir göçmenlerülkesi/göçmenlerin kurduğu bir ülke olduğu ve ilk göçmenlerin önemli bir kısmının dîni özgürlük için Atlantiğin karşı kıyısına gittikleri hatırlanmalıdır. Avrupa’dan gelen bu ilk insanların düşünce dünyalarındaki hicretle ilgili Tevrât ve İncil’deki konular üzerinde de çalışılabilir. Diğer yönden göç/hicret eden insanlar, değişik insan gruplarıyla karşılaştıklarından, bağnazlıktan da, nispeten de olsakurtulurlar. Meselâ 18. yüzyıl ve 19. yüzıl boyunca ABD’de Kurân’ın İngilizce meâlleri yaygın biçimde okunuyordu. Hatta ABD anayasasını kaleme alan ve ABD’nin üçüncü başkanı (1801-1809) olan Thomas

20

Page 21: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Jefferson, 1764 yılında basılan bir İngilizce Kurân meâlini sürekli okuyordu. i.y.)

DÜŞMANIN ÇOK OLDUĞU YERDEN HİCRET VÂCİPTİR “(Ateşten kurtulan İbrâhîm), “Ben Rabbime gidiyorum. Obana doğru yolu gösterecek..” dedi.” “Böylece Hz. İbrâhîm küfür diyârından hicret ederek Şam’a gitti.” (Özek ve diğ., 448) “Allah Teâlâ, Şam (Suriye) tarafına hicret etmesini vahiy buyurdu. İşte o vakit İbrâhîm aleyhisselâm: “Ben Rabbimin bana emrettiği yere gidiciyim, umarım ki Rabbim benim dîni ve dünyevîmaksatlarımın gerçekleşeceği bir memlekete beni yönlendirir” dedi. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, düşmanın çok olduğu yerden hicretin vâcip olduğuna bu âyet işâret eder. Zira, Allah Teâlâ İbrâhîm aleyhisselâma yardımını vaad ettiği halde, o şehirdeki düşmanlarının çokluğundan dolayı hicret etmesine müsâade buyurunca, benzer durumlardaki sıradan insanların hicreti daha normal bir iştir. Bu nedenle, dîni yönden iyi olan bir yere hicretin vâcip olduğunda şüphe yoktur.” (XII/4731, Sâffât sûresi, 99 ve 100. âyetlerin tefsîri)

ORADAN KAÇIN “Ey îmân eden kullarım! Şüphesiz, benim (yarattığım) yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.” “Bu âyetin, işkenceye uğrayan Mekke Müslümanlarının zayıfları hakkında indiği nakledilmiştir. Âyet, Allah’a kulluk nerede güven ve huzur içinde yapılabilecekse oraya göçmeyi teşvik etmektedir..”(Özek ve diğ. 402) Mehmed Vehbi Efendi deâyete şöyle meâl ve tefsîr veriyor: “[Ey benim mü’min

21

Page 22: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kullarım! Benim yeryüzüm geniştir. İstediğiniz yere gidebilirsniz. Sizin için müsâade vardır. Ancak bana ibâdet edin.(Ankebût: 56)] Yani, ey benim Allah’a ve Peygamberi’ne îmân eden hâlis kullarım! Eğer siz îmânınızın gereği olan ibâdet ve amellerinizi şerîatınızın açıklaması doğrultusunda yerine getirmeyebir beldede fırsat bulamaz ve güç yetiremezseniz, o beldede (artık) durmayın. Aksine o beldeden ibâdetinizi yerine getirmeye müsâit diğer bir beldeye hicret edin. Zirâ, benim yeryüzüm geniştir. Her nereyegitseniz, sizi alır (yeterli yer bulursunuz). Şu haldekalp huzûru ile ibâdetlerinizi yapabileceğiniz bir beldeye nakletmeye size izin verilmiştir. Taberî Tefsîri ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre âyetin mânâsının şöyle olması muhtemeldir: [Eğer bir beldede günah işlerseniz veyahut bir zalim tarafından günah işlemekle emrolunursanız, ey mü’min kullarım ! O beldeden kaçın. Çünkü yeryüzü geniştir. İstediğiniz yere gidebilirsniz. Fakat her nerede olsanız, ibâdetinizi Bana özgü kılın. Çünkü Ben’den başka ibâdete hak kazanan yoktur.] demektir. Allah Teâlâ, yeryüzünün genişliğini açıklayarak, rızkın genişliğineişâret etmiştir. Yani “ey mü’min kullarım! Eğer bir beldede ibâdetinizi yerine getirmede güçlük görürseniz, ibadet kolay olan diğer beldeye gidin. Pederlerinizden size kalan mallarınızdan ve alışkın olduğunuz beldenizden ayrıldığınıza hüzünlenmeyin. Çünkü Ben’im arzım geniş, rızkım bol ve her taraf Ben’im mülkümdür. Siz de benim kullarım olduğunuz için, her nereye giderseniz, Allah’ın kulları Allah’ınmülküne gitmiş olacaktır. Şu halde her nereye gitseniz, ibâdetinizi sadece Bana yapınız.”

“Medârik Tefsîri’nde ifade edildiği gibi, beldelerde ve yeryüzünün değişik yerlerinde farklılık (elbette) vardır. Çünkü bazı beldelerde fitne ve fesat az

22

Page 23: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olduğundan, ibâdet kolaylıkla yapılır. Zira halkı iyiliğe ve doğruluğa eğilimlidir. Bazı beldelerde ise kötülük ve fesat çok olduğundan ibâdet yapmada zorluk çekilir. İşte, ahâlîsi doğruluğa eğilimli olan beldeyiseçmek, elbette daha uygundur. Sehil hazretleri “âyetin mânâsı bir beldede bid‘atlar ve günahlar çoğalırsa, o beldeden daha itaatli bir beldeye nakletmek lazım” buyurmuştur.”

“Hâzin Tefsîri’nde belirtildiğine göre, bu âyet Mekke’de kalan zayıf mü’minler hakkında inmiştir. Yani, “Mekke’de îmânınızı ortaya koymada ve ibâdet etmede baskı görürseniz, Medîne’ye hicrete edin. Zirâ arzım (sizin için yarattığım yeryüzüm) geniş” demektir. Yahut, “Biz Mekke’den hicret edersek, sefâlet çeker, yoksulluğa düşeriz” diyenler hakkında inmiştir. Yani “korkmayın, hicret edin. Zira arzım geniş ve rızkım bol, aç kalmazsınız” demektir. Özetle,dîni için hicret edecek kişinin, rızık için endîşe etmemesi gerektiği ve her nereye gitse “rızkının o kişiyi bulacağı” bu âyetten anlaşılmaktadır.” (XI/4229-4230)

BAŞKA YERLERDE ÖLMEKTEN KORKMAYIN “Allah Teâlâ, mü’minlere hicreti emredip, hicret ise memleketlerini, dostlarını ve kardeşlerini terki gerektirdiğinden, mü’minlere hicret hoş bir şey gelmediğinden, insanların en çirkin gördükleri ölümün bile olağan bir şey olduğunu mü’minlere hatırlatarak, mü’minlerin gönlünü takviye ve üzüntülerini hafifletmek için: “Her can ölümü tadacaktır. Sonra da Biz’im huzurumuza döndürülürsünüz”(Ankebût:57) buyuruyor. Yani ey mü’minler! Siz hayatınızı beraber sürdürdüğünüz ahbâb ve akrabalarınız ve memleketinizden ayrılmayı gerektiren hicreti çirkin görmeyin de kalbinizi Bana bağlayın. Çünkü her can

23

Page 24: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ölümü tadacaktır. Ölümün acısını tattıktan sonra da elbette Biz’im manevî huzurumuza döndürüleceksiniz. Bunedenle hicretten endîşe etmemek lâzımdır. Çünkü zatensonunda bu dünyadan tamamen hicret edip öbür âleme gidilecektir ve bugün terk edilmesi zor gelen ahbâblari dostlar ve vatan mecburen terk edilecektir..“Onlar sabrederler ve Rablerine güvenirler” (Ankebût: 59) Yani cennette ikâmet edecek ve güzel ödüle lâyık olacak olanlar şu kimselerdir ki, onlar ilâhî yükümlülüklerin sıkıntısına ve düşmanların eziyetlerine ve vatanlarından hicrete, akranlarından, akrabalarından ve ahbablarından ayrılmaya sabrettiler.Yalnız sabırla da yetinmediler, her işlerinde Rablerine güvendiler. İşte onlar, kalplerini ancak Allah’a bağlayıp, O’nun dışındaki her şeyden alâkayı kestiler ki her şeyi Allah’tan beklerler, Allah’ın dışındakilerden bir şey beklemezler.” (XI/4232)

ÎMÂNI VATAN EDİNMEK “[Şu kimseler ki, onlar muhacirlerden evvel Medîne’yi ve îmânı kendilerine vatan edindiler. Onlar kendilerine hicret eden (Medîne’ye göç eden) kimselericandan severler ve bu muhacirlere (şimdi) verilen mallardan ötürü nefislerinde ihtiyaç, ıztırap gibi birşey duymazlar, hatırlarına öyle bir şey getirmezler vekendileri ihtiyâc-ı azîm (büyük ihtiyaç) içinde de olsalar, garipleri ve muhacirleri kendi nefisleri üzerine tercih ederler. (Zaten) Kim nefsinin cimriliğinden (Allah’ın yardımıyla, bu şekilde) korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Haşr sûresi, âyet: 9)] Bu âyette (Medîne’nin yerlisi olan) Ensâr’ın îmânlarının sâbit olduğuna işâret için “îmân”kelimesi “dâr=yurt” kelimesine bağlanmıştır (gönderme yapılmıştır). Çünkü Ensâr, îmânlarını kendilerine hâmî(koruyucu) ve hâfız (koruyucu) yaparak vatan olarak kabul ettiler. İnsanın vatanı kendisini koruduğu

24

Page 25: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gibi, onların îmânlarının da kendilerini koruduğunu, Kurân böylece ifâde etmiştir..(Allah Teâlâbir önceki âyette Muhacirlerin altı sıfatını açıklamıştı ki bunlar: ilki: fakir olmaları, ikincisi muhacir (göçmen) olmaları, üçüncüsü memleketlerinden çıkarılmış (ve bu sebeple Medîne’ye gelmiş) olmaları);dördüncüsü dünyada (yani beş kuruşsuz geldikleri Medîne’de sadece yetecek kadar bir) rızık, âhirette ise Allah’ın rızasını istemeleri; beşincisi Allah’a vePeygamberi’ne yardım etmeleri; altıncısı îmânlarında sâdık olmaları.” (XIV/5849) “Allah Teâlâ bu âyette de Ensâr’ın altı güzel sıfatını överek bildirmiştir ki bunların ilki, îmânlarını vatan kabul ederek, bu îmânıkendilerine hâmî (koruyucu) saymaları; ikincisi Muhacirleri sevmeleri; üçüncüsü Muhacirlere yapılan yardımdan ötürü içlerinde haset ve öfke olmaması; dördüncüsü kendi ihtiyaçları olsa bile Muhacirleri kendilerine tercih etmeleri; beşincisi cimrilikten kendilerini korumaları; altıncısı bu güzel sıfatların eseri sonucu dünya ve âhirette kurtuluşa ermeleri.” (XIV/5851)

“BOŞ VER SESİNİ ÇIKARMA, İDÂRE ET” DE VARDIR, İSLÂM’DA “Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav..” (Mü’minûn sûresi, âyet: 96) Mehmed Vehbi Efendi bu âyeti şöyle tefsîr eder: “Peygamberim! Onların kötülüklerini savaş ve çatışmadan daha güzel, kesin kanıtlarla def‘ et..Hâzin Tefsîr’inde bu âyetin savaş âyetiyle hükmünün kalktığı nakledilmekte ise de, Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, doğru olan, âyetin hükmünün devâm ettiğidir (mensûh değil, muhkemdir). Çünkü dîn işine zarar vermeyecek ve mertliği bozmayacak (insânî duruşa engel olmayacak biçimde) olmak şartıyla, fâsık (yoldan çıkmış kimselere) olan kimselerle hoş geçinme, meşrû‘dur (şerîata uygundur). Çünkü, çoğunlukla kötüye kötülükle karşılık vermenin

25

Page 26: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

sonucu fenâ olduğu ve hoş geçinivermenin sonucunun da,iyi olduğu görülmektedir.” (IX/3666) (Bu âyetin de içinde bulunduğu Mü’minûn sûresi, zulüm ve baskının zirvede olduğu Mekke döneminde inmiştir. Aynı şartlarda bulunan mü’minler de, inkârcılara karşıkıyamete kadar aynı şekilde davranabilirler. i.y.)

REELPOLİTİĞİN KURÂN’DAKİ KANITLARINDAN BİRİ: ASHÂB-I KEHF “..Çünkü (Ashâb-ı Kehf) Rumların ileri gelenlerinden ve mert, cesur birkaç delikanlılar idiler ki, Allah’a îmân etmiş ve O’nun birliğini kabul etmişlerdi. Onlar akıllarını, yaratıldığı şey doğrultusunda kullandılar ve Biz de lutfumuzdan onların hidâyetlerini artırdık. Îmanlarında sağlamlık verdik ve onları biri birlerine bağlayarak kendilerine cesaret ve metanet verdik ki, kalplerinin biri birlerine bağlanmasıyla vatanlarını terk etmeye, akraba ve dostlarından ayrılmaya, çevreleriyle alâkalarını kesmeye, sabırla o gaddar pâdişâha karşı isyana, Dakyanus’un karşısında hak kelimeyi söylemeye cesaret ettiler ve hak dîne yardımda süratli davrandılar. Onlar Dakyanus’un huzurunda dediler ki: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbi’dir. Bundan ötürü, Allah’tan başka bir tanrıya elbette biz ibâdet etmeyiz. Çünkü Allah’tan başka ibadete layık bir varlık yoktur. Ve Allah’a yemîn ederiz ki ey Dakyanus! Senin teklîfini kabul ederek, Alah’ın dışında bir tanrıya inanırsak, boş (temelsiz, yanlış) söz söylemiş oluruz ve kendimize zulmetmiş oluruz.”

“Hâzin Tefsîri’nde ayrıntılı olarak belirtildiği gibi,Ashâb-ı Kehf bu sözü Dakyanus’a herkesin ortasında söylemişlerdi. Çünkü Dakyanus onlara sözünü hükümet konağında bir topluluk içinde söylemiş, onlar da reddetmişlerdi. Dakyanus kendisi putperest olduğundan,

26

Page 27: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

halkını da putlara tapmaya zorlardı. Bu(yedi genç)nlar, îmânlarından dönmediklerini ortaya koydularve Dakyanus’u herkesin önünde konuşarak rezîl ettiler.Fakat sonunda Dakyanus’a hakkı kabul ettiremeyince, o mağaraya kaçmaya mecbur oldular. Çünkü hak ehli her zaman üstünse de, geçici süreçlerde böyle fesatçılarınzulmünden ve zararlarından kaçmaya mecbur da olurlar. Çünkü dünyada her zaman, zalimler, fasıklar ve fesatçılar bulunduğu gibi, bunların namuslu insanları rencîde ettikleri her zaman görülür ve böyle zamanlarda firâr eden kurtulur. İşte Ashâb-ı Kehfde, yangın alevi gibi etrafı sarmış olan böyle bir fitneden kaçıp kurtulanlardandır.”

“Zirâ Cenâb-ı Hak o mağarayı kendileri için bir istirahat yeri kılarak, yıllarca, uykuyla her tehlikeden uzak olarak, vakitlerini geçirmişlerdir. Çünkü samimiyetle Allah’ın gücüne güvenerek, sebeplerine sarılan kulunu, Allah Teâlâ maksadından yoksun bırakmayacağına bu âyet işâret eder. Yalnız sebeplere sarılmak ve Allah’a tam güvenmek lazımdır.”

“İnsan için dîninin hükümlerini uygulayamadığı bir yerden, kalp huzûru ile dînini yaşayabileceği bir yere hicret (göç) etmek gerektiğine bu âyette işâret vardır. Çünkü insandan (yaratılmasından) maksat kulluk olduğundan, bu kulluk görevini yerine getirecek rahat bir yer aramak da, kulluk görevidir.”

“Düşmandan kendini saklamakta bir sakınca olmadığına bu âyette işâret vardır. Yine buâyetlerde bu yedi gencin Allah’a büyük tevekkülleriyle beraber, uykudan uyanınca hemen rızık çaresini düşünmeleri de, insanın her

27

Page 28: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

şeyin tedbirini de alması gerektiğine işâret etmektedir.” (VIII/ 3089-3102, Kehf sûresi, 14-20. âyetlerin tefsîri)

ON İKİ YIL BELDELERİNDEN AYRI KALMALARI, HZ.ÎSÂ VE HZ. MERYEM’İN “Meryem oğlunu ve annesini de (Kudretimize bir işâret)kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, sulu bir tepeye yerleştirdik.” (Mü’minûn sûresi, 50 âyet). “Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, âyetteki “rabve” kelimesi,yüksek bir yer anlamınadır. Bu yerin Suriye (veya Filistin) bölgesinde, havası güzel, suyu tatlı, meyvesi bol ve rahat (güvenli) bir yer olduğu bazı kitaplarda yazılıdır. Hz. Îsâ’nın annesiyle beraber, oyüksek yere gitmelerinin sebebi, zamanın bazı zorbaları tarafından onlara yapılan eziyet ve baskıdır. Çünkü bazı kâhinlerin bir kişinin Yâhûdîlerin idarecilerinin (zâlimlerinin) sonunu getireceğini söylemeleri üzerine, bunun Hz. Îsâ olabileceği söylenilince, Hz. Îsâ’yı aramaya başlamışlardı. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm ve annesi Meryem aleyhesselâma, hicret etmeleri, Allah tarafından emrolunması üzerine, onlar, o yüksek yere gittiler. On iki sene orada kaldıkları ve sonrakendi beldelerine geri döndükleri nakledilir. O zamanlar, daha Hz. Îsâ peygamberlikle görevlendirilmemişti.” (IX/3635) (Peygamberlerin hiç birisi korkak insanlar değildirler. Ama onların yaşamlarında bizim için pek çok örnek vardır, hele bu örnekler, Kurân ile anlatıldı ise.)

NUH GİBİ SEN DE SABRET (REALPOLITIK: NOAH’S LIFE AS A BRILLIANT EXAMPLE) “Nûh aleyhisselâm, toplumunudokuz yüz elli yaşına kadar yüzyıllarca dîne çağırdığı

28

Page 29: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

halde, çok az kimse îmân etti. Hz. Nûh da sabır ve sebat etti, ilâhî kuralları söylemekten hiç geri kalmadı. Toplumunun eziyetlerini mazeret olarak kabul etmeyip, dîni anlatmayı sürdürdü. Şu halde (Ey Muhammed!) senin zamanın (ömrün) gayet kısadır. İşte senin de (Nûh gibi) sabırla tebliğe (dîni anlatmaya) devam etmen lazımdır. Nûh sabretti, sonunda düşmanlarıhelâk oldu. Şu halde sen de sabret. Düşmanların helâk olacaklardır…Burada, Hz. Peygamber Efendimiz’e gerçek yaşanmış bir hayat, Nûh’un çok uzun ve çok sıkıntılı peygamberlik dönemi örnek olarak gösterilmiştir. Ki Nûh peygamber, toplumu tarafından çok eziyet gören peygamberlerdendir. Hatta Nimetullah Efendi’nin verdiği bilgiye göre, Nûh, toplumunu dîne her çağırışında, toplumu ona saldırmış, dövmüş, sövmüştü. Hz. Nûh ise bunların hiçbirinden etkilenmemeye çalışarak, peygamberlik görevine devam etmişti. Bin seneye yakın tebliğ sonucu, tûfanda Nûh’un gemisine binenlerin sayısı kendi âile fertleri dahil ancak yetmiş seksen kişi olduğu ve sular çekilince geminin Musul civarında Cûdî denilen ufak dağ üzerine yanaşarak karaya indikleri..” (X/4177, Ankebût sûresi,14-15. âyetlerin tefsîri) SÖZLERİNİ DUYMAMAZLIKTAN GELİVERMEK SATAŞANLARIN Bakara 109. ayetin (“…Şu halde siz onları(Ehl-i Kitâb’ı) intikam ve ukubetinizden (cezalandırmaktan) af edin ve onları ayıplamaktan) ve azarlamaktan vaz geçin ve Allah Teala’nın onlar hakkında emri ve kesin hükmü gelinceye kadar sabır ve sebât edin. Zira, Allah Tealâ her şeye ve bilhassa sizin intikâmınızı onlardan almaya kadirdir)” tefsirinde M. Vehbi Efendi şöyle açıklama yapar: “Allah Teâla, Yahûdîlerin kötülüğünü def etmeye kuvvetkazanıncaya kadar, Peygamberine, Yahûdîler hakkında afla muamele etmek ve sözlerini duymamakla emir

29

Page 30: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

buyurmuştur. (Sadece Yahûdîlere değil), İslâm’ın bütündüşmanlarına karşı bu şekilde davranılır (cümlenin oriinali: ‘Âdânın küllîsine karşı hüküm, her zaman bu şekildedir.)” (I/202)

SÂKİN CEVAP VERMEK, ULUSLAR ARASI ARENADA, SATAŞANLARA “İnsan(ın doğası, tabiatı) aceleci (bir tarzda) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin. Ve onlar tabiatlarında olan aceleden ötürü, “sözünüzde sadıksanız, vaat ettiğiniz azâp ne zamandır, gelecekse geliversin” diyerek, azâbın acele gelmesini isterler.” (Enbiyâ sûresi, âyet: 37-38) “Yani, hayvanlar içinde insan, her şeyde acele ettiğinden, sanki “acele” denilen şeyin kendisinden yaratılmıştır.”(IX/3425)

(İslâmî reelpolitik hiçbir şeyde acele etmemeyi prensip edinmelidir. İslâmî diplomaside bir açıklama yapılacağı zaman da, sâkinlikle cevap verilmeli, B planı C planı hazırlanırken, bir yandan da, karşı tarafa hiçbir şey hissettirilmemelidir. Uluslar arası olaylar hakkında îcâbında ilgisizmiş gibi davranılmalı, ama her konuda dosya/rapor çalışmaları yoğun olarak sürdürülmelidir. Meselâ bu yaz (2013) ortaya çıkan Çinlilerin Orta-Amerika’ya Panama kanalına paralel bir kanal yapma projesi bu konuda güzel bir örnektir. Çinliler bu proje üzerinde herhalde hayli süre çalıştıktan sonra, kamuoyuna açıklama yapmışlardır. Dışişleri mensupları, eski tabirle ketûm (ağzı bütün, kolay kolay ağzından lâf kaçırmayan) kişiler olmalıdırlar. i.y.)

DÜŞMANLA SAVAŞA GİRMEKTEN SAKINMAK DA, SAVAŞIN KURALLARINDANDIR “Kâdı Beyzâvî’nin açıklamasına göre, Allah Teâlâ savaş

30

Page 31: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

sırasında düşmanla mümkün olduğu kadar savaşmamaya çalışmayı, elde silah hazır (alârm) durum(un)da beklemeye eşit kıldı ki, gâzî olan kişi silahla savunmaya önem verdiği kadar, düşmandan sakınmaya da önem versin ve silahı elden bırakmadığı gibi, düşmandan kaçınmayı da elden bırakmasın..Savaş esnasında namaz kılarken, silahlarınızı bırakmayın..(Çünkü düşmanlar)..sizin üzerinize âniden bir hamle yapmak ve silahsız ve hazırlıksız olduğunuz halde, sizin işinizi bitirmek isterler. O nedenle siz silahınızı ve savaş âlet ve gereç ve mühimmâtınızı terk etmeyiniz ki, düşmanlarınız fırsat bulmasınlar…Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre âyet (Nisâ:102), zarar geleceği tahmin edilen her şeyden sakınmanın vacip (mutlak gerekli) olduğuna işâret eder. Şu halde,hastalığı ilaçla tedâvî etmemek veya yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın altında oturmamak gibi sakınılması gereken şeylerden sakınmanın da vâcip olduğuna işaret eder.” (III/1032)

SAVAŞ SONRA, ŞİMDİ NAMAZINIZI KILIN Savaş çığırtkanlığı yapıp da, savaş başlayınca da muharebe meydanından toz olanların, tarih sayfalarında çok örneği vardır. Ayrıca hazırlıksız birharbe girişip de, çok kısa zamanda tarihe karışan hareketleri de, tarih kaydeder. İslam’ın 13 yıllık Mekke döneminde de, Medine’ye hicretten sonraki dönemde de, başlangıçta savaşa izin verilmemişti. Önce, bu konuyla ilgili Nisâ suresi 77. ayetin meâliniverdikten sonra yine M. Vehbi Efendi’nin açıklamalarına bakacağız. “[Kendilerine ‘ellerinizi savaştan çekin, (siz) namazı kılın, zekatı verin’, denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine savaş farz kılınınca, içlerinden bir topluluk, Allah’tan korkar gibi hatta daha şiddetli bir korku ile insanlardan korkuyor.Onlar: ‘Ey Rabbimiz,

31

Page 32: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

üzerimize şu savaşı niye farz kıldın, ne olurdu bizi yakın bir vakte kadar (savaştan) geri bırakaydın!...’ dediler. [Ey Peygamberim! Görmedin mi şu kimseleri ki,onlar savaşmak istediklerinde, Peygamber tarafından onlara: “çekin elinizi (savaştan), Allah savaşa izin vermedi. Savaşa ilâhî izin geldiğinde savaşırsınız. Şimdilik müsâade yoktur. O nedenle dininizin hükümlerinden olan namazı kılma ve zekatı verme ile meşgul olun ki, bedeni ve mâli ibadetleri yerine getirmiş olursunuz.” denildi. Ne zaman ki, müminlere kuvvet geldi ve kâfirlerle savaşacak kadar müminler çoğaldı; muharebenin takdir edilmiş zamanı gelip, onlar üzerine savaş vacip olunca, bir de görüldü ki, onlardan bir grup Allah’tan korkar gibi veyahut daha şiddetli olarak insanlardan korkuyorlar ve “Ey Rabbimiz! Bizim üzerimize savaşı niçin farz kıldın? Keşke yakın (bir) vakte kadar bizi geciktirseydin de kuvvetimiz (biraz daha) artsaydı” demekle savaşın tehirini arzu ederler. Ey Peygamber! Sen onlara tenbihve nasihat suretiyle de ki: “Dünya malı az, ömür kısadır. İnsan ne kadar yaşasa akıbet vefat edecektir.Âhiret ise, korkup da kendisini günahlardan sakındırankimse için daha hayırlıdır…] Âyette, insanın dini vazifesi ve emrolunduğu şey ne ise onunla meşgul olması ve onun dışında içyüzünü/arkaplanını bilemediğişeyi istememesi lazım geldiği ve bu şekilde hareket etmenin vacip olduğuna tenbih ve işaret vardır. Savaş isteyenlere, Hz. Peygamber, emrolundukları namazı kılmak ve zekâtı vermekle emretmiştir ki, bu emir “hikmetini bilmediğiniz şeye karışmayınız” demektir. Bir başka görüşe göre ise ki Fahr-i Razi bunu nakleder; bu ayetin Abdurrahman b Avf, Mikdâd, Qudâme b. Mazûn ve Sa‘d b. Ebî Vakkâs gibi bazı meşhur sahâbîler hakkında inmiş olması ihtimali vardır. Çünküonlar, Mekke’de kâfirlerden gördükleri eziyetler nedeniyle, Hz. Peygamber’e “muharebe

32

Page 33: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

edelim(savaşalım)” derlerdi. Hz. Peygamber de “muharebeden çekin elinizi, zamanı değildir. Siz emrolunduğunuz namaz ve zekât gibi dini görevlerinizlemeşgul olun. Ben henüz kıtâlle (savaşla) emrolunmadım”buyururdu. Ne zaman ki hicret ettiler, ve Bedir savaşızamanı gelip de kıtâl vâcip olunca, “keşke kıtâl birazzaman daha gecikseydi” demeleri üzerine âyetin indiği nakledilir.”

(Fakat bu büyük sahabilerden böyle cihat karşıtı bir söz duyulmuş değildir. O nedenle âyetin münafıklar veya kalplerine henüz İslam iyice yerleşmemiş yeni Müslümanlar hakkında indiği akla gelebilir ki M. VehbiEfendi bu ihtimali de şöyle kaydediyor: “Âyette, (namaz kılmamak, zekat vermemek gibi) münafıkların sıfatlarına işaret olmasından ötürü, âyetin münafıklar hakkında inmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü münafıklar, Müslüman görünerek, “müşriklerle muharebe edelim” dedikleri halde, muharebe vâcip olunca, Allah’ın azabından daha çok kâfirlerden korkarlar ve muharebenin gecik(tiril)mesini isterlerdi. Allah’tan çok, insanlardan korkmak da münafıkların şânındandır ve “Rabbimiz! bizim üzerimize savaşı niçin farz kıldın?” şeklinde bir konuşma da, zaten münafıklara yakışan birkonuşmadır. Ayetteki, dünya malının az ve ahiretin daha hayırlı olduğunu açıklamak dahi, dünyayı çok seven münafıklara layık olduğundan, âyetin münafıklar hakkında inmiş olması ihtimali daha yüksektir.” (III/981-982)

İBRÂHÎM’İN SABRETTİĞİ GİBİ, SEN DE SABRET (BE PATIENT LIKE ABRAHAM) “(Ey Peygamberim!) (ibâdet ve inançta) kuvvetli ve basîretli (kalplerindeki îmân nûruyla olayların perde arkasını görebilen) kullarımız İbrâhîm, İshâk ve

33

Page 34: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Yâ‘kûb’u an” (Sâ‘d sûresi, 45. âyet) “Yâni ey Peygamberim! Dedelerinden (olan) İbrâhîm aleyhisselâmın durumunu ve ateşe atıldığı andaki sabırını düşün ki, sen de toplumundan gördüğün eziyetlere, onun gibi sabra devam edesin. İbrâhîm’in çocuğu İshâk’ı da an ki birçok sıkıntılar ve zorluklara göğüs gerdi. Yâ‘kûb’un da, oğlu Yâsuf’u kaybedip çok seneler hüzün ve keder içinde vakit geçirdiğini de hatırla ki tesellî bulasın ve onların güzel ahlâklarını anlat ki halk ibret alsınlar ve nasîhat edesiniz de ahlâkî davranışlarında onlara uysunlar.”(XII/4807)

“Onların (müşriklerin) söylediklerine sabret (ve) katlan ve onları güzel bir şekilde terket.” (Müzzemmilsûresi, âyet: 10) Mehmed Vehbi Efendi de âyete şöyle meâl ve tefsîr verir: “[Ey Peygamberim! Sen sabret o şeylere ki, onlar o şeyleri (senin aleyhine) söyleyip durmaktadırlar ve terk et onları, çekil bir kenara güzel bir şekilde çekilmekle”] Bu âyette Allah Teâlâ insanların diğer insanlarla olacak muâmelesini (sadece) iki kelimeyle açıklamıştır. İnsan, diğer insanlarla ya bir arada bulunur veya bir kenara inzivâya çekilir. Eğer bir arada bulunursa, o insanlardan göreceği eziyetlere sabretmesi lâzım geldiği “w’asbir (sabret)” kelimesiyle ifâde edilmiştir. Yok bir arada bulunmazsa kavgasız ve çekişsiz bir köşeye çekilip hepsini terk etmek lâzım geldiğini de “we’hcurhum (onlardan ayrıl)” kelimesi ile ifâde edilmiştir ki, onlarla bir arada bulunmayacak olanın da, güzelce bir yere çekilmesi lâzımdır. Bazı müfessirler “bu âyetin hükmü, savaş âyetinin inmesi ile kalkmıştır” demişlerse de, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin hükmü kalkmış değildir. Çünkü, müşriklerle bir arada bulunma veya onları terk edip uzak bir yerde yaşama, insanların

34

Page 35: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

dâimâ başında olan bir durumdur. Çaresi de ya sabretmek ya da ayrı yaşamaktır.” (XV/6211)

“ZAYIFIZ” DEMEK, AYIP DA DEĞİLDİR, GÜNAH DA DEĞİLDİR “Bedir savaşı öncesinde, Kureyş’in Şam’dan dönmekte olan ve büyük miktarda malla dolu olan kervanı ve Kureyş’in de bu kervanı korumak için orduyla Mekke’den çıkacaklarını, gerek kervan gerekse Kuryş ordusu olsun, hangisine saldırmaya karar verirse, Allah’ın yardım edeceğini, Cebrâil Aleyhisselâm’ın haber vermesi üzerine, Hz. Peygamber sahâbîleriyle durumu görüştü. Sahâbîlerden çoğu, kervandaki malın çokluğu ve kervanıkoruyan adamların da azlığı nedeniyle ve Müslüman askerlerin silah ve harp âletlerinin azlığı nedeniyle,kervanın daha kolay ele geçirilebileceğini, Kureyş ordusuyla savaşın ise şu aşamada Medîne Müslümanları için zor olacağını bildirerek, kervana karşı harekete geçmenin uygun olacağını söylediler. Hz. Peygamber’in görüşü ise, düşman ordusuna karşı gidilip, onun kuvvetini kesmek ve İslâmiyetin şanını yüceltmekti. Çünkü düşmanın gücü yerinde oldukça, her zaman için, Müslümanların tehlikeden güvende olamayacağı kesin olduğundan, düşmanı bir savaşla zayıf düşürmek, kervanı ele geçirmekten daha önemli idi…Şu halde, sahâbîlerin mücadelesi korku ve telaşlarından kaynaklanıyor ve bu korku ise bir tercih konusu olmayıp, zarûrî bir problem olarak ortaya çıktığından,bu mücadeledeki bu ifadeleri (makul bir) özür olduğundan, Hz. Peygamber’e karşı gelmiş olarak görülemezlerdi. Aynı nedenle, bu karşı gelmelerinden

35

Page 36: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ötürü, âhirette cezâya da uğramazlar. Çünkü maksatları, Müslümanların zayıf olduğu için, bir tehlikeye düşmeyerek, (Kureyş ordusuyla savaşa değil) kervana (hücûma) gitmek istemişlerdir.” (V/1850, Enfâlsûresi, 5. ve 6. âyetlerin tefsîri)

KURÂNÎ SOSYOLOJİYİ İYİ/ DİKKATLİ OKUMAK Bir toplumun tamamen çöküş ve târihe gömülme zamanı gelmedi ise, gerek içeriden yapılacak direniş(ler), gerekse dışarıdan saldırılar, o devleti/sistemi/imparatorluğu çökertemiyecektir. Toplumların/devletlerin çöküş süreci Kurân’da iyi takip edilmelidir. Allah’ın her hangi bir toplumu yaptıkları bir hata sonucu hemen helâk etmediği, rahmeti gereği tevbe etmeleri için onlara defalarca fırsat tanıdığı ortadadır. Bu durum, küçük toplumlar/cemaatlar/devletler için de böyledir, büyükler için de. Bir tüzel kişiliğin (cemaat veya devlet) târihe karışması için genelde: hem o (kötü) gücün kendisine tanınan tevbe imkânlarının hiç birini değerlendirmemesi, inkârda/ günahda/ zulümde ısrar etmesi, hem de yerine geçecek bir grubun/yapının/kadronun yetişmiş olması gerekir. Hz. Peygamber’in çevresindeki ahlâklı grubun, (Ammâr’ın anne ve babasının başına geldiği gibi) Mekke’de işkence ile öldürülmeleri sürecinden, Mekke’yi fetih noktasına gelişleri iyice ve tekrar tekrar okunmalıdır. Kur’an’ın tamamının iyi okunması, bize Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerinin bu yirmi yıllık süreçdeki psikolojik ve sosyolojik problemlerini ve buproblemlerin çözümü olarak, Allah’ın öğretisi olan Kurân, âyet âyet izlenmelidir. Târih kitabı olarak da,Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısâs-ı Enbiyâ’sı hem öğretici yönüyle, hem de Paşa’nın târih sosyolojisini ve felsefesini ve hukuk felsefesini çok iyi bilen bir âlim olması nedeniyle, oldukça faydalı olacaktır.

36

Page 37: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Mehmed Vehbi Efendi de Hûd sûresi yedinci âyetinin tefsîrinde konuyu işler:

“Özetle, isyankâr (günahkâr) bir toplumun helâkını gerektiren (ilâhî) azâp, o toplumun yerine gelecek olan itaatli ümmetin ortaya çıkışına kadar geciktirilmek, ilâhî âdet (Allah’ın kânûnu) gereğidir.Çünkü bir ümmet gelmeden, mevcut ümmeti helâk etmek, dünyanın harap olmasına sebep olup, halbuki belirli vaktine kadar dünyanın mâ‘mûr olması, murâd-ı ilâhî (Allah’ın isteği) gereği olduğundan, yeni ümmet gelmeyince (yetiş(tiril)meyince), eski ümmeti helâk etmez. Bundan ötürü, günahkâr olan bir millet, ilâhî gazabın (Allah’ın belâsının) gecikmesinden ötürü gurura kapılmayıp, günahını bilerek Allah’ın affına, yardımına sığınmalı ki, azaptan kurtulsun.” (VI/2293)

ŞAM’IN FETHİ BEŞ YIL SONRAYA BIRAKILDI “İslâm ordusu Tebûk’e giderken, münâfıklardan bir grup(da muhtemelen tîcârî bir seyahatten dönüyorlardı) da onlarla karşılaştı. Münâfıklar kendi aralarında (Hz. Peygamber ile dalga geçirerek) : “Bakın şu adama ki, Şam’ın köşklerini ve saraylarını fethetmek ister. Ne kadar uzak ve boş ümitler” dediler. Onların bu sözlerini Cebrâîl Aleyhisselâm, Hz. Peygamber’e haber verince, bu defa da, konuşmalarını inkâra gittiler ve:“yok, biz öyle çölde giderken vakit geçsin diye kendi aramızda ileri geri konuşuyor, eğleniyorduk; konuşmalarımızın sizinle alakası yok” dediler.” (V/2052, Tevbe sûresi, 65. âyetin tefsîri)

(Fakat tarihsel bir gerçek olarak, münafıkların bu sözünden beş yıl sonra Şam tamamen Müslümanların kontrolüne girecek; yine bu konuşmadan yedi yıl sonra da Hz. Ömer İslâm ordusuyla Kudüs’e girecektir. Esasında, Hz. Peygamber’in Tebuk’e giderken, o gün

37

Page 38: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

komuta ettiği otuz bin kişilik askerî güç ile bazı fetihler herhalde mümkündü. Çünkü otuz bin kişilik biraskerî güç, bugün de Orta-Doğu’da veya dünyanın her hangi bir bölgesinde, önemli bir güçtür ve alt edilmesi (Allah’ın izniyle) zor bir kuvvet demektir. Hz. Peygamber, bu güçle Kuzey-Arabistan’a kadar ilerlemişken, orduyu biraz daha kuzeye yürütebilir ve Gazze’yi hatta Kudüs’ü fethedebilirdi. Ama, bu bölgenin fethini, Hz. Peygamber kendinden sonraya bırakacaktır. Hz. Ömer döneminde, bu topraklar Filistin, Şam ve Suriye’nin tamamı fethedilecek ve hatta daha kuzeye gidilecek, İslâm orduları Malatya’yaulaşacaklardır. Hz. Peygamber hayatı boyunca kademeli bir büyüme hedeflemiş, zaferlerle hiç heyecana kapılmamıştır. Bu da O’nun realpolitiğe verdiği önemi göstermektedir. i.y.)

ALDIRIŞ ETME ONLARIN SÖZLERİNE EY PEYGAMBER(İM) ! . “Artık sen onları (putçuları) bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler” (Secde sûresi: 30. âyet) “Âyette, kâfirlerin de Hz. Peygamber’in ölmesini veya öldürülmesini beklediklerine işâret olunduğu belirtilmektedir.” (Özek ve diğ. 416) M.Vehbi Efendi ise âyeti şöyle açıklıyor: “[(Ey) Peygamberim! Müşrikler, şirklerinde ısrar ettiklerine göre, sen onlardan (artık) yüz çevirve sana lâyık olmayan (hakaret edici) sözlerine aldırış etme ve onların (putçulukta) ısrarlarını (İslâm’a girmeyi) başaramayacaklarına kanıt sayarak, sana vaat ettiğimiz yardımımızı ve düşmanlarına galip geleceğin zamanı bekle. Çünkü onlar da seni yenecekleri günü beklemektedirler.] Hz. Peygamber’in putçulardan yüz çevirmesi, savaş âyeti inmezden öncekidöneme âittir. Savaş (kıtâl) âyeti indikten sonra,

38

Page 39: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

onları îmâna dâvet etmiş ve kabul etmedikleri zaman da, kılıcıyla savaşmakla emrolunmuştur.” (XI/4376)

(Hz. Peygamber’e savaş için verilen izin ile, Allah’ınElçisi hemen bütün yaşamı boyunca, hep Medîne’yi savunma (sonraki yıllarda da İslâm’a giren diğer kabîleleri savunma) ve Arabistan yarımadasındaki Müslümanların can güvenliklerini sağlama amacına yönelik bir strateji oluşturmuştur. i.y.)

UTANMAK OLMAZ REELPOLİTİĞİ UYGULARKEN: HENDEĞİNKAZILMASI

İslâmî Uluslar Arası İlişkilerin de, İslâmî Reelpolitiğin de ilk ve en önemli hedefi Müslümanlarıncan ırz ve mal güvenliğini sağlamaktır. Millî konular veya vatanla ilgili konular, bu hedefle uyuştuğu sürece önem taşır. Hz. Peygamber’in girdiği savaşlarınen önemlilerinden birisi olan Hendek savaşı, adı üzerinde hendek kazılarak savunma yapılmış bir savaştır. Hz. Peygamber ve sahâbîler, Arab yarımadasında böyle bir savunma stratejisi o zamana kadar bilinmemesine rağmen, Selman’ın “biz İran’da böyle yapardık” demesi üzerine onun teklîfini kabul ederek, on bin kişiyle Medîne üzerine yürüyen birleşikputçu cepheye karşı, Medîne’nin etrafına derin ve at atlayamayacak genişlikte bir hendek kazmışlardı. Ve busavunma tedbiri başarılı olmuştur. Sahâbîler, hendek kazımı Arablarca alaya alınır/küçük görülür/dalga geçirilir/korkaklar olarak hakarete uğrarlar diye düşünmemişler ve Hz. Pygamber ve arakadaşları kendileri de cesur insanlar olmalarına rağmen, hiç çekinmeden hendeğin kazımında bizzat ve günlerce gayretle çalışmışlardır. Mehmed Vehbi Efendi Ahzâb sûresi 9. âyetin tefsîrinde olayı şöyle anlatır:

39

Page 40: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“[Ey mü’minler! O zamanda üzerinize inen Allah’ın nimetlerini anın ki, o zamanda düşmanınız olan askerler size gelmişti. Düşman askeri sizin üzerinize gelince, Biz onlar üzerine şiddetli rüzgâr ve sizin görmediğiniz askerler gönderdik ki, düşmanlarınız tahammül edemeyerek firâr ettiler, siz de kurtuldunuz.Allah yaptıklarınızı görendir.”] Taberî, Beyzâvî ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre, bu âyet Hendek savaşını anlatmak için inmiştir. Yahûdîlerden Huyey b.Ahtâb yanında bir grupla Mekke’ye giderek, Kureyşle (Mekkelilerle) Allah’ın Elçisi aleyhine savaş için ittifak yaptıktan sonra, (bölgenin en büyük kabîlesi olan) Gatafan kabîlesine gelirler. Onlarla da aynı ittifâkı yaparak, Medîne’ye dönerler.

Kureyş, Gatafan ve Medîne etrafındaki Yahûdîler savaş hazırlıklarına başlarlar. Hz. Peygamber düşmanların buhazırlıklarını iştince, sahâbîlerine danışınca, Selmân’ın düşüncesine göre hareket ederek, Medîne etrafına hendek kazmaya başlarlar. Her altı sahâbî bir grup oluşturarak ve her gruba kazması için altı arşın uzunluğunda bir yer verilerek, bütün sahâbîlerin katılımıyla Medîne’nin etrafına hendek kazılır. On bini aşan düşman askeri Medîne etrafına gelirler ve hendeği görünce şehre hücum edemeyip, hendeğin karşısına çadırlarını kurarlar. Hz. Peygamberde, üç bin İslâm askeriyle uygun bir yeri ordugâh edinir. İki tarafın askeri de, ok ve sapan taşı atarakbir aya yakın savaşa devam etmişlerse de ve Medîne’de erzak da tükenmişse de şehir direnmiştir. Hava sıcaklığının çok düştüğü ve şehirde erzakın çok azaldığı ve düşmanın da hamle üstüne hamle yapıp Medîne’yi iyice zorlamaya başladığı günlerde, Hz. Peygamber Gatafan kabîlesinin liderleri Uyeyne ve Hâris’i çağırarak onları ittifaktan koparmak için, kendilerine bir teklif sunmuştur. Buna göre, Gatafan

40

Page 41: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kabîlesinin kuşatmayı bırakıp dönüp gitmeleri şartıyla, Medîne’nin o seneki hurma ürününün üçte biriGatafan kabîlesine verilmek üzere anlaşılmıştı. Fakat anlaşma imzalanmadan önce Hz. Peygamber, Medîneli Ensâr’ın reisleri olan Sa‘d b. Muaz ile Sa‘d b. Ubâde’yi çağırarak, durumu onlarla görüştü. Onlar ise:“Ey Allah’ın Elçisi! İslâm öncesinde bile biz bunlara bir tane hurma vermezdik, şimdi artık bunlara kılıçtanbaşka bir şey vermeyiz” dediler.

(BİR TEK) CASUSUN BÜYÜK BAŞARISI (A SUCCESSFUL SPY: IMPORTANCE OF INTELLIGENCE SERVICE) “Gatafan kabîlesinin liderleri bu arada cepheye geri döndüler. Onlar gidince, Hz. Peygamber’in yanına Naim b. Mesud geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben îmân ettim, fakat benim îmân ettiğimi henüz kabîlem bilmiyor. Ben bunları yanıltsam olur mu?” Hz. Peygamber ona: “Ey Naim! Harp hîledir” yani savaş (zaten) hîle (tuzak) kurmaktır, her ne yaparsan olur” buyurdu. Naim bunun üzerine kalktı ve evvelden beri aralarında var olan dostluğa güvenerek Yahûdî Kurayzâ Oğulları’na gitti. Onlara dedi ki: “Siz beni bilirsiniz, ben sizin dostunuzum. Siz Kuryş’le ittifakla hata ettiniz. Çünkü onların memleketleri uzaktır. Bu savaşı kazansalar da kazanamasalar da, sonunda buraları bırakır giderler. Burada siz (yalnız) kalırsınız ve (o zaman) Muhammed’etek başınıza karşı koyamazsınız. O nedenle bu yaptığınız ittifak sizin felâketinize sebep olabilir. Bunun için siz, Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaçını rehin isteyin ki, eğer bu savaştan sonra, Müslümanlar size hücum ederlerse, Kureyş rehinleri sebebiyle size yardım etsin” Naim’in bu sözünü, Yahûdîler “çok doğru” diyerek karşıladılar ve rehin istemeye karar verdiler. Naim oradan kalktı, doğruca

41

Page 42: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Kureyş’in reîsi olan Ebû Sufyân’a gitti ve ona da: “Yahûdîler, sizinle anlaşmalarını bozdular. Sizden yirmi beş kişiyi rehin isteyip, aldıkları bu kişileri de, Muhammed’e teslîm edecekler. Ve Yahûdîler’in Muhammed’le yaptıkları anlaşmaya göre bu sizden aldıkları yirmi beş kişiyi de Muhammed îdâm edecek. Böylece Muhammed’le barışacaklar. Bak benim bu haberi getirdiğimi kimseye söylemeyin” diyerek onlara tenbih edip, oradan da ayrıldı.”

“Naim’in bu ihbârı üzerine Kureyş kabîlesi ıztırâba düşerek, sözünün doğruluğunu araştırmak üzere, Yahûdîlere haber gönderdiler ve dediler ki: “biz buraya geleli bir aya yakın bir zaman geçti. Hâlâ doğru dürüst bir harp etmedik.Yarın hazır olun da, Muhammed’e karşı birlikte bir hücûm gerçekleştirelim.”Yahûdîler, Kureyş’in bu haberine şöyle cevap gönderdiler: “Yarın cumartesidir. Bütün dünya yansa, biz hiçbir şeye bakamayız. Fakat bu arada siz ileri gelenlerinizden yirmi beş kişiyi bize rehin olarak gönderirseniz, ittifâkımız sürecektir. Ama bunları göndermezseniz, yarın siz Mekke’ye gidince, Muhammed’in kılıncı altında biz kalacağımızdan, biz sizinle ittifakımızdan vaz geçeceğiz” Kureyş, Yahâdîlerin bu sözlerini işitince, “Naim’in söyledikleri doğruymuş” diyerek, birden heyecan içindekaldılar. Hemen aralarında konuşarak da, dönmeyi düşünmeye başladılar. İşte tam bu sırada âyette bildirildiği gibi, Allah Teâlâ şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Fırtınaya dönüşen rüzgâr, Kureyş’in çadırlarını yerinden söküyor, tencere, tava ve diğer âlet ve edavâtlarını süpürüyor, birçoklarını kırıyor, parçalıyordu.”

O dehşetli fırtına ânında, hendeğin öbür tarafında iseAllah’ın Elçisi, sahâbîlere hafifçe sesleniyordu:

42

Page 43: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Kureyş’in durumunun ne olduğunu araştırmaya kim (hemen) giderse, cennette arkadaşım olacaktır” Hz. Peygamber, üç defa bu şekilde seslendiği halde hiçbir kimse “ben gider, haber getiririm” diyemedi. Hz. Peygamber, sahâbîlerden Huzeyfe hazretlerini çağırdı. Hâzin Tefsîri’nde açıklandığı gibi, Huzeyfe olayı şöyle anlatmıştır:

“Allah’ın Elçisi beni çağırdığında, benim yerimden kalkacak halim yoktu. Çünkü günlerdir açlık ve susuzluktan kimsenin takatı kalmamıştı ve gecenin karanlığına, soğuğun dehşeti, fırtınanın heyecan verici hızı ve sesi ve düşmanın korkusu da eklenmişti.Fakat hemen kalktım ve Hz. Peygamber’in yanına vardım.“Buyur Ey Allah’ın Elçisi” dedim. Hz. Peygamber bana: “Git, Ey Huzeyfe! Düşmanın durumunu teftiş et. Ve banahaber getir, fakat (giderken, gelirken) hiçbir şey yapma (kimseye hissettirme)” dedi ve üzerimi elleriylesıvazladı ve dua etti Onun duasından sonra bana bir güç geldi. Okumu ve yayımı aldım ve sessizce düşman tarafına geçtim. (Demin donuyordum ama şimdi) Hamamda gezer gibiydim (vücudum ateş gibi olmuştu). Kimseye hiçbir şey sezdirmedim. Hatta gece karanlığında Ebû Sufyan’ın çadırının yakınına kadar bile ulaştım. Ebu Sufyan’ı gördüm. Eğer okumu atsam onu vururdum. Fakat Allah’ın Elçisi’nin “sakın hiçbir şey yapma” emri aklıma geldi de vazgeçtim. Kureyş karargâhında herkesipürtelâş, kendi derdiyle uğraşıyor gördüm. Belli ki firâra hazırlanıyorlardı. Geri döndüm ve durumu, Hz. Peygamber’e haber verdim. Allah’ın Elçisi sevindi.” Huzeyfe’nin açıkladığı gibi, müşrikleri/putçuları kuşatmış olan genel korku havası sebebiyle, o gece çadırlarını bozdular ve Medîne çevresinden çekilip gittiler. İşte Hendek vak‘ası da bu şekilde son buldu ve müşrikler de -kendileriyle savaşılmaksızın- rezîl olup, yenilerek defolup gittiler.” (XI/4392-4394)

43

Page 44: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

SEBEPLERE SARILMAK, VAZÎFE-İ DÎNİYEDİR “Fahr-i Râzî, Kâdî Beyzâvî ve Hâzin’in ifâdelerine göre bu âyet (Enfâl: 10), yardımın ancak Allah’tan olup, askerin çokluğu ve savaş araç ve gereçlerinin mükemmel olmasının, zaferin mutlaka kazanılacağı anlamına gelmediğine, (galibiyet yahut yenilgideki) görünmekte olan sebeplerin ise insanları ancak teselliettiğine kesin kanıtla işaret eder: “[Ey Mü’minler! Hatırlayın o zamanı ki, o zaman siz Rabbinizden yardımistiyordunuz. Sizin bu isteğiniz üzerine Rabbiniz meleklerden biri birine tâbî (peş peşe gelen) bin tanesi ile size imdat edeceğini açıklayarak, duanızı kabul etti ve bu duanızın kabulünü Allah Teâlâ ancak size müjde kıldı ki, duanızın kabulüyle sevinesiniz vebu müjde sebebiyle kalbiniz rahat olsun ki düşmanınızakarşı tam bir cesaretle savunma yapabilesiniz. Halbukiyardım ancak Allah’tandır.]..Allah Teâlâ etkiyi yaratmayınca, sebeplerin hepsi faydasız kalır, nitekimpek çok olay da buna şahittir. Çoğu zaman, azıcık bir cemâatin, büyük bir kitleye gâlip geldiği ve görünürdeki sebepler yönünden pek çok noksanı olanların, sebepler yönünden pek mükemmel olanlara gâlip geldiği her zaman görülmektedir. O nedenle, Allah kime yardım ederse, o gâlip gelir. Fakat görünürdeki sebepler insanlar için avunma vesîlesi olduğundan, insanların boş kalmaması/durmaması için, Cenâb-ı Hak kullarına sebeplere teşebbüsle/sarılmakla/işe girişmekle emreder, yoksa görünürdeki sebeplere kesindir gözüyle bakılamaz. Fakat bu sebepler itibardan da tamamen düşürülemez. Çünkü ilâhî âdetler:“sebep olan şeyi sebepler üzerine yaratmak” şeklinde olduğundan, sebeplere teşebbüsle beraber, tesîrini ve sonucu Allah’tan beklemek vâciptir. Çünkü Allah Têâlâ herkese gâliptir. Hiç kimsenin O’na karşı koymaya cesaret etmek haddi değildir. O her işinde hâkimdir ve

44

Page 45: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

her işi de hikmeti ve bir faydayı içerir. Ama, düşmana karşı hazırlanmak ve harp mühimmâtlarını hazırlamak ve misliyle mukâbeleye uymak (aynı silahla karşı koyabilecek gücü elde etmek) Müslümanlar içinbir vazîfe-i dîniyedir ki ihmâli doğru değildir.” ” (V/1854) (Bedir savaşında da Uhud savaşında da Müslümanların sayısının, Mekke müşriklerinin sayısının üçte biri kadar olduğu düşünülmemeli midir? Yani düşmanların en az üçte biri kadar bir güce sahip olmak şeklinde bir kural konulabilir mi/konulamaz mı? Düşmanların en az yarısı kadar bir güce sahip olma ile ilgili âyet de gelecektir. i.y.)

“Bundan ötürü, Zülkarneyn her neye başlasa, sebebine uydu ve sebebine teşebbüs etmeden işe başlamadı.” (VIII/3165, Kehf sûresi, 85. âyetin tefsîri)

“İbrâhim aleyhisselâm pederinin kâfir olmasına rağmen mukâteleyle (savaşmakla) emrolunmadığından, pederinin sefâhetine karşı, yumuşaklıkla karşılık vermiş ve selâmla vedâ‘ etmiştir.” (VIII/3226, Meryem sûresi, 47. âyet)

REALPOLİTİK: İSLAMİ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLERDEÖNEMLİ BİR ENSTRÜMAN

(2011 yılında bir toplantı için hazırladığımız tebliğin özetini buraya koyuyoruz)“Özellikle son 25 yılda pek çok İslami marjinal grup, dünyanın değişik bölgelerinde silaha sarıldılar. Bu gruplardan bir kısmı bağımsızlık örgütleri, bir kısmı da İslam topraklarındaki diktatörlükleri devirmek

45

Page 46: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

isteyen gruplar olarak teşkilatlandılar. Tebliğde; Müslüman fert ve İslami topluluklar için bağımsızlık ne zaman ve ne kadar lüzumludur düşüncesi üzerinde çalışılacak; isyanın ve silahlı mücadelenin gerekli olup olmadığı yerler üzerinde bir zihni egzersiz yapılacaktır. 11 Eylül’den sonraki on yıl boyunca, özellikle bazı Müslüman ülkelerdeki Müslümanlar ve bazı Müslüman olmayan devletlerdeki İslami azınlıklar üzerinde büyük bir baskı oluşturulmuş ve yüz binlerce masum Müslüman öldürülmüş, işkenceden geçirilmiş, hapsedilmiş tıpkı ilk Müslümanların yaşadıkları 13 yıllık Mekke dönemi gibi, bütün dünyadaki Müslümanlar üzerinde bir global Mekke dönemi oluşturulmuştur. Böyle bir süreçten sonra; müşriklerin ağır baskı ve terörü altında geçen on üç yıllık Mekke dönemi üzerinde tekrar çalışılmalı değil midir? Bu noktada, takıyye ve hicret günümüz Müslümanları için de hala başvurulabilecek iki önemli enstrüman mıdır? sorusu sorulabilir mi ? Baskıcı/zalim yönetimler camileri veİslami merkezleri kapattıklarında Müslümanlar mutlaka buralarda ibadet için direnmeli midirler, yoksa Hz. Musa’nın Kur’an’da (10:87) kavmine önerdiği gibi evlerini mescit edinip ibadetlerini evlerinde mi yapmalılar ? Müslümanların yeterli silahlı güce sahip olmadıklarında savaşla yükümlü olmadıkları açık değil midir: “Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti. O halde eğer içinizden sabırlı yüz (kişi) olursa iki yüzü yenerler, eğer sizden bin (kişi) olursa Allah’ın izniyle iki bine galip gelirler..” (8:66) Müslümanlar karşı tarafın en az yarısı kadar bir adam ve techizatasahip olmadıkça savaşı kabul etmeyebilirler ki, Kuran bu izni vermişken; cihad heyecanına bürünerek, bir grup insanın kendilerinin on katı yirmi katı ve hatta daha fazla güçlü düşmana karşı savaş ilan etmeleri (sonuçta da çok ağır zayiata uğramaları) İslami akla uygun mudur? İlk Müslümanlar, iki yıldan fazla devam

46

Page 47: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

eden ve açlık hatıralarının 1400 yıldır anlatıldığı Mekke dönemindeki ağır ambargo döneminde bile müşriklere karşı silah kullanmamışlar, bir çeşit sivilitaatsizlikle o zor günleri aşmışlar, ambargonun kalkmasını sağlamışlardır. Peygamberliğinin beşinci yılında aralarında çok ünlü Müslümanların da bulunduğubazı sahabilerin Habeşistan’a hicret ettiklerini biliyoruz. Bu sahabiler arasında Hz. Osman ve hanımı (Hz. Peygamber’in kızı) Rukıye, Zubeyir b. Avam, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes‘ud, Osman b. Maz‘un vedaha sonra Ca‘fer b. Ebu Talip de vardır. Medine’ye olan büyük hicret de, Hz. Peygamber ve sahabilerin tedbirle hareketine, İslami realpolitik için güzel bir örnektir. Handak savaşında kazılan büyük hendek de İslami realpolitiğin Adr-ı Saadet’tekiörneklerindendir. Müslümanlar, Medine üzerine gelen veheran yaklaşan binlerce kişiden oluşan müşrik birliklerinin bu ilerleyişini sukunetle değerlendirmişler; hendek kazmayı bir (bilhassa o günkü Arap gelenekleri açısından) ayıp ve korkaklık olarak görmeyip, tek hedef olarak Müslümanları ve Medine’yi koruma ve savunmayı düşünmüşlerdir. Hudeybiye olayı realpolitik için bir diğer örnektir ki, Hudeybiye anlaşmasının ağır maddelerine rağmen, İslam’ın geleceği düşünülmüş ve o andaki bazı taleplerini ertelemişlerdir. Hicretin sekizinci yılında Mute’de, Halit b. Velid kısa bir çarpışmadan sonra, İslam ordusunu hemen savaş meydanından çekmiş ve Medine’ye dönmüştür ki, 100,000 kişilik Bizans ordusuna karşı 3,000 kişilik İslam ordusunun çok ağır zayiat vereceği, belki tamamen tahrip olacağı ihtimaliyüksekti. Bir başka olayda, İslam ordusunun en güçlü olduğu dönemde, Mekke fethinden ve hemen arkasından Huneyn’de kazanılan ve Arapların en savaşçı kabilelerinden Hevazin kabilesinin mağlup edilmesinin ardından, Taif şehri kuşatılmış fakat Taif’den atılan

47

Page 48: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

oklarla 12 Müslüman şehit olunca, Hz. Peygamber hemen kuşatmayı kaldırmıştır ve Medine’ye dönülmüştür. Yaşamının son yıllarında, Hz. Peygamber otuz bin kişilik büyük orduyla Kuzey Arabistan’a bir askeri sefer düzenlemişti. Otuz bin rakamı o gün için de, günümüz için de büyük bir rakamdır. Fakat Hz. Peygamber bu moral gücü de yüksek orduyla, Kudüs veya Şam’ı fetih teşebbüsünde bulunmamış, bu hedefleri kendi döneminden sonrasına (Hz. Ömer dönemine) tehir etmiştir. Genel olarak, sahabiler Ka‘be’de ibadet yapmak için müşriklerle bir kavgaya girmemişler; Erkam’ın evinde sessizce ibadeti tercih etmişlerdir. Erkam’ın evi için bir kubbe yapmak veya minare dikmek gibi şeyler de düşünülmemiştir. Müslümanların o dönemde Müslüman bir azınlık olarak Mekke’deki dini hareket, davranış ve yaşayışları, kıyamete kadar bütünMüslüman azınlıklar ve baskı altındaki Müslüman toplumlar için göz önünde bulundurulması gereken en önemli örnek değil midir? Hz. Peygamber o günkü dünya düzenini benimsememişse de, gönderdiği resmi yazılarla, Bizans dahil Orta-Doğu’daki altı ülke liderini İslam’a davet etmiştir. Fakat, davetini kabuletmeyen ülkelerin başkentlerine, örneğin tüccar kıyafetinde bir-iki adam gönderip, o şehirlerde cinayet veya yangın çıkarma gibi, ibadet yerlerini yakma gibi bir yolu kesinlikle benimsememiştir. Yine aynı şekilde, Mekke veya Taif’e bir-iki Müslümanı gönderip, o şehirlerdeki putları geceleyin yakma/yıkmave kaçıp gelme gibi bir eylem tarzını hiçbir zaman benimsememiştir. Fakat, İslami prensipleri tebliğ, biryumuşak güç enstrümanı olarak, Arabistan’ın hem kentsel hem de kırsal coğrafyasında sürekli kullanılmıştır. Sonraki dönemde, Şam valisi Muaviye, Süveyş kanalını açmak için izin istemiş, fakat Hz. Ömer, Bizans donanmasının Akdeniz’den bu yolla Kızıl Deniz’e geçip, Cidde ve Yenbu‘ gibi Arabistan

48

Page 49: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

limanlarını vurabileceği, İslam donanmasının da henüz güçsüz olduğu gerekçesiyle, kanal açılmasına müsaade etmemiştir. 16. Yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman; iki hafta daha kuşatma sürdürülse, Viyana’nın alınabileceği kendisine rapor edilmesine rağmen, Viyana’nın fethinin olumlu ve olumsuz yönlerini soğukkanlılıkla değerlendirmiş ve on yedi günlük kuşatmayı yeterli görerek, İstanbul’ a dönüş emrini vermiştir. Tebliğde, İslam’ın iki ana kaynağı Kuran veSünnet başta olmak üzere, İslam tarihindeki daha sonraki bazı olaylar üzerinde çalışılacak ve realpolitiğin İslami uluslar arası ilişkilerdeki önemiüzerinde durulacaktır. i.y.”

