Top Banner
GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ KONYA PAZAR KAPISINDA MELEK PöLYEFÎ (13, YY)
347

GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Dec 29, 2021

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

GORDLEVSKt ANADOLUSELÇUKLU

DEVLETİ

KONYA PAZAR KAPISINDA MELEK PöLYEFÎ (13, YY)

Page 2: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

V. GORDLEVSKÎ

Page 3: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

BİR İN C İ BASKI ANKARA — 1988

Page 4: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ V. GORDLEVSKt

ÇEVİRENAZER YARAN

Page 5: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

V G ordlevskl’n in G osudarstvo S elçuk idov M aloy A zil (M oskova-L eningrad, 1941) adh ya p ıt ın ı, Aaer Y aran R usça aslın d a n TUrkçeye çevird i, ve k ltep , A n adolu S e lçu iılu D ev leti adıy la , O nur Y ay ın lar ı ta ra fın d a n A nkara’da Şa­

h in M atb aası’nd a d izd irilip 'bastırıldı.

Page 6: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Î Ç Î

7 Ö nsöz11 G iriş — K ü çü k A sya S e lçu k lu la r ı T arih i Ü zerine K aynak lar ve

Araçlar

BİRİNCİ BÖLÜM 3T— G1

K ü çü k A sya’da T ürkler - S e lçu k lu Y ayılm ası - B izan s - H açlılar - D an iş m enciler - G ü rcistan - D en ize D oğru H areket - G ü cü n D oruğu

İK İN C İ BÖLÜM 62—76

MogoilP-r _ K ösed ag S avaşı - M oğol A k ım ın d an Son ra D ev let in P arça lan ­m ası - T ü rk m en ler A rasında K aynaşm a - K aram an - B eybars Seferi - S u lta n Y ö n etim in in D ü şü şü - V ezirin Y ü k se liş i - B ağım sız B ey lik lerin K u ru lm a­

s ı - M oğol E tk is i - V ergi S istem i

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 77— 110

O ğuzlar - K ü çü k A sya’da Soy D iz isi K a lın tıla r ı - O ğuzların K ü çü k A sya’da Y erleşm esin in T arih i İç in T op on om in in Ö nem i - S ın ır B eyleri, ‘‘G aziler” ve “A lplar” - O ğuz B oy lar ın ın A skeri Ö rgü tlen m esi - Ş ö len d e ve Z iya fette So­y u n Ö n celliğ i - Av - O ğuzlarda İslâ m - Soy Adları ve L akaplar - O ğuzların Töreleri; D ü ğü n , Y argılam a, K an D avası, K ad ın lar ın D u ru m u - K u ru ltay ve

S u lta n Seçlml'eri

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 111— 120

S e lçu k lu lar D evrinde O ğuzların D u ru m u n u n B ir G örü n ü m ü O larak 15-18. Y üzyıllarda K ü çü k A sya G öçebe B oy lar ın ın Ö rgütlen m esi

BEŞİNCİ BÖLÜM 121— 150

K ü çü k A sya'da F eod alizm - S e lçu k lu lar D evrin i K avram ada M alzem e O la­rak D oğu İllerin d e Feodal K a lın tü a r ın G ü n ü m ü zd ek i T ab losu - S e lçu k lu lar­da Soy K ü tü ğ ü n ü n B ozu lm ası - A skerî T ım arlar S is tem i - B u n u n M oğol K ökleri, S e lçu k lu lar Ö ncesinde K ü çü k A sya’da Toprak D ü zen leri - T ım arlar, B u n lar ın T ürleri - F eodallarm Z en g in liğ i - “G uiam iar” - “D erebeyi” T ip in in D oğuşu - F eod a llarm A skerî Y ü k ü m lü lü k ler i - “ S ip ah iler” - B ağ lı B eyler ve M erkezi H üküm dar (V asallar ve S ü zeren ler) - İ ta a t İfad esi - B ağ lı B ey lik ­

ler in (V asa llığm ) D oğu lu ve B a tılı Ö ğeleri - S u lta n ve H alife

ALTINCI BÖLÜM 151— 164

S u lta n ın O toritesi - F eodallarm B aşı O larak S u lta n - F eod allarm A rasın ­da K atm an laşm a - S u lta n ın D ayan ağı O larak Y eni İn san lar (“O rta B ey ­ler'’) - S u lta n ın M u tla k çılığ a E ğ ilim i - S u lta n ın H a r a ç la r ı' - E konom ide

S öm ü rü S istem i

Page 7: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

YEDİNCİ BÖLÜM 165— 183

P eod alların " tab l”leri - K öleler ve B u n lar ın Y aşam da B o lü - M ülk S ah ib i K öylü ler (“dehlcanlar” ) ve Irgatlar ("ek iciler” ) - B aba İsh ak - B aba İsh a k ’m

Y ö n e ttiğ i K öylü A yaklan m ası

SEKİZİNCİ BÖLÜM 184— 192

Z anaatçılar , B ileşim ler i ve B ir lik ler i - Z an aatç ılar ın E konom ik ve H uk uksal D u ru m u - K oruyucu A rayışları İç in d e Z anaatçılar

DOKUZUNCU BÖLÜM 195—200

K ü çü k Asya'da, A h iler in O rtaya Ç ıkm ası - A hi T o p lu lu ğ u n a K abu l T öre­n i - A h iler in Y ü k se liş i - M evleviler ve A h iler A rasında A y n lık - Z anaat­ç ılar ve A hiler A rasında Y ak ın laşm a - F eodallarla A hiler A rasında S ava­

ş ım - O sm anlI D ön em in d e A h iler in İzleri

ONUNCU BÖLÜM 207— 225

T icaret - T ü ccarlar ın T arih se l T ip i - İ ta ly a n T ü cca r la n - T icaret Y o lla ­rı - K ervansaraylar - T icaret M allan , D ışa lım ve D ışsa tım . S ik ke

O NBİRİNCİ BÖLÜM 22S—236

K en t - K en t D ü zen i - H alk - S e lçu k lu la r ın B a şk en ti - K onya’da Y aşam

ONİKİNCİ BÖLÜM 237—248

S e lçu k lu lar D ön em i S an at A n ıtları - S e lçu k lu S a n a tın ın K öken i - S e lçu k lu S a n a tın ın Ö zgün Ç izgileri - Y erli E tk i

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM 248—269

Y ö n etim - M erkezi O rganlar (D ivan lar) - T aşra - Y erel Y ö n etim - M alikane ve D en etim - M oğol D ön em in d e M eydana G elen D eğişik lik ler

ONDÖRDÜNCU BÖLÜM 270—286

Ordu, O rdun un B ile ş im i - B oy B irlik leri - Feodallaı-m B irlik leri - Savaşın K arakteri - Ü lk e İç in d ek i A skerî B irlik ler - Ü cretli B irlik ler

ONBEŞİNCİ BÖLÜM 287— 304

S e lçu k lu Sarayı - B izan s - Saray T örsn K uralları ve Saray S an ları Üzerinde İran E tk is i - O ğuz G elen ek lerin in K a lın tıla r ı . H arem

ONALTINCI BÖLÜM 305—338

S elçu k lu lar D ön em in d e D in se l İn an ışlar - M ü slü m an lık Ö n cesin in ve H ıris­tiy a n lığ ın Y an sım aları - R esm i D in O larak İslâm - K ü çü k Asya'da D erv iş­

lik - M evleviler ve C elâ leddin R u m i’n in R um Çevredi

33.) Son söz - O ğuzlarca G eçilen Y o lu n A şam aları 343 Ek - R um S e lçu k lu la r ın ın K ron olojik T ablosu

Page 8: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ö N S Ö Z

KÜÇÜK ASYA’DA, Selçuklu hanedanı egemenliği dö­nemini kapsayan, o dönemde, Türkler’in yaşamı üzerine b ir kısa deneme, vaktiyle, tarafım dan hazırlanm ıştı. O çalışmada, T. Houtsm a’m n yayınlarından, Prof. Sinir- nov'un “OsmanlI Yazınından Örnek Yapıtlar” başlığıy­la, yeniden bastığı Ibni B ib in in Türk Vakayinamelerin­den yararlanm ıştım (Sen - Petersburg 1903, s. 2-16).

Toplumsal - ekonomik ve siyasal yaşamı, kurum lan, toplumsal gruplaşm aları vb. içeren b ir Küçük Asya ta ri­hiyle yeniden ilgilenirken, Rum Selçukluları zamanına ilişkin tarih metinlerini, b ir kez daha okudum ve daha önce yüzeysel olarak üzerinde durduğum konuları geliş­

Page 9: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tiren malzemeyi ayırdım. Örneğin, kütüphane malzeme­si yokluğu gibi dış, ve yöntembilimsel deneyimsizlik gibi iç güçlüklere karşın, Rum Selçuklularının devlet ve top­lum yapısının sınıfsal temellerini ortaya çıkarmaya gi­riştim . Bunu, ne denli başardım , ya da başarabildim mi? Yargısı, kuşkusuz, bana düşmez.

Belki de, çağdaş istemlere aykırı olarak, ben, iç tah­lilden önce, devletin dış tarihinin b ir taslağım çizdim ve önce, topraklarının genişlemesini, siyasal yükselişini ve Moğol istilasının yol açtığı düşüşünü ele aldım. Yalnız­ca, Rus dilinde değil, genel olarak, Selçuklular üzerine yazının kıtlığından yola çıkarak böyle davrandım.

Ne var ki, ortaçağ Doğusunun bu karanlık köşesi, bende, düzensiz olarak aydınlatılmıştır. Bir yandan Türkler arasında, öte yandan yerli Rum ve Erm eni halk­ları arasında, karşılıklı ilişkiler; Eyyûbiler, Rum Selçuk­luları ve Harzem şahlar arasında Suriye için savaşım; m üslüm anların ne kadar hoşgörülü ya da hıristiyanla- rm ne kadar fanatik oldukları sorusuna yol açan Haçlı­lar, daha doğrusu sorunun dinsel alandan ekonomik ala­na geçmesi; Mısır Memlûkler’i; Moğolların saldırısından sonra. Küçük Asya'da oluşan ortam , ve her şeyden ön­ce, daha, Orta Asya'da Selçukluların devlet, toplum ve kültür norm larının oluşmasına kesin etkilerde bulunan Moğol devlet düzeni; en sonu kültür, tüm bunlara, ben­de, yüzeysel ve rastlantısal olarak değinilmiştir.

Bazan, gerekli malzeme el altında bulunmadığına göre, Selçuklular dönemi üzerine bilgi yetersizliğini, ben, daha geç dönemlerin bilgileriyle tamamladım, ve b ir an­lam da buna hakkım vardı.

Doğuda, Feodalizm, 19. yüzyıla, hatta b ir ölçüde, 20. yüzyıla kadar ayakta kaldı. Doğuda, yaşam, katı b i­çimlere bürünüyor, ve toplumsal yaşamın bazan karan­lık ya da belirgin olmayan eski öğeleri, çağdaş kalıntı-

8

Page 10: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1ar içinde açıklığa kavuşuyor, ve Doğu ülkeleri tarihini anlamada, örnekseme yasal b ir anlam kazanıyor; daha­sı, incelenmesi gereken devri, doğrudan izleyen dönem­de, b ir açıklama bulunuyorsa, örnekseme doğal oluyor.

Örnekseme, kuşkusuz, olguların kavranm asını ko­laylaştırm akta, açıklayıcı olm aktadır; ancak, ikna edici olmadığı gibi, örneksemede netlik de yitmektedir. Bu durum da 12. -13. yüzyılların kavranması, bende modern­leştirme, hatta belki de şem alaştırm a belirtileriyle ör­tülmektedir.

Çalışmanın genel çerçevesi, daha 1935 Ekim ’inde N. N. Nerimanov Doğu Araştırm aları E nstitüsünde çi­zilmişti. Bitirildiğinden bu yana beş yıl geçince, bugün, yetersizliği benim de gözüme çarpıyor; bu konuya yeni­den sarılabilseydim, başka türlü gözlemler ve ilk kay­nakları çözümlerdim.

Bu süre boyunca, bazan, çalışmayı yeniden gözden geçirdim; metinler tamamlanmış, kimi yerlerde düzel­tilmiş, ama belki ayrıntılarla yüklenmiştir; tüm bunlar, sanki kuruluşun bütünlüğünü bozan, hatta yargılarla, ay­rılıklar getiren eski giysi üzerinde yam alar gibidir.

Kronolojide yönel tim sağlamak için, sözkonusu Do­ğu hanedanının yaşamının nasıl b ir telaş içinde aktığı­nı, çok genel dile getiren b ir Rum Selçukluları tablosu, ek olarak verilmiştir.

Geriye şöyle b ir göz atarken, bana, şu ya da bu şe­kilde yardım da bulunmaya çalışan iyi niyetli kişileri anımsıyorum. Eski dinleyicilerim olan, elde edemediğim kitapları sağlayan ve hatta, baştan sona, makaleler kop­ya eden V.D. Arakin’le, N.N. Nerimanov, Doğu Araştırma­ları E nstitüsünde, daha yayını usum dan geçirdiğim sıra­da, denemelerimin yayımı için çırpınan Y.F. Ludşaveyt, bunlar arasındadır.

Aynı şekilde, bilimsel başlangıçlara, değişmeyen dost-

Page 11: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ça onayından dolayı, akademisyen I.Y. Kraçkovski’ye te­şekkür etme olanağım bulm aktan mutluyum.

M oskova A ğu stos 1940

10

Page 12: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

G î R I Ş

Küçük Asya Selçukluları Tarihi Üzerine Kaynaklar ve Araçlar

İb n l - B ib i ve Y azıciog lu A li — A ksaray! — İb n i B a tû ta — H ır istiy a n T arih çiler — E pigrafi — A rkeolojik M alzısme — M addi K ü ltü r — T oponom l — M. F uad K öp . r ü lü ’n ü n Ç alışm aları — M ükrem in H alil — SSCB'nde S e lçu k lu lar A raştırm ası.

Rum Selçuklularının tarihi için, Hollandah bilim adamı. T. Houtsm a'nın yayımladığı Fars ve Türk vakayi­nameleri, birinci derecede önem taşım aktadır.’

Fars dilinde düzenlenen vakayinamelerin yazarı, yük­sek b ir konumda bulunuyordu, o b ir emirdi; ama adı (Em ir Nasıreddin Yahya), belki, kocasından fazla yaşa­yan annesinin lakabıyla yer değiştirmiş, îbni - Bibi (hala'- nın, sayın bayanın, hatunun oğlu) şeklindeki tuhaf deyim, yazısında yerleşmiştir.^

1 Th. H ou tsm a R eouell de te x te s rela tifs â l'h isto r ie d es Seld jou cid es, vol. III, H isto ire des S e ld jou cid es d ’A sle M inSure d 'ap ris Ib n -B ib i, Leyde, 1902 (T ürkçe m etin ): vol. IV. H isto ire des S e ld jou cid es d ’A sle M ineure d ’aprâs l'Abrâgâ d u S eld jou k n am eh d 'Ib n -B lb i, Leyde, 1902 (F arsça m etin ; d ah a sonra Itan-B ibl aktarılıyor, IV ).

2 “B ib i’' Sö z c ü s ü A h a lts ıh ’da, (A halçin , A kıska) “k o ca n ın ya da k arın ın kızk ard eşl” a n la m ın a geliyor.

11

Page 13: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

îbni - Bibi, Moğol devlet adam ı Alaaddin Ata - Mâlik Cuveyni tarafından kendisine verilen tarihçilik görevini yerine getiriyordu.

“Selçuklular yanlısı” îb n i-B ib i vakayinamesi'' 1188 yılında devleti paylaştıran II. Kılıç Arslan’ın oğullan ara­sındaki iç çatışma olaylarından Sultan II. Gıyaseddin Mesud’un yönetimine (1282 yılından itibaren) kadarki olayları içermekte, yani, yaklaşık yüzyıllık b ir zaman aralığını kapsam aktadır.

îbni - B ib in in ailesi, Celaleddin Harzemşah’ın ölüm tarihi olan 1231 yılından® sonra, Küçük Asya'ya yerleşti; Vakayiname, 1282 ve 1285 yılları arasında yazılmıştır; ilk yazmaya başladığında, kaç yaşında olduğu, belli de­ğildir. Şurası kesindir ki, ailesi, Saray çevrelerinde yaşa­dığı için, —baba Mecdettin Mehmed Tercüman, sultan yazmanı ve diplomat, ve anne Bibi, Münecimedir (astro­log)— yazar, birçok şeyi görebilmiş ve öğrenebilmiştir. Vakayinamede, örneğin, antifeodal Baba İshak ayaklan­masını (1241) “güvenilir ağızlardan” dinlediğini bildiri­yor, görgü tanıklarına, seferlere katılanlara ya da Sul-

3 Cl. H uart, E p lgraphle arabe d e l'A sie M ineure, Paris, 1895, s. 19, n o t 1. (a lın tı “R evu e S 6 m itlq u e’'den).

■«Ayasofya cam iin d e (b u g ü n m ü zed ir) H alil E dhem ta ra fın d a n farsça v a k ay in am en in ta m m e tn i ortaya ç ık a r ılm ıştır (no: 2985); A li E m lrl'de de (O sm anlI V lla y a t- ı Şark lyesl İ sta n b u l 1918, s. 56—) ta m m e tin vardı; k u ş ­k u su z orada d a S e lçu k lu lar devrine a it d etay lar b u lu n ab ilecek tir . B u e ly a z - m a sım n y a y ım ın ı İ s ta n b u l’da A lm an A rkeolojisi E n s titü sü h a z ır la m ıştır (bkz: P. W lttek . D er İslam , B d. X X , s, 202, n o t 1): yay ım ik i c ilt te n o lu şacak tı; F arsça m e tn in v b ta m m etin d en ek lerin çev irisi ve yorum lar (bkjs; H. W. D uda, Zur G esch ich tsfo rsch u n g üb er d le B u m -S e ld sch u k en . Z eitsch r lft der D eu tsch en M orgen landischen a e s e lls c h a ft (Z. D- M. G .). N. P., X IV (1935), (s. 12 - 20) "U lus” g a zetes in d e b e lir tild iğ in e göre (1936, No. 5481) A nkara'daki ‘‘T ürk T arih K u ru m u ” İb n l-B lb i e ly a zm a sın ın t ıp k ı b a s ım ın ı yapm aktad ır.

D ah a ön ce Parsça va k a y in a m en in y a za n , RAvendi (13. yy .) olarak k a y ­dediliyord u. bkz: T h. H outsm a, R ecu e ll..., v(M. III. — V. B artold . T u rk estanVI ep oh u m on golsk ovo n aşestv lya , ç. II, 1900. — A ynı yazar. Oçerk Istarii tu rk m en sk ovo naroda. B born ik "T urkm eniya” , t . I, L., 1929, s. 32.

S H o u tsm a ’n ın çalışm asında' İb n l-B ib l üzerin e (Farsça m etin d en çeviri) b ir b iyografik n o t a k ta r ılm ıştır (R ecuell, vol. IV., s. V I I - I X ) , ayrıca bkz: “EncyclopĞdie d e l'İslâm ” , II, 392.

12

Page 14: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tan ’ın yakınlarına dayanıyor. Ama, Moğol devrine göz a t­tığı ölçüde, sarayın yaşadığı korku ve dehşeti yeniden ya­şıyor, ortam ın heyecanı yazara yansıyor. İbni Bibi’de, olayların tarihlendirilm esi bazan kuşkuludur (Küçük E r­m enistan'da, I. Hetum hüküm sürerken, o, II. Levon’dan sözediyor, sultanların ölüm tarihlerinde yanlışlık yapı­yor vb.).

Hem kökeni bakımından, hem de kişisel ilişkilerine göre, o, b ir vakanüvis için, elverişli koşullarda bulunu­yordu.

Kuşkusuz, Vakayiname, feodal zümrenin çıkarlarını yansıtm aktadır. îbni - Bibi, feodal gruplar arasındaki sa­vaşımın içine sürüklenmiş durumdadır;* örneğin. Sultan II. Gıyaseddin Key - Hüsrev’in çocukları olan üç karde­şin tarihini aktarırken dengeyi yitirmekte, birbirinden, iktidarı, savaş yoluyla alan üç feodal grup karşısında, tarafsızlığını sürdürmesi, güç olm aktadır. Yazarda b ir si­yasal ufuk genişliği yoktur,

İbn i-B ib i, Vakayinamesini, Selçuklular’ı uydu bey­likler durum una düşüren, Küçük Asya’ya Moğol saldırı­sından sonra yazmıştır. O sıra, feodallar arasında iki yö­nelim belirginleşmişti; b ir kesim (bunların başında ön­celeri vezir Muineddin Pervane de bulunm uştu^ Moğol- lara eğilim gösteriyordu; ama henüz, belki de, Oğuz efsa­nelerini korum akta olan eski feodaller, düşünce olarak, bakışlarını, Sultan I. Alaaddin Keykubad zamanına çevi­riyor ve her bakımdan, onu, idealize ediyorlardı. îbni - Bibi, belli ki, Moğollara düşman olan ulusal çevrelerin etkisi altındaydı.

Feodal - teokratik düşünceler üzerine eğitilmiş zama­nın insanı ibni - Bibi, sultanlar için, babalarının eski hiz­m etlilerinin öğütlerini ya da kadıların yargısını uygula­m amanın felaketler (başarısız sefer, üç yıllık açlık) geti-

« H alil E dhem , K ayseriye Şehri, İ s ta n b u l, 1334, s. 93.

13

Page 15: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

recegini vurguluyordu.Yazar, Muineddin Pervaneyi övüyor ve Sultan IV.

Rükneddin Kılıç Aslan’ın öldürülmesiyle ilgili suçlama­yı onun üzerinden kaldırmaya çalışıyor.^

îbni - Bibi, toplumsal düzen konusundan az sözet- mekle birlikte, gene de vakayinamede, Küçük Asya Sel­çukluları devletinin feodal yapısı, ortaya serilmektedir.

Ib n i-B ib i Vakayinamesi'nin Farsça orijinali, 15. yüzyılda, yani Osmanlı devrinde, yeni b ir işlemden geç­m iştir: Saray methiyecisi Yazıcıoğlu Ali,® Sultan II. Mu- lad için, Türkçe olarak b ir Küçük Asya Selçukluları ta­rihi düzenlemiştir.

W ittek tarafından saptandığına göre, Yazıcıoğlu Ali, 15. yüzyılın ünlü yazar üçlüsünden biriydi; Kardeşi Meh- med Bican, basit Türkçe şiirlerle, “Muhammed peygam­berin yaşamım", "Muhammediye’yi yazmış; kitap, Müs­lüm an Türk dünyasına mal olmuştu; diğer kardeşi Ah- med Bican şeyhti, "Tanrıyı Sevenlerin Meşalesi” (Enve- rüil Âşıkın) adlı yapıtında, sufi öğretisinin özet açıkla­masını yapmıştı.

Tarihçi Yazıcıoğlu Ali, çalışmasına, “Selçukname” ya da daha sık adıyla "Oğuzname" başlığını koymuş, böy- lece, Osmanlı sultanlarının bağlarını, Selçuklular’dan ge­çerek efsanevî Oğuz soyuna uzatmıştır.

15. yüzyılda, Türkiye’de, milliyetçi [budunsal, —ç.]

7 İb n l-B lb !, IV. 320.8 y a z ıc ıo ğ lu A li'n in adı, galiba , İ s ta n b u l’da T opkap ı Sarayı k ita p lığ ın d a

ortaya ç ık arılan elyazm asın d a geçm ek ted ir . Y azıcıoğ lu elyasamaları [Fr. B a - blnger. D le G esch lch tsch re lb er der O sm anen u n d İhre W erke (6. O. W .)- Der İslam , X X . p. 202, d eğerlen d irm esin de] W ittek ta ra fın d a n n a k led ilm iştir . Dr. K u en en ta ra fın d a n ta n ıt ıla n Y azıcıoğ lu A li e lyazm ası dah a ö n ce T. N öl- deke ta ra fın d a n k ayd ed ilm işti. K ısa süre sonra, esk i O sm anlı yap ıtlar ıy la İlg ilen en V. B ernau er de b u n a d ik k at e tm işti. B u e ly a zm a sın ın b ir kop yası n a s ılsa M oskova'daki h a lk ta r ih k ita p lığ ın a g irm iştir . G örü ld üğü g ib i b u b itm em iş ta s lak lar ı B ernauer " onu a yrın tıy la ta n ım la m a y ı ve ta r ih se l a ç ık ­lam alarla tam am lam ay ı” um uyordu . B u n u n iç in o, b ü yü k bir h az ır lık ç a lış ­m ası yü rü tm ü ş, 1869 y ılın d a İ sta n b u l’da b u lu n d u ğ u sırada M ü n eccim b aşı’- dan. H acı H alfa ’dajı vb. aktarm alar yap m ıştır.

14

Page 16: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

eğilimler güçlüydü. Yabancı (Batı Avrupalı) gözlemciler tarafından anlatıldığına göre, Osmanlı sultanlarının sa­ray yaşamı, henüz eski göçmen yatkınlıklarını koruyor­du. Türk düşüncesinin taşıyıcısı Osmanlı Sultanları, Sel- çuklular’a yakınlık duyuyor ve bunu, her tü rlü çabayla göstermeye çalışıyorlardı. Örneğin, Sultan I. Mehmed, kızının adını Selçuk H atün koymuştu:’ Selçuk, sevilen b ir kadın adıydı.

Ama, 16. yüzyılda, Ahmed Feridun, “Sultanların Bel­gelerini” (Münaşaatü's Selâtin) toplarken, çahşmasına, Selçuklu III. Alaaddin Keykubad'ın Sultan Osman'a ikti­dar belirtisi olarak, yani onun Selçukluların yasal ardılı ve sürdürücüsü olduğunun kabulü anlam ında belge yol­ladığı konusunda, sahte b ir kararnam eyi de’° katmıştı.

Demek, Osmanlı Sultanlarıyla Selçukluların devletle­ri arasındaki iç bağ düşüncesinin bilincine, çok eskiden beri, varılıyordu.

Yazıcıoğlu Ali’nin çalışması, daha önce düşünüldüğü gibi, İbni - Bibi’den b ir çeviri değil, îbni - Bibi ve Raven- d i’nin Farsça vakayinamelerinin belki başka birtakım kaynaklar kullanan redaktörün eklemeleriyle, yeniden düzenlenerek yazımıdır (onda bazan İbni - B ib in in bil­mediği olgular söz konusudur).

Yazıcıoğlu Ali, Sultan II. M urad'ın methiyeci ozanı­dır, ve Selçukluları anlatırken, bazan, çağdışı olan saray yaşamından renkler aktarm aktadır.

Daha sonra (1600 yılı), Seyid Lokman, Yazıcıoğlu tarihinden yeni b ir metin oluşturm uş, bu çalışmadan, 19. yüzyılda, FinlandiyalI bilim adamı Lagus yararlanm ış­tır."

9 Pr. T aeschner. B eitrage zur frü h o sm a n lsch e n E plgraphte u n d ArchB- ologie, D er İslam , Bd. xx> s. 149.

lOBkz: A hm ed F erid û n ’u n y ö n tem i ü zerin e M ükrem in H a lil'in m ak alesi “ T arih i O sm an! E n cü m en i M ecm u ası”, N o. 67 - 77 ve dv..

11 S eld L ocm an i ex L lbro T u rcico q u l O ghusnaim e in sor lb ltu r excerpta

15

Page 17: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Türk dilbilimcisi Necip Asım Yazıksız (öl. 1935), Top- kapı Sarayı kitaplığında korunan elyazmalarına göre, Ya- zıcıoğlu Ali tarihinin yazımına. Birinci Dünya Savaşı’n- dan önce girişmiş, am a Bahriye Nezareti basımevindeki basım işi kısa sürede durmuştur.'^

Bugüne değin yayımlanmamış olan Aksarayi de, Mo­ğol istilası sonrası Selçuklular tarihinden birçok şeyi açıklayabilecektir.

Kerimeddin Aksarayi’nin çalışması, 723 yılında (1323) yazılmıştır.'^ Aksarayi’den ilk esaslı aktarm aları (tarih­çinin adını henüz bilmiyor olsa da), V. V. Bartold yap­m ıştır.”

Dördüncü bölümde, yazar, emirlerden, vezirlerden, resmî kişilerden, ayrıca Türklerin, yani Oğuz kabileleri­nin başkaldırılarından, "d ivan 'lardaki hizmeti sırasında gözleyebildiği ölçüde söz etmektedir. F. K öprülü'nün be­lirttiği gibi, onda, îbn i - B ib in in sözetmediği ayrıntılar yer almaktadır.

Öğrenim görmüş b ir kişi olarak (Farsça yazmakta­dır), yani varlıklı kişiler sınıfından Aksarayi de, kuşku­suz ,taraflı açıklam alarda bulunm aktadır. İsyana rastlan­tısal mı, bilinçle mi kendini kaptırdığı açık değildir; ama daha sonra, isyana, her bakım dan uzak durm aya çalış­mıştır, vakayinamesinde ise, “hiçbir yerde, varlığa tam ah etmediğini” vurgulamaktadır.

Gençlik günlerinde, alevlenen isyana katılan yazar,

prlm u s ed id it, la t l ıie verslt, ex p llca v lt Jac . Joh . W Uh. L agus. H elsingforslae, 1854.

lîY a z ıc io g lu A li'n in T ürkçe iş lem esin d en , dah a 1891 ta r ih li Ş . Sefer y a y ım ın a göre P. M. M elioransk i, ‘‘S e lçu k n am e, k ak Isto çn ik d lya Istorll V iz a n tii VI X II; X III vv" (V lzan tiy sk ly vrem en n ik ) (T . I . 1892, s . 613 - 640). m ak alesin d e ö ze t a lın tıla r yapm ıştır, am a m e tn in yorum u zay ıftır ,

13 E lyazm aları k o n u su n d a hkz: F. T auer. L es m a n u scr its persan» h ls - tor iq u es des blt>UothSques de S tan b ou l. A rch iv O rienta ln l, t. IV, 1932, s, 93.

14 M akale: O n e k o to n h v o sto çn ıh ru k op isah v ı b ib llo tek ah K o n sta n tl- nop o lya 1 K aira. Z aplski V ostoçn ova o td elen iy a (ZVO), t. X V III, 1908, str. 0124 - 0137 {daha sonra Alcsarayl a k ta r ılm a k ta d ır ).

16

Page 18: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kenar bölgelerdeki Oğuz kabilelerinden, sınır beylerinin feodal düzene karşı protestoları konusunda, olayların toplumsal anlamının bilincine varmaksızın bilgiler ak­tarm aktadır. V. V. Bartold, haklı olarak, “Sanmam ki, (sultanların, vezirlerin, onların memurlarının) karakterle­ri tam bir tarafsızlıkla derlenmiş olsun!” diye yazıyor.’®

Mevlevi Aflaki’nin C. H uart tarafından çevrilen anı notları “Menakib-ül arifin”, yani 13. -15. yüzyıllarda Mev­levi Tarikatı şeyhlerinin biyografileri, önemli ek bütün­lük sağlam aktadır.’*

Mezartaşı yazısından anlaşıldığına göre,’ Şemseddin Ahmed Aflâkî, 1360 yılında ölm üştür. Aflâkî, iyi öğrenim görm üştür, yani yazına eğilimleri olan varlıklı b ir aile­den gelmiştir. Babası, herhangi b ir biçimde A ltm ordu’ya girmiş ve sarayda büyük b ir ağırlık elde etm iştir; öldü­ğü zaman b ir kitaplık bırakm ış. Volga boylarında, eski b ir akının yolu üzerindeki elyazma yönergelerden biri, burada bulunm uştur.

îran doğumlu (Tebrizli), belki de Türk olmayan (ya­zın dili Farsçadır) Aflâkî, Mevlevi tekkesi şeyhi Âmir Ârif tarafından, kendisine verilen yüksek b ir görevi yerine ge­tiriyordu. 14. yüzyılın birinci yarısında, yüzyıl önceki olay­ları da —tarikatın kurucusu Celâleddin Rumi'nin öykü­sünü— yazmakta, fantastik b ir sisle bürülü olarak, açık­ça, doğaya aykırı saçmalıklar bildirm ektedir: Celâleddin, onun için, sıradan öjümlülere benzemeyen, onlar için ula­nılmaz b ir erm iştir. îran kökenli oluşu, b ir ölçüde, din­sel aydınlar sınıfı "Mevlevilik’e aidiyeti, ona, Türklere,

15 A ksarayl’n ln ça lışm a sın ın T ürkçe çevirisi, 1937 y ılın d a K onya’da, “K on ­ya M 'ecm uası” nda yay ım lan m ıştır .

16 A flâk î. M anâkıb B1 A rifin . Cl. H uart. Les sa ln ts des d erv lches to u r- neurs. R eolts, tra d u lts du persan e t a n n o tfe , t. I - II. Paris, 1918 - 1922 (daha sonra, A flâk î ak tarılm ak tad ır).

17 P. W lttek . D as P ü rste n tu m M en tesch e . İsta n b u l, 1934, s. 37, n o t. 3 (b ilg i, M. Y u su f “K onya asarı a tik a m ü zesi rehberi". İ sta n b u l 1934, s. 91’d en a lın m ış tır ) .

17

Page 19: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Türk alttabakalanna karşı, hemen hemen, b ir hor görme duygusu vermektedir; onun çevresinin insanı için, Türk, b ir zamanlar, Tebriz'de b ir arkadaşının dile getirdiği gi­bi, bönlüğün eşanlamı, "Anadolu Kafası”dır.'® Aflâkî’nin anlatımı, 14. yüzyıla yakınlaştığı noktalarda, daha ölçü­lüdür: Betimlemedeki canlılık yitmekte, yalnızca, b ir not defterinden aktarılan özetler ya da parçalar olarak, kuru notlar haline dönüşmektedir.

Ama, Mevlevî Tarikatı yöneticilerinin yaşam öyküle­ri, 13 ve 14. yüzyıllar Konya'sının günlük yaşamından il­ginç, genellikle renkli çizgiler içermektedir; kuşkusuz, ya­zar, 14. yüzyılda, otuz beş yıl boyunca (1318 ve 1353 yıl­ları) yazdığına göre, belleğinde bazı şeyler vardı; b ir ih­tiyar olarak, çok eskiden meydana gelmiş olayları, canlı anımsıyor, gözleri önünde olup bitenleri unutarak, 14. yüzyıl olaylarını, bulanık ve renksiz biçimde yeniden üre­tiyordu. Ayrıca, bazan, perspektifi de bozulmuştur. 14. yüzyılda, Konya şehri, kargaşalardan zarara uğramış, kentte ticaret düşm üştür. Yerini b ir ıssızlığa bırakan 13. yüzyıl canlılığı, yine de, onun gözünde önemsizleşmiştir.

Her nasıl olursa olsun, Aflâki’nin yüzeysel olarak çır­pıştırılm ış notlarının '’ değeri artm akta, çalışmasının ta­rihsel önemi yükselmektedir.

14. yüzyılın birinci yarısının tarihi için, derin düşü­nebilen b ir Arap gezgini tbn i - Batûta'nın anlattıkları da, günümüze kalmıştır.^ O, Akdenizden Ege Denizine, Ka-

ISAflâkî, II, 379.19 B u n u n la b ir lik te , araştırm ak g ü çtü r , ve b e lk i de ben , A flâk î’de b lr-

şey ler göreb ild im ; H uart iç in , bu (su fller in d ü n ya görü şü n ü n k avran m asm - da ö n em li) b ir ag iografi m alzem esi o ld u ğ u n a göre, o, k ısa k o n u d iz in in d e , A flâk î’n in ça lışm alar ın d a b o lca b u lu n a n b azı yaşam sal (ve bir b ö lü m ü y le ta r ih se l) ay r ın tıla r ı a tlam ıştır . B u n u n yan ısıra , o, d ah a sonra (ik in c i c ild e ö n sö zü n d e ), A flâk î’n in tar ih se l ö n em in i değerlendiriyor, B kz: “Jou rn a l A sia tiq u e” (t . 2ÎIX, 1922) de, H uart'm m ak alesi.

20 Voyages d’Ib n B a to u ta lı, tex te arabe, accom pagnâ d ’u n e tra d u ctio n par C. D efrâm ery e t B. R . S a n g u n in etti, P aris (S onund a, tb n i B a tû ta a k ta ­rılm ak tad ır) .

18

Page 20: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

radenize kadar, Küçük Asya’yı dolaşm ıştır ve önyargısız yaptığı gözlemleri, büyük önem taşım aktadır. Tarafsız insan, genellikle, Küçük Asya’da yaşayanların sustuğu şeyleri görüyor. Îbn i-B ib i ve Aflâkî, her günkü yaşam biçimine bakm ışlar, Îbn i- B atûta ise. Küçük Asya'da se­yahat ederken, b ir yabancıyı şaşırtan noktaları ön plana çıkarmıştır.

Aflâkî ve İbni - B atûta çağdaştırlar; ikisi de aynı dev­ri, çalışmalarına almışlardır. îkisi, bazan aynı anı (örne­ğin Ladik’te înanç Bey hanedanı egemenliğini) yansıt­m aktadırlar, ve onların bildirdiklerinin karşılaştırılm ası, sınıfsal yakınlığı olan bu kişilerin anlayışı için ilginç ol­m aktadır.

Hem Aflâkî, hem de îbni - Batûta, 14. yüzyılda, yani Küçük Asya’da Selçuklular devletinin dağılmasından son­ra ve îbn i - Bîbî’den yaklaşık elli yıl daha geç yazmış ol­salar da, b ir önceki devri anlamaya, bu ikisi yardımcı oluyor. Kuşkusuz, yapıtı, 14. yüzyılın ikinci yarısında. Küçük Asya'daki ortam ı açıklayan A. Astrobadi’yi ' (Me- nakıb) de dikkate almak yararlı olacaktır. Ve kuşkusuz, "Celâleddin Rumi'nin M ektupları” (1937 yılında Türkiye’­de yayımlanmıştır) ve Sipehsalar’m “Övgüye Değer îş- ler”i (Tersilat) (1901’de H indistan’da yayımlanmıştır) ay­nı şekilde araştırm aya değer.

Rum Selçukluları tarihi için, kaynaklar, henüz tü­müyle elde edilememiştir, ve belki de, Türkiye’deki kitap­lıklarda, hatta özel kişiler elinde korunan yeni elyazma- ları, b ir gün, araştırm acının önüne çıkabilecektir.

Ama, tüm bunlar, kaynakların yalnızca küçük b ir bölüm üdür. Benim için erişilmez olan kaynaklarsa, ya- rarlanabildiklerim e göre nicelik olarak ağır basmaktadır.^

21 B ezm u R ezm (1928 y ılın d a İ s ta n b u l’da K ilis li R ıfa t ta ra fın d a n yay ım ­la n m ış t ır ) ; bkz: ş im d i H. G ieseck e'n in ça lışm ası.

22 E lyazm ası ve b ir b ö lü m ü y le b a sılı, M ısır ve B a tı A vrupa ça lışm a la r ı.

19

Page 21: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ne var ki, Küçük Asya'da doğmuş ve ülkenin orta­mıyla smırlanmış İbni - Bibi, Aksarayi, ya da uzakta bu­lunsa da iyi enforme olmuş îbni - al Asir gibi müslüman tarihçiler, pek fazla kapsamlı olmamakla birlikte gene de tabloyu tam am lam akta, bazan komşu gözlemci hı- ristiyanlar tarafından düzeltilmektedir. Bunlar, ülkenin halk dili olan Türkçeyi ya da yazın dili olan Farsçayı bir kural olarak her zaman bilmiyorlardı, ama özel çıkarları, onları. Küçük Asya’yı böylesine hızla ele geçiren Türk- lere dikkatle bakmaya zorlamaktadır.

Hıristiyan tarihçiler, Türk boyları arasındaki iç sa­vaşımı, haçlı yürüyüşleri sırasında. Küçük Asya’da, halk­lar arasında oluşan karşılıklı ilişkiler ortam ını vb., ay­rıntıyla anlatm aktadırlar.

Erken dönemi —1. Haçlı yürüyüşü zamanını—, E r­meni Vakanüvist Urfalı Matfey iyi yansıtmıştır.^^ O, ola­sıdır ki, eski hıristiyanhğm anılarıyla dolu “kutsal” kent­te yaşamış, burada doğmuş ve ölm üştür (1144), Uzak gö­rüşlü patrik Grigori’nin (Öl. 1105) hayranı b ir keşiş ola­rak, o, olayları, inanmış b ir hıristiyan - monofistin bakış açısından inceliyordu. Urfalı Matfey, Haçlıların başarısız­lıklarını, işlenen günahlar ve adaletsiz işler yüzünden. Tanrı tarafından gönderilen b ir cezalandırma olarak açıklam aktadır; Tanrı, ölüm saçanları bozguna uğratır. Eğer, Tarent Prensi Boemund, Danişmend tarafından tu t­sak edilmişse, bu. Tanrı’nm hıristiyanları b ir cezalandır­ması demektir. Ama yaşam kendi bildiği yolda yürümek-

n ın lis te s i, P. K öp rü lü ta ra fın d a n verilm iştir : "A nadolu’da İslam iyet" , Edeı- b ly a t F ak ü ltes i M ecm uası, c. 2, 1922, s. 32. T ürk E d eb iyatın d a İlk M u tasav ­v ıflar, İ sta n b u l 1918, s. 213 - 218. Bkz: ayn ı yazarın , Les orig lnes de L’Em pire O ttom an , Paris, 1935, s. 23 (N lğd eli K adı A hm ed).

K u lla n ılm ış ^ a n (ve. H acı H alfa’dan görü ld ü ğü g ib i b ir b ö lü m ü y iten ) yazm aların lis te s i H am m er ta ra fın d a n ver ilm iştir [.Tos. H am m er. G esch ich te d es O sm an isch en E eic lıe s (G, O, R .) VII, pp. 545 - 50]. G ene b k z: W lttek 'in yuk ard a g österilen değerlen d irm esi.

23 B S cit de la prem lere croisade, tra d u it par E. D ulau rier. Paris, 1850.

20

Page 22: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tedir, ve yerli halk Avrupa'dan gelen zorbalar tarafın­dan zarara uğratıldığı zaman, —Türklerin can düşmanı olarak— o, din düşmanlarına çağrıda bulunm a düşünce­sini olabilir saymaktadır.

Ama, onun aktardığı rakam lar, genellikle abartılm ış­tır; örneğin. Sultan Kılıçarslan Davud, îznik’in Haçlılara karşı savunulması için, güya, 600 bin asker getirmiştir; ve giderek sayılar çok daha düşseldir. H orasan’dan An­takya’ya doğru 800 bin atlı ve 300 bin yaya hareket et­mektedir.

Antakya’dan Suriye’li Mihail (Yakubi patriği), Sel­çuklular tarihinin 12. yüzyıla değin geniş b ir dönemini va­kayinamesine almaktadır.^"* O, Selçukluların Küçük As­ya'daki ilk adımlarını, Malazgirt çarpışm asını da betim ­lemektedir, ve hemen burada, kişiliği ortaya çıkmakta­dır: Savaşkan Hıristiyan, Halkedon Konseyinin düşmanı olan Vakanüvist, usta sapmacılar olarak, Rumlara karşı kötülük isteyen b ir ruh yapısındadır. Erm enilerin adre­sine de, o, hoş olmayan sıfatlar kullanmaya hazırdır. Haç­lılar da hainlik içindedirler; o, Türklerden çok daha önemle sözetmektedir. Antakyalı Muhail'in sözlerine gö­re, Alparslan yengi kazanmıştır, çünkü Tanrı, iyilik yap­mak isteyenlere kulak vermektedir. Bu çerçevede, Erme- nileri kendisinden uzaklaştıran Bizans İm paratoru Ro­men Diyojen, Alparslan’ı ateşte yakma tehdidi taşırken, Selçuklu, tersine merham et göstermek istiyordu.

