GİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19.yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır. Metodik anlamda ilk kez Alman Grimm Kardeşler’in masallar üzerindeki çalışmalarıyla başlamış, bu hareket masalların incelenmeye değer metinler olduğunu göstermiştir. Fakat bu çalışmalardan önce derleme şeklinde küçük çalışmalar vardı ve bunlar ilk olarak vahşi (ilkel) insanların incelenmesiyle başlamıştı. Bu toplumlara “halk” denildi. “Halk” ile ilgili varolan bilgiler misyonerlerin notlarıyla sınırlıydı bu notlar bölge insanlarının alışkanlıklarını tanımak ve onları kendi dinlerine alarak “uygarlaştırmak” amacıyla, derinlemesine olmayan, ilgi düzeyinde yapılan ufak araştırmalardı ve bu sebeple de geniş kitlelerce ciddiye alınmamıştı. Fakat “halk” tanımı, zamanla maddi unsurların dahil edilmesiyle daha sonraki araştırmalarda farklı bir anlam kazanmış, kapsamı 19. yy’ dan itibaren değişmiş, bunun sonucunda da ciddiye alınan bir kavram haline gelmiştir. Herkes halktır. Bir yanımız geleneğini, geçmişten bugüne ve yarına halktan edinir. Bu kavramın yerleşmesinin ardından ortaya çıkan ve kendini bu şekilde niteleyen kişileri “sıradan” düzeydeki “halk” tan ayırma amaçlı kullanılan “entelektüel halk” kavramı ise, bireyin çalışma okuma ile sonradan yanındaki kişiden kendisini ayırabilecek düzeye ulaşan kişiler grubunu nitelemektedir. Halkbilimindeki “halk” kavramının anlamı ise tüm bunlardan farklı olarak zamana, mekâna ve kültüre göre anlamsal derinliği değişiklik gösteren bir yapı arz eder. Özetle, halkbilimi kabulleri, kültür tanımıyla yakından ilgilidir. 1
201
Embed
GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
GİRİŞ
Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve
onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19.yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.
Metodik anlamda ilk kez Alman Grimm Kardeşler’in masallar üzerindeki çalışmalarıyla başlamış,
bu hareket masalların incelenmeye değer metinler olduğunu göstermiştir. Fakat bu çalışmalardan önce
derleme şeklinde küçük çalışmalar vardı ve bunlar ilk olarak vahşi (ilkel) insanların incelenmesiyle
başlamıştı. Bu toplumlara “halk” denildi. “Halk” ile ilgili varolan bilgiler misyonerlerin notlarıyla sınırlıydı
bu notlar bölge insanlarının alışkanlıklarını tanımak ve onları kendi dinlerine alarak “uygarlaştırmak”
amacıyla, derinlemesine olmayan, ilgi düzeyinde yapılan ufak araştırmalardı ve bu sebeple de geniş
kitlelerce ciddiye alınmamıştı. Fakat “halk” tanımı, zamanla maddi unsurların dahil edilmesiyle daha
sonraki araştırmalarda farklı bir anlam kazanmış, kapsamı 19. yy’ dan itibaren değişmiş, bunun sonucunda
da ciddiye alınan bir kavram haline gelmiştir. Herkes halktır. Bir yanımız geleneğini, geçmişten bugüne ve
yarına halktan edinir. Bu kavramın yerleşmesinin ardından ortaya çıkan ve kendini bu şekilde niteleyen
kişileri “sıradan” düzeydeki “halk” tan ayırma amaçlı kullanılan “entelektüel halk” kavramı ise, bireyin
çalışma okuma ile sonradan yanındaki kişiden kendisini ayırabilecek düzeye ulaşan kişiler grubunu
nitelemektedir. Halkbilimindeki “halk” kavramının anlamı ise tüm bunlardan farklı olarak zamana, mekâna
ve kültüre göre anlamsal derinliği değişiklik gösteren bir yapı arz eder. Özetle, halkbilimi kabulleri, kültür
tanımıyla yakından ilgilidir.
Halkbilimi bağımsız bir bilim dalı olarak 19. yy’dan itibaren bilimsel dünyada yer almıştır. Bu dönemde
kültür, daha çok yazılı ve kısmen de sözlü kültür ortamı teknolojisi içinde gerçekleşen öğrenme eyleminin
sonucu olarak beyinde yer alan alanlardı. Halkbiliminin bilim dalı olarak 19. yy sonlarına doğru önem
kazanması sonucunda, E. B. Taylor ile başlayarak bu anlayış bir toplumun bütün hayat tarzı ve üyelerince
öğrenilen unsurların tamamı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Yani artık kültür, insanın öğrenerek
beyninin içine yerleştirdiklerinin ötesinde, yapıp ettiğimiz her şeyi karşılayacak biçimde kullanılmaya
başlanmıştır. Günümüz sosyal biliminde ise kültür, bir toplumun her türlü kendini ifade edişinin tümü veya
toplam hayat tarzı olarak nitelendirilmektedir. Bunlar davranışlardan veya alışkanlıklardan çok töre, gelenek
– görenek, toplumsal korkular gibi pek çok değişik şekilde kendini gösterir. Aynı şekilde sanat, müzik,
mimari, düşünce, edebiyat gibi ürünler de kültür içinde yer alır. Yani kültür, insanların kişisel özellikleri ve
düşünce dünyası ve yetiştiği ortamın ona kattıklarının yardımıyla şekillenen her türlü maddi ve manevi
ürünler olarak nitelendirilebilir. Bu sebeple de halkbilimi, hem beşeri hem sosyal bir bilim olarak bilimsel
dünyada yer bulmuştur.
1
Tüm bu bilgilerin ışığında halkbilimini şöyle tanımlayabiliriz: “Bir topluluğun geleneksel ve anonim
dünya görüşünü ve bunun dışavurumları olarak kabul edilen, söze, harekete ve nesneye dayalı olarak
tanımlanan her türlü anlamlı formu ve bunların oluşumları, geliştirilip pekiştirilmelerine yönelik iletişim
olaylarının içinde konu edindiği bilim dalıdır.” Ayrıca temelinde insanın davranış ürünlerini de
barındırdığından, halkbilimini davranış bilimi olarak da nitelendirebiliriz.
Halkbilimci ise:
Kültür oluşumu, değişimi süreçlerini nesnel bir gözle değerlendiren;
Bunun için de kültürün ilişkili olduğu bilim dallarından (bildiğimiz bilim dallarının hemen
hemen tümüyle) az veya çok yararlanan;
Bunların kendi aralarındaki etkileşimlerini inceleyen;
Bu özelliği dolayısıyla da kendi sahası başta olmak üzere ilişkili olduğu bilim dallarına da
katkıda bulunabilen kişidir.
Bunlara ek olarak halkbilimcinin branşlarını ikiye ayırmamız mümkündür:
1. Saf ve teorik bilgi üretimi: Mensup olduğu disiplinin prensiplerine göre anlamlı dışavurum
formlarını derleyerek kayıtlara geçirir ve tasnifini yapar. Tasnifini yaptığı malzemeyi kendi içinde
veya kültürler arası çeşitli koşullara göre geliştirilmiş modellerle karşılaştırır, yorumlar, tahlil eder
ve bir senteze ulaşır. Bu şekilde saf ve teorik bilgi üretimi gerçekleşir.
2. Uygulamalı halkbilimi: Halkbilimi çalışmalarında elde edilen bilgilerin; karşılaşılan sosyal,
ekonomik ve teknolojik problemlerin çözülmesine yönelik olarak toplum içinde kullanılmasıdır.
Halkbilimi nasıl bu kadar hızlı gelişebildi?
Halkbilimi; bir ülke veya belirli bir bölge halkına ya da aralarında en az bir ortak unsur bulunan bir
toplumsal grupla ilgili maddi ve manevi alanlardaki kültürel ürünleri, onların gösterimlerini konu edinir.
Bunları kendine özgü yöntemleriyle derler, sınıflandırır ve kuramsal olarak yorumlar. Elde ettiği sonuçları
karşılaşılan sosyal ve toplumsal problemlerin çözümüne yönelik olarak uygular. Belirli bir zaman içinde de
sonuçlarını ilk elden gözlemleme olanağı bulduğundan çalışma prensibi ve sahası itibariyle hızlı bir gelişim
göstermiştir. Yani ilk elden gözlem yapma ve ilk elden uygulama yapabilme olanağı halkbiliminin hızlı
gelişiminde büyük rol oynamıştır diyebiliriz.
Halkbilimi, hemen hemen sosyal ve beşeri bilimlerin hepsiyle ilişkili olup gerektiğinde bu bilimlerin
bulgu ve yöntemlerinden yararlanır, başka ülkelerin halkbilimsel verileriyle koşutluklar kurar,
2
karşılaştırmalar yapar ve bunların kökenine inmeye çalışır. İnsanı bir bütün olarak ele alıp anlamaya çalışır.
Bu şekildeki bir disiplinler ve kültürler arası çalışma sistemi içinde yerel – ulusal – evrensel olmayı
başararak insanlığın ortak kültürünü keşfeder ve ona katkıda bulunur.
I. BÖLÜM
HALKBİLİMİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLERA) Halkbilimi Çalışmalarının Tarihçesi
Halkbilimi / Folkloristik, insan davranışlarını ve geleneklerini çalışarak, objesi olan insanı daha iyi
anlamaya ve onun hakkında daha derin bir bilgiye kavuşmak amacıyla 19. yy başlarında ortaya çıkan
bağımsız bir bilim dalıdır.
Yaygın olarak kabul edilen iki başlangıç tarihi vardır.
1. Grimm Kardeşler’ in Almanya’ da 1912 yılında “Ev ve Çocuk Masalları” adlı sözlü
Mit-ritüelistler bir bakıma içinde yer aldıkları kültürel evrimci halkbilimciler arasında belli bir saha ve
uzmanlaşmaya dayanan özel bir gruptur. Yoğunlaştıkları konu, dışavurumcu sanatların evrimidir. Bu bakış
açısına göre kültür ve sanat, ilkel insanın, dini ayin niteliğindeki ritüel törenlerinde davranışlarından,
özellikle de “kurban törenlerindeki kalıplaşmış hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Kültür, evrimleşerek
geliştikçe ritüeller de buna paralel olarak sözelleşmekte ve mitlerin doğup gelişmesinin kaynağını
oluşturmaktadır. Ritin sözel tanımlanışı kendine has bir özerklik kazandığı zaman, mit bağımsız bir
dışavurumsal anlamlı form veya anlatı olma statüsünü kazanmaktadır.
Kuramın ortaya çıkışı E. Taylor’un çalışmalarıyla başlayan Evrimsel Halkbilimi Kuramı’na getirilen
sistematik bir eleştiri veya tepki niteliğindedir. (Evrimsel kuram mitlerin kaynağının tarihsel gerçeklere
dayandığını ileri sürer. Mitlere dayanan gözlemleri ve tarihi geleneklere dair çalışmalarından hareketle
insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını düşünür. )
Mit- ritüel kuramın kurucusu Lord Raglan’dır. 1955’te yayımlanan “Mit ve Ritüel adlı çalışmasında
amacının “Mit konusunda ileri sürülen mitlerin bozulmuş veya değişmiş eski tarih veya vahşilerin ürünü
olduğuna dair eski moda teorileri delillerle yalanlayıp çürütmek, mitin ne olduğunu açıklamak ve son derece
basit bir şekilde mitlerin sadece ritlerle ilişkili olarak ortaya çıkmış anlatılar olduğunu ifadelendirmek”
olduğuna söyler.
Bu düşüncesini basit bir örnekle ele alır. Leviticus X1’de Harun’un kurban törenini nasıl
gerçekleştirdiği iki ayrı yerde bize şu biçimde anlatılır, der: İlkinde “Onun oğulları ona kanı ilettiler ve o
kanı tapınağın en kutsal, kurban kesilen yeri olan mezbah (minber) üzerine her tarafına serpti ve yağları yine
orada yaktı.” der. Daha sonra on yedinci bölümde de papaz (kâhin) kanı mezbaha (minberin üzerine)
döküp yağı da sonsuzluk için diriltici koku olarak (rabbe hoş koku olarak) yakacaktır.
Raglan’a göre burada aynı ritüelin iki ayrı tanımlanışı vardır. Birinci tanımlanış birisinin bir
defasında ne yaptığını anlatan bir mit, yani bir ritüelin nasıl gerçekleştirildiğini betimleyen bir anlatı
şeklindedir. İkincisi ise basitçe bir kural şeklindedir. Ona göre bu metinde yer alan birinci anlatı, mitlerin
çoğu zaman yaptığı gibi, söz konusu ritüelin kaynağını ortaya koymanın gerekli olduğu bir zamanda
yazılmış olmalıdır. İkinci anlatımın ise söz konusu ritüelin son derece açık bir şekilde uygulanışının,
belirgin dini bir kural veya ritüele dönüştüğü bir zamanda yazılmış olduğunu düşünmektedir.
“Yukarıdaki ifadeler aynı ritüelin türleri olduğu halde, ilk ifadede bir mitken, daha sonra basit bir
tarife dönüştüğü görülüyor. Bu durumda, ritüelin tanımını, bir kimsenin daha önce yaptığı bir şeyin anlatısı
olarak yapmak da mümkün. Mitlerde sıkça görüldüğü gibi ilk ifade, kutsal bir kişiye atfedilerek ritüelin hala
43
geçerli kılınması gerektiği düşünülen oldukça erken bir dönemde yazılmış olmalı.daha sonraki pasaj ise,
büyük bir ihtimalle ritüelin kesinkes benimsenip, yalnızca basit bir tanıma ihtiyaç duyduğu bir döneme
tarihlendirilebilir.”
Raglan bunlardan hareketle “…Mitler tarihsel açıdan kesin doğruluk taşımazlar. Bunun nedeni -her
zaman aynı olmamakla birlikte- ritüellerin çoğunun bazı tarihsel olayların sonucu olarak değil, yavaş yavaş
gelişmiş olmalarıdır...” der. Mitlerin tarihsel bir olayı aksettirmemesine örnek olarak Becket’ın ölümüyle
ortaya çıkan Can-terbury’e yapılan haccı değerlendirir. “…Hacılar katedrali turlarken Becket’ın yaşamı ve
ölümü ile ilgili dualar ve ilahiler okuyarak bir ritüel sergilerler. Bu yolla Becket’ın hikâyesi tekrarlanarak
ezberlenmiş olur. Bu hikaye, sonuçta bir ritüel, tekrarladığından doğrudan bir mit olarak da
tanımlanabilir...” sonucuna varır.
Bir başka örnek olarak Guy Fawkes’in2 durumunu verir. “…Guy Fawkes’in durumu ilgi çekici bir
başka olaydır. Beş kasım, kurban olarak bir insanın yer alması gereken yakılma törenini anlatan tarihi ateş
festivali günüdür. Fawkes gerçekte yakılmayıp yalnızca asılmış olmasına karşın, yakılma hikâyesi bu ritüele
mit olarak adapte edilmiştir…”
“…Adaptasyonla ne kastettiğimizi açıklayalım; mitler tarihsel temelleri olsun ya da olmasın önemli
dini değerlere sahip olabilirler. Hooke’a3 göre Tiamat’ın (Akad mitolojisinde tanrıların annesi ve Apsu’nun 2 Guy Fawkes, (13 Nisan 1570 – 31 Ocak 1606) - tam adı Guido Fawkes'tur- York şehrinde doğmuştu, ve Katolik bir İngiliz askeriydi. 5 Kasım 1605 - Barut komplosunda, Parlamento Binasını havaya uçurmakla görevliydi.
İngiliz tarihinin en büyük "vatan haini" olarak kabul edilen Fawkes, 1593’te Katolik oldu ve İspanyol ordusunun Hollanda’da bulunan birliğine katıldı. Kısa zamanda askeri zekâsıyla sivrilen Guy, 1604’te yurduna döndü. Burada Robert Catesby ve diğer komplocularla tanıştı. Muhafazakâr Protestan Kral I. James'e, kraliyet ailesine ve tüm diğer aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihinde "Barut komplosu" olarak bilinen olayda aktif olarak rol aldı. İngiltere devlet yönetiminde ve Katolik monarşik rejimde kökten bir devrime gitmek amacıyla toplanan on iki komplocu, Westminister Sarayı’ndaki İngiliz Parlamento Binasını, o yılki -her sene ekim ya da kasım ayında tekrarlanan- aristokrasi zirvesinde havaya uçurmaya karar verdi. Komploculardan birinin saray çevresinden bir tanıdığına, 5 Kasım 1605 günü saraydan uzak durmasını tavsiye eden bir mektup göndermesi sonucu komplo ortaya çıkınca; Fawkes, 5 Kasım gece yarısı parlamento mahzenlerinde bol miktarda dolu barut fıçısıyla yakalandı. Çeşitli işkencelere maruz bırakılarak yandaşlarının adlarını vermek zorunda bırakıldı. Çıkarıldığı mahkemede vatan hainliğinden hüküm giyen Fawkes, 31 Ocak 1606’da sarayın karşısında asılarak idam edildi.İngilizler, tarihlerindeki bu olayı ülkenin demokrasi zincirinde önemli bir halka olarak kabul ederler. Her yıl 5 Kasım gecesi, Birleşik Krallık ve krallığa ait diğer eyaletlerde komplonun başarısızlığa uğratılmış olması, Guy Fawkes Gecesi olarak şenliklerle kutlanır. Şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve bu büyük vatan haininin cezalandırılmasını anmak için Guy Fawkes maskesi takılmış kuklalar yakılır. Günümüzde politikadan çok, eğlence amaçlı yapılan bir kutlamadır.
3 Samuel Henry Hooke, 1874 yılında İngiltere'nin Gloucester bölgesinde Cirencester kasabasında doğdu. St. Marks School (Windsor) ve Oxford Üniversitesi Jesus College'da eğitim gördü. 1913-1926 yılları arasında Toronto Üniversitesi Doğu Dilleri Bölümü Flavell Kürsüsü Profesörlüğü'nde bulundu. 1930'da Londra Üniversitesi Eski Ahit İncelemeleri Davidson Kürsüsü Profesörlüğü'ne atandı. 1956'dan 1961'e kadar Oxford'da baş okutmanlık yaptı. Society of Antiquaries üyeliğinde ve Folklore Society ile Old Testament Society başkanlıklarında bulundu. Glasgow ve Uppsala üniversitelerinden onur doktorası aldı. Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgili yapıtlardan çeviriler yaptı. 1968 yılında öldü. Ortadoğu Mitolojisi, bir yandan Klasik Yunan, Roma öte yandan ortaçağ Batı mitolojisinin kökenlerinde yatan Ortadoğu mitolojilerinin birincil kaynaklarına inerek, mitolojinin tüm temalarını ve sorunlarını özümleyen bir yapıt. Yapıtın iki bölümünün Musevi ve Hıristiyan mitoslarına ayrılması, kitabın, mitolojinin yanı sıra dinsel düşünüşün de köklerine inen bir nitelik kazanmasını sağlıyor. Yapıtta, Yaratılış Mitosları, Dumuzi ile İnanna, Tufan Mitosları, Enki ile Ninhursag, Dumuzi ile Enkimdu, Gılgamış Mitosları, İştar'ın ölüler dünyasına inişi, Adapa Mitosu, Etana ile Kartal, Zu Mitosu, Kurtçuk ile Dişağrısı, Osiris Mitosları, Re Mitosları, Apophis'in öldürülüşü, Nil Mitosları, Keret Efsanesi, Agat Efsanesi, Seher ile Selim, Nikkal ile Kathiralar, Ullikummis Mitosu, İlluyankas Mitosu, Kain ile Habil, Babil Kulesi Mitosu, Sodom ile Gomorra, Fısıh Mitosu, Epifani Mitosu, Yeşu Mitosu, Ahit Sandığı Mitosu, İlya ile Elişa, İsa'nın Doğuşu Mitosları, İsa'nın Dirilişi Mitosları bulunuyor.
44
eşi.) katledilmesi mitine eklenen hikâye kesin olarak tarihsel gerçekliği dile getirmez… Fakat, tarihin dar
gerçekliğinden hem daha geniş, hem de daha derin bir gerçekliğe sahiptir… Mitler yoğun duygusal
değerlerle yüklü durumları içerdiğinden temel olarak doğrudurlar. Dahası, bu durum, doğası gereği
tekrarlanarak ezberlenmiştir. Durum, kendisiyle ilgili olan ve uyandırdığı gereksinimi doğuran ritüelin
yinelenmesini gerektirir. İşte bu bağlamda Hıristiyan dininin çıktığı olayların tarihi karakterler üzerine en
küçük bir yansıması olmaksızın bir Hıristiyan mitolojisinden bahsetmek mümkündür. Bu, insanoğlunun
sürekli yineleyerek ezberleme ihtiyacını karşılamak için, dinsel davranışların hayat veren gücünü
ifadelendirmede kullanılmıştır…”
Raglan’a göre ritüeller de insani ihtiyaçlarla tekrarlanma gerekliliğindedirler ve bunun
gerçekleşmesiyle mitler doğmaktadır.
Lord Raglan eski Yunan’da klasik yazar ve şairlerin mitleri dinsel bağlamlarından çıkararak edebi
yaratıcılıklarına temel olarak kullandıklarını, bu nedenle de verdiği örneklerin bir mit özelliği olarak çok
fazla hayali olmadığını ileri sürenlere karşılık “Yunan mitleri edebi olarak işlenmiş mitlerdir. Bu nedenle
söz konusu özellik mitlerin özelliği değildir.” der. Buna ilaveten, pek çok eski Yunan mitinin Mısırlılar ve
diğer komşu mitlerden ödünç alınıp adapte edilmiş olduğuna işaret eder.
Raglan, mitlerin hayal ürünü olduklarını ileri sürenlerin hayal etme sürecinin nasıl oluşup geliştiğini,
kısaca nasıl çalıştığını açıklamadıklarına dikkati çeker. Hiç kimsenin okumadığı, duymadığı, görmediği bir
şey üzerine hayal kuramayacağını, bu nedenle de mitlerin veya bir mitin hayal sonucu ortaya çıkmasının
mümkün olmadığını söyler.
“…Mitlere hayal gücünün ürünleri olarak bakanlar, aslında hayal gücünün nasıl çalıştığını dikkate
almamışlardır. Hiç kimse, gördüğü, duyduğu ya da okuduğu bir şey tarafından işaret edilmeyen bir şeyle
ilgili hayal kuramaz. Yazarlar ve şairler, kendilerine çeşitli yollardan ulaşan fikirleri seçip birleştirerek
hayal gücünün ürünleri olarak değerlendirdikleri şeyleri üretirler. Fakat, mitleri biçimlendiren ya da
kaydedenler bu biçimde davranmamışlardır. Mitler son derece kutsal oldukları için, yalnızca kendilerine
ilham ihsan edildiğine inanılan kişiler tarafından değiştirilmiş ya da üzerine bir şey eklenmiştir ki onlar bile
söz konusu eklemeleri son derece sınırlı biçimde yapmışlardır…”
“Mit yaratıcısının, diğerlerinden farklı olarak sahip olduğu varsayılan hayal gücü türü aslında
kimsenin daha önce sahip olmadığı bir şeydir. Mesela Grote, eski Yu-nan'da güneşi bizim gördüğümüz gibi
görmek yerine, "doğu sabahında arabasına binen yüce tanrı Helios'u gör, gün ortasında saf cennet
yüksekliğine ulaşan ve geceleri yorgun ve dinlenme arzusundaki atlarla birlikte batı ufkuna gelişini gör."
diyerek hiçbir zaman varolmamış bir zihin türünü var kabul ediyor. Güneş arabası bir ritüel arabasıydı ve
tanrı Helios, ritüelde arabayı kullanan bir rahip biçiminde görülüyordu. Hıristiyan inancına göre kutsanmış
mayasız ekmek de İsa'nın bedenidir, ama görünen sadece mayasız ekmektir. Aynı şekilde, biz de eski
45
Yunanlıların güneşin tanrı Helios olduğuna inandıklarını ama gördükleri şeyin sadece güneş olduğundan
emin olabiliriz…
Max Müller’in milletlerin mitolojik bir evreden geçtikleri tezine de karşı çıkar. Eğer öyle olsaydı
bütün ilkel toplumların mitlere sahip olacaklarını düşünmektedir. Örnek olarak bazı araştırmacıların işaret
ettiği mitsiz ritüellere sahip toplulukların varlığını gösterir. Metinlerden hareketle Romalıların ritüellere
sahip olmakla birlikte mitlere sahip olmamalarını söz konusu ritüellerin mitlerini kaybetmiş olabileceklerine
yorar. Bu tür mitlerini kaybetmiş ritlerin zaman içinde tekrar ve başka mitlere de sahip olabileceklerini
düşünmektedir.
“…Genel ve yaygın bir kanı da, her topluluk veya halkın belli bir mit yaratma sürecinden geçtiği
yönündedir. Fakat, bu durumda en ilkel toplumların dahi bir mitolojisi ya da mitolojilerine dair izler
olmalıydı; ve eğer H. J. Rose haklıysa bu durum gerçekten de böyle değildir. Rose'un bize göstermeye
çalıştığı, erken Romalıların mitolojisi olmadığı ve daha sonra Romalı yazarların tanrılarını anlatan mitleri
Yunanlılardan ödünç alınmış olduğudur.(Romalıların ritleri vardı fakat bu ritler mitlerle ilişkili değildi;
çünkü tanrılar tamamıyla kişileştirilmemişti ve tam manasıyla bir kişileştirme yapılmazsa mitolojinin
oluşması zordur. Fakat, eğer Romalıların bir mitolojisi yok idiyse, komşuları ve akrabaları olan
Yunanlıların böylesine incelikli bir mitolojileri nasıl olmuş olabilir?) Klasik bilginler arasında pek popüler
olmamasına karşın Heredot'tan Sir Arthur Evans'a kadar birçok yazar tarafından üzerinde durulan, bu
mitlerin Mısır, Suriye ve Mezopotamya kökenli olduğudur. Ünlü Heredot, Yunan mitolojisi ve dinine ait
birçok öğenin kaynağının Mısır olduğunu belirtmiştir; Hooke, Perseus'u Kenan ülkesi tanrısı Res-heph'le
bir tutmuştur; Evans da, Minota-ur"un izini Euphrates'te sürmüştür. Bu bağlantı bağlamında Hooke şunları
söylemiştir: "hem Minatour hem de Perseus miti, insan kurban etme ritüel modelinin temelini oluşturarak
bizi tekrar mitle ritin birleştiği noktaya taşırlar…
Lord Raglan söz konusu çelişki için Roma ritlerinin büyüsel olduğunu belirtir. Frazer’la
takipçilerinin büyüyü ilkel din olarak kabul etmelerinin yanlış olduğunu düşünür. Reglan “The Origins of
Religion”da (1949) büyülerin din olmaktan çok dinin dejenere olmuş hali olduğunu ortaya koymuştur. Ona
göre büyü, din değil, dinin bozulup dejenere olarak halkın icra etmeye devam etmekle beraber niçin ve
neden kaynaklandığını bilemedikleri ritüellerdir. Bu durumda da sadece ritüellerin mitlerden daha eski
olduğu sonucuna varılabileceğini ve Frazer’ın tezinin yine kanıtlanmış olmayacağını düşünmektedir.
“…Şimdi de Rose'un sözünü ettiği, hiçbir mitle bağlantısı olmayan erken dönem Romalıların
ritüellerini ele alalım. Erken dönem Romalılar mitlerini kayıp mı etmişlerdi yoksa gerçekte hiç mi mitleri
olmamış mıydı? Roma ritüellerinin büyük kısmı, büyülü dediğimiz türdendi. Frazer ve onun takipçileri,
büyüyü kısaca ilkel bir din türü olarak göstermişlerdi; büyüye dayalı ritü-ellerin çoğunun mitik bir
46
kökeninin olmadığı doğru kabul edildiğinde, ritüellerin mitlerden daha eskiye dayandığını kanıtlayabiliriz.
Fakat daha önce de sebeplerini belirttiğim gibi Frazer'ın yanıldığını söylemek mümkün ve büyü ilkel bir din
olmaktan öte dönüşmüş bir din biçimidir. Büyüye dayalı ritüeller, açıkça söylemek gerekirse, insanların
ritüelleri uyguladıkları ama nedenini unuttukları bir din biçimidir. (19) Ayrıca sanırım, Avrupa'da ve
Amerika'da insanlar, böbürlendikten sonra tahtaya vururlar, bir saksağanı selamlamak için onu
gördüklerinde sol omuzlarının üzerine üç tutam tuz serperler ya da, yeni ayı gördüklerinde ceplerindeki
parayı tersine çevirirler. Bunları neden yaptıklarını bilmezler ama yapmadıklarında kötü şansın kendilerini
bulacaklarına inanırlar. Ritüellerin böylesine saçma ve üstü kapalı bir neden yüzünden ortaya çıktıklarına
inanmak güçtür ancak, bu tür adetlerin bir zamanlar bazı tanrılarla ya da kahramanlarla ilişkisi bulunması
olasıdır…”
Asıl ele aldığı konu olan mitlerle ritler arasındaki ilişki konusunda elde bulunan bazı mitlerin çeşitli
nedenlerle zaman içinde ritlerden ayrılmış olabileceklerini düşünmektedir.
Mitlerin dereceli olarak zaman içinde dört aşama geçirerek masala dönüşeceğini ileri süren
W.J.Gruffydd ‘un :
1. aşamada mitoloji durumundadırlar,
2. aşamada mitoloji tarihe dönüşür,
3.aşamada mitolojik tarih, folklora dönüşür,
4. aşamada folklor, edebi masalların ortaya çıkışında kullanılır,
şeklindeki fikrinden hareketle Raglan bazı mitlerin, ilişkili oldukları ritlerle bu süreç içinde ayrılmış
olabileceklerini düşünmektedir. Söz konusu anlatıların mahiyet ve form değişikliklerinin aynı zamanda bir
insanın kurban edilmesinden zamanla bir insanın kurban edilirmiş gibi yapıldığı ritlere, netice itibariyle de
insan yerine hayvanların kurban edilmesine dönüşümünün de izlenebileceğini ileri sürmektedir.
“…Şimdi sanırım en önemli ve ilginç sorumuz olan her mitin bir zamanlar bir ritü-elle ilişkisi olup olmadığı
sorusuna geldik. Gördüğümüz gibi, modern ya da eski birçok mitin ritüellerle bir ilişkisi var, ancak acaba
hiçbir ritle ilişkisi olmayan ya da şimdiye kadar hiç bu tür bir ilişkisi olmamış bir mit var mıdır? Elbette ki
bu şekildeki mitlerin varlığı açıkça görülmektedir; ancak bence, bu mitler bir zamanlar bazı ritüellerle
ilişkili olmalarına karşın mit unutulduktan ve ritüel olarak uygulamasına son verildikten sonra bile hikâye
biçiminde yaşamaya devam etmiştir. Ve bu tür mitler ritüellerinden ayrıldıktan ve diğer nedenlerle
tekrarlanmaya devam ettikten sonra aşama aşama karakterlerini değiştirmişlerdir. Bu durumun nasıl
oluştuğunu W. J. Gruffyd tartışmıştır. Gruffyd Mabino-gion'daki bir hikâye için şöyle söyler: "masalın,
47
oluşurken geçirdiği dört evre şöyle sıralanabilir: 1. Mitoloji: bu tanrı Lugh-Leu buna kanıt olarak
gösterilebilir. 2. Mitolojinin tarih oluşu. 3. Mitolojik tarihin folklora dönüşmesi. 4. Folklorun edebi
hikâyelerde kullanılması." (22) Açıkça söylemek gerekirse, bir tanrı ya da ritüel figürü, ardıllık içinde, sahte
bir tarihî karaktere, bir peri prense, roman ya da destan kahramanına dönüşmüş olabilir; ve bilimsellikten
uzak araştırmacılar, bu dört önemli karakterin her birine farklı bir köken belirlemişlerdir. Bu akla yatkın
görünüyor, ne var ki, bu tür anlatıları tarihî-benzeri ya da kur-maca-benzeri olarak görmek ritüelin kökeni
olarak önermektir. Şimdi de bu tür mitleri değerlendireceğiz.
İnsan kurban edilmesi, gerçek ya da sembolik olarak, birçok dinin en göze çarpan özelliklerindendir.
Hiç kimse bunu açıklamakta başarılı olamamıştır; ben de böyle bir çabaya girmeyeceğim, ne var ki, bu
âdetin evrimini dört ana aşamaya ayırmak mümkün görünüyor. İlk başta mutat olarak kurban edilen tanrı
kraldı; ikinci aşamada tanrı kralı temsilen bir başkası kurban edildi; medeniyetin aşama kaydet-mesiyle
birlikte üçüncü aşamaya gelindi, bu aşamada insan kurban edilmesi ancak acil durumlarda uygulanır oldu;
acil durumlar dışında ise, gene kralı temsilen bir başkası kurban ediliyordu. Dördüncü aşamada kurban
hiçbir zaman insan olmuyordu ancak bir zamanlar yapılan rütüele gönderme yapacak biçimde
davramlıyordu…”
Bu dönüşüm sürecinin mitten masala kadar uzanan anlatı tür ve şekliyle geliştiğini de kabul eder.
Bunu ortaya koyabilmek için de mit, masal, destani tarihi anlatıların (saga) en azından giriş ve mevsimlik
ritüellerle ilişkili olduğunun gerekli olduğunu belirtir. Bunun için daha önce yapılan kalıp çalışmalarından
hareketle kendisi de “geleneksel batı halk kahramanı modeli” ni geliştirir. Bu modelin söz konusu anlatıların
ritüelistik karakterini ortaya koyduğunu düşünmektedir.
“Benzer nedenler benzer sonuçları ortaya çıkarır.” prensibinden hareketle Reglan mitler, benzer
mitlerle olan ilişkilerinden kaynaklandıkları için birbirlerine benzerler, der. Ritüel, çoğu zaman ve çoğu
yerde dünyanın en önemli şeyidir. Müzik, dans, heykeltıraşlık gibi güzel sanatlar ritüellerden
kaynaklanmaktadır. Reglan’a göre bunlar düşünüldüğünde ritüellerin din dışı olmalarının çok öncesinde
dinsel ve kutsal olduklarına inanmamamız için hiçbir neden yoktur. Aynı süreç ve nedenlerin tamamı hikaye
anlatımı için de geçerlidir.
Böylece Reglan, mitlerde ve diğer halkbilimi türlerinde yer alan kahramanların ritüellerden
kaynaklandığını ve söz konusu kahramanların tarihsel birer kişilik olmadıkları genellemesine ulaşır.
Lord Reglan pek çok halkbilimci tarafından şiddetle eleştirilir ve kabul edilmez. Francis Lee Utley
bu görüşlerin tutarsızlığını ortaya koymak için Reglan’ın “geleneksel batı halk kahramanı” modelinden yola
çıkarak yaptığı çalışmada Abraham Lincoln’ün hiçbir zaman yaşamamış bir ritüel kahramanı olduğunu
ortaya koyar. Bu da bir bakıma Mit- Ritüel Kuram’ın sonu olmuştur.
48
F.) Tarihi-Kültürel Halkbilimi Okulu
Guiseppe Cochiara’nın tespitlerine göre Tarihi-Kültürel Okul, iki temel postulat (ön kabul) üzerine
kurulmuştur:
1- Tarihsel çözümlemenin zaman ve mekân içinde gerçeklerini nedensel olarak belirlemek,
2- Evrimsel Halkbilimi Kuramı ve Okulu’nun daha önce ele alınan yaklaşımının yıkılması.
Bu postulatların ilk formülasyonlarından birisi Alman bilim adamı Friedrich Ratzel tarafından
yapılmıştır. O, halkbiliminin hedefini insanın yeryüzündeki hareketleri olarak belirler. Çevresel faktörlerin
insan üzerinde, insan varlığından kaynaklanan faktörlerin de çevre üzerinde etkili olduğu gerçeğine dikkat
çeker. Bu tema üzerine yaptığı çalışmada Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın mensuplarının tarih öncesine
ittikleri insanlığın “ilkel dönemi” ile ilgili yaklaşımlarını eleştirir. Tarih ile coğrafyanın birleştirilerek
halkbilimi çalışmalarının ikisinin kılavuzluğunda yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ratzel ve takipçileri
farklı kültürler arasındaki benzerlikleri sosyal, maddi ve mitolojik elementlerle açıklanabilen, topyekun
kompleks kültürel olguların yer aldığı tarihsel bir ilişkiye bağlamışlardır.
Ratzel, ulusların tamamının tarihsel bir karakter taşıdığını ileri sürmüş ve kültür unsurlarının, daha
doğrusu kültürün tümünün göçlere dayandığını kabul etmiştir. Ona göre uluslar ve kültürler bu göçler
sayesinde temasa geçmişler ve birbirlerinin karşılıklı olarak etkilemişlerdir. Kültürün kaynağı konusunda,
insanın yaratıcı gücünün çok fazla olmadığını ve insanların yeni bir şey yaratmaktansa bir yerde gördüğü bir
şeyi taklit etmeyi tercih ettiğini düşünmektedir. Yani, kültür değişikliğinin ve kültür yaratıcılığının ana
nedenini, göçler vasıtasıyla birbiriyle temasa geçen ulusların ve kültürlerin büyük ölçüde birbirlerini
etkilemelerinde aramaktadır. Bu ilişkiyi ortaya koymaya yönelik kabul ettiği kriter tamamen dış görünüşle
ilgili “biçimsel” veya “şekilsel benzerlik” ölçütüdür. Buna yönelik olarak belli kültür unsurlarının
yeryüzündeki dağılışlarının doğru bir biçimde tespiti için bir haritacılık sistemi geliştirir. Bu sistemle belirli
ve benzer kültür unsurlarının yeryüzüne rastgele bir biçimde dağılmadıklarını, belirli ve benzer kültür
unsurlarının birbirlerine bağlı olarak bir arada göründüklerini ortaya koymuştur.
Ratzel’in öğrencisi Leo Frobenius onun fikirlerini daha da geliştirmiştir. Çeşitli kültürler arasındaki
benzerlikleri bir tek kültür unsuruna bağlamanın ötesinde, pek çok kültür unsurunu ve kurumlar gibi
karmaşık kültürel kompleksleri, hatta kültür çevrelerini dahi içerebileceğini ortaya koymuştur. Göçler
yoluyla bir kültür çevresinin bir başka yere göç edebileceğini ileri sürmüştür. Ona göre tipik bir kültür
unsurunun çevresinde toplanan diğer kültür unsurlarının birbiriyle ilişkisi vardır. Bu, onun sun derece ünlü
“kültür çevresi” kavramının temelini oluşturmaktadır. O, böylece hocasının “benzerlik ölçütü” nün yanı sıra
“ilişki” ve “kemiyet” (nicelik; sayılabilir, ölçülebilir yan) ölçütlerini de kullanmaya başlamıştır. Daha
sonraları kültürün; insanlara bağlı olmaksızın kendi başına ve kendi kanunlarına göre gelişen “biyolojik” bir
49
varlık gibi; canlı yaratıklardaki çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık denilen gelişme evrelerinden
geçtiğini ileri sürer. Bu fikre bağlı olarak oluşturduğu ve adına “kültür morfolojisi” dediği; kültürün şekli,
dünya görüşü ve ruhunun araştırılmasını öngören yaklaşımı halkbilimi çalışmaları tarihinde yeterince yankı
bulmamıştır.
Tarihi-Kültürel Okul’un asıl kurucusu Fritz Graebner’dir. Çalışmalarına bu kuramsal temel üzerinde
başlar. Toplumun yığınsallığı içinde bireyin ihmal edildiğini; oysa bireyin sadece toplumu meydana getiren
değil, aynı zamanda tarihi de meydana getiren olduğu gerçeğini ileri sürer. Evrim Kuramı’na ve Fransız
Sosyoloji Okulu’nun problem merkezli eğilimine karşı çıkar. Dahası, insan ruhunun araştırılmasını
amaçlayan halkbilimi çalışmalarında doğa bilimlerinin takip edecekleri yöntem konusunda farklı
olmalarının bir gereklilik olduğunu söyler. Bu nedenle bir bireyin tamamen kendi tercihlerinin de olgu ve
olayların oluşup yönlendirilmesinde ne denli önemli olabileceğine dikkat çeker. F.Graebner’in yaklaşımına
göre insanlığın daima daha aşağıdan yukarıya doğru bir gelişme çizdiği varsayımı yanlıştır.
F.Graebner’göre neyin yüksek ve neyin alçak bir değer olduğu tamamen tarihçinin bilgisine dayalı
sübjektif bir değerlendirmedir. İnsanlığı tek çizgili bir gelişme ve uygarlık anlayışıyla yorumlamanın
doğruluğu konusunda şüphelidir ve şu soruları sorar:
-Evrimcilerin ileri sürdüğü “ilkel dönem” gerçekten onların ileri sürdüğü gibi midir?
-Aynı şekilde onları “ilkel” ve “en aşağı seviye” olarak kabul etmek doğru mudur?
-İlkeller pekâlâ farklı bir uygarlık gelişme çizgisi olarak kabul edilemezler mi?
F.Graebner:
- İlkellerin dünyası da incelendiğinde kendi içinde değişik gelişme çizgileri bulunabileceğini, -Aynı şekilde
eski olarak nitelendirilen bir inanç veya objenin değişik formlarının bulunabileceğini
-Bunların birbirine göre “göreceli” olduğunu ortaya koymuştur.
F.Graebner değişik karakterli iki kültürel sınır karşılaştığında birbirleriyle ilişki kurdukları alanda
birbirleriyle benzeşen kültürel elementler ortaya çıktığını söyler. Bunun dışında birbirleriyle ilişkiye
girmemiş kültürler arasında söz konusu benzer kültürel elementlerin bulunmadığına belirtir. Bundan
hareketle kültür dairelerinin coğrafik olarak yayılmalarının araştırılıp tespit edilebileceğini ileri sürer.
“Kültür çevresi” olarak adlandırılan bu anlayışa göre şu yöntem takip edilmelidir:
- Çeşitli uygarlıkları ayırt edip onları coğrafi mekan içinde bölümlere, yani kültür katlarına ayırmak ,
- Göçler, karışımlar ve alıntılar yoluyla bölünen, dağılan kültür unsurlarını ve kültür komplekslerini eldeki
müspet ip uçlarına göre tarihsel olarak zaman içinde yerine koymak,
- Böylece bir anlamda kültür kronolojisi yapmak,
- Olabildiğince ilk kaynağa ulaşmak suretiyle her kültür unsurunun şekillenişini açıklamak.
50
Graebner’in bu yaklaşımı dikkatle irdelendiğinde, esasen müzeci olduğu ve çalışmalarının büyük bir
kısmının Köln Müzesi’ndeki maddi kültür malzemesine dayandığı görülür. Yaklaşım bu yönüyle, sözlü
kültür unsurları ve özellikle de masallar üzerine yoğunlaşan Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni maddi kültür
unsurlarına adapte etmekten başka bir özgün paradigmayı içermez.
Graebner, etnolojinin de halkbiliminin tarihsel perspektifler içinde kurulmuş çevresi içinde
çalışmasının ve çalışırken halkbiliminin bunun için geliştirmiş olduğu araçları örnek almasının gerekli
olduğu kanaatindedir. Ayrıca “eşit olguya eşit anlam” verilmesini halkbilimcilerin ele aldığı konuya ön
yargılarla yaklaşmamasının gereği olarak kabul eder.
Wilhelm Schmidt bu okulun diğer bir temsilcisidir. Schmidh hemen hemen tüm çalışmalarında
halkbilimi ile tarih biliminin birbiriyle olan ayrılmaz ilişkisine dikkat çeker. Bu ilişki halkbiliminin yöntem
yönünden tarih gibi bir kesinliğe kavuşmasının vazgeçilmez bir gereğidir. Halkbilimi tarih yöntemlerini
kullanmak zorundadır. Cochiara’ya göre bununla, Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın yıkılmasının ikinci
nedeni saydıkları “evrim” paradigmasından kaynaklanan açıklaması yerine, ilkel kültürlerin tarihsel
Kuramın, yayılmanın tek yönlü ve tek buutlu (boyutlu) olacak kadar basit olmayıp çok yönlü ve çok
kanunlu, çok karmaşık bir sosyokültürel olgu olduğu gerçeğini ortaya koyması, halkbilimi çalışmalarında
son derece önemli bir teorik gelişmedir. Geliştirip önerdikleri model de pek çok kültür değişmesini
açıklamaktadır.
Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı’na en büyük eleştiriler Nazi ve Komünist ideolojilerin
mensupları tarafından yapılmıştır. Nazi Almanyasında, Komünist Rusya’da kullanılması yasaklanmıştır.
I.) İdeolojik Halkbilimi Kuramları
R. M. Dorson’ a göre 20. yy’da politik gerçekleri yönlendirmek amacıyla halkbiliminin ideolojik
yönden işlenmesi, 19. yy romantik milliyetçiliğinden kaynaklanır. Halk şiirinin ulusal kimliği belirleyici ve
koruyucu rolüne dikkat çeken Herder’ in izinde Avrupa’nın her ülkesinden bilim adamaları halk ruhunu
aramışlardır. Almanya’da Grimmler, Norveç’te Asbjörgen ve Moe, Finlandiya’da Lönnrot ve Krohn,
Sırbistan’da Vuk Karadziç, İrlanda’da Douglas Hideve pek çok başka bilim adamı harekete geçmiştir. Bu
tür miras araştırmalarının erdemleri bulunmasına karşın, bilimi ve bilimsel bilgiyi ideolojik dogmaların
eline verme gibi aşırı uygulamalar Nazi Almanyası ve Komünist Sovyet Rusya’da olduğu gibi halkbiliminin
geniş halk kitlelerini etkilemede propaganda aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır.
Halkbilimi çalışmalarını politik bir sermaye olarak kullanan ilk devlet Hitler’in Nasyonal Sosyalist
hükümetidir. Almanya ‘da 1930’larda kapsamlı bir halkbilimi yayını yapılmıştır. Nazi kavramı gizemli bir
biçimde kan, dil, kültür ve gelenek bağlarıyla birleştirmiştir. “Volk” teriminin Herder zamanından beri
mistik bir havası bulunmaktaydı, şimdi politik bir anlam taşımaya başlamıştı: “volk”, ulus demekti. Hitler’in
“üstün ırk” ve “ırk-kan birliği” dogmaları nedeniyle folklorun kökeninin aydınlara özgü olduğunu ve
aydınlardan ağır ağır köylülere geçtiğini savunan Hans Nauman’ın Seçkin Kültürün Dibe Batması
Kuramı’nı Naziler kaldırıp bir kenara atmışlardır. Neumann 1929’da korkusundan eserinin değiştirilmiş bir
baskısını yayımlamıştır. Kan bağına dayanarak ırklarını yüceltecek mistik ve ruhani bir ata arama
çabasındaki Naziler, bu konuda kendileriyle çalışma çabasında olan halkbilimcileri yönlendirmişlerdir.
Grimm, Mannahard, Köhler ve Bolte gibi dünya çapında ünlü halkbilimcilerin teorik yaklaşımlarını dikkate
bile almamışlardır. 1858’de “Bilim Olarak Folklor” adlı eseri yayımlayan sosyolog ve gezi yazarı Wilhelm
Riehl’e sıkı sıkıya sarılmışlardır. Halkbilimle birlikte bütün sosyal bilimlerin Almanlıkla ilgili konulara
ağırlık vermesi ve bu bilginin pratik kullanıma uygulanmasının gerekliliği üzerine Riehl’in önerileri polis
57
eğitimi ve yönlendirmesinde kullanılmıştır. Naziler de bundan özellikle propaganda yapmak amacıyla
faydalanmışlardır.
1920’lerin sonlarında Almanya’da bazı üniversitelerde halkbilimi, çoğunlukla zorunlu ders olarak ya
da “Alman kültür bilimi”, “yurttaşlık bilgisi” derslerine ek olarak alınan, beğeni kazanmış bir konu
durumundaydı. Bu dönemde Adolf Bach Alman halkbilimiyle ilgili bir kitap yazar. Kitap, Alman
halkbiliminin hakemi durumuna gelen Hitler’in “führerschicht”(Führer: önder, komutan Schicht: sınıf,
katman,tabaka) kavramıyla sonuçlanmaktadır. Hitler, “halksal devlet” in kendi politik düşüncesinin odak
noktasını oluşturduğunu düşünmekteydi.
Bu nedenle halkbiliminin verilerini propaganda aracı olarak kullanmak istemiştir. 1937’de bu amaca
yönelik olarak “Arbeitsgemeinschaft für Deutsche Volkskunde”(Alman Halkbilimi için Çalışma Grubu)
kurulmuştur. Kurucuları arasında Nazi devriminin filozofu Alfred Rosenberg, Hitler’in tarım bakanı Walter
Darre, Hitler Gençlik Hareketi’nin önderi Baldur von Schirach ve Hitler’in içişleri bakanı Henrich Himmler
vardır. Bu da halkbilimi çalışmalarının Nazi ideolojisinin yönlendirmesinde yapıldığını gösterir.
Sovyet Rusya da halkbilimini, komünizm propagandası yaparak geniş halk kitlelerini etkilemek,
komünist rejimin temelini oluşturan Marksist kuramı ilerletmek için kullanmıştır. Zengin bir halk kültürüne
sahip olan Rusya’da komünist rejimden önce halkbilimi çalışmaları son derece gelişmiş bir durumdaydı.
Rusya’da da halkbilimine ilgiyi romantik edebiyat akımı uyandırmıştı. Napolyon savaşları esnasında
Ruslarda millet olma bilinci uyanmıştır. Rus subayları Fransız ordularına karşı halk kitleleriyle omuz omuza
savaşmış, halkın kültürünü tanımanın gerekliliğine inanarak savaştan dönmüşlerdi. Ancak Rusya’daki
“Çarlık” ve “Kilise” gibi iki köklü kurum halk kültürüne duyulan ilginin yayılıp büyümesini önlemiştir.
Ortodoks kilisesi halk kültüründe putperestlerin inanış ve törenlerinden izler bulmaktaydı. Çarlıksa halkın
aydınlanmasından korkmaktaydı. Bu nedenle Rusya’da 1830-1850 arasında toplanan halkbilimi örnekleri
ancak kilise ile çatışmadığı taktirde yayımlanabiliyordu. Nitekim toplanan malzemenin büyük bir çoğunluğu
ancak çarın 1855’te ölümünden sonra yayımlanabilmiştir.
Romantik edebiyat akımının Rusya’da ilgilendiği en önemli konu, Rusça’nın zengin bir edebiyat dili
haline gelmesiydi. Rus yazarları bunun için Almanya’da olduğu gibi halk kültürü kaynağını kullanmışlardır.
Sözlü edebiyat örneklerini derleyip yayımlamaya başlamışlar, Almanya’daki Grimm kardeşlerle tanışan
Kreyevski kardeşler, bu akıma 1831’de yayımladıkları Rus halk türküleri külliyatıyla öncülük etmiştir.
Rus romantik milliyetçiliğinin giriştiği, Rus halk dilini sanat dili haline getirme çabası Puşkin’in
(1799-1832) katılması ile büyük bir güç kazanır. Küçük bir çocukken lalasından dinlediği masallar
Puşkin’in üzerinde büyük izler bırakmış ve o her masalı şiir saymıştır. Yayımladığı masal, şiir, tiyatro ve
58
hikâyelerinde halk dili ve anlatım özelliklerini kullanmıştır. Rus köylüsünün geriliğini, yoksulluğunu, baskı
ve zulümden çektiklerini anlatmış, bu nedenle çarlığın gadrine uğramıştır. Çok geçmeden Puşkin’in
çabalarına Lernokof, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar da katılmış, bu sayede Rusça dünyanın
sayılı edebiyat dillerinden biri, Rus edebiyatı da dünyanın en saygın edebiyatlarından birine dönüşmüştür.
Rusya’nın 1552’de Kazan’la başladığı Türk dünyası işgalleri sonucunda bazı Rus halkbilimcileri
Türk folkloru derlemeye, bu sahada uzmanlaşmaya başlarlar. Castren ve Schalfer’in 1847’de Altay
Türklerinden toplayıp derledikleri destanlar bu tür çalışmaların ilk örneklerindendir.