KAÇMAK GÜNAH DEĞİL Eğer Müslümanlar bir yerde sayı olarak az ve orayı yöneten güç de, Müslümanlara zulmediyorsa, Müslümanların o bölgeden kaçmasında bir sakınca yoktur. Mûsâ aleyhisselâm, yönetici elitin kendisi hakkında yakalama emri çıkardıklarını haber alınca, yakalanmamak için etrafı dikkatlice gözetleyerek, Mısır’dan kaçarak, Medyen’e gitmişti/sığınmıştı (Kasassûresi, 21 ve 22. âyetler). Yine Mûsâ aleyhisselâm zamanında, Mûsâ’yı, Firavun’a karşı savunan “mü’min adam” da, üzerindeki baskılar artınca şehri terk etmiştir. Bu “mü’min adam”ın da mücâdelesi ilginçtir. Bu adamın Firavun’a ve Mısır’ın ileri gelenlerine karşı yaptığı konuşma Mü’min sûresinde anlatılır. Yanibu adamın Allah katındaki değeri sebebiyle, Kurân’dakibir sûreye de “Mü’min sûresi” ismi verilmiştir. Müslümanlara zulüm yapan yönetimlerin üst kademesindenbir kişi Müslüman olursa, îmânını gizleyebileceği de bu âyetlerden anlaşılmaktadır: “Firavun âilesinden olup, îmânını gizlemekte bulunan bir mü’min adam (şöyle) dedi: Siz bir adamı (Mûsâ’yı), “Rabbim Allah’tır”, dediği için öldürür müsünüz? Halbuki o

49

Page 50: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

size Rabbinizden apaçık mu‘cizeler de getirmiştir. Bununla beraber eğer o bir yalancı ise, yalanı(nın zararı) kendisinedir. Eğer doğru sözlü, sizi tehdît edegeldiği(azâbın)nin, bir kısmı olsun sizi çarpar(sa hâliniz fenâ olur). Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi başarıya ulaştırmaz.” (Firavun âilesinden îmânını gizleyen bu kişinin, Firavun’un amcasının oğlu olduğu ifâde edilmiş, ismi hakkında isedeğişik adlar söylenmiştir.) Kurân’ın bildirdiğine göre, bu mü’min kişi Firavun’a ve Mısır devletinin ileri gelenlerine nasîhatlarını şöyle sürdürmüştür: “ “Ey toplumum! Bugün, bu yerde başta (yönetimde) olan kimseler olarak hükümranlık (egemenlik) sizindir. AmmaAllah’ın hışmı size gelip çatarsa, kim bize yardım eder?” (Onun bu konuşması üzerine) Firavun: “Ben size kandi görüşümden başkasını işâret etmiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi. Îmân etmiş olan (adam yine) dedi ki: “Doğrusu ben sizin için, Nûh toplumunun, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir (felâket) gününün benzerinden korkuyorum. Allah kullarına zulüm (yapmak) dilemez (tevbe edin de böyle muhtemel bir belâya uğramayın). Ey toplumum! Gerçekten sizin için o bağırışıp çağrışma(feryât) gününden korkuyorum. Arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız o gün, sizi Allah’ın azâbından kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur. Size (Mûsâ’dan önce) Yûsuf da apaçık kanıtlar getirmişti. O zaman da,onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz..”(Mü’min sûresi, 28-34. âyetler) (Özek vediğ. 469-470) Mehmed Vehbi Efendi ise, o “mü’min adam”ı şöyle anlatır:

VELÎAHT ÎMAN MI ETTİ? “Bu “mü’min adam”ın söylediği şu sözler, gayet

50

Page 51: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

insaflıca söylenilmiş sözlerdir ve asla körü körüne veyanlı ifâdeler değildir. Firavun’un o kadar azgın ve öfkeli ânında ama gayet zarif ve nâzik söylenmiş, susturucu kanıtlardır. Bir taraftan Firavun’u ve hükümet erkânını korkutuyor, diğer taraftan da Hz. Mûsâ’nın yanlış bir şey söylemediğini ve eğer söylemişse zararının kendisine olup, bunlara bir şey dokunmayacağını belirterek, onların öfkelerini de sâkinleştiriyor. Bu konuşma, bu “mü’min adam”ın, Firavun’un meclisinde söz sahibi olup, o zamanın önde gelenlerinden biri olduğuna işâret eder. Çünkü sıradanbirisi olsaydı, Firavun’un saltanatına ve öfkesine karşı söz söyleyemeyeceği gibi, söyleyecek olsa bile Firavun’a değil, daha alt tabakadaki kişilere söyleyebilirdi ve söylediği sözü de kimse dinlemezdi. Bu kişi ise hem konuştu, hem de konuşmasını devletin her kesimine duyurdu. Şu halde (en azından) vükelây-ı devletten (bakanlardan) biri olduğuna âyet işâret eder.”

“Yani Firavun, Mûsâ aleyhisselâmı öldürmeye kesin karar vermesi üzerine, Hz. Mûsâ’ya gerçek bir îmânla inanmış olan, fakat Firavun’un kötülüğünden korktuğundan îmânını saklayan bir mü’min adam, Firavun’a ve vükelâsına (bakanlarına) hitâben: “Benim Rabbim ancak Allah Teâlâ”dır” diyen bir adamı (sırf) böyle dediğinden ötürü öldürecek misiniz? Rabbim Allah’tır diyeni öldürmek günah değil mi? diyerek, Firavun’u Mûsâ’yı öldürme düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştı ve Mûsâ’ya karşı olan tansiyonu düşürmek için,büyük bir zerâfetle, incelikle çalıştı. Fahr-i Râzî veEbussuud’un verdikleri bilgiye göre, bu “mü’min adam” Firavun’un amcasının oğlu ve velîahdı ve (aynı zamanda) o zamanda memleketin muhafazasına (korumasına) memûr, zaptiye nâzırı (içişleri bakanı) idi. Bu adamın kim olduğu hakkında başka rivâyetler de

51

Page 52: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

varsa da âyette “min Âli Firavn” geçtiğinden “Âl” kelimesi de “insanın (yakın) akrabası”na denildiğinden, bu adamın Firavun’un yeğeni olduğu hakkında ifâdenin doğru olduğu anlaşılıyor.

DAĞLARA KAÇIYOR, “MÜ’MİN ADAM” İlerleyen günlerde de bu kişinin Firavun ve etrafındakilere uyarılarını sürdürdüğünü Mü’min sûresinin tâkip eden 38, 39, 40, 41, 42, 43 ve 44. âyetlerinden öğreniyoruz. Ama sonunda bu mü’min kişi üzerindeki baskılar da iyice arttı: “Sonunda Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu kişiyi korudu ve Friavun’un toplumunu ise kötü azap kuşatıverdi.” (Mü’min: 45) Firavun ve ona uyanların “mü’min adam”a suikastlarına karşı, o kişi Allah’a güvendi/tevekkül etti ve Allah Teâlâ o adamı onların hîle ve tuzaklarından muhafaza etti. Fahr-i Râzî ve Beyzâvî’nin açıklamalarına göre, o adam sonunda bir dağa kaçtı. Firavun o adamı takip için, birçok asker gönderdi. Askerler o adamı, ibadet ederken gördüler ama etrafını kurtlar ve kuşlar çevirmişti. Askerler korktular ve cesâret edip yanaşamadılar. Elleri boş olarak, geri dönüp durumu Firavun’a anlattılar. Firavun onlara öfkelendi ve hepsini birden öldürttü..”(XII/4963-4965-4982)

SEN DE SABRET MÛSÂ GİBİ

Kur’an, Hz. Peygamber’e ve çevresindeki ezilen mü’minlere, Hz. Mûsâ’nın zalim Firavun’a karşı dînin ilkelerini savunmasını ve “mü’min (cesur bir) adam”ın ona verdiği desteği, Mü’min sûresinde bu şekilde örnekgösterdikten sonra aynı sûrenin 51. âyetinde de şöyle buyurulur: “Şüphesiz Biz, peygamberlerimize ve îmân edenlere, hem dünya hayâtında, hem de şâhitlerin şâhitlik edecekleri (o kıyamet) gün(ün)de yardım

52

Page 53: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ederiz.” Aynı sûrenin 55. âyetinde de şöyle buyurulur:“(Ey Peygamberim!) sen şimdi sabret. Şüphesiz Allah’ınva‘di gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.” “Allah’ın va‘di: dostlarını zafere ulaştırmasıdır. Firavun’un karşısında Mûsâ, Allah’ın yardımıyla bu zafere ulaşmıştır. Böylece Allah’ın yardımının kanıtı apaçık ortadadır. Hz. Peygamber ve arkadaşları da sabrederek ve sabah akşam/gece gündüz hamd ve tesbîhe/namaza/ibadete devam ederlerse başarıya ulaşabilirler. Azınlıkların zulümden kurtulmalarının reçetesi de budur. Mehmed Vehbi Efendi bu âyetin tefsîrinde şunları söyler: “[Ey Peygamberim! Senden evvel geçen peygamberlerin durumlarını (böylece) görünce, sen de sabra devam et. Çünkü Allah’ın va‘di haktır (doğrudur ve kesin gerçekleşir), aksi mümkün değildir.] Çünkü Allah sözünden dönmez. Allah sana yardımını vaat etti, elbette yardım olunacaksın. O nedenle şimdilik şu eziyetlere sabret. Yani, Firavun’la Hz. Mûsâ’nın aralarında geçen konuşmaları gördün. Firavun’un Hz. Mûsâ’yı öldürmeye kastettiği halde, Firavun’un toplumundan (Mûsâ’ya) bir yardımcının (“mü’min adam”ın) ortaya çıkıp, buna karşı çıkması ve gelişen olaylar sonucunda, Firavun’un tasarladığı cinayeti başaramayıp, kendisinin ve destekleyicilerinin tamamenyok olup târihe karıştıklarını görünce Ey Peygamberim!Sen sabretmelisin. Allah’ın sana va‘di yerini bulacaktır, fakat acele lâzım değildir, sabretmek ister.” (XII/4990)

Müslüman azınlığın ağır baskı ve zulüm altında olduğu,kendilerine düşünce ve düşünceyi ifâde özgürlüğünün verilmediği Mekke döneminde inen bu sûrenin 77. âyetinde de yine “sabır” tavsiye edilir:

53

Page 54: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“[Onun için (Ey Peygamberim!) sen sabret. Şüphesiz Allah’ın va‘di gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabınbir kısmını ya sana gösteririz, yahut seni vefat ettiririz. (Nasıl olsa) Onlar da Biz’e döndürülüp getirileceklerdir.” “..İşte, Biz’im sana, onların (buMekke zalimlerinin) öldürüldüğünü, esîr hâle düştüğünüve bir kısmının da memleketten sürüldüğünü, elbette Biz sana gösteririz. Yahut göremeden vefât ettiririz. Eğer vaat ettiğimiz şeylerin bazısını göremeden vefat edersen hüzünlenme. Çünkü (o putçular) Biz’im huzûrumuza döndürülecekler ve geleceklerdir. Ve Biz’imhuzûrumuza geldiklerinde, Biz onlardan senin intikâmını alırız.] Allah Teâlâ, Elçisi’ne vaad ettiğişeylerin bazısını (yıllar sonra) Bedir savaşında gösterdi. Çünkü, o savaşta kâfirlerin büyüklerinden (eimmeti’l-küfr: inkârın imâmlarından, önderlerinden) bir çokları öldürüldü, bir kısmı da esîr alındı. Yine,yıllarca Medîne’de sıkıntı çekildi ama sonunda, Müslümanlara düşmanlık eden Yahûdîlerin de bir kısmı öldürüldü ve bir kısmı da, Medîne’den sürüldü. Özetle,insanların dünyada haksız yere gördükleri zulümlere sabretmeleri gerektiği, zulme uğrayan kimselerin intikamlarının alındığını dünyada göreceklerini, âhirete kalanların da, elbette Allah’ın huzûrunda haklarını alacakları, hiç kimsenin ettiğinin yanına kâr kalmayacağı bu âyetten anlaşılmaktadır…Yani, Ey Peygamberim! Mekkeliler tarafından sana yapılan eziyetlere hüzünlenme. Çünkü toplumundan eziyet görmek, yalnız sana özgü değildir. Biz senden evvel de(elçi olarak bazı) kullarımızı irşâd için gönderdik. Onların hepsi toplumlarından eziyet gördüler ve sabrettiler. Senin de onlar gibi sabırlı olman lâzımdır.(XII/5011-5012)

“O halde, peygamberlerden azim sâhibi olanların sabrettiği gibi, sen de sabret.

54

Page 55: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Onlar (inkârcılar) hakkında acele etme. Onlar vaat edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada günün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluklardan başkası helâk edilir mi hiç?” (Ahkâf sûresi, 35. âyet)

ÇİRKİN TAVIRLARINA, ACI BİR GÜLÜMSEME İLE KARŞILIK VERMEK “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dostolur.” (Fussılet sûresi, âyet: 34) “Çünkü düşmanın eziyetlerine sabır, düşmanı insafa davet eder. Fahr-iRâzî ve Ebussuud’un verdikleri bilgiye göre, âyetteki “hasene (iyilik)” ile kasıt, Hz. Peygamber’in hakka davet etmesi, kâfirlerin eziyet ve bilgisizliklerine karşı sabretmesi ve karşılık vermede acele etmemesi veonların şiddet ve öfkelerine yumuşaklıkla cevap vermesi, kusurlarını da affetmesi, kötülüklerine karşıiyilik etmesidir. “Seyyie (kötülük)” ile kasıt, öfke, bilgisizlik, eziyet ve bundan önceki âyetlerde geçtiğigibi, inkârcıların inat için “bizim kulağımız ağır işitiyor” demeleri, “bunun (Hz. Peygamber’in) sözünü dinlemeyin” demeleri, “Kurân’ı dinlemeyin, o Kurân okurken siz başka şeyler anlatarak, onun okuyuşunu bastırın” demeleri gibi, ortaya koydukları çirkince tavırlardır. “Ahsen (en güzel tavır)” ile kasıt da “iyi ahlâk”tır...İşte, sen onlara güzel ahlâkla karşılık verince görürsün ki seninle arasında büyük düşmanlık olan kimse, (zamanla) sanki senin yakın akraban, dostun, arkadaşın gibi olur. Güzel ahlâk

55

Page 56: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

sayesinde, düşmanlar dost olur. Düşmanın öfkesine yumuşaklıkla ve kötülüğüne karşı iyilikle davranmak, onun öfkesini sâkinleştirir. Güzel ahlâkın, düşmanlığısevgiye dönüştüreceği ve düşmanların kalplerini kazanmaya vesîle olacağını da, Cenâb-ı Hak bu âyette açıklamıştır.” (XII/5062)

“Bu (güzel huya da) ancak sabredenler kavuşturulur..”(Fussılet sûresi, âyet : 35) “Yani, sabır, yumuşaklık ve kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi güzel ahlâk duyguları herkese verilmez ancak şu kişilere verilir ki, onlar düşmanlarının eziyetlerine sabrettiler. Böyle güzel ahlâk da ancak kalbi temiz, olgun kimselere ve şerefli ruh sahiplerine verilir.” (XII/5063) “(Ey Peygamberim!) Sana söylenilen, sendenönceki peygamberlere (de) söylenilmiş olandan başka bir şey değildir..” (Fusılet: 43) “..Şu halde sen vazîfene devâm et. Toplumun tarafından sana yapılan eziyet ve zulme sabret ki, kurtuluşa eresin.” (XII/5072) Benzer âyetler, özellikle Mekke döneminde inen diğer sûrelerde de görülür: “İşte onun için sen (tevhîde: Allah’ın birliğine) da‘vet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların kötü arzularınauyma ve de ki: Ben Allah’ın Kitap’tan indirdiğine inandım ve aranızda adâleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işledikleriz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda (şu an için artık) tartışmayı gerektiren bir durum yoktur.Allah (zaten) âhirette hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır.” (Şûrâ sûresi, 15. âyet) “Aramızda artık karşılıklı kanıtlar ortaya koymaya ihtiyaç kalmadı. (Bu kadar senedir konuştuk durduk). Çünkü hakla bâtıl (doğru ile yanlış) biri birinden ayrıldı (yıllardır inen ve size ve Mekke ve çevresindeki kabîlelere duyurulan bu kadar âyet ile herkes doğruyu

56

Page 57: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yanlışı anladı)…Bu âyetin hükmü geçerli olup, kıtâl (savaş) âyetiyle hükmü kalkmış değildir. Çünkü bu âyet, bütün kâfirlerle mütâreke (silah bırakışması) yapıldığı ile ilgili bir hüküm içermediği gibi, sözlü kanıta ileride tekrar ihtiyaç duyulursa, onun yine söylenmesini engelliyor/yasaklıyor da değildir.” (XIII/5126)

YÜZ ÇEVİR ONLARDAN, “SELÂM” DE, GEÇ, GİT KÂFİRE SELÂM VERİLİR DİYENLER (COLD WAR IN MECCAN PERIOD) “(Allah’ın Elçisi’nin) “Yâ Rabbi! Bunlar îmân etmeyen bir toplum” demesine karşı, (Allah), “şimdilik sen onlardan yüz çevir ve “size selâm olsun” (ben sizden ayrılıyorum), de. Yakında bilecekler!” buyurdu.” (Zuhruf sûresi, 88, 89. âyetler) “Yani, bunlar (şimdiye kadar) îmân etmedikleri için, sen onlardan yüz çevir. Şimdilik bunları terbiye işini (bir süre) bırak. Bir müddet bunları dîne davet işinden vazgeç. Ve bir karşılıklı atışmayı terk etmek üzere, “benim işim, sizden selâmette olmaktır (uzak olup, dırıltılarından (bir nebze) kurtulmak) diyerek, yetin (fazla üsteleme). Zirâ yakın bir zamanda onlar (bu kötü) davranışlarının cezasını görecekler ve bilecekler. Bu âyet, Hz. Peygamber’i tesellî ve müşrikleri tehdîttir. Çünkü yakında bilecekleri, kötü davranışlarının vahîm sonucudur. Hz. Peygamber’in “yüzçevirmek”le emrolunması, bir müddet mütârekeye (tartışmayı terke) yöneliktir, yoksa tamamen ve sürekli yüz çevirmeye yönelik değildir. Çünkü dîne dâ‘vette bazen ara verildiği, siyer (Hz. Peygamber devrini anlatan) kitaplarında anlatılır. Burada “yüz çevirme” ve “selâm” (deyip geçme) emri, mütârekeden sayılır. Kâfire selâm verilebilir diyenler, bu âyeti kanıt göstermişlerdir. Fakat kâfire yalnız, “selâm” demek yeterlidir, “selâmün aleyküm” denilmez,

57

Page 58: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

denilmiştir. Fahr-i Râzî, bu âyetin, kıtâl (savaş) âyetiyle hükmünün kaldırıldığını kabul etmenin zor olduğunu söylemiştir. Buradaki emir, muvakkat (geçici)bir müddetle (zulüm ve baskı hali devam ettiği sürece)sınırlıdır. “Allah’ın yardımı gelinceye kadar, bunlarla (tansiyonu yükseltmeden) böyle vakit geçir” demektir.” (XIII/5247)

(O yıllarda Mekke’de, Müslümanlarla putçular arasında soğuk savaş sürmektedir. Mekke’de bir ordu veya polis teşkîlatı yoktur. Fakat putçular daha çok, güçlübir mafya örgütü gibi her şeye hâkimdirler ve Müslümanlara nefes aldırtmamakta/ zulmetmekte/ konuşturmamaktadırlar. Kendilerine tebliğ yapılmıştır (İslâm Dîninin prensipleri anlatılmıştır/her şeyi bilmektedirler) fakat inatlarından gerçekleri kabul etmemektedirler. Soğuk savaşın her an iki taraf arasında silahlı bir çatışmaya dönüşme ihtimâli de mevcuttur. Müslümanlar ise, sayıca az olduklarından, böyle bir çatışmada ağır kayba uğrayacaklardır. O nedenle, tansiyonun düşürülmesi, Müslümanların uzun vadeli stratejileri açısından yararlıdır. i.y.)

MÜSLÜMAN OLMAYANLARDAN, SELAM VERİLEBİLECEK OLANLAR(Yüz yıl önce Sırât-ı Mustakîm’de, Müslüman olmayanlara selam verilmesi ile ilgili bir yazı yazan Eşref Edib: “Yahudiler, selamla dalga geçirmeye başlayıncaya kadar Hz. Peygamber ve Müslümanlar onlara Selâmun Aleykum diyerek selam veriyorlardı. Ama“Essêmu Aleykum” diyerek, selamla dalgaya başladıklarında durum değişti. O nedenle, Müslüman olmayan bir kişi, Müslümanların selamını hafife

58

Page 59: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

almıyorsa, ona selam vermekte bir sakınca yoktur”der. i.y.)

DUA (PRAYER NON-MATERIAL FACTORS OF IR (international relations) “Ben, beni taşlayarak öldürmenizden, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığındım.” “Düşman tarafından gelmesi muhtemel bulunan bütün belâlardan Cenâb-ı Hakk’a sığınmak lazımdır. Bunun için duâ etmek, peygamberlerin sünnetlerindendir (uygulamalarındandır). (XIII/5262, Duhân sûresi, 20. âyetin tefsîri)

TOP, TÜFEK, TANK, ZIRHLI OLMADAN NASIL SAVAŞILACAK (1923YILINDA SAVAŞMAK İÇİN GEREKLİ OLANLAR) “Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre, dîn düşmanlarıyla Kurân’ın yücelmesi için savaşmak, bütün Müslümanlar üzerine gereken dîni bir vazîfe olup, (sadece) Hz. Peygamber’e özel bir durum olmadığından, savaş âletlerini hazırlamakla Allah Teâlâ bütün mü’minlere hitap etmiştir. Savaş âletlerini hazırlamak, her hangi bir zamanla sınırlı olmadığı gibi, savaş âletleriyle kasıt da her zamanda ( o zamanda, zamanına göre) geçerli olacak âletlerdir. İşte, şu içinde bulunduğumuz 1342 hicrî târihinde (1923 mîlâdî) savaş âletleri: top, tüfek, mitralyoz (makinalı tüfek), otomobil, tayyare, tank ve çeşitli zırhlılarla, eğitilmiş askerdir (muallem=ta‘lîmli) asker). Şu halde bu zamanda dîn düşmanlarıyla savaşmak için saydığımız bu âletleri hazırlamak Müslümanlar üzerine vâciptir. Bunlara ek olarak, düşman karşısına asker sevk etmek için memleketin her tarafına yollar, köprüler, demiryolları yapmak da gereklidir. Çünkü bunların

59

Page 60: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hepsi (şu anda) ecnebî (yabancı) düşmanlarımızda mevcuttur. Karşılıklılığa uymak üzere onlarda mevcut olan bütün sebepleri hazırlamak ve (hatta) daha fazlasını yapmak, ümmet-i Muhammed üzerine niçin vâcipolmasın? Elbette vâciptir.”

REELPOLİTİĞİN BİNLERCE YILLIK GEÇMİŞİ

Hemen bütün peygamberler, bölgesel ve uluslar arası güç dengelerini takip etmişler, hareketlerinde reelpolitiği göz ardı edici bir davranış içinde olmamışlardır. Korkak olmamışlar, ama tedbirli davranmışlardır, Dönemlerinin siyâsî güçlerinin durumlarını iyi okumuşlardır. Örnek olarak insanlık tarihinin en önemli isimlerinden dördü Îsâ aleyhisselâm, Zekeriyâ aleyhisselâm, Yahyâ aleyhisselâm ve Hz. Meryem hemen hemen aynı dönemde veaynı yerde yaşadıkları ve en azından bir ahlâkî devrimi gerçekleştirmeyi candan arzuladıkları halde, bunun için nasîhatçi olmanın ötesinde bir şey yap(a)mamışlardır. Zaten peygamberlerin beş özelliğinden birinin fetânet=zekîlik, (anlayışlı olma,anlayışsızca bir hareket içinde olmama) olduğu, İslâmîinanç kitaplarında açıkça yazılıdır. i.y.) Dâvûd aleyhisselâm hakkında da, Kurân’da şöyle buyurulur:

“Ve Biz Azîmuşşân, sizin harp işlerinde süngü ve kılıçyaraları gibi şiddetlerinizden kendinizi korumanız için, Dâvûd’a demirden giysi ve zırh sanatını öğrettik. Artık şükredecek misiniz?”

60

Page 61: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(Dâvûd aleyhisselâm da, Hz. Peygamber Efendimiz de zırh giymişlerdir. Hatta Efendimiz bir savaş öncesinde iki kat zırh giymiştir. (Zırhını çıkarıp çevşen okuduğu hakkındaki rivâyetler tamamen uydurmadır.) i.y.).

“Durumun nezâketini görmek, korkaklık değildir. Durumun nezâketini görmek, cesâretin ta kendisidir. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre âyette geçen “lebûs”kelimesiyle kasıt: demirden savaş için yapılan ve zırhdenilen bir gömlektir. Bunu Allah’tan gelen vahiyle ilk îcât edenin Dâvûd aleyhisselâm olduğunu, Cenâb-ı Hak bu âyette (Enbiyâ sûresi, âyet : 80) açıklamıştır.Şu halde gemi inşâsının temeli nasıl Hz. Nûh’un mu‘cizesine gidiyorsa, zırh yapmanın temeli de Hz. Dâvûd’un mu‘cizesine dayanmaktadır. Çünkü Dâvûd’un elinde demir hamur gibi yumuşayıp, demirden ateşte eritmeksizin istediği her şeyi yapmak, dünyada Dâvûd’anasîp olmuştur.”

“Hz. Dâvûd, peygamberlikle beraber saltanata (yönetime) da sahip olduğundan, saltanatı koruyacak âletleri ve düşmana karşı savunma tedbirlerini tamamlamaya çalışmayı ve o zamanki devletlerin ordularında bulunmayan zırhın Allah Teâlâ tarafından Dâvûd’a öğretildiğini açıklayarak, Kurân, zırhı Hz. Dâvûd’un sahip olduğu nimetler arasında saymıştır. Zırh böylelikle ilk önce bir mu‘cize olarak ortaya çıkmışsa da, sonraki devirlerde dünyada en güçlü harp âleti olarak bilinmiş ve bütün hükümetlerce kabul görmüştür. Hatta yakın zamanlara kadar, zırhı iptal edecek (daha önemli) bir harp âleti bulunamamıştır. Ama beş-altı asırdan beri top, tüfek ve diğer harp âletleri îcât olunduğundan, savaşa âlet olmak

61

Page 62: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

noktasından zırhın hükmü kalmamıştır. Zirâ, devir, milletler arasındaki savunma âletlerini değiştirmiştir.” (Gerçi çelik yelek olarak zırh zamanımızda da/hâlâ önemli bir savaş/savunma âletidir. i.y)

“Bu âyet, düşmandan kendini korumanın çarelerini hazırlamak ve düşünmenin her kişiye gerekli olduğu gibi, hükümet için de bunu düşünmek ve hazırlık yapmanın lazım olduğuna işâret eder. Çünkü Cenâb-ı Hak, Hz. Dâvûd’a zırh sanatını öğrettiğini, onun bu şekilde zırhı îcât ettiğini açıkladığı gibi, zırhın savaşın şiddeti nedeniyle îcât edildiğini de açıklaması, savaş âletlerinin hazırlanması gerektiğinibelirtmektir..Sonuç olarak, zamanında hükümet reîsi olan Hz. Dâvûd’un harp âleti olan zırhı yaptığını ve zırhın yapılmasındaki hikmetin ise, savaşta korunma vesavunma olduğunu..harp âletlerini hazırlamanın millet ve milleti temsîl eden hükümet üzerine vâcip olduğu..Çünkü, dîni, hükümeti ve milliyeti korumak savaşa ve savaşta da âlete bağlı olduğundan, savaş âletlerinin hazırlanmasının hükümet üzerine gerektiği..” (IX/3463-3465)

İNTİKÂMA KALKIŞMAYIN, AFFEDİN “[(Ey Peygamberim!) Îmân edenlere söyle (ve onlara nasîhat olarak de ki: ) Allah’ın intikâm günlerin(in geleceğin)e aldırış etmeyen kâfirlerin kusurlarını örtün. (Mü’minler, onları affetsinler). Zirâ, Allah Teâlâ her toplumu, kazandıkları günahları sebebiyle (zâten) cezâlandırır.] Yani Ey Peygamberim! Benim “bir” olduğumu kabul eden mü’min kullarıma de ki “âhirete inanmayan ve kendilerinden (sizin) intikâmınızı alacağıma da inanmayan o kâfirlerin size karşı olan kusurlarını affedin”. Çünkü Allah Teâlâ her

62

Page 63: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

toplumu kendi yaptıkları davranışlarına göre cezalandırır. Şu halde onları Allah’ın cezâlandıracağıgüne bırakın. Yani şimdiden mü’minler onlardan intikâm almaya kalkışmasınlar. Fahr-i Râzî ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre, bu âyet Hz. Ömer hakkında inmiştir. Mekke’de Gıfâr kabîlesinden bir müşrikin (puta tapanın), Hz. Ömer’e söğmesi üzerine, Ömer o adama hücum edince, Cenâb-ı Hakk’ın bu âyeti indirdiği nakledilir. Âyette geçen “eyyâmellâh (Allah’ın günleri) ile kasıt “âhiret günleri”dir. Çünkü müşriklerin âhirete îmânları yoktur. Yahut “eyyâmellâh” ile kastedilen, Allah’ın mü’minlere yardım edeceği günlerdir. Çünkü kâfirler, mü’minlerin bir gün gâlip geleceklerine inanmıyorlardı. Yahut “eyyâmellâh” ile kastedilen, müşriklerin devletinin yıkılıp, İslâm devletinin kurulacağı günlerdir. Buna göre âyetin mânâsı: [Ey Peygamberim! Sen, Ömer’e ve diğer mü’minlere söyle ki: “âhirete îmân etmeyen ve mü’minlerin gâlip geleceği günlerin geleceğine inanmayan, ilâhî cezâdan da korkmayan o kâfirlerin kusurlarını örtün. Mü’minler kâfirleri affetsinler. Zirâ Cenâb-ı Hak her kulun ve her toplumun yaptığı iyilik ve kötülüğünü mutlaka cezâlandıracağından (karşılığını vereceğinden), onların cezâlarını Allâh’ahavale etmek daha iyidir. Fahr-i Râzî, âyetin hükmününkıtâl (savaşmak emri ile ilgili) âyetiyle kaldırılmadığını, Müslümanın şahsına âit şeylerde, (kâfirlerle) tartışmayı terk etmeye yönelik olduğunu açıklamıştır ki, doğru olan da budur.”(XIII/5291)

“ÖLÜM SANA” YA KARŞI, SOĞUKKANLILIĞINI KORUMA “(Onlar (Yahûdîler) sana geldikleri zaman seni, Allah’ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar. (Sonra da) Kendi içlerinden: “bu söylediklerimiz yüzünden Allah’ın bize azap etmesi gerekmez miydi? derler. Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir, ne

63

Page 64: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kötü dönüş yeridir orası” (Mücâdele sûresi, 8. âyet) Yahûdîler, Hz. Peygamber’le karşılaştıklarında veya O’nun evinin önünden geçerken “Esselâmu Aleykum” dermiş gibi yapıp, “Essâmu Aleykum” derlerdi. Bunun anlamı “ölüm sana, bir an evvel ölürsün inşaAllah, ölüm üzerine olsun” gibi bir ifâde idi. Hz. Peygamber,buna karşı sadece “ve aleykum” (sizin de üzerinize (öyle olsun) derdi. Yahudîlerin bu yakışıksız tavrına rağmen –ki aynı zamanda komşu oluyorlardı, bu tavırları komşuluğa da aykırı idi- yanındaki sahâbîlerin ve (bazen de) hanımının sinirlenmelerine rağmen, Hz. Peygamber sâkinliğini ve nezâketini korur,sinirlerine hâkim olarak, anlamamış gibi davranırdı. Yaûdîlerin “ölüm üzerinize olsun” ifâdesine karşı, Kurân’ı Kerîm, onlara dünyevî değil, uhrevî bir cezâ olan cehennem ateşini hatırlatıyor.

CAYDIRICI GÜCE SAHİP OLARAK, SALDIRILARI (SAVAŞI) ÖNLEMEK “Bu âyette (Enfâl: 60) “kuvvet”le kasıt, düşmana karşısilah atmak ve atılacak silah ve silahın levâzımı olduğu, Hz. Peygamber’in bu âyeti tefsîr olarak minberde hutbesinde üç defa “Elâ inne quvvete’r-remyu”buyurduğu hadîs-i şerîfiyle kesindir ki anlamı: “Kuvvet: düşmana silah atmak” demektir. Şu halde “remy” anlamına olan “kuvvet”i hazırlamak, o kuvvetin levâzımı olan silahı ve o silahı atacak askeri ve askerin ta‘lîmini (eğitimini) ve askerin yiyecek ve içeceğini hazırlamayı (da) gerektirir. Çünkü askersiz silah işe yaramadığı gibi, silahı kullanmayı bilmeyen asker de işe yaramaz. O nedenle, Cenâb-ı Hakk’ın âyetteki kuvveti hazırlamakla emri, şu yukarıda anlatılan şeylerin hepsini hazırlamakla emirdir. Silahve silahı kullanacak ta‘lîmli asker ve diğer sebepler,kâfirlerin İslâm yurdunu işgal etme ümitlerini kesmeyeve cizye ödemeye razı olmalarına ve (hatta) İslâm’ı

64

Page 65: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kabul etmelerine ve diğer kâfirlere yardıma cesaret edememelerine ve İslâm’ın yücelmesine ve İslâm yurdunun süslenmesine (huzur içinde gelişmesine) sebepolacağından, Allah Teâlâ kuvveti hazırlamak ve o kuvvet sayesinde kâfirleri korkutmakla emretmiştir.

Yine bu âyetteki “âharîn=diğerleri” ile kasıt, müşrikler ve diğer kâfirler olmak ihtimali varsa da, en doğrusu bunların münafıklar olmasıdır. Çünkü münafıkların âdeti, dâimâ Müslümanlığın çökmesini ve mağlubiyetini bekleyerek, nifakta inat etmek ve fırsatdüştükçe Müslümanların arasına fesat sokmak ve nifak tohumu saçmak ve Müslümanların arasını ayırmaktı.

Bu âyetteki, hazırlamakla emrolunduğumuz kuvvet, askerin ta‘lîmini (eğitimini) de içerdiğine, Hz. Peygamber’in “Men Te‘alleme’r-ramye sümme terakehû fe-leyse minnâ” sözü de açık bir kanıttır. Yani: “Birkimse silah kullanmasını öğrenir de, sonra unutursa, okimse bizim cemâatimizden olmaz” demektir.” (Mehmed Vehbi Efendi’nin naklettiği hadîsin kaynağı sağlam mı?okuyucularımız, hadîsin kaynağının sağlam olduğunu öğrenmeden başka birisine nakletmemelidirler i.y.) “İşte bu hadîs, bütün Müslüman erkeklerin silah kullanmasını öğrenmesinin vâcip ve öğrendikten sonra unutmamak gerektiğine işârettir. Kullanılacak silahı îcâd ve sanatını (teknolojisini) öğrenmek, savaş için hazırlanacak kuvvetin içindedir. Çünkü Hz. Peygamber: “Le-yedhulunne bi’s-sehmi’l-vâhidi selâsetu neferin el-cennete: sâniuhû yahtesibu fî-‘amelihî’l-hayra ve’r-râmî bihî ve’l-mumiddu bihî” buyurmuştur. Yani, “Bir ok sebebiyle üç kimse elbette cennete girer: birincisi bu yaptığı işinde hayır var diye inanarak oku yapan kimsedir. İkincisi düşmana karşı oku atan kimsedir. Üçüncüsü, oku kullanan kimsenin eline oku

65

Page 66: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

vererek yardım eden kimsedir.” Yardım, silahı yapmak veya satmak veyahut savaş alanında yardım etmek şekillerinden her hangisi olursa olsun hepsini kapsar.İşte bu hadîs-i şerîfte, silah îcâdı Müslümanlara lazım bir önemli iş olduğuna ve silah kullanmave kullanana yardım gerektiğine açıktan işâret vardır ve bunların mükâfâtı da cennettir. O nedenle, her mü’minin bu işler için gayret etmesi, dîni vazîfesidir.”(V/1921-1923)

KILIÇ DA RAHMETTİR “Hz. Peygamber’in düşmana silah çekmesi ve savaşla emrolunması, “âlemlere rahmet” olmasına zıt değildir. Çünkü kılıç ve savaş, kâfirleri îmâna, âsîleri itaata ve sapıkları hidâyete davet ettiğinden, kılıç da (bu yönden bakılırsa), rahmetin ta kendisidir. Çünkü bazı inatçıları iyilik dâiresine sokmak ve dünyayı da düzene sokmak (ancak) kılıçla (silahla, caydırıcı güçle) olabileceğinden, kılıç da Allah’ın rahmetindendir ki, zulme uğrayanların intikâmını zalimden almak, insanlar arasında hükümleri ve adaletiuygulamak, ancak kılıçla mümkün olur. Düzeni korumak, halkı bir noktada toplamak ve herkesi faydalı bir işe yöneltmek ve milletin rahatını sağlamak da hep kılıçlaolduğundan, kılıç insanlar için bir çeşit rahmettir.” (IX/3492, Enbiyâ sûresi, 107. âyetin tefsîri)

REELPOLİTİĞİN DEVRE GÖRE DEĞİŞMESİ “[Ey Peygamber! Kâfirler ve münâfıklarla mücâhede et ve onlara sözde ve işte şiddetli ve sert davran. Onların âhiretteki yerleri cehennemdir. Ve o varılacak

66

Page 67: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ne kötü bir yerdir.”](Tahrîm sûresi, âyet: 9) “Âyetteki “kâfir”le kasıt, alenen açıkça inkârcılığınıîlân eden kimsedir. Münâfık ise inkârını kalbinde saklayıp, dıştan mü’min görünen kişi olup, kâfirle münâfık arasında böyle bir fark olduğundan, âyette herikisi de ayrı ayrı anılmıştır. Fahr-i Râzî ve Hâzin’inverdikleri bilgiye göre, bu ilâhî emir, İslâmiyetin kuvvet bulup, artık onlara karşı alttan alma zamanınıngeçtiğinde, inmiştir. Bu kâfirler Hz. Peygamber’e ve sahâbîlere her türlü alçaklığı yaptıklarından, şiddet ve sert davranışa layık olduklarına işâret edilmiş ve onların cehennemlik oldukları bildirilerek, onların Allah’ın Elçisi’nin iltifâtına layık olmadıkları açıklanmıştır. Bu ayrıntıyı göz önüne alırsak âyetin mânâsı şöyle olur: [ Ey Peygamber! Sana hitap ederim ki, İslâmiyet kuvvet kazanıp, artık kâfirlere ve münâfıklara karşı kılıçla karşılık verebilecek bir duruma geldiğinden, sen kâfirler ve münâfıklarla harp ederek, onları dîne davet et. Çünkü onlara yumuşaklık gösterme zamanı geçmiştir. Bundan ötürü, kılıçla ve etkili sözle mücâhedeye devam et ki, dînin yüce olsun.Çünkü onlara kılıçla İslâmiyetin güçlülüğü gösterilmedikçe, bu kişiler, dîn-i İslâm’ın yücelmesine engel olmaya çalışmaktan vazgeçmezler. Artık onlara merhamet etme, çünkü merhamete layık değildirler.” (XIV/6006)

(Medîne devrinin ikinci döneminde inen bu sûredeki bu emir, sıcak savaş ortamı devam ettiği zaman dilimindedir. Bu dönem her yıl Mekke müşrikleri ve diğer putçularla küçük veya büyük savaşların devam ettiği dönemdir. Artık Mekke dönemindeki, azınlık durumunun realpolitiği değişmiştir. i.y.)

BARIŞTA YARAR GÖRÜRSEN, BARIŞA YÖNEL “Allah Teâlâ yukarıdaki âyette Müslümanlara savaş

67

Page 68: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

âletlerini hazırlamayı emrettikten sonra, eğer kâfirler barışı isterler ve barış da Müslümanlar için uygun olacaksa, barışa yönelmekte bir sakınca olmadığını açıklamak üzere şöyle buyurmuştur: “[Eğer kâfirler, sizin kuvvetinizi keşfettiklerinden ve sizden onlar üzerine bir korku meydana geldiğinden, kalplerindeki bu korku üzerine barışa yönelir ve barışı isterler de, sen de barışta yarar görürsen, barışa sen de yönel. Çünkü, gerektiğinde barış anlaşması yapmakta bir sakınca yoktur. Ve barışa böylece yöneldikten sonra işleri Allah’a havâle et...(Enfâl: 61)] Fahr-i Râzî, Nisâbûrî ve Hâzin’in açıklamalarına göre: “bu âyetin hükmü, kılıç (savaşma)âyetinin gelmesiyle yürürlükten kalkmıştır” diyenler varsa da, doğru olan bu değildir, yani âyetin hükmü kalkmamıştır. Çünkü gerektiğinde barış yapmak, diğer bir zamanda yine gerekirse savaş îlânına engel değildir. Şu var ki, Müslümanlar için barışta yarar olduğundan barış yapılırsa, İslâm’ın kuvveti yeterli olduğunda, bir seneden fazla barış da yapmamak lazımdır. Ama İslâm’ın kuvveti bu kâfirlerle savaşmayayeterli olmayacak derecede zayıfsa, on seneye kadar barış uzatılabilir. On seneden fazla barış yapmak doğru değildir. Ama, kâfirlerin güçlülüğü ve İslâm’ın zayıflığı on sene sonunda da devam ediyorsa, Müslümanların İmâmı (lideri) barışı yenileyebilir. Çünkü (burada şunu da düşünmek lâzımdır ki) barışın uzatılması Müslüman halkı tembelleştirdiği gibi, subaylar ve yöneticilere de tembellik gelir ve savaş sanatı unutulur ve Müslümanların gücüne zâfiyet gelir.Bu da, Müslümanlar için uygun görülecek bir iş olmadığından, barışın müddetini uzatmak doğru değildir.” (V/1923-1924)

(Barışı sadece bir yıl için veya en fazla on yıl için yapma/kabullenme, Kurân’ın öğretisine veya bir âyetine

68

Page 69: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

dayanan bir açıklama değildir. Hz. Peygamber’in Mekke müşrikleriyle yaptığı Hudeybiye anlaşmasının süresi, fıkıhçıların çoğunca aynen benimsenerek ve yorumlanarak, asırlarca fıkıh kitaplarında tekrarlanmıştır. Konuyla ilgili olarak Abdülhamid Ebû Süleyman’ın Türkçeye otuz yıl önce tercüme edilen İslami Uluslar Arası İlişkiler Teorisi adlı çalışmaya bakılabilir.i.y.)

BARIŞI İMZALA, KORKMA “..Yani, Ey Peygamberim! Eğer kâfirler barışı istemekle sana hîle yapmak isterlerse, sen onların hîlelerinden endîşe etme. Çünkü barış anlaşmasından sonra hîle yapmak, hıyanet olduğundan sonuçsuz kalır. Bütün her şeyinde seni koruyan ve bütün işlerinde sanamütevellî (hâmî, koruyucu) olan Allah Teâlâ onların kötülüğünü def‘ etmekte sana yeter. O nedenle, görünürde barışı isterler de, sen de barış yapmakta yarar görürsen, barışı imzala. O kâfirlerin kalplerinde gizli olan şeyi teftîş etme. Onların hîlesi size karşı tesîr edemez.” (V/1925, Enfâl: 62-63. âyetlerin tefsîri)

MÜRTEDLERLE SAVAŞI ERTELEMEK “Özetle, İsrâil Oğulları’nın buzağı heykeline ibâdet ederek, şirke düştüklerini görünce Mûsâ aleyhisselâmınhiddet dolu olarak Hârûn aleyhisselâma bağırdığını, niçin bu buzağıya tapanlarla savaşmadığını sorup (orijinali: niçin onlarla mukâteleye kıyâm etmediğini suâl edip), öfke ile birâderi Hârûn’un saçından ve sakalından yakaladığı sırada, birâderinin Mûsâ’nın merhametini çekmek için annesinin ismini anarak Mûsâ’nın kalbini yumuşatmaya çalıştığı ve bu adamlarlaniçin savaşmadığının sebebi: (temelli) ayrılığa sebep olma korkusu olduğunu belirterek, işin sonunun nereye

69

Page 70: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

varacağını düşündüğünü Mûsâ’ya söylemiştir.” (VIII/3336, Tâ-Hâ suresi, 94. âyetin tefsîri)

(Dînden dönmüşlerle veya dînden dönmüş görülen veya (dünyanın her hangi bir yerinde) dîne hakaret edenlerle savaşa girişmeden/onları cezalandırmadan/onlara büyük tepkiler göstermeden önce, onları iknâ‘ edecek (Mûsâ gibi) birisini beklemek /çağırmak / görevlendirmek mutlaka takip edilmesi gereken bir süreçtir. Böyle kişileri iknâ‘ için (fıkıh kitaplarında geçtiği gibi üç gün değil) ongün, yirmi gün, otuz gün veya daha fazla bir süre de uğraşılabilir/uğraşılmalıdır. Kurân’ın anlattığı yukarıdaki olayın sonunda, Benî İsrâil’in buzağıya tapanları bundan vazgeçmişler ve tevbe etmişlerdir. Bizim de görevimiz/arzumuz, insanları cezalandırmak değil, doğru inanca kavuşmaları için elden gelen bütüngayreti harcamaktır. i.y.)

“(Ey Peygamberim!) Sen, kâfirlerin dediklerine sabret.(Sen) Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih (etmeye devam) et. Gecenin birkısım saatleri ile gündüzün farklı vakitlerinde de tesbih et ki, Allah’ın rızâsına eresin.” “Yani, kâfirlerin eziyetlerine sabretmek lazımdır. Çünkü, helâkları için belirlenen vakitleri geldiğinde, zaten helâk olacaklardır..”(VIII/3364, Tâ-Hâ sûresi, 130. âyetin tefsîri)

CİHÂD-I KEBÎR KOLAY İŞ DEĞİLMekke caddeleri, dolu sefîlBu işe ancak Allah kefîl

“(Ey Peygamberim!) Şayet dileseydik, elbet her kente bir uyarıcı bir peygamber gönderirdik. (Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik). O halde,

70

Page 71: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kurân’la) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (Furkân sûresi: 51-52. âyetler) Mehmed Vehbi Efendi ise âyetlere şöyle meâl ve tefsîr vermiştir:

“[Ve eğer Biz istemiş olsaydık, her yerleşim biriminde, oranın ahâlisini korkutacak bir peygamber gönderirdik. Ve fakat bütün yerleşim birimlerine yalnız seni gönderdik ki, bu (evrensel) dîni anlatımınhepsini kapsar. (Biz bütün kentlere gönderince seni, ey Peygamberim! Sen, kâfirlerin sözlerini dinleme ve görüşlerine) İtaat etme. (Ey Peygamberim!) Sen Kurân ile onlarla büyük cihadla mücâhede et ve onları Hak yoluna davete çalış.] Allah Teâlâ her yerleşim biriminde peygamberlik görevini sana verdik demekle, Hz. Peygamber’in bütün insanlara “elçi” olduğunu açıklaması, hem Hz. Peygamber’in şânını yüceltmedir, hem de onu bütün dünya üzerine üstün kılmaktır. Esasında birçok peygamberin göreceği vazîfe toptan Hz.Peygamber’e yüklenmiştir...Âyetteki “cihad”la kasıt, “savaş” olma ihtimâli varsa da, bu (anlamda kullanılmak) ihtimâli uzak bir ihtimâldir. Çünkü “savaş” ile emir, hicretten sonra gelmiştir. Bu âyet ise, Mekke döneminde inmiştir. Güçlü sözler ve kanıtlar ortaya koyarak, beyinsizler ile sözlü cihâd edip onları susturmaya çalışmak, kılıçla cihaddan dahabüyük olduğundan, Hz. Peygamber’in Mekke’deki cihâdınacihâd-ı kebîr (büyük cihâd) denilmiştir.” (IX/3848)

“Onlar (Mekke müşrikleri) bir tuzak kurarlar, Ben de bir tuzak kurarım. Kâfirlere mühlet ver, onları biraz hallerine bırak (pek yakında desteğimiz sana gelecek).”(Târık sûresi, 15-16-17. âyetler) (Özek ve diğ., 590) Mehmed Vehbi Efendi de bu âyetlere şöyle meâl ve tefsîr verir: “[Mekke’nin müşrikleri Kurân’ı iptal ve ışığını söndürmek için hîle üstüne hîle

71

Page 72: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yaparlar ve Kurân’a layık olmadık şeyler söylerler, Ben de onların hîlelerine karşılık, hîle muâmelesi yaparım.] Onları derhal azâpla yakalamam. Bir süre müsâade ederim ki, cür’etlerini artırırım. Şu halde Allah Teâlâ’nın onlara yapmış olduğu hîle muâmelesi, onlara istidrâc olarak mühlet vermesidir. Onlar verilen bu mühletle gururlanırlar. Kurân’a saldırmaya cür’etleri artar ve âhirette görecekleri azâp da çoğalır. Yahut Cenâb-ı Hakk’ın hîle muâmelesi, onlarınhîlesini (tuzağını) Peygamber’inden def etmesidir/gidermesidir. Çünkü, onlar Allah’ın Elçisi’nin dînini iptâle çalıştılar, ona karşılık Cenâb-ı Hak da dînini yüce kılarak, Kurân’ın nûrunu dünyaya yaydı. Velhâsıl onlar ne kadar körletmeye çalışsalar da, Allah Teâlâ o nûru o kadar parlattı ve kuvvet verdi ve onları zayıflattı ki sonuçta hezîmete uğradılar. [Ey Peygamber! Kâfirlere mühlet ver] Zirâ onların helâklerine az bir zaman kaldı. O nedenle sen telâş etme ve acele intikamlarını arzu ederek, kendinezahmet verme. Zirâ vakti gelince Biz onlardan intikâmımızı alırız. Fahr-i Râzî’nin verdiği bilgiye göre, “helâklerine az bir zaman”la kasıt, Bedir savaşıolma ihtimali vardır. Zirâ Bedir gününde Mekke müşrikleri yenilmiş ve rezîl olmuşlardır. Bu âyetin inmesinden dört-beş yıl sonraki bu yenilgide, Ebû Cehil de dahil, Mekke müşriklerinin İslâm’a düşmanlıkta ileri gelenlerinden yetmiş tanesi can vermişlerdir. Yahut “az bir zaman”la kasıt “kıyamet günü”dür. Çünkü kıyamet günü uzak gibi gelse de yakındır.” (XV/6414-6415)

(Mehmed Vehbi Efendi: “bu âyette belirtilen “mühlet (süre) vermek”, kılıç (savaş) âyetinin inmesiyle hükmükalkmıştır” dese de, bu âyete benzeyen ve sabrı tavsiye eden ve kâfirlerin ağır baskısı altında bulunulan Mekke döneminde inen pek çok âyet vardır ki,

72

Page 73: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zulüm altındaki Müslümanların sabırlarını/sebatlarını/dayanma güçlerini artırıcı etkileriyle, mü’minlerin kalplerini kuvvetlendirmektedirler. O nedenle, bu ve benzeri âyetlerin hükmü kalkmış olmayıp, bu âyetler, değişik zaman dilimlerinde değişik coğrafyalarda azınlık konumunda ve baskı altında yaşayan Müslümanları sessiz direnişe ve îmânlarını korumaya, Kurân çalışmalarını sürdürüp, ibâdetlerini/duâlarını artırmaya ve bu yolla zaferi Allah’tan beklemeye teşvik etmektedirler. Mü’minler zulüm altında da olsa yoğun ibâdetlerini sürdürürlerse, bir gün gelecek Mûsâve toplumunun Firavun’un zulmünden kurtulduğu gibi, onlar da kurtulacaklardır. i.y.)

“SELÂM” DEYİP, GEÇİP GİTMEK, SATAŞANLARA SATAŞANLARA PEK CEVAP VERMEMEK ULUSLAR ARASIARENADA “O Rahmân (çok merhametli olan) Allah’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde alçakgönüllükle yürürler ve kendini bilmez kişiler kendilerine laf attığında “selâm” derler (geçerler). Onlar ki gecelerini Rablerine secde ederek ve ayakta (namazda) geçirirler.” (Furkân: 63-64) Mehmed Vehbi Efendi ise bu âyetlere şöyle meâl ve tefsîr veriyor: “[Allah’ın hâlis kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde sükûnet, ağır başlılık ve alçak gönüllü bir şekilde yürürler. Sokakta gezerken asla kibirli değildirler. Gayet sâkin ve hoşgörülüdürler. Hatta hiç kimseyle, tartışmaya girmezler. Ve onlara bazı câhiller, sevmedikleri sözlerle hitâp ettiklerinde, onlar o câhillere selâmetle duâ ile karşılık verir ve “size

73

Page 74: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

selâm olsun” derler.] Ve onların fenâ sözlerinden etkilenip, çirkinlikle karşılık vermezler. Ve intikam almaları mümkünse de, buna yönelmezler. Çünkü, doğalarının temizliği gereği, yumuşaklıkla muâmele eder ve öfkelerini bastırarak, ilâhî hükmün akışına rıza gösterirler ve Allah’ın takdîrine teslimiyetle yetinirler. Gündüzleri böyle yaparlarken, geceleri de:[Allah’ın hâlis kulları o kimselerdir ki, onlar gecelerini Rablerine secde ve Allah’ın huzurunda ayakta geçirirler…Hâlis kulların, câhillere ancak ve sadece selâmla karşılık vermelerinden kasıt, câhillerin kötülüklerinden kurtulmayı istemek ve onların kötü davranışlarını görmezden gelivermektir.” (IX/3859-3860) “İDÂRE EDİVERME”NİN VÂCİP OLDUĞU YERLER DE VARDIR “Mü’minlerden sana uyanlara, kanadını indir ve alçakgönüllükle onlarla sohbet et, gayet tatlı söz söyle ve yumuşak davran.”(Şuarâ: 215) “Allah’ın Elçisi’ne uyan her mü’mine alçakgönüllü davranmak lâzımken, “bazı mü’minlere alçak gönüllü davran” demek, “samimiyetle inananlara açakgönüllü davran, inancında samimi olmayan münafıklara aldırış etme” demektir. İşte, mü’minler tarafından her zaman yardım edilmesi gerekenler, “hâlis mü’min”olan samimilerdir; yoksa ismi Ali, Veli olup, görünüşte Müslüman, ama içi inkârla dolu olan münâfıklar, yardıma layık değildirler. Fakat zamanın gereğine göre, yumuşak davranma/alttan almanın vâcip olduğu da olabilir. Çünkü kötünün kötülüğünden, edepsizin edepsizliğinden kendini korumak, her Müslüman için bir görevdir…Çünkü, Allah’tan korkmayanlardan korkmak lazımdır.” (X/3961)

74

Page 75: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

KONUŞMADA/TARTIŞMADA/MÜZÂKEREDE ALTTAN ALMAK (ISLAMIC DIPLOMACY : TO BE PATIENT AGAINST AGRESSIVE DISCOURSES OF NON-MUSLIMS) “(Ey Peygamberim!) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah. O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir. De ki bizim işlediğimiz suçtansiz sorumlu değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz. De ki: Rabbimiz (kıyamet günü), hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.” (Sebe’ sûresi, 24, 25, 26. âyetler) “Şu üç âyette “irhâ-i inân” vardır: yani müşriklerin hiddetini çekmeyecek bir konuşma sitilini benimseyip onlara karşı alttan almave yumuşak davranmadır. Meselâ birinci âyette (24.âyet) “sizden veyahut bizden birimiz hidâyette, diğeridalâlette (sapıklıkta)” denilmiştir. Halbuki mü’minlerin hidâyette olduklarında şüphe yoktur. FakatAllah’ın Elçisi “elbette biz hidâyetteyiz” demiş olsa,müşriklerin hiddetlenmelerine ve söz dinlememelerine sebep olacağından, Hz. Peygamber, onları yumuşatmak vesözünü dinletmek için, hidâyet ve dalâlet kelimeleri ile “siz veya biz” kelimlerini yan yana anarak beraberce zikretmiştir. Yine ikinci âyette, Hz. Peygamber suçu kendi grubuna ve davranışı müşriklere nisbet ederek, kendilerinden “ammê ecramnê” ve müşriklerden “ammê ta‘melûn” ile ifâde etmiştir ki, kâfirleri insâfa davet etmektir. Halbuki suçun sahibi müşriklerdir. Çünkü şirkten daha büyük bir suç olmaz, ama Hz. Peygamber: “siz suçlusunuz” demiş olsaydı, onların hiddetlenmesine sebep olur ve İslâm’a

75

Page 76: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

çağırmaktan maksat hâsıl olmaz, çalışma boşa gitmiş olurdu. Üçüncü âyette, kıyamet gününde her topluluğun bir araya geleceği ve Cenâb-ı Hakk’ın gruplar arasındaadâletle hükmedip tartışmayı bitireceğini ve haklı ilehaksızın orada meydana çıkıp, hiç kimsenin bir diyeceğinin kalmayacağını açıklayarak, hem âhiretin gerçekleşeceğine, hem de bütün problemlerin çözümleneceğine işâret ederek, en sonunda olacak şeyleri ifâde etmiştir.” (XI/4514-4515) “Allah’ın Elçisi, karşısındakinin durumuna göre söz söylerdi. İşte böyle konuşmaya irhâ-i inân denilir. Yani, “farz edelim ki durum sizin dediğiniz gibidir. O halde size ne gibi zararı vardır ? Zira, sizin dediğiniz gibi bendalâlet (sapıklık) üzere olsam, zararı bana âittir. Şuhalde siz niçin telâş ediyorsunuz ? Ve size ne oluyor ki kendinize bunu bir iş yapıyorsunuz? Eğer ben hidâyette isem, Rabbimin bana vahyettiği Kurân’la doğru yolu tutmuşumdur ve o yola sizi davet ediyorum. Eğer bana uyar, sözümü dinlerseniz, siz de hidâyet üzere olmuş olursunuz” demektir.” (XI/4540, Sebe’ sûresi, 50. âyetin tefsîri)

ALTI GÜN MESELESİ Kur’an’da Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri altı günde yarattığı bildirilir. Mehmed Vehbi Efendi buna dikkat çeker: “Göklerin ve yerin yaratılmasından önce “gün” var olmadığından, burada “altı gün”le kasıt, altı günün miktarıdır. Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri bir saniyede bile yaratmaya gücü yettiği halde, altı gün miktarı bir sürede yaratması, kullarına acele etmemeyi, düşünerek, tedbirli hareket etmeyi öğretmek içindir.” (IX/3855, Furkân sûresi, 59. âyetintefsîri)

SUBAYLARIN DA ERLERİN DE İBÂDETLERİ AZ OLDUĞUNDAN, I. DÜNYA SAVAŞI’NI KAYBETTİK

76

Page 77: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Birinci Dünya Savaşı’nda neden yenildiğimiz, üzerindenyüz yıl geçtiği halde, hâlâ cesaretli bir şekilde tahlîl edilebilmiş değildir. Esasen, 13. yüzyıldaki Moğol saldırılarının veya Endülüs’ü kaybetmemizin bilegerçek sebepleri üzerinde pek durulmuş değildir. Oysa Müslümanların aynaya bakmaktan korkmaması, yüzlerinde bir kara varsa bunu görmesi ve temizlemeye çalışması gerekir. Meselâ Timur saldırısı öncesinde Anadoludaki kadıların rüşvet aldıkları, bu yüzden de Yıldırım Beyazıt’ın onların hepsini bir salona toplayıp “yakın bunları” dediği, fakat araya girenlerin kadıları kurtardıklarını Ahmed Cevdet Paşa Kısâs-ı Enbiyâ’da anlatır. Timur saldırısı öncesinde Anadolu’da beyu’l-ıyne denilen hîleli fâiz uygulaması da yaygındır. Cemâl el-Malâtî gibi büyük bir âlim bile buyoldan büyük paralar elde etmiş, fakat Timur olayıyla bu yolla topladığı servetini kaybetmiştir. Gadilya Kornoukhova, Tataristan’daki Müslümanların 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, yoğun olarak faizcilik yaptıklarını, 23-24 Ağustos 2013’deki Avrupa İktisat Tarihi Konferansı’ndaki bir tebliğinde not olarak kaydeder (Kormoukhova, 2013: “As Muslim thinkers noticed, among broad sections of the Muslim populationthere was an obvious disregard for Islamic morality: drinking, prostitution, usury were actively dispersing” See about usury among Muslims: M.I. Rodnov, Peasantry of Ufa province in the early twentieth century (1900-1917): social structure and social relations (Ufa, 2002), p. 182 (in Russia).)

Orta Asya’nın ve Tataristan’ın, Kırım’ın Rus işgali altına girmesinin nedenleri üzerinde: hangi virüsler bu Müslüman toplumları zayıf düşürdü de, kâfir istîlâsına uğradılar? sorusunun cevabını bulmak için çalışılmalıdır. Bu sorunun cevabı bulunursa, bir daha

77

Page 78: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

aynı kötü durumlara düşmemek için de, reçete yazmak kolay olacaktır. Meselâ “bey‘u’l ıyne”, Moğol saldırıları öncesi Orta-Asya’da da yaygın bir pislik idi ki o yıllarda yazılan fıkıh kitaplarında bu konudahayli bilgi vardır. Zamanımızda ise Malezya’dan Körfez’deki Arap ülkelerine, oradan Türkiye’ye, oradanAmerika’ya Kanada’ya kadar son yıllarda hızla yayılan faizsiz bankacılık diye isimlendirilen sektördeki uygulamaların çoğu da “bey‘u’l-ıyne” gibi, gizli (hîleli) faiz uygulaması olup, zamanımızda ümmet-i Muhammedin başına gelen fecî belâların çoğu da, belki bu yüzdendir. Mehmed Vehbi Efendi’nin, Osmanlı’nın yıkılışını 1861 yılında doğmuş bir insan olarak, ayrıntılarıyla bilen bir âlim ve yönetici olduğundan, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlıların yenilgisiile ilgili şu değerlendirmeleri/ gözlemleri her halde çok önemlidir:

“Ama mü’minler, âhireti düşündüklerinden ve âhirette alacakları sevabı düşündüklerinden, dünya hayatını çokdüşük gördüklerinden, savaşa sarıldıklarında savaştan firâr etmek gibi bir alçaklığı yapmazlar ve cesaretle düşman karşısında direndiklerinden, bir mü’minin on kâfire gâlip geleceğini Cenâb-ı Hak bu âyette (Enfâl: 65) açıklamıştır. Fakat bu âyet, inancı sağlam Müslümanlar hakkındadır. Ancak bir zamandan beri, Müslümanların inancına zayıflık geldiğinden ve bilhassa başı tutanların (idârecilerin)durumu, eski Müslümanların hallerine çok aykırı olup, rahatı meşakkat üzerine tercih etmek kendilerince önemli olduğundan, savaşlarda bozgunlar meydana gelmişve git gide düşman egemen olmuştur. Özellikle şu geçirdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’nda subayların çoğunun manevî değerlere güvenmediklerinden ve aldırış etmediklerinden, erlere de aynı düşünceleri empoze etmeye çalışmaları, gerek

78

Page 79: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

erlerin ve gerekse halkın nefretlerine sebep olduğundan, milletin (ordusu ile) bağı çözülmüş ve biri birlerine düşman gibi bulunmak yaygınlaşmıştır. Bu nedenle de, her tarafta düşmanlar gâlip, biz mağlubolup, memleketimiz elden gitti ve askerler mahvoldu da, hâlâ sebeplerini keşfedemediler. (Yenilginin) Sebep(i): Müslümanların biri birlerine karşı güveni olmayıp, İslâmî bağın çözülmesidir. Çünkü“dîn önemli bir konu değildir” dediler. Halbuki, milletlerin fertlerini biri birine bağlayan, ancak dîndir. Dînden daha güçlü bir bağ olmadığından, dînin hiçbir sebeple ihmâli doğru olmaz.”(V/1929) (Orijinal metin şöyledir: “…Bâhusûs, şu geçirdiğimiz harb-i umûmîde ekseri zâbitânın mâneviyâta itimadları ve mübâlâtları olmadığından, efrâdı da o yolda alıştırmaya çalışmaları, gerek efrâdın ve gerek ahâlînin nefretlerini mûcip olup olduğu cihetle milletin râbıtası çözülmüş ve yekdiğerine hasım gibi bulunmak taammum etmiştir. Binâenaleyh; her tarafta düşmanlar gâlib biz mağlûb olup memleketlerimiz elden gitti ve efrâd mahvoldu da halâ esbâbını keşfedemediler. Sebebi; Müslümanların yekdiğerine karşı itimadı olmayıp râbıta-i İslâmiyenin çözülmesidir. Çünkü; diyâneti ehemmiyetten iskât ettiler. Halbuki; milletlerin efrâdını biri birine rapteden ancak diyânettir. Binâenaleyh; diyânetten daha kavî bir râbıta olmadığından diyânetin hiçbir sebeble ihmâli câiz olamaz.”)

EN AZ YARISI KADAR OLMALI GÜCÜ MÜSLÜMANLARIN, KÂFİRLERE KARŞI “Şimdi sizde (savaşa karşı) bir zayıflık olduğunu bildiği için, Allah sizden (yükü) hafifletti. O halde sizden sabırlı yüz (kişi) bulunursa, (onlardan) iki yüzüne gâlip gelirler. Ve eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) iki bin (kişiye)

79

Page 80: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gâlip gelirler. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”Enfâl sûresinin bu 66. âyetini Mehmed Vehbi Efendi şöyle meâl ve tefsîr yapar: “Allah Teâlâ İslâm’ın az olduğu zamanda bir mü’minin on kâfire (karşı) savunması gerekip firârının doğru olmadığını açıkladıktan sonra, İslâm’ın çokluğu zamanında (ise) bir mü’minin (ancak) iki kâfire savunması lazım olup firâr etmesinin doğru olmadığını ve İslâm’ın ilk dönemine göre, (Müslümanların) savaş yükümlülüğünü azalttığını açıklamak üzere: [Ey Mü’minler! Bütün işlerinizi kolaylaştıran Allah Teâlâ sizden harp işlerini de hafifletti ve ağırlığa tahammül edemeyecek derecede sizde zayıflık olduğunu bildi. Bu yüzden, eğer sizden sabırlı yüz kişi olursa,kâfirlerden iki yüz kişiye galip olur ve eğer bin kişiolursa Allah’ın izniyle iki bine galip olur ve Allah Teâlâ’nın yardımı sabredicilerle beraberdir.] ..Bu âyet (Enfâl sûresi: 66), evvelki âyetin (Enfâl: 65) hükmünü kaldırmıştır ve cumhûr-u müfessirînin mezhepleri de budur (İslâm Târihi boyunca meşhur olmuşKurân bilginlerinin çok büyük çoğunluğunun görüşü budur). (Yalnız) Âlimlerden Ebû Müslim Isfahânî: “Âyetlerin her ikisinin hükmü kıyamete kadar geçerlidir, nesih (hükmün kalkması) yoktur” demişse de, şu kadar ki, ilk âyetin hükmü bazı şartlarla geçerlidir ki, (kendisinin on katı düşmana karşı koyacak Müslüman askerin) sabırlı ve cesaretli, inancıtam, azm-i sağlam, kalbi kuvvetli ve ciddiyetle beraber, elinde kuvvet olması lazımdır. Bu şartlar kendisinde var olan kimseler hakkında ilk âyetin hükmügeçerlidir ve ona göre davranmak Ebû Müslim’e göre, mümkündür, (âyet) mensûh (hükmü kalkmış) değildir. Amabu şartlar mevcut olmayan kimseler hakkında ikinci âyetin (Enfâl: 66) hükmü geçerlidir. Bu âyette “zaaf=zayıflık”la kasıt, vücut zayıflığıdır veya kalp (mâneviyât) zayıflığıdır. Hangi mânâ kastedilmiş

80

Page 81: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olursa olsun, zayıflık hâli: “yükümlü olunan hizmeti yerine getirmede zorluk var” demek olduğundan, ilk âyetin hükmü ile Müslümanlar üzerine binen ağırlığı, ikinci âyetle Allah Teâlâ Müslümanlar üzerinden kaldırmıştır.” (V/1930-1932)

(Bazı âlimler, âyetin “kuvvet”e yaptığı vurgudan ve Müslümanların kâfirlerin en az yarısı kadar olmazlarsa, savaşı kabul etmeyebilecekleri/ savaşmayabilecekleri konusunda Kurân’ın verdiği müsâadeden/izinden hareketle, “kuvvet” kavramı üzerinde düşünerek, savaşacak Müslümanların kâfirlerinsilah gücünün de en az yarısına sahip olmaları görüşünü dillendirmişlerdir. Âyetin ikiye-bir oranı için, (ilk) müsâade ettiği Müslümanların sahâbîler olduğu da unutulmamalıdır. Yani onlar kadar yüksek îmâna sahip Müslümanlar için bile oransız bir düşmana karşı çık(ma)mak konusu değerlendirilmeli; son otuz yılda zaman zaman gördüğümüz gibi, yirmi Müslüman yirmi tane kaleşnikofu ellerine alıp, bir süper gücü dize getirmeye çalışmamalıdırlar. Sünnetullah konusu iyi düşünülmelidir. Hz. Peygamber, kendi döneminde İstanbul’u yüz sahâbîsiyle basmayı hiçdüşünmediği gibi, Kudüs için bile böyle bir plan yapmamıştır. İçinde 53 yılını geçirdiği Mekke için bile böyle korsanvârî projeleri gündeme getirmemiştir. Konuyu zamanımız için düşünürsek, on kâfirin elinde on tane makinalı tüfek olsa, bu güç ileiki-üç yüz ve hatta daha fazla Müslümanı öldürebilirler. Veya küçücük bir kâfir ülkesi, elindeki yüz tane atom bombasıyla, çevresindeki 15-20 tane Müslüman ülkesindeki yüz milyonlarca Müslümana hücûm edebilir ve hayli ağır zarar da verdirebilir. O nedenle Müslümanların “kuvvet” konusunda, insan sayısıkadar, silah (kalitesi ve) sayısına da önem vermeleri/bir harekete girişmeden düşünmeleri

81

Page 82: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gerekmektedir. Burada Abdulhamid Ebû Süleyman’ın kırk yıl önce fark ettiği bazı incelikleri de görmek faydalı olacaktır:

“Müçtehid İmam Mâlik (b. Enes) âyetlerdeki önemli unsurun “savaşçıların sayısından çok, güç kavramı” olduğunu anlamıştı. Yirminci asrın ikinci yarısında çağdaş bir hukukçu (olan Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sunne’de) aynı çizgiyi izlemektedir…El-Mühezzeb yazarı diyor ki: “Eğer kâfirlerin sayısı, Müslümanlarınkinin iki katından fazlaysa kaçmakta bir sakınca yoktur. Ancak yok olmayacakları kesin gibiyse, direnmeleri daha fazîletlidir. Yok olmaları daha muhtemelse, yönelebilecekleri iki yol vardır. İlki, Allah “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” (Kurân, Bakara: 195) buyurduğu için orayı terk etmelidirler. İkinci görüş, terk etmeleri farz değil, müstehaptır. Çünkü öldürülürlerse şehid olacaklardır...İmam-ı Mâlik’e dayanan İbnu’l-Mâcişûn’un görürşüne göre ise, zayıflığın sayıyla değil, güç ile ilgisi vardır ve bire karşı bir bile olsa, düşmanın daha iyi bir ata veya kılıca ve daha sağlam bir vücuda sahip olması halinde kaçmakta bir sakınca yoktur.” (Ebû Süleyman, 85-86)

MÜSLÜMANLAR GÜÇSÜZ DE OLSALAR, GÂLİP GELİRLER Mİ? Abdülhamid Ebû Süleyman’ın İslâm’ın Uluslar Arası İlişkiler Teorisi adlı çalışmasının üzerinden de bugün kırk yıl geçmiş bulunuyor. Bu kırk yıl (1973-2013), İslâm dünyası için son derece sıkıntılı/çalkantılı/hareketli bir kırk yıl olduğundan, bu dönemin birkaç paragrafla İslâmî uluslar arası ilişkiler yönünden değerlendirilmesi inşaAllah faydalı olacaktır: Fıkıh kitaplarındaki geleneksel görüş üzerinde fazla kafa yorulmadığı için,

82

Page 83: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

bugün yeryüzündeki bir buçuk milyar Müslümanın çoğunluğu hâlâ “Müslümanlar güçsüz de olsalar, muzaffer olurlar” inancına sahiptirler ve bu nedenlede elinde sadece piyâde tüfeği olan küçük küçük gruplar, ABD gibi, Rusya gibi, Çin gibi super güce sahip gayr-ı Müslim ülkelerle savaş(lar) sürdürmeye çalışmaktadırlar. Son yirmi yılın bilançosuna bakarsak, sonuç: yenilgidir, hezîmettir, binlerce hatta onbinlerce şehid verilmesine rağmen olumlu bir sonuç alınamamıştır, alınma ihtimali de yoktur. Bu mücahidlerin büyük devletlere saldırmaları sonucu, bu büyük kâfir güçler de “karşılık verme” bahanesiyle çokağır kara-hava ve deniz araçlarıyla/silahlarıyla, kendilerine savaş açan Müslümanlar olsun, silahsız Müslümanlar olsun, İslâm topraklarını bombalamakta, “terörist yakalıyoruz” bahanesiyle, on binlerce masum insan Bağram üssü gibi, Ebû Gureyb hapishanesi gibi, Guantanamo üssü gibi ismi duyulan; ama çoğunlukla da ismi duyulmayan, Avrupa’daki yahut Büyük Okyanus’daki adalarda işkencelerden geçirilmekte, yüz binlerce Müslüman ırzına geçilip öldürülmektedir.

Durumun şu andaki fotoğrafı bu şekilde gözümüzün önünde şekillenirken, diğer bir bakış açısıyla bakılırsa: bin dört yüz yıllık İslâm tarihi boyunca Müslümanların sayıca az olmalarına rağmen, kâfirleri yendikleri savaşlar da olmuştur. Ama bu savaşlarda da güç dengesi, şimdiki kadar, arada uçurum olacak şekilde olmamıştır. Bu savaşlarda Müslümanların sayısıaz olsa da, bazen teknik yönden, bazen de taktik yönünden üstünlüğe sahip olduklarından düşmanlarını yenebilmişlerdir. Bu noktada Hâlid b. Velîd’in Mûte’de(kendilerinin otuz katı) yüz bin kişilik Bizans ordusuna karşı istemeyerek/beklemedikleri bir anda savaşa girmek zorunda kalan sahâbî ordusunu, güzel birmanevra ile savaştan çektiğini ve bu İslâm kuvvetini

83

Page 84: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yok olmaktan kurtarıp, sâlimen Medîne’ye götürdüğünü de hatırlayabiliriz. Böyle çok büyük ve orantısız bir güçle savaştan orduyu çektiği için, Hâlid b. Velîd Hz.Peygamber tarafından kınanmış azarlanmış değildir veyaHz. Peygamber onlara “neden amcamın oğlu Câfer’in ve (ilk Müslümanlardan) Zeyd’in şehid olduğu gibi hepinizşehid olmadınız” dememiştir. Hacı İlbey komutasındaki Sırpsındığı’nda olduğu gibi veya Malazgirt’te olduğu gibi, kâfirlerden daha az bir güce sahip olunmasına rağmen kazanılan zaferler de vardır. Ama bunlar nâdiren olmuş olaylardır. “İstisnâ(lar) üzerine hüküm binâ edilmez” Gerek Kurân’ın iyi okunması, gerekse Kurân’ın en güzel şekilde uygulanmasından başka bir şey olmayan Hz. Peygamber’in hayatı (uygulamaları) ise“tedbirli olmayı” önermektedir. Hz. Peygamber azınlık konumunda ve baskı/terör altında geçirilen on üç yıllık Mekke döneminde, Müslümanların silahlanmasına izin vermemiş, bu dönem çok büyük/bazen dayanılmaz ölçülere varan bir sabırla tamamlanmıştır. Yalnız, Mekke döneminde çok bunalan Müslümanlar için bir rahatlama sağlayan hicrete (göçe) izin verilmiş ve Müslümanlar iki defa Habeşistan’a göç ederek, dînlerini burada yaşamaya devam etmişlerdir. En sonunda da toptan Medîne’ye hicret (göç) edilmesi, hicretin zulüm altındaki Müslümanlar için önemli bir enstrüman/alternatif olduğunu göstermektedir. Suûdi Arabistanlı olan Abdülhamid Ebû Süleyman’ın 1973’de Pennsylvania Üniversitesi’nde tamamlanan doktora çalışması, 1973 yılında yine Pennsylvania’da basılmıştır. Fakat bu çalışmanın İslâm dünyasında etkili olamamasının sebebi, 1967’de (Mısır’ın Sinâ yarımadasındaki bütün topraklarının ve Gazze), Kudüs ve Filistin’in İsrail işgali altına düşmesinden sonra, Filistin Kurtuluş

84

Page 85: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Örgütü’nün silahlı mücadeleye girişmesi ve bu mücadelenin bundan sonraki kırk beş yıl boyunca İslam alemince mecburen desteklenmesi sebebiyle, “İslâm’a göre güçler dengesi” konusunun hiç gündeme getirilememesidir. Kitabın basıldığı 1973 yılının Ekimayında, altı gün süren Arap-İsrail savaşında Mısır’ın bazı kuvvetlerinin (ve esas olarak yerel İslamcı savaşçıların) Süveyş kanalının karşı tarafına geçip, İsrail altındaki bazı toprakları kurtarmaları, fakat daha fazla da bir başarı kazanamamaları, bunun üzerinede Suud Kralı Faysal’ın girişimiyle Batı ülkelerine karşı başlatılan petrol ambargosunun aylarca sürmesi sonucu, canları yanan Batı ülkelerinin İsrâil’i iknâ etmeleriyle, İsrâil’in Sînâ yarımadasından çekilmesi (gibi olumlu bir sonucun alımış olması) de, İslâm dünyasının (âlim ve düşünürlerinin) “İslâm’a göre güç dengesi”ni düşünme ve konuşmalarının ertelenmesine yolaçmıştır. Bu ertelemede elbette, Patâni, Môrô, Keşmir gibi bölgelerde ezilen Müslümanların silahlanmaları vezengin Müslüman ülkelerin bu örgütlere para yardımı yapmaları, işin teorik boyutunun konuşulmaması / konuşulamamasının devamına da yol açmıştır. Çünkü işinteorik boyutunun konuşulması, konuşan kişilerin “hâin”, “korkak” “Batı’nın uşağı”, “Batı’nın gücü karşısında büyülenmiş, takvâ yoksunu” olarak yaftalanmalarına yol açacaktı. Ardından 1979 Aralık ayında Afganistan’ın işgali, artık bu konunun konuşulmasını tamamen gündemden kaldıracaktır. Artık Abdülhamid Ebû Süleyman’ın görüşleri hiç okunmamakta, Afganistan dağlarında bir-kaç mücâhidin koskoca bir Rus tank birliğini nasıl imhâ ettiği ve benzeri olaylar anlatılmakta/yazılmaktadır. Afganistan cihadının epey uzun sürmesi ve mücâdele komünizme karşı yapıldığından ABD’nin elli eyaletinin tamamında Afganistan mücâhidlerine yardım toplanması için izin verilmesi, daha sonra da, ABD’den sağlanan Stinger

85

Page 86: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

füzeleriyle Sovyet (Rus) birliklerinin yavaş yavaş geri çekilmelerinin sağlanması, bu cihâda Abdullah Azzâm (Rahmetullâhi Aleyh) gibi (yahut Türkiye’den Maverâ dergisi gibi, İslâm dünyasındaki pek çok karizmatik isim ve kurumun da destek olması, “kâfirlerle savaşta güç dengesine dikkat edilmesi” konusunun gündemden tamamen kaldırılmasının da sebeplerindendir. Afganistan olayının birinci perdesi kapanırken bu defa Bosna savaşının başlaması, yine dünyanın her yerindeki Müslümanların gerek gönüllü savaşçı mücahid göndererek, gerekse düzenlenen toplantılarla gönüllü bağışlar toplamaları; bunun ardından Makedonya Arnavutları’nın haksızlıklara karşısilahlı isyan başlatmaları ve istedikleri haklarının çoğunu elde etmeleri; ardından Kosova’da da benzer birsilahlı mücadele sonucu bağımsızlığın kazanılması..Bu kırk yıllık (1973-2013) dönemde, 2001 yılı sonunda, ABD’nin öncülüğündeki Batılı koalisyonun Afganistan işgali ve bu istîlâya karşı tekrar başlayan cihad, 2003 yılında ABD-İngiliz güçlerinin önderliğinde Irak’ın işgali ve bu işgale karşı başlatılan mücadele;Keşmir’de Hindistan hükümetinin Keşmir’in bağımsızlığıkonusunda değişmeyen tavrı ve milliyetçi politikası yüzünden ağırlaşan şartların silahlı mücadele yanlısı grupları yeniden popüler hale getirmesi; Patani’de Tayland hükümetinin 2012’den itibaren anlaşma masasınaoturmasına rağmen henüz bir sonuç alınamamış olması; Çeçenistan’daki, Dağıstan’daki (ve bazen bütün Kafkasya’ya yayılan ve) artık başlayalı neredeyse çeyrek yüzyıl olacak olan Ruslara ve işbirlikçi hükümetlere karşı savaş ve çatışmalar; Doğu Türkistan’da, altmış yıldır, silahsız Müslüman halka Çin yönetiminin orantısız güç kullanması, hapishaneleri Uygur Müslümanları ile doldurması..Bütünbunlar, Abdülhamid Ebû Süleyman’ın kitabının okunmamasının, okunsa da, onun çalışmasındaki faydalı

86

Page 87: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

fikirlerin gündeme getirilememesinin sebepleri olmuştur. Burada hem İslâmî realpolitik açısından, hem de İslâmî uluslar arası ilişkiler bilimini tedvîn açısından, hemde “Müslümanlarla, Müslüman olmayan yönetimler arasındaki ilişkiler” yönünden şu soru da sorulmalıdır: Müslüman toplulukların mutlaka bağımsız bir devlet kurmaları şart mıdır? Bir örnek olarak üzerinde çalışabilceğimiz bir konu Kanada Müslümanlarıdır. Günümüzde Kanada hükümeti bu ülkedekiMüslümanların akıllı çalışmaları sonucu, Müslümanlarınkendi aralarındaki problemleri şeriatın kurallarına göre çözmelerine izin vermiştir. Halbuki Müslümanlar otuz milyonu geçen Kanada nüfusu içinde ancak altı yüzbin kişilik bir toplum oluşturmaktadırlar. Benzer hakları İngiltere hükümeti de birkaç yıldan beri Müslüman toplumlara vermek için ciddî çalışmalar yapmaktadır. Hatta İngiltere’nin bazı bölgelerinde yerel idarelerin katkılarıyla bu yönde hayli ileri çalışmalar ve uygulamalar yapılmaktadır. Hindistan Müslümanları da herhalde Hasan en-Nedvî’nin kararlı çalışmaları sonucu, İslâm hukuku ile ilgili isteklerini elde etmişlerdir. Yunanistan’daki Doğu Trakya Müslümanları, Sancak’taki Boşnak Müslümanları ve Tataristan Müslümanları da dîni ve düşünsel özgürlüklerini koruyabilmektedirler. Bu üç ülkede de, Müslümanlar sıkıntılarla karşılaşsalar da, İslâmî yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsız olduğu halde, Doğu Trakya Müslümanları KKTC Müslümanlarından daha şuurlu bir İslâmî kimliğe sahiptirler. Belki aynı şeyi Sancak Müslümanları için de düşünebilir ve şöyle bir cümle kurabiliriz: Sırbıstan’a bağlı Sancak’daki Boşnak Müslümanlar, bağımsız olan Bosna-Hersek’deki Boşnak Müslümanlarından daha şuurlu bir İslâmî kimliğe sahiptirler. Aynı kıyaslamayı Rusya Federasyonu

87

Page 88: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

altında ve işgal altında olan Çeçenistan, Dağıstan ve Tataristan Müslümanları için de yapabiliriz. Tataristan Müslümanları bağımsızlık mücadelesi yapmadıkları, cihad etmedikleri halde, yirmi yıldır cihad eden Çeçenistan, Dağıstan Müslümanlarından daha şuurlu bir İslâmî kimliğe sahip olabilirler. Dünyanın her hangi bir yerindeki bağımsız bir İslâm devletinin vatandaşı olan Müslümanlar, işgal altındaki veya kâfirülkelerinde yaşayan Müslümanlardan daha fazla İslâmî şuura sahip olamayabilmektedirler. Elbette “o zaman hepimiz Batılıların/kâfirlerin mandası olalım ki daha iyi bir İslâmî yaşamımız olsun” gibi bir sonuca gidemeyiz, fakat dünya Müslümanlarının gücünü, takva seviyelerini ve İslâm’ı yaşayış oranlarını da sürekli takip etmemiz gerekmektedir. Bağımsızlık isteği, sonuçta yüzbinlerce Müslümanın canının yok olmasına, ırzların çiğnenmesine sebep olacaksa (ve yine de bağımsızlık elde edilemeyecekse), o zaman daha değişikşeyleri düşünmek günah mıdır? i.y.) AYAKLARININ TIKIRTISINI DUYURMADAN YÜRÜMEK “[Ey Mü’minler! Siz biri birinize sıkışa sıkışa (yaklaşarak) düşmanınız olan kâfirlerle karşı karşıya geldiğinizde, arkanızı dönerek firâr etmeyin. Eğer savaş gününde bir kimse kâfirlerden yüz çevirir ve arkasını döner kaçarsa, Allah’tan inecek gazap ve azabıyla döner ve onun makamı cehennemdir ve ne kadar çirkindir onun varacak yeri olan cehennem. Ancak bundan daha önemli ve gerekli bir (düşman) grubuyla savaşmak için veyahut karşısındaki düşman birliğine hîle olmak veyahut başka bir İslâm birliğine katılmak ve onları güçlendirmek için, savaştan dönerse, onun bir zararı yoktur.] Âyetteki “zahfen” kelimesi “yavaş yavaş düşmana sezdirmeksizin yürümek” mânâsınadır. Buna göre “zahfen” mü’minlerin sıfatıdır. Ve âyetin mânâsı (o zaman) şöyledir: [Ey Mü’minler! Düşmanınıza

88

Page 89: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

karşı az az ve usul usul yürüyerek (varıp da) onlarla karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönüp de kaçmayın. Çünkü sizin onlardan firârınız, yenilginize sebep olacağından, muharebeden maksat olanîlây-ı kelimetullâh (Allah’ın kelimesini (Kurân’ını, dînini) yüceltme) hedefi kaybolacağı gibi, İslâm’ın heybetinin de kırılmasına sebep olacaktır. Ayrıca, düşmandan harp zamanında firâr eden kimse, Allah’ın gazabıyla karşı karşıya gelir ve makamı da cehennem olur.] Şu mânâya göre âyet: “askerlerin, eğitimli olup, savaşmanın kurallarını bilen kimseler olmaları gerektiği”ne işaret etmektedir(orijinali: askerin muallem (ta‘limli) olup, usûl-ü harbe vâkıf olmaları lâzım olduğuna delâlet eder). Çünkü, görünmemek veayaklarının tıkırtısını duyurmamak için gizli yürümek, yerine ve zamanına göre harbin gereklerindendir. Bugün de askerî eğitimde bu gibi kurallar vardır (orijinali: Elyevm ta‘lîm-i askerîde bu misilli kâideler cârîdir). O nedenle bu âyet, askerî eğitimin gereğine işaret eden apaçık âyetlerdenbirisidir (orijinali: bu âyet, ta‘lîm-i askeriyenin lüzûmuna delâlet eden âyât-ı beyyinâttan birisidir)

Yahut “zahfen” “çokluk sebebiyle biri birine sıkışkın oldukları halde yürümek” mânâsınadır. Buna göre “zahfen” kâfirlerin hâli ve sıfatlarıdır ve (o zaman âyetin) mânâ(sı) şöyledir: [Ey Müslümanlar! Kâfirler çokluklarından ötürü biri birine sımsıkı oldukları halde, size karşı geldiklerini gördüğünüzde onlara karşı arkanızı dönüp firâr etmeyin ki, hezîmete uğramayasınız.] Bu âyet, savaş zamanında düşmanda firâr etmenin haram olduğuna kanıttır. Ancak iki sebepten ötürü firâr ederse, zararı yoktur. Birincisi,karşıdaki düşmandan daha önemli bir düşmanla savaşmak üzere başka bir bölgeye gitmek veyahut karşıdaki düşmana hîle yapmak üzere geri dönmek (geçici olarak

89

Page 90: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

geri çekilmek). Şu halde âyet, savaşta hîle yapılmasında bir sakınca olmadığına kanıttır. Müfessirlerin çoğu bu âyeti “düşmanı aldatmak ve Müslümanların kendilerini zayıf göstererek düşmandan kaçıp, düşmanı bu şekilde kendi üzerine doğru çektikten sonra ânîden hücûm edip düşmanı perîşan etmek” şeklinde açıklamışlardır. Âyet bu şekliyle, hîle yapmayı Müslümanlara öğretiyor (ayn-ı hud‘ayı ehl-i îmâna ta‘lîm buyuruyor). Firârın yapılabileceği ikinci durum ise, tehlikeyle karşı karşıya kalan diğerbir İslâmî birliğe yardım için, düşmanla savaşmayı bırakıp, öbür tarafa gitmektir. Savaşta İslâmî grupların/birliklerin biri birlerine yardım etmelerinin gerekliliğine bu âyet yeterli kanıttır. NEZAMAN FİRÂR EDEBİLİR SAVAŞ MEYDANINDAN. “Bu âyetin (Enfâl:16) hükmü mutlaktır; yani düşman az olsun veya çok olsun, İslâm askerinden kat be kat fazla da olsa, düşmandan kaçmak haramdır. Fakat bu (Enfâl) sûre(si)nin sonunda ki bir âyetle, düşmanın sayısı, Müslümanların sayısının iki katından fazla olursa, firâra müsâade edilmiştir.” (V/1862-1864)

ZAMANIN İCABINA GÖRE DÜŞMANA MUAMELE

Mehmed Vehbi Efendi, “Evliyây-ı umûra (yöneticilere) bu âyette (Bakara 190) ders vardır” diyerek şu cümleleri yazar: “Hâzin ve Medârik’in açıklamalarına göre, kıtâl (sıcak savaş) hakkında evvelce inen âyet budur. Zira İslam’ın Mekke döneminde,(İslâm’ın ilk 13 yılı), Cenâb-ı Hak müşriklerle savaşa müsaâde etmemişti. Zira, ehl-i İslam, müşriklere nispetle zayıf olduklarından, o (öyle bir) zamanda mukâtele (savaş) felâketten başka bir şey değildi. Rasûlullah’ın Medine’ye hicreti ve İslam’ın bir miktarşevketi üzerine Cenâb-ı Hak, müşriklerden ehl-i

90

Page 91: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

İslam’la mukatele edenlerle, mukâtele edilmesini emretti ve bu emirden sonra Hz. Peygamber de harp içinhazırlıklara başlamış ve gerektiğinde de savaşmıştır. Çünkü bu âyette, Müslümanlarla savaşa hazırlanmış ve fırsat bulunca da hücum edenlerle savaşmaya izin verilmiştir (orijinali: ehl-i İslamla mukâteleye hazırlanmış ve fırsat buldukça mukâteleye nasb-ı nefsetmiş olanlarla mukâtele, meşrû kılınmıştır). Şu kadar ki, “harbe iktidârı olmayan (savaşmaya gücü olmayan) kadınlara, sabîlere (çocuklara) ve ma‘lulleretecâvüz etmeyin (saldırmayın)” buyrulmuştur. Zira emr-i ilâhî hilâfında (Allah’ın emrine karşı) hareket etmek zulümdür. Ve zulmedenleri ise Allah Teâla sevmez.

Bu ayette evliyây-ı umûr (yöneticiler) için iyi bir ders vardır. Zira, Allah Teâla ehl-i İslam’ın azlığınıve mühimmâtın noksanlığını göz önüne alarak mukâtele edenlerle ve mukâtele etmeyenlere tecâvüz etmemeyi emretmiştir. Eğer ehl-i İslam’ın zaafı zamanında mukâteleyi emretmiş olsaydı, İslam’ın â‘dây-ı dîn (dindüşmanları) ile muharebeye tahammülü olmadığından, inkırâzına bâdî (çöküşüne sebep) olurdu. Şu halde İslam’ın iş başında bulunan zevatı (yöneticiler) için bu esaslara dikkat etmek ve daima düşmanla ehl-iİslam’ın kuvvetini mukayese edip ve mukâbele-i bil-misle sa‘y eylemek (benzeri ile karşı koymaya çalışmak) ve îcâb-ı zamana göre muamele yapmak umûru mühimmeden (önemli işlerden) olduğuna âyet işaret eder. Gerçi ehl-i İslam’ın savaşması din-i ilâhîyi yüceltmek için olduğundan, Cenâb-ı Hak yardım ederse de, mü’minlerin maddî sebepleri hazırlaması lazımdır. Çünkü Allah’ın kânûnu: kullar maddî sebeplere sarılırlarsa, ellerinden geleni yaparlarsa, Allah’ın gerekli ortamı oluşturarak, yaratılacak şeyleri yaratmasıdır. (orijinali: “Zira âdât-ı ilâhiye (ilâhî

91

Page 92: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kanunlar); esbâb-ı maddiyyeye tevessülle beraber, müsebbebâtı, halk etmektir (yaratmaktır)”.” (I/328)

Kur’ân’ı Kerîm hacca giderken bile yanına yeterli yiyecek almadan yola çıkılmamasını emrederken, düşmanla savaş için az bir silah ve mühimmatla ve hazırlıksız olarak muharebeye girişmek (ve sonunda ağır kayıplara uğramak) Müslümanlara yakışan bir tavır/durum olmasa gerektir. M. Vehbi Efendi hacla ilgili konuyu da şöyle nakleder: “(Müfessirler) Kâdî ve Hâzinîn açıklamalarına göre bu ayet (Bakara 197) Yemen ahâlîsinden fakir oldukları halde azıksız ve bineksiz hac eden bir cemaat hakkındanazil olmuştur. Çünkü onlar parasız yola çıkarlar ve “Biz Rabbimize mütevekkiliz (güvenmiş kimseleriz). Rabbimizin beytini (Kâbe’yi) ziyeret edeceğiz de bize rızkımızı vermez mi?” derler ve Mekke’ye kadar gelirlerdi. Fakat açlık onları zelil kılar, dilenciliğe başlarlar ve halkı taciz ederler ve bununla da yetinmeyerek hırsızlığa kadar cüret ederlerdi. İşte onların bu gibi hareketleri üzerine buayetin indiği nakledilir. Onların, bir ibadet yapalım derken bin kabahati birden işlemeleri üzerine Cenâb-ı Hak, hacılar için azık tedâriki lazım ve azıksız yola çıkmanın hata olduğunu..açıklamıştır.” (I/342)

(Mehmed Vehbi Efendi’nin belirttiği gibi, biz de, yirminci asırda ve zamanımızda bağımsızlık ve özgürlükisteğiyle yola çıkan pek çok (küçük ve hazırlıksız) silahlı hareketlerin, bir süre sonra eşkıyalığa/haydutluğa başladığını gördük ve biliyoruz.i.y.)

“Allah Teâla, (başlangıçta) Müslümanların zayıflığından ötürü Bakara 190’da (ancak) savaşanlara karşılık vermeyi emretmişti. Bu âyette (191) ise,

92

Page 93: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Müslümanların gücü arttığından savaşan ve savaşmayan bütün müşriklerle savaşı emretmiştir (mukâtele eden veetmeyen bilumûm müşriklerle mukâteleyi emretmiştir). Çünkü iklîm-i Hicaz’dan şirkin tamamen kaldırılması zamanı gelmiş ve Müslümanların durumu buna müsâit olmuştu. İşte bunun sonucu, Hz. Peygamber Mekke’den veMedine’den müşrikleri tardetmiş (kovalamış) ve “Cezîretü-l Arab’ta (Arap yarımadasında) iki dinin cemolmayacağını” (hem İslam’ın hem de başka bir dinin birarada bulunamayacağını) beyan buyurmuş olup, Hz. Ömer zamanında (da) beyan-ı Rasululah’ın (Hz. Peygamber’in açıklamasının/bu hadisinin) eseri ortaya çıkmış ve Arap Yarımadası’nda müşriklerin kökü kesilmiştir. (I/329)

“SABIRSIZ OLMA” (“DON’T BE IMPATIENT”). “Sen Rabbi’nin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yûnus aleyhisselâm) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbi’ne niyaz etmişti.”(Kalem sûresi, âyet: 48) “[Onlar inkârlarına devam ettikçe ey Peygamberim! Sen Rabbi’n Teâlâ’nın onlara mühlet vermesine (süreyi uzatmasına) ve sana yardımını geciktirmesine sabret. Acele etmekte Yûnus (aleyhiselâm) gibi olma. Sakın senin hâlin, balığın sahibi olan Yûnus’un, (inkârcılara) öfkeyle dolu olduğu halde yalvardığı vakitteki hâli gibi olmasın.] Yani ey Peygamber! Sen ilâhî emirleri söyledikçe, inkârcıların inatla ısrar edişlerine üzülme, Rabbi’n Teâlâ’nın hükmüne sabret ve(onlar hakkında ceza istemekde) acele etme. Onlara istidrâc olarak verilen nimetlere ve sana yardımın gecikmesinden hüzünlenme. Kendi toplumuna (inkârda ısrarlarından ötürü) azabın alelacele gelmesini isteyen Yûnus gibi olma. Sen de acele etme ki, Yûnus’un müptelâ olduğu hüzünle müptelâ olmayasın. Zira öfkenin sonucu pişmanlık ve acelenin sonucu

93

Page 94: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(oluşacak bir) kınanmadır; halbuki sabrın sonu selâmettir. (XV/6096)

ZEKÂT GELİRLERİNDEN BİR PAY SAVUNMAYA VE DIŞ POLİTİKANIN (SOFT POWER GİBİ) BAZI KALEMLERİNE “Zekâtın verilebileceği dördüncü grup (kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen) müellefe-i kulûbtur. Müellefe-i kulûb, Hz. Peygamber döneminde dört sınıftır. Birincisi: Müslüman olmuş ve fakat henüz îmânı gönüllerine iyice yerleşmemiş Müslümanlardır. İkincisi, kâfirlerin bazı reisleridir. Üçüncüsü, henüzMüslüman olmamış, fakat Müslüman olmak ümidi olan kâfirlerdir. Dördüncüsü, Müslüman olmadığı gibi, Müslüman olmak ümîdi de yok ve fakat kötülüklerinden korkulan kâfirlerdir. Bu dört sınıfın kalplerini (İslâm’a karşı) yumuşatmak için, zekâtın bir miktarı bunlara verilebilir..Zekâtın verileceği yedinci sınıf ise, Müslüman askerlerin teçhîzi, onlara silah alınması içindir. Çünkü askerleri teçhîz etmek, onlarasavaş âlet ve gereçlerini almak, dînimizin önem verdiği işlerdendir (orijinali: Zirâ asâkîri techîz veesbâb ve âlâtı hazırlamak, mühimmât-ı dîniyemizdendir).” (V/2042, Tevbe sûresi, 60. âyetin tefsîri)

ASKERLERİN TEÇHÎZÂTINA MÂLÎ YARDIM YAPMAK ISLAMIC DEFENCE POLICY: CHARITY FOR DEFENCE) “Eğer Allah’a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi(n geçmiş günahlarınızı da bu iyiliğiniz yüzünden) bağışlar. Allah çok mükâfât verendir, ama cezalandırmada acele etmeyendir.” (Tegâbun sûresi, âyet17) “Karz-ı hasen”:mü’minlerin bir birine, ihtiyaçlarını gidermek için, karşılığında bir yarar gözetmeksizin, verdikleri paraya denilir ki, böyle bir yardımı Allah “kendisine

94

Page 95: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

verilmiş bir ödünç” kabul etmiştir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığından, kullarının Cenâb-ı Hakk’a ödünç para vermesi de düşünülemeyeceğinden, bu gibi âyetlerde ve Hz. Peygamber’in sözlerinde geçen “Allah Teâlâ’ya ödünç vermek”le kasıt, Allah yolunda yapılan hayırlar, sarf edilen paralar ve Allah rızâsı için muhtaç olanlara ve İslâm askerlerinin teçhîzâtınave İslâm dîninin kuvvet ve galibiyetine ve savaş âletleri gibi kamu yararına olan şeylerden, yalnız Allah Teâlâ’nın yoluna sarf edilen mallara/servete/ paraya “karz-ı hasen” denilmiştir. Bu gibi sadakalardan Allah rızâsı için sarf olunan servetin sevâbını kat kat fazla vereceğini ve bu vesîleyle bu hayrı yapan kimsenin günahını bağışlayacağını da, Cenâb-ı Hak bu âyette böylece açıklamıştır.” (XIV/5958)

ARZ-I MUKADDES’E İBÂDETLE HÂKİM OLUNUR, SÖYLEMLE DEĞİL “Mûsâ peygamber toplumuna nasîhat yoluyla dedi ki: “Eytoplumum! Peygamberlerin makamı olan Arz-ı Mukaddes’e savaşarak girin ve Arz-ı Mukaddes’e egemen olan zâlimlerden korkmayın. Çünkü Allah Teâlâ, Arz-ı Mukaddes’e yerleşmenizi size yazdı…” Arz-ı Mukaddes’lekasıt, Taberî’de açıklandığı üzere Şam bölgesi (Suriye), Filistin, Kudüs, Ürdün, Erîha ve Tûr’un etrafıdır. İsrâil Oğulları’na Arz-ı Mukaddes’i Cenâb-ıHakk’ın yazmasıyla kasıt da, onlara hîbe edip, onlar isyan edinceye kadar, onlara nimetini devam ettirmesidir. O nedenle, onlar isyan edip bunda da direndiklerinden, Arz-ı Mukaddes’den ve oranın nimetinden onları mahrum etmiştir. Çünkü, Arz-ı Mukaddes’e onların yerleşmesinin yazılması, ibâdet ve itaat şartıyla idi. Onlar ise (Allah’a) itaattan çıkınca, orada kalamadılar.” (III/1190, Mâide: 21) (Realpolitik olarak bunun ifadesi ise: Arz-ı

95

Page 96: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Mukaddes’e (Kudüs ve çevresine) ibâdetle ve Allah’ın emirlerine uyularak sahip olunur. i.y.)

AZINLIKLARIN ZULÜM ALTINDA DÎNLERİNİ KORUMALARI (OPPRESSED MUSLIM NATIONS UNDER CRUEL GOVERNMENTS). “Bu âyetlerde (Yûnus: 83-87) insanın korku ve endîşe zamanlarında Cenâb-ı Hakk’a sığınmak ve musîbetleri de duâ yalvarış/yakarış ile karşılamak gerektiğini ve duâ edecek kimsenin de, duâdan evvel Cenâb-ı Hakk’a tevekkül etmesi(Allah’a güvenip dayanması)ne işâret vardır. Çünkü Hz. Mûsâ Müslümanlara evvelâ tevekkülü tavsiye ve emrettikten sonra, mü’minler de önce tevekkül edip sonra da duâ veibâdete yönelmişlerdir. Çünkü tevekkül, duânın kabûlüne vesîledir: “Firavun ve (onun yönetiminin ve) ileri gelenlerinin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştüklerinden, bir grup gençten başkakimse Mûsâ’ya îmân etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululanan (bir diktatör) ve haddi aşanlardanidi. Mûsâ dedi ki: Ey toplumum! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslîm olduysanız, sadece O’na güvenip dayanın. Onlar da dediler ki: Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi, o zalimler topluluğuna bir fitne (konusu) yapma! Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar! Biz de Mûsâ ve kardeşine, “Toplumunuz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Mûsâ! Sana uyan) mü’minleri (zaferle) müjdele!” diye vahyettik.” (Yûnus: 83-87)

“MİNÂRE İSTERİZ” DİYE DİRETİLMEZ, KÂFİR DİYÂRINDA, EVDE DE İBÂDET YAPILIR “Fahr-i Râzî ve Hâzin’in açıklamalarına göre, İsrâil Oğulları Firavun’un korkusundan: “Biz açıkta namaz

96

Page 97: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kılamayız. Çünkü Firavun görür ve duyarsa bizi engeller ve dînimizden bizi döndürür” demeleri üzerineCenâb-ı Hak vahyetmiş ve buyurmuştur ki “halkın namaz kılması için Mısır’da evler edinin ve evlerin mihrapları kıble tarafına doğru olsun”. Mûsâ Aleyhisselâm’ın şerîatında kıble Beyt-i Mukaddes ise de, “evlerinizi kıble yapın” ile kasıt, kıble yönüne işâret koyun demektir. Yahut Hâzîn Tefsîri’nde açıklandığı gibi, “(bu) evlerle” kasıt, İsrâil Oğulları için yapılacak evlerdir. Buna göre kıbleyle kasıt, evlerin biri birine karşılıklı yapılmasıdır. Yani “evlerinizi bir birine karşılıklı yapın ki, biri birlerinize yardım edesiniz” demektir. Şu halde inananlar için gerekli olan şey, kardeşlerin veya kabîlenin evleri gibi, evleri bir yerde yapmak ve bir birlerinin durumlarını bilmek, îcâbında yardım etmek ve evleri biribiri ile aynı hizâda ve karşı karşıya olarak binâ etmek lazımdır..Mescid yapılması için Mûsâ’ya bu emrin verilmesinin sebebi ise, İsrâil Oğulları’nın Mûsâ’nın peygamber olarak gönderilmesinden evvel, (yalnızca) ma‘bedlerde ibadetetmeleridir. Mûsâ, peygamber olarak gönderilip de Firavun’a tebliğ için gidince, Firavun emriyle İsrâil Oğulları’nın ma‘bedlerinin yıkılması üzerine, herkes kendi evlerinde birer mescid (yeri) ayırıp birer de mihrap koyarak, gizlice ibadet etmeleriyle emrolunmuşlardır. Şu halde bu âyette “kıble” ile kasıt, evlerindeki mescidleridir.”(VI/2250-2252)

(Avrupa ülkelerindeki Müslümanların, “minâre inşa edeceğiz” isteğiyle, yerel belediyelerle, bazen de eyalet yetkilileri ile anlaşmazlığa düşmeleri, konununbasına yansıması üzerine de, oralardaki Hıristiyan halkın (bir kısmının papazların da teşvikiyle) “minâreye hayır” kampanyaları açmaları, lüzumsuz yere sebep olunan olaylardır ve gereksiz yere Müslümanların

97

Page 98: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

aleyhine Avrupa’da tansiyonun yükseltilmesine neden olmaktadır. İslâm yurdu olmayan yerlerde, minâreye de gerek yoktur, kâfirlerin aşırılarının tepkilerini çekecek derecede büyük câmiler yapmaya da gerek yoktur. O topraklarda câminin büyük olması mı önemlidir, yoksa oranın yerli halkından insanların Müslüman olması mı? Önemli olan o ülkenin asıl vatandaşlarından her yıl kaç kişi Müslüman olmaktadır?Elli yıldır Müslümanlar yoğun olarak Avrupa’da çalıştıkları halde, Avrupalı halklarda dikkat çekici oranda bir İslamlaşma olmamıştır. Hatta bu ülkelerin (yerli) halklarının yüzde biri bile Müslüman olmamıştır diyebiliriz. Yani, Almanya’daki Almanların yüzde biri Müslüman olmuş mudur? buradaki Türklerin veya başka milletlerden oraya yerleşen Müslümanların tebliğleriyle? sorusunu sormak acaba ayıp mı olacaktır? Minâre bir kişiyi (bile) Müslüman yapmaz. Yapsa idi, Türkiye’de dîne karşı hiç kimsenin olmaması gerekirdi.Çünkü dünyadaki en güzel minâreler Türkiye’dedir ve her halde dünyada en çok minâre de Türkiye’de vardır. Hz. Peygamber’in Mekke’de kubbeli ve minareli bir câmisi yoktu ama 13 yıl sonunda Mekke’nin yüzde beşinden fazlası Müslüman olmuş ve hicret bu Müslümanlarla gerçekleşmişti. Mekke’deki o yoğun baskıdöneminde Hz. Peygamber Müslümanlarla yokuştaki Erkam’ın evinde arasıra toplanırdı. Önemli olan Müslümanların samîmiyeti ve ibâdetlerinin çokluğudur; câminin büyüklüğü, cemâatin caddelere taşması ve minâre değildir. Mekke’deki Müslümanlar, gecelerini televizyon seyrederek, maça bakarak, halı sahaya giderek değil, saatlerce ibâdetle, namaz ve tesbîh ilegeçirdiklerinden Allah onlara yardım etmiş; İslâm minâreden gelen sesle değil, onların İslâmı içten/gösterişten uzak olarak yaşamaları ile yayılmıştır. Türkiye’de de, her sabah yüzbinden fazla

98

Page 99: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

câmide sabah ezanı haporlörlerle okunduğu halde, mahallelerde, köylerde sabah namazını gün doğmadan kalanların oranı yüzde kaçtır? Bu sorular dünyanın heryerindeki ve her Müslüman tarafından sorulmalı, gerçekhastalığın ne olduğu korkulmadan tesbit edilip, söylenmelidir. i.y.)

MİNÂRE VE KUBBELİ CÂMİ YAPARAK AVRUPA’DA, FANATİK OLMAYAN HRISTİYANI DA FANATİK YAPMAK(Türkiye basınında “Almanya’da Süleymaniye gibi Câmi” benzeri haberleri okuruz. Dâru’l-Harb olan memleketlerde, “izin aldık” diyerek, böyle büyük, azametli, haşmetli câmiler yapmak, İslâm dâvasına hizmet eder mi? diye sormak, acaba oralarda çalışma, dîn için büyük çalışma azmi içindeki Müslümanların bu çalışma azimlerini kırmak mıdır?, (arılar gibi çok çalışan bu Müslümanların) arı kovanına çomak sokmak mıdır? Meselâ yine şu soruyu sormak acaba ayıp mı olur? Yüzmilyonlarca Hıristiyanın bulunduğu Avrupa’da,böyle muazzam câmiler inşâ etmek, o ülkelerdeki Müslümanları, fanatik grupların ve papazların boy hedefi yapmıyor mu? Papazlar zaten her Pazar, kiliselerinde Avrupa’da artan İslâm tehlikesinden bahsetmiyorlar mı? “Fanatikler bizi alâkadar etmez, biz görkemli câmiler inşâsı ile bu Avrupalılara İslâm’ın büyüklüğünü göstereceğiz” demek, “İslâmî bir söylem” midir? İslâm’ın büyüklüğü, câminin büyüklüğü ile mi gösterilir? Hz. Peygamber’in Medîne’de yaptığı mescidin ne kadar basit bir yapı olduğunu ve İslâm’ın oradan bütün dünyaya yayıldığını hepimiz bilip dururken, üstelik hem Avrupa’da, hem dünyanın her yanında milyonlarca muhtaç Müslüman yardım beklerken, milyonlarca Müslüman öğrenci burs ararken, milyonlarcayuroyu bu görkemli binâlara harcamak, “Muhammedî bir davranış”mıdır? Bu kubbeli görkemli câmilerin yanından geçerken, bir Hıristiyan acaba ne hisseder?

99

Page 100: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Ve bir (tek) Hıristiyan değil, hergün oradan geçen binlerce Hıristiyanın duyguları acaba nedir? Acaba bu konu hiç, bu câmileri inşa için gece gündüz habire para toplayan ve gerçekten çok gayretli olan bu Müslüman kardeşlerimizin aklına gel(m)iyor mu? Bu görkemli câmiler, fanatik olmayan bir Hıristiyanın (zaten devam eden Müslümanlar aleyhindeki propagandalarla) daha da fanatik olmasına sebep olmaz mı? Olmuyor mu? Dînine bağlı birkaç Hıristiyan Avrupalının medyaya “Müslümanlar böyle câmiler yaparlarsa yapsınlar, burası özgür bir ülke” demesi bizim için yeterli olmalı mı? O toprakların sahibi olan ve çok değişik görüşlerdeki milyonlarca Hıristiyanın bu konularda kalbinden geçen, arkadaşlarıyla ve evlerinde konuşurlarken, acaba söyledikleri nelerdir? Bunları araştırmadan, “kâfir diyarında bu kubbelerin yükselişi”ni övünçle sevinçle anlatıp, bu tip haberlerden mest olmak, ama sonra da, Avrupa’nın filân şehrinde “dün gece bir mescid (daha) kundaklandı” veya “dün gece Türk âilesinin oturduğu eve saldırı” gibi haberlerle üzülmek. Tabi bir de şu vardır: Kendi ülkesinde ırkçılığın, miliyetçiliğin, fanatikliğin kökenlerini araştırmaktançekinenler, yabancı ülkelerdeki ırkçılığın, fanatikliğin kökenlerini cesaretle araştırmaya nasıl girişecekler ki? i.y.)

NÛH GİBİ SEN DE SABRET “Hz. Nûh’un kıssasını anlattıktan sonra, Cenâb-ı Hakk’ın Peygamber’ine sabretmeyi emretmesi, sabrın zafere, galibiyete ve sevince vesîle olacağına işârettir. Çünkü Nûh Aleyhisselâm çok sabretti ve sonunda düşmanların gâlip geldi, onların helâkı ve kendisinin (ve îmân edenlerin) kurtulmasıyla sevince erdi. Yani, “Peygamberim! Sen de Nûh gibi sabret ki,

100

Page 101: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

sonunda düşmanlarına galip gelerek sevinesin” demektir.” (VI/2356, Hûd sûresi, 49. âyetin tefsîri)

AZINLIK MÜSLÜMANLARIN BASKILARA SABRETMELERİ “Peygamberleri o zâlim kâfirlere dediler ki) Hem bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah’a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkülde sebât etsinler. İnkârcılar peygamberlerine dediler ki: “Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dînimize döneceksiniz! Rableri de mü’minlere: “zâlimleri mutlaka helâk edeceğiz!” diye vaad etti” (İbrâhîm:13)..”Şu halde biz Rabbimize niçin itimat etmeyelim ve sizi hak yoluna davetimizden ötürü, sizinbize eziyetlerinize elbette sabrederiz. Allah’a yemîn ederiz ki, bize eziyet ve zulmünüze sabrederiz ve bu sabrın da çeşitli nimetlerin üzerimize inmesinin anahtarı olduğuna inanırız ve sizin zulmünüzün kaldırılmasını da Alah’tan bekliyoruz” dediler.” (VII/2683)

ÖLDÜRÜLME, ORGAN KESİLME TEHLİKESİ OLURSA (Azınlıkteki ve ağır baskı altındaki Müslümanların dîndeğiştirmeleri istenirse, bu durumda bu Müslümanlar neyapacaklardır ? Azınlık Müslümanlar için esas ve gerçek tehlike burada başlamaktadır. Yani, meselâ bir ara Balkan ülkelerinde olduğu gibi, millî kimlikleriniinkâr edip, “Müslüman Yunan” “Müslüman Bulgar” olduklarını kabul ederlerse, bunu yapmalarında dîni açıdan bir sakınca yoktur. Eğer o kimlikle Müslüman olarak yaşamalarına müsâade ediliyorsa, o ülkede yaşamaya devam ederler. Başka bir ülkeye hicret etmelerine de lüzum yoktur. Yine herhangi bir ülkedekiMüslümanlara, kendi dillerinde eğitim yapma hakkı tanınmıyorsa, bu hakkın verilmesi için mücadele

101

Page 102: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ederler, ama ana dilde eğitim için silaha sarılmaları,o ülke yönetimine isyan etmeleri, İslâmi bir davranış değildir. “Dillerin ayrılığı, Kurân’ın Rûm sûresinde bildirilmiş doğal bir şeydir, dolayısıyla bir insan hakkıdır. Kurân’ın tanıdığı bu hakkı, hiçbir rejim ve hükümet bizden alamaz” ifadesi doğru bir ifadedir. Fakat bunun için kan dökmek, Kurânî bir eylem biçimi değildir. Böyle bir ülkedeki Müslümanlar, o ülkenin okullarında çocuklarını okuturlar, evlerinde de yine kendi dillerini konuşarak, ana dillerinin unutulmamasını sağlarlar. İstanbul’daki azınlıklar bunun en güzel örneğidir. İstanbul Rumları, İstanbul’un Fethi’nin üzerinden beş yüz elli sene geçtiği halde dillerini unutmamışlardır. Fakat özellikle Kafkasya kökenli Müslümanlar, Anadoluya geleli yüz-yüz elli yıl olduğu halde ve özellikle Türkiye’deki son kırk yıldaki hızlı şehirleşme sonucu herhalde evlerinde dillerini konuşmadıklarından, yeni nesil (ana)dillerini tamamen keybetmiş durumdırlar.

Böyle zulüm altındaki Müslümanlar için diğer bir hassas konu olan “erkek çocuklarının sünnet olması” meselesi” de böyledir. Zorba rejim (1980’lerin sonundaBulgaristan’da olduğu gibi) sünnete müsâade etmiyorsa buna itiraz edilir, mümkünse ulusal ve uluslar arası arenada bir mücadele yapılır. Fakat yine de başarılı olunamazsa “çocukların sünneti” için silaha sarılınmaz. Sonuçta “sünnet, sünnettir” farz değildir.Sabredilir, birkaç yıl, beş-on yıl geçmesi beklenilir belki farklı bir yönetim gelir de, müsaade eder Müslümanlara veya o ülkeden göç edilebiliyorsa göç edilir.

MÜSLÜMAN AZINLIKLARIN KIRMIZI ÇİZGİLERİ NELER OLMALIDIR? Burada, Çoğunluğu kâfir olan bir ülkede yaşayan Müslüman azınlıklar veya azınlık bir

102

Page 103: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

diktatörlüğün baskısı altında yaşayan Müslüman çoğunluk için, taviz verme yönünden çekilinebilecek engeri nokta neresidir? sorusu üzerinde de kafa yorulmalıdır. Buna yakın bir soru da şu olmalıdır: “Baskı hangi noktaya ulaşınca, Müslümanların canlarınıvermek de dâhil topyekûn mücâdeleye girişmeleri lazımdır.” Yönetim hopörlörle ezan okunmasını yasaklasa, bu durum herhalde, geri çekilinecek en son nokta değildir. “Ezan tamamen yasaklansa” veya o ülkede “camiler tamamen kapatılsa” Müslümanların tepkisi hangi boyutta olmalıdır? Dîni okullar, medreseler, dîni merkezler kapatılsa.. Herhalde Müslümanlar can, ırz ve mal güvenlikleri tehlikeye düşünceye kadar sabırlı davranmalıdırlar. Böyle zorba yönetimlere karşı Müslümanlar, Mûsâ Aleyhisselâm’a olan Allah’ın emrini hatırlarlar ve herkes evini(n birbölümünü) mescid haline döndürerek, ibadetlerini ve dîni eğitimlerini evlerinde sürdürürler. Elbette, bunun yanında uluslar arası kamuoyunda diğer Müslümanlar, bu zorba yönetimi Msülümanlara zulümden vazgeçirmek için canla başla çalışırlar. Meselâ, yeryüzündeki bütün Müslümanlar, o zalim ülkenin mallarına, ürünlerine boykot uygularlar. Fakat o ülkedeki ve o ülke dışındaki bütün bu faaliyetler sabırla sürdürülür ve Mekke’deki on üç yıl boyunca Müslümanların gösterdikleri sabır ve sivil direniş hatırlanır. İbadet çoğaltılır, televizyon seyretme gibi, müzük dinleme gibi, maç gibi insanı günaha sokanve mâlâyâ‘nî (boş işler)den uzaklaşılarak Allah’ın yardımı talep edilir. i.y.)

KÂFİRLERLE BİR ARADA HOŞÇA GEÇİNMEYE EVET, KALPTEN SEVGİYE HAYIR

“Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da

103

Page 104: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olsa- Allah’a ve Peygamberi’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah böyle(mü’minlerin)lerinin kalplerine îmânı yazmış ve katından bir rûh ile onları desteklemiştir.” (Mücâdelesûresi, 22. âyet) Mehmed Vehbi Efendi âyete şöyle meâl ve tefsîr verir: “[Ey Peygamber! Sen Allah’a ve âhiret gününe îmân eden mü’minleri, Allah’a ve Peygamberi’ne muhalefet eden kimselere sevgi besler bir toplum olarak bulamazsın. Hatta bu muhalefet edenler, mü’minlerin babaları veya oğlanları veya birâderleri yahut kendi kavim ve kabîleleri olsun, yine sevgi göstermezler. İşte Allah’ın düşmanlarına sevgi beslemeyen mü’minlerin kalplerine îmân yazıldı.]Yani; mü’min olan kişi, kâfire lâyıkıyla muhabbet etmez, o kâfir bu mü’minin babası, oğlu veya birâderi,yahut kendi kavim ve kabîlesi, akraba ve taallukâtı daolsa. Çünkü mü’minin kalbinde îmân yazılı ve sâbit olduğundan, kâfire sevgi beslemeye engeldir. Bu âyetteki sevgi/dostluk ile kasıt, onlara nasîhat ve iyiliklerini isteyerek, kalpten (gönülden) sevmektir. Yoksa onlarla bir arada yaşamak, ticârî ilişkilerde bulunmak ve gerektiğinde muâşerette (bir arada hoşça yaşama) bir sakınca yoktur. Haram olan sevgi, onları candan sevmek olduğundan, günümüzdeki ikili ilişkiler bu kapsamda değildir. Çünkü dünyevî işlerde insanların biri birlerine ihtiyaçları âşikâr olduğundan, insanların ihtiyaçlarını gidermeleri için, Müslüman Hıristiyan ayırmaksızın, dünya işlerinde biri birleriyle münasebetlerine, şerîat müsâade etmiştir. Ancak zamanımızda (1912-1914 Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yılları) görüldüğü gibi, bize zimmî gibi görünüp (Osmanlı’nın gayr-ı Müslim vatandaşları), gerçekte bizimle savaşan düşmana yardım edenlerle, bu tür ticâri ilişkileri de kesmek, alışveriş için onlara yanaşmamak, Müslümanların yararınadır. Çünkü

104

Page 105: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

içimizdeki bu vatandaşımız olan Hıristiyanlar, Müslümanlardan kazandıklarını, Müslümanlara atılan kurşuna para olarak verdikleri gün gibi meydanda olduğundan, şu zamanda onlarla ticârî iş yapmak haramdır da denilebilir.” (XIV/5832)

MEKKE’DEKİ DURUM “Kalbi îmân ile dopdolu olduğu halde (dînden dönmeye) zorlanan dışında, kim, îmân ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse, (ona Allah’ın gazabı vardır)..(Nahl sûresi, âyet 106). Mehmed Vehbi Efendi âyeti şöyle açıklar: “Yani bir kimse îmân edip Müslüman olduktan sonra Allah’ı inkâr ederse, Allah’ın gazabına hak kazanır, ancak şu kimse dışında ki onun kalbi îmânla dopdolu ve îmânında asla değişiklik olmadığı halde, kâfirler tarafından öldürülme ve diğer cezâ (tehdîdi) ile inkâra zorlanır da, canını kurtarmak için inkâr kelimelerini söylerse, o kimsenin mü’minliği devam etmektedir. Hâzin Tefsîri’nde belirtildiği gibi, inkârkelimelerini söylemesine müsâade edilen “tehdîd”in miktarında âlimler arasında görüş ayrılığı varsa da, doğrusu: öldürülme tehdîdi veya bir organının kesilmesi tehdîdi veya tahammül edilemeyecek kadar döğülme gibi şeylerle, tehdîdin gerçekleşeceğine dâir insanda kanaat oluşmasıdır. Böyle tehdîtlerde, canını kurtarmak için kendisine teklîf olunan inkâr kelimesini söyler. Buna şer‘î ruhsat vardır. İşte böyle bir tehdît olduğunda kalbi îmânla dopdolu olduğu halde inkâr kelimelerini söylerse, Allah tarafından affolunur. Eğer hiç konuşmaz, sabrederse sevâbını alır. Ama meselâ “domuz etini yiyeceksin” diye zorlanırsa, teklîfi kabul etmek vâciptir. Eğer sabreder, teklîfi kabul etmez, ölürse, vâcibi terkle canını tehlikeye attığından günahkâr olur.”(VII/2903)

105

Page 106: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“SEN ONLARA GÜZEL DAVRAN” “O kıyamet mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel davran.” Hıcr sûresi 85. âyeti ise M. Vehbi Efendi şöyle tefsîr eder: [“Kıyamet gelip, herkes davranışlarının cezâsını göreceği kesin olunca, ey Peygamberim! Sen onlardan yüz çevir ve sana karşı olankusurlarını güzel afla affet. Çünkü, Rabbin seni de onları da O yaratmıştır.”] Hallerinizi tamamen bilir ve senin intikâmını onlardan alır. Şu halde senin onlara yumuşaklıkla muâmele etmen lazımdır. Kâdî Beyzâvî ve Hâzin’in açıklamalarına göre âyetteki “safh-ı cemîl” düşmanın kusurunu yumuşaklıkla ve güzelmuâmele ederek affetmektir. Bu âyetin hükmünün kıtâl=savaşma âyeti ile kalktığı ile ilgili bir rivâyet varsa da, Hz. Peygamber güzel ahlâkın tamamlayıcısı olduğundan, insanları affetmenin Hz. Peygamber’e emredilmesinin hükmü neden kaldırılsın? Çünkü îcâbına göre yumuşaklıkla davranıp, intikâmda acele etmemek, ama başka bir zamanda savaş gerektiğinde de savaşmak, biri birine zıt olgular değildir. O nedenle âyetin hükmü, kıyamete kadar geçerlidir. Çünkü savaşmak başka, afla davranmak yine başkadır.” (VII/2771)

VAZGEÇ ARTIK, ONLARA ANLATMAKTAN (IN DIFFICULT TIMES) “Onlara (bu Mekke müşriklerine), kendilerini bu yanlışyoldan alıkoyacak, nice (ibret alınacak) önemli haberler gelmiştir ki, bunlar gâyesine ulaşan birer hikmettir (bilimsel gerçeklerdir). Fakat peygamberlerin uyarıları fayda vermiyor. Sen de onlardan yüz çevir.” (Kamer sûresi, 4, 5, 6. âyetler) “Sen onlardan yüz çevirmelisin. Çünkü, söz dinlemeyen kimselere, her zaman söz duyurmak zor olduğundan, onlardan yüz çevirmek, daha uygundur.”(XIV/5664)

106

Page 107: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

GÖÇMENLİK: PEYGAMBERLERİN YABANCISI OLMADIĞI KONU (PROPHETS AS THE PIONEERS OF IMMIGRATIONS AND NEW SETTLEMENTS) (Toplumunun putlarını kabul etmediği için İbrâhim peygamber düşünce suçlusu olarak Urfa’da ateşe atılıp da, ateşin onu yakmama mucizesi meydana geldikten sonra, Filistin’e gelip şimdi Halîl denilen yere yerleşip hayvancılığa başlamıştı. Daha sonra çocuğu İsmâil ve annesi Hacer’i yanına alarak onları Arabistan yarımadasına getirdi ve Mekke’de bırakarak Filistin’e geri döndü. Mehmed Vehbi Efendi olayı şöyleanlatıp tefsir ediyor: “Hacer’i ve İsmâil’i Mekke’de bırakırken İbrâhîm aleyhisselâm duâ ediyor ve duâsında yalnız Mekke’nin güvenli bir yer olmasını, kendisinin ve çocuklarının putlardan uzak bulunmalarını istemekle yetinmiyor, duâsına şunları da ilâve ediyordu: “Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bazısı olan İsmâil’i senin muhterem olanevinin (Ka‘be’nin) yanında bir dereye (bir kuru dere yatağında) yerleştirdim ki o derede ot ve ekin bitmez,onları sana emanet ettim. Ey Rabbimiz! Bu yerleştirmeden maksat, onların namazlarını kılıp, kulluk vazîfelerini yerine getirmeleridir. Yâ Rabbi! Sen insanlardan bazılarının kalplerini onlara yönelt ki, o insanlar isteyerek, arzularıyla buraya gelsinlerve bu kuru vâdîde kudretinle, çeşitli meyvalarla rızıklansınlar da sonra da şükretsinler. Çünkü bu nimetle şükretmeleri umulur.” diyerek Rabbi’ne niyazdabulundu...İbrâhîm, çocuğunu ve annesini başka bir yeregötürmeye ihtiyaç duyunca, bir şehre ve her şeyin bol olduğu bir yere götürebilirdi. Fakat Mekke vâdîsinin îmârı gerekiyordu ve oraya insanların iskânı gerekiyordu ki zamanı geldiğinde Hz. Peygamber Efendimiz orada doğacak ve peygamber olarak ortaya çıkacaktı. Ka‘be’yi tekrar bina etmek, İbrâhîm aleyhisselama nasîp olacağından, Allah’ın isteği,

107

Page 108: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

çocuğu ve annesini Mekke vâdîsine götürmesi şeklinde olmuştu. Hz. İbrâhîm’i, Nemrud gibi bir zalim ve gaddarın zulmünden ve ateşinden kurtaran Yüce Yaratıcı’nın kudretine güveni tam olduğundan, âilesinio ıssız vâdîye götürmek ve orada iskân etmekten endîşeetmedi..İbrâhîm’in Mekke halkının “meyvelerle rızıklandırılmalarıyla” ilgili duâsının kabulü eseri olarak, Mekke’ye her taraftan her çeşit meyve gelir. Hatta Mekke’de yaz, kış, güz ve bahar meyvelerini bir günde görmek mümkündür ve taze meyvanın arkası kesilmez.” (yüz yıl önce 1913’te de, o günkü ulaşım imkânlarına göre bile, yine her zaman her çeşit meyve bulunuyor demek ki Mekke’de, Mehmed Vehbi Efendi’nin ifâdesine göre)”(VII/2710-2713, İbrâhîm sûresi, 37. âyetin tefsîri)

(Göçmenlerin geldikleri ülkelere güç kattıkları, târihin her döneminde ve her yerde görülmüştür. Göçmenler yeni geldikleri yerde, orada tutunabilmek için mecbûren daha çok çalışırlar ve o ülkeye (veya kente) tükettiklerinden daha çok katma değer üretirler. Akıllı bir göçmen alma siyaseti, her ülkeye yararlıdır. ABD’ye göçmen olarak gelen Madeleine Albrigt da, Henry Kissinger de ABD DışişleriBakanı olarak, ABD’ye çok iyi hizmet etmişlerdir. i.y.)

YÜZ ÇEVİRMEK/ÇEVİREMEMEK, PUTÇULARDAN Konu hakkındaki, En‘âm sûresi 68. âyetin anlamı şöyledir: “Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol(yüz çevir, meclislerini/toplantılarını terk et)” Mehmed Vehbi Efendi âyete önce şöyle meâl verir, sonra da bir açıklama yapar: “[Peygamberim! Sen şu kimseleri gördüğünde onlardan yüz çevir ki, onlar bizim

108

Page 109: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

âyetlerimiz hakkında bâtıl (boş, yanlış, kasıtlı) sözebaşlarlar. Onlar bizim âyetlerimizin dışında başka birsöze dalıncaya kadar, onlarla oturma..] ..Müslümanların bu gibi zalimlerle sohbeti uygun değildir..Çünkü müşrikler, Mü’minlerle aynı yerde bulunduklarında, Hz. Peygamber’e ve Kurân’a fena sözler söyler ve (hemen) itiraz ederlerdi. (İşte bu nedenle) Cenâb-ı Hak, zalimlerle oturmaktan Müslümanları yasaklamıştır. O nedenle Kurân’a ve şerîatına lâf atan, kötü söz söyleyen zâlimlerle bir arada bulunmaktan, bulunmamak daha hayırlıdır. Allah’ın Elçisi’nin böyle bir şeyle karşılaştığında o yeri terk etmesi –terk etmesi sonucu, onlardan kötü bir davranış, saldırı görme ihtimali olsa bile- vâcipti (mutlaka gerekli idi). Ama ümmetten herhangi birinin onlardan yüz çevirmesinde böyle korku (fiilî zarar vermeleri endîşesi) varsa, yüz çevirmeyi ertelemek, olabilir..” (IV/1448-1449)

A SUSTAINABLE COLD-WAR IN ISLAMIC IR “Rabb’inden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. O’na ortak koşanlardan yüz çevir.” En‘âm sûresinin bu 106. âyetini Mehmed Vehbi Efendi şöyle meâl ve tefsîr eder: “[Ey Peygamber-i Zî-şân! Rabb’in tarafından sana vahyolunan hükümlerin tamamına uy. Çünkü Rabb’inden başka gerçek kulluk edilecek bir Yaratıcı yok. İbâdet edilmeye layık olan sadece Allah Teâlâ vardır. O nedenle O’nun vahyine uymak lazımdır. Sen puta tapanlardan (şimdilik kıtâl (savaşmak emri) âyeti gelinceye kadar) yüz çevir.] Kıtâl (savaş) âyetigelince, onlarla savaşır ve onları kılıçla îmâna davetedersin. Îmân edenlerse o zaman kendilerini korumuş olurlar. Eğer (putçular) îmân etmezlerse, Allah’ın yardımı sizinle beraberdir. O nedenle, şimdilik onların fenâ sözlerine ve iftirâlarına aldırış etme;

109

Page 110: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

terk et onları şirkleriyle beraber. “Onlardan yüz çevir” cümlesi, müşrikleri tehdîd etmektir. Yani, “Peygamberim! Onlar söz dinlemeyince, terk et onları kendi hallerine bakalım ne yapacaklar?” demektir. Yoksa “tebliğden (dîni anlatmaktan vazgeç” demek değildir. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, âyetten kasıt, Hz. Peygamber’in kalbini takviye ve hüznünü giderme ve dîni anlatırken karşılaştığı bütün zahmetlere rağmen devamının gerekli olduğuna işarettir. Müşriklerden yüz çevirme ile emir, o dönemle ilgili olduğundan, sürekli yüz çevirmeyi işâret etmediği gibi, bu âyetin kıtâl (savaş) âyeti ile mensûh (hükmünün kalkmış) olmasını da îcâp ettirmez. Çünkü, âyetin indiği zaman yüz çevirmek, herzaman yüz çevirmeyi gerektirmez. O nedenle, Allah’ın Elçisi onları İslâm’a davetten hiçbir zaman geri durmamıştır.” (IV/1500, (En‘âm: 106)

(Müslümanların, kıtâle (savaşa) gücü yetmediğinde, “yüz çevirmeleri”, alternatif bir enstrüman olarak da,bir politika (policy)dır. i.y.)

PİSLİĞE TAŞ ATMA, ELBİSENE SIÇRATMA SÖVMEYİN PUTLARINA ONLARIN İslâmî uluslar arası ilişkilerde, gerek Müslüman devletlerin, gerekse sivil toplum kuruluşlarının veya Müslüman fertlerin, dünyanın her hangi bir yerindeki İslâm’a aykırı bir davranışı/söylemi kınarken/eleştirirken, Kurân’ın bu konudaki önemli yaklaşımlarından biri olan aşağıdaki âyeti mutlaka gözönüne almaları gerekir:

“Onların (Putçuların=müşriklerin) Allah’ı bir tarafa bırakarak taptıklarına sövmeyin ki, sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler !” (En‘âm: 108) Mehmed Vehbi Efendi âyeti şöyle meâl ve tefsîr eder:

110

Page 111: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“[Sövmeyin o putlara ki, Müşrikler Allah’ın altında (Allah’la beraber, putları da bir alt makamda kabul ederek, onlara da) ibadet ederler. Eğer siz onların putlarına söverseniz, onlar da bilmeden haddi aşarak ve zulmederek Allah’a söverler. Siz sövmeyin ki, onlarda sövmesinler..] ..Putlara sövmek, kâfirlerin Allah’asövmelerine sebep olur..İslâm Hukûk Usûlü’ndeki bir kural şudur: “Mefâsid-i def‘ etmek, menâfii celb etmekten evlâdır” (Fesâdı (bozukluğu, yanlışlığı, fitneyi) gidermek/engellemek, (bir) fayda elde etmekten daha önemlidir) Putları zemmetmek(kötülemek) ibadetin temellerinden ise de, şayet bu ibadeti yapmak, Cenâb-ı Hakk’a sövmek gibi bir büyük tehlikeyesebep olacaksa, “iki zarar bir araya geldiğinde daha hafif olanı seçilir” kuralı gereği, böyle bir durumda,putlara sövmemek tercih edilir.” (IV/1502)

(Şu anda dünyada yedi milyarı aşkın insanın yaşadığınıgöz önüne alırsak, “dünyanın her yanında İslâm’ın aleyhinde ne konuşuluyor, bunları öğrenelim de, bunların hepsine cevap verelim/kınayalım/protesto edelim” gibi bir yaklaşım, doğru mudur, değil midir tartışılmalıdır? Meselâ on binlerce Hıristiyan papazın, her pazar kiliselerinde Müslümanların aleyhine, Hz. Peygamber’in aleyhine, Kurân’ın aleyhineneler konuştuğunu, herhalde takip etmek zorunda değiliz. Çünkü sonuçta onlar bizim Kurân’ınımızı ilâhîbir Kitap olarak kabul etmediklerine göre, Hz. Peygamberimizi de, peygamber olarak kabul etmediklerine göre, bizim bu gerçekleri peşînen kabul edip, soğukkanlı davranmamız, herhalde Kurân’ın öğretisine uygun bir davranış biçimi olacaktır. i.y.)

“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Sadece tehdîdimden korkanlara Kurân’la öğüt ver”(Kâf sûresi, âyet: 45)

111

Page 112: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Âyetteki ilk cümle Allah’ın kâfirleri tehdîdidir. Cenâb-ı Hakk’ın onların söyledikleri her sözü bilmesi;o sözlerinden dolayı onlara cezâ vereceğine işâret olduğundan, kâfirlerin söyledikleri sözlerin cezâsından korkmaları gerekir. İkinci cümle Hz. Peygamber’e tesellîdir. Allah’ın Elçisi’nin onlar üzerine zorlayıcı olmadığını açıklamak, O’nun vazîfesinin ancak tebliğ (uyarma, söyleme) olup, bu vazîfeyi yerine getirdikten sonra, bütün sorumluluğun kâfirlere âit olduğuna işâret ettiğinden, Allah’ın Elçisi için üzülmesini gerektiren bir şey olmadığını açıklamaktır.” (XIII/5548)

(Müslümanlar olarak bize düşen de aynı sorumluluktur. İnsanlığa uyarı görevinin yapılması, Kurân’ın emir ve yasaklarının duyurulması, insanlığın putlara tapmamasıiçin uyarılmasıdır. Dinleyip, dinlememek, fertlerin/toplumların kendi karar verecekleri bir konudur. Kurân’ın çağrısına uyarlarsa, dünyada huzur bulurlar, âhirette de cennete kavuşurlar; uymazlarsa dünyaları stres içinde geçer, âhirette de cehennem ateşinde ebediyen azap görürüler. İslâm’ın çağrısına uymuyorlar, pis pis işler yapıyorlar diye kendimizi kahredecek değiliz. i.y.)

İKİZ KULELERDEN BAŞLANMAZ SAVAŞA “Ey Mü’minler! Size yakın olan kâfirlerle savaşın..”(Tevbe: 123) “Müminlere düşen onların yerleşim yerlerine yakın olan kâfirlerle savaşmak ve (öncelikle) onların zararlarını kaldırmanın, uzaktaolanların zararlarını def etmekten önce geldiğinden, Cenâb-ı Hak evvelâ yakında olanlarla savaşın vâcip olduğunu açıklamıştır. Onları İslâm’a davet etmekle komşuluk hakkını yerine getirmek de vardır ki, uzakta olanların komşuluk hakları yoktur. Bundan ötürü, tebliğ (İslâm’ı anlatma) işine Hz. Peygamber evvelâ

112

Page 113: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

akrabasından başlamakla emrolunmuştur. Yine savaşta daönce akrabasından sonra diğer Arap kabîlelerinden ve daha sonra Şam tarafındaki Rumlardan başlamıştır ve sahâbîler de Şam (Suriye) bölgesini bitirdikten sonra Irak tarafına yönelmişlerdir. Özetle, bütün kâfirlerlebirden savaşmak mümkün olmadığından, evvelâ yakın olanlardan başlayarak derece derece îcâp ettikçe uzaklara gitmenin İslâm’ın yararına olduğunu, Cenâb-ı Hak bu âyette açıklamıştır. Çünkü yakında olan kâfirlerin kötülüklerini def etmek daha öncelikli olduğu gibi, yakın olan kâfirlerin durumunu daha iyi bildiğimizden, onlarla savaşımız daha kolay olacağından ve yakında olan kâfirleri perîşan ettiğimizde, uzakta olan kâfirlere İslâm’ın azametini,büyüklüğünü, gücünü duyurmuş olacağımız ve uzaktaki kâfirlerin kalplerine korku sokarak manevî kuvvetlerini kıracağımız da ortadadır. Ve eğer (bunun tersini yaparsak) yakın olanları terk ederek uzakta olan kâfirlerle savaşırsak (sonuçta), İslâm yurdu ile kâfirlerin ülkesi arasında diğer bir küfür diyârına müsâade etmek gibi zararlara sebep olacağı da ortadadır.” (VI/2147-2148)

(Afganistan’ı yöneten el-Kâide ve Tâlibân, yakın düşmanlar olan meselâ (Irak) Saddam’ı devirmekle veya (Suriye) Esat yönetimini devirmekle uğraşacağına İkiz Kulelere saldırmış ve bu yüzden ABD’nin önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgal etmesine sebep olunduğundan, toplam bir milyona yakın Müslüman canı yitirilmiş, yüzbinlerce Müslümanın ırzına geçilmiş, yüzbinlerce Müslüman işkenceden geçirilmiş, milyonlarca Müslüman çok kötü şartlarda yaşamak zorunda kalmıştır. i.y.) KORK ALLAH’TAN KORKMAYANDAN (GENERAL RULES/POLICY FOR THE CHARACTERİSTICS

113

Page 114: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

OF ENEMIES) “Mûsâ da, “Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allah’)a sığındım” dedi” (Mü’min sûresi, âyet: 27) “Yani, Firavun’un Hz. Mûsâ’ya karşı yaptığı öldürme tehdîdinden sonra (Mü’min: 26), Mûsâ aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk’a tevekkül edip, sadece O’na güvenerek Allah’a sığındığını, Firavun’un da Allah’ın kulu ama kibirli ve âhirete inanmayan birisi olduğunu söyledi. Beyzâvî’nin ve Ebussuud’un verdikleri bilgiye göre, insanın üzerine gelmekte olan/gelen âfetleri ve belâları def etmesi için en kuvvetli yol, Allah Teâlâ’ya tam bir itimatla güvenmek olduğu, bu âyettekiHz. Mûsâ’nın sözünden anlaşılmaktadır. Hz. Mûsâ burada“Rab” ismiyle Allah’a sığınmıştır. Biz de, “Falak” ve “Nâs” sûrelerinde “Rab” ismiyle Allah’a sığınırız. Bu âyette Hz. Mûsâ, Firavun’un ismini anmayarak “hesap gününe inanmayan her kibirli” diyerek, bu iki sıfat her kimde bulunursa, onun kötülüğünden sakınmak gerektiğine işâret etti. Çünkü halka eziyetin kaynağı bu iki sıfat (âhirete (hesap gününe) inanmamak ve kibirlilik) olduğundan, her kimde bu iki sıfat bulunursa o kişi mutlaka halka kötülük ve zulüm yapar.Çünkü kibirli ve kalbi katı olan kimsede şefkat ve merhamet olmadığından, halka eziyet etmekten ve hatta aklına gelen her şeyi işlemekten çekinmez. Şu halde âhirete inanmamak ve kibirlenmek bir kimsede bulunursa, onun sonunun da Firavun’un sonu gibi mahvolmak olacağı, ama bu arada dünyanın da (halklarında) harâbına sebep oldukları ortadadır.” (XII/4962)

YAĞCILIK VE İDÂRE-İ MASLAHAT YOKTUR, (VEDÂ HACC’INDAN SONRA) “Özetle, İslâm dîninin tamamıyla ortaya çıkıp ve (Mekke’yi de fethedip bütün Arabistan’a tamamen) hâkimolmasından sonra, kâfirlere müdâhene (karşılıklı

114

Page 115: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yağcılık) ve mudârânın (idâre ediverme/hoş görüverme) olmayacağı ve Müslümanlar güzelce çalışırlarsa, kâfirlerin bu dîni ezmeleri endîşesinin (artık) kalmadığı ve dîn aleyhinde çalışanların galip gibi görünürken mağlup oldukları bu âyetten (Mâide: 3) anlaşılmaktadır.” (III/1146)

KURÂN’IN MÜNÂFIKLARI TEHDÎDİ “Başlangıçta, Medîne’ye hicretin ilk yıllarında, münâfıklardan (sadece) yüz çevirmekle emrolunmuştu, Müslümanlar. Ama sonraki yıllarda İslâm kuvvet bulunca“Câhidû’l-kuffâra ve’l-munâfikîn (Kâfirlerle ve münâfıklarla cihâd edin)” âyetiyle, “yüz çevirme emri”nesh olundu (kaldırıldı). Bu nedenle, bu âyetin inmesinden sonra, münâfıkların (çoğunun) isimleri söylendi ve münâfık oldukları Müslümanlarca bilindi.”(III/989, Nisâ:81. âyetin tefsîri)

(M. Vehbi Efendi’nin bu tefsîrine şunu eklemek herhalde faydalı olur: Bu âyetteki “münâfıklarla cihâdedin emri”, uygulamada “onlarla sözlü (soğuk) savaş” şeklinde uygulanmıştır. Hz. Peygamber, kendisine çok büyük sıkıntılar çektirmelerine rağmen, hiçbir münafığın öldürülmesine izin vermemiştir. Başlangıçta belirli bir süre, Hz. Peygamber de, münafıkları tek tek tam olarak bilmiyordu. Daha sonra kendisine vahiyle bildirildi, fakat bunların da tamamını sahâbîlere söylemediğini, hadîs kitaplarından biliyoruz. i.y.)

MÜSLÜMANLARI, İSLAM’DAN ÇIKMAYA ZORLAMIYORLARSA M. Vehbi Efendi, Bakara 193. ayetinin mealini: “Ey müminler! Siz savaşarak müşriklerle fitneleri bitinceye kadar savaşa devam edin ki, (şirk ortadan kalksın), dînin tamamı Allah Teâlâ’ya mahsus (ait)

115

Page 116: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olsun. Eğer müşrikler (şirkten) vazgeçerlerse, onlara saldırarak zulüm etmek yok, ancak zalimlere cezâ vardır” şeklinde verdikten sonra, konuyla ilgili yararlı ayrıntılara dikkat çeker: “Fahr-i Râzi’nin açıklamasına göre, bu ayetin iniş nedeni, Mekkelilerin, müminlere eziyet (işkence) ederek, İslam’dan dönmeye zorlamalarıdır. Şu halde mânâ: “Siz müşrikleri katledin ki (öldürün ki), onlara galebe edesiniz ve bu galebe sayesinde, onların size teklif ettikleri dînden döndürme fitnesi/tehlikesi kalmasın ve eziyetlerinden kurtulmak için onlarla mutlaka savaşmalısınız ki, şirk dîni(putçuluk dini) ortadan kalksın ve din-i tevhid (Allah-ı birleme) onun yerine geçsin ve din ancak din-i ilâhî olsun. Şu halde eğer müşrikler, şirkten vazgeçer, tevbe edip, günahlarının bağışlanmasını isterlerse, ortada şirkle ilgili bir fesat kalmaz ve onlar üzerine ehl-i iman tarafından bir saldırı yapılmaz; ancak zulümden dolayı zalimlere ceza olur. Tefsîr-i Hâzin’de ise bu ayet hakkında; (puta tapan ve Arabistan yarımadasında oturan) müşriklerden, ancak Müslüman olmaları kabul olunup, iman etmezlerse onlarla mutlaka savaşmak lazım olduğuna, cizye ve haraç gibi şeylerle onları serbest bırakmanın doğru olamayacağına işâret eder, denilmiştir. Zira puta tapanların ellerinde kitapları ve başka mercileri olmadığından, düşünüp de İslâm’ı bulmak ihtimalleri azdır. Bu nedenle, onlar için ya iman veya katilden (öldürülmeden) başka çare yoktur. Ancak ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) her ne kadar (ilahi) kitapları değiştirilmiş bozulmuş ve (artık o Kitaplardan) ihticâca (dinen kanıt getirmeğe)salih (uygun) bir halde değilse de, şerîatın kurallarından ve ilâhî dîn kavramından haberdar ve (o konuda) duygulu olduklarından, hakkı kabul ve ihtidâ etmek (Müslüman olmak) onlardan her zaman memûldür

116

Page 117: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(ümit edilir). Çünkü dinle ülfetleri olup, sonra gelen(bir) dinin evvelkini neshettiğini (hükümsüz kıldığını) de bildiklerinden, onlardan cizye ve haraç almakla (dînlerine devama) müsâade ve mühlet verilmesine, İslâm izin vermiştir, onları mutlaka öldürmek lazım değildir. Çünkü onların ellerinde bir mercileri (kitapları) ve düşünceye sevkedecek duyguları olduğundan onları îmâna icbâra (zorlamaya) hacet yoktur, fakat (kitapsız, ateist) müşrikler öyle değildir.” (I/331)

(Bu ayet var olmasına rağmen, Hz. Peygamber’in müşrik İran’a saldırmadığı/saldıramadığı, İran’a ancak yeterli güce ulaşıldığında Hz. Ömer döneminde savaş açıldığı hatırlanmalıdır. i.y.) KÂFİRLERE DOST GÖRÜNME/GÖRÜNMEMENİN SINIRI Reelpolitik konusunda M. Vehbi Efendi’nin Bakara sûresinin 28. ayetinin tefsirinde verdiği ayrıntı önemlidir: “Allah Teâlâ insana gereken, Allah’ın hazînesinden yardım isteyip, düşman elinde olan (maddî) varlığa rağbet etmemek lazım olduğunu açıklamak üzere şöyle buyurur: [Müminler, müminlerin dışında kâfirleri dost edinmesinler. Ve eğer bir kimse, mümini değil de, kâfiri dost edinirse, o kimse (artık) Allah’ın dostluğundan bir şey üzere değildir. Ancak kâfirlerden korkmak hâli müstesnâdır. Eğer onlardan korkarsanız, onlara dostluk göstermekte ve musâhabet (sohbet, konuşma, fazla uzatmayıp merhaba deyip geçiverme) etmekte zarar yoktur.] Zira zarûret, haramı mubah (helâl) kılar.[Ve Allahu Teâlâ bizzat kendisi, sizi onlara dostluk yapmaktan korkutur ve düşman olan kâfire dostluk yapmayı size yasaklar. Ve dönüşünüz ancak Allah’adır.] Yani, müminler, dinlerinde kardeşleri oldukları müminleri terk ederek,düşmanları olan kâfirleri dost edinmesinler. Gerek

117

Page 118: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

akrabalık ve gerekse İslam’dan evvel aralarında olan muhabbete binâen, onları dost ve kardeş edinmekle, birmecliste hem sohbet olarak, ehl-i imanın esrârını (sırlarını onlara) vermesinler. Onlara dostluk dolayısıyla, onların küfür ve nifâk ve kötü/bozuk ahlâkları sirâyet edeceğinden (bulaşacağından), sakınmak lazımdır. Çünkü, insanların biri birlerine tabiatlarının (huy ve ahlaklarının) sirâyeti, bazı hastalıkların sirâyeti gibidir ve bilhassa küfür (inkâr) ve nifâk (münâfıklık) hastalıkları derhal yayılır. Zira, tabiatı beşerin (insan doğasının) isyâna meyli (günaha yönelmesi) hızlıdır. Eğer bir mümin, kâfirlere muhabbet ve dostlukta devam ederse, Allah’ın muhabbetinden (sevgisinden) hiçbir şeye sahipolamaz. Zira dostluğun şânı, dostun dostunu dost ve düşmanını düşman edinmektir. Şu kadar ki, kâfirler size galebe ederler de, onlardan korkunuz olursa, o vakit dostluk göstermenizde zarar yoktur. Zira, zarûret olunca, haram olan şeyler mubah (helâl) olur. Amma gereksiz yere yapılan dostluk, zarardan başka birşey olmayacağından, Allah Teâlâ bizâtihi kâfirlerin dostluğundan sizi korkutur ki, kâfire dost olup ta (ilâhî) gazaba uğramayasınız. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre bu ayetin iniş sebebi: müminlerden bazılarının Yahudilerle, İslam öncesinde olan dostluklarını devam ettirmeye, onların da müminleri din-i İslam’dan nefret ettirmeye çalışmaları ve bazı sahâbîlerin de Mekke müşriklerine dostluk göstermeleridir. İşte böylece, Allah Teâlâ kâfirlerle dost olmayı ve mahabbet etmeyi (onlara sevgi göstermeyi) bu ayetle haram kılmıştır. Yalnız bir ülkede kâfirler egemen olurlar ve onlardan korku olursa, onlara dost görünmeye ve muhabbet izhar etmeye(sevgi göstermeye, hatta kalbi imanla dopdolu olarak, onlara mümâşât etmeye (fikirlerine katılıyormuş gibi görünmeye) müsâade etmiştir. Ve yine ihtiyaç

118

Page 119: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

görüldüğünde, ihtiyaç miktarı onlardan yardım talep etmenin sakıncası yoktur. İşte şu mesâgı şer‘iye binâen, lüzum görüldüğünde buna benzer yardım istemeler olmuş ve olmaktadır. Ve iki devlet arasında olan muâhedeye riâyetle (anlaşmaya uyularak) yekdiğerine karşı mukâbele-i bilmisle dikkat ederek (karşılıklılık ilkesine dayalı olarak) ticârî işlemlerde yapılur. Şu kadar ki, bir kimsenin (Müslümanın) onlardan malını ve canını korumak için alttan almasının, yumuşak davranmasının bir sakıncası yoksa da, bu hal başka bir kimsenin (Müslümanın) zararına sebep olmaması şartıyladır. Çünkü kendi yararını başkasının zararında aramak, kesin haram olduğundan, müminin bu gibi şeyleri işlemesi caiz olmaz. Sonuç olarak, kendi canını ve malını nasıl korursa, diğer bir müminin de malını ve canını, mümkün olduğu kadar koruması lazımdır.

Şu esasa binaen düşmana yaranmak için, diğer bir kişinin öldürülmesine ve ırzına geçilmesine ve malını yok etmeye ve yalan yere şehadetle bir başka kişinin haklarını iptâle ve ehl-i İslam’ın sırlarını kafirlerebildirmeye, asla şeriatın izni yoktur. Şu halde, bazı sebepler yüzünden kâfire dost görünmeye mecbur kalırsa, bir başka kişinin haklarına saldırmamak lazımdır. Kâfire dostluk, fenâlığın en kötüsü olduğunave bu yüzden olacak (âhiret) azabın(ın) şiddetine işaret için, Allah Teâlâ bizâtihî kendisi korkuttuğunu“Allah sizi onlara dostluktan korkutur” buyurmuştur. Sonuçta Allah Teâlâ, Müslümanlar için, hiçbir zaman düşman olan kafirleri dost edinmenin doğru olmadığını ve eğer bir Müslüman bir kâfire dostluk ederse, Allah’ın dostluğundan çıkacağını açıklayarak, Müslümanlara vasiyetlerde (emirlerde) bulunmuş ve Müslümanlar için kâfirlerden bir yarar beklemek hata olduğunu bildirmiştir. Yalnız, onlardan Müslümanlara

119

Page 120: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zarar gelecek korkusu olursa, onlara dostlukgöstermekte zarar olmadığını açıklayarak, bazı faydaümidi olduğu zaman onlara alttan almada (yumuşak davranmada) bir sakınca olmadığını ve ihtiyaç yoksa onları Müslümanların işlerinde istihdam etmenin ( çalıştırmanın) de doğru olmadığına işâret etmiştir.”(II/575-577)

BU SENE UMRE YOK “Mekke’de umre yapmak üzere yola çıkan ve Hudeybiye’dekonaklayan Hz. Peygamber’e gelen Mekkeli elçiler, Müslümanların bu sene umre yapmayıp Medîne’ye geri dönmelerini de içeren bir anlaşma metni üzerinde çalışılmasını istemişlerdi. Günler süren müzâkerelerdeHz. Peygamber, (Mekke’den gelen farklı) elçilerin bu ricâ ve temennîlerine karşı, maksadının savaş olmayıp,ancak (umre) ziyaret(i) olduğunu vurguladı, fakat kendilerine müdâhale olursa, savaşın ister istemez zarûrî olacağını bildirdi. Yanında Huveytib b. Abdu’l-‘uzzâ olduğu halde gelen tam yetkili Mekke elçisi Süheyl söze yine aynı konu ile başlamıştı: “Yâ Muhammed! Kureyş (Mekke’nin yerli müşrikleri), sizinlebarış anlaşmasına razı oldular. Fakat şu şartla ki, busene (umre) ziyaret(in)ten feragat edip, ziyareti gelecek seneye tehîr edeceksin!”. Sonuçta Hz. Peygamber, bu şartı kabul edince, diğer maddelerin müzâkeresine geçildi. Birinci madde: on sene boyunca, Müslümanlarla Mekkeliler arasında harp olmayacak. Bu nedenle, her iki taraf diğerinin egemenliğinde olan topraklarda serbestçe dolaşabilecekler. İkinci madde: İki taraf (bundan böyle) diğer tarafın malına ve canına gizli ve açık bir saldırıda bulunmayacaklar. Üçüncü madde: Arabistan yarımadasındaki kabîlelerden ve kabîle üyesi kişilerden, isteyenler Medîne İslâm idâresinin güvenlik şemsiyesi altına girecekler, karşılıklı bağlılık anlaşması yapacaklar. Buna

120

Page 121: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Mekkeliler müdâhale etmeyecekler. Aynı şekilde dileyenkabîleler de, Mekke ile ittifak yapacaklar. Buna da Hz. Peygamber karışmayacak. Dördüncü madde: Müslümanlar bu sene (umre) ziyareti(ni), terk edip Medîne’ye dönecekler. Gelecek sene, üç günden fazla kalmamak şartıyla, Ka‘be’yi ziyaret edebilecekler. Beşinci madde: İki taraf biri birlerine kendileri gibi(iyi) muâmele edecekler. Altıncı madde: Reislerinin izni olmadan, müşriklerden Müslümanlığı seçip Medîne’ye gelen olursa Mekke’ye iâde olunacak; fakat Müslümanlardan birisi dînden çıkıp da Mekke’ye sığınırsa, o kişi Medîne’ye iâde edilmeyecek.”

Fetih sûresindeki bu olayla ilgili âyetlerden bazısı şöyledir: “Onlar (Mekke putçuları), inkâr eden ve sizin Mescid-i Harâm’a (Ka‘be’ye) ziyaretinizi engelleyen ve (orada kesilmek üzere hazırladığınız) kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer (Mekke’de kendilerini henüz tanımadığınız (varlığını bilmediğiniz) mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek ezmek sûretiyle bir vebâlin altında kalmanız ihtimâli olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet (merhamet) etmek için Allah böyleyapmıştır…” “O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu (körü körüne bağlılığı), câhiliye (putçuluk) taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da, Elçisi’ne ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar (mü’minler) buna pek lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.(Takvâ sözü: kelime-i şehâdettir)” “Allah, Peygamberi’nin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmışolarak, korkmadan Mescid-i Harâm’a gireceksiniz. Allahsizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakınbir fetih verdi. (Fetih sûresi, 25, 26, 27. âyetler) (Hz. Peygamber, Hudeybiye’ye çıkmadan önce rüyasında

121

Page 122: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kendisinin ve sahâbîlerinin sağ salim başlarını tıraş ederek, Mekke’ye girdiklerini görmüş ve bu rüyayı sahâbîlerine haber vemişti. Onlar da çok sevinmişlerdi. Sonunda sefere çıkıp, Hudeybiye’den geri dönmek zorunda kalınınca, bu durum onları çok üzmüştü. Bazı münâfıklar da bu olayı, fırsattan istifâde ederek, Hz. Peygamber’e karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanmışlardı. Fakat Kurân bunda birhikmetin olduğunu bildirmiş, fethin (mutlaka) olacağını belirtmiş ve iki ay sonraki “yakın bir fetih” (Hayber fethi) müjdelenmiştir. Hudeybiye barışının sağladığı rahatlıktan sonra, Hz. Peygamber Bizans ve İran gibi döneminin iki süper gücünün liderleri dâhil, Orta-Doğudaki çeşitli devlet başkanlarına elçileriyle mektuplar göndererek, onları İslâm’a dâvet etti. Bunlardan Habeşistan kralı Müslüman olurken, Mısır kralı da çok memnun olup, Hz. Peygamber’e hediyeler gönderdi. Bizans İmparatoru Müslüman olmaktan son anda vazgeçti. İran hükümdarı, Hz. Peygamber’in mektubunu öfkeyle yırttı. Yani İslâm artık dünya gündemine girmişti. Hudeybiye barışından iki ay sonraki Hayber fethi ise, Allah’ın Müslümanlara çok büyük bir hediyesi idi. i.y.)

Mehmed Vehbi Efendi, bu âyetleri ve Hudeybiye’nin sonucunu şöyle değerlendirir: “Allah, ilminin gereğiolarak, Müslümanlara o anda çok gerekli olan sekînet (ağırbaşlılık, sâkinlik) ve vakârını indirerek, Müslümanları öfke ve onlara yakışmayan şiddetten korudu. Çünkü kâfirlerin hiddet ve şiddetleri ve körü körüne sahip oldukları câhiliye (putçuluk) saplantılarına karşı, Müslümanların da hiddet ve öfke göstermeleri uygun değildi. Müslümanlar da öfke gösterselerdi, barış olmaz, iş çatşmaya dönüşür, iki taraftan da kayıplar olur ve çıkacak bir savaşı Müslümanların kaybetmesi de mümkün olabilirdi. Halbuki

122

Page 123: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

barış olmuş, ardından Hayber’in fethi ve bunun sağladığı ekonomik yararlar büyük olmuştu. Kuzey Arabistan tarafı da bu anlaşma ile güvenlik altına alınmış oluyordu.”(XIII/5467-5468)

ACELECİLİK, YOKSUN OLMAYA SEBEP OLUR “Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan (Mekke’nin fethinden) önce size yakın bir fetih verdi.”(Fetih sûresi, 27. âyet) “Yani Mescid-i Harâm’agirmeniz kesindir, (biraz (bir yıl) gecikmesine üzülmeyin. Çünkü bunun gecikmesinde sizin bilmediğinizbazı hikmetleri Allah Teâlâ bildi de Mekke’nin fethinden evvel size yakın zamanda bir fetih nasîp etti. Bu sebeple, Mekke’nin fethinde aceleci davranmanız, hakkınızda iyi değildir. Çünkü zamanında olursa iyi olur. Âyetteki “feth-i karîb (yakın fetih)” ile kasıt, ya Hudeybiye barışıdır ki bubarışın İslâm için gerçekte pek büyük bir fetih (açılım, ânî genişleme ve yayılma) olduğu açıklanmıştı. Yahut da “feth-i karîb” Hayber’in fethidir. Çünkü Hayber, Medîne’nin Suriye (Kuzey Arabistan) tarafında dört konaklık bir uzaklıkta, o zaman büyük bir Yahudi şehri olup, etrafında pek çok kaleler (kale kentler: küçük yerleşim birimleri), hurmalıklar ve tarım alanları olan bir geniş bölge idi. Arapların yaşam damarı olan Medîne-Şam ticâret yolu üzerinde, Hicaz’da böyle büyük ve yoğun nüfuslu ve kuvvetli bir Yahûdî şehrinin bulunması, İslâm’ın çıkarlarına aykırı idi. Fakat Müslümanlarla Mekke putçuları arasında devam eden mücadeleler, Şam yolununaçılmasını ve bu zarar verici (Yahûdî) engeli(n)in ortadan kaldırılmasını düşünecek bir zaman bırakmıyordu. İşte Hudeybiye barışıyla, Kureyş (Mekke)endîşesi geçici olarak ortadan kalkınca, artık Suriye

123

Page 124: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yolunu düşünmek zamanı geldiğinden, Hz. Peygamber Hudeybiye’den dönünce, Hayber’in fethine düşüncesini yoğunlaştırdı.” (XIII/5472-5473) “..Çünkü bir şeyizamanından evvel acele istemek, o şeyden mahrum kalmaya sebep olur. (isti‘câl o şeyden mahrûmiyeti icap eder)” (XIII/5479)

YALANCI MÜNÂFIK DİPLOMASİ/DİPLOMATLARA DİKKAT (TO INVESTIGATE ALL OF THE REPORTS/NEWS) “Ey îmân edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da, sonra yaptığınıza pişmân olursunuz.”(Hucurât: 6) “Türkçemizde “öfkeyle kalkan, zararla oturur” sözü bu âyete uygundur. Maalesef bu âyetin işâret ettiği yanlışı yapan pek çokkimse vardır. Dünyada uydurmaların, yalanların yaptığıtahrîbâtı, büyük devletler arasındaki savaşlar bile yapamaz. Keşke her mü’min bu âyetin gereğine göre hareket etse de, hem kendisini hem de diğer mü’minlerizarardan korusa ve işittiği bir haberi araştırmadan hüküm vermese.” (XIII/5489)

DİPLOMASİDE GÜVENMEK/GÜVENMEMEK “Sen dinlerine uymadıkça (girmedikçe) Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar” (Bakara, 2:120) ayetinin izahında da M. Vehbi Efendi şöyle der:“Görünürde ortaya koydukları muhabbet ve ünsiyetlerinekesinlikle itibar yoktur. Zira sahtedir. Zahirleri (dışları) batınlarına (içlerine, kalplerinden geçirdiklerine) muvafık (uygun) değildir. Çünkü (Yahudi ve Hıristiyanlar, kendi) dinlerinin hakkaniyetini (hak/doğru olduğunu) iddia ettiklerinden, daima senin onların dinlerine uymanı arzu ederler.” (I/217) Aynı surenin 135. ayetinde de şu notu düşer: “Eğer uymak lazım ise, hak olduğu üzerinde görüş birliği olan millet-i İbrahim’e

124

Page 125: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(İbrahim’in dinine) uymak lazımdır. Halbuki ey Yahudiler ve Nasara (Hıristiyanlar)! Siz İbrahim (A.S.) le iftihar ettiğiniz halde ona bile uymuyorsunuz” demekle (Kur’ân, onların) davetlerinin (çağrı ve mesajlarının) batıl (boş, geçersiz) olduğunuvurgulamıştır.” (I/235)

Kur’ân’ın Yahudi ve Hıristiyanlara ‘siz İbrahimi değilsiniz’ diyerek net çizgiyi ortaya koyduğunu belirten Mehmed Vehbi Efendi, onlarla dostluk girşimlerinin de işe yaramadığını/yaramayacağını, o yılları yaşayan bir kişi olarak, Balkan savaşı tecrübesi ile açıklar: “İşte bu gibi şartların kurallarını bilmeyen bazı kimseler, ehl-i kitaba (Yahudi ve Hıristiyanlara) uhuvvet (kardeşlik) ve hürmet etmek istemişler ve (onların) bazı âdât (adetlerini) ve an‘anelerini (geleneklerini) kabul ile muhabbetlerini (sevgilerini)celbe (elde etmeye) çalışmışlarsa da, Balkan fecîa-i ahîresi (son Balkan felaketi) bu misilli harekâtın ve onlara lüzumundan ziyade sevginin yanlış olduğunu ve onlarda asla mürevvet (mertlik, sözünde durma) ve insaf olmadığını meydana koymuş, bu ve bunun gibi âyetlerin sırrı ortaya çıkmıştır. Sonunda; onlara muhabbet edenler ve fayda bekleyenler de yanlış olduğunu anlamışlardır, fakat ba‘de harabi-l Basra (Basra harap olduktan sonra: iş işten geçtikten sonra). Şu halde ehl-i küfürde vefâ olmadığını ve onların inatlarından vazgeçmeyeceklerini bu âyet mü’minlere açıkladığı gibi..”(I/254) Aynı konuya Bakara 217. ayetin tefsirinde de değinir, Vehbi Efendive şunları söyler : “Özetle, kafirlerin muktedir olurlarsa (güçleri yeterse) müminleri dinlerinden döndürünceye kadar savaşa devam edecekleri ve bu gerçeklerden ötürü, ehl-i küfürden vefâ beklemek doğru olmadığı..” (I/377)

125

Page 126: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ZARARLI DÜŞMAN ZARARSIZ DÜŞMAN “İçlerinden zulmedenleri bir yana, Ehl-i Kitâb’la (Hıristiyan ve Yahûdîlerle) ancak en güzel yoldan mücâdele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de îmân ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na tesîm olmuşuzdur.” (Ankebût sûresi, 46. âyet) “Yani Ehl-i Kitâb’ın âlimleriyle şiddetli ve kaba bir şekilde tartışmayın. Tartışmak için güzel yolları seçerek, onların sertliklerine karşı yumuşaklıkla ve onların öfkelerini hazmederek karşılık verin. Onlar insaf ve adalet üzere hareket ederlerse, sizin de şiddeti (sert konuşmayı) bırakıp, yumuşak davranmanız lazımdır. Ancak Ehl-i Kitâb’tan şu kimseler de vardır ki, cizye ve haraç vermekten kaçınırlar, Allah’a “oğluvar” derler ve hâşâ “Allah’ın eli bağlıdır (cimridir)”diyerek zulmederler. İşte onlarla şiddetli biçimde tartışın ve onları mat ederek, susturun. Zirâ, haksızahakkı kabul ettirinceye kadar çalışmak lazımdır.”

“Hâzin’in açıklamasına göre bu âyetteki “güzel şekildemücadele” ile kasıt, Kurân’ı onlara anlatma, Kurân âyetleriyle onları hakka çağırma, Kurân’ın kanıtlarınıyumuşaklıkla açıklama ve onların düşüncelerini “hemen hafife alıp, onlara ilk etapda hemen sapık dememe”dir.Çünkü Ehl-i Kitâb (sonuçta) bir Kitâb’a îmân ettiklerinden, müşriklere kıyas olunmaz. Elbette Allah’ın kelâmından (sözünden), hükümlerinden, peygamberlerin hallerinden ve “ilâhî vahy” (kavramından)den (az çok) haberdâr olduklarından, kendileri âlimâne ve insafla hareket ederler. Şu haldeonların bu hareketlerine karşı, Müslüman âlimlerin (sert bir) mücâdele yapmayarak, tartışma âdâbına uyarak, bilimsel tartışmaya girip gerçeği ortaya koymaları lazımdır (orijinali: hakîmâne mübâhase edip,

126

Page 127: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hakkı meydana koymaya çalışması lâzımdır). Ama onlardan bazı inatçılar cizye kabul etmez ve Hz. Îsâ (hâşâ) Allah’ın oğlu demek gibi, zulümde devam edenlerle ise şiddetli mücâdele gerekir ki, onları susturarak, doğru yola davet edilsinler.”