Suriyeli Mihail’in vakayinamesi, büyük önem taşı­m aktadır; o, belli ki, Küçük Asya’da ne olup bittiğini iyi İnlivordu. H. K ılıçarslan'ın yaşamının son günlerinde, kardeşler arasındaki iç savaşlardan, genellikle, çağdaşla­rının gözünden kaçan ilginç ayrıntılar ortaya koyarak Selçuklularla Bizans arasındaki savaşlardan vb. sözet-

24 C hronique de M lchel le Syr ien ... M itS c ... e t tr a d u lte par J . — Cha- bot. Paris, 1899.

21

Page 23: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mektedir. Kuşkusuz, onda da yanlışlarla karşılaşılıyor (Örneğin, Kutılm ış’ın oğlu Süleyman’ı Küçük Asya’ya, güya, Alparslan göndermiş, Süleyman, Konya’da beylik etmiş vb.).

Genellikle, H ıristiyan ve Müslüman yazarlar, aynı us­sal ve tinsel düzeyde bulunm aktadırlar; ancak Ermeni- 1er ve Suriyeliler, belki, Türklere karşı BizanslIların ol­duğundan daha hoşgörülüydüler. Onlar, BizanslIlardan daha içtendirler. Yapılarının incelmişliğiyle böbürlenen Bizanshlar, Sultan II. Kılıçarslan’ı bahsettikleri deyimle, "elmacıklı çirkini” olarak algılarken, kendilerini zorla­m aktadırlar.

H ıristiyanların ve Müslümanların, kendilerine özgü dar hayranlıklarından ileri gelen görüşlerindeki ortaklık, Moğolların Küçük Asya baskını sırasında, yeniden dışa vurm aktadır. Hem Erm eni tarihçiler (Keşiş Magahi, Ki- rokos), hem Arap îbn-al-Asir, Moğol zorbalıklarının deh­şetine uğramış olarak, Moğolların kişiliğinde, kutsal ki­tapların sözünü ettiği zalimleri görmektedirler.

Gürcü vakayinameleri^® teknik bakımdan, Ermenile- rin ve Suriyelilerin safdil vakayinamelerinden daha ol­gundur, ama bunlardaki söyleyiş biçimi, övünçlü ve tum ­turaklıdır ve sözler kuşku uyandırm aktadır. Bununla b ir­likte, Selçuklularla Kraliçe Tam ara ve onun ardılları ara­sında, daha çok düşmanca, hazan da dostça ilişkilerin doğduğu dönemler, yani 13. yüzyılın ilk yarısı için, bu kaynaklarda yararlı malzeme bulunabilir. Bunları Fran- sızcaya çeviren Brosset, hazan yanlış yapıyor: Örneğin, “Rum ” terimi, onda "Yunan” olarak veriliyor, "O rthoul” derken o, "Ortoki” anlıyor, ama bu "Toğrul” sözcüğünün bozulmuşu değil m idir?

Küçük Asya yazıtbilimi (epigrafi) henüz gençtir, ama

25 M. B rosset H isto ire de la G âorgien. Premi'ere partle, S t. P etersburg,1849.

22

Page 24: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Rum Selçukluları tarihçisi, artık bundan da yararlana­bilir.

Iran kültürünün hayranı Rum Selçukluları, toplum­sal binalar üzerindeki yazıtları, Arap dilinde yazmışlar­dır.

Konya’daki yazıtlara, galiba, ilk kez, Ş. Teksye ilgi göstermişti, ama bunların yorumlanması için, kentte, bil­gili kişi bulmaya çalışmak ,onun deyimiyle boşunaydı. Durum, ancak, 19. yüzyıl sonunda değişmiştir.

îyi eğitim görmüş b ir diplom at olan ve boş zaman­larını bilime veren, yaşamını “Ecole des langues orienta- les vivantes” de bitiren Cl. H uart, daha, demiryolu ula­şımı başlam adan önce, Küçük Asya yolculuğu sırasında, Konya’ya giderken, Rum Selçukluları tarihini aydınlatan yazıtlar toplam ıştır. Onun eski denemesi (1895),^ Selçuk­lu devleti toprağındaki yazıtbilim kalıtına, ilk genel ba­kış olarak, önemini sürdürm ektedir.

Eski arkadaşının örneğine öykünen Fransız konso­losu F. Grenar, Sivas için bazı çalışmalar yapmıştır.

On yıl sonra, Konya’daki Alman Konsolosu Löytved (1914 -1918 yıllarındaki emperyalist savaş sırasında Suri­ye’de ölm üştür), bölgede, konuyu bilen biri olan Abdul- kadir Hamidzade eşliğinde, kentin gömütlüklerini dolaş­mış ve yazıtlar toplam ıştır, ama onun yazıtbilim dene­m e s i,n e d e n se iyi bilinmemektedir. Gene de bunlar kü­çük rastlantısal çalışmalardı.

Küçük Asya yazıtlarının planlı toplanm asını ve in­celenmesini, İsviçreli bilim adamı Max von Berchem (1863 - 1921) üzerine almıştır.

Bilim adamlığı kariyerini, ilk halifeler zamanında toprak mülkiyeti ve toprak vergisi üzerine araştırm ayla

26 K ısa sü re sonra, E. B loşe 'n in to p la d ığ ı ya z ıtla r ın da yer a ld ığ ı “R evue S âm ltlqu e" de.

27 J . H. L öytved. K onia . I n se lır if te n der se ld sch u k lsch en B a u ten . Berlin , 1907.

23

Page 25: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

başlatan M. Fuad K öprülü’nün deyimiyle, "Müslüman ya- zıtbilimin kurucusu” Max von Berchem, 1910 yılmda, ka­rarlı olarak, Küçük Asya’ya yöneldi. Max von Berchem, Josef Strizygowski ile birlikte yazdığı Diyarbakır üzerine yazıtbilim plastik sanat monografisinde, fotoğraflanmış yazıtları yayımladı ve çözümledi.^® Daha önce, Küçük As­ya yazıtlarının incelenmesi, 1899 yılında Oppenheim ve 1907’de K. Lemann - H aupt tarafından akla getirilip esin­lenirken, Arapça yazıtlar için, anıt malzemelerin üçüncü bölümü, artık, özel olarak, Küçük Asya’ya ayrılmıştır.” Burada, o, İstanbul Müzeler M üdürü Halil Ethem ’in (EI- dem, öl. 1938) etkin yardım ını gördü.

Sivas’tan ve Divriği’den yazıtlar içeren ilk yayının de­vamı gelmek durumundaydı (ii inci yayında yalnızca dü­zeltmeler ve dizinler vardır): Max von Berchem de Kon­ya’dan, Niğde, Tokat ve galiba daha başka kentlerden de yazıtlar toplamış ve yayma hazırlamıştı. Birinci em­peryalist savaş sırasında, yayın, onun yazdığı biçimiyle "daha güzel zam anlara değin” ertelenmiş; daha sonra ise, ölümü, yılların emeğini, tümüyle kesintiye uğratm ıştır.

Küçük Asya Selçukluları tarihini ortaya koyan me­tinlerin yayıncısı T. Hautsma, ilk yayının değerlendirme­sini yaparken, hem kronolojik, hem etnografik, hem de tarihsel - kültürel sorunlara değinen çalışmanın çok yön­lü önemine işaret etmiştir.

Max von Berchem’in izinden, Türk bilim adam ları da yürüdüler. Jöntürk devriminden kısa süre sonra, 1910'- da kurulan “Türk Tarih Cemiveti” dergisinin sayfaların­da, yazıtbilim malzemesi (Halil Ethem ’in, Ahmed Tev-

2BMax von B erchem — J o se f S trygovskl. A m lda, H eldelberg, 1910, s. 99, n o t. 1, 3.

29Max von B erchem . M atSrlaux pour u n Corpus in scr lp tlo n u m arabiea- rnm . T ro lslim e partle . A sie M ineure par M ax von B erchem e t H aiti Edhem . M Sm olres publiSs par le s m em hres de l ’I n s t itu t fran çls d’arcâologl© or len ta le du Calre, t . X X IX , Le Caire, 1910-1917.

24

Page 26: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hid'in vb. makaleleri) yayımlanmıştır.Max von Berchem'in çalışma, arkadaşı Halil Ethem,

yapıları ve yazıtları yerinde inceleyerek, 1918 yılında, Kayseri üzerine, Selçukluların tarihine yetkin bakış içe­ren b ir monografi yayınlamıştır.^

Türkiye'de Kemalist rejim in yerleşmesinden sonra, Mübarek - Galib var olan Küçük Asya yazıtlarını yayım­lamaya niyetlenmiştir; belirtelim ki, (Ankara üzerine Mü­barek - Galib'in, Sivas üzerine Rıdvan - Nafiz ve İsmail Hakkı’nm, Kastamonu üzerine M. Becet'in hazırladığı, Si­nop'taki yazıtları Hüseyin Hilmi'nin topladığı) bu mo­nografiler değişik düzenlemeler özelliğindedir. Belirli, ke­sin b ir plan yoktur; ama yayımlanan yazıtbilim malze­mesi, büyük değer taşım aktadır.

Prof. İsmail Hakkı'nın (Uzunçarşılı) çalışmaları, Kü­tahya, Afyonkarahisar monografileri, iki cilt oluşturan yazıtlar vb., kuşkusuz başta gelmektedir.

Bir bölümüyle ben, Selçuklular devleti toprağında bulunan Küçük Asya kentleri üzerine monografileri de kullandım.

Kemalizmin yerleştiği sıralardan başlayarak, büyük gelişme gösteren yurtbilim i yazını (Küçük Asya kentle­rinin tanıtımı) da, herhalde, Selçuklular döneminde Kü­çük Asya üzerine düşünceleri tüm leştirebilecektir.

Ayrıca arkeografi malzemesi vardır, am a bunu bul­mak için büyük yetenek ve uzun çaba gerekiyor.

F. Babinger'in de yerinde olarak belirttiği gibi Sel­çuklu belgelerinden, yani "m eşhur"lardan Nikita Akro- polit ve Nikita Akominat gibi Bizans yazarları da sözet- m ektedirler. Sultan H. Abdülhamit'in hoşnutsuzluğunu üzerine çekmekten galiba korkarak susan "Osmanh Mü-

30 K ayseriye Şehri m ebani-1 İslâ m iy e ve k itabeleri, S e lçu k l ta r ih in d en bir k ıta , o n a lt ı ad et levh ayı havid ir. İsta n b u l, 1334. "K onya” d erg isin in M os­kova'ya gön d erilen bir sa y ısın d a n yargıya varab ild iğ im kadarıyla, burada, b ir in c i dereceden , değerli m a lzem e yer a lm ıştır .

25

Page 27: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

zeleri” Müdürü Halil Edhem vakfiyenin önemini iyi kav­rıyordu.

Max von Berchem şöyle yazıyordu: "Küçük Asya'da korunan vakıf belgeleri (actes de Fundation) bugüne ka­dar aranm am ıştır. Bunlar, azar azar, her yana dağılmış durum dadır ve mütevellilerin, sıradan köylülerin ve hat­ta kadınların elinde bulunm aktadır. Genellikle, parşöme­ne yazılmış ve uzun dürüler halindeki bu özgün belgeler, bunların orijinalleri ya da eski kopyaları, başka yerde çö­züm aranm ası boşuna olacak b ir dizi sorunun kavranm a­sını sağlayacaktır. Küçük Asya yazıtlarının ilk bölümünü basarken, yayıncıların elinde, Sivas, Divriği (ve Tokat) hayır kurum lan için vakfiye fotoğrafları bulunuyordu.^'

Küçük Asya’da, Selçuklular egemenliğinin başlangı­cını ve sonunu birleştiren iki belgenin var olduğunu be­lirtelim.

İran 'da, saray arşivinin muhafızı Abdal Kasım îvoğlu H aydar tarafından, 16. yüzyılda düzenlenen b ir derleme­de, Bizans İm paratoru Romen Diyojen'i bozguna uğrata­rak, Oğuz boylarına Küçük Asya yolunu açan Büyük Sel­çuklu Sultanı Alparslan'ın (galiba Küçük Asya'ya yöne­lik olmayan) b ir tezkeresi vardır.^ Bu belge, ne denli gü­venilir, bilmiyorum, (galiba, gerçekliği kuşkuludur). En azından, Selçuklu Sultanı III. Alâaddin Keykubad'ın Os­manlI Sultanı Osman yararına iktidardan "resm en” vaz­geçmesi b ir tarihsel çarpıtmadır.®

Gürcü vakayinameleri, ayrıca. Sultan Rükneddin'in kraliçe Tam ara'ya tum turaklı b ir m esajını aktarm akta-

31 M ax vo n B erch em e t H alil Edhem , A sle M ineure, s. 91, n o t. 1: s. 37, 38, 107 . 108.

32 V. B artold , H ranen iye dokuım entov v ı gosu d arstvah m u su lm an sk ovo V ostoka. Istor iya arh ivnovo dela klassIçeskoy d revn osti, v ı zap ad n oy Y evrope 1 n a m u sa lm an sk om V ostoke. pgr., 1920, s. 383.

33 R esm î yaz ışm a örnek leri “ln şa ” larda da, b e lgeler ortaya ç ıkarılab ilir . B kz: örneğ in . B ü yü k S elçu k lu İm paratoru S u lta n S an car'ın tezk eresi (M ate- r ia lı po is to r ll tu rk m en 1 T urkm enli, t. I, M—L., 1939, s. 315).

26

Page 28: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dır/'* ama, belli ki bu, Islâm a karşı nefret uyandırm ak isteyen dinsel ruh yapısında biri tarafından düzenlen­miş sahte b ir belgedir.

Eskiden beri, hem Doğuda, hem Batıda devlet belge­leri, uluslararası sözleşme ve anlaşmalar, hazine bölüm ü­ne yerleştiriliyordu; bunların güvenliği, böylece sağlanı­yordu. Arşiv karşılığı olarak, doğallıkla, "hazine” terimi de kullanılıyordu.^

Yazıcıoğlu Ali’nin de bildirdiği gibi, Selçuklularda, sözleşmeler, ant senetleri vb.® devlet senetleri, devlet hâ­zinesinde saklanıyordu, am a karışıklık ve başkaldırı za­m anlarında, bunlar, kolayca yitiyordu, asiler kendilerine gerekli olmayan kâğıtları atıyor ve yok ediyorlardı.

"Defterler” (nüfus, toprak sayım defterleri), "men­şu r” (bağış belgeleri), “vakfiyeler” (hibe senetleri) ekono­mi üzerine, tım arlar, bunların kapsamı ve bağımlı beyle­rin yükümlülükleri üzerine gerçek b ir yargı sağlayabilir­di; ama "divanların” arşivleri daha Moğolların Küçük As­ya’ya ilk saldırısı sırasında yok olm uştur ve ekonomi bel­gesinin kerpiç tabaka üzerinde saptandığı uzak dönemle­re ilişkin ta san la r bile, Selçuklular dönemine göre önem­li ölçüde daha tam ve açıktır.

Selçuklularda yönetim sistemini, genellikle eski dü­zenlemelerin kopyası olan Osmanlı devri yasaları, belge­leri, benzeşim yoluyla açıklayabilir.

Bu yönden, tarikat tekkelerinin yöneticilerinden çı­kan çağdaş kararlar da, tavsiye m ektupları da ilgiye de­ğer, çünkü uzun süre — 1914-1918 yılları arasındaki sa­vaşa değin— büyük toprak parçalarını üzerlerinde yoğun­laştıran derviş örgütleri, feodal yapının düzenlemelerini koruyorlardı.

34 M. B rosset. H lsto lre de la GSorgie, s. 463.35 V. B artold . H ranen lye dok uraen tov, s. 3.3ö Y azıcıoğ lu A li, III, 137: ‘‘S u k en d n am e ta m a m o lu p haziney® a ld ılar” ,

27

Page 29: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Aflâkî, daha 13. yüzyılda, feodallerin yaşantısını sa­ran ünvanları iyi görmüştü, dervişler için de, bunların saptanm asına kimse hayır demezdi. En azından, anıların­da yazdığına göre, b ir gün Sadreddin Konyevi’de topla­nan sufi - dervişler, Celâleddin Rum i’nin içrek düşünce­lerini tartışırken, ev sahibi haykırm ıştır; “Bayazid Bista- mi ve Cüneyd sağ olsalardı, o erin atının çulunu omuzla­rında taşırlardı!”

Derviş ayinlerinde (örneğin, Mevlevilerde), genellik­le sultanlık törenlerinin yansım aları görülmektedir; bu da doğaldır, çünkü derviş örgütleri, dinsel feodallerden oluşmaktadır.

Kısaca, Babıâli’nin arşivlerinde (İstanbul'da), Elyaz- m aları Kütüphanesi M üdürlüğünde (Ankara’da), Küçük Asya kentleri vakıf yönetimlerinde, bitmez tükenmez bel­ge koleksiyonları bulunm aktadır. Osmanlılar - öncesi dö­nem, Küçük Asya tarihini kavram anın anahtarı buralarda yatm aktadır.

1908 Türk devrimine kadar, düzensiz durum da bulu­nan bu arşivler, araştırm aya kapalıydı; şimdi, belgelerin b ir bölüm ü (bu arada, Küçük Asya göçebe Türkleri üze­rine olanlar da), yazılı anıtlar uzmanı, tarihçi Ahmed Refik (öl. 1937) tarafından çıkarılmış ve yayımlanmıştır, bu onun büyük hizmetidir; belgeler, 12. ve 13. jTİzyıllar Türk boylarının durum unu açıklıvor.®"

Amtyazı malzemesi, artık, Türk araştırm acılarının görüş alanı içinde bulunm aktadır; hatta vakıf yönetmem, özel b ir kılavuz kitap yayınlamaktadır; ama şimdilik, ya­yınlanmış olanların tümü, yalnızca Türkiye tarihini, onun sultanlık dönemini aydınlatıyor.

37 A h m et R efik . A nadolu 'da T ürk A şiretleri (9 6 6 - 1200), İsta n b u l, 1530. G örü n ü ştek i tek d ü ze lillg in e ve öznel seç im in e karşın , bunlarda, d ev le tin g i­derek artan ek on om ik k arm aşasın ın ü z ü c ü ta b lo su ortaya çıkm ak tad ır; h ü ­k ü m etin d ü şü n ces in e göre b u n u n su ç lu su , k öy lü lerin h u zu rlu ça lışm asın ı en g e lley en göçebelerdi.

28

Page 30: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Selçuklular devletinin yıkıntıları üzerinde doğan Kü­çük Asya beyliklerinin iç yaşamıyla ilgilenen Prof. İsm a­il Hakkı Uzunçarşılı, eski belgeleri araştırm aktadır; amao, şimdilik, yalnızca 14. yüzyıl, bunun ötesinde Karaman Beyliği vakfiyelerine ilişkin 15. yüzyıl belgelerini ortaya çıkarabilmiştir.

“Konya” (1936, No: 2, s. 127 - 128) dergisinde, Celâ- leddin Kara tay vakfiyesinin özet Türkçe çevirisi basıl­mıştı; ne var ki, belge, özensiz yayımlanmıştır; ne hibe senedinin düzenleniş tarihi, ne de bulunduğu yer göste­rilm iştir.

Yerel tarih çalışması için, arşivlerde korunan yazıt­ları ve belgeleri kullanm akta olan Konya Müzesi Müdürü M. Yusuf'un çabasında b ir um ut vardır.^

Küçük Asya ile canlı b ir ticaret yürüten İtalyan kent cum huriyetleri arşivlerinde, kuşkusuz, Selçuklular devri belgeleri (örneğin, ticaret sözleşmeleri) bulunabilirdi; ama bu, yalmzca kuram sal varsayımdır. Gene de, kısa süre önce, arşiv malzemesinden çok iyi anlayan Macar bilim adamı L. Fekete^'’ tarafından incelenen Venedik ar­şivlerinde, en erken dönem Türk belgeleri, yargıya varı- labildiği kadarıyla, 15. yüzyılın ikinci yarısına, Sultan II. Mehmed zamanına aittir.

Selçuklularda eski soy yapısının kalıntılarına ayırdı­ğım bölümde, tarafım dan “yerin dili” toponomi kullanıl­mıştır; Prof. M. Köprülü de"*" daha önce, toponomi ince­lemelerinin önemine dikkati çekmiştir.

"Sözcükler”den (Worte), yani belgelerden, ilgi, nes­nelere (sachen), yani Selçuklular devrinde kişisel ve top-

38 K onya M üzesi M üdürü M. Y u su f, ild e b u lu n a n m ü slü m a n an ıtlar ı ü zerin e yerel ta r ih i ayd ın la tm ak d u ru m u n d a bir ça lışm a h azırlam ak tad ır . Bkz: “B e lle ten ” (A nkara'daki T ürk T arih K u ru m u organ ı), I, 1937, 56, not. H. H ü sam ed d in (öl. 1938) dört c ilt lik "Am asya T arih i’'nde vak ıf malz'em esi k u lla n m ıştır .

39 Bkz: “L eveltari K özlem enyek", IV, 1926.40T ürkİyât M ecm uası, c. 1, s. 194.

29

Page 31: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lumsal yaşam biçiminin som ut göstergesi olarak, maddî kültüre geçmektedir. Türkiye'de bu ilgi, yalnızca Küçük Asya Selçuklularının eski başkentini değil, taşsarayı da sarm aktadır: Niğde'de nesnel anıtlar, müzeye dönüştürü­len "Akmedrese"de toplanm aktadır. Sahib - ata (Sahib Ali Fahreddin) tarafından yaptırılan ve 1937 yılında res­tore edilen Kayseri'deki Sahibiye Medresesi'nde, aynı şe­kilde, Selçuklular devri nesnel anıtları (yazıtlar, Frizler vb.) toplanm aktadır. Kuşkusuz, bu, henüz ilk biriktirm e aşamasıdır.

Sikke koleksiyonculuğu alanında, daha devrim önce­sinde, İstanbul müzelerinde korunan Selçuklu sikke ko­leksiyonlarını anlatan Galib Edhem, A. Tevhid (öl. 1940), Halil Edhem gibi Türkler, büyük katkıda bulunm uşlar­dır.'"

Eski gezginler, zamandan mıdır, bilisizlikten midir, kısa sürede ilk görünümlerini yitiren ya da tümüyle kay bolan, Selçuklular devri anıtları ortaya çıkarmışlardı Bunlar arasında, belki, ilk yeri, 19. yüzyılın 30'lu yılların da Küçük Asya’da bulunm uş olan Ş. Teksye tu tm aktadır Daha önceleri, gezginler (Fellow, Arundell), silahlı koru ma altında seyahat ettikleri ve dönüşte, yaşadıkları kor kulan anlattıkları halde. Yeniçeriliği kaldıran Sultan II Mehmed'in enerjisiyle, halkın yabancılara karşı davranış larm da meydana gelen olumlu değişiklikler sayesinde, Teksye, birkaç yıl boyunca ülkeyi dolaşabilmişti.

Bir zamanlar, bilim için, Fransızlar tarafından orta­ya çıkarılan anıtsal yapılar (camiler, medreseler, kervan­saraylar vb.), şimdi, İstanbul'daki Fransız Arkeoloji Ens­titüsü ve buranın m üdürü A. Gabriel tarafından yeniden yoğunlaştırılmış olarak İncelenmektedir.

41 K uşku suz, s ik k e k o lek siyon ları da bazatı kar ışık lık doğu rm aktad ır (örneğin , bkz: H alil Edh-em, A sie M ineure, p. 95). M en teşeler üzerin e özen il bir m o n o grafin in yazarı P. W ittek ’te de k oron o lo jik ayrılık lar ve y a n lış lık ­lar görü lm ekted ir .

30

Page 32: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Küçük Asya’da Selçuklu devri anıtlarının (Fr. Zarre tarafından kurulan) incelenmesi, ta rih -arkeo lo ji çalışma­ları yazarı, plastik sanatlar araştırm acısı A. Gabriel’e, Selçuklu mimarisine özgü çizgileri belirleme olanağı sağ­lamıştır; o, İstanbul'daki II. Tarih K ongresinde (1937) bunu dile getiriyordu.

Aynı kongrede, antropolog Prof. Şevket Aziz Kansu, Selçukluların ve Küçük Asya’nın Türklerden önceki hal­kının antropolojik birliğini kanıtlam aya çalışmıştı; soru­nu ilk kez ortaya koyarken, o, konuyu. Küçük Asya’da, Türk boylarının oldum olası bulunduğu, ülkenin köklü halkı olduğu bakış açısından incelemektedir.

Heykelciliğin, "küçük sanatın” (Kleinkunst) kavran­ması için de, şimdi, sağlam b ir temel atılm ıştır (H. Glück ve Fr. Sarre).

H am m er’in ve D’Osson’un eski çalışmaları, büyük de­ğerini sürekli koruyan gerçek malzeme içermektedir. On­ların kullandıkları elyazma kaynaklarının b ir bölümü, bu­güne değin de, henüz elde edilememiştir.

Osm anhlar öncesi dönem. Küçük Asya tarihinin baş­langıç belirtilerine çok yanlı değinen, İstanbul Üniversi­tesi Profesörü (şimdi Ankara Üniversitesi DTCF Profesö­rü ve Büyük Millet Meclisi milletvekili) M. Fuad Köprü- lü'nün çalışmaları, Türklerin göründüğü andan başlaya­rak Küçük Asya’yı araştırm a tarihinde b ir devrim gerçek­leştirmiştir.'’

42 D ah a 1915 y ılın d a (sü re li ya y ın ‘‘M illi T etebular"da) gen ç b ilim ad a­m ın ın , R u m S e lçu k lu lar ı d ev let ve to p lu m y a şa m ın ın tü r lü y an lar ın ı k ap ­sayan b ir m ak a les i ç ık m ıştı. Sonra da, Ü n iversite organ ı “E d eb iyat F a k ü l­te s i M ecm u ası” (1922'den başlayarak) sayfa ların d a , sade d ille y a z ıla n "Tür­k iye T arih i” k ita b ın d a (1923 y ılın d a , “T ürk H alk ların ın T a r ih r 'n i içeren, y a ln ızca İlk b ö lü m ü ç ık m ıştır ) , M ltte ilu n g en zur O sm an isch en G esch ich te (M. O. G .), K örösi Csom a - A rch lv (KCSA) g ib i B a tı A vrupa dergilerinde, İ sta n b u l T ü rk o lo ji E n s titü sü organınd a, F. K öprülü , K ü çü k A sya'n ın O s­m anlIlar ö n cesi d ön em in e ilişk in in ce lem eler in i sürd ü rm ü ştü r. Ve en son u , b a şlığ ı isa b ets iz o la n “B izan s K u ru m la r ın ın OsmanlI K u ru m la n n a E tk isi Ü zerine N o tla r ’’ (T ürk H u k u k ve İk tisa t T arih i M ecm uası, I, 1931, ss.

31

Page 33: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Her şeyden önce o, Doğuda olduğu gibi Batıda da bi­linmeyen taze malzeme devreye sokmaktadır. O, Küçük Asya tarihinin karm aşık sorunlarını (toplumsal - ekono­mik, siyasal, kültürel, dinsel, yazınsal vb.), ince çözümle­mesiyle, yalnızca joırttaşı olanları değil, Batı Avrupalı araştırm acıları da aşarak yeni b ir yöntemle aydınlatm ak­tadır. Ancak, Savları pekiştirm ek durum undaki çalışma­lara sık sık yapılan gönderme ve imalar, varlığı açıkla­nan, ama on yıl geçtikten sonra, hâlâ küp dibinde yatan çalışmalara yapılan göndermeler rahatsız etmektedir.

Çoktandır, Küçük Asya tarihiyle uğraşan, İstanbul Üniversitesi Doçenti Mükremin Halil, Küçük Asya Selçuk­luları devrine giriş niteliğinde “Anadolu’nun Fethi”'' de­nemesini yayımlamıştır. Yalnızca basılı olanlardan değil, elyazma Doğu kaynaklarından da yararlanarak, o, Sel­çuklular yönetimindeki Türkmen (Oğuz) boylarının 11. yüzyılda Küçük Asya üzerine İsrarlı akm larm ı anlatm ış­tır. Mükremin Halil, yeni malzeme kattığına göre, Bizans

165 - 313, özeti. "VII. CongrS In tern ation a l des scienoes h ls to r lq u es”, 1933, I, (ss. 297 - 302’de) ça lışm asın d a , d ah a önce, o n u n ta ra fın d a n ya z ıla n la r ın k en ­d in e özgü b ir to p la m raporu gerçek leştir ilm iştir . Rapor, ku şk u su z, y irm i y ıl ön ce o ld u ğu n d an çok dah a o lg u n lu k ve d er in lik ortaya k oym aktad ır. B i­za n s'ın O sm anlI d ev le tin e e tk is i k on u su n d ak i yayg ın k a n ıy ı çü rü terek , o, b u n u n yan ısıra K ü çü k A sya S e lçu k lu la r ın ın k u ru m lar ın ın k arak ter in i or­taya koyuyor. Ama. eğer B izan s’ın O sm anlIlar ü zerin e 14. yü zy ıld a doğrudan e tk is i d ü şü n cesi d ışlan d ıysa , R um larla yan yan a yaşayan T ürk lerin 15 -1 6 . yüzy ıllarda , ön ce lleri R u m S e lçu k lu lar ı ta ra fın d a n öğeleri b en im sen m iş ya ­ban cı k ü ltü rü n e tk is in d en ken d ilerin i k oru yab ild ik ler in i varsaym ak g ü ç ­tür. M. P. K öprülü , h er şeye karşın , R u m ların sonrak i e tk is in in kap sa ­m ın ı ve ö lçü ler in i s ın ır lan d ırm ak istem ek ted ir (örneğin , bkz: s. 278). G e­nel olarak, ö ğ ü t verici —b azan gururlu— a n la tım b iç im i en b ü y ü k ça ğ ­daş T ürkolog - d ilb ilim c in in , yaz ın araştırm acısı ve ta r ih ç in in ça lışm a la ­r ın ı o k u m a n ın iy i iz le n im in i bozm ak tadır. 1935 y ılı bah arın da, P aris'te d ü zen len en "Türk H aftası" n d a Prof. K öprülü , 13 -1 5 . yü zy ıllard a K ü çü k Asya'da T ürk lerin ta r ih i üzerin e üç b ild ir i ok u m u ştu r (İsta n b u l’dak i F ran ­sız A rkeoloji E n s titü sü tara fın d an “L es orig in es de l ’Em pire O ttom an" . Avec. prâfaoe de J. C hariety , Paris, 1935, b a şlığ ıy la yay ım lan m ıştır . B urada o, u z u n y ıllar a lan in ce lem eler in in so n u ç la r ın ı özetle sadeleştirm ekted ir .

Bkz: V. V. B arto ld ta ra fın d a n d ü zen len en "Zaplska ob u ç y o n ıh tru d ah K ö p r ü lü -z a d e F uad - beya" (Izvestiya A kadem ii N auk, 1925, s. 8 9 5 - 898).

-(3 T ürkiye T arih i S e lçu k lu Devri. I, A n ad olu ’n u n F eth i. İsta n b u l, 1934.

32

Page 34: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tarihçileri ve Avrupa araştırm acıları tarafından, taze Türk kalabalıkları ve köhne Bizans arasındaki savaşımın anlatılm asına düzeltmeler getirmektedir. M ükremin Ha­lil’in çalışmasında toplumsal sorunların aydınlatılması bana yüzeysel görünüyor. Böyle olmakla birlikte, Mükre­min Halil'in direşkenliği ve heyecanı, dört bölümde dü­şünülmüş çalışmasının devamını sabırsızlıkla beklemeye isteklendiriyor.

Türkler için Selçukluların tarihi, yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda b ir ulusal ve siyasal sorundur. Tür­kiye'de n . Tarih Kongresi’nde (1937) "Acaba İslâm dün­yasındaki çözülmenin nedeni Selçuklu fethi m idir?” so­rusunu ortaya atan Prof. Şemseddin Günaltay, Avrupa’­da, E. Renan zamanından beri yerleşmiş olan eski anla­yışı yıkmak istiyor. O, Selçukluların, Abbasi halifelerinin sarsılan tahtım desteklediklerini ve devletin toprakların­da toplumsal düzeni, vicdan özgürlüğünü vb. yerleştirdik­lerini kanıtlam aya çalışmaktadır. “Türklerin centilmen­liği, Haçlılarda Roma kilisesinin kışkırttığı gaddarlığı yok etm iştir. Uzun b ir dönem boyunca. Haçlılar, Doğu kül­türüyle yan yana bulunm uşlar, ve bu. Batıda, Rönesans için zemin hazırlam ıştır.”

Genel olarak, doğu dillerinde, özellikle Türk dilinde yazılan çağdaş çalışmaların bilinmesi, Küçük Asya tari­hini araştıran herkes için zorunlu koşuldur.

Bizde, Sovyetler Birliği'nde, de, Selçuklulara karşı ilgi uyanm aktadır. Ama, "Selçuklu devletinin iç kurulu­şu” konusunu ele alan anonim yazar, şematizme kapıl­m ıştır^ ve tek tek doğru notlara rastlanm akla birlikte. Küçük Asya Selçuklularında oluşan gerçek, somut orta­mı anlatmayı başaram am ıştır.

"Oçerki po istorii Turkmenii VIH - XV yy" çalışma-

44 S e lçu k D e v le t in in D a h ili K u ru lu şu n a D air. B akû, 1930. (A zerbaycan D ev let B ilim se l A raştırm a E n stitü sü y a y ım ).

33

Page 35: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sini hazırlayan Prof. A. Y. Yakubovski de, bu müslüm an hanedanının incelenmesinin önemine ilgi göstermiştir. Onun çalışmasının "Selçukidskoye dvijeniye i Turkmem V I XI veke” bölümü, Küçük Asya Selçukluları tarihine kendine özgü b ir giriş niteliğindedir ve sonradan Küçük Asya’da yerleşen feodal ilişkilerin başlangıç belirtilerini ortaya koymaktadır.

Doğu ile Batı arasındaki yol ağzında yer alan Sel çuklularm tarihi için, daha geç dönemlerden de olsa. Do ğu-m üslüm an (îbn-al-Asir, Abul-Fida, Ibn-Haldun, Cena bi, Hondemir, Münecimbaşı), Doğü-hıristiyan (Bizans, E r meni, Suriye) kaynaklarının özenle incelenmesi zorunlu­dur. Ve, örneğin, Suriyeli Mihail ya da Dominikan keşişi misyoner Simon’dan duyduklarını kaydeden Vensan de Bove (Vincentius Bellovacensis) vb. bazan Selçukluları şahsen tanıyan —haçlı seferlerine katılmış— kişilerin yazdığı anılardan oluşan Batı Avrupa kaynaklarının göz önünde bulundurulm ası gereklidir.

Cl. Cahen, Moğollardan sonraki dönemde Selçuklula­rın tarihine ışık tu tan Îbn-Şeddad, Beybars Mansuri vb. daha geç Arap kaynaklarından, şimdiye değin olduğun­dan daha ayrıntılı b ir seçme yapmayı önermektedir.'^

Bugün, Rum Selçukluları tarihi yazmak isteyecek olanın önündeki zorunluluklar artm ıştır.

Ve, bizantinistlerin ve türkologların, Küçük Asya’­nın araştırılm asına yönelik bilimsel işbirliğini düşleyen Prof. F. Babinger de haklıdır. Ancak ben, "türkologlar” sözcüğü yerine "doğubilimciler” sözcüğünü koyardım, çünkü yalnızca Türk dilinin bilinmesi yetersizdir, eski Türklerin dediği gibi, “üç dilin” bilinmesi gereklidir.

Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra. Küçük As­ya'da kurulan em irliklerden biri üzerine monografi yaza-

45 Cl. C ahen. Q uelq ues tex te s n^gll^^s con cern an t les tu rco m a n s de R ûm au m o m en t de l ’İnvasion m on gole, B yzan tion , t . X IV , 1939, s. 139.

34

Page 36: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rı P. W ittek, Bizans ve Türkiye sorunlarını iyi bilen baba ve oğul M ortm ann’ların geleneklerini sürdürm ektedir. Başlangıçta, İstanbul’daki Alman arkeoloji Enstitüsü gö­revlilerinden olan Wittek, Belçika'ya yerleşmiş ve Brük­sel Üniversitesi’ne bağlı olarak “Türkoloji sem inerleri” düzenlemiştir. Londra doğubilimciler kongresinde, Bi­zans - Selçuklu ilişkileri üzerine rapor sunm uştur.

O, Selçuklular devrinde Küçük Asya coğrafyasıyla uğ­raşmıştır."*^ 12. yüzyılda Küçük Asya’nın içine düştüğü çetin dönemlerin yetkin çözümlemesi, onun, hem müslü- man, hem de hıristiyan kaynaklarından yararlanarak Bi­zans ve Konya arasındaki karm aşık karşılıklı ilişkileri aydınlatabileceğini, Selçuklu devletinin sınırlarını sapta­yabileceğini düşünmesine olanak vermektedir. 1936 yılın­da Sorbon'da verdiği konferanslar ise, Rum Türkleri üze­rine tasarladığı monografinin başlangıcı olan “iki bölüm ­den” oluşmaktadır."*^

Burada belirtelim, Rum Selçuklularının tek başına önemini reddeden P. Wittek, Selçuklular tarihini, Bizans’­ın ya da Türkiye’nin tarihini açıklayan geçici, yardımcı bilgi dalı olarak görmektedir.

Selçukluların tarihi, kısa süre önce Prof. H artm ann’- ın'*® dile getirdiği gibi. Küçük Asya tarihinin "düzensiz” dönemlerinden biridir.

A. D. M ordtm ann’ın Anadolu’dan m ektuplarım yeni­den yayımlayan F. Babinger, b ir Selçuklu Siyasal tarihi konusunda hayıflanıyor;"” sikke koleksiyonları ve yazıtbi- lim, bu amaçla, b ir kronolojik taslak için, artık, sağlam temel sağlasa da, böyle b ir çalışma yoktur.

4t) P. W lttek . V on der b y z a n tln lsch en zu r tü rk isch en T oponym ie. B yzan - t io n , t . X , 1935, s. 11 - 64.

47 p. W ittek . D eux ch ap itres de l'h isto lre des tu rces de R oum . B yzan tlon , t. X I, 1936, s. 285 - 319.

-« P . W ittek 'ln M en teşe B ey liğ i k on u su n d ak i m o n o g ra fisi ü zerin e değer­len d irm ed e (O rien ta listisch e L itera tu rze itu n g , 1935, s. 320).

49 A. D. M ordtm ann. A n a to llen . H annover, 1925, V orw ort, s. 4.

35 %

Page 37: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Daha Fr. Wilken, Selçuklu sultanlarının tarihinin de, Dükanj zam anlarında, yani 17. yüzyılda olduğu gibi, ka­ranlık, boşluklarla dolu ve o denli karm aşık olduğunu gözlemlemişti, ve Rum Selçuklularının sözkonusu olduğu her durum da, bu hüzünlü gözlem yinelenegelmiştir.

Ş. Teksye (1845 yılında), Lagus (1854 yılında), Ha- u tsm a (çeyrek yüzyıl içinde iki kez, 1883'te Yazıcioglu Ali'nin bulunuşunu duyururken ve 1910'da Max von Berc- hem, Halil Edhem yazıtlarını değerlendirirken), Le Strenç (1884), ensonu R. H artm ann (1928), tüm ü de kendine gö­re yakınm aktadır; herşey, Wilken'in yargısının 20. yüzyıl­da da geçerliğini sürdürdüğünü doğrulam aktadır.

Ne var ki, şimdi büyük gelişmeler belirmeye başla­mıştır; Doğudan ve Batıdan ortak çabalarla. Küçük As­ya tarihinin unutulm uş köşesi aydınlanmakta ve berrak­laşm aktadır.

Tek b ir deyişle. Küçük Asya Selçuklularının araştırıl­ması çeşitli bakış açıları altında genişlemektedir; gide­rek b ir monografi için malzeme toplanm aktadır; böyle b ir çalışma, “müslüm an Doğunun” tarihinde onların ye­rini saptayacak ve, hıristiyanlığa mensup halkların kül­türünü, sanki yalnızca Doğu halklarının —Türklerin, Mo­ğolların— yıktığı yolunda, bazan ulusal tarihçilerin taraf- çıhkla aşıladığı suçlamaları, onların üzerinden kaldıra­caktır.

Gene de, bu Giriş Bölümü, benim bitmemiş, sözün yansında kesintiye uğrayan, bazan da sorunları ortaya koymaktan açıkça kaçınan solgun denemelerimin, bağım­sız bölüm lerinin sağladığından daha fazla şey vaadedi- yor.

36

Page 38: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

BİRİNCİ BÖLÜM

Küçük Asya’da Türkler ■ Selçuklu Yayılması - Bizans - Haçlılar - Danişmendler - Gürcistan -

Denize Doğru H areket - Gücün Doruğu

Küçük Asya’da, Türk boylan, Selçuklulardan' çok önce, daha 8 -10. yüzyıllar arasında yayıldılar. Buraya, eskiden beri halifelerin gözleri çevrilmişti. Arapları, Bi­zanslIlardan çoktandır ayıran askerî bölge, Antakya’dan M araş'a ve Malatya'ya geçmiş bulunuyordu. Halife H arun

1 is im e tim o lo jis i T ürk iye'de d e d ik k atler i çek m eye devam ediyor: ö r ­neğ in , "Türk T arih K u ru m u ” d erg isi “B elle ten '’ (III, 1939, s. 377 - 384)'de, D il ve T arih , C oğrafya F a k ü ltes i profesörü M acar b ilim adam ı L. R âson y i'- n in b ir m ak a lesi yaym lan m ıyor. Y azar b a şla n g ıç ta esk i kayn aklardan yo la çıkarak " S elçu k ’' sö zcü ğ ü n ü n te la ffu z u n u saptıyor. O, P am lr’ln k u ze y b a t ı bö lü m ü n d e, K arateg in ’de dah a 9. yü zy ıld a O ğuzların y a şa d ığ ın ı, b u n la n n (1878'de O şan i'n in b u ld u ğu ) S e lta u b u zu lu n u b ild ik ler in i ta h m in ediyor. "S elçu k ’' adı: 1) "Sel’' sö zcü ğ ü ve T ü rk m en ce k ü çü ltm e ek i “çu k ” b ir leş- m esindeiı, 2) ya da doğrudan coğrafya a d ın ın k iş i ad ına, ve b oy ad ın a d ön ü şm esin d en doğm uş o lab ilir; İcrş: ta r ih se l b ilg i; W. B arthold . 12 V orle- su n g en üb er d ie G esch ich te d«r T ü rk en M ltte la s ien s . B erlin , 1935, s. 101.

37

Page 39: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ar Reşid zamanında, bu çevrede tahkim at yapılmış, Suri­ye'de "askerî bölgeler" oluşturulm uştu. Horasan’dan sev- kolunan Türkler, Tarsus ve Erzurum ’un Doğusu boyunca geniş alanda, yani Küçük Asya’nın güneydoğu bölüm ün­de yerleşmişlerdi. Küçük Asya’nın Selçuklular tarafından ele geçirilmesi böyle hazırlanmıştı.

Küçük Asya’nın Türkleşmesi, Oğuzlardan çok önce başladı. Kalaç, Karluk, Kanglı, Kıpçak boyları, çoktandır ülkenin yerli nüfusundan sayılarak benimsenmişlerdi.

11. yüzyılın başında, Selçuklu soyundan önderler ko­m utasında, Oğuzlar, yığınlar halinde. Küçük Asya’ya akın ediyorlar. Kentlerini sağlam laştıran Bizans, artan b ir ıs­rarla saldıran Türklerden, duvarlarla korunmaya çalışı­yor. Türkler, Bizans’ı doğudan (Malatya), güneyden (Tar­sus) ve kuzeyden (Erzurum) "uç” denilen ileri sınır ka­rakollarıyla kıskaca alıyordu.

BizanslIlar, devletin doğu ve batı uçlarında Türkler­den savaşçı yığınlar toplamışlardı; sınır bekçileri görevini yaparak yönetim tarafından okşanan bu Türkler, ülkeyi göçebelerin akm m dan koruyordu.

