This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Bilirsiniz hani kadınlara ve çocuklara dokunmayın…
Ben yaparım…
Ekmeği ben alırım anne o hengâmede geçip giderim
Gözler im destanlarda kalır belki uzunca
Kahramanı olamam yazılan destanın
Durağan bir kalabalık var dirençsiz kırmızı
Duran bir soluk duran bir adam
Ve berkin…
Kemal Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 3
Öl
Öl bugün bir dakika için
Bir an cansız bulun
Öl az sonra hiçbir şey için
Bir şey için yaşamaktan
Daha fazlasını hissedebilmek için
Öl birazdan hissizlik için
Hiçliğin içinde doğ bir an
Öl yarın öğle sıcağında
Soğuyabilmek adına
Öl az sonra, ne çıkar
Kendini ondan çıkarabilmek için
Öl Sardinya açıklarında az sonra
Açıklanamamak uğruna
Öl talihsiz var oluşuna
Yok oluşun adına
Varlığın tatsızlığına
Nefessiz kal bir an evvel
Öl bir an anadan üryan
Çıplaklığa çırılçıplaklığı karıştırmadan
Bir yudum maya gazete kâğıdına sarılmadan
Öl sırtlan payı gibi kurtlar sofrasında
Öl ümitsizliğine çaresizce
Rezilliğine acizliği de ekle
Çıkar kolundaki kırık kum saatini
Dök kumunu bir denize ve öl
Külün savrulsun orta yere
Çırılçıplaklık işte böyle olur
Dercesine
Öl her yerde bir an evvel
Ayyuka çıksın ömrün
Feryat et tenine dokunulmuşcasına
Sönmüş bir meşale gibi
Kısılmış akissiz bir ses gibi öl
Öl be adam!
Öl işte!
Ölüleri anlayabilmek için öl
Yahut yaşa inadına
Yaşamayan ruhuna
Yol gösterebilmek adına
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 4
Öğreneceksin Sus ve emir verene kadar komutan Sus ve bekle emirleri uzuuuuuun uzuun Bekleyeni olmayan insanlar gibi beklemeyi öğreneceksin Ölü insanlar gibi beklemeyi Yitik bir toz tanesi gibi sessizce beklemeyi öğreneceksin Öğreneceksin Çekilecek kadınlar Çocuklar çekilecek Adamlar ve caddeler ve sokaklar Koskoca bir ülke çekilecek RAP RAP RAP sesleri ÇIRILÇIPLAK haritalar Öğreneceksin Vatandaş olmayı azar yiyince öğreneceksin devlet dairesinde Evraklar, dosyalar, formaliteler………… Yine de yeri yoktur bu ülkede kimsenin. Beyninde kurşun yiyince oğlun Öğreneceksin -Adalet! Adalet! diye Öğreneceksin işgal edilmesini bir ülkenin Parayla, malla ve kelime-i şehadet Öğreneceksin büyük suları -korktuğum büyük suları- Denizleri mesela gölleri Barajları, akarsuları Gözyaşlarını öğreneceksin bir babanın Ki en büyük sulardan bile daha büyüktür Gözyaşları bir babanın Öğreneceksin nedir merhamet Savaş nedir Tanıdığın binlerce surat Tanımadığın binlercesi En koyu yerinde kesilen sohbet Bir derdi varmış gibi susan ama hep susan adamlar
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 5
Öğreneceksin neden kemiriyorum dudaklarımı Tırnaklarım kan içinde? Neden demir kokuyor ağzım Nedir bir gece yarısı karabasanlarla basan Yataklarımızdan eden bizi Sıcak sularımızdan ve soğuk sularımızdan Kaşıklarımızdan, çatallarımızdan ve tabaklarımızdan Ve savruk gülüşlerinden eden çocuklarımızın Çocuklarımız ki adı Berkin Çocuklarımız ki adı Burak Çocuklarımız ki adı Ahmet Öğreneceksin Öğren! Nedir can nedir anne nedir feryat!
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 6
Sekizinci Gün Şiiri
-Evet, sekiz gün olmalıydı bir hafta- Yakın zamanda arabesk dinlemeyi kesmeliyim İndila var mesela geç tanıştım çabuk alıştım onu dinleyebilirim Kulağıma hoş geliyor magazin haberleri izlemem gerek Adriana Lima aldatılmış Cem Yılmaz boşanalı yıl oluyormuş Loncada kavga varmış birbirine girmiş abiler Kim ne demiş okumadım daha okumalıyım Azıcık kendimi dinlemeliyim kulağım kaç zamandır Orta Doğu’da Senden uzağım kaç zamandır ilgilenmeliyim öyle değil mi? Annem mutlu olur mutlu olursan sen İş bulursam sütünü helal eder babaannem Dedem memur olursam sevinir Alnımın terini silmek ister babam Dayı olacağım yakında Akif olacak adı Kulağına Safahat mı okusam ne? Bıktım yalan yok merkezi sistem imamlardan Senden bahsetmeliyim dedim üst dizelerde bir yerde Araya babamgiller girdi yarım kaldı adın, Cem Karaca girdi araya Karacaoğlan girdi “Üryan geldim gene üryan giderim” Araya haramiler girdi Gör bak, bu uğruna savaşmak istediğimiz vatan Topraklarımız işte zerresine milyonca dize döktüğümüz Hayır, siyaset konuşmak yasak bugün sana gözlerinden bahsetmeliyim Belki saygın bir yerim olur camiada Twitter’da takipçilerim artar, kızlar kitaplarımı imzalatırlar, bir düşün o uzun imza kuyruklarını Romantik ve yakışıklı derler belki benim için mutlu olmak şairlerinde hakkı Bir gülüşün ki cancağızım sonsuz dizeler uçurur Karacaoğlan’dan Her şeyden vazgeçebiliriz seninle Bir Müslümanlığımız kalır bir de helal geceler Dostlarımız kalır bir de unutmamak lazım Beni ürkütmüyor azlık dilerim seni de ürkütmesin Ürküyorsan işte ceketim ve karelidir tüm gömleklerim Sana da yer yok Büyük Türk Şiiri’nde korkarım benim gibi Hâlâ kusursuz bir şiir yazamıyorum yaşım yirmi bir Senden bahsedemiyorum hâlâ ortalığı dağıtmadan Beğenirsen bu şiir senin olsun beğenmezsen ne âlâ Özür şiirimi de sana yazmıştım biliyorsun ve daha nicelerini ve daha nicelerini Geçen salı doğum gününmüş Mark Zuckerberg söyledi
Mücteba Sezen
Hezeyan Fanzin 3 7
Saudade
Getirin bana ismet abi'yi getirin,
Kendi sesiyle şöyle bi'
"Yine geldi kış baba" desin
Ki yığılırken üstüme kelime kelime kar,
Bahanemin asilliğiyle övünebileyim;
Dudaklarımı aşan bıyıklarımı hiçe sayarak
Önümü iliklemeden suçu ona atabileyim;
Ata bineyim ve gideyim.
Terkimde terkimi taşırken
Saçlarım a d e t a, sakallarım tırıs gidebilsin...
Loşluğa alışsın gözlerim.
Mustafa Ünver
Hezeyan Fanzin 3 8
Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka
hasta ve ateşliyken daha çocukken
babam üflerdi komşumuz Ayşe teyze bir de
esnek göz yaşlarına karışırdı duaların anlamı
biraz huşu ve mistik dalışları gel-git.
sen ben bizim oğlan ya ağırdı bizim oğlana…
sana basit sloganı eksik devrimdi çoğu kez
titresin istiyordun ayaklar bastıkça kaldırıma
kendini arıyordu ben ve Selim’le Olric.
bina okurdu döne döne edebiyat dersleri
öğretmen ilk sessiz gemiyle kaçardı
gazel okurduk şiire yüksek aruzdan…
sofrada seksenlerden acıklı çığlıklar
dokunaklı değilse yaramazdı rakı kokmadan
kim nereye yazsa yaralı aslan.
beni kimse okumadı kendimden başka
baldırı çıplak birkaç sözdü anlaşılan
“hey gidi günler” le başladı
şairin küçümsenme hali
her ne okusak gerideydi ayağımız
yüzler eski
günler yaşlıydı
yazı öksüz...
