aback:adv. geriye, geride. aback:arm to take aback: artmak. to
be taken aback: armak aalamak. aback: adv.geride, kta aback the
beam : [naut.] k taraftan abandon: terketmek. to abandon oneself :
tevazu gstermek. alak gnll olmak. aberration: inhiraf in a fit of
aberration dalgnlkla. mental aberration: delilik. abeyance:
muallkyet in abeyance: mutafal, muallak. abhor: nefret etmek,
irenmek abhor to: muhalif, zt. abide v.kalmak; dayanmak. I cannot
abide him : ondan nefret ediyorum.ona tahamml edemem. to abide by :
sebat etmek, durmak. to abide someone : tahamml etmek, birinden
hazzetmek. abide by one's word : sznde . durmak, sznn eri olmak. a
blaze: adv.tutumu,yanmakta to set a blaze:atee vermek, yakmak,
kzdrmak, kelendirmek. able: a.muktedir. an able man : zeki bir
adam, akll bir adam. Able-bodied: Vcudu salam, gl.
To be able to muktedir olmak. I am not able to walk 10 miles a
day gnde 10 mil yryemem. aboard: adv.gemide: gemiye. all aboard:
herkes gemiye! close aboard : yakn; yanbanda. to get aboard : [
naut.] gemiye binmek: apraz gelmek; apraz getirmek. to go aboard :
gemiye doru gitmek. to all aboard : [ naut] birbirine toslamak,
arpmak (gemi). about adv.etrafnda,takriben about face! geriye dn
about half a kilo : yarm kilo kadar. about 2 o'clock: saat 2
sularnda. about ship! yola kmaya hazr, her ey tamam. about turn:
geriye dn about to come : gelmek zere. absentee grevi banda olmayan
all about: her yerinde. be about your business! : Kendi iinize bakn
just about enough : olduka kafi, yetiir. to be about : megul olmak.
gezinmek, yataktan kalkmak. to beat about the bus : bin dereden su
getirmek. to bring about: sebep olmak, sebebiyet vermek. to be
about to go : gitmek zere olmak. acclaim:alklamak, bararak ilan
etmek, barmak accomplishment baar,baarma aftermath : kt sonu,
netice, akibet
Analysis n. tahlil, analiz, Spectrum analys,s: spektral analiz.
Logical analysis : Mantki tahlil. Chemical analysis: Kimyev tahlil
Electrolytic analysis : Elektrolitik tahlil. Qualitative analysis :
Keyfi tahlil, kalitatif analiz. Anchor n. apa Anchor around : Gemi
demirleyecek yer, demir yeri To come to anchor: Demirlemek. To let
go the anchor: Demiri funda etmek At anchor : [ Naat.]Demirli.
demirde Boat anchor : [ Naat] kayk demiri. To fish the anchor : [
Naat. ] Demiri fkya vurmak. To stow the anchor : [ Naat. ] Demiri
sefer iin balamak. To heave up the asehor : [ Naat. ] Demiri almk,
yelkenleri iirmek. To lie (ride) at an anchor : [ Naat: ] Demirli
yatmak.(olmak) To weigh anchor : [ Naat. ] Demiri almak (vira
etmek) The anchor apeak! : [ Naat. ] stikamet! The anchor's a
aweigh!: [ Naat. ] Demir (apa) kalkt! The anchor's in sight! : [
Naat. ] Demir (apa) grnd! Angle n.y.A avlamak. Angle of application
: [ Geom. ] Tatbiki BALLOT oy, oy vermek -BOX oy sand core : ic,
oz; bot. gbek; med.ban ozu charge : yk birimi
charge : ; take of yuklenmek, ustune almak a; charge : bedel,
ucret; itham, yuklemek, sarjetmek, doldurmak a; charge : price
charge : suclamak a (with ile); hucum etm. a; charge : yuk, hamule;
sarj; hucum, hamle; vazife, memuriyet; to be put about: rahatsz
olmak, taciz edilmek, rahat bozulmak. to come about: Vukua gelmek,
vaki olmak, meydana gelmek. to get about : gezinmek to go about:
etrafnda dnmek, gezinmek. to look about : baknmak, etrafna gz
gezdirmek. to hang about : oyalanmak. to order about : i buyurmak.
to put about : rahat brakmamak. altst etmek. to put the ship about:
gemiyi aksi istikamete evirmek, tramola etmek. to set about:
balamak. teebbs etmek, girimek. to turn about : gezinmek, tenezzh
etmek. to turn about is fair play : tam karln yapmak oyunda hak
icabdr. there is something about you today : bu gn sende bir
fevkaldelik var. above adv. yukar; yukarda above all : her eyden
evvel, bilhassa. above oneself :haddini bilmez; above meanness:
elinden alaklk gelmez. cast: stne glge yap atma, at; dkme, kalp,
tip, kalite; atmak, samak dokmek above cited : evvelce zikrolunan.
above ground : yeryznde grlmemi;
above board :adil, drst. from above : gkten; allahtan. he is a
bit above himself : o biraz marur ve kendini beenmitir.
above-mentioned:yukarda zikredilen; ad geen.
over and above : bundan maada. to be above onself : birinin
kudreti evkinde olmak. to keep one's head above water : Kendisini
tehlikeden zade klmak, tehlikeden kanmak. the man above : yukardaki
adam. abroad adj. darda, harite. all abroad : arm from abroad :
ecnebi memleketlerden, hariten. there is a rumour abroad that :
dedikodu var. to be all abroad : tamamiyle yanlmak, daima hata
yapmak. to go abroad : ecnebi memleketlere gitmek: yu bulmak.
abrupt ani; birdenbire an abrupt manner : nezaketsizlik. absent a.
yok; namevcut absent minded : dalgn. absent treatment : ( med )
hastann yanna gitmeyip uzaktan tedvi. to absent onself : gitmek;
bulunmamak. absolute a. mutlak: tam. absolute ceiling : azami
tavan, azami ykseli seviyesi. absolute scale : mutlak l ve
terazi.
absolute temperature : mutlak scaklk derecesi (mutlak sfrdan
hesap ederek). absolute vacuum : mutlak boluk, absolute zero :
hararette mutlak sfr noktas. sfrdan 273 derece aa. absorb emmek,
iine ekmek. to absorb learning : Kavramak, renmek. to absorb in a
task : btn fikrini ie vaketmek. abstract n.hlasa; nazari. abstract
of account : [ com. ] hesap hulsas. abstract noun : [gram] mana
ismi. an abstract of an story : bir hikyenin z. in the abstract :
nazari olarak. access n.giri girme; geit to give access to : msaade
etmek; ieriye brakmak, serbest brakmak. : to have access : yanna
girebilmek: , accommodate v. uydurma pray be acemmodated : lten
oturun. to accommodate oneself to circumstances : ayan yorganna gre
uzatmak. to accommodate oneself : uymak, imtisal etmek. accord
n.muvaakat, rza on oneself's own accord : Kendiliinden, kendi rzas
ile. to accord with : ahenkli olmak, uygun olmak. with one accord :
hep birlikte. account hesap; addetmek. by all. accounts : herkesin
dediine gre. o no account : ehemmiyetsiz.
on account : alelhesap. on account onun iin. hasebiyle. ... den
dolay yznden, sebebiyle. on every account : her bakmdan: on his own
acount Kendiliinden kendi bana there is no acounting or tastes
herkesin zevkine karlmaz; bu zevk, meselesidir. to be acount o:
saylmak, itibar edilmek. address adres, hitabetmek. a man of
pleasing address mahir ve nazik bir adam. to address oneself to:
hazrlanmak (bir ie), balamak, ele almak, girimek. to address a ball
: [ gol] topa nian almak. to address a person : bir adama
hitabetmek to pay one's address to : evlenme teklifinde bulunmak,
flrt etmek, kur yapmak. form of address : hitap ekli, nvan
hitabetmek (birisine)[com. ] iflas karar. admit v.itiraf (kabul)
etmek. to admit of : msaade etmek, teslim etmek. to admit the truth
of doruluunu kabul etmek. it admits o doubt : phelidir. ado: n.
tela, grlt, patrt. without any more ado : hemen, ses karmadan.
adrift: adv.babo to turn adrift: birini iinden ckarmak veya evinden
uzaklatrmak. advance: v. ileri ilerleme advance guard : [ mil.]
ileri karakol advanced in years : yata ilerlemi, yal. an advanced
idea : yepyeni bir fikir.
he is in advanced age : yaldr. in advance:pein.nce. nceden. in
advance of : nnde. in an advanced stage : ilerlemi vaziyette. to
make an advance : ilerlemek, terakki etmek. muvaffakiyet kaydetmek.
to make advances to: birinin dostluunu kazanmak, kabili hitap
girgin olmak. advantage n.avantaj. advantage group stnlk ve
rhaniyet veren mevki veya hal keyiyet. at an advantage : Karl
olarak to gain an advantage over somone : bir bakasndan daha
kuvvetli olmak. to take advantage of: frsattan istifade etmek,
zaafndan istiade etmek. to advantage : maksada uygun, ie elverili.
to the best advantage : en krl, en ok ie gelen, en istfadeli
surette. to turn to advantage : fayda karmak, kullanmak. you have
the advantage over me : siz beni tanyorsunuz fakat ben sizi
tanyamadm, siz benden krlsnz (bir ite). advice n. t, fikir, tavsiye
to take someones advice: birisinin tavsiyesine gre hareket etmek.
on the advice o : nasihatne gre. advise v. (advesed] be advived by
me : szm dinle. ill advised : aklsz, tedbirsiz. well advised :
akll, tedbirli. advocate avukat, devil's advocate : mnakaa olsun
diye zayf taraf mdafaa eden kimse. faculty o advocates: hukuk
fakltesi. judge advocate : harb divanna tahkikat hakimi.
lord advocate : iskoya'da devletin umumi dava vekili aerial; a.
havai aerial assaults : [ mil, ] havai taarruzlar. aerial car :
Kablodan aslan ve havadan geen araba, hava hatt arabas. aerial
navigation : uak seyriseferi. aerial reconnaissance : hava kefi.
aerial root: [ bot. ] havada yetitirilen kk. afar , adv. uzak. afar
of : cok uzakta. from afar : ok uzaktan. afair n. i. mesele: an
afair of honour : namus .veya eref meselesi ; dello. foreign :
haric iler, d ileri. at the head o affairs : i banda. as affairs
stand : imdiki halde. a rude affair : irkin i his hat was a strange
affair : tuhaf bir eydi o affect y. & n. [p.t.affected] tesir
etmek. taslamak. my arm is affected : Kolum tutuldu, hastalk koluma
yaydd. to affect ignoraoce : tecahl etmek. to affect sickness :
temaruz etmek. ill affected : dman. well affected : dost. affection
n. sevgi. affection of hunger : alk hali.
to set one's affection on : sevmek, k olmak. to win one's
affection : birinin sevgisini kazanmak. affirmate a.mspet. olumlu.
a decided afirmative : Kuvvetli mspet kar in the affirmate answere
: ispat ve tasdik mnasnda, mspet. negative or affirmative answer :
meni veya mspet cevap. the affirmative has it : [ debate ] mspet
tar kazand. to answer in the affirmative : mspet cevap vermek.
afford (paraca)gc yetmek. i can't afford to buy a car : bir araba
satn almaya btem msait deil. i can't afford it : ona para
yetitiremem, param yok, bana pahal gelir. to afford a chance o :
rsat vermek. aloat adv. yzmekte. there is a story aloat that... :
rivayete gre. diyorlar ki... the irm is aloat : irket masran
karyor. afoot: adv.yaya; ayakta . there is mischie afoot : orada
bir dolap dnyor, bir ktlk tertipleniyor. afore adv.nceden; yukarda.
as afore - said : evvelce denildii gibi. afore mentioned : mezkur.
afore named : evvelce ad geen. afore thought : nceden dnlm, evvelce
dnlen. after adv. (prep) sonra. after a manner : tarznda, gibi.
after - ages : gelecek nesil, gelecek. asr.
after all : ne de olsa, nihayet. after - birth : meydana
geldikten sonra. . after - clap : ummadk hdise. after - comer :
gelcek, ertesi. after-cost: beklenmedik masra, ni masra.
after-crop: ikinci mahsul. ater-damp: bogucu gaz. after - days :
zaman zarnda, geleceteki gnlerde, istikbalde. after - game : Kar
karya oyun. after-guard: [naut.] geminin knda hizmet eden asker.
after-grass: lkinci mahsul ot. after-lie: hayatn son merhalesi.
after-sight : [ com. ] grldkten sonra after you, sir : (nce) arz
buyurunuz eendim. to call after: htrasna olarak ad,koymek; birinin
arkasndan seslenmek.' to look after : birini himaye etmek, bakmak,
ihtimam gstermek. two years after : iki sene sonra.. again
adv.yine. tekrar: again and again : tekrar tekrar, sk sk. as much
again : bir misli daha. now and again : arasra, bazan. time and
again : tekrar tekrar, deaatle. against prep. kar; muhali. against
a dark background : Koyu renk zemin nnde (resim veya aahne).
against a rainy day : Kara gne kar. against the grain : ister
istemez, arzusu hilana olarak, istemiyerek.
he is against reform : o adam slahat dmandr. i have nothing
against him : ona muarz deilim. onunla hemikirim. over against :
ona kar, karlk olarak; kar karya; karsnda, mukabil. to bring an
accusation against : itham etmek. to go aganist : dman olmak: muarz
kalmak. to lay up money against a rainy day : Kara gn iin tasarruf
etmek. to run against a friend : bir dosta tesadf etmek
(rastgelmek). . age n. ya . a, devir. advanced age : ilerlemi ya.
age of brass : pirin devri. age of iron : demir devri. age of stone
: ta devri. for ages (for an age) : uzun zaman, senelerce, oktan
beri. from age to age : nesilden nesle, asrdan asra. of age :
olgun, kemale ermi. the dark ages : cehalet devri, karanlk devir.
the lower o one's age : genlik a. under age : daha ocuk, muayyen
yaa gelmemi. agent n. Vasta, mil; acenta, reef agent : Kendi
ilerinde kanuni salhiyet ve mesuliyet sahibi. house agent : ev
telll. agree v. uyumak, anlamak. to agree to : bir ey iin mutabk
kalmak, kabul etmek,... e raz olmak to agree with : bir kimse ile
mutabk kalmak, ... le bir ikirde olmak. agreement n. anlama.
gentlemen's agreement : efendi sz (milletler arasnda yazlmam
anlama). grammatical agreement: mutabakat. method o agreement :
anlama usul. private agreement : hususi anlama. to come to an
agreement : bir karara varmak, uyumak. aggressive a. mtecaviz. to
take the aggressive : hcum etmek, hcuma gemek , saldrmak. ahead
adv. ileride, bata, nde. to go ahead : devam etmek; defolup gitmek:
drtnal ilerlemek. ail, v. rahatsz etmek. what ails you? : nen var?
air n. & v. hava; havalandrmak. air base : hava ss. it is all
in the air as yet : daha ortada bir ey yok, fol yok yumurta yok.
air castle : havada kale, hulya. there's something in the air :
ortada bir eyler oluyor (dnyor). to be on the air :radyoda konuma
air cooled : hava ile soutulmu. air condition : mevsime gre hararet
tesisat kurmak. Rumour is in the air: Ortalkta bir ayia dolayor She
is on the air : Radyoda sylyor. To air the room : Oday
havalandrmak. To air clothing : Elbiseleri havalandrmak. To air
one's views : Fikirlerini amak To put on air : alm satmak.
To sing the air: Bir musiki parasnda ba makam okumak. To take
the air : Darya gitmek; [ aem.] havalanmak. To tread on air : Mesut
veya hznl olmak, sevinmek, heyecanlanmak. There are many plans in
the air : Birok muallak plnlar vardr. AISLE ara yol geit, koridor
Alarm n. Endie tela; korku, Alarm bell: Bir tehlikeyi veya haberi
bildiren an. Alarm clock : alar saat. Burglar alarm: Hrsz haber
veren iaret Fire alarm : Yangn iareti. To give the slarm: Tehlike
iareti vermek. Watchman's alarm: Bekiyi armaya mahsus tertibat.
Alert a. Uyank; dikkatli. To be on the alert: Uyank olmak, hazr
olmak, tetikte olmak. Alive a.Canl, hayatta. Be alive: : Yaa!, ok
yaa! Alive with flies : Sinek dolu: i am alive to that fault : O
yanln ben de farkndaym. Look alive: : Canlan. gayret et! Man
alive:: Hey mbarek! No man alive : Hi kimse. To be alive to
possible danger : Bana geleceini bilmek, bir tehlikeye kar hazr
olmak. All t a. & adv.8tn, hep, hepsi. All in good time : uygun
olduu zaman: acelesi yok; ge olsun temiz oisun, sabrn sonu
selamet.
all went well : Her i yolunda gitti. All's well: Her ey yolunda.
All in all : Her ey: her eyi hesaba katarak; netice, son. Altar
piece : altar arasnda veya stndeki tezyinat veya resim. Altar :
Altarr takm. Altar rail: altar nndeki parmaklk. Altar - table :
Mihrap (altar). Altar - tomb : Mezar ta. Altar - wise : Mihrap
eklinde. Family altar : Aile duas. High altar : Byk altar (mihrap)
To lead someone to the altar : Biriyle evlenmek. Alternative a.
& n. Alternative conjunction : ki ktan birinin seimini ifade
eden atf edat. Alternative expendients : 5eilebilecek iki veya
ikiden fazl are. An alternative meaning : Baka mnann yerini tutan
mana. I had no other alternative : Baka arem kalmamt. To leave no
alternative : Mecbur etmek, hibir imkn brakmamak. To give (offer)
the alternative : kisinden birinin intihabn reye brakmak Amen, v.
To make amends: Yaplan bir iyiliin altnda kalmamak, karlgn demek.
To make amends for : Taziye vermek. Amiss a. & adv.Eksik, yanl,
ters Is there anything amiss: Bir ey mi var? Not amiss : sabet
eder, mnasip.
Nothing comes amiss to him : O, mcadeleye hazr. To go amiss :
Yolu armak, yanlmak. To take amiss : Gcenmek; yanl, hkm vermek,
yanl anlamak. Amount v.8ali olmak, varmak He will never amount to
much : Onun adam olacag yok, Your words amount to this :
Szlerinizin hakik mnas budur. Amuck adv. To run amuck : Azgn
delilik halinde oraya buraya komak. Amuse V Elendirmek. To amuse
oneself (by wlth) : Elenmek elence bulmak. Apple-thorn: Tatula,
eytan elmas. Apple - yard : Elma tarlas. Adam's apple : [ Anat. ]
Adem elmas, grtlak knts. Crab - apple : Pek kk yabani elma;kk eki
elma. Custard apple : Kita. To upset the apple - cart : Pimi aa
souk su katmak, bir ii bozmak. Application Mracaat To make
application to : Mracaat etmek, bavurmak. To make applicatloo for :
stemek, rica etmek. Apply v.8avurmak tatbik etmek To apply oneself
to something : Bir eye veya ie kendini tamamiyle vakfetmek, almak,
gayret etmek, dikkat sarfetmek, megul olmak. To apply for : To be
within arm's reach : Yakn olmak. To lay down arms : Harbi bitirmek,
mtareke yapmak, .sulh yapmak. To keep (a person) at arm's length :
Birini uzak tutmak, yz vermemek. To take up arms against : Harbe
hazrlanmak, harbe girimek.
To receive with open arms : Karlamak, istikbale kmak,
memnuniyetle kabul etmek, barna basmak. To be up in arms against :
fkelenmek; ate pskrmek. Under arms : Harb zaman, sefer; mecburi
askerlik. To go under arms Mecburi askere alnmak, harbe itirak
etmek. Army n. Ordu Army corps ; [ Mil.] Kolordu. To enter the army
: Askere yazlmak, asker olmak , askere gitmek. Art n. Sanat. Arts
and crafts : Sanatlar ve el ileri. Art leather : Sanatkrane ilenmi
deri. Black art : Sihir, sihirbazlk, by, byclk. Art and part : Su
orta. Fine arts : Gzel sanatlar. Free (liberal) arts : Edebiyat ve
fen. Mechanical arts: Sanayi. Article n.Makale, madde Articles of
apprenticeship : Usta ile raklar arasnda mukavele. Articles of
association : irket mukavelesi. Articles of faith : Akait, din ve
iman erkn. Articles of marriage : Nikh artnamesi. Articles of war :
Harb kanunnamesi. In the article of death : lm annda Leading
article : Gazetenin bamakaksi. The definite article : [ Gram ]
Harfi tarif belirtici harf.
The indefinite article : [Gram] belgisiz sfat. As Gibi kadar. As
also : Ayn zamanda, hem dahi. As soon as; Derhal, mmkn oldugu kadar
abuk. Mracaat etmek. This doesn't apply to you : Bu sizi alkadar
etmez. To apply a match : Kibritle tututurmak. To apply something :
Bir eyi kullanmak, tatbik etmek. Apporach v. Yaklamak. I will
approach him on the matter : Mesele hakknda kendisinden izahat
istiyeceim. Approbation n.Tasvip To meet one's approbation :
Beenilmek, birinin muvafakatn(tasvibini)kazanmak Arab n. Arap.
Street arab : Kimsesiz ocuk. Arm n. Kol; silah Arms length : Kol
boyu. Arm's reach: Elin yetiecei mesafe. Arm in arm : Kol kola.
Arms of offence : Hcum vastalar. A child in arms : Bebek. Arms of
defense : Mdafaa vastalar Fore - arm : [ Anat] n kol, kolun
dirsekle bilek arasndaki ksm. Fire arms : Patlayc silhlar. Small
arms : Hafif sihlar. Stand of arms : Tehizat.
To arms! : [ Mil. ] Tehizat kuan! Silh bana! As much as: Kadar.
I am as much intelligent as you : ben sizin kadar zekiyim. As well
as : Gibi, kadar. I got angry as well as you : Sizin kadar ben de
hrslandm. As if (though) : Sanki, gya. As it were : Sanki, g0ya. As
to (for): Gelince, sual ederseniz, derseniz. As you say : Dediiniz
gibi. As yet : Daha henz, imdiye kadar. So as: Gibi, suretle,
vehik; iin; ki. So as to go : Gitmek, iin. This is as good as that
Bu teki kadar iyidir. Ascendant n. Ced, ata To be in the ascendant
: Galip olmak, Yldz parlamak (ykselmek) Lord of the ascentandt:
ansn cilvesi. Ash n. Kl In ashes : Kl halinde. kl olmu. Peace to
his ashes:: Allah rahmet eylesin To Iay in ashes: Yakmak, harap
etmek, yakp ykmak. To reduce to ashes : Kl etmek. kl haline koymak
Ashore adv. Sahilde, karada. To go ashore : Karaya kmak, karaya
dmek To run ashore : Karadan geerek, karaya uramak Aside adv. Bir
tarafa (kenara)
Aside from : ... den baka. To call asidet : bir tarafa armak. To
draw aside : Bir tarafa almak, bir tarafa ekmek. To lay aside : Bir
tarafa koymak, saklamak: tasarruf etmek. To set aside a judgment:
Eski hkm kaldrp yenisini vermek To stand aside: Bir yana ekilmek,
bitaraf olmak. To turn aside : Bir yana sapmak: bir yana saptrmak,
batan karmak To say (a thhing) aside: (bir eyi) yava sylemek.
fsldamak. Ask v. Sormak To set a price : Bir paha istemek. To ask
aims : Dilenmek, sadaka istemek. To ask for : Sormak, aramak,
istemek. To ask in : eriye davet etmek. To ask to : Davet etmek,
yalvarmak. To ask after : MalOmat istemek. To ask up : Yukarya
armak, armak. At Prep. ... de. ... de.... ya. At a loss : Zararla.
At a price: Fiatl, paha biilmi, fiatla. At a speed (rate) : Sratle.
At any rate : Her naslsa, her halde. At all : Hi, hibir suretle At
and from : Gerek limanda ve gerekse yolda (sigortal). At best :
Nihayet, olsa olsa. At call: Talep edilmekte.
At ease : Rahat. At first : nce, evvela. At home : Evde; kabul
gn. At large : Serbest, babo. At last : Nihayet. At least : Asgar,
hi olmazsa. At most : zami, en ok. At night : Geceleyin. At ons :
Derhal, hemen. At one : Ayn fikirde, mutabk. At par: Baaba. At
Peace : Sulhta, hazarda. At sea : Denizde. At sight : Grldnde.
ibraznda. ` At the cinema : Sinemada. At an entertainment : Bir
elencede At that : Olduu gibi; haliyle; hatta, bile. At the
beginning : Balangta, bidayette. At the end : Sonunda, nihayctinde.
At the mercy of: Vicdanna kalm, insafna kalm. All at once : Hepsi
birden, hep birden. All at sea : arm, ne yapacan bi!miyor. At war :
Seferde, harbde At work : banda, ite. At random : Rastgele, baht
ii.
To be at it : ... ile megul olmak: hcum etmek. the black - out :
pasif korunma (iin klarn karartlmas). black ingratitude : tuz ekmek
hainlii,nankrlk. to look as black as thunder : yz karmakark
(tehditkar)olmak black letter : bir eit matbaa harfi. black list :
Kara liste. to be black in the ace :(hiddet vs.den) morarmak.mermi.
black market : Karaborsa. black sea : Karadeniz. black sheep : bir
aile veya grupta bakalarna benzemiyen ve hep prz karan kimse, kt
huylu bir adam. to work in black and white : ini
mrekkebi.karakaiemle resim yapmak i am in his black books : o bana
dargn, onu gcendirdim. the uture looks black : istikbal karanlktr.
to took black : keli grnmek. blame v. & n.ayplama(k). . he
blamed it on me : Kabahati bana buldu. i am to be blamed : Kabahat
bende. blank a.bo : yazsz. blank book : not deteri. blank cartridge
: Kurusk fiek. to look blank : akn akn bakmak blank chek : tam
salahiyet, blank werse : Kafiyesiz iir. blank look: ifadeli bir yz;
soukkanl bir sima. my mind is blank : hibir fikrim yok.
to draw a blank : muvafak olmamak. blanket n. battanlye a wet
blanket : Keyif karan, bir meclisin neesini bozan. blanket ballot,:
btn namzetlerin rey pusulas. a blanket codr : her mevzuu ihtiva
eden bir seri kanun. born on the wrong side of the blanket :
gayrimeru ocuk, pi. blast iddetli rzgar; to be in blast : (yksek
frn) to cast a blight on the party : mecliste huzursuzluk yaratmak,
toplantnn keyini bozmak. blind a & n. Kr ; perde. blind alley :
kmaz sokak blind lying : Kr uu (uak) blind of one eye : tek gzl.
blind side : gz grmeyen taraf (tek gzl adamda); gz bal taraf,
basiretsizlik, zaaf. can the blind lead the blind pov. kelden
kseden yardm oiur mu? to go at a thing blind (ly) : bir ie krkrne
girimek. blind to the world : [ sl. ] sarho. his kindness was
merely a blind : onun hibir samimiyeti yoktu. to turn a blind eye
to something : grmemezlikten gelmek, gz yummak the blind : Krler.
block n: & v. Ktk; kapamak to go to the block : idama gitmek;
mezada kanlmak. to block out ; bloke etmck, dviz muamelesini
yasaklamak veya tahdit etmek; kalha koymak, kalba ekmek: paralara
ayrmak; stampa vurmak (cilt); glgeli harlerle basmak.
to bloc up : Kapamak, tkamak; tehtaiarn stne karmak. blockade n.
abluka, kuatma paper blockade : iln. edilip de infaz ediiemiyen
abluka: to run a blockade : ablukay yarmak. blood . n. Kan. blue -
blooded : asilzade. asil. bad blood : can sknts. blood blister :
Kan oturmas. blood count : [ lled. ] muayyen miktardaki kanda
bu1unan krecikleri sayma. blood heat : Kan hararet derecesi. blood
is thicker than water : Kan su olmaz, eninde sonunda akrabalk
kendini gsterir. blood - letting : Kan alma. blood money : adam
idrmek iin verilen .para. blood poisoning : [ med.] Kan
zehirlenmesi blood pressure : [ med ] Kan tazyiki, tansiyon. blood
red : Kan rengi, kkrmz blood relationship : Kan akrabal. blood
serum : [phyiol.] Kann renksiz sv ksm, serum. blood - stained : Kan
lekesi olan. blood test : [ med. ] Kan tahlili. blood transusion :
[ med. ] Kan verme; kan nakli. blood vessel : [ anat. ] Kan damar.
blood warm : Kan derecesinde scak. blooded stock : cins hayvan; tam
kan (at).
blood and thunder : ackl bir makale, hassas bir. yaz; [ sl. ]
arap ve konyakla meydana getirilen bir nevi kark iki. cold blood :
soukkanllk: cool blooded : soukkanl. hot blood : can sknts, hiddet;
neret, kin. he is o good blood.: o asil slaleye mensup. hal blood :
uzaktan akrabalk his blood is up : gz kzm, kelenmi. hot blooded :
abuk kzar, hadid mizal. in cold blood : bile bile, mahsus,
merhametsizlikle. more than lesh and blood can stand : tahamml
edilmez, dayanlmaz, one's lesh and blood : aile erad. o one blood :
ayn kandan, ayn rktan. the blood : asllik; asil aile. to beat the
blood o : ileden karmak. whole blood : yakndan akrabalk. bloody: a.
Kanl. bloody lux : [ med ] dizanteri, kanl ishal. bloody - minded :
hunhar, gaddar,. kat fikirli. bloom (775, n. iek ieklenme. in bloom
: ieklenmi. in ull bloom : tam ieklenmi. blooming; health : tam
shhat Bran - pie (tub) : Bir toplant v.s.'de iinden piyango gibi
eya ekilen kepek dolu kova. Branch, n. & v. Dal; dallanmak.
Root and branch: Batan baa, tamamen. To branch out : Dalbudak
salmak; ubelere ayrlmak; kol tekil etmek. To brancb of : atallap
ayrlmak. Brand, n. & v. ks;damga(lamak) A brand from the
burning : Cehennemde yanmaktan. kurtulmu kimse. Brand - new :
Yepyeni, gcr gcr. To snatch a brand from the burning : Birini byk
bir tehlike veya straptan kurtarmak. To brand a man as a thief :
Birine hrsz yaftasn yaptrmak. Brash , n. Krlm ta veya buz. Teething
brash: Kk ocuklarn di karma rahatszl. Water brash : ( Med. ] Mide
ekimesi; mide sular; sanak. Weaning brash: Memelerin akamete
uramas. Brass n.& a. Prin(ten). Brass band : Bando, mzka. Brass
hats : Ordu erkn. Brass plate : Pirin levha. Brass ware : Pirin
letler. Brass wind : Pirinten yaplm alg borusu. Plenty of brass :
[Sl.] bol para. To get down to brass tacks : Asl meseleye gelmek,
ak konumak. To have a lot of brass : [SI.] ok cretkr olmak. Brave,
a. & v.Cesur; kar gelmek A brave show: Gzel bir gsteri veya
Piyes. To brave (something) out : (Bir eye) cesaretle katlanmak.
Brazen, a. Pirinten. tuntan.
Brazee - faced : Arsz, yzsz. To brazen it out (through) : i
pikinlie vurmak. Breach, n. Yark; krk; bozma. Breach of faith :
Va'dini tutmama. Breach of promise : Evlenme va'dini bozma. Breach
of peace : Asayii bozma, sknu ihlal. Breach of trust : Emniyeti
suistimal. To step into the breach : mdada yetimek. To throw
oneself into the breach : Tam zamannda yetimek (yardma vb.). Bread,
n. Ekmek. Breed and butter : Tereyal ekmek; [ Colloq. ) rzk, geim
yolu. Bread - card : Ekmek karnesi. Bread - corn : Ekmeklik zahire.
Bread-crumb: Ekmek krnts. Bread buttered on both sides : Saadet.
Daily bread : Gndelik, gnlk maiet. Bread - winner : Ekmeini
kazanan, aile Geindiren. He knows on which side his bread is
buttered : Menfaatinin hangi tarafta oldugunu biliyor. He has eaten
my bread and salt: O benim ekmeimi yemitir, benim sayemdegeinmitir.
To cast one's bread upon the waters : Karln beklemeden iyilik
yapmak, balk bilmezse Halik bilir. kablinden. To break bread with :
Birlikte yemek yemek, ayn sofrada bulunmak. To quarrel with one's
bread and butter : Ekmeiyle oynamak. To take the bread out of one's
mouth : Bakasnn rzkn almak, lokmasn azndan almak. Break v. &
n.:Krk(lk); krmak.
A bad break : Fena pot; ansszlk. A break in the weather: Havann
deimesi. A cry break from his lips : O bir lk kopard. To have a
break: Paydos yapmak. To make a break : Pot krmak, am devirmek. To
break against : Ykselmek. To break a lance with : Birisi ile boy
lmek, kuvvetini denemek. To break an appointment : Randevuyu
bozmak. To break a blow (faal etc.) : Bir darbe v.s.'nin iddetini
azaltmak. The break of day : afak. To break cover : Gizlendii
yerden darya kmak. To break ground : Toprak srme. ilk adm atmak,
teebbste bulunmak To break fresh ground : r amak To break someone
of a habit : bir adetten vazgeirmek. To break someone's heart:
Birine keder ve strap vermek; midini krmak To break one's journey :
Uzun bir seyahatte mola vermek yahut bir yerde kalmak. To break
one's word : Sznde durmamak. To break one's rest : Uyanmak. To
break one's spirit : dare etmek; hkmetmek ehliletirmek. To break
one's health : Shhatini bozmak. To Break a record in running :
Kouda birinci gelmek. To break the news : Haber vermek To break the
news : (gently) : Uygun bir dille haber vermek; altrarak haber
vermek (lm haberi v.s.). To break an officer : Subayn rtbesini
indirmek. To break a set : Takmn bozmak (gm vs).
To break laws : Kanuna kar gelmek; gayri meru hareket etmek. To
break loose (free) : Klelikten kurtulmak, azat olmak. To break open
: Zorla girmek veya amak. To break the ice : Yol amak, glkIeri
bertaraf etmek. To break the neck of: Belini krmak iinin sonunu
getirmek. To break wind : Yellenmek, osurmak To break the back of a
task:in en zor ksmn bitirmek, gl yenmek To break bulk: (Naut.)
Geminin ykn boaltmak, gemiyi tahliye etmek. To break of :
Terketmek, brakmak. To break open a safe : Kasay krp amak. To break
away : Koparmak; kap kartulmak; krlp kopmak; dalmak, ayrlmak; yarta
iaret verilmeden nceharekete gemek; uzaklamak. To break down :
Ykmak; krmak; ayrmak; yklmak, sakatlanmak, bozulmak,sarslmak; byk
bir teessrden dolay alamak; hastalanmak. To break forth : Fkrmak;
kopmak; patlamak. To break in: Krp girmek, krmak, zorla girmek;
altrmak; kmek; sze karmak; saldrmak, tecavz etmek. To break in upon
: Kesintiye uratmak; mdahale etmek, karmak, katlmak. To break in
upon a company : Bir grupa birdenbire karmak, kvermek. To break
into : Zorla girmek; ieri dalmak, inklab etmek. To break into one's
reserves : htiyattan sarfetmek. To break off : Koparmak, kesmek;
ayrlmak, kopmak; katetmek, bozmak. To break off an engagement :
Nian bozmak. To break off negotiations : Mzakereleri kesmek. To
break out : Patlamak, patlak vermek; kmak, kamak; kendini kaptrmak.
To break into pimples : Yz sivilce ile kaplanmak.
To break out into a sweat : Ter basarak; To break out a flag :
(Naut.) Bayrak tomarnn ipini ekerek bayra amak. To break out a sail
: (Naut) Yelken amak. To break through : Yarmak, kmak; zuhur etmek.
To break through opposition : Muhalefeti krmak. To break up :
Paralamak; datmak; skmek, ykmak; topra srmek; paralanmak; kmek;
dajlmak; devre sonunda tatil lmak (okul); bozulmak (hava). Bush:al,
allk do as you would be done by:sana nasl muamele etmelerini
istiyorsan bakalarna yle muamele et! three feet by two: Boyu eni
iki kadem. the meeting will be over by 5 clock: toplant her halde
saat bete biter. this orchestra is conducted by Cemal Reid Rey : Bu
Orkestra Cemal Reid Rey'in idaresindedir. This novel is written by
Tolstoy : Bu romann yazar Tolstoy'dur. This film is produced by
Henry : Bu filmin rejisr Henry'dir. The river passes by Amasya :
Nehir Amasy dan geer. cabinet n. Dolap. cabinet - maker : ince i
yapan marangoz. cabinet - work : ince marangozluk. filing cabinet :
dosya dolab. caboodle n. kabalk. the whole caboodle : [ Colloq. ]
Srsepet; cmbr cemaat. cain, n. hayta, kabil to pay the cain : ceza
ile &demek (tazmin etmek). cajole, v. kandrmak
to cajole someone out of something birini kandrp bir ey
koparmak. cake , n. kek, rek a cake of (meat) : bir para (et).
caked with dirt : pislik iinde. caks and ale : hayatn zevkleri.
like hot cakes : kaplyor, kapan kapana, sratle; cretle. to take the
cake : Birincilii kazanmak, mkafat almak. you can't eat your cake
and have it too: Bir eyi hem sarfedip hem de ona sahip olamazsn do
as you would be done by:sananasl muamele etmelerini istiyorsan
bakalarna yle muamele et! Three feet by two: Boyu eni iki kadem.
the meeting will be over by 5 clock : toplant her halde saat bete
biter. this orchestra is conducted by Cemal Reid Rey : Bu Orkestra
Cemal Reid Rey'in idaresindedir. This novel is written by Tolstoy :
Bu romann yazar Tolstoy'dur. This film is produced by Henry : Bu
filmin rejisr Henry'dir. The river passes by Amasya : Nehir Amasy
dan geer.
cabinet n. Dolap. cabinet - maker : ince i yapan marangoz.
cabinet - work : ince marangozluk. filing cabinet : dosya dolab.
caboodle n. kabalk. the whole caboodle : [ Colloq. ] Srsepet; cmbr
cemaat. cain, n. hayta, kabil to pay the cain : ceza ile &demek
(tazmin etmek). cajole, v. kandrmak
to cajole someone out of something birini kandrp bir ey
koparmak. cake , n. kek, rek a cake of (meat) : bir para (et).
caked with dirt : pislik iinde. caks and ale : hayatn zevkleri.
like hot cakes : kaplyor, kapan kapana, sratle; cretle. the goods
are sold like hot cakes : Mallar kaplyor, ok abuk satlyor. to take
the cake : Birincilii kazanmak, mkafat almak. you can't eat your
cake and have it too: Bir eyi hem sarfedip hem de ona to feel a
call to... :, inde (vicdannda) duymak. to give a tall : Seslenmek;
telefon etmek. there's no call for rejoicing : Ortada sevinecek bir
ey grmyorum (yok). to pay a call on someone : Birini ziyaret etmek.
to put a tall through : Uzak mesafeye telefon etmek. within call:
agrlnca iitebilecek bir mesafede. London Calling! : Buras Londra
(radyo). he is called Ahmet : smi Ahmettir. he called me a liar :
Yalanc olduumu (yzme kar) syledi. to called after : simlendirmek,
ismini sylemek; peini brakmamak. To call someone or something after
someone : Bir kimseye veya bir eye birinin adn vermek. To call at :
Ziyarel etmek, uramak, gemek. To call a spade a spade: Beyaza beyaz
demek. ak ve sarih konumak doruyu konumak. To call a greeting to :
Szle selmlamak. To call a halt in : Mola vermek.
To call hack : Karlk vermek; cevabn vermek: tekrar uramak. To
call back to life : Canlandrmak; tazmin veya telfi etmek. To call
someone back : Birisini geri armak. To call back to someone : Dnp
,birini agrmak; bararak birine cevap vermek. To call before :
Huzuruna armak. He calls himself a doctor : Kendisinin doktor
oldugunu sylyor. To call down : Davet etmek. To call down the
curses of heaven upon: Allahn lanetini yadrmak. To call for :
Birine seslenmek; birini artmak; istemek; icabetmek; zaruri klmak;
talebetmek; ugrayp almak. To be (left till) called for : Gelinip
alnacak. To call for help : Yardma davet etmek. To call for justice
: Birinin adaletine confess : ItIraf et confess : ItIraf confess :
Hrsz nihayet arabay aldn itiraf etti. confess : The thief has
confessed at last that he had stolen confess : acknowledge confess
: admit+v ing confess : f. itiraf etmek confess : itiraf etm.,
ikrar etm.a; confess : the car. confess : to allow to enter +v ing
CONJURE yalvarmak, (UP) by yoluyla armak contempt : hor grme aalk
olma nefret, kk grme, riayetsizlik; convinced : inandrma COUCH
yatak, divan, yatmak, melmek CRAM doldurmak, tkmak CURSE lanet,
beddua, kfr, lanetlemek To cut in fine : nce doramak (kesmek). To
cut off : Kesip atmak. ayrmak. To be cut off : lmek: inktaa uramak.
To cut off with a shilling : Miras brakmamak
To cut one's coat according one's cloth: [Prov. ] Ayan yorganna
gre uzatmak To cut one's stick : [Colloq.] Tabanlar yalamak. svmak,
srra kadem basmak: To cut at: Kesip karmak. hazrlamak; bir rakibin
yerini almak; bimek;oymak: [naut.] bir limana girip bulduu gemiyi
zorla alp gtrmek. To cut someone out : Birinin bir ite yerini
almak: vris olmak. To cut someone short : Szn kesmek. He is cut out
for his job : Bu i onun iin biilmi kaftandr. To cut the
acquaintacee of a person : biriyle alkasn kesmek. To cut the outlay
for: Masraf ksmak. To cut to pieces : Para para etmek. To cut
prices: Fiatta tenzilt yapmak,.iskonto etmek. To cut to the heart :
Kalbine yara amak. To cut to the bone : Kknden kesmek. To be cut
up: Kendini zmek. ok mteessir olmak. To cut up : Vramak. paralamak;
bozmak. To cut up nasty (ugly): [sl.] Hiddete kaplmak; tehditkr
olmak. To cut up rough : [Colloq.] Hiddetlenmek. fkelenmek. To cut
up well : ok para brakmak. To cut under: Ucuzlutmak, tenzil etmek,
Very cut up at : [sl.] Meyus. hznl To cut a corner : Keyi dnmeyip
kcstirmeden gitmek; keye srnerek virajyapmak (otomobil). To cut
across country : Krdan kestirme gitmek. To cut a lecture :
[Colloq.) Bir ders vermek, konferans vermek. To cut and run :
(Naut.] palamar kesip sratle uzaklamak: [Fig. sratlesvmak. To cut a
dash : Hokkabazlk etmck, komik hareketler yapmak.
To cut a figure : Roy gstermek. To cut a tooth : Di karmak
(oukl) To cut a coat : Bir ceketlik kuma kesmek: ceket dikmek. To
cut a person : Birini grmemezlikten, (ttanmamazlktan) gelmek. To
cut appointments : Randevuya gelmemek. To cut from : Kesilmek. To
cut ice : Aldatmak. 5aka etmek. To cut across (through) : iinden
gcorek doru gitmek: To cut a caper : Srayp oynamak, yaramazlk
etmek. To cut away : Kesip karmak. To cut away from : Alakasn
kesmek. To cut back : Yontmak; ksaltmak: [Colloq.) sratle dnp geri
gitmek. To cut down : Kesmek: ksmak: bimek: brakmak: indirmck fiat
v.s.). . To cut each other to pieces : Birbirine ktlk etmek. To cut
in : Sze kari;m,ak; yar;ta rakibinin yolunu kesmek: (card)
oyundabirinin yerini almak. To cut into : Yarmak: bir para kesmek:
sze karmak. To cut it short : Ksa kesmek, laf veya meseleyi
uzatmamak: kesilmek. dab n. & v. hafife vurmak. a dap at:
[Colloq.] stidatl (bir eyde) mahir; zeki. To be a dap (hand) at
something: Bir ii yaman bilmek. To dab at : Ovuturmak. Dabble
v.Suya sokup karmak To dabble in something : Biraz megul olmak,
biraz bilmek. Dagger n. Kama, baner
To be at dagger drawn : birbirinin kanna susamak; can dman
olmak. To look dagge at someone : Bir kak suda boacakm gibi bakmak.
Dally v. Haylazlk etmek. To dally with Bir eyle oynamak, bir eyi
ciddiye almamak. To dally with someone : Birini oyalamak oynatmak.
Damage n. Zarar, ziyan. To lay damage: Zarar ve ziyan hesaplamak.
To make good damage : Zarar ve ziyan tazmin etmek Damn n. d& v.
Kfr; lanetlemek Damn it! (God damn you!) : Hay All mstehakn versin!
Damn your eyes! : Hay Allah gzn kr etsin! krolasca! Do your
damnedest : Elinden geleni arkana koyma! Don't give (care) a damn!
: Kulak asma bo ver! I'll see him damned frst : Dnyada olmaz It's
not worth a(twopenny) damn : on para etmez. To damp down: (Atei)
klle rtmek. To damp off : Rutubetten rmek. To throw damp over :
mitlerini suya drmek, kadrini krmak. To put a damp on the company :
Toplantya souk bir hava getirmek. damper n. Rutubet verici ey. To
cast a damper on a party : Bir toplantnn tadn tuzunu karmak. To
cast a damper on one's life : Birinin hayatn zehir etmek. To cast a
damper on someone : Birinin azndan burnundan getirmek. dance n.
& v. Dans(etmek). To dance around : Etrafnda dansetmek.
To dance attendance on someone : Birinin etrafnda drt dnmek
(rpnmak). to dance for joy : Sevincinden takla atmak. To dance to :
...'ye gre dansetmek. They danced to the msic of the orchestra :
Onlar orkestrann mziine uygun olarak dansettiler. To dance with
rage : Hiddetten tepinmek. To give a dance : Bir balo tertip etmek.
balo vermek. To lead a person a dance : Birinin bana i amak, birini
eziyete sokmak. to make him dance to a different tune : Ben ona
gsteririm, ben ona dnyann ka bucak olduunu anlatrm. dander n. fke,
hiddet. To get one's dander up (to have one's dander raised) :
Hiddeti beynine sramak. danger, n. Tehlike. danger from : ...'dan,
.:.'den tehlike. There is a danger from cold this year Bu sene hava
tehlikeli derecede souk. dangle (3), v.8ark(t)mak. To dangle after
(around) someone : Peinden koaiak (birinin). To dangle somethin
before : Cezbetmek iin bir eyi gstermek (v detmek). deaf : sar deaf
: sar ve dilsiz deaf : in sesini bogmak; deceptive : aldatici
deceptive : aldatarak diverse : cesitli, muhtelif, degisik diverse
: farkllk destiny : kader
destiny : kader destiny : kader; talih. disgruntle (f.) zmek,
skmak. disgruntled (s.) zgn, can sklm. I won't be drawn, : Azmdan
lf alamazsn. I had to draw upon my savings : Tasarruf ettiim
paradan alp sarfetmeye mecbur oldum. Drawing n. Resim ekme Drawing
block : Resim kad bloku. Drawing board : Resim tahtas. Drawing book
: Resim defteri. Drawing compasses : Resim pergeli. Drawing master
: Resim hocas. Drawing mill : Telhane, haddehane Drawing room :
Kabul salonu; salon. Drawing pen : Cetvel kalemi. Drawing pin :
Pnez (raptiye). Dread n. Korku, dehet. To stand in dread of :
...'den ylmak. Dreadfull, Korkun, mthi. Penny dreedful : Korkun
hikveler. Dream n. & v. Rya(grmek). Day dream : Kuruntu, hlya.
. To dream of : Tahayyl etmek, tasarlamak, dnmek; zannetmek, ummak.
Should not dream of doing that : Bunu katiyen yapmam. Little did I
dream : Hayalimde bile yoktu. To dream away : Bouna vakit
kaybetmek, vaktini israf etmek.
To dream up: [Colloq.] Hayat kuvvetiyle bulmak, tasavvur etmek.
Dree v.ekmek.tahamml etmek. To dree one's lot : Mukadderatna boyun
etmek. kaderine katlanmak. Dreg n. Tortu, pose, telve. To drain to
the dregs: Son damlasna kadar imek. Dregs of society : Ayak takm.
Not a dreg: Hibir damla, hibir tane, hibir para Dress n. & v.
Elbise: giydirmek. Dress circle : Vaktiyle ancak resm akam elhisesi
ile girilen tiyatro hususi koltuklar ksm. balkon. Dress coat :
Kuyruklu caket. f'rak. Dress goods : Kadn esvahna mahsus kuma Dress
guard : Etei muhafaza etmek iin bisiklet v.s.'nin arka tekerleine
konulan tertibat. dun v.Israrla alacan istemek to be duned on all
sides : Uan kua borlu olmak dusk, n. Az karanlk. It's growing dust
: Hava kararyor. at dusk : Hava kararrken, akam st. dust n. &
v. tos tos atmak. Dust and heat : Mcadele meakkati. Dust - cart : p
arabas. Dust - coat (cover) : Tozdan ve kirden korunmak iin i
gmlei, v.s. Dust - collector : Toz yuvas, toz kapan. Dust - filter
: Toz filtresi. Dust and ashes : Nedamet.
Dust - heap : Toz veya sprnt yn. Dust - pan : Fara Dust - shot :
Kum sama. Dust storm : Kum (toz) frtnas To bite the dust : Yaral
veya l olarak dmek. To humble to the dust : Tezlil etmek. To lick
the dust : Yaralanp veya lp dmek; yerde srnmek; kendini alaltmak.
To raise a dust: Kargaalk karmak, kyameti koparmak. To kick up the
dust: Toz karmak; mesele yapmak. To shake off the dust of one's
feet : Brakp gitmek, ayann tozunu silkmek. To throw dust in
someone's eyes : AIdatmk maksadiyle birinin dikkatini baka tarafa
ekmek, birinden hakikat gizlemek. To turn to dust and ashes :
Kullanlmaz hale gelmek, battal olmak. To dust one's jacket : Birini
dvmek. To dust the eyes of : Aldatmak. Dutch, Hollandal;
Holandal'ya ait. Dutch auction : Mteri zuhur edinceye kadar fiatn
indirildii mezat. Dutch brick : Sert tula. Dutch cheese : Szme
peynir. Dutch courage : kiden ileri gelen lgnca cesaret. Dutch oven
: Bir ak hava oca nnde et v.s. kzartma mahsus sa veya tenekeden
yaplm; frn. Dutch treat : Birka dost arasnda tertip edilen toplant
elude : kaamak yap elude : den; elude : kacamak yapmak,siyrilmak
elude : tutulmaz,ele gecilmez evasion:kainma evasion : kainma
kacmak To make (a person) open his eyes : (Birini) artmak. To lay
eyes on (a thing) : (Bir eye) gz olmak, gz dikmek.
To open one's eyes to : Hakknda tenvir etmek, birinin gzn amak,
fikir vermek, zihnini aydnlatmak; hayretle bakmak. To pipe the eye
: Gz ya dkmek; alamak. To see eye to eye : Ayn fikirde olmak,
uyumak, anlamak. To see half an eye : Gz ucu ile bakmak; bir bakta
grmek. To set eyes on (a thing) : (Bir eye gz dikmek, (bir eyde) gz
olmak. To set eyes open : Grmek. Up to the eyes in work : i bandan
akn, ok meguL To view with a friendly eye : efkat gz i1e bakmak,
arkadaa bakmak. To wipe one's eye : ahmakln yzne vurmak, yzne kar
sylemek. With an eye to : Hesaba alarak, dnerek. With half an eye :
Bir bakla. To hang on by the eyes : Tehlikeli vaziyette olmak. To
eye someone with : Szmek, gzden geirmek. To look (a pcrson) in the
face : (Birinin) yzne,bakmaktan ekinmemek. To look death in the
face : lm gze alarak. To hit (a person) in the face : (Birini)
tokatlamak. . To lose face : tibarn kaybetmek. To makc facrs
at:'Surat etmck, yzn ekitmek, yz krtrmak. To pull (wear) a long
face : Suratn asmak. To put a good (bold) face on : Karsnda cesaret
gstermek. To put a new face on : in eklini deitirmek. To one's face
: Aka, yzne kar. To save one's face : Ak rezaletten saknmak,
erefini kurtarmak. To set one's face against : Kar gelmek,
mukavemet etmek. To show one's face : meydana kmak, kendini
gstermek.
What face can you put on: Ne cesaretle? Ne kstahlk! Facing n.
Kaplama. To put through one's facing: [Colloq.] Sorguya ekilmek,
iin hesabn vermeye mecbur edilmek. Face , n. & v. Yz: karlamak.
About face : [Mil.1 Geriyc dn! . Face card : Resimli iskambil kd.
Face down : Yzst, yzkoyun. Face lifting : Gzellemek iin yallarn
yzleri zerinde yaptrdklar ameliyat. Face powder : Yz pudras. Face
to face : Yzyze, kar karya. Face to face with : Kar karya. Face
value : tibari kymet. In the face of : Huzurunda, karsnda; yzne
kar. In the face of day : Aka. On the face of it : Grne gre. To
face down : Kar durmak, cesaret gstermek; skOt ile veya kstahlkla ,
muhasmm susturmak. To face out : Hayaszlk gstermek. To face the
enemy : Dman metanetle karlamak. To face up : Karlamak, gs geirmek.
It's my fault: Kabahat benim. To be at fault for an answer : Cevap
verememek . Kind to a fault : Msamahakr; efkatli. To a fault :
fratla. To be at fault : Kabahatli olmak yanlmak
To find fault with (a person) : (Birine). kusur bulmak , tenkid
etmek. Through no fault of : Kabahati olmadan. Favour n. &
v.Tevecch,ltuf tafartar olmak. hogrmek. By favour of : Eliyle,
vastasiyle. Do me the favour of : Lutfen. In favoor of : Lehinde.
taraftar. In his favour: [Com.] Emrine (ek) lehinde. Out of favour
: Gzden dm kabul edilmemi, tasvip olunmam In favour: Tasdikli,
kabul edilmi. To ask (beg) a favour : Rica etmek, yalvarmak, iyilik
beklemek. To bestow. favours of : ltifat gstermek. To curry favour
: Yaltaklanarak kendini sevdirmeye almak, mdahane etmek. To do (a
person) a favour : (Birine) iyilik yapmak. To drink a favour: Sevgi
veya dostluk erefine iek. The child favours his father : ocuk
babasna eker. Under favour of (a thing) : (Bir eyin) yardmyla:
sayesinde, msaadesiyle. With your favour: Sayenizde. Your favour of
the l4th july : 14 Temmuz tarihli mektubunuz. Ill favoured : irkin.
Most favoured nation clause : En ziyade mazhar msaade millet kayd.
Well favoured : Gzel, gsterili. To favoured with: Tenezzl etmek.
Fawn n. Geylk yavrusu Fawn coloured : Ak sarms kahverenginde In
fawn : Gebe (Geyik). To fawn on (upon) : ok okamak, sevgi ifadesi
olarak yalamak (kpek)
Fay n. Peri By my fay : lmanm hakk iin. To feed up : Fazla
yedirmek; semirtmek. To be feed up (with vegetable) : (SI.) (Sebze
ile) tamamen doymak. To feed the flames : Atei krklemek sobaya kmr
veya odun atmak. Feel v. hissetmek. From the feel of it :
Dokununca, hissedince. To feel after : Aramak, el yardmiyle aramak;
karanlkta aratrmak. To feel blue : bedbin olmak. To feel cold :
mek. To teel for : Acmak, ihtiyatla aramak. To feel hot : Isnmak,
zerine scaklk basmak. To feel in one's bones : Tam sebebini
bilmeden kuvvetle hissetmek. To feet keenly : Kuvvetle hissetmek,
derin bir 'duygusu olmak. To feel one's way : Karanlkta bocalamak,
karanlkta yerini bulmaya almak, ok dikkatli ilerlemek. To feel
lighter : ferahlamak. To feel like (eating) : Can (yemek) istemek.
To feel like oneself : yi olmak. tam shhatte olmak. To feel of : EI
ile yoklamak. To feel one's legs : Yadrgamamak. To feel one's oats
: Pek canl olmak (at); kibirli olmak, bbrlenmek. To feel one's
pulse : Nabzna bakmak. To feel one's way : Yava ve ihtiyatla
gitmek. To feel oat: Varln hissetmek.
To teel quite oneself : yi olmak, tam shhatte olmak. To feel up
to : ktidar olduunu hissetmek, yapacak halde olmak. To feel unwell
: Keyfi bozuk olmak; rahatsz olmak. To feel well : Keyfi yerinde
olmak, kendini iyi hissetrriek. Feeling n.his, duygu food feeling :
Arkadalk, samimiyet. To hurt one's feeling : zmek, I have a feeling
(that) : imde bIr his var, bana yle geliyor ki To face the music :
Zorlua kar sebat gstermek; cezaya katlanmak. The feathered tribe :
Kular lemi. To tar and teather: Hakaret iin birine katran srp stne
ty yaptrmak; aleme maskara etmek. The feathered game: (Colloq.) Av
kular: Feature n. & v. To have as chief feature : Balca
hususiyeti olmak, ba rol oynamak, ba rolde olmak. To feature
anything : Bir eye nemli bir yer vermek, ehemmiyetle zerinde
durmak. Federation Imperial federation : [Polit.]
Britanyaimparatorluu mstemlekelerinin imparatorluun umumi
masraflarna ve idaresine itirak iin birlemesi usul. Social
federation : Tarihte sosyal federasyon. Fee, n. & v. Club fee :
Klp creti. Night's Fee : Tmar, Lawyer's fee : Avukat creti. License
fee : Ruhsatname creti. School teee : Okul creti.
To fee a porter : Hamala bahi vermek. To hold in fee : Mlk
olarak tasarruf etmek, mlke tam sahip olmak. Feed v.& n. Yem;
beslemek. At feed : Besli halinde, beside. Fed up with : ok
doyu;bezmi. bkm: usanm. Feed cock : Besleyici musluk. Feed line
(Pipe) : besleyici boru. Feed tank (trough) : Lokomotif su deposu.
Feed,valve : Besleyici valf. Feed water : Kazan suyu. Off one's
feed : itahsz. On the feed: beslenmekte;.otlanmakta. Out at feed :
Otlakta. To be fed ep with : ok doymak; bezmek. To feed down :
Mtemadi olarak bakmek; bir aleti daima iler halde bulundurmak;
otlatarak beslemek. To feed on (upon) : Karnn ,doyurmak; otlanmak;
... ile beelemek. To feed up : Fazla yedirmek; semirtmek. To be
feed up (with vegetable) : (SI.) (Sebze ile) tamamen doymak. To
feed the flames : Atei krklemek sobaya kmr veya odun atmak. Feel v.
hissetmek. From the feel of it : Dokununca, hissedince. To feel
after : Aramak, el yardmiyle aramak; karanlkta aratrmak. To feel
blue : bedbin olmak. To feel cold : mek. To teel for : Acmak,
ihtiyatla aramak.
To feel hot : Isnmak, zerine scaklk basmak. To feel in one's
bones : Tam sebebini bilmeden kuvvetle hissetmek. To feet keenly :
Kuvvetle hissetmek, derin bir 'duygusu olmak. To feel one's way :
Karanlkta bocalamak, karanlkta yerini bulmaya almak, ok dikkatli
ilerlemek. To feel lighter : ferahlamak. To feel like (eating) :
Can (yemek) istemek. To feel like oneself : yi olmak. tam shhatte
olmak. To feel of : el ile yoklamak. To feel one's legs :
Yadrgamamak. To feel one's oats : Pek canl olmak (at); kibirli
olmak, bbrlenmek. To feel one's pulse : Nabzna bakmak. To feel
one's way : Yava ve ihtiyatla gitmek. To feel oat: Varln hissetmek.
To teel quite oneself : yi olmak, tam shhatte olmak. To feel up to
: ktidar olduunu hissetmek, yapacak halde olmak. To feel unwell :
Keyfi bozuk olmak; rahatsz olmak. To feel well : Keyfi yerinde
Olmak, kendini iyi hissetrriek. Feeling n.his, duygu Food feeling :
Arkadalk, samimiyet. To hurt one's feeling : zmek, I have a feeling
(that) : imde bIr hisvar, bana yle geliyor ki To fly in the face of
: Aktan aa sz dinlememek; alenen meydan okumak, birine isyan etmek.
To have the face : Yz tutmak, cret etmek; kstahlk etmek. filthy :
kIrlI filthy : kirli, pis To be in a funk : Dehet veya korku iinde
olmak.
Fur n. Krk. A furred tongue : [Med.] Pasl dil. Fur and feather :
Krkl veya tyl hayvan, veya av kuu. To make the fur fly : Kavga
karmak. To stroke a person's fur the wrong way: sinirine dokunmak,
sinirlendirmek. Furious a. Kzgn. At a furious pace : Byk bir
sratle. Further adv. Daha, fazla. I have no further questions :
Baka sualim yoktur. To further one's plans : Plann tatbiki iin
ugramak. Fury n. Kzgnlk, hiddet. In a fury : fkeli. Like fury:
[Colloq.]Hiddetle; ok hzl. To rain like fury : Bardaktan boanrcasna
yamak (yamur). Fuss n. & v. Tel(etmek). To fuss over : Tela
gstermek. To make fuss about : Merak etmek, endie etmek. Future n.
istikbal, ati. A future state : Ahret. For the future : Bundan
sonra; artk. He has a future : O ykselecek, istikbali parlak, byk
adam olacak. To deal in future : Fiatn artp eksilmesini dnmek, alm
ve satmda ilerisi iin tedbirli davranmak. Gab, n. palavra. The gift
of the gab: [Colloq.] yi veya ok konuma kabiliyeti
Gad n. sama, bo laf giddy : ba dnen basi donmus; hafifmesrep By
god! : Allah hakk iin! Gaff n. Balk kancas. Penny gaff : Ucuza mal
olan elence; bir penilik kumar, ikisine .kumar. To blow one's gatt:
[Sl.] Birinin srrn meydana karmak; haber vermek; fiyakasn bozmak.
To commit a gaff : Pot krmak, bilmiyerek birinin kalbini krmak,
gcendirmek. Gage: n. Rehin, teminat. The weather gage : [Naut.]
Rzgr st. The lee gage : [Naut.] Rzgr alt. To throw down the gage :
Eldivenini (eski vlyelere ait) yere atmak, delloya davet etmek,
meydan okumak. Gain v. Kazanmak To gain a foot - hold : Mesnet elde
etmek. To gain a step up in rank : Terfi etmek. To gain admittance
to : Msaade elde etmek. To gain control over : ... zerine hakim
olmak To gain for : ... iin kazanmak. To gain from : ...dan, ..
'den kazanmak. To gain ground : inde ileriye gitmek: terakki etmek;
yerlemek. To gain on (upon) : Yaklamak; sarkntlk etmek, tecavzde
bulunmak. To gain ground upon: Yarta yaklamak. To gain over :. Her
cihetle stn olmak. To gain the ear of : Sempatisini kazanmak. To
gain the upper hand : Muzaffer olmak.
To gain the time : Vakit kazanmak, oyalamak. To gain the wind :
[Naut.] Baka bir geminin rzgr st tarafna gemek: The gainest way :
En ksa yol. Gales , n. Kuvvetli rzgr. Gales of laughter : Kahkaha.
Gallery n. Dehliz To play the gallery : Kaba ekilde alklamak.
Gallop v. Drtnala komak To gallop back to : Sratle geri dnmek To
gallop up to : Drtnala gitmek. Gamble v. Kumar oynamak To gamble
away : Kumarda kaybetmek. Game n. Oyun. A game leg : incinmi bir
bacak. A game person : Kavgac bir adam. Gigle: kkr kkr glmek,
kkrdamak Grip:Skma, kavrama, el skma, el, pene Glass culture : Cam
altnda fidan yetitirme usul. Glass cutter : Cam kesici kimse veya
alet. Glass oven : inde cam piirilen frn. Ground glass: Buzlu cam.
looking glass : Ayna. Magnifying glass : Pertavsz, byten cam. Pane
of glass: Pencere cam. Plate glass: Kaln ve dz cam. Spun glass :
Mayi iken ince tel haline getirilen cam.
Stained glass : Renkli cam. Swing glass : Tuvalet aynas. The
glass is falling : Barometre havann bozulacan gsteriyor. To have a
glass too much : Sarho olmak, fazla karmak (iki). Watch glass :
Saat cam. Glass house n. Limonluk. To lie in glass - houses : Bir
i' veya fikir sahasnda tenkide maruz kalmak. Glim n. Ik. To douse
the glim: Is sndrmek. Gloria: int. Hamt duas. Gloria in exelsis! :
[L.) Nazar demesin! hamdolsun! Gloria Patri : [L.] Elhamdlillh.
Gloria Tibi : [L.] Allahm sana hamdolsun. Glory n. an, ihtiam. In
qlory : Ahiret saadetihe mazhar. lt was a Glory in history :
Tarihte bir zaferdi. He is in his glory today : Bugn yz glyor,
keyfi yerinde. To go to glory : lmek. To be in one's qlory : Keyfi
yerinde olmak, elenmek. Old qlory :Amerikan bayra. Vain glory :
Gurur, kendini beenmeklik. Glorious: a. anl, parlak: To have a
qlorious time : Mesut bir vakit geirmek. To make a glorious mess of
the room : Oday altst etmok. Glove n. Eldiven. .
Glove stretcher : Eldiven maas. To fight without glove :
Eldivensiz boks istekle mcadele etmek; merhamet gstermek. To handle
with gloves : Kzdrmamak iin birisine yumuak davranmak. To take up
the glove : Delloyu kabul etmek. To throw down the glove : Harb iln
etmek; delloya davet etmek, meydan okumak. To be hand in glove :
Samimiyet gstermek ve ibirlii yapmak. ' To handle without gloves :
Kabaca muamele etmek, nezaketsizlik etmek. To fit like a glove :
Eldiven gibi uymak, tam kalbna gre olmak, biilmi kaftan olmak. Glow
v. & n. Parlt; parldanmak. To glow over : Parlamak. All of a
glow (in a glow) : Heyecan veya spordan hararetlenmi. To speak in
glowing terms : Koltuklarn kabartmak, pofpoflamak. Gnat n.
Sivrlsinek. To strain at a gnat and swallow a camel. [Prov.]
Deersiz cyde cimrilik ve byk eyde msriflik yapmak, hovarda olup
icabnda be kuruu aramak; bir pire iin yorgan yakmak. Go v. [p. t.
Went, p. p. Gone) Gitmek A good rule to go by : yi kanun, takibe
deer. Far gone : ok ilerlemi, i ilerlemi; lm yaklam. Go ahead! :
Bala! Devam et! Go to! : Haydi! Gel artk! Go to Bath (Jericho,
Putney) : Defol! Go along with you( oh, go on)! : Adam sende! Hadi
git uradan! Ahmaklk etme! Great go : [Eng. Univ. SI.] Genel snav Go
- as - you - please : Keyfi, scrbest, istenildii gibi.
Go-getter: Ekmeini tatan karan. It goes like this : Byle sylyor,
bu ekilde. It goes without saying : Sz gtrmez, sylemee lzum yok, i
aikar. It goes to his head : Bana vuruyor, sersemletiyor (iki,
v.s.) God of this world : eytan, iblis. God grant! : nallah, Allah
vere. God fearing : Allahtan korkar, dindar. God forbid! : Allah
gstermesin! maazallah! , haa God speed you! : Yolunuz ak olsun!
uurlar olsun! God bless me! : Allah, Allah! Maallah! Good God! :
Aman Yarabbi! God bless you! : Allah sizi korusun; maallah God - a
- mercy! : Allah acsn! inayet olsun! God of war: Harb ilah (Mars
veya Jpiter) Merih yldz. God of wine : arap ilh (Baks). God's truth
: Tam hakikat, asl hakikat. God of love (The blind god) : Ak mbudu
(kpid). God wot : Allah bilir ki. God save the King! : Yaasn kral!
God's acre : Mezarlk; mezar. God's image : nsan vcudu. God's lid :
Allah ahit olsun. God willing : nallah, Allah isterse. God knows :
Allah bilir. God praise! : Maallah! nazar demesin!
For God's sake! : Allah akna! Fear him who fears not God!:
(Prov.] Allahtan korkmayandan korkulur. To hang back (off): Tereddt
gstermek. To hang down : Sallanmak, asl durmak. To hang fire : Ate
almamak; [lig.] tereddt gstermek; l gibi davranmak. To hang heavy :
Yava gemek (zaman). To hang in doubt : ntizarda kalmak, gz yolda
kalmak. To hang on (upon) : Yanna sokulmak; zerine yk olmak; zerine
dayanmak; dikkatle dinlemek; yapmak, sarlmak. To hang on by the
eyelids: [Colloq.] Ucundan ilitirmek. To hang one's head : Utanmak,
mahup olmak. To hang out : Sarkmak; sarktmak. To hang over :
Aslmak, abanmak; banda olmak (i v.s.); tehdid etmek; eskidenkalm
olmak. To hang together : Yanyana gelmek; birbirini tutmak; daima
beraber olmak, birbirinden ayrlmamak. To hang up : Asmak: mddetsiz
olarak askda brakmak; kapamak (telefon). To get the hang of : Fikir
yahut mnasebetini anlamak; huyunu kapmak. I'll be hanged: : Lnet ve
yaygara nidas, khrolaym. Hanging n. &. a. As(l)ma Hanging
committee : Sergide resimleri asp tehir eden komisyon. Hang garden
: Asma bahe. Hang guard : Kl ile mdafaa yeri veya vaziyeti. Hanging
valve: Otomatik valf. Happen v. Olmak, vukubulmak. To happen on :
Tesadfen bulmak.
Happy a. Mesut Happy dispatch : Japonlarn karnlarn deerek
intihat usul, harakiri. Happy family,: detleri aykr olan kk
hayvanlarn bir arada yaamas . (kafes iinde olduu gibi) mesut aile.
Happy - go - lucky : Gamsz, kaygsz. Harbour n. Liman. To harbour
evil thoughts : Fena dncoeler beslemek. Hard a. & edv. kat,
sert; zor. A hard bargain : Sk pazarlk. A hard master : Sert bir
patron Household gods: [Myth.] Evbark yahut ocak ilhlar; [fig.]
insann btn mal ve mlk (olanca serveti); evde pek kymetli tutulan
eya. f Ged closes one door He opens a thousand new ones : [Prov.]
Allah bir kapy kaparsa baka bir kapy aar. To be a little tin god :
Bbrlenmek, kendini dev aynasnda grmek: Thank God: Hamd olsun, ok
kr. . To god it : Tanrlk taslamak; tanr yerine koymak. To bid one
God speed : Teyi etmek, yolcu etmek, geirmek. To serve God and
Mammon : Hem Allaha hem paraya tapnmak. Under God : Evvel Allah,
Allahn yardm (izni) ile. . With grace of God! : nallah! Would to
God : Keke. Allah vere de Ye Gods! : Allah Allah! Hayret! Ye Gods
and little fishes! : Aman Yarabbi! Going n. gidi gitme. A going
concern : Yolunda giden bir i.
Goings on : Olup bitenler, hal ve hareket (ekseriya fena mnada).
Going down : Bat; gurup. Going order : lemek iin elverili sra veya
art. Going like hot cakes : yi sat. I am going to do this : Bunu
yapacam. It is going on four o'clock : Saat drde geliyor.
Nothinggoiog on: Hibir ey yok, faaliyet yok. One of the best men
going : En iyi insanlardan biri. The best that are going : in en
iyisi. To set the clock going : Saati iletmek. Gold n. Altn. A
heart of gold : Sf ve temiz yrek. Dead gold : Ham altn. Gold
amalgam : Civa ile altn karm. Gold basis : Altn e sas. Gold beater
: Varak. Gold brick : Kymetli grnen kalp ey. Gold Coast : Afrik da
altn sahili. Gold digger : Altn araycs; [sl.] erkeklerden para
szdran kadn. Gold dust : Altn tozu. Gold field : Altn madeni sahas.
Gold foil : Altn varak, altn plk. Gold lace : Srma, klaptan. Gold
leaf : ok ince altn varak.
Gold rush : Altna hcum, altn madeni sahalarna gsterilen rabet.
Gold standard : Para deerine altn esas tutma usul, attn esas. Gold
thread (wire) : nce altn tel. To sell someone a gold bick: Birini
dolandrmak. Old gold : Donuk altn rengi (renkli). She is pure as
gold : Halis altn gibi kizdr. Golden a. Altndan mamul Golden
wedding : Evliliin ellinci yldnm. hell : cehennem, azap ekilen yer,
cehennem azab, th be!, Hellenic, kumarhane, Hay Allah!, zevk,
yksek, tamu, amata, aka, Kahretsin!, gr gr, felaket, elence, ok
skntl yer, ok fazla, ok, ar, byk sknt, artk kutusu, skarta tenekesi
To bring down the house : ok alklanmak; herkesi gldrmek. To clean
house : Ev temizlemek, i v.s.'de temizlik yapmak. To eat someone
out of house and home : Bakasnn evinde bulunan her eyi yiyip
tketmek. To keep house : Ev idare etmek. To keep open house : Her
gelen misafiri arlamak, misafitperver olmak. To keep the house :
Evde oturmak, dar kmamak. To put (set) one's house in order :
lerini dzene koymak. They who live in glass houses: should not
throw stones : Sra evde oturan bakasna ta atmamaldr. To housee in :
Yerletirmek. To house the seroplane : Uag hangara koymak. Household
ev halk; eve ait Household bread : Ev ekmei; ikinci snf ekmek.
Household gods : Ev bark; bir evin en kymetli eyas.
Household stuff : Ev eyas. Householf troops : Hassa askeri,
krallarn maiyetinde bulunan asker. Household word: Harcalem kelime.
How adv. Nasl How are you? Naslsnz? How do you do? : Naslsnz?,
merref olduk. How d'ye do : (Colloq.) Can skacak vaziyet. How goes
it? : Ne Alemdesiniz?, iler ne halde? How is that for pretty? :
Gzel degil mi?, hounuza gitmiyor mu? How now (How then)? : Bu da ne
demek? How so? : Bu nasl olabilir? To hug one's chains : Seve seve
kle olmak, kurtulmak istememek. To hug oneself : Gizli bir sevin
iinde olmak. To hug the shore (land) : [Naut.] Sahil (kara) boyuna
(yaknndan) gitmek. To hug the wind: [Naut.] Rzgara kar gitmek. Hull
n. Gemi teknesi. Hull down : (Naut.] Yalnz direk ve yelkenleri
grnecek kadar uzak. Hull up: (Naut.) Teknesi grlecek kadar yakn.
Hum v. VnIamak, vzldamak. To hum and haw : Tereddtle konumak; cevap
vermekten ekinmek. To make things hum : Halk faaliyete sevketmek.
To hum to: Mrldannak. Human a. nsani, beeri. Human affairs : timai
hayat ileri. Human being : Adam, insan.
Human nature : Beer tabiat, beeriyet; insan hali. Human race :
nsan cinsi (rk). Humanly speaking : Ak (erkeke) konuma. Humane , a.
Insaniyetli. Humane learnings : nsan ve sanat bahsi: . Humane
letters (studies): nsani hisleri ykseltici talim ve terbiye. Humane
Society : nsan veya hayvanlar koruyan cemiyet. Humble, a. Mtevazi,
alak gnll. A humble task : Basit ve deersiz bir vazife. Humble
apology : Tevazu le zr dileme. Humble dwelling : Mtevaz ev. Humble
follower : Mtevaz mrit. Of humble birth : Mtevaz doulu. To eat
humble pie : Kibri krlmak, vngenlikten vazgeip boyun emek;
kabahatini itiraf edip zr dilemek; teessrlerini bildirmek. Humour
n. Mizah; huy. Good humour: yi huy; ho miza. Ill humour : Ters huy,
aksi miza. He is in the humour for : Can istiyor. Show me the how
and the why of it : Bana iin nasl ve niin byle olduunu anlatn. Howl
v. Ulumak. To howl down : Yuhalarla krsden indirmek, yuhalarea
sustuemak (hatip v.s.). Hug v. Kucaklamsk, sarlmak. Hug - me -
tight : Yn atk. Out of humour : Can skkn; sinirlenmi, fkelenmi.
Sense of humour : Bir eyin tuhaf tarafn grme kabiliyeti; akadan
anlama.
To humour a child : Bir ocua istediini vererek onu memnun etmek.
Hunch n. & v. Kamburlatrmak A hunch of cake : Byk bir pasta. I
have a hunch that...: yle inanyorum ki, tahminime gre... To have a
hunch for : Bir eye kar zaafiyeti olmak, arzulamak. To hunch up :
Emek; salmak. Hunger: n. Alk To go on a hunger strike : Alk grevi
yapmak. Hungry a. A A humgry bear does not dance. [Prov.] A ay
oynamaz. Hunk n. & p To be (on) hunk: Mtala odasna ckilmek;
[fig.] rahat yerinde olmak. Hunt , v. Avlanmak, aratrmak To hunt
do~n : Yakalayncaya kadar peini brakmamak; takib ederek ldrmek. To
hunt for(about): Aramak. To hunt out: ninden karmak, arayp bulmak ,
meydana karmak, To hunt up (after) : Arayp kefetmek INDUCE tevik
etmek, zendirmek, -e sebep olmak Many irons in the fire. : [Prov.]
Birok ilerle megul. bin tarakta bezi var. Instance n. Misal; defa.
At the distance of : Dilei vechile, talebi (istei) zerine.
initiation balatma For instance : Mesela. In the first instance :
lkin, bidayette, evvelemirde. to this instance : Bu sefer.
Intelligence (j - s), n. Zeka. Intelligence bureau : stihbarat
komisyonu Intelligence office : we ii bulma brosu. Intelligence
quotient : Zeka derecesi. Intelligence test : Zekay lme, zeka ls.
To have intelligence of : Havadisi olmak. intelligence service :
Milli Emniyet tekiIat, entellijans-servis. Intend v. Niyet etmek.
To intend to do : Yapmaa karar vermek. Iintend her for a wife :
Onunla evlenmee niyetim var. I intend no harm : Niyetim kt deil,
ktlk yapacak deilim. Intended for: Maksat, niyet gzetmi. What do
you intend by this?: Bununla ne demek istiyorsunuz?
Intention.Niyet. meram First intention : Bir ise fikir sarfetmek
iin ilk karar. Intention of : Niyet, arzu. I have intentions :
Evlenmek arzusundaym. Ill intentioned : Bedhh. Well intentioned :
Hayrhah. Second intention : Fikrin ie girimesi ile hasl olan ikinci
tasavvurlar. To heal by the first intention : [Med] Yaray demeden
tedavi etmek. To heal by the secoand intention : [Med.j Yaray
detikten sonra krtaj (kazma) usul ile ,tedavi etmek. The wound
healed with the first intention: Yara derhal kapanp iyileti. With
the intention of : Maksadiyle.
intercourse : liki mnasebet Interest n. & v. AlAka; ilgi. In
the interest of : Menfaatine, iin. It is your interest : Kendi
iyiliiniz iindir, menfaatnz icabdr. To make interest with : Sahip
olmak. To take an interest in : alaka gstermek. To look after one's
own interest : Kendi menfaatini ne srmek, .knn dnmek. To return a
blow with interest : Daha hzl bir darbeyle mukabele etmek. To be
interested in : ilgilenmek. Interfere v. Karmak. To interfere to :
Mdahale etmek; burnunu sokmak. To interfere with : hlal etmek.
Interval n.Ara, fasla. At intervals : Arasra, faslalarla, zaman
zaman. Intestinal a. Dahili Intestinal war : Bir memlekette i
kargaalklar ve muharebe. intimate Introduction n. Letter of
introduction : Tavsiye mektubu. To give someme an introduction to
someone: Birisi iin birine tavsiye (mektubu)vermek Invest v.
Giydirmek, sarmak To invest money on: Para yatrmak (bankaya). To
invest a city : Bir ehri istila etmek iin abluka etmek.
To invest in a (car) : Satn aimak (bir otomobil v.s.). Invited
v. Davet etmek: To invite doubts : phe uyandrmak. To invite
questions : Sorgu sualden holanmak. To invite to (dinner) : (Yemee)
davet etmek. Iron n.& a. Demir(den). A man of iron : Bkmayan ve
usanmayan (iradeli) adam, ylmayan, azimli adam. Iron age : Demir
devri. Iron founder : Dkmeci: Iron times : Mkl zamanlar. Iron
foundry : Dkmhane, demirhane. Iron curtain : Demir perde. Iron
horse : Lokomotif. Iron mo(u)Id : Pas (mrrekkep) lekesi. Iron
necessity : Mbrem ihtiya. Magnatic iron : Mknatsl demir. The iron
hand : Kudretli el intimate : Ima et intimate : sk fk; sahsi.
intimate : ustu kapali anlatmak, ima etm. Rod of iron: [Fig.] Sert
rejim. Strike while the iron is hot. [Prov.] Demir tavrnda dvlr. Do
not have too many irons in the fire.: [Prov.j Bir koltua iki karpuz
smaz. To rule with a rod of iron : Derebeylik gstermek, vahetle
idare etmek.
To put a man in irons: Bir adam prangaya vurarak, ikence yapmak;
sktrmak. To iron out : tlemek; ar silindirle dzeltmek (yol v.s.);
zincire vurmak, kontrol altna almak. Irony , n. istihza, The Irony
of fate : Talihin cilvesi. Socratic irony : Anlamamazlktan gelme,
aptallk taklidi yapma. intuition : IIne doma intuition : sezgIlI
intuition : sezgi, tehaddus Isolate: v. Tecrid etmek. To isolate
from : Tecridetmek. Jab: v. sivri bir ey ile dUrtmek. To jab into :
Batrmak. To jab out : Sng sapamak, kltan geirmek. Jack n. Adi adam,
kyl. Every man jack : Herkes. Cheap jack: Sokak satcs. Before you
could say jack Robinson : Bir `dakika, ok gemeden, ok ksa zamanda,
saniyelik i. Steeple jack: [Colloq.] Kule, minare, v.s. tamircisi.
jack-a-dandy: tkrldm delikanl, zppe. jack frost : Sk ayaz. Jack- in
- the box : Kutu iinden dar frlayan yayl kukla. Jack - of - all -
trades : Elinden her i gelen adam, igzar. Jack Ketch : Cellt. Jack
tar: [Colloq.] Denizci, gemici. Jackin office : Kendisine ehemmiyet
veren aa rtbeli bir subay: just how many? : Tamam tamamna ne
kadar?
Just now : Hemen imdi; biraz evvel, demin; derhal. Just then :
te o zaman, derken. Just there : Tam orada. Just the same : Ayn
ekilde. Just think! : Dn bir kere! Tasavvur et! He just escaped :
Dar kurtuldu. It is just fine : ok gzeldir. Not just yet : Daha
vakti gelmedi. Justice , n. Adalet. In justice to : Adaletle,
dorulukla. He did himself juustice : Elinden geleni yapt. To do
justice to : Hakkn gzetmek, drst davranmak, doruluk gstermek. To
bring (a person) to justice : (Birine) ettiini buldurmak, cezasn
vermek. Jut , v. knt ynpmak. To jut out : knt halinde dar frlam
olmak, knt yapmak. Kam n. Clean kam : Maksada tamamiyle aykr. Keel:
n. & v. Gemi omurgas: False keel: [Naut.] Kontra omurga. On an
even keel: Sallantsz; sakin. To lay down a keel : Bir gemi veya
kayn inasna balamak. To keel over : Alabura olmak; birden devrilip
dmek. Keen, a. Keskin. sert. A keen wind : ok souk.
Keen - edged : Kekin azl (bak v.s.) Keen - eyed : Gz keskin,
akgz. Keen on: Alkadar, merakl; k; ok hevesli. Keen - set for :
Hevesli, arzulu. Keen - sighted : Gz keskin. ' Keen - witted :
Keskin zekl, anlayl, zeki. To be keen on (a thing) : Bir eye merakl
olmak, bir eyi sevmek. Keep , v. & n. Yiyecek; saklamak. For
keeps: Daima, ilelebet, temelli olarak. In good keep : Semiz,
besli. In bad keep : Zayf. Keep off! : Yanama! [Naut.] alarga! Keep
quiett.: Sus! Uslu dur! He earns his keep : Geimini kazanyor. It
isn't worth his heep : Masrafna demez. To keep a grip on : Kendini
brakmamak. To keep abreast : Yanyana (yakn) bulunmak. To keep ahead
: lerde (nde) olmak. To keep a term : Kolej, v.s. okullar ak
bulunduu zaman orada kalmak. To keep a diary : Gnlk htralarn
yazmak, htra defteri tutmak. To keep accounts : [Com.] Giren ve
kann hesabn tutmak. To keep alive : Dikkatli (uyank) olmak. To keep
an eye on : Gz dikmek; gz nnde bulundurmak. To keep at : Peini
brakmamak, yakasna yapmak, arkasna dmek. To keep at a job : Bir ie
devam etmek.
To keep away : Yanna yaklatrmamak veya yaklamamak, uzak kalmak;
uzak tutmak. To keepback: Alkoymak, gz hapsinde bulundurmak;
ihtiyat olarak saklamak; sr olarak tutmak. To keep body and soul
together : Geinmek. To keep books : Muhasebecilik yapmak. To keep
cave : [Sl.] Gzlemek. To keep close to : Yakn durmak, ayrlmamak. To
keep company : Yalnz brakmamak, refakat etmek, arkadalk etmek. To
keep company with : Geri kalmamak; arkadalk etmek; kur yapmak. To
keep cows : nek beslemek. To keep cool : Soukkanl olmak, soukkanlln
muhafaza elmek. To keep down (uder) : Ba kaldrtmamak; ykselmesine
msaade etmemek kind : eit kind : e kari nazIk kind : i. eit, tip
kind : What kind of flowers would you like? kind : Hangi tr iekleri
isterdiniz? kind : s. nazik, iyi kind : It was very kind of you to
visit me. kind : Beni ziyaret etmeniz byk bir nezaketti. kind :
brand, sort, type kind : eit, cins, tr, nevi, iyi kalpli, nazik
kind : sevimli, ltufkar. kind : polite kind : kindly s., z. mfik;
z. efkatle; iten, gnlden Issue:n.& v. k kmak
At issue : Kavgal, mnakaa edilen, mevzuubahis olan, mnazaal
(mesele). Date of issee : hra gn, keide gn. The issue of a
newspaper : Bir gazetenin neriyat. To abide the issue : Neticeyi
beklemek. To bring to a successful issue : Baar i1e bitirmek. To
die without issue : ocuksuz lmek. To face the issue : Bir vaziyeti
olduu gibi grp icabna gre hareket etmek. To join (take) issue with
: Mnakaada zt mevki almak, muhalif taraf tutmak; [law] bir meseleyi
mahkemeye vermek. To issue to : Datmak, neretmek. Ivory n. fildii
Ivory tower : Dnyadan ayrlm rya lemi, kafa dinlendirecek yer. Ivory
white : Fildii rengi. Black ivory : Afrika zencisi kle snf. Jack
pudding : Dalkavuk. To jack up : Birine vazifesini hatrlatmak.
Jacket n. Caket. To dust (swinge; trim) one's jacket : Birine sopa
ekmek, dayak atmak. Potatoes boiled in their jackets : Kabuu ile
halanm patates. Jam, v. sktrp basmak. jammed in : Skm. to jam into
: Tkabasa koymak. To jam over: Kapanmak. Jar n. & v. Kavanoz.
The news gave me a nasty jar : Flaber beni mteessir etti.
To jar on (a person) : (Bir kimsenin) keyfini bozmak, asabn
bomsak. jaw : n. ene. Hold your jaw : eneni tut: Mrldanma Jerk v.
birden (iddetle) ekmek. To jerk up: silkmek, sallamak. To jert with
: Sallamak. ce n. Buz, Artificial ice : Suni buz. Ice accretion :
[Aero.] Buzlanma. Ice age : Buz devri. Ice cream : Dondurma. Ice
creeper : Kaymamak iin ayakkab altna konan demir, buz nalas Ice
field:Buz sahas. Ice floe :Denizde yzen buz kitlesi. Ice hokey:Buz
zerinde oynanan hokey. Ice machine:Buz yapma makinesi. Ice pack
:Kutup denizlerinde kme halinde bulunan iri buz paralar. Ice storm
:Yamuru yaar yamaz donduran frtna. Ice yacht : Buz zerinde giden
gemi. To shed (throw) night upon : Aydnlatmak, aklamak. To stand in
one's own Iight : Meramndan mahrum kalmak. ` To strike a light :
Kibrit akmak. kettle : aydanlik kettle : orkestra davulu kettle :
i. aydanlk, tencere kettle : Please but the kettle on the gas
range. kettle : Ltfen aydanl ocan zerine koyunuz. kettle :
caydanlik, ibrik, kettle : AYDANLIK knot : dmle knot : ayirotu knot
: i. dm knot : He tied her belt with a knot. knot : Kemerini bir dm
halinde balad. knot : dugum, bag; kume; knot : naut. deniz mili;
guc mesele; dugumlemek, baglamak.
Knowlogde: n. Bilgi To my knowlodge : Zannma gre, kanaatimce,
bildiime gre. My knowlodge of Mr. Ahmet is not very good : Ahmet
bey hakkndaki intbam ok iyi deil, onun hakknda edindiim malmat ok
iyi deil. Knowledge of the defeat soon spread : Malbiyet haberi
derhal yayld. To the best of my knowledge : Malmatm vehile. He
married without the knowledge of hisparents : Kendi ebeveyninden
habersiz (gizli) evlendi. A baby has no knowledge of good and evil
: Bir ocuk iyiyi ve kty birbirinden ayrdedemez, iyiyi kty bilmez.
He has a good knowledge of French : O Franszcay iyi bilir. Knuckle
v, Teslim olmak. To knuckle down (under) to : Boyun emek, ii
uzatmamak iin muvafakat gstermek, teslim olmak, itaat etmek. To
knuckle down to work : Tam bir hzla ie girimek, bir baltaya sap
olmak. Labour n. & v. alma(k). A labour of love : Zevk iin
alma. Forced Iaboor : Angarya mecburi hizmet. Skilled labour : Usta
ii Hand labour : Elii, el emei; amelelik. Hard labour : Ar hapis
cezas. In labour : Dourma halinde, ar ekiyor. Labour bureau : ve ii
bulma brosu (kurumu). The laboar class : ii snf. Labour market :
ilere i bulma piyasas. To labour along: Glkle ilerlemek.
To labour under a sense of wrong : Kendini madur hissetmek To
rest from one's labour : i bitirmek (hastalk halinde) lmek. To
labour over : zerinde almak. To labour the point : Bir meselenin
zerinde lzumundan fazla durmak To labour under a delusion : Yanl
fikre sahib olmak, bir hayale kaplmak. To labour under difficulties
: Mkller altnda almak. To labour with : knaa uramak. Lady n.
Hanm(efendi). Lady's mantle : Gl fidan. lady's maid : Leydi'nin
hususi cariyesi. Lady of pleasue : [Sl.] Fahie, orospu. Lady of the
bedchamber : Hkmdargzdesi kadn, hanmefendi, sarayl hanm. Lady Day :
Meryem anann hmile kald 25 Mart yortusu. Lady Chapel: Meryemana
kilisesi. My lady : Leydi unvann tayan kadnlara hitap.cmlesi. Our
Lady : Meryemana. Lag , n. & v. Geti kalma(f). An old lag :
Daima hapishanede kalan bir adam. To Iag behind : Geride kalmak.
Lake n. gl. Lake district : Gl vilyeti. Lake dweller : Tarihten
evvel gllerde kazklar stnde bina edilmi evlerde yaayan kimse. Lake
poets : ngiltere gl eyaletlerinde yaam olan Coleridge, Shouthey ve
Wordsword gibi airler. Lam n. & v. Ka; kamak,
To take it on the lam: Acele tymek, srra kadem basmak. To lam it
into : Harman etmek. Lamb , n. Kuzu As well be hanged for a sheep
as a lamb: [Pr,v.j Olan olmutur, baa gelen. ekilir. The Lamb : sa
Peygamber. To Iaunch into (on) : Balamak. To lanuch out : e balamak
veya atlmak; bol para sarfetmek, israf etmek. Laurel n Taflan
(defne aac) To rest on one's laurels : Faa hayattan ekilmek veya
almaktan vazgemek, kazanlan hretle kanaat etmek. To reap (win)
laurels : Fark veya eref kazanmak. To look to one's laurels :
Rekabete kar uyank olmak; stnln kaybetmemek iin dikkatli davranmak.
Law n. Kanun, hukuk: Law - abiding : Kanuna itaat eden. Law against
: ...'ya, ...'ye kar kanun. Laws of motion : [Phys.] Tabiatta
hareket kanunlar. Law term : Fkh tabiri veya dili. Law school :
Hukuk fakltesi. Necessity knows no law : htiya kanun tanmaz. To
take the law in one's own hands : Zorla kabul ettirmeye almak,
hakknkendi eli ile ihkak etmek. To lay down the law : Diktatrlk
etmek. To have the law of : Aleyhinde dva amak. To go to law :
Kanuna veya mahkemeye mracaat etmek.
Lay v. Koymak, sermek. To lay away : Bir yana koymak; ayrmak,
saklamak. To lay a cable : Halat kollarn bkmek. To lay a line of
defense : mdafaa hattamak. To lay about one : Her tarafa isabet
ettirmek; gayretle saldrmak. To lay aside : Feragat etmek;
vazgemek; biriktirmek, bir tarafa koymak. To lay apart : Bir tarafa
atvermek. To lay at one's door : Hamletmek, isnadetmek. To Iay bare
: zah etmek; soyup plak brakmak; amak. To lay before : Tehir etmek;
izahat vermek, amak. To lay by : Saklamak, biriktirmek, ymak. To
lay between : kisi arasna demek. To lay bare to someone : fa etmek.
To lay by the heels : Tevkif etmek, durdurmak;yakalyarak hapsetmek.
To lay claims to : ddia etmek. To lay down : Yatrmak; terketmek,
brakvermek; eklini izmek, teslim etmek;aklamak ve tefsir etmek;
koymak, istif etmek; demek; kumarda pein para kmak; feda etmek;
esas ksmlarn vcuda getirmek; depo etmek; piyasaya karmak; bahse
girmek. To lay down the law : Diktatrlk etmek. To lay fast :
Yakalamak, kamasna meydan vermemek. To lay for : [ U. S. sl.] Pusu
kurmak. To lay a finger on : Dokunmak, zarar vermek. To lay hands
on : Ele geirmek, bulmak. To lay one's heart bare : Derdini dkmek,
iini amak, srrn sylemek. To lay hands together : Babaa verip
istiare etmek.
To Iay hold of (on) : Yakalamak, tutmak; kucaklamak; [fig.]
bahane etmek; istifade etmek; ele geirmek. To Iay in : Biriktirmek;
oka tedarik etmek. To lay into: [Sl.] Mutalamak; abanmak; dvmek;
azarlamak. To lay it on : Dayak atmak, sopa ekmek; mbalaal hareket
etmek. To lay stress on it : zerinde durmak (mhim bir meselenin).
To lay it on thick : [Sl.] Ballandrarak sylemek, ok mdahane
gstermek; haddini tecavz etmek. To lay on : Yklenmek; (tokat, v.s.)
yerletirmek; (su veya gaz) doldurmak; bask iin (kd) makina zerine
yerletirmek; brakmak, koymak; kaplamak; kilo almak, imanlamk. To
lay on the table : Tehir etmek, reye koymamak. To Iay open : Kesip
ijni amak; amak; tehir etmek; aklamak, aydnlatmak, izah etmek. To
Iay out :. Plna gre tanzim etmek; yaymak; izah etmek; geniletmek;
tehiz Cap of liberty : Eski zamanlarda azatl esirlerin balarna
giydikleri bir nevi serpu. Liberty pole : zerine Cumhuriyet bayra
ekilen uzun direk. Liberty man : [Naut.] Karaya kmaa izinli gemici.
To set at liberty : Suluyu tahliye etmek, serbest brakmak,
azadetmek. To take liberties wid : Kstahlk etmek, teklifsizlik
gstermek, haksz muamelede bulunmak. To take the liberty : Cret
gstermek, iinde muhtar olmak. Library n. Ktphane. Circulating
library : Kira ile kitap slnan ktphane. Free library : Umumi
kitabevi, cretsiz kitap okunan ktphane. Public library : Halk
ktphanesi. Reference library : indeki kitaplar okunabilir ve fakat
harice verilmez olan ktphane.
Walking library : Ayakl ktphane, ok bilgili adam. lick v.
Yalamak. A lick and a promise : Batan savma, yarm yamalak. As fast
as he could lick : Elinden geldii kadar abuk. . At full lick : Son
sratle. Do not lick what you have spat: [Prov.] Tkrdn yalama! To
lick into shape : Biim vermek, hazrlamak. To Iick one's boots :
Ballk gstermek, dalkavukluk etmek, anak yalamak. To lick the dust :
Dvlmek, dayaktan ldrlmek; malp olmak. To lick one's ips : Az
sulanmak, itah olmak. To lick up : Yalayp yutmak, a gzl gibi yemek.
Lie v. &..n.Yalan(sylemek;yatmak. As far as in me lies :
Elimden gcldii kadar, btun kuvvetimle. A white lie : Zararsz
(ehemmiyetsiz) yalan Here lies : Mezer burasdr. It lies with you to
decide :Sizin bileceginiz itir, karr size aittir. Let sleeping dogs
lie. : (Prov.] Uyuyan kpei oyarma, mesaleyi kurcalama.
Lie-detector: Mcrimin yalann meydana karan alet. Lie - abed :
Yatandan ge kalkan. lie doggo! : [Sl.] Sakin ol! Sesini kes! Ses
karma! Lie in : Kundakta. To lie a long way from : Uzakta olmak. To
lie along the shore : Kyya yakn durmak. To lie at one's heart :
Merakn uyandrmak.
To Iie at one's mercy : Birinin insafna kalmak. To Iie by :
Yannda bulunmak veya kalmak; bir tarafa braklmak; durmak,
dinlenmek, istirahat etmek. To lie down : Yatmak, uzanmak; mezara
gmlmek; boyun etmek, itaat etmek. To Iie hard (heavy) on: zerine yk
olmak. To lie in : Dourmak; bulynmak, mevcut olmak. To lie in one :
Kudret veya kavray dahilinde olmak. To lie in one's hand: Avucunun
iinde olmak, bal olmak. To lie in the way : Mania tekil etmek,
araya girmek. To lie in wait : Pusu kurmak. To lie in state : Resm
bir yerde halk tarafndan ziyaret edilmek zere konmak(cenaze). To
lie in ruins : Harap olmak. To lie like a trooper ok yalan sylemek.
To lie one's character away : Yalan syleyerek kendi itibarn bozmak.
To lie out of it : Yalan syleyerek bir iten syrlvermek. To lie low
: Gizlenmek, saklanmak. To lie off : [Naut.] Alargada yatmak. To
lie on (upon) ; Dayanmak, ihtiya gstermek; zerinde durmak
(masa-v.s.) The light of one's countenance : bir adamn arzusu,
rzas, tasvibi. To light into : Azarlamak To light on : Rastgelmek.
To light out : Yldrm gibi gitmek, komak, yolculua kmak; yola
dzlmek. To light up : Nksetmek; tenvir etmek, klandrmak; sigara
veya pipo yakmak. To light upon : Tesadf etmek, rastgelmek.
Lightining n. imek.
Chain (forked, zigzag) lightining; Zikzak akan imek. Heat
lightining : Ufukta grnen imek. Lightining conductor (rod):
Paratoner. Like lightining: imek gibi; ok abuk. Sheet lightining:
Bulutlar arkasndan yalnz k gsteren imek, zikzak imein aksettirdii
k. With lightining speed: imek hz ile. Like a. & v. Benzer;
holanmak. All That's something like : Tam istediimdir! He had like
to have.died : Az daha lyordu. I like that! : Tuhafma gitti,
holanmadm. I don't like to trouble you : Sizi zmek istemem I don't
feel like it : Canm istemiyor. In like manner : Ayn tarzda. Like
father like son : Tpk babasna benzer. Like minded : Ayn fikirde,
hemfikir. Something like : Benzer gibi; mkemmel, ok elverili. To
feel like : benzetmek ayn zannetmek; [colloq.] maruz vey mtemayil
addetmet. To look like : Benzetmek, eit gibi grnmek. The likes of :
[colloq] Sizin ve benim gbi kimseler. Likely a Muhtemel. A likely
person for work : elverili adam. Most likely : ok muhtemel. Limb n.
Uzuv. Limb by limb: Para para.
Limb from limb: Tamamen paralanm. Limb of the devil : Yaramaz
ocuk. eytan yumurcak. Limb of the law : Avukat, polis. To be out on
the end of a limb : Destcksiz kalmak. To escape with life and limb
: Hibir yeri incinmeden kurtulmak, burnu kanamadan kurtulmak.
Limber v. topu toparlana takma To limber up : Top arabasna koum
parasn balamak; harekete altrmak. Limelight n. Karpit lambas. A man
in the limeligh : Gnn adam. In the limelight : Mehur; mhim. Limit
n. had. hudud Limit man : (Kou v.s.'de) en uzun mesafe kateden
adam. Limit of age : Ya haddi. That's the limit ; [Sl.] Her eyin
bir haddi hududu var, yeter artk, ekilir ey deil. To limit to :
Tahdidetmek, indirmek. Limitation n. Mhlet. To have one's
limitations : Bir insann zayf noktalar olmak, Line n. & v. izgi
All along the line : Snr boyunca. Branch liee : ube hatt, kol; asl
ie ilaveten yaplan ikinci derecede i, In direct Line : Babadan
oula. Hard lines: [Sl.] Kara talih. In the banking line : Banka
ilerinde. Just a line to tell you : Bir iki satrla size
bildiriyorum.
Line upon line : Yava ve tedrici. Lines of distance : Gr hatt;
gzden bir sathn muayyen noktasna giden ua. Main line : Ana hat, ana
yol; balca i. On a line : Ayn hizada On political lines:siyasi
meseleler zerinde. That's not in my line : Beni alakadar etmez,
benim iim (branm) deildir. metamorphose: bakalamak miscellaneous :
turlu turlu; cesitli, turlu; cesitli, muhtelif; MISCHIEF yaramazlk,
fesat Nail n. & v. ivi(lemek). As hard as nails : Kuvvetli,
shhatli, sapasaglam; ok sert. A nail in one's coffin : Birinin mrn
ksaltan ahval. Nail file : Trnak trps. Nail - headed : ivi bal, ivi
bana benzer. Nail puller : Kerpeten, kska. On the nail: Hemen,
derhal; orackta; mevzuubahis olan. One nail drives out another.:
[Prov.] ivi iviyi sker. Right as nails : [Colloq.] Drst, ok
namuslu. To drive the nail home': iviyi iyice akmak: [fid.] iddiay
ispat etmek. To fight tooth and nail:kavga etmek, di die gelmek. To
hit the right nail the head : Bir meselenin hakikatna temas etmek;
iin en dorusunu yapmak. To nail to the counter (barn - door) :
Tehir etmek; veledi zina diye damgalamak. To nail up : iviliyerek
kapatmak: iviye asmak. To nail a lie down to the counter : Yalancln
ispat etmek, hakikat meydana karmak.
To nail a man down to his promise: sznde durmas iin bir adam
zorlamak, sznde durmaya icbar etmek. To nail one's colours to the
mast : Boyun emeyecegini sylemek, ylmamak, sebat gstermek. To pay
on the nail : Derhal demek. Naked a. plak. Naked eye : plak gz
(gzlksz). Naked truth : Srf hakikat. Stark naked : rlplak, anadan
doma. Name n. & v. isim(koymak). Assumed (nick) name : Lkap;
takma ad. By name : smiyle, isminde. Family name : Soyad, aile
ismi. Good name : yi nam, iyi hrct. He has a bad name : Kt hreti
var, ad ktye km. In the name of : Namna, yerine: ba iin, hakk iin,
akna. In the name of God : Allah akna. Maiden name v Bir kadnn
evlenmeden evvelki (kzlk) soyad. Name day : sim gn. Not a penny to
his.name : Parasz, meteliksiz. name plate : Tabel. Name your price
: stediiniz fiat syleyin, ne isterseniz vereceim. I know him by
name : Onu ismen tanyorum. In name : smen. Of the name of : sminde,
ismiyle, namnda.
Proper name : smi has, zel ad. To call names : Kfretmek, svp
saymak. To give it a name :stenildii eyin ismini sylemek. To he
named after : ... ismi konulmak, ... ad ile anlmak. To name the
day: [Colloq.j Evlenme tarihini tyin etmek (kadn iin). To take a
name in vain : Hrmetsizlikie muamele etmek. Nap n. Hafif uyku,
ekerleme. Cat nap: ok ksa hafif uyku. I caught him napping : Onu
gafil avladm, hazrlksz tuttum. To catch nappiog : Gaflet iinde iken
yakalamak; hazrlksz veya lzumsuz yeretutmak. To go nap : Be kd
birden oynamasn teklif etmek (iskambilde). To go nap on : [Sl.]
Kablelvuku bir hissi olmak; bir eyin doru olduundan emin olmak. To
take a nap : Kestirmek (uyku). naughty : s. yaramaz, haylaz naughty
: My little cousin is so naughty that his teacher complained about
him. naughty : Kk kuzenim o kadar yaramaz ki retmeni ondan ikayet
etti. naughty : yaramaz, huysuz. Christian name : Vaftiz ad, ahsn
asl ismi, z ad.
Never, adv. Hi, asl. kaitiyen. Never a one : Hi kimse Never
ceasing : Hi durmadan, bitip tkenmeden. Never ending : Bitmez,
tkenmez, ebed. Never failing : amaz, yanLnaz. Never mind : Zarar
yok, aldrma, adam sende.
Never so : Misli grlmemi miktarda, ok fazla (imdi kullanlmaz).
Never so great : mrnde bu kadar byk olmamtr; grlmemi derecede byk.
Never to - be - forgotten : Asla unutulmayacak, unutulmaz. Well I
never : atm kaldm! hayret! New a. Yeni. As good as new : Yeni gibi.
New fruit : Taze meyva. New year's day : Ylba. New woman : Yeni
zaman kadn, itimai, idari ve siyasi ilerde erkekle eitlik iddia
eden kadn, modern kadn. New fangled : Yeni kma, yeni moda. New
style : Yeni usul. New coined : Yeni km, yeni icadedilmi. New -
create.: Yeniden icadetmek. New - fallen: Yeni yam New -made : Yeni
yaplm. The New World : Amerika. News n. Haber, havadis. Good news:
Havadis (bilhassa iyi), mjde. News agent : Gazete bayii. News
vender : Gazeteci, gazete satan. To break the news : Usul i1e
sylemek. What news? : Ne var ne yok, ne haber? Next a. adv. &
prep. (gelecek)
Next but one : Hemen nceki, bir ewelki. Next best : kinci gelen
en iyisi, ikinci ve en la. Next door : Yanndaki evde, bitiik evde;
yanbanda; kap komusu. Next please : Ltfen sizden sonraki gelsin;
baka ne istiyorsunuz The man next door to you ; Komunuz olan adam
Next to : Hemen; yanmda(ki), komu. Next of kin : En yakn akraba.
Next to nothing : Hi mesabesinde, hibir ey. New month : Gelecek ay.
Friday next : Gelecek Cuma. Nick n. & v. eatik; entmek. In the
nick of time : Tam zamannda, dakikas dakikasna. To nick a horse
(horse's) tail : Atn kuyruunu dik tutmas iin kuyruk dibineeltik
yapmak. . Night n. Gece. A dirty night : Frtnal gece. A night out :
Zevk ile geirilen bir gece; bir hizmetinin izin gecesi. All the
livelong night : Sknt ile geen btn bir gece. At night : Geceleyin.
All night long : Btn