Ancak Türkistanlı Türkler arasında halkbilimi çalışmalarının asıl öncüsü V.V.Radloff’ tur(1837-
1918). Radloff ilk yedi cildini kendisinin yayımladığı büyük derleme külliyatında Kazak, Kırgız, Uygur ve
Kırım Türkleri arasından derlenmiş sözlü edebiyat örnekleri vermiştir. Kısaca “Proben” olarak bilinen bu
seri, onun ölümünden sonraya yayımına devam etmiştir. I.Kunoş, N.Katanof ve M.Moshkov’un Anadolu-
Rumeli, Güney Sibirya’dan, Hakas Türklerinden derledikleri halk edebiyatı örneklerini içeren sekizinci ve
dokuzuncu ciltleri ve Baserabya Gagavuz Türklerinden derlenen malzemenin yer aldığı onuncu cildi
yayımlar. Radloff’un çalışmalarını Barthold, Potanin, Samayloviç, Kazak türkü Şokan Velihanof ve Başkurt
Türkü Ebubekir Divayef sürdürür. Rus Komünist devrimi böylece, çoğu arşivlerde kalıp yayımlanmamış
büyük folklor malzemesini devralmıştır.
Halkbilimi derlemelerine ve çalışmalarına gösterilen bu akademik ilgi Rus komünist devrimi
esnasında ve sonrasında hızını kaybeder. R.M.Dorson’un ifadesiyle en kötüsü de Komünist Parti’nin bir gün
uyanarak halkbilimcilerin Marksist kurama uymayan kuramlar takip ettiklerini ve ortaya koyduklarının
Marksist kuramı zayıflattığını fark etmesidir. “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”nı bu defa
komünistler ve Stalin yasaklar. Parti’nin emriyle komünist ideolojiye hizmet eden halkbilimciler tarafından
Hans Neumann’ın kuramının tam tersini temsil eden, adeta “Halk Kültürünün Zirveye Yükselmesi”
denilebilecek bir tez anlayışı içinde çalışmalar yapılır. Bu halkbilimi çalışmalarının tamamı, Marksist kuram
ve ideolojiye hizmet edecek ve onun geniş kitleleri etkilemesine, propaganda aracı olarak kullanılmasına
yarayacak şekildedir. Parti tarafından ileri sürülen “folklorun kaynağının işçi sınıfı veya proletaryanın
yaratıcı gücünden kaynaklandığı” dogmasını doğrulama amacı güder.
Parti’nin aldığı karar doğrultusunda o zamana kadar derlenmiş malzemeler de Marksist kurama
uygun hale getirilip ideolojik bir elekten geçirilerek radyo, sinema, tiyatro, basın, …vs. gibi bütün kitle
iletişim araçlarıyla halka dağıtılır ve uzun yıllar bu uygulanır. Toplu çiftlik merkezlerinde ve köylerde
yaşayan halk şairleri devrimi ve Lenin ve Stalin gibi devrim önderlerini öven şarkı, destan ve efsaneler
yaratmaları konusunda teşvik edilir. Dağıstanlı Süleyman Stalskiy, Stalin’i öven destanı nedeniyle “20.
yy’ın Homer’i” ilan edilip ödüllendirilir. Sokolov “…parlak sosyalist kültürün propagandasını yapmak için
59
son derece önemli, artistik bir güçtür.” diyerek komünist ideolojik yaklaşımların altında yatan gerçeği ortaya
koymaktadır.
1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Sovyet halkbilimcileri alelacele harekete geçip; halk
edebiyatında yer alan yiğitlik, kahramanlık ve vatanseverlik temalarını ön plana çıkaran örnekleri
yayımlayarak Nazilerle savaşan Sovyet ordularına dağıtırlar. Savaştan sonra 1944’te Taşkent’te toplanan
“Orta Asya Halk Edebiyatı Konferansı”nda halkbilimi çalışmalarında, geçmişte aralarında kültür alışverişi
ve ortak bağlar bulunan halklar için karşılaştırmalar yapılmasına izin verilir. Bu, Türk Cumhuriyetleri
arasında ilişkiler kurulmasına konulmuş yasağın kalkması demektir. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türklere
kendi destanlarını ve halk edebiyatlarını derleyip yayımlama yolu açılır. Özbek Türkü Zarifof ve Rus
halkbilimci Jirmunski karşılaştırmalı yöntemle hazırladıkları “Özbek Yiğitlik Destanları”nı yayımlarlar. Bu
çalışma destanları yalnızca diğer Türk destanlarıyla karşılaştırarak bir kısmının aynı kaynaktan geldiğini
göstermekle kalmaz; destanlar eski Yunan destanları İlyada ve Odesa ile de karşılaştırılır. Ancak savaş
bitmiştir ve yiğitlik temasının kullanılmasının zamanı geçmiştir. 1947’de yayımlanan çalışma Komünist
Parti tarafından eleştirilir. Kitabı yazanlar burjuva halkbilimcisi Vesselovski’nin (1838-1906) eskimiş
yaklaşımını canlandırmakla suçlanır. Üstelik Marks, Homer destanlarını “belli bir devrin ve özel toplum
koşullarının yaratması” olarak yorumlamıştır, bunun tersi savunulamaz. Bugünün destanları ile eski Yunan
destanları arasında benzerlikler bulma bir anlamda Marks’a karşı gelmektir. Jirmunski ve Zarifof çok
tanınmış bilim adamları olmaları nedeniyle hayatlarını zor kurtarırlar.
Bundan çok daha kötü bir eleştiri ve hücum 1951’de Dede Korkut çalışmalarına yöneltilir. 1949’da
Sovyet Ansiklopedisi’nde “Azeri halk kültürünün şanlı bir yapıtı, dürüstlüğün ve vatan sevgisinin türküsünü
söyleyen destan” olarak övülen Dede Korkut Hikâyeleri şimdi yerilmektedir. Benzer eleştiriler
Türkmenistan’da Köroğlu çalışmalarına, Kırgızistan’da Manas çalışmalarına yöneltilir. Stalin’in 1953’ta
ölümünden sonra halkbilimi çalışmaları biraz rahatlar. 1972’de toplana Yazarlar Kongresi’nden sonra
halkbilimciler daha da bağımsız çalışmalara yönelik yeni haklar elde etmişlerdir.
Günümüzdeyse, 1990’lı yılların başında bağımsızlığa kavuşan Türk topluluklarında çalışan
halkbilimcilerin büyük bir çoğunluğu adeta Komünist Rusya döneminde yaşadıklarına karşı duydukları
tepki ve aşağılık kompleksini “dar kabilecilik” anlayışına yönelik çalışmalar yaparak dışa vurmaktadırlar.
Henüz izole ederek tanımaya, tanımlamaya çalıştıkları parçaların Türk dünyası kültür ekolojisinin
bütünlüğü bağlamında bir anlam taşıdığı gerçeğini yeterince kavrayamamış durumdadırlar.
İ.) Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi
60
Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi; dünyanın her yerinden derlene masal, efsane, türkü, bilmece,
atasözü, halk inancı, gelenek, görenek, tören, gibi her türlü halkbilimi ürünlerinin aralarındaki evrensel
düzeni tespit edip ortaya koymak amacıyla, benzer kültür belgelerinin daha çok sayılarına, örtüşen dizilerine
ve denkliklerine dayanılarak yapılan çalışma şeklidir.
Evrensel halkbilimi kuramına göre insanlığın vahşilikten uygarlığa doğru ilerleyen bir kültürel evrim
çizgisi vardı ve uygar toplumlarda geçmişten kalan malzemeyi yaşayan kalıntılar olarak folklor kuramına
uygun olarak çeşitli kültürlere ait malzemeyi karşılaştırarak ele almışlardı. Ancak 20. yy’ da bu kuram bir
yandan kültür antropolojisi çalışmalarında ve Fin Yöntemi’ nde kısmen yaşamaya devam ediyor olsa da
çaprazlama kültürlerarası yöntem de zaten bu nedenlerle 19. yy’ da aldığı şekli ve kullanışındaki yaygınlığı
uzun müddet kaybetmiştir.
Çaprazlama yöntemine göre derlenip tasnif edilerek yorumlanan malzemeyle, daha önceleri ortaya
konan kültürler arası yüzeysel karşılaştırmalı çalışmaların ortaya çıkan yanılgıları ve bu nedenle bu
yöntemin taşıdığı metodolojik olarak ucu açık genelleme tehlikeleri bu yöntemin uzun süre halkbilimi ve
diğer sosyal ve beşeri bilimlerde değerini kaybetmesine yol açmıştır. Onun yerini bir tek kültür üzerine
yoğunlaşarak derinlemesine yapılan çalışmalar almıştır. Kuramsal olarak da evrimsel bir şematik taslağın
tek sesli ve yönlü yaklaşımını yerini daha çoğulcu bir yaklaşım olan her milletin kendi özgün tarihi ve
kültürel değerlerini ele alan açık – uçlu bir dünya görüşüne dayanan önermeler ileri sürülmüştür.
A. Lomax, bu amaca yönelik olarak 1953’ te alan araştırmalarıyla malzeme derlemeye başlamış,
1955 – 56’ da araştırmalarının ilk sonuçlarını yayınlamıştır. Çalışmalarını temel alarak 1961’ de
“Kantometriks Projesi” adlı çalışmayı başlatarak bilgisayar programı destekli disiplinlerarası bir ekiple
1966’ ya kadar dünyanın muhtelif kültürlerinden derlenmiş 3500 şarkı üzerinde araştırmalarını sürdürür. Bir
yandan anlatım süreçleri ve iletişim süreçleri, diğer yandan da oysal yapı ve kültür kalıpları arasında
önceden kestirilebilecek ve evrensel ilişkileri tespit edecek bir sosyal estetik bilimini tasarlamıştır. Halk
şarkıları incelediği ilk kültürel gösterge olmuştur. Çünkü dünyanın dört bir yanında kaydedilmiş halk
şarkıları bulunmaktaydı. Her kültürün insanları halk şarkıları söylemekteydi ve bütünleyici parçası olan
gereksiz yinelemeyle halk şarkıları kültürleri yansıtmaktaydı.
Evrimsel düzenlilik temeline dayanan 19. yy çapraz kültürel genellemelerinin yerine Lomax, bir tür
kültürel çoğulculuğu her kültürün kendi içi armonileri ve kendi anlatım stili bulunduğu konusundaki özenli
antropoloji kavramıyla birlikte kabul etmiştir. Dünyayı kendi özel yetkin stilleri bulunan ve küçük yöresel
birimlere bölünebilen altı yöreye ayırmıştır. “Folk Song Style and Culture” adlı çalışması, kendi devrinin
akademik çalışma stilini yansıtmaktadır. Buna göre kültürlerarası yöntemle derlediği malzemeyi performans
teorinin o dönemde yeni yeni şekillenmeye başlayan bazı önermeleriyle yorumlamıştır. Ona göre türkü
sadece türkünün metnine ve melodisine dayanarak belirlenemez, okuyucu ile dinleyici arasındaki karşılıklı
etkileniş gibi karmaşık elementlerin bir sentezi olarak görülmelidir. Dünyadaki çeşitli kültürlerde söz
61
konusu icra stillerini inceleyerek iki ana grup bulmuştur. Bunlardan biri uygarlığın yukarı düzeylerinde
bulunan az gelişmiş Avrupa, Asya, Uzakdoğu kültürlerinde yer alan ve kompleks bir türkü metnine sahip
olan ve türkünün bir kişi veya küçük bir koro tarafından okunduğu yapıdır. Bu yapıda türkü metninde ölçü
ve melodi yerleşmiş kalıplar halini almıştır ve metin melodi çeşitli söz ve müzik sanatları ile üslenmiştir. Bu
tür bir türkü icrası politik otoritenin merkezde odaklaştığı kültürle ilişkilidir ve ancak bu tür kültürlerde
bulunur. İkinci icra stilinde ise kişi veya küçük okuyucu grubu türküyü söylemez, söylemeye hakim
değildir. Bütün topluluk türkü söylemeye katılır metin ve melodi basittir, söz ve müzik sanatları ile
süslenmiş söz ve melodi değişmezliğe uğramış ve kesin kalıplar halini almıştır. Bu icra stili ilkeller özellikle
de Afrika yerlileri arasında görülmektedir. Bu toplumlarda politik otorite henüz tek merkezde
toplanmamıştır ve yaygın bir durumdadır. Böylece türkünün sosyal bağlam ve içinde yaşadığı toplum yapısı
ile ilişkili olduğunu ortaya koyar. Ona göre bir kültürde çalışma hayatının örgütlenmesi ve çalışanların
örgütleri ile türkü söyleyen insanların örgütlenmesi arasında sıkı bir ilişki vardır. İş hayatında çalışanlar
örgütlü değilse, o kültürde müzik stilinde solo veya tek okuyucu baskın durumdadır. Lomax türkülerdeki
genel melodinin içeriğinin bile toplumsal kökeni olduğunu belirtir.
Türkülere uyguladığı bu yaklaşımını halk danslarına da uygulamıştır. Dansı da kişisel bir olay değil,
sosyal bir icra olarak kabul eder. Buna göre bir kültürde insanlar önemli işleri görürken nasıl duruyorlar,
bedenleri nalsı eğilip bükülüyor ve kullanılıyorsa danslarını da öyle ederler. Dans hareketleri vücudun iş
içindeki hareketine bağlıdır. Bundan hareketle de dünya dansları vücudu tek bir gövde olarak hareket ettiren
kültürlerdeki danslar olarak iki kümeye ayrılabilir. Bu kümelerden ikincisi ilkel toplumlarda ve birincisi de
Avrupa ve Asya’ nın yüksek kültürlerinde ortaya çıkan dans stilleri olarak belirlenmektedir.
Lomax’ ın bu çalışmaları, disiplinlerarası bir üründür ve alan araştırması sonuncunda elde edilen
bantlardan, filmlerden oluşan deneysel delillere dayanmaktadır.
J) Yığın Kültürü Kuramı
20. yy’da, kentsel, teknolojik, seri üretim ve seri tüketim kültürü ile kırsal, köylü kültürü arasında
savaş sürmektedir. Yakınmalar ise her zaman gelenek çiçeklerinin endüstriyel uygarlığın buharlı silindirleri
ile acımasızca ezildikleri konusunda olmaktadır.
Halkbilimi bilginleri ya kendilerini savunmak için ya da yeni bir aydınlanma iyle 1960’ larda yığın
ve halk kültürlerini yeniden yorumlamışlardır. Artık karşıtlıklar yerine iç içe geçme olgusunu görmeye
başlamışlardır. Etnik ve kırsal halk, kentlere akın etmekte, kentsel tempoya çeşitli yollarla uyum sağlamakta
ve halk kimliklerini korumak için de çaba harcamaktadırlar. Kent gerçekten giderek halk toplumlarının bir
yuğunu haline gelirken orta sınıflar kent merkezinden varoşlara kaçmakta ve gettolar oluşturmaktadır.
Doğal olarak da her şeyi silip süpüren toplu iletişim araçları, halk temaları ve formüllerinin tüm türlerini
içine alıp yutmakta ve bunları çıkarırcasına kültürel geribildirim biçiminde dev izleyici kitlesine
sunmaktadır. Bunun bir sonucu olarak karşımıza çıkan şey de şudur, halk şarkıcısı veya hikâyecisi sanatını
stüdyo taleplerine uydurmak zorunda kalmaktadır.
62
Bu kuram bağlamında yapılan çalışmalar, çocuk gelişimi ile ilgili kavramları, sözbilimsel söylem
olarak halkbilimi ile ilgili edebiyat kavramlarını sıralamaktadır.
Bazı Alman halkbilimciler, özellikle Herman Bausinger, “Teknoloji Dünyasında Halk Kültürü”
adıyla yayınlanan eserinde antika kalıntıları için romantik bir arayışı reddederek modern yaşam olgusunu
kucaklamayı teklif etmektedir.
Bu yeni kültür doğrudan problem yönelimli halkbilimci yöntemleri ve amaçları yönünden
sosyologlardan ayrımlata ve turizmin toplumsal etkilerini isteği bağlı ortaklıkları, küçük ölçekli sanatları ve
zanaat üreticilerini, kentsel halk şarkılarının doğuşunu popüler tiyatroyu, kitle edebiyatını ve tatil
göreneklerini araştırmaktadır. Yaşayan geçmişten canlı olarak günümüze gelen süreklilik gösteren izleri
araştırmakta ve emanetler, hayatta kalanlar ve çok eski olma olguları bir anlamda daha ikinci planda
kalmaktadır.
K) Yapısal Halkbilimi Kuramları
Yapısal çözümleme yöntem ve kuramlarının tamamının amacı, halkbilimi türlerini evrensel
modellere ve formüllere indirgenerek ve böylece zamanla oluşturulacak bir folklor grameri sayesinde
evrensel bazda mukayeseli çalışmaları daha kolay gerçekleştiriliri kılarak insanlığın kültürel ve zihni
gelişimini anlayıp açıklayabilmektir. Birbirinden bağımsız birkaç temel bakış açısı veya ekolü vardır.
Bunlardan birinci grubu halk anlatılarında yer alan kahraman biyografisini yapısal çözümleme modelleri,
ikincisi Propp ve üçüncüsü Strauss’ un geliştirdiği bakış açıları oluşturur.
Yapısalcılığın bir folklor unsurunun temel parçalarının organizasyonu veya birbirleriyle olan
ilişkilerinin çalışılması olduğunu anlamak gerekmektedir. Yapısal çözümleme Propp masalları, Strauss
mitleri çalıştı diye sadece bunlarla sınırlı değildir. Herhangi bir folklor türüne uygulanabilir. Problemler en
küçük bir yapısal birimin ne olduğunun keşfi veya tanımlanması ile bu en küçük bir yapısal birimlerin
geleneksel modelleri oluştururken nasıl birleştiklerinin anlaşılmasıdır. En küçük yapısal birimi ortaya
koymadan yapısal bir çözümleme yapmak neredeyse imkânsızdır.
Yapısalcılığın halkbilimine katkıları Dundes tarafından şöyle özetlenmektedir:
Tür teorisi üzerine yoğunlaşan halkbilimcilere türlerin tanımlanmasında geçerli
kriterler sunmakta oluşu
İleri sürülen tezlerin kolaylıkla başka kültürlerden malzemeye uygulanabilir veya
geçerliliklerinin test edilebilir olması
Bu özellikleri nedeniyle halkbilimcilere çalışmalarında daha somut bir objektif
çalışma vasatı oluşturmasıdır.
a) Kahramanın Biyografisinin Yapısal Çözümleme Modelleri
Bu konuda ilk teşebbüs 1864 yılında Alman halkbilimci von Hahn tarafından yapılmıştır. O halk
anlatıları üzerine çalışırken söz konusu anlatılarda yer alan çeşitli formüller dikkatini çeker ve bunları bir
63
liste haline getirir. 14 kahramanın biyografisinden yola çıkarak hazırladığı kahraman kalıbı 16 maddeden
oluşmaktadır. Ölümünden sonra 1876’ da yayınlanan çalışması halkbilimi araştırmaları tarihinde “Aryan
Sürgün ve Dönüş Formülü” olarak bilinmektedir. Bu çalışma daha sonraları Aarne tarafından 1910’ da
gerçekleştirilen masal tip katalog sisteminin öncüsü kabul edilmektedir. Von Hahn’ ın çalışması masalların
kalıplaşmış yapısı hakkındaki ilk genelleme kabul edilmekte ve dolayısıyla da diğer yapısal şemalarla
birlikte Propp Yöntemi’ nin öncülü sayılmaktadır.
1) J.G. von Hahn’ ın Aryan Kahramanı Biyografik Modeli
Bu modelin, Max Müller tarafından Güneş Mitleri Kuramı doğrultusunda yorumlanması nedeniyle
kuramın geçerliliğini yitirmesinin ardından, akademik çevrede unutulmaya yüz tutmuşken İngiltere’ de
Alfred Nutt tarafından Kelt geleneğine başarıyla uygulanması ve Edward Tylor ile takipçilerince yapılan
çalışmalar oldukça önemlidir.
Fin Okulu ve özellikle takipçileri cihetiyle de bir bakıma yapısal kurama olan katkıları nedeniyle
taşıdığı öncül öneme sahip olan bu model şu şekildedir:
Doğum
-Kahraman gayrimeşru olarak doğar
-Annesi ülkenin prensesidir
-Babası bir tanrı veya bir yabancıdır.
Gençlik
-Kahramanın yükselişinin işaretleri vardır
-Bu nedenle terk edilmiştir
-Hayvanlar tarafından emzirilir
-Çocuksuz bir çoban çifti tarafından büyütülür
-Yüksek ruhlu bir gençtir
-Yabancı bir ülkede hizmet edeceği bir iş arar
Dönüş
-Geriye muzaffer olarak döner ve tekrar yabancı ülkeye gider
-Gerçek düşmanlarını kılıçtan geçirir ve ülkeyi yönetmeye başlar, annesini kurtarır
-Şehirler kurar
-Ölüm şekli olağanüstüdür
İkinci Dereceden Şahıslar
-İnsest ilişki nedeniyle lanetlenmiştir ve genç ölür
-Hakarete uğrayan bir hizmetçinin eliyle intikam için öldürülür
-Daha genç olan kardeşini öldürür.
64
Tylor’ un “İlkel Kültür” adlı çalışmasında kahraman mitleri olarak adlandırdığı halk anlatılarında,
kahramanların ortak bir örneği veya modeli takip ederek oluşturulduklarını ileri sürer. Buna göre, kahraman
doğar, çeşitli olaylar sonucunda büyür ve ulusal bir kahraman olur. Tylor sadece ortak kahraman modeli
oluşturmaya çalışır. Kahramanın veya kahramanların kaynağı, işlevleri ve anlamları onun ilgi sahasına
girmemiştir.
2) Otto Rank’ ın Kahraman Kalıbı
Freud Okulu takipçisi olan Rank’ ın, geliştirdiği kurama göre, kahraman aile ile içgüdüler arasındaki
ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Kahramanların baba – oğul arasındaki çekişmelerin neticesi olarak oğulların
babalarını öldürdüklerini ileri sürmekte ve bu ilişkilerdeki kalıplaşmaların da söz konusu kahraman
kalıbının oluşmasını sağladığı düşüncesiyle kahraman olgusunun kaynağını buna bağlamaktadır. Bu kalıba
göre kahramanların hayatlarının ilk yarısı üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle sadece ileri sürdüğü
kahraman kalıbına uyanları dikkate almakla eleştirilmiştir.
Kahraman sıra dışı bir ailenin çocuğudur.
Babası bir kraldır.
Ana rahmine düşüş şartları zordur.
Doğumuna karşı kehanetler ve uyarılar vardır.
Suyla bir kutunun içine bırakılır.
Hayvanlar veya iyi insanlar tarafından korunur.
Dişi bir hayvan veya mütevazı bir kadın tarafından emzirilir.
Büyür.
Gerçek ailesini bulur.
Babasından intikamını alır.
Halk tarafından tanınır, kabul edilir.
Rütbe kazanır, yükselir ve onurlanır.
3) Lord Raglan’ ın Geleneksel Kahraman Kalıbı
Esasen söz konusu teorinin çeşitli anlatılara uygulanması ve böylece kuramın temel önermelerinden
biri olan “bu kahramanların hiçbiri tarihsel bir gerçek değildir” veya “tamamı kurmaca kahramanlardır”
genellemelerini doğrulama amacı taşımaktadır. Yazılı ve sözlü kültür geleneklerinde yer alan anlatılardaki
kahramanların biyografik bir profilini ortaya koymak ve çeşitli kahramanlar arasındaki yapısal
kalıplaşmalara dayalı benzerlikleri gelenek ve kültüre özel bazda çalışma imkânı vermesi bakımından
kullanışlı bir araştırma aracı durumundadır. Kahramanların hayatlarının hem ilk hem de ikinci yarısını ele
alması bakımından en kapsamlı kalıp olarak görülmektedir.
Kahramanın annesi soylu bir bakiredir
Babası bir kraldır
65
Baba çoğunlukla kahramanın annesinin yakın bir akrabasıdır
Kahramanın ana rahmine düşüş şartları olağandışıdır
Aynı zamanda bir tanrının oğlu olarak kabul edilir
Doğumu anında genellikle babası veya anne tarafından dedesi onu öldürme
girişiminde bulunur
Kahraman bunun üzerine gizlice bir yere gönderilir
Uzak bir ülkede kendisini evlat edinen bir aile tarafından büyütülür
Çocukluğu hakkında bize hiçbir şey anlatılmaz
Yetişkinlik çağına eriştiğinde gelecekte kral olacağı yere gider
Kral, dev veya yırtıcı bir hayvana karşı kazandığı bir zaferden sonra
Çoğu zaman selefi olduğu kralın kızıyla evlenir
Kral olur
Bir süre herhangi bir olay olmaksızın hüküm sürer
Yeni kanunlar çıkarır
Daha sonra tanrıların ve / veya halkın sevgisini kaybeder
Tahttan ve şehirden uzaklaştırılır
Esrarengiz bir şekilde ölümle tanışır
Çoğunlukla bir tepenin üzerinde ölür
Eğer varsa çocuklarından hiçbiri onun yerine tahta geçemez
Vücudu gömülmemesine rağmen
Gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal mezarı vardır.
4) Eric Hobsbawn’ ın Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı
Köylü haydut veya eşkıyaların maceralarını ele alan ve onlar hakkında oluşturulan destan, efsane ve
diğer anlatılarda takip edilen yapısal başka kahraman kalıplarından biridir. Değişik kıtalardan ve
kültürlerden baladlar ve diğer halk şiiri örneklerini kaynak olarak kullanmak suretiyle yapılan çalışmada
değişik zamanlara ait olmakla birlikte sulu olarak görülen köylüler olmalarına karşın halk tarafından
kahraman olarak kabul gören ve yardım edilen sosyal haydutların yapısal benzerlikleri ortaya konmuştur.
Ele alınan kahramanların neredeyse tamamı köylü haydutlardan oluşmaktadır ve yine hemen hepsi
de gerçekten yaşamış kişilerin hikâyeleridir. Bu özelliği kahramanların tamamının gerçek olmadığını iddia
eden Lord Raglan’ ın geliştirdiği kahraman kalıbıyla tamamen zıttır. Hobsbawn, köylü haydutların
başkaldırıları ve bir halk kahramanına dönüşme süreçlerinin sonunda ulusal kurtuluş mücadelelerinin
öncüsü durumunda yeni ve ulusal mücadelelerin yolunu açtıklarını ileri sürmektedir. Dünyanın hemen
hemen her yerinden derlenmiş örneklerle desteklediği söz konusu tezinde 9 maddelik bir genel şema veya
66
kahraman kalıbı ortaya konulmuştur. Ona göre “sosyal” veya “soylu haydut” olarak adlandırılan eşkıyalar
halk kahramanı statüsüne yükselinceye kadar gelişen hikâyelerin biyografik şeması şu şekildedir:
Kahraman kanun dışılık kariyerine bir suçla değil adaletsizliğin kurbanı olarak başlar.
resmi otoritelerce aranmasına rağmen yaptığı toplumun halk kültüründe suç olarak
değerlendirilmez.
Yanlışları düzeltir
Zenginden alır fakire, ihtiyaç içinde olana verir
Meşru müdafaa ve intikam dışında asla adam öldürmez
Eğer yaşarsa halkının arasına saygıdeğer bir vatandaş ve hürmet gren bir birey olarak
döner. Aslında o halkının arasından hiçbir zaman ayrılmaz.
Ona hayran halkı tarafından yardım görmüş ve desteklenmiştir.
Toplumunun üyelerinin resmi kurumlarla kendisine karşı işbirliğine girmemesi
nedeniyle ancak toplum tarafından dışlanmış kişilerce kendisine yapılan kalleşlikler
ve kurulan tuzaklar sonucu muhtelif yollardan biriyle öldürülür.
En azından teorik olarak görülemez ve kolaylıkla ele geçirilemezdir.
Kralın veya imparatorun düşmanı değil fakat onların yerel despot idarecilerinin ve
adaletsiz bürokratlarının düşmanıdır.
b.) Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi4
1.) V. Propp’un Çözümleme Yöntemi’nin Tarihçesi
Vladimir Propp (1895-1970) en tanınmış Rus halkbilimcisidir. Petersburg’da Slav Dili ve Edebiyatı
bölümünü bitirir ve 1915’te S.A. Vengerov’un o dönem için önemli sayılan Puşkin Semineri’ne (ileride
doğacak Biçimciler okulunun en önemli temsilcileri burada yetişmiştir) katılır.1918’de eğitimini
tamamladıktan sonra çeşitli okullarda Almanca, Rus Dili ve Edebiyatı dersleri okutur. Daha sonra
Leningrad Üniversitesi’nde çalışmaya başlar. 1938’de bağlı bulunduğu üniversitede profesörlüğe atanan V.
Propp, çalışmalarını bu tarihten sonra doğrudan doğruya halkbilim ve budunbilime yöneltir. Şu kitapları
yayımlar:
Masalın Biçimbilimi (1928)
Olağanüstü Masalların Tarihsel Kökenleri (1946)
Rus Kahramanlık Destanı (1958)
Rus Tarım Şenlikleri (1963)
Propp’un halkbilim kaynaklarında en çok sözü edilen yazıları şunlardır:
Olağanüstü Masalların Dönüşümleri (1928)
Folklorda Ritüel Gülüş (1939)
Olağanüstü Doğuş Motifi (1941)4 Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Modeli konusu içindeki italik yazılı bölümler Propp’un “Masalın Biçimbilimi” kitabından alınmıştır. ( Çeviren: Mehmet Rifat- Sema Rifat, İş Bankası Kültür Yayınları, Mart 2008, İstanbul)
67
Halkbilim Işığında Oidipus (1945)
Değişik bilimsel dergilerde yayımlanmış olan bu yazılar, yazarın ölümünden sonra “Halkbilim ve
Gerçeklik” (1976) adıyla yeniden yayımlanmıştır.
Ayrıca tek başına ya da ortaklaşa olarak Rus folklorundaki klasik nitelikteki başlıca yapıtların yayımını da
gerçekleştirmiştir:
Afanasyev’in “Rus Halk Masalları” (1957)
“Bilinalar”(1958)
Lirik halk Şarkıları (1961)
Kuzey Rusya Masalları (1961)
Leningrad Üniversitesi’nde masal konusunda verdiği dersleri de “Rus Masalı” (1984) adıyla basılmıştır.
V. Propp’un bilim dünyasında adını duyuran ve halkbilimi çalışmaları açısından en önemli olan
çalışması hiç kuşkusuz masalların yapısını araştırdığı “Masalın Biçimbilimi” (1928) dir. Ancak, eserin
yayımlandığı dönem talihsiz bir dönemdir ve o günün mevcut siyasi sisteminin ideolojisine ters düştüğü
gerekçesiyle V. Propp çeşitli sıkıntılarla karşılaşır. Çalışması da adeta unutulmaya terk edilir.
Masalın Biçimbilimi asıl etkisini 1958’de İngilizce’ye tercüme edilince gösterir. Teklif ettiği
yöntem, halkbiliminin yanı sıra antropoloji, dilbilimi, edebiyat disiplinleri tarafından da kabul edilip
dünyanın dört bir yanında uygulanır. Diğer yandan da genel anlamda sosyal ve beşeri bilimlerde
yapısalcılığın yaygınlaşması sürecinde öncülük yapmıştır.
Propp’un eserinin başta halkbilimi olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerde kısa sürede
yaygınlaşmasının nedenleri arasında Alan Dundes, C. Levi Strauss, T. Todorov gibi bilim adamlarının bu
yönteme dayanarak metin çözümleme yöntemleri geliştirmeleridir. Yapısalcılığı ön plana çıkaran söz
konusu bu çalışmalar eserin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.
Propp’un kitabı İngilizce’ye tercüme edilince bir bakıma metodu test etme amacı da taşıyan, metodu
değişik malzemeye uygulamaya yönelik çalışmalar ortaya çıkar. Bunlardan biri Alan Dundes’in doktora tezi
çalışmasıdır. (Morfology of North American Indian Tale-1964)
Dundes, kendi çalışmalarında Propp’un belirlemelerinde bazı düzeltmelere gitmiştir. Dorson’un
ifadesiyle “renksiz fonksiyon” yerine dilbilimci Kenneth Pike’ın terimlerinden ürettiği “motifbirim”
(motifeme) terimini kullanmıştır. Motifbirimin parçaları olarak görülen motifleri belirtmek için de
“motifbirimsel değişke” (allomotifeme) terimini önermiştir. Alan Dundes böylece halkbilimi çevrelerinde
yaygın olarak kullanılan ve benimsenen Stith Thompson’un motifleri belirsizlik içinde kullanımıyla,
halkbilimi türlerini eksiksiz temsil eden yapısal modele dayanan daha kesin bir terminoloji arasında köprü
kurmaya çalışmıştır.
Propp metodunun işlerliğinin evrensel olarak kanıtlanmasından sonra bu kuramın:
-Batıl inançlar, oyunlar ve bilmeceler gibi diğer türleri açıklığa kavuşturabileceğini,
68
-Kültürel seçimleri şematik olarak gösterebileceğini,
-Akültürasyon davranışlarını önceden kestirilebilir kılacağını,
-İşlevsel ve psikolojik çalışmaları netleştirebileceğini ileri sürmüşlerdir.
Öte yandan son zamanlarda yapılan tercümeler sonucunda V. Propp’un pek çok kavramı
Nikiforov’dan ödünç aldığı ortaya çıkmıştır.
2.) Vladimir Propp Yapısalcılığının Temel Paradigmaları
Propp, Antti Aarne’nin halk masallarındaki kişiliklere ve diğer muhteva kriterlerine göre yaptığı
sınıflandırmanın yanlış olduğunu düşünmüştür. Çünkü, onun tespitlerine göre, masalın bir başka
versiyonunda bir başka canavar, bir ejderha, bir dev ya da bir ayı aynı eylemi yerine getirmektedir. Fakat
eylem sabit kalmaktadır. Bu tespit ve tenkitten sonra, masalın bütün özelliklerinin yapısal incelenmesini,
tarihsel incelenmesinin yapılması için zorunlu bir koşul olarak kabul eder. “Biçimsel yasallıkların
incelenmesi, tarihsel yasallıkların incelenmesini belirler.” çıkarımını savunur.
Propp, masalları yapı özelliklerine göre analiz ederek masallarda sabit ve değişken unsurlar
olduğunu ortaya koymuştur. Ona göre masalların sabit unsurları şahısların icra ettikleri hareketler veya
aksiyonlardır. Propp bunları “fonksiyon” olarak adlandırmıştır. Ona göre masal kahramanlarının eylemleri
(aksiyonları) birbirinin aynısıdır. Bundan hareketle de fonksiyonların bir masal kahramanından bir diğer
masal kahramanına aktarıldığı sonucuna varmıştır. Masallardaki şahıslar ve çevre değişken unsurlardır.
Propp, yöntemini masalda asli veya sabit unsurlar üzerine kurar. Fonksiyonlara yardımcı olan dört grup
element tespit etmiştir. Bu yardımcı elementler.
1. Olaylar arasında irtibatı sağlayan yardımcı unsurlar,
2. Hareketlerin maksat ve nedenleri,
3. Masal kahramanlarının ortaya çıkış şekilleri,
4. Masal kahramanlarının vasıflarıdır.
Bu yardımcı unsurlar fonksiyonlarla birleşince masalın yapısı ortaya çıkmaktadır. Masalın sabit unsurları
olan fonksiyonlarla değişken unsurlar birleşince, masalın tema ve yapı bakımından zenginleşmektedir.
Propp, olağanüstü masalların iki özelliğinin etkisinde kalmıştır: Masalların çok renkli, olağanüstü
çeşitliliği ve görünürdeki bu çeşitlilik altında yatan tek biçimlilik. Bu tespitten hareketle halk masallarını
karşılaştırmaya yönelmiştir.
Amacı:
- Yüzeydeki çeşitlilik, çok renkli özellik altında, binlerce masala ortak olabilecek “işlevsel” birimleri
bulup ortaya çıkarmak,
- Yahut halk masalının yapısını düzenleyen değişmez yasaları belirlemek
- Ve böylece de “masalın kökeni” sorununa sağlıklı bir biçimde yaklaşabilmek için önce “masalın ne
olduğunu ortaya koyabilmek”tir.
69
Propp, yöntemini ileri sürerken; tenkit ettiği Antti Aarne’nin masalları, masallardaki kişiliklerden
hareketle sınıflandırması yerine, kendi yapısal çözümleme yöntemine göre sınıflandırılmasını amaçlamıştır.
a)İşlevsel Halkbilimi Kuramının Teorik Zemini ve Tarihçesi Bir kültürel antropolog olan ve T.Benfey’in “kültürel ödünçleme” kuramı doğrultusunda çalışıp
çalışmalarını Amerikan Folklore Society(Amerikan Folklor Kurumu)’nun Journal of Amerikan
Folklore(Amerikan Folklor Dergisi) adlı dergide yayınlayan Franz Boas bu akımın öncüsüdür.
b)Kavramsal Çatının Oluşumu: Malinowski Ve Kültür Tanımı
Bu konuda Trobriandlıların sözlü edebiyatlarındaki nesir anlatılarının işlev bakımından çözümlenişi
çok önemlidir. Malinowski mit metinlerini çalışmalarında büyük yer vermiştir.
(Context),icra (performance) kavramları başta olmak üzere yaptığı tanım, uygulama ve işlevsel önemlerini
ortaya koyduğu çözümlemeler kuramın ortaya çıkışında etkili olmuştur.
Malinowski’ye göre kültür; “açıkçası aletlerden ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar
için yapılan anayasal belgelerden, insana özgü düşünce ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bütünsel
bir toplamdır” Kültürün kendisinden ne daha az olan çevrenin sürekli bir biçimde yeniden üretilmesi,
sürdürülmesi ve yönetilmesi gerekir. Bu çevre insanın beslenme, üreme ve sağlığı koruma ihtiyaçlarından
doğan sorunların çözülmesi için yaratılan ikincil ve yapay bir çevredir. Bu durum topluluğun kültürel
düzeyini, çevreyi ve grubun verimliliğine dayanan yeni bir yaşam standardı yaratır. Kültürel gelenek bir
kuşaktan sonrakine aktarılmalıdır. Bu yüzden her kültürde eğitime yönelik yöntemler ve mekanizmalar
bulunmalıdır. Her kültürel başarının özü işbirliği olduğuna göre düzen yasa sürdürülmelidir. Her toplulukta
töre, ahlak ve yasayı doğrulayan düzenlemeler olmalıdır. En ilkel kültürlerde bile ekonomik örgütlenme
biçimidir. İnsan öncelikle organizmasının ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bu yüzden beslenme, ısınma,
barınma, giyinme ya da soğuktan rüzgârdan ve havadan korunmak için düzenlemeler yapıp etkinliklerden
bulunmalıdır.
İşlev bir ihtiyacın içinde insanların işbirliği yaptıkları, zanaatsal ürünleri kullandıkları, malları
tükettikleri bir etkinlikle karşılanmasıdır. Bu tanım örgütlenme kavramını da beraberinde getirir. İnsanlar bir
amacı gerçekleştirmek, bir sonuca varmak için örgütlenmek zorundadırlar. Böyle insani ve evrensel olan bir
77
örgütlenme “kurumdur”. Kurum geleneksel değerler üzerinde varılan bir anlaşma içerir. İnsanlar yazılı bir
buyruğun çerçevesi içinde, birliklerinin özel kurallarına uyarak ve kullandıkları maddi aygıtlarla çalışarak
işleri birlikte yaparlar. Böylece hem isteklerini karşılarlar hem de çevrelerini etkilerler.
Kültürel kurumların örgütlenmesi yapısal yasaya, bir dizi değer ve anlaşmalara dayanır. Bu kurumların
her biri içinde yaşayanların, toplumun belli ihtiyaçlarının karşılar, böylece bir işleri yerine getirir.
Temel İhtiyaçlar Kültürel Cevaplar
Metabolizma Besin sağlanması
Üreme Akrabalık
Bedensel rahatlıklar Barınma
Güvenlik Koruma
Hareket Etkinlikler
Büyüme Yetiştirme
Sağlık Hijyen
Metabolizma, besin alınması, sindirilmesi, besinin özümsenmesi ve yarasız maddelerin bedenden
atılması süreci ile çevresel etkenler organizma ile dış dünyanın etkileşimi, kültürel çerçevede bir etkileşim
arasında çeşitli biçimlerde oluşan ilişkiler anlamına gelir. Üremenin bir boyutu da topluluğun sayısını
yenileyecek ölçüde hızlı olmasıdır. Bedensel rahatlıklar, ısı düzeyi, nem oranı ve beden için tehlikeli madde
yokluğuyla ilgilidir. Güvenlik, mekanik kazalardan hayvanların ya da insanların saldırısından ileri gelen
bedensel yaralanmaların önlenmesiyle ilgilidir. Bu sağlanmazsa kültür ve ona bağlı grupların yaşamı sürüp
gitmez. Hareket, etkinliğin organizma için olduğu kadar kültür içinde gerekli olduğunu ifade eder. Büyüme,
insanların çocukluk dönemlerinde yakınlarına bağımlı olmaları, olgunluğun yavaş ve aşamalı bir süreç
olması ve insan yaşlılığında bireyin savunmasız olmasıdır. Bir çocuk hemen terk edilseydi insan topluluğu
hayatta kalamaz kültürel varlığı sürmezdi. Sağlık, genel bir biyolojik ihtiyaçtır. Malinowski’ ye göre temel
ihtiyaç ve buna verilen kültürel cevap birbirleriyle doğrudan ilişkili ve uyum içindedir.
1.Besin sağlanması: Her insan topluluğunda ve her hangi bir bireyin ele alındığında yemek yeme
işinin belli bir kurum içinde gerçekleştiği görülür. Onun yeri sabittir, yiyeceğin sağlanması, hazırlanması
için bir örgütü ve yemeğin tüketilmesini sağlayan imkânlar vardır. Besinin üretilip dağıtılması da örgütlü
davranış sistemine sahiptir. Üretim yöntemlerinin tarımsal aletlere, av silahlarına, ağlara, su bentlerine, balık
tuzaklarına ihtiyacı vardır. Yiyeceği koruma, depolama ve pişirme yöntemlerinde de araç gereç gereklidir.
Besinin korunmasında besin üretme sağlama faaliyetlerinde sürekli üretimsel etkinliklerin ortaya konulması
gerekir. Beslenme olgusu örgütlenmiş gruplar ve örgüt içinde, bunların aracılığıyla gerçekleşmesi
78
nedeniyle yasa ve töreleri de içermektedir. Toplum düzenine ilişkin davranış ve yaptırımlar, yasa ve töreler
bu zincirleme etkinliklerin bütünüyle aksamadan sürdürülmesi için gereklidir.
2.Akrabalık: Üremeyi akrabalık olgusuna bağlamayan bir kültür varlığını sürdüremez. Evlilik
aşamasının yöntemleri, töresel kurallar, ahlak ve dini inanç bakımından geleneğe göre belirlendiği için
sosyal ilgilerin konusu olurlar. Gebelik ve çocuk doğumuyla birlikte evlilik akrabalığa dönüşür. Gebe kadın
ve kocası artık bir dizi kurala uymak zorundadırlar. Gebeliğin töre ve ahlaki yönleri, akrabalığın ilk
aşamaları kamuyu çok ilgilendiren bir sorun olurlar. Gebelik ve çocuk doğumunun geleneksel açıdan
yeniden yorumlanmaları; ölüler dünyasından, çevreden ve topluluğun diğer üyeleri arasındaki etkileşimden
genel etkileri fizyolojik etmenler alanına çeken yeni yorumlar, ana babalığın doğal güçlerini, eğitim ve
öğretim yoluyla, sosyal dayanışmanın güçlü bağları haline dönüştürürler. Soy bağı acısından evliliğin
sonuçlarını açıklayan hukuk kuralları tam olarak açıklanıp belirtilmelidir.
3.Bedensel Rahatlıklar: Bunun sağlanması için basit fiziksel etkenlerin yanı sıra kurumlaşmış
yapılarında varlığı söz konusudur. İnsanların barınak aramaları rastgele değildir. İnsanlar ilkel ya da
gelişmiş olsunlar korunmaya ihtiyaç duyduklarından bir hayvan postunu, bir deriyi, bir kumaşı el
attıklarında hemen bulmazlar. Bütün bu maddi mallar örgütlü yaşamın rutin bir parçası olarak kullanılırlar.
Barınak, ısı, temizlik düzenleri evin içinde bulunabilir. Giysiler ise kapalı ev ekonomisi koşulları altında,
aile içinde ya da iş bölümünün var olduğu toplulukta örgütlenmiş atölye ya da fabrikalarda üretilir.
4.Korunma: Korunma çok sıklıkla öngörülü davranmayı ve planlamayı içerir. Öngörülü korunmanın
biyolojik güvenlik ihtiyacıyla ve kültürel cevaplarıyla bağlılaşım içinde olması gerekir. Seçme, yapma ve
yaşatma işlevlerinin örgütlenmiş, teknik olarak planlanmış ve iş birliği içinde yürütülmüş ilkelerinin
içindeki ekonomik etmen ortaya çıkar. Tekniğin kuralları, bunların davranış, mülkiyet, otorite yasalarının
dönüştürülmesi bellidir. Öğretimin anlamı büyüyen kuşağın hazırlanması, aydınlatılması ve uyarılmasıdır.
İnsan herhangi bir saldırı karşısında silahlı savunmaya yönelir. Nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerde
silahlı örgütlenmeye ihtiyaç çoktur. Bu genelde her erkeğin bir silah sahibi olmasıyla sınırlıdır. Korunma
kurumlaştırılmıştır.
5.Etkinlikler: İnsan harekete ihtiyaç duyar. Kaslar çalışmazsa, sinirsel sistemin yönelişi olmazsa
insan bir şeyi başaramaz. Kassal ve sinirsel etkinliğin kendi başına bir amaç yapıldığı sporlar, oyunlar,
danslar ve festivaller gibi özellikle hazırlanıp örgütlenmiş etkinliklerin biyolojik, psikolojik ve kültürel
açılardan çalışılması için geniş bir alan vardır.
6.Büyüme: Bir toplumun eğitsel ve toplumlaştırıcı sistemleri en uygun büyüme aşamasında alınır.
Bütün simgesel bilgilerin temelleri, bilimsel bakışın ilk öğeleri, töre, otorite ve ahlakın değerlendirilmesi
aile içinde öğrenilir. Çocuk oyun arkadaşlığı grubun da ise töreye ve görgü kurallarına uyup saygılı olmayı
öğrenir. Daha sonraki yıllarda askeri bir derneğin, grubun veya bir yaş grubunun üyesi olunduğunda
ekonomik alanda özel bir çıraklık sağlanır. Eğitimin en dramatik aşamaları üyeliğe kabul törenlerinde olur.
79
7.Hijyen: Sağlık, büyüsel tehlikeler hakkındaki halk inançları açısından çözümlenebilecektir.
c)Halk Biliminin İşlevsel Çözümleme Modelleri 1.Hoş vakit geçirme, eğlenme ve eğlendirme işlevi: Bütün folklor icraları sadece bir eğlence değildir. Bu
ne kadar önemli olsa da tek işlevi değildir.
2.Değerlere, toplum kurumlarına ve törelere destek verme: Bu işlev folklorun kültürdeki icraları
yapanlara ve bunları seyredenlere bu kültürdeki ritüellerin toplumsal kurumları ve değerleri doğrulayıp
onaylatmasıdır. Böylece toplumsal kurum ve değerler güncelleşir, güçlenip köklenir
3.Eğitim ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılarak gelecek kuşakların eğitilmesi işlevi: yazılı kültür
geleneği olmayan tek kültür ortamının sözlü olduğu toplumlarda folklor taşıdığı bilgilerin tarihsel olarak
gerçek olması sebebiyle çok önemlidir. Folklor kültürün aynası ve insanlara kılavuz olarak gösterilir.
4.Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulmak için kaçıp kurtulma mekanizması: kabul edilmiş
davranış kalıplarına uygun davranıyor olmak ve bu yolla da toplumsal ve kişisel baskılardan kaçıp
kurtulmayabilmeği sağlamak.
B)Sözlü Kompozisyon Teorisi Şimdiye kadarki ve 19.yy halkbilimi çalışmaları artsüremli (diacronic) olmalarının yanı sıra geçmişi
yeniden kurmaya yönelik ve ele alınan folklor mahsulünün eskiliğini ve ne zaman ortaya çıktığını bulmaya
yönelikken 20.yy da ise yapı, muhteva ve stilinin özellikleri, icra edildiği sosyo-kültürel bağlamda ne iş
gördüğü, icracının dinleyicilerle etkileşimi ve bunun icra edilen geleneksel anlatının tür, şekline; icrasına,
yapısına ve işlevine tesirlerine odaklanılmıştır.
a)Teorinin Ortaya Çıkışının Tarihçesi ve Homer Meselesi20.yy da ortaya çıkmış en önemli kuramlardan birisidir. Önceleri “Sözlü Formulsel Teori (Oral-
Formulaic Theory)” olarak, sonra “Sözlü Teori Oral Theory) olarak adlandırılan teorinin yaygın adı “Sözlü
Kompozisyon Teorisi”dir ( The Theory of Oral Composition). Bu kuram klasistler ve filojistler arasında
Homer meselesi olarak bilinen alanda 20yy ın ilk yarısında çalışmaya başlayan Milman Parry ve Albert
B.Lord tarafından ileri sürülmüş ve Homer’in Odessa ve İlyada’sının sözlü kültür ürünü olup olmamasını
çalışmaktadır. “Homer Meselesi” klasik filoloji çalışmalarıyla birlikte başlayan ve asırlarca süren bir bilgi
ve araştırma alanıdır. Bu çalışma alanının cevap aradığı sorular Homer’in kim olduğu, Odesa ve İlyada’nın
ne zaman yazıldığı, destanların hazırlanışı ve yorumlanışıyla ilgili şüphelerin giderilmesine yönelik
cevapların bulunuşudur. Bu dönemin en önemlisi sorusu ise cevaplanamayan “Homer’in zamanında yazı
yoksa bu kadar uzun şiirler nasıl oluşturulup yazıya geçinceye kadar nasıl saklandığı”dır.
Analist Karl Lachmann 1816’da romantik milliyetçilerin geleneksel sözlü şiir parçalarını derleyip
milli kahramanları tanımaya yönelik çalışmalarından hareketle Alman destanı Nibelungenlied ile Homer’in
destanlarına uyguladığı “şarkı teorisi (liedertheorie)-kolektif yaratma teorisi”nin ilk şeklini ortaya koydu.
80
Bu teorinin günümüzde de takipçileri mevcuttur. Buna göre bir Homer değil birden fazla Homer vardır ve
bunlar şiir parçalarını bir araya getirerek destanı oluşturmuşlardır, yani bir kolektif yaratma söz konusudur.
1840’larda F.Wolf İlyada ve Odessa’nın sözlü kültür ortamında yaratılmış olabileceğini söyledi.
Gottfried Herman kompozisyonun yapı ve birleştirmedeki tipik özellikleri, veznin adapte ediliş ve
uygulanışı, uzun sıfat cümleleri ile süslenişler, atasözü, deyim ve tekerlemeler gibi halk kültürü
unsurlarının kullanılmasıyla oluşan İlyada ve Odessa şiirlerinin okunmak için değil işitilmek için olduklarını
ifade etti.
Yunaristler metinleri Homer’in yazdığını ve dikte ettirmesiyle oluşan tarihi ve bütün bir obje kabul
etmişlerdir. Yunaristler uzun yıllar boyunca süren tartışmada aynı fikirleri savunurken Analistler çeşitli
metodolojiler oluşturmuş, metinleri ve benzerlerini tarayarak mukayeseli çalışmalar yapmışlar ve gittikçe
gelişen sözlü teorinin ortaya çıkışını sağlamışlardır.
b)Kavramsal Çatısının Oluşumu: M.Parry ve Çalışmaları Milman Parry 1923’te Berkeley’de Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California) master
tezinde Homer şiirlerini irticalen meydana getirip sözlü olarak aktaranın bir ozan değil onları yazan bir şair
olduğunu kabul eder. 1928’de Paris’te hazırladığı doktora tezinde ise Homer geleneği takip eden bir şairdir.
Matija Murko ve A.Meilet bu geleneğin sözlü gelenek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu görüşler Harvard
Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Parry’nin çalışmalarına da yön verir ve o 1930-32 yıllarındaki
çalışmalarında bu destanların tekrarlanan formüllerle(epiteths-sıfat kalıpları) oluşturulma tekniğiyle
oluşmuş olmasından hareketle bunların geleneksel destanlar olduğuna kanaat ettiğini belirtmiş ve bunların
sözlü olarak kompoze edildiğini düşündüğünü ifade etmiştir.
M.Parry öncelikle şiir stilleri üzerine çalışırken bu şiirlerin formüller dolayısıyla geleneksel olduğunu
anlamaya başlamış ve bu konuda hocası Meilet’in çok büyük etkisi olmuştur. Bundan sonra ise epik
destanların sözlü olarak kompoze edilip yaşadığı “yaşayan laboratuar” olacak yerin tespit edilerek geleneğin
gözlenip derlenmesi aşamasına geçmiştir.
Parry öğrencisi A. Lord ile Yugoslavya’ya gidip Boşnak destanlarını derlemiştir. Yugoslavya epik
şiirin canlı olarak yaşandığı laboratuar olarak seçilmiş ve Homer’in destanları geleneksel kültürde bir ozan
olarak yarattığı doğrulanmak istenmiştir. Parry’nin Yugoslavya’daki çalışmaları 1933-35 arasında
sürmüştür. 16 ay derleme yapılmış Hırvat ve Sırplardan derlenen destanlardan daha uzun ve Homer’in
şiirlerine stil bakımından daha yakın olduğu için özellikle Müslümanlardan 1500’e yakın epik destan metni
derlenir. Derlemeler doğrudan ses kayıt cihazlarıyla yapıldığı için ayrı bir öneme sahiptir. Bu yolun takip
edilmesiyle aynı aşıklardan (gus) aynı destanın farklı yer ve zamanlardaki icraları derlenerek destan
metinlerin ezberlenip aktarılmadığı ve her icranın farklılıklar taşıdığı görülmüş, aynı şekilde aynı destanın
farklı aşıklarca icrası da derlenmiştir.
Parry Vuk Karadziç’in 19.yy daki derlemelerinden hareketle Homer’in destanları ile Güney Slav
destanlarının geleneksel sözlü formüllerle oluşturulması konusunu ele almıştır. O formülü (Formula)
81
“anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup
sözcük” olarak tanımlar. Albert bu formülün yanı sıra “formülsel açıklama”(formulaic expression)
getirmiştir ki “bir mısra veya yarım mısra şeklinde inşa olunan formül özelliği gösteren unsurlar” dır.
Milman Parry’nin tema(theme) tanımı ise “formüllerin kullanılmasıyla inşa edilen geleneksel bir
şiirin(destanın) söylenişinde düzenli olarak kullanılan bir grup fikir” dir.
c)Teorinin Ortaya Çıkışı: Albert B.Lord ve Çalışmaları Lord Yugoslavya’nın yanı sıra Arnavutluk ve Bulgaristan’a da gider ve “Destanların Söyleyicisi”(The
Singer of Tales) kitabını tamamlayarak yayınlar. Kitap Teori ve Uygulama adlı iki bölümden oluşur. Teori
bölümünde temel kavramlar ve tartışmalar “Destan Söyleyiciler: Yetişme ve İcraları” (Singers: Performance
and Training), “Yazı ve Sözlü Gelenek”( Writing and Oral Tradition) başlıklarıyla ele alınırken ikinci
kısımda ise (The Application) bu teorinin “Homer” “Odessa Destanı”, “İlyada Destanı” ve “Orta Çağ Epiği
Üzerine Bazı Notlar” başlığı altında uygulanışı yer alır. İlk bölümde Lord sözlü kültür ortamında şiiri
meydana getiren kişinin onu oluşturma anının (kompoze etme) icra anı (performance) olduğunu ve sözlü
şiirin önceden hazırlanan değil irticalen meydana getirilen olduğunu ifade eder. Bu şiiri söyleyen yalnızca
icracı (performer) değil kompozitör (compozer) dır aynı zamanda.
Yugoslavya’da küçük kasaba ve köylerde özellikle düğün törenlerinde epik destanlar evlerde icra
edilmektedir. Evler dışında ise kafana denilen kahvehanelerde icra yapılır. İcracı dinleyicilerinden hatırlı
ibareler”( sterotyped phrases) dediklerine Milman Parry’nin “anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için
aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup sözcük” tanımını kullanır.
Çıraklık devresindeki bir aşık yerine yaşlı ve meşhur olanlarının seçilmesi destanların formüleri,
işlevleri, oluşumlarına dair sağlıklı bilgiyi almamıza engel olmuştur. Formüller usta ve çırak arasında
farklılık arz eder. Formül düşünce ile müzik eşliğinde söylenen mısraın ürünüdür. Formül üzerinde çalışma
şiirin ölçüsü ve müziğini dikkate alarak başlamalıdır. Çırak için de ilk talep edilen unsur müzik ve ölçüdür.
Çırak ölçüyü sıklıkla tekrarlanan düşüncelerden öğrenir. O ölçü kalıpları, kelime sınırları ve melodiyi
özümseyerek öğrenip sahiplenir ve gelenek onun içinde kendini yeniden üretmeye başlar.
Aşık konuşulan dil ile destanlardaki dilin ayrımına da varır. Fiiler günlük konuşmadaki yerlerinden
oldukça farklı yerlerdedir, ekler düşürülebilmekte, ibareler arası ulamalar yapılabilmekte, aliterasyonlar ve
asonanslar yapılmaktadır. Aşığın zihninde kelimeler ses değeri gereği çağrışım yapmaya başlar ve zihninde
melodik, akustik, vezinsel, sentaksa dair kalıplar şekillenecektir. Ritimler değişiklik göstermeyen temel
yapılardır, müzik aleti ise taklitle veya bir başkasının göstermesiyle öğrenilir. Bu temel melodi ve ritimler
başkalarından öğrenecekleri ile gelişecektir. Formüller kutsal değil ama yararlıdır. O da zamanla kendi
formül alışkanlıklarını kazanacaktır. En çok sabit olan formüller şiir geleneğindeki en yaygın olan fikirlerle
ilgili olanlardır ki bunlar da kahramanların adları, olay örgüsündeki ana hareketler, zaman ve yerle ilgili
olanlardır. Hikayelerdeki en yaygın hareketler ve onları ifade eden mısraın ilk veya ikinci yarısını dolduran
fiiller tam formüllerdir. Üçüncü tür formüller ise hareketin ortaya çıkıp oluşmaya başladığı zamanı tanımlar.
Bunlar sözlü stilin temel taşlarıdır. Formüller bir dilin grameri gibidir. Yeni formüller eskilerine yeni
kelimeler koyularak oluşturulur. Aşık orijinalitenin peşinde değil ama icrasını gerçekleştirebilmek için
fikrini en iyi yansıtan formülü bulabilen kişidir. Gelenekteki bütün formüller bütün aşıklar tarafından
bilinmez ama çoğunluk bilinir ve kullanılır ortak olarak. Bu formüllerin indeksi hazırlanarak ulusal ve
mahalli olanları ortak ve bireylere has olanları ortaya çıkarılabilir.
Kitabın dördünü kısmı olan “Tema”da (The Theme) ise Lord, Parry’nin bir destanın anlatımında
düzenli olarak kullanılan fikir gruplarını tema olarak adlandıran tanımını kullanır.
Aşık destanları dinlerken formüllerin kalıbını (pattern), ritmini öğrenirken temaları da öğrenir. Aşıklar
duydukları bir temayı tamamen aynı kelimelerle ifade etmezler. Aynı aşık altı değişik yerde ve zamanda
aynı destanın bir temasını altı değişik söyleyişle söylemiştir. Destanlar büyük temalar (major theme) ve
küçük temalardan (minor theme) oluşur. Aşık destanına element ekleyip çıkarabilir.
83
Kitabın beşinci kısmı “Destan ve Destanlar” dır (Songs and the Song). Sözlü kompozisyon sürecinde
yaratıcı bir birey olan aşık geleneği daha ileriye taşır. Aşık destanını birincil ve ikincil temaların esnek
(değişebilir) bir planı olarak düşünür. Biz de destanı her icrada değişen bir metin olarak görürüz. Aşığa göre
destan değiştirilemezdir, çünkü değişmenin onun zihninde olması gerekir. Her icra belirli bir özel destandır.
Orijinal düşüncesi, sözlü gelenek için mantıksızdır.
Değişme (change) ve değişmezlik (stability) geleneksel sürecin bir araya getirmek için çalışmamız
gereken iki elementidir. Ne niçin ve nasıl değişmektedir sorularına cevap bulmak için destan metinlerini
deney mahiyetindeki üç tematik döneme ayırmalıyız:
1)Bir aşıktan diğerine geçişi.
2) Bir aşığın destanı icralarının zaman bakımından farklılıklarının tespiti.
3)Bir aşığın repertuarındaki bir destanın uzun bir zaman diliminde nasıl bir hale geldiğinin tespiti.
Kitabın altıncı kısmı “Yazı ve Sözlü Gelenek”(Writing and Oral Tradition)tir. Bu kısımda sözlü
geleneğin yazıya geçirilişi ve yazılı kültür ortamının sözlü kültür ortamına tesirleri yer alır.
Sözlü destan anlatma sanatı yazının baş göstermesinden önce mükemmelleşmişti. Yazılmak için
destan anlatması istenen icracılar müzik ve ritim olmadan yalnızca eski alışkanlıklarını hatırladılar. Bu
şekilde sabit bir metin meydana getirildi. Yazının varlığı sözlü geleneğe etki etmesine rağmen bu etki
toplumun tamamını etkilemeyebilir. Sözlü gelenek ürünlerinin toplanıp yayınlanması yeni destanların
yaratılmasına da neden olabilir. Fakat aşıkların basılı metinleri ezberlemesi onları gelenekten uzaklaştırır.
Onlar artık sözlü gelenekten öğrendiklerini de ezberleme ihtiyacı duyarlar. “Doğru metin” (correct text)
anlayışının ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla sözlü gelenek de ölmeye başlar. Bu destanları yeniden
yaratan değil sadece tekrarlayan (reproducers) bir kuşağın yetişmesi demektir. Değişme sözlü geleneğin
amacı olan hikayenin esasının durağanlığından metnin kelimesi kelimesine aynı olan durağanlığa doğru
olmuştur.
Kitabın ikinci bölümü “Uygulama” da (The Application) Ortaçağ Avrupa epik destanları üzerine
kuram uygulanmıştır.
d) Sözlü Kompozisyon Teorisi’ne Yapılan Tenkitler ve Dönüşümler Bu kurama yapılan eleştirilen başında bağlam merkezli değil metin merkezli olmaya yönelmesidir ki
bu da Tarihi-Coğrafi Metod’a yöneltilen eleştirilerle benzerdir. Bir diğer eleştirilen yönü ise Propp gibi
formüllere dayalı olması nedeniyle mekanik bir yapıda olmasıdır. Bu eleştiriler A.Dundes tarafından
getirilmiştir. Nasıl ki Propp’un masal çözümleme yöntemi sosyal ve psikolojik yön ve anlamlardan uzaksa
bu metod aynı eksikliği nedeniyle eleştirilmiştir.
84
Performans Teori’nin takipçilerinden Roger Abrahams da kompozisyon kelimesine yapılan vurgu ile
yönelinen metin merkezciliği eleştirmiştir. Böylece metine dönüşle canlı performans ihmal edilmiştir.
Yöneltilen bir diğer eleştiri ise epik destanların dışında pek fazla uygulanmayışıdır. Özellikle bilmece
ve atasözleri sabit metin olarak kabul edildiklerinden her seferinde yeniden kompoze edilememektedirler.
Fakat epik destanlar dahi halkbilimin en önemli ve büyük türü olması nedeniyle bu teorinin halkbilimine
kazandırdıkları oldukça fazladır.
Sözlü kavramı da tartışma konusudur. Ezberlenmiş ve kelime kelime muhafaza edilmiş muhafaza
edilmiş metinler(icra) sözlü (oral) kabul edilmezken sözlü şiir(oral poetry) sadece icra anında irticalen ve
sözlü olarak meydana getirilen olarak kabul edilirken A.Lord sözlü kavramı yerine gittikçe
geleneksel(traditional) kavramını kullanır olmuştur.
Bir diğer eleştirilen yön ise doğrulamaya yönelik çalışmalara odaklanılmış olmasıdır. Bu da Tarihi-
Coğrafi Metod’un ”ur-form”, “motif “ve “olay örgüsü” kavramları doğrultusunda çalışmalarla motif-
indeksin ötesine gitmeyen çalışmalara eşdeğer eleştirilere yol açmıştır.
Parry’nin Sırp ve Hırvat yanlısı tutumu da oldukça yanlıştır. Onun bu yanlı tutumunda çalışmalarından
etkilendiği Vuk Karadziç’in etkisi olmuştur. Parry son derece yanlış olarak Müslüman Boşnaklardan
derlediği destanları Sırp-Hırvat Kahramanlık Destanları olarak adlandırmıştır.
e) Sözlü Kompozisyon Teorisinin Bugünkü Durumu Bu teori ile birlikte icra ve kompoze etme birbirinden ayrılmıştır. Tarihi-Coğrafi Metod’un ur-form
arayışının ya da orijinal, varyant kavramlarının geçerliliği kalmamıştır.
Bu teori ile sözlü kültür ortamında irticalen meydana getirilen metinlerin icradan icraya pek çok
değişkene bağlı olarak farklılaştığı ortaya konarak sözlü edebiyatın yazılı edebiyat gibi yazılıp tamamlanmış
yani sabit metin halinde olmadığı, bilmece, atasözü gibi istisnai türler dışında sözlü edebiyat metinlerde
orijinal veya otantik metin aramanın her metnin(icranın) aynı derecede orijinal ve otantik olduğu
belirlenmiştir. Böylece sözlü kültür ortamında icra edilen ürünlerin metin(text) olmayıp süreç (process)
olduğu anlaşıldı.
Bu teori geliştirilen bilgisayar programlarıyla da desteklenmektedir. Bu şekilde sesli ve görüntülü
kaydedilen sözlü edebiyat ürünleri transkribe edilmiş formlarıyla bir arada yer alan sanal metin”hypertext”
olarak aktarılan bilgisayar ortamında Finengan’ın tespitlerine göre geleneksel formülerin tespiti, farklı
varyantların karşılaştırması, şiirlerin vezin kalıpları ve özellikleri, mitlerin yapı ve tahlilinde, tür sınama ve
tasniflerinde başarıyla kullanılmıştır.
C) PERFORMANS TEORİ
85
a) Ortaya Çıktığı Teorik Zemin Ve Tarihçesi
Halkbilimi çalışmalarında, folkloru “geçmişin ürünleri” anlayışından “dinamik bir iletişimsel süreç”
olarak kabule dönüştüren Performans Teori, E. Sapir’ in 1910’ larda başlayan yaş ve cinsiyet gruplarına ve
benzeri diğer özelliklere bağlı olarak değişen konuşma ve anlatma şekilleri gibi dilin sosyal kullanımlarına
ve icrasına dikkat çekmesi ve İşlevsel Kuram’ ın kurucularından Malinowski’ “Şüphesiz metin çok
önemlidir fakat bağlamsız metin ölüdür” şeklinde ifade ettiği “bağlam” ( context) fikirlerinin olgunlaşması
sonucu ortaya çıkmıştır.
Performans Teori’ nin bir başka önemli kavramsal başlangıç noktası ise Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’
nu ve erken dönem kuramlarının bazılarının temellendiği “karşılaştırmalı dilbilim” veya kısaca
dilbiliminden gelmektedir.Ancak P.Teori’ yi oluşturan halkbilimciler, önceki gibi “karşılaştırmalı dilbilimi
okulu” ndan değil; “Prag Dilbilim Okulu” nun çalışmalarının da tesirleri altında kalmışlardır. Sosyal
dilbilim üzerine yapılan çalışmalar da performans teorinin kurucularının kavramsal ve kuramsal
formülasyonlarında doğrudan etkili olmuştur.
Karh Bührer, konuşmanın gönderme, dışavurum ve başvurma işlevlerini tespit eder, daha sonra
buna eklenen estetik yani dilin şiirsel kullanımı işlevi de eklenerek diğer üç özelliğin sözel sanat üzerinde
temellendiği ileri sürülür. Bu sanat, kendi içinden faktörlere bağlı olması nedeniyle söyleyip ifade eden,
söylenilen ve dinleyen bağlamında yani sosyal bağlamda bir icranın içinde çalışılması gerekliliği ortaya
çıkmıştır. Sosyo-dilbilimcilerin dilin kullanımı için düşündükleri bu icra veya performans fikri, folklorun
doğasını ve yapısını açıklayıcı olması dolayısıyla, halkbilimi çalışmalarına uygulanmış ve bunun bir sonucu
olarak Performans Teori ortaya çıkmıştır denilebilir.Söz konusu sosyo-dilblimsel “performans” yani icra,
paradigmasını yeniden yorumlayarak halkbilimine yönelik kuramsal bir çerçevenin temelini oluşturan
paradigma haine getiren kişi, Roman JACOBSON’ dur, “dil” ve “parol” ilişkisini “dilbilim” ve “halkbilimi”
ilişkisine benzettiği doğrultuda halkbilimi ve performans ilişkisini ifade eder. Petr Bogatrev’ de “folklorun
aşağı yukarı tiyatroyla aynı olduğunu” ve “folklorun bu teatral” özelliğinden hareketle “bir masalın nasıl
anlatıldığını göz önünde bulundurmadan masal metnin” den hareketin yanlışlığına dikkati çekerek icranın
önemini vurgular.
Milmann Parry ve Albert Lord’ un ileri sürdükleri “Sözlü Kompozisyon Teorisi” : A. Lord’ un “The
Singer of Tales” adlı çalışması sözlü destanların doğası, yapısı ve icra özelliklerinin bir çoğunu ortaya
koyması bakımından Performans Teori’ nin oluşum sürecinde son derece önemli rol oynamıştır.
Dan Ben Amos’ un 1967’ de Folklor Kurumu’ nun yıllık sempozyumunda sunduğu “Halkbilimi: Bir
Kez Daha Tanımlama Oyunu” bildirisiyle halkbiliminin “tür ağırlıklı” ve “madde” veya “nesne merkezli”
86
halkbilimi tanımlarına karşı son derece ağır ve detaylı eleştiriler açılmış olur. Bu çalışmadan sonra,
R.Bauman’ ın “Performans Olarak Sözel Sanatlar” adlı çalışması, halkbiliminde “icra” ve “iletişim”
kavramlarını belirleyici konseptler olarak gören çalışması “performans” yeni yaklaşımı ve geniş bir yelpaze
oluşturan yaklaşımları derleyip toparlayıcı bir şemsiye terim olarak kullanılmağa başlanır. Bauman’ ın
ifadesiyle performans terimi aynı zamanda yeni folkloristik veya halkbiliminde geriye dönük ve yeterince
gelişmemiş veya gelişmesi gecikmiş yapılanışa dayalı perspektiflerden kurtularak insanlık tecrübesinin
tamamını kavrayan yeni halkbilimi yapılanışının temelini oluşturmaktadır.
b) Performans Teori’ ye Göre Halkbilimini Analiz Modelleri
“Performans” kavramı kullanılmaya başlandıktan sonra, halkbilimi öteden beri çalışa geldiği büyük bir
çoğunluğu geçmişin “artık” veya “tortusal kültür niteliğinde olan konuların yanında ve belki de önünde
“yeni oluşan kültürü” çalışan bir disiplin durumuna kavuşmuştur.Daha da önemlisi , halkbilimi disiplininin
hem geçmişe ve hem de şimdiye yönelik kültürel olguları araştırabilecek bütüncül bir kuramsal yapıya
kavuşmasıdır.
1. Performans (icra/gösterim) Kavramına Dair İlk Tespitler
Performans iki temel unsuru içermektedir.
1. Folklorun gerçekleştirilişi veya icrası anlamıyla artistik veya sanatsal bir eylemdir.
2. Performansın icracısı, sanatın formu, dinleyici veya izleyiciyle birlikte icranın gerçekleştiği çevre bütünü
olarak artistik veya sanatsal olaydır.
Bu ikili yapı performans bakış açısının geliştirilmesinin temel elementleridir. Bu şekilde kullanımları
üzerine inşa edilen kuramsal yapı folklorun bir materyaller veya şeyler toplamı olması anlayışından bir
iletişim biçimi olması anlayışından bir iletişim biçimi olarak folklor şeklinde anlaşılmasını sağlamıştır.
Buna göre folklor anlatan ve dinleyen arasında geleneksel bir anlatı yoluyla kurulan iletişim biçimi olarak
ele alınmakta ve sosyal bir olay olarak folklorun canlı icraları incelenmektedir. Performans Teori “metin
merkezli kuramlar”ı (gözlem veya görüşme yoluyla metinlerin yazıya geçirilmesi ve incelemenin de yazıya
geçirilmiş metinler üzerinden yapılması) eksik görüp; bütün sözel sanatları “konuşmaların özel bir biçimi”
olarak ele almak suretiyle sınırları, insanın “sözel davranış biçiminde yer alan artistik veya sanatsal
dışavurumlar” genişliğine ve derinliğine bütüncül bir biçimde tamamını birleştiriciliğe ulaşmıştır.Böylelikle
geniş ve çeşitli türler bir yandan “sözel sanat” kavramı altında toplanmış olmakta ve bunların tamamı
performans veya icra olma durumunda ve yine her birisi kültüre özel yapı ve çeşitlenmeler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kültüre özel olarak var olan olguların var oluş yolları ve biçimlerinin her biri içinde yer
87
aldıkları kültüre ve topluma bağlı olarak taşıdıkları özellikler araştırılıp ortaya konulabilir ve incelenebilir
hale gelinmiştir.
Konuşmacının dinleyiciye, adeta, “konuşmamı söylediğim özel durumu”na bağlı olarak yorumla,
onu kelimelerin sözlükteki karşılıklarıyla değil onları “ses tonuyla ve biçimiyle” yüklediğim anlamları
düşünerek anla” demesinden başka bir şey değildir. Bu durumun tespiti performansın yorumcul bir çerçeve
oluşturduğunu gösterir ve mesajların bu yorumcul çerçeve içinde iletilip anlaşıldığını ortaya koyar. Bu
çerçevelerden birincisi; icra esnasında kullanılan sözcüklerin sözlük anlamını veren “gerçek anlamsal
çerçeve” ikincisi ise ; “dolaylı anlatım”, “şaka”, “taklit” , “aktarma”, “alıntılama” gibi “performans
çerçevesi tipleri”dir.Bunların icra esnasında birkaçı bir arada bulunabilmektedir.Fakat bu bağlamda,önemli
olan “performansın belirgin bir çerçeve olarak” anlaşılıp kabul edilmesidir.Bu bir anlamda performansın bir
dil kullanım yolu veya konuma şekli demektir.Bu aynı zamanda da icra esnasında, dinleyiciye iletişimsel
yeterlilik bakımından, bilgiye ve dili sosyal olarak kullanabilme yeteneğine dayanan bir sorumluluk
yükleyen yaklaşımdır.
Dinleyicilerin defalarca dinledikleri hikayelerin konularını veya anlatılan bilgileri bildikleri halde
merak ve heyecanla bekledikleri yeni bilgi değil aşığın asıl ustalığını göstereceği kahramanları ve olup
bitenleri aktaracağı “icra çerçeveleri” ni kurup dinleyiciyi de onlarla irtibatlandırabilmesidir.Bu neyle
bağdaştırarak veya çerçeveleyerek anlatacağı ve nasıl yorumlayacağıdır. Bununla konu edilen, belli bir
toplumun veya konuşma grubunun kültüre özel yapısıdır.Bununla birlikte kültürler arası seviyede şu tür
genellemeler yapmak mümkündür:
Özel Kodlar: Şiirsel bir dil kullanımı veya “daha eski” yahut “arkaik” miş intibaı veren ibarelerin
kullanımı gibi dile dayalı kullanımlar bunlar arasındadır.
Mecazi Dil: Performansın bir parçasına dönüşür.Bunların bazıları kullanıma hazır geleneksel ve
formülsel malzemeler iken diğerleri icracının yaratıcılığının ürünü olarak karşımıza çıkarlar.
Paralellik veya Koşutluklar: Önceden planlanmış düzenlikler veya semantik, gramatik, fonetik veya
vezin tekniği yahut yapılarından kaynaklanan tekrarlar başta olmak üzere sözlerin inşa ediliş
yapısında yer alan her türlü düzenli unsurdan oluşurlar.
Özel yarı Dilbilimsel Yapılar: Anlatım içinde durma,soluklanma,duraklama,ses tonu, ses yükseltme,
vurgu gibi yapılarda performansın kaydedilmesi gereken önemli özellikleri arasındadırlar ve çok
kolaylıkla performansın çerçevesinde ve dolayısıyla yorumlanışında değişiklikler meydan getirirler.
88
Özel Formüller: “Bir varmış bir yokmuş” ve “Eee.. atalar ne demişler” gibi kültüre ve türe özel
formüller ki bunların bir çoğu türü belirleyici işlevlere sahip olarak içinde yer aldıkları kültürdeki
söz konusu türlerin geleneksel icraların aynı zamanda “icrasal çerçeve anahtarı” dırlar.
Geleneğe Başvuru: Sözlü gelenek yoluyla edinilmiş olduğuna veya bizzat tecrübenin ürünü
olduğuna dair geleneğe başvurma. “Ben dedemden işittim ki…”gibi ifadeler verilebilir.
Performansı Yalanlama: Kendisinin yetersizlini öne sürerek anlatamama gibi yaparak bir şeyi anlatıp
icra etme.
Bunlar dışında kültüre veya konuşma grubuna özel olarak ele alınımp çalışıldığında pek çok farklı tipleri
ortaya çıkacaktır Performans olayının yapısı, icranın çerçevesi, töresi,eylem akışı gibi pek çok faktörün
neticesi olarak oluşur.Bu performans olayının yapısının temeli aynı zamanda icracılar dinleyiciler olarak
katılımcılardır.Bu roller, yapının şekillenişini sağlar.
“Performans” kavramı ve onun temellendirdiği bir kuramın oluşturulmasına doğru halkbilimsel
düşüncede meydana gelen değişmelerin veya mevcut kavramların yeniden değerlendirilmeleri sürecinde en
önemli değişmelerden veya yeniden tanımlamaların en önemlilerinden birisi de “halk” (folk) kavramında
gerçekleşmiştir.
2) Üçlü Bir Araştırma Modeli: Metin (Text), Sözeldoku (Texture) ve Bağlam ( Context)
Bu çalışmada Dundes, halkbilimi ve türlerini tanımlayacak o ana kadar yeterli ölçüt ortaya
konulmamış oluşu ve ileri sürülen ölçütlerin de tutarsızlıklarını irdeledikten sonra, bu tür ölçütlerin “harici”
değil “dahili” olmalarının gerekliliğini ele alır. Buna göre tahlil sözeldoku, metin ve bağlam seviyelerinde
olmalıdır.
a) Sözeldoku (texture): Folklorun sözel formlarının da sözdokusal özellikler dil ile ilgili
özelliklerdir.Örneğin atasözlerinin sözdokusal özellikleri kafiye ve aliterasyonu içine alır.Çok
yaygın olan diğer sözdokusal özelliklerine ise; aksan ve vurgu, ses perde yüksekliği, bağlantı yeri,
ses tonlama ve yansıma sesler dahil edilebilir. Kalıplaşmış sabit türlerin sözeldokusu, özü ve bu
özellikleri itibariyle çeviriyi mümkün kılmaz.Örneğin tekerlemeler, sözdokusal yapıya fazlaca
bağlıdır.Bir toplumda var olan bir tekerlemenin başka topluma geçmesi başka dillerde yaşaması
zordur. Buna karşın daha serbest yapıya sahip olan masallar dil sınırlarını çok daha kolay
aşar.Kalıplaşmış sabit haldeki folklor türleri arasındaki sözdokusal farklılıkların taşınması daha
zordur.
89
b) Metin (text) : Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün metni (texti) esası itibariyle bir masalın bir
versiyonu veya tek bir anlatımı, bir atasözünün yeniden söylenmesi, bir halk türküsünün
okunmasıdır.İnceleme amacına yönelik olarak metin, sözeldokusundan bağımsız olarak ele
alınabilr.Bununla birlikte, sözeldoku bütün olarak çevrilmezken, metin çevrilebilir.” Kaynayan
kahve bozulur.” atasözünün metni teorik olarak herhangi bir dile çevrilir, fakat sözeldokusal bir
özellik olarak kafiyenin ve diğer özelliklerin çeviride yaşaması özü itibariyle mümkün değildir.
c) Bağlam (context): Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün bağlamı onun içinde bilfiil yer aldığı son
derece özel sosyal durumudur.Bağlam ve işlevi birbirinden ayırmak şarttır. İşlev özü itibariyle
belli sayıda bağlama dayanarak oluşturulan bir soyutlamadır. İşlev, çoğunlukla ele alınan bir
folklor türünün kullanımı veya amacı hakkında bir araştırmacı veya incelemecinin ne
düşündüğüdür. Buna göre, mitin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsallık
sağlamaktadır; atasözlerinin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsal olmayan, din dışı
bir anlam kazandırmaktır. Hususi bir mit veya atasözünün kullanıldığı gerçek bir sosyal durumla
bu işlevler aynı değildir. Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmas
suretiyle ilişkilendirilmeden verilmektedir. Bu şekilde bağlam yani melirli bir metinle birlikte
olanı içermemektedir. Bundan dolayı verilen bu bilgi metin hakkında doğru bir tetkike dayalı bir
bilgi veya gerçek bir bağlam bilgisi değildir.
Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmak suretiyle
ilişkilendirilmeden verilmektedir. Böylesi, "con-" önekinin "ile, beraber" anlamını içerecek şekilde bir
"context" yani belirli bir "metinle birlikte olanı" içermemektedir. Bundan dolayı, verilen bu bilgi metin
hakkında doğru bir tetkike dayalı bir bilgi veya gerçek bir "bağlam" bilgisi değildir. Belki, metinle ve
sözeldokuyla birlikte bağlamı da kaydetmenin neden o kadar önemli olduğuna hakkında bazı sorular vardır.
Folkloru kendi orijinal anadilinde derleyememenin anlamının sözeldokunun derlenmemesi demektir.
Bağlamı derleme mecburiyetinin bir nedeni, belirli bir durumda, belirli bir metnin niçin kullanıldığını
açıklamaya ciddi bir girişimde bulunmak için böyle bir bilginin gerekliliğinden dolayıdır. Bağlamı
derlemenin önemi, özellikle fıkra incelenmesinde daha açıktır. Bağlamına ait bilgi olmayan fıkraların
varyantları (çeşitlenmeleri), yayılma (diffuzyon) yollarının Tarihi-Coğrafi Yöntemi kullananlarca
örülmesinde, aynı kökten gelme derecesine karar vermede ve alt türlerin bir sıra dahilinde gelişmelerinin
varsayımında değersiz olabilir, fakat yine de bağlamsal bilgisi olmayan fıkralar sosyal bilimciler için çok
büyük değere sahiptir. Bağlamsal yapıyı (contextual structure) oluşturan en önemli iki unsur; fıkrayı anlatan
kişi (anlatıcı) ile o fıkrayı dinleyenler (dinleyici) dir. Kendi doğal ortamında oluşan bağlam, metni (ve
sözeldokuyu da eğer, tabu bir durumla ilgili sözcük kullanılacaksa) etkileyebilir, fakat esas itibariyle somut
ve kesinleştirilmiş bir şekilde yayınlanmış aktüel örneklerin bu tür tesirleri yaygın değildir.
90
Folklor türlerinin tamamı için bağlamın derlenmesi hayati değerdedir, ama bağlamın derlenmesi
atasözleri, jest ve mimikler için bir mecburiyettir. Buna karşılık atasözleri derlemelerinin büyük bir kısmı
sadece metni verir. Bu ise bağlamsız folklor derlemesi demektir. Folklorun kalıplaşmış veya metin olarak
sabit bir türü olan atasözleri kendi anadillerinde derlenmek zorundadır ki, böylece sözeldoku da
korunabilsin.
Kaynak kişilere anlattıkları malzemenin önemi hakkında ne düşündükleri sorulmalıdır. Mahalli edebi
eleştirinin derlenmesi halkbilimciler tarafından yönlendirilen standart tahlil tiplerine hiçbir şekilde engel
olmaz.
İdeal olarak, bir derleyici kaydettiği metnin bağlamını kendisi gözlemelidir. Halbuki pratikte bir
kaynak kişinin bir derleyiciye veya derleyicinin teybine konuştuğu ortamda çoğunlukla yapay (sun'i) bir
bağlam vardır. Böylece, profesyonel halkbilimcinin deneysel olarak direkt bir şekilde gözlemleyemeyeceği
durumlardaki aydınlığa çıkaran bağlamı araması onun üzerine aldığı bir zorunluluktur. Faydalı bir teknik,
kaynak kişiden atasözü-nün uygun bir şekilde aktarıldığı uydurma bir durum yaratmasını istemektir. Ne
yazık ki, bütünü itibariyle, halkbilimciler "Nerede, ne zaman ve kim tarafından bir söyleyişin kullanıldığını"
belirten tamamlayıcı bilgiyle kendilerini sınırlamayı tercih etmektedirler.
Sözeldoku, metin ve bağlamın hepsi derlenmek zorundadır. Sözeldoku, metin ve bağlamın her
birinin yapısal analizin konusu olabileceği bilinmelidir. Büyük ve küçük çaptaki üniteler her bir seviyede
ayrılabilir. Hususi bazı türlerin büyük çaptaki örneklerle doldurulabilen bağlamlarında küçük boşluklar
vardır. Mevcut bir bağlama ait boşlukta, yani küçük çapta protesto ile ilgili olanda fıkralar, atasözleri, jest
ve mimikler ve halk türküleri gibi çeşitli sayıda farklı türler kullanılabilir. Diğer yandan, mevcut bir tür,
örneğin bilmece, muhtelif sayıda farklı bağlamlara ait boşlukları doldurabilir. Bu durum tamamen metnin
yapısının analiziyle paraleldir. Örneğin; masalın yapısı söz konusu edildiğinde, metinlerdeki büyük çaptaki
boşluklar küçük çaptaki çeşitli ünitelerle doldurulabilir, yani farklı motifler (motif yerine geçen yapılar)
mevcut bir motif bütünlüğü içinde kullanılabilir. Sözeldoku da aynı tarzda analiz edilebilir.
Bu üç seviye arasındaki içi içe geçmiş bulunan ilişki incelenmek için beklemektedir. Bağlamda
meydana gelen bir değişiklik sözeldokudaki bir değişikliği etkiler. Halkbilimcilerin ilk görevinin metnin
tahlil etme olduğu görülür. Metin, sözeldoku ve bağlama göre daha az değişen bir yapıya sahiptir. Belli bir
kalıp halinde olmayan serbest türlerde sözeldokusal özellikler bu türleri tanımlamada çok az değere sahip
olabilir. Kalıplaşmış sabit türlerde ise sözeldokusal özellikler çok düzenlidir, fakat bu özellikler bir türle
ilgili dağılımlarında nadiren sınırlıdır. Bağlamsal ölçüler de aynı tanımlama amacıyla ele alındığında sınırlı
bir değere sahiptir. Ancak folklorun çeşitli türlerinin muhtemel en iyi tanımları bu üç seviyenin hepsinin
tahliline dayananlar olacaktır.
Dundes, halk ve folklor arasında-ki hayati ilişkiye dikkati çekerek sözeldoku (texture), metin (text)
ve onların içinde yer aldıkları şartlar bütünü anlamında bağlam'a (context) dayalı olarak halkbilimi
91
çalışmalarına verdiği halkbilimi çalışmalarında yeni bir paradigmatik çerçevenin veya yaygın adıyla
"Performans Teori"nin ortaya çıkmasına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Bu yeni kuramsal yapılanış
öncelikle alan araştırmasından (fıeldwork) başlayarak ve zaman içinde de gelişerek diğer değerlendirme
modellerine kadar yayılır. Alan Dundes'in yeni kuramın oluşmasındaki en büyük kavramsal katkılarından
bir diğerini de "halk" (folk) kavramının yeniden tanımlaması oluşturmaktadır.
3.) "Halk" Kavramının Tanımlanışındaki Büyük DeğişmeAlan Dundes çalışmasında öncelikle on dokuzuncu yüzyıl kullanımlarından kaynaklanan problemleri
ele alır. Ona göre bu tanımlama problemleri şu şekildedir: "Halk (folk) teriminin on dokuzuncu yüzyıldaki
çeşitli kullanımlarında görülen çok ciddi bir problem, bu terimin kaçınılmaz olarak bağımsız bir yapıdan
ziyade, bağımlı bir yapı olarak tarif edilmiş olmasında yatar.
Başka bir ifadeyle, halk daha başka kümelerde oluşan gruplara tezat olarak tarif edilmiştir. Halk
aşağı tabakayı oluşturan, genel nüfus içinde bir sürü bayağı ve kaba bir insan grubu olarak düşünülmüştür.
Halk bir taraftan medeniyete tezat olarak ele alınırken, yani halk medenileşmiş bir toplumda
medenileşmemiş bir unsur kabul edilirken diğer yandan da vahşi (savage) veya ilkel toplum (primitive
society) diye adlandırılan ve evrim (evoluation) basamaklarından daha aşağıda kabul edilen bir grupla da
tezat olarak kabul edilmiştir.
Medeniyetin kenarlarında yaşayan eski moda bir kısım gibi kabul edilen, halk köylü kavramıyla eş
değerde görülmüş ve bu anlamda hâlâ aynı şekilde görülmektedir. Medeni seçkin ve medeniyetten çok uzak
"vahşi" arasında bir tür orta yer işgal eden halkı anlamanın yolu okur-yazarlık (literacy) gibi tek tip bir
kültür özelliğine bağlı olarak yapılan vurgulamayla ortaya konulmasına çalışılmıştır.
Halk "okur - yazar" bir toplumda "cahil kısım" olarak ele alınırken, diğer yandan da etnosentrik
olarak "yazı öncesi" (preliterate) olarak etiketlenen ilkel topluma, ki bu toplumun kültürel gelişme
kaydettikçe okur-yazarhk seviyesine gelebileceği imâ edilmektedir, tezat olarak kabul edilmiştir. Yakın bir
dönemde bu terim "edebi olmayan"la (nonliterate) değiştirilmiştir. (Başka toplumları etiketlemedeki bu
etnosentrik ön yargı "gelişmekte olan (devoloping), gelişmemiş (undevoleped) veya "batılı olmayan"
(nomvestern) gibi kullanımlarla günümüzde de devam etmektedir.
Halk vahşilerden daha medeni olmakla birlikte, tam olarak medeniyeti henüz kesbetmemiştir. Bununla
birlikte, bir toplumun vahşilik dönemine ait yaşayan kültürel kalıntılarının (survivals) halk tarafından hala
muhafaza edildiği kabul edilmiştir. Çünkü seçkin grup (bu kavram halkbilimcileri ve antropologları ihtiva
eder) ciddi bir şekilde kendi kökleriyle ilgilenecek ve seçkin sınıf kendisine yakın olan halkın geleneklerini
toplayıp, topladığı bu malzemeyi incelemekle uğraşacaktır. Derlenen bu gelenekler daha sonra vahşi
toplumlarda kesin şekli ve tamamı bulunduğu farz edilen şekilleriyle karşılaştırılabilir. Karşılaştırmalı metot
yoluyla, seçkin ve okur-yazar medeni Avrupa kültürlerinin köklerini bulma işi yani "tarihi yeniden kurma"
işi gerçekleştirilebilir. "Halk, onun medeni veya seçkinle var olduğu sanılan ilişkisine göre tarif edildiği
92
için, folklorun sadece medeni veya seçkin bir grubun var olduğu yerlerde var olduğu farz edilmiştir. Bu
mantığa göre, ilkellerin, seçkin bir gruba sahip olamayacakları için halka da sahip olmayacaklar ve
dolayısıyla folklora da sahip olmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika
ve Avustralya yerlileri ve benzer gruplar medeni olmadıkları için halk terimin dar ve sınırlı anlamı
bakımından ele alındıklarında halk oluşturamazlar. Buna göre, geniş bir şekilde bakıldığında halk teriminin
başlangıcındaki anlam itibariyle Avrupa köylülerini ifade etmiştir” şeklinde yapmaktadır.
Alan Dundes'in halkbilimi çalışmalarındaki meydana gelen yeni kuramsal çerçeveye uygun ve bir
ölçüde onun oluşumunu hızlandıran unsur olarak sürecin bir parçası olan halk tanımı ve özellikleri şu
şekildedir: en azından bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine
bağlayan faktörün-ortak bir meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bundan daha önemli
olan ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak olu-şan grubun kendisine ait olduğunu kabul ettiği bazı
geleneklerin olmasıdır. Teorik olarak bir grup en az iki kişiden oluşmak zorundadır, fakat genellikle çoğu
gruplar daha fazla kişiden oluşurlar. Grubun bir üyesi diğer bütün üyeleri bilmeyebilir, fakat o kişi gruba ait
olan geleneklerin ortak özünü muhtemelen bilecektir. Gelenekler bir grup kimliği hissi vermede gruba
yardım eder.
Fakat halkın millet ve aileye ilave olarak daha pek çok şekilleri vardır. daha pek çok şekilleri
vardır.Bölge,eyalet,şehir köy gibi coğrafyaya ait kültürel kümeler halk gruplarını oluşturabilir. Bundan daha
net olan ırk, din ve bir meslek karakterindeki diğer halk gruplarının varlığıdır. Her millet gibi her meslek
grubu da kendine has folklora sahiptir. Daha da ötesi, yeni gruplar ortaya çıktığı sürece,yeni folklorlar da
oluşacaktır.Halkın bu çağdaş kavramıyla bir şehir merkeziyle bağımlı bir ilişki içinde yaşayan köylülerin,
nispeten tek tip halinde oluşturduğu grubu, halkın ifade ettiği tek anlam olarak daha fazla
düşünemeyeceğimizi görürüz. Halk bağımlı bir çeşitlilik değil, bağımsız bir çeşitliliktir. Çağdaş toplumların
üyelerini çok çeşitli halk gruplarının üyeleri olarak görmek zorundayız.Bütün halk gruplarının folkloru
vardır ve böyle grupların (Bir yaz kampı gibi) folkloru ifadenin merak uyandırıcı problemlerini üretme
çerçevesinde sosyal bir tasdik etmeye ve aynı zamanda bir toplumun iletişimi ve dünya görüşünü ifadede
yüksek bir sanat değeri olan vasıtalığa katkıda bulunması bakımından diğerleri kadar önemlidir.Dahası bu
halk grupları kendi içlerinde daha küçük hususi gruplar oluşturabilir.
Peki bir halk grubu ne kadar küçük olabilir? Bir halk grubu en azından iki şahıstan oluşmalıdır. İki
şahsın jest ve mimikler argo ifadeler vb. gibi kendilerine has bir gelenekler seti geliştirmesi mümkündür.
Şahıslar muhakkak bazı özel şeyler yaratır, fakat benim böyle bir davranışın geleneksel veya halka ait
olduğunu rahatlıkla söyleyebilmek için, en az iki şahsın bu yaratmaları paylaşması gereklidir. Halkbilimi
araştırmaları tarafından incelenen en küçük halk grubu şu ana kadar kesinlikle ailedir.
Alan Dundes'in bu şekilde yeniden tanımladığı "halk" tanımı ve ona dayalı yeni halkbilimi
çalışmaları artık, Herder döneminden itibaren neredeyse devamlı surette yönelmek zorunda kaldığı kırsal
kesimle ilgili çalışma bağımlılığından kurtulmuş olmaktadır:
93
4.) Performans Teori'nin Manifestosu: Yeni Bir Halkbilimi Kuramının İlânına DoğruDan Ben-Amos, bağlamı içinde bir folklor ve dolayısıyla ona dayalı halkbilimi tanımı yapmaya
yönelik olarak hazırladığı çalışmasına daha önce yapılmış folklor tanımlarının belli başlılarının tanımlanış
özelliklerini vererek başlar. Ben - Amos'a göre, bunlar şu şekildedir: "Folklorun tanımlan çok iyi bilinen bir
masalın versiyonları kadar birbirinden farklıdır. Semantik ve teorik farklılıkların her ikisi de bu üretkenliğe
katkıda bulunmuştur. Alman Vokskunde' si, İsveç Folkmine' si ve Hint Lok Sathiya' sının hepsi İngilizce
terim "Folklore" un bütünüyle karşılayamadıklarını birbirinden çok az farklı manalarla ifade ederler. Aynı
şekilde antropologlar ve edebiyat bilimcileri yaptıkları folklor tanımlarının içine kendi eğilimlerini
yerleştirme gayretindedirler. Bunun için, antropologlar folkloru edebiyat kabul ederken, edebiyat bilimcileri
onu kültür diye tanımlamıştır. Buna göre folklor materyalleri de bir yerden bir yere taşınan, farklı şekillerde
yorumlanan ve kültürler arası yaratmalardır.
Folklorun özelliklerinden yapılan tanımlamaların analitik tahliline yönelen Dan Ben-Amos bu
hususla ilgili olarak mevcut tanımlamaların temellendiği kavramsal çatıyı şu şekilde sistematize etmektedir.
"Dahası, halkbilimciler kendi tanımlarını bir yanda sosyal bağlam, zaman derinliği ve yayılma vasıtası
arasındaki ilişki ve diğer yanda da bir bilgi bütünlüğü, düşünce tarzı ve bir tür sanattan oluşan folklor
kavramları seti üzerine kurmuşlardı.
Folklor ile sosyal bağlam arasındaki ilişkilerin üç tipini ayırt etmek mümkündür: sahibiyet, temsil
etme ve yaratma veya yeniden yaratma. Basitçe, "folklor" teriminin tamı tamına bir yorumu, ilk ilişki tipini
kurar. Buna göre, folklor "insanların öğrenmesi", "insanların bilgeliği, insanlara ait bilgi" veya daha doğru
olarak "bilim, geniş bilgi veya bir halkın öğretisi"dir. Folkloru ortak olarak bir grubun tamamı tarafından
paylaşılan bir bilim olarak gören bu görüş, pratikte ve teoride, halkın sahip oluşunun farklı derecelerine
uygulanır.
Birincisi, folklor bir toplumdaki bilgi toplamının tamamı olabilir. Toplum üyelerinden hiçbiri, o
toplum değerlerinin hepsinin tam bir komutasına sahip olmadığı için bu anlamda folklor pek çok şahıs
tarafından depo edilmiş olan "insanların geleneksel inançları ve törelerinin hepsinin bütünlüğü" kollektif
bilgi üzerine kurulmuş soyut bir şey olmak zorundadır.
İkincisi ve zıt olarak, folklor sadece grup üyelerinin her biri tarafından paylaşılan bilgi olarak göz
önüne alınmıştır. Bu tarif herhangi bir hususi bilgiyi hariçte tutar ki, ona sadece bir toplumdaki seçilmiş
uzmanlar ulaşırlar, çünkü bu tarif folkloru yalnızca "popüler bilgi" şeklinde sınırlar. Bu durumda folklor
toplumun gerçek ortak malı olur.
Üçüncüsü, Frazer'in tanımladığı gibi, bu gerçek ortak bilim bütün ayrıntılarıyla, toplumun bütün
üyelerinin katıldığı halk kutlamaları, ritüeller ve törenler dahil olmak üzere "halk kitlelerinin ortak
aksiyonlarında" bütün ayrıntılarıyla ifade edilebilir.
94
Son olarak, folklor toplumdaki her bir şahsın kendi evinin mahremiyetinde bağlı olduğu gelenek ve
görenekler sayesinde ona itaat etmeleridir. Bu son yorumlama her ne kadar teorik olarak mümkünse de,
folklorun çevresini bu kadar dar olarak belirleyen hiçbir tarif mevcut değildir.
Folklor ve onun sosyal bağlamı arasında meydana gelen ilişkilerdeki i-kinci setin yapısı, İngiliz
evrim teorisi ve Fransız sosyal antropolojisi üzerine kurulmuştur. Buna göre, folklor hususi bir ortak tarz ve
aynı anda oluşan düşünceyi, Andre Varacnak'm kendi tarifinde formüle ettiği gibi: "Folklor, teorisiz
kollektif pratikler, doktrinsiz kollektif inanışlar toplamını temsil eder." Bu durumda, gerçek gelenekler,
ritüeller ve diğer görenekler onların temelini teşkil eden düşünce tarzının temsilcileridir.
Folklor tanımlan çerçevesindeki ortak düşünce anlayışı, çeşitli çağrışımlara sahiptir. Birincisi, o
averajı gösterir, yani "insan düşüncesinin geleneksel tarzlan" gibi herhangi bir şahsiliğin özelliğine yer
vermeyen istisna teşkil etmeyen düşünce. İkincisi, O, ilk halkbilimciler ve antropologların onlan çıkardıklan
gibi ilkel (primitive) insanın özel düşünce şekillerini imâ eder. Örneğin, Edwin Sidney Hartland; geleneği,
peri masallan biliminin mesele ettiği konu, "medeniyet dışındaki insanın psikolojik fenomeninin nihai
toplamı" gibi tanımlamıştır. Bu anlayışa göre folklor; "ilk insan psikolojisinin ifadesi"dir; ve felsefe, din,
bilim veya tarih gibi konulardan herhangi birisiyle ilgilenebilir.
Düşüncenin bütün bu özellikleri kollektif olarak toplumların folklorunda temsil edilirler. Kollektif
olmanın veya umuma ait olmanın prensibi sanat olarak folklora uygulandığında, buradaki referans özel
olarak halk edebiyatı yaratmasına yapılır. Bu bakış açısından biri toplumsal yaratma ve diğeri de yeniden
yaratma olmak üzere iki kavram geliştirilmiştir:
Birincisi ki onun Amerika'daki en büyük temsilcisi Francis Gumer'di, halk türkülerinin özellikle de
baladların umumi yaratmanın bir ürünü olduğunu imâ eder. Uzun zaman önce kabul edilirlikten çıkan bu
düşünce tamamen manasız değildir. Her ne kadar onu baladların kökü konusunda özel olarak uygulanması
oldukça zor ise de, folklorun diğer türler arasındaki ilişkide böyle bir gelişmeyi kavramak mümkündür. Her
ne kadar, şu anda umumi olarak yaratma düşüncesi artık hiçbir folklor tarifinde mevcut değilse de, uygun
olduğunda bu anlayış; kollektif olarak yeniden yaratma kavramı ile yer değiştirmektedir.
Yeniden yaratma kavramı; ilk yaratmadan sadece yaratma anının süresi bakımından farklıdır.
Folklorun. ana özelliği aynı kalır; sözlü sanat bütün zamanlarda bir cemiyetin yaratmasının tamamının
toplamıdır. Aslında bu hipotezin kendisine meydan okunduğunda, pasif yaratma düşüncesi takdim edilmiş
olur. Buna göre, dinleyicinin reaksiyonu, halk sanatçısının aktif muhayyilesi kadar yaratma hareketinin bir
parçasıdır.
Tabiatıyla, kollektif yeniden yaratma düşüncesi, folklor ve ikinci bir faktör olan zaman derinliği
arasındaki bir ilişkiye dahil edilir. Bir kültürde sirkülasyonda olan materyallerin dayanıklılığı, yani
"nesilden nesile miras kalma" folklor konularının tanımlanması için karar verici bir ölçüt olmaktadır.
95
Üç faktörden yayılma aracı folklor tanımlarından en kalıcı olanıdır. Hemen hemen folklor
tanımlarının başlangıcından beri en çok kabul edilen karakteristiği-bilgi, düşünce veya sanat olarak kabul
edilsin- folklorun sözlü : olarak nakledilmesidir. Bir parçanın folklor olarak nitelenebilmesi için temel ön
şart, o ürünün sözlü olarak yayılma zorunluluğu ve bir kişiden bir başka kişiye yazılı hiç bir metnin yardımı
olmaksızın geçmek zorunda olmasıdır. Görüntüye, müziğe veya harekete ait form göz önüne alındığında
nakletme i taklit yoluyla olabilir. Bu özel nakil formunun materyale bazı ayrıcalıklı kaliteler kazandıracağı,
diğer türlü onun kaybolacağı düşünülmektedir.
Sözlü gelenek ölçütü, folklor araştırmalarında materyallerin eşsizliğini savunmada son kale haline
gelmiştir. Kollektif yaratmayı savunan teoriler yıkıldığında ve geçmişten günümüze canlı kalma veya
yaşayan kültürel kalıntı (survivals) doktrini parçalandığında, halkbilimcilerin sımsıkı tutunabil-dikleri fikir,
folklor "sözlü sanat", "kaydedilmemiş sözlü ürün" ve "sözlü olarak nakledilen edebiyat" fikri olmuştur.
Folklorun bu şekilde kavramlaştırılması, hem yazılı edebiyatı olmayan toplumlarda çalışan antropologlar
tarafından hem de folklom edebiyattan ayırmada onu kullanılmaya hazır, bir ayırıcı olarak gören edebiyat
araştırmacıları tarafından büyük kabul görmüştür. Halkbilimciler nakletmenin bu saflığını sıkça yazılı
metinler için kabul etseler de, materyallerin folklor olarak kabul edilebilmesi için, onların bir defa bile olsa,
sözlü nakil vasıtalarıyla yayılmasını nihai standart olarak görürler.
Vasıta ölçütü, popülaritesine rağmen, folklorun, gerçekten ne olduğunu tarif etmemiş; bu kriterle
folklor sadece dağılma ve yayılma formu hakkında bir yeterlilik kazanmıştır. Bunun da ötesinde, böyle
tanımlar folklorun daha önceden kazanılmış bir çerçevesini zorla kabul ettirir. Onu tanımlamaktan daha çok,
onların ne olması gerektiği hususunda kesin bazı fikirler yerleştirir. Gerçektende bu romantik anlayışı,
empirik (tecrübi) anlayışla uzlaştırma girişimleri, bu sahadaki bilimsel araştırmaları geri koymuş ve onlar,
on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan diğer disiplinler ilerlerken, halkbiliminin hala acı içinde kıvranmasında
en azından bir kısmı itibariyle gerçekten sorumludurlar.
Belli başlı halkbilimi kuramları doğrultusunda yapılmış folklor tanımlarını ve bu tanımların
temellendikleri özellikleri ele alan Dan Ben Amos, bütün bu tanımlamaların sonunda folkloru tanımlayan
halkbilimcilerin tamamının "nasıl" sorusuna cevap arayarak, folklor malzemesinden hareketle
"nasıllıklarını" ortaya koymuş olduklarını tespit etmekte ve asıl üzerinde yoğunlaşılması gereken
araştırmanın yani ele alınacak olguların "'ne olduğu" sorusunun hâlâ cevapsız durumda bırakıldığına işaret
eder.
"Folklorun eşsizliğinin farkına varmak için, her şeyden önce konumuzla ilgili mevcut bakış açısını
değiştirmek gereklidir. Şu ana kadar, mevcut tanımların çoğu halkbilimini bir şeylerin bir kolleksiyonu,
derlenmesi gibi görmüşlerdir. Bu ürünler; ya anlatılar, melodiler, inanmalar veyahut da maddi nesneler
olabilir. Bunların hepsi tamamlanmış ürünler ve formüle edilmiş fikirlerdir; onları derlemek mümkündür.
Gerçekte, folklorun bu son özelliği başından beri halkbilimi araştırmalarının büyük bir kısmını
oluşturmuştur. Folklor parçalarını derlemek nesneleri kendi doğal çevresinden bir metodolojik bir
96
soyutlama, ayırma gerektirir. Şüphesiz bu yapılabilir ve çoğunlukla da bir araştırma amacı için de vazge-
çilmezdir. Bununla birlikte, bu soyutlama sadece metodolojiktir ve bütünlüklerin gerçek doğasıyla (bir
eşyanın veya nesnenin kendi doğal çerçevesinin sahip olduğu veya gerektirdiği yapıyla) karıştırılmamalı
veya yeri değiştirilmemelidir.
Daha da önemlisi, bu soyutlanmış şeyler (parçalar) üzerine kurulmuş herhangi bir folklor tanımı
yapılacak yanlışlığı bütüne yayar. Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek
gereklidir. "Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin
tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir." Böylece, Dan ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel
bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti
yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni kuramın birincil
dereceden önemli paradigmalarından birisi durumundadır.
Dan Ben-Amos ileri sürdüğü kendi kavramının daha önceki benzeşen kavramlarla olan farklılığını
ise şöyle ifade etmektedir. "Şu noktaya işaret edilmelidir ki, folklorun bu şekilde bir süreç olarak
kavramlaştırılması bundan daha önce folklorun süreç olarak kabul eden görüşlerden esas itibariyle farklıdır.
Nakletme, ilâvelerle zenginleştirme ve metne ait çeşitliliğin dinamikleri üzerine yoğunlaşma gibi görüşler
süreç ve eşyalar arasında ikiye bölünmeyi ebedileştirmiştir.
Bu görüşler objelerin zaman içinde ve toplumda yayılmaları üzerinde yoğunlaşmış ve böylece de
anlatıcılarla onların hikâyeleri arasında metot ve teoriyle ilgili bir ayrılığa izin vermişlerdir. Folkloru bu
şekilde görme mantıki olarak düzeltilebilir, çünkü her şeyin ötesinde yetişkin insan ve onun şarkıları, çocuk
ve onun oyunları arasında bir farklılık vardır. Fakat, Malinowski' nin işlevselciliğinden, Hymes' in
"konuşmanın etnografyası"na doğru geliştirilen masalların, şarkıların ve atasözlerinin arkasında yer alan
durumların önemi üzerinde durmak bize sadece folklor üzerinde çalışmayı sağlamakla kalmaz, aynı
zamanda, kendi bağlamı içinde folkloru tarif etmeyi de sağlar. Bütün folklor formlarının gerçek hayat
ortamına dair, bu çerçeve içinde süreç ve ürün arasında ikiye bölünme yoktur. Anlatma masaldır; bu sebeple
de anlatıcı, hikâyesi ve dinleyicileri tek bir bütünün tamamlayıcıları gibi hepsi birbirleriyle ilişkilidir ki bu
konuşma veya iletişimsel bir olaydır."
Kavramsal olarak benzeşenleriyle kendi kavramının farklılıklarını ortaya bu şekilde koyduktan sonra
Dan Ben-Amos, kendi folklor kavramını "Folklor belli zamanda meydana gelen aksiyondur. O artistik
(sanatsal) bir aksiyondur. O yaratıcılık ve estetik kaygıyı içine alır ve bunların her ikisi de kendiliklerinden
sanat formlarında birleşmeye yüz tutarlar. Bu anlayışa göre folklor; sanatsal anlatım yoluyla oluşan
karşılıklı bir sosyal etkilenmedir. Bu iletişim, konuşma ve mimikle ilgili hareketlerin diğer tarzlarından
farklıdır. Bu farklılık kültüre ait gelenekler seti üzerine kuruludur, o toplumun bütün üyeleri tarafından
tanınır ve ona bütün toplum bağlanır ki, bu durum folkloru iletişimin sanatsal olmayan formlarından
ayırır." "şeklinde açıklayarak daha da belirgin bir hale getirir. Dan Ben-Amos, böylece daha belirgin ve
kapsamlı hale getirdiği folklor kavramını geliştirirken dikkate aldığı kuramsal ve kavramsal unsurları ise şu
97
şekilde sıralar: "Başka bir ifadeyle, folklorun tarifi, sadece onun konusu olacak parçaların gelişigüzel bir
şekilde dahil edilmesi veya hariçte tutulmasına dayanan analitik bir yapı değildir; o kültürel ve sosyal bir
temele sahiptir.
Folklor "hemen öyle birinin onunla ne kastettiği" değildir; o kesin bir realiteye, sanata ve konuşmaya
dayalı süreçtir. Folklor ve folklor olmayan şeyler arasındaki sınırları belirleyen geleneklerin yeri. Dundes'in
folklor analizi için oluşturduğu üç seviyenin bir şekilde geliştirilerek uygulanan formülü olarak, formların
(folklor formlarının) metninde (text), sözeldokusunda (texture) ve bağlamında (context) yer almaktadır.
Folkloru iletişimin özel bir türü yapan metne ait noktalar; masalların ve şarkıların başlayış ve bitiş
formelleri arasında yer alan aksiyonların yapısıdır. Başlayış ve bitiş formelleri, onlar arasına yerleştirilmiş
anlatının ayrıcalıklı bir kategorisi olup, realiteyle karıştırılmaması gereken olaylara işaret ederler. Bununla
birlikte masallar tam olarak, hayali kurgu bir eserin gerçekle ilişki kurduğu gibi konuşmanın gerçek
anlamıyla ilişki kurmazlar. Folklorun konusu olan efsane tarihle ilgili, bir anlatı her ne olursa olsun formel
olayların bir kronolojisinden farklı değildir. Bununla birlikte, "bir halk masalındaki gibi" deyimi ki- sanatla
ilgili bir anlatmadaki aksiyonların sıralanışı gerçek olarak aynen kopya edildiğinde insanlar bu ifadeyi
kullanırlar- hususi bir halk masalı yapısı şuuruna şehadet eder.
Ayrıca, atasözleri ve bilmeceler gibi diğer türler, aralarına serpildikleri veya karıştırıldıkları düzenli
konuşmadan onları ayıran farklı cümle yapısı ve anlama sahiptirler. Daha da ötesi, bu sanatsal formlar
iletişimin kültürel olarak tanınan bilinen kategorileridir. Bu formlar onların eşsiz karakterleriyle ilgili
kültürel şuuru işaret eden, özel adlara veya onları birbirlerinden ve sosyal ilişkisinin diğer tarzlarından
ayıran tanıtıcı özelliklere sahiptirler. Bu formların her birisi, onları iletişimin diğer türlerinden ayıran
metinle ilgili farklı kalitelere de sahip olabilirler. Bu metne ait nitelikler, konuşmanın ritmiyle, müziğin
sesiyle, melodinin eşlik etmesi veya şekille ilgili düzene ait olabilir. Bir bakıma bu durum sanat için ters
yönden takip edilen bir tartışmadır. Buna göre, sadece bu niteliklere sahip bir mesaj artistik olarak kabul
edilemez, çünkü o mesaj bu niteliklere sahip olsa da, onu sanat olarak kabul ettirecek farklılaştırıcı noktalar
görevindeki metinle ilgili özelliklere sahip değildir. Çok sık olarak folklor formları sosyal ilişkinin ve diğer
tarzlarının içine yayılıp saçıldıklarından, onları yokmuş saymak yanlışından korunmak için bu formlar
metinle ilgili özel noktalara sahip olmayı gerektirir. Bundan dolayıdır ki, bir hikâye anlatımı, konuşmanın
makamlı olması şeklinde bir anlatımı gerekli kılabilir ve bir atasözü söylemek tonlamada bir değişikliği
ihtiva edebilir.
Son olarak, folkloru ayrı bir yere koyan bağlamsal (contextual) gelenekler var. Bu özellikler folklor
hareketlerinin içinde oluştuğu, zaman, yer ve eşlik etme gibi şartlardır. "Her şeyin her türlü amacı için bir
sezon ve bir zaman vardır." Anlatılar, bir pazar yerinde, taşra alışveriş yerlerinde ve sokak köşelerinde
gündüzleyin veya köy meydanında, otel salonunda ve kahvehanede geceleyin anlatılabilirler. Şarkı, türkü ve
müzik onların söylenip çalınabileceği başka elverişli durumlara sahiptir. Her ne kadar bu bağlamsal
98
özellikler folkloru boş vakitlerin geçirilmesi ve kutlamalara bağlı aktiviteler şeklinde sınırlandırmak gibi
diğer bazı işlevlere de sahiplerse de, aynı zamanda onlar kültürde, sanatı sanat olmayandan ayırırlar ki diğer
türlü onlar zamanın, yerin ve işçiliğin kompleks bir iş bölümünden mahrum olurlar. Bir bakıma, bağlamsal
özellikler, folklora, kültür içinde zamana ve mekana dair özellikleri somut olarak belirlenmiş sosyal bir
tanımlama sağlarlar.
Folklorun, bu iletişimsel özellikleri, her zaman metin (text), doku (texture) ve bağlam (context)
şeklindeki bu üç seviyenin hepsinde mevcut değildir. Sosyal bir ilişkinin hikâye anlatan, şarkı söyleyen,
müzik yapan veya resim boyayan insanlar tarafından folklor olarak belirlenmesi, bu üç seviyenin sadece biri
veya üçüne de dayanabilir. Her halükârda, o insanlar için folklor, çok iyi tanımlanmış bir kültürel
kategoridir.
Artistik bir süreç olarak folklor, müziğe ait, göze hitap eden, harekete dayanan veya dramatik
herhangi bir iletişim aracında bulunabilir. Teorik olarak insanlar için kendiliklerinden onların melodileri,
maskeleri ve masalları arasında kavramla ilgili bağlantı yapmak zaruri değildir. Kültürel görüş, bakış
açısından bunlar birbirleriyle ilişkisiz hatta aynı durumda mevcut olmayan çok iyi ayrılmış olgular olabilir.
Yeterli olan, onların diğer iletişim tarzlarıyla aralarındaki ayrı ayrı ses, hareket ve görme araçlarındaki
ilişkiye dayalı kalite eşitsizliklerinin kültürel olarak tanınmasıdır. Ritim faktörü insan gürültüsünü müziğe,
hareket ve mimiği dansa çevirir. Böylece onlar tamamen kendi varlıklarıyla artistik iletişimdirler. Dahası,
onlar toplumlar tarafından o şekilde, yani artistik iletişim olarak tanınırlar. Çünkü, bu aksiyonların izin
verildikleri kültürde, kesin zaman ve yer bağlamları vardır.
Müzik ve dans ele alındığında, onları sanat olmayan iletişimden ayırmaya gerek yoktur. Onların
sanat kaliteleri mevcudiyetleri için esasi ve hayatidir. Bununla birlikte, bu iletişim araçlarını folklor olarak
ayırmak biraz kaçınılmazdır. Ayırıcı faktör, folklorun özel sosyal bağlamı olabilir.İletişime bağlı bir süreç
olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu
durum folklorun özel bir bağlamıdır.
Folklorik bir hareketin olması için iki sosyal şart zaruridir: Hem gösteriyi yapanlar ve hem de seyirci
aynı halde ve aynı referans grubunun parçası olmak zorundadır. Bu gösterir ki, bir iletişim olarak folklor
insanların birbirleriyle yüz yüze karşılaştıkları ve birbirlerine doğrudan hitap ettikleri durumda meydana
gelir. Kesin bir edebi tema veya müzik stili, aynı yerde, aynı millet içinde veya milletler arasında
bilindiğinde bile, onun gerçek mevcudiyeti böyle küçük bir grup durumuna bağlıdır. Bu durumda anlatıcılar
dinleyicileri bilir ve spesifik olarak onlara anlatırlar ve dinleyiciler de anlatıcıyı bilir ve onun hususi tarzdaki
sunuşuna karşılık verilir. Tabii ki bu tanışıklık, sık olarak genellikle kendisine hitap edilen grubun
büyüklüğü ile orantılıdır. Kendi yöresinde iyi tanınan bir hikâye veya masal anlatıcısı bilmediği insanları,
bildiği kendi köyünden olan insanları eğlendirdiği kadar samimi bir şekilde eğlendirebilir. Bununla birlikte,
öyle durumlarda bile, hem anlatıcı hem de dinleyici aynı referans grubuna aittir; onların her ikisi de aynı dili
konuşur, benzer değerleri, inançları ve geçmişe ait bilgiyi paylaşır ve aynı kodlar sistemine ve sosyal ilişki
99
için gerekli işaretlere sahiptir. Bir başka ifadeyle bir folklor iletişiminin böyle bir durumda mevcut olması
için, küçük grup durumundaki katılımcıların aynı referans grubuna ait olması zorunludur, yani yaş veya
meslek, yer, din veya etnik ilişkinin bir araya getirdiği insanlardan oluşan bir grup. Teoride ve pratikte
yabancılara masallar anlatabilir. Bazen bu difiızyon (yayılma) ile izah edilir. Fakat, folklor kendi grubunun
içinde meydana geldiğinde kendi tabiatını doğrular. Sonuç olarak folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal)
iletişimdir. "
Dan Ben-Amos kendi tanımına kadar yapılan folklor tanımlarının en önemli anahtar terimlerinden
olanları tanımına dahil etmeyişinin nedenlerini şöyle açıklamaktadır; "İki anahtar terimi: ismiyle söylemek
gerekirse; gelenek ve sözlü olarak aktarmak bu tanımda yoktur. Bu dışarıda bırakmak kazara değildir.
Bir disiplin olarak halkbilimi (folkloristik) sadece gelenek üzerine odaklanırsa, bu onun kendi
varoluş mantığıyla ters düşer. Halkbilimi araştırmasının başlangıçtaki kabulü, onun konu ettiği materyalin
kayboluşuna bağlıydı. Bilimi de aynı yolu takip etmekten alıkoymanın imkânı yoktu. Halkbilimcinin işlevi
sadece, geleneği unutulmuş yaşayan kalıntılardan kurtarma girişimi olursa, halkbilimci kendisini çok
zorlayarak kaçmak istediği "antika arayıcılığı" rolüne geri döner. Bu durumda, biz sahada daha geniş ve
daha dinamik araştırmaya yapmaya da, izin vermek için konunun tanımını değiştiriyoruz ki, bu
halkbiliminin yararınadır.
Aynı durum, sözlü nakletme kavramı için de geçerlidir; bütün folklor metinlerinin "saflığında"
(purity) ısrar etme halkbilimi için yıkıcı olabilir. Çünkü iletişimin çağdaş anlamda meydana gelişinde, bu
kriterler üzerinde ısrar eden halkbilimciler gerçekte kendi bindikleri dalın kırıldığını gördüler. Bu kriterler
üzerinde ısrar edenler kaçınılmaz olarak, kıyıda, köşede kalmış izole edilmiş formlar üzerinde yoğunlaşıp,
kültürler, sanat araçları ve iletişim kanalları arasındaki sosyal ve edebi olarak tezahür eden karşılıklı
alışverişi görmezden gelirler.
Bu bağlamda, Halkbilimi çalışmalarını "En geniş ve genel anlamda biri tarifle, insan davranışlarını
ve geleneklerini çalışmaya Folkloristik denir” şeklindeki bir tanımlayışta söz konusu değişim ve
dönüşümlerin ulaştığı boyutu gözlemek mümkündür.
5.) Performans Teori'nin İcra Olayı Tahlil Yöntemi
Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur,
tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle
birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele
alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda
bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel
anlatıdan oluşmaktadır.
Günümüzde halkbilimciler, sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu
anlatan ve dinleyen tarafların oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele
100
almaktadırlar. Bir başka ifadeyle bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır. Nitekim,
Dan Ben-Amos'un geliştirdiği araştırma modeli, bu üç unsuru ele almaya yöneliktir. Onun araştırma
modelinde;
Kişisel boyut (anlatıcı/ oynayıcı).
Sosyal boyut (dinleyici/izleyici).
Söz boyutu (anlatılan) yer almaktadır.
Aynı formül sözsüz (nonverbal) ve maddi kültür (material culture) halkbilimi unsurları içinde geçerlidir.
Sözsüz geleneksel davranışı yapan, yapılan sözsüz geleneksel davranış (geleneksel olarak selamlaşma,
küfürleşme ve diğer konulardaki jest, mimikler ile dans ve benzeri davranışlar) ve söz konusu davranışın
yapıldığı onu görüp anlayan kişi veya kişiler arasında gerçekleşen, sözsüz iletişim de halkbilimi
çalışmalarının içindedir.
Aynı şekilde geleneksel maddi kültür unsurları da, imâl eden, imâl edilen geleneksel maddi kültür
unsuru ve onu alıp kullanan kişi veya kişiler eksenlerinde oluşan bir meydana getiriliş anından ve
kullanılışlara kadar uzanan bu gösterimler anında gerçekleşen karşılıklı bir iletişimler zincirinden
ibarettir.Halk tanımının aralarında "en az bir müşterek bulunan en az iki kişiden oluşan grup" şekline
dönüşmesi ve "geleneksel" ile "iletişimin" temel kavramlarını oluşturduğu yeni folklor metodolojisinde
halkbilimi tanımı da değişmiştir.Performans veya "Gösterimci" folklor teorisinin Dan Ben Amos gibi önde
gelen temsilcileri folkloru "Küçük topluluklar arasında kurulan sanatsal (artistic) iletişim" olarak
kabullerinin temelinde de yatan anahtar kavramın "sanatsal iletişim" olduğu açıkça görülmektedir. İletişim
ise insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar "sosyal bir varlık" olarak bireyin sosyalleşmesi
sürecinde öğrenilen ve sosyalleşmeyi sağlayan en önemli yetenektir.
Her üç kategoride de yer alan unsurlar kültürün dışa vurulan belirli bir anlamını haiz, ekspresiv
(expressive) formları olarak özellikle işaretlenmiş ve sıradan günlük formlardan (sanatsal olmayan) ayrı ve
kendilerine has biçimlerine dayalı olarak yaratılan sanatsal yahut artistik iletişimin mahsulü olmaları
itibariyle folklordur. Halkbilimi açısından da bu mahsullerle "ne anlatıldığı" kadar "nasıl anlatıldığı" da son
derece önemli bir araştırma konusu olarak kabul edilir.
Yaygın olarak kabul gören bir iletişim tanımına göre "İletişimin ana olgusu şudur: bir "repertuar
"dan belirli yasalara göre bir takım sembolleri alıp toplayan bir "verici "nin zaman ve mekan çerçevesinde
mesajın transfer edildiği bir "kanal"ın ve mesajı oluşturan sembolleri alan kendi öz repertuarındaki
sembollere göre çözümleyen ve bu semboller bütünün ötesinde biçimler, düzenlilikler ve anlamlar gören,
bunları gerekirse belleğine işleyen bir "alıcı"nm birbirine bağlanmasıdır."
İletişim modellerinden hareketle âşık tarzı sözlü, yazılı ve elektronik kültür ortamı destanlarının
iletişim açısından yapılarını şekillendiren altı ana unsurun meydana getirdiği kalıplaşmaları ele alıp tahlil
ettiğimiz bir çalışmamızda geliştirdiğimiz modelde yer alan unsurlar şu şekildedir:
101
Âşık
Seyirci/okuyucu /dinleyici
Âşık ile dinleyici arasında sözlü kültür ortamında yüz yüze ilişki i-çinde icra anında veya farklı
kültür ortamlarında üretilmiş metinlerde destan metinlerinde yapısal ve işlevsel olarak kalıplaşmış
iletişimsel ilişkiler:
Âşığın kendine yaptığı göndermeler
Âşığın dinleyiciye yaptığı göndermeler
Âşığın dış dünyaya yaptığı göndermeler
İletişim araçları ve yollanması
Destanın mesajı
Destanda dilin kullanılışı.
I. Her Öykü Anlatım Olayı İletişimsel Bir Haldir.
A. Her öykü anlatım olayında, en az bir mesajı kurup gönderen (gönde-
rici/encoder) ve bir de mesajı alıp çözümleyen (alıcı/decoder) vardır.
B. Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile mesajı alıcı arasında
doğrudan bir iletişim vardır.
C.Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile alıcı kodlanmış (an
lam karşılık ve denklikleri üzerinde anlaşılmış/ daha önceden biçimlenmiş
geleneksel) bir mesaj biçimiyle iletişim kurarlar.
Her öykü anlatım olayında, mesaj gönderme ve alıp çözümleme işi i-şitme ve görme yolları (kanalları)
üzerinden yapılır.
Her öykü anlatım olayında, mesajın iletimi ve alımı, gönderici ile alıcı arasında geri itilime yönelik
yorumlanışları sürekli kılar. Bir başka ifâdeyle, mesajın yorumlanışı öykü anlatımı boyunca sürer.
II. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Bir Tecrübedir.
A. Her Öykü Anlatım Olayında, Katılanlar Karşılıklı Olarak İlişkiye Has Bir Kimlik Seti Oluştururlar.
1. Her öykü anlatım olayında, katılanlar olayın amacı için sosyal kimlikler üstlenirler.
Bir katılımcı öykü anlatıcısı sosyal kimliğini üstlenir.
En az bir katılımcı öykü dinleyici sosyal kimliğini üstlenir.
(1) Öykü anlatım olayında, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri katılanların sosyal kişiliklerinin
sahip olduğu pek çok sosyal kimliklerinden birisi olarak seçilmiştir.
(2) Öykü anlatım olayı esnasında katılanların öykü anlatıcı ve öykü dinleyici şeklindeki kimlikleri sosyal
kişiliklerinin sahip oldukları ve duruma uygun hale dönüşen pek çok sosyal kimliklerinin en önde geleni
olur. 2. Her öykü anlatım olayında, katılanların üstlendikleri sosyal kimlikler birbirleriyle uyumlu bir dizi
oluştururlar. Bir öykü anlatım olayında katılan sosyal kişiliklerin duruma uygun hale gelen pek çok sosyal
102
kimliklere sahip olmaları fikri son derece önemlidir ve burada bazı yönlerinin dikkatlice ele alınması
gerekir. Bir bireyin sosyal bir kimlik olarak öykü anlatıcı ve en az bir başka bireyin de öykü dinleyici
kimliklerini seçtiklerinde, bunlar bir öykü anlatımı olayını üretilen kılanlar aynı zamanda diğer sosyal
kimliklere de sahiptirler ve bu esnada diğer sosyal kimlikler söz konusu öykü anlatım olayı için seçilen
sosyal kimliklerle uyum içinde kalarak işlevlerini yerine getirmek durumundadırlar. Eğer bir adam öykü
anlatıcı sosyal kimliğini seçerse ve onun oğlu da öykü dinleyici sosyal kimliğini seçerse, örneğin diğer
sosyal kimlikler olan baba ve oğul, bir adam ve bir çocuk duruma kesinlikle uygundur ve öykü anlatım
olayının yönü ve katılanların seçimleri üzerine önemli tesirler meydana getirecektir. Fakat öykü anlatım
olayı üretildiğinde, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri son derece öncelikli olarak en önde yer
aldığında, diğer sosyal kimlikler göreceli olarak gerileyerek öne çıkanlarla uyumlu hale dönüşecektir.
B. Her öykü anlatım olayında, katılanlar, ilişkilerin statüsüne has bir sete uygun olarak davranırlar.
1. Her öykü anlatım olayında katılanlar statülerini tanımlayan öykü anlatıcısı ve öykü dinleyici kimliklerine
sahip olmanın gereklerince zevk alırlar.
a) Öykü anlatıcının görevleri kendisi ve dinleyenlerce bilinip, aşina olunan ve sosyal olarak daha önceden
belirlenmiş kurallara göre mesajı kurup, formüle edip kurallara uygun olarak göndermektedir. Öykü
anlatıcının hakları ise, öykü dinleyicinin mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların bilip aşina
olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermesidir.
b) Öykü dinleyicisinin haklarıysa, öykü anlatıcının mesajı, kendisi ve dinleyelerce bilinip, aşina olunan ve
sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara göre kurup, formüle edip kurallara uygun olarak
göndermesidir.Öykü dinleyicinin görevleriyse, mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların
bilip aşina olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermektedir.
2. Her öykü anlatım olayına katılanların statüsüne göre görevleri ve haklan karşılıklı olarak oluşur.
C. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Kullanımlara Sahiptir.
Sosyal kullanımlar, öykü anlatım olayına katılanların, bütün öykü anlatım olayında veya bir yahut birkaç
cephesinden kendileri için elde ettikleri gerçek kullanımlardır. (Örneğin, vakit geçirme, bir ders verme, bazı
sosyal ve fiziki olguları tanımlamak veya açıklamak gibi.)
Sosyal kullanımlar öykü anlatım olayına katılanlarca da anlaşılabilir veya diğerlerince de aktarılabilir.
D. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal İşlevlere Sahiptir.
1.Sosyal işlevler araştırmacıların, karşılıkların veya karşılıksızlıkların
da dahil olduğu öykü anlatımın olayının tamamının veya bir yahut birkaç
cephesinin anlamı ve özelliğini açıklayıp ortaya koymak için yaptıkları araş
tırmanın sonuçlarıdır.
2. Sosyal işlevler daima bir tahlil sonucu anlaşılırlar.
III. Her Öykü Anlatım Olayı Tektir.
103
A. Her öykü anlatım olayı zaman ve mekan bakımından sadece bir kez
oluşur.
B. Her öykü anlatım olayı kendine has bir sosyal ilişkiler yumağı olarak
sadece bir kez oluşur.
C. Her öykü anlatım olayı, karşılıklı hareketlerin oluşturduğu sosyal
atmosferin yaratılışına tesir edenleri ve sosyal çevreyi etkileyen psikolojik ve
sosyal güçlerin sadece kendisine has sistemini üretir".
Bu, bir folklor olayını (folkloric event) tahlil sistematiği de göstermektedir ki, bir folklor olayı veya icracı
ile dinleyiciler arasındaki etkileşme içinde yer aldığı kültürel sistemin iki önemli açıdan göstergesi
durumundadır. Bunlardan birincisi bu etkileşme, eşzamanlı (senkronik) boyutta kültürün yapısını ve
muhtevasını ortaya koymaktadır. Bu etkileşmenin çok zamanlı (diyakronik) boyutta ise içinde yer aldığı
kültürün evrimini veya folklor formlarının zaman içinde geçirdikleri değişim ve dönüşümleri yansıtmakta-
dır. Bu tahlil yönteminden hareketle bir toplumun folklorunun, o toplumun sosyal yapısını, değerler
sistemini, ekolojik gerçeklerini, ekonomik hayatını, kozmolojisine dair kültürel geleneklerini iki boyutuyla
araştırmak mümkündür.
Bağlam (context) kavramı ise, bir çok boyuta sahiptir. Bağlam folklor unsurunun icra edildiği veya
sunulduğu durum ve süreçteki şartlar bütünün tamamıdır. Ancak bağlamı bu şekilde tek bir boyut olarak ele
almak yanlış olur çünkü bir folklor unsurunun sunuluşu veya icrası esnasında bir değil
değişik seviyelerde bir çok bağlam vardır. Bunlar söz konusu icranın bizzat gerçekleştiği ortamın fiziki ve
sosyal bağlamlarından içinde yer aldığı kültürün tamamına kadar genişlemektedir.
Richard Bauman'ın "Bağlamı İçinde Halkbilimi Alan Araştırması" adlı çalışmasından hareketle bir
folklor unsurunun icra edilişi esnasında içinde yer aldığı değişik bağlamlar şu şekilde tasnif edilebilir.
I. Kültürel Bağlam (cultural context): Kültürel bağlam anlam sistemleri ve sembolik ilişkileri içermektedir.
Kendi içinde üç alt türe ayrılır.
1. Anlam bağlamı (context of meaning): Belki de kültürel bağlam içinde folklor unsuru düşünüldüğünde en
önemli husus olarak "anlama problemi" ile karşılaşırız. Bir başka ifadeyle, bir folklor unsurunu onu
gerçekleştirip icra edenlerin onun muhtevasını, anlamını ve ortaya koyduğu durumu anladığı gibi
anlayabilmek için kültürün geneli hakkında ne tür bilgilere ihtiyacımız vardır.
Kendi kültürü veya aşina olduğu bir kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimciler de, bir
kültürün kendi içinde taşıdığı çeşitliliği ve pek çok değişik alt grup ve mahalli alt kültürel katman ve
çeşitlenmeler düşünüldüğünde ele aldıkları folklor unsurunun anlamını her halükarda bilmelerinin
zannettikleri kadar kolay olmadığı açıktır. Bu nedenle bu tür bir durumdaki yani kendi veya aşina olduğu bir
kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimci de ele alıp araştırdığı konuların anlamını ve kültürel sistem
104
içinde onu nereye oturttuklarını derleme yaptığı kaynak kişilere açıklamaları için sormalıdır. Böylece
araştırmacı belki de daha önce fark edemediği veya yanlış olarak anladığı hususları düzeltme imkanı da
bulabilir. Kısaca, anlam bağlamı bir folklor unsurunun anlamının ne olduğunun soruşturulmasıdır.
2. Kurumsal Bağlam (institutional context): Kültürel bağlamın geniş fakat son derece ilişkili bir cephesi de
işlevsel olarak organize edilmiş sistem olarak amaçlı ve amaçlanmış bir faaliyet anlamındaki kurum ve
kurumlara bağlı yapılanıştır. Kurumlara bağlı olarak oluşan davranışsal ve sosyal faaliyetlerin birbirleriyle
olan ilişkilerine de dikkat edilmelidir. Kurumlar politik, dini. akrabalık ve ekonomik gibi son derece geniş
kavram ve yapılardan oluşabilecekleri gibi komşuluk, tanışıklık, törensel kutlama gibi daha küçük
yapılardan da oluşabilir.
Analitik bir kavram olarak sosyal veya toplumsal kurum vasıtasıyla ortaya konulabilecek olan en
önemli değer kültürün değişik cepheleri ve parçalarının birbirleriyle nasıl uyum sağladıklarını ve neyin
neyle ilişkili olduğunu anlamamızı sağlamasıdır. Aynı şekilde kurum noktai nazarından halk-bilimsel
yaklaşım bize, belirli bir sözlü edebiyat türü veya maddi kültür unsurunun kültürün diğer cepheleriyle nasıl
uyum sağlayıp bütünleştiğini ve böylece nasıl daha büyük yapılar oluşturduğunu bu yapısal oluşum içindeki
anlamını ortaya koyar. Dahası, söz konusu tür veya ürünün işlevlerinin neler olduğunu ve bir bütün olarak
kültürel yapıya nasıl uyum sağladığını anlayabiliriz. Bir başka ifadeyle bir folklor formunun kurumsal
bağlamın araştırılması, bir hareketin kültür içinde yerini bulup onun söz konusu kültür içindeki işlevlerinin
açığa çıkarılmasını sağlar. Kısaca, kurumsal bağlam bir folklor unsurunun kültür içinde nerede yer aldığının
araştırılmasıdır.
3. İletişim Sistemi Bağlamı (context of communicative system): Bir kültür içinde, bir folklor formunun
diğer folklor formlarıyla ilişkileri ve ilişkilendiriş yollarının nasıl olduğunun açıklanmasıdır. Kısaca, iletişim
sistemi bağlamı bir folklor unsurunun diğerler kültürel unsurlarla nasıl ilişkilendirildiğinin ortaya
konuluşudur.
II. Sosyal Bağlam (social context): Sosyal bağlam, sosyal yapı ile ilgili konularla ve sosyal etkileşimin
durumuna dair ahvali içermektedir. Kendi içinde üç alt türe ayrılır.
1. Sosyal Zemin (social base): Sosyal zemin bağlamı bir folklor unsurunun ne tür bir insan topluluğuna ait
olduğunun belirlenmesidir.
2.Bireysel Bağlam (individual context): Her ne kadar folklor bir sosyal grubun kollektif bir dışavurumsal
açıklanmasıysa da, aynı zamanda da onu kullanan bireyin de bireysel ifadesidir
Bu yönde yapılmış çalışmalarla halihazırda bir halk icracısının kariyerini ve bunu oluşturan
faktörleri daha anlaşılır hale geldiği görülmektedir. Bu anlamda bireyin hayatı aynı zamanda folklor
çalışmasına bağlamsal bir çalışma zemini oluşturmaktadır. Kısaca, bireysel bağlam bir folklor unsurunun bir
bireyin hayatındaki yerinin ve bu yeri nasıl doldurduğunun ortaya konulmasıdır.
3.Durumsal Bağlam (situational context): Folklorun kullanımı anın-
daki etrafındaki sosyal hayat olarak durumsal bağlam demektir. Durumsal
105
bağlam terimi İşlevsel Kuram'ın kurucusu B. Malinowski tarafından yüzyılımızın ilk çeyreğinde
kullanılmıştı.217 Buna rağmen Tarihi-Coğrafi Yöntem ve diğer metin merkezli kuramları takip eden
halkbilimciler tarafından uzun süre ihmal edilmiştir.
Durumsal bağlamda, temel referans çerçevesi ve ünitesinin tanımlanışı ve bunların iletişimsel bir
olay olarak analizi esastır. İletişimsel olaydan kasıt kültürel olarak dizayn edilmiş ve tanımlanmış davranış
ve tecrübedir ki bu bir hareket için anlamlı bir bağlam oluşturmaktadır. Halkbilimi literatürüne girmiş bu tür
folklorik olay örnekleri bir mağazadaki hal hatır sormalardan, aile toplantılarına, doğaçlama müzik
icralarına ve hatta telefon konuşmalarına kadar geniş bir çerçeve içermektedir.
Folklorik olayların yapısı, fiziki çevre dahil, katılanların kimlikleri ve rolleriyle sayısız durumsal
faktörlerin ürünüdür. Kültürel zemin icrayı karşılıklı iletişim ve etkileşim değerleri ve hareketlerin
sıralanışına göre yönetir ve toplananların bütünüyle birlikte bizzat folklorik olayın kendisini kültürün bir
sahnesine dönüştürür.
VI. BÖLÜM
UYGULAMALI HALKBİLİMİ ARAŞTIRMALARIHalkbilimi sahasında 20. yy’ ın ilk yarısından itibaren oluşan yeni teorik yapılanmaların
sonuçlarından biri de halkbilimi çalışmalarında ortaya çıkan kuramsal kavramların geliştirilen araştırma
yöntem ve teknikleriyle elde edilen bilgilerin karşılaşılan sosyal, ekonomik ve teknolojik problemlerin
çözülmesinde kullanılması olarak tanımlanan “uygulamalı halkbilimi” branşının ortaya çıkmasıdır.
“Halkhayatı” kavramı ve yaklaşımının halkbiliminin araştırma sahasını genişleten yapılanması oldukça
önemlidir.
Halkbiliminin özellikle sözlü kültür ve edebiyatın belirli türleri üzerinde yoğunlaşarak halk
kültürünün belli bir alanını ele alması eğilimi oldukça yaygındı, bu tür bir anlayış yanlış olmamakla beraber
eksikti. Halkbilimi çalışmaları içinde özellikle 1950’ lerden sonra gittikçe yaygınlaşarak kabul gören
“halkhayatı” anlayışı beraberinde popüler kültür unsurları dışında kalan geleneksel kültür unsurlarını “halk
kültürü” bütünlüğü içinde ele almayı gerektirmiştir. Böylece halk kültürü kapsamında teori ve pratik
birbirini bütünleyecek şekilde çalışılmaya başlanmıştır. Yani uygulamalı halkbilimi çalışmalarının ortaya
çıkmasıyla modern halkbilimi araştırmalarının sahanın tamamını ifade etmede yaygın olarak birlikte
birbirini bütünleyen ve çoğu zaman da eş anlamlı olarak kullandığı “halkhayatı” kavramına “halk
kültürünün belli bir bölüm veya döneminin araştırma ve halk eğitimi amacına yönelik olarak bu amaç için
geliştirilen bir kurum vasıtasıyla muhafaza edilmesi veya öteden beri mevcut olan kavramın anlamının daha
da genişlemesine yol açmıştır.
Halkhayatı görevini yerine getirecek olan kurumlar ise 19. yy da ortaya çıkan, bilimsel kanıtları,
tarihsel ve sanatsal değere sahip objeleri araştırma ve eğitim amacıyla muhafaza eden müzelerdi. Temel
106
kavram yüksek kültüre daha açık bir tanımla elit veya seçkinlerin yaratmalarına tamamen tarih ve tarihsellik
bakımından yaklaşılmasıydı. Bu tür bir tarih anlayışının getirdiği eksiklik halk sanat ve zanaatlarına dair
maddi kültür unsurlarının da sergilendiği ve tür olarak halk kültürü müzelerinin öncüsü durumunda olan
açık hava müzelerinin ilk örneklerinin yaygınlaşmasını ve uygulamalı halkbilimi çalışmalarının araştırma ve
eğitim amaçlı olarak halk hayatını muhafaza etmeyi ve yeni bir sosyal tarih anlayışı ortaya koymasını
sağlamıştır. Bu yeni sosyal tarih bakış açısı sıradan insanların günlük yaşantısını ve dönemin herkes için
tipik olan özelliklerini ortaya koymayı amaçlıyordu. Bu anlayışla hareket eden ve halk kültürü müzesi
oluşturmaya yönelen Amerikan halkbilimciler, müzelerde sadece araç ve gereçleri değil onları yapanları ve
söz konusu objelerin canlı gösterim şeklinde yapılışını da katmışlar böylece açık hava müzesi ve uygulama
örneklerini daha da geliştirmişlerdir. Bu durum bir süreç olarak düşünüldüğünde de halkbilimi çalışmalarına
hakim olan metin merkezli çalışmaları bağlam merkezliliğe dönüştürmüş, böylece performans teorinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu teorik bağlamda halk kültürü müzeciliğinin getirdiği yeni format veya
şekil, yeni müzeleri içinde yer alan her ne olursa olsun onları depolayan pasif yerler olmaktan çıkarmış,
ulusal kültür bütünlüğü içinde, halk kültürünün sürekliliğini ve dönüşümlerini araştıran, uygulamalı olarak
sergileyen ve yeniden yorumlayan film kaset, basılı yayınlarla çoğaltıp yayan aktif halkhayatı kültür
merkezlerine dönüştürmüştür.
Ancak halkbiliminin eğitim ve ekonomik gelişmede kullanılması ve böylece sosyal ve ekonomik
problemlerin çözülmesinde bir yol olarak ortaya çıkması daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir. İlk
olarak gelenekselleşmiş durumdaki programlanmış teorik tartışma yokluğu gündeme getirilmiş, daha sonra
teorik tartışma yokluğuna dair fikirler gelişmiş ve bu konuda tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaların amacı
halkbilimini geçmişi ve bugünü ele alıp tahlil eden uygulamalı bir kültür bilimine dönüştürmektir. Bu
tartışmaların neticesinde halkbilimi kavramsal ve kuramsal çerçevesi aşılarak uygulamalı bir kültür bilimine
dönüşür. Bu teorik tartışmalar, halkbiliminin tıkanıp kaldığı ve adeta bir saplantıya dönüşen tarihi yeniden
kurmacılıktan çağdaş ve güncel cepheleriyle kültürün bütününü inceleyen ve sosyokültürel hayatta
karşılaşılan sorunların çözümüne katkıda bulunma sorumluluğu taşıyan uygulamalı bir bilim haline
dönüşmesidir.
Bu süreç bir anlamda 1950’ li yıllarda mevcut halkbilimi çalışmalarında takip edilen yöntemleri eski
ve işe yaramaz olarak tanımlayan bazı Alman halkbilimciler tarafından tenkit edilmesiyle başlamıştır.
Bunlardan biri olan Hans Moser, modern kültür ve günümüz kültürü, vatanımızla ve onun kültürü ile ilgili
kaygılarımız halkbiliminin içinde yer almalıdır. Akademik ve bilimsel halkbilimi, uygulamalı halkbiliminin
başlangıcı hükmündedir düşüncesiyle uygulamalı halkbiliminin gerekliliğine dikkat çekilmişti.
Hermann Bausinger’ in “Teknolojik Dünyada Halk Kültürü” adlı çalışması ve onu takip edenler bir
anlamda meydana gelen teorik yeniden yapılanışın temelidir. Alman halkbilimi çalışmalarında Tübingen
107
Okulu olarak bilinen bu ekolün kurucusu Bausinger’ dir. Teorik yeniden yapılanış sürecini başlatıp
geliştirmişlerdir. Bu okulun başlangıcından 1960’ lara kadar topyekün Alman halkbilimi çalışmalarına
getirdiği eleştiriler şunlardır:
Herhangi basit bir noktayı dahi aydınlatmak için ciltler dolusu materyalin bir araya getirilerek
yığılması ve çoğu zaman esas konunun ne olduğundan bile uzaklaşılmasına neden olan teorik
yetersizlik.
Bu amaca yönelik olarak yapılan inanılmaz hacimlere ulaşan malzeme derleme ve üniversitelerde
arşivleme faaliyetleri, derlenmiş olan malzemenin değeri bir kenara, malzeme çokluğuna rağmen
derleme yapmanın ve motif indekslere göre tasnif etmenin disiplin içinde esas faaliyeti oluşturması.
Derlemenin takıntılı bir biçimde yoğunlaşılan temel konuyu oluşturması nedeniyle pek çok iyi
yetişmiş folklor bilgininin dahi teoriden yardım görmeksizin ve teoriye değer vermeksizin folklor
mahsullerinin çok eski veya kadim bir bilgeliğin ileri sürdüğü adeta mutlak gerçekler olarak
görülmesi ve bu haliyle de halkbilimi çalışmalarının adeta Grimm Kardeşler’ in izinden giden, hatta
onların yaptığını yapan bir hal alması.
Apriori olarak kabul edilen ortadan kalkmış geleneklerin ve yaşayanların halk ruhunu yansıttığı
toplanacak olan yaşayan kalıntılarından hareketle söz konusu halk ruhunun yeniden kurulabileceği
varsayımı ve bu kabule dayalı olarak derlenip arşivlenen malzemenin mukayeseli veya
karşılaştırmalı metodolojinin hiçbir şekilde bir teorinin yerini alamayacağı gerçeği.
Herder’ in düşüncelerinden kaynaklanan halk ruhu araştırmasının yöneldiği halk kültürü
unsurlarının ilk şeklini ve kaynağını bularak ortaya koymanın 60’ lara kadar ulaştığı sonuçsuzluk.
Bu şekliyle halkbilimi çalışmasının temel olarak sadece derlemek ve arşivleyip koruma faaliyetine
indirgenmiş gibi bir hale dönüşmesine tepki gösteriliyordu. Bu tepkilerin temelinde yatan amaç,
halkbilimini, sosyal hayat açısından işlevsel bir sosyal bilim haline getirmek ve dolayısıyla ülke ve
toplumların karşılaştığı sosyal ve kültürel meselelerin çözümünde sorumluluk ve rol isteniliyordu. Bu
nedenle onlara göre halkbilimci kendi milletini veya halkını ve onun güncel ve tarihi kültürünü çalışıyordu
ve yine ulusal menfaatler gereği kamu tarafından kamu yararına finanse edilen halkbilimi çalışmalarının
durumu elde edilenlerle kıyaslandığında yararları tartışılmalıydı.
masum değildi, orada yaşayanları tanıyıp kontrol altına almayı amaçlayan sömürgeci düşünce yapısını
barındırıyordu fakat burada önemli olan bu tanıma faaliyetinin sonucudur. Bu faaliyetler sonucunda
Avrupalı “aydınlar” , “yerlileri” saf, bozulmamış bulmuşlar ve onların insanlığın gelişen kültür yapısını
anlayabilmek için bir model olarak görüyorlardı. İşte bu görüş aydınlarda kendi toplumlarını ve onun
geçmişini öğrenme arzusu doğurmuştur. Bunun sonucunda da “yüksek zümre” arasında yaşamamakla
birlikte “aşağı tabakada” yaşatılan bazı davranış ve yaşayış şekilleri olmasından yola çıkarak kendileri ve
ilkel insanlar arasında kalan topluluğu “halk” olarak nitelendirmişler ve onları anlayabilirlerse kendi
geçmişlerini anlayabileceklerini düşünmüşlerdir, “halk” ın davranışlarını “ilkel soylu vahşi”lerinkiyle
karşılaştırarak bazı sonuçlara ulaşmaya çalışmışlardır. Burada “halk” tanımının, zorlama bir şekilde, tanımı
yapanların kendi bulundukları yere göre değerlendirmeleri sonucunda yapıldığını görmekteyiz. 6
Gerek "batı"da, gerekse "doğu"da ondokuzuncu yüzyıldaki "halk" anlayışı ve halk teriminin ifade ettiği
topluluk, sınıf farklılığını esas alan bir toplum anlayışına göre yapılmıştır. Gerek sahip oldukları sosyal
hayat ve statü, gerekse teknolojik bakımdan dünyanın en ileri toplumları olduklarını iddia eden Avrupalı
bazı toplumlar, kendi toplum yapılarına bakarak ve sahip oldukları hayat şartlarıyla diğer toplumları
mukayese ederek "halk" terimini "Bağımsız bir yapıdan daha çok, bağımlı bir yapı olarak" düşünmüşlerdir.
Bu anlayışla halk terimine; "halk daha başka kümelerden oluşan gruplara tezattır" şeklinde yaklaşan
Avrupalı bu toplumlar, sübjektif olarak yaptıkları karşılaştırma suretiyle, "halkı" bir taraftan "medeni" ve
"seçkin" grupla tezat halinde kabul ederken, diğer taraftan da "primitif" "ilkel" veya "vahşi" olarak
adlandırdıkları topluluklara da tezat olarak değerlendirmişlerdir. Ondokuzuncu yüzyıl Avrupa anlayışının
tarifine göre halk; "okur-yazar bir toplumda cahil kısım" olup, eğitim görmüş, seçkin veya aydın zümre ile
aynı millet içinde veya ona yakın bir yerde yaşamaktadır. Fakat bu "halk" topluluğu; okuma-yazma ve
teknolojiden habersiz "ilkel" veya "vahşi" olarak adlandırılan toplumlardan da oldukça uzak bir yerde
durmaktadır. Bu tarifteki temel ise, "medeni ve edebi olan bir toplumda" ifadesinde yer almaktadır. Buna
göre halk; medeni veya seçkin olarak kendisini "yüksek tabaka"ya yerleştiren grubun hemen altında ve
yakınında düşünülmüştür.7
Metin Ekici, bu tanımı halkın kim olduğunu tespitten ziyade, kendini aydın olarak adlandıran kesimin
bulunduğu yeri belirleme çabası olarak görmekte ve Avrupalı aydınların kendilerini medeni, okur yazar,
medeni olarak gördüğünü, bu özelliklere sahip olmamakla birlikte sahip oldukları özellikler bakımından
ilkel toplumlardan ayrılan ve şehre yakın yerlerde oturan topluluğu nitelendirmek için kullanıldığını
belirtmektedir.8 Bu düşünce yapısı uzun yıllar varlığını sürdürür ve ilk dönem halkbilimi çalışmaları da bu
düşünce yapısı etrafında oluşmuştur.
6 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 87 – 94 sayfaları arasındaki bölümden hülasa edilmiştir. 7 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)8 Metin Ekici, a.g.y.
gelişmesiyle oluştuğunu savunarak halkı “mevcut kültür varlıklarını koruyan yığın” olmaktan “kültür
varlıklarını oluşturan, geliştiren ve koruyan topluluk” seviyesine yükseltmiş, bu doğrultuda halkı etkin hale
getirmiştir. Bu düşünce etrafında şekillenen bağlam merkezli kuramlardan sözlü kompozisyon teorisi, bizim
halk ürünlerini bulunduğumuz noktadan inceleme yanlışını yaptığımızı söylemiş, halkı tanımlarken düşülen
hatayı açıklarcasına bize bağlamın önemini vurgulamıştır. Bu iki teorinin ışığında oluşan performans teori
ise gerek bağlam merkezli teorilerin amiral gemisi gerekse halk tanımına ve halkbilimi çalışmalarına
getirdiği açıklık ve fonksiyonellik bakımından büyük öneme sahiptir. Performans teoriye göre metin, içinde
oluşturulduğu halk içinde ve o halkın ona yüklediği doku ile anlamlıdır ve dolayısıyla bunları anlayabilmek
için halkı anlayabilmek gerekmektedir. Halkı tanımlarken de bir yığın olarak değil, bireylerin oluşturduğu
şuurlu bir topluluk olarak ele alması da yine tanıma getirilen yeniliklerdendir.12 Bu kapsamda Alan Dundes
halkı şu şekilde tarif eder:
(…) halk terimi en az bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine
bağlayan faktörün -ortak meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bu faktörden daha
önemli olan nokta ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak oluşan grubun kendine ait kabul ettiği bazı
geleneklere sahip olmasıdır.13
Teoride, bir grubun en az iki kişiden oluştuğunu düşünürsek, burada vurgulanmak istenenin kendine
has anlamlı gelenekler dizisi geliştirebilen ve bunlarla da mensubu bulunduğu gruba kimlik ve aidiyet hissi
oluşturmayı başarabilen insan topluluğunun “halk” olarak tanımlanabileceğidir. (öç)
Performans teori özelinde bağlam merkezli kuramlar tarafından tüm çalışmaların merkezine
oturtulan “halk” ın tanımını ise şu şekilde özetlemek mümkündür:
Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden oluşan
insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı bir grup
halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir
soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy
veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin
bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz
veya herkes halkın bir parçasıdır.14
Tarihi seyri içinde değişen anlamlarıyla halkın, “hiçbir şey bilmez cahil topluluk”tan “ortak bir bakış
oluşturabilen herkes” olarak gelişme gösterdiğini söyleyebiliriz.
2. HALKBİLİMİ NEDİR? 12 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 5. bölümden hülasa edilmiştir13 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)