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 9
Kasîde-i ölüm for-medh-i melek-i mevt*
Geldi binip bir kuşun kalbine ölüm
Rab verdi izin Azraille geldi ölüm
Allahçün kılar namazın hiç kaçırmaz
Kabul olur mu şeyhim aklında varsa ölüm
Bakar aşağıya der atlarsam acır canım
Bana gelecekse uykuda gelsin ölüm
Okudu bir kitapta gördü adını
Tüm renklerini giydi geldi ölüm
Merak eder alıp başların giderler
Bilmezler olmaz bir ikincisi ölüm
Saydı kalp atışını durdurdu nefesin
Kapadı gözünü bilmedi böyle gelmez ölüm
Koydu bir mezar içine bedenin yaptı yerini
Bundan yirmi yıl sonra geldi ölüm
Yattı kalktı etti dua al canımı Rabbenâ
Bir gece yan odasına kadar girdi ölüm
Her nefis mutlak tadacaktır onu
Kimine acı kimine tatlı gelir ölüm
Bir gün akbabalar fısıldadı kulağına
Derler geçim kaynağımız bizim ölüm
Bir gece cenin çığlık attı anne ağzından
“Doğmadan yetim bırakır insanı ölüm”
Nagehan boynunda hisseder soğuk nefesin
Bakmaz yaşına kişinin gelir ölüm
Çıkıp bir gemi derler onun adına
Alıp götürdüğünü getirmez ölüm
Ecelini beklemez insan alır canın
Çağırır Azrail’i ister getirsin ölüm
Koydular mezara yapıldı taşı yazıldı adı
Hiç bu kadar şatafat gördü mü ölüm
Tüm çevresi anı bırakır çeker gider
Âdemi bir karanlık yalnızlığa götürür ölüm
*Bu şiir doğuyla batı arasında kalan bir gencin ahvalini ve hezeyanını anlatır.
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 10
Ölürsen dizilir insanlar yer lokman
Nice gariplerin karnını doyurur ölüm
Everybody wants to go to heaven,
But nobody wants to die**
Eya yanmasın gözün soğandan
Gaz-ı biberden gelir ölüm
Yaparlar dedikodun alırlar günahın
Neredeyse yakmaz olur seni ateş-i ölüm
Ölürsem kurtulurum deme yaşar kargalar
Nice sal ü mah gelmez onlara ölüm
Gün geldi konuldun musalla taşına
Senin de adını yazdırdı mezar taşına ölüm
Ebedî ve sonsuz odur Bekâ
Taht-ı padişahta olsan gelir ölüm
Ey Allah’ım rahmet et şu günahkâr kuluna
Günahıyla kabul et onu geldiğinde ölüm
Bıyıkî dünya malında olmasın gözün
Gün gelir toprakla doyurur seni ölüm
** Joe Louis
Birol Öztürk
Hezeyan Fanzin 3 11
Şubat yakınmaları
-talan edilmişlerin şiiri-
‘Ahhh! gülmediği zaman dalına küskünlüğü gibi bir meyvanın
somurtması uzaklardan belli olan
gözlerinedir vurgunluğum güzel kız.’ dedi oğlan
Kız güldü yine umarsızca, haksız da sayılmazdı
‘‘Aşkı, pankart mankart açarak itiraf etme yüzyılı’’ ne de olsa
Okul önlerinde, kalabalık meydanlarda
Dillerinde ‘Aşk sürprizleri sever, şiir de neymiş’ parolası,
Ellerinde cici oyuncaklarıyla bir dünya bayanın
Teselliler işitme mevsimi bu yangın
‘Sevme Engelliler Medeniyeti’nde yazılmış
Bir karabasan şiiri,
Hele, ‘o seni kaybetti oğlum, boş ver! ’ cümleleri yok mu
Şubatın getirdiği paslı bir mengene sanki
Anlamını yitirmiş ‘ Eylülde Gel ’ şarkısı
ve satırlarında kaybettiği şiirinin o gülen kızı
Bir dikenli tel gibi dokunurdu kalbine
Fırtına gibi ansızın kopan feryat idi yanakları
Toprak gibi, ekmek gibi, dualar gibi aziz bellenmiş
Yapma çiçekler, yapma destanlar...
Kurak yaz geceleri bir bardak suyun dostluğu kadar
Elin çaresizce uzalı kaldığı
Onaydı tek çıkar yolu bizim sersem oğlanın
Gözlerineydi sadece, annelere özgü ağlamak
Şimdi gülmek isteyecektir gözlerin amenna!
Sözlerin, teselli harmanı ansızın
Güçlü ve umursamaz görünme uğraşı içinde
‘ben sersem bir adamım’ diyeceksin, her sabah şiirlerini okuduğun aynana
Bir kış gecesi karlı, karanlık, sancılı ve uzak
Ateşlenip, horlanıp da uykunda
Bütün şiirlerini yakmak isteyeceksin, boğazın ışıldaklı götürgecine karşı
Boğazlar da eski boğazlar değil ‘‘Yahya Kemal’i Uyandırma Yüzyılı’’nda
Islak ve soğuk yorganlara sarılı gençliğin, Ahmet Arif bilir
Sen bitik, sigaran bitik, ahhh Irk Bitig!
Tam yakılmalık bir adamsın bu hikâyenin peşi sıra
Şöyle dolunay garipliğinde bir Ahmet Haşim gecesi
Rüzgârların ıslığına karışan ‘Antalya’nın mor üzümü’ türküsü çalarken
Pişmanlıklar komedisi içinde
Kopardığı fırtınanın elinde bir oyuncak o umarsızın
Bir ‘SEN’ kalacak isimsiz
Bir‘SEN’kalacakbozulganve-HİÇ
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 12
Güvercin Odası
Yavaş yavaş kendime gelmeye başlıyordum. Duyduğum seslerle iyiden iyiye kendime
gelmiştim.
—Deniz kumu mu? Deniz kumu… Başımıza daha sonra dert açılmasın?
—Bir şey olmaz. Yaklaşık yirmi yıldır deprem falan olduğu yok. Hem olsa ne olur? Depreme
karşı sağlamlık raporu alınca sorun çözülür.
—Yapmayalım, etmeyelim bunun vebali büyük olur.
—Vebal mi? Biz evi yapıyoruz. Kimin oturacağını ise kader belirliyor. Biz bir şey bilemeyiz.
O adamın kaderi burada ölmek olur.
…
Bu duyduklarımdan sonra, boş bir şekilde günleri nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Bu
günlerin birinde eve iki çift bakmıştı. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum. Eve baktıkları
sırada beni yatak odası yapmaya karar vermişlerdi.
—Nasıl olsun, dedi genç eşine.
—Yatak odamız için çok güzel hayallerim var.
—O halde sana bırakıyorum.
Bundan sonra ise onlar gelene kadar evin içinde ummalı bir çalışma olmuştu. Ben de
karar verildiği gibi yatak odası şeklinde hazırlanmıştım. Yatak pencerenin tam karşısına
kurulmuştu. Diğer pencerenin karşısında ise büyük, kahverengi gardırop yer alıyordu. Yine
aynı renkteki komodin yatağın yanında yer alıyordu. Onun üstünde ise sarı renkli bir abajur
yer alıyordu. Yatağın başlığı ise kahverengiydi. Duvarların renkleri fildişi rengiyle
boyanmıştı. Tüller beyaz, onları kapatan perdeler ise koyu sarı renkteydi. Bunların yanında
yatağın üst tarafına uçan kuşlar çizilmişti.
Yatak odasının ve evin hazırlanmasının üstünden bir süre sonra iki çift eve geldiler.
Valizlerini kapının önüne bırakıp kendilerini yatağa attılar. Erkek kadının saçlarını okşadı.
Kadın gülümsedi. “Güvercin odası”, dedi. Erkek anlamayarak bakıyordu. Kadının gözlerine
baktı. Onun gözlerinin yöneldiği yöne doğru gözlerini çevirdi. Duvara çizilmiş kuş resimlerini
gördü.
—Çok güzel olmuş, dedi. Karısına sarıldı. “Bu ince düşünmelerine hep hayrandım.”
Yatak odası olmanın kötü bir yanı vardı: Evin dolu zamanında da, boş zamanında da
yalnız olmak... Burada yalnız yatmadan yatmaya vakit geçiriyorlardı. Bazen gece erken
saatlerde gelirler. Erkek kadına şiirler okur, aşk dolu geceler geçirirlerdi. Bir gün erkek
erkenden kalkıp odadan çıkmıştı. Bir süre sonra elinde bir tepsiyle geldi. Karısına hayranlıkla
bakıyordu. Tereddüt etti. Sonra eşine seslendi.
—Sevgilim, haydi kalk, bak sana ne sürpriz yaptım. Karısı yatakta döndü. Gözleri yarı açık
kocasına baktı. Gözlerini ovuşturdu.
—Şu an çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum, dedi. Erkek:
—Atmana gerek yok, dedi. Karısının saçlarını geri attı, öptü. Hem Cemal Süreya ne demiş
“Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.”
Bir gece ise erkek karısına şiir okurken bir an durdu. Kadın ne oldu gibi sorar gözlerle
kocasına baktı. Adam iç geçirdi. Kadın hâlâ aynı mavilikte bakıyordu. Adam:
—Kendi görüşünden olmayanları neden aşağılar insanlar? Kendilerini hangi açıdan üstün
görürler? Sonra geçip bir de neden ahlak dersi verirler? İnsanları anlayamıyorum. Düşünce,
fikir, fizik açısından kendilerinin beğenmediklerini sürekli aşağılayan, aşağılık şeyler. Yaratık
diyemiyorum onlara. Ama büyük ihtimal onlarda beni anlamıyor. Dönemimizin büyük
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 13
rahatsızlığı olan anlaşamama rahatsızlığını yaşıyoruz. Bunu çözecek bir ilaç var mı? Belki var
ama biz ona bakmıyoruz. Belki yıllar yıllar önce o ilacı kaybettik. Yoksa bu önceden de mi
böyleydi? Anlamama, anlaşılmamak sence geçmiş yüzyıllarda da yaşanmış olabilir mi? Tüm
ahlakî öğretiler bunu vurgulamıyor mu? Herkesten ziyâde her şeyi anlayın diyen bir
Peygamber yok mu? “Ölmeden önce ölünüzden” bunu çıkaramaz mıyız? Bu önyargılar
neden? Bu sorulara ne zamandır cevap bulunamıyor.
Kadın şaşkın gözlerle kocasına bakıyordu. Büyük ihtimal aralarında ilk kez böyle bir
konuşma geçmişti. Kadın başını kocasının göğsüne koydu. Sonra ikisi de sessizce uykuya
daldılar.
…
Cicim ayları dedikleri aylar böylece geçip gidiyordu. Bir zaman sonra ne oldu
bilinmez erkek eve geç gelmeye başlamıştı. Kadınla başka bir odada tartışıyorlardı. Bu mutlu
evliliğin bu hale gelmesine ben dâhi üzülüyordum.
Bir gün yine erkek yoktu. Kadın yatağa uzanmış fakat uyumuyordu. Abajuru yakmış,
gözleri dalmış bir şekilde tavana bakıyordu. Etraf garip bir sarılığa bürünmüştü. İçeriden bir
ses geldi. Kadın lambayı kapatıp yatağa gömüldü. Erkek odaya girdi. Sallanarak yatağa
oturdu. Bir süre öylece durdu. Sallanışının nedeni sarhoşluk mu, yoksa başka bir şey mi belli
değildi. Bitkin bir hali var gibiydi. Oda, yani ben, kapkaranlık olmama rağmen bunu gayet iyi
görebiliyordum. Kadın erkek geldi geleli hiç kımıldamamıştı. Bir süre sonra dayanamadı.
Doğruldu elini kocasının omzuna koydu. Yüzündeki merhamet her açıdan belli oluyordu.
—Bir şey mi oldu? diye sordu. Erkek karısına döndü. Gözlerinin içine bir çukurdan mavi bir
göğe bakar gibi baktı. Karısı ürpermişti. Elini omzunda duran karısının elinin üstüne koydu.
Öptü. Sonra sarıldı. Bu manzarayı görmeyeli hayli zaman olmuştu. “Hiç”, dedi. “Hiçbir şey
olmadı.” Kadının gözünden bir damla yaş düştü. Adam yüzük parmağının tersi ile onu sildi.
“Ağlama” dedi. “Bundan sonra hiç ağlama”
…
Odanın içinde olan olaylar bununla sınırlı kalsın istiyordum. Kötü şeyler olmasın
istiyordum. Fakat bu istediklerim olmadı. Kadın bir gün evden çıkmış gezmeye gitmişti.
Evden çıkmadan önce geniş aynanın önünde uzun süre hazırlanmış, süslenmişti. Kaç zaman
sonra ilk defa bu kadar mutlu görünüyordu.
Kadın çıktıktan bir süre sonra adam eve gelmişti. Bu kez o aynanın önüne geçmiş
oturmuştu. Ama o süslenmiyordu. Hızlıca elindeki kâğıda bir şeyler karalıyordu. Biraz sonra
kalktı. Bir sandalye koydu. Avizenin yanında duran küçük demirden bir ip geçirdi. İpin ucunu
boynunu geçirecek şekilde bağladı. Boynunu geçirdi. Bekledi, belki hâlâ içinde yaşamaya dair
bir şey arıyordu. İpi boğazına kadar çekti. Sandalyeyi salladı ve yere devirdi. Odada, içimde,
bir kuşun kanat çırpışı gibi adamın ayaklarının birbirine vuruşunun sesi vardı.
…
Adam uzun bir süre hareketsiz bir biçimde sallandı. Sonra fizik kuralları bu sallantıya
bir son verdi. Şimdi adam sadece yukardan aşağıya kaskatı bir biçimde sarkıyordu.
Kadın elindeki poşete bakarak içeri girdi. Aynalı komodinin önündeki koltuğa oturdu.
Bir şeyler aradı, buldu. Sonra gözü aynadaki yansımaya ilişti. Dönemedi. Gözleri o anda bir
okyanusu barındırıyordu. Bir çığlık attı. Olduğu yerde titremeye başladı. Ani bir hareketle
kalkıp adamın bedenine sarıldı. İçinde mermer bir kolona sarılıyormuş hissi uyanmış gibi geri
çekildi. Tam manasıyla hüngür hüngür ağlıyordu. İçeri gitti. Sonra tekrar geldi. Gözlerinden
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 14
hâlâ yaşlar akıyordu. Gözü masanın üzerindeki kâğıda ilişti. Eline aldı. Okumakla okumamak
arasında kararsızdı. Kocasına tekrar baktı. Gözünü önce saate sonra tekrar elindeki kâğıda
çevirdi. Katlanmış kâğıdı açtı. Bir yandan ağlarken bir yandan okumaya başladı.
“Sevgilim, merhaba.
Evet merhaba. İlk tanıştığımızda sana merhaba demiştim. Sonra merhabanın
anlamından, benden sana zarar gelmez demek olduğundan bahsetmiştim. Anlamına uygun
davranamadığım için özür dilerim. Her zaman olduğu gibi yine sana zarar veriyorum. Sana
geçen gece sarılıp ağlama demiştim. Büyük ihtimal bu mektubu okurken yine ağlıyorsun.
Yine benim yüzümden ağlıyorsun. Bir kuş kadar göçmek istediğimi kimse bilemezdi. Şimdi
ise bu mektup bir kuş olduğumun kanıtı… Bir insan ölmeden önce neden mektup yazmak
ister? Neden yazar? Kendinden bir hatıra mı bırakmak ister? Dünyanın en acı hatırası. Ben
öldüm bu da imzası demek midir? Ya da “işte öldüm yaşarken ben, biraz olsun anlamadınız,
peki ya şimdi”, demek midir? Yüce Yaratıcı’ya affedilmesi imkânsız bir günahla gitmek
istemezdim. Seni böyle bir başına bırakmak da istemezdim. Yaklaşık beş yıllık evlilik
hayatımızda gün gün kavgalarımız da oldu. Oysa ben seni içten içe nasıl seviyorum. Aklımın
başında olmadığı anlardı sevgilim, affet. Peki, şimdi aklım başımda mı? Hayatımın çoğu
evresinde hem içimde hem dışımda birçok sıkıntı yaşadım. Doğduğum zaman da sıkıntılarım
olmuş. Onları da atlatmışım. Sanırım bu dünyaya sıkıntı yaşamak için gelmişim. Artık
dayanamadığımı sen de anlamışsındır. Bu eve ilk taşındığımızda şu arkamda duran kuşları
göstermiştin. Balayını otelde geçirdiğimiz için daha önce görme imkânım olmamıştı.
Oteldeyken bir telefonla kuşların da eklenmesini istemişsin. Sevgilim şimdi ben de o
kuşlardan biriyim. Çoğu zaman oturup düşünürdüm. Kuşlar neden sürekli uçar?
Sevgilim eğer ağlıyorsan ağlama. Senin gözyaşların en çok beni acıttı. En çok ıstırabı
ben yaşadım. Geçen gece geldiğimde yorganın içine büzülmüş uyuyordun. Bir çocuk gibi…
Ben de çocukken korktuğumda yorganın içine çekilir uyurdum. Sen neden korktun. Benden
mi? Nasıl kâbuslar yaşattım sana? Artık kurtuluyorsun. Tüm o kâbusları da yanımda alıp
götürüyorum. Bu son kâbusun... Uyandığında daha aydınlık bir dünya seni bekliyor olacak.
Kurtuluyorum ya da kurtarıyorum sanırım. Seni seviyorum. Seni ilk gördüğüm andan şu ana
kadar sevdim. Sevgilim.”
devamı gelecek…
Yusuf Can Tıraş
Hezeyan Fanzin 3 15
Divân Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz?
Sorumuzun cevabını başta vereyim. Beni niçin seviyorsanız ya da sevmiyorsanız o sebepten.
Bir insan bilmediğinin düşmanıdır. Bilse bile beynindeki zincirler, bilgi alımına izin vermiyorsa insan
ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir şeyi sevemez ya da öğrenemez. Bu sorunun izahı budur.
Gelelim sorumuzun açıklamasına. Öncelikle, divân edebiyatıyla lise yıllarımızda karşılaşırız.
Karşımıza Fuzûlî, Bâkî, Nedîm, Şeyh Galib gelir. Daha nicesi de vardır. Tabii ki, şiire geçilmeden
önce “Divân Edebiyatının Özellikleri” denilir ve o özellikler alt alta sıralanır. Neler yoktur ki o listede.
Sayalım isterseniz:
Divân şiiri, Farsça ve Arapça kelimelerle yüklüdür.
Geliştikçe dil ağırlaşmaya başlar.
Şairler saraya yakındır, padişahı ve yönetimdekileri överler.
Saraydan maaş alırlar.
Aruz kalıbı kullanılmıştır.
Aşk, tasavvuf ve şarap gibi konuları ele alır.
Der ve sıralama uzar gider. Kısacası; size bir konuyu sevdirmemek adına ne varsa kullanılır.
Ardından metne geçen öğrenci, ön yargılarıyla konuya metne uzak durmaya çalışır. Doğaldır ki şu
endişe herkesce paylaşılır: “Yahu bunları öğrenip de ne yapacağım? Kim bana bunu gerçek hayatta
soracak?” . Haklıdır öğrenci, çaresiz kalırsınız.
Bir sene sonra “Milli Edebiyat”a geçilir. Yine “Milli Edebiyat’ın Özellikleri” diye kırmızı kalemle
başlık yazılır. Ardından sıralanır:
Şiirde ölçü, milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür.
Dil sadeleşmiştir. Öztürkçe’ye dönülmüştür.
Güncel ve siyasi konular eserlerde yer bulur.
Şeklinde liste uzanır gider. Siz âniden “Milli Edebiyat” konusunu sevmeye başlarsınız. “Ben
Milliyetçiyim demek ki Nihal Atsız bana göre” der, şiiri ezberlemeye başlarsınız. “Ben eşitlikten
yanayım dersiniz Nazım Hikmet’in şiirlerini ezberlemeye, içselleştirmeye başlarsınız. Demek ki, en
başta verilen “hazırlık bilgileri” nedeniyle biz “Divân Edebiyatı”nı sevemiyoruz. Zaten,
öğretmenlerimizin bir kısmı da divân edebiyatı ile ilgili pek fazla bilgi vermez. Öğrenci de yol
gösterene uyar, o yolda devam eder.
Bir önemli nokta ise insanların “bilme”ye olan “ihtiyacı”dır. Siz zaten bilmek için çaba
harcamıyorsanız, anlatan ne kadar çabalasa da boşuna. Örneğin; bir “sözel” bölümü öğrencisi için
“matematik, fizik, kimya” ne ise, Türk Dili ve Edebiyatı için de “Eski Türk Edebiyatı” odur. İskender