This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Allah’a güvenip dayanma anlamnda terim.
Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamndaki vekl kökünden türeyen
tevekkül “birinin iini üstüne alma, birine güvence verme;
birine iini havale etme, ona güvenme” mânasna gelir. Birine güvenip
dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir. Kaynaklarda
çounlukla vekil kelimesi kefille e anlaml gösterilmise de Râgb
el-sfahânî’ye göre vekil kefilden daha geneldir; her vekil
kefildir, fakat her kefil vekil deildir. Tevekkül dinî ve tasavvufî
bir terim olarak “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi,
rzknda ve ilerinde Allah’ kefil bilip sadece O’na güvenmesi”
eklinde tanmlanmaktadr (el-Müfredât, “vkl” md.; Lisânü’l-Arab,
“vkl” md.; Tâcü’l-arûs, “vkl” md.; Gazzâlî, IV, 259). bn Teymiyye
tevekkülün “kalbin yalnz Allah’a güvenmesi” anlamna geldiini
belirterek bunun sebeplere bavurma ve mal biriktirmeye aykr
olmadn söyler (et-Tufetü’l- Irâyye, s. 185). Tasavvuf kaynaklarnda
tevekkül hakknda deiik tanmlar yaplmtr (Kelâbâzî, s. 101-102;
Kueyrî, I, 467-478; bn Kayyim el-Cevziyye, II, 119-122). Teslim
(birine boyun eme, hükmüne rza gösterme) ve tefviz de (ii birinin
tasarrufuna brakma) tevekküle yakn mânada kullanlmakla birlikte baz
âlimler tefvizin tevekkülden daha geni kapsaml olduunu belirtir (bn
Kayyim el-Cevziyye, II, 143-144).
Kur’ân- Kerîm’de tevekkül kavram krk âyette deiik fiil kalplarnda,
dört âyette mütevekkil eklinde yer almakta, vekil kelimesi çou
Allah’n sfat eklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Baz âyetlerde
peygamberlerin inkârclara kefil olmad, onlarn yaptklarndan sorumlu
tutulmayaca, dört âyette de inkârclarn âhirette kendilerini
savunacak bir vekillerinin bulunmayaca belirtilmitir. Bir âyette
Allah tarafndan inkârc Kurey kabilesinin yerine inkâra sapmayan
baka bir topluluun getirilmesi, dier bir âyette ölüm meleine can
alma görevinin verilmesi “tevkîl” kavramyla ifade edilmitir (M. F.
Abdülbâk, el-Mucem, “vkl” md.). Bu âyetlerde insanlarn neticede
Allah’a snaca bildirilmekte, hükmün yalnz O’na varaca (Yûsuf
12/67), Allah’n bir topluluu helâk etmek istemesi durumunda
onlara hiç kimsenin yardm edemeyecei (Âl-i mrân 3/160),
inanarak Allah’a snanlar üzerinde eytann etkisinin bulunmad
(en-Nahl 16/99), Allah’a snanlar için baka bir snaa ihtiyaç
kalmayaca (et-Talâk 65/3), çünkü Allah’tan baka bir tanr olmad (et-
Tevbe 9/129; et-Tegbün 64/13) ifade edilmektedir. Bu arada baz
peygamberlerin inançlarndaki kararllklar ve tevekkülleri örnek
gösterilmektedir (meselâ bk. Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88;
Yûsuf 12/67). Bir âyette (Âl-i mrân 3/159) Resûl-i Ekrem’e
kamu ilerinde çevresindekilerle istiare etmesi öütlenmi ve ardndan,
“Kararn kesinleince artk Allah’a tevekkül et, Allah kendisine
tevekkül edenleri sever” buyurulmutur. Talâk sûresinin balarnda
Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi gelecei ve Allah’n mutlaka
emrini yerine getirecei bildirilmi, bu açklamalar tevekkül
düüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmutur. Taberî’nin
kaydettiine göre Abdullah b. Mes‘ûd tevekkülle ilgili bu âyet için,
“i Allah’a havale etme hususunda Kur’an’n en önemli âyeti” demitir
(Câmiu’l-beyân, XII, 132).
Peygamber’in, “Devemi baladktan sonra m tevekkül edeyim yoksa
balamadan m?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bala, sonra
tevekkül et” yolundaki cevab (Tirmizî, “yâme”, 60) ilgili
kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almann gerekliliine delil
saylmtr. Hadislerde bildirildiine göre Allah, aç karna sabahlayp
akama tok ulaan kular doyurduu gibi kendisine tam bir
teslimiyetle tevekkül edenlere de rzklarn verecektir (Müsned, I,
30, 52; bn Mâce, “Zühd”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 14). Bir i için
evinden çkan kimse, “Bismillâh, Allah’a inandm, O’na dayandm, O’na
tevekkül ettim; güç kuvvet yalnz O’nundur” derse Allah onu en hayrl
ekilde rzklandracak ve kötülüklerden koruyacaktr (Müsned, I,
66; benzer ifadeler için bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; bn Mâce,
“Duâ”, 18). Resûlullah’n teheccüd namaz srasnda yapt uzunca bir
duada u ifadeler yer alr: “Allahm! Sana teslim oldum, sana
inandm, sana tevekkül ettim, sana yöneldim” (Buhârî, “Teheccüd”, 1;
Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “alât”, 119). Dier bir hadiste
Allah’a tevekkül edip üfürükçülük, uur-uursuzluk, dalama eklindeki
Câhiliye kalnts uygulamalardan uzak duranlarn sorgusuz cennete
girecei müjdesi verilmitir (Buhârî, “b”, 17, 42; Müslim, “Îmân”,
273). Kelâbâzî bu hadisi “Allah’a duyulan güven, tevekkül ve
honutluktan dolay sebepleri terketmek” diye açklamtr. Ancak
Kelâbâzî kiinin tevekkülünü zedelemedii, dinine zarar
vermedii sürece zenaat, ticaret, ziraat gibi ilerle uramay
sûfîlerin mubah gördüünü belirtir (et- Taarruf li-mehebi
ehli’t-taavvuf, s. 24, 85). Hz. Peygamber’in güçlü müminin zayf
müminden daha deerli ve Allah’n sevgisine daha lâyk olduunu ifade
ederek kiinin tam bir azimle faydal olan elde etmeye çalmasn, güç
bir durumla karlalmas halinde Allah’n takdirine rza göstermesini
öütlemesi ve yaknmann eytann etkisine kap açaca uyarsnda bulunmas
(bn Mâce, “Zühd”, 14) tedbir ve çalmayla tevekkül ve takdiri
birlikte gözetmek gerektiini ortaya koymaktadr.
Kur’ân- Kerîm’de ve hadislerde tevekkül, müminlere ait temel bir
sfat eklinde ele alnp mütevekkillerden övgüyle söz edildiinden
slâm’n ana ilkeleri arasnda kabul edilmi, baz sûfîlerin tevekkül
anlayn iddetle eletiren bnü’l-Cevzî, Takyyüddin bn Teymiyye ve bn
Kayyim el-Cevziyye gibi Selef âlimleri de bu düünceyi benimsemitir.
Ebû Hanîfe el-Fhü’l- ekber’inde müminlerin iman ve tevhidde eit,
amellerde ise derece derece
olduunu belirttikten sonra imann muhtevasn tekil eden mârifetullah
ve Allah sevgisi gibi unsurlar yannda müminlerin tevekkül
yönünden de birbirine eit sayldklarn, bunun ötesinde ise derece
farkllklarnn olacan belirtirken tevekkülün inanç boyutuna dikkat
çeker (mâm- Azam’n Be Eseri, s. 75). Allah’a inananlarn O’na
tevekkül etmesi gerektiine dair âyetler tevekkülün imanla alâkasn,
müminlerin Allah’a tevekkül ederek inkârclardan gelen basklara kar
direnmesini isteyen, bu hususta peygamberlerden örnekler veren
âyetler de kavramn amelle ilikisini göstermektedir. yâü
ulûmi’d-dîn’in otuz beinci bölümünü tevhid ve tevekkül konularna
ayran Gazzâlî’ye göre tevekkül derin bir bilgi ve zorlu bir amel
iidir. Tevekkülün asl imandr; tevekkül var olan her eyin gerçek
yapcs ve yaratcsnn Allah olduu inancna dayanr (yâ, IV, 243, 245,
247). ehâbeddin es-Sühreverdî de on makamdan biri olarak ele ald
tevekkülün derecesinin Allah hakkndaki bilginin derecesine göre
deitiini söyler; bu bilgi ne kadar tamsa tevekkül de o ölçüde güçlü
olur (Avârifü’l-maârif, s. 238).
terkedilmesi eklinde anlayan mutasavvflar olmusa da çounluk amelî
planda sebeplere bavurmay tevekküle aykr görmemitir. Tevekkülün
“gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açklanmas tasavvuf
literatüründe geni kabul görmü, Gazzâlî de bunu tevekkülün en
yüksek derecesi diye nitelemitir (yâ, IV, 261). Ancak Gazzâlî, söz
konusu ifadeyi tasavvuf literatüründeki yaygn anlaytan farkl ekilde
yorumlam ve bunu hiçbir durumda Allah’n kudret, irade, ilim gibi
sfatlarnn etkisi dna çklamayaca yönünde bir uur hali olarak
açklamtr. Bu uurla çalmak ve tedbir almak tevekküle aykr
deildir. Tevekkülün i görmeyi ve tedbir almay terketme
biçiminde yorumlanmas cahillerin kuruntusudur ve dinen haram
saylmtr. Bu yanl telakki sünnetullah bilmemekten kaynaklanr
(a.g.e., IV, 262, 265). Dier baz âlimler de naklî deliller
yannda kulun iradesini tamamyla ortadan kaldrma sonucunu douraca,
sorumsuzlua ve karmaaya yol açaca, insanlar din ve dünya ilerinde
tembellie sevkedecei gibi aklî delillere dayanarak gassâl önünde
meyyit benzetmesini çalmay ve tedbiri büsbütün elden brakma diye
yorumlamay reddetmilerdir. bn Teymiyye böyle bir anlayn i ve çalma
düzenini bozacan, doru-yanl, iyi-kötü gibi kavramlar yok edeceini
ve bilgiyi faydasz hale getireceini söyler (et- Tufetü’l-Irâyye, s.
191-192). Tevekkül, yerine getirilmesi emredilen sebeplere bavurmay
gereksiz klmaz; bu durumda, Allah’n emrettii eyleri yapmadan
kendisi hakknda mutluluk veya mutsuzluk olarak takdir edilen eye
rza gösterme eklindeki bir anlaya götürür. Yemeden içmeden Allah’n
kendisini doyuracan söyleyen kimse ahmak, sebepleri terkeden kimse
âcizdir (et- Tevekkül, s. 13-14, 16-17). bnü’l-Cevzî, tevekkülün
kulun kendi gücünü aan hususlarda iin sonunu Allah’a havale etmesi
olduunu söyler. Nitekim Sehl et-Tüsterî tevekkülü eletirenin iman,
çalmay eletirenin sünneti eletirmi olacan söyler (Telbîsü blîs, s.
341-344). bn Kayyim el- Cevziyye’ye göre slâm âlimleri tevekkülün
sebeplere bavurmaya aykr olmad noktasnda görü birlii
içindedir. bn Kayyim, Sehl et-Tüsterî’nin, “Tevekkül Peygamber’in
hali, kesb de sünnetidir; onun halini yaamak isteyen sünnetini
terketmez” eklindeki sözünü de (Kueyrî, I, 471) nakleder
(Medâricü’s-sâlikîn, II, 121).
bn Ebü’d-Dünyâ et-Tevekkül alellh adl eserinde tevekküle dair baz
âyetlerle hadis ve haberleri derlemitir (nr. Câsim Süleyman
ed-Devserî, Beyrut 1987; Türkçe’si: Hüseyin Kaya, Hadislerde
Tevekkül, stanbul 2007). bn Teymiyye’nin tevekküle dair
fetvalarndan oluan bir derleme Ebü’l- Mecd Harek tarafndan
et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb balyla yaymlanmtr (bk.
bibl.). Yûsuf el-Kardâvî e-arî ilallh: et-Tevekkül (Kahire
1995), Mirza Tokpnar, Hangi Doru Tevekkül: Hadisler Inda Yeni Bir
Tanm (Ankara 2009) adl birer kitap; Hasan Karahasanolu, Kur’an’da
Tevekkül Kavram (1998, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Rabiye
Solmaz, Din Eitimi Açsndan Kur’an ve Sünnette Tevekkül Kavram
(2006, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) isimli birer yüksek
lisans tezi hazrlamtr.
BBLYOGRAFYA
Wensinck, el-Mucem, “vkl” md.; Müsned, I, 30, 52, 66; mâm- Azam’n
Be Eseri (nr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz), stanbul 1992, s.
75; Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, III, 497; XII, 132;
Kelâbâzî, et-Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, Beyrut 1407/1986, s.
24, 85, 101-102; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb, Kahire 1310, II,
2-38; Kueyrî, er-Risâle, I, 464-487; Gazzâlî, yâ, IV, 243-247,
259-293; Ebü’l-Ferec bnü’l-Cevzî, Telbîsü blîs, Beyrut 1414/1994,
s. 340- 352; ehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü’l-maârif (Gazzâlî,
yâ, IV içinde), s. 238; Takyyüddin bn Teymiyye, et-Tevekkül alellh
ve’l-a bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; a.mlf.,
et-Tufetü’l-Irâyye fi’l-amâli’l-albiyye (nr. Yahyâ b. Muhammed el-
Hüneydî), Riyad 1421/2000, s. 185-194; bn Kayyim el-Cevziyye,
Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, II, 116-148; L. Lewisohn,
“Tawakkul”, EI² (ng.), X, 403-405. Mustafa Çarc
Tasavvuf.
tanm tevekkülün bu mertebesiyle ilgilidir. “Tedbiri alan Allah’tr”
(Yûnus 10/3, 31; er-Ra‘d 13/2; es-Secde 32/5). Kulun kendi
tedbirini terkedip Allah’n tedbiriyle yetinmesi rabbine güvenmesi
anlamna gelir. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” sözü tevekkül
bahis konusu olunca kulun gücünü ve kuvvetini terketmesi
demektir.
Havas veya ârif denilen müminlerin tevekkülü Allah için Allah ile
ve Allah’a tevekküldür. Bu tevekkülde dünya ve âhiret menfaatleri,
bunlarla ilgili sebepler dikkate alnmaz. Ârifin nefsi bu mertebede
gassâlin önündeki ölüye benzetilmitir (a.g.e., s. 79; Gazzâlî, yâ,
IV, 255). Bu mertebede sûfînin biri Hakk’a, dieri halka bakan iki
yönü yoktur; onun tek yönü vardr, sadece Hakk’a bakar.
Ehassü’l-havas (sûfîlerin en seçkinleri) Allah’a kaytsz artsz
tevekkül eder, tevekküllerinde fâni olur, tevekküllerini görmezler.
bnü’l-Cellâ’nn, “Tevekkül her hâlükârda sadece Allah’n civarnda
olmaktr” ifadesi bu mertebeyle ilgilidir. Bu mertebede talep, dua
ve niyazdan söz edilmez. Nemrûd tarafndan atee atlaca zaman
Cebrâil, Hz. brâhim’e kurtulu için dua etmesini söyleyince onun,
“Allah’n halimi bilmesi duama ihtiyaç brakmyor” demesi buna
örnektir (Gazzâlî, yâ, IV, 258). Bu tevekkülün en mükemmel
mertebesidir. Serrâc bu mertebeye ulaabilenlerin çok az
olduunu söyler (el-Lüma, s. 79). Gazzâlî bu halin devam etmediini,
korku sebebiyle bir kiinin benzinin sararmas gibi gelip
geçici olduunu belirtir (yâ, IV, 255). Hamdûn el-Kassâr tevekkülün
bu derecesine eremediini, Ebû Süleyman ed-Dârânî bu tür bir
tevekkülün kokusunu bile alamadn söylemitir.
Sûfîler, içinde bulunduklar hal ve makamlara göre tevekkül
konusunda farkl yorumlarda bulunmutur. Allah’n bütün canllara
rzklarn verecei vaadine dayanan (el-Mâide 5/114) baz sûfîler
tevekkülü rzk kaygs tamama biçiminde anlamtr. akk- Belhî
tevvekkülü, “Elinde avucunda olandan çok Allah’n vaadine
güvenmendir” eklinde tarif ederken rzk kastetmektedir. Ebû Ali
ed-Dekkk da, “Tevekkül günlük rzkla yetinmek ve yarnn kaygsn
tamamaktr” der. Baz sûfîlerin yanlarna azk almadan çöllerde
yolculuk yapmalar da rzk tevekkül konusu olarak gördüklerini
gösterir (a.g.e., IV, 260). Bununla beraber insann faydaland veya
zarar gördüü her ey, bütün hal ve davranlar geni anlamda
tevekkülün konusunu oluturur. Fidan diken bahçvan, tohumu eken
çiftçi Allah’a tevekkül ettii gibi yolculuk yapanlar da Allah’a
tevekkül eder. Baz sûfîlere göre tevekkül ilim ve mârifettir; kulun
Allah’n kendisine kâfi olduunu bilmesidir (en-Nisâ 4/6, 45, 70, 79,
81, 132, 166, 171; ez-Zümer 39/36). Baz sûfîler ise, “Tevekkül
kazâya rzadr, kaderin tecellilerini gönül holuuyla kabullenmektir”
demitir. Yahyâ b. Muâz er-Râzî’ye göre tevekkül insann kendisi için
Allah’n vekil olduuna rza göstermesidir. Sehl et-Tüsterî’ye göre
tevekkül kulun Allah’n iradesiyle Allah’la bulunmas halidir. Bu
durumda iradesinden fâni olan kul Allah’n iradesiyle bâki
olur.
kavramlar da tevekkülle balantldr (Hûd 11/88; en-Nahl 16/42;
el-Ankebût 29/59; e-ûrâ 42/10). Tevekkül ahlâk ilkesinin ve
faziletin temeli, baarl olmann artdr. Mümin hayrl veya mubah
bir ie Allah’a tevekkül ederek azimli ve kararl bir ekilde
giriir. Teebbüsüne zafiyet veren vehim, vesvese, üphe ve
tereddütten onu tevekkül kurtarr. “Allah’a tevekkül ettim” diyen
bir mümin giritii ii kararl biçimde sürdürür. akk- Belhî tevekkülün
dört türünden (mala, nefse, halka ve Hakk’a güvenmek) bahseder.
Mümin malndan, nefsinden ve halktan ziyade Hakk’a tevekkül etmekle
yükümlüdür. Bu anlamda tevekkül bütün müminlerin gönülden
benimsemeleri gereken genel ve temel bir kuraldr. Bu
mertebede sebep ve vastalar dikkate alnr. Allah’a güvenmek artyla
sebep ve vastalara sarlmak tevekkülün bir parçasdr.
Tevekkül sika, tefvîz, teslim-istislâm kavramlaryla yakndan
ilgilidir (Herevî, Menâzil, s. 18, 19). Bunlarn arasnda anlam
farklar olmakla beraber kalbin Allah’a güvenmesi hepsinde esastr.
Ebû Ali ed-Dekkk’a göre tevekkül ilk, teslimiyet orta, tefvîz ise
son haldir. Tevekkül ehli Hakk’n vaadiyle, teslim ehli ilmiyle
sükûn ve huzur bulur; tefvîz ehli ise Hakk’n hükmüne raz olur.
Tevekkül bütün müminlerin, teslim evliyann, tefvîz tevhid ehlinin
halidir. Teslimiyeti Hz. brâhim’in, tefvîzi Hz. Muhammed’in nitelii
olarak gösterenler de vardr. Öte yandan sûfîler tevekkül edilecek
zaman konusunda çeitli görüler ileri sürmütür. Herevî’ye göre bir i
için tedbir alp teebbüse geçmeden önce, teebbüs ve faaliyet
esnasnda ve sonrasnda tevekkül gereklidir. Sebebe sarlp tedbir
aldktan sonra Allah’a güvenme haline tevekkül diyen Herevî sebepten
önceki ve sonraki güven haline tefvîz adn verir. Ona göre tefvîz
tevekkülden daha genel bir haldir. Sebebe sarlmadan ve tedbir
almadan evvel de sonra da teebbüs ve faaliyet esnasnda tevekkül
gereklidir (a.g.e., s. 18).
Tevekkülle çalp kazanma arasndaki iliki öteden beri tartlagelmitir.
Sûfîler Allah’a tevekkülle sebeplere sarlma,
(a.g.e., IV, 259). Belli bir sebebin belli bir netice vermesi açk
ve kesin olur. Bu sünnetullahtr, ilâhî bir düzendir. Bu
durumda mümin ilim ve hal olarak Allah’a tevekkül eder, ald gday
Allah’tan bilir, kalbi de Allah’a itimat halinde olur. kinci
durumda büyük bir ihtimalle o sebep o neticeyi meydana getirir.
Üçüncü durumda ise o sebebin o neticeyi meydana getirmesi zayf bir
ihtimaldir. Bu durumda tedbir almak ve sebebe sarlmak sünnetullahn
gereidir. Bundan dolay yolcularn yanlarna azk almalar gelenek
olmutur. Yolcunun yolda yiyecek bulmas da yanna ald az kaybetmesi
de muhtemeldir ve alnan tedbirin istenen sonucu vermesi kesin
deildir. Yola çkan kimsenin yanna ald aza deil Allah’a, sebebe deil
sebepleri yaratana güvenmesi gerekir. Üçüncü durumda zayf
sebepler ve çok düük ihtimaller üzerinde gereinden fazla durulmas
hrs ve tamahla açklanr, bunun tevekkülle ilgisi yoktur.
Tevekkülün bir faydas da insan ihtirastan korumasdr. Gazzâlî sradan
müminlerin, evliyann ve âriflerin sebebe sarlma ve tedbir alma
bakmndan farkl durumlar bulunduuna dikkat çeker. Allah’n
fiillerinin tecellisini temaa eden baz sûfîler, “O’ndan baka fâil
yoktur” derler. Bu hali yaayan sûfî ne tedbiri ne de herhangi bir
sebebi görür, hatta kendini ve tedbirini bile göremez. Ancak bu hal
geçtikten sonra sebepler ve vesileler âleminde yaadn dikkate alr
(a.g.e., IV, 240-256). Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazzâlî gibi
müellifler Allah’a tevekkül esas olmak artyla ailenin geçimini
salamann, dilenmemek için mubah bir geçim yolu bulmann, zarardan
saknmann, tehlikeden kaçnmann, mallar koruma altna almann, tedavi
olmann, ihtiyaç duyulan besin maddelerini ve dier malzemeleri mâkul
oranda depolamann câiz olduunu belirtmiler, cevaz veya
fazilet durumlarn da ayrntl biçimde açklamlardr.
BBLYOGRAFYA
(bk. TEBERRÎ).
Bitki ve hayvanlarn birbirinden ya da cansz maddelerden
kendiliinden oluumu için kullanlan felsefe terimi.
Sözlükte “dourmak” anlamndaki vilâd (vilâdet) kökünden türeyen
tevellüd “domak, ortaya çkmak, meydana gelmek” demektir. Terim
olarak bitki ve hayvanlarn erkek ve diisinin bir araya gelmesiyle
üremeyi (tevâlüd) deil, erkek-dii ilikisi olmadan birbirinden
(biogenèse) ya da cansz maddelerden meydana gelmeyi ifade eder
(et-Tarîfât, “Tevellüd” md.; Salîbâ, I, 367). Canllarn embriyolojik
bir süreç dnda dorudan cansz maddelerden oluabilecei düüncesi slâm
öncesi Grekler’e kadar gitmektedir. Aristo’ya göre dört unsur
(hava, su, ate, toprak), uygun artlar altnda kendiliinden
mineraller yannda bitkileri ve hayvanlar da tekil edebilir. Yine
canllar bir anne babadan üreyebildikleri gibi -böceklerde
görüldüü üzere-topraktan ve çürümü bitkiden ya da hayvanlarn iç
organlarndan üreyebilir. Aristo ar, sinek, balk ve salyangoz
türünden canllarn her iki ekilde de teekkül edebileceini
söyler. Aristo’nun bu fikirleri Ortaça slâm düüncesini türlü
biçimlerde etkilemise de (Kruk, XXXV/2 [1990], s. 270, 278),
slâm düünürleri doum, ölüm, olu, bozulu gibi doal olaylarn ilâhî
ilim, irade ve kudretle meydana geldiini, dolaysyla bunlarn temelde
Allah’n fiilleri olduunu kabul ederek Aristo’nun ilâhî tesiri
dlayan kendiliinden üreme (generatio spontanea) fikrine
katlmamlardr. Bu sebeple müslüman düünürlerin normal fiziksel ve
biyolojik süreçler yaanmadan bitki veya hayvanlarn
üreyebilecei yolundaki tevellüd düüncelerini daima ilâhî fiille
birlikte anlamak gerekir.
slâm düüncesinde tevellüd fikrine dair ilk bilgilere, konuyu
daha çok eletirel bir tarzda ele alan Câhiz’de rastlanmaktadr.
Câhiz’in anlattna göre baz kiiler farelerin Ktûl nehrinin
çamurundan meydana geldii iddiasn reddetmi, normal artlar altnda
canllardan oluan bir varln cansz bir maddeden olumasn mümkün
görmemilerdir. Bu zümre, görülerini bitki ve hayvanlara göre daha
alt seviyede bulunan madenlere kadar geniletip insanlarn
müdahalesiyle bakrn altna, civann gümüe dönümesini de kabul
etmemitir. Çiftleerek üreyen canllarn kendiliinden teekkül
edebilecei iddiasna Câhiz de katlmaz (Kitâbü’l-ayevân, V, 348-351);
kirlenmi insan bedeninden bitin douunu mümkün görürse de
(a.g.e., V, 371-375) balklarn ve kurbaalarn yamurdan veya
buluttan olutuu iddiasn da reddeder. Ona göre bu canllar
hava, su ve toprak özelliklerinin belirli oranda karm sonucu Allah
tarafndan yaratlmaktadr (a.g.e., I, 156).
biçimde olutuu ortamda mayalanan organik özelliklere sahip
çamurun ruhla birleip canllk kazanmasyla meydana gelmitir (ay
b. Yaân, s. 26-27). Benzer bir süreç bnü’n-Nefîs’in kahraman
Kâmil’in tevellüdünde de söz konusudur (er-Risâletü’l-Kâmiliyye, s.
151-153). Ancak bn Tufeyl’in Hay b. Yakzân’ ve bnü’n-Nefîs’in
Kâmil’i birer roman kahraman olup ilgili eserleri yaratma teorisi
yönünden deil metafizik ve ahlâkî açdan deerlendirmek
gerekir.
Tevellüde örnek olarak genelde sürüngen ve haerat türünden
hayvanlar göstermi; fare, sçan ve ylan gibi canllarn çiftleme
yoluyla üreyebildii gibi çiftleme olmadan organik maddelerden de
meydana gelebilecei ileri sürülmütür. Bîrûnî’ye göre birçok hayvan
ilk oluum aamasnda bitkilerden veya birbirinden
türeyebilmekte ve ardndan hayatna tenâsül yoluyla devam
etmektedir (el-Âârü’l-bâye, s. 228). Tevellüdü kabul edenler
bir canlnn baka bir canlnn cüzlerinden teekkülünü de mümkün
görmülerdir (meselâ bk. bn Sînâ, s. 76; bn Tufeyl, s. 26-27). Bu
tür bir oluum küçük canllar yannda deve gibi büyük hayvanlar
için de söz konusudur. hvân- Safâ’nn kanaatine göre teekkülünü
tamamlayan dii ve erkek canllarn tamam temelde cansz maddeden
meydana gelmi, daha sonra varlklarn tenâsül yoluyla sürdürmütür.
Ekvatorun altnda maddenin her türlü ekli almaya hazr bulunduu, gece
ve gündüzün birbirine eit olduu, iklimin daima rutubetli ve lman
seyrettii bir bölge vardr. Hz. Âdem ile Havvâ burada vücuda gelmi,
ardndan onlarn çiftlemesiyle insanlar domutur (Resâil, II,
181-182). Cansz maddeden canl organizmalarn oluunu, basitten karmaa
doru bir seyir izlemek üzere bn Miskeveyh tarafndan da kabul
edilir. Buna göre ilk unsurlarn birbiriyle karm neticesinde dünyada
ortaya çkan ilk bitki canszlk snrna en yakn olan otlardr
(el-Fevzü’l-aar, s. 113-114). Bu görü Aristo’nun belirttii,
her doann cisimlerden hayvana doru aama aama ilerledii tezine
uygundur (Parts of Animals, IV/5, s. 333-335).
Öte yandan ayn türlerin hem çiftleme hem oluum yoluyla meydana
gelip gelmeyecei hususunda ihtilâf edilmitir. bn Sînâ, Horasan’da
saanak halinde yaan yamurlarn ardndan çok sayda ipekböceinin ortaya
çktn ve bunlarn kozalar örerek kelebeklerin oluumunu saladn ileri
sürer. Ona göre insanlar canl türlerinin tükenmesine yol açtklarnda
çiftleerek üremesi mümkün görülmeyen türlerin tevellüd yoluyla
varlklarn sürdürmesi söz konusudur (e-ifâ, s. 384). Tevellüdü
-ceninin anne karnndan, bitkilerin topraktan meydana geliinde olduu
gibi-bir cismin dierinin barndan teekkülünü ifade eden bir kavram
olarak açklayan Gazzâlî, cisim ve cevherlerin aksine arazlar
konusunda bu durumu imkânsz görmektedir (el-tiâd, s. 96). Fahreddin
er-Râzî, yeryüzündeki canl hayatn kesintiye uratan tûfanlardan
sonra türler bozulduu için bitki ve hayvanlarn tevellüd suretiyle
meydana geliini mümkün görmektedir. Buna göre incir ve fesleenden
akrep, suya atlan saçlardan ylan, çamurdan fare ve yamurdan kurbaa
oluabilir; çiftleerek üreyen birçok hayvan tevellüd yoluyla
da meydana gelebilir. nsan bedeninin cansz maddeden tevellüdü dahi
mümkündür. Çünkü insan bedeni cüzlerinde bulunan çeitli unsurlarn
özel biçimde karmndan oluur (el-Mebâiü’l-meriyye, s.
226-227).
tevellüde imkân verecek nitelikte yaratan Allah’tr. Yaayan
organizmalarn meydana gelii, ister normal üreme ve oluuma
uramadan cansz maddeden yaratlsn isterse birbirinden olsun
her durumda Allah’n yaratma fiili söz konusudur. Canllarn
oluumunu salayan fiziksel-biyolojik süreçleri, kendi
dönemlerinin snrl bilgileri ve gözlem imkânlar ölçüsünde doal
terimlerle anlatan slâm âlimleri bunun kaynan ilâhî yaratmaya
balamakta, böylece Aristo’nun “spontanea generatio” görüünü ilâhî
ilim, irade ve kudretle irtibatl ekilde ortaya koymaktadr.
BBLYOGRAFYA
Aristotle [Aristo], Generation of Animals (trc. A. L. Peck),
Cambridge 2000, XIII, 137, 171-173, 333, 357; a.mlf., History of
Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XI/5, s. 97-103; a.mlf.,
Parts of Animals (trc. A. L. Peck), London 1961, IV/5, s. 333-335;
bn Vahiyye, el-Filâatü’n-Nabaiyye (nr. Tevfîk Fehd), Dmak 1995, II,
1312-1324; Câbir b. Hayyân, Mutâru resâil (nr. P. Kraus), Kahire
1354/1935, s. 341-346; Câhiz, Kitâbü’l-ayevân, I, 156; V, 348-351,
371-375; hvân- Safâ, Resâil, Beyrut 1376-77/1957, II, 181-182; bn
Miskeveyh, el-Fevzü’l-aar (nr. Sâlih Uzeyme), Tunus 1987, s.
113-114; bn Sînâ, e-ifâ e-abîiyyât (8), s. 67, 76, 384-386, 390;
Bîrûnî, el- Âârü’l-bâye ani’l-urûni’l-âliye (nr. C. E. Sachau),
Leipzig 1923, s. 228 vd.; Gazzâlî, el- tiâd fi’l-itid (nr. brahim
Agâh Çubukçu-Hüseyin Atay), Ankara 1962, s. 95-96; a.mlf., el-
Manûn bihî alâ ayri ehlih (Mecmûatü resâili’l-mâm azzâlî içinde),
Beyrut 1406/1986, s. 140-141; bn Tufeyl, ay b. Yaân (nr. Albert
Nasrî Nâdir), Beyrut 1993, s. 26-27, 29-32; Fahreddin er-Râzî,
el-Mebâiü’l-meriyye
(nr. Muhammed el-Mu‘tasm-Billâh el-Badâdî), Beyrut 1410/1990, s.
226-227; bnü’n-Nefîs, er- Risâletü’l-Kâmiliyye
fi’s-sîreti’n-nebeviyye (nr. Abdülmün‘im M. Ömer), Kahire 1987, s.
151-153; Sami S. Hawi, Islamic Naturalism and Mysticism, Leiden
1974, s. 110-113; Cemîl Salîbâ, el- Mucemü’l-felsefî, Beyrut 1982,
I, 367; R. Kruk, “A Frothy Bubble: Spontaneous Generation in the
Medieval Islamic Tradition”, JSS, XXXV/2 (1990), s. 265-282;
a.mlf., “Tawallud”, EI² (ng.), X, 378-379.
Osman Demir
TEVESSÜL ( (
Sâlih amelleri veya baz kiileri vesile edinerek Allah’a yakn olmaya
çalmak, O’ndan dilekte bulunmak anlamnda terim.
Sözlükte “bir arac vastasyla maddî veya mânevî derecesi yüksek
birine yaklamay arzu etmek; iyi amellerle Allah’a yaklamay ummak”
anlamndaki vesl kökünden türeyen tevessül bir müslümann iledii
sâlih amelleri, Hz. Peygamber’i yahut velîleri vesile yaparak
Allah’a yakn olmaya çalmasn ifade eder. Vesîle üstün konumdaki
birine yaklamaya arac olaca umulan ey veya kimsedir. “Yardm
istemek” anlamndaki istiâne, istigse ve istimdâd da ayn mânada
kullanlr. Kur’ân- Kerîm’de tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer
ald iki âyetten birinde Cenâb- Hak, müminlere kendisine yakn olmaya
vasta aramalarn ve kurtulua ermek için O’nun yolunda bütün
güçlerini harcamalarn emretmekte (el-Mâide 5/35), dierinde ilâh
diye taplan ve dua edilen varlklarn da rablerine yakn olmak için
bir vasta aradklar belirtilmektedir (el-srâ 17/57). Ebû Mansûr
el-Mâtürîdî bu âyette sözü edilen varlklar içinde meleklerin de yer
alabileceini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen dier baz
varlklara da yaratlmlk üstü konum tanyanlar olmutur
(Tevîlâtü’l-urân, VIII, 299-302). Allah’a yakn olmak amacyla vesile
aramann mahiyeti “ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme, slâmî
erdemlerle nitelenme” eklinde açklanmtr (Râgb el- sfahânî,
el-Müfredât, “vsl” md.). Farkl görüler bulunmakla birlikte
müfessirler vesileye “müslüman Allah’n rzasna ulatran her türlü
ilim ve amel” mânasn vermiler, nâfile ibadetleri de bunun kapsam
içinde deerlendirmilerdir (Taberî, Câmiu’l-beyân, VIII, 405; bn
Teymiyye, ide, s. 48). Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer
almaktadr. Çeitli rivayetlerde belirtildiine göre kuraklk
dönemlerinde ashap Hz. Peygamber’le tevessülde bulunarak Allah’a
dua ediyor ve dualar kabul görüyordu. Onun vefatndan sonra amcas
Abbas ile tevessülde bulunulmutur (Buhârî, “stis”, 3; “Feâilü
aâbi’n-nebî”, 11). Resûl-i Ekrem, gözleri görmeyen bir sahâbîye
kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemi,
sahâbî yapt duadan sonra görmeye balamtr (Tirmizî, “Daavât”,
119; ayrca bk. Müsned, II, 168; III, 83; Müslim, “alât”, 11).
bn Cerîr et-Taberî, müslümanlar arasnda vuku bulan ihtilâflar
balamnda Resûlullah’tan sonra Allah’n hücceti saylan dinî
liderlerin bulunup bulunmad meselesinin tartldn belirtir; ayrca
Allah’a dua ederken “peygamber ve velîler hakk için” ifadesini
kullanp tevessülde bulunmann câiz olmadna ilikin bir görüü Ebû
Hanîfe’ye nisbet eder (et-Tebîr, s. 156; kr. M. Nesîb er-Rifâî, s.
26). Bu tür nakillerden hareketle tevessül konusuna ilikin
tartmalarn II. (VIII.) yüzyln ilk yarsnda ortaya çktn
söylemek mümkündür. Daha sonra Mâlik b. Enes’e atfedilen baz
görülerin yan sra hadis mecmualarnda zayf kabul edilen bir ksm
rivayetlerin yer almasndan da bu meselenin erken dönemlerde gündeme
geldii anlalmaktadr. Konu, tasavvuf ve tarikatlarn yaygnlamasnn
ardndan bn Teymiyye’den itibaren Selef âlimleriyle dier Sünnî
âlimleri arasnda önemli bir ihtilâf mevzuu haline gelmitir.
Tevessülün çeitlerini ve bunlarla ilgili görüleri öylece özetlemek
mümkündür:
Allah’n kendi zâtna verdii isimlerle O’na niyazda bulunmu ve
ashabna da bunu öretmitir (Müsned, I, 391, 452; Tirmizî,
“Daavât”, 92). Kur’an okuduktan sonra dua etmek de Allah’n
sfatlaryla tevessülde bulunma olarak kabul edilmitir, çünkü Kur’an
Allah kelâmdr, O’nun kelâm ise sfatdr. Bu tür tevessülün bid‘at
saylmad hususunda ittifak vardr (M. Nesîb er-Rifâî, s. 25- 51;
Himyerî, s. 39).
2. Hz. Peygamber’le tevessül. Bütün âlimler Hz.Peygamber’le
tevessülde bulunmay câiz görmü, ancak onunla tevessülde bulunmann
anlam konusunda farkl görüler ileri sürülmütür. a) Resûlullah ile
tevessül etmek onun Allah nezdindeki makam ve derecesinin hakk için
deil hayatta iken ondan dua etmesini istemek ve Allah’tan onu
kendisine efaatçi klmasn talep etmek anlamna gelir. Böyle bir
tevessül câizdir. Buna ramen huzurunda, gyabnda veya ölümünden
sonra zatyla tevessülde bulunmak câiz deildir. Nitekim bir kuraklk
ylnda Hz. Ömer’in hayatta olmayan Resûl-i Ekrem yerine Abbas b.
Abdülmuttalib ile tevessülde bulunmas tevessülün bir kimseden dua
istemek mânasna geldiini gösterir. Resûlullah ile tevessülün
bir baka anlam da kendisine itaat etmek, onun gösterdii yola
uyduunu belirterek Allah’tan talepte bulunmaktr. Zatyla tevessülü
ve kabrinin yannda yaplan duann mescidlerde yaplan dualardan üstün
olduunu ifade eden rivayetler zayftr. bn Teymiyye, Muhammed Abduh,
M. Reîd Rzâ gibi Selefî âlimler bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s.
57-75, 113-114, 140-141; bn Ebü’l-z, I, 298-299; Reîd Rzâ, VI,
371-377). b) Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden
önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zat ve Allah katndaki
derecesiyle Allah’tan talepte bulunmak anlamna gelir. Kur’an’da
müminlere Allah’a yakn olmak için vesile aramalar (el-Mâide 5/35),
Allah’ sevenlerin peygamberine itaat etmeleri emredilmi ve ona
uyanlar Cenâb- Hakk’n sevecei bildirilmitir (Âl-i mrân 3/31-32).
Allah’a yaklama vesilelerinin banda Resûl-i Ekrem gelir; ayrca
sevgi ve itaat ancak Resûlullah’n zatna yönelik olabilir. Ashaptan
itibaren fkh, kelâm ve tasavvuf âlimlerinin Hz. Peygamber’in zatyla
tevessülde bulunmay câiz görmeleri de bu konuda bir delil tekil
eder. bn Teymiyye’ye kadar bu hususta âlimler arasnda herhangi bir
ihtilâf çkmamtr (Resûlullah’n zatyla tevessülde bulunmann
onun henüz dünyaya gelmeden önce baladna dair telakkiler için bk.
Müsned, IV, 138; Himyerî, s. 303-318). Hz. Ömer’in Abbas ile
tevessülde bulunmas sonuçta Resûl-i Ekrem’le tevessül etmek anlamna
gelir. mam Mâlik, Resûlullah’n kabrine yönelerek tevessülde
bulunmakta bir saknca görmemitir (Sübkî, s. 134-143; Âlûsî,
VI, 128; Kevserî, s. 11-12). Sünnî âlimlerin çounluu bu
görütedir.
3. Amel-i sâlihle tevessül. man ve itaatten sonra Allah’tan mafiret
dilemeyi ifade eden âyetlerin yan sra (el-Bakara
2/285; Âl-i mrân 3/193-194) Fâtiha sûresinde yer alan, “Sadece sana
tapar ve yalnzca senden yardm dileriz” (1/5-6) cümlesinin ardndan
hidayete eritirme niyaznda bulunmaya dair âyet amel-i sâlihle
tevessülde bulunmaya iaret eder. Bir maarada mahsur kalan
müminlerin kurtuluunu haber veren rivayetlerde belirtildii
gibi (Müsned, II, 116; Buhârî, “Edeb”, 5) amel-i sâlihle tevessülde
bulunarak yaplan dualarn makbul olduu yolunda bilgiler
mevcuttur. bn Mes‘ûd’un teheccüd namaz kldktan sonra, “Allahm,
emrettin itaat ettim, davet ettin icabet ettim, beni bala!”
eklindeki duas ashabn bu tür tevessüle bavurduunu kantlayc
niteliktedir. Âlimlerin tamam bunu câiz görmütür (Âlûsî, VI,
127; M. Nesîb er-Rifâî, s. 111-134).
müminlerin duasn istemek Kur’an ve Sünnet’te tevik edilmitir.
Nitekim Resûl-i Ekrem umreye giden Hz. Ömer’den kendisi için dua
etmesini istemitir. Sahâbîler de skntlarnn giderilmesi için
Resûlullah’n duasna bavurup tevessülde bulunmutur (bn Teymiyye,
ide, s. 66-69; M. Nesîb er-Rifâî, s. 141-163).
5. Hayatta olan velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül. Bu
konuda iki yaklam mevcuttur. a) Bu tevessülü câiz görenler, bunun
Kur’an’da Allah’a yaklatran vesileler aramay emreden âyetin (el-
Mâide 5/35) alanna dolayl biçimde girdiini söylemitir. Nitekim
melekler Âdem’e secde ederek Allah’a yaknlk salam, iyi
kullarn ilâhî rahmetin tecelli ettii hayr sahipleri olduu
belirtilmi ve müminlere iyilerle birlikte ölmeyi dilemeleri
öretilmitir (Kevserî, s. 2-15; Ebü’l-Fazl, s. 17-18; Himyerî, s.
139-142, 181-182). Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmann
tavsiye edilmesi ona tâbi olan ve bunu tevik eden velîler ve
sâlihlerle tevessülü de câiz klar. Hz. Ömer’in Abbas b.
Abdülmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini tekil
eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî, s. 18). Sâlih amellerle
tevessülde bulunmann merû kabul edilmesi bu amelleri yapanlarla
tevessülü de merû hale getirir. Zira zat asl, zata ait fiil
fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise aslla tevessül de câizdir
(Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126). Allah’n yaratmadaki sünneti
(âdet-i ilâhiyye) baz vasta ve sebeplerle fiilleri gerçekletirmesi
eklinde tecelli eder. O’nun hasta olan birine ilâç vastasyla ifa
vermesi gibi mânevî hastalklara müptelâ olan birine velî ve sâlih
kullar vastasyla ifa vermesi de sünnetine uygundur (Muhammed
el-Burhânî, s. 3-8; Himyerî, s. 22-23, 55-56). Müctehid âlimlerin
velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladna dair rivayetler bu fiilin
meruiyetine ilikin dier bir delil konumundadr. mam âfiî’nin
Ehl-i beyt’in yan sra Ebû Hanîfe ile, Ahmed b. Hanbel’in de âfiî
ile tevessül ettiine dair rivayetler sahih kaynaklarda mevcuttur.
Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Teftâzânî, Seyyid erîf
el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü merû kabul edenlerden
bazlardr. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce
sahip kiiler olarak deil Allah’n bir sonucu yaratmasnn sebebi
olarak görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266,
420- 425). E‘arî ve Mâtürîdîler’in çounluu bu görütedir. b) Velîler
ve sâlih müminlerin zatyla tevessül câiz deildir, çünkü bu Allah’a
yaplan tâzime benzer. Bu görüü savunanlar tevessülle
ilikilendirilen âyetlerde zatla tevessüle dair bir iaret bulunmadn,
bu âyetlerin müminleri sâlih amel yapmaya tevik ettiini söyler.
Onlara göre ilgili âyetlerden hareketle ortaya konulan
görüler ar bir yorumdan ibarettir. Bata Hz. Âdem’in tevessülü
olmak üzere Resûlullah’a nisbet edilen rivayetler de zayftr. Ashap,
tâbiîn ve müctehid âlimlere izâfe edilebilecek böyle bir uygulama
sahih rivayetlerle nakledilmemitir. Selef âlimleri bu görütedir (bn
Teymiyye, ide, s. 66, 133; Âlûsî, VI, 127-128).
6. Peygamberler, velîler ve sâlihlerin zatyla Allah’a yemin ederek
tevessülde bulunmak. Bata Ebû Hanîfe olmak üzere âlimlerin büyük
çounluu, “Filân velînin veya sâlih kulun hakk için senden unu niyaz
ederim” eklinde yemin mânasna gelebilecek ifadelerle tevessülün
câiz görülmedii yahut tahrîmen mekruh olduu görüünde birlemitir.
ster nebî ister velî veya Kâbe gibi mukaddes bir mekân olsun
Allah’n adndan bakasyla yemin etmek merû deildir. Selef âlimlerine
göre ise bu tür bir tevessül irke götürür. Tasavvuf
mensuplar bu tür tevessülü câiz görmütür (bn Teymiyye, ide, s.
50-51, 114-115; Âlûsî, VI, 128; Reîd Rzâ, VI, 372-375).
Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allah’tr ve sâlih kulun
diri veya ölü olmas durumu deitirmez. yi kullarla tevessülün sebebi
onlarn Allah nezdindeki dereceleridir. Dünyada eksik ruhlar
tamamlama görevini yerine getiren iyi kullar bu fonksiyonlarn
öldükten sonra da sürdürebilir. Kur’an’da kâfirlerin ölen
yaknlarndan ümit kestiinin (el-Mümtehine 60/13), ayrca ölenlerin de
nimet veya azap içinde bulunduunun belirtilmesi (bk. KABR) bunu
kantlar niteliktedir. Ölülere selâm verilmesi onlarn da ruhen buna
mukabele etmesini gerektirir. Temiz ruhlarn, kabirlerini ziyarete
gelenlerin ruhlaryla iliki kurmas, onlar hayra yöneltmesi ve
nurlandrmas mümkündür. Nitekim âfiî Ebû Hanîfe’nin, bn Huzeyme Ali
er-Rzâ’nn, Ebû Ali el-Hallâl Mûsâ el- Kâzm’n kabrine gidip
tevessülde bulunmutur. Fahreddin er-Râzî, Teftâzânî, Seyyid erîf
el- Cürcânî gibi âlimlerin bu tevessülü câiz görmesi ashaptan
itibaren müslümanlarn uygulad bu fiilin merûluunu gösterir
(el-Meâlibü’l-âliye, VII, 275-277; eru’l-Mad, II, 43; Kevserî, s.
5-9). bn Teymiyye’den itibaren bu tevessülü câiz kabul etmeyen
Selef âlimlerine göre tarihte putperestlik ölen sâlih
kiilerden yardm dilemekle balamtr. Önce ölülerden Allah’a arac
olmalar istenmi, ardndan sâlihlerin putlar yaplarak bunlara
taplmtr. slâm dininde ölüye hitap ederek ondan dua isteme eklinde
bir uygulama mevcut deildir. Eer ölülerle tevessül câiz olsayd Hz.
Ömer, Resûlullah’n amcas Abbas’la deil Peygamber’le tevessül
ederdi. Resûl-i Ekrem’le sahâbîlerden intikal eden uygulama
müminlerin kabirlerini ziyaret edip onlara selâm vermek ve dua
etmekten ibarettir. Ölülerden yardm istemek hristiyanlarn âdetidir,
ayrca bu fiil kabirleri tapnak haline getirmeye yol açabilir.
Ölülerden yardm istemek ilâhî sünnetin yan sra Resûl-i Ekrem’in
tebli ettii dinin ilkelerine de aykrdr. Bu tür tevessülle ilgili
rivayetler uydurma olabilecei gibi yanlma ve eytan aldatmasnn ürünü
de olabilir (bn Teymiyye, ide, s. 16-19, 142-171; bn Kayyim el-
Cevziyye, I, 375; Reîd Rzâ, VI, 371-377; VIII, 20, 146-147).
Sonuç olarak sâlih amellerin yan sra hayatta olan iyi kullarn
duasyla tevessülde
bulunmann câiz görüldüü hususunda ihtilâf yoktur. Hayatta
iken ve ölümlerinden sonra Hz. Peygamber’in, velîlerin ve sâlih
kullarn zatyla tevessülde bulunmay irk saymak ise isabetli
görünmemektedir. Zatla tevessül konusunda kesin bir delil
bulunmamakta, bu tevessül vesile âyetinin yorumuna dayanmaktadr.
Konuyla ilgili hadisler ise âhad niteliinde olup zayf kabul
edilmitir. Hz. Peygamber’in dualarnda baz tesbih lafzlarn
zikrettikten sonra, “Ruhun (Cibrîl) ve meleklerin rabbi olan
Allahm!” diye niyaz edip Allah katnda yüksek makam sahiplerini
zikretmesi ise dikkat çekici bir uygulamadr (Müslim, “alât”, 223;
Ebû Dâvûd, “alât”, 147). Dier bir husus da Sünnî akîdeye göre
peygamberler ve Resûl-i Ekrem’in kendilerini ismen cennetle
müjdeledii sahâbîler dnda hiç kimsenin “sâlih” diye
nitelendirilip tevessül vastas kabul edilemeyiidir. Kii
olarak sâlih kullarn kimler olduu belirlemek mümkün deildir;
sadece Allah’n emirlerine ballk dikkate alnarak onlar hakknda
hüsnüzanda bulunulabilir. Dolaysyla iyi kiilerin zatyla tevessül
etmek hüsnüzanna dayal olup zaman içinde ortaya çkan bir
uygulamadr. Tevessülü irke dönütüren hususlarn banda Allah’tan
bakasna dua etmek, böyle bir kiiye ulûhiyyet nitelii atfetmek,
kendisiyle tevessül edilen kimseye ar sayg göstermek gelir.
Abdülkdir b. Ahmed el-Fâkihî, üsnü’t-tevessül fî ziyâreti
efali’r-rusül (Süleymaniye Ktp., Tâhir Aa, nr. 79); bn Kemal,
Risâle fi’t-tevessül (Süleymaniye Ktp., Trnoval, nr. 1850); Ebû
Abdullah Muhammed b. Mûsâ et-Tilimsânî, Mibâu’-alâm fi’l-müstaîn
bi-ayri’l-enâm (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr.
264); Ali Ahmed et-Tahtâvî, el-bdâât fî meârri’l-ibtidâât
bidau’n-nüûr ve’-ebâi ve’t-tevessül ve’d-duâ ve’l-ilf
bi-ayrillâh (Beyrut 1421/2000); Ahmed b. Zeynî Dahlân, Risâle fî-mâ
yetealla bi-edilleti cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (stanbul 1996);
Ali Ataç, Kelâm ve Tasavvuf Açsndan Tevessül (1993, doktora tezi,
MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Sdk ez-Zehâvî, er-Red alâ
münkiri’t-tevessül ve’l-kerâmât ve’l-avâri (stanbul 2001); Alevî b.
Ahmed el-Haddâd, Mibâu’l-enâm cilâü’-alâm (stanbul 1996); Mûsâ
Muhammed Ali, aatü’t-tevessül ve’l-vesîle alâ avi’l-Kitâb
ve’s-Sünne (Beyrut 1985); Ebü’l-Fazl bnü’s-Sddîk,
rmü’l-mübtedii’l-abî bi-cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (Amman 1992);
Nâsrüddin el-Elbânî, et-Tevessül akâmühû ve envâuhû (Beyrut
1986, 1990); evkânî, ed- Dürrü’n-naîd fî ilâ kelimeti’t-tevîd
(Beyrut 1932).
BBLYOGRAFYA
Allah’n hayrl ilerde kiiyi baarl klmas anlamnda kelâm terimi.
Sözlükte “istee uygun olmak; istee uygun bulmak” anlamndaki vefk
kökünden türeyen tevfîk “farkl eyleri ortak bir ilgi araclyla bir
araya getirmek; bartrmak” mânasna gelir (Kmus Tercümesi, III,
1031-1033; el-Mucemü’l-vasî, “vf” md.). Terim olarak “Allah’n
kullarn fiillerini sevdii ve raz olduu eye uygun klmas” demektir
(et-Tarîfât, “vf” md.). Benzer anlamlar tayan inâyet, nusret ve
lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayr ve iyilie yönelik davranlara
özgü klnmtr (Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “vf” md.). Tevfîk
“Allah’n isyankâr kullarndan yardmn kesmesi” anlamndaki hzlânn
kartdr. Kur’ân- Kerîm’de vefk kavram dört yerde sözlük anlamyla
geçmektedir. Hz. uayb kendi ümmetine peygamberlik görevini ve
sorumluluklarn anlatrken baarsnn (tevfîk) ancak Allah’n
yardmyla gerçekleebileceini söylemitir (Hûd 11/88; bk. M. F.
Abdülbâk, el-Mucem, “vf” md.). Vefk kavramnn Kütüb-i Sitte’nin yan
sra Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde ve dier hadis kaynaklarnda
yer ald görülmektedir (Wensinck, el-Mucem, “vf” md.). Namazda
okunan Fâtiha’nn sonunda imamla birlikte “âmin” diyen kimsenin bu
fiili meleklerin söyleyiine denk geldii takdirde (muvâfakat) geçmi
günahlarnn affedileceine dair hadis birçok kaynakta yer
almaktadr. Bir hadiste Cenâb- Hakk’n hayr murat ettii kulunu
ölmeden önce sâlih amel ilemeye muvaffak kld bildirilmektedir
(Müsned, III, 106, 120, 230; Tirmizî, “ader”, 8). Hadislerde ayrca,
“Baar sadece Allah’tandr” (ve billâhi’t-tevfîk); “Baary salayan
Allah’tr” (Allhü veliyyü’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadr
(Nesâî, “Eribe”, 25, 48; “Fey”, 1). Resûl-i Ekrem’in hilâli gördüü
zaman yeni ay süresince Allah’n rzasn kazanmasnn nasip edilmesi
yolunda dua ettii nakledilmektedir (Dârimî, “avm”, 3).
Kelâm ilminde erken devirlerden itibaren kader ve insan fiilleri,
hidayet ve dalâlet gibi konular balamnda tevfîk kavram
da ele alnmaya balanmtr. Kelâm âlimleri, filozoflarn inâyet
teorisine Allah’n iradesine yeterli derecede vurgu yapmad
gerekçesiyle kar çkp tevfîk kavramn tercih etmilerdir. nsana
ihtiyarî
yönünde kullanlabilir, kötülüe dönüemez. Dier bir ifadeyle Allah’n
tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverili kudreti
yaratmasdr (a.g.e., s. 412); dolaysyla tevfîk iman etmeleri
konusunda Allah’n müminlere bir lutfu olup sadece onlar kapsar
(E‘arî, el-bâne, s. 68; bn Fûrek, s. 123). Tevfîki hayr ilemesi
için kula verilen güç eklinde açklayan bn Hazm hidayetin bir
ksmnn ayn anlam tadn, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiini
belirtir (el-Fal, III, 42, 56, 65). Fiile ilikin kudretin hayr ve
er olarak iki yönde kullanlabildiini söyleyen Hanefî ve
Mâtürîdîler’e göre tevfîk Allah’n insanlarda hayrl amelle onu
yapabilme gücünü bir araya getirmesidir. Allah müminin hayra olan
isteini ve yöneliini bildiinden onu bu yönde davranmaya muvaffak
klar, bir anlamda onu sevkeder (Mâtürîdî, Tevîlâtü’l-urân, VII,
223; IX, 166). Nitekim Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar
için yardm ve kolaylatrma demek olduunu kaydeder
(ârâtü’l-merâm, s. 233). Kelâm âlimleri tevfîk kavramn hidayet ve
kader konularyla ilikilendirmi, ilâhî ilim, kudret ve irade
sfatlarn açklarken bunun yannda kulun sorumluluunu temellendirmeye
çalm, onun iradî fiillerdeki rolünün snryla ilgili farkl yaklamlar
ortaya koymutur. Ancak slâm âlimleri, kiinin dünyada ve âhiretteki
baarsnn ilâhî lutuf ve tevfîkten bamsz ekilde
gerçekleemeyecei hususu ile iyilie yönelenlerin seçtikleri fiili
ileme gücünü Allah’tan aldklar konusunda görü birliine varmtr. Bu
durumda insana düen görev, iyi ve güzel olana yönelerek bu yolda
gayret göstermek ve hayrl sonucun gerçeklemesini Allah’tan
beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi
demektir.
BBLYOGRAFYA
TEVFK FKRET (1867-1915)
Edebiyât- Cedîde airi.
24 Aralk 1867’de stanbul Aksaray’da dodu. Asl ad Mehmed Tevfik’tir.
Babas Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeitli vilâyetlerde
mutasarrflk yapan Çankrl Hüseyin Efendi, annesi Sakz adas
Rumlar’ndan mühtedî Hüsrev Bey’in kz Hatice Refîa Hanm’dr.
Örenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüdiyesi’nde balayan Mehmed
Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardndan Rumeli’den gelen
muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mektebi Sultânî’ye
(Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun ahsiyeti üzerinde büyük
etkisi vardr. Hacca giden annesi bir kolera salgnnda Hicaz’da
öldüünden (1879) Tevfik’in gençlik yllar büyükannesinin yannda
geçti. Örencilik yllarnda disiplini, çalkanl ve kiiliiyle hocalarnn
dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadalarnn sevgisini
kazand. Galatasaray’da devrin tannm hocalarndan Muallim Feyzi,
Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve
özellikle iire kar yetenei bu yllarda ortaya çkt. Hocalarnn
tevikiyle yazd eski tarzdaki ilk iirleri Muallim Feyzi vastasyla
Tercümân- Hakîkat’ta yaymland (1884-1885).
1888’de Mektebi Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra ayn yl
Bâbâli Hâriciye Odas’nda çalmaya balad. Buradaki görevinden
holanmad için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen
maa az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da daysnn kz
Nâzme Hanm’la evlendi. 1891’de smâil Safâ’nn nerettii Mirsad
dergisinin açt tevhîd ve sitâyi-i hazret-i pâdiâhî
yarmalarnda birinci seçildi. 1892 ylna kadar devam eden memuriyeti
srasnda Gedikpaa’daki Ticaret Mektebi’nde Franszca ve hüsn-i hat
dersleri de verdi. 1894’te arkadalar Hüseyin Kâzm Kadri ve Ali
Ekrem’le (Bolayr) birlikte Ma‘lûmât dergisini çkard; burada baz
iirleriyle tercümeleri yaymland. Ayn yl Mektebi Sultânî’de açlan
Türkçe muallimlii imtihann kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak
hükümetin memur maalarnda kesintiye gitmesi üzerine istifa etti.
Ardndan hayatnn sonuna kadar sürdürecei Robert College’da Türkçe
hocalna balad.
1896 yl balarnda edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni
bir edebî topluluk kurmay arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem,
örencisi Ahmed hsan’ (Tokgöz) yaymlamakta olduu Servet dergisini
Serveti Fünûn adyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardndan
Tevfik Fikret’i bu derginin bana geçmeye ikna etti. Serveti Fünûn
böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde ubat 1896 tarihli 256.
saysndan itibaren edebiyatta ve özellikle iirde yenilik yapmak
isteyen gençlerin topland bir edebiyat mahfili durumuna geldi.
Toplulua katlanlardan Cenab ahabeddin, Hâlid Ziya (Uaklgil), Mehmed
Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçn), Hüseyin Suad, H. Nâzm (Ahmet Reit
Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayr), Ahmed uayb, brâhim Cehdî
(Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve smâil
Safâ’nn yan sra Sâmipaazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve
Abdülhak Hâmid Serveti Fünûncular destekledi.
Serveti Fünûn (Edebiyât- Cedîde) topluluunun bütün faaliyeti
büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafnda
gerçekleti. Ancak bir süre sonra babasnn görevle Hama’ya bir
nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de smâil Safâ’nn evinde yaptklar
bir toplant sebebiyle birkaç gün tutuklanmas mizac ar derecede
hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Bata kendisi
olmak üzere istibdat idaresinden ikâyetçi olan Serveti Fünûncular,
Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaama hayaline
kapldlar; fakat hayallerini fiilen gerçekletiremeyeceklerini anlayp
bu teebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzm’n Manisa civarnda
Sarçam köyündeki çiftliine gitmeyi düündülerse de bu tasavvurlarn
da gerçekletiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeil Yurt” adl
iirleri hayalini kurduu bu kaçma düüncesiyle ilgilidir.
1900 ylnda ngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i malûp etmesi
üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm
süren istibdat idaresine kar ngiltere’nin bask uygulamasn salamak
amacyla hazrlanp ngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik
Firket’in imzasnn da bulunmas dolaysyla bir süre Mâbeyin
Dairesi’nde sorguland. Tedirginliini büsbütün arttran bu olaylarn
arkasndan bir süre toplumdan uzaklat ve sadece iirle urat. Ayn yl,
ilk iirleri dnda büyük ölçüde Serveti Fünûn döneminde yazd
iirlerden meydana gelen Rübâb- ikeste’yi yaymlad. Eser ilgi görünce
hemen ikinci basks yapld. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluunu
gidermeye yetmedi. Ayn günlerde, topluluk mensuplarndan Ali
Ekrem’in bata Cenab ahabeddin olmak üzere dier Serveti Fünûn
airlerini ar bir dille eletirdii “iirimiz” adl makalesini baz
deiikliklerle Serveti Fünûn’da neretti ve bu davran büyük bir
tepkiyle karland. Tevfik Fikret’in makalede deiiklik yapmasna
öfkelenen Ali Ekrem yaznn asln Baba Tâhir’in Musavver
Ma‘lûmât dergisinde yaymlaynca topluluk içinde ilk çözülme balad.
H. Nâzm, Sâmipaazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i
destekleyip Serveti Fünûn’dan ayrldlar. Bir süre sonra idarî bir
mesele yüzünden Ahmed hsan’la aralar açlnca Tevfik Fikret de
mecmuay terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Franszca’dan çevirdii
Fransz htilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adl yazs yüzünden dergi
hükümet tarafndan kapatld; böylece topluluk fiilen dalm oldu.
baarszlkla sonuçlanmas üzerine bu iiri yazan Fikret’in burada
hain emeller peindeki Ermeniler’i alklamas hem o yllarda hem bu
iirin yaymland II. Merutiyet sonrasnda çok
eletirilmitir.
24 Temmuz 1908’de II. Merutiyet’in ilân üzerine büyük bir sevinçle
inzivadan çkan Fikret “Millet arks” adl manzumeyi kaleme ald. Daha
önce dargn olduu bir ksm arkadalaryla bart ve yeni bir fikir
hamlesine giriti. Eski arkadalar Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzm’la
birlikte adn kendisinin koyduu Tanin gazetesini yaymlamaya balad.
Ksa zamanda devlet yönetimini ele geçiren ttihat ve Terakkî
Cemiyeti, Tevfik Fikret’i maarif nâzr yapmak istediyse de o bunu
kabul etmedi. Bir ksm örencileri ve yakn çevresinin srar ile
Galatasaray Mektebi Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralk 1908).
Ayn zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mektebi
Sultânî’de o döneme göre modern eitim sistemi için disipline dayal
yeni bir düzen kurdu. Yapt yenilikler dolaysyla hakknda çkan
dedikodularn artmas yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti
ve Robert College’daki hocalna döndü. Bu münasebetle Hüseyin
Cahid’e yazd mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânm tebdîl-i
tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karsnda
olumsuz bir tavr taknmas devrin muhafazakâr çevreleri tarafndan
aleyhinde bir kampanyann balatlmasna yol açt. Tanin’in ttihat
ve Terakkî Cemiyeti’nin yayn organ haline gelmesi üzerine 1910’da
gazete ile bütün ilikisini kesti; ayn yl Dârülfünun ve
Dârülmuallimîn’deki görevlerini de brakt. 1912’de Meclisi Meb‘ûsan
kapatlnca “Doksan Bee Doru” ve ttihatçlar aleyhine “Hân-
Yamâ” gibi manzumelerini kaleme ald.
Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da skoçya’ya gönderdii olu
Halûk için
yazd iirleri Halûk’un Defteri adyla yaymlad (1911). Aleyhinde
bir kampanya yürüten baz çevrelere kar kendisini müdafaa eden eski
arkadalarna hitaben Rübâb’n Cevab’n neretti (1911). Hece vezniyle
ve sade bir dille çocuklar için kaleme ald manzumelerden meydana
gelen ermin ise (1914) Fikret’in öteden beri özlemini duyduu yeni
insan tipiyle yakndan ilgilidir. Osmanl Devleti’nin I. Dünya
Sava’na girmesine iddetle kar çkan Tevfik Fikret, cihâd- mukaddes
ilân edilerek girilen bu sava dolaysyla ve ironik bir üslûpla
“Fetâvâ-y erîfeden Sonra Sancak- erîf Huzurunda” adl manzumesini
yazd. ttihâd- slâm taraftar Mehmed Âkif’in [Ersoy], 1914’te yaymlad
Süleymaniye Kürsüsü’nde, edebiyat çevrelerinde elden ele dolaan
“Târîh-i Kadîm” manzumesi dolaysyla Tevfik Fikret için, tahkir
edici dier sözlerle birlikte “zangoç” tabirini kullanmas üzerine
Fikret, kendisinin dinsizliini ve genel anlamda bütün semavî
dinlerin karsnda olduunu açkça ilân ettii “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”i
kaleme ald. Uzun süredir eker hastalna müptelâ olduu anlalan
Fikret, hastal zamannda tehis ve tedavi edilmediinden 1915 yl
balarnda âniden yataa dütü ve 18-19 Austos gecesi öldü. Cenazesi
aile mezarlnn bulunduu Eyüpsultan’a gömüldü. Vasiyeti gerei
mezar daha sonra stanbul Belediyesi tarafndan Edebiyât- Cedîde
Müzesi haline getirilen (1945) Rumelihisar’ndaki Âiyan’n bahçesine
nakledildi (1962).
konularn iledii bu iirlerden bir ksmn Rübâb- ikeste’nin “Eski
eyler” bölümüne dahil etmitir. Tevfik Fikret bu taklit döneminin
ardndan kendi ahsiyetini bulma yolunda baz denemelere girimi,
tesadüfen bir antolojide iirlerini okuduu Charles Baudelaire, Sully
Prudhomme ve özellikle François Coppée’yi tandktan sonra asl
çizgisini belirlemitir. Serveti Fünûn’un bana geçtii 1896 ylndan
itibaren topluluun dalna kadar geçen be yl içinde daha çok sanat
için sanat anlay dorultusunda ferdi ön plana çkaran iirler yazmtr.
Bu tarihe kadar hayata ve insanlara iyimser bir gözle bakan,
Allah’a inanan, dinî görevlerini yerine getiren, “Tevhid” ve “Sabah
Ezannda” gibi iirler yazan Fikret, devrin karamsar havasnn da
etkisiyle mizacnda meydana gelen birtakm deiikliklerle giderek
kötümser olmaya, hayattan ve çevresinden ikâyet etmeye, dine kar
kaytsz, hatta dümanca bir tavr almaya balam, özellikle aile
hayatndaki mutsuzluk zamanla bütün yaayn karartmtr. Hayata bakndaki
bu köklü deiiklii baz edebiyat tarihçileri ksmen irsiyet, ksmen
eker hastalndan kaynaklanan strap ve istibdat rejimine kar duyduu
kin ve nefretle açklamaya çalmtr.
Mehmet Kaplan Rübâb- ikeste’deki iirleri Fikret’in kendi benini ve
duyu tarzn anlatt iirler, sanatla ilgili iirler, kötümserlik
duygusunun hâkim olduu iirler, hayal iirleri, ak iirleri, tabiat
iirleri, olu Halûk için yazd iirler, portreler, merhamet ve efkat
iirleri, vatanî ve dinî konulu iirler olmak üzere baz temalar
etrafnda toplamtr. Tevfik Fikret’in bu döneme ait “Verin
Zavalllara”, “Ramazan Sadakas”, “Hasta Çocuk”, “Balkçlar” ve
“Sarho” gibi manzumelerinde insanî temalar iledii dikkati çeker.
Giderek kötümser bir ruh hali içine girdii dönemde bu
psikolojiyle yazd en dikkate deer iiri “Gayyâ-y Vücûd”dur.
Burada hayat böceklerle, solucanlarla, ylanlarla dolu bir batakla
benzetir; insan da bu bataklktan kurtulmak istedikçe kendisini bir
girdap gibi çeken hayat yaamak zorunda kalan zavall ve bedbaht bir
varlk olarak niteler. “Perde-i Tesellî” adl manzumesinde de
bu temay ileyen air dünyay göremedii için kör bir
dilenciye hayranln ifade eder. Rübâb- ikeste’nin “Âveng-i Tesâvîr”
bölümünde, etkisinde kald Baudelaire’in “Les phares” adl iirinde
yapt gibi Fikret de sevdii baz airlerin (Fuzûlî, Cenab, Nef‘î,
Üstad Ekrem, Nedîm, Hâmid) portrelerini çizer.
1897 Türk-Yunan sava dolaysyla devrin birçok airi gibi Tevfik
Fikret de bu konuda birkaç iir kaleme almtr. Yine François
Coppée ve Sully Prudhomme etkisi görülen bu iirlerin en tannmlar
“Asker Geçerken”, “Ken‘an”, “Hasan’n Gazâs” ve “Klç”tr. Dinî
muhteval iirleri arasnda en çok bilineni olan gençlik dönemine ait
“Sabah Ezannda” ezan sesinin tabiattaki yansmas üzerinde durur.
Tevfik Fikret, Serveti Fünûn dönemine ait iirlerinde daha çok
Fransz parnas airi F. Coppée’nin etkisinde kalm, duyu tarz
bakmndan romantik olmakla beraber örnek ald parnasyenler gibi
ekil mükemmelliine ar derecede önem vermitir. 1900 ylndan itibaren
daha çok siyasal ve sosyal içerikli manzumeler yazm, “Târîh-i
Kadîm” dnda bunlar Rübâb- ikeste’nin 1908’den sonra yaplan basksna
dahil etmitir. Bu dönemin iirleri arasnda en çok dikkat çeken
“Sis”tir. stibdadn bütün arlyla hissedildii 1902 ylnn bir ubat günü
Boaz’a sis çöker ve akama kadar devam eder. Uzun zamandr evi
hafiyelerin gözetimi altnda bulunan Fikret, Boaz’daki sis ile
yaanan hayattaki boucu havay iirinde birletirir. Burada nefret
ettii II. Abdülhamid devri stanbul’una lânetler yadrrken bir yandan
da toplumun ahlâkî zaaflarn teker teker sayar. 1908’den sonra
yazd “Rücû”da ise “Sis”te söylediklerinin bir ksmndan vazgeçmi
görünür; orduyu ve vatann seçkin evlâtlarn bir tür kurtarc olarak
yüceltir.
istibdat rejiminin ardndan ttihatçlar’la gelen hürriyet havasnn ksa
bir süre sonra zorbala dönütüü, kanun, hürriyet, adalet gibi
kavramlarn ayaklar altna alnd II. Merutiyet döneminin ar bir hicvi
olan “Hân- Yamâ” ile “Târîh-i Kadîm” bu dönemin en dikkate deer
örnekleridir. Fikret taraftarlarnca taassuba kar müsbet ilim ve
müsbet düüncenin müdafaas gibi takdim edilmeye çallan “Târîh-i
Kadîm”de tarihi batan baa kanl sahnelerden ve savalardan ibaret
gören Tevfik Fikret burada açkça dine ve Tanr’ya kar isyankâr bir
tavr sergilemitir. Kendisi gelenekten ve içinde yaad toplumun deer
hükümlerinden
tamamen uzaklam, mâziyi korkunç tablolardan ibaret görmü,
kahramanl da küçümsemitir. Fikret mutlak anlamda bar ve adaletin
hüküm sürdüü bir dünya özler, kul ile Tanr’y ayran bir dini
kabul etmez. Hatta Allah’n kendisine yaklalmaz olduunu, yeryüzünden
yükselen feryat ve ikâyetlerin cevapsz kaldn söyleyecek kadar ileri
gider. Mehmet Ali Ayni bu düüncelere kar Reybîlik, Bedbinlik,
Lâilâhîlik Nedir adyla bir eser kaleme alr. Mehmed Âkif’e cevap
olarak yazd “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”de ise dinî inançlar
tamamen reddeden Fikret, tarih ve din dümanln açkça dile getirerek
kendisinin panteizm diye adlandrlabilecek bir nevi tabiat dinine
inandn söyler.
Fikret’in hayatnda, mizacnn deimesinde ve hayata balanmasnda olu
Halûk’un önemli rolü vardr. 1895 ylnda doan Halûk, Fikret’in ksa
bir süre de olsa hayata bakn deitirir ve özellikle II.
Merutiyet’ten sonra yazaca iirlerde görülen gelecee ümitle bakma
düüncesini uyandrr. Fikret Rübâb- ikeste’de Halûk için be iire yer
vermitir. Çocuk sevgisi, strap ve merhamet duygularnn ilendii
“Halûk’un Bayram”nda bayram dolaysyla yeni elbiselerini giymi,
sevinç ve mutluluk içindeki olu ile sefalet içindeki fakir bir
çocuu mukayese eder ve oluna üstündeki elbiseleri çkarp fakir çocua
vermesini söyler. Halûk’u skoçya’ya gönderdikten sonra onun için
yazd manzumelerin bir ksmn bir araya getirdii Halûk’un Defteri’nde
olunu ülkede inklâp yapacak gençliin sembolü olarak görür ve burada
ülkenin gelecei üzerinde düünür. Halûk gittii ülkede ilim ve
fen tahsil edecek, örendiklerini memleketine getirecektir.
Kitaptaki en çok tartlan iirlerden biri olan “Halûk’un
Âmentüsü”nde, Âmentü’deki iman esaslarnn yerini tamamen dünyevî
inançlar almtr. Burada idealletirilen kii akla ve bilgiye,
gelimeye, hakkn kuvvete üstün geleceine, insanlar arasnda kardelie
ve dünya birlii idealine inanan yeni bir insan tipidir. Hayatnn son
yllarnda yazd ermin ise onun dorudan doruya özlemini çektii yeni
insan tipiyle ilgilidir. Bu kitaptaki iirler yeni Türkiye için
Amerikan terbiyesine göre yetitirilmesini arzulad, pratik hayatta
baarl olabilecek insan tipinin idealize edilmesinden ibaret
görünmektedir. Bu insan tipinin yeni bir eitim metoduyla
yetitirilebileceini düünen Fikret, arkada Sât Bey’le birlikte Yeni
Mektep adyla bir okul kurmak istemi, bunu gerçekletiremeyince
burada ileri sürdüü baz düünceleri Galatasaray Mektebi
Sultânîsi müdürlüü srasnda uygulamaya çalmtr.
Tevfik Fikret, edebiyat çevresine ilk admlarn att tarihten itibaren
edebî yazlaryla dikkat çekmitir. 1891 ylndan balayarak Mirsad,
Ma‘lûmât ve Maârif dergilerinde yaymlanan bu tür yazlarn
Tarîk gazetesinde “Hafta-i Edebî” balkl yazlar ile Serveti
Fünûn’daki “Musâhabe-i Edebiyye”leri takip eder. Bunlarda daha çok
iir dili, vezinler, nazîrecilik, Türk edebiyatnda nesir
meselesi ve roman okuyucusu gibi konular ele almtr. Bütün
çalmalarnda titiz bir sanatkâr karakteri gösteren Tevfik
Fikret, Halûk’un Defteri’ni kendi el yazsyla bastrd gibi iirleri
arasna da birtakm desenler çizmitir. Ayrca portre, natürmort ve
peyzaj tablolaryla oldukça baarl bir yal boya ressamdr.
Eserleri. Rübâb- ikeste (stanbul 1316, 4. bs., 1327), Târîh-i Kadîm
(stanbul 1321), Halûk’un Defteri (1327), Rübâb’n Cevab (1327),
ermin (1330). Yeni harflerle de çeitli basklar yaplan Rübâb-
ikeste’nin airin kitaplarna dahil etmedii dier iirleriyle birlikte
Tevfik Fikret’in Bütün iirleri (haz. Âsm Bezirci, stanbul 1984) ve
Tevfik Fikret-Bütün iirleri (haz. smail Parlatr- Nurullah
Çetin, Ankara 2001) adyla iki basks yaplm, dergilerde kalan dil ve
edebiyatla ilgili makaleleri Dil ve Edebiyat Yazlar’nda bir araya
getirilmitir (haz. smail Parlatr, Ankara 1987). Tevfik Fikret’in
stanbul Belediyesi Arivi’nde bulunan evraknn bir ksm Mektuplarla
Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih And-Ylmaz
Taçolu-Hüseyin Yorulmaz, stanbul 1999), Kartpostallarla Tevfik
Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih And-Ylmaz Taçolu-Hüseyin Yorulmaz,
stanbul 1999) adyla neredilmitir. Âiyan Müzesi’ndeki yal boya, sulu
boya ve karakalem resimleri Çizgiler ve Renkler Arasnda Tevfik
Fikret ismiyle albüm halinde baslmtr (stanbul 2005).
BBLYOGRAFYA
Köprülüzâde Mehmed Fuad, Tevfik Fikret ve Ahlâk, stanbul 1918;
Ahmed Naim, Tevfik Fikret’e Dair, stanbul 1336; Ruen Eref [Ünaydn],
Tevfik Fikret: Hayatna Dair Hâtralar, stanbul 1919; Salih Nigâr
Keramet, Fikret’in Hayat ve Eseri, stanbul 1926; Sabiha Zekeriya
Sertel, Tevfik Fikret- Mehmed Âkif Kavgas, stanbul 1940; Eref Edip
Fergan, nklâp Karsnda Âkif-Fikret, Gençlik- Tan’clar, stanbul 1940;
a.mlf., Pembe Kitap: Tevfik Fikret’i Be Cepheden Krk Muharririn
Tenkitleri, stanbul 1943; Rza Tevfik Bölükba, Tevfik Fikret: Hayat,
San’at, ahsiyeti, stanbul 1945; Kenan Akyüz, Tevfik Fikret, Ankara
1947; Hilmi Yüceba, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret: Hayat,
Hâtralar, iirleri, stanbul 1959; smail Hikmet Ertaylan, Tevfik
Fikret: Hayat, ahsiyeti ve Eserleri, stanbul 1963; Mehmet Kaplan,
iir Tahlilleri: Tanzimat’dan Cumhuriyet’e Kadar, stanbul 1969, s.
92-100, 158-163; a.mlf., Tevfik Fikret: Devir, ahsiyet, Eser,
stanbul 1971; M. Kaya Bilgegil, Tevfik Fikret’in lk iirleri,
Erzurum 1970; Hikmet Tanyu, Tevfik Fikret ve Din, stanbul 1972;
Orhan Okay, Edebiyat ve Sanat Yazlar, stanbul 1990, s.136-158;
Mehmed Rauf, Edebî Hatralar (haz. Mehmet Törenek), stanbul 1997;
Abdullah Uçman, Edebiyat- Cedîde’ye Dair Ali Ekrem’den Rza Tevfik’e
Bir Mektup, stanbul 1997; Hasan Akay, Tanzimat Sonras Türk
Edebiyatnda Yeni Fikirler, stanbul 1998, s. 57-85; a.mlf., Yeni
Türk iirinin
Fikret”, TDEA, VIII, 330-338; Bir Muhalif Kimlik: Tevfik Fikret
(haz. Bengisu Rona-Zafer Toprak), stanbul 2007; Hilmi Uçan, Bat
iiri ve Tevfik Fikret, Ankara 2009; Himmet Uç, Tevfik Fikret’in
Psikobiyografisi, Ankara 2009; Seyfi Kenan, “II. Merutiyet’le Gelen
Yeni Eitim Araylar: Tevfik Fikret’in Yeni Mekteb’i ve Eitim
Felsefesi”, 100. Ylnda II. Merutiyet: Gelenek ve Deiim Ekseninde
Türk Modernlemesi Uluslararas Sempozyumu, Bildiriler (haz. Zekeriya
Kurun v.dr.), stanbul 2009, s. 275-285; Muallim (Tevfik Fikret için
nüsha-i mahsûsa), stanbul 1917; Düünce (Tevfik Fikret için nüsha-i
mahsûsa), stanbul 1918; Nuri Salam, “Serveti Fünûn’a Kadar
Tevfik Fikret ve Bilinmeyen iirleri”, TDED, XXX (2003), s.
403-444; Biyografya (Tevfik Fikret özel says), sy. 7, stanbul
2006.
Abdullah Uçman
Msrl oyun yazar, romanc.
skenderiye’de dodu. Kaynaklarda doumuyla ilgili olarak 1898 ile
1903 yllar arasnda deien tarihler verilir (Brugman, s. 277, dipnot
2). Babas basavclkta görev yapan geni arazi sahibi Msrl bir memur,
annesi güçlü karaktere sahip Türk asll zengin bir hanmdr. Babasnn
memuriyeti sebebiyle Msr’n çeitli ehirlerini dolat. lk eitimini
Desûk’taki bir mektepte ald. lkokulu Demenhûr’da okudu.
skenderiye’de Re’sü’t-tîn Lisesi’ne devam etti ve Kahire’de iki
amcasnn yannda kalarak liseyi bitirdi. Annesi gelimesinde önemli
rol oynarken onun anlatt binbir gece masallar ve Antere,
Hamzatü’l-behlevân gibi hikâyeler edebî zevkinin ilk tohumlarn
oluturdu. Babas hikâye ve roman gibi kitaplarla ilgilenmesini
yasaklayp edebî zevkini klasik Arap iiriyle gelitirmesini istediyse
de Tevfîk küçük yata iken Alexandre Dumas ve Ponson du Terrail’in
romanlarn gizlice okudu. Kahire’de liseye devam ederken özellikle
tiyatro eserlerini okudu. Georges Abyad’n sergiledii oyunlar
hayranlkla izledi. Örenciliinin ilk yllarnda Msr halk ngiliz
igaline kar isyan balatmt. Bu dönemde ngilizler’in Msr’ igallerini
eletiren iirlerle e-ayfü’-al adl oyununu yazd (1919). Oyunu sahneye
koymak amacyla küçük bir tiyatro topluluu oluturdu. Bu topluluk
Msr’n ilk tiyatrolarndan olan Tevfîk el-Hakîm Tiyatrosu’nun
çekirdeini meydana getirdi. Yine bu dönemde Ukke Kardeler Tiyatrosu
için babasndan çekinmesi sebebiyle Hüseyin Tevfîk takma adyla
birkaç oyun kaleme ald. Muhtemelen babasnn istei üzerine 1921’de
Hukuk Fakültesi’ne girdi. Franszca’nn Msr hukuku için önemini
kavrayarak Franszca örenmeye ve bu dilde yazlm tiyatro
eserleriyle eletirilerini okumaya balad (Sicnü’l- umr, s. 154-155).
1924’te Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra babas onu hukuk
alannda doktora yapmak üzere Paris’e gönderdi. Ancak Paris’te hukuk
eitiminden çok tiyatro eserleriyle ilgilendi. Shakespeare, Goethe,
Maeterlinck, Ibsen ve Pirandello’nun oyunlarn izledi. Tiyatro
yannda Fransz kültürüne yöneldi; Hippolyte Adolphe Taine’nin
yazlarn inceledi. Yazarlk maceras, kendi deyimiyle gerçek
kültürün kaynaklarndan içebildii Avrupa’ya ulamasndan sonra
balad. Tevfîk el-Hakîm 1927’de doktora yapmadan Msr’a döndü
ve skenderiye adliyesinde göreve balad. Ardndan savc vekili olarak
tayin edildi; Tanta, Desûk, Demenhûr ve Fâriskûr gibi ehirlerde be
yl kadar bu görevde çalt (1929-1934). 1933’te yaymlad Ehlü’l-kehf
adl oyunundan sonra ünü artt. Önce Eitim Bakanl’nn aratrma
bölümünün (1934), ardndan Sosyal ler Bakanl’nn bilgi servisinin
(1939) yöneticiliine getirildi. 1951’de Dârü’l-kütübi’l-
Msriyye’nin genel müdürü oldu. 1956 ylnda el-Meclisü’l-a‘lâ
li’l-fünûn ve’l-âdâb üyeliine seçildi. 1959’da UNESCO’nun Msr
temsilcisi sfatyla Paris’e gitti ve kendi isteiyle 1960’ta geri
döndü. 27 Temmuz 1987 tarihindeki ölümüne kadar el-Meclisü’l-a‘lâ
li’l-fünûn ve’l-âdâb üyeliini sürdürdü.
yazmaya balayan Tevfîk el-Hakîm 1933’te kaleme ald Ehlü’l-kehf Tâhâ
Hüseyin tarafndan, eski trajediyi ele alndaki baars ve dilin
biçimsel gerekliliklerini yerine getirmesi bakmndan Arap edebiyatnn
önemli aamalarndan biri diye nitelendirirlir. Daha sonra konusunu
yine kültür kaynaklarndan seçtii ehrâzâd (1934), Pigmalion
(1942), el-Melik Udip (1949) gibi oyunlar yazar. Ancak bunlar ve
dier oyunlarn olutururken iki sorunla karlar: Msr’da oyunlarn
sahneye koyacak ekibin bulunmamas ve edebî dille konuma dilinin
farkll. Bunun üzerine oyunlarn “zihnî tiyatro” (théâtre des idées)
dedii ve “mesrah-rivâye” (tiyatro-roman) kelimelerinden ksaltarak
“mesrivâye” adn verdii, sahneye konulmak için deil okunmak için
kaleme alr. 1940’larda gazete ve dergilerde yaymlanmak üzere tek
perdelik oyunlar yazar. Ardndan bunlar Mesrau’l-müctema (1950) ve
el-Mesrau’l-münevva (1956) adyla iki kitapta toplar. 1952
devriminden sonra kaleme ald oyunlarda bu dönemde Msr’n deien
politik ve sosyal gerçeklerini yazlarna aktarr. el-Eydi’n-nâime
(1954) ve es-Sulânü’l-âir (1960) bu dönemin oyunlarndandr. Yine ayn
dönemin oyunlarndan e-afa’da (1956) edebiyat diliyle konuma dili
arasndaki çkmaz aabilmek için kulland üçüncü dil önerisiyle dikkat
çeker ve lebüne’l- mesraî adl eserinde (1967) bu meseleyi ele alr.
Çok önce yazd Zemmâr’da da (1932) halk dilini kullanmt. Paris’te
UNESCO üyesi olarak bulunuunun ardndan çalmalarnda modern Bat
tiyatrosunun, özellikle II. Dünya Sava’n yaayan insanln içine dütüü
saçmalklarn, bouna çabalarn sergilenmesiyle oluan absürd tiyatronun
saçmalklara dayanan g&uum