KELÂM İLMİ ÖĞRENİLMELİ, ONLARLA TARTIŞABİLMEK İÇİN “Âyetteki zâlimlerle kasıt, cizyeden kaçınan ve zimmeti (İslâmî devletin vatandaşlığını) kabul etmeyenve anlaşmalarını bozanlar olduğuna göre âyetin mânâsı:[ Ey mü’minler! Siz cizye ve zimmeti kabul edenlerle gayet yumuşak ve tatlı dille tartışın. AncakEhl-i Kitâb’tan şu kimseler ki, onlar zimmetten çıktılar ve cizyeden kaçındılar ve ahdi bozmakla (verdikleri sözlerinde durmamakla) zulmettiler. Onlarla şiddetli mücâdele edin, hatta îcâp ederse kılıca sarılın] demektir. İşte bu âyet, kâfirlerle tartışmaya girmekte bir sakınca olmadığına ve bu çeşittartışmaların usûlünü ve (İslâmî) inancın esaslarını araştırmak için ortaya çıkmış olan kelâm ilmini öğrenmenin lüzûmuna ve tartışma âdâbının kurallarına uymak lâzım geldiğine işâret eder. Bu âyetin savaş âyetiyle hükmünün (geçerliliğinin) kalmadığını söyleyenler varsa da, âyette zimmîlerle mücâdelenin güzel olan yolunu seçmek emrolunduğu gibi,zimmetten çıkanlarla şiddetli mücâdeleyle de emir olup, şiddetli mücâdele ise kılıç ile savaş olacağından, âyetin hükmü kelmış değildir.”(XI/4217-4218, Ankebût sûresi, 46. âyetin tefsîri)

EHL-İ KİTÂB’IN VARLIĞINI KABUL VE ONLARLA (ONLARI İKN‘ İÇİN) DİYALOG “..Yani Ehl-i Kitâb, kendi kitaplarından size bir şey haber verirlerse siz onları doğrulamayın da, yalanlamayın da. Onlara şöyle karşılık verin, deyin ki: “Biz Rabbimiz tarafından kullarını ıslah için bize

127

Page 128: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ve size indirilen kitaplara îmân ettik. Nasıl îmân etmeyelim? Bizim ve sizin ma‘bûdumuz (kulluk ettiğimizYaratıcı) birdir, ayrılık yoktur. Şu halde Kitâb’ın hepsini indiren ancak o ma‘bûddur. İşte biz o ma‘bûdunemirlerine ve kitaplarına tam bir önem vererek boyun eğeriz.” deyin ki, onların hiddetlerini sâkinleştirmiş olasınız. Diğer taraftan âyette Ehl-iKitâb’a iğneleme vardır. Çünkü onlar râhiplerini rabler (tanrılar) edindiklerinden (kutsallaştırıp, putlaştırdıklarından), Allah’a boyun eğmeleri tam istenildiği gibi, değildir…Müslümanlarla anlaşması olup, savaşçı da olmayan Ehl-i Kitâb’a bu âyette açıklandığı üzere, bilge bir üslûbla karşılık verilmesi ve yumuşaklıkla savunma yapılması tenbîh ve tavsiye olunmuştur.” (XI/4219, Ankebût sûresi, 46. âyetin tefsîri)

INTER-MUSLIM RELATIONS “Eğer mü’minlerden iki grup biri birleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şâyet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar, saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarınıadâletle düzeltin ve (her işte) adâletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.”(Hucurât sûresi, âyet: 9) “Yani bir fâsıkın yakmış olduğu fitne ateşini söndürmek, üzerinize vaciptir. Bu nedenle, Müslümanlardan iki tâife biri birleriyle yaptıkları tartışmayı savaşa dönüştürürlerse, siz onların aralarını düzeltin. Çünkü ara düzeltmek üzerinize vâciptir. Eğer taraflardan biri, Allah’ın hükmüne râzı olmaz ve girdiği yanlış yoldan dönmezse, onlarla, bu grup ilâhî emre dönüp, hükmüne râzı oluncaya kadar, savaşın ki, bu şekilde iyiliği emretmiş olmakla sorumluluktan kurtulmuş olasınız. Çünkü zâlimin zulmünü ortadan kaldırmak, bütün Müslümanlar üzerine vâciptir…Grupların arasını

128

Page 129: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

düzeltmek, önce nasîhatla olur. Eğer nasîhatkabul etmezlerse, tehdît etmek ve sert söylemekle olur. Eğer tehdîtle de, fitneyi söndürmek mümkün olmazsa, serkeşlik edeni dövmekle olay kapatılır. Eğer dövmekle de olmazsa, savaşla fitneyi ortadan kaldırmayı, Allah Teâlâ bu âyetle emirbuyurmuştur.” (XIII/5494)

AHDİNİZİ BOZMAYIN (ISLAMIC WAR POLICY) Savaşın istenmeyen bir iş de olsa sonuçta meşrû (şeriata uygun) bir hareket olduğunun kanıtı Bakara sûresi’nin 251. âyetidir: “..Eğer Allah insanlardan bir kısmı ile diğerlerini savup hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde düzen bozulurdu.” Vehbi Efendi bu konuda şunları kaydeder: “Allah Teâlâ, Tâlût’la Câlût’un savaşlarını açıkladığıgibi, savaşın hikmetini de açıklamak üzere şöyle buyuruyor: [Eğer Allahu Teâlâ’nın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmamış olsaydı, yeryüzü tamamen fâsid olurdu…” Binâenaleyh, (Allah) insanların bazısının zulmünü diğer bazısıyla defeder ve zulüm ve inadın madeni olan yeryüzünü bununla ıslah eder ki, kulları rahat etsinler. Harbin meşrûiyetindeki hikmet,Dünyanın düzeninin sağlanması olduğunu Allah Teâlâ böylece açıklamıştır. Çünkü bazı insanların zulmünü diğerleriyle defetmemiş olsaydı, zalimler galebe ederek, mazlumlar perişan olur ve bütün dünya zulümle dolar, dünya harap olur ve yeryüzü bütün mefsedet içinde kalırdı. Şu halde, muharebeyle fâsıkları ve kâfir ve zalimleri kahr-u tedmîrle zulme uğrayanlara yardım edip, zalimlerden onların intikâmını almak, adaletin ta kendisi olduğundan, fîsebîlilâh (Allah yolunda) savaş etmenin, dünyanın düzelmesine sebep olacağında şüphe yoktur.” (I/455) Bununla beraber, sıcak savaşta bile ilâhî sınırı aşmama konusunda müminler uyarılmşlardır. Vehbi Efendi

129

Page 130: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

bu konudaki Bakara 190. ayeti şöyle tefsir eder: “ “Ey müminler! Sizinle savaşan düşmanlarınızla îlây-ıkelimetullah (Kurân en üstte olsun diye) ve Allah’ın rızâsını elde etmek için, siz de savaşın. Ve (fakat) sizinle anlaşma yapan kimselerle savaş yaparak hudûdu (sınırı) aşmayın. Allah hudûdu aşarak zulmedenleri sevmez.” Yani; ey müminler! Sizin için ittikâ (Allah’tan korkma) lazımdır ve cümle-i ittikâdan birisi de, dininize düşman ve sizinle muharebe ve mukâtele edenlerle mukâtele etmektir. Şu halde Allah’ın rızâsını elde etmek ve Allahu Teâlâ’nın yolunda çalışmak için size savaş îlân edenlerle,siz de savaşın ve lâkin anlaşmalarınızı bozmak gibi ve kadınları ve çocukları ve savaşmaya gücü olmayan ihtiyarları öldürmek gibi zulüm ve gadretmeyin. Zira, zulmetmekle sınırı aşanları Allahu Teâlâ sevmez. Bu nedenle; Allah’ın emrinin aksine hareket etmeyin ki, mahabbet-iilâhiyeden (ilâhi sevgiden) uzak olmayasınız.” (I/327)

KÂFİRE VERİLEN SÖZ DE TUTULUR “Ahit: insanın vermiş olduğu söz ve yapmış olduğu mukâveledir. Ahit, Allah’la kulları arasında olduğu gibi, insanların biri birlerine karşı verdikleri sözler ve yaptıkları mukâvelenâmeler (sözleşmeler) de ahde girer ve mü’minler bunları yerine getirirler. Hatta ahitleri kâfirlerle bile olsa, sözlerini yerine getirirler ve bu yüzden sonuçta kurtuluşa ererler.” (IX/3601, Mü’minûn sûresi, 8. âyetin tefsîri)

BİR GENEL KURAL (A GENERAL PRINCIPLE) “Kim iyi bir iş yaparsa, faydası kendinedir ve kim de kötülük yaparsa, zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye sûresi: 15. âyet) “Bu âyet bir “kâide-i külliye (İslâmî

130

Page 131: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

meselelerde genel kural)”dir ve bütün insanları adâlete davet eden hikmet dolu temel kânûndur. Çünkü bütün insanları iyi davranışlara teşvik etmekte,kötü davranışlara karşı da uyarmaktadır. Her insanın bu âyeti, kendisi için (davranışlarını ölçmek/değerlendirmek için) bir terâzî ve şablon edinmesi lazımdır. Hz. Peygamber’in dünyadan göçmesinden sonra, bu âyetten daha büyük bir mürşid-i kâmil (yol gösterici önder) bulmak mümkün değildir.” (XIII/5292)

SİLAH BIRAKANLARA VE ANLAŞMA YAPILANLARA (SALDIRMAZLIK ANLAŞMASI BULUNANLARA) ATEŞ AÇILMAZ, DOKUNULMAZ “[Ancak şu kimseler ki, onlar bir topluma (veya devlete) sığındılar ki, o toplumla sizin aranızda (önceden yapılmış bir barış) anlaşma(sı) vardır. O anlaşmayı bozmadıkça, onlarla savaşmak doğru olmadığı gibi, onlara sığınanlar da onların hükmünde oldukları için, onlarla da yasaktır...Çünkü, mürüvvet (mertlik, insanlık) sizinle savaşmayanlarla savaşmamaktır. Savaşsizinle savaşanlara (karşı) lazımdır, sizinle savaşmayan kimselerle savaşmak uygun değildir.Hz. Peygamber’le aralarında anlaşma olan toplumun BenîEslem kabîlesi olma ihtimali vardır. Çünkü Mekke’ye savaşa giderken Hz. Peygamber onlarla anlaşma yapmıştır. Yahut Benî Bekir veya Huzeyme veyahut Huzâakabîleleridir. Hangi kabîle olursa olsun, Müslümanlarla anlaşması olan bir kavim ile anlaşma yapmış (başka) bir kavim de, Müslümanlarla anlaşma yapmış kavim hükmünde olacağına âyet işâret eder ve hüküm de budur.

TARAFSIZLARA KARŞI DAVRANIŞ (NEUTRAL MEN, COMMUNITIES AND STATES IN THE WAR: THEIR RIGHTS IN ISLAMIC INTERNATIONAL LAW)

131

Page 132: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“[..Ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak istemediklerinden, yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi, onları başınıza bela ederdide sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de, sizinle savaşmazlar ve barışı size bırakırlarsa bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir. (Nisâ:90)]” Âyetteki“yürekleri sıkılanlar”ı Mehmed Vehbi Efendi “kalpleri daralanlar” olarak çevirmekte ve şöyle demektedir: “Kalpleri daralanlarla kasıt, Müslümanların gücünden korkarak, Müslümanlara karşı savaşmadıkları gibi, Müslümanların düşmanı olan kendi toplumlarına karşı dasavaşmazlar. Çünkü onlar da akrabalarıdır. Savaşta öldürülmekten istisna olunan kâfirler iki kısımdır. İlki, muâhid olanlar(Müslümanlarla daha önceden anlaşma yapmış olanlar)dır. İkincisi, korkudan ötürü savaşı terk edenlerdir. Sizinle anlaşma yapmış bir toplum ile anlaşma yapmış başka (üçüncü) kişiler ile, bu şartları taşımayan fakat Müslümanlardan korkusundan ötürü silahı bırakmış olanların da canlarına dokunulmaz. Allah Teâlâ bu konudaki emrinin kesin dinlenilmesini, “eğer Allah dileseydi tam aksi de olur, o kâfirleri sizin üzerinize hücum ettirirdi” fakat Allah buna müsâade etmedi buyurmuştur. Yani, Allah’ın bu lütfunu unutmayın ve silahı bırakan o kâfirlerin canlarını bağışlayın. Onlar sizden bu şekilde, savaşmayıp uzlet edince (ayrıldıklarında), sizinle mukâtele etmez (savaşmaz) ve (durumu kabullenip) size boyun eğerlerse, Allah Teâlâ onları öldürmenize izin vermemiştir.” (III/1006)

ESÎRLERE İYİ MUÂMELE “Hz. Peygamber, kâfirlerden alınan esîrleri mü’minlereteslim eder ve iyi bakılmasını emrederdi. Çünkü, “inkâr (onların kâfir olması)” rızıklandırmaya (onları

132

Page 133: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

doyurmaya) engel olamaz. Esîrin, kâfir diye aç ve açıkta bırakılması lâzım gelmez. Bugün (1914 yılı) de devletler arasında yürürlükte olan bu usûldür ki, devletler biri birlerinden aldıkları esîrlere iyi bakarlar. Esîre iyi bakmanın övüldüğünü dîn-i İslâm’ıntemeli olan Kurân bu âyetle (Dehr (İnsan) sûresi, âyet: 8) bize açıkladığı gibi, Hz. Peygamber’in uygulamaları da bunu ispat eder.”(XV/6276)

ÇIPLAK TURİSTLERE YAPILAN BOMBALI SALDIRILAR. (Son yirmi yılda Mısır’ın turistik bölgesi Şarm eş-Şeyh ile Endonezya’nın Bali adasında (2002-2005 yılları) İslâmcı gruplarca turistlere yönelik yapılan silahlı ve/veya bombalı saldırılarda yüzlerce turist ölmüş, yüzlercesi de yaralanmış, olaylar dünya basınını hayli meşgul etmiştir. Bu çıplak turistlere yönelik saldırıları yapanlar, muhtemelen “İslâm topraklarında başımıza gelen belâlar böyle çıplaklıklara müsâade edilmesindendir” diyerek, turistleri öldürmeye kendi kafalarından fetva vermektedirler. Onların bu görüşü tamamen yanlış bir görüş değildir. Çıplaklık, Allah’ın hoşuna gitmeyen, gazabına sebep olan bir harekettir. İnsanlık tarihi boyunca da, çıplak toplumlara Allah zaman zaman çok ağır belâlar indirmiştir. Çıplaklık, İslâm’a göre de yanlış bir davranıştır. Fakat çıplak gezen kişinin öldürülmesini emreden bir emir de yoktur dînimizde. Yalnız, İslâm devletinin bir vatandaşı çıplak gezerse, bu kişi yetkililerce uyarılır, dinlemezse kadı tarafından bir şekilde (onbeş-yirmi sopa, onbeş-yirmi kırbaç veya hapis veya bunlara denk,hâkimin takdîr edeceği bir ceza ile) cezalandırılır. Ama çıplak gezen kişi, o devletin vatandaşı (bile) değilse, onun öldürülmesine (kaldıkları otelin bombalanarak havaya uçurulmasına) fetva vermek, İslâmî akla uygun mudur? Bu konuda

133

Page 134: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

herhalde en uygun kural, Müslüman devletlerin bu çıplaklardan gelecek parayı gözden çıkararak, böyle çıplak şekilde gezeceklerin, ülkeyi ziyaret etmemelerikonusunda baştan uyarmaktır. Suudî Arabistan nasıl ülkeye gelecekleri bu şekilde uyarıyorsa, aynısını diğer Müslüman ülkeler de yapabilirler / yapmalıdırlar. Konu ile ilgili ile olarak, Tevbe sûresi altıncı âyet, İslâm ülkesine izinle (vize) girenlerin can güvenliklerinin bulunduğunu bildirmektedir. Mehmed Vehbi Efendi âyeti şöyle tefsireder: “Bu âyetin hükmü kıyamete kadar geçerlidir ve Müslümanlar için uyulması mecbûrî bir kânûndur. Bundanötürü, bugün (1911-1923), yabancılardan İslâm ülkesineemânla (izinle) gelenlerin malları ve canları bizim temînatımız altındadır. Ve Fıkıh (İslâm Hukûku) kitaplarımızda, fukahây-ı izâm (büyük hukukçular) bu âyetin hükmünü ayrıntılı olarak ayrı bir bölümde ele almışlardır. Bu yabancıları memleketimizin hangi noktasında olursa olsun, kendilerine verilen izin süresince korumak, üzerimize vâciptir.” (V/1960)

PRE-EMPTIVE WAR POLICY Batı’da 2001 yılından sonra Bush doktrini ile gündeme gelen Pre-Emptive Strike, (daha) büyük zararı önleyicisavaş politikası, İslam’da da vardır. M.Vehbi Efendi bunu şöyle kaydeder: “İnsanın kanını mubah addedenin (kan dökmeyi helal sayanın) kanı, o insana mubah olur. Bundan ötürü, bir insanı bigayr-ı hakkın (haksız yere) öldürmeye kalkan kimseyi, ondan evvel muhafaza-i nefs için (kendi canını korumak için) katletmek (öldürmek) mubahtır (helaldır). (I/333). “Onların (düşmanların) saldırıları miktarı saldırının lazım olup, fazlası caiz olmadığı ve gereğinden çok saldırıda Allah’tan korkmak lazım geldiği ve Allah’ın yardımının

134

Page 135: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

müttakîlerle (Allah’tan korkanlarla) beraber olduğunu müminlerin bilmelerinin vâcip olduğu, bu ayetten (Bakara 191) anlaşılmaktadır.” (I/334)

SAVAŞ ZAMANI MORAL BOZANLARA DİKKAT “[Hatırla ey Peygamberim! O zamanı ki, o zaman münâfıklardan bir grup şöyle demişti: “Ey Medîneliler!Sizin düşmana karşı koyacak gücünüz yok. Çünkü onlar çok, siz azsınız, onlar kuvvetli siz zayıfsınız. Bu nedenle, dönün evlerinize. Boşuna düşmana karşı durmaya çılışıp da, kendinizi heder etmeyin. Evinizde oturursanız, düşmanın kötülüğünden korunmuş olursunuz.Münâfıklar böyle diyerek mü’minleri kandırmaya çalıştılar.] İşte mü’minlerin zayıf olduğu bir zamanda, bu şekilde inananların kalplerine korku verecek söz söylemek, münâfıklardan kalma eski bir âdettir ki, her zamanın münâfıkları o âdeti, önemli bir silah olarak kullanırlar ve maalesef arzuladıklarıhedefe de ulaşırlar.”(XI/4398, Ahzâb sûresi, 13. âyetin tefsîri)

(Savunmayı güçlendirmeye devam etmek ve düşmanların veonların içerideki gözetleme karakolları olan münâfıkların sözlerinden/propagandalarından etkilenmemek ve bu propagandaları etkisiz hale getirmek lazımdır. i.y.)

İKİ YÜZLÜ DAVRANAN KÂFİRLER, ULUSLARAR ARASI İLİŞKİLERDE “[Kâfirlerden diğer (bazı) kabîleleri de sen bulursun ki, onlar (güyâ) îman(lı) olduklarını ortaya koymak ve(size) sevgi göstermekle, sizi emîn kılıp kendilerine ısındırmak ve kendi toplumlarını sizin saldırınızdan güvende kılmak isterler. Halbuki onlar size düşmandırlar. Size emniyet göstererek, onların ânîden sizin üzerinize hücum etmek ihtimalini (sakın)

135

Page 136: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hatırınızdan çıkarıp, gaflet etmeyin. Çünkü onlar her ne kadar size emniyet gösterseler de, her ne zaman fitneye (ve inkâra) götürülseler, derhal (o size karşıgösteriş için) ortaya koydukları îmânlı hâli bırakıp, zulüm ve düşmanlığa ve fitne ve fesâda (hemen geri) dönerler.] O nedenle, bu çeşit kimselerden size emniyet gösterenlere aldanmayın. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, bu âyette (Nisâ: 91) “diğer kavim” ile kastedilen, Benî Esed ve Gatafan kabîleleridir. Çünkü onlar Medîne’ye geldiklerinde Müslümanmış gibi davranırlar ve (hatta) anlaşma yaparlardı, fakat bundan maksatları Müslümanları aldatmak, onları kendilerine ısındırmaktı. Kendi kabîlelerine döndüklerinde ise, inkâr ederek anlaşmalarını bozarlarve ne zaman ve kim tarafından İslâm aleyhinde bir fitneye ve savaşa çağrılsalar, hemen kabul ederler ve lâkin yenilerek ve rezil olarak (çöle) dönerlerdi. [Eğer onlar sizinle savaşmayı bırakmazlar ve size barış teklîfi ile anlaşma talep etmezlerse ve ellerinisizden çekmezlerse, siz onları bulduğunuz yerde tutun ve öldürün] (III/1007)

FENNİ HARBİ (SAVAŞ BİLİMİNİ) UNUTMAMAK “Tehlike”, ayetin (Bakara 195) iniş sebebinde açıklandığı gibi, “harbi terk edip oturmak”tır. Şu halde “nefsinizi tehlikeye atmayın” demek, “muharebeyiterk ederek rahata alışmayın” demektir. Çünkü muharebeyi terk etmek zâbitân (subaylar) ve askeri (erleri), cebânete (korkaklığa) alıştırdığı gibi, rahata alışıp, dünya hayatına muhabbeti artırdığından,“düşmana karşı gitmeyi istemez” bir hale getirmek, fenn-i harbi unutturmaktır. İşte, savaşı terk eden birtoplum, “el-harbu hud‘atun (harp hiledir)” hadis-i şerîfinin içerdiği gerçeklerden habersiz ve atâlete mahkum kadınlar mesabesinde birtakım insanlar olacağından, şu açıklanan durumların hepsi düşmanın

136

Page 137: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zaferine ve bu vesileyle milletin tehlikeye düşmesine sebep olacağından, Cenâb-ı Hak muharebeyi terk etmenintehlike olduğunu açıklamış ve o tehlikeye düşmekten ehl-i imanı yasaklamıştır..” (I/336)

“DÜŞMAN KUVVETLİ, BİZ ZAYIFIZ” DEMEYİN Savaştan başka çarenin kalmadığı durumlarda savaşı teşvik etmekle ilgili benzer bir ifade de şöyledir: “(Tâlût-Câlût kıssasıyla ilgili Bakara 249.) Âyette; itimâdın (güvenin), ancak Allah’ın inâyetine (yardımına) bağlı olup, sayının çokluğuna) olmadığına işaret vardır. Çünkü ilâhî yardım gelince az olmak zarar vermediği gibi, zillet (yenilgi) gelince de çokluk fayda vermez. Bu nedenle itibâr, inâyet-i ilâhiyeyedir (ilâhî yardımadır) ve bunu okuduğumuz/ duyduğumuz/gördüğümüz binlerce vukuat (olaylar) da ispat etmektedir. Şu kadar ki, askerin âlât ve edevât-ı harbiyesi ve esbâb-ı zâhiriye ve maddiyesi (maddi vegörünür sebepler) mükemmel olmakla kuvve-i maneviyesi yüksek ve diyanete ihtimâmı sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a itimâd-ı tâmmı olup, düşmanı gözüne kestirmesi ve harbi kazanacağına güçlü inancı olması lazımdır. Bu nedenle, ümerây-ı askeriyenin (askerin komutanlarının), savaşı kazanmak için güzel planlar düşünüp, askerini bu suretle terbiye etmesi bir emr-i mühimdir. Yoksa “düşman kavî (kuvvetli), biz zayıf” gibi kuvve-i maneviyyeyi kıracak sözler sarfederse, askerin intizâmının bozulacağına şüphe yoktur.” (I/452)

Siyaset teorisi ile savaş teorisi arasındaki ilişki konusundaki bir ifade ise, Bakara 246. ayetinin tefsirinde şöyle geçer: “İsrail oğulları arasında dinikonuları düzenlemek için Allah tarafından gönderilen peygamberler çalışmakta iken, onların ileri gelen büyükleri bir araya gelerek, müşâvere ile (danışma

137

Page 138: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

sonucu), diyânetin kıvâmı (dînin ayakta durması) â‘dây-ı dîni (din düşmanlarını) kahretmekle olup; düşmanları kahretmek ise, hükümetle olacağını bildiklerinden, ilk önce bir hükümet teşkîl ve hükümete bir reis tayin etmekle, düşmana (işgalci Amâlika kavmine) mukâvemete (direnişe) hazırlanmak ve bu vesileyle varlıklarını korumak hususunu düşünerek, onlara meb‘us (gönderilmiş) olan nebîden, öncelikle kendilerine bir padişah (yönetici) tayinini istirham ettiklerini, Cenâb-ı Hak bu ayetle beyan buyurmuş ve savaşa karşı gelenlerin zalim olduklarını açıklamıştır.” (I/444) CENNETE GİRİLMEZ, CİHAT ETMEDİKÇE “Allah Teâlâ, Âl-i İmrân 143. ayette, düşmanla mücahedeyi farz kıldığından bu farzı edâ etmedikçe Cennet’e girmek uzak olduğuna işaret için, böyle bir düşünceye sahip olmaktan bizleri yasaklamıştır ki, mutlaka düşmana mukâvemet (karşı koyma/direniş) lazım geldiğini ehl-i imana tavsiye etmiştir. (II/734)

PEYGAMBERLER SAVAŞTI (SİZ DE SAVAŞIN) Âl-i İmrân 146. ayet, insanlık tarihi boyunca savaşın sürdüğünü, pek çok peygamber, ve ibadet ehli kişilerinde bu savaşlara katıldığını bildirerek, inananları da (gerektiği zaman) savaşa koşmaya çağırır: [Peygamberlerden pek çoklarıyla, birçok âbid (çok ibadet eden) ve zâhidler (dünyayı önemsemeyip, basit hayat yaşayanlar) savaştılar ve düşmanlarıyla muharebeettiler. Allah’ın yolunda böylece savaşırken, kendilerine isabet eden musibetlerden (de) fütûr getirmediler ve zaaf da göstermediler ve düşmanlarına boyun eğip meskenet de kabul etmediler. Allah (bu şekilde) sabredenleri sever.] Şu halde onlar sabrettiler ve muhabbet-i ilâhiyyeye (Allah sevgisine)mazhar oldular. Ey ümmet-i Muhammed! Sizin de onlar gibi olmanız lazımdır. Yani, geçmiş ümmetler,

138

Page 139: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

düşmanlarıyla mukâteleden (savaştan) çekinmedikleri gibi, siz de çekinmeyin. Zira, çok peygamberlerle beraber ümmetlerinden birçok cemaat, ulemâ (âlimler vefukahâ (İslam hukukçuları) düşmanlarıyla mukâtele ettiler ve Hak yolunu yüceltmede kendilerine isabet eden belâlardan ve birçoklarının öldürülmesinden korkmadılar ve tesadüf ettikleri zorluklardan yorulmadılar, muharebede zafiyet göstermediler ve düşmanlarına boyun edip yalvarmadılar, belki cesur arslanlar gibi düşmanlarına hücumla sabır ve sebat ettiler. Zira Allah sabredenleri sever.”(II/740)

HARPTEN KAÇANLAR “İçlerinden (münâfıklardan) bir kısmı ise “gerçekten evlerimiz emniyette değil” diyerek, Peygamber’den izinistiyordu. Oysa evleri tehlikede değildi. Onlar sadecekaçmayı istiyorlardı.” (Ahzâb sûresi, 13. âyet). “İştezamanımızda düşmanla savaşılırken, düşman karşısına gitmemek için, bazı hilelerle ve yalan sözler söyleyerek ve kendine hasta süsü vererek askerlikten firâr edenlerin îmânlarının zayıf olduğu bu âyetle kesindir. Çünkü îmânı kuvvetli olan kimse, bu gibi şeylere tenezzül etmez ve düşman karşısına mertçe çıkmaktan çekinmez. Zira, onun Allah’a tam bir itimâdı(güveni) vardır ve sevap umduğundan harbe koşa koşa gider.”(XI/4399)

DAHA AZ CAN KAYBI İÇİN, EKONOMİK AMBARGO VEYA EKONOMİK HEDEFLERİ VURMAK “(Onların) Hurma ağaçlarından bazılarını kesmeniz veya(bazılarını da kesmeyip) kökleri üzerinde bırakmanız, hep Allah’ın izniyledir. Bu izin, yoldan çıkan

139

Page 140: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

fâsıkları rezîl etmek içindir.” (Haşr sûresi, 5. âyet)“Fahr-i Râzî’nin verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber sahâbîleriyle beraber, Yahûdî Benî Nadıyr kabîlesinin yerleşim yerlerini kuşatarak, onların hurmalarını kesmek, (sebze ve meyva) bahçelerini yakmak ve yıkmak sûretiyle onları tazyîke (zorlamaya) başlayınca, Yahûdîler: “Yâ Muhammed! Sen dâ‘vânda iyilik hedeflerken, şimdi fesâda başladın. Rabbin Teâlâ sana böyle mi emrediyor?” demeleri üzerine, sahâbîler arasında görüş ayrılığı meydana geldi. Bazıları ağaçların kesilmesi bazıları da kesilmemesini savunurlarken bu âyet-i kerîme indi. Âyette Yahûdîlerin hurmalarının hepsinin kesilmeyip, bazılarının kesildiğini ifâde için, “bazı” mânâsına gelen “min” kullanılmıştır. Yine “ağaçları kesme” veya“kesmeme” konusunda şerîatın izin verdiği ve tercihin Müslümanlara bırakıldığını ifâde için de, “tercîh”e işâret eden, (Arapça)“ev” ifâdesi kullanılmıştır. Âyetten anlaşılan, düşmanları zorlama ve üzüntülerini artırma (morallerini bozma) için, bağlarını bahçelerini yakmak ve yıkmakda bir sakınca olmadığı, başka bir çözüm bulunabilirse, bunlara hiç başvurulmayabileceğidir. Konu hakkında bu âyeti kanıt gösteren Hanefî bilginlerinin içtihatları da bu doğrultudadır. Yani düşmanların şevketlerini (güçlerini) kırmak ve topluluklarını dağıtmak ve onlara acıyı hissettirmek neye bağlıysa onu yapmak, şarîata uygundur. Kâfirlerin bu gibi felâketlere uğramalarının sebebi, kendi yaptıklarıdır. Benî Nadıyrolayının meydana gelmesi de, bu sebepledir. Başta BenîNadıyr’ın iki önemli ismi Ka‘b b. Eşref ve Ebû Râfi‘ olmak üzere, bu Yahûdî kabîlesi Müslümanlara çok zorluk çıkarmaya, bazen açık, çoğu zaman da gizli düşmanlık yapmaya başlamışlardı. Fahr-i Râzî, Beyzâvî,Nisâbûrî ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre, Hz. Peygamber Medîne’ye hicret edince, Medîne’nin

140

Page 141: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yakınındaki Zühre köyünde oturan ve Hârûn aleyhisselâmın neslinden gelen Benî Nadıyr kabîlesi, Hz. Peygamber’in yanına gelerek, Müslümanların leh ve aleyhinde bulunmamak üzere anlaşma yapmışlardı. Bedir savaşında Müslümanlar galip gelince, Hz. Peygamber’in âhir zaman peygamberi olabileceği konusunu kendi aralarında ciddî bir şekilde konuşup, Müslüman olmayı kararlaştırmışlarken, Uhud savaşında Müslümanların yenildiğini görünce kararlarını değiştirip, Hz. Peygamber’e düşman oldular ve ve anlaşmayı bozdular. Hatta reisleri Kâ‘b b. Eşref yanında kırk kişiyle gizlice Mekke’ye gitti ve müşriklerle, Müslümanlar aleyhine bir ittifak anlaşması yaptı. Hatta Mekke’de bulunduğu süre içinde, Mekkelileri Hz. Peygamber aleyhine kışkırtmış, Bedir’de yakınları ölenlerin evlerini ziyaret edip, onlarla beraber ağlamıştı. (İbnu’l Esîr, II/121) Babası Arap, annesi Yahûdî olan Kâ‘b, her iki toplumun da güvenine sahip olduğundan, Arabistan yarımadasındaki hem Arapları hem Yahûdîleri Müslümanlara karşı harekete geçirip, büyük ve tek bir hamle ile Medîne üzerine yapılacak bir harekât ile, İslâm’ı târihe gömmeyi hedefliyordu. Onun bu arzusu ölümünden iki yıl sonraki Hendek savaşı ile gerçekleştirilecek, fakat oluşturulan müşrik-yahûdî ittifâkı Hendek savaşında büyük gayretlere rağmen sonuç alamayacaktır. Ka‘b’ın Mekke’deki bu faaliyetleri, bir süre sonra Medîne’de duyulunca, Kâ‘b’ın süt kardeşi Muhammed b. Mesleme’nin başında bulunduğu küçük bir tim, Hz. Peygamber’in iznini alarak, ona bir suikast tertipleyerek öldürdüler. Hz. Peygamber (bu sırada Yahûdîlerin kendisine bir suikasttertipledikleri de ortaya çıkınca), Benî Nadıyr kabîlesini kuşattı. Sonra da Medîne’den çıkıp gitmelerini emretti. Onlar da esas gayeleri savaş içinhazırlanmak olmasına rağmen bu niyetlerini gizleyip, Hz. Peygamber’den on gün süre istediler. Bu sırada da

141

Page 142: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

münâfıklarla haberleştiler. Münâfıkların: “korkmayın, biz size yardım ederiz” demeleri üzerine, onlardan yardım beklemeye başaldılar. Hz. Peygamber, Benî Nadıyr kuşatmasını gevşetmeden yirmi gün sürdürdü. Münâfıklardan hiçbir yardım gelmedi ve Allah Yahûdîlerin kalplerine korku verdi ve her yönden ümitleri kesildi. “Barışalım” dediler. Fakat Hz. Peygamber, Müslümanların yararına olan şeyin, Benî Nadıyr’in sürülmesi olduğunda gördüğü için, Medîne bölgesinden çıkıp gitmelerinden başka bir şarta razı olmadı. Onlar da terk-i diyâra (topraklarını terke) razı oldular. Hz. Peygamber, evlerini ve gayr-ı menkullerini ve diğer mal ve eşyalarını bırakmalarını,bir deveye ne yükleyebilirlerse ancak onu götürmelerine izin verdi. Çünkü hicretten beri Müslümanlara çok sıkıntı çıkarmışlardı ve çıkarmaya dadevam edecekleri muhakkak idi. Benî Nadıyr bu şarta razı oldular ve birer deveyle ne götürebileceklerse onu yükleyip çoğu Suriye tarafına, birkaç âile de Hayber’e gittiler. Onların kalan mallarını Hz. Peygamber Muhacirlere taksîm etti. Ve böylece Muhacirlerin, Ensâr’a muhtaç olma durumları ortadan kalktı. Muhacirler’in malları mülkleri Mekke’de kaldığı için, nafakaları çoğunlukla Ensâr’ın yardımıyla sağlanıyordu. Bu âyet, Müslümanların selâmeti için, bir topluluğun memleketten sürülmelerinde (dînen) bir sakınca olmadığının kanıtıdır. Çünkü Müslümanların yöneticileri, kamu düzenini bozan fesatçı ve inkârcıların sürülmelerinde kamu yararı görürlerse, bunu tereddütsüz uygularlar. Böyle bir sürgün işlemi, şerîata da uygundur. Çünkü bir işte çoğunluğun yararı varsa, küçük bir azınlığın zarara uğramasının göze alınması, şerîatın kuralları gereğidir. (metnin orijinali: “Bu âyet, ehl-i İslâm’ınselâmeti için bir kavmin memleketlerinden tardolunmalarının cevâzına delâlet eder. Çünkü

142

Page 143: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

evliyây-ı umûr, maslahat-ı âmmeyi, müfsid ve mülhidlerin tard-u teb‘îdinde görünce, bilâtereddüd teb‘îd ederler ve teb‘îdleri de, şer‘an câizdir. Zira,umûmî menfaat için husûsî mazarratın ihtiyâr olunması,kavâid-i şer‘iyyemiz iktizâsındandır.”)” (XIV/5837-5843)

(İbnu’l-Esîr bu önemli olayı şöyle anlatır: “Müslümanlarla Benî Nadıyr arasında çeşitli anlaşmalarolduğundan, bir diyet meselesi dolayısıyla, Hz. Peygamber Benî Nadıyr’e giderek, bu diyete yardımcı olmalarını istedi. Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Ali’nin de olduğu bir sahâbî topluluğu da vardı. Benî Nadıyr ileri gelenleri: “Tabii, istediğin şekilde sana yardımcı oluruz” dedikten sonra, kendi aralarında görüşerek kısa süredeHz. Peygamber’i öldürmeye karar verdiler. Hz Peygamber o sırada bir duvarın yanında oturmakta idi. Yahûdîler kendi aralarında “birimiz o evin damına çıkıp, Muhammed’in üzerine büyük bir taş yuvarlarsa buiş olur” dediler. Amr b. Cihâş adındaki birisi, bu işiüstlendi ve evin damına tırmandı. Tam o sırada Hz. Peygamber’e Allah tarafından durum haber verildi. O dahemen kalkıp yürüdü ve hiç durmadan yoluna devam ederek, Medîne’ye vardı. Medîne’ye varınca da durumu sahâbîlerine bildirdi ve Benî Nadıyr’e savaş îlân etti. Benî Nadıyr, kalelerine çekildiler. Hz. Peygamber de, bazı hurma ağaçlarını kestirip, çevrelerini de yaktırdı. Kuşatma başlayınca münâfıkların reîsi Abdullah b. Übeyy ve onunla birlikte hareket eden bir grup münâfık, Yahûdîlere haber gönderip: “Sebât ediniz, kendinizi koruyunuz. Çünkü biz sizleri asla, Muhammed ve adamlarına teslim etmeyeceğiz. Onlar sizinle savaşa girerlerse, biz de sizin yanınızda savaşa gireceğiz” diyerek mesaj verdiler. Fakat Allah Yahûdîlerin kalplerine korku

143

Page 144: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yerleştirdi. Sonunda, Hz. Peygamber’in “sürülmeleri vebuna karşılık canlarına dokunulmamaları, silah dışındataşıyabilecekleri kadar mallarını develerine yükleyip,gitmek üzere” yaptıkları teklifi kabul ettiler. Benî Nadıyr anlaşma üzerine Hayber’e çıkıp gittiler. Aralarından Suriye’ye gidenler de oldu.” (İbnu’l-Esîr,II/145-146)

KILICI İYİ KULLANIN (AMA NAMAZSIZ BAŞARI GELMEZ). “(Ey kâfirler! Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi! (Bedir’de “yeneceğiz” derken yenildiniz) Ve eğer (inkârdan) vazgeçerseniz, bu siziniçin daha iyidir. Yine (Peygamber’e düşmanlığa) dönerseniz, Biz de ona yardıma döneriz. Topluluğunuz çok bile olsa, sizden bir zararı savamaz. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.” Mekkeli putçular, Medîne Müslümanları üzerine Bedir savaşına çıkarken, Kâbe’ninörtüsüne yapışarak dua etmişler ve fetih istemişlerdi.Âyet onlara bunu hatırlatıyor ve “sizin cemâatinizin çokluğu, size bir fayda vermez ve sizden hiçbir belâyıdef‘ etmez..” demektir...Sonuç olarak İslâm’ın heybetini korumak kılıçla olacağından, kılıcını düşmana karşı kullanmaktan kaçınmak, dünyada ve âhirette alçaklığa, rezilliğe neden olacağından, düşmanlara karşı “kılıcı iyi kullanma”, iki dünyada daiyi durumda olmanın sebebidir. Ve eğer siz, savaş konusunda tembellik gösterirseniz, askeriniz ne kadar çok olsa da size fayda veremez ve düşmanın saldırılarını sizden def‘ edemez. Çünkü Allah’ın yardımı, îmânında olgunluğa erişip, Hz. Peygamber’in emrine asla karşı gelmeyen kâmil mü’minlerle beraberdir. İşte, îmânı iyi olmayan fâsıklar, Allah’ınyardımını alamazlar. Şu halde Allah Teâlâ’nın mü’minlere yardım vaadi, mü’minlerin tamamıyla şerîatasarılıp ibâdete devam etmelerine bağlıdır. O nedenle, ahlâkî seviyesi düşmüş ve Allah’ın emirlerine itaatten

144

Page 145: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

uzaklaşmış olan milletler, her zaman çökmeye mahkumdurlar. (V/1867-1868, Enfâl sûresi, 19. âyetin tefsîrinde) SAVAŞ DİRİLTİR, İSLÂMÎ TOPLUMU “Ey inananlar! Hayat verecek şeye sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Peygamberi’ne (onların çağrılarına) uyun..” “[..Fahr-i Râzî ve Kâdî Beyzâvî’nin açıklamalarına göre, Hz. Peygamber’in çağrısının hayatvereceği dirilteceği şeyle kasıt cihattır. Bu âyette, bu yere uygun olan mânâ da budur. Çünkü bu âyet, cihadla ilgili âyetlerden sonra geldiği gibi, cihat İslâm’ın devamına ve kuvvetine sebep olup; cihadı terketmek ise, düşmanların egemen olmasına ve dînin çöküşüne neden olacağından, bütün Müslümanları diriltecek şey cihattır. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: “Ey Müslümanlar! Allah Teâlâ ve Elçisi sizi diriltecek cihada davet ettiklerinde derhal uyun, savaştan çekinmeyin. Çünkü Allah kalplerinizde olan korkularınızı cesarete çevirir ve size zorluklara karşı dayanıklılık verir. O nedenle korkmayın, harbe cesaret edin ve eğer harpten kaçar, Peygamber’in (cihada katılın) emrine karşı gelirseniz,(yarın âhirette) Allah’ın huzurunda toplanıp, cezaya uğrayacağınızı düşünün.” demektir.” (V/1872, Enfâl sûresi, 24. âyetin tefsîri) “..ve cihat işinde tembellik, kâfirlerin gâlip gelmesine sebep olacağından, bunlardan ve bunların benzeri umûmî belâların isâbetine sebep olacak günahlardan, her mü’minin sakınması lazım geldiğini, Allah Teâlâ tavsiye buyurmuştur.” (V/1874, Enfâl:25)

ONLARIN GAYESİ BELLİ “Şayet onlar (düşmanlarınız, şu anda dost görünüyorlarsa da) sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle (kötülük yapmak için) uzatacaklar. Zaten onlar sizin

145

Page 146: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(İslâm’ı) inkâr etmenizi istemektedirler.” (Mümtehıne sûresi, âyet: 2) “Yani ey mü’minler! Gözünüzü açın, aldanmayın! Eğer onlar sizi yenerek galip gelirlerse, sizin için kalplerinde olan düşmanlığı (o zaman) ortaya koyarlar ve derhal gereğini yapmaya başlarlar. Ellerini öldürme ve dövme gibi çeşit çeşit zulüm ve cefa ile, dillerini de kötü sözlerle saldırarak, Müslümanlara hücum ederler. Onlar zaten içlerinden dâimâ sizin dîninizden dönerek mürted olup, inkârda onlarla kardeşolmanızı cân-ı gönülden arzu ederler. Şu halde sizin inkâr etmenizi cidden arzu eden bu kişilerin, siz kâfir olmadıkça size dost olmayacakları meydanda iken, siz nasıl oluyor da onlara dost olmak istersiniz?..Hulâsâ (özet olarak), Müslümanların, her ne sebep ve düşünceye dayalı olursaolsun, kâfirleri sevmelerinin, kâfirleri Müslümanlara düşmanlıktan vazgeçiremeyeceği ve fırsat buldukça, kâfirlerin Müslümanlara elleriyle vurmaktan ve dilleriyle sövmekten vazgeçmeyecekleri, kâfirlerin hedeflerinin Müslümanların dînlerinden dönüp kâfir olmaları olduğu, kâfir olmadıkça da hiçbir şekilde onların bize düşmanlıktan vazgeçmiyecekleri ve mü’minlerin onlara sevgilerinin de bir faydasının olmayacağı bu âyetten çıkarılan faydalardandır.”(XIV/5874)

(93 Harbi’nde (1896-1897 Osmanlı-Rus Savaşı) Rusların ve onlarla beraber hareket eden ve altı yüz yıla yakındır Osmanlı şemsiyesi altında yaşayan Bulgarlardan bazı çetelerin Müslüman halka yaptıkları zulmü, 93 Harbi sırasında Rumeli Müslümanlarının uğradığı zulümleri, düştüğü perişanlığı ve çektiği acıları dile getiren yazılı belgelerden biri de, olayların yaşayan ve 1877 Ağustos’unda İstanbul’a hicret eden Eski Zağra Müftüsü Hüseyin Râcî Efendi’nin

146

Page 147: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yazdığı Târihçe-i Vak‘a-i Zağra isimli hatırattır. Kendi âilesi de, bu fecî harp yıllarında Lofça’dan Bursa’ya göç eden Ertuğrul Düzdağ’ın Latin harflerine Zağra Müftüsünün Hatıraları olarak çevirdiği bu çalışma, Tercüman 1001 Temel Eser dizisi içinde 24. kitap olarak 1980 öncesinde yayınlanmıştır. Kitabı ilk defa 1910 yılında ilk baskısını alınca okuyan Yahya Kemal (Beyatlı) şöyle demektedir: “Kitabı satın aldım. Bu okuyuşun etkisi iliklerime kadar işledi. Zağra MüftüsüRâcî Efendi doksanüçte, General Gurko’nun Eski Zağra’ya ilk defa nasıl girdiğini, Müslümanların çolukçocuk, kadın, ihtiyar nasıl koyun gibi kesildiklerini.. mağlubiyetten sonra da ikinci ve son felaketi, İstanbul’a doğru o acıklı hicreti bütün sahneleriyle naklediyordu.” i.y.)

MÜSLÜMANLARIN SIRLARINI VERMEYİN, KÂFİRLERE “Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. (Mümtehıne sûresi, âyet: 3) “Âyetin iniş sebebi, bir sahâbînin, gizli tutulan planını yani, Müslümanların Mekke’yi ânî bir saldırı ile ele geçirip, mümkün olduğu kadar kansız bir zaferle putların yıkılacağı son darbeyi indirme hazırlıklarıve haberini, Mekke’deki âile ve akrabaları bu saldırıda zarar görmesinler diye, Mekke’ye haber göndermesidir. Bu teşebbüs Hz. Peygamber tarafından önlenmiştir. Hz. Peygamber o sâhâbîye neden bu işe teşebbüs ettiğini sorunca, “Mekke’de olan evlâd ve akrabalarını himaye etmek maksadına yönelik olduğu”nu söyleyerek özür dilemiş, özrü kabul edilmiş, fakat inen âyetle hem o sahâbî hem de kıyamete kadar gelecekolan bütün mü’minler bir daha böyle bir davranışta bulunmamaları için uyarılmışlardır. Yani ey mü’minler!Evlâd ve akrabanız, Hz. Peygamber’in sırlarını açıklamaya sebep olacak kadar kıymetli değildirler. Onları himaye etmek için, kâfirlere dostluk doğru

147

Page 148: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olmaz. Çünkü insanların davranışlarının hesabının görüleceği kıyamet gününde, size âile ve akrabanızın aslâ bir yararı olmaz. Çünkü o günde Allah Teâlâ onlarla sizin aranızı ayıracak ve herkesi davranışlarına göre cezalandıracaktır. Bu âyette, her ne sebebe dayalı olursa olsun, kâfirlere dostluk gösterenleri son derece tekdir (azarlama) vardır. Çünkü evlâdı ve insana en yakın olan akrabayı himaye (korumak) için kâfire dostluk mümkün değilse, başka sebeplere dayalı bir dostluğun hiç mümkün olmadığı ortadadır.” (XIV/5875)

ŞU ANDAKİ (1911 YILI) FELÂKETİN SEBEBİ: BÜTÜNPİSLİKLERİN ANASI ŞİRKTİR “(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve dîn tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfre yani inkâra) son verirlerse (onları bırakın). Şüphesizki Allah onların yaptıklarını görendir.” Enfâl sûresinin bu 39. âyetine ve takip eden 40. âyete, Mehmed Vehbi Efendi şöyle meâl ve tefsîr veriyor: “[Ey Mü’minler! Öldürün kâfirleri ki, şirk olmasın ve dînin tamamı Allahü Teâlâ’ya özgü olsun. Eğer sizin savaşmanız üzerine onlar inkârdan vazgeçer ve terk ederlerse, (o zaman) onları kınamayın. Çünkü Allah Teâlâ onların davranışlarını görücü ve bilicidir ve eğer onlar ilâhî emirleri kabulden yüz çevirirlerse, endîşe etmeyin. Çünkü Allah sizin yardımcınızdır. Allâhu Zülcelâl ne güzel mevlâ (sâhip) ve ne güzel yardımcıdır.] Yani ey Mü’minler! Kâfirler anlaşmalarını bozarak eski hallerine döndüklerinde, onlarla savaşın. Çünkü kâfirlerle savaşmak üzerinize vâciptir (mutlaka gereklidir). O nedenle savaşmaya devam edin ki, onların kendi inkârlarını güzel görmelerinin sonucu olarak Müslümanlardan (inancı)

148

Page 149: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zayıf olanları saptıramasınlar; (bütün) pisliklerin anası ve günahların temeli olan şirk gibi fitne ve fesatları yayamasınlar (ümmü’l-habâis ve üsü’l-maâsî olan şirk); ve Müslümanlar (onların) kötülüklerinden emîn (güvende) ve rahat olsunlar da, dünyada dînin tamamı dîn-i İslâm olarak katışıksız sadece Allah içinolarak kalsın ve bu şekilde bâtıl (boş) dînlerin hepsiçöksün.

Bu âyette savaşın vâcip oluşunun sebebi, kâfirlerin fitnelerini gidermek olduğuna işâret için Allah Teâlâ “onlarla savaşın ki fitne olmasın” buyurmuştur. Çünkü Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre, müşrikler Müslümanları saptırmak ve kalplerine şüphe sokmak için Müminleri dövme, sövme ve diğer şekillerdeeziyet etmek gibi zulümlere girişmişler ve hatta bazı zayıf mü’minleri de sapıttırmışlardı. Bu nedenle Allah’ın Elçisi, sahâbîlerin Habeşistan’a göç etmelerini istemişti. Medîneli Ensâr’ın Hz. Peygamber’e biat etmelerinden sonra, Mekke müşriklerinin fitneleri daha da şiddetlendi. Hz. Peygamber’in nasîhatları da onlara tesir etmeyince, onların bütün bu fitnelerini, zulümlerini gidermek için ve dünyaya (adaletli bir) düzen vermek için savaşla emrolundu. Onların fitnelerinin bitmesi, vücutlarını tamamen ortadan kaldırmakla olacağına işaret için, önce savaşla emir ve ikinci olarak da fitnelerinin bu savaş emrine sebep olduğu bildirilmiştir.

Bu âyette, dînin tamamı “tek dîn olarak Allah için olması” ile kasıt, Hicaz’da dînin tamamı Allah için olmasıdır. Eğer Kurân’ın kastı, “bütün dünyada dînin tamamı Allah için olması” olsaydı, (sahâbîler döneminden itibaren İslâm devletleri) bütün

149

Page 150: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

dünyada savaşarak (İslâm’ın dışındaki bütün) inkârcılık bitirilir ve dîn de ancak İslâm dîni olurdu. Halbuki durum bunun tersidir. Şu halde kasıt, Hicaz’da dînin tamamının Allah için olmasıdır. Hz. Ömer zamanında Hicaz inkârdan tamamıyla temizlenmiş ve âyetin sırrı gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in “Arap yarımadasında iki dîn bir arada bulunamaz” sözü de bunu vurgulamaktadır. Yahut da âyetin mânâsı, “dînin tamamı bütün dünyada Allah için olmak” kastedilmiştir. Çünkü “savaşla emir”, fitnenin giderilmesi maksadını esas alıp, Müslümanların her yerde ve her zamanda savaşa gayret etmelerini emretmektir. Bunun için savaşılır ama, sonuçta inkârcılık yeryüzünden tamamen kazınamayabilir. Çünkü her hangi bir şey için çalışılması, maksadın elde edilmesini sağlamayabilir. Yani, “Müslümanların bu maksadın (dînin sadece İslâm olması) gerçekleşmesi için çalışmaları, vâciptir. Çalışmazlarsa, kâfirlerin fitnelerinden güvende olamazlar” demektir. Nitekim öyle de olmuştur. Müslümanlar dîni görevlerini terk ettikleri için Allah’ın gazabına uğramışlar ve dâimâ kâfirlerin fitnelerine uğramışlar, onların belâlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Şu zamanımızdaki 1328 senesinde (1911 mîlâdî) Rumeli’deBalkan Harbi’nde Müslümanların görmüş olduğu belalar da bunu ispat etmektedir.” (V/1893-1895, Enfâl 39 ve 40. âyetlerin tefsîri)

YÜZYILLARDIR KOMŞULUK YAPTIKLARIMIZ, İŞKENCE İLE ÖLDÜRDÜLER MÜSLÜMANLARI Tarihçi Mükrimin Halil Yinanç’ın (1900-1961) Adana/Saimbeyli kadısı olan babası ve annesi işkenceyle (her gün bir organları kesilerek)öldürülmüşlerdi, Ermeniler tarafından, 1920 yılında. Mehmed Vehbi Efendi o yıllarda Ankara’da TBMM üyesi vedaha sonra da hükümette bakan olarak, o günlerde

150

Page 151: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yaşananları çok iyi bilen bir kişi olarak şunları yazmaktadır:

“[Müşriklerin (verdikleri) sözlerine nasıl itibar olunur? Elbette itibar olunamaz. Halbuki onlar size galip gelirlerse, size verdikleri yeminleri unuturlar ve uymaları lazım gelen hukûka uymazlar. Dilleriyle hîle yaparak sizi razı etmek istiyorlar. Halbuki kalpleri, dillerinden çıkan anlaşmanın hakkını yerine getirmekten çekiniyor. Çünkü bunların çoğu, Allah’a itaattan çıkmış ve anlaşmalarını yerine getirmekten çekinen fâsıklardır.(Tevbe sûresi, 8. âyet)] ..İşte buâyetin sırrı, gerek Balkan savaşlarında ve gerek Yunan’ın Anadolu’nun bir kısmını istîlâ fâciasında, hiç kimsenin şüphesi kalmayacak derecede ortaya çıkmıştır. Çünkü içimizde olan zimmîler (Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşları), bağlı bulundukları (Osmanlı devleti ile olan) zimmet anlaşmasını hiçe sayarak, (yüzyıllardır) komşuları olan ve her gün iyilik gördükleri Müslümanlara her türlü işkence ve fenâlığı lâyık gördüler ve ellerine geçen (kötülük etme) fırsatlarının bir tanesini bile kaçırmadılar. Şuhalde Müslümanların gözünü açıp, bunların görünüşteki yemin ve iltifatlarına aldanmamalarının gerekli olduğunu, Cenâb-ı Hak bu âyette açıklamış ve mü’minleri uyanık olmaya davet etmiştir.” (V/1962-1963)

“Eğer anlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dîninize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) Umulur ki inkâra son verirler.” (Tevbe: 12) Mehmed Vehbi Efendi bu âyetin tefsîrinde de şunları yazıyor: “Yani kâfirler yeminleriyle kuvvetlendirdikleri anlaşmalarını bozar, verdikleri yeminlerine itibar

151

Page 152: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

etmez, sizinle yaptıkları anlaşmadan sonra ahitlerini bozmaya cesaret eder ve dîninizin hükümlerini ayıplar,inancınızı kınar, ibadetinize dil uzatırlarsa, kâfirlerin önde gelenlerini öldürün (orijinali: “..muâhededen sonra ahidlerini nakzetmeye cür’et ederler, dîninizin ahkâmını ta‘yîb ve îtikâdınızı takbîh, ibâdetinize ta‘n ederlerse rüesâ-yı kefereyi katledin”)..Onlar hem kendileri yoldan çıkmış, hem de gayrılarını yoldan çıkarmışlardır. Şu halde onların zararları yalnız kendilerine değildir, aksine başkalarının inkârlarına da sebep olduklarından zararları topluma yayılmaktadır. Bu nedenle, öncelikleonların öldürülmesi lazımdır. Çünkü onları öldürmek, onlara uyanları da öldürmektir. Bu büyükleri öldürmeyebaşlayınca, umulur ki diğerleri inkârlarından vazgeçerler de, onların (alt tabakanın, yönetici olmayanların) îmânlarına sebep olursunuz. Beyzâvî’nin açıklamasına göre, dîn-i İslâm’a hakaret eden zimmî (Müslüman olmayan İslâm ülkesi vatandaşı) ile, İslâm devleti arasındaki anlaşmanın (nasıl) bozulmuş sayılacağına bu âyet işâret eder. Bu nedenle, İslâm’ınhükümlerinden bir hükme hakaret eden bir zimmîninartık zimmetine itibar edilmez (vatandaşlığı=kendisineverilen can, mal, ırz, dîn, ticâret yapma güvenliği bitmiştir. Böylece Müslüman olmayan bir vatandaşın, İslâm devleti vatandaşlığından çıkarılması ve yargılanması süreci de başlamışolur). (V/1966-1967)

“Ahdini (anlaşmasını) bozan kâfirlerin öldürülmesinin vâcip (mutlak gerekli) olmasının sebebini açıklamak üzere Allah Teâlâ bu âyette “Lâ eymâne lehum” buyurmuştur. Yani “onlar için asla yemîn yoktur. Çünküyemînlerinin gereğine göre davranmadıklarından, yemînleri yok derecesine indirilmiştir ve ahidlerinde sebât etmediklerinden, ahidlerine de îtibâr yoktur.

152

Page 153: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Çünkü onlarda dîn ve îmân olmadığından ahidlerini bozmaktan aslâ utanmazlar.” demektir. Zamanımız olayları da buna şâhittir. Çünkü kâfirler, bugün verdikleri sözden yarın dönerler, hiç de utanmazlar. Bu durumlar Avrupa’nın medenî dedikleri hükümet adamlarında her zaman görülmektedir. Kilise ve câmi ile ilgisi olmayan kimselerin durumları da böylecedir. O nedenle bu gibilerin anlaşmalarını bozacakları hissedilince, hemen savaşa girişmenin vâcip olduğunu, Cenâb-ı Hak açıklamıştır. Görünürde kılıçla onlara hücum, onlar için felâket gibi görünürse de, gerçekte iyiliklerine/düzelmelerine sebep olacağından, kılıç onlar için tam bir faydadır. Kâfirlerle savaştan maksat, onların inkârı terk etmekle kendilerini düzeltmeleridir, yoksa onlara eziyet etmek değildir. Bu nedenle onları îmâna davet, onların iyi olmalarına ve saâdetlerine hizmettir. Şu halde dünyada düzeni ve huzuru sağlamak için, Müslümanlar her zaman azametlerini (güçlerini) korumaya gayret edip, İslâm dînine davet konusunda dâimâ kılıç göstermek lazımdır.” (V/1967-1968)

“Şu halde onların yemînlerini bozmaları ve Allah’ın Elçisi’ni Mekke’den çıkarmaya kasdetmeleri ve sizinle savaşa, sizden evvel başlamaları, onlarla savaş(manız)ın gerektirici sebeplerindendir..Fahr-i Râzî, Beyzâvî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre Kureyş’in Mekke’de Dâru’n-nedve’deki toplantılarında Hz. Peygamberi öldürmek veyahut Mekke’den çıkarmak üzerinde görüş birliğine vardıkları gibi, Bedir savaşında savaşa öncelikle onlar başlamışlardır. Çünkü, Şam’dan gelen kervanlarının selâmetle geldiği ve kervanın reîsi Ebû Süfyân da selâmetle Mekke’ye ulaştıklarını haber verdiği halde, dönmeyip Bedir’e kadar gelmeleri, savaşa önce başlamak demektir.”

153

Page 154: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(V/1969) “Bu âyet (Tevbe: 13), şerîat tarafından kabuledilebilecek uygun bir sebepleri olmaksızın savaştan kaçanları son derece kötülemektedir. Çünkü “Allah’dan korkma”yı îmâna bağlayarak, “îmânınız varsa, Allah’dankorkun, kâfirlerden korkmayın” demek, “savaştan kaçanları, îmânları olmamakla” kötülemek/kınamaktır vekâfirlerden mü’minlerin korkması, çirkin bir iş olduğuna işâret için, kınamaya ve başa kakmaya işâret eden “soru hemzesi”yle gelmiştir. Kâfirlerden korkmanın ne kadar fenâ bir şey olduğunu bize mütârekezamanı (1918’den sonra) göstermiştir. Âdeta korkumuz sebebiyle, elimizle beslediğimiz zimmîler elinde esîr olduk ve korkmamanın da ne kadar iyi bir şey olduğunu son Yunan(’a karşı kazanılan) zaferi ispat etmekle, âyetin sırrı ortaya çıkmıştır.” (V/1969-1970)

DOST EDİNMEYİN ONLARI, BİR İHTİYAÇ YOK İKEN “Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre, bu âyet (Tevbe: 16) ilâhî azaptan kurtuluşun çaresini samîmiyetle cihad ve kâfirleri –bir şer‘î sebep yoksa- dost edinmemekten ibaret olduğunu ortaya koymuştur: “Yoksa siz, Allah sizden cihad edenlerle, Allah, peygamber ve mü’minlerden başkasını kendilerinesırdaş edinmeyenleri bilmeden (siz böyle bir imtihan geçirip, iyiler ve kötüler hakkını almadan başı boş) bırakılacağınızı mı sandınız?” ”(V/1974)

KÂFİRLERİN HİZMETİ KABUL EDİLMEZ, CÂMİLERE “..Yani, mescidler mü’minlerin ibâdethâneleri olduğundan, kâfirlerin o gibi mübarek yerlere hizmetleri doğru olmaz. Çünkü onlar (esasında) kendi aleyhlerine olan, (İslâm’ı) inkâra tanıklık yaptıklarından, inkârla övünen ve Müslümanlara kin ve düşmanlık besleyen bu kişiler, Allah’ın mescidlerini tâ‘mîre layık değildirler. Onlar ne kadar iyi davranışlar yapsalar da, bu davranışları yok

154

Page 155: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hükmündedir ve kendileri de ebediyen cehennemdedirler.İnkârla yapılan (iyi) davranışta fayda olmaz. Çünkü iyi davranışın temeli, îmân(olmalı)dır.” (V/1974, Tevbe sûresi, 17. âyetin tefsîri)

TOKALAŞSA KÂFİRLE ABDESTİ BOZULUR, MÜ’MİNİN “Kâfirle el ele tutuşan mü’minin, abdestliyse abdestini iâde etmesi gerektiği, bazı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bazı bilginler, kâfirlerin bedenleri köpek ve domuz gibi pistir, demişlerdir. Bazıları da, kâfirlerin içlerindeki bozuk inançları, (bedenin) dışındaki pisliğe benzetildiğinden bunlara “pislik” denilmiştir, demişlerdir.” (V/1987, Tevbe sûresi 28. âyetin tefsîri)

ÖLSE, GÖMÜLSE MEKKE’YE KÂFİR, CESEDİ ÇIKARILIR ATILIR MEKKE DIŞINA “Bu âyette “yıl” ile kasıt “Vedâ Haccı” senesidir ki hicretin dokuzuncu senesidir. O yıl Hz. Ebû Bekir Hazretlerinin “hac emîri” olduğu senedir. İşte o seneden sonra, müşrikler Ka‘be’yi haccetmekten ve Harem’e girmekten yasaklanmışlardır. İşte, kâfir olan kişi gerek zimmî (İslâm devletinin vatandaşı) olsun, gerekse müste’men (vize alarak İslâm ülkesine girmiş) olsun ve gerekse muâhid (anlaşmalı kâfir) bulunsun, her ne sûretle olursa olsun, Harem’e girmesi yasaklanmıştır. Hattâ Müslümanların lideri Harem’de bulunur da, yabancı bir elçi de gelip görüşmek isterse, lider Harem dışına çıkar, elçi Harem’e sokulmaz. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, İslâm memleketi kâfirler hakkında üç çeşittir. İlki, Harem’dir ki, asla kâfirin girmesi mümkün değildir. Hatta gizli girse ve vefat etse, kabri biliniyorsa kabrinden çıkarılır, Mekke dışına (Harem bölgesi dışına) atılır. İkinci çeşit toprak; Yemâme ile Yemen ve Necid’le Medîne arasından ibaret olan Hicaz

155

Page 156: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

toprağıdır. Hicaz arâzîsine Müslümanların izniyle kâfirlerin girmesi mümkündür fakat üç günden fazla kalmalarına müsaâde edilmez. Çünkü, Allah’ın Elçisi’nden kâfirlerin, Hicaz’dan çıkarılmasıile ilgili hadîs olduğundan, Ebû Bekir Hazretleri iki yıllık halîfeliğinde buna imkân bulamadı. Fakat ikincihalîfe Hz. Ömer Hazretleri’nin zamân-ı hilâfetlerinde,Hicaz’dan kâfirleri kovalayıp uzaklaştırdı. Yani İmam-ı Mâlik’den nakledilen “Lâ yectemi‘u diynâni fî Cezîrati’l-Arab” hadîsinin eseri, Hz. Ömer zamanında ortaya çıktı. Hadîsin mânâsı: “Arap yarımadasında iki dîn bir arada bulunamaz” demektir. Ve günümüze kadar da, bu hadîsin hükmü geçerli olagelmiştir. İslâm topraklarının üçüncü grubu diğer İslâm memleketleridir. Kâfirler üçüncü grupdaki İslâm topraklarına izinle girebilirler, fakat (ayrıca) bir Müslümanın izni olmadıkça (bir) mescide giremezler.” (V/1988, Tevbe sûresi 28. âyetin tefsîri)

SIRLARIMIZI ÖĞRENDİLER, SÜLÜK GİBİ EMDİLER KANIMIZI. “Kâfirlerle bir arada bulunmamızdan ve (bazı) işlerimizin başına onları geçirmemizden ve kâfirlerin (bunlardan cesaret alıp) İslâm topraklarınaçekirge gibi dağılmalarından ve kanlarımızı sülük gibi sormalarından ve sırlarımıza öğrenmelerinden ne kadar zarar gördüğümüz ortadadır ve inkârı mümkün olmayan gerçeklerdendir. Hele şu son zamanlarda Mâliyede Franszıların, Bahriyede İngilizlerin, Harbiyede Almanların bulunmasından görülen zararların sonsuz olduğu ortadadır. Fakat maalesef Eğitim Bakanlığı kurulalı elli-altmış sene olduğu ve milletin bütçesinden bir yığın para çektiği halde, ihtiyacımıza cevap verecek kaliteli/uzman adamlar yetiştirememiştir. Bakanlık bunun endîşesini bile düşünmemiştir.(Bu satırlar bu sûre-i şerîfenin

156

Page 157: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

tefsîrinin yazıldığı 1329 senesi Nisanındaki (1911 yılı Nisanı) vaziyete göre yazılmıştır.)” (V/1990, Tevbe sûresi, 28. âyetin tefsîri)

LÂNET OLSUN SİZE! GELMEYİN YARDIMA Hz. Peygamber’e, münâfıkları orduya sokmamasını emreden Teveb sûresi 83. âyetini tefsîr ederken, Mehmed Vehbi Efendi onlara hayli ağır sözler söyler: “Eğer Allah seni onlardan bir grubun yanına döndürür de (Tebuk seferinden Medîne’ye döner de, bu münâfıklarda başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için izin isterlerse, de ki: benimle beraber aslâ çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber aslâ savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk defa (daha önce Tebukseferinden geri kalıp evlerinizde) oturmaya razı oldunuz, öyle ise (şimdi de) geri kalan(zayıf ve kadın)larla beraber oturun.” “Bu âyet, onları Hz. Peygamber’in yanına girmekten men ve onlara lanet kabîlindendir. Yani “yıkılın buradan, defolun gidin Hz. Peygamber’in huzurundan, lânet olsun size ve sizinyapacağınız işe” demektir. Bunları savaşa gelmekten men etmenin hikmeti, onların harbe giderlerse çıkarmaları muhtemel olan fesattır. Çünkü Müslümanlarla harbe gitseler, mutlaka orduya fesat sokarak, harbin kaybedilmesine sebep olacakları şüphesizdir” (V/2077) RAMAZANDA SAVAŞ “Bedir savaşı hicretin ikinci yılı ramazan ayının on yedinci veyahut on dokuzuncu Cuma günü olmuştur. Bedirsavaşında alınan ganîmet, buna göre (Enfâl sûresi 41. âyete göre), sahâbîler arasında taksîm olunmuştur ve ondan sonra da Hz. Peygamber’in sahâbîleri dâimâ bu hükümlere uymuşlardır. Maalesef çok zamandan beri, bu hükümlere uyulmamaktadır.” (V/1898)

157

Page 158: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(Mekke’nin fethi ve Kâbe’nin putlardan temizlenmesi deRamazan ayında olmuştur. Hz. Peygamber, Ramazanın onuncu günü olan 1 Ocak 630 yılında Medîne’den çıkmış ve Ramazanın bitmesine on gün kala Mekke’yi fethetmiştir. 31 Aralık gecesinin Mekke’nin fethi olmadığı, Mekke’nin Ocak ayının onuncu veya on birincigünü fethedildiği anlaşılıyor. i.y.)

ASKER KAÇAKLARI Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda hazırladığı tefsirinde M. Vehbi Efendi, “[Sizden bazı kimseler var ki, onlar harb(e gitmek)ten gecikirler ve(gitmemek için) tenbellik ederler] (Nisâ 72) ayetinin açıklamasında bir mazaretle savaştan kaçanlar hakkındada şunları kaydeder: “Bu ayet, harpten geri kalanları kapsadığı gibi, başkalarının harpten geri kalmalarına sebep olanları da kapsar. Bunlar, kendi harpten geri kalıp günahkar oldukları gibi, başkalarını da harb(e gitmek)ten geri bıraktıklarından dolayı günahkar olurlar. Şu halde kanunen asker(lik çağına gelmiş) olan kimseleri (askere gitmekten) kurtarmak için uğraşanlar ve onlarahile yolları arayanlar, günahta harbe gitmeyenlerle beraberdirler. Sonuç olarak, cihattan firar etmek veyahut başkasının firarına sebep olmak, ehl-i îmâna yakışır hallerden olmadığı gibi, îmân-ı kâmil (olgun, tam bir iman) ile bu davranışın bir arada bulunması damümkün olmadığı gibi, tam aksine harpten firar, îmânınzayıflığının eseridir. (III/975)

“[Her nerede olursanız olun vefat size ulaşır, sarp vesağlam kalelerde olsanız bile! (Nisâ:78)] Savaşa gitmek ölüme sebep olamayacağı gibi, gitmemek de mevtten (ölümden) kurtuluşa sebep olamaz. Mutlu bir şekilde vefat etmek, kötü bir yaşam sürmekten daha hayırlıdır..Münafıklar, hem Uhud savaşından kaçmışlar,

158

Page 159: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hem de Uhud’da şehid olanlar hakkında: “eğer bizimle beraber olup, muharebeye gitmemiş olsalardı, onlar da vefat etmezlerdi” diyen münâfıkların bu sözlerini ret için, bu âyetin indirildiği nakledilir..(Âyette geçen)“Burûc” kelimesi “yüksek kaleler ve sağlam köşkler”dirki, insan ne kadar firâr etse ve saklansa da ölümden kurtulamayacağından kinâyedir.” (III/983)

FARZ-I KİFÂYEDİR, CİHAT “Cihadın farziyeti, kifaye olduğundan, bazı kimselerden mücâhedenin vukûu diğerlerinden farzı düşürür.” (II/734)

“[Allah Teâlâ bilfiil savaşa hazır olanlar ve savaşa hazır olmayıp, hazır olamadığına hüzünlenerek oturanlardan her birine büyük mertebe(ler) ve yüksek derece olan Cennet-i vaad etti. Ve Allah mücâhidleri, oturanlar üzerine üstün kıldı (Ve mücâhidlere kendi katından pek çok yüce dereceler ve bağışlanma ve lütufve ihsan ve merhamet-i ilâhî olan yüce bir ödülle (üstün kıldı). Allah kullarının günahlarını bağışlayıcı ve cennetini onlara nasip etmekle merhametbuyurucudur. (Nisâ: 95-96)] Bu âyet, cihâdın farz-ı kifâye olduğuna kanıttır. Çünkü, Cenâb-ı Hak mücâhidlere de, (cihâda gitmeyip) oturanlara da cennetini vaad ettiğini açıklamıştır. Cihad eğer farz-ı ayn olmuş olsaydı, farz-ı aynı terk edenlere (de hüsnâ (güzellik=cennet) vaad olunmazdı.”(III/1020-1021)

(Bu nedenle Hz. Peygamber zamanında, cihâda katılmayanlara ceza olarak toplum baskısı ve Kurân’ın onları kınaması ile yetinilmiş, maddî/hukûkî bir yaptırım uygulanmamıştır. i.y.)

159

Page 160: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“BEN SİZE HARAM AYDA SAVAŞIN MI DEDİM?” HARAM AYLAR SÜREKLİ BARIŞIN ANAHTARI OLABİLİR Mİ? İnsanların nefislerine (egolarına) hakim olamamaları, iç savaşların da, uluslar arası harplerin de ana nedenlerinden birisidir. Uluslar arası barış için psikoloji bilimine de büyük görev düşmektedir. Eğer insanların en azından belli bir kısmının barışın yararlarına inandırılması sağlanabilirse, iletişimin çok yaygın olduğu çağımızda bunun barışa önemli katkıları olabilir. Barış konusunda psiko-sosyolojik, sosyo-psikolojik yoğun çalışmalar yapılmalıdır. Dünyada sürekli bir barış mümkün olup olamayacağı, Kur’ân ayetlerine bütüncü bir bakış açısı ile (ayrıca)değerlendirilebilir. Kur’ân’da idealist bir uluslar arası ilişkiler teorisine işaret eden ayetler olduğu gibi, realist bir uluslar arası ilişkiler teorisine işaret eden ayetler de vardır. İslâm öncesi Arap yarımadasında, Araplar arasında savaşın yasak olduğu dört ay kabul edilmişti. Gerçi bu yasak, zaman zaman çiğnenirdi, fakat bu yasağı çiğneyenler, o günkü Arap toplumunda hayli kınanırlardı. İslâm tarihçisi HüseyinAlgül “haram aylar genişletilerek bütün bir yıla yayılabilir mi?” sorusu ile (güzel) bir açılım yapmıştır. Bu konuyu ayrı bir bölümde (veya çalışmada)incelemeden önce, Bakara 217. ayetteki Haram aylar konusunda M. Vehbi Efendi’nin ifadelerine bakıyoruz. Mehmed Vehbi Efendi geleneksel görüşü savunarak, İslâm’da “haram ay” kavramının olmadığını savunmaktadır: “Allah Teâlâ kıtâlin (savaşmanın) farz olduğunu açıkladığı gibi, haram ayda savaşın büyük günah olduğunu dahi açıklamak üzere: “Ey Rasûl-ü Mükerrem! Haram ayda savaştan sana müşrikler sual ederler. Sen

160

Page 161: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

cevapta de ki: Haram ayda kıtâl (savaş) büyük günahtır. (Ama) İnsanları Allah’ın yolundan (dini kabul etmelerini) engellemek (için çalışmak), O’nu (Allah’ı) inkâr, ve (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram’a (Kabe’ye) gitmelerine mânî olmak, onun halkını (Makkeli muhacirleri) oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük (günah)tır. Ve (bu şekilde sizin yaptığınız fitnecilik) katilden (adam öldürmeden) dahabüyüktür” Yani beyn-el ‘Arab (Araplar arasında) haram aya hürmet lazımken, Recep ayının başlangıcında, Müslümanlardan bir grubun, müşriklerin kervanını vurmaları üzerine, müşrikler (bunu çok büyük bir propaganda ile Arap yarımadasında Müslümanların aleyhinde bir kamuoyu oluşturuylması doğrultusunda kullandılar ve) haram ayda adam öldürmenin hükmünü Rasûlullâh’a sordular. (Buradaki sorma daha çok, Mekkemüşriklerinin olayı büyütüp, Arap kabileleri arasında,Hz. Peygamber’in ve Müslümanların dürüstlüğünü sorgulamaya girişmeleridir.) Olay, bir Müslüman devriye grubunun Batn-ı Nahle mevkiinde müşriklerin bir kervanına rastlaması ve kervana saldırıp, hafif bir çatışma sonucu kervanbaşı Abdullah b. Hadramî’yi öldürüp, iki müşriki de esir alarak kervanı Medine’ye getirmeleridir. Ancak bu olay, (savaşmanın) haram (olduğu) ay olan Recep ayının ilk günü olduğundan, müşrikler, Hz. Peygamber’i “sen haram ayın hürmetine riâyet etmedin” diye ayıplamışlar ve bir de Medine’ye mektup göndererek, hem öldürülen kişinin kan bedelini hem de alınan malların tazminini istemişlerdir. Hz. Peygamber, devriyelerin başı olan halasının oğlu Abdullah b. Cahş’a “ben size haram ayda savaşın mı dedim?” diyerek biraz sert bir uslupla onlara hitap edince, devriyeler, o günün Cemâziye-l âhir ayının songünü olduğunu zannettiklerini, Recep ayının girdiğini bilemediklerini, onun için harbettiklerini söylemişlerdir. Buna göre ayetin manası şöyledir: [Ey

161

Page 162: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

müşrikler! Haram ayda (Abdullah b. Cahş’ın) Hadramî’yi(hatâen) öldürdüğünden sual ediyorsunuz. Haram ayda öldürmek büyük günahtır. Lâkin sizin tarîk-i ilâhî (ilâhî yol) olan din-i İslam’a girmekten ve Harem-i Şerif’i (Kabe’yi) ziyaretten halkı menetmeniz ve Allah’a küfretmekle (inkar etmekle), bir de ehl-i Haram’dan (Mekkeli) olan Allah’ın Elçisi’ni ve ashabını (arkadaşlarını) Mekke’den çıkarıp hicrete mecbur eylemeniz, Allah katında daha büyük günah olduğu halde, bu cinayetleri işler, kendinizi ayıplamaz da, Abdullah b. Cahş’ı (ve Müslümanları) niçin ayıplarsınız?]

Bu ayet inince Allah’ın Elçisi, ganîmet mallarının beşte birini Beytu-l Mâl’e (Hazîneye) ayırdı. İslam’dailk Beytu-l Mâl’e konulan humus (beşte bir vergisi) budur. Esirleri istemek için ricaya ise, Mekke’den elçi geldi. Hz. Peygamber, evvelce Mekke’de esir olan Sa’d ve Akabe gelmedikçe, esirleri vermeyeceğini ve o iki Müslüman esir gönderilmezse, bu iki müşrik esiri öldüreceğini bildirince, Mekke elçisi geri gitti. Fakat kısa bir süre sonra Müslüman esirler serbest bırakılınca, Hz. Peygamber de müşrikleri serbest bıraktı. Esirlerden biri olan Hilem b. Keysan ise Müslüman oldu ve Mekke’ye dönmedi. İşte din-i İslam’da esir mübâdelesi bu olayla başlamıştır. Haram ayda öldürmenin haram olması, daha sonra inen kıtâl ayetiyle nesholduğundan (hükmü kalktığından), bizim için haram ay yoktur ve her vakit muharebe câiz olup, elyevm (bugün de) amelimiz (uygulamamız) bunun üzerinedir. Mekke ahâlîsi, Rasululah’a karşı muharip bir düşman oldukları için malları helal olduğundan, Hz. Peygamberonların kervanını kesmek üzere asker göndermiştir. Hatta muharip olduklarına iki ay sonra vukû bulan Bedir muharebesi de bir kanıttır. O nedenle, onlar

162

Page 163: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

üzerine harp açmak ve mallarını almak meşrû (şeriata uygun) idi. Zira a’zam-ı cinayet (cinayetlerin en büyüğü) olan şirki terk etmedikleri gibi, Hz. Peygamber’le (yapılmış) bir (barış veya ateşkes) anlaşmaları da yoktu. Şu halde devriyenin Medine’ye getirdiği emvâl (mallar) ganimet olduğundan, Hz. Peygamber bu malları taksim etmiştir” (I/374-376)

“..Çünkü haram aylar gelince Araplar savaşı terk ederler ve herkes malından ve canından emîn (güvende) olur, ticâret için seyr-u sefer yolları açılır ve biribirlerinden korku ve endîşe gider ve bir senelik geçimlerini bu süre içinde kazanırlar..”(IV/1329, Mâide: 97)

HARAM AYLARA ARTIK UYULMAMALI ! Mehmed Vehbi Efendi bu konudaki genel/geleneksel görüşü tercih ederek, “haram aylarda savaşmama” kuralının Müslümanlara yasak olmadığı görüşündedir: “Özetle, haram ayların geçmesiyle müşrikleri öldürmek vâciptir, onları esir almak ve esirleri hapsetmek, mümkün olduğu kadar müşrikleri İslâm memleketlerine sokmamak ve onların durumlarını (yakından) teftîş etmek (izlemek) gerekli işlerden olduğu, eğer müşrikler İslâmiyeti kabul eder ve namazı kılar, zekâtı verirlerse, Müslümanların saldırısından güvendeolacakları, bu âyetten öğrenilen kurallardandır. Şu davar ki, haram aylara uymak zamanımızda gerekmediğinden, bizimle bir (barış) anlaşması olmayan kâfirlerin hepsiyle her zaman savaşabiliriz. Çünkü, haram aylara uymak, icmâ-i ümmetle mensûhtur (hükmü kalkmıştır). Bu nedenle bu zamanda haram aylara riâyet yoktur.” (V/1958, Tevbe sûresi, 5. âyetin tefsîri)

163

Page 164: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“İslâm öncesi) Araplar bu aylara çok saygı gösterirler, hatta babasını öldüren kimseye tesâdüf etseler saldırmaz ve ellerini kaldırmazlardı. Zamanın birinin diğerinden bir farkı yoksa da, ibâdetlerin sevabının çok olması veya günahın azabının şiddetli olması yönünden bazıları bazılarından farklı olduğuna bu âyet (Tevbe: 36) işaret eder ve aklen de böyle olması uzak ihtimal değildir. Çünkü ayların tamamı “haram ay” olsa, insanların buna saygı göstermesi mümkün olmaz. Ama bazıları “haram ay” olunca, (yasaklara) uymak elbette daha kolaydır. İşte, günlerin, ayların ve bütün zamanların bazıları bazılarından farklı olduğunu Cenâb-ı Hak açıklamış ve özellikle “haram ay” olan dört ayda zulmü yasaklamıştır. Gerçi zulüm, her ayda ve her zamanda çirkinse de, mübarek günlerde daha çok çirkin olduğunuaçıklamak için âyette zulmü yasaklamada bu aylar anılmıştır. Bizim için “haram aylar”da savaşmakta bir sakınca olmadığı, daha önce açıklanmıştı. Çünkü “haramaylar”da savaşmanın haramlığının hükmü kalkmıştır. O nedenle de, Hz. Peygamber, “haram aylar”dan Zilka‘de içinde Tâif’i kuşatmıştır. Beyzâvî’nin açıklamasına göre, Şevvâl ayında Hz. Peygamber Huneyn’de Havâzin kabîlesiyle savaştıktan sonra, Zilka‘de’de Tâif’i kuşattı ve fakat sonra kuşatmayı (kısa sürede sonuç alınamayacağını görerek) kaldırdı.” (V/2004-2005) ELİ BAĞLI KOYUN OLMAMAK “İşte savaşmak, insanın en çok sevdiği hayatın zıddı olan bir emir olduğundan, insan nefsi üzerine ağır ve meşakkatlidir. Lakin dünya ve ahiretin saadetini ve cemiyetin beka ve mevcudiyetini ve dinin muhafaza ve emniyetini ve insanlar arasında adaleti dağıtma ve düşman korkusundan kurtulmayı temin etmek cihada bağlıolduğu gibi, ganimet malı kazanmak gibi servet elde etmek, ve(ya) şehadet gibi yüksek makamlara ulaşmak

164

Page 165: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

dahi cihada(savaşa) bağlıdır. Savaşta olan meşakkate oranla, faydası kat kat fazla olduğundan, Cenâb-ı Hak düşmanla kıtâli/savaşmayı farz kılmıştır. Düşman tecâvüzâtına (saldırılarına) karşı eli bağlı koyun gibi durmak câiz değildir. Aksine sell-i seyf ederek (kılıçı çekip)karşı çıkmak vaciptir. Çünkü acı ilâcı içmek hastaya ağır olursa da, şifayı düşününce, ilacınacılığı hafifler ve biiznillâh şifasını görünce de memnun kalır. Evet! Muharebeyi terk ettiğimizde canı helaktan ve malı teleften korumuş ve rahat etmiş oluruz. Ve bunlar insana gayet tatlı görünür. Lakin savaşı terk ettiğimizde, düşmanın İslam beldelerini istila ve malları yağmalaması, insanları öldürmesi, ırz-ı namusu ayaklar altına alması, kızları kadınları kaçırıp götürmesi gibi mazarratlarını görünce, işin sonunda savaşa mecbur olunur, fakat ne fayda ki gidenler gitmiş bulunur. Bu sebeple ehl-i îmânın daimaharp hazırlığında bulunması ve âlât-ı harbi (savaş aletlerini) hazırlaması ve gerekirse de düşmana karşı silaha sarılması vaciptir. Zira vücuda gelen hastalığın derhal ve hastalık vücuda yerleşmeden çaresini aramak lazımdır. Eğer başlangıçta hastalığa (mikroba, virüse) hoşgörülü davranılır ve vücuda yerleşirse onu kaldırmak güç olduğu gibi, düşmanı da memlekete ayak basmadan def‘ etmek lazımdır. Çünkü memleketi istiladan sonra onu kovalamak çok zor olur…Savaşmak, her zaman ehl-i iman üzerine farz-ı kifâyedir. Şu halde, bir kıt‘ada muharip olan düşmanlamücahit bulundukça, diğerlerinden farz sâkıt olur (düşer). Şu kadar ki, düşman (o bölgenin, o şehrin) İslam toprağına ayak basarsa ( zaman) farz-ı ayn olur ki, o zaman düşmanı def‘ etmek için her Müslümanın harbe iştirak etmesi farzdır. (I/372-373)

(M. Vehbi Efendi’nin tecrübelerinden (ve hepimizin özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinden beri tanık

165

Page 166: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olduğumuz olaylardan) ve bu ifadelerinden anlaşılan, İslami devlet yoksul bile olsa savunma tedbirlerini enazından gayr-ı nizâmî harp esaslarına göre almalıdır ve Kılıçarslan’ın Haçlılara karşı Anadolu’yu savunduğugibi muhtemel bir işgale karşı vatan gerilla taktikleriyle savunulmalıdır. Yoksul Müslüman devletler kadın/erkek bütün vatandaşlarını sürekli gerilla/komando kurslarına tâbî tutmalı ve herkese/heraileye kaleşnikof gibi birer ucuz silah vermelidir. i.y.)

TABUR, ALAY, TÜMENLER KURMAK “Allahu Teâlâ, ehl-i imanı itaata teşvik ettiği gibi, (Allah’a) itaat çeşitlerinden olup gayet meşakkatli olan ve halis müminle münafığın arasını ayıran cihatlaemretmek üzere:

[Ey müminler! Düşmanlarınızdan sakınmanız gereken şeyler konusunda tedbirinizi alın, silah ve at gibi harbe alet olan techîzât-ı harbiyeyi hazırlamakla, düşmanınızın kötülüğünden hazer edin (alarm halinde olun) ve harp için daima hazırlıkta bulunun ve harp mühimmatını hazırladıktan sonra fırka fırka (tümen tümen) ve tabur tabur olduğunuz halde veyahut hepiniz birden umumi (genel) seferberlik şeklinde düşmana karşı çıkın]

(Ayetteki) Subât kelimesi, cemaat-i müteferrikadır ki,şu zamanın usulüne göre tümenler, alaylar ve taburlar demektir. Yani düşmanınıza karşı çıkın, eli bağlı durmayın demektir. Düşmana karşı çıkmak, icabına göre ya bir kıta-i askeriye ile olur veyahut nefîr-i âm suretiyle olur ki umumi seferberlik demektir. Şu haldebu ayet, askerlik usulünü ve askerlik teşkilatının esasını ve zamanın icabına ve durumuna göre hazır bulunmanın lüzumunu ve ehl-i iman için savaş

166

Page 167: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

tedariklerini ihmal etmemek lazım olduğunu ve İslamiyette ataletin (hareketsizlik, tembellik) caiz olmadığını açıklayarak, ümmet-i Muhammediyeye daima düşmandan fâik (üstün) bulunmak için çalışmanın lüzumunu tavsiye eylemiş ve askerin toplu bir ordu halinde bulunup, ordunun da müteferrik taburlar ve bölükler halinde bulunmasına işaret buyururak, askeri usulün esaslarını tesis etmiştir. Ayetteki “fenfirû” emrivücup ifade ettiğinden, gereği olarak, düşmana karşı çıkmak vacip olup, terki günah olduğuna ayet işaret eder. (III/972-973)

Savaşacak insana ihtiyaç varsa, yaşlı da olsa gücü yerindeyse, herkes savaşa katılacaktır. Tebuk savaşınakatılmayan üç kişiden biri olan Hilâl b. Ümeyye, Mehmed Vehbi Efendi’nin tâbiriyle “bir koca pîr-i fânîolduğu” halde, Müslümanlar tarafından kendisine “Allah’tan af gelinceye kadar” ağır boykot uygulanmıştı. (VI/2122, Tevbe sûresi, 106. âyetin tefsîri)

SAVAŞIN SEBEPLERİ“Nisâ suresi 75. ayetindeki, […hicrete (göçe) gücüyetmeyen müminlerin kurtarılması için nedensavaşmazsınız?..] emri ile cihat vacip olduğundan,sizin için terkine müsaade yok ve “özrünüz kabuldeğil” demektir. Savaşmanın gerekliliğine illet vesebep, “kâfirler elinde kalmış olan zayıf müminlerikurtarmak” olduğunu açıklamak için zayıflar(mustazaflar) vurgulanmıştır. Mustazaflar ile kasıt,hicret etmekten aciz olarak Mekke’de kalmış vekafirler kendilerine galebe ederek, birçok ezalargörmüş olan kimselerdir. Fahr-i Râzî’ye göre, İbniAbbas hazretleri “kadınlardan validem ve çocuklardanben, Mekke’de kalan müstazaflardan idik” buyurduğunakledilir. Mekke putçularının ehl-i îmâna

167

Page 168: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zulümlerinin iyice arttığını açıklamak için vildâna(çocuklara) dahi zulmettikleri belirtilmiştir. Çünküher millet nazarında kadınlar ve çocuklar merhameteşayan olduklarından saldılardan uzak kalmışlarken,Mekke’de müşrikler bunlara merhameti de kaldırmışlarve onlara da zulmü layık görmüşlerdi. İşte bu gibizalimlerden mazlumları kurtarmak için çalışmayanlarıCenab-ı Hak kınamış ve ehl-imânın dualarının kabulünevesile olmak üzere sıbyanlarını (küçük çocuklarını)duaya iştirak ettirdiklerini açıklamıştır. Çünkü günahişlememiş sıbyanın elini açıp dergah-ı ulûhiyettenistirhamı, duanın kabulüne vesile olacağına dair bazırivayetler olduğu gibi, yağmur duasında çocuklarıberaber çıkarma konusunda da hadis vardır. (III/978)“Müminlerin kıtalden(savaştan) maksatları, Allah’ınrızası olup, kâfirlerin kıtalden maksatları ise hevâve hevesleri (dünya menfaati=emperyalizm) veputlarıyla dostları olan Şeytan’ın rızasını elde etmekolduğu ve Şeytan’ın dostları olan kâfirlerle kıtâlin(savaşın) vacip olup, Allah’ın nusretinin (yardımının)kuvvetli ve Şeytan’ın dostlarına nusretinin zayıfolduğu bu ayetten (Nisa, 76) anlaşılan faydalardandır.(III/980)

ŞU ANDA 1330 (1914) SENESİ VE HARP BAŞLADI. HALKA SABIR TAVSİYESİ (PSİKOLOJİK DESTEK)

Kırım Harbi hariç, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın ilk yarısındaki bütün uluslar arası olayların canlı şahidi olan Mehmed Vehbi Efendi,Bakara Suresi 214. ayetin tefsirinde “savaş dönemlerinde sabırla olmak” konusunu işler: “Bu ayet hangi sebeple inmiş olursa olsun, ehl-i îmânın görmüş oldukları zahmetlere sabretmesi lazım geldiğini ve düşmana karşı metanetle mukâvemet (direniş) ve sâir sıkıntı ve âfetlere göğüs germenin

168

Page 169: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

en önemli işlerden olduğunu olduğunu tavsiye ve buna benzer olayların âlemde (dünyada/tarihte) örnekleri çok geçtiğini açıklayarak, ümmet-i Muhammediyeyi tesliye (teselli) ve teşçi‘dir (cesaretlendirmedir). Kıyâmete kadar, bu gibi olayların insanlar üzerinde eksik olmadığını beyanla, her şeye karşı sebata teşvikiçin nazil olmuştur. Bilhassa şu içinde bulunduğumuz bin üç yüz otuz senesi (1914) Temmuzunda, iptidâ (önce) Sırpla Avusturya hükümetleri arasında tahaddüs eden bir vaka üzerine Alman, Fransa, Rus, İngiliz ve Belçika hükümetlerini ve çok geçmeksizin Türkiye ve Japonya hükümetlerine kadar yangın bölgesini genişleten ve alevleri bütün dünyayı kaplayan Harb-i Umûmi’de (I: Dünya Savaşı), Müslüman fertlerin görmüş olduğu sıkıntılara karşı bu ayet, millet-i İslâmiyeye sabır ve metaneti tavsiye etmektedir. Çünkü ayet, mümin olmakla her beladan muaf olmak lazım gelmeyeceğini îlânla, müminlere belanın isabet edeceğini ve ona da sabır lazım olduğunu beyan…” (I/368)

[O inkârda yarışanlar, seni mahzun etmesin. Onlar Allah’a asla bir zarar veremezler] (Âl-i İmran, 176) ayetinin tefsirinde de, şu notlar düşülmüştür: “Birçokdefalar ehl-i salîbin (haçlıların), İslam aleyhine toplandıkları halde, din-i İslam’a bir zarar edemeyip,kendileri hâib ve hâsir oldukları görülmekle bu ayetinsırrı bu suretle ortaya çıkmıştır. İşte zamanımızda (I. Dünya Savaşı yılları) aleyhimizde ittifak eden Avrupa devletlerinin teşebbüsleri ve neticesi buna pekbüyük bir şahittir.” (II/790)

INTELLIGENCE SERVICE M. Vehbi Efendi, Nimetullah Efendi’nin Bakara 191. ayetteki “..fitne, öldürmeden daha şiddetlidir..” ifadesine verdiği farklı izahı da nakleder: “Yahut

169

Page 170: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Nimetullah Efendi’nin beyanı vechile ayetin manası “Siz kafirler arasına fitne ilkâ edin (sokun). Zira; fitne onları katletmekten (öldürmekten) daha şiddetlidir. Çünkü; katlin eseri, derhal kesilir. Ammafitnenin eseri çok devam eder ve onları muztarip kılarve perişan eyler” demektir. İşte şu manaya nazaran bu ayetin hükmüyle (biz değil) düşmanlar(ımız) amel edip,bizim içimizde fitne uyandırmakla bizi felaketten felakete sürüklüyorlar. Biz ise bu konuda hiçbir eser-i hayat gösteremiyoruz.” (I/330)

SERT KARŞILIK VERMEK “Her nerede bulursanız, müşrikleri katledin (öldürün) ve sizi Mekke’den nasıl çıkardılarsa, siz de onları öyle çıkarın.(Zira (suçun) ceza(sı), amel (yapılan iş(suç) cinsindendir). Ve insanları meşakkate düşüren fitne, katilden (öldürmeden) daha eşeddir (daha kötü bir eylemdir) (çünkü katlin acısı birden geçer ve lâkin fitnenin ıztırabı aylar ve yıllarca devam eder.)” (Bakara, 191) ayetinin bu şekilde (önce) meâlini veren Vehbi Efendi, ayetin tefsirinde ise şunları söyler: “… özetle; her hangi bir anlaşma yapılmamış) ve bizimle harp halinde olan kafirler her nerede olursa olsun ilây-ı kelimetullah için öldürülmelerinin meşrû (şeriata uygun) ve onları memleketlerinden sürmekte bir sakınca bulunmadığı ve fitnenin katilden daha ziyade müessir (tesirli/etkili) bulunduğu ve onlar Mescid-i Haram’da mukâtele etmezlerse, Mescid-i Haram’da mukâtelenin câiz olmadığı ve eğer onlar Mescid-i Haram’da savaşırlarsa, savaşın müminlere de meşrû olduğu ve kafirler küfürlerinden (inkarlarından)dolayı, şiddetli cezaya müstahak oldukları ve eğer küfürlerinden vazgeçerlerse Cenâb-ı Hakk’ın kusurlarını affedeceği..” (I/330)

170

Page 171: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

KURŞUNA DİZİLMEZ HARPTEN KAÇANLAR “Allah Teâlâ, Uhud savaşında kusur edenlerin kusurlarını kendi affettiği gibi, Peygamberine de aflaemretmiştir. Uhud vakasından sonra, Hz. Peygamber’in huzuruna gelenlere yumuşaklıkla muamele etmesinin de rahmet-i ilâhiye eseri olduğunu ve sert tavrın uygun olmadığını, affetmek lazım geldiğini açıklamak üzere: [Allahu Teâlâ’nın sana olan rahmeti sebebiyle, sen onlara yumuşaklıkla söz söyledin., şiddetle muamele etmedin...] Allah’ın sana ne acâip rahmeti ve fazl-u ihsanı var ki, sen ashabının Uhud savaşında yaptıklarıbüyük hatalarına karşı yumuşaklıkla muamele ediyorsun,demektir. (Al-i İmran, 159)” (II/764-765)

SAVAŞA GİRİP/ GİRMEME KONUSUNDA HÜKÜMETE MUHALEFET “Medîne halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara, (savaş söz konusu olduğunda) Peygamber’den geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. Şöyle ki, Allah yolunda onlara bir susuzluk, bir yorgunluk ve bir açlığın erişmesi, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine sâlih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların ödülünü kaybetmez.” “Her ne kadar Tevbe sûresinin bu 120. âyetinin hükmü, Hz. Peygamber’in zamanıyle ilgili ise de, o ilk dönemden sonra Müslümanların çoğalmasından

171

Page 172: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ötürü, “savaş işinde idareciye muhalefet (karşı çıkma)” olabilir diyenler varsa da, daha doğru olan, savaşa zaruret olduğunda hükümet tarafından (savaşa) davet olunan kişiler için muhalefetin doğru olmadığı ve hükümetin çağrısına uymanın vâcip olduğu tefsîr kitaplarının çoğunda yazılıdır. Çünkü harp işlerinde, müminlerin önderine itaat etmemek, İslâm hükümetinin çökmesine sebep olacağından, bu konuda hükümetin emrine muhalefet doğru olmaz. Bundan ötürü, bu şekildeki bir muhalefetin, İslâm’a ihânet olacağı şüphesizdir.” (VI/2143)

(Mehmed Vehbi Efendi böyle dese de, bu satırları yazdıktan sonra, İttihad Terakkî idâresinin zorlamasıyla girilen Birinci Dünya Savaşı’nın bize neye mal olduğu herkesçe bilinmektedir. Gereksiz yere milyonlarca can kaybına, imparatorluğun çöküşüne, milyonlarca kilometre kare toprağın Avrupalı güçlerin sömürgesi haline düşmesine, İslâm dünyasının fiilî olarak çöküşüne..İşkenceden geçen, ırzına geçilen yüzbinlerce Müslümanın ızdırabını ise anlatmaya imkân yoktur. Hz. Peygamber ise, İslâm’ın en meşhur üç savaşı olan Bedir, Uhud ve Hendek öncesinde konuyu halkın tartışmasına açmış, harbe girip girmeme de dâhil her şey, bu tartışmalarda açıkça masaya yatırılmış, Hz. Peygamber’le sahâbîleri her şeyi açık açık konuşmuşlar, realpolitiği değerlendirmişlerdir. Bu savaşlara gidilen süreçde yaşanılanları Ahmed Cevdet Paşa Kısâs-ı Enbiyâ’da çok ayrıntılı olarak ve güzel yorumlarla verir. Sonuçta, savaşta canını verecek olanda, maddî katkıyı sağlayan da toplumun fertleri olduğundan, bir devletin savaşa girmesi kararı üç-beş kişinin insiyatifine bırakılmamalı, savaşa katılma konusu çok geniş katılımlı platformlarda tartışılarak kararlaştırılmalıdır. i.y.)

172

Page 173: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

SAVUNMA SANAYİİNE YARDIM (CHARITY FOR DEFENCE (INDUSTRY) Bakara Suresi 195. ayetin meâli ve açıklaması ise Mehmed Vehbi Efendi’nin Hulâsat-ul Beyan tefsirinde şöyleyer alır: “[Ey Müminler! Malınızdan bir miktarını Allah Teâla’nın yoluna sarfedin ve Allah yolunda sarfetmekten imsakla (tutmakla/cimrilikle) nefsinizi (canınızı) tehlikeye atmayın, muhtac olanlara verin. Zira Allah Teâlâ verenleri sever.] Yani; ey ehl-i îmân! Allah’ın rızâsını elde etmek için emvâlinizden (mallarınızdan) bir miktarını fîsebîlillâh (Allah yolunda) cihâda sarfedin. Zira, cihada malınızı sarfetmenize ihtiyaç vardır ve sarfı lazım olan yere sarfetmemekle nefsinizi tehlikeye koymayın. Çünkü cihada lazım olan eslihaya (silahlara) ve mücahidlerinnafakalarına malınızı sarf etmekten buhl (cimrilik) ederseniz, düşmanlarınız size galip gelir, malınızın ve canınızın helâkine sebep olur. Bu ayetin iniş sebebi, Beyzâvî’ye göre, ashabtan bazılarının harbi terk etmeyi düşünmeleridir. Ebû Eyyûb Ensârî hazretlerinin: “Rasulullah’tan gizli olarak bazı ashâb-ı kirâm ile konuşmamız esnasında, “Allah İslam’akuvvet verdi ve yardım edenler çoğaldı, biz harbi terkle malımızın başında bulunsak ve harab olanları imar etsek, daha iyi olur” gibi bazı görüş alışverişinde bulunarak, harbetmemeyi nefsimizde tercih edince, Allah bu ayeti indirerek, bizim düşüncemizi reddetmekle fikrimizin hata olduğunu ortaya koydu” dediği nakledilir. Bu ayetin inmesinden sonra Ebû Eyyûb Ensârî’ asla harbten geri kalmamış ve son gazası Kostantıniyye üzerine olup, Kostantınıyye

173

Page 174: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kalesi’nin muhasarası esnasında vefat ederek, o mahalde defn olunmuştur. Bu ayette infak (sadaka, Allah için harcama), umûmî (genel manada) ise de, bundan evvel zikrolunan ayetlerin cihat hakkında olması, bu ayetteki maddî yardımın da “cihada yardım” olmasına işâret eder. Çünkü infak (kelimesi); “dînî ve dünyevî ihtiyaçlara malı sarfetmek”tir. “Fî sebîlillâh” (Allah yolunda) ile kast olunan din-i mübindir. Bu nedenle, din uğrunda sarf olunan her şey fîsebîlillâh sarf olunmuştur ve cihat din işlerinden olduğundan, cihâda sarf olunan mallar, fîsebîlilâh sarf olunan malların â‘lâ (en üst) kısmındandır ve elinde malı bulunan zenginlerin bu işe fazlaca gayret etmeleri (yardım etmeleri) lazımdır. Zira cihat, TOP, TÜFEK gibi eslihaya (silahlara), BOMBA ve DİNAMİT gibi âlât-ı nâriyeye (ateşli/patlayıcı aletlere/maddelere), at ve araba ve otomobil gibi vesâit-i nakliyeye (ulaştırma araçlarına), TAYYARE VE TANK gibi âlât-ı harbiyeye, ZIRHLIsından TAHTELBAHR (DENİZALTI)ine kadar çeşitli vesâit-i bahriyeye (deniz araçlarına) veesliha-i harbiye (savaş silahları) için küliyetli miktarda mühimmata ve daha nice nice aletlere muhtaç olduğu herkesçe bilinen ve hergün görülmekte olup, bunların cümlesinin tedâriki ise mal sarfına (para yardımına) muhtaç olduğundan, Cenâb-ı Hak muktedir olanlara (gücü yetenlere), malını sarfla emrediyor. Gerçi infak, hacca, umreye, sıla-i rahme, fukaraya sadakaya, evlâdü ıyâlin nafakasına, yolları tamire, köprüleri yapmaya ve bunlardan başka çeşitli hayır yapma yollarını da kapsarsa da, burada açıklandığı gibi İNFAKTAN MAKSAD-I ASLÎ CİHAD YOLUNA HARCAMAKTIR.” (I/334-336)

“ASKER VE TALEBE BESLEMEK” ORDUYA VE EĞİTİME BÜTÇEDEN PAY AYIRMAK

174

Page 175: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Hz. Peygamber’den günümüze kadar, bu meslekte bulunan, İslâm askerlerini beslemek, Müslüman millet üzerine vâciptir. Çünkü askerin yiyeceği ve giyeceği verilmezse, savaşmak için kendini tamamen bu işe vermesi (haps-i nefsetmek) mümkün olmaz. Ve askersiz hükümet de ayakta kalamayacağından, dîni, vatanı, ırzı, namusu ve diğer mukaddes değerleri korumak için yeterli asker beslemek vâcip olduğu gibi, dînin hükümlerini öğretecek ve koruyacak alimler ve talebeler beslemek de vâciptir. Çünkü dînin temellerini korumadıkça, milletin varlığının korunamayacağı insaflı düşünen herkesçe bilinir. Fakat, zamanın ilerlemesiyle, Hz. Peygamber zamanındaki gibi kendiliğinden, hem İslâmî ilimleri öğrenen hem de gerektiğinde cihada giden, kendini bu işler için (Mescid-i Nebî’de) hapsetmiş bir grubun varlığı, artıkzamanımızdaki Müslüman toprakları korumaya yetmeyeceğinden, daha sonra kurulan devletler, zamanlarına göre asker toplamak için usûl ve kanûnlar koymaya ve yeterli miktarda asker toplama ve bunların da gıda ve barınma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik tedbirleri almaya mecbur olmuşlardır. İşte bu nedenle,hükümet için, gelirlerinden, askerin gıda, giyecek ve savaş âletlerinin îmâli ve satın alınması için, bütçenin bir bölümünü bu işe ayırmak zarûrî olmuştur (orijinali: “..bir miktarını ifrazla, bütçelerinde bu husûsa dâir bir fasl-ı mahsûs teşkîli zarûrî olmuştur”). Hâzin Tefsîri’nde açıklandığına göre, bu âyetteki (Bakara: 273) “mahsûr”, savaşta yaralanarak çolak, topal ve kör.. olarak, vücutlarındakalıcı rahatsızlık oluşanları da kapsamına alır. O nedenle, bunlara yardım, diğerlerine yardımdan daha üstün olduğuna âyet işaret eder. Şu halde hastanelere verilen yataklar ve hastalara yapılan iyilikler ve Hilâl-i Ahmer (Kızılay)

175

Page 176: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Cemiyetleri’nin halis niyetle çalışmalarının, sevabın ve ibadetin ta kendisi olduğuna şüphe yoktur.” (II/507-508)

ULUSLAR ARASI PROBLEMLERDE DE NAMAZ “İşte bu ayet-i celîle (Bakara, 153); fiil-i Rasulullah (Hz. Peygamber’in bizzat uygulaması) ile açıklanmıştır. Zira, Rasululah’ın bazı önemli işlerin başımızdan uzaklaşmasını istediğinde, namazı miftah (anahtar) saydığı ve bir belâya tesadüfünde namaza sür‘at buyurduğu nakledilmiştir. Binaenaleyh, bilumum ehl-i hayr (bütün iyi insanlar); musibetlerin nüzûlünde (inmesinde) namaza ilticâ etmekte (sığınmakta) müttefiktirler…Şu halde bir belâya müptelâ olan kimsenin, o belânın kalkması için Cenâb-ıHakk’a ilticâ ile belânın def‘ine çalışması lazımdır. Özet olarak, insanın maddî kuvvetlerle mesâibe (musîbetlere) karşı göğüs gerdiği gibi, manevi ibadetle dahi, Yaratıcıya sığınması lazım geldiği, bu ayetten öğrenilen faydalardandır. (I/264)

Konuya güzel bir örnek de Bakara suresindeki Tâlût-Câlut kıssasıdır: “Câlût, Âd kavminin soyundan gelmiş Amâlika kavminin meliki (hükümdarı) bir zâlim-i cebbâridi. Tâlût’la Câlût’un muharebelerinin Kur’ân’da açıklanması, ümmet-i Muhammediyyeyi irşâd içindir ki, düşmana karşı giden askerin, daima Allah’tan samîmî/içten kalple yardım istemesinin lazım geldiğineişaret olunmuştur. Hz. Peygamber’in savaşa gideceği zaman, namaz kılarak Cenâb-ı Hak’tan yardım istediği ve özel dua ettiği nakledilmiştir. (Mümin olan) Tâlût’un askeri, dualarında savaşta gerekli olan üç şeyi istediklerinden gayet kısa (özlü) ve faydalı bir duadabulundular ve dualarının faydasını da gördüler. Cenâb-ı Hakk’ın burada bu olayı anlatması, Müslüman

176

Page 177: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

askerleri, bu ve bunun gibi dualara devama teşvik içindir. Harpte lazım olan üç şeyden birincisi, muharebede görülecek meşakkate sabretmektir. Bunu “Rabbenâ efriğ aleynâ sabren (Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır)” kavl-i şerifiyle istemişlerdir. İkincisi, savaş âletleriyle savunma ve (düşmana karşı)direniş göstermektir.. Onlar da bunu “ve sebbit ekdâmenâ (ayaklarımız sâbit tut, kaçmayalım)” kavl-i lâtifiyle istemişlerdir. Üçüncüsü, ilâhî yardımın ortaya çıkmasıdır. Bunu da “ve-nsurnâ (bize yardım et (Yâ Rabbî)” kelime-i tayyibesiyle Allah’tan niyâz etmişlerdir.” (I/453)

ZAFERİN SEBEPLERİ: NAMAZ, DUA, İSTİĞFAR Allah’ın yardımına hak kazanmanın dört şartı olduğunu söyleyen Vehbi Efendi bunu Âl-i İmran sûresi, 147. ayetten çıkarır: “[Mücahitlere meşakkat isabet ettiğinde, onların sözleri (ancak) şunlar oldu: “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve bazı işimizde sınırı aşan taşkınlıklarımızı affet. Ve düşmanlarımıza karşı gittiğimizde ayaklarımızı sâbit kıl, kaydırma ki kalplerimizde korku kalmasın ve kafir toplum üzerine bize yardım et”] Bu ayette Cenâb-ı Hakk’ın yardımına hak kazanmanın şartlarını açıklama vardır. Geçmiş ümmetlerin Allah’tan yardım isteyenleri şu sıralamaya uymuşlardır: birincisi, günahlarının bağışlanmasını istemek; ikincisi ciddiyetle büyük günahlardan tevbe etmek; üçüncüsü savaşta karşılaşacağı sıkıntılara karşı zaaf göstermeyip ayaklarının sabit olmasını Cenâb-ı Hak’tan istemek; dördüncüsü kafirlere karşı yardım etmesini Rabbi’nden istemektir. (Ayetin gayesi)Bu sıraya uymanın gereğini açıklamak ve ümmet-i Muhammed’e öğretmektir ki, bu sıraya uymanın duanın kabul olunacağına…” (II/742)

177

Page 178: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ZAFERİN İLK ŞARTI GÜNAHTAN KAÇINMAK “İşlerin tamamı Allah’a döneceğinden, her işinde sebeplerine yapışmakla beraber, kulun Allah’a itimat (güven) ederek işin bitmesini ona havale etmesi lazımdır. Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, ayetten (Âl-i İmran 160) maksat, ibadete teşvik ve günahtan nefret etmedir. Çünkü Allah’ın yardımına sebep, Allah’a (emirlerine) itaatle, rızâsını kazanmaktır ve bu da ibadetle olup, günah işleyerek olmadığından, nusret-i ilâhiyeye (ilâhî yardıma) ulaşmak için kulların ilahi emirlere muti‘ (itaat eder) olmaları lazım olduğuna ayet işaret eder. Günaha cesaret eden, (ilâhî) yardıma nâil olamaz ve yardıma nâil olmayan daiki cihan saâdetinden mahrum olur.” (II/768)

HARAMLAR İŞLENMEZSE GALİBİYET GELİR (NON-MATERIAL FACTORS FOR VICTORY) “Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekûn savaşın ve bilin ki Allah müttekîlerle beraberdir.”(Tevbe: 36) “..Şurasını iyi bilin ki Allah’ın yardımı günahlardan kaçan ve emirlere sarılan müttekîlerle beraberdir. Şu halde Allah’dan korkunuz varsa, savaşdan korkmayın ve eğer takvânız yoksa, takvalı olmaya gayret edin..Sonuç olarak “savaşma emri”nden sonra, ilâhî yardımın Allah korkusuna (takvâya, müttekî olmaya) bağlanması, haram olan şeylerden sakınmak anlamında, takvânın askerde vezâbitlerde (subaylarda) bulunması, düşmanı yenmenin şartlarından olduğuna, âyette uyarma vardır..Şu halde subaylarla askerlerin beraberce aynı inanç ve aynı (İslâmî) yaşantı ile ve erlerle subayların yekvücut olarak biri birlerine bağlı olmaları, muzaffer olmanınşartlarındandır.” (V/2006)

178

Page 179: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Hak kulundan intikâmın, yine kul ile alır, Bilmeyen perde gerisin, onu kul yaptı sanır. Bütün her şey Allah’ındır, kul eliyle işlenir,Hakk’ın emri olmayınca, sanma bir çöp deprenir.

BÖLGESEL VE ULUSLAR ARASI BARIŞA KATKI SAĞLAR, İSLÂM HUKÛKU’NUN UYGULANMASI Mehmet Vehbi Efendi, Bakara sûresi 170. ayetin tefsirinde kısâsın emrolunmasını açıklarken şöyle der:“Kur’ân’da kısâsın emredilmesiyle, kâtil olacak kimsenin, kısâsı hatırlaması ve cinâyetten vaz geçmesisonucu iki kişi (hem kâtil, hem de öldürülecek olan maktul) ölümden kurtulmuştur. Bunun yanında, bu cinayet sebebiyle kabîleler arasında meydana gelecek fitneler ve muharebeler ve mücadeleler ve bu mücadeleler sonucu yok olacak birçok insanın hayatı dahi, kısas emriyle kurtulmuş olur. Kısâs böylece binlerce hayatı yok olmaktan korumuş olur. Şu halde kısâsın emredilmesindeki hikmet(ler arasında)…kabileler arasında sulhun (barışın) devamını temin ve dünyanın intizâmını (düzenini) korumak (ta vardır). (I/301)

“YAHUDİ DEVLETİ KURULAMAYACAK”: MEHMED VEHBİ EFENDİ’NİN YANILGISI Tefsirini 1911-1915 yıllarında hazırlayan M. Vehbi Efendi, Âl-i İmrân sûresinin 55. ayetini“bu ayet bir Yahudi devletinin kıyamete kadar kurulamayacağına

179

Page 180: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

işarettir” diyerek yanlış tefsir etmiştir: “Allah Teâlâ, Hz. İsa’ya uyup iman edenlerin kıyamete kadar mülk, (iktidar) ve devlet ve saltanat ve kahr-u galebeyönünden, inkar üzere devam eden Yahudiler üzerine fâik (üstün) olacaklarını vad etti ve bu vadin eseri olarak, her yerde Yahudi milleti zelil ve hakir ve Hıristiyan milleti ise kuvvetli ve devlet ve saltanat sahibi olup Yahudiler üzerine musallat oldular. Bu hüküm, İslam’ın ortaya çıkışına kadar Hz. İsa’ya iman edenlere ve din-i İslam’ın zuhurundan sonra da İslâm’auyan bütün müminler hakkında bu hüküm geçerlidir. Îsâ’nın zamanından bu âna kadar Yahudilerin bir hükümet sahibi olduğu görülmemiştir. Ve daima Hıristiyanlar Yahudiler üzerine galiptir. Çünkü kıyamete kadar hükümetlerinin dâimî olacağı ve Yahudiler üzerinde egemen olacakları ilâhî vaat ile sabittir. Yahudilerin kıyamete kadar bir hükümet sahibi olamayıp, zelil ve hakir olacaklarının kanıtı işte bu ayettir.” (II/614-615) Vehbi Efendi aynı konuya Al-i İmran 111. ayetin tefsirinde de şu notu düşer: “Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre bu ayet, üç suretle gaipten haber vermiştir: Birincisi, ehl-i imanın Yahudilerin şerrinden (kötülüğünden) emin (güvende) olmalarıdır. İkincisi, Yahudiler Müslümanlarla savaşırlarsa yenilerek perişan olarak firar edeceklerdir. Üçüncüsü, yenildikten sonra da Yahudiler için bir devlet teşekkül ederek kuvvet hasılolmayacağını haber vermiştir. Bu haberlerin hepsi ayniyle ortaya çıkmış, asla hilâfı (tersi) olmamıştır.” (II/696) Bir sonraki ayetin tefsirin de de benzer ifadeler tekrarlanır: “Habl”le kasıt, Allah’tan ve müminlerden söz alarak anlaşma yapmak ve zimmet altına girmektir. Zira Allah’ın Elçisi’ne ve Kitab’ına imanla ahit (anlaşma, korunma) altına girer ve habl-i metîn olan din-i İslam’a yapışırlarsa, müminlerle beraber mümin olurlar ve öldürülme ve

180

Page 181: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

esirlik gibi zilletten kurtulurlar. Bunu yapmıyan Yahudiler ise dünyanın neresinde ve yerkürenin hangi köşesinde olurlarsa olsunlar hakîr görülürler ve hiçbir diyarda bir hükümete ve bir padişaha sahip değillerdir. Sözü dinlenir, itibar görür bir reisleri (başkanları) de yoktur. (II/698)

Aynı konuyu ‘râf sûresi 152. âyetin tefsîrinde de değinir: “[Şu kimseler ki (Yahudiler), dananın sûretine ibadet ettiler. Onlara yakında Rablerinden gazap iner ve dünya hayatında zillet (alçaklık, düşüklük) isabet eder..] ..Gazapla kasıt, îmân etmediklerinden âhirette azap ve dünyada cizye ve öldürülme ve memleketlerinden kovulma, sürgün ve bir hükümete sahip olamayarak her biri bir yerdeayrı ayrı ve perîşan bir halde yaşamalarıdır.” (V/1765) (Mehmed Vehbi Efendi’nin Hulâsatu’l-Beyân Tefsîri 1968yılında Lâtin harfleri ile basıldığında ise, bu âyetinaltına dipnot olarak, Nâşir (Yayıncı) notuyla (herhalde sayın Mü’min Çevik) şu ifadeyi koymuştur: “Dört bir yanı düşmanla çevrili ve özellikle bütün milletlerin düşmanlığını üzerinde toplamış bir (İsrâil) toplumun(un), geçici olarak devlet ve hükümetkurmasının bekâsı (sürekliliği) olmayacaktır. Kurân’ınbu ebedî hükmü bâkîdir”. 1968 yılında (yani İsrâil’in İslâm dünyasına karşı en büyük zaferini kazandığı ve Mısır, Suriye ve Ürdün ordularını bozguna uğratıp, Sina yarımadasını ele geçirip Süveyş kanalının bir kıyısını işgal ettiği, Filistin’i ve Kudüs’ü tamamen işgal ettiği 1967 Arap-İsrâil savaşından bir yıl sonra) Mü’min Çeviğin böyle ümitvâr ifâdesi güzel ise de, Kurân’da İsrâil Oğulları’nın devlet kuramayacağı ile ilgili bir “ebedî hüküm” zaten yoktur. Müfessirler“zillet” kelimesinden “devlet kuramayacakları”

181

Page 182: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hükmünü çıkarmışlardı ki, tahmînî olarak yapılmış bir tefsîrdi.

KÜLTÜR EMPERYALİZMİ Âl-i İmrân sûresinin 100. ayetini açıklarken Mehmed Vehbi Efendi, çöküşten az önceki Osmanlı halkının ahlaki durumunu da anlatır: “Allah Teâlâ, kafirlerin müminleri saptırma ve aldatmaya çalıştıklarını bildirdiği gibi, bu şekilde çalışan Yahudi ve Hıristiyanlara yönelmekten müminleri sakındırmak üzere: “[Ey Müminler! Eğer siz Ehl-i Kitap’tan (Yahudive Hıristiyanlardan) bir gruba itaat eder sözlerine aldanırsanız, onlar imanınızdan sonra sizi kafir olduğunuz (eski) halinize döndürürler. (ve siz mürted (dinden çıkmışlar) olmuş olursunuz)] Her ne zaman Müslümanlar, düşmanların sözlerine aldanmış ve onlarınsözlerini doğru kabul etmişse zarar görmüşler ve birçok felâkete maruz kalmışlar ve kazandıklarını kaybetmişlerdir. Müslümanların her ne suretle olursa olsun düşmanını dost sıfatıyla dinlemesinde mutlaka zarar vardır. Çünkü düşmanla bir arada olma ve onlara sevgi beslemenin, dâimâ ahlakı bozduğuna şüphe olmadığı gibi, ahlakın bozulmasının da Allah’ın gazabını (öfkesini) çektiğinde şüphe yoktur. Düşmanın dinimizi bozmaya çalıştığında tereddüte yer var mıdır?İslamiyete (Müslümanlara), ahlakta olan bu düşüklük nereden geldi? Derece derece düşman tarafından İslamlar arasına sokulan telbîsattan değil mi? Bunu kim inkar edebilir? An‘anelerimizi unutturmaya çalışanlar, o dersleri nereden aldılar? Ve kimlerin telkinleriyle aramıza girdiler? İşte bu gibi fena hallerle bu ayetin sırrı her zaman ortaya çıkmakta olduğu görülmektedir. Çünkü her ne zaman dost zannıylaaldandıksa, o zaman dinimize ve dünyamıza zarar geldi.Cenâb-ı Hak, müminleri zarardan korumak için bu ayette

182

Page 183: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

düşmanı dost edinmemek lazım geldiğini tavsiye etmiştir, fakat buna uyanlar nerde?” (II/679-680)

YAHÛDÎLERİ VE DİĞERLERİNİ SIRDAŞ EDİNMEMEK Vehbi Efendi, “Allah, kafirlerle bir arada bulunmaktanmüminleri yasaklar” der ve Âl-i İmran sûresi 118. ayetin tefsirini şöyle yapar: “[Ey müminler! Sizin dışınızdaki kafirlerden sırdaş tutmayın. Zira, kafirler sizden zarar ve fesat verecek şeyleri menetmezler. Onlar size meşakkat verecek şeylere arzu ederler ve sizin zararınızdan memnun olurlar. (Sizin aleyhinize) Onların ağızlarından saçılan öfke ortadadır. Kalplerindeki (size karşı) gizledikleri fesat ise daha büyüktür… (Ayette geçen) Bitâne kelimesi, “insanın kendine sırdaş edindiği aziz ve (mu‘temed) güvenilir dostu”dur. ..Hiçbir kâfir, müminlerin zarardan korunmasını arzulamaz ve zarara uğramasını ister ve zararına çalışmakta kusur etmez...İşte bu sebeplerle, Allah, müminleri, sırlarını verecek kadar kafirleri dost edinmekten yasaklamıştır. Fahr-i Râzî ve Hâzîn’in açıklamalarına göre, Medine’de müminlerle Yahudiler arasında süt kardeşliği sonucu akrabalık ve de komşuluk sebepleriyle biri birlerine karşı sadakatli bulunduklarından, İslam öncesi dönemdeki işlerinde Yahudilere danıştıkları gibi, İslam’dan sonra da bu alışkanlıklarına devam ettiklerinden, Müslümanlar Yahudilerden sırlarını gizlemiyorlardı. Halbuki Yahudilerin onlara zarar kastetmeleri ve müminlerin meşakkate düşmelerini istemeleri ve (hatta bazen) düşmanlıklarını ağızlarından kaçırmaları da

183

Page 184: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

görüldüğünden, Allah Teâlâ müminleri Yahudilere sırlarını vermekten men etmek için bu ayeti indirmiştir. Ayet her ne kadar Yahudiler hakkında nazil olmuşsa da, bütün kafirler hakkında da (aynı) hüküm geçerlidir. Zira yasak, mutlak olduğu gibi, ayetin lafzı da (Müslüman olmayanların) hepsini kapsamına alır ve itibar da (hüküm de) lafzın umûmuna olup, sebebin husûsuna değildir. Bazı kafirlerin böyle olmadığı, çok iyi niyetli oldukları şeklinde, âyete bir itiraz da yapılamaz. Çünkü bu durum nâdirâttandır (seyrek görülendurumlardandır). Nâdir (istisnâ) üzerine de, hüküm inşâ edilmez. (II/705-707)

“Bu âyette (Tevbe: 47), kâfirlerin İslâm askeri içinde(yardımcı olarak) bulunmasının fesâda sebep olacağına işâret vardır. Bundan ötürü, Müslümanlar kâfirlerle zarûrî olarak bir arada bulunduklarında, Müslümanlarınsırlarından hiçbir şeyi onlara söylememeleri lâzımdır.Müslümanların arasına bu gibi fesat sokmaya çalışanların zalim olduklarını açıklayarak, Allah Teâlâ münâfıkları tehdîd etmiştir. İslâm askeri içindekâfirlerin bulunmasının ne kadar zarar verdiği (son) Balkan Harbi’nde de görülerek, âyetin sırrı (bir kez daha) ortaya çıkmıştır.” (V/2026)

“…Ama (bu durum) barış halinde olup, bizimle (yapılmış) anlaşma gereği dost olan milletler hakkındadeğildir (onlara saldırılmaz, esir alınmaz). Zira, dost milletlerle muamelenin dostane olacağında şüphe yoktur.” (III/890)

Mehmet Akif de 1912 yılı sonbaharında şöyle diyordu:Tükürün Ehl-i Salîb’in (Haçlıların) o hayasız yüzüneTükürün onların asla güvenilmez sözüne (Safahat sh. 199)

184

Page 185: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“ON DEVE VERECEĞİM SANA..”: PSİKOLOJİK SAVAŞ, MEKKE İLE MEDİNE ARASINDA “Fahr-i Râzî ve Kâdî Beyzâvî’nin açıklamalarına göre, Ebû Sufyân, Uhud savaşından bir yıl sonra, Müslümanlara karşı verdiği savaşmak sözünde durmak için, askeriyle Mekke’den çıktı. Merru’z-Zahrân denilen yere geldiğinde ise Allah kalbine korku verdi.Tereddüde kapılan Ebû Sufyân, Mekke’ye geri dönmek istediyse de, toplumuna karşı utanıyordu. O sırada çölden gelen Nuaym Eşcaî’ye tesâdüf etti. Ona düşüncesini açtı ve şöyle dedi: “Bu sene kıtlıktır. Bize (güzelce savaşa hazırlanabilmek ve lojistik hazırlığımızı mükemmel yapıp, savaş esnasında iyi savaşabilmek için) ucuzluk senesi olmalı. Develerimiz (bol bol) ot yemeli, biz (de savaşa gelirken yolculuk esnasında ve sonrasında bol bol onların) sütlerini içmeliyiz. Bunlar (şu anda) mümkün olmadığından dönmekisteriz, fakat Muhammed (geçen sene sözleştiğimiz gibi) savaş meydanına gelir ve bizi bulamazsa, cesareti artar. İşte, Ey Nuaym! Eğer sen, Medîne’ye gider de, bizim çok büyük bir kuvvetle ve mühimmatla geldiğimizi söyler de, Müslümanları korkutursan ve onları savaşa gelmekten vaz geçirirsen, sana on deve veririm.” Nuaym Medîne’ye yola çıkarken, Ebû Sufyan daMekke ordusuna emir verip, Mekke’ye döndürdü. Mekkeliler böyle boş geldiklerini görünce, askerlerle alay ederek onlara hakaret ettiler. Nuaym ise Medîne’ye geldi ve Müslümanların Medîne’den çıkmaması için birçok yalan uydurdu. Müşriklerin bu sefer çok daha kuvvetli geldiklerini, harbe girişilirse bir tanebile Müslüman kalmaksızın kılıçtan geçirileceğini söyledi. Bu söz Müslümanlar üzerinde son derece olumsuz bir etki oluşturdu ve büyük bir endişe oluştu.Hz. Peygamber bunu işitince: “Ben yalnız (da olsa) giderim, vaadimden dönmem.” buyurdu. Arkasından hemen

185

Page 186: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

harbe hazırlandı ve sahâbîlerden yetmiş kişi ile beraber Medîne’den çıktı. Geçen yıl kararlaştırılan Küçük Bedir denilen yere geldiklerinde, düşmandan hiçbir iz göremediler. Ancak Küçük Bedir’de Araplar arasında öteden beri kurulması âdet olan sekiz günlük panayıra tesâdüf ettiler. Bu vesîleyle, yanlarında bulunan hurma ve diğer malları satarak, (Medîne’de çokkarlı fiyattan satabilecekleri) üzüm ve sahtiyan (işlenmiş cilâlanmış deri) gibi şeyler satın alarak, Medîne’ye döndüler. O kadar ki, sahâbîlerden gitmeyenler de (gidenlerin yaptıkları bu kârlı alışveriş nedeniyle) çok pişman oldular.(II/787, Âl-i İmrân: 174)

HİCRETİN VÂCİP (KESİN GEREKLİ) OLDUĞU ŞARTLAR Nisâ sûresi 97. âyetin meâli şöyledir: “(Hicret etmeyerek) Kendilerine yazık eden kimselere melekler -canlarını alırken- “Ne işte idiniz?” dediler. Bunlar:“Biz yeryüzünde (bulunduğumuz yerde) çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş(yeri)dir.” Aynı âyete, Mehmed Vehbi Efendi ise biraz daha geniş ve serbest bir tercüme tekniği ile şöyle meâl veriyor: “[O kimseler ki, onlar kâfirlerin ülkesinde ikamet etmeye devam ederlerken, (Müslümanlarla beraber hicretetmeyerek) kendilerine zulmedici oldukları halde, onların ruhlarını (ölüm) melekler(i) kabzettiler ve melekler onlara dediler ki: “Siz neredeydiniz ve hangi

186

Page 187: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

hâl ve şân üzere bulundunuz, Allah’ın ve Elçisi’nin düşmanları içinde şimdiye kadar neden kaldınız?” Onlar, meleklerin bu suâline şu cevâbı verdiler: “Biz düşman toprağında zayıf düştük, bizi zelîl ve hakîr saydılar ve Allah’ın Elçisi’ne karşı savaşmak için aldılar, getirdiler.” dediler. Melekler onlara tekrar azarlama şeklinde sorarak dediler ki: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi ki hicret etmediniz? İşte sıfatları ortaya konulan ve bu şekilde kâfirlerle beraber, Hz. Peygamber’in karşısına savaşmaya gelen buzalimlerin makamları cehennemdir. Varılacak yer olarakcehennem ne çirkin bir yerdir.]

Yukarıdaki âyetteki “kendilerine zulüm edenler”le kasıt, îmân ettikleri halde ve kendilerine hicret farzolduğu halde ve hicret için bir engelleri de olmadığı halde hicret etmeyip, kâfirlerin ülkesinde (Mekke’de) yaşamaya devam eden ve kâfirlerle beraber Bedir savaşında Allah’ın Elçisi’ne karşı savaşa gelenlerdir ki, bunlar altı kişidir ve Bedir’de kâfirlerle beraberöldürülmüşlerdir. Bu konuşma ise meleklerle onlar arasında onların ölüm anı veya sonrasında gerçekleşmiştir. Hangi şekilde olursa olsun, bu gibi zalimlerin ruhu kabz olunduğunda melekler onlara “hicreti niçin terk ettiniz ve Hz. Peygamber’in düşmanları arasında ikamet etmeye neden razı oldunuz..?” derler..Çünkü bu kişiler, farz olan hicreti terk ettikleri gibi, kâfirlerle ilişkilerini sürdürerek, iki yönlü bir cinâyet işlemişlerdir.”Tâkip eden âyette ise şöyle buyurulmuştur: “Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup, hiçbir çareye gücü yetmeyenler, (hicrete) hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır.” Vehbi Efendi bu âyeti de şöyle açıklar: “Bunlar düşmanlarından kurtulabilmek için, hîle îcâdına güç yetiremedikleri gibi, Mekke’denMedîne’ye gidebilecek yol seçimine de güç

187

Page 188: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

yetiremezler. Yahut hastalık, kocalık (yaşlılık) , nafaka (yol azığı) ve binilecek hayvan bulma sebeplerinden birinden/birkaçından ötürü kudret bulamama, onları hicret için zayıf düşürmüşse, bu özürkabul edilir.Gerçi erkekler ve bayanlardan âciz olanlar âcizliklerinden ötürü yükümlü olmadıkları için, onlarabir ceza düşünülemeyeceğinden, affa muhtaç olmayacakları hatıra gelirse de, vatandan hicret gayetmeşakkatli ve nefsin nefret edeceği bir şey olduğundan, insan kendisini âciz zannederek hicret etmez. Halbuki kendi zannı gibi âciz olmayıp, eğer hicrete teşebbüs etmiş olsalardı, onları Medîne’ye ulaştıracak Allah’ın kudreti var olduğundan, (bu nedenle de) affa ihtiyaçları vardır.Beyzâvî’nin açıklamasına göre, insanın, dîninin hükümlerini yerine getirmeye muktedir olamadığı bir beldeden/ülkeden diğer bir beldeye hicret etmesinin vâcip olduğuna âyette işaret ve tenbîh vardır. Çünkü hicreti terk edenler tevbîh olundular (kınandılar). Vâcip (mutlak gerekli) olmasa, kınanmazlardı..Âyet, hicreti terk etmenin muhâtaralı (tehlikeli, sakıncalı)ve önemli bir mesele olduğuna ve hatta hicretten âciz durumda olsa bile, hicret için dâimâ fırsat kollamak ve kalbini hicret etmeye bağlamanın lazım geldiğine işâret vardır.” (III/1022-1025) HİCRET HADÎSİNİ TAHLÎL “..Çünkü Bedir ve Hudeybiye’den sonra İslâm henüz tam gücünü bulmamış ve İslâm’ın gücünün artması için Mekke’de olan Müslümanların Medîne’ye hicretlerine (göçlerine) şiddetle ihtiyaç vardı. Ama Mekke’nin fethinden sonra İslâmiyet kuvvet bulup, Mekke de İslâmbeldeleri arasına katılınca, Mekke’den Medîne’ye hicrette artık fazla bir fayda umulmadığı için, hicretedip etmemek, herkesin kendi seçimine bırakılmıştı.

188

Page 189: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Hz. Peygamber’in “Lâ Hicrate ba‘de’l-Fethi..” sözü debu mânâyı ifâde etmektedir. Yani: “Mekke’nin fethindensonra hicrete lüzum yok” demektir. Hicretin kesilmesi,(sadece) Mekke’den Medîne’ye hicretin kesilmesi ile ilgilidir, yoksa “hicret” kıyamete kadar olacaktır. Çünkü hicretin sebebi, dîne hizmettir ve İslâm’ın gücünü artırmadır ve herkesin yükümlü olduğu hükümleriyerine getirebilmesi hedefidir. Bu sebepler her neredeve her ne zaman var olursa, hicret gerekir. İşte, İslâm’ın zayıf düştüğü bir zamanda, Müslümanların bir iklîme (ülkeye) toplanarak, Müslümanların kâfirlere karşı kuvvetini ortaya koymasına gerek görülüyorsa, Müslümanların o iklîme hicretleri vâcip olur. Yine, bir beldede Müslümanların azlığından ötürü, dînini koruyamayan kimseye, dîninin kurallarını güzelce uygulayabileceği bir İslâm beldesine hicret etmesi vâcip olur. Şu halde hicretin sebebi, hicrete ihtiyaçtır.” (V/1948, Enfâl: 75. âyetin tefsîri)

NEDEN AYRICALIKLI UYGULAMA KÂFİR KİNÂNE OĞULLARINA ANLAŞMALARINA UYUYORLARSA ŞAYET MÜSLÜMAN OLMAYANLAR, MÜSLÜMANLAR DA UYARLAR “Fahri Râzî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre, Araplardan Benî Kinâne kabîlesi, Müslümanlara karşı ahidlerini bozmadılar. Hz. Peygamber’le yaptıkları anlaşmanın süresinin dolmasına dokuz ay kalmıştı (Tevbe sûresinin başındaki âyetler indiğinde). (Tevbe sûresinin ilk iki sayfası ile, Mümtehıne sûresinin tamamı (iki buçuk sayfa), İslâmî uluslar arası ilişkiler konusundaki âyetlerin bir arada bulunduğu yerlerdir, Kurân’da) Cenab-ı Hak bu âyetle Kinâne Oğulları kabîlesinin anlaşmalarını “kaç ay ise” tamamlanmasını emretti ve Hz. Peygamber de bu âyetin hükümleri gereği, onların anlaşmalarına uyarak, diğer kabîlelerden onları

189

Page 190: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ayırdı. Çünkü bunlar anlaşmalarına uyduklarından, Cenâb-ı Hak onların anlaşma müddetleri süresince canlarını korumaya hak kazandıklarını bu âyetle îlân etmiştir. Anlaşmasına uyanlar hakkında bu âyetin hükmü, kıyamete kadar geçerlidir. İşte, iki devlet arasında yapılmış olan anlaşmaların hükmü, taraflardan birisi bozmadıkça, anlaşma müddeti son buluncaya kadar geçerli olduğundan, her iki tarafın dabuna uyması vâciptir. Bu nedenle, anlaşmanın gereğine aykırı hareket eden haksızlık yapmış, zulmetmiş ve günahkâr olmuş olur.” (V/1955, Tevbe sûresi, 4. âyetintefsîri) SAVAŞTA DA TESBÎH ÇEKMEYE DEVAM “[Siz, emrolunduğunuz gibi korku zamanında namazı kılıp da bitirince, ayak üzerinde, oturduğunuz yerde ve yattığınız yerde tesbîh, tehlîl (Lâ ilâhe illallâh)ve Allah’ı zikre devam edin ki, korku namazında olmuş olan kusurlarınıza kefaret olsun..] Ayakta iken ve otururken ve hatta yatakta bile Allah’ı zikirle meşgulolmalarını, bu âyet (Nisâ: 103) Müslümanlara emretmiştir.”(III/1034)

DEVLETLER ARASI ANLAŞMALARA SADAKAT “[Ey mü’minler! Aranızda yaptığınız akitlerin hükümlerini ve hukûkunu yerine getirin] Bu âyet (Mâide:1) ilâhî yükümlülüklerin tamamını kapsadığı gibi, insanların kendi aralarında akdettikleri alım-satım, nikah-boşanma, adak-yemîn, emânetler ve hîbe, (ödünç) borç verme ve şirketler, karşılıklı yardımlaşmayı taahhüd eden anlaşmalar (akd-i münâsarât) ve diğer ticârî olan ve olmayan anlaşmalar/işlemler ve devletler arasında mukâveleye özetle anlaşmaların hepsini kapsadığındanakitleri yerine getirmekle emir...vâciptir (zorunludur).” (III/1132)

190

Page 191: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

DÜŞMANLARA BİLE ADÂLET “Hatta bir topluma veya bir kişiye öfke ve düşmanlığı olsa bile, düşman olan o toplum veya kişi hakkında adâlet ve insafı terk etmenin doğruolmadığını açıklayarak, adâletin mutlaka gerekli olduğunu vurgulamıştır. Çünkü adâlet: insan toplumlarının hukûkunu (haklarını) koruma ve rahatlarını sağlama ve diğerlerinin hukûkuna saldırıdan engellediği için, bütün dünyanın ekseninde (düzgünce) dönmesini sağlayan tek unsur adâlet olduğundan, Cenâb-ı Hak insanlar için kendi kişiliklerinde, akraba ve arkadaşlarında ve diğer kişiler ve toplumlarda adâleti uygulamanın mutlak gerekli olduğunu, düşmanlarından bile adâleti esirgemenin doğru olmadığını açıklamıştır.”(III/1165, Mâide:8)

DÜŞMANIN KUVVETİNİ ANLATMAMALI ASKERLERE, KOMUTAN(LAR) “Askerin komutanlarına gerekli olan şey, düşmanın gücüne göre lazım gelen tedbîrleri almakla beraber, kendi askerine dâimâ düşmanın zayıflığından bahsederek, askerinin metânetini ve mânevî kuvvetini yükseltmek lazım geldiği gibi, düşmanın kuvvetinden bahsetmemek de lazımdır. Çünkü düşmanın kuvvetinden bahsetmek, askerin mânevî kuvvetini kırar.”(III/1172, Mâide:12)

MESLEKLERİ (DOKTRİNLERİ) “VERDİKLERİ SÖZDEN DÖNMEK”TİR, YAHÛDÎLERİN VE HIRİSTİYANLARIN “Yani, Yahûdîlerin meslekleri (sanatları, usûlleri, (temel) doktrinleri) verdikleri sözden dönmek olduğu

191

Page 192: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gibi, Hıristiyanların meslekleri de verdikleri sözden dönmek ve ahidlerini (anlaşmalarını) bozmaktır..onların nasipleri Allah’ın Elçisi’ne îmân etmek iken, o nasiplerini unutmuş gibi arkaya atıverdiler de, buna cezâ olarak kendi aralarında düşmanlık ve nefrete düştüler ki, bu da kıyamete kadarbiri birleriyle uğraşacaklarını açıklamadır. Ve bu âyetin (Mâide:14) sırrı her zaman ortadadır. Çünkü Hıristiyanlık iddiasında bulunan mezhepler ve gruplar sürekli biri birlerini tekfîr ettiklerinden (biri birlerine “dînden çıktı” dediklerinden) inanç yönünden birleşemedikleri gibi, hatta (iç ve dış) siyâsette de birleşemezler. O nedenle, dâimâ biri birleri aleyhinde diğerini teşvîk ile ve îcâbında silâha sarılmaktan geri kalmadıkları ortadadır.” (III/1176-1177)

(Avrupa dış politika siyâsetinin temel ilkeleri” veya genel olarak “Batı dünyasının uluslararası ilişkilerinin özü”, veya “İsrâil’in dış politikasının temel dinamikleri” nin esasları, Kurân’da Müslümanlara bildirilir. İnsanı yaratan Allaholduğundan, insanlardan oluşan toplumların genel karakterlerini de en iyi bilen Allah’tır. Allah, zaman değişse de, insanların değişmeyen özelliklerini, ilâhî kelâmında bize bildirmektedir. Âyetleri bu bakış açısıyla okursak, Kurân’dan uluslar arası ilişkiler konusunda çok yararlı bilgiler elde etmek mümkündür. i.y.)

“(Yahûdîlerin) Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (Kitap’larını tahrîf ederler). Kendilerine hatırlatılan hükümlerin (Tevrât’ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı dışında, onlardan dâimâ

192

Page 193: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Mâide:13)“ “Biz Hıristiyanlarız” diyenlerden de, kesin söz almıştık. Ama onlar da kendilerine hatırlatılanın (verilen öğütlerin veya Kitab’ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarınadüşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (Mâide: 14)

“Yahûdîler ve Hıristiyanlar bazısı bazısının dostudur”demek, “Yahûdîlerin bazısı, bazısının dostu, Hıristiyanların da bazısı bazısının dostu” demektir. Yoksa “Yahûdîler, Hıristiyanların ve Hıristiyanlar da Yahûdîlerin dostu” demek değildir. Çünkü bu iki milletarasında şiddetli düşmanlık olduğundan, biri birlerinedost olmazlar. Ve bu düşmanlık kıyamete kadar devamlıdır.” (Mehmed Vehbi Efendi’nin bu ifâdesi, Hıristiyanlığın doğuşunun üzerinden geçen iki bin yıl boyunca devam etmiş bir realitedir. Başlangıçta Yahudîler Hıristiyanlara çok düşmanlık yapmışlar, daha sonra iseHıristiyanlık devlet gücünü arkasına alınca, bu defa da uzun asırlar boyunca, Hıristiyanlar Yahûdîlere düşman olmuşlardır. Şu anda Batı dünyasının bir bölümünün Yahûdîlere dost gibi görünmesinin sebebi ise, Yahûdîlerin Batı dünyasının önderi, ve en büyük (ekonomik ve askerî gücü olan) ABD’nin finans ve medyadünyalarına hâkim olmalarındandır. Yahûdîler ABD’ye en son göç eden ulus olmalarına rağmen, bu ülkenin finans ve medya sektörünü ellerine geçirdiklerinden, bu yolla Beyaz Saray ve Kongre (ve seçimler) üzerinde de etkili olmakta, dolayısıyla ABD üst yönetimini etkileme güçleri sebebiyle de, Nato, BMGüvenlik Konseyi ve Avrupa Birliği dış politikaları üzerinde de zincirleme bir şekilde söz sahibi

193

Page 194: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olmaktadırlar. Meselâ, ABD etkisinin daha az hissedildiği Güney Amerika ülkelerinde İsrâil etkisi de az oranda olmaktadır. Önümüzdeki yıllarda, ABD ve Avrupa halkları, Yahûdîlerin bu etkisinden kurtulabildikleri oranda, daha bağımsız bir dış politika izleyebileceklerdir. i.y.)

Mehmed Vehbi Efendi, büyük ihtimalle I. Dünya Savaşı öncesinde yazdığı şu satırlarda Yahûdî ve Hıristiyanlar hakkında şöyle demektedir: “Kurân, Yahûdîlerin ve Hıristiyanların dostluklarından gayet uzak olmak ve onların dostluklarına önem vermemek lazım geldiğine işaret için, onlarla dost olan kimsenin, onların milletinden (dîninden) ve onların misli (aynı onlar gibi) olduğunuaçıklamıştır ki, Müslümanlar gözlerini iyi açsınlar. Yâhûdîlerin ve Hıristiyanların İslâm aleyhine müttefik olup, fırsat düştükçe zarar vermekten geri durmayacaklarına işaret için Allah Teâlâ, onların bazısı bazısının dostu olup, İslâmla dost olmadıklarını açıklamıştır. Yahûdî ve Hıristiyanları dost edinenlerin gerek kendilerine ve gerekse Müslüman dîn kardeşlerine zulmettiklerine işaret için de, Allah Teâlâ zalim olanları hidâyet üzere kılmayacağını da açıklamıştır.”

DIŞİŞLERİ ÇALIŞANLARI MÜSLÜMAN OLMALI “O nedenle, bir millet kendi ihtiyacı olan kadroları, kendi milletinin (dîninin) fertlerinden yetiştirmesi ve (dış)işlerinde

194

Page 195: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

onları çalıştırması çok gereklidir (orijinali: ..kendi milleti efrâdından yetiştirmesi veumûrunda onları istihdâm etmesi elzemdir). Hz. Ömer’inuygulaması da buna şâhittir. Çünkü Fahr-i Râzî’nin açıklamasına göre, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî Hazretleri Basravâlisi iken: “bir Hıristiyan kâtibim..” (vâlilik genelsekreteri) diye anlattığında, Hz. Ömer, Ebû Mûsâ’ya kızar ve der ki: “Sen bu âyeti görmedin mi?” Hz. Ömer’in bu uyarısı üzerine Ebu Mûsâ: “dîni kendine, kitâbeti (yazı hizmeti) bana” diye cevap verince, Hz. Ömer Efendimiz: “Allah’ın ihânet ettiğine ben ikrâm etmem” buyurur. Tartışma sürer. EbûMûsâ Hazretleri: “(Bu) Hıristiyan kâtip olmadıkça, Basra’nın işlerini yürütmek mümkün değildir.” demesi üzerine, Hz. Ömer: “(Bu) Hıristiyan vefat ederse, ne yapacaksın?” Yani, “Vefat ederse ne yapacaksan, şimdiden yap ki, sağlığında ona ihtiyacın kalmasın” demek istemiştir. İşte bu âyet-i kerîmenin gösterdiği gerçeklere kulak tıkandığından, millet-i İslâmiye bundan çok felâket görmüştür. Hatta Devlet-i Osmâniye’de Dîvân Efendiliği yani Hâriciye Nezâreti (Dışişleri Bakanlığı) görevi bir zamanlar, İslâm’ın dışındaki dîn mensuplarına teslîm edildiğinden, onların bakanlıkları zamanında, birçok İslâm topraklarının elimizden çıktığı, târihlerimizde yazılıdır. Son fecî BalkanSavaşı’nda da zimmî (anlaşmalı statüde (her hakkı olan) vatandaş) saydığımız Hıristiyanlardan, Müslümanların ne kadar zarar gördüğü ve onlardan alınan askerlerin taburlarda ne kadar hâinlik yaptıkları görülmüştür. Bu savaşlarda beş-altı vilâyetin elden çıkmasına birçok sebepler varsa da, o sebeplerden birisi de, vatandaşımız olan Hıristiyanların ihânetleri olduğu bilinmektedir. Şu halde Müslüman Hükümetinin kendi dîninden her işte çalıştırabileceği uzmanlar yetiştirip, başkalarına

195

Page 196: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

muhtaç olmamanın çaresini düşünmek gerektiği gibi, mümkün olduğu kadar, Müslüman olmayanları da önemli görevlerden uzaklaştırması lazımdır…Hele, (Müslüman olmayanlara) yüksek mevkîlerde görevler vermek ve her iyiliği onlarda görmek ve onların Müslüman olanlardan daha cesur ve daha gayretli olduklarından bahsetmek, onların cesaretlerini artırırken, Müslümanların da heveslerini kırmaktan başka bir işe yaramaz. Böyle davranış, ne kadar çirkin bir manzara (görüntü) ve yanlış bir harekettir ve Müslümanların bir zamandan beri müptelâ oldukları bir hastalıktır.” (III/1246-1247, Mâide sûresi, 51. âyetin tefsîri)

EGOSUNUN EMRİNDE OLANLARA VERİLDİ ÖNEMLİ İŞLER “İşte bu âyetlere göre davranışlarını düzenleyen Müslümanlar ve özellikle İslâm hükümeti hiçbir zaman zayıf hale düşmez. Maalesef çok zamandan beri cahillik güç kazanıp, Müslümanlar zevk ve sefâya dalıp, düşmanların durumundan haberdâr olmadıklarından ve önemli işlere câhil, hevâ ve hevesine (egosuna) uyan kimselerta‘yîn edildiğinden, Müslümanlar üzerinden felâket eksik olmadığı gibi, düşmanların saldırılarından da başımızı kaldıramaz hale geldik. İşte, yöneticilerin şerîatın kuralarına uyarak düşmana karşı hazırlıkta bulunması ve düşmanın durumunu anlamak için gereken yollara başvurması vâciptir (orijinali: Evliyây-ı umûrun bu gibi ahkâm-ı şer‘iyyeye riâyetle, düşmana karşı hazırlıkta bulunması ve düşmanın haline vakıf olması

196

Page 197: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

için icab eden esbâba tevessül etmesi vâciptir).” (V/1957, Tevbe sûresi, 5. âyetin tefsîri)

İSLÂMA KARŞI PSİKOLOJİLERİ, MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN (AS A REALITY THAT WE SHOULD KNOW THEIR CHARACTERISTICS IN INTERNATIONAL ARENA…) “Kâfirlerin birçok çirkin âdetleri vardır. Bunlardan birisi de Ey Peygamberim! Rabbin tarafından sana indirilen Kurân’ın, onlardan birçoğunun inkârını artırmasıdır. Kurân’da her âyet ve sûre indikçe, onların nefret ve düşmanlıkları artar ve Allah Teâlâ’ya hiddetleri sonucu, iftirâya cesaret ederek isyanları da çoğalır..Onlar her ne zaman savaş ateşini yakmak ve alevlendirmek isterlerse, Allah onu söndürür. Onların âdetlerinden biri de fesâda çalışmaktır.”

CHARACTERISTICS OF NON-MUSLIMS AGAINST ISLAM “Onlar, dîn-i Muhammedî’nin mahvolmasına ve Muhammedî mesajın ortadan kalkmasına çalışırlar ve Müslümanlar arasına fitne (ayrılık) sokmaya uğraşırlar.”(III/1266,Mâide: 64. âyet)

CİNLER, ŞEYTANLAR SAVAŞ HAZIRLIKLARIMIZI HABER VERİRLER Mİ, DÜŞMANLARA? “Müslümanlarla kâfirler arasında dâimâ düşmanlık mevcut olduğundan, yeryüzünü genel fesattan ve mü’minleri düşmanlarının kötülüklerinden korumak için, savaş işlerinde Müslümanların sırlarını öğrenmekten, Cenâb-ı Hak şeytanları yasaklamıştır.”(Mülk sûresi, 5. âyetin tefsîrinde, XV/6036)

197

Page 198: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

SAVAŞ PLÂNINI GİZLEMEK “(Mekke’nin reîsi ve temsilcisi olarak Medîne’ye barışanlaşmasını yenilemek üzere gelen) Ebu Sufyân’ın -Mekkelilerin yaptıkları yanlışlardan ötürü güvenilirliklerini kaybetmelerinden ötürü- bir netîcealamadan Mekke’ye dönmesinden hemen sonra, Hz. Peygamber gizli olarak harp tedârikine başladı ve sahâbîlerine de hangi yöne savaşa gideceklerinin gizlitutulmasını istedi. O nedenle Hz. Peygamber askeriyle beraber Mekke’ye yöneldiğinde, Merru’z-Zahrân denilen mevkîye gelinceye kadar, Hz. Peygamber’in savaş için geldiğinden Mekkelilerin haberi olmadı. İşte İslâm hükümetinin ve bilhassa İslâm askerlerinin sırlarını gizlemenin çok mühim ve çok önemli olduğuna, Hz. Peygamber’in şu tedbiri işâret eder ve hele sıcak savaş sırasında harp plânını gizlemek, en şiddetli birvâciptir (kesin uyulması gereken kuraldır.) İslâm ordusu bu şekilde gizlice Merru’z-Zahrân’a kadar gelipde, Mekke’ye iyice yaklaşınca, (Mekkeliler de durumu âniden fark edip de büyük bir korkuyla karşı karşıya kalınca ne yapacaklarını bilemediler. İşte o sırada) Hz. Abbas, Ebû Sufyan’ı Mekke’den çıkarıp Hz. Peygamber’in huzuruna getirdi. Ebû Sufyan bazı isteklerde bulunmuşsa da kabul edilmedi ve Ebû Sufyan o gece Abbas hazretlerinin çadırında misafir edildi vesabahleyin İslâm askerlerinin geçeceği yol üzerinde yüksek bir yere çıkarıldı ve Müslüman askerler onun önünden bölükler halinde geçtiler. Daha sonra Hz. Peygamber, Mekke’ye dönmek üzere Ebû Sufyan’ı serbest bıraktı. Ebû Sufyan bu geçit töreninden hayli etkilenmiş bir halde Mekke’ye geldi ve Hz. Peygamber’in askerine kimsenin direnemeyeceğini Mekkelilere haber verdi. Hz. Peygamber de birkaç saat sonra, fazla bir direnişle karşılaşmadan orduyla

198

Page 199: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

beraber Mekke’ye girdi. İşte Ebû Sufyan’a İslâm’ın gücünü gösterdikten sonra, Mekke’ye haber versin diye bırakıvermek, görünecek yerde düşmana gayet güçlü görünmek gerektiğine işâret eder. Çünkü İslâm ordusunun gücünü gören düşmanın mânevî gücünün kırılacağını düşünen Hz. Peygamber, Mekke ahâlîsinin savaşa hazırlanamayacağı (kısa) bir zamanda kuvvetini gösterdi ve Ebû Sufyan’ı da Mekke’ye haber vermek üzere gönderdi ki, Mekke ahâlîsi direnemeyeceklerini bilsinler ve savaşsız olarak Mekke’yi teslîm etmenin çâresine baksınlar. Eğer Mekke’ye yapılan harekât çok sıkı bir şekilde gizlenmemiş olsaydı, Mekkeliler, “karşı koyarız” diyerek, muharebeye kalkışırlardı. İkitaraftan da birçok kişi hayatını kaybeder ama yine Mekke fethedilirdi, fakat belki pek çok kan dökülmüş olacaktı.” (XV/6601)

NE ZAMAN SON VERİLİR İSLÂM’I ANLATMAYA İslâmî uluslar arası ilişkilerin temel hedeflerinden biri de yeryüzünde İslâmî değerlerin yayılması için çalışmak/İslâm’ı yaymaktır. Bu faaliyet yapılırken elbette karşı taraftan olumlu sinyaller gelebileceği gibi, soğuk veya olumsuz tavır takınan devletler/toplumlar da olabilir. “Onlar seni yalanlarlarsa de ki: benim işim bana, sizin işiniz de size âittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” (Yunus sûresi, âyet: 41) M. Vehbi Efendi bu âyetin tefsîrinde şunları kaydeder:“Yani, Peygamberim! Onlar senin nasîhatini dinlemez veinkârlarında inat ve seni yalanlamaya devam ederlerse,sen onların davranışlarından uzaklaşmak suretiyle de ki: “Ey kâfirler! Benim davranışlarım banadır, cezâsı da bana âittir. Sizin davranışlarınız da sizindir, onun cezâsı da size âittir..Bu âyetin “kıtâl (savaşa izin veren âyet)” âyeti ile hükmünün kalktığını söyleyenler varsa da, daha doğru olan rivâyete göre bu

199

Page 200: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

âyetin hükmü kalkmış değildir. Fakat bu âyette kâfirlere verilen cevap, insafın son derecesidir ve bucevap, İslâmî davet tamamıyla yapılıp ve tebliğ (İslâm’ı anlatma) görevi tam anlamıyla yerine getirildikten sonradır. Çünkü Allah’ın Elçisi, bütün insanları hakka davet etmek ve Allah’ın birliğine yöneltmek için gönderilmiş bir elçi olduğundan, kâfirlerin dâvete uymalarından ümit kesilmedikçe, böyle bir cevap vermez. Çünkü onların İslâmî çağrıya uymalarından ümitsizliğe düşmedikçe, böyle katı bir cevap verip, onları İslâm’a dâvet dâiresinin dışına çıkarmak, “peygamber olarak gönderiliş nedeni”ne aykırıdır. Çünkü peygamber, kâfirlere İslâm’ı anlatırken bütün kanıtları ortaya koyacak ve onları İslâm’a çekmek için her yolu gösterecektir. Bundan ötürü, âyetteki cevap, artık kâfirlerin İslâmî çağrılara olumlu cevap verme ihtimalleri kalmama halinden sonradır.” (VI/2209)

“Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin beyanlarına göre bu âyet (Hûd: 32), dîn işinde mücâdele yapılabileceğinin kanıtıdır. Çünkü Nûh peygamberin, (inkârcı olan kendi)toplumuyla birçok mücâdele yaptığına ve şüphelerini gidermek için kanıtlar ortaya koyup uğraştığına ve âhiretle ilgili birçok tartışma yaptığına bu âyet işâret eder. Peygamberlerin hepsinin hayatları böyle geçmiştir. Çünkü onlar, ümmetleriyle dîn konusunda birçok mücâdele ve tartışma yaparak onların şüphelerini gidermeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber deKureyş toplumuyla uzun zaman mücâdele ettikten sonra, dille tartışma etkili olmayınca sonuç kılıçla savaşa kadar varmıştır. Tarih boyunca da, tartışma ile çözülemeyen problemler savaşla çözülmüştür ve hâlâ da,dünyada olaylar böylece çözülmektedir. İki devlet arasında ortaya çıkan bir problemin çözülmesi de önce görüşme-tartışma ile başlar, tartışma ile

200

Page 201: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

halledilemeyince sonunda savaşla halledildiği her zaman görülen işlerdendir.” (VI/2332)

ZORLANMAZ MÜSLÜMAN OLSUN DİYE KİMSE “..Bundan ötürü, îmân etmesi için hiçbir kimseyi zorlamak doğru değildir..Allah Teâlâ, Yûnus peygamberin toplumunun kendi seçimleriyle ve samimiyetle îmân ettiklerini açıkladıktan sonra da îmânda zorlama olmayacağını açıklamak üzere şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette îmân ederlerdi. O halde sen, îmân etsinler diye insanları zorluyor musun?” (VI/2267, Yûnus sûresi, 99. âyetin tefsîri)

YETİNMEK, “ALLAH İÇİN ÖFKELENMEK”LE “[(Ey Peygamberim!) Biz, Kurân’ı senin meşakkat çekmeniçin indirmedik, sadece Allah’tan korkan kişi için öğüt olarak indirdik (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 2)] Kâfirlerin inkârda ısrar etmelerinden ötürü, Hz. Peygamber’in çok üzülmesi üzerine bu âyetin indiği bildirilmiştir. Şu halde îimân edip, yaşantısını düzeltenin yararı kendine, inkâr edenin uğrayacağı azâp da kendinedir. O nedenle, o kâfirlerin inkârlarından sana üzülmek lazım gelmez. Çünkü senin üzerine gereken tebliğdir (anlatmadır). Bu görevi yerine getirdikten sonra, kederlenmeye lüzum yoktur. Sen toplumunun inkârından ötürü kınanmayacaksın ki, niçin kederleniyorsun? Buna göre, günahkârlara gereklinasîhati yaptıktan sonra, onlar nasîhat dinlemeyip günahta ısrar ederlerse, onlara buğz-u fillâh (Allah için sadece kalp ile öfkelenmek) ile yetinip, insanın kendisini üzmemesi lazımdır.” (VIII/3266)

201

Page 202: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Peygamber’e itaatınız, her kötülükten kurtulmanıza sebep olacaktır. Allah’ın Elçisi’nin üzerinde peygamberlik görevinin ağır meşakkati vardır ve dîni size (insanlara/ bilmeyenlere/inkâr edenlere) bildirmegörevini (kendi üzerine) ağır da gelse yerine getirir.Ve O, bu görevini yaptığında sevap kazanır, artık sorumlu olmaz. Yani, Allah’ın Elçisi’ne dînin hükümlerini açıklayarak herkese bildirmesi vâciptir, bunu yaptı mı artık başka bir şey gerekmez. Şu halde, size usûlüne uygun olarak bildirdikten sonra, sorumluluk size âittir” de ki, insanlar da/inkâr edenler de kendi vazîfelerini bilsinler ve sonunda başlarına geleceği (biraz da onlar) düşünsünler. Çünkü(dînin kurallarına) itaattan çekinmelerinin zararları,kendilerine âittir.” (IX/3760, Nûr sûresi, 54. âyetin tefsîri)

HALKLARA ZULME ENGEL OLMAK “Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Allah’a karşı,ancak hakkı (gerçekleri) söylemek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık kanıt getirdim. Artık İsrâil oğullarını benimle gönder.”(‘râf sûresi, 104-105) Âyetlere, Mehmed Vehbi Efendi ise şöyle meâl ve tefsîr veriyor: “..[Ey Firavun! İsrâil Oğullarını benimle beraber gönder. Çünkü, (senin) İsrâil Oğulları’na zulmün nihâyete vardı (dayanılmaz boyuta ulaştı) Onları esîr gibi kullanmaktan vazgeç. Ben onları alayım da asıl vatanları olan Arz-ı Mukaddes’e götüreyim.” dedi.]..Çünkü Yusuf’un vefâtından sonra Mısır hükümetiİsrâil Oğulları’nı köle olarak kullanıyordu. Firavunlar, Yahûdîleri kerpiç kesmek, toprak çekmek, taş yontmak ve binalar yapmak gibi ağır işlerde çalıştırarak özgürlüklerini yok etmiş ve aslî vatanları olan Arz-ı Mukaddes’e gitmek istedikleri

202

Page 203: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

zaman, müsâade etmeyerek, sefâlet içinde Mısır’da tutmuşlardı. O nedenle, Mûsâ Aleyhisselâm, âlemlerin bir Rabbi (sâhibi) olduğunu açıklayarak, Allah’ın birliğinin önemine vurgu yapmış ve kendisinin Allah tarafından elçi olduğunu açıkladıktan sonra da, (İsrâil Oğulları üzerinden) kaldırılması vâcip olan zulmü gidermek için gayret sarf etmiştir. Çünkü mefâsid-i def‘ etmek, menâfi-i celb etmekten evlâdır (zararı/kötülüğü gidermek, fayda sağlamaktan önce gelir). Çünkü dosdoğru inancı açıkladıktan sonra, insana yarayacak olan ibâdetleri emretmeden önce, zarar veren haramları/zulümleri gidermeye çalışmak daha önemli olduğundan, Mûsâ Aleyhisselâm, diğer dînî yükümlülükleri açıklamadan önce, zulmün kaldırılması gerektiğine dikkat çekmiş ve sonunda (Allah’ın yardımıyla) bunu başararak, İsrâil Oğulları’nı zulümden kurtarmıştır.” (V/1716-1717)

ZULÜM ALTINDAKİ AZINLIKLARIN BAŞARISI İÇİN METOTLAR (STRATEGIES/METHODS FOR OPPRESSED MINORITIES AGAINST CRUEL GOVERNMENTS STRATEGIES OF CIVIL DISOBEDIENCE “TAQWA” FOR A SUCCESSFUL CIVIL DISOBEDIENCE

BAŞARI İÇİN “TAKV” ŞARTTIR “Mûsâ toplumuna dedi ki: “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarındandilediğini yeryüzüne mîrasçı kılar. (Başarılı) Sonuç ise (Allah’tan korkup, günahlardan) sakınanlarındır.” (‘râf: 128) Vehbi Efendi bu âyeti de şöyle açıklıyor: “[Firavun’un kötü niyeti ve İsrâil Oğulları’nın şikayeti üzerine, Hz. Mûsâ toplumuna hitâben: “Allah’tan muâvenet (yardım) talebiyle (isteğiyle) sabredin. Çünkü yeryüzü (bu topraklar=Mısır da) Allah’ındır. Kullarından dilediğini yeryüzüne mîrasçı

203

Page 204: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

(egemen) yapar. Nusret (yardım) ve zafer, sonunda haramlardan kaçınan Allah’tan korkanlara içindir.] demekle, toplumunu tesellî ederek, Firavun’un da helâkolacağına ve İsrâil Oğulları’nın Mısır toprağına sahipolacaklarına işâret etti. Fahr-i Râzî’nin açıklamasınagöre, bu âyette Mûsâ, İsrâil Oğulları’na iki şeyi emretti: ilki Allah’tan yardım istemeleri, ikincisi belâlara sabretmeleri. Çünkü Allah’ın varlığını itirafederek O’ndan yardım istemek, kulluğun birinci görevlerinden olmakla, önce Allah’tan yardım istemeninvâcip (gerekli) olduğuna, sonra da Allah’tan gelen musîbetlere sabır ve tahammülün gerekliliğine işâret etti ki, sabır olmayınca selâmet bulunmayacağını toplumuna tavsiye etmiştir. Mûsâ Aleyhisselâm toplumunu iki şeyle de müjdelemiştir: Birincisi “Yeryüzü Allah’ındır, dilediği kulunu mîrasçı kılar” demekle, İsrâil Oğulları’nın Firavun’un helâkından sonra onun ülkesine (veya ülkesinin bir kısmına) egemen olacaklarını açıklamasıdır. İkincisi, başarınınsonunda Allah’tan korkanlara nasip olacağını ve müttekîlerin düşmanlarına galip gelip, Allah’ın yardımını göreceklerini belirtmesidir. Fakat bu zafereermek, ancak haramlardan kaçınmakla mümkündür. O nedenle, şu anda Hz. Mûsâ toplumunu Allah’tan korkmayateşvik etmiş ve bu olmazsa, sonuçta başarıya ulaşamayacaklarını ve herhalde dünya ve âhiret saâdetinin Allah’tan korkmaya bağlı olduğuna işâret etmiştir.” (V/1731)

SABRIN SONU, BAŞARI “Hor görülüp ezilmekte olan o toplumu (İsrâil Oğulları’nı) da, içini (bolluk ve) bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mîrasçı kıldık. Rabbinin İsrâîl Oğulları’na verdiği güzel söz, (onların) sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve toplumunun yapmakta

204

Page 205: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

olduklarını (binaları) ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik.” “[Biz Azîmüşşân, değişik ve çok nimetlerle bereket yarattığımız Arz-ı Mukaddes’in doğuve batı taraflarına o toplumu mîrasçı kıldık ki, o toplum, Firavun ve toplumu tarafından zayıf sayılmışlar ve bin türlü meşakkatli işlerde çalıştırılmışlardı. Peygamberim! İsrâil Oğulları’nın Firavun’un eziyetlerine sabırları sebebiyle onlar üzerine Rabbin Teâlâ’nın güzel kelimesi ve yardımıyla vaadi tamam oldu.” “Arzın (Mısır’ın) doğuları Şam (Suriye) yönüdür. Çünkü arâzi-i Şam Mısır’ın doğu yönündedir. Batılarla kasıt ise, Mısır’ın Said tarafıdır. Mübarek olan arâziyle kasıt, Şam arâzisidir. Çünkü rızık genişliği ve bolluk ve ucuzluk, Şam arâzisine özgüdür.” (V/1742, ‘râf sûresi, 137. âyetin tefsîrinde)

SAVAŞIN SONUCUNU PEYGAMBER DE BİLMEZ Hz. Peygamber’in gaybı (geleceği) bilmediği ile ilgiliÂrâf sûresi 188. âyetin tefsîrinde Mehmed Vehbi Efendişöyle der: “Halbuki ben de bir insanım. İnsan olarak bana da zarar (belâ) geliyor. O nedenle, savaş işlerinde bazengalip, bazen de mağlup oluyorum..(umûr-u harbde (savaşişlerinde/ savaşlarda) bazen gâlib, bazan dahi mağlûb oluyorum.)”(V/1820)

TESBÎH ÇEKMESİ SAVAŞANLARIN, ZAFER İÇİN (NON-MATERIAL FACTORS FOR VICTORY) “[Ey Müminler! Siz kâfirlerden bir cemâatle savaşmak üzere karşılaştığınızda, düşmanların karşısında sebat edin (arkanızı dönüp kaçmayın) ve sebatınızla beraber harp esnasında Allah’ı çok zikredin ki, Allah’ın yardımıyla kurtuluşa eresiniz.] Allah Teâlâ harp sırasında zikretmeyi emir buyurmuş,ve Allah’ı zikretmenin kurtuluşun bağımsız sebebi olduğuna işaret

205

Page 206: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

için, felâhyâb olmayı (kurtuluşa ermeyi) Allah’ı zikrebağlamıştır…İşte inancı düzgün ve Allah’ı zikirle meşgul olan ve dua eden ordu mağlup olmaz (..itikâdı sahîh ve zikrullâhla meşgul olan ve dua eden ordu mağlup olmaz)” (V/1904-1905, Enfâl sûresi, 45. âyetin tefsîri)

ÖLDÜRÜLÜR MÜ SAVAŞTAN KAÇAN ? “Çünkü savaşta bir kişinin firârı, bir ordunun yenilmesine sebep olduğu görüldüğünden, savaş saffından firâr etmek İslâm dîninde büyük günahlardan olduğundan, harp sırasında firâr eden kimsenin öldürülmesi helâldır.” (V/1908, Enfâl sûresi 48. âyetin tefsîri) (Mehmed Vehbi Efendi böyle dese de, bu âyette (ve hiçbir âyette) savaştan kaçanların öldürülebileceği ile ilgili bir ifade olmadığı gibi, Hz. Peygamber’in uygulamalarında da, böyle bir şeye hiç rastlanılmaz. Uhud savaşına gidilirken ordunun üçte birini oluşturan münafıklar yarı yoldan geri dönmüşler; savaşın en kızgın ânında da (münafık olmayan) Müslümanların önemli bir bölümü (ve hatta çoğunluğu) savaş meydanınıterk ettikleri halde, Hz. Peygamber bu kişilere herhangi bir ceza uygulamamıştır. İslâmî savaşta gönüllülük esastır; zaten insanlar bir işe gönüllü değilse, zorla sonuç almak mümkün değildir. i.y.)

206

Page 207: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

CİHADDA TEMBELLİK GÖSTERENLER “Şu halde “Allah yolunda cihad”a davet olunan mü’minlerin derhal bu çağrıya uymalarının gerektiğininkanıtı bu âyettir (Tevbe: 38). Bu çağrıya uymada tembellik gösterenlerin uyarılması, çağrıya derhal uymanın gerekliliğine kanıttır. Cihad: âhiret işi olduğundan, dünyaya rağbet edip de, cihaddan yüz çevirenleri, Cenâb-ı Hak bu âyette kınamıştır. Çünkü âhiret nimetleri bâkî (kesintisiz), sıkıntısız ve bol olup, asla darlık yoktur. Ama dünya nimetleri büsbütünbunun aksinedir.” (V/2009) “..Şu halde savaşa gitmemekten zarar görecek olan sizsiniz ve Allah’ın Elçisi’ne de bir zarar veremezsiniz. Çünkü Allah, dînine yardımı vaad etti. Sizinle olmazsa, sizin dışınızdaki bir toplumla elbette yine Peygamberine yardım eder.” (V/2010, Tevbe: 39. âyetin tefsîri) ; “Hz.Peygamber’in sahâbîleri savaşa gitmeyi kendileri için büyük bir saâdet bilirler ve gidemedikleri zaman,kederlenirlerdi. Hatta Allah’ın Elçisi, Hz. Ali’ye Medine’de kalmasını emrettiğinde, bu durum Hz. Ali’ye çok güç geldi ve kendisini Medîne’de bırakmamasını, Hz. Peygamber’den istirhâm ettiğinde, Allah’ın Elçisi:“Yâ Ali! Sen bana, Hz. Mûsâ’ya göre (kavminin başına vekil olarak kendi yerine bıraktığı) Hârûn gibisin” diyerek, onu taltîf buyurunca, Hz. Ali bundan mesrûr olarak (sevinerek), Medîne’de kalmaya râzı olmuştu.” (V/2021, Tevbe sûresi, 44, 45.âyetlerin tefsîrinde)

ANLAŞMAYI BOZDUĞUNU KENDİLERİNE BİLDİR (DECLARE THE WAR)

207

Page 208: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“(Anlaşma yaptığın) Bir toplumun hâinlik yapmasından (ahdini bozmasından) korkarsan, sen de hak ve adâletle(onlarla yaptığın ahdi) onların üzerine at. Çünkü Allah hâinleri sevmez.” (Enfâl: 58) “[Eğer bir kavmin anlaşmalarını bozmak suretiyle hıyanetinden korkar veya anlaşmayı bozacaklarını hissedersen, adalet üzereonların anlaşmalarını kendilerine reddet ve ahidlerinibozduklarını kendilerine haber ver ki, haksızlık yapmış olmayasın. Çünkü Allah hıyanet edenleri sevmez.] Çünkü ahitlerini reddetmeksizin harbe kalkışman, hıyânet olur. Hıyâneti ise Cenâb-ı Hak sevmediğinden, hâin olan sonuçta zarar görür...(Bu âyette) Özetle (anladığımız), alenî (açık olarak) anlaşmayı bozanlarla savaşmanın ve onları susturup icap ederse yok etmenin ve onların arkasında savaşa hazırlanan (diğerlerini de) dağıtmanın, Müslümanların İmâmı (lideri) üzerine vâcip (gerekli) olduğu, fakat açıkça anlaşmayı bozmamış ama anlaşmayı bozma belirtileri gösterenler hakkında da, anlaşmayı bozup onlara savaş ilan etmenin gerektiği ve hıyanet edenleri Allah Teâlâ’nın sevmediği, bu âyetten anlaşılmaktadır. Günümüz dünyasında iki devlet arasında (diplomatik) ilişkilerin devam edip etmeyeceğinin ilânı usûlünün temelini bu âyet teşkil etmektedir (orijinali: iki devlet arasında münâsebetindevâm ve adem-i devâmını ilân etmek usûl-ü câriyesininesasını, bu âyet-i celîle teşkîl etmiştir) (V/1918-1919)

İLÂHÎ YARDIMA LÂYIK OLMA “Bu âyetin (Enfâl: 70) hükmü, Hz. Peygamber’in yardımını/zaferini müjdedir. Hz. Peygamber’e ihânet edenlerden ve anlaşmalarını bozanlardan intikâm almayagüç vereceğini Allah bu ayetle Elçisi’ne vaad etmiştirki, uyulan Peygamber’e vaad, o Peygamberin ümmetine devaat demektir. Fakat (bu vaadin gerçekleşmesi için)

208

Page 209: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ümmetin hakkıyla peygambere uyarak sünnetini ihyâsı (dirltmesi) ve yardıma hak kazanması şarttır. Çünkü, ilâhî dînin yükselmesine çalışan Peygamberine vaat olunan yardım, o dînin yücelmesine çalışan Müslümanların tamamına vaattir. Şu kadar var ki, bu ilâhî vaat, dînin yücelmesi için çalışmak suretiyle olur.” (V/1939)

HİCRET ETMEYİP DE YARDIM İSTEYENLER Mekke’den Medîne’ye hicret edenlerle etmeyenlerin biribirlerine mîrasçı olamayacakları hükmü de âyetle bildirilmiştir: “..Îmân edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar, size onların mîrâsından hiçbir şey yoktur (siz onlara mîrasçı olamazsınız). (Bununla beraber) Eğer onlar dîn konusunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir toplum aleyhine olmamak üzere (o Müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.”(Enfâl: 72) Mehmed Vehbi Efendi âyetin tefsîrinde şöyle diyor: “..Özetle İslâm’ın başlangıcında îmân edip de hicret edemeyenlerle hicret edenler arasında mîrasçı olmanın geçerli olmadığı ve fakat hicret edemeyenler hicret edenlerden yardım isterlerse yardım etmek vâcip olup, yalnız Müslümanlarla anlaşma yapmış bir (kâfir) toplumaleyhine yardım isterlerse, o (kâfir) topluma karşı ahd-i bozarak yardım etmenin doğru olmadığı ve Allah Teâlâ’nın ahdini bozanların hallerini bildiği ve gördüğü ve bu nedenle ahde uymanın gerektiği bu âyetten öğrendiğimiz konulardandır.” (V/1943)

KÂFİRLERİN DOSTLUĞUNA GÜVENMEMEK “Bu âyet (Enfâl: 73), Müslümanlar için büyük bir derstir. Çünkü âyette üç hüküm vardır: İlki,

209

Page 210: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kâfirlerin biri birine dost olmalarıdır ki, dost dâimâ dostunun tarafını tutar ve gereğinde dostuna yardım eder, fırsat düştükçe düşman kabul ettiği millete de ihânet eder. Bu nedenle hiçbir kâfirmilleti, Müslümanları diğer bir kâfir üzerine tercih etmez. Ancak menfaat (yarar) îcâbıdır ki, o menfaat bitinceye kadar yoldaşlık eder. İkincisi, Müslümanların kâfirleri dost edinmelerinin yeryüzünde fitne olmasıdır. Çünkü, kâfirleri dost edinince, Müslümanlar onların fenâ ahlâkıyla ahlâklanırlar ve onların dostluğuyla gururlanarak İslâmî âdetleri ve millî an‘aneleri terk ederek her ışığı onlardan beklerve onları yüksek, kendini düşük görür. Bunun sonucu datoplumun kuvveti zayıflar ve toplum cesaretini kaybeder. Sonunda, kâfirler, İslâm topraklarına hücum ederek akıllara hayret verecek fitneler ortaya çıkar ve nitekim öyle olduğuna da olaylar şâhittir. Üçüncüsü, kâfirleri dost edinmek, büyük fesâda sebep olur. Zira fitne olan yerde fesad olacağı şüphesizdir.” (V/1945)

MİLLETİN DE YARDIMI, SAVUNMA SANAYİİNE “…Savaş âletlerini tedârik etmek, Müslümanlar için dîni bir vazîfedir. İşte, İslâm hükümetinin dâimâ düşmana karşı hazırlıkta bulunması vâcip olduğu gibi, millet fertlerinin de bu konuda hükümete yardım etmesivâciptir.” (VII/2876, Nahl sûresi 81. âyetin tefsîri)

GERİDE KALANLARIN GÖREVİ “Allah Teâlâ, savaşa gitmeye gücü yetmeyen âcizleri, askerlikten istisnâ tutmuştur..Zaten, âciz olan kimseler savaşla yükümlü tutulurlarsa, (savaş esnasında) gücü yeten kişilere de yük olma ihtimallerivardır. Bu âyette (Tevbe: 91) açıklanan zayıf, hasta ve savaşa gitmeye parasal olarak imkân bulamayan üç sınıf kimselerden, harple ilgili yükümlülük hükümleri

210

Page 211: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

düşmüştür. Ama yükümlü olmadıkları halde, askerin eşyalarını beklemek, suyunu getirmek ve düşmanın gözünde Müslüman askerin karaltısını çoğaltmak gibi bazı iyi maksatlarla, askere yük olmayacak kadar da güce sahip olanların, savaş yerinde bulunup, yardımcı olmaları, makbûl bir nâfile ibadettir. İşte zamanımızda silahsız olanların geri hizmetlerde kullanılmaları bu işlerden sayılır ve ve işte böyleleri güçleri oranında hizmet edebilirler..İşte böyle özürlü olarak harbe gidemeyenler, beldelerinde yalan sözler yaymaktan, fitne ve fesat çıkarmaktan sakınacaklar ve askerde olanların âilelerine mümkün mertebe hizmet edip, yardımcı olacaklardır.” (V/2086)

ULUSLAR ARASI HUKÛKUN UYGULANMASI Yusuf Aleyhisselâm kardeşi Bünyamin’i yanında tutabilmek için, bakan olarak görev yaptığı kendi ülkesinin değil de, Bünyamin’in (suçla itham edilen) ülkesinin kanûnunu uygulaması da çok enteresan bir konu olarak Kurân’da geçer: “Yâkûb Aleyhisselâm’ın şerîatında hırsızın hükmü, hırsızlık yapan kimsenin bir sene süreyle çaldığı malın sahibine köle olarak hizmet etmesi idi. Mısır hükümetinin kânûnu ise, hırsızın dövülmesi ve çaldığı malın iki katının ödetilmesi idi…Gerçi Yûsuf Aleyhisselâm kardeşi Bünyamin’i her ne suretle olursa olsun, yanında alıkoymaya güçü yetiyor ise de, kânûnsuz olarak bunu yaparsa bu durum toplum tarafından zâlimlik olarak nitelendirileceğinden bunu yapamazdı. Mısır kânûnu ilede işi halledemiyordu. Bu sebeple Bünyamin’in hükmünü birâderlerine verdirtmek gibi bir çare düşündü ve kendi adamları: “peki” dediler, “yalan söylüyorsanız, siz de hırsızın cezâsı nedir?” Birâderleri (Yâ‘kub’un çocukları): “hırsızın cezâsı, çalınan şey kimin yükünde bulunmuşsa, o kişinin kendisi(nin bir yıl süreyle köle olması)dir” dediler. Yûsıuf da

211

Page 212: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

düzenlediği tertiple Bünyamin’in hırsız gibi gösterip,bu şekilde onu yanında (Mısır’da) tutmuş oldu.” (VII/2559-2561)

“VATAN SEVGİSİ ÎMÂNDAN” MI? (Hutbelerin, vaazların içine mutlaka sokuşturulan “vatan sevgisi îmândandır” sözü, hadîs değildir. Esasen “vatan” kelimesi bugünkü anlamda kullanılışı ile, Fransız İhtilâli’nden sonra bize ulaşmış/bulaşmışbir kavramdır. Nasıl milliyetçilik, laiklik, demokrasivirüsleri Fransız ihtilâlinden sonra İslâm ülkelerine yayılmışsa, “vatan” fikri de, kutsal veya yarı kutsal bir kavram olarak Namık Kemal’in olağan üstü edebî gücünün etkisiyle dilimizde ve kültürümüzde kendine önemli bir alan açmıştır. Ve şu andaki kavramsal hâliyle “vatan” şirkin bir aracı, insanları şirke götüren bir araçtır, pek çok ülkede. Bazı kişiler içinde bir puttur. “Vatan sevgisi”nin ilerlemiş hâli, Müslümanın şirke düşmesine sebep olur. Kişi bir şeyi “olmazsa olmaz” kabul etti mi, o şeyi bir put haline getirmiştir ve o şeye tapmaktadır. “Vatan” kavramına verilen kutsal hava, Anadolu’da son yüz elli yılda gayet ağır dozda bir milliyetçiliğin de, yeni nesillere aşılanmasına sebep olmuş, bu milliyetçilik kavramı da, (Müslüman) toplumu bölmüştür. Bunun yerine“târih sevgisi îmândandır” denilse ve bununla da Kurân’daki târihî olaylar kastedilse, bu kabul edilebilir ve (çok) faydalı bir slogandır. Çünkü Kurân’ın üçte biri (bin sekiz yüzden fazla âyet) târihsel olaylardan oluşur ve bunlara inanmak (zaten) îmânımızın bir parçasıdır ve bu târihsel olaylardan ibret almakla da îmânımız artar. i.y.)

(İslâm’da inancın, canın, ırzın, malın korunması/kurtarılması için hayatını fedâ etmek, dünyada da âhirette de en üstün şereftir. Elbette

212

Page 213: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

bunlar sonuçta bir toprak üzerinde bulunmak zorunda olduklarından –insan boşlukta, havada sürekli yaşayamacağına göre- vatanın korunması da çok önemlidir. Ama kutsal olan insandır, toprak değildir. Nitekim, daha önce Türkler, Anadolu’da oturmuyorlardı.Şu anda milyonlarca Türk de, Anadolu’da oturmuyor. Kanada’dan Avustralya’ya, İsveç’e dünyanın dört bir tarafında milyonlarca Türk var. Şu andaki vatan kavramı herhalde daha değişik bir vatan kavramıdır ve global bir dünyada Müslümanlar, bütün insanların can, ırz, mal güvenliklerinin temini için bütün gayretlerini sarf etmelidirler. i.y.)

EN GÜÇLÜ YÖNETİMLERE DE İSLÂMI ANLATMAK (EGYPT : THE BIGGEST POWER OF THE WORLD AND THE CONVEYING OF ISLAM TO THEM) “Biz Mûsâ ve Hârûn’u âyetlerimizle ve apaçık bir mu‘cize ile Firavun’a, Firavun’un bakanlarına (vükelâsına) ve toplumunun ileri gelenlerine peygamberolarak gönderdik ve onların ıslahına me’mûr ettik (görevlendirdik). Ne zaman ki, Mûsâ ve biraderi, onları hakka ve Allah’ın birliğine davet ettilerse de,onlar îmânı kabulden ve Hz. Mûsâ’ya uymaktan kendilerini büyük gördüler (kibirlendiler). Çünkü kendi inançlarınca ve o zamana göre onlar yüksek ve kibirli bir toplumdular. Hatta Firavun tanrılık davasına bile cesaret etmişti. Çünkü, o devirde Mısır hükümeti dünyanın en kuvvetli hükümetlerinden sayıldığından, uluslar arası arenada Firavun ve toplumu kendilerini büyük görüyorlar ve Mûsâ’ya uymayı kendileri için ayıp kabul ediyorlardı.” (IX/3632, Mü’minûn sûresi,45-46-47. âyetlerin tefsîri) (11 Eylül 2001 olayları sonrasında da ABD hükümeti böyle bir siyasi psikoloji/sosyoloji içine girmişti. “First Government (Dünyanın Bir Numaralı Devleti)”

213

Page 214: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

unvanını üstlenerek, Dünya Ticâret Merkezi’ne saldırı düzenleyenlerin/azmettirenlerin yakalanması/ cezalandırlması yerine, Afganistan ve Irak başta olmaküzere dünyanın pek çok yerindeki Müslümanlara karşı terörist damgası vurularak saldırıya geçilmiş, ABD’ninbu saldırıları sonucu bir milyondan fazla Müslüman yaşamını yitirmiş, onbinlerce Müslüman da çok ağır işkencelerden geçirilmiştir. “İslâmî terör” kavramınıüreten Bush yönetimi, tam bir “evangelik terör”le Müslümanlara dünya çağında yeni bir “global Mekke zulüm dönemi” yaşatmıştı. Ama ABD’nin bu yanlış hareketi, hem dünya çapındaki imajını yaralamış, hem de iç düzeninden, dış politikasına ekonomisine kadar pek çok alanda ABD’ye zarar vermiştir. Bir başka örnekolarak da, Çin’in de binlerce yıldır kendini üstün devlet olarak gören tutumu, bu ülkeye çok zarar vermiştir. Çinliler, yirminci yüzyılın ortalarına kadar, “Biz, dünyanın en köklü ve eski medeniyetine sahibiz” psikolojisi ile, diğer bütün toplumları küçükgörmüşler, bu sebeple de, dünyadaki yeniliklere kapılarını ve kafalarını kapatmışlardı. İslâm’ın Çinliler arasında yayılamamasının nedeni de budur. i.y.)

YAHÛDÎLER HAKKINDAKİ YANILGISI (MI) MEHMED VEHBİ EFENDİ’NİN, İSRÂİL DEVLETİ KURULMADAN ÖNCE “Allah Yahûdîlerin boynuna düşüklük ve alçak olmayı taktı ki,kıyâmet gününe kadar perîşân ve ayrı ayrı (devletsiz) ve hakaret altında ezilmeye mahkûm olmuşlardır. İşte, Yahûdî milleti her nerede görülürse ve ne kadar zenginolursa yine (de diğer toplumlarca) hakîr ve düşük görülür, aslâ (sâhip oldukları) servet nimetinin eseri, üzerlerinde görülmez.”(VIII/2950, İsrâ sûresi, 7. âyetin tefsîri)

214

Page 215: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ZULME ENGEL OLMAYA ÇALIŞMAK, İSLÂM’A DÂVETTEN ÖNCE “[Allah Teâlâ (Mûsâ ile Hârûn’a): “Firavun’dan korkmayın. Çünkü Ben’im yardımım sizinle beraberdir. Ondan ötürü, sizin ve onun sözlerinizi işitirim ve yaptıklarınızı görürüm” dedi. Benim yardımım sizinle beraber olduğundan Firavun’a gidin ve deyin ki: “Ey Firavun! Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Bizimle bereber İsrâil Oğulları’nı gönder ve esirlikten kurtar, onlara azâp etme” diyerek, öncelikle İsrâil Oğullarının kurtuluşunu teklif edin” Çünkü Biz, Rabbintarafından mu‘cizeyle geldik. “Dünya ve âhirette selâmet, doğru yola uyan kimseler üzerinedir” diyerek,doğru yola uymasını tavsiye edin ve deyin ki: “Azâbın,peygamberleri yalanlayan, onların çağrılarına karşı arkalarını dönüp giden kimseler üzerine olacağı bize vahyolundu” diyerek, Firavun’u tehdît edin.” (Tâ-Hâ sûresi, 46-48. âyetler] ..kâfirlerin zulmünden mü’minleri kurtarmanın, kâfirleri îmâna dâvetten daha önemli ve daha öncelikli olduğuna işâret eder. Çünkü Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâmların ilk teklifleri (Firavun’a îmân teflîfinden önce), İsrâil Oğulları’nın zulümden kurtarılmaları konusu olmuştu.” (VIII/3293-3295) (Daha çok inançsız kimsenin îmân etmesinden önce yapılacak iş, mevcut mü’minleri zulümden kurtarmak esastır. Dünyanın çeşitli yerlerinde, Müslüman olmayanlara İslâm’ı anlatma faaliyetinden önce, bütün ağırlık/yoğunluk şu anda zulüm altında bulunan Doğu Türkistan, Filistin, Arakan gibi yerlerdeki Müslümanların durumu ile ilgilenmeye verilmelidir. Irak, Cezâyir, Özbekistan, Patani, Keşmir ve benzeri ülkelerin hapishanelerindeki Müslümanlarla dayanışma, onların salıverilmeleri için çalışma, Müslümanların öncelikli hedefi olmalıdır. Kurân’a göre; Müslümanlar için birinci sırada olması

215

Page 216: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gereken hedef budur. Müslüman zengin Arap ülkeleri, Çin’e petrol ambargosu uygulasalar ve Çin mallarına boykot uygulasalar, sadece bu bile, hem Çin ekonomisini, hem de dünya ekonomisini kökünden ve kuvvetli bir seviyede etkiler. Ve bunun yankıları DoğuTürkistanlı Müslümanların en azından üzerlerindeki zulmün azaltılmasını, Çin hapishanelerindeki işkencelerinin durdurulmasını, tahliye edilmelerini, haksız îdâmların önlenmesini temin eder. Dünyadaki birbuçuk milyar Müslüman sadece “satın alma güçleri”ni bir boykot aracı olarak kullanarak, yeryüzünün pek çok yerinde Müslümanlara yapılan işkenceleri önleyebilirler.1973’deki Batı ülkelerine uygulanan Arap petrol ambargosunun İsrail üzerinde ne kadar etkili olduğu, Batı ülkelerinin İsrâil’e ne kadar çok geri adımlar attırdıkları, unutulmamalıdır. i.y.)

ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, BİNLERCE YILDIR BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDÜR “(Tâ-Hâ suresi 49-55. âyetlerde ve devamındaki Hz. Mûsâ ile Firavun arasındaki konuşma) Fahr-i Râzî’nin belirttiği gibi, boş-yanlış inanç sahiplerinin sözünü dinlemenin gerekli olduğuna işâret eder. Mûsâ aleyhisselâm gibi bir yüce peygamber, dînin her şeyinialaya alan Firavun gibi bir zâlimi dinlemiş ve ona susturucu cevapları, sabırla tek tek vermiştir.” (VIII/3298)

BELÂLARI ÖNLER, İYİ VE ÇOK İBÂDET “İnsanı, tesâdüf edeceği büyük azâplardan ve dehşetli günlerden ve çeşitli musîbetlerden ve heyecan verici belâlardan kurtaracak şeyin takvâ (Allah korkusu) olduğuna işâret edilmiştir..Yani “haramdan kaçın ve ibâdetlere devam edin..” Çünkü, takvânın bu gibi şiddetli zararlardan insanı koruyup, zararı def‘

216

Page 217: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

edeceğine de işâret vardır.”(IX/3498, Hac sûresi, 1. âyetin tefsîri) (Zulme karşı, güçlü düşmana ve baskıcı zorba yönetimlere karşı, kuvvetli bir takva, ibâdetle, namazla, tesbihle dolu dolu yirmi dört saatlik bir yaşam lazımdır. Günler böyle ibâdetle doldurulursa, Allah bir süre sonra mü’minlerin önünü açar ve onlara,tehlikelerden çıkış yolu gösterir. Sahâbîler, bin bir zorlukla dolu Mekke ve Medîne dönemlerinde böyle ayakta durabilmişlerdir. i.y.)

FİRAVUN’UN NUTKUNDAKİ ÖNEMLİ NOKTALAR “Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: “Esasen bunlar (İsrâil Oğulları), sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. (Böyle iken) Artık kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. Biz ise elbette uyanık (ve tekvücut) bir topluluğuz”.” (diyor ve dedirtiyordu). ( Şuarâ sûresi, 53-56. âyetler) (Özek ve diğ.) Mehmed Vehbi Efendi ise âyetlere şöyle meâl ve tefsîr verir: “[İsrâil Oğulları Mısır’dan çıkınca; Firavun, yönetimialtında olan kasabalara asker toplayacak adamlar gönderdi. “İşte firâr eden İsrâil Oğulları, bize oranla az bir topluluktur. Halbuki onlar, bize muhalefet ederek bizi öfkelendirdiler. Ve biz kuvvetlibir topluluğuz. Düşmanın kötülüğünden çekiniriz de tedbirli davranırız.” diyerek asker toplamaya başladı.] Yani Mûsâ aleyhisselâm Allah’ın emrine uyarak İsrâil Oğulları’nı Mısır’dan çıkarınca, Firavun, onları takip için hazırlıklara hemen başladı ve memleketi çapında hükmünün geçerli olduğu şehirleregörevliler gönderip, askerini silah altına çağırdı ve askerlerin mâneviyatlarını güçlendirmek ve artırmak için, düşmanın yani İsrâil Oğulları’nın azlığından ve onların kendisini öfkelendirdiğinden ve onlara karşı kendilerinin güçlü olduğundan bahsederek dedi ki:

217

Page 218: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“Bunlar bize oranla küçük bir gruptur. O nedenle, bizim gücümüze karşı koyacak bir halde değildirler. Hemen az bir zaman içinde işlerini bitirir, döneriz. Gerçi takip etmesek de olur ama, onlar bize muhalefet ederek bizi öfkelendirdiler ve görüşlerimize karşı görüş ortaya koyarak bizi sinirlendirdiler. Eğer bu muhalefet edenlerin gücünü bitirip tez elden çaresini aramazsak, hükümetimiz sallanır ve muhalefet edenler çoğalır. Halbuki biz kuvvetli bir toplum ve azametli bir hükümetiz. Bu gibi düşmanlara karşı tedbiri de elden bırakmayız ve kötülüklerinden çekiniriz.” diyerek, askerine cesaret ve gayret verdi. Hâzin Tefsîr’indeki ve Medârik’teki bilgiye göre, Firavun bu sözleri, askerin toplanmasından sonra büyük bir meydanda bakanlar ve ileri gelenlerin huzurunda askere hitâben bir kürsü üzerinde verdiği nutkunda söylemiştir. Gerçi askertoplamaya gönderdiği adamlarına da bu yolda talimat verip, halka ve askere bu doğrultuda konuşma yapmalarını emrettiği de nakledilir. Bu nutukdan gayesi, askere ve halka gayret vermektir ve böyle önemli işlerde nutuk vermek hükümet başkanlarının âdetleri olduğundan, Firavun da ordusuyla hareketten evvel, bu âdete uyarak bir nutuk vermiştir. Firavun’un nutkunun özeti iki noktada toplanabilir:

Birincisi: İsrâil Oğulları’nın sayıca az olduklarını söyleyip, onları kötülemek ve askerini cesaretlendirmek. İkincisi: Kendilerinin ise kuvvetli ve askerlerinin çok olduğunu ve bu gibi önemli işler için eskiden beri tedbirli hareket ettiklerini ve büyümeden olayları bastırdıklarını, (İsrâil Oğulları’na karşı) bu son çağrılarının da lüzumsuz olmayıp asker toplamayı ve ordunun harekete geçmesini gerektiren meselelerden olduğunu açıklamaktı. İşte askerin komutanlarının, söylem olarak dâimâ kendi

218

Page 219: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ordularının kuvvetli, düşmanın zayıf olduğundan bahsederek askerini cesaretlendirmesinin önemli bir görev olduğuna, bu âyet işâret eder. Çünkü, Cenâb-ı Hakk’ın Kurân’da bize bunu açıklaması, hem askere bu şekilde konuşulması, hem de askerin ta‘limli (eğitimli) olmasının gerekli işlerden olduğunu bize anlatmaktadır.

RAPID MOBILIZATION OF PHARAOH’S ARMY Firavun nutkunda İsrâil Oğulları’nın muhalif hareketlerine öfkelendiğinden bahsederek, muhalif harekette bulunanların cezalandırılmasının hükümet için gerekli olduğunu anlatmak istemiştir. Fakat buradaki muhalefetin haklı bir muhalefet olup, haklı muhalefete ise bir ceza verilemeyeceğini görmek istememiştir. Çünkü onların haklılığından bahsetmek işine gelmiyordu. Halbuki İsrâil Oğulları’nın muhalefeti, zulme ve şirke karşı muhalefet olduğundan,kendisinin zulmü ve şirki terk ederek, doğru yola girmesi gerekiyordu. Ama onun, bu gerçekleri görmeyip iktidar gücüne dayanarak, muhalefeti ezme işine başlaması, kendi helâkine sebep olmuştur. Bundan sonrada, o zamanda dünyada mevcut hükümetlerin en kuvvetlisi ve az zamanda hızla savaş durumuna geçebilen bir ordusu olduğundan, hemen harekete geçebilmişti. Düşmandan çekindiklerini ve ihtiyatlı olduklarını da nutkunda söylemesi, savaş hazırlıklarına önem verdiklerinin bir diğer göstergesidir. Düşmana karşı ihtiyatlı olmanın mânâsı,zamanına göre savaşa alışkın asker ve savaş mühimmatlarını hazır tutmaktır. Çünkü, askere ve savaşmalzemelerine dikkat etmeyen bir hükümet, düşmana karşı ihtiyatlı davranmış olmaz.” (X/3903-3904)

VATANDAŞLIKTAN ATMA “Onlar (Sodom şehrine hakim olan homoseksüeller) şöyle

219

Page 220: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

dediler: “Ey Lût! (Bu dâvandan (bizi uyarma işinden) vazgeçmezsen, iyi bil ki sürülenlerden olacaksın!” (Şuarâ sûresi: 167. âyet) [Lût’un toplumu dediler ki: “Ey Lût! Eğer sen bizim bu (homoseksüel) davranışımızakarşı çıkmaya devam eder ve bizi kınamaktan vaz geçmezsen, elbette sen bu şehirden çıkarılanlardan olursun.] Yani, Lût aleyhisselâm toplumunu, tutulmuş bulundukları kötü davranışlarından men etmeye çalışınca, onları kesinlikle etkileyemedği gibi, Lût’uşiddetle tehdît ettiler ve seni bu şehirden süreriz demek istediler. Onların âdetlerinin, sevmedikleri kimseyi şehirlerinden çıkarmak olduğuna bu âyet işâreteder. Çünkü, “biz seni çıkarırız” demediler. Aksine, “şehirden çıkarılanlar var, sen de onlardan olursun” dediler.” (X/3941) (Bu pislik herifler, Hz. Lût’u “vatandaşlıktan atmak”la tehdît ediyorlardı. Âyet, inananlara yaşadıkları devlet tarafından böyle bir “vatandaşlıktan atma” tehdîdi de yapılsa, mü’minlerin temel doğruları, İslâm’ın temel prensipleri konusunda ödün veremeyeceklerini göstermektedir. Müslümanlar, bulundukları ülkede, kabaca söylemek gerekirse, İslâm’ın beş şartının faydalarını, Kurân’ın yasakladığı, hırsızlık, cinâyet, zina, homoseksüellik,içki, faiz gibi günahların kötülüğünü anlatırlar. “Bunları anlatırsanız, vatandaşlıktan atılacaksınız” denilse de, anlatmaya devam ederler. i.y.)

SÜLEYMAN PEYGAMBER DÖNEMİNDE DİPLOMASİ (ANCIENT DİPLOMACY) “Süleyman’ın mektubunu alan Sebe Kraliçesi Belkıs) “Burada hazır bulunan çok kıymetli devlet adamları! Bana çok önemli bir mektup bırakılmıştır” dedi. (Ve devam etti) “Mektup Süleyman’dandır. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla(başlamakta)dır. “Bana karşı baş

220

Page 221: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kaldırmayın, teslîmiyet göstererek gelin!” diye yazmaktadır.” (Neml sûresi, 29-30-31. âyetler)“Beyzâvî ve Nisâbûrî’nin belirttiklerine göre, mektup mühürlü idi ve mührü de çok orijinal idi. Allah’ın ismiyle başlamış olması nedeniyle, Belkıs öngörüsüyle bu mektubu gönderen Süleyman’ın bir peygamber olabileceğini düşünmüştü.”“Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin açıklamalarına göre, Hz. Peygamber: “Yazının kerâmeti mühründedir” buyurmuş ve Belkıs da, Süleyman’dan gelen yazıda gördüğü mührün orijinalliğinden dolayı, bu yazının çok kaliteli ve edebî bir yazı olduğunu ifade etmiştir. İşte, mektupları mühürlemek, peygamberlerin sünnetlerindendir. Hatta bizim Peygamberimiz de kendisi için bir mühür yaptırmıştır ve mektuplarını mühürlemiştir.” (X/4003)

(Mehmed Vehbi Efendi’nin naklettiği “yazının kerâmeti (üstünlüğü) mühründedir” şeklinde bir hadîs var mı yok mu bilmiyoruz. Yalnız Hz. Peygamber Arabistan’a komşu dört büyük devletin (Bizans, İran, Mısır, Habeşistan) krallarına ve iki küçük beyliğin prensine gönderdiği mektuplara, mühür bastırmamıştı. Ancak sahâbîlerden bazılarının Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Elçisi, bu adamlar, mühürsüz mektubu okumazlar” demeleri üzerine,hemen bir mühür kazıtmış ve ilk olarak bu mektuplar, omühürle mühürlenmişti. Daha sonra gerek Hz. Peygamber,gerekse O’nun vefatından sonra Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman aynı mühürle resmî yazılarını mühürlemişlerdi. Mührün, Hz. Osman döneminde bir kuyuya düşerek kaybolduğunu biliyoruz. i.y.)

“(Sonra Kraliçe) dedi ki: Beyler! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (görüşlerinizi bildirmeden), hiçbir işi kestirip

221

Page 222: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

atmam. Onlar, şöyle cevap verdiler: Bizim gücümüz yerinde (düşmandan korkmayız, savaş hazırlıklarımız tamamdır ve askerimiz de çoktur. Korkumuz yoktur. Eğersavaşa karar vermek istersen endîşe etme) Buyruk ise senindir. Ne emredeceğine kendin bak (karar senin)”(Neml, âyet: 32-33)

Mehmed Vehbi Efendi bu âyetlerin tefsîrini, hem bir âlim hem de bir siyâsetçi olarak geniş bir bakış açısıyla yapmaktadır ki, dış siyâsetle ilgili bir konuda, ülkeyi yöneten siyasetçi(ler) ile dış politikabürokratları/uzmanları ve askerlerin ortak bir görüşe nasıl varabileceklerini göstermektedir: “Bu âyetlerde hükümdarla bakanları arasındaki bağ, uzlaşma ve biri birlerine karşı bağlılık ve bakanlarınhükümdara tam olarak itaat etmeleri lazım olduğuna işâret vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak hükümdar olan Belkıs’ın bakanlarına, maksadını ortaya koyarak işin önemini anlatıp, meselenin çözümünü onlara bıraktığınıaçıklayarak, hükümdar ile bakanlar arasındaki işleyişiortaya koyduğu gibi, bakanların da “şimdiye kadar vakit kaybetmeyip savaş hazırlıklarıyla meşgul olduklarını ve her türlü ihtimâle karşı hazırlıklı bulunduklarını, askeri eğiterek, onlara cesaret aşıladıklarını ve hükümet üzerine gereken girişimlerden geri durmadıklarını ve hükümdar savaş îlân etmek isterse, hiçbir düşmandan çekinmeyeceklerini” işâret ederek cevap vermeleri, bakanların hükümdara karşı görevlerini yapıp, savaşmaktaraftarı olduklarına işaretle beraber, işi sonuç olarak hükümet reîsinin görüşüne bırakma ve ülkenin idaresini hoşça geçinerek yürütmeye devam edeceklerini, fakat kendisine itâatlarının da tam olduğunu belirtmeleriyle, bakanların üzerine düşen görevi de anlatmış oluyor. Çünkü, Belkıs bu çok önemliişi önce bakanlara havale ederken maksadı iki idi:

222

Page 223: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Birincisi: bakanların kalplerini memnun etmek, ikincisi, onların görüşlerinden istifade etmekle beraber, yardımlarını beklemek ve ülkenin (askerî) durumu hakkındaki düşünce ve tedbirlerini dinlemekti. Bakanların cevabının özeti de ikidir: Birincisi, eğer hükümdar savaşmak isterse, savaşmaya güçlerinin olduğunu ve hazır olduklarını söylemek, ikincisi, eğerhükümdarın maksadı barış ise, ona da uyacaklarını söyleyerek, hükümdara itaatlarını ifade etmek. Zaten, müzâkere edilen meselenin çaresi de iki idi: ya savaş,veyahut Hz. Süleyman tarafından yapılan teklîfi kabul ederek, barış. Çünkü teklîfin gereği bu ikiden birini seçmektir. Zamanımızda bu gibi teklîflere nota denilir ki, sonucu ya savaş veya teklîfi kabul etmekten ibarettir. İşte bu gibi olayları, Cenâb-ı Hakk’ın Kurân’da açıklaması, ümmet-i Muhammed’e ders vermek ve hükümdarla bakanlarına, yapmaları gereken görevlerini ve yönetimdeki karşılıklı güvenin gereğiniaçıklamaktır.” (X/4005-4006)

“(Belkıs) “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perîşan ederler ve halkının ulularını hakîr halegetirirler. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır.” dedi. (Sonra da) “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) iledönecekler.” (Neml sûresi, âyet: 35) “Belkıs’ın bu teklîfi, onun yönetme siyasetini bildiğine ve bir hükümetin (devletin) karşısında bulunan hükümetin (devletin) halini bilmeksizin savaş veya barışa girişmesinin hata olduğuna ve her hükümetin (devletin)görevinin düşmanını teftîş olduğuna da işâret eder.”(X/4008)

GEÇİT TÖRENİ, HARP OYUNU GİBİ GÖSTERİŞLERLE GÜÇ GÖSTERİSİNDE BULUNUP, SAVAŞI ÖNLEME “(Ey elçi!) Onlara var (söyle); iyi bilsinler ki

223

Page 224: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları kesin bir şekilde, hor ve hakîr bir halde oradan çıkarırız.” (Neml, 37. âyet) “Süleyman aleyhisselâm, âyette açıklandığı gibi, Belkıs’ın gönderdiği hediyeleri kabul etmeyip reddetti ve hatta elçiye bazı tehdîtlerde bulundu. Çünkü daha önce açıklandığı gibi, Hüdhüd kuşu, Yemen’e gidip sarayınınpenceresinden Belkıs’ın devlet adamlarıyla yaptığı danışma kurulu toplantısını dinlemiş, onun Süleyman’a göndereceği hediyeleri ve elçinin yola çıkacağını, gelip Süleyman’a haber vermişti. Elçiler, Kudüs’e yaklaşınca hazırlık başladı. Süleyman aleyhisselâm gayet geniş bir meydana kürsüler kurdurmuş, insanlardan ve cinlerden olan muhafız tümeninin uzun saflar halinde sıralanmalarını emretmiş ve yönetimininkuvvet ve kudretini gösteren ne kadar debdebe ve gösteriş varsa, onları gelen elçilerin görecekleri şekilde düzenleterek, büyük gücünü onlara göstermiştir. Ve teklîfini kabul etmedikleri takdîrde,savaşa hazır olduğunu da, yüzlerine karşı, îlân etmiştir. Bu olay, gelen elçilere, devletin, ordunun gücünü göstermek için, bu şekilde gösterişli davranmanın meşrû‘ (şerîata uygun) olduğunu göstermektedir.” (X/4011) (Hz. Peygamber de Mekke fethi öncesindeki gecede, herkesin bir ateş yakmasını emretmiş ve böylece on bin Müslümanın yaktığı on bin ateş Mekke’den görülünce, bugörüntü uzaktan Mekkeliler üzerinde çok müthiş ve muazzam bir moral bozukluğuna yol açmış, bu gelen muazzam ordunun hangi ordu olduğunu anlamak için, Mekke dışına çıkan Abbas ve Mekke’nin reîsi Ebû Sufyân’ın, Müslümanlarca kıskıvrak yakalanıp, Hz. Peygamber’in yanına getirilmesi üzerine, Hz. Peygamber, Müslümanlara bir geçit töreni düzenlenmesini emretmiş, bu geçit töreni Ebû Sufyan’ıngözünü daha da korkutmuş ve Mekke’ye dönüp

224

Page 225: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

gördüklerini anlatmış, bunun üzerine Mekke’de müşriklerin kendi aralarında yaptıkları müzakereler sonucu, Mekke’yi barışla teslim etme üzerinde anlaşılmış, hemen hiç çatışma olmadan Hz. Peygamber ertesi günü Mekke’ye girmiştir. i.y.)

YÖNETİCİNİN ORDUYU BİZZAT TEFTÎŞ ETMESİ “Süleyman (peygamber), “gerçekte ben mal sevgisine, Rabbimi anmayı sağladığı için düştüm” dedi. Nihayet, bu atlar koşup gözden kayboldukları zaman, “onları bana getirin” dedi. (Atların) Ayaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” “Âyet, savaş için atbeslemenin eskiden beri gelen bir âdet olduğunu ortayakoymaktadır. Hz. Süleyman savaş durumu ortaya çıkınca,atların hazırlanmasını ve idman için koşturulmasını emrederek, “ben bunları dünyada nefsimin zevki için değil, Allah’ın emrinden ve onun dînini takviye etmek arzûsundan dolayı seviyorum.” demişti.” (Özek ve diğ.,454) Mehmed Vehbi Efendi ise âyeti şöyle tefsîr eder:“Şu âyet hakkında birkaç rivâyet varsa da, en doğrusu şudur: “Süleyman aleyhisselâm savaş için atları teftîşiçin kürsüsü üzerine oturdu. Atlara baktı ve dedi ki, “benim bunlara sevgim, dünya için değildir. Aksine Allah’ın emrini yerine getirmek içindir. Bu nedenle, bunları hayrı sever gibi sevdim.” Bunları dedikten sonra, atların koşu için salınmasını emretti. Hatta atlar gözü önünden kayboldu. Sonra atlar geri geldiğinde, kürsüsünden indi, bizzat atların ayaklarını ve boyunlarını mübarek elleriyle meshetti. Meshetmekten maksadı, atlar (süvâri birlikleri) düşmanı def etmede, son derece yardımcı olduklarından,atlara iyi bakılmak gerektiğini süvârilere anlatmak, siyâset işlerinde ve memleketi korumada pâdişâhların (yöneticilerin) kendi elleriyle işe girişmelerinin çokönemli olduğuna işâret etmek ve atların hastalıklarının ve bir sakatlıklarının olup olmadığını

225

Page 226: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kendisinin bildiğini, ordu mensuplarına bildirip (gösterip), onların işlerini dikkatli yapmalarını sağlamaktır..Özetle, savaş için atın iyi yürümesi, diğer gerekli özelliklere sahip olması, savaş araç ve gereçlerinin sefere çıkmadan önce teftîş olunması, diğerlerine inanmaması (görevlilerin raporlarıyla/birifingleriyle yetinmeyip bizzat kendisinin, kontrol etmesi) nin, harbe hazırlanan hükümet için önemli ve gerekli olduğu, bu âyetten anlaşılmaktadır. Zaten, kendi gücünü görmeden işe başlayanların, her zaman yenildiği ve yolun yarısında kaldığı (her zaman) görülmektedir. (XII/4795, Sâ‘d sûresi, 32, 33. âyetler)ÇEKİNMESİN GÖÇ ETMEKTEN (IMMIGRATION AS AN INSTRUMENT OF REALPOLITIK) Zulümden kurtulmak için göç (hicret) etmek de, her zaman kullanılabilecek, önemli bir enstrümandır: “(Ey Peygamberim! (Ben’im şu sözümü onlara) söyle: “Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Budünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü (ise) geniştir. Yalnız sabredenlere,mükâfâtları hesapsız ödenecektir.” “İyi davrananlara haber verilen “iyilik”, cennettir veya sıhhat ve âfiyettir. “Allah’ın yeryüzü geniştir” cümlesinden, kâfirler arasında Allah’a karşı ibâdet ve itaatını yapamayan kimsenin, inancını yaşayacağı yere hicret edebileceği, yorumu yapılmıştır.” (Özek ve diğ., 458) M. Vehbi Efendi ayeti şöyle tefsir ediyor: “[..Kendi vatanında ihlâs üzere amel edemiyen kimseleriçin Allah’ın arzı (yeri/yeryüzü) boldur (çoktur, geniştir), hicret etsin] ..[Zirâ, Allah’ın ibâdete elverişli yerleri çoktur, istediği yere gitsin ve hicretten (göç nedeniyle yeni vatanında oluşan) kaynaklanan zahmetlere de sabretsin], çünkü [sabredenlere hesapsız ecir (sevap) verilir] Yani,

226

Page 227: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

kendi vatanında ibadete bazı engeller çıkar da bu meşakkatlere (sıkıntılara, zorluklara) sabrederse hesapsız sevap verilir, ama eğer memleketinde dînî edepleri ve şerîatın hükümlerini uygulamakta sıkıntı görürse, başka diyara hicret etmekten de çekinmesin. Çünkü hicretin sonucu başına gelebilecek sıkıntılara sabredenlerin, sabırlarına mükâfât olarak sevapları hesapsız olarak verilir. Bu âyette vatanında dîni hükümleri yerine getirmekten âciz olanları hicrete teşvîk vardır ki, hicrette görülecek zorlukları göz önüne alarak, hicrete boşverip ibadette kusûr edenlerin ma‘zûr tutulamayacaklarına (özürlerinin kabul edilmeyeceğine) de işâret vardır. Zirâ yeryüzünün genişliği ve hicrete elverişli olduğunun açıklanması, kendi beldesinde ibâdete engel olunduğundan ötürü ibâdeti terk edenlerin mazeretlerinin ret olunup kabul olunmayacağını açıklamaktır. Dîn için hicret, peygamberlerin ve sâlihlerin (iyi insanların) sünnetidir (yoludur, davranışıdır).” (XII/4853-4854, Zümer sûresi, 10. âyetin tefsîri)

AZINLIKLARIN SÖYLEMLERİ (SÖYLEMDE RADİKAL, EYLEMDE LİBERAL= EYLEMSİZ RADİKAL SÖYLEM) (RADICAL IN DISCOURCE, RADICAL DISCOURSE OF MINORİTİES WITHOUT ACTION) “Ey Peygamberim!) De ki: Ey toplumum! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. (Ama sonunda) Kendisini rezîl edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz!” “Kendilerini rezîl edecek azap, Bedir yenilgisiyle gelecektir (birkaç yıl sonra). Cehennem azabı da, sürekli olarak âhirette onları bırakmayacaktır.” (Özekve diğ., 461) M. Vehbi Efendi ayeti şöyle açıklıyor: “Ebussuud Efendi’nin açıklamasına göre, âyetteki

227

Page 228: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

“mekânet” “kâfirlerin bulundukları durumdur ki, o da düşmanlık sıfatıdır. (Müslümanlara) Düşmanlığın kâfirlerde (iyice) yerleşmiş bir sıfat olduğuna işâretiçin “mekânet” kelimesi gelmiştir. Hz. Peygamber’in bulunduğu (sahip olduğu) sıfat ise, peygamberlik sıfatı, nasîhat ve irşaddır (yol göstermedir, iyiliklere yönlendirmedir)..Yani ey toplumum! Siz düşmanlık ve ihânetinizde devam ve onun gereğiyle haeket etmeyi sürdürün. Ben de bulunduğum peygamberlikve irşâd sıfatı ile davranmaya devam edeceğim..Bu âyetin eseri (yıllar sonra) Bedir savaşında ortaya çıktı. Bedir’de inkârcılara öyle bir belâ indi ki, onlar bütün Arap toplumları içinde rezîl ve rüsvâ oldular. İleri gelenleri bu savaşta, hiç beklenmedik şekilde öldürüldü ve Bedir’deki yenilgileri, ilerleyenyıllarda Mekke’nin fethine ve İslâm’ın daha da geniş bölgelere yayılmasına başlangıç oldu.”(XII/4892, Zümersûresi, 40. âyetin tefsîri)

PARA ALMADAN SALIVERMEK, ESİRLERİ “(Muharebede, savaşta) Kâfirlerle karşı karşıya geldiğinizde, onların boyunlarını vurun(öldürün). Nihayet onlara iyice vurup sindirince, bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de, artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı...”(Muhammed sûresi, 4. âyet) “Âyetteki “mennen” kelimesi “bedelsiz olarak esîri salıvermek”tir. “Fidêen” ise, esîri serbest bırakmak karşılığında alınan para”dır. Esîri bedâvâ olarak salıvermekte, İslâm’ın yüceliğini îlân (ortaya koymak)ve İslâmiyet’e teşvik (de) vardır. Esîrleri serbest bırakmak karşılığında alınacak şey, mal olabileceği gibi; karşı tarafın Müslüman esîrleri serbest bırakması karşılığında da salıverilebilirler. Yahut Müslümanlara faydalı olacak başka bir şey karşılığında

228

Page 229: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

da serbest bırakılabilirler. Çünkü Hz. Peygamber’in zamanında esîrler, bir daha Müslümanlara karşı silah kullanmamak şartıyla serbest bırakıldıkları gibi, Bedir savaşında esîr alınan müşriklerden servetleri olmayanlardan okuma yazma bilenlerin, Ensâr’ın çocuklarına okumayı öğretmek şartıyla serbest bırakıldıklarını da biliyoruz.” (XIII/5373-5374)

SAVUNMAYA MADDÎ YARDIM “İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz.İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir. Siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir..” (Muhammed sûresi, âyet: 38) “..Eğer elinizde olan malınızın bir kısmını cihâda sarfetmez, kâfirlerle cihâdı terk ederseniz, onlar cesâretlenir, size hücûm eder, siz de yenilirsiniz, öldürülürsünüz. Şu halde dünyada yaşamak için, (cihâda) harcama yapmanız gerekir. Âhirette de yardımamuhtaçsınız. O nedenle, Allah yolunda (cihâd için) harcamaya yönelin ki, dünyada ve âhirette rahat edesiniz.” (XIII/5421) (Bu satırların yazıldığı günlerde, Osmanlı ordularınınyedi cephede savaştığı, çok büyük maddî yardıma ihtiyaç duyulduğu da hatırlanılmalıdır. i.y.)

“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de doğrularsa, Biz de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız.”(Leyl sûresi, 5-6-7. âyetler) “Ama o kimse ki, malını esîri hürriyetine kavuşturmaya, muhtaçlara yardım etmeye ve çeşitli hayır yollarına ve İslâm askerlerini kuvvetlendirmeye, düşmanları yenmek için cihad yollarına harcarsa, mâlî ve bedenî ibâdetlerini yerine getirirse, küçük ve büyük günahlardan kaçınırsa, kelime-i tevhîdi, peygamberliği

229

Page 230: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ve dîni doğrularsa, işte Biz Azîmüşşân o kimseye evvelce işlediği güzel amelleri yine yapabilmesini sağlarız ve bunların karşılığı olan Cennet’e girmeyi de ona nasîb ederiz.” (XV/6470) (Bu âyetler Mekke’de inen âyetlerden olup, Mekke döneminde de henüz savaşa izin verilmemişti. O nedenle, âyetlerden o dönemde (İslâm’ın ilk on dört yılında) savaşa yardım için harcama yapılması emrini çıkartmak mümkün değildir. Fakat Mehmed Vehbi Efendi bu satırları yazdığı sırada Balkan Harbi (yeni) bitmişve Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Ordunun da yardımaihtiyacı olduğundan, bu âyetlerin tefsîri vesilesiyle de konuyu gündeme getirmek istemiştir. i.y.)

SAVAŞTAN KAÇANLAR “Bedevîlerden (çöldeki Arap kabîlelerinden, Hudeybiye’ye gitmeyip) geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, “mallarımız ve âilelerimiz bizi (gitmekten) alıkoydu. Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile” Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Fetih sûresi, 11. âyet) “Hendek savaşından sonra, hicretin üzerinden beş yıl geçmişti ve Hz. Peygamber altı yıldır Medîne’de idi. Umre yapmak için Mekke’ye gitmeküzere sefer hazırlığına başlayınca, Medîne’nin etrafında bulunan köy ve kabîleler ahâlîsine Mekke’ye gideceğini îlân ederek, onların da kendisiyle beraber gelmelerini tavsiye etti. Fakat Medîne civârında bulunan Gıfâr, Cüheyne, Eslem ve Müzeyne kabîleleri, Hz. Peygamber’in emrine uymadılar. Ve dediler ki, “Mekkeliler, (daha dün, Hendek savaşında) Medîne’nin önüne kadar gelip, (yirmi günden fazla) Medîne’yi ezmek için kuşatma altında tuttular. Şimdi

230

Page 231: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Medîneliler, Mekke toprağına gidiyorlar. Oraya gidincehalleri ne (kadar fena) olur? Mekkeliler onların bir tanesini bile geri döndürmez, hepsini kılıçtan geçirirler.” Böyle diyerek, Allah’ın Elçisi’ne karşı çıktılar ve evlerinde kaldılar. Hz. Peygamber sahâbîleriyle beraber Medîne’den çıktı ve Hudeybiye’yegeldi. Târih kitaplarındaki ayrıntılarıyla bildiğimiz gibi, sonunda burada Mekkelilerle on yıl süreli “Hudeybiye (barış) Anlaşması” yapıldı. Bu anlaşma Müslümanlar hakkında çok faydalar sağladı. Allah’ın Elçisi dönüp Medîne’ye gelince, Hudeybiye’ye gelmeyen köylerin ve kabîlelerin ahâlîleri, Hz. Pegamber’in huzuruna gelerek, “özürleri olduğunu o nedenle gelemedikleri”ni söylediler.”

(Hudeybiye’den sonra, Arabistan yarımadasında siyasal durum ve dengeler ânîden değişmiş ve değişeceği belli olmuştu. Tecrübeli kabîle reisleri ve Kuzey Arabistan’da olsun Güney Arabistan’da olsun, yerel küçük hükümetler, hızla bir yeni durum değerlendirmesine gidiyorlardı. i.y.)

“Cenâb-ı Hak işte bu (yukarıdaki) âyette, bu (savaştankaçanların) özürlerinin yalan olup, bunların sözlerinegüvenilemeyeceğini açıklamıştır.” (XIII/5444)

“Bu âyette açıklandığı gibi, (bu özür dilemeye gelen) münâfıkların, Allah’ın Elçisi’nden istedikleri iki şeyvardı: birincisi, Hz. Peygamber’le Hudeybiye’ye gitmediklerinden, mallarına ve âilelerine bakacak kimseleri olmadığından, onların korunması için hânelerinde kalmak mecburiyetindeki kaldıklarındaki söyleyip, mazeretlerinin kabulünü istemeleri; ikincisi, her ne kadar kendileri mazeretlerinin kabul edilebilir bir mazeret olduğunu iddia ediyorlarsa da, Hz. Peygamber’in emrine karşı geldiklerini de

231

Page 232: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

bildiklerinden, kendi durumlarının Hz. Peygamber’in istiğfar etmesini (Allah’tan kendilerinin affını istemesini) de gerektirecek bir durum olduğunu da bildiklerinden, kusurlarının affına dâir Allah’ın Elçisi’nin istiğfar etmesini de Hz. Peygamber’den istiyorlardı.

Allah Teâlâ bu âyette münâfıkların sözlerinin yalan olduğunu ve mâzeretlerinin kabul edilmeyeceğini açıklayarak, hem mâzeretlerini hem de istiğfâr isteklerini yalanlayıp, onları herkesin önünde rezîl etmiştir.”

(Çünkü münâfık psikolojisinin özelliklerinden olduğundan bu kişiler ikili duygular içinde gidip geliyorlardı. Bir taraftan yaptıklarının yanlış olduğunu düşünüyorlar, bir taraftan da) Hz. Peygamber’e karşı gelmekle iyi bir iş yapmış olduklarını, karşı gelmelerinin kusur olmadığını (hem kendi kendilerine, hem de kendileri gibi olanlarla biraraya geldiklerinde) söylediklerinden, istiğfâr istekleri sahte ve yalandı. i.y.)

“İşte askere gitmemek için zamanımızda (1913-1914 yılları) pek çok kişinin öne sürdüğü mazeretlerin pek çoğu da bu çeşitten yalanlardır. Ama bu gibi yalanları uyduranlar, dünyada ve âhirette sorumluluktan kurtulamazlar.”(XIII/5443-5445)

232

Page 233: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

ASKERLİKTEN MUAF OLANLAR “Görme özürlüye vebâl yoktur, topala da vebâl yoktur, hastaya da vebâl yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildir.)” (Fetih sûresi, âyet: 17) “Çünkü yükümlülük, güce bağlıdır. Gücünün yeterli olmadığı bir konuda, insan yükümlü olmaz. Bu nedenle âmâlar askerî yükümlülükle mükellef değildirler. Çünkü askerin düşman üzerine hücûma, ona vurmaya, onu gerekirse öldürmeye ve gerekirse de düşmandan kaçmaya gücünün yetmesi lâzımdır. Halbuki görme özürlü olanın, bunlardan hiç birisine güç yetiremeyeceği meydandadır. Ayağında özrü olup da, topal olana da günah yoktur. Çünkü düşman üzerine gitmek ve gerekirse düşmandan firâr etmek ayak ile olacağından, özrü olan kimseler savaştan istisnâ edilmişlerdir. Hasta olan kimseye de, askere gitmediğinden ötürü bir günah yoktur. Çünkü hastalık, bütün organları güçsüz bıraktığından, hasta olan kimseleri de, Kurân askerlik hizmetinden muaf tutmuştur.”(XIII/5455)

SAVAŞTAN ÖNCE, UYULMASI GEREKEN SÜREÇ (THE PROCESS THAT SHOULD BE FOLLOWED BEFOREWAR) “Bundan ötürü sen, zikrimizden (Kurân’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka birşey istemeyenlerden yüz çevir.”(Necm sûresi, 29. âyet)“Fahr-i Râzî, Nisâbûrî ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre, kâfirlerden yüz çevirmeyi içeren (bütün) âyetlerin, kıtâl (savaş) âyetleriyle hükmünün kaldırıldığını bazı âlimler açıklamışlarsa da, doğru olan, yüz çevirme ile ilgili emir, savaş âyetine uygundur. Çünkü Hz. Peygamber, evvelâ Allah’ın birliğine dâvet ederek, Kurân’a uyulmasını istedi. Bunu dinlemeyip, inen âyetlerden istifâde etmeyenleri kesin kanıtlarla iknâya çalıştı. Bundan da istifâde etmeyenleri, cehennem azâbıyla tehdît etti. Bu tehdîde

233

Page 234: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

de kulak asmayanlara kılıçla karşı koyması emrolundu. Bu şekilde, fesatçıların kökünü keserek, ümmetin iyi insanlarını fesattan kurtarmak metodu uygulandı. Bugünde, milletler arasında geçerli olan usûl budur. Milletler evvelâ sözle diğer toplumu iknâ edip doğruyukabul ettiremezlerse, sonunda doğruyu tanıtmak için silâha sarılırlar. Peygamberler de insanların ruhlarının tabiplerıdır. Meselâ tabipler, evvelâ hastayı muâyene ederler. Eğer gıdâ ile iyileşmesi mümkünse, gıdâdan başka bir şey vermezler. Eğer gıdâ ile tedâvî fayda vermezse, hafif tedâvî ile tedâvî ederler. Onunla da mümkün olmazsa, kuvvetli ilaçlara mürâcaât ederler. Bununla da tedâvî mümkün olmazsa, ameliyât yapmaya karar verirler. İşte Hz. Peygamber de, evvelâ rûhun gıdâsı olan Kurân’la başladı. Bununlayola gelmeyenlerin önüne kesin kanıtları ortaya koyarak, onlarla Allah’ın yoluna çağırdı. Bunlar da yetmeyenleri, âhiret azâbıyla tehdît etti. Ve sonunda da tehdît de yetmeyenlere savaş âleti olan kılıçla emrolundu. Dünyayı onunla ıslâha başladı.”(XIV/5639-5640)

TO LIVE/TO STAY IN A MULTICULTURAL SOCIETY “Bu âyette Hz. Peygamber’e kâfirlerden yüz çevirmesiyle emir, ümmetine de emirdir. Ama bu kâfirlerle mutlaka görüşmek konuşmak îcâp ederse, bu yerine getirilir. Çünkü zarûretler, haramları helâl kılar. Meselâ ticârî hayatta ve diğer işlerde mecbûrenbunlarla ilişki sürdürülür. Fakat bu münâsebet, isteyerek seve seve yapılan bir birliktelik değildir. Gerek şahsî bir işi, gerekse kamu (millet) yararı için(maslahat-ı âmme için), istemeyerek yapılan (ama gerekli olan) bir münâsebettir ki, bunlarda kâfirlerlebir arada bulunmakta bir sakınca yoktur.”(XIV/5639-5640)

234

Page 235: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

KRİTİK ZAMANLARDA KÂFİRLERLE TİCARETIN WAR TIMES..AGAINST THEIR HOSTILE BEHAVIOURS (TWO DIFFERENT VIEWPOINTS FOR MUTUAL TRADING WITH NON-MUSLIMS) “[Ey mü’minler! Ben’im düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin.(Mümtehıne sûresi, âyet:1)] Burada yasaklanan düşmanlara karşı samimi dostluk beslemek olup, bu ise karşılıklı alışverişi yasaklamak değildir. Fıkıh (İslâm Hukuku) kiraplarında açıklandığı üzere, kâfirlerle iş/alışverişte bir sakınca yoktur. Alışveriş ve diğer dünyevî işlerde, onlara aşırı sevgi göstermeden de karşılıklı iş yapılabilir, ikili ilişkilere devam edilebilir. Yalnızzamanımızda (Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı yılları) bütün kâfirlerin dünyevî işlerde de Müslümanlara ihânet ve hıyânetleri ortada olduğundan, zarûret olmadıkça onlardan bir şey almamak ve onlara para kazandırmamak, her Müslümana gereken bir harekettir. (XIV/5869)

DÜŞMANLIKTA AŞIRI GİTMEYİN “Olur ki Allah sizinle, düşmanlarınız arasında yakındabir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Mümtehıne sûresi, âyet: 7) “Bu âyette Allah, düşmanlıkta aşırı gidilmemesini, düşman bir toplumun, bir gün dost olabileceğini bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in ve Müslümanların can düşmanı olan (Sümeyye’yi, Yâsir’i, Hamza’yı, Hubeyb’i, Mus‘ab b. Umeyr ve diğer sahâbîleri sırf îmân ettikleri için vahşice şehîd eden) Mekke müşriklerinin çoğu sonradan İslâm’a girmişler, onların çocukları da Allah yolunda canlarını veren mücâhidler olmuşlardır. Böylece bu

235

Page 236: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

âyette belirtilen ilâhî vaat gerçekleşmiştir.” (Özek ve diğ. 549) Mehmed Vehbi Efendi de âyeti benzer şekilde açıklar: “[Yakın zamanda umulur ki, Allah Teâlâ sizinle düşmanlık ettiğiniz kâfirler arasında, onların îmân etmeleri sebebiyle sevgi yaratır ve Allah Teâlâ vaadini yerine getirmeye gücü yetendir ve günahtan tevbe edenlerin kusurlarını affedici, kendine itaat edenlere de merhamet edicidir.] ..Yani âyet, “düşmanlık etmeli ve lakin ifrat etmemeli (haddi aşmamalı)” demektir. Zira, her şeyde ifrat kötü olduğugibi, ileride birlikte olmaları muhtemel olan kimselerhakkında, düşmanlıkta ifrat, daha da kötüdür. Düşman olan (ve Uhud savaşında İslâm’a çok zarar veren Halid b. Velid gibiler de dahil) kâfirlerden birçokları İslâm’a meyletmeye başladılar ve nihayet Mekke’nin fethiyle Ebû Sufyân, Süheyl, Hâris gibi bir çoğu Müslüman oldular da aralarındaki düşmanlık sevgiye dönüştü ve kalpleri biri birlerine karşı muhabbetle doldu ve el ele baş başa vererek dîn-i İslâm’a hizmet ederek, Allah’ın Elçisi’ne yardımcı ve destek oldular..Kâfire düşmanlık elbette lazımdır. Amma bu âyette nehyolunan (yasaklanan), şiddettir.”(XIV/5883-5884)

İYİLİK YAPILABİLECEK KÂFİRLER “Allah sizinle dîn yüzünden savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adâletli olanlarısever.” (Mümtehıne sûresi, âyet: 8) “Fahr-i Râzî ve Hâzin’in verdikleri bilgiye göre, bu âyetin iniş sebebi: Hz. Ebûbekir’in kızı Esmâ Radıyallâhu Anhâ’nınannesi olan ve puta tapan (müşrik) binti Abdul‘uzzâ’nın, Mekke’den Medîne’ye birçok hediyelerlekızı Esmâ’yı ziyarete gelince, Esmâ’nın annesini müşrik olduğu için hediyesini kabul etmemesidir. Esmâ

236

Page 237: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

annesine “her ne kadar vâlidem isen de, Allah Teâlâ bizi müşriklerle böyle sıkıfıkı olmaktan men etti. BenHz. Peygamber’den sormadan senin hediyeni alamam, seninle samimi olamam” demiş ve Hz. Peygamber’e gelerek durumu sormuştu. Buna göre âyetin mânâsı: “[Eymü’minler! Size zarar kastetmiyen akrabalarınıza ziyaret maksadıyla bir arada bulunmanız/konuşmanız/sohbet etmenizde bir sakınca yoktur.] demek olur.“Allah sizinle dîn yüzünden savaşanları (bu yüzden size saldıranları), sizi vatanınızdan çıkaranları (göçe, hicrete mecbur edenleri) ve çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır.”(Mümtehıne sûresi, âyet: 9) “..Yani, size zarar vermeyen vesize karşı bir savaşa hazırlanmayan kâfirlere iyilik yapmanızdan Allah sizi yasaklamaz. Aksine Müslümanlaradînî ve dünyevî zarar veren ve zarar vermesi muhtemel olan kâfirlerle dostluk kurmanın doğru olmadığı ve böyle kâfirlerle dostluk edenlerin zalim oldukları bu âyetten çıkarılan faydalı hükümlerdendir.” (XIV/5885-5886)

KİMLER DESTEKLENİR, ALLAH TARAFINDAN “İsrâil Oğullarından bir grup inanmış, bir grup da inkâr etmişti. Sonunda Biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saf sûresi, âyet: 14) “Şu halde Hz. Muhammed’e îmân eden mü’minlerin, kâfirler üzerine galip gelecekleri şüphesizdir ve fakat Müslümanların îmânlarının gereğini yerine getirmeleri ve savunma tedbirlerini zamanında hazırlamaları, düşmanlar üzerine galip gelmenin şartlarındandır. Çünkü îmânın gereğine göre hareket edilmedikçe, îmânın eseri zayıf olacağından, düşmanın galip gelmesi muhtemeldir. Savunma tedbirlerinde gevşeklik ve

237

Page 238: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

tembellik gösterilirse, doğru-dürüst savunma yapılamayacağından düşmanın galip gelmesi muhakkak gibidir ve nitekim şu anda da (1913-1914) galip geliyorlar. Çünkü Cenâb-ı Hak sonuçları sebeplere bağlamıştır. İnsanın seçme özgürlüğü olan ve sonuçta kendi yaptığı şeylerin sonuçları da sebepsiz olmaz. Şu halde gerek maneviyat ve gerek maddîyât, her iki yöne de itina etmek lazımdır. Çünkü toplum bilimlerinde (sosyal bilimlerde) sadece maneviyatın veya yalnız maddîyâtın etkisi olamaz. Bundan ötürü, gelişme ve kalkınmada her ikisi de lazımdır.”(XIV/5911)

SÖZÜN TATLILIĞINA, GİYİNİŞE, BOY-POSA ALDANMAMAK(DIPLOMATS MUST NOTICE...) “Onları (münâfıkları) gördüğün zaman, cisimleri (dış görünüşleri) hoşuna gider, konuştuklarında (sen bile) sözlerini (hayranlıkla) dinlersin. (Ama) Onlar sanki elbise giydirilmiş keresteler/ kütüklerdir (insan değil, odundurlar, gerçeklere hiç kulak vermezler, dediklerini der dururlar). Her gürültüyü kendi aleylerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin!..” (Munâfıkûn sûresi, âyet: 4)“Yani ey muhterem Peygamber! Münâfıkların cisimlerinde(vucutlarında) olan semizliği ve organlarının düzgünlüğü, yüzlerinin güzelliği, kıyâfetlerinin mükemmelliğini gördüğünde hayret edersin ve bu halleriseni hayrete sevkeder. Söze başlarlarsa konuşmalarınındüzgünlüğünden ötürü, sözlerini dinler kalırsın..Onlarher işittikleri sesi, kendi zararlarına söylenmiş zannederler (kalpleri bozuk olduğundan). Hâin olduklarından, her zaman korku içinde, rahatsız bir halde yaşarlar. Dâimâ endişe içindedirler. Ey Peygamberim! Onlar senin kuvvetli düşmanlarındır. Şu

238

Page 239: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

halde senin onlara karşı alarm halinde bulunman lazımdır. Çünkü korkak düşman, çoğu zaman, sebepsiz olarak hücum ediverir. Bu sebeple, onların dış görüntülerine bakarak onlardan emîn (güvende) olmamak ve sözlerine bakarak aldanmamak lazımdır.. Münâfıklardan Abdullah b. Übeyy ve Cedd b. Kays ve diğerleri güzel bir görünüm ve tatlı söz sahibi idiler. Abdullah b. Übeyy yardakçılarıyla Hz. Peygamber’in yanına gelir, konuşur ve söylediği sözlerdinlenirdi, ağzına baktırırdı. Cenâb-ı Hak ise onlarınsözlerinin sahte olup, dinlenilmeye layık olmadığını, Peygamber’ine bildirmiştir. Bu âyette, her şahsın dış görünümüne bakıp imrenmemek ve her sözün tatlılığına aldanmamak, korkak olmamak, düşmanı düşman bilip ondanhazer etmek (çekinmek) gerektiğine işâret vardır.”(XIV/5929)

(Konu ile ilgili webe koyduğumuz diğer çalışmalar:

Elmalılı Tefsirinde Uluslar Arası İlişkiler Notlarıhttps://www.academia.edu/8449326/Elmalili_Tefs%C3%AErinde_Uluslar_Aras%C4%B1_%C4%B0li%C5%9Fkiler_Notlari_Notes_on_Islamic_International_Relations_in_the_Quran_Interpretation_of_Elmalili_Hamdi_Efendi_1878-1943_in_Turkish_

Ömer Nasuhi Bilmen Tefsirinde Uluslar Arası İlişkiler Notlarıhttps://www.academia.edu/11764609/%C3%96mer_Nasuhi_Bilmen_Tefsirinde_Uluslar_Aras%C4%B1_%C4%B0li%C5%9Fkiler_Notlar%C4%B1

Zâdu’l-Meâd’da İslâmî Uluslar Arası İlişkilerhttps://www.academia.edu/28179079/Zadul-Meadda_islami_Uluslar_Arasi_ili%C5%9Fkiler

239

Page 240: islami uluslar arasi ilişkiler: Mehmed Vehbi Efendi(1861-1949)'nin Tefsiri'nde uluslar arasi ilişkiler notlari (Islamic International Relations in the Quran Interpretation of Mehmed

Islamic International Relations in Quranhttps://www.academia.edu/3639348/Islamic_International_Relations_in_Quran)

KAYNAKLAREbû Süleyman Abdülhamid (1985). İslam’ın Uluslar Arası İlişkiler Kuramı (Çev. Fehmi Koru). İstanbul: İnsan Yayınları

Ersoy Mehmet Akif (1966). Safahat. Yedinci basım. İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri.

Hüseyin Râcî Efendi. Zağra Müftüsünün Hatıraları Târihçe-i Vak‘a-i Zağra. (Haz. Ertuğrul Düzdağ). İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.

İbnu’l Esîr (2008). İslâm Târihi El-Kâmil Fi’t-Târîh Tercümesi. I-X. İstanbul: Hikmet Neşriyat

Kornoukhova, Gadilya (2013). Did Islam Impede or Conduce theDevelopment of Muslim Entrepreneurship in the Russian Empire in Late 19th – Early 20th Centuries? The European Business History Association 2013 meeting (papers in EBHA website)

Mehmed Vehbi Efendi (1966-1969). Hulâsatu’l-Beyân Fî Tefsîri’l Kurân. I-XV. İstanbul: Üç Dal Neşriyat.

Özek Ali (ve diğ.) (1987). Kur’ân-ı Kerîm Ve Açıklamalı Meâli. Medine

240