Ama tüm bunlar başarısızdır: Bizanslı kom utanlar, yenilgilere uğrayarak ve bölgeleri teslim ederek batıya, Kızılırmak kıyısına çekiliyorlar. Cephe gerisinde, İm pa­ratorların Bizans birliklerinde hizmet eden Türkler (peçe- nekler, guzlar vb.) üzerine hesapları da çöküyor.^ Ayrı Türk boyları, kendi aralarındaki soy bağını desteklemek­te, karşılaşm a durum unda, aralarında çağırışıp seslen­mektedirler: Malazgirt önündeki savaşta (1071 yılı) Guz-

— C. B rockelm aım . T uran. 1918, s. 403, n ot. 1. T erim in yen i b ir yoru m u N. Y. M arra'da (O lln g v lst lçe sk o y poyezdke vx vostoçn oye sredlzem nem orye. M. — L. 1934 g„ s. 106). T ürkler b u g ü n b u sö zcü ğ ü “selçu k , S e lçu k ller b i­ç im in d e söylüyorlar. B esim A ta lay (Türk B ü yü k ler i ve T ürk Adları. İ s ta n ­b u l, 1339 h ., ss. 74 - 75) " K âin at'’ yazarı M eh m ed’den ‘'selçlk" form u n u aktarıyor; ayn ı Şekilde, U şak y a k ın ın d a S elçik ler köyü vardır.

2 Selçu k lu lard an ön ce K ü çü k Asya'da O ğuzlar k on u su n d a bkz: P. K öp ­rü lü , T ürk E d eb iya tın d a İ lk M utasavvıflar . İ sta n b u l 1918, ss. 205 - 206, n o t 1.

38

Page 40: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lar, yani Oğuzlar, karşılarında bulunanların aynı soydan olduklarını görünce, Bizans İm paratoru Roman Diojen'e ihanet ettiler.^

Doğuda gürültülü yankılar bulan Malazgirt - Mancı- kert’teki yengi, Küçük Asya'yı Selçuklulara teslim etti. Oğuzlar, ülkenin derinlerine doğru, kolayca ve hızla yol aldılar. "Akıncı” kolları, zaman zaman çığlar halinde, Ka- ladeniz Boğazı’na, Bizans’ın başkenti İstanbul’un kapıla­rına dayandılar.

Bununla birlikte, Bizans, Selçuklular karşısında çok daha önceden geri adım lar atm ak durum unda kalmıştı: 1050 yılında Bizans İm paratoru Kostantin Monomah, Bü­yük Selçuklu Tuğrul Bey’e minnet işareti olarak İstan­bu l’da b ir cami kurdurm uş ve din adamı kadrosunu sağ­lamıştı.

Roman Diojen’in bozguna uğram asından sonra Bi­zans, bozkır Oğuzlarının gücünü kesin olarak duyumsu- yordu.

Devletin genişletilmesi planı, daha ilk Selçuklu ta­rafından belirlenmişti. Vezir Nizam-ul-Mülk-ün arka çık­masıyla, Büyük Selçuklu Melikşah tarafından korunan Kutılmışoğlu'* Sultan Süleyman, Rum’a gönderilmişti. O, batıda İznik'i, Suriye’de Antakya’yı işgal etti.

Sık sık, Türkleri yardım a çağıran Bizansh kom utan­lar arasındaki anlaşm azlıklar sayesinde, Süleyman, hızlı askerî başarılar kazandı.

Arap tarihçilerinin verdikleri ünvanla, "Anadolu Fa­tihi” Süleyman, Anadolu üzerinde egemen oluyor, ve Bi­zans İm paratoru Aleksi Komnin, b ir anlaşm a yaparak

3 V. R ozen . A rabskiye sk azan iya o p orojen il R om ana D logen a A lp-A rs- lanom . ZVO, 1. s. 193. P. K öprü lü , A n ad o lu ’da İslam iyet, s. 39, n ot. — Bkz: C. C ahen, L a cam pagn e de M an tz lk ert d'aprfes les sou rces m u su lm an es. B yzan tfon , t. IX , s. 613 _ 642.

4 P . W ittek , nedense, " K u tlım ış’' şek lin d e o k u m a k ta ısrar ediyor, am a b u şek il b en im İçin an la ş ılır degll.

39

Page 41: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Drakon ırm ağına (sakarya) kadar uzanan toprakları (bu­günkü Kocaeli - İzmit ili) ona bırakıyor.®

Küçük Asya’da Selçukluların yerleşmesi konusunda incelemesinin bilançosunu yaparken bizantinist Laurent, “ 1081 yılında Rum Selçuklu Sultanlıgı’nm var ve başken­tinin tznik olduğu, ve Süleyman'ın kurucu ve ilk hüküm ­dar olarak başta bulunduğu” sonucuna varıyor.*

İznik’te yerleşen Selçuklular bu yolu işgal ederek İstanbul ile Küçük Asya (ve başlangıçtan beri bakışlarım çevirdikleri Suriye) arasındaki bağı koparm ak istiyor­lardı.

325 yılında 1. Ekümenik Konseyde canlı inanç sim­gesi ilan edilmiş olan Iznik’in işgali, uzun b ir süre için Hıristiyanların düşlerini yıkmıştır. Ortaçağın dekoratif egzotikle dolu şövalyelik rom anlarında, çok eskiden beri, İznik Sultanı Soliman betimlenegelmiştir.

Artık Selçuklular, Küçük Asya’ya sağlamca yerleş­mişlerdir. Onlar, artık, b ir yerden diğerine dolaşan ve özel olarak otlak aram akla uğraşan göçebeler değildir. Devletin kurulm asını düşünmektedirler; Sultan Mesud, daha önce, Süleyman tarafından 1077 yılında ele geçiril­miş olan Konya’ya yerleşir, kent, Selçuklu devletinin baş­kentidir.

11. yüzyılın sonuna doğru, Bizans, artık yardımsızdı, ve onu, rakipleri arasına düşmanlık tohum lan eken us­taca oyunları kurtarıyordu. Onun bulunduğu yeri, b ir an önce işgal etmeyi düşünmeyen kim vardı? Nikifor Vata- n io t’un yetiştirdiği Türk korsan Çaha, İstanbul’a karadan ve denizden saldırm ak istem ektedir (1090), güçlü b ir do­nanm ası da vardır; örneğin, Trabzon’daki Grigoriy Ta-

5 Su riye li M ih a il’in b e lir tt iğ in e göre (E., J . C habot, III, 172) T ürkler, ta r o lt’i de, k en d ileri ele geçirm işlerdir.

6 J . Laupent. B yzan ce e t l'or ig in e d u s u lta n a t de R oum . M âlanges Charles D ieh l. P rem ier vo lü m e. Paris, 1930, s. 142.

40

Page 42: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ronit gibi özel valiler, im paratorluğun düşm anlarını Kü­çük Asya’da toprak ilhakına kışkırtarak ihanete niyetleni­yorlar. Tahtta hızla görünüp yiten hanedanlar ya da tek b ir hanedanın üyeleri arasında boğuşma yürürlüktedir, ve iddia sahipleri, karşıtlarını darbelemek ve yok etmek için, her yola başvurm aktadırlar; Bizans’ın kendisine yar­dıma çağırdığı haçlılar, silahı o’na çevirmektedirler; Kü­çük Asya’da, Türk devlet oluşumları serpilmektedir. Bü­yük Selçuklu Alparslan, Küçük Asya’da ilerleyerek Bi­zans topraklarım kom utanlarına dağıtmayı başarmış, böylece, onlar, 11. yüzyıl sonunda, tüm Orta Anadolu’yu Erm enistan’ı, Gürcistan’ı kendilerine bağlam ışlardır, yal­nızca kıyı kentlerin yönetimi Rumların elindedir. Tüm bunlar da Bizans’ın düşm anlarıdır. Tümü, Rumları uzak­laştırm ak istemekte, ve böylece, eninde sonunda, Selçuk­luların Bizans topraklarında kök salmasına yardımcı ol­m aktadırlar.

Küçük Asya'yı, böyle hızlı ve yengiyle yayılarak ge­çen Selçuklular, İznik’te niçin takılm ıştır? Yoksa, Hora­san’dan taze güç akım geçici olarak durmuş m udur? Yok­sa, onlar burada, İstanbul’un işgalinin devletin sonu ola­cağını kavrayan Bizanslı kom utanların direnişiyle mi karşılaşm ışlardır? Küçük Asya, Selçuklulara, batıda yal­nızca b ir set olarak gerekliydi de, baştan beri, gözleri, güneye, Yerussalem'e mi dikilmişti? Yoksa, daha sonra, 13. yüzyılın ilk yansında oluşan dünya ticareti, dünya egemenliği konusundaki planları tam belirgin değil mij^- di?

Galiba, burada hepsi birden etkiliydi. Şurası kuşku­suz ki, “Türk tehlikesi” gerçekti, k ritik b ir anı yaşıyor­du, ve im parato r Aleksi’nin Papa’ya hitaben gönderdiği mesaj, Bizanslıların pek meraklı oldukları gözyaşı dolu letorik egzersizlerinden biri değildi, bu mesajda, devlet tarafından bilinçle duyulan tehdit, açık olarak ortaya çık­

41

Page 43: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

m aktadır. Haçlı seferleri, Bizans’ın başkentinden Selçuk­luların elini çektirdi; Bizans İstanbul’unun düşüşü, Sel­çukluların ardılları Osmanlı Sultanlarına hazırlanm ıştır.

Başlangıçta, Bizans, kendine yalnızca doğudan, Sel­çuklular yönünden gelen tehdidi düşünüyordu. Batıya karşı duyduğu nefreti b ir yana bırakan Bizans İm para­toru I. Aleksi Komnin, Papa II. U rban’a başvurdu (1094) ve Selçuklulara karşı yardım çağrısında bulundu, im pa­ratorun ruhsal durum u, Robert F landr’a yolladığı yarı içten mesajında açık b ir yansımasını bulm uştur: "Hıris- tiyajılarm en kutsal im paratorluğu —diye yazıyordu im ­parator— Peçenekler ve Türkler tarafından (yani Avru­pa tarafından ve Asya tarafından) ağır şekilde sıkıştırıl­m aktadır. Biz, putperestlerin boyunduruğunda olm aktan­sa, siz Latinlerin yönetimi altında bulunmayı tercih edi­yoruz.”

I. Haçlı yürüyüşünden önce, dinsel b ir ateşle coşan Batı, Bizans’tan gelen um utsuzluk inleyişlerine karşılık verdi; o, keşişleri. Roma kilisesinin sinesine çevirmeyi düşlüyordu. Ne var ki, kutsal yerlere akın ateşi çabucak soğudu. Haçlılarda yağmacılık melekleri üstün geldi: Haçlıların asıl çekirdeğini, ya yurdunda işsizleşmiş yok­sul "şans avoir” şövalyeler ya da ülkesinde ağır yoksul­luğa mahkûm olunmuş topraksız köylüler oluşturuyordu; onları, Doğu’ya yönelten dürtü, tanrısızların tu tsak etti­ği kutsal mezarı düşünmekten çok, Avrupa’da yitirilmiş yeryüzü mutluluğuna ulaşm a umuduydu. Ve Avrupa’dan Doğu’ya haçlı kalabalıkları harekete geçti; bunlar, köy­leri yağmalayan ve yerle b ir eden çapulculardı. Doğu’ya ulaştıklarında ise, şövalyeler, orada, Suriye’de ve Filis­tin ’de yurt tu ttu lar; devletin egemenliğini yıkarak, Bi­zans Im oaratoru’na verdikleri bağlılık andını unuttular.

Doğallıkla, daha ilk Haçlı dalgalarını belirsiz b ir kuş­kuyla karşılayan Bizans, kısa sürede düş kırıklığına uğ­

42

Page 44: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

radı. Haçlıları, kendi topraklarına salarken, Bizans, Kü­çük Asya’da yitirdiği kentleri, onların eliyle Selçuklular­dan geri almak istiyordu. Ama, Haçlıların önünde, Do- ğu’da Bizans’ı işgal planları vardı.

Dogu’da hıristiyanlan savunmak için bulunan Haç­lılar, tutum larıyla —baskıları ve yağmalarıyla— Küçük Asya halkını öyle öfkelendiriyorlardı ki, kilisenin müs- lüm anlarla hıristiyanlar arasına koyduğu uçurum u unu­tan yerli prensler, Türklere yöneliyor ve Haçlılara birlik­te karşı çıkıyorlar. Bu şekilde, Doğu’da, b ir süre Haçlı­lara karşı yönelen birleşik blok oluşuyor: Haçlılarla Türk- 1er arasında b ir seçimle yüzyüze kalınca, hem Ermeniler, hem de Bizanslılar, tercihlerini genellikle Türklere kul­lanıyorlar.

Türkler, Küçük Asya’da yerleşmek istiyo'-, batıdan ise, çağrısız konuklar geliyor. Haçlılarda, onlar, işgalci kimliği görüyorlar ve H açlılardan aynı şekilde nefret edenlerin yardım yalvarışlarına, istekle kulak veriyorlar.

Bizans’ın ve Haçlıların yollan ayrıldı. Birbirlerinden soğuyarak taban tabana karşıt am açlara erişm ek için, Selçuklulardan yararlanıyorlardı. Bizans im paratorları­nın sarayında bulundukları sırada, diplomasi becerisi ka­zanmış olan Selçuklular, I. Haçlı yürüyüşünün kendileri­ne indirdiği darbenin etkisinden hızla kurtuldular.

O sıra, Selçukluların yayılması, birden her yanda kendilerine set oluşturan Haçlılara çarpm ıştı. Süleyman tarafından işgal edilen, Selçuklu devletinin genç başken­ti îznik, onların yönetiminden kaydı. Eskişehir yenilgi­sinden sonra, doğuya (Eskişehir’in ardına) atıldılar. Sel­çukluların direnişi parçalanmış. Haçlılar, Küçük Asya’yı engelsiz geçmişlerdi. Kentleri işgal ederek Türk garni­zonlarını kılıçtan geçirdiler. Bu, Haçlıların tutum unun açık örneği oldu.

"Aziz Peter’in en eski m inberi” olarak Haçlıları çeken

43

Page 45: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Antakya da çabucak düştü: Haçlıları, Küçük Asya hıris tiyanligmm kurtarıcıları olarak gören b ir (Ermeni) yö­neticinin ihaneti, kentin Haçlılarca alınmasını kolaylaş­tırdı. Antakya’yı kaybeden Rum Selçukluları, Suriye’den ebediyen vazgeçmek zorunda kaldılar.

Cephe gerisinde, H orasan’dan Türkmen boylarının akışını engelleyecek baraj olarak Urfa prensliği kuruldu (1098) ve Urfa prensi Balduin, gene kısa süre önce (1078) Roman Diojen’in oğlu tarafından ele geçirilen Yerusa- lem'deki "kutsal mezarın savunucusu” kardeşi Gotfrid Bulon’a el uzattı, böylece, Selçuklular, Filistin’den de uzaklaştırılmış oldular. Akdeniz kıyısında ise, Batılı ba­ronlar belirm ekte ve Selçuklulara deniz yolunu kapat­m aktadırlar.

Çevresi hıristiyanlarla sarılan Selçuklular, kolayca dağıtılabilirdi, hem Bizans hem de Haçlılar için, bu, ya­şamsal gerçek ve dinsel ideallerine, ket vuran b ir engeldi,I. Haçlı seferi zamanındaki cansızlaşmış Selçuklu devle­ti, daha da zayıftı.

Ama, Haçlıların bakışları, Suriye ve Filistin kıyıları­na dogrulmuştu. Selçukluları kovalamak için. Küçük As­ya'ya gelirken. Haçlılar, Bizans’ı koruyarak kendilerine zarar vereceklerini görmektedirler. Selçuklulara kayıt­sız bakıyorlar. Onların önünde yeni rakipler belirm iştir: Mezopotamya’dan müslüm an prensler de aynı şekilde ku­zey Suriye’ye istek duyuyorlardı. Haçlılar, Selçuklu teh­likesini savarken, Mısır’dan da, önce Fatimiler, sonra Ey- 5mbiler tarafından darbe almak durumundaydılar. Sel­çuklulara huzur sağlanmış, darbelerden kurtulup topar­lanmışlardı.

Selçukluların siyasal gücü, kararlı b ir sa'/aşımla el­de edilmişti. Batıdaki komşuları Bizanslılann ve Haçlı­ların uzağı göremeyen politikası içinde başarı büyüdü. Onlar, karşılıklı çelişkilere düşüp kendi çıkarlarım izler­

44

Page 46: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ken, Küçük Asya’da, Selçukluları güçlendirdiler am a bu, kuşkusuz bilinçsizce olm uştur.

1071 yılı yengisinden sonra, Küçük Asya'da doğan feo­dal Türkmen beylikleri, giderek, Selçuklular taratından yutulm uştur.

Ne var ki, Selçuklular, yönetimlerini çembere saran hıristiyanlar (Rumlar ve. Ermeniler) ve m üslüm an Artuk- lar^ ve Danişmendler gibi iç düşmanları. Küçük Asya’da saf dışı bırakm caya değin, savaş dolu yıllar gerekmiş, tüm bir on ikinci yüzyıl bu savaşlarla geçmiştir. ,

Bizans’ın ve Selçukluların mülkiyetlerindeki toprak­lar arasından geçen sınırın durum u kötü saptanm ıştır. Bu noktada, toponomi (coğrafya adları bilgisi) yardımcı oluyor.

Küçük Asya’daki coğrafya adlarım, bu adların uğra­dığı değişiklikleri tahlil eden P. W ittek, 12. yü/yılda, Sel­çuklu devletinin genişliğini, sınırlarını saptıyor.

I. Haçlı yürüyüşü sırasında, İznik’ten atılan Selçuk­lular, sonra gene de batıya doğru gitmeye çaba harcam ış­lardır. Selçuklu döneminin en eskisi olan. Sultan I. Ala- addin Keykubad’a ait yazıt, Afyon K arahisar’da, C. Hu- a rt tarafından bulunmuştu.® Ancak, Kütahya'da (1180’de işgal edilmişti), Denizli'de raslanan kervansaraylar, han­lar, ham am lar vb. toplumsal yapılar, buralarda da kent kültürü yerleştirebilmiş olan Selçuklu devletinin sınırla­rı konusundaki eski varsayım ları a ltüst etmektedir. Şu ya da bu noktanın BizanslIlardan ne zaman alındığını söylemek güçtür. Askerî talih her zaman İyi gitmiyor, Bizans ise, kayıplar konusunda susmayı yeğliyordu.

Devlet sınırının ötesindeki "uçlar"da ise, Türkmen göçebeleri “akm cılar’'ının şeridi uzanıyordu. Buralar,

7 M ü lırem ln H alil de “ ortoklar'’ yerin e doğru yazıyor ("A rtuk" sözcüh ğ ü n d en ), (op. c it , s . 55 - 57). U rfaU M afley’de, örnıegin, Su k m en , A rtu k ’un. oğlu .

8 Cl. H uart. E p igraphie apabe, a. 10.

45

Page 47: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bazan Bizans’a düşen, bazan Selçuklulara bağlanan taraf­sız bölgelerdi; bu bölgelerde, "akıncılar" ve "akritler” birbirini gözetliyordu.

Örneğin Eskişehir, güçlü olduğu sırada, sultana bağ­lı Türkmenlerce işgal edilmişti, am a gücü düştüğü za­man, ona itaatsizlik etmeye başladılar. Miriekafali yakı­nındaki çarpışm adan sonra, im parator Manuel, batıya çe­kilirken, kendisini, gene de epeyce yıpratan Türkmenler­le karşılaştı, ama artık barış imzalamış olan im paratorun şikâyeti üzerine. Sultanın Emirleri, yalnızca sözlü olarak özür dilediler. Moğol devrinde (1258), yazılı o k rak gelen Selçuklu hitaplarına da Türkm enler kayıtsızdılar.

Selçukluların karışm alarını reddeden Türkmenler, gene de b ir yandan, belki kendilerinden umulmayan bi­çimde, Selçuklular devletinin genişlemesine yardımcı olu­yorlardı. Bizans, bunu anlıyordu, ama göçebelerin gem­lenmesi için, artık zaman geçmişti, ülke perişandı.

Nikita Honiat, "Pontus kentlerinin” Kılıçarslan’m oğ­lu Sultan Rükneddin'e ait olduğundan sözederken, Kara­deniz kıyı kentlerini değil, Rükneddin’in Tokat’tan ko­layca yönelebildiği ve hızla ele geçirdiği Çankırı ve Kas­tam onu’yu kastetmektedir.

Latin im paratorluğu’nun kurulm asının (1204 yılı) yarattığı düzensizlikten yararlanan Selçuklular, Bizans kalıtını daha da b ir güçle ellerinde topluyorlar.

Başlangıçtaki “Türkmen hazırlığından” sonra, kent­ler işgal edilmişti; otlakları ele geçiren, tarlaları tâlari eden vb. keyfî hareket eden Türkmenlerle komşuluğun olanaksızlığım duyumsamaya başlayan Rum halk, yumu­şak biçimde, Selçukluları yardım a çağırıyor, Selçuklular da düzeni sağlayarak, Bizans toprağında engelsizce iler­liyordu. Örneğin, gerisinde, artık, Selçuklular bulunduğu için zayıf olan Sinop, bu şekilde kolayca düştü (1214); Güneyde Adalya işgal edildi, kısaca, bu, Selçukluların ele

46

Page 48: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

geçirme siyasetinin yöntemiydi.Karşılıklı kültürel ve akrabalık ilişkilerine bağlı ya

da, belki, b irtakım uzağı göremeyen ve devlet karşıtı dü­şüncelerle, b ir kez, İznik'ten atılan Selçuklular, batıya baskılarım, daha başlangıçta zayıflattılar. Yoksa, kısa sü­re sonra, Osmanh Sultanlarının kanıtladığı gibi, Bizans­lIların direnişi önemsizdi. Örneğin, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ikinci kez tah ta çıktığında (1204), İznik’ten geçmek için, Denizli'yi Bizans im paratoru Fedor Laska- ris'e vermişti. Sonra, güç günlerde konukseverliğinden yararlandığı im parator Aleksi Angel'in çıkarlarını savun­mak için, bu bölgeyi, savaşla geri almaya karar vermiş, ama başlattığı savaş talihsiz sonuçlanmış. Sultan, Alaşe­h ir yakınında, savaş alanında ölm üştü (1210).

Ama, sultanın kayınpederi Manuel Maurozo, Selçuk­luların himayesinde, Ladik (Denizli), Hunas v>; Menderes nehri havzasında, küçük b ir prenslik kurabilm iştir.

Onların karşısında, batıda, içerden düşman gruplar ve dinsel karşıtlarca yıpratılan, dışardan sürekli saldırı­larla ülkeyi yakıp yıkan Latinlerce gözü korkutulan Bi­zans, tek düşman olarak kalıyor. îlk Komnin'ıer (Aleksi ve oğlu Yoann), Küçük Asya'da sık sık seferler düzenli­yorlar. Ama, tehlike,giderek daha da büyüyor; İstanbul sarayının okşayışlarına, galiba, alışmış olan Selçuklular, Bizans’ı yöntemli olarak parçalıyorlar. Ve "Sezar düşü” hastalığına yakalanan I. Manuel Komnin, tah ta geçince, Bizans’ı yok eden yanlış gerçekleşiyordu.

im parato r Manuel’in yol açtığı yanlış kaçınılmaz so­nuçlar taşıyordu, ama Bizans, belki de, öyle davranmak durumundaydı; Avrupa’dan Haçlılar geliyorlar, ve Bi­zans, Küçük Asya’nın sahibi olduğunu göstermek isti­yordu, ve ona yardım a gelen herkes, karayoluyla, güven­lik içinde Filistin’e ulaşabilirdi.

Manuel, Haçlılar için, Selçuklu mülkü topraklardan

47

Page 49: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Filistin’e götürecek yolu temizlemek istiyordu. Ama, Ni- k ita Akominat’m belirttiği gibi, Rum ların hapsedildikle­ri ve koyun sürüleri gibi kesildikleri Miriokefali yenilgisi (1176), Selçuklularm Küçük Asya'daki yerlerinden sürül­mesi konusundaki son um udu da yok etti. Ne var ki. Sultan II. Kılıçarslan, Bizans’a m erham et etti ve barış yaptı, ama Bizans’ın bozgunu gözler önündeydi.

Aynı zamanda. Küçük Asya’da, Selçuklularla Daniş- mendler arasındaki yüzyıllık ölüm kalım savaşı sona er­di. Danişmendler, gazilerin’ atası Seyid Battal kanını ta­şıyorlardı.

Belki, Horasan’dan gelen gazi kalabalıkları sayesin­de, 11. yüzyıl ortasında N iksar’da güçlenen Danişmend- 1er, 12. yüzyıl boyunca, Selçuklular için siyasal tehdit oluşturuyorlardı.’°

Danişmendler, başlangıçta, Süleyman Kutılmış'ın buyruğundaydılar, ama hızla güçlendiler. Melik Gazi (1083- 1116), Küçük Asya’da, Rum egemenliğini yok et­mek ve b ir Rum - Türk devleti kurm ak istiyor. Bizans’ın im dadına gelen Haçlıları, düşman olarak görüyordu, ama Tarent Prensi Boemund, da, Danişmendler’in Haçlılara engel oluşturduğunu duyumsuyordu. Antakya’da güvenle yerleştikten sonra, Danişmendler’e karşı b ir sefer yapm a­ya niyetlendi (1100), ama Meliten’de (Malatya) yenildi ve tutsak düştü. Haçlıların Boemund’u kurtarm a girişimleri acıklı sonuçlandı, Kılıçarslan’ın. Melik Gazi'nin ve Rid-

9 A. M ordtm ann. D ie D ln a s tle D an lsch m en d , Z. D, M. Q., Bd. X X X , s. 468.

lO Urfalı M atfey (R^cit, p. 34), b elk i D an işm en d ter in h ır istiy a n la ra eğ i­lim in e kap ılarak, o n la r ın E rm eni k ök en li o ld u ğ u n u söylüyor. B u adı a ç ık ­lam aya g ir işen V . D. Sm irn ov (“M n im ly tu ryetskIy su lta n ”, s. 26) D an lş- m en d ’ln T ürkm enlerde öğretm en o ld u ğ u n u gösteriyor: O sm an lı devrinde "danlşm end", ü ç ü n cü kad em e "talebe" a n la m ın a geliyordu.

K ırım ’a, S elçu k lu lard an ö n ce ge len ler on lar m ıyd ı? Peodosya'da, (K afe) d ah a 13. yü zy ıld a , D an işm en d ler ad lı b ir cam i vardı. K uşku suz, soru n u , an cak (vak ıf) b e lgeleri çözeb ilecektir .

48

Page 50: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Van'ın birleşen birlikleri, onları, Sinop yakınında kırdı­lar.

Melik G azinin siyasal önemi arttı. Melik Gazi (Ah- med), kendisine sikkeler üzerinde (Rumca) “tüm Rumun ve Anadolu”nun fatihi Unvanını veren güçlü b ir hüküm ­dardı; am a ardılı Melik Gazi Muhammed, Bizans’a ya- rı-bağımlı olarak "büyük em ir” ünvanıyla yetinmek zo­rundaydı.”

Kuşkusuz, kendi özel çıkarları doğrultusunda "İstan­bul’un surlarına mızrak saplam ak" istediğini cesaretle tekrarlayan Boemund, hıristiyan prenslerin yardımını vaadederek. Melik Gazi’yi, Bizans İm paratoruyla bağda­şıklıktan vazgeçiriyor, Selçuklulardan öç almaya kışkır­tıyordu.

Selçuklu başkenti Konya, Melik Gazi tarafından ku­şatılmış ve işgal edilm iştir (1101 -1102).

Güneye, Klikya’ya el atan Melik Gazi’nin savaş kah­ram anlıkları, doğulu - hıristiyan tarihçiler üzerinde güçlü etki bırakm ıştır. Hem Urfalı Matfey, hem de Suriyeli Mi- hail, seferlerini ayrıntıyla yansıtm aktadır. Küçük Asya’da üstünlük Melik Gazi'nin elindeydi, ve sanki bu savı ka­n ıtlar gibi, Suriyeli Mihail (Bağdat’tan) halifenin ve (Ho­rasan’dan) sultanın, yani Büyük Selçuklu’nun, kendisine Abbasi halifesinin bağımsız hüküm darlık amblemi kara sancak, sultan olarak önünde çalman b ir davul, darbe­leri yetki vermeyi simgeleyecek altın b ir asa gönderdik­lerini anlatm aktadır.

Melik Gazi Danişmend, Rum Selçukluları indinde^ böylece onurlandırılm ıştı; ne var ki, sonraki kuşaklar, a ta mülkünü parçalayarak. Küçük Asya'daki önemlerini yitirdiler, Selçuklular, bundan da başarıyla yararlandılar.

İleriye, sınır boylarına doğru can atan, gazilerin ba-

11 15. yü zy ıld a İ sta n b u l fa t ih i S u lta n II. M ehm ed de k en d is in e "em ir” ve “ bey” ü n v a n ım verm ektedir.

49

Page 51: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

şı, güçlü hüküm dar kentten de uzaklaşmıştır, Bizans top­rağında savaşan islamm kahram anı Ahmed G azinin gö­mülü olduğu türbe, kentte değil (Kayseri ili yöresinde). Melek Gazi köyünde bulunm aktadır.

12. yüzyılın birinci yarısı boyunca, Danişmendler, Selçukluların ik tidar iddiasını çürütmeye çalışıyorlar­dı; Melik Gazi Muhammed, babasının ününü henüz koru­yordu ama. Sultan İzzeddin Kılıçarslan, Danişmendler'i —Yakub Hasan'ı (Amasya'nın ve Ankara'nın hakimi) ve Cun-Nun'u (Kayseri ve Sivas'ın hakimi)— uydular olarak görüyordu. Sultan, Cun-Nun’un elindeki mülke (belki Er­zurum beyi Saltuk 'un kızı olan nişanlısı elinden alınınca duyduğu kızgınlıkla) el koymuş, ama Selçuklunun ikbal- perestliğinden “oruna, yüksekliğe düşkünlüğünden” ra­hatsız olan Suriye atabeyi Nureddin Danişmend'e yar­dım etm iştir. Ama, Danişmendler, henüz güçlüydü, onla- la şimdi Bizans yardım ediyordu. Danişmendler tarafın­dan sıkıştırılan Sultan II. Kılıçarslan, İstanbul’a geldi (1162), Manuel’den destek olmasını istedi. Manuel Sivas'­ın kendisine verilmesi rızasını alarak anlaşm a yaptı. Sul­tan, yardımcı birlikler sağlamayı üstlendi. Ama, Bizans, eskiden de olduğu gibi, Rum halkını Karadeniz'e çeken müttefiklerinin eylemlerinden rahatsızdı.

N ureddin'in ölümü (1174) Selçukluları coşturdu ve destekten yoksun kalan Danişmendler, onların önünde eğilmek zorunda kaldılar.

II. Kılıçarslan, devleti bölgelere ayırıp po.ylaştırdığı zaman (1188), Sivas'ı oğlu II. Kutbeddin Melikşah'a ver­di. Artık, Selçuklular rahat edebilirlerdi. Küçük Asya'da sınırsız olarak egemendiler.

Danişmendleri güçsüzleştirmek için, Selçuklular, on­ları yönetim görevlerine yerleştiriyorlar; kendi ortam ın­dan koparılan Danişmendler, belki, Eskişehir çevresinde göçebelik eden Türkmen boylarının başına veriliyor. Ama

50

Page 52: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bir on yıl daha geçiyor, Yağıbasan’ın oğulları Danişmend- 1er de, yeğeni III. Kılıçarslan tarafından işgal edilen tah­ta, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in geçmesine yardım ediyorlar. Kendisine bağlı beylerin hizmetlerini değerlen­diren sultan, kardeşleri cömertçe ödüllendirdi. "Daniş- m endler'in bölgelerini”, o, gerçekte, oğlu Alaaddin’e ver­di, ama Muzaffereddin M ahmud’a da eski b ir bölgeyi, N iksar’ı ve Koyulhisar’ı verdi. Muzaffereddin, Kayseri'ye dönebilmiştir; Sultanın tah ta çıktığı yıl (h. 602 yılı), or­da cami yaptırm aktadır. Zahareddin’e'^ "pervane” görevi bağışlanmıştır.

Artık, kendisini tah tta sağlam duyumsayan I. Key­hüsrev’in oğlu Sultan I. tzzeddin Keykavus, Küçük As­ya’nın fethinin tarihini ısm arladı ve yazman îbni - Âlâ’- nın kalemiyle, bu tarih, Danişmendler hanedanının övgü­süne dönüştü.’

Şimdi artık, Selçuklular, Küçük Asya üzerinde ege­men olan güçlü b ir devlettir. Onlar, karm aşık b ir siyasal yumağın içine çekilmişlerdir. Hem Haçlıların hem de Bi­zanslIların başlangıçta yok etmek istedikleri Selçuklular’- ın şimdi her iki taraf da korumasını, yardımını, ittifakını aram aktadır, tsaak Angel’in tutum una öfkelenen Alman im paratoru I. Fridrich Barbarossa, Rumlara karşı haçlı seferi ilan edilmesini istiyor. O, K ılıçarslan'la ittifaka gi­riyor ve onu, Manuel'i Avrupa’dan soyutlamak için, Bi­zans'a saldırmaya ikna ediyor. Oğuz boylarının Küçük Asya’da hıristiyanları nasıl dehşete düşürebildiklerini bi-

12 V akayinam e, ona, Z ahireddin İ l i şek lin d e tu h a f b ir ad veriyor.13 D an işm en d ler k on u su n d a b ir m on ografi İçin , san ır ım ö n em li m a lze ­

m e b ir ik m iş du ru m dadır: K azanova’n ın n u m izm a tik d enem esi vardır (R evue N u m lzm a tlg u e Prançalse, 3 -m e sârle, t t . X II, XIV, 1894, 1896); M aks von B ersch am y a z ıtla r ı İn celem iştir (Z e ltseh rlft fü r A ssyrlologle, X X V II ); İde­o lo jik ta ra f —G azi te m silc iler i olarak D an işm en d ler— P. W 1ttek ta ra fın d a n İn celen m iştir (B yzan tlon , t. X I) . R u s d ilin d e P. t. U sp en sk t'n in m ak alesi vardır: "M elik G azi 1 D zu l - N u n D anlşm endl" (Z apiski O desskovo ob şçestva Istorll 1 drevnostey t. X I, 1879, s. 2 2 9 - 268).

51

Page 53: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

liyor. Bizans im paratoru ise, ikili 030ınu yürütüyor; Sel­çuklulara arm ağanlar ve haraç göndererek onlarla iyi komşuluk ilişkilerini korumaya çalışıyor, ama gizliden kinli niyetler taşıyor ve III. Haçlı yürüyüşünün hedef al­dığı Salahaddin'le görüşmeleri sürdürüyor. Bizans İm pa­ratoru, belli ki, Mısır.ı, Filistin’i ve Suriye'yi birleştiren ve artık M ardin’i işgale yeltenen Eyyûbiler hanedanı ku­rucusunun Rum Selçuklularını da engelleyebileceğini um ­m aktadır. Isaak Angel, Salahaddin’in tehlikeli düşmanı Fridrih 'ı engelleyecektir, Salahaddin’se, buna karşılık, “kutsal yerleri” Bizans’a geri vermeyi vaadetmektedir.

III. Haçlı yürüyüşünden sonra, Selçuklular’ın Bizans ve Haçlılar yönünden hiçbir korkuları kalmamıştır. Bu­nunla birlikte, içten b ir tehlike. Sultan II. K ıhçarslan'm yaşlanınca, güçsüz düşerek, devleti çocukları arasında on iki parçaya ayırm asından dolayı, kendi kendini yok etme tehlikesi belirdi. Devlet bölüşüldü, ama onun en ya­kın ardılları, oğlu ve torunları yeniden birleştirdiler, da­ğılmış olan devlet, yeniden büyük b ir doruğa yükseldi.

Sultan K ıhçarslan’m oğulları da, kentleri, kardeşle­rine ve çocuklarına dağıttılar, ama bu artık pay olarak ayrılmış bölgeler değildi; Selçuklu ailesinin üyeleri, feo­dallerin genel yükümlülüklerini yerine getiren, merkez­deki sultana bağlı feodallerdi.

Uzakgörüşlü çocuklar (başlangıçta Kutbeddin, sonra Bukreddin), anlaşılan, babalarının tutum unu kınam ışlar­dır. Kutbeddin, ihtiyar Sultanı atlam a cesareti göstere­rek, Kılıçarslan'ı kabile, cemaat ilkelerini dirilten bu ih­tiyatsızca adımı atmaya belki de itmiş olan veziri H asan’a hakaret etmişti.'"' O, topraklan tek rar birleştirmeye çalı­şıyor, Kayseri’ye gitmek istiyor, babasını Malatya'yı ken­disine vermeye zorluyor, ve ürken Muizeddin, Salahad-

14 Su riye li M ihall, V ezir H asan 'ın K ılıça rsla n ’ı o ğ lu n u n ü zerin e k ışk ır t­tığ ın d a n söz ediyor.

52

Page 54: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

din'e kaçıyor, onun yeğeni veMelik Adil’in kızıyla evleni­yor, yeni b ir bölgeyi, Urfa’yı alıyor. K utbeddin ise, ba­basının iradesini çiğneyerek Konya’ya yerleşti, ama sev­diği (Uluborlu'da yanında yaşadığı) küçük oğlu Gıyased- din Keyhüsrev tarafından desteklenen Kılıçarslan, isyan­cının üzerine yürüdü, başkenti işgal etti ve kısa süre son­ra da orada öldü.

Kutbeddin yok edilmiştir, K utbeddin’in k arşıtlan Gı- yaseddin’e bağlılık andı içmişlerdir, ama Gıyaseddin he­nüz gençtir, güçlü kardeşi Rükneddin ise, ik tidar savaşı­mını sürdürüyor, Gıyaseddin’i ülkeyi terketm ek zorunda bırakıyordu. Rükneddin’in devlet zekâsı, yara lan çabu­cak iyileştirmiştir. Onun bölgesi, kuzeyde bulunduğuna göre dikkati de aynı yere çevrilmiştir.

Selçuklu tarihinde, eski ilişkilere geri götüren talih­siz öykü, böylece sona erm iştir.

13. yüzyılın ilk yarısı (Rükneddin Süleyman Şah'dan Alaaddin Keykubad’m oğlu Keyhüsrev'e kadar) askerî başarı belirtileri altında geçer.

Yalnızca, Rumların yerleşmediği, ya da Rum lardan çok Laz-iber soylarının yerleştiği Trabzon bölgesi, 11. yüz­yılda, Kafkaslara doğru b ir eğilim gösteriyordu. 12. yüz­yılda, Komninler (İm parator Manuel), burayı kendisine bağlamayı başarm ıştır. Ama, Angeller hanedanı zamanın­daki IV. Haçlı yürüyüşü öncesinde başlayan düzensizlik, Gürcistan Kraliçesi Tam ara’nm (1104-1212) savlarının ortaya çıkmasına yol açmıştı. Maceracı im parator (Bi­zans’ta sık sık raslandığı gibi, sonunda gözlerine mil çe­kilen) Andronik’in torunları, ona akraba oluyorlardı. Gür­cistan’da öğrenim görmüşler, Doğu hıristiyanlarm ın yük­sek koruyucusu kraliçenin kurduğu düşlere kapılm ışlar ve dedelerinin çiğnenmiş haklarını, savaşla geri almak istemişlerdi (Paflagonya, İm parator Manuel tarafından Andronik'e verilmişti). Genç Aleksi, kendine verdiği ün-

53

Page 55: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

vanla Büyük Komnin, Trabzon’a yerleşmişti, onun "yol- açıcı ve habercisi” kardeşi David ise, devleti batıya doğ­ru genişletiyordu; ama Samsun’un kuzeybatısındaki ti­caret kenti Amasya yakınında, İznik İm paratoru Fedor Laskaris, onu durdurdu.

Ama, Trabzon İm paratorlarının "denizaşırı hüküm ­dar” ünvam üzerinde iddialı olan Selçuklular da, kuzeye doğru hevesleniyorlardı (Trabzon Komninlerinin kolu da­ha sonra, 15. yüzyılda, Mangup prensliğine oturm uştur).

Genç Aleksi’nin ihtiyatsızlığı (av sırasında tu tsak (Jüşmüştür), devletin yazgısını belirledi; Selçuklulara ba­ğımlı b ir derebeyine dönüştü. Kir-Aleksis’e lütufta bulu­narak Trabzon Krallığına geri gönderen Sultan I. îzzed- din Keykavus, Karadeniz’de b ir limanı, Sinop’u elinde tu ta r (1214), orada "Reis Hetum ”, Kır-Aleksis üzerine sul­tanın gözüdür. Rum lar üzerindeki gözetim işinde He­tum ’a (belli ki, bu b ir Ermenidir), Sultan rahatça güven­mektedir. Reis ünvanmm gösterdiği gibi, o b ir filoya ko­m uta etm ekte ve Kırım ’ın güney kıyısının bağlandığı Trabzon ticaretini gözetiminde bulundurm aktadır.

Trabzon’un Selçuklulara bağımlılığı, Komninler için, kuşkusuz, hoş değildi; Aleksi’nin ardılı Andronîk Gid, ha­raç vermeyi reddedecek olmuş, ama eninde sorunda, Sel­çuklular önünde eğilmek zorunda kalmıştır.

Hetum, Bizans İm paratorunun hâzinesini tasıvan ge­miye el koyduğu zaman (1223), derebeyi ile merkezi hü­küm dar arasındaki ilişkiler yeniden bozuldu.

SinoD, denize açılmak için yalnızca b ir basam aktır.’® Sinop, daha sonra yitirilm iştir, ve 13. yüzyılın ikinci ya­rısında, Moğollar ta;rafından güçsüz düşürülen devlet, bu-

15 H. 612 y ılın a a lt (tS 1215 y ılı) S in op 'tak i yaz ıtlar trnnu d ile g e tir i­yor, bkz: H ü sey in HHmI. S in op K itabeleri, S in op , 1923. A b u lfid a (G Sographle d'A boulfâda, trad. S t. G uyard. Paris, 1848, I, 2, s. 140). S a m su n ’u d a Karaf- den lz'd e “ü n lü lim a n ” olarak övmektedir!.

54

Page 56: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ranın ele geçirilmesi için umutsuz b ir çaba harcam akta­dır.

Selçuklular, buranın, Kırım yolunu açan b ir daya­nak noktası olduğunu iyi kavram aktadırlar. Selçuklula­rın ardılları Osmanlı Sultanları da, Sinop'un stratejik önemini iyi kavram ışlardır. 17. yüzyılda, burt-sı, filo de­mirleme yeriydi.

Sultan I. Alaaddin Keykubad, b ir Kırım seferi ger­çekleştirmeyi başarm ıştı. Moğol saldırıları öncesinde, Ço- banbey, K ırım 'a geçti (1221 - 22) ve Sudak’ı işgal etti.’*

Ancak, Küçük Asya’da ortaya çıkan düzensizlik, Sel­çukluların planlarını altüst etmiş, onların K ırım 'daki ye­rini, Tatarlarla, Altmordu’yla anlaşarak bu noktanın kâ­rından yararlanan "denizin köpek balığı" Cenevizliler ele geçirmiştir.

Transkafkasya da, Doğu Avrupa’ya karadan yol açı­yordu; burası, ticari kârlarıyla, kuzey için de çekiciydi. Kafkasya "burada, uzak kuzeyde” iyi bilinmektedir, ve Viladimiro - Surdalskoye Knazi Andrey Bogolubski’nin çapkın, maceracı oğlu Grigori, zengin b ir gelinle, Gür­cistan Kraliçesi Tam ara’yla evlenme kurnazlığını göster­m iştir.

Devletin kuzeydoğu köşesinde sarkıp duran ve sınır bölgelerini siyasal ve ekonomik etki alanında toplayan Gürcistan, elbette Selçukluların kıskanç kuşkularını üze­rine çekiyordu. Daha Sultan II. Rükneddin Süleyman Şah, Gürcistan üzerine b ir sefer düzenlemiş, £ ma Krali­çe Tamara, onu yenilgiye uğratm ış, dağılan ordudan, kendisine büjâik ganimet kalmıştı. Zafer kutlanırken,

16 B u kon u d a, tb n l B lb! vak ay in am esin d en b ir p arçan ın çev irisi ve ta h lil i A. Y akub ovsk i’de ver ilm iştir (R assk az tb n al B îb î o p oh od e m a lo - a z la tsk ih tu rok n a Sudak, P o lo v tsev i ru ssk ilı v ı n aça le X III, v. V lzan - tiy sk ly vrem en nik , t. X X V , 1927, s. 5 3 - 76). S efer in ned en i, “S love Lazarya T rap ezun tskovo o çu d esa lı sv. Y evgen li" (Y. K u lak osk iy . P röşloye Tavridı. K iyev, 1914, s. 96)'da anlatUm ışt:r(.

55

Page 57: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Gürcüler, Sultan’ın sancağını taşıyorlardı; sancağın ar­dında ise, daha sonra Kraliçe Tam ara’nın demir b ir nal karşılığında sattığı "b ir büyük b ir ünlü e r”, Erzincan beyi yürümekteydi.

Savaştan sonra, Erm enistan da, K ürt ve Selçuklu em irlerinin yönetiminden kurtuldu. Tamara, birkaç yıl boyunca kararlı şekilde, güneye doğru, Malazgirt'e ka­dar yürür, Van gölü çevresindeki toprakları, Ahlat’ı, E r­ciş’i yakıp yıkar.

Atabey “Şah Armen”in başkenti Ahlat, 13. yüzyıl ba­şında, Eyyûbilerce ele geçirilmiş sonra Harzemşah Cela- leddin Muhammed, kısa süre burada bulunm uştu; o. Me­lik Adil’in oğlu Melik Eşref’i bozguna uğratm ış ve Tiflis’i alarak (1226) Gürcüleri kuzeye atm ıştır.

Geçici olarak gerileyen Selçuklular, kararlı olarak saldırıyorlardı. Sultan I. Alaaddin Keykubad, karada, devlet topraklarını bütünleştirm işti.

O, kuzeyde, b ir zamanlar II. Kılıçarslan tarafından Tuğrul Sah’a verilmiş olan Erzurum ’u, ve Karadeniz’den İran ’a giden yol üzerindeki zengin Erzincan kentini, Sel­çuklulara bağlamıştır.

Meneücüklerin yazgısı tekdüze geçmiştir. Erzincan ve Divriği, daha Alparslan zamanında, gönüllü asker Türkmen Mengücük’e bağışlanmıştı. Erzincan beyi, yu­m uşak b ir siyasa yürütüyordu, Selçuklularla Mengücük 1er arasındaki ilişkiler, dostça karakter taşıyordu; hane danlar, akraba bile olmuşlardı: Fahreddin Behramsah Sultan İl. Kılıçarslan’ın kızıyla evlenmiş, ve sonra, ken di kı/ım . Sultan I. îzzeddin Kevkavus’a vermişti. Men gücükler hanedanı, 13. yüzyıla deSin bövle vasavasrelmiş Sultan Alaaddin, Davud’un ayrılıkçı yeltenişlerini görmüş onu Erzincan’dan alarak zararsızlastırmıs, Müneccimba şı’nm yazdığı gibi, "devlet yükümlülüklerinden” bağım­sız olarak yambaşındaki K ırşehir’e vermiştir.

56

Page 58: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ama, Transkafkasya’ya, Gürcistan'a uzanıra girişimi düşmüş oluyordu; bununla birlikte, Gürcistan Kraliçe­si, Hıristiyan dininde kalması güvencesini alarak, kızı Ta- m ara’yı, Sultanın oğluna vermiştir.

Doğuda, dünya çapında ün düşleyen Harzemşah Ce- laleddin Muhammed’in kısa b ir süre elinde kalan Ahlat ve Haçlıların üslenerek saldırı düzenleyebildikleri Urfa ele geçirilm iştir (burası sultanın elinden çabucak çıkmış­tır).

K ürdistan’ı, kuzeyden ve güneyden kuşatan Selçuk­lular, D iyarbakır’a saldırı hazırlıyorlardı.

Başlangıçta, K ürt beyleri Mervanilerden Büyük Sel­çukluların yönetimine geçen Diyarbakır, sonra elden ele geçmişti. Yerel devlet zayıftı, ve iki devlet, —Rum Sel­çukluları ve Eyyûbiler— Diyarbakır beyleri A rtuklular üzerinde egemenlik için birbirleriyle sürtüşüyorlardı. Kü­çük Asya topraklarını bütünleştiren Sultan I. Alaaddin Keykubad, D iyarbakır'ı işgal etmeyi düşlüyor, ama iki kez başarısızlığa uğruyor. Orada, ancak, oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev tutunabilm iştir (1241). Kent yaşayanlarım ken­disine bağlama isteğiyle, belki gene o, kente getirilen mal­lardan, pazarda satılan ürünlerden vb. dolaylı verginin kaldırıldığına ilişkin (Ulu Cami’nin duvarına oyularak yazılan) b ir yasa çıkarm ıştır. Moğol akm larm m yolaçtığı panik sırasında kent, Selçukluların düşmanı Melik Kâ­mil Evvûbi tarafından işgal edilmiş, ama Hülagü Han, Diyarbakır'ı Selçuklu kardeşler II. Keykavus'a ve IV. Rükneddin Kılıçarslan'a geri verm iştir, ve 1280 yılında, kentin yönetimi, henüz III. Gıyaseddin Keyhüsrev'in elin­dedir.

Bizans'ın yetersizliği, Kayseri'de yeıleşik Ermeniler- de, çok önceden, b ir ulusal krallık kurm a düş/erî uyan­dırm ıştı. Güneyde, Küçük Erm enistan'da II. Levon, Er- menileri birleştirm ek ve birleşik güçlü b ir devlet yarat­

Page 59: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

m ak istemektedir. "Başkent” Kayseri’ye b ir baskın ve Selçukluları zayıflatma fırsatım dikkatle gözlemektedir. Sultan, derebeyini bastırd ı ve Klikya geçidini savunan kaleleri işgal etti. Ermeniler, büyük haraç ödüyor, Sel­çuklular da otoriteye ve gümüş sikkelerin ayarına dikkat ediyorlardı. H. Levon’dan sonra, 1375 yılına değin, Sisa’- da tutunan Rupenidler, artık sessiz durm uşlardır.

Selçuklular önündeki dalkavukluklar, açıkça b ir ah­lâkî düşüklüğü ve hıristiyan inancının savunulmasına iliş­kin yüksek perdeden tümcelerin sahteliğini gösterm ekte­dir. Venedik’in bezirgân çıkarlarının temelsiz ideallere ağır bastığı IV. Haçlı Seferi zamanında, Bi/.ans, bunu kendi üzerinde, kendi gözleriyle görm üştür. Selçuklular, Küçük Asya’daki istila politikalarını gene de yenilemişler ve ısrarla denizlere doğru jöirümüşlerdir.

Artık, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, denize b ir çı­kış aram aktadır; Akdeniz yolu üzerinde yerleşik olan kü­çük beylikleri saf dışı bırakarak, Haçlılara göz kırpan Antalya’yı işgal etti (1207), ve Venediklilerle ticaret an­laşması yaptı; çoban Oğuz, tüccara dönüşmekte, deniz ötesinden tüccar davet etmektedir.

Selçukluların deniz silahları bulundurduğu tek de­niz üssü Antalya’dadır; kırk kadar bey sarayını ele geçi­ren Em ir Mubarizeddin, Arslan Yürekli Rişar tarafından işgal edilmiş olan (1192) Kıbrıs adasını, Haçlıların elin­den almayı düşlemektedir.

Akdeniz’de ve Karadeniz’de liman kentlerine sahip Selçuklular, dış ticareti genişletebilmişler, ve bu, üretici güçlerin artısını yükseltmiş, ülkenin ekonomik güvenci­ne önemli ölçüde yardımcı olm uştur.

Selçuklular, b ir zam anlar Antakya’daydı. B ir zaman­lar, Küçük Asya’daki yaşamın emekleme çağmda Türk akınlar!, belki de Bizans konusunu daha az düşünerek, Yerussalem’i tehdit ediyordu.

58

Page 60: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Onlar, sonra, Eyyûbilerin yönetiminde bulunan Ha­leb’e de gezdiktiler, ama I. Keykavus, sık sık Haçlıların iç çarpışm alarına tanık olan Suriye yakınındaki Tell-Ba- şar’da (Fırat'ın sağ kıyısında), Melik Aşraf tarafından agır yenilgiye uğratıldı. Sultan Alaaddin, karşıtlarını hoşnut etmede ustalık gösterdi (bunun için b ir Eyyûbi ile evlen­di)'^ ve Mısırlı Kâmil’in başını çektiği koalisyon etkisiz­leşti.

Selçuklular, hıristiyanlar karşısındaki askerî başarı­ya önem veriyorlardı; hıristiyan topraklarına yapılan se­ferleri, T anrın ın isteği olarak yansıtıyorlardı. Sultan I. Alaaddin Keykubad'a methiye okuyan Yazıcıoğlu Ali, "is- lâmın sancağını böylesine yücelten b ir başka sultan gel­mediğini”'® söylemektedir.

Komşular böylece bağlı kılınmış ve ezilmiştir.”Selçuklu devleti, Moğol saldırısından önce, şanın do-

ruğundayken "Yemen’den Gürcistan’a ve Abhazya’ya, Rus­ya mülkünden Tarsus sınırına, Antalya sınırından Antak­ya bölgesine. Sudak ve Kıpçak bozkırlarından Suriye ve Irak çöllerine, Rum (yani Bizans), Frenk ve Erm eni mülk­lerinin sonundan Medine’ye ve Yemen’e kadar”“ tüm ül­kelerin "prensleri” (mülk) ve " tiran ları” (cebabreh) onla-

17 S u lta n II. K eyhüsrev de b ir E y u b -n in (H alep p ren sin in ) k ız ı G aziye H a tu n ’la evliyd i.

18 Y azıcıoğ lu A li, III. 208.19 Selçu lciu lar. sonra, A vrupa'ya da göz lerin i d ik tiler; 13. y ü z y ılın baş­

larınd a, göç d a lg a sı D obruca’ya u la ş t ı (B kz: B u lgar t. K. D im itrova 'n ın in ­celem esi); 14. yü zy ıld a , t b n i - B a t û t a (II. 416 ve dev .), an laç ılan , K aradenizin b a tı k ıy ısın d a b ir yerlerde y«r a la n b ir "Baba S a ltu k ” ad lı T ürk k en tin d en söz etm ek ted ir . K u zey Fessalya'da (“Serviye” ve "K ozan" yörelerind e) b u gü n de, v a k tiy le B izan s im p aratorların ca, O sm anlIların B alk an yarım ad asın ı İş­g a lin e kadar, bu rad a y erleştir ilm iş, S e lçu k lu k u şa k la n "konyar” lar, K onya in san lar ı yaşam aktad ır . B u n u n la b ir lik te , K. treçek (tsto r iy a bolgar. O dessa, 1878, s. 620), K onyarların yerleşim y erler in in 16. yüzy ıld a , T rakya’n ın ve M akedonya'n ın gü n ey b ö lgeleri o ld u ğ u n u ö n e sürm ekted ir; F. B abinger S ch eioh B ed r-ed -d in der Soh n des B ich ter s von Sim av. B erlin 1921, s. 10, n o t) , b u n la r ın k iş iliğ in d e B ulgar a t ço b an lar ın ı görüyor.

20 Y a z ıc ıo ğ lu A li, III, 209.

59

Page 61: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ra boyun eğmişti; Ön Asya devletleri için süıekli özellik olan istilacı eğilimler, Selçuklularda canlanmıştır.

Sultan I. Alaaddin Keykubad, kendisine örnek olarak seçtiği Büyük Selçuklu’yu, Sultan Sancar’ı anımsayarak müslüm an devletinin dünyadaki önemi konusundaki es­ki tasavvurları diriltm ek istiyordu. O, evrensel b ir ikti- dar düşlüyor, Küçük Asya’daki istilaların, belki de, yal­nızca m üslüm anlardan ibaret olmayan b ir dünya ege­menliğinin yolunu açacağını düşünüyordu.

Küçük Asya’da, anıt yapılar üzerindeki yazıtlar, Rum Selçuklularının şatafatlı ünvanlandırılm asını dile getir­mektedir. Selçuklu (Sultan II. Keyhüsrev), kendisini “kâ­firleri ve m üşrikleri öldüren” (katle’l kefere vel m üşri­kin) "Rum ’un, Erm enistan’ın, D iyarbakır’ın ve Suriye’nin Sultanı”, "kıyıların hüküm darı” (Em iri’s sevahil) ola­rak gururla yüceltiyordu. '

İtalyan sözleşme belgeleri de, böyle tum turaklı sul­tan ünvanlarma uygun biçimde şöyle düzenleniyor: "tko- n ia’nm büvük Sultanı ve Doğuda ve Yarıgece ülkesinde bulunan bütün toprakların, ve Büyük Kapadokya’nm ha­kimi Alaaddin ("Alatinus Magnus Soldanus îconii et Po- testas omnium terrarum per Orientem et Septentriona- lem Plagam existentium et Magnae Cappadociae”).®’

Selçuklular, dış düşm anlara karşı u tkular kutluyor­lardı, ama devletin içinde, sınırlarda, genellikle güçsüz­düler; feodaller, sultanları yerinden ediyor, "uçlarda” du­ran bevlerse, buyrukları uygulamayı reddediyorlardı.

Selçukluların tarihi, hızlı yükselisin ve düşüşün şa­şırtıcı örneğini oluşturm aktadır. 11. yüzyılın ikinci yarı­sında, H orasan'dan ortaya çıkıveren Selçuklular, tüm 12.

21 S e lç u k lu la n n ü n v a n la n d m im a s ı k on u su n d a, M ax von B erşara'da n o t­la r d ü şü lm ü ştü r . (“A sle M ineure” , ya z ıtla r ın y o ru m la n no. 16; g e n e "A m l- da"d a). — Bkz: ayrıca, C elâ ledd in K aratay’ın V ak fiyesi (K onya, 1936, no. 2, B. 127), burada s u lta n İçin o ld u ğ u g ib i, n a ib i İçin de zarif s ıfa t la r verllr mIştIr.

W

Page 62: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yüzyılı savaş içinde geçirdiler, ve tarihin otoritesinin Kü­çük Asya’da egemenliği onların elinden koparan Daniş- mendlerden yana eğilim gösterdiği anlar oldu, ama düş­m anları arasındaki çelişkilerden yararlanarak tutım dular, ve Küçük Asya ortasındaki bozkır kenti Konya’dan, ba­tıya, kuzeye, doğuya ve güneye yayıldılar. Bir zamanlar, Araplarca, ileri saflara sürülen, inanç uğruna sınır savaş­çılarının eski bölgesi Küçük Asya’da kültürü büyük bir doruğa yükselten devlete dönüştü. Onlar, burada yarım yüzyıl içinde, yaratıcılarından fazla yaşayan anıtlar ger­çekleştirdiler.

Ama, toplumsal kuruluş sallantılıydı, ve devlet kısa sürede parçalandı. Merkezcil güçler, merkezkaç güçler ta­rafından savrulm uştur.

61

Page 63: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ÎKÎNCt BÖLÜM

Moğollar - Kösedağ Savaşı - Moğol Akınmdan Sonra Dev­letin Parçalanması - Türkmenler Arasında Kaynaşma - Karaman - Beybars Seferi - Sultan Yönetiminin Düşüşü - Vezirin Yükselişi - Bağımsız Beyliklerin Kurulması - Mo­

ğol Etkisi - Vergi Sistemi

Bizans’ın üzerine doğudan yüklenen göçebe dalga lan , 11. yüzyılda, burada, yavaş yavaş sönmeye başladı Ama Rum Selçukluları devleti de, 13. yüzyılda Batı As ya’yı ve Doğu Avrupa'yı basan korkunç b ir gücün saldı rısı altında çökm üştür. Parçalanma süreci, hızlı gelişti çünkü devlet organizması da henüz sağlam değildi.

Küçük Asya’da dipten gelen sarsıntılar çoktan beri duyuluyordu; Moğollar, önce, Harzem Şahı Celâleddin Muhammed’i yenmişler (1200-1231), arkasından Küçük Asya’yı göçmenler doldurm uştu. Topraklarım ve evlerini yüzüstü bırakm ış perişan feodaller. Küçük Asya halkına, bozgun sırasında yaşadıkları korkuların b ir uyarısı gi­

62

Page 64: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

biydi; ama yabancı yerlerde, durum dan hoşnut olmayan bu insanlar, çıkardıkları gürültüyle, toplum sal b ir döne­min temellerini sarsıyorlardı. Ortam karmaşıklaşıyordu.

Küçük Asya’ya saldıran Moğollar, yolları üzerinde rastladıkları kentleri ve otoriteleri yerle b ir ettiler. Önce (1225) Transkafkasya, sonra (1243) Küçük Asya, ensonu (1258) halifeliğin başkenti Bağdad, yabancı akm larmm ağırlığını gördüler.

H ıristiyan ve müslüm an tarihçiler, Moğoı saldırıla­rının dehşetini, açık olarak yansıtm ışlardır. Sonra, kuş­kusuz, her şey atlatıldı, am a daima olduğu gibi, yaşamın barış içinde akışını yıkan o ilk an şaşırtıcı oldu ve ka­lıcı acılar bıraktı. Musul’da yaşayan ve Moğolların Trans- kafkasya’da gerçekleştirdiği yıkımı yakından gözlemle­yen tarihçi îbn-al-Asir, bakın ne diyor:

"Islâm ın ve m üslüm anlarm bu yenilgisini, kim, ko­layca yansıtabilir? Ne çare, anam beni doğurmasaydı da­ha iyiydi. Keşke, bundan önce ölseydim de, sonsuza de­ğin unutup kalsaydım. Ben, önce duraksadım , ama sonra, gecelerin ve gündüzlerin b ir benzerini daha doğurmadı­ğı, ve tüm yaratılm ışları saran ve özellikle müslüman- lara dokunan en büyük olayın, büyük mutsuzluğun ta ri­hini anlatmaya başladım. Tarihin kaydettiği en büyük bela, Navuhodonosor’un İsraillilere karşı hareketi, onla­rı yok edişi ve Yerussalim’i yıkışıdır. Ama, lanet olası Tatarların kırıp geçirdiği ve her kentin Yerussalim’den birkaç kez daha büyük olduğu şu ülkelerle kıyaslandığın­da, Yerussalim ne ifade eder ki? Ve, onların yok ettikleri yanında, tsrailoğulları nedir ki? Zira, onlar m yok ettiği tek b ir kentin sakinleri, tüm İsraillilerden daha çoktu. Kimseyi bırakm ıyorlardı; k an lan , kocalan ve çocukları öldürüyorlardı, hamile kadınların karnını deşiyor ve dö­lü t halindeki yavruları öldürüyorlardı.”’

1 N. t I lm ln sk l’n ln esk i çev ir is in i b iraz k ısa ltarak alıyorum . Bkz; A.

63

Page 65: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Daha sonraları, Avrupalı tarihçilerin de korudukları Moğol yağmacılara karşı oluşan olumsuz bakış açısı, ilk kez, burada yansımıştır.

Moğollar, Kafkasya’yı, geçici olarak bıraktılar; tehli­ke, geçici olarak uzaklaşmıştı.

Doğudan gelen felaketi sezen Sultan I. Alanddin Key- kubad, Moğollarla barışçı ilişkileri desteklemeyi yeğliyor­du. Moğolların, oğlu Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'i Kösedağ’da ağır yenilgiye uğrattığı (1243) ve £>rtık devle­tin zayıflamaya başladığı talihsiz yıla değin durum böy- leydi.

Moğolların bıraktığı izlenim, akıllara durgunluk ve­riciydi. Selçuklu ordusunun sayısı çok fazla olmasına karşın (Ibni-Bîbî'ye göre^ Kösedağ çarpışm asında sulta­nın 70 bin askeri vardı), Moğollar, onları kolayca boz­guna uğrattılar. Felaketten 10 yıl sonra, Küçük Asya’da dolaşan Vilhelm de Rubruk, sultanın tüm ü atlı 200 bin adamı varken. T atarlar olsa olsa 10 bin kadardı, demek­tedir.® Rubruk’un aktardığı sayılar, kuşkusuz, kesin sa­yılar olarak kabul edilemez, ama bunlar, çağdaşlarının genel izlenimini ,genel kanısını dile getirmektedir; başka türlü olsa, Selçukluların çok fazla düşman sürüsü karşı­sında gerilediğini söylemek doğal olurdu.

Gürcü vakayinameleri, Sultan'm 400 bin savaşçısı olduğunu söylüyor. Ama, Moğollar, savaş geleneklerini izleyerek sağ kanada Gürcülerden ve Ermenilerden seç­me gönüllüler yerleştirm işler ve Sultana yüklenmişler­dir. Sultanın da, hıristiyanlardan ücretli kom utanları var­dı (Gürcü Dardan Şarvaşidze ve Erm eni kralının oğlu Van), ne var ki, Gürcü önder öldürülmüş ve Sultanın bir-

K un lk . I sto r lçesk ly e m a ter la lı 1 rozıskan iya , II, V ıp ıska İz tn b -e l-A tıra . U çen iye zap isk i P ervovo 1 T retyevo o td elen ly A kadem ll N auk, t . II, s. 640.

2 tb n l B tbl, IV, 237.3 V d e H ubruk. P u teşestv ly e vı V o stocn ıye stran ı. V veden iye perevod 1

prlm eçan lya A . M alelna. Spb. 1910, s. 175.

64

Page 66: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

likleri sarsıntıya uğram ıştır.Kösedağ'da iki sancak karşılaşm ıştı, kırmızı (Moğol)

ve siyah (Abbasi - Selçuklu); Küçük Asya üzerinde k ır­mızı bayrak yükseliverdi.

Mantık, Selçukluların düşüşünü açıklayabilir: Onlar için, güçlerin konumu elverişsizdi; devlet düzeni, hem halkın alt kesimlerini hem de feodalleri, aynı şekilde, bas­kı altına alıyordu. Çok kısa b ir süre önce. Baba Ishak’m yönettiği köylüler ve göçebeler, kenti tehdit etmişlerdi; ama feodaller da bağımsızlık düşlüyorlardı. Sultan, do­ğallıkla, yenilgiye uğram ak durumundaydı; gözü kork­muş olarak birliklerini terk eder ve savaş alanından ka­çar.

O zaman, ordugâha saldıran Moğollar, eısakı, eşya­yı ve çadırları ele geçirdiler. Keşiş Magaki’nin belirttiği­ne göre. Sultanın karargâhının dışının ve içinin döşenişi zengindi. Çadırın girişinde, kaplan, aslan, leopar gibi ya­ban hayvanları bağlıydı.

Selçuklu devletinin çıkarları çerçevesine zcrla sokul­muş olan Önasya beylikleri, şimdi, Moğol sald;rılarm dan yararlanıyorlardı. Bağımsızlıklarını gözeterek Selçuklu­larla aralarına mesafe koyuyor ve Moğollar önünde, gö­rünüşte b ir bağlılığı vurgulamak istiyorlardı. Örneğin, Moğollarla kız alıp vererek akraba olan Prens Haçen, Haşan Cemal, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'e karşı Baycu seferine de katılmışlardı.

Moğollar, Küçük Asya’yı ürkütm üşlerdi, Moğollardan Tavar dağlarına gizlenmiş gibi duran Küçük Ermenis­tan, doğu konukseverliği kuralını bozm uştur: Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in karısı ve kızı, Kösedağ sava­şından sonra H etum ’a kaçınca, Hetum, onları Moğollara teslim etti.

Moğol saldırısının sonuçları, yaşamın tüm alanların­da derhal yansımıştır.

65

Page 67: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Tarım altüst oldu; tarlalar bakımsız bırakılm ıştı, ve 1243 yılında, ülkede ağır b ir açlık başladı. Türkler, yı­ğınlar halinde, Bizans devletinin sınırlarına yöneldiler.

Nikifor Grigora’nm (1295 -1359) yazdığı gibi, “Yollar, kadınlar, erkekler ve genç insanlardan oluşan bu halkla dolmuştu. Türklerin tüm zenginliği —altın, gümüş, doku­ma, mücevherler—, her şey, Rumların eline geçti. Küçük b ir ölçek buğdaya büyük paralar veriliyordu, herhangi b ir kümes hayvanı, öküz ya da keçi çok yüksek fiyatlara gidiyordu.'"*

Küçük Asya'nın, Erzurum , Kayseri gibi kü ltü r m er­kezleri boş alanlara dönüşmüştü; sakinleri kırılmış, za- naa tkârlan Orta Asya'ya götürülmüş, halka yüksek ver­giler yüklenmişti. Ülkeyi, üç ay içinde yerle b ir eden Bay- cu, Azerbaycan’daki kışlık otağına döndü ve ininde, önün­de serili duran ganimetine bakınmaya başladı. Direnişi kırm ak için, Moğollar, devleti bölmüş ve egemenler ara­sına düşmanlık tohum ları ekmişlerdi.

Selçukluların yıkılması, doğallıkla, Bizans’ın, Kü­çük Asya topraklarının bu ihtiyar aşırtıcısınm başarı um utlarını yükseltebilirdi, am a onun susması, Moğolla­rın yarattığı kargaşaya kayıtsız gözlerle bakması, Mirio- kefali yenilgisinden sonraki zamanda, çok daha açığa çı­kan fiziksel ve ahlâksal çöküşün derinliğini göstermekte­dir.

Türkmen kalabalıkları, belki gaziler de, çoktandır Karadeniz kıyısına yöneliyorlardı; doğuda, Moğollarca ezilmiş olan bunlar, doğallıkla, batıya, Bizans taşrasına, Paflagonya ve Pamfiliya’ya doğru yola çıkmışlar, bu yüz­den saldırının tüm ağırlığını üzerlerinde duyumsamışlar- dı.

Nikifor Grigora, bunu, doğru kavram ıştır. Şöyle ya-

4 V izan tiy sk iye Istorik i, t. I, R lm skaya is to r iy a n ik ifora G rlgorl. Spb, 1862, str. 41 - 42 (d evam ın d a N ik ifor a r lg o r a k ta rılıy o r).

66

Page 68: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

zıyor: “Birçok despotluk yapan Türkler, Iskitler (yani Moğollar) tarafından kovalanmış olarak, kendileri de Rumları (yani Bizanslıları) kovalıyorlardı, ve İskitlere kıyasla ne denli güçsüzleştilerse. Kumlara karşı o denli yiğitleşiyorlardı. Her türlü eşkiya, b ir araya gelerek soy­gunculuğa sarıldı ve Rum ülkesinin sınır köjderini ala­bildiğine rahatsız ettiler.”^

Sultan II. Keyhüsrev'in uğradığı yenilginin ardından, kendisini, Sultan Alaaddin Keykubad'ın oğlu olarak gös­teren düzmece b ir Türkmen, (V. de Bobe’nin kaydettiği­ne göre) "K oterin” ortaya çıktı. O, kardeşinin yeteneksiz ve kadınsı biri olduğunu ve ülkeyi yönetmesinin yakışık almayacağını söylüyordu. Türkmen, çevresine 20 bin yan­daş toplayarak Konya yöresini yakıp yıktı ve güneye, Ki- likya’ya hareket etti. Ne var ki, I. H etum 'un ona incin­miş olan ve çoktandır Selçuklulara dayanan kuzeni ta ra­fından püskürtüldü. Düzmece Türkmen, Alaiye’ye girme­ye hazırlandığı sırada ele geçirildi, ve asıldı. Üç ay süren dalgalanmalar, kısa süre sonra, yeniden başlam ak üzere durdu.

Sultan II. K ılıçarslan’ın ussal olmayan eyleminden sonra, kendini toparlam ış olan Selçuklu devleti içten sar­sılıyordu. Yönetim aygıtının güçsüzleşmesinden, "uçlar­da" oturan ve merkeze ancak korku duydukları sürece bağlı kalan Türkm enler yararlanıyordu.

Devlet aygıtı bozulmuştu. Moğolların doğrudan sal­dırılarından kaynaklanan dağınıklık, Oğuz (Türkmen) boyları arasında kaynaşmaya yolaçtı. Başlangıçta (1261), Karaman (Ermenek’le) boyu başkaldırdı, sonra (1275) Cimriler. Bunlar, Konyayı işgal ederek yağm alattılar. Baş­kaldırı genişleyerek Aksaray’a sıçradı.

"Uçlarda” göçebelik eden Oğuz boyları, Selçuklulara karşı feodal yükümlülüklerine son verdiler; bunların boy

S N li i fo r G rigorla, s. 132.

67

Page 69: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

önderleri bağımsızlık ilan ettiler.Selçuklu devletinin doğu yarısının huzurunu göze­

ten Moğol ham Hülagu, Türkmenlere, devlet karşıtı, "kuş­ku verici” b ir unsur olarak bakıyordu. Tavr Türkmen- 1er arasına düzenlediği b ir geziye Selçuklu îzzeddin ve Rukneddin kardeşleri de kattı. Başlangıçta, İzzeddin’i destekleyen Türkm en önderi Muhammed al-Uci (yani "uçta”, sınırda duran), ondan kopmuştu. Hülagu, Türk- meni yanına çağırdı, ama Muhammed Al-Uoi bunu red­detti. Asinin bastırılm ası görevi, Rukneddin’e verildi. Mu­hammed Al-Uci yakalandı.

Devlet, adım adım zayıflıyordu ve Türkmen baskıla­rını püskürtm ede güçsüzdü. Erm eni vakayinamelerinin yazdığına göre, “îsmailyen soyundan” olan Karaman da çileden çıkmıştı. O, kendisini sultan ilan etti ve Akdeniz kentlerini yakıp yıktı. Sultan Rükneddin'in cesareti kı­rılmıştı, ama I. Hetum ona yardım etti. Başarı geçiciydi, 1277 yılında Muhammed-İbn-Karaman, Konya’yı işgal etti.

Yabancı saldırıları ortam ında, Küçük Asya’da, ana­yurda sevgi duygusu da doğdu. Başlangıçta, yurt kavramı yabancıydı ve anlaşılmazdı; Türk, sık sık, devleti terkedi- yor ve Bizans'ın yolunu tutuyordu; sultanın akrabası, öç almak isteğiyle, Moğollara saldırabiliyordu, ama komşu­ları, "bilgili Bizanshlar” da aynı şekilde davranıyorlardı. Şimdi, Karaman bölgesi temsilcileri, Selçukluların feo- dalları, çiğnenmiş olan haklarını savunmayı üstleniyor­lardı. Bunlar, uç beyleriydi: Karaman, Zeynel Hacı, Bun­suz*, otuz bin atlıyla Konya’ya yürüdüler ve tahta, Izzed- din Keykavus’un oturm asını istediler; bu, onların Türk dilinin üstün kılınması savaşımıydı.

Karaman beylerinin uslarında, Moğollara karşı koy­m a konusunda, belki, belirsiz b ir düşünce dolaşıyordu. Merkezin güçsüzlüğünü gören Karaman, ulusal, Küçük

6 Krş. E sk i U ygu r b e lgelerin d ek i M u n gsu z adı.

68

Page 70: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Asya ortak çıkarlarını savunmayı üstlenmek, Selçuklula­rın başkentini yabancıların siyasal ve kültürel egemen liginden kurtarm ak istiyordu. Divanlardan Fars dilini ko­van ve Türk dilini yerleştiren^ "köylü ik tidarııu”, vergile­rin ağır baskısı altındaki köylüler destekliyordu.

K aram an beylerinden ve yüksek ünvanlı Selçuklular­dan, Mısır Sultanı Beybars'ın niyetlendiği (1277) karış­mayı da onaylayan yandaşları bulunuyordu.

Moğolların kendilerine Suriye yollarını açan hızlı devingenliği. Küçük Asya’yı, güney yönünden darbelere açık hale getirmişti. Bazan, Haçlı yürüyüşlerinin sonuncu heveslisi Kral IX. Lüdovik’Ie bazan Suriye hıristiyanlarıy- la görüşmeler yürüten "Yüce Tatar Sultanı”, Memlûkleri telaşa düşürmüşlerdi. Mısır Sultanı Beybars, Suriye’yi yengilerle geçerek Küçük Asya’ya girdi ve Moğol yandaş­larım yenilgiye uğrattı.

O, Kayseri’ye yöneldi, ama buradaki yüksek ünvanlı Selçuklular kaygılandılar, ve Muineddin Pervane, küçük yaştaki Sultan III. Keyhüsrev’i alarak Tokat'a kaçtı.

Moğol devrinde, Küçük Asya, bazan, deyim yerindey­se, b ir açık avlu özelliği gösteriyor, egemenlik için, Sel­çukluların kalıtı için savaşan düşman taraflar bu avluda geziniyorlar.

Bir zamanlar, dış politika iplerini yönlendiren Sel­çuklular, şimdi ilgisizce bu savaşımı seyretmektedir. On­lar, tartışm ayı çözmede güçsüzdür, ve biri (örneğin, Mui­neddin Pervane) etkin davranm a isteğiyle ortaya çıkarsa, bunun sonuçlan acıklı olm aktadır.

Gürcü vakayinamesinin söylediğine göre. Sultan II. Gıvaseddin Keyhüsrev, boyun eğerek Moğollardan, Kü­çük Asya üzerinde b ir "şan”®, yani "şihne” (şahne) kuru-

7 K aram anoğlu M eh m ed'in K onya'y ı işg a lin d en (1277) sonra T ürk d il i­n in y ü k se liş i k on u su n d a, bkz: F. K öprülü . Encyclopfid ie de l ’Islam , IV, 989.

8 M. B rosset, op. c it., p. 520.

69

Page 71: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mu oluşturm alarını dilemiştir. Bununla birlikte "Şignagi” sanı, Selçuklularda çok eskiden, daha Orta Asya’dayken vardı.’

Sultan’ın gücü ise düşüyordu, çünkü hazine de bo­şalmıştı. Moğol döneminde, devlet gelirleri şöyle payla­şılıyordu: Sultana yalnızca üçte b ir gidiyor, üçte birini Mogollar ve diğer üçte birini feodallar alıyordu.

Bağdad’ı işgal eden (1258) Hülagu, Selçuklular dev­letinin ikiye bölünmesini gerçekledi, desentralİ2asyon (ye­rinden yönetme), süreci ise, çok daha çabuk işledi. Feo­dallar arasında düşmanlık güçleniyordu; her grup, ken­di adayını ileriye sürüyordu; b ir süre (1249 -1257) Kü­çük Asya'da üç Selçuklu (II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğulları) birden egemenlik sürer olmuştu.

Rekabet doğuran ikili yönetim, kuşkusuz Moğollara siyasetlerinde başarı sağlıyordu; örneğin, Gürcistan’da on yılı aşkın süre ortak yönetimde bulunan iki kraliçeyi b ir­den onaylamışlardı.

Sultan, otorite kullanmıyordu; o, hanın önünde baş eğmeye gitmek zorundaydı, orada, deyim yerindeyse, "ün- van belgesi” elde ediyordu. Gerçekte, fiili yönetici, Moğol hanının genel vahşiydi. Han, ya da "îlhan”, em irleri de atamaktaydı, vezirlerse Sultanın değil. Hanın istemini uyguluyorlardı.

K ars’ta b ir yerde oturan Moğol genel valisi Baycu, uzaktan, iktidar için didişen kardeşlerin ne yaptıklarını gözlemektedir.

Ensonu, Sultan II. Keykavus'un, haraç vergisini ya­tırm ayı geciktirdiği gerekçesiyle, ülkeyi yıkarak, onun üzerine yürür. Sultan direnmeye çalışır, ama Mihail Pa- leolog’un yardım ına karsın. Sultan, Sultanhan yakınında bozguna uğram ıştır ve ülkeyi hemen terk eder. İktidara,

9 M aterla lı po is to r il tu rk m en u T u rkm enll, I, a. 314.

70

Page 72: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tek başına Sultan IV. Kılıçarslan geçer.Hanedanın düşmesi öncesinde, II. Keykavus’un toru­

nu, Moğolların beğenmediği, onları başarıyla yenilgiye uğratan Sultan III. Alaaddin, gene onlar tarafından dev­rildi, o zaman kul ruhlu yüksek ünvanlılar, sahiplerinin istemini sezerek, sultanı boğdular. Böylece, sultanları et­kilemede, eski yöntemler. Küçük Asya’da devam ediyor, erkân ile Moğollar arasındaki sınır çizgisi silinmiş olu­yordu.

Selçuklular, çoktan, Moğol hanının derebeylerine dö­nüşmüştü; han. Sultanın Küçük Asya’daki mülklerine kendi malı gibi egemen oluyordu. Örneğin, Mısır Sultanı Beybars’ın üzerine hareket eden han Abaka, Erzincan’­dan geçmişti; kentliler, ona bağlılık gösterdiler, am a si­lahlı birinin surlar üzerine çıkmasına öfkelenen han, ken­ti, yıktı. Sonra, b ir zamanlar, Mengücük Beyliği’ne dahil olan Divriği kenti, Feramerza'nm oğlu Sultan III. Alaad­din Keykubad'ın disiplinsiz çapulcu birlikleri tarafından yağmalandığında, düzensizliklere canı sıkılan Han Ga­zan, sultanı azletti. Kısa süre sonra da, Selçuklu haneda­nı sona erdi.

Genellikle, feodallarm çaldığı havayı oynayan Sel­çuklu hanedanı, 14. yüzyıl başına kadar yaşamıştır, ama13. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak sultan, artık, Moğol hanlarının isteğine göre göreve gelea vezirlerin ellerinde tah ttak i b ir kuklaydı.

Moğolların egemenliği sırasında, işleri, vezirler iste­dikleri gibi çekip çeviriyorlardı; bunlar, sultanın vezir­leri olm aktan çok, Moğolların genel valileriydiler. Yaşam ve ölüm yetkisi vezirdedir; katilleri o yargılam aktadır.’" Aflâkî'nin anlattığına göre," b ir kez 2 ya da 3 bin dinar ödemekle yükümlü b ir kişiye yardım da bulunm ak iste-

10 A flâk î, I. 119 - 120, llA f lâ k î, I, 119.

71

Page 73: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yen Celâleddin Rumi, Vezir Muineddin Pervaneye hoşgö­rü ricasında bulunm uştur; vezir bunu reddedince, Celâ­leddin, vezirin kişisel adım ("Süleyman”) ima ederek ikin­ci kez yazmıştır: "Devler, Sultan Süleyman’ın buyrukla- n n a boyun eğerler; Süleymansa, devlere divan durmaz.”'

Bir seferinde, Muineddin Pervane, Konya halkına kız­m ıştır, sayısız bela beklemektedir onları ve ancak Celâ­leddin Rumi’nin arka çıkmasıyla, öfkeli vezir, 10 bin di­nar gibi büyük b ir fidyeye razı olm uştur.

Celaleddin’in gönderdiği ve vezirin saygıyla göz gez­dirdiği basit b ir pusula, halkı b ir felaketten kurtarn aş­tır. Her şeye gücü yeten vezir, böyle davranm ıştır çünkü, anlaşılan, o, şeyhin istemini itirazsız uygulamak duru­mundaki b ir "m ürid”dir.

Ama, bu geçici mem urun yolsuzlukları ve onun iki­yüzlü politikası —dıştan Mogolları destekliyor, gizlice de Beybars’ı onların üzerine yönlendiriyordu.— Eninde so­nunda ölçüyü aşmış, ve Muineddin Pervane, 1278 yılında, Abaka Han tarafından idam ettirilm iştir.

Moğol döneminde, yalnızca Han karşısında hesap ve­ren, başına buyruk diktatör vezir tipi böyle oluşmuştur. Komşular, belli ki, Selçukluları artık unutm uşlardır; Gür­cü vakayinamesi, Pervane’yi "sultan” olarak yüceltmek­tedir.'® ’

Küçük Asya’da feodallar kazandılar. Sultan’ın m er­kezi iktidarı güçten düştü ve yerini, Moğol hanının tem­silcisinin denetimine bıraktı. Kenar bölgelerde, feodal­lar, siyasal anlamda bağımsız oldular ve olabildiğince, kişisel ya da dar bölgesel çıkarlar gütmeye başladılar.

Bölgelerde, bazan Selçuklu başkentinin yanıbaşında, yeni mülk sahipleri (sultanlar, beyler) ortaya çıktı. Bun-

12 B urada çevrilm ez b ir söz oy u n u var: 1) "D ivan”, d ev let m eclisid ir , 2) "dev" sö zcü ğ ü n d en çoğu l "devler”, "periler". ("Dev” , esk i R u sça "dlv").

13 M. B rosset, op. c lt., p. 58T.

72

Page 74: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1ar, m ülklerin parçalanm asını reddediyor, tersine, kendi­lerinin ve soylarının ellerindeki toprağı tutm aya çalışı­yorlardı. Küçük Asya'da, iktidarda blundukları sürede, başlarında, büyük yurtluklar edinen vezirlerin bulundu­ğu küçük beylikler serpilmişti. “Vezir hanedanları” (sü­lale al vüzera) hüküm darlıkları oluşmuştu; Atyon Kara- hisar'da Sahiptaoğullan (Vezir Sahip A tanın soyu), Ka­radeniz kıyısında Pervanezadeler (Vezir Muineddin Per­vane, Sultan IV. Rükneddin Kılıçarslan’dan Sinop’u al­mıştı) vardı. Kastam onu’yu, 14. yüzyılın 30'lu yıllarında, yaşlı Süleyman Padişah yönetiyor, doğrudan ardılı en kü­çük oğlu Cevad da burada yaşıyordu, diğer oğlu İbrahim ’i Sinop yöneticisi olarak atamış, (kısa süre sonra ölen) annesi de buraya taşınm ıştı.’'* Durum, her yerde böyleydi.

K ararlı olarak toprak biriktiren feodallar arasında, Osman soyu sivrilmişti. Sultan Osman konusunda, tbnî Batûta, onun 100 malikâneyi ele geçirdiğini sö y lü y o r ,y a ­ni 100 küçük feodal onun iktidarını kabul etm iştir.

Küçük Asya’nın batı ucunda, gerginlik, daha az du­yumsanıyor, ve Sultan Osman, elverişli koşullardan ya­rarlanabiliyordu. Küçük feodallar ona yaklaşıyor, çağın kaygılı ortam ında, onda huzur buluyorlardı. Bizans üze­rine yaptıkları baskın tipindeki seferler ise, yitirmiş ol­duklarını geri getiriyordu.

Böylece, doğal olarak, Rum Selçuklularının mülkle­ri üzerinde doğan beyliklerin ortasında, gideıek, bazan savaşlarla, bazan gönüllü katılm alarla, Selçukluların ge­niş topraklarım elinde toplayan Osmanlı sultanlarının devleti yaratılıyordu; Osmanlı sultanları devletin sağlıklı ve hızlı yükselişini Moğol saldırısına borçludurlar.

Küçük Asya, bağımsızlığını, henüz b ir ölçüde koru­yordu, ama artık, burada Moğol nizamları geçerlidir, ve

U tb n l B a tû ta , II, 343. IS İb n l B a tû ta , II, 322.

73

Page 75: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bir gözetim kurulm uştur. Moğol im paratorluğu, toprak­ları üzerinde özgürce, güvenlikli yer değiştirmelere, an­cak payca —Rus vakayinamelerinde "baysa”— izin vere­bilmektedir.

“ İlhanlılar” (İran Moğolları) zamanmdan beri, başlan­gıçta iç özgürlüğünü korum uş olan Selçuklu devleti, Mo­ğol etkisini, üzerinde duyumsamaya başladı.’

Selçukluların düşüşünün ardından yeni ünvanlar, sanlar duyulur: ağa ve belki de paşa terim lerini Moğol- 1ar bırakm ıştır, bu iki terim e Aflâkî'de rastlanıyor. Aynı dönemde, "önder bey” anlamında "noyon” sö/cüğü orta­ya çıkıyor. Besim Atalay’m deyimiyle "bu çok güzel ad”. Sultan Osman Gazi'nin Germiyanoğlu Yakup Eey’e mek­tubunda kullanılm ıştır.”'

Moğollar, yönetim sistemini değiştirdiler, vergi top­lanmasını da düzene soktular. Onlar, topraktan, yani yer­leşik halktan "kılan”, hayvandan, yani göçebelerden "kupçur” kentlilerden ve tüccarlardan "bac” ve "tam ga” alıyorlardı; tek para sistemi de yürürlüğe konmuş, kısaca. Küçük Asyada "ekonomide anarşi” son bulm uştur.’®

Hamdullah Kazvini (14. yüzyıl tarihçisi), kesenekler (iltizam) belirlenmesinden devlet için yarar sağlandığına işaret ediyor. Bu arada, vergilerin toplanması, eskiden ol* duğu gibi kadılara düşüyordu, kadılarsa sıksık azledildik- leri için, biran önce, halkı soymaya bakıyorlardı. Vergi­leri, düzenli şekilde toplamak için, sayım düzenlemesi ge­rekliydi, ve "büyük divanda”, halka, hayvanlara ve tarım a

16 Krş; K. S tra to n itsk i, M ongolskoye u p rav len iye p ok oren n ım l K itayera 1 A rm eniyey. M., 1913, (O ttlsk ).

17 B esim A talay, agy. s. 107.18 V. B artold . O n ek otorıh v o sto çn ıh rukop lsah , s. 0128, ayrıca n o t 4;

M oğollaroa B u m a y ü k len en haraç 20 b in tü m en , 500 k u p on İpek, 300 b in p arça deri (k oyu n p o stu ) 500 a t ve 500 k atırd ı. — "K upçur" ter im i V. B arto ld ’d an a lın m ıştır (P ersldskaya n ad p ls n a A niyk oy m eçetl M anuçe. SPb., 1911, s. 30), dah a ö n ce E. Q uatrem 6re (on a gönd erm e .A. Y akub oysk l’n ln , agy. s. 116, primi. 1).

74

Page 76: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ilişkin istatistik bilgiler b ir araya getirilmişti.Kuşkusuz, kesenek sistemi, belki hazine içjn kârlıydı

(çünkü devlete b ir elden belirli meblağ sağlıyordu), ama aynı zamanda yolsuzluklara geniş alan açıyordu; mülte­zim, tıpkı kadı gibi kişisel çıkarlarının peşindeydi ve hâ­zineden kesenek (iltizam) aldığı zaman, harcadığım, faz­lasıyla geri döndürmek istiyordu.

Ekonomik karşılıklı ilişkilere, Moğollarca getirilen değişiklikler sonucu, feodallar ile köylüler arasındaki bağ çok daha zayıfladı, çünkü köylüler, vergilerini, bü­yük bölümüyle, feodali atlayarak hâzineye ödüyorlardı.

Çin'den Karadeniz’e dek çok geniş b ir alanda, tek ik­tidar, Moğolların iktidarı sağlamlaştığına göre, güneyden Karadeniz’e ve Kırım ’a sıçrayan ticaretin kârlı çıktığı göreli b ir güvenlikde yerleşmiş bulunuyordu. Daha önce de zengin olan Sivas kenti, daha da gelişmişti (1336 yı­lında bütçe bakım ından Rum ’un gelirlerinin iıçte b irin­den fazlası iki kente, Konya ve Sivas’a düşmektedir). Si­vas’ta, 1276 yılında, artık b ir Ceneviz konsolosu bulunu­yordu, bu da kuşkusuz, Cenevizli tüccarların ticaret iş­lemlerinin oylumunun büyüklüğünü dile getirmektedir.

Bu durumda, vergilerin toplam tutarı, önemli ölçü­de artm ıştır. Bu, gerçekten, Moğollar zamanında güçle­nen ticari dolanımdan kâr elde eden halkın refahında b ir yükselmeyi mi doğrulam aktadır, yoksa, tersine, yal­nızca, halkın sırtından ne mümkünse koparan ve onun yoksullaşmasına yol açan ve, kaçınılmaz sonuç olarak, merkez ile kenar bölgeler arasında ayrılığa götüren ver­gi baskısının ağırlığını mı göstermektedir, yani kenar bölgelerin merkezden siyasal kopmasına yolaçan ekono­mik nedenler midir?

Selçuklular devrinin ekonomik yaşamı karanlıkla örtülüdür. Küçük Asya’nın Moğol dönemi ekonomisi üze­rine yargıya varm ak için, bilgilerin sınırlılığı, dolaylı gös­

75

Page 77: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tergelere başvurm aya zorlamaktadır.Hülagu’nun îlhan ulusuna Azerbeycan da dahil ol­

duğu için, Transkafkasya’da, 19. yüzyıla değin b ir bölü­müyle sürmüş olan vergi terimleri, Küçük Asya’daki yö­netim örgütlenmesi konusunda b ir fikir verebilir. Döne­m in finans sistemini ortaya koyan eski belgeler, çok da­ha önem kazanıyor. 15. yüzyıl sonu "soyurgal” af karar­namesinde, beylerin ödemek zorunda olduğu, am a hanın bağışladığı feodal vergiler sayılmıştır. Terimler karışımı (Moğolca, Türkçe, Arapça ve Farsça), kuşkusuz, Küçük Asya'da, yabancıların egemenlik zam anlarını gösteren ilişkilerin karmaşıklığını dile getirm ektedir.”

Bununla birlikte, merkezi hüküm dar ve feodal ara­sındaki ekonomik karşılıklı ilişkiler, daha Orta Asya’da yerleşmiştir, Moğol öğeleri (terimler ve vergi türleri). Küçük Asya’ya Oğuzlar tarafından da getirilmiş olabilir. Türk ve Moğol boyları, Moğol saldırılarının Selçuklu dev­letinin yaşamını a ltüst etmesinden çok önce, Orta Asya’­da yüz5TÜze gelebiliyorlardı. Türklerin ve Moğolların kar­şılıklı etkileşimi hipotezi sırada bekliyor. Türk ve Moğol boylarının erken dönem yerleşim haritası. Küçük Asya’­da feodalizmin biçimlenmesini açıklayan bu hipoteze, b ir somutluk kazandırabilecektir.

19 V. M inorsky. A. Soyu rgh âl o f Q asim b. J a h a n g ir A q -q u yu n lu . B u lle tin o f th e sch oo l o f O rleuta l S tu d ies . ü n iv e s ity o f L ondon , vol. IX , P art IV, s. 927 - 960.

76

Page 78: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Oğuzlar - Küçük Asya'da Soy Dizisi Kalıntıları - Oğuzla­rın Küçük Asya’da Yerleşmesinin Tarihi İçin Toponomi- nin Önemi - Sımr Beyleri, “Gaziler” ve “Alplar" - Oğuz Boylarının Askerî Örgütlenmesi - Şölende ve Ziyafette Soyun Öncelliği - Av - Oğuzlarda İslâm - Soy Adları ve Lakaplar - Oğuzların Töreleri; Düğün, Yargılama, Kan

Davası - Kadınların Durumu - Kurultay ve Sultan Seçimleri

Oğuzlar, eski Türk boylarından biridir;' IS 8. yüzyıl Orhon anıtları, onlardan sözediyor. Oğuzlar, dokuz boya ayrılıyorlardı (Tokuz oğuz); dokuz sayısı, bu soy için bü­yük b ir iç anlamı dile getiriyordu. Ama, o zamanlar, Or­hon Türklerinde soy dizisi artık ayrışmaya başlamıştı.

O zamanlar, şimdi artık yitmiş olan boy adları var­dı. Örneğin, yazıra boyu, adım karataşlı olarak değiştir­miştir.^ Etnografik terim lerin ardında, genellikle Türk- lerin siyasal asker-soy birliği gizleniyordu. Güvenlik ya

1 O ğuzların (gu zlar ın ) ta r ih i "EncyclopSdle de r is la m ”da, V. B artold ta ra fın d a n k ısaca ö ze ten m iştir (m ak ale artık e sk im iştir ); krş.. F. K öprü lü '- n ü n n o t la n (A nadolu'da İslam iyet, b. 37, n o t .) .

2V . B artold , Oçerk Istor ll tu rk ın en sk ovo naroda, s. 38.

77

Page 79: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

da çıkar düşünceleri, güçsüz b ir boyu, soy adım kurban etmeye zorluyordu.

Oğuzlar, giderek, Moğolistan’dan batıya, Aral boyla­rına doğru yer değiştirdiler; 10. yüzyılda, yolu üzerinde onlarla karşılaşan Îbni-Fadlan, Oğuz zenginlerinin 100 bi­ne kadar koyun sahibi olduklarını belirtiyor,^ bu ise, ar­tık sürüsü küçük olan yoksulun ezilmesine yol açan top­lumsal farklılaşmayı göstermektedir.

İlk kez, 11. yüzyılda, Kaşgarlı Mahmud, Oğuzların 24 boya ayrıldığını bildirm iştir (bununla birlikte o, yal­nızca 22 boy saymaktadır);"* daha sonra 15. yüzyılda Türk vakanüvisti (Yazıcıoğlu Ali) tarafından alıntı yapılan Ra- şideddin'in® 13. yüzyıla ait notlarından b ir bölümüyle ay­rılan Kaşgarlı M ahmud'un terimleri, eski dil formlarını yansıtm aktadır. “24" sayısı, göçebeler için b ir tü r gele­neğin ürünüydü. Buna, hem H unlarda (24 görev), hem de Oğuzlarda (örneğin, Meru Türkmenlerinde 24 kıdem) rastlanmaktadır.'^ Kaşgarlı M ahmud’da 22 boyun varol­ması, sanki 11. yüzyılda. Oğuzlarda, artık soy kütüğünün parçalanmaya başladığını dile getirmektedir: İslâm döne­mi öncesinde, artık iki boy kopmuş ve 10. yüzyılda. Gü­ney Afganistan’da yaşayan “Halac” ("Kalaç”) halkını oluş­turm uştur; belli ki, onlar, fiziksel kurtuluşları için boy bağımsızlığından vazgeçmeyi yeğlemişlerdir.

Selçuklular önderliğindeki Oğuzlar, aileleri ve sürü­leriyle birlikte, Orta Asya’dan^ Küçük Asya’ya doğru çev­re sakinlerine korku salarak hareket ederler.® “Dede Kor-

3 P u teşestv iy e tb n -F a d la n a n a V olgu. M .— L., 1939, s. 66.4 K aşgarlı M ahm ud, D lv a n ü L û g a t- lt T ürk, 1. 56.5 T rudı V ostoçn ovo o td elen iy a A rheologlçeskovo obşçestva . t. V. s. 25

ve dv. (R usça çev ir i); t, VII. s. 32 ve dev. (F arsça m etin ) .6 V. B artold . Istor iya tu ry etsk o — m on g o lsk ih narodov. T aşk en t, 1928,

s. 4.7 Son raları O ğuzların b ir b ö lü m ü y le geri d ö n ü ş h arek eti aneydana g e ­

liyordu; T im ur z am an ın d a b öy le o ldu , bkz: F. K öprülü , "Oğuz E tn o lo jis in e D air T arih î N otlar” , T ü rk iyâ t M ecm uası, I, s. 203.

78

Page 80: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kut K itabı”, "destan kahram anları çağı” olarak, Oğuzla- lan n Küçük Asya zamanını yansıtıyordu.

Oğuz boylarının Küçük Asya'da yayılma alanı, m ad­dî anıtlarla olduğu gibi, sözlü yapıtlarla da ortaya kona­bilir. Bunun yanısıra, atların üzerine basılan damgalarla, genel olarak, köylerde henüz korunan mülkiyet işaretle­rinin incelenmesi yardımcı olacaktır. Bu kbnuya, yüzey­sel olarak Rıza N ur ilgi gösterm iştir.’

Öte yanda. Küçük Asya’da günümüz toponomisi de, “yer adları, yerleşim adları, yeradıbilim ”, ülkenin eski halkı Oğuzlar konusunda anılarla doludur.'“

Belki de. Prof. F. K öprülünün direktifine göre ha­reket eden Türk bilim adam ları, Oğuz-Türkmen boyları­nın Küçük Asya’da yerleşimi konusunda yargı olanağı verecek malzemeyi toplamaya başlam ışlardır.

1928 nüfus sayımı öncesinde, istatistik yönetiminin, köy yerleşim noktalarının listesini içeren bin sayfalık ge­niş b ir kitap yayımlamasıyla, Türkiye’de toponomi ince­lemeleri kolaylaşmıştır.”

Türkiye'de, Genelkurmay tarafından yayımlanan Kü­çük Asya haritalarını gözden geçiren H. Nihal ve A. Naci, köylerin kökenini, eski halk geleneklerini vb. dile getiren sözcükleri çıkarm ışlardır. Onların yorumları, gene de, bazan kuşku doğuruyor (yazmada özgür yakınlaştırm ala­rı var), örneğin: (Kargın, karnık);'^ herhangi b ir yerleşim

8 “Y ellzavetp o lsk aya b ö lg e s in in K u tk a ş in N u h in köyü" yaşayan ları, to p ­rak ta kem ik ler b u lu n ca , b u n la r ın O ğuz d ev lerine a it o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o r­lard ı (R aşid - bek E fend iyev, Sborn ik m ater la lov d lya op isan iya m estn ostey i p lem en K avkaza". vıp. IX , s. 140).

9 T am ga ou tag , m arqu e au fer ch a u d su r les ch ev a u s â S in ope, Jou rn a l A siatiqu e, 1928, Jan v ler - Mars.

10 B ü yü k T uran 'dan K ü çü k A sya’ya ge len T ürk b oy lar ın ın etn ogra fik d ağ ılım d en em esin i, m illiy e tç i araştırm acı B esim A talay da yap m ıştır, bkz; 1922 ya da 1923 y ılın d a A nkara'da verd iği k on feran s raporu: V. G ordlevski. İz j lz n i sovrem yon n ıy T u rts ii. V ostok , kn. 4 , s. 204 - 205.

11 K öy ler im iz in Adları. İsta n b u l, 1928.12 A n ad olu ’da T ürklere A lt Yer İsim leri" . T ü rk iyat M ecm uası, II. ss.

243 - 259.

79

Page 81: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yerinde soy terim inin bulunmayışı, sonuçlar çıkarmak için yeterli değildir; çünkü, eski etnografik adlandırm a unutulm uş ya da yerini başka ada bırakm ış olabilir. Doğ­ru sonuçlar, eski Doğu ve Avrupa tarihsel coğrafya yazı­nının gözönüne alınması ve kullanılmasından sonra elde edilmelidir.

Hakimiyeti Milliye (şimdi Ulus) gazetesi de, topono- miye büyük ilgi gösterm iştir. Sayfalarında süıekli ola­rak bu konuda makaleler çıkmıştır. Küçük Asya Oğuzla­rının akrabaları, doğuda yaşam akta olduğuna göre, Hü­seyin Namık Orkun, Bayat (Nişabur çevresinde) ve Kayı boylarını anımsatmıştır.'^ Bütün bunlar biliniyor ve do­ğaldır; bu, büyük Türk boylarının ve halklarının batıya göç etmesi olayıdır, ve boyların, bugün, siyasal bakımdan dağılmış olan bölümleri, tek b ir etnografya bütünlüğü göstermektedir; Îbn i-B îb î vakayinamesinde, "Türkmen- 1er” terim inin kullanılm akta olduğunu da, bu arada be­lirtelim .’*'

H. Nihal’in ve A. Naci’nin yaptığı gibi sistem atik olmasa bile, Avni Ali Candar, b ir dizi ildeki köy adları listesinden, Oğuz boylarının anısını sürdürenleri çıkar­mıştır.'^

Küçük Asya’da, Oğuzlardan yalnızca köy toponomi- sinin sözetmesi, kuşkusuz, şaşırtıcı değildir; göçebeler, artık, kültürlü halkın işgal ettiği boğucu kentlere değil, özgür alanlara, engin otlaklara koşarak, bozkır da yurtla­nıyorlardı.

Ankara, Selçuklular devletinin b ir yönetim bölgesi olduğu için, ben, Avni Ali Candar'm malzemesi içinden,

13 Yer ad lar ım ızın ta r ih e yardım ı (U lu s, 1935, no: 4852). Y azarın U lııs gazetes in d e b a s ıla n m ak aleleri, "O ğuzlara D air'’ (Ankara, 1935) k ita b ın d a to p la n m ıştır .

M lb n B ib i, IV, 282.ıSB kz: "Y u rd u m u zu n esk i d ili" (H ak im iyeti m illiy e , 1933, no . 4185).

B ir sü re ön ce F. A ksu "İsparta İli, yer ad ları’’ (İsparta , 1936) k ita p ç ığ ım çıkardı.

80

Page 82: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

günümüz ve Selçuklu dönemi Ankara top rak lan birbiri­ne denk düşmese bile, bu ilde bulunan köyleri örnek ola­rak alıyorum. Ankara ili topraklarm da şu soylar yaşı­yordu: Kayı, Bayat, Alkaevli, Yazır, Dudurga, Avşar, Kı- zık (asıl, Kesrelik - Kızığı köyü). Bey dili, Kargın, Bayın­dır, Peçeneg, Çavundur, îym ir, Oregil, îğdir, Bügdüz (Çandır köyü), Kınık, yani Ankara toprağında 24 Oğuz boyundan, en az 17'si vardı.

Burada, 24 (22) boyun birden bulunm uş olması da olanaklıdır, ama eski adlandırm alar, ya istatistiklerden kaçmış ya da yok olm uştur. Soyların b ir bölüm ü ise, ye­rinden olmuş, bunlar, diğer boylarda erimiş ve kaynaş­mış olabilirler. Adları ise, örneğin, hiçbir şey ifade et­meyen Tava ya da Karaevli'* gibi, hızla unutulm uş ya da bozulmuştur. Çapni ve Salor boyları, Ankara dışında yerleşmişti: Çapni, Sinop’ta, Salor da Ankara’nın güne- yindedir (bu soyun dallarından biri Karam an beyliğini oluşturm uştur),’ bununla birlikte Çapni boyunun (K. Hu- m ann tarafından Tahtacılarla özdeşleştirilen bir bölümü) Güneybatı Anadolu’da göçebe yurtluklarına yerleşmiştir.'®

Ankara ilinde, adlarında (sağ kanattan ilk dört boy­dan birinin totem i olan "doğan”ın”) bozulmadan devam ettiği Akdoğan, Doğanlar, Şahinler gibi köylere sık rast­lanır, ama belki de, bu köyler, av için şahin sağlamakla uğraşıyorlardı.

Ama, Ankara toponomisi, küçük yerleşme noktaları

l6K rş: A bulgazI'de "K araeyll" (V. B artold , Oçerk ts to r ll tu rk m enekovo naroda, s. 44). K aşgar ard ılları K araeyll olarak ad lan d ır ılıyord u ("Kairaev- 111er” ): b u n la r d iğer lerin d en dah a yok su ld u .

17 F. K öprü lü , "O ğuz E tn o lo jis in e D air T arih ! N otlar", T ü rk iya t M ec­m u ası, I, 193.

18 K ü çü k A sya e tn o lo jis i k on u su n d a bkz: tzv e st iy a K avkazskovo o td ela B u ssk ovo keografıçeck ovo obşçestva , t . VI, s. 57, (K. H u m an n 'ın “V e r ia n d - lu n g en der G ese llsch a ft fü r E rd kun de’', Bd. VII, 1880. ç a lışm a sın d a n m a ­k ale çev iris i).

19 A nkara ilin d e (Zir ilçesin d e) S encer k ö y ü de vardır, b u S e lçuk lu s u lta n ı (M ellk şah 'ın oğ lu ) S encer'in an ısıd ır.

81

Page 83: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

(köyler) içerdiğine göre, belli ki, Oğuz boylan, batıya doğ ru hareket ederken yol boyunca dağılmışlardır.^ Boylar­dan bölüntüler kalıyordu, bu yüzden, İğdır yerleşim nok­tasına, yalnızca Ankara ilinde değil, K ars’ta, Konya’da ve Zile’nin güneybatısında [Artova’da], Bayındır’da (İz­m ir ilinde vb.) rastlanmaktadır,^' yani Oğuz boyları her yanda yerleşmişlerdi

Kayı boyunun dağılımını özel olarak incelerken, Av- ni Ali Candar, Çanakkale’den K ars’a, Urfa’dan Manisa’ya değin çok büyük b ir alanda, bu boyun soyundan ve ku­şaklarından bölüntülere rastlamıştır.^^

Bütün bunlar, boylar arasındaki zayıf kcynaşmayı, soy kütüğündeki bozulmayı dile getirmektedir. Güçlü boy oluşumlarını, bilinçli olarak parçalayan Selçuklu siyasal sistemi de, bozulmayı hızlandırabiliyordu.^'*

Kentleri ya da bölgeleri ele geçiren Selçuklular, bu­ralara, Oğuzları yöneltiyorlardı. Bir cami yapımı, sanki yerleşme anını göstermektedir; örneğin, Sudak’ı işgal eden Çoban Bey, kalede cami yaptırm ıştır. O. belli ki, burada, K ırım ’da yerleşen ardıllar, Anadolu konuşma Türkçesinin özelliklerini koruyan koloni sakinleri bırak­m ıştır.

Oğuzların Küçük Asya’ya aralıksız taze akını, onla­rın başarıyla gelişmesini kolaylaştırıyor, yerli halk da,

20 B ir yerleşim n o k ta sın d a da, d eğ işik boy (ya da u lu s) p arça ların ın b u lu n m a sı İ lg in çtir , örn eğ in , A h la t k en t in in gü n ey k esim i “K açar”, ku zey i “T onos" adları taşıyordu .

21 B u yerlerin h a lk ı, herhalde, an trop o lo jik b ak ım d an göçeb eler in ç izg i­le r in i k orum uştur; örn eğ in , 19. yü zy ıld a K u zeyd oğu K ü çü k A sya’y ı gezen A, M crtm an n (A n ato llen , H annover, 1925, p. 266), B ay ınd ır'd an (B olu civarı) bir za p tiy en in N agay t ip in e işaret ediyor.

22 K onya yöresind e, O ğuz b oy lar ın ın d a ğ ılım ı k on u su n d a M esut K o- m a n 'ın y a z ısı "K onya” dergisi, 1936, no . 2, s . 121 -123 .

23 A vnl A li Candar, “K ay ı’n ın B ö lü n tü ler i” , H âk im iyeti M illiye, 1934, no. 4473.

24 K ü çü k A sya'da O ğuz b o y la r ın ın gru p lan m ası k on u su n d a bkz: M ükre- m ln H alli, agy., s. 83; ku zeyde "bozok”lara a lt boylar, gün eyd e, tersin e "üçok" boyları ağ ır basıyordu.

82

Page 84: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

giderek asimilasyona “özümlenmeye'' uğruyordu. İslâm ­laşmaya doğru da b ir dönüş vardı; Küçük Asya’da devlet kurulduğu, asimilasyonun büyük maddi çıkarlar sağladığı Selçuklular zamanında, bu süreç, geniş boyutlara varmış­tır.

Ama Oğuzlar da ortam ın etkisine uğruyordu. Batıya ne kadar yaklaşıyorlarsa, göçebe gelenekleri, o ölçüde zayıflıyor, kent yaşamının yatkınlıklarım ediniyorlardı.

Oğuzların Küçük Asya'daki durumu, çok şekilli ve karm aşıktı. Komşuları hıristiyanlar arasında, "cihad böl­gesinde”, islâmın savunucuları az ya da çok ayrı b ir ya­şam sürüyorlardı. Din, onları diğer halklarla karışm ak­tan ve asimilasyondan alıkoyuyordu, am a tüm bunlar, bilinçsizce oluşuyordu, çünkü Oğuzlar —Oğuz kitlesi— gene de kötü m üslüm anlardı ve yurtseverlikleri zayıftı. Dinsel ya da boysal b ir kıyaslama engelinin bulunmadığı yerde, Anadolu’nun doğusunda, Araplar ve K ürtler ara­sında, Oğuzlar, bazan denasyonalize “ulusal niteliklerini bozmak” oluyorlar, ulusal özelliklerini yitiriyorlardı.^

Sınır boylarında, dağlarda, merkezi iktidarın otorite­si, hiç denecek kadar önemsizdi; buralarda. Oğuzlar, ken­dilerini bağımsız duyumsuyorlardı; örneğin. Sultan I. Gı- yaseddin Keyhüsrev'in seçilmesi, Bizans’ın eski düşman­ları Danişmend Yağıbasan’ın sınır beyleri olan üç oğlu­nun onayı ve desteğiyle, önceden kararlaştırılm ıştı.

Merkezden uzakta, devletin sınırlarında, Oğuzlar, b ir­lik ve dayanışma içinde yaşıyorlardı. Buralarda, sürüle­rin rahatça otlanabildiği boş topraklar vardı; burada, boy başkanları olan “beylerin” iktidarı güçlüydü. Oğuz­lar, “İ l” denilen boy birliği oluşturuyorlardı (ve boyun

25 B kz: D ogu A n ad o lu ’da (en son ) “d en asyon alizasyon " (u lu sa l n ite l ik ­ler in b ozu lm ası) örnekleri; C. B rockelm ann . D as N a tlo n a lg e fü h l der T ürken lan L ich te der G esch lch te , H alle a .s., 1918, p. 13. — 18. y ü zy ıl son u n d a M ardin’de Arapça kon u şu lu yord u .

83

Page 85: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

askerî başkanm a "ilbaşı” deniyordu); bu terim, daha sonra, halkın karışık olduğu bölge çapında siyasal birli­ğe de geçmiştir, örneğin, K am ereddin’in mülkiyetindeki topraklar, Karamanoglu’na geçince, buralar için ‘‘iç-il’’ adı yerleşmiştir.^

Küçük Asya’yı ele geçirmede kendilerine yardım eden Oğuzların hizmetlerini anımsayan Selçuklu sultanları, Oğuz boylarının önderlerine ayrı b ir önem veriyorlar, devletin sınırlarının korunmasını, onlara em anet ediyor­lardı. Sınır beyleri (uçbeyleri)^, devlet içinde 3İiksek gö­revlerde bulunuyordu.

Babaların şiî düşüncelerine kapılmış, demek ki, de­rin b ir dinsel kanı ayrılığı duyan Oğuz Türkmenleri, inanç uğruna, çengin beklediği yere istekle gidiyo>'lardı. Günü­müzdeki Teke bölgesi devletin güney sınırının tutulm ası için, Selçuklular tarafından buraya gönderilmiş olan Türkmen Teke boyunu anım satm aktadır. Söz konusu boy, buraya yerleşmişti, ama 16. yüzyılda, Şah İsmail Sefevid'- in (Safavî) seferi, Sufilerde, sünnilere karşı m oral gücü yükseltmiş ve hüküm et, baskı önlemlerine başvurmak ve onları Avrupa Türkiye’sine göçürmek zorunda kalmış­tır.^

Oğuzlar, sınır boylarına istekle gidiyorlardı. Çayır­ların oluşturduğu toprak parçalarına sahiptiler.” Göçebe

26Y azıcıoğ lu A li, III, 369 - 370; ş im d i, “İçel" adı, A kd en iz k ıy ısın d ak i M ersin İlin e verilm iştir .

V B aşlan g ıç ta u z u n süre, (A bu'l F lda 'y ı, 941, çev iren) S. O tiart'm y a p tığ ı ve sonra K. H u art ta ra fın d a n b ir kez d ah a y in e len en esk i b ir y a n lış olarak "uç" sö zcü ğ ü n ü n T ürk boyu a n la m ın a geld iğ i dü şü n ü lü yord u . B u n u n la b ir ­lik te , D oğu h ır ls tly a n ta r ih ç ile r i de (örn eğ in . K raliçe T am ara'n ın ta r ih ç is i, G ü rcü B a sili), "uçlar'’ derken, T ü rk lerl am açlam ıştır . Bkz; V. D onnu a. B asili, Istorik ts a r its ı T am arı. P a m y a tn ik i ep o h l B u sta v e ll, L., 1938, s. 61; a y n ı şek ilde, B rosset.

28Bkz: V. G ordlevskl. V n u tren n eye so sto y a n iy e T u rts il vo vtoroy p o lo - v ln e X V I veka. T rudı M oskovskovo İ n st ltu ta vastokoveden iya . Sb orn ik n o . 2, M„ 1940, a. 92.

29 ö rn e ğ in , İb n l B a tû ta (II, s. 314), b ir T ü rk m en b o y u n u n (y a n i O ğuz-

84

Page 86: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

için kent, b ir tü r hapishanedir, ve 13. jöizyılda, İstanbul’­da bulunduğu sırada sıkılan şehzade Izzeddin, bu ruh durum unu çok güzel dile getirmiş, Bizans Im paratoru’- na şöyle demişti: "Biz Türkler, sürekli olarak kentte de yaşayamayız. Bizi, şöyle kıyıda köşede b ir yere yerleş­tir.”

Izzeddin'in ağzından, bu sözleri nakleden tarihçi Se- yid Lokman, günümüz Türklerinin de iyi bildiği b ir halk sözünü yinelemektedir: “Türk için kent hapishanedir’’®’

Sultan da sıkılır; onun içinde de b ir göçebe yaşamak­tadır, yerinde duramaz; sık sık Konya’dan Kayseri'ye ge­çer, kış gelince Akdenize, Antalya’ya gidecektir.

Daha 19. yüzyılın sonunda, Akdeniz kıyisi boyunca uzanan köyler ve kentler, yazın ıssızlaşır, sakinleri, sü­rülerini alırlar ve yaylalara çıkarlar, boğucu sıcaktan kaçıp buralarda serinlik ararlardı.

Sınır boylarında Oğuzlara ait sürüler otlar; buralar­da, Oğuzlar, kom şuları üzerine "akınlar” (akın) gerçek- leştirirlerdi. Yaşam, merkezi iktidarın koyduğtı düzenden bağımsız, tok ve rahat olarak akar giderdi.

Sonrasız b ir savaşım, —savaş değil— b ir tü r spor, güreş devam ederdi. Çatışmanın sonucunu, genellikle, te­ke tek vuruşmayla belirleyen kahram an bahadırlar ("Alplar”) buralarda doğuyoi'du.

9. yüzyılda, H orasan’da ortaya çıkan savaşçı tipi, da­ha "Kutadgu - Bilik”te betimlenmektedir;^' bu Orta Asya yapıtı, "b ir orduya bedel", "dört bin savaşçıya eşit”“ al­pa yüksek değer veriyor.

lar ın ) M an isa y a k ın ın d a k en d iler in e a lt m eralarda (f i m er’a -i leh ü m ) gö ­çeb elik e t t iğ in i söy lem ek ted ir .

30 V. G ordlevskl. İz Istorii o sm an sk oy p o s lo v lts ı 1 pogovorki. J lvaya etarina, 1909. v ıp . I I - I II , s. 111.

31 D as K u d atk u E llik (V. V. B a d lo v y a y ın ı), p . 207.32 A lp ların k ah ram an lığ ı —b ir a lp a gerek li d ok u z n ite lik — A şıkpaşa'da

(14. y ü zy ıl) '■aaribnam e"de a n la tılm ıç tır . Bkz; P. K öprülü . T ürk E debiya­t ın d a tik M u tasavv ıflar , s. 273, n o t. 2.

85

Page 87: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Yapay şekilde dinsel ateş tutuşturuldugu zaman ise savaşımı, genellikle topraksız, evsiz insanlar^^ "gaziler’ benimsemiştir, ve Tarihçi Âşıkpaşazade’nin dediği gibi bunlar, ayrı birim ler değil, çoktandır “Futuvva" yasası nm birleştirdiği "Rum Gazileri’nden (Gaziyân-ı Rum) büyük müfrezelerdi.

Bu yoksul çulsuzlar takım ına toprak Vaadeden önü ne geçilmez b ir atılganlık, onları batıya çekiyordu; fetih 1er, bunların içinde kaynayan güce verim sağlıyordu, ve Danişmendler’i saf dışı bırakan Selçuklular, fetih dü­şündükleri zaman, bu öncü kollardan yararlanıyorlardı.

Selçuklular için tehlikeli "baba” düşüncelerine ka pilmiş çevrelerden çıkan Danişmendler, bu gazilere da yanıyorlardı; 12. yüzyılın birinci yarısında, b ir dönem bunlar. Küçük Asya’nın orta bölüm ünde (Niksar, Kayse ri, Ankara ve diğer kentler) egemenlik sürm üşlerdir.

Ama alplar ya da gaziler olsun, bunların aynı olan düşünceleri savaşa, yağmaya yönelikti, ve gâvurlara kar­şı savaş, "gazavat” (akınlar, seferler, savaşlar) ilan eden sultan, "adam larının” iyi doymasını istiyordu. Vakayina­me, inançsızlardan ele geçirilen ganimeti, ayrıntıyla an­latm akta, ama İslâm laştırm a konusunda susm aktadır.

Kuşkusuz, hakkında söylenceler oluşan, Seyid Battal gibi (en görkemlisi Seyid Gazi) gerçek inanç savaşçılan da vardır.

Seyid Battal söylencelerinin temelinde, Omayadların Küçük Asya seferlerine katılan birinin (bir Arap’m) tarih­sel anıları yatm aktadır.^

33 A. Y akub ow sk i on lar ı b öy le n ite liy o r (M ahm ud G aznevid, sborn ik “FerdovBİ’', L. 1935, s. 63). "G aziler" k on u su n d a gen e bkz: F. K öprü lü: T ürkiye T arih i, İ s ta n b u l, 1923, I. ss. 81 - 82. G ene on u n ; L es O rig ines de l ’Em pire O ttom an , p. 93, 101 - 106.

34 Seyid B a tta l G azi'n in "yaşam öykü sün de" , on u n , in ek d er isin i çok in c e şer itlere bö lerek İ sta n b u l k e n t in in y a r ısın ı n a s ıl e le geçird iğ in d en söz ed ilm ek ted ir: burada, 8. yüzy ıld a , Arap k o m u ta n ı M aslam a’n ın ricasıy la ,

86

Page 88: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Rum bilgini Karolidis, Seyid B attal’ın, Digenis Ak- r it üzerine Bizans söylencelerinin doğmasında etkili oldu­ğunu düşünüyordu. Sorunu en iyi bilen H. Greguar, bu varsayımı geliştirdi; Seyid Battal efsanesinde, 12. yüzyıl başının tarihsel ortam ına ilişkin —Selçukluların Bizans'a saldırısı— gibi im alara da rastlanm aktadır. Bu efsanenin son bulduğu dönemdir; ama öykünün Arap kaynaklarına uzanan başlangıcı, Amori hanedanı dönemi olan 9. yüz­yıl olaylarını canlandırm aktadır, ve Bizans destanına da y a n s ım ış tırB u ra d a , Seyid Battal ve Digenis Akrit ayır- dedilemez.

Sınır boylarında, Bizans akritlerinin ve Türk akıncı­larının içinde bulunduğu aynı koşullar, aynı ortam , Di­genis Akrit’in ve Seyid B attal’ın tiplerine, b ir ıç ortaklık ve buradan koşutluk sağlamıştır.

Öz toprağının bağımsızlığım savunan halklarda, bu savaşım, aynı tarzda söylenceler doğurm uştuı; örneğin, BizanslIlarda Digenis Akrit, Erm enilerde David Sasunki,“ Balkanlarda —Sırplarda ve Bulgarlarda— Marko Krale- viç yaratılm ıştır, ikili inanç ortam ı koşullarında ise, Bi­zans - Erm eni söylenceleri m üslüm an Türkler tarafından da kolayca* benimsenmiştir; onlar, "gazinin”, —savaşçı islamın kahram anı— Seyid B attal’m yiğitliğini dile geti­ren söylencelerin oluşumuna, yakın b ir takım etkiler kat­mışlardır.®' "Devgeniyevo deyaniye" daha önce, 12. yüz-

îs ta n b u l’da b ir cam i y ap ım ı k o n u su n d a k i an ılar y a n sım ıştır ; bkz: Skazkao h ltro s tl D id on l 1 K o n sta n tin o p o l (İzv estiy a A kadem i! N auk, 1918). Y ak u t'­u n “C oğrafya S özlü gü " n d e b ild ird iğ in e göre S e lçu k lu la r ın b a şk en ti K ayse- r l’de E bu M uham m ed B a tta l cam isi vardı.

35 H. GrSgolre, L’âpopĞe b y za n tin e e t ses raports avec I'âpopâe q u e e t l ’âpopâe rom ane. B u le tt in de la c la sse des le ttr e s e t des sciens'es m orales e t l'A cadâm le B . de B elg lque, 5e sârle, t . X V II. 1931, s. 463 seqq. — ayrıca bkz: S. K yrlakldes, E14m ents h ls to r lq u es b y za n tln s d an s le rom an tu rc de Sayyid B a tta l, B y za n tio n , t. X I, 1936, p. 563 - 570.

34 A. V. B ank. D ig en is A krit v izan tiy sk ova eposa i D avid S a su n sk iy (D a­v id sa su n sk iy , Y u b iley n ly Sborn ik , p o sv y a şçen m y 1000 — le t iy u eposa. Y e- revan, 1939, s. 143 ve dev.).

37 tn a n ç sa v a şç ıs ı Seyid B a tta l G azi tip i, h erhalde, m ü slü m a n la r ın gön •

87

Page 89: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yılda, yani Küçük Asya’da, akritlerle akıncılar arasında savaş henüz sürerken, Rus diline çevrilmiştir. Destan, öy- küsel içeriğinin yanısıra, sınır bekçisi Rus bahadırlarının içinde bulundukları askerî ortam ı anım sattığı için, okura yakın gelmiştir.

Küçük Asya’da hıristiyanlar ile müslüm an dünya arasında, sınır savaşı, çok eskiden başlamıştı. Aralıksız savaşlar, öykülerde ve şarkılarda yankısını bulmuş, ve daha 10. yüzyılda (10. yüzyılın ilk yarısında) Digenis Ak- r it destanının temel çekirdeği oluşm uştur. Askerî kaza­nım lar duygusunun canlı, çarpışm alara ilişkin anıların taze olduğu sınır boylarında, Greguar’ın, Samasata yakı­nında Digenis Akrit’in ölümü olayını çözümlerken başa­rıyla kanıtladığı gibi, kahram anca yararlık şarkıları, b ir bölümüyle oluşmuştu.® Ama, Haçlılar da, Suriye'de müs- lüm anlara yükleniyordu; aynı şekilde Seyid B attal söy­lencelerinde yansıyan Arap yiğitlik öyküleri de burada yaygınlaşıyordu.

Ve, Hıristiyanların korujoıcusu Digenis Akrit Bizans dünyasının sın ırlan ötesinde, Sam osata yakınında düş­müşse, Bizans’a saldıran müslüm an kahram an Seyid Bat­tal, doğallıkla, batıya kaydırılm ıştır. Onun mezarı, Bi­zans’ın kutsal yeri Nakoleon (sonra Seyid Gazi) kentine düşm üştür. Gazi’nin savaşçı ardılları bektaşi dervişler, burada Seyid B attal mezhebini yaratm ışlardır.^

lü n e u y g u n d ü şm ü ştü r . A. A, S em yon ova'dan d u yd u ğu m a göre, S ey id B a tta l a a z l'n in gazavatlar k ita b ı, B u h ara .hanı N asru lla (1827 - 1860) zaim am nda T ü rk çed en T acik çeye çevr ilm işti. K itap , V olga boyu T atar lar ın a İki yo ld an g e leb ilm iştir : B u hara'dan ve sonra doğrud an İstan b u l'd an . G en işçe 'dağılan ta şb a sm a sı yay ın , H. E th em ta ra fın d a n çevr ilm iş (D le P ah rten d es S a jjld B a tth a l. L elbzlg, 1871), R u sça olarak V. Sm irn ov'da ö ze tle n m iştir (Oçerk Istorll T uryetsk oy L itera tu rı. V seobşçaya Istoriya L ite r a tu n K orşa - K lrp lç- n lk ova, t . IV. s . 447-•466).

38 H. Grfigorie. Le to m b ea u e t la d a te de DlgĞnIs A kritas, B yzan tlon , t , V I. 1931, p. 481 - 508; "A ütour de D lgSn is A k rita s” V ll'd ek l İncelem en in özeti.

39 0 . Jacop. D le B ek tasch l]Je İn ih rem V erh S ltn ls zu verw an d ten E rsc lıe l- n u n gen . M ü n ch en 1909, s, 28. — T h. M enzel. D as B ek tascM - K loster SeJjld-1

88

Page 90: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Seyid B attal öyküsü, genel olarak, ikili inanç orta­mının b ir yazınsal ürünüdür: Seyid B attal’m savaş arka­daşları, hıristiyanlarla savaşı yürütm ede yardım cı olan, görünmeyen m üslüm anlardır.

Sınırların korunm ası için yerleştirilen Oğuzlar, ara­da bir. Sultana başkaldırıyorlardı. Selçukluların düşme­sinden sonra, doğal olarak, sınır beyleri kendilerinde güç hissettiler, ve Moğol genel valisi E ratna bey, b ir defa­sında, onların bastırılm ası için Amir Arif Çelebi’yi gön­derdi.'"’

Bunlar, sultana pahalıya mal olan hırçın ve kendi keyfine göre davranan insanlardı. Onların, devlet düze­ninin sağlamlığını tehdit eden bu delişmenliğini ve keyfi­liğini bilen sultan, bunlar kendilerini soy başkanı olan beye değil. Sultana bağımlı saysınlar diye, boyları ufala­maya ve ayırmaya çalışıyordu. Sultanın siyasetinin da­yandığı işte buydu. Bu yüzden, göreli olarak küçük b ir alan üzerinde, Ankara ili topraklarında, Türkmen (Oğuz) boylarının çoğunluğunun temsilcileri toplanmıştı; bun­dan dolayı boyun küçük bölüntüleri, birbirinden uzak­lara serpilmişti.

Oğuzlar, boy önderinin çevresinde birleşince tehli­keli oluyorlardı, birbirinden ayrılmış durum da güçsüz­düler: Onlar için yalnızca soya, boya dayalı ik tidar an­laşılır b ir şeydi. Başka her boy, onlar için yabancıydı, ve onu düşman olarak görüyorlardı. Akraba boylar ara­sında iç çarpışm alar böyle ortaya çıkıyordu. Yalnızca Sul­tana karşı duyulan korku, bazan göçebe boylan dizginli­yordu. Ama, Selçuklular yok olunca, her şey değişti. Kü­çük Asya yolculuğu sırasında, Îb n i-B â tû ta Erzurum ’da

G hazi (M. S. O. S .), Jah ran g X X V III, A b te llu n g II, s. 82 - 125. Beyld B a t­ta l - G azi (C afar İb n - H ü sey in - G azi) a m sı İ sta n b u l’da da sürüyordu , bkz: E vliya - Ç elebi. P u tesestv ly e , I, s. 470 - 471.

^OAflâkî, II, 41 S -4 1 6 .

89

Page 91: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

iki Türk boyu arasında, kentin zarara uğradığı b ir iç savaşa rastlamıştı.'" Ve yüz yıl sonra, 15. yüzyuda, Küçük Asya’nın kuzeydoğusunda, “Dede K orkut K itabı”nda, bu halk yazını yapıtında canlandığı gibi, boylar arasında sa­vaş henüz sürüyordu.

Oğuzlar başkaldırınca, “arm ağan” ödentilerine son veriyorlardı, ama sultanlar, armağan konusunda duyar- lıydılar, her tü rlü olağandışı olay, tah ta çıkma, evlenme, olağanın dışında giderlere neden oluyordu, ve Oğuzlar, sultanın hâzinesini ve mutfağını dolu tutm ak zorunday­dılar. Ve onlar. Sultana, sürü, deve, tutsak, köle türünde doğal "arm ağanlar”, açıkçası, hıristiyan topraklarına akınları sırasında ele geçirdiklerini göndermektedirler. Haraç, süreklilik niteliği taşıyordu; örneğin, Büyük Sel­çuklu Sancar’m (12. yüzyıl) mutfağına. Oğuzlar, her yıl 24 bin koyun gönderiyorlardı.

, ,i Bozkır geleneğine göre,'* Türk boyları arasında öte­den beri “sağ” ve "sol” kol bölünmesi vardı. Oğuzlarda da böyleydi; kol 12 dala bölünüyordu. “Sağ kol”un (sağ kol) başında Kayı boyu beyleri (ve Bayat), "Sol koF'un (sol kol) başında Bayındır (ve Çaudor [Çavundur, ç.]) beyleri bulunuyordu.'"^

Kayı boyu (Yazıcıoglu Ali Vakayinamesinde, b ir yer­de, sınır beyi E rtuğrul anımsatılmaktadır)'*'*, sonunda, Mo­ğolların ardından doğan feodal beylikleri yeniden topar­lamış, ve Osrpanh devletini kurm uştur. Bayındır boyu,14. -15. yüzyıllarda. Küçük Asya’da egemen b ir yer tut-

41 İb n l B a tû ta , II, 294.42 B. V llad im irtsov . O b şçestven n ıy stroy m on golov . L ., 1934, s. 135.43 B u b ö lü n m en in k ö k te n llg l ve ö n em i k o m ısu n u , P. K öprü lü de d ile

g etir iyor (B izan s M ü essese lerin in T esir i, ss. 193 . 194, n ot. 1 ve kayn ak ça). A yrıca bkz: C harm oy. E xpSd ition de T lm ou r - i - L enk contre T ogtam isch o . M âm oires de l'A cadâm ie d e S t .— P etersb ourg, VI sfirie, t. 3, p. 148. "Çangar" — sol kol; “bungar" — sağ kol.

44 K u şk u su z , bu , O sm anlI s u lta n ı O sm an’ın b ab asın ın r a stla n tısa l bir adaşıdır, bkz: H a lil E dhem . K ayseriye Şehri, s. 57, n o t. 1.

90

Page 92: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

muştur;'*® 15. yüzyılda, onlar, Ahlat’ta hüküm sürüyorlar­dı. “Dede K orkut K itabı"nda, Bayındır, Oğuzların yüksek önderi olarak yüceltiliyor. Ordu önderinin önemi, onun m addi gücüne bağlıydı.

Savaş, askerî yiğitliği yükseltiyor, kahram anlar doğu­ruyordu. Bu, doğallıkla, Oğuz için onurlu b ir uğraştı, Oğuz bununla gururlanıyordu. Burada, tipik eski Türk çizgisi ortaya çıkıyordu; B uhara’da "urugdar” ("soy sa­hibi”), "Buhara sultanlarına hizmetiyle kendini belirgin­leştiren Özbek” anlamına geliyordu.'^

Her boy, b ir tümen, yani (belli ki, atlı) 10 bin kişi veriyordu ve yalnızca (Selçukluların içinden çıktığı) Kınık boyu, 40 bin kişilik 4 tüm en sağlıyordu. Bu, b ir tü r ça­lışma vergisiydi.

Bu kuru ve yüksek rakam lar, gene de, kuşku yara­tıyor. Sanki boyların sayıları aynıymış izlenimi uyandırı­yor. Kınık boyundan, sultan, şurası kuşkusuz ki, öbür boylardan dört kat daha fazla sayıda kişi alıyordu. Kınık bo}aı, Küçük Asya’da büyüm üştü; Selçukluların siyasal yengisi, Kınık soyuna, daha az şanslı Oğuz boylarının eğilimini güçlendiriyordu.

"Tümen” terimi, örgütlenmenin köklerini ortaya koy­m aktadır. Selçuklulara daha sonra geçen bu terim , Mo- ğollarda boyun 10 bin savaşçıdan oluşan b ir yüksek as­kerî birliği anlamına geliyordu; belli ki. Oğuzlarda, " tü ­m en”, artık tümüyle sayı, anlamım yitiriyordu- "tüm en” kendine özgü b ir resmî birim , belirli b ir yeri, göçebe ko­nağını işgal eden boy parçasıdır,'*^ ayrıca bu, soy terim ­lerinin alışılan yazgısıdır.'*®

45 B ay ın d ır ve o ğ lu n u n tü rb eler i ü zerin d ek i yaz ıtlar . Bkz: A bdurralıim Şerif. A h la t K itâb eler l. İsta n b u l, 1932, ss. 77 - 80. A iıla t h ü k ü m d a rın ın , z e n ­g in olarak ü n ü vardır; bkz: B en im "O sm anskiye sk azan iya i leğ en d i” (E t- n ograflçesk oye obozrevan iye, 1916, no . 3 - 4 , s. 2 0 -2 1 ) .

46 N . H am kov. O p isan iye B uharskovo h a n stv a . spb., 1843, str. 182.47 B. V lad im irtsov , ts it , soç ., str . 104.48 D ah a sonra, O rta A sya'da '‘tü m en " bölge, kaza dem ektir, bkz; A.

91

Page 93: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Oğuz boylarından toplanan ordu, bu insan çığı, Kü­çük Asya’yı doldurduğu zaman, hatırı sayılır b ir gücü temsil ediyordu; onlarda devriye (talaya), öncü (karol),'” artçi (çağdol)®’ gibi, korunm a için ileri karakollar var­dı, kısaca bunlar, gene de düzensiz b ir kitle değil, çarpış­ma sırasında, daha önceden belirlenm iş görevleri yerine getiren örgütlü askerî birliklerdi.

Askerî birlikler için özel terim lerin varlığı (sağ kol ve sol kol, ileri karakol, öncü, artçı) yeniden, Oğuz boyla­rının savaş taktiğinin Tatarların (Moğolların) savaş yü­rütm e yöntemlerine benzediğini düşündürüyor. Örneğin, Sudak seferi sırasında, sultan ordularının kom utanı Ço­ban, yeniliyormuş izlenimi vererek bilerek geriye çekil­miş, düşmanı kaleden uzaklaştırm ıştı. Ve belki, Osman­lIların Bizans’a saldırısı da (Avrupa’ya geçip önce Edirne işgal edilerek, İstanbul’un arkadan kuşatılması) eski yön­tem leri yansıtm aktadır. Ama, Tatarlar da, böyle hareket ediyorlardı: 16. yüzyılda Rusya’yı ziyaret eden tngiliz Fletçer, Tatarların askerî ustalığına şaşırmıştı.

Türk savaş taktikleri, kom şuları tarafından çoktan çözülmüştü: Bizanslı Nikifor Grigora bundan sözetmek- tedir; "Solovo o polku tgorove” de, Polovets’lerin îgo r’- un ordularını nasıl üzerine çekerek pusuya düşürdüğü­nün ve sonra üzerine saldırdığının öyküsünü anlatm ak­tadır. Oğuzlarda, askerî birlikler, ondalık sisteme göre kurulm uştu. Yazıcıoğlu Ali Vakayinamesi, kom utanlardan

Sem yon ov , Oçerk p o zem eln o — p od atn ovo i n a logovovo u stro y stv a b. B u - harskovo h a n stv a . T aşk en t, 1B?9, str . 39, prim . 74. Krş; ayr ıca B abur’da kaza dem ek o la n "bölük" sö zcü ğ ü K ü çü k A sya T ürklerinde “askeri b ö lü m ” dem ektir, bkz: V. B ad lov sözlü ğü , IV. 1701. "T üm en" sö zcü ğ ü n ü n e tim o lo ­j is i ve k avram ın İçeriğ in e bkz: W. B arth old . E n e y c lo p id ie de l'Islam , IV. 880.

49 B u sözcü k , M oğol a k m la n s ıra sın d a T atarlar aracılığ ıy la R u sçaya da girm iştir , ■—'‘K araul".

50 V akayin am ede (Y azıc ıoğ lu A li, III, 150) b ir yerde "D uydar b e g i” o la ­rak an ılm ak tad ır , h er h a ld e bu , “D um d ar b eg i” yerin e b ir b ask ı h atasıd ır .

92

Page 94: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

söz ederken, b ir yerde, “serverler”den ("server”, Farsça, önder, başkan) ve "elliliklerden” (ellibaşı) söz etm ekte­dir.

Ama, bu da, Oğuzlara Orta Asya'dan getirilm iştir. Örneğin, Nizam-ül-Mülk (bl. XIX), her 50 seçme “gu- lam ”m (bunların sayısı belki 200'dür) başına b ir “nakîb” yerleştirmeyi salık veriyor. B uhara'da da, ordu, on sayı­sına göre örgütlenmişti; dıyahbaşı (onluk grup başı, on­başı), "pıyancabaşı” (ellilik grup başı, ellübaşı)

Devletin kuruluş gelişmesinin ilk aşamasında. Sel çuklularm ordusu, her an savaşa hazır, seferberlik duru m unda yaşayan boylardan oluşturulm uştu. Savaş sırasın da, bu ordu, hem Moğollarda hem Türklerde olduğu gibi soy ve boy hiyerarşisine dayalı dönemini sürdürüyordu.

Timur ordusunun donatımını anlatan tarihçi Mir hand, putperestlerden, yani Orta Asya Türk - Moğol hal kından savaşçıların, eski ve yeni âdetlere uyarak, yanla rında, b ir yıllık yiyeceklerini ve b ir yayla 30 ok getirme lerinin zorunlu olduğunu belirtiyor.®

Bu düzenin kalıntıları, barış zam anında olduğu gibi savaş zamanında da devlete yükümlülüklerini yerine ge tirerek, altı aylık yiyeceklerini, sürekli elinde bulundu lan yürüklerde de (yörüklerde Ç.), devam ediyordu. "30’ sayısı ise, soy düzeninde, herhalde, büyük rol oynuyor du. Yürüklerdeki "Ocak”, 30 aileden oluşuyordu; Make donya'daki eski M anastır ilinin, bugünkü Serfiyçe kenti nin Küçük Asya'ya göç eden Rumeli Türkleri b ir süre önce saptandığına göre, beylerine bağlılıklarım, 30 oktan oluşan b ir sadakla ifade ediyorlardı.

Bundan başka, tehlike zamanında, korkusuzca kendi

51H. H am kov, agy., s, 184. — B kz: ayrıca, V. B ad lov . Srednyaya Zera.v- şau sk aya d o lin a . Z apiski B u ssk ovo geografiçeskovo ob şçestva , 1880, t VI, s. 82ı

52 B . G rekov 1 A. Y akub ovsk iy . Z o lotaya Orda, L., 1937, s. 82 - 83.

93

Page 95: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

boyunun yardım ına atılan seçme, ayrıcalıklı alplar ve bahadırlar grubu bulunuyordu.

Selçuklular, özverili cesaretleriyle göze çarpıyorlar­dı. Bunlar, Reşideddin’in anlattığı gibi, “her yerde say­gı gören”, “değerli" ("aziz”) Kınık boyundandı.^ Örneğin, Sultan Arslan’m adına, “alp” sanı çoktan eklenmişti. Bel­ki de bu cesaret, Selçukluları, Oğuz boyları üzerinde yük­seltmiş ve küçük b ir boya, tah t hakkını sağlamıştır.^

Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boylarını sayarken, ilk sıraya, "sultanların içinden geldiği" Kınık boyunu yerleştiriyordu.

Ama, başlangıçta, Kınık boyu, gölgede kalmış bulu­nuyordu. “Selçukname"de, 24 Oğuz boyunun başında “Sa- lo rlar”m bulunduğundan sözedilmektedir. Küçük b ir Oğuz boyu temsilcisi, “bahadır, sağduyulu ve bahtı açık”, anne tarafından ise hüküm dar soyundan gelen Lokman Han, daha sonra seçilmiştir.'® Sonuncu düşünce, sanki, bu boyun ani yükselişini haklı çıkarır gibidir.

Selçukluların (son sultanının) kendi yerini alacak yeni b ir gücün gelmekte olduğunu görerek, Osman Gazi’- ye, bağımsızlık simgesi olarak davul ve sancak gönder­diğine ilişkin söylenti, Selçuklularda devletin askerî te­meli konusundaki anıların ne denli güçlü olduğunu dile getirmektedir.^

Sefere niyetlenen sultan, bunu, m ektuplarla sınır beylerine duyuruyordu. Oğuzlar toplanınca, sultan, on­lar için geleneksel b ir şölen, "şilan”^ düzenliyor, koyun-

53 T rudı V ostoçn ovo o td elen iya , t. VII, a 38.54 H. N ih a l ve A. N aci, (agy., ss. 253 - 254). K m ık b o y u n u n a d ın ı ta ş ı ­

ya n 15 yer sayıyorlar; gen e bkz: H ü sey in N am ık O rkun. A nadolu'da O ğuz Boy Adları. "U lus” , 1935, n ° 4871. Yazar, B ergam a'da K ın ık n a h iy es i b u lu n ­d u ğ u n u an ım satıyor; b u n d an başka M araş'ta (A hm ed B efik , age, d o k u m en tı no: 185, 201), K uzey Su riye'd e (ayn ı yerde, d o k u m en t no: 159) (" K ın ık U şak” ) vardır.

55 Ziya G ökalp. Eski T ürklerde İç t im a i T eşk ilâ t. M illi T eteb b û ler M ec­m u ası, n ° 4, ' s. 437.

56 P. K öprü lü . B izan s M üessese lerin in T esiri, s. 185..57 T ürkler ş im d i "şölen '’ şek lin d e yazıyorlar.

94

Page 96: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1ar kesiyordu. Bu, sultanın tah ta çıkışında da yapılan es­ki b ir ulusal kutlam a töreniydi, ayin masası çevresinde­ki Oğuz boyları temsilcileri, töre gereğince, b ir parça kızartılmış yağ alırlardı.®^ Ortak yağı yiyen Oğuzlar, b ir anlamda, sultana ant içmiş olurlardı.

Küçük Asya’da ulu b ir devlet kuran göçebe halk, Oğuz Türkleri, göçmen yaşamının geleneklerini, alışılmış "töre” hukukunu sürdürüyordu.^’

Töre’nin, Oğuzların alışılmış hukukunun tutkusuz sürdürücüsü Sultan I. Alaaddin Keykubad, 13. yüzyılda da, göçebe yaşamım dile getiren eski yemek alışkanlıkla­rını yeğliyordu."*

Ziyafette, "yer hiyerarşisi” özenle gözetiliyor, temsil­ciler, alışılmış hukukun belirlediği yerlerinde oturuyor­lardı; bu hukuk, Oğuzların efsanevi atası Oğuz Han ta­rafından kutsal kılınmıştır.^'

Yazıcıoğlu Ali Vakayiname’sinde, boy önderlerinin "şölende” oturm a düzeni anlatılm ıştır. Düzyazıya kaçan, kendine özgü b ir sofra töreni şarkısı olan koşuk parçası­na, belli ki, sonradan eklemeler yapılmıştır. Şiir, kuşku-

58 P. K öprü lü , T ürk E d eb iy a tın ın M enşei. M illi T eteb b û ler M ecm uası, n ° 5, ss. 27 - 34. — N. llm in sk iy . D revn iy ob ıçay rasp redelen iye k u skov m yasa, soh ran ivşiy sya u k irk izov (— kazakov). Izvestiya V ostoçn ovo e td e le - n iya A rhologiçeskovo obşçestva , ç. 1, vıp . 5, spb, 1860, s. 109 - 127. A ynı yer­de, s. 128 - 136. "P rim eçan lya n a p lsm o N. i . t im in sk o v o k P. S. Savelyevu" L anu G alsan a G om boyeva. — Ziya G ökalp, agy., s. 414 - 418. A bdulkadir. O run ve Ö lü ş M eselesU T ürk H uk uk ve İk tisa t T arih i M ecm u ası, c. I, sç. 12 1 -1 3 3 .

59 F. K öprü lü b u n a İşaret e tm iş tir (T ürk E d eb iya tın d a i lk M utasavvıflar , s. 210).

60Y azıcıoS lu A li, III. 215.61 O ğuz d esta n la r ı ve 24 O ğuz boyu k o n u su n u A bu'l G azi B ah ad ır h an

da y in e lem ek ted ir (R odoslovnaya T ürkm en. A. T u m an sk i çevirisi, Aşkabad, 1897). İ s ta n b u l’da O ğuz söy len ce ler i y a y ım la n m ıştır (b ana u la şm a d ı): W. B ang — Q. B . R a h m ati. O ğuz K ağan D esta n ı. İstan b u l, 1935. A yrıca bkz: S itzu n g b er ich te d. P reu sslch en A kadem ie der W issen sch a ften X X X V , 1932, A. N . Bernştaim , " tstor içesk aya pravda v ı leğende ob O ğuz - K agane" (S o - vetsk aya etn ogra fiya , 1935 g. n ° 6, s. 33 - 43) m ak alesin d e, S e lçu k lu lar d ö ­n em in e d eğ in T ürk ha lk lar ı ta r ih in in aşam alar ın ı belirtiyor.

95

Page 97: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

suz, Sultan II. M urad için yazılmıştır. (Osmanlı sultan­larının içinden çıktığı Kayı bojmnun egemenliği konu­sundaki varsayım da, burada yer alm aktadır). Sultanm hiçbir zaman güçlü karşıtları olmayan "ahilerin” sıradan düzen koyucular. Oğuzların (20. yüzyıla değin bırakm a­dıkları) eski geleneğinin sürdürücüleri rolüne düşürülm e­si de, Türkçe m etnin işlenmesinin ,en azından, 15. yüz­yıla değin uzandığını ortaya koyuyor. Halk şarkıcıları "ozanlar” ya da “âşık lar” tarafından yaygınlaştırılan ik­tidar üzerine resm î görüşler, Raşideddin tarihinden alın­tı bulunan bu parçada da yansımıştır.^

H autsm a'nın yayımladığı metin özensiz hazırlanmış- tır;‘® ama, şiirin sonundaki özel adların seslendirilmesi (ve biçimi), b ir önceki şiirde aynı göründüğüne göre, et- nografik terim lerin, 24 bojoın adlandırılm ası konusu üze­rinde b ir kez daha durm ak isteğiyle, parçanın çevirisini aktarıyorum.*^

"H anların atası, Oğuz -han söyledi; — şöyle belirledi töreyi, yolları ve yasaları; — şu şekilde öğüt verdi — töre oğullarına yol olsun diye. — Dedi: Sonra Kayı, han ola­cağı için, — O, sağ kolun beylerbeyi ilan olunsun, — Tö­reye göre sol kolda da beylerbeyi olacak, — o da Ba­yındır olmalı — Töre, kurallar ve ikram da yine — şu düzende olmalı, ey kardeşim: — Baştan Kayı oturacak, sonra Bayat , — sonra Alkaevli ve Karaevli, ağırbaşlı,“ — sonra Yazır otursun, onun ardından Düker, — sonra, tabii, Tundırga, Yapurlu“ — Avşar, Kızık** ve sonra Bek-

62 A bdulkadlr, agy., s. 123.M Y azıc iog lu A li, III. 203 - 204.64 A naliz Th. H ou tsm a (D le ah u zen stB m m e. W. Z. K. M., II, s. 219 - 233)

ta ra fın d a n verilm iştir , m ak ale, k u şk u su z, ş im d i e sk im iştir (bkz: F. K öprülü . A n adolu’da İsla m iy et, s. 37, n o t. 1).

65 M etinde, "Sonra h a lk a a v lık ta u lu b a şb a t” ; kop ya ed en H ou tsm a, d ize an laşılm am ıştır . B eşid ed d in 'd e A lk ırev ll ve K araevli.

66B eşldü 'd D ln'de; Yayırtı.67Reşldü'd D ln ’de: K an k .

96

Page 98: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

deli, — ve sağ kolda en sona Kargın.Sol kolun başında Bayındır olacak, — onun altında,

küçük kardeşi Biceneg^ — sonra Çaundur,^’ yanına çep ni'’“ b ir de Eynürle Salor otursun, — sonra Alayünlü^’ ve Urakir^ — îgdir, Bükdür,^® Yivak '" ve Kınık. — îşte bu düzenle oturm ak gerek; — önlerinde payları olmalı;” Ku- mus ve “K ım ran”^ aynı bu düzenle — içilmeli büyükler­le küçükler arasında; — Beylerin görev ve sanları, bu dü­zende dağılsın soylarla dallar arasında,^ — Bu soylardan herkese dağıtılsın — eğer kalırsa, o zaman ötekiler de yararlansın.” ®

Bu düzen, Rum Selçukluları için b ir ideal olan Bü­yük Selçuklu, Sultan Sencer^’ zamanında, 12. yüzyılda sı­kıca gözetilmektedir.

Barış zamanında, savaşın yerini sportif oyunlar ve özellikle,, Cengiz H an’ın®° belirttiği gibi, savaş okulu olan av alıyordu, ama, av Moğollarda da sevilen b ir uğraş ola-

68 K aşgarlı M ahm u d’da: Peçeneg.69R eşid ü’d D ln ’de: ça v u n d u r .70 M etinde; Ç inl.

71 B eşid ü 'd D in'd e: U layon tlı; krş: A layu n t, K ütahya'da, A nadolu dem iryolu ağ ı İstasyonu . [T ok at - A rtova’da "A lanyu rt” ]

72 R eşid ü'd D ln ’de: U rekir (krş: A nkara y a k ın ın d a U regll dem iryolu is ta sy o n u ), ayrıca m etin d e “b ıy ık ’’ şek lin d e .

73 R eşid ü'd D in'de: B ükdüz.74 R eşid ü ’d D in'de: " y iv e '’: H ou tsm a (D le O h u zen stam m e, s. 226) o k u ­

n u şu şöyle veriyor: “Y avm ” ; M ükrem in H alil (agy., s. 42): “Y avuk" ya da "Yıvık".

75 M etinde: M uçlar m ü çe sö zcü ğ ü bkz: AbdulkadiT, agy., s. 1 3 1 -1 3 2 ; orada V. R adlov sö z lü ğ ü n e (IV. 2227), ve P. M elioran sk i’ye (ZVO, t . XIV, s. 021 - 022) gönd erm eler var; V III. y ü zy ıl. Y en isey y a z ısın d a "dü ğü n ar­m ağanı".

76 V. R odlov. O pıt s lovarya tu rk sk ih nareçiy, t . 11. s. 854: “kam ran '’ (K azan T atar d il i) , su y la k arıştır ılm ış , k a y n a tılm ış in ek sü tü .

77 M etinde: soy, u ru g terim leri: soy ter im ler in in u y u şm a z lığ ı k o n u su n ­dan , V. B artold söz ediyor (Oçerk Istorli T urkm enskovo naroda, s. 29 - 30).

78 Ç eviri varsay ım la verilm iştir , m etin d e; "artır ise ayruğı hoş göreler’'.79 V. B artold . Oçerk isto r ii tu rk m en sk ovo naroda, s. ' 2 (R avendl’d en ).

O n u n a n ıs ın ı M erv h a lk ı sayg ıy la koruyor, adı çevresinde m asa llar y a ra tı­yordu: bkz: V. A. Jak osvk iy . R azva lln ı starovo Merva. spb., 1894, s. 125 - 126.

SOUstav lova vı Y ase (bkz: Q. V ernadsk iy. O so sta v e V elikoy Y ası C ln- glzh an a .) B ru ssel 1939, s. 21 - 22.

97

Page 99: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rak savaşa hazırlarken, aynı zamanda ekonomik önem de taşıyordu; bu, bozkır feodalinin kendine üzgü b ir do­ğal yükümlülüğüydü.

Asya'nın her yanında, av, bir Sultan uğraşıydı, (daha sonra Rusya’da benimsenen) geleneksel, sevilen b ir hü­küm dar uğraşı; Kaçar Şahı yüceliğinin tüm parıltısıyla b ir yere hareket ederken elinde şahin tutan b ir şahinci, ona eşlik ediyordu.®'

Bozkır Türklerinde, şahinle yapılan av, çok eskiden beri yaygındı.®^ Kaşgarlı Mahmud, "Sözlük”te, avdan (si- gor) ezeli biı Türk geleneği olarak sözediyor. Selçuklular da, doğallıkla, eskiyi özenle koruyorlardı; Büyük Selçuk­lu Melikşah zamanındaki av törenlerini anlatan özel bir "Av K itabı” ("Şikârnam e”) vardı.“

Rum Selçuklularında, avın başında “em ir” bulunu­yordu; "erki sınırsız" vezir Sa'deddin "Köpek”, b ir za­man, av başkanı "em ir” görevinde bulunmuştu.

Oğuzlarda, Küçük Asya'da "büyük av” (ulu av)®"* yıl­da iki kez oluyor ve 15 gün sürüyordu;®® geniş b ir alanda hayvanlar gözetlenip izleniyor, sonra sürülerek sıkıştırı­lıyordu.®^ Bu b ir soy ve boy töreniydi; Oğuzlaim kuş ve

81 E. A ubin. La Ferse d 'an jourd 'h u l. Paris, 1908, s. 132.82Bkz: “K u tad gu B ilik ” (İzd. V. R adlova) s, 212. — A yrıca krş: M.

G avrllov. P erep elin ıy sport u T aşk en tsk ih sartov. J ivaya starina , god X V III, 1909, s. 47 - 51. — , B u a vm K ü çü k Asya'da n e d en il yayg ın laşm ış o ld u ğu n u (P. G ize ta ra fın d a n kayd ed ilen ) T ürk h a lk tü rk ü lerin d ek i şiirse l tip ler gös­term ektedir; d e lik a n lı ve genç k ız arasın da aşk ın doğuşu, ik i k u şu n , k e k li­ğ in ve ş a h in in arasın daki savaşım b iç im in d e b etim len iyor: bkz: V, Gord- levsk ly . İz n a b iü d en iy n ad tu ryetsk oy pesney. E tnograflçesk oye obozren iye, kn. 79, M., 1909, s. 31. — K eklik tasv ir in e . K ü çü k A sya’da b ir yerde y a ra tı­la n ve T ürk h a lk tip le r in in ve b e tim lem eler in in ya ra tılm a sın ı e tk iley en D igen is A krit R um d esta n ın d a da T aşlanm aktadır.

83 F. K öprülü . B izan s M üessese lerin in T esiri, s. 268, n ot. 1. — P. K öp­rü lü . T ürk E d eb iy a tın ın M enşei M illi T eteb b û ler M ecm u ası, n ° 4, ss. 34 - 40.

84 F. K öprülü , agy., n ° 4, ss. 34 - 39.O SYazıcıoglu A li, III, 215.S iY a z ıc io g lu A li'd en görü ld ü ğü g ib i (III, 68) yaban dom uzu avı y a p ılı­

yordu: İzn ik ve İn ö n ü arasın da S u lta n I. G ıyasedd iu K eyhüsrev’in ço cu k ­lar ın a orm and a yaban d om u zu sa ld ırm ıştı.

98

Page 100: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

vahşi ha5Tvan totemleri, bunu dile getirmektedir. Sultan sağ kol ve sol kol beylerini ve sipahileri (sultanın kişisel hassa birliği "oğlanlar" da katılıyordu) b ir aıaya getiri­yordu. Sipahilerin varlığı, boy töreninin yalnızca soy üye­lerinin değil, genel olarak askerî hizmet yapmaya uygun kişilerin el isabetinin ve gücünün sağlamlaştığı sportif askerî oyunlara dönüştüğünü göstermektedir.

İsabetli vuruşlar ödüllendiriliyordu. Küçük Asya'da, Selçuklular, daha Orta Asya’da oluşan düzeni koruyorlar­dı. Eğer biri, okunu kaplana isabet ettirirse, koluna kap­lan kuyruğu "Kufas” bağlanıyordu.®^ Kuşa başarılı isabet durum unda, "Sultan”, ihsanda bulunuyordu. 12. ve 13. yüzyıllarda. Küçük Asya’da, kaplan ve yaklar bulunuyor muydu, belli değil; daha doğrusu, tüm bunlar, vakanüvist tarafından, Nizam-ul-Mülk-ün "Siyasetname”sinden kop­ya edilen, Orta Asya’dan gelme betimlemelerdir. Ama, İzmir bölgesindeki Selçuk’ta (eski Efes), İzm ir’deki Mü­ze M üdürü Selahattin K antar’m savladığına göre, bugün de panterler bulunmaktadır.®® Bunun yam sıra, P. A. Çi- haçev'in atlasında, da, İzmir çevresinde öldürülm üş b ir panteri yansıtan gravür bulunm aktadır.

Sultanın atalardan kalan b ir başka tutkusu daha var­dı. Büyük b ir at hayranıydı. Küçük Asya’da, sultanın zevkleri incelmektedir, ve ona Macar ve Kafkas (tavlin)®’ atları getirilmektedir.

At, akınlar yapan binicinin sevinciydi, Önasya’da ata yüksek değer veriliyordu; örneğin, Gürcü kralı. Tamara'- nm kocası David Soslani, b ir at karşılığında, Kale ve köyler vermişti.

Öğrenim, kuşkusuz, düşük düzeydeydi, ve yabancı87 "K utas" k o n u su n d a bkz: P. Savvaitov. O pisaniye s ta r ln n lh russk ih

u tvarey, od ejd ... i. k on skovo pribora. spb., 1896, s. 15 - 16.88 Bkz; Y azarın “U lu s" tak l m ak alesi, 28 Ş u b a t 1938, "İzm ir'de K aplan

Var m ı Y ok m u ?’'89 Bkz; Y azıciog lu A li, m . 341.

99

Page 101: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

din adam larınca yaygm laştınlan yazıya, alfabeye Oğuz­lar, boş inanlı b ir korkuyla bakıyorlardı; daha Uygur- larca Çinlilerden alınan “b itik” (mektup) sözcüğü onlar­da tılsımla eşanlamlıydı.^'"

10. yüzyılda Îbni-Fadlan, Oğuzları gözlemlediği sıra­da, onlar, henüz putperesttiler. Fadlan, onlarda, 8. yüz­yıl Türklerinin putperest cenaze ayinlerini bulm uştu. Ama, ik i-ü ç yüzyıl geçtikten sonra. Küçük Asya’da, is lâm, çağlarca oluşan yatkınlıkları ancak yavaş yavaş de­ğiştiriyordu.

Örneğin, daha 13. yüzyıl başında, herhalde, ölünün gövdesini örten toprağın kutsallığı konusunda, henüz İs­lâm öncesi (Şaman) anlayışıyla dolu olan Selçuklu, düş­manı Danişmend Yağı Basan’dan öç alarak, onun meza­rını açmış, kemiklerini yakarak külünü rüzgâra savur- m uştur: O, düşmanın “ruhunu” topraktaki sığmağın hu­zurundan yoksun kılmak istiyordu.

Oğuzlar, m üslüm an olurken, eski düzenlerine sıkıca sarılıyordu. Bugün bile. Küçük Asya Türkmenlerinde, m üslüm anlara güvensizliği kanıtlayan b ir atasözü devam etmektedir: “Müslümanm yolundan gitmek olmaz.”’’ Sel­çuklular döneminde, boysal, ulusal gelenekleri zorla yok ettiği ölçüde. Oğuzların m üslüm anhğa antipatisi daha güçlüydü.

Oğuzlar resmî olarak müslümandı, ama bu, işin dış yüzüydü, ve daha uzun süre, onların çift adiarı vardı; Yeni, müslüman, ve eski, soy adı ya da lakap. Eski adla­rını Tcoruyan Oğuz m üslüm anlan, içgüdü ile, b i ' halk öğü­dünü anım sam aktadır: "Kardeş yabancı adı almak, ya-

90M aterialı po is to r ll... T u rk m en il, 1, 311.91 T ürkm en A şiretleri. İstan b u l, 1332 (1916), s. 321. K m peryalist savaş

sırasın d a T ürk iye’de ça lışm ış o lan A lm an lar (m ü h en d is F reylih ve R aulig ) ta ra fın d a n h az ır lan an bu k ita p — beşyüz sa y fad an fazlad ır— n a sılsa fark ed ilm em iştir , am a ça lışm a g en iş b ir en togra fya ve so syo lo ji m a lzem esi İçer­mektedir'.

100

Page 102: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bancı ulusa benzemek dem ektir.””İkili ad, (islâmm derinlemesine girmek durum unda

olduğu) saray ya da m em urlar zümresinde de görülmek­tedir, örneğin: Ziyaeddiri K ara Arslan (askerî artçı b ir­lik başkam), Fahreddin Arslan Doğmuş, Mubarizeddin Ertokuş, Seyfeddin K ara Sonkor, Şemseddin Altunpa vb..

13. yüzyılda yüksek yöneticilerde boy adlarına eğili­min başka örnekleri de var. Aymak, "Kaym arlı” yöneti­cisi, Amasya valisi (Aymak, anlaşılan, Amasya çevresin­de de göçebelik ediyordu) iki ad taşıyordu: Nureddin Tugrak; onun çocukları da iki adlıydı: Seyfeddin Salor, Şemseddin Oğuz, Hüsameddin Timur; ve adı, "Slovo o polku îgorove”den Polovets hanını anım satan diktatör vezir Sadeddin Köpek.’

Bazan soy adı, Oğuz’a dayatılan yeni ada üstün ge­liyordu (örneğin. Em ir Oğulbey’de olduğu gibi); Selçuk­luların eski düşmanı. Sultan kinlenen ve bu yüzden iha­net eden Danişmend Yağı Basan, belki, kom şular üzerin­de korku doğuran, soyunun adını taşıyordu.

Basit savaşçılarda, eski adlar, kuşkusuz daha ağır basıyordu, am a sıradan sipahiye feodal vakayinamede yalnızca b ir kez rastlanm aktadır: Salor Yoluk (Yuluk)’'* Arslan.

Boy lakapları, 14. yüzyıla değin tutunuyor: Sultan Velet’in m üridleri arasında Em ir Mehmed Sokurci (bu­rada Oğuz totem i “sonkor”, yani şahin, görülüyor)’® bulu­nuyordu; Ladik’teki inanç Bey’in adı gene Oğuz totemini yansıtan, kardeşi Doğan Paşa vardı.’

92 V. R adlov. O braztsı n arodn oy L lte r a tu n tu rk sk ih p lem en V. 227 (M anas ü zer in e).

93 Krş: P. Fadlev. N ogayskaya skazka ob A k-K öbyoke. Sb orn ik M uzeya an trop ologu 1 e tn ogra fil, t . V. s. 189 - 196.

94M ükrem ln H alil böyle okuyor (agy., s. 56).95A flâkî, II, 314.94A flâki, II, 327, 384. — A yrıca krş: K onya İlinde b u g ü n k ü yerleşim

nok ta ları: D oganbey, D oganhlsar.

101

Page 103: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Bunlara, seyrek olarak, 16. yüzyılda da rastlanmak- tadır. A. Refik tarafından yayımlanan, madenlerle ilgili belgelerde, h. 980 yılında Oğuz adlı b ir eski sipahiden sözediliyor.’

Oğuzlarda lakaplar, genel olarak, boyun kökeniyle ya da soyun totemiyle bağlantılıydı.’® Sol kol boyu Kınık'tan gelen Selçuklularda, sanki, sık sık “çakır" (aladoğan) la­kabı beklenir gibidir, ama onlarda, “Arslan lakabına da

rastlanm aktadır. Burada, daha sonra sikkelerde de, yan­sıyan eski İran amblemine ("aslan ve güneş”) duyulan heves dile gelmektedir.*”

“Kılıç” adında, lo rnand’m bildirdiğine göre, bunlar arasında yaygın b ir kıbç saygısının anısı yatm aktadır. îkili ad "Kılıç - Arslan”, H autsm a’nm düşündüğüne göre baba boyunun ve anne boyunun totem lerini göstermek­tedir; ama, totemlere b ir inancın da bulunmadığı isim­leri tahlil eden P. M. Melioronski, H outsm a'm n kuşkulu varsayımına karşı çıkıyordu: "Kılıç - Arslan” birleşim in­de, iki sözcük de, her şeyden önce, erkek totem leridir: Kılıç (erkeğin silahıdır), Arslan, Selçuklular sojoınun ikinci adıdır (krş. Süleyman - îb n - Kutıimtş - İbn - Ars­lan - tbn - Selçuk); Arslan, belki, Selçuk'tan daha küçük b ir alt birliğin soy adıdır.

Oğuzların islâmı benimsemesinden sonra da, atala­rın işleyip geliştirdiği zorunlu yaşam norm ları törede yer

97 A. R efik . O sm anlI D evrinde T ü rk iye M adenleri. İsta n b u l, 1931, no. 26, s. 16.

98 Tlı. H outsm a. E in T ü rk lsch - arab isch es G lossar, lierau sgegeb en u n d erlgu tert. L elden. 1894, s. 26. — D aha geç dönem de, H outsraa'dan b ağ ım sız olarak, A. N . M aksim ov, b u k on u y la ilg ilen m iştir {K. voprosu o to tem izm e u narodov S ib iri. U çen iye zap isk i RANtON, t . VI. s. 7 ve dev.).

99 tran dak i a slan lar üzerine, b aşlan g ıçta , kah ram anların a n ıt m ezarları k on u su n d a bkz: A. R om askeviç. tzvayan iya i izobrajen iya Ivov v ı Irane, III. M ejdun arod nıy syzed po iran sk om u isk u sstv ü i arhebiogil. M. - L., 1939, s. 209 - 215. B u n u n la b irlik te , aslan , aslan p ostu , aslan ku yru ğu, çok esk id en beri ik tid ar sim gesiyd i (H ititlerde, M ısırd a , ve d ah a sonra B izanslIlarda).

100 Th. H outsm a, op. c lt., s. 27.

102

Page 104: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

almıştı; toplumsal ya da özel yaşamın her adımı, kural­lara bağlanmış bulunuyordu. Oğuzlar, (başları daima ör­tülü olması gereken) m üslüm anlar olduklarını unutarak, sevinç anında, şapkalarını ("külahlarını") havaya fırlat- m aktadırlar.'“' Ama, belirtm ek gerekir ki, bu, belki de (harfi harfine yorumu da inandırıcı olmayan), şapkanın yere çalınmasının umutsuzluğu dile getirmesine'^ benzer, tipik b ir sevinç ifadesidir.

Küçük Asya’da, törenin koruyucusu, Oğuz boylarının önderi Selçuklu sultanıydı. Sultan I. Alaaddin Keykubad’- ın ölçülerindeki sadelik, devletin görkemli gelişme ve yücelme çağında devam eden göçebe (boy) gelenekleri­nin gücünü dile getirmektedir. Vakanüvist, Sultan I. Ala­addin'in, Oğuzların alışılmış hukukunu, "Oğuzname’yi çok iyi bildiğini gururla vurgulam aktadır. Saray yaşamın­dan (sivil) mahkemeye kadar, küçük ayrıntılar bile, "Oğuzname’nin kesin buyruklarına dayalıydı.'”

"Oguzname''de, “çeri” ve "yasa” norm ları bildirilmiş­tir, yani Alaaddin, eski askerî "çeri” ve sivil "yasa” kural­larını gözetiyordu.

Belli ki, soy kütüğünün çözülmesi süreci, yavaş, ama (Ahmed Refik’in yayımladığı belgelerden görüldüğü gibi, 17. yüzyılda bitmemiş olsa da) aralıksız devam ediyordu, îbni - Bîbî'nin vakayinamesini yazdığı 13. yüzyılın sonu­na doğru, Selçuklu devleti ü st zümresi, daha yarım yüz­yıl önce egemen olan ölçülerdeki sadelikten ne denli uzak­laştığım açıkça duyumsuyordu. Ama, değişiklik, çoktan. Sultan I. Alaaddin Keykubad’dan çok önce görünmeye başlamıştı; o, tarihçi için, Selçukluları erişilmez b ir do­ruğa yükselten ideal hüküm dardı; bu, onun eskiye, dede­lerinin eski geleneklerine bağlılığı, devleti uçurum a sü-

101 Y azıo ıog lu A li, III, 105.102ibnl B îb l, IV. 114.103 Y azıciog lu A li, III, 217.

103

Page 105: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rükleyen yeniye karşı nefreti sayesinde olmuş gibi görü­nüyordu.

Selçukluların saray yaşamında, şehzadenin eğitimci­si, onun vasisi, onurlu "atabek” sanı devam ediyordu. Öğrencisi yükseldiği zaman, atabek, büyük b ir etki kaza­nıyordu; Sultanın güvendiği kişi, ilk danışman odur, çünkü o, her şeyden önce, "a ta” olarak adlandırılm ıştır.

Düğün törenlerinde, Oğuz gelenekleri, renkli şekilde ortaya çıkıyor.’ Oğuzlarda, evlenmeler, boy içinde yapı­lıyordu, bunlar endogam “içten evlenme” evlenmelerdi. Sultanların harem leri esirlerle doluydu; Selçuklular, si­yasal düşüncelerle karşı taraftan, Bizans’tan ya da Gür­cistan’dan eş alıyorlardı, ama gene de, Türkmen kadın daha yakındı: Sultan I. tzzeddin Keykavus’un evlenmesi sözkonusu olunca, ona, II. Kılıç Arslan’m "temiz soyun­dan” gelen Erzincan beyinin kızını ("melike") gösterirler.

Cenaze sırasında da, m üslüm anhktan önceki gelenek­ler gözetiliyordu. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cese­di (Rumlarla çarpışm ada ölmüştü) Konya’ya getirildiği zaman, oğlu, I. îzzeddin Keykavus, zengin bir ayin sof­rası düzenlemişti; ayrıca, onun binek atım (türbesine?) yerleştirmişlerdi, cuma günleri, üzerine, kızıl Türkistan atlası Örtüyorlardı.’

tnsanın yeryüzündeki bağlı dostu ve yoldaşı at, ölüm­den sonra da sahibini koruyan b ir tılsıma dönüşmüştü. Rubruk,'“ gezisi sırasında, b ir Moğol mezarının çevresin­deki yüksek sırıklara, her yana 4 olmak üzere 16 a t postu

104 B u k o n u d a a y r ın tı iç in bkz: VI. G ordlevskiy. tz k om m en tariyev k afcaroosm anskom u perevodu h ron ik i m a lo a z ia tsk lh Selçuk ldov, ta k n azvaye- m oy h ron ik i İb n i B ib i, s. 6 - T.

105 Y azıcıög lu Ali, III, 114: "ve b ir n ö b eti cen ib e ti 'y ed e k at. çavgar, ç ." and a m ü lâzım kad ı ve k ız ıl a tla s b ir K estü a n ı (T ürk istan 'ı?) b ir le h er azin e “süs, z iy n e t, ç.” g ü n m ü retteb k a lu b tu ta r la rd ı.” Krş: P a lla d i’n in a n la tt ığ ı M oğol h a n la r ın ın cen azeleri: V. B artold . K . V oprosu o pogreb ain ih obryadah tu rok 1 m on golov, t . XXV, s. 65.

106 v. de R ubruk . Puteşestviy© v ı vosto çn ıy e stran ı, s. 80.

104

Page 106: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

asıldığını görmüştür.Sultan tarafından yönetilen mahkemede, eski yön­

tem ler egemendi. Öldürmeye karşılık öldürm e gerekiyor­du, ama kan, "kun” parası ödemek de olanaklıydı. Örne­ğin, Aflâkî, vezir Muineddin Pervane’nin Celâleddin Ru­m i’nin ricasıyla, dostunun evinde saklanan bir katil için düşmanlarına "kan bedelini” ödediğini anlatm aktadır.’" "Kan bedeli” bazan büyük tu tarlara ulaşıyordu; mevlevi- ligin başkanı tarafından büyülenmiş olan Alameddin Kayşar (Aksaray hükümdarı), Celâleddin Rumi'yi hoşnut etmek için, varlığını (40 bin dirhem) seve seve dağıtmış- tı.'“

îslâm , kadından, daha önce yararlandığı özgürlüğü almıştı: Kadınlar, örneğin, "şölene” katılıyorlardı; "Dede K orkut K itabı”nda, kadının da, savaşta kahram anlık gös­terdiği doğrulanm aktadır.

Selçuklular çağında, (anıt yapılar üzerindeki) yazıt­larda genellikle, kadın hayırseverlerin (Selçuklu "prenses­lerin”) adları yer almıyor, adlar, sıfatlarla yer değiştiri­yor; "dirliği ve inancı temiz”, ya da, kısaca sultanın ya da sarayın çevresinden kadın ünvam olarak "hond”da yer alıyor, (hond).’°’ Bu ünvana yalnızca Selçuklular devleti toprağında (Niğde ve Kayseri’de) değil, Osmanlı devrin­de Bursa’da da rastlanm aktadır ("Hondi - H atun”); tıpkı bunun gibi, vakayinamede değinilen adlar da gerçek ad­lar değildir."” Müslüman dini, resmen, kadını gizliyor ve hatta aşağılıyordu. Rum Selçuklularının tarihçisi müslü- man Aksarayi'nin kadın konusundaki düşüncesi de alçal- tıcıydı.'”

lOTAflâki, I, 120.lOSAflâkt, I. 361.109 N iğde’de H ond k o n u su n d a bkz; VI. G ordlevskiy. t z j lz n l sovrem yon -

n oy T u rtsll. V ostok , kn . 3, str . 206.110 H alil E dhem , K ayseriye Şehri, s. 32.111V. B artold . O n yek otorıh v o s to çn ıh ru k op lsa lı, s. 0133, prim . 1.

105

Page 107: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ne var ki, gelenekler ve yaşamın istemleri karşısın­da, İslam boyun eğmek ve ödün vermek zorundadır. Güçlü kadın, dinin koyduğu putları kırmayı başarabili­yordu.

îb n i- B ib in in annesi, erkekler arasında dolaşıyordu. Ama bu, onun mesleğiyle, önceden bilen horos Fastas et nefastas, [uğurlu ile uğursuzu bilen falcı, m üneccim ], sul­tanın m utlu ve mutsuz saatlerini kestiren, ber saatini yönlendiren b ir "müneccime” olmasıyla açıklanıyordu.

Küçük Asya tarihinde, kadının, kocasının ölümü üze­rine, onun yerini aldığı durum lar olm uştur. Sultan I. Iz- zeddin Keykavus’un dayılarına bağlı olan Halco’te G^ura- da b ir zam anlar Melikşah’m kardeşi Tutun” hüküm dar­dı), küçük yaştaki Melik yerine “otorite vekili \e devletin yöneticisi” görevini, annesi Azize yerine getiriyordu;”’ Halep’te, fiilen, atabek Şihabeddin Doğrul yönetici olsa da, Yazıcıoğlu Ali (1218 yılında) yalnızca Tayfa’dan söz ediyor.”'’

Daha geç dönemde, 14. yüzyılda da, Osraanlı toplu- munun (islâma kapılmış) yüksek çevrelerinde, eski boz­kır gelenekleri kortmmaya devam ediyordu. îbni - Batûta, İznik'te, kocası Sultan Orhan adına kenti yöneten "Beya- lun”a, yani Nilüfer’e”® rastlam ıştı; daima islâmm koru­yuculuğunu yapan Îbni - Batûta, onu, dindar vo üstün bir kadın olarak tanıtıyor.”^

Bazan ödünler veren İslâm, gene de, Türklerde, put­perest oldukları sürece egemen olan gelenekleri yumu-

112 B elk i bu b ir ad değil de, “tu d u n " ü n v a n ı. A yrıca M ükrem in H alil (agy., s. 63) o n u " tu tu ş” şek lin d e adlandırıyor.

113 Y azıcıoğ lu A li, III, 163.114 V. B artold . M usu lm an skIy m in istr - f ilo so f ep oh i k restov ıh pohodov.

V ostok, kn . 4, 1924, s. 134.115 p. G lze 'n in ön erd iğ i ok u n u ş; dem ek, h a n M uhaınm ed U zb ek 'in k a ­

r ısı olan , B izan s im p aratoru n u n k ız ın ın adı da N ilü fer'd i. (B ilü n ?) (Bkz; İb n i B atû ta , II, 383).

116 Îb n i B a tû ta , II, 323.

106

Page 108: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

satıyordu. "Karısı ve çocukları bulunan biri ölünce, ço­cuklarından en büyüğü, eğer annesi değilse, kadınla ev­lenir” diye yazıyordu İbni - Fadlan.” Bu kez. Sultanın dul karısı, yakın m em urlardan birine veriliyordu; örne­ğin, vezir Muineddin Pervane, sultanın ölümünden son­ra, onun karısı Gürci H atun’u almıştı.

Yaşamda, kadın, din adam larının baskılarını savuş­turuyordu. Yeni inancın buyrukları, Oğuz müslümanla- rina henüz yabancıydı, ve onlarda her şey eskisi gibi ka­lıyordu. "Dede Korkut K itabı”, yüksek çevreye (örneğin sultanlara) erken mal olan çok karılılık konusunda sus­m aktadır.

Yacızioğlu Ali’nin belirttiğine göre, (daha önce hapis­te bulunan) Sultan I. Alaaddin Keykubad, Konya’ya gir­diği zaman, kadınlar, pencerelerden alayı seyretmişler­di.”® Akdeniz kıyısında (Alaiye’de), 14. yüzyılda, kadınlar, henüz açık dolaşıyorlardı."’ Ama, burada, belki hıristi- yan gelenekleri etkili oluyordu. Çünkü, Alaiye, Bizans kenti Kolonoros’un yerinde ortaya çıkmıştı, belki de li­man yaşamı, islâmm zayıf ilkelerini kırıyordu.

Küçük Asya'da, her şey, müslüm an yaşam biçimine benzemiyordu. Yeni karşılıklı toplumsal ilişkilerin kar­maşık durum a soktuğu yüksek devlet iktidarı düşüncesi bile, soy kütüğünün yansım alarını koruyordu.

Arapça olarak kazılan anıt yazıtlarında, tum turaklı Arapça ünvanlarm yanısıra, örneğin "cabuaa”'^ yani Or- honca "vabsu” gibi eski sıfat ve sanlara da rastlanmak- tadır; 10. yüzyılda îbni - Fadlan, "yabgu” formvmda, Oğuz boyları başkanının sanını vermektedir. [îbni - Bîbî’de es-

117 P u teşestv ly e tb n F ad lana n a V olgu, s. 61.118 Y a z ıc io g lu A li, III . 202, Eğer ben , (buradaki “d erlçe” “saray lar”

d eg ll de “p en cere” ) doğru an lad ıysam , b ir zam anlar, K onya'da, ev lerin p en ­cereleri sonradan o ld u ğu g ib i av lu ya değil, caddeye açılıyordu .

I l9 lb n l B a tû ta , II, 256.120 VI. G ordlesvkiy. K voprosu o v lly a n ll tu ryetsk ovo yazıka n a arabskiy.

Z apiski k o lleg il vostokovedov, t. V, s. 273.

107

Page 109: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ki Türk sanı "Tutun” ("Tudun Behadır”) şekli de var­d ır].’ '

Selçuklularda, ordunun eski örgütlenmesini yansıtan eski Türk sanlarının sürmesi de doğaldı: "Yabgu” ve “şad”, ordunun sağ ve sol kanatlarının başkanlarıydı.

Sultan öldüğü zaman, onun ardılı sorunu, müslü- man kurum u olan "mecliste” görüşülmüyordu; erkân, Oğuz boylan temsilcilerinden b ir kurul olan "kurultay”ı topluyordu. Selçuklularda kurultay, hanın ilan edildiği boylararası ortak toplantının eski işlevlerini sürdürüyor­du. B ir seferinde, kurultayda, düşünce ayrılıkları başgös- termiş, o zaman, Maraş beyi Nusreddin, Oğuzların alışıl­mış hukukunu anımsatm ıştı. Şöyle diyordu: "Büyük kar­deş varken küçüğe serverlik düşmez” (“Aga varken eyni- ye serverlik değmez.

Oğuz beyleri, seçilenin çevresinde ayakta durarak, önünde üç kez eğiliyorlardı; sonra, ona bal ve kımızla dolu sağraklar sunuluyordu, Osmanlı tarihçisi Lütfi Pa­şa, böyle anlatıyor.

Yazıcıoğlu Alinin bildirdiği tah ta o turtm a töreni, Ka- ramanoğulları hüküm darlarında, henüz devam eden eski Türk geleneklerinin aynısını canlandırıyor;’® sultan, kol­lara alınarak kaldırılıyor ("taşınıyor”) ve tahta oturtulu- yor,’"* sonra, üzerine yağmur gibi dirhem ve dinarlar (gü­müş ve altın sikkeler) savruluyordu.

Alıştığı eski form lardan istemeyerek vazgeçen bozkır insanı, her yanda duyumsanıyordu.'^ Sultanın sarayına

121 îb n l B îb l. r v . 314; b u sözcü k k o n u su n d a bkz; "Sborn lk M uzeya a n trop ologu 1 e tnograril" m ak alesi, t . V. s. 395 - 400.

122 Y azıcıoğ lu A li. m, 97.123 V. V elyaan h ov . Zernoz. İssleclovan lye o kasım ovsk lh tsaryah 1 tsa re-

vlçah . spb ., 1864, ç. II, s. 403 -4 0 9 (votsaren iye U raz - M uham m eda).124 ib n l Btbî, IV, 251, ve a y n ca 280 (K u r’an ü zerin e y em in de bu rad adır).125 V. B arto ld (O çerk isto r ll tu rk m en sk ovo noroda, s. 28), S e lçu k lu s ik ­

k elerinde, K ın ık boyu d am gasın ın (u cu yu k arıya d ön ü k ok) b u lu n d u ğ u n a işaret ediyor. Bkz: E cşid ü 'l D ln ’de dam ga ta sv ir i (T rudı V ostoçn ovo o td e le -

108

Page 110: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gelen beyler, "Oğuz geleneğine göre” eğiliyor, toprağı öpü­yorlardı. Bizans İm paratoru Roman Diojen de, Alp Arslan önünde toprağı öpüyordu. 11. yüzyılda. Büyük Selçuk­lular, bağlı beyliklerle ilgili tören düzenini henüz bilmi­yorlardı.

Sultan, iktidarı güçlü olduğu sürece, toprağı, oğul­ları arasında soy "uluslarına” bölüyordu. O, Rum ’a kişi­sel yurtluğu gibi bakıyordu. Sultan II. Kılıç Arslan böy­le davranmış, daha Büyük Selçuklularda var olan gele­neği izleyerek, toprakları 12 parçaya bölmüştü.'^'^ Bilindi­ğine göre, bu, bozkır adamı sultanın iradeyi dağıttığı son olaydır. Oğulların bölgelerinden sultanın divanına gelir gelmiyordu, yalnızca, yılda b ir kez, çocuklar, babalarının önünde eğilmeye geliyorlardı.’®’

“Halkın sesi” de saraya girebiliyor, burada, sık sık halk ozanının türküsü duyuluyordu. Ve ozanlar, (Prof. F. K öprülünün ortaya çıkardığı) anonim ozan örneğinde görüldüğü gibi, daha 15. yüzyılda bile vardılar.’® Ozanlar, halk şairleriydi, türkülerin yazarı da çabucak unutulu­yordu.

Selçuklularda, şiir. Şaman dini izlerini taşıyordu.16. yüzyılda. Sultan I. Selim’in "ordu şairinin” adı (ya da yazınsal takm a adı). Kazakların bugün de koruduğu bir terim olan "Bahşi”’ idi.

Oğuzlarda töre (alışılmış hukuk,) her yanda ağır ba­sıyordu ve îran kültürüyle beslenmiş yerleşik kentli ile, göçebe Oğuz arasındaki uçurum, yabancı b ir mevlevi olan

n ly a A rheologioeskovo obsçestva , t . VII, s. 38), K aşgarlı M ahm ud'da Salor- la rm dam gası dah a çok, R eşidü'd D ln ’ln K ın ık İçin dam ga ta sv ir in i a n ım ­satm ak tad ır . — F. K öprü lü (B izans M ü essese lerlııln T esiri, s. 257, n o t. 5), "K ın ık ” d a m gasın ı çom ak olarak an lam ıştır .

126 B elirte lim kİ, S u lta n II. K ılıçarslan 'ın o n b ir o ğ lu vardı, o n İk incisi k ız ı t s m e tû ’d D in G evher H atu n ’d u (bkz: 'Ekler").

127 Y azıciog lu A li, III, 11.128 Y u su f Ziya, H alk E deb iyat A n to lo jis i, İstan b u l, 1933, s. 12. (— E debiyat

serisi, s. 24).129 Agy., ss. 13 - 14.

109

Page 111: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Aflâkî’nin gözüne çarpm ıştı. Atalarının düzenlerini ve söylencelerini özenle savunan göçebelerin yerleştiği boz­kırların ortasında, kent kültürü vahaları yalnız başına görünüyordu.

Aflâki’ye, Oğuzlar yabancıydı. O, Oğuzları umacı gibi görüyordu. Celâleddin Rumi’nin oğlu Bahaddin Veled’in, Türkler halife üzerinde güç kazandıkları zaman, olasıdır ki, Bağdad'da tahrif edilmiş olan b ir "hadis" anımsadı ğmı anlatıyor: "Benim, doğuya yerleştirdiğim b ir ordum var; adlarını Türk koydum. Öfkemi ve gazabımı onlara bıraktım ; ve kurallarını çiğneyecek b ir kişi ya da halkın bulunduğu her yerde, üzerlerine Türk'ü salacağım, bu benim intikam ım olacak.”’ “

Aflâki, m üslüm an sofuluğuyla ağulanmış Kaşgarlı M ahmud’da, daha 11. yüzyılda yer alan “tanrının felake­ti” barbar Türkler konusundaki eski uydurm aları yine­lemekte, ama Selçukluların gene de Küçük Asya'da, müs- lümanhğm kalesi olduklarını, mevlevilerin Oğuzlar saye­sinde yükseldiğini ve yoksul, bilisiz köy halkım sömüren güçlü feodallara dönüştüğünü unutm aktadır.

İranlılar da, Türklere bu gözle bakıyorlardı: Ubeyd Zakani, “Risalei Târifât”ta, "Türkler, deccahn ön haber­cisidir”, demektedir.

Müslüman kültürüyle "ışıklanmam ış” basit insan "Türk”ü, geleneksel aşağılama, Osmanlı aydınlarına İran­lIlardan geçmiştir.”'

130Aflâkl, II, 478 - 479.131 Ö rneğin 16. yü zy ıl şa iri M esihl, belki, yaban cıların bu İ lg isiy le alay

ederek şöyle söylüyor: “Y a Arab’dan ya A cem 'den yürü gel b ize ’’ (Ya arab- d an ya acem den yü rü ge l) . A yrıca, O rta A sya'da da "Türk"e b öyle b a k ı­yorlardı; Babür, day ısı S u lta n A hm ed’den, h içb ir şey ok u m ayan "saf y ü ­rek li b ir T ürk” ( 'T ürk ü sade idi") olarak söaetenektedir, bkz: V. B artold . U lu gb ek i yevo vrem ya. Pgr. s. 145.

110

Page 112: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Selçuklular Devrinde Oğuzların Durumunun Bir Görünü­m ü Olarak 15-18. Yüzyıllarda Küçük Asya

Göçebe Boylarının Örgütlenmesi

"Oğuz zam anı” ("Oğuz Zamanı”) Osmanlı dönemin­de uzun süre am msanmıştır. Bir bölümüyle "Dede Kor­kut K itabı”nda yansımış olan Oğuzlar üzerine söylence­ler, halk türkülerince sürdürülüyor ve halk bu türküleri severek dinliyordu.' Soya dayalı içgüdülerin yankıları, Küçük Asya'da, uzun b ir süre yaşamaya devam ediyordu.

Küçük Asya’ya, daha, Orta Asya ya da Moğol boz­kırlarından getirilen, Oğuzların eski örgütlenmesi, Ana­dolu’da Türk "aşiretleri” (göçebe boylan) üzerine 16.-18. yüzyıllar belgelerinde, kuşkusuz, yansımıştır. Osmanlı

1 B elli k on u lar ş im d i de K ü çü k Asya'da h e n ü z yaşam aktad ır, bkz: “B ey . şoh lr’de bir E rm en in in n o t la n ” (Ü lkü, 1938, no . 2 ve dev .).

111

Page 113: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hükümeti, buyruklar yayınlarken, eski ferm anlara dayan­makta,^ arşivlerde bulunan eski düzenlemelerin gözetil- meşini istemektedir. Osmanh sultanlarının “kanunnam e­leri”, Sultan II. Mehmed zamanından beri, göçebelerin alışılmış hukukunu, daha önce, Selçuklular devrinde olu­şan norm ları yasallaştırıyor, sağlamlaştırıyordu. Göçebe Oğuzların atalarının yaşamını kavram ak için arşiv mal­zemesinin büyük önemi buradan bellidir.

Bu belgelerde “Oğuz” sözcüğü kaybolmuştur; boy bağlarını yitirmiş ve Arap ve Fars yazınları üzerinde eği­tilmiş Osmanh yönetici zümresi için, şanlı ataları Oğuz "Türkleri"nin anısı artık utanç vericidir, ve onlar, “Yü­rükler” ve “Türkm enler" sözcüklerini kullanm aktadırlar; ayrıca, bu terim ler birbirinden ayrılm akta ve karşıt ola­rak alınm aktadır (bkz: örneğin, Ferman no: 205, s. 162). “Yörük” (göçebe) terim inin çok eskiden yerleşmiş olm ası m üm kündür; belgede (no; 196, s. 148) "eski yürükler” den sözedilmiştir.

Ne var ki, Türkm enlerin küçük parçaları, bunların 24 boy adını, şurada burada sürdüren Oğuzlar olduğunu dile getirmektedir. Örneğin, 233 no’lu belgede (s. 203) Begdili Türkm enleri adı geçmekte, 246 no’lu belgede ise (s. 215), Bayat boyu (Suriye Bayatları) anılm aktadır.

Terminoloji, artık, değişikliklere uğram ıştır, boyla­rın bölümleri, yöneticileri ve boy başkanlarına vb. iliş­kin terim ler arasına Arapçalan katılm aktadır; genel ola­rak eski Türkçe terim lerin yeni Arapçalarıyla b ir karışı­mı görülmektedir.

Okuryazarlarca hazırlanmış olan belgelerde, kuşku­suz, boyların “cem aat”e, “m ahalle”ye ("mahle”) bölün­mesinde, Arapça terim ler (“taife, aşiret”) yer t ’ıyor; ama Türkçe terimler, çok daha ayrıntılı geçiyor: "Ocak" (otuz

2 S u lta n II. M eh m ed'in "K an unnam esi" k on u su n d a "bu k a n u n n a m en in o n u n b a b a sın ın ve d ed esin in o ld u ğu ” söy len m ek ted ir .

112

Page 114: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ailelik birlik), boy (“cem aat” bunun Arapça karşılığı), "aym ak”, "bölük”, "oba”. Bu terim lerin evrimi, büyük b ir toplumsal yarar taşıyor; bu terimler, b ir bölümüyle ortak Türk soy kütüğünü yansıtm akta (krş: örneğin, oy­mak), b ir bölümüyle, Osm anlılann askerî birim lerine geç­miştir; örneğin: bölük; "ocak” terim i yeniçeri ordusu için benimsenmiştir.

Boyun başında, eskiden beri, "subaşı” bulunuyordu.^ Daha 16. -18. yüzyıllarda, belli boyların ya da boy bir- liklerinin'* yüksek yöneticileri, böyle adlandırıl dığına gö­re, ister istemez, önceden de, Selçuklular döneminde bu terim in göçebeler arasında çok yaygın olduğu ve Oğuzlar­da soyun yarı askerî yapısının kalıntısını gösterdiği, su- başıların göçebe feodallar olduğu varsayımı ortaya çıkı­yor. Örneğin, Selçukluların atası Selçuk'un sanı subaşı idi.® Sonra, Osmanlı döneminde subaşı, eski konumunu yitirmiş, taşrada polis işlevlerini görür durum a gelmiş­tir; komiser ya da mahalle polisidir;‘ Evliya Çelebi’den anlaşıldığına göre bu işlevler, en azından 17. yüzyılda ar­tık görünmeye başlam ıştır.

17. yüzyıl başında, göçebelerde, "subaşı” terim i yok oluyor; bunun yerini "başbuğ”, "m ir” (miri aşire t-boy beyi), "reis” (“reis”) terim leri alıyor. Bunuma birlikte, "m ir" terim inin ardında yüzyıllık b ir geçmiş vardır: Sul­tan II. Mehmedin “Kanunname”sinde, Yürüklerin emirin- den (Mir) sözedilmektedir. Eski terim lerin yerini terket-

3 w. B arthold , 12, V orlesun gen , s. 101. T ürk iye’n in A vrupa k esim in d e (T ekirdağ’ın g ü n ey b a tıs ı) S u b aşık öy vardır.

4 T erim e bazan "m ü3eH lm ’'İ6rde rastlan m ak tad ır . (b elge no. 63, s. 50).5 W . B artold . 12 V orlesun gen , p. 101 (btez: K aşgarlı M ahm ud, I, 397:

“S elç ik S u b a şı” ).6 (Ordu) ve (su ) sö zcü k ler in in karışm ası, b ozu lm aya yard ım etm iştir ;

krş. Saiml B ey sö z lü ğ ü (II, s. 386 - 387), Fr. K raelits - G relfen h orst n edense b öyle an lıyor (K an u n n am e S u lta n M ehm eds des Eroberers. M. O. O,, I, 1921, p. 39, n o t 2). "Su bashl" sözcü ğü k on u su n d a bkz: m ak ale, J. H. ICra- m ers. “E ncyclopâdle de l ’Isla m ” (IV . 5 1 3 -5 1 4 ) .

7 S. 169'da (b elge no: 161) y a n lış y a z ım (baş ve b u g ).

113

Page 115: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mesi, doğal biçimde oluşm aktadır. Bunlar, dışarıdan, İs­tanbul’dan hüküm et m em urları gönderilmesiyle b ir yana itilmektedir.

Boyun kuruluşu gereği, ayrıca boyların başkanlan olan boy beyi, (beğ, big) bulunuyordu, Selçuklular zama­nında, onların iktidarının önemi ve kapsamı, sanki daha fazlaydı; "bölükbaşı", “çeribaşı”.

"Bölük”, önce, Orta Asya'da kullanılan, bonra, Mo- gollarca İran ’ın yönetim yapısına sokulan eski b ir terim ­dir; “Çeribaşı” “çerilerin” yani savaş için donatılmış ki­şilerin, askerlerin yöneticisi demektir.® “Çeri” sözcüğü, Türk dillerine çok eskiden girm iştir; önce, H indistan’dan Uygurlara geçmiş, Uygurlardan, onların devlet yapısının kalıtçıları Mogollarca alınm ıştır (krş. Moğolca "tsirik”). Son olarak, Osmanlılar, Yürüklerin (Oğuzlar) askerî ör­gütlenmesinden hareketle, yeniçerileri oluşturm uştur.

Ayrıca, seçkin görev adamları, ya da yaşları ve zekâla­rıyla güven kazanan kişiler vardı; büyük rol oynayan "ket­hüda” (yöneticiler); "ihtiyarlar” (Orta Asya’daki "aksakal­la r”); "iş erleri”; "söz sahibleri”; "il erleri”, tüm bunlar "en iyi kişiler”'(ahassi rical) idi (belge no: 198, s. 153).

Sonra, sipahilerin ve yeniçerilerin baskılarından ko­runm ak için, Yürüklerde, iç milis olan "yiğitbaşı” kuru­mu yaratılır (belge no: 108, s. 57).’

Göçebelerin soy örgütlenmesi, doğallıkla, dağılıyor; Selçukluların siyasetini sürdüren Osmanlılar da onların çözülmesi için çaba harcıyorlar. Bu süreç, 17. yüzyıl or­tasına doğru hızlandı. Aynı dönemde, b ir örnekseme re­form u oluyor, (kethüda, yiğitbaşı) gibi resmî görevler,

8 V o y n u k la n n önderleri u zu n süre, 19, y ü zy ıla d eğ in böyle a d la n d ır ılı­yordu, bkz: K. treçek , agy. s. 579. T erim ş im d i ç in gen elerd e (b ir tü r m u h ­tar lık ) sürm ektedir.

9 Krş: İran ’daki' (“I lo t” ) Türk göçeb eleri K aşkay’lar ın ö rgü tlen m esi: A. R om askevlç , P esn ı K aşkaytsev, Sborn ik M uzeya an trop ologu 1 e tn ografll, V, 575 - 576.

114

Page 116: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

İstanbul'da, zanaatkâr örgütlerinde, atelyelero>. de orta­ya çıkıyor. Devlet aygıtı sağlamlaşıyor, yönetimde mer­kezileşme meydana geliyor. Göçebeleri yönetmek ve de­netlemek için İstanbul’dan “voyvoda” gidiyor. Bu konu­da ilk değiniye, h. 1103 yılında, yani 18. yüzyılın başına doğru rastlanıyor. Bu noktada, artık, Balkan Slavlarının etkisinin yansıması duyuluyor. Voyvoda, anlaşılan, askerî yönetimi de üstleniyordu. Durumuna göre "boybeylerin- den” daha yüksek b ir konumdaydı (belge no: 221, s. 165). Ve (Göçebeler içinden seçilen) Kethüda, artık, merkezi yönetimce saptanıyor ve belli ki, İstanbul'dan "berat" ve onur "cübbesi" alıyordu (s. 219).

Boyların üyeleri arasında, gene de, henüz güçlü bir bağ vardı. Görevler, kalıt şeklinde geçiyordu. Bâbıâli, boybeylerine, onların torunlarına ve akrabalarına verili­yordu (s. 191, 209), ama b ir seferinde, kethüdanın yaka­lanmasını buyuran hüküm et aynı zamanda onım akraba­larına da gözdağı veriyordu (s. 216).

Boyun birlik ve dayanışması, hüküm et tarafından iyi kullanılmıştır: herhangi b ir yeni önlem alırken (örneğin savaş zamanında insanların toplanması), taşra yönetimi, "boy seçkinlerini” dinsel divanda topluyordu, ve bunlar, b ir yükümlülük alıyorlar, yani, boy adına merkezi yöne­timin isteminin yerine getirilmesi görevini (asker sağlan­ması, suçluların teslim edilmesi) üstleniyorlardı.

Hükümetin politikası, boy önderlerinin göze girme çabası üzerine kurulm uştu. Bunlara, onursal sanlar ba­ğışlanmakta (belge no: 219, s. 182), ya da tersine, hükü­met, itaatsizlikten ötürü, sürgünle ya da azletmekle teh­dit etmektedir. Onlardan, zengin ve soylu kişiler rehin alınıyor, hapishaneye kapatılıyordu.

Göçebelerin hakları, giderek kısıtlanıyordu. Silahları (ateşsiz ve ateşli) alınıyor, ata binmek, kılıç kuşanmak, (levend ya da yeniçerilerinkine benzer) askerî giysi giy­

115

Page 117: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mek vb. yasaklanıyordu; tüm bu önlemlerle, hükümet, Yürüklerdeki savaşçı ruhu öldürmeye çalışıyordu.

Daha Selçuklular zamanında, göçebe Oğuzlara, "ik- ta ”'° denilen toprak parçalan ayrılmıştı; onların yalnız­ca, herhangi b ir bölge çerçevesinde hareket etmelerine izin veriliyordu.

Böyle olmakla birlikte. Yürükler ve Türkmenler, bir yerden diğerine göçmeye devam ediyorlardı. Yürüklerden söz eden belgeler sık sık ekliyor: "konar, göçer” Yürük­ler; ama bunların yer değiştirmesi, eskiden beri, hükü­m eti kaygılandırm akta ve rahatını kaçırm aktadır.

Türk boylarının göçebeliği, ik tidarlara kaygı ve hu­zursuzluk veriyordu. Bunu çok iyi anlayan Nizam-ül-Mülk, uygun b ir siyaset oluşturm uştu; İstanbul da ona öykü­nüyordu. Ama, Küçük Asya’daki başına buyruk Türkler, merkezi yönetimin eylemlerini büyük dikkatle gözlüyor­lar. Yürükleri toprağa bağlamaya yönelik önlemlere, baş­kaldırılarla karşılık veriyorlardı. Bir yandan savaşçı atıl­ganlıklarını yansıtan, öte yandan toprağa yerleşen arka­daşlarım, “Fellahları” horgören “iskân türküleri”, bu sa­vaşımı, ustaca dile getirmektedir."

Anadolu’da, zaman zaman, kuşkusuz, denetim amacı güden, göçebe yazımları yapılmıştır. H. 1133 yılında, ya­ni 18. yüzyılın 20’li yıllarındaki yazım bunlardan biriydi (belge no: 236, s. 208). Yazlık ve kışlık göçebe konakları olan yaylaklar ve kışlaklar yüzyılların geleneğiyle, göçe­belere ayrılmış bölgelerdi. Daha sonra, h. 1143 yılında. Yürükler konusunda b ir tüzük de yayımlanmıştı.

Yürükler ve Türkmenler, Anadolu’da gürültü ve taş­kınlık yapıyorlardı, yerleşik köylülerin bereketli tarlaları on lan çekiyor ve dağlardan inerek ekinleri batırıyor, köy-

10 F. K öprü lü . B izan s M üessese lerin in T esiri, ss. 226 - 227.H B kz; A. R efik ta ra fın d a n “H alk B ilg is i Haberleri", 2, no. 16, ss, 9 3 -9 9 .

d erg isinde ya y ım la n a n b elgeler üzerine y a z ıla n A bdulkadir'in m ak alesi.

116

Page 118: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

leri basıyor, yağmalıyorlar, sürüleri, insanları vb. kaçırı­yorlardı. Sivil halk, yasal kom şuları göçebeler tarafın­dan yapılan zorbalığa, o anda dayanmak zorundaydı. Bu baskınlar, yıldan yıla tekrarlanm aya, dışardan yeni göçe­be kalabalıkları gelmeye başlayınca, İstanbul’a şikâyet­ler yağıyor, hüküm et de göçebeleri, belgelerde kayıtlı ge­leneksel topraklarına döndürm ek için çaba harcıyordu. Bunların yerleştirilmesi konusuna özen gösteriliyordu; hükümet, toprak parçaları belirliyor, taş evler ve dam­lar kurm aya zorluyor, yer değiştirme sırasında, b ir yerde üç günden fazla kalmayı yasaklıyor, göç etmelerini güç­leştirm ek ve ağırlaştırm ak için, dağlarda boğazları ve ge­çitleri tutuyordu. Her yanda, özel kişilere bağlı karakol­la r bulunuyordu; bunlar, “h an '’larda "ağalar”, dağ geçit­lerinde (daha sonra, anlaşılan, jandarm a kurum u olan "zaptiye’yi oluşturan) "zabitler”di. Anadolu'da, kendine özgü b ir göç ya da yerleşme yönetimi yaratılm ıştı: bura­da, toprak işlerini düzenleyen acentalar (iskânbaşı) bulu­nuyor, Anadolu’da yağmacılığın kovuşturulm ası için pa­şalar gönderiliyordu (belge no: 222, s. 186). Ve, olasıdır ki, göçebelere elverişsiz topraklar veren hüküm et, gizli­den gizliye, bu niteliksiz, huzursuz insanlardan kurtulm a­yı düşlüyordu. Bu topraklarda, insanlar ve hayvanlar, sık sık hastalıktan ölüyordu. Göçebeler için, b ir yerde kal­mak bunaltıcıydı. Onlar, özgürlüğe can atıyordu.

Yerel yöneticiler olan "valiler” ve "m ubassırlar” gö­çebeleri eziyordu; Bâbıâli bile, b ir seferinde, Aydm’daki Gümüşlü bojomdan alınan parasal haraçların haddinden fazla olduğunu kabul etm işti (belge no: 204, d. 162).

Baskılar altında ezilen göçebeler, yollar boyunca, kervanlara ve askerlere saldırıyorlardı, göçebelerin ayak­lanm aları ve başkaldırıları (tam öyküsünü arşiv malze­mesi ortaya koyabilir), büyük top rak lan kapsıyordu. H. 1100 yılında (1689) Türkmenler, Elbistan halkına kırk

117

Page 119: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gün süren korku yaşattılar. Kısaca, 16. -18. yüzyıllarda, göçebe Türkler, 20. yüzyılda, Dersim’de Kürtlerin eyle­mindeki gibi davranıyorlardı. Savaşım güçtü. Hükümet, “onları yenmenin çetin b ir iş” olduğunu itiraf ediyordu. Göçebeler, eski yerlerine dönmeyi reddediyor, hüküm et güç kullanınca ise kaçıyorlar, dağlarda barınak buluyor, akrabalarında gizleniyorlardı. Bazan, onları, "ortakçı" di­ye göstererek " tım ar” sahipleri saklıyorlar, ya da esnaf ve zanaatkarlara (ehli san’at) başvuruyorlardı.

Hükümet, ne olursa olsun, eski düzeni korum ak isti­yor ve Yürüklerin "yürük durum undan” çıkmasını ya­saklıyordu. Ama, hüküm et karşısında suçlu olan Yürük­lerin aranması, genellikle sonuçsuz kalıyordu.

Ensonu, hükümet, üstünlük sağlayınca da, göçebele­ri acımasızca tepeliyor ,onları fiziksel olarak yok ediyor­du. Bu aşamada, her şey uygun görülüyordu: Şeyhülis­lâmdan, öldürmeye izin veren fetva çıkıyordu (bkz. belge no: 194); bu, her iki dünyada da, "burada ve öbür dün yada”, "hayırlı b ir işti”. Yoksul göçebeler, onların önder­leri Kıbrıs adasına, daha sonra 19. yüzyılda özgürlükçü yazar, çilekeş Namık Kemal’in kapatıldığı Magosa kalesi­ne sürdürülüyorlardı: Buraya kilitlenip, özgür bozkırla­rın develerin, sürülerin özlemiyle eriyip gidiyorlardı.’

Bütün bunlardan halkın ekonomisi zarar görüyor, ye­rel yönetim, hatta saray yönetimi zarara uğruyordu.

Göçebeler için, yerleşik halka göre, belki, vergi ayrı­calıkları belirlenmişti; onlar, örneğin, "Azerbeycan’da Yö­netim Tüzüğü” tasarısında "yerel” gelenek olarak nite­lenen, toprak sahibine "dünyalık (köylü) maddi yardım ı” şeklindeki "avarız”' gibi özel yükümlülüklerden kurtul-

12 F. G ize’n ltı to p la d ığ ı yü rü k şark ıları y itir ilm iş özgü rlü ğe ö z lem le d olu dur, ve, belk i, Bozbeg, b oy beg l soy ter im in in b ozu lm u ş b iç im id ir .

13 “A varızlar” , “evrezler” , S u lta n I. S ü leym an ’ın k a n u n la r ın ın y a y ın ­c ıs ı M. A r if in a ç ık lam asın a göre, fe th ed ilen top rak lard an savaş zam an ı k o şu l­la r ın a göre a lm a n o la ğ a n ü stü vergilerdir. Bkz: K o lon ia ln aya p o litik a rossiys-

118

Page 120: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

muşlardı. Küçük Asya’da "dünyalık (köylü) yardım ı” ("kömek”) köylü yaşamında 20. yüzyıla değin sürm üştür.

Hükümetin, göçebelerden aldığı hayvan ve köy ürün­leri (süt, yün vb.) vergisinin ve toprağa yerleşenlerden aldığı tarla, bağ ve bahçe vergilerinin düzenli olarak akı­şında çıkarı vardı.

Tüm Anadolu’ya dağılan göçebeler, b ir L ölümüyle, “tim arlar”da ve “zeametler’de çalışıyorlar; diğer bölü­müyle, keseneğe verilen köylere (mukataa kariyeleri) ka­tılmışlardı; ayrıca, “vakıf” gelirleri, "kutsal kentler” Mek­ke’ye ve Medine’ye "arm ağan” “serh” giden sultan malı (has, havas) topraklardaki göçebeler vardı.

Barış zamanında, çalışmak için, göçebelerden büyük gruplar ayrılıyordu. Onlar, kale yapılarının onarım ı için, toplumsal binalar, camiler vb. inşaatları için, İstanbul’­dan, Edirne’den isteniyorlardı. Bunlar, bedava emek-gü- cünü oluşturuyordu. Hükümetin, bunların beslenmesi için kaygılanması gerekmiyordu. Yürük, çalışmaya gider­ken, savaş zamanında da gözetilen genel kurala uygun olarak, altı aylık yiyecek malzemesini yanma alıyordu, ve hizmet süresi de, galiba, altı aydı. Ancak, en son olası­lıkla, Yürük başka b ir işe geçirilirken, her gün iki ekmek (çift nan) veriliyordu.

Yürüklerin askerî yükümlülükleri. Sultan H. Meh- m ed’in kanunnamesinde belirlenmişti. "Ocak”tan, yani her 30 Yürük ailesinden 5 kişi alınıyordu. Avrupa Türki­ye’sinin "fatihler soyunun” (evladı fatihan) yükümlülüğü de aynıydı. Altı “Fatihler soyu”, b ir "eşkinci” veriyordu. Askerlik yükümlülüğünden kaçınma durum unda para ce­zası (600 akça) alınıyordu.

Barış zamanında olduğu gibi, savaş zamanında da yükümlülüklerin yerine getirilmesi, îra n ’m 9 M artta baş-

kovo tsar izm a vı A zerbaycane v ı 20 - 60 g g . X IX v. M. - L,., 1937, s. 57. A ynı yerde ayrıca B kz: "U kazater', "avarız” sözcü ğü .

119

Page 121: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

layan gayriresmi yeni yılı "nevruz”a’‘', ya da Hızır günü­ne yani eski tarzda, 23 Nisana rastlatılıyordu. Küçük As­ya’da emek-gücünün kiralanm ası da, gene 6 ay üzerinden, Hızır gününden Kasım gününe değin, b ir yaz boyunca yapılıyordu.’

Görülüyor ki, bu ayrıntı bile, Selçuklular devrinde egemen olan ve yıllık savaş kam panyalarının sürelerinde yansıyan b ir düzeni yineliyordu. Göçebe yaşamı norm la­rından geçen bu eski geleneğin gücü, Türklerde, savaşta da, barış yaşamında da, her zaman, yürürlükteydi. Kasım günü gelir gelmez, askerler arasında, dinlenm?j gereksin­mesi üzerine konuşm alar çoğalıyordu. Daha 17. yüzyılda durum böyleydi.'*

Prof. Ahmed Refik’in yayımladığı belgelere göre, 16.-18. yüzyıllarda Türk göçebelerin yaşamı böyle beli­riyor.’ Selçuklular döneminde Oğuzlar ve göçebeler, hal­kın temel egemen sınıfını oluşturuyordu. 16. -18. yüzyıl­larda beliren, Selçuklular dönemi için belgesel bakım ­dan şimdilik kapalı olan tüm bu çizgiler, kuşkusuz, daha belirgin olarak ortaya çıkmalıydı.’®

Osmanlı devletinde. Oğuzlar, toplumsal merdivenin aşağılarına kaymışlardır. Selçuklular döneminde, onlar, ana konumda bulunuyorlardı; şimdi, devlet, keyfî davra­nıyor, onlara yaşamın akışını engelleyen yük olarak bakı­yordu. Devlette yerleşiklik öğeleri üstün geliyordu.

1‘i B u n u n la b ir lik te , vergiler, M uharrem de de öden iyordu (F . K öprülü . B izan s M ü esseselerin in T esir i, s. 173).

15 VI. G ordlevskiy. M aterla lı d lya osm an sk ovo narodnovo K alendarya. J iv a y a star in a , god X X . 1911, s. 439.

16 N alm a. T arih (İsta n b u l y a y ın ı h . 1280), I. 84.17 B ilin d iğ i g ib i, K ü çü k A sya’da yarı göçeb e T ürkler 20. y ü zy ıla d eğ in

v a r lığ ın ı sü rd ü rm ü ştü r; bkz; VI. G ordlevskiy. Po M oloy Azil. V p eça tlen iya o t poyezdkl v ı 1913 g. R ussk iye V edom osti, 1914, no. 240. Ali R ıza Y a lm an ’ın "C enup ta T ürkm en O ym akları" b a şlık lı g«n iş ça lışm asın d an (4 c i lt ) , h er . hald e, ilg in ç m alzem e ç ıkarılab ilird i, ben y a ln zca ad ın ı b iliyoru m .

13 O ğuz T ü rk m en ler in in akrabaların ın çağ ım ızd ak i d u ru m u ü zerin e, bkz: F. M ihaylov. T u zem tsı Z akaspiyskoy ob lasti i İh Jlzn. E tnografiçesk Iy oçerk. A çhabad, 1900. — Q. K arpov. P lem en n oy 1 rodovoy sostav T ürkm en P o lto - ra tsk (A şhabad), 1925.

120

Page 122: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

BEŞÎNCÎ BÖLÜM

Küçük Asya’da Feodalizm - Selçuklular Devrini Kavra­mada Malzeme Olarak Doğu İllerinde Feodal Kalıntılarm Günümüzdeki Tablosu - Selçuklularda Soy Kütüğünün Bozulması - Askerî Tımarlar Sistemi - Bunun Moğol Kökleri. Selçuklular Öncesinde Küçük Asya’da Toprak Düzenleri - Tımarlar, Bunların Türleri - Feodallann Zen­ginliği - “Gulamlar” - “Derebeyi” Tipinin Doğuşu - Feo­dallann Askerî Yükümlülükleri - “Sipahiler” ■ Bağlı Bey­ler ve Merkezi Hükümdar (Yasallar ve Süzerenler) - İta­at İfadesi - Bağlı Beyliklerin (Vassallığın) Doğulu ve

Batılı Öğeleri - Sultan ve Halife

Şeyh Said isyanından (1925 yılı) sonra, Dersimde bu­lunmuş olan N. Hakkı (şimdi Uluğ), 11-13. yüzyıllarda, yani Selçuklular döneminde, Oğuz boyları için, devletin sınırlarını koruyan boylar için aynı olan öğeleri sürdü­ren, Kürtlerin bu ıssız, yaban bölgesinin’ kölelik yaşamı­nı anlatmıştır.

Resmî bakımdan merkezi hükümete bağlı olan Der-

1 N aşit H akkı. D erebeyi ve D ersim . A nkara, 1932. B u ilg in ç k itab ı "H a­k im iy e ti M illiye'’ gazetesin d ek i m ak alelerden b iliyoru m : m ak a leler in bir d iz is i de. y a y ın ın a son veren “K adro” (no. 7, 8, 11) derg isin d eyd i, k ita b ın içeriğ i R u sça olarak A. D. N oviçev (K voprosu o feod a lizm e v ı tu ryctsk om K urdistan e. B lb liogra flya V ostoka, vıp. 2 - 4, 1933, s tr . 54 - 64) ta ra fın d a n ö zetlen m iştir .

121

Page 123: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sim ’deki Kürtler, boy başkanınm [aşiret reiriinin —ç.] iradesini uygulamaktadır: Bunlar, onun adam larıdır ve genellikle onun adını (örneğin, Kangozade) taşım aktadır­lar. —Yüzlerce, binlerce dönüm— toprak ona aittir, tar- laları dağıtm akta ve çevre köyleri yönetmektedir. Hay­vancılıkla uğraşan köylülerin ona bağımlılıg’., yalnızca ekonomik bakım dan değildir. Ekonomidışı önlemlerle de (yağmalama, öldürme) hareket eden, yürütm e ve yargı işlevlerini gören, onların "ruhunu” sezen boy başkanı, köylüler için her şey demektir; toprak ağası caur, yönet­men kaymakam odur, şeyh odur; feodalda dünyasal ve dinsel iktidar birleşip bütünleşm ektedir. Bununla birlik­te, ağa ve şeyh, genellikle, köylüleri aralarında bölmek­tedirler; ağa dünyasal feodal, şeyh dinsel feodaldir.

Kentte yönetim ya da "tekke” tarafından, boy baş- kanının kötü uygulamalarının üzeri kapatılm aktadır. Bu­nun karşılığında feodal, koruyucusuna, kaymakama ya da şeyhe, köyünden arm ağanlar (hayvan, altın, gümüş) götürmekte, diğeri ise, ziyaretçisine karşı armağan ola­rak kumaş, atkı, "m intan” ya da "en tari” vermekte; ko­nuğuna, bey olarak bağımlılığını simgeleyen gömlek ba­ğışlamaktadır.

Savaş zamanında, devlet aygıtı sarsılınca, feodal, ge­çim olanaklarından yoksun köylülerin hükümete öfkesi­ni, ustalıkla yönlendiriyordu. Em peryalist savaş sırasın­da, b ir boy, kom şularına saldırmış, varlıklarını yağmalar­ken hüküm et binalarını da kırıp dökmüştü.

Böylece, soy ilişkileri, giderek zayıfladığı ölçüde, boy başkanı feodale dönüşüyordu. Akrabaları üzerinde iktida­rını sürdürerek, onların posasını çıkaran feodal, hoşnut­suzluğu, kendi üzerinden uzak tutm ayı başarıyor, ve tüm suçlar hükümete yükleniyordu.

Selçuklular döneminde, olup biteni açıklamava yar­dımcı olan Doğu Anadolu'daki feodal düzenin çözümlen­

122

Page 124: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mesi böyledir.Oğuz boyları —soy kitlesi—, boy yöneticilerine (sU’

başılara) bağlıydı. Boyun nüfusu ne denli fazlaysa, göçe­be feodal da o denli güçlü ve tehlikeliydi. Boy beylerinde toplanan gücü, eylemsiz kılmak için, sultan, boyları bö­lüyordu. Aralarındaki soy bağını parçalayarak, onlara yeni görüşler aşılıyordu. Toprak, devlet düşüncesinin ki- şileştiği sultanın malıdır; toprak alanı, bölgeler elde eden boy başkanı sultan karşısında yükümlülükler taşım akta­dır; şimdi o, sultana bağlı b ir feodal beydir, am a daha büyük feodal —sultan—, sınıfsal haklarını ve çıkarlarını ihlal ettiği zaman, sultana karşı ayaklanma başlatm akta, saray darbesi yapm aktadır.

Oğuzlarda, soya dayalı yaşamın bozulması. Küçük Asya’ya gelmeden çok önce başlam ıştır. Orta Asya’da ya­şam, Büyük Selçukluların veziri (başlangıçta Alp Arslan’- ın, sonra onun, ardılı Melikşah’ın vezirliğini yapan) Ni- zam-ül-Mülk tarafından belirlenen değişiklikler yaratm ış­tı.^ Nizam-ül-Mülk'ün yapıtı "Siyaset-name” ("Yönetim Kitabı") ya da siyaseti-m'ülûk ("Hüküm darların Yaşam­ları”), Vakayiname’nin geçmişe dönük olarak betimledi­ği gibi Selçukluların ideal hüküm darı olan Sultan I. Ala- addin Keykubadın el kitabıydı.

Askerî tım ar sisteminin kökleri. Doğu Asya’ya uzan­m aktadır; bunlar, henüz soy düzeninde yaşayan Türk boyları üzerinde, Moğolların ya da, belki, ayrılmalarından önce Moğol-Türk boyları üzerinde b ir başka bilinmeyen ortam ın kökten etkisini düşündürm ektedir. Hem soy te­rim leri (uruğ-kuşak, akraba) hem de yüksek yasama ku­rum u soy üyeleri kurulu, (Kurultay), Moğol dilinden ak­tarm alardır.

2 N lzam -ü l-M ü lk , ayrıca, top rak yasa ların ı, toprak lar ü zerin d e tem e ls iz sav ların ortadan ka ld ır ılm ası İçin, k u ra lları d ü zen len m iş ya da d erg ln lem lş- tlr , bkz: V. B artold . O n yek otorıh v o sto çn ıh rukop lsah , s. 0117 - 0118.

123

Page 125: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

G. D. Sanjev, Cengiz Han® döneminde askerî örgüt­lenmedeki yetkinliğin, belki, Mogollarca, komşularmdan, kuşkusuz, Çinlilerden aktarılan birtakım eski yansıma­ları gerektirdiğine benim dikkatim i çekmişti.

Türk halklarının tarihini doğru kavram ak için, Mo­ğolların incelenmesi zorunludur; böyle b ir inceleme, hem Türklerin soy kütüğünü, hem de onların toplumsal-eko- nomik örgütlenmesini aydınlatm ak durum undadır. MO’ ğolların kalıtı eski Asya düzenlemeleri, Küçük Asya’daki Türklerde, uzun süre devam etmiştir.

Eski Oğuz geleneklerinden kopan Nizam-ül-Mülk un öğütlerini izleyen Selçuklular, babadan oğula geçen, ka­lıtsal askerî tim arlar sistemi gibi Orta Asya düzenleme­lerini alıkoyuyordu. Kalıt ilkesi, kuşkusuz, devlet düze­nine süreklilik sağlıyordu.

Askerî tim arlar, İran 'da, İran Moğollarmda da var­dı. Han Gazan tarafından yayımlanan (1303)'' tim arlar tüzüğü, müslüm an izlerini (köylülerin bireysel özgürlü­ğü) taşıyordu. Ama, tim ar kurum u için (Îbni-Bîbî'nin de bildiği) b ir Moğol terimi, soyurghal — "lütuf”, "bağış”, "yaşamboyu kullanm a” (şimdi sözcük eskimiştir) kulla­nılm aktadır.’

Bu terim , Fars dilinde, 18. yüzj'ilda geçebilmiştir; hatta, belki, "soyurghal” sözcüğü, İran ’da, ancak, 18. yüz­yılda oluşan gerçek ilişkilerin Moğol diline sonradan çe-

3Y asa 'd a ask eri tü zü k , bkz: G. V ernadsk iy, agy., s. 2 0 -2 1 .4 C. D ’O hsson, H tsto lre d es M ongols. La Haye e t Arasterdam , 1835, t. IV,

p. 420 -429 .5B . V lad im irtsov. O b şçestven n ıy stroy m on golov , s. 115. prim , 2. — K u ş­

k u su z , " tlu l" (" teyü l" ) k u ru m u da ayrıca Incelenm 'eUdir, bkz: B ilim ler A ka­d e m isi ta ra fın d a n ya y ım la n a n belgelerde ter im in ta n ım la n m a sı (K o lo n la l- n a y a p o litik a rossiyskovo tsar izm a v ı A zerbaycane. M. - L. 1937, ç. II, U k a za te l). V. R adlov (III. 1380 . 1381) sö zcü ğ ü Ç ağatayca sayıyor ve şöyle çeviriyor: "Y aşam boyu k u lla n ım a b a ğ ış lan m ış top rak parçası" , y an i k en ­d in e özgü b ir tü r "İkta"; ayrıca bkz; B ab ü r’e ve Sarden’e gönderm eler yer a lan L. B u d agou 'u n “S ö z lü ğ ü ” (1. 423 - 424). S özcü ğü n e tim o lo jis i açık değild ir, ga lib a , bu rad a da araştırm ayı, M oğollara yön lend irm ek gerekiyor.

124

Page 126: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

virisidir. Ama, belki de, tersine, yaşamboyu bağışlar ko­nusunda birtakım eski Moğol yansımalarım, bu "soyurg- hal” sözcüğü dile getirmektedir, yani Selçuklulardan (ka­lıtsal) askerî tim arlar sistemi alınınca, sözcük, İran ’da doğal olarak yüzeye çıkmıştır* Büyük Selçuklularda, askerî tim arlar, 11. yüzyılda konulduğuna göre,^ aktarm a Moğol işgallerinden önce meydana gelebilmiştir. O za­man, bu, İran ’da yalnızca toprak mülkiyeti term inoloji­sinin değil, sulama terim lerinin de dile getirdiği, Orta Asya halkları arasında, eski özgür karşılıklı etkileşme­nin b ir kanıtıdır.®

Ordu için gene b ir Moğol terimi, xoshun’ Fars dilin­de (dille kuralcı reform lardan önce “kuşun”) kullanılı­yordu. Daha sonra, 17. yüzyılda, M ançurların boyundu­ruk altına aldığı, feodal hüküm dara bağlı feodal birlik­ler "hoşun” olarak adlandırılıyordu,'" ama, gy>liba, daha önce de, bu terim, askerî değil, toplumsal içerik taşıyor­du, ya da doğrusu, bu birliklerin ordu bulundurm ası ge­rekiyordu.

Şurası kesin ki, Moğol İm paratorluğunun, Batı ulus­larındaki tim ar sistemi üzerinde, Moğol etkisi kuşkusuz­dur. Moğol istilasının, daha önce, Horasan’a geçmiş olan etkiyi pekiştirmiş olması m üm kündür. Moğollarda, özen­li b ir askerî örgütlenme vardı, ve disiplin —anında sa­vaş durum una geçiş— resmî görevlilere bağışlanan ay­rıcalıklarla destekleniyordu. Selçuklular devletinin olu-

6 Sorun, özel araştırm a gerektiriyor, ayrıca bicz: F. K öprü lü . B izan s M ü essese lerin in T esir i, s. 100.

7 C. H. B ecker (Isla m stu d len , L elpzlg , 1924, Bd. I, p. 243; S teu erp ach t u n d le h n w esen ), y a z ın k ayn ak ların a dayanarak, b u s istem in de B ü yü k S e l­çu k lu la r ta ra fın d a n k u ru ld u ğ u n u varsayıyor. B u n u n la b ir lik te . N izam ü l M ülk red detse de, bağışlar, yer yer S am an iler ve G aznelller zam an ın d a m e y ­d an a g e lm iştir , bkz: A. K rım skly. Istor iya Persll, t. 1, M., 1916, s. 134 - 135.

8 VI. G ordlevskly. İz Istorll vod op olzovan iya v ı K onye. Zapiski tn s t l tu ta vostok oved en iya , t . II, s . 199, prim . 3.

9 B . V lad im irtsov , agy. s. 133.10 A ynı yerde, s. 196.

125

Page 127: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

şum koşulları, doğal olarak, Moğolların telkini düşünce­sini doğuruyor.

Nizam-ül-Mülk, toprak parçaları —askerî tim arlar— dağıtılması yöntemini Selçukluların yarattığını savla­m akta, ama, Moğol terim lerinin varlığı, bununla çeliş­m ektedir. Nizam-ül-Mülk, deneyimli siyaset adamı ola­rak, Moğolların sisteminden yararlanabiliyordu. Bu sis­tem elverişliydi, çünkü, devletin zayıf mâliyesini, orduya maaş ödemek için gelir aram a derdinden kurtarıyordu.

Orta Asya'da kökleşen askerî tim arlar sistemi, Küçük Asya'da, doğallıkla sınır bölgelerinde, Oğuz boylarının savunma için konumlandığı yerlerde devam ediyordu.” Taşrada, yönetim yöntemleri, merkezdekinin aynısı de­ğildi. Başta gelen gelir kaynakları merkezde yoğunlaş­mıştı, sınır bölgelerinde ise, halk, son derece doğasal b ir ekonomi içinde yaşıyordu. “Sınır beyleri”, merkezdeki tim ar sahiplerinin karşıtıydı, hukuksal bakımdan da on­lardan ayrılıyorlardı.

Sınır beyleri, toprakları, bağımsız olarak yönetiyor­lardı; sultanlar, toprak hakkını biçimsel olarak onlara bı­rakmıştı. Böylece, sultanlar, devleti düzensizlikten koru­mak için, dolaysız yarardan hareket ediyorlardı. Merkezi iktidardan bağımsız yaşayan beyler, mülkündeki toprak­ları genişletmede sultana yardımcı oluyorlardı. Askerî ti- m ardan yararlanm a karşılığında ordu birlikleri sağlıyor­lardı, ama onlar için bu ağır değil, hoş b ir yükümlülük­tü; savaş, kendilerine zengin ganimet getiriyor, askerî içgüdülerini doyuruyordu.

Ancak, Selçuklular, Küçük Asya’ya akın ettikleri za­man, burada yerli ve aktarm a toprak düzenlemelerine rastlam ışlardır.

Bir yandan. Küçük Asya’da, Araplar çoktan yerleş-

n B u s istem in d o ğ u şu n u n doğru a ç ık lam asın ı F. K öprü lü (B izan s M ü - e ssese lerln in T esiri, s. 227) verm ektedir.

126

Page 128: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

mişlerdi. Erm enilerin oturduğu topraklarda. 9. vüzvılda, srtık , toprağın devlet tarafından kiraya verilnnesi düzen- lenebilmişti, vergi ve haraçların ödenmesi için b ir araç olarak "ik ta” sistemi Abbasiler döneminde bundan böyle vardı.

Bizans İm paratorluğu çürüyor, devleti biçimlendiren güç zayıflıyordu. İstanbul, latinyanlar tarafından doldu­rulm uştu, ve bu da, ayrılıkçılığa güçlü b ir neden oluştu­ruyordu. Latinyanlara karşıt duygular içindeki Bizans devleti öğeleri. Küçük Asya'da, Karadeniz kıyısında, met­ropolden daha fazla yaşayan Trabzon im paratorluğunu kurdular; başkentin yakınındaki İznik’te, geçici olarak Laskarlar yerleştiler. Doğuda, Sivas'ta ve Tsezara'da, gü­neyde Kilikya'da Ermeni krallıkları ortaya çıktı. "Fem" başkanları da bağımsızlık hissediyorlardı. Her yanda, Sel­çuklularla kimi düşmanlık, kimi iyi komşuluk ilişkileri başlamıştı; Küçük Asya'da, her yandan yabancı soy ve çevrelerin toplumsal etkisinin sızması için elverişli or­tam oluşmuştu.

Selçuklular, İstanbul ile Yerusalim arasm daki yol üzerinde yerleşmişlerdi. Haçlılar, onların topraklarından geçiyordu. Herhangi b ir yeri gözüne kestirince, bunlar, kendilerini Doğuya iten kutsal amacı çabucak unutuyor, yol boyunca prenslikler kuruluyor, şatolar inşa ediyor­lardı. Örneğin, Akdeniz'in güney kıyısında —Antalya ya­kınında— Latin im paratorluğunun kuruluş dönemine doğru, “sahil prenslikleri” yerleşmişti; Küçük Asya, Ro­dos ve Kıbrıs adalarından da franklar geliyordu. "Baron" (Baron Vasil vb.), "konnetabl" gibi feodal terim ler, Va- kayiname'de yer almaktadır.'^ Bu Batı Avrupa aktarım la­rı da, Selçuklulara anlaşılan, Erm eniler aracılığıyla geç­m iştir. Küçük Erm enistan’ın kurucusu, Toros ya da Feo- dor Latin baronlarının desteğini bulmuştu. Çağdaş Er-

12 Y azio loğ lu A li, III, 146.

127

Page 129: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

meni dilinde, "baron” sözcüğü (Vakayiname’de Erm enis­tan prensine uyarlanm ıştır) "boy" anlamı kazanmıştır.

Tüm bu sistem ler (Moğol, ya da Moğol - îran , Erme­ni - Arap, Bizans, Batı Avrupa), birbirini karşılıklı etkile­yerek devlet ve toplum düzeninin alacalı tablosunu oluş­turm uştur. Yalnızca yüzeysel düşünceler çiziktiren İbni - Bîbî Vakayinamesi, bütün bu öğelerin, bütün bu akımla­rın özgül ağırlığının, oranlarının ortaya konması için ol­dukça yetersizdir. Bunun için, Bizans, Ermeni, Batı Av­rupa kaynaklarının incelenmesi zorunludur.

Ve tüm bunlar ,etnik çeşitlilik fonu üzerinde, dirlik içinde yaşıyordu. Küçük Asya’da, dillerin ve halkların karışm ası geniş çaptaydı. Vakayiname’de, Küçük Asya için az rastlanır b ir poliglottan ("birçok dilbilene”) sığın­mış olarak Bizans’ta bulunduğu sırada, erkân tarafın­dan gizlice Selçuklu şehzadesi Gıyaseddin'e (daha sonra I. Keyhüsrev) gönderilen Zahariya’dan sözedilmektedir;o, Türk ve Fars dillerinden başka, ayrıca beş dil biliyor­du. Belli ki, müslümanlığa yeni dönmüş biriydi, adına bakılırsa, büyük olasılıkla Yahudi idi. Din adamı giysi­leri giymekten b ir sıkıntı duymuyordu; galiba, yerel dil­ler, Rumcayı ve Ermeniceyi de biliyordu. Zshariya’nın konuştuğu diğer üç dilin (anlaşılan, îbranice v t iki Batı Avrupa dili) hangileri olduğunu belirlemek önem taşıya­bilirdi.

Bununla birlikte, tüm bunlar, sonuç vermeyecek var­sayımlardır; "beş" sayısı simgesel olarak dillerin çoklu­ğunu içeı-mektedir.

Ayrıca, bu öyküde, derviş çevrelerinden gelen, biraz destansı b ir belirti de vardır.

Karmaşık ortam . Küçük Asya Selçuklu Devletinin toplumsal yapısını etkilemek durumundaydı.

Toprak alanlarının ve taşınmazların ölçüleri, mülki­yet koşulları değişikti ve toprağın kime, niçin bağışlan­

128

Page 130: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dığına bağlıydı. Sultanın kaprisi, keyfiliği, kuşkusuz, bü­yük rol oynuyordu. İşte sultanın "ihsanının'' özgün b ir örneği. Bir seferinde, sultan, kendisini tehlikeli b ir has­talıktan kurtaran hekim Fasil'i (bu, Rum Vasili’dir) ödül­lendirmek istemiş, kendisini seven herkesi hekime bir armağan vermeye çağırmıştı; sayısız "dirhenjler ve di­narlar, atlar ve katırlar, ve kaftanlar verilen hekim, sa­bah yoksul uyanmış, akşam a dünyanın birinci zengini ol­m uştur.”’® Vakayiname, burada büyülü b ir masal sahne­sine öykünmektedir.

Vakayiname'de toprak mülkiyeti terim lerinin kulla­nılması, her şeye karşın, tutarsızdır. Şurası kuşkusuz ki, "tim ar" (Farsça "teym ar" sözcüğünün başlangıçtaki “hi­maye" anlamı, sonra “ihsan”, "para bağışı” ya da “ik ta”,’'' küçük yurtluklar; bazan "tım ar” sözcüğü, Arapça "m ülk” ("taşınm az”, "top rak”) sözcüğüyle birleşm ektedir; “Mülk”, toprak sahibini, merkezi hüküm dara hizmetten kurtarıyordu.

“Zeamet” büyük " tım ar”, büyük yurtluklar. Arapça terim, "zeam et”e, daha îbni - Bîbî’nin (Farsça) Vakayina- me'sinde rastlanm aktadır. A. M. Şamsuddinov'un bana gösterdiği gibi, Osmanlı döneminde zeametleri ,ilk kez. Sultan I. Murad bağışlamıştır; anlaşılan M urad'ın ön­celleri olan ilk Osmanlı sultanlarının toprakları, henüz yetersizdi, ve o zamanlar, sultanlar, ancak küçük toprak parçaları “tım arlar” dağıtabiliyorlardı. Zeamet, ne kadar büyüktü? Belli değildir. Sultan Muhteşem Süleyman'ın “Kanunnam e”sinden, yani 16. yüzyıldan örnek rakam lar şöyledir: Osmanlı döneminde Sivas bölgesi vezirinin zea­metinin gelirleri 900 bin “akçe” düzeyindeydi; “eyalette” toplam 48 zeamet ve 948 tım ar bulunuyordu.’

13Y azıcıoglu A li, III, 31 1 -3 1 2 .14 S ö zcü ğ ü n a n lam ı ve k u lla n ış ı k on u su n d a bkz: F. K öp rü lü . B izans

M ü essese lerin in T esir i, s. 233, n ot.15 B . N a fiz ve İ. H akkı. S ivas Şehri. İ s ta n b u l, 1928, b. 11.

129

Page 131: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Büyük yurtluk olan zeametin sahibi, büyük ekonomi yürütm ekten, genellikle kaçınarak, kendisi, yardımcıla­rına, kasaba ve köy ölçülerinde toprak alanları dağıtıyor­du. Örneğin, meclis em iri güçlü b ir beyin birliklerinde, her biri bin nefere değer 100 seçme savaşçı vardı, ve "emir, bunlara iyi kasabalar ve köyler vb. verm işti”.’'

Feodallar zinciri denebilecek bu hiyerarşik sistemi, B. deola Broguiere de, 15. yüzyılın birinci yarısında far- ketmiştir.'^ Sultan II. M urad’ın, savaş zamanında, 2 bin asker donatan güçlü Bursa valisinin yönetimi altında, durum una göre, kimi ikiyüz, kimi üç yüz kişi çıkaran feodallar vardı.

Her iki terim —"tım ar” ve “zeamet”—, Selçuklular döneminde taşıdığı anlamsal içeriği, belli ki, koruyarak, Osmanlı yaşamına da girmiştir.'®

Ibni-Bîbî Vakayiname’sinde, büyük yurtluğun (böl­ge) belirtilmesi için, “am al” terim ine de rastlanıyor.” Bel­ki, "tım ar" ve “zeam et” terimleri, daha çok, merkezdeki toprak alanları için kullanılıyor, sınır bölgelerinde ise, “ik ta” terimi ağır basıyordu.

" İk ta” “ terim i ("tım ar” ve "ik ta”ya (tımai ve ikta) b ir arada rastlanm aktadır), toprakların kirayla, geçici kullanımını göstermektedir; bu, sultan tarafından sahibi­ne, toprak üzerinde yaşayan köylülerden vergi toplama hakkı verilen yurtluktur.^’ Selçuklular dönem irde "ik ta”, çok daha geniş uygulanıyordu.^

16 Y azıcıoğ lu A li, III, 145. "Eyü kasabe köyler ve tim 'ir lar ve h a s ıllu ylr ler vlrm lşdl."

17 B ertrand on de la Brogulâre, V oyage d ’D utrem er M âm orles de l ’I n s t ltu t N a tio n a l des S c ien ces e t Arts, S c ien ces M orales e t P o lltlq u es , V. Paris, 1804.

18 B u kon uda R u s d ilin d e d ah a a y r ın tılı bkz: V. Sm irn cv . K u çib ey G ö- m ü rd cln sk ly 1 druglye osm an sk iye p isa te ll X V II v. o p r lç ln ah vp ad k a T u rts il. spb., 1873.

19 lb n l B îbî, IV, 261.2 0 lb n B îb î, IV, 247.21 Y azıcıoğ lu A li, III. 170.22 '‘tk ta '’n ın evrim i k o n u su n d a bkz: t . P etru şevsk iy . H am d u llah K az-

130

Page 132: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Devlete ya da sultana özgü b ir başka toprak fonu, "has" bulunuyordu. Bu fondan, toprak, resm î görevlerin yerine getirilmesi kaışılığm da, b ir tü r ödül olarak verili­yor ve, anlaşıldığma göre, kişiler değişir değişmez geri almıyordu; bu, kalıt olmayan ve (yaşamboyu verilmeyen), kişiye değil, göreve bağlı, denebilirse, devingen b ir top­rak fonuydu. Ama, Selçuklular soyuna ve hatta sultana ayrılan, artık bölge niteliğinde topraklar vardı; buna da "has” deniyordu.

Göçebe, komşusu üzerine akın yaptığı zaman, onun için ekmek, b ir ganimetti; Selçuklularda sefer, yağmacı akınlar, devletin toprak fonunun tam am lanm ası için el­verişli b ir olanaktı. Kendi tarafında toprak fonu tüke­nince, sultan, karşı tarafta toprak arıyordu.

Hayvanlar ve insanlar (savaş ganimeti) ekonomiyi destekliyordu, böylece, ülkenin verimliliği, yapay önlem­lerle, geçici olarak ayakta duruyordu.

Hıristiyan prenslerinin (Ermenilerin, Rumların) top­raklarında, büyük zenginlikler b ir araya gelmişti; seıer- den sonra buraların varı yoğu boşaltılm ış oluyor, halk "haraca”, asker sağlama yükümlülüğüne bağlanıyor; top­rak ise, sultanın savaş arkadaşlarına dağıtılıyordu. Zen­gin kentler üzerine seferler, genellikle eğlenctli gezilere dönüşüyordu.

Eğer sultan ordusu, düşman topraklarını engelsiz olarak işgal etmiş ve hiç kimse direniş göstermemişse, sultanın merkezi hükümdarlığını kabul eden prens, mülk sahipliğini sürdürüyordu. Ama eğer, prensin kendi top­rağı üzerinde kalması herhangi nedenle kuşku doğurmuş­sa, mülkünden koparılıyor, topraklarından uzakta bir "beylik”, bey haklarıyla yönettiği b ir bölge alıyordu.

v in l, kak Istoçn ik po so ts ia ln o . ek on om lçesk oy Istorll V ostoçn ovo Zakavkaz- ya. İzv estiy a A kadem ll N auk SSSR , O td elen iye ob şçesven n ıh n au k , 1937, no. 4, s. 882 ve dev.

131

Page 133: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Kir Farid 'e (bu, Bizans’a bağlı, mülk sahibi b ir E r­meni prensiydi), Akşehir "beyliği" üzerine tm iar belgesi ("m enşur”) verilmiş, "b ir dizi, çok güzel köy”, ona "m ülk”, olarak kaydedilmişti.^ İk ta ve temlik ("ikta ve tem lik”) terim lerinin b ir arada bulunm ası, toprağın onun yaşam- boyu kesin mülkiyetine (temlik) verildiğini, am a kalıt olarak yeni kuşaklarına geçemeyeceğini dile getirm ekte­dir. "'

Müneccimbaşı, b ir yerde. Sultan Alaaddin’in, Erzin­can beyini, "devlet yükümlülüklerinden” bağışladığını net olarak dile getirdiğine göre, feodalin genellikle salt asker sağlamakla kalmadığı, başka birtakım "devlet yükümlü- lükleri"ni de yerine getirdiği ortaya çıkıyor.^

Toprak sahibini görev ve yükümlülüklerinden bağış­layan sultan, ona, toprak üzerindeki hakkı bırakıyor. Ama, toprak sahibinin toprağı satma, toprağı istediği gi­bi yönetme hakkı var mıydı? Belgede, buna değinilmi­yor! Şurası kuşkusuz ki, Rum Selçukluları döneminde toprak üzerinde özel mülkiyet kurum u doğmuştur.

Kir Farid’in ölümü üzerine, bölgesi, belli ki, geri alınmış ya da kahtçısız varlık olarak hâzineye gitmiştir; her ne olduysa, sonunda, Sultan, Akşehir’i ve Abgerm'i^ Alaaddin Davudşah’a bağışlıyor ve (yanına saray hizmet­lileri, m uhafızlar ve sipahi gaziler vererek) onu, mülkün başına törenle yerleştiriyor. Burada, Akşehir ve Abgerm, ikta ve tim ar ("ikta ve tim ar”) olarak belirleniyor; te­rim ler, sanki askerî yükümlülükleri düşündürm ektedir.

23Y azıcıoğIu AU, III, 244; “M ü lk lü ye m a stû r "yazılm ış” olub".24 V. Sm irn ov (agy., s. 157, n o t 2 ). B â lin ’i y ineleyerek , b u n u n , “ tam

m ü lk iy e t hak ların a d ayalı toprak" o ld u ğ u n u söylüyor.25 M. von B erchem — H. îM hem . A sle M ineure, s. 103.26 G ü n ü m ü zd ek i I lg ın (ga lib a S e lçu k lu la r devrinde b u yer "abgerm ” —

'‘s ıcak BU, ı l ıc a ” a d ın ı ta ş ıy o r d u ); S u lta n I. A laadd in K eykubad ta ra fın d a n bu rad a ılıca la r k u ru lm u ştu (ve V ezir S a h ib a ta ta ra fın d a n yen id en d ü zen ­le n m iştir ) , C elâ ledd in BumJ, ted av i iç in b u raya geliyord u (bkz: A flâk i, I, 134). ^

132

Page 134: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Sultan, sık sık, yalnızca beylere değil, yakınındakile­re de, kentler ve bölgeler^ bağışlıyordu, örneğin, kardeşi Alaaddin'i (daha sonra Sultan I. Alaaddin Keykubad) yenen I. İzzeddin Keykavus, Niğde, Malatya, Elbistan kentlerini silah arkadaşlarına dağıtmıştı.^

Soy askerî törenlerini (şölen) unutan ilk müslüm an Türk yapıtı "Kutadgu - bilig”, yüksek kom utanlara (su paşçızı) ayırdığı XXXI. bölümde, cömertliğin savaşçılar için çekici gücünden söz etmektedir. Komutan, insanla­rına değer vermek zorundadır; burada, Orta Asya Türk’­ünün bakış ve uygulaması yineleniyor.'

Timarlar, karadakiler için olduğu gibi, denizdeki sa­vaş kahram anlığı için de bağışlanıyordu.” Sultan I. Ala­addin Keykubad’ın dediği gibi, bu, Rum ların ve Ermeni- lerin ülkesinde inanç uğruna savaşanlara b ir hak, ya da daha doğrusu, hıristiyan topraklarını yağmalama karşı­lığında b ir ödül, "gazilik hakkı” idi. Örneğin, Ankara ilin­de Gazibeyli köyü vardır. Burada, anlaşılan, "akm a” ka­tılan b ir Gazi yaşamıştı; ayrıca Em irler köyü var; ama bunun, daha çok birtakım dervişleri çağrıştırdığım sanı­yorum.

Verilen toprak alanının büyüklüğü, kuşkusuz, sulta­nın ödüllendirmek istediği insanın durum una ya da öne­mine, ensonu, hizmetlerine göreydi.

Toprak, insandan iyi bakım istediğine göre, tim ar sahibi, devletten ayrıca, yardım, parasal ücret alıyordu: "Rum - Erm eni tim arlan ve gereken para ve ödenekler gazilerin hakkıdır."^

27B azan, su lar , s u a la n la n da b ağışlan ab iliyord u ; örneğ in , k ısa süre ön ce b a lığ ı bol B afa g ö lü (A ydın’da) ü zerin d e h ak sa h ip liğ i sav layan , b e l­geler ortaya k oyan b iri ç ık tı (bkz: "K urum ’' gazetesi, 1935, no. 6230).

28 A m a su lta n , para, at, cü p p e g ib i ta ş ın ır m allarla da ("m al'’) ö d ü l­len d iriyord u ; örnek iç in bk z: Y azıciog lu A li, III, 211.

29 J . D eny. B ncyclopâdle de l'Islam , IV, 830 - 840, “Tim ar" m addesi.SOYazıcıoglu A li, III. 211. “R u m ve A rm an İk lim in in t im a r la n ve m avâ-

clb lerl, gaz ilerin h ak k ıd ır .'’

133

Page 135: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Bütün bunlar, kuşkusuz, özgür kişilerdi; topraklan küçük olanlar, “sipahiler”, "ordu m ensubu” "askerler­di.” ’ Sınırlardaki özgür yaşam biçimini, tarım la uğraş­maya dönüştüren Oğuz erler de bunlardandı; Vakayina­mede, b ir kez, Salor boyundan b ir sipahi olan Yoluk (Yü­lük) Arslan'a "yulukaslan”ı değiniliyor. Gaziler (inanç uğm na savaşanlar), daha sonra, "sipahi" sam alabiliyor­lardı.^

Tim arlarm geri alındığı oluyor, ve bu sık oluyordu. Vakayiname, Sultan I. Izzeddin Keykavuş döneminde, divandan birine, b ir kez bağışlanmış olan tim arlarm , ar­tık, geri alınmadığını (bu, genel kural içinde b ir ayrıca­lıktır) vurgulam aktadır.^

Anlaşılan, mülk sahibinin kişisel hakkı sınırlanmış­tı; askerî bağışın sahibi, bunu, kişisel gözetimine göre, istediği gibi çekip çeviremiyordu. Bu, Küçük Asya’da ve Orta Asya’da yürürlükte olan genel b ir düzendi. Büyük Moğollar hanedanının (16. yüzyıl) kurucusu Babürşah, bu düzeni, H indistan’a da götürm üştür. O, burada, feo­dalin ölümünden sonra, toprağın hâzineye geçmesi dü­zenini getiren b ir yasa yapmıştı, ve hüküm et, bu toprağı, kendi vargısına göre, onun oğluna ya da b ir başkasına bağışlıyordu.

Ama timar, giderek gerçek yurtluSa dönüşüyor, vani babadan oğula geçiyordu. Sultan I. Alaaddin Keykubad, sınırlam alar getirdi, askersel ruhu desteklemeye çalışa­rak, tim arlarm . ancak, silah kullanabilen, ok atabilen, spor mevdanında ustalık gösterebilen osullara kalabile­ceği uygulamasını vürürlüSe koydu. Timarlarm, denebi­lirse, yeniden yazımı meydana geldi. Bu yüzden sık sık spor oyunları yapılıyordu.

31 P arsça "sıpah" sö zcü ğ ü n d en — ordu.32Joh. H. M ord tm an n. M. SOS., BdV, 2. p . 166. A yrıca Ukz: P . -VVİttek’in

n o tla rı, ZD M a, Bd. 79, p. 289.33Y azıcıoğ lu AH, m , 110.

134

Page 136: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Tim ar toprağının bağışlanmasındaki anlam, burada açık olarak belirtilm ektedir: Askere toprak, hüküm darın ilk çağrısıyla, tim ar sahibi, silahlanmış olarak savaşta hazır bulunsun diye verilmiştir. Kişi, savaş kahram an­lığı gösterebildiği sürece, toprak, onda kalmaya devam etm ektedir, çünkü, eğer toprak, rahata alışmış tim ar sa­hipleri elinde bulunursa, devlet, örgütlü askerî gücünü yitiriyordu.

Şurası kesin kij Sultanın ölümüyle, tim ar üzerinde­ki hakkın hukuksal gücü ortadan kalkıyord ı. Tahta çı­kan yeni sultan, toprak üzerindeki hakkı yeniliyordu. Bu, Selçuklu (ve Osmanlı) döneminin hukuksal norm ları için belirleyici özellikti. Belgelerin yenilenmesi, devlete iyi ge­lir getiriyordu. Erm eni kralı Levön da, yönetimi için. Sultan I. İzzeddin Keykavus’dan "yenilenen belge” ("men- şur-i m üceddid”) almaktadır.^

Timar sahibinin hapse girmesi durum unda, sultanın güvenilir adam lar (naibler, kadılar) evine giriyor, mal varlığının listesini yaparak el koyuyorlardı, tim arlar, hâ­zineye geçiyordu.

Arabaların ve ardılların durumu, çok daha güvence­siz ve acıklıydı; Bunların varlıkları, talana tcrkediliyor- du. Örneğin, Sultan I. Alaaddin Keykubad'm komplocu­ların üstesinden gelmesinden sonra böyle olm uştu;’ Em ir Orkodi idam edilmiş (Celâleddin Rumî’nin rvine saygı­sızlığından ötürü Allah tarafından cezalandırılmıştı), ve soyunun varlığı yağmaya bırakılm ıştı; yalnızca, o, zarar görmekle kalmıyor, akrabaları da kurban gidiyordu.’

Toprak, yalnızca savaş kahram anlığı karşılığında da­ğıtılmakla kalmıyordu, devlet içi hizmet de, 3oırtluklarla ödüllendiriliyordu. Demek ki, saraydaki yüksek orun sa-

3 4 lb n l B lb î, IV, 66.35Y azıcıog lu A li, m , 276.36Af1âkl, II, 303. Cl, H u art'm ok u y u şu (''Orkodi") k u şk u lu d u r; galiba .

Arap h a r fler in in u y u m u n d a " ü rk tü ” şek lin d e k i h a lk a d ın ı görm ek gerekiyor.

135

Page 137: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hipleri, bölge yöneticileri, din adam ları, bütün bunlar, feodal özelliğindeydi5

Küçük Asya’ya yönelen seyyidler, şeyhler, dervişler, artık . Küçük Asya’da yaşam akta olan ulema, kadılar, m üf­tüler, tüm ü toprağa yöneliyorlardı, tüm ünün vakıf yurt­lukları vardı, topraktan gelir sağlıyorlardı. Ankara ilinde sık sık, b ir zamanlar, burada din adam larının yaşadığını, buraların, b ir zamanlar, din adam ı şeyhlerin m ülkü ol­duğunu gösteren köylere rastlanm aktadır: Sofular, Şeyh­ler yayalar, Kırşeyhler, Tagşeyhler, Dedeler, Alişeyhli, Seyidabdallar, H ızırlar vb..

Din adam ları feodallaşıyordu, bunların topraklan , yüz kızartıcı şekilde söm ürdükleri hizm etkârlar ve hala­yıklar kadroları vardı; örneğin, Ladik kadısı, hadisi ihlal ederek, güzel kadın hizmetçilerini fuhuşa göaderiyordu,^ bu yüzkızartıcı davranış, belirtelim ki, serfliğin hüküm sürdüğü Avnıpa’da da sürekli yineleniyordu.

Mevlevilerde, Celâleddin Rumî’nin tekkesinde de, kuşkusuz, büyük zenginlikler toplanmıştı. Ve, zenginlik­lerini korum ak için, bunlar, başlangıçta Selçukluların, sonra Moğolların “yasal” iktidarını destekliyorlardı, ve en sonu, Küçük Asya’yı fetheden gaziler amblemi suna­rak b ir tü r yatırımla, kılıç kuşanm a eylemiyle, bu yasal- lığı Osmanh Sultanlarına bıraktılar.

Sultanın zevklerini bilen herkes, ona, b ir şey sun­maya çalışıyordu. Sultan da toprak bağışlıyordu.

Örneğin, Em ir Kılavuz’un oğlu şahinci Tuman Bek (anlaşılan bu b ir kom utanlık görevidir), kendisine Sol- h a t’dan (Eski Kırım) gönderilen b ir deniz aşın şahini ye­tiştirerek, tim ar alma umuduyla, MogolHanı Gazan'a gö­türür.^ H anlar ise, şahinlerle, şahin avıyla pek ilgileni-

37 F. K öprülü . B izan s M ü essese lerin in T esir i, s. 229.38 tb n î B a tû ta , n , 272.39A nâkl, n , 3 1 0 -3 1 2 .

136

Page 138: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yorlardı. Marko Polo, Kubilay H an’ın, avda, yanm a 10 bin şahinci ve 500 akdoğan aldığını anlatıyor.'®

Bu, her ne kadar, Moğol devrinden b ir olgu ise de, Selçuklularda, av, sevilen b ir ulusal eğlence olduğuna gö­re, daha önceleri yineleniyordu.

Sultan, kendi çıkarına olunca, yurtluklar dağıtmada cömertti.

Vakayiname, sultanı kom ploculardan kurtaran Ke- maleddin K am yar’a bağışlanmış olan ödülün ölçülerini tam olarak belirtiyor. Sultan, ona, 1000 florin, 5 yük ka­tın , eğerli ve dizginli 5 at, 6 halayık ve ayrıca Sivas böl­gesinde, geliri 100 bin "akçe” tu tan ve 50 hizmetkârın bulunduğu Kars çevresini (Kars ili) vermişti. Bu zengin bağış da, tim ar olarak nitelendirilm iştir.''’

Kısaca, toprak ve halk Nizam-ül-Mülk un açıkladığı gibi, Sultana aittir. Sultan, genellikle, küçük ölçüde olan­ları dağıtarak toprağı istediği gibi kullanm aktadır. Ölüm ya da suç işleme durum unda, "ik ta”nm geçerliği kalk­m aktadır. Sultan, toprak mülkiyetinden gelir hakkını ge­çici olarak vermektedir.

Sultanın zenginliği, talih arayanların ve maceracıla­rın önünde geniş ufuklar açarak, yakın ve uzak beylikler­den kişileri, onun hizmetine çekiyordu, örneğin. Kadı Se- fareddin’i armağan yağm uruna tu tan Sultan I. Izzeddin Keykavus’un cömertliği, oğlu Taceddin’in de gönlünü çel­miş, o da Erzincan’dan (herhalde Behram şah’ın ölümün­den sonra) Selçuklular tarafına geçmiştir.

H er tü r yöntemle, kişisel cesaretle ya da sultanın ih­sanlarıyla, feodallar, çok büyük zenginlikleri ellerinde topluyorlardı. Sultan, sık sık, düşm andan ele geçirilen ga­nim etlerden beyleri ve feodallan ödüllendiriyordu.

-)0 P u te şe stv ly e M arko Polo. V. B arto ld red ak siyon u yla t . M inev çevirisi. spb„ 1902, s. 138.

41 Y aa ic iog lu A li, III, 278.

137

Page 139: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Bu yüzden —vezirler, geçici yöneticiler— gibi yük­sek orun sahiplerinin de, başkentten uzakta dinlenmeye ya da sessizliğe çekildikleri toprak m ülkleri vardı. Sahi- bata, Afyon K arahisar'daki N adir köyünde, Sa’deddin Köpek Amasya ili Köprü kazasmm bir köyünde yaşıyor­du.

Feodallar, —ün peşinde koştuklarından mı, yoksa elkoyulabileceğinden korktuklarından m ıdır— zenginlik­lerinin b ir bölüm ünü, hayır amaçlı işlere yatırıyorlardı: Atabek Altunpa (“altın ayak”), Konya’da, Celâleddin Ru­mî için, kentte en iyisi olan b ir medrese inşa ettirmişti."*’

H er yanda, feodalların anıtları vardı. Yirmi yıl bo­yunca, Sultan I. Alaaddin Keykubad’a çalışmış olan Sel­çukluların eski hizmetlisi Karatay, Konya’da biı medrese, Antalya’da cami yaptırmıştır.'^^ Kayseri'de (Bünyan kaza­sında) çok büyük b ir medresenin örenleri arasında Ka­ratay köyü bulunmaktadır;'*^ Kayseri ve Malatya arasın­daki anayol üzerinde, ayrıca, b ir tü r kışla işlevi gören büyük b ir hanın örenleri korunmuştur.''® Kendisine, Af- yonkarahisar'ı seçen vezir Sahibata da (35 yıl hizmet etm iştir) toplum sal yapılar kurdurmuştu."**

Küçük Asya’da, Selçuklu döneminin anıt yapıtlarının (medrese, türbe vb.) b ir haritasını düzenlemek ilginç olur-

42A flâkl, 1, 22. — A yrıca bkz: VI. G ordlevskiy. J it iy e Sadreddlna K o n - yevl. tzv e st iy a A kadem i! N auk, 1929, str . 545, prim , 2.

43 R. M. R ie fs th a l. T u rk ich a rch itec tu re , in s o u th - w e s te m A n ato lla . Cam brldge, 1931, p. 49.

44 A vnl A li Candar. E sk i T ürk ab id eler in i b ir araya top layan şeh ir K ay­seri (H ak im iyeti M illiy e ). Krş: A, R efik , akt. yap., belge no: 114. “K aratay ı... evk afın d an , K aratayı n am karlyey l..." A li A vnl Candar. "K aratay” sö zc ü ğ ü n ­de b o y adı görm ektedir.

45 H alil E dhem . A nadolu 'da İslâ m î K itabeler . T arih i O sm anî E n cü m en i M ecm u ası, no . 33, ss. 521 - 522.

46 O n u n y ap tırd ığ ı a n ıt yap ıların lis te s i , H alil E dhem ’d e verilm iştir (K ayseriye Şehri, s. 105). H a lil E dhem , çok tan beri, b u kon uda m on ografi I h a z ır la m a n ın ön em in e d ik k a ti çek iyordu (ayn ı y ap ıt, s. 103); ş im d i b u d ü ­şü n ce , ça lışm alar ın ı, 1934 y ılın d a K onya “H a lk ev r 'n in yay ım lad ığ ı Perld ve M esud ta ra fın d a n k ısm en gerçek leştir ilm iştir . Am a, b ir ta r ih m on ografisi İçin , bu , h en ü z, an cak h azır lık , m alzem esid ir .

138

Page 140: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

du. Bu, feodalların yerleşimi ve topraklarının ölçüsü üze­rine b ir yargıya varm ak için malzeme sağlayabilirdi; feo- dallar, kendileri için ekonomik çıkar görünen yerlerde yerleşmişlerdir.

Toprak sahipleri arasında, sultanın küçük birliğini oluşturan “gulam lar” da bulunuyordu; sonraları, "gulam- 1ar”, Hıristiyan tu tsaklar arasından toplanıyordu.'^ Kü­çük Asya’da toprak mülkiyetinin tarihini kavram ak için, ya da, daha doğrusu toprak sahiplerinin bileşimini aydın­latm ak için, “gulam lar”, büyük önem taşım aktadır.

Komutan Seyfeddin Turuntay (kendisine, anlaşılan, "gâvurlar”la savaşlardaki yararlılığından ö türü "inancın kılıcı” adı verilmişti), îbn i H aldun’un belirttiğine göre. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in azat ettiği b ir "gu- lam ” idi.'® Saraya yakınlığı bulunan büyük b ir feodal ola­rak, Konya çevresinde, anısı, coğrafya adlarıyla süren bir yurtluğu vardı.'”

Saray hizmetlisi halayıklar, gulamlar, hizmette ilerle­yerek yüksek görevlere geliyorlardı; bunlar, esas olarak, maaşlarıyla yaşıyorlardı, m ülkleri yoktu,“ ama onlar da, sultandan toprak alabiliyor ve böylece, giderek, yeni bir toprak sahibi katm anım oluşturuyorlardı.

Ankara ilinin Keskin kazasında Gulamuşağı köyü var­dır. Belki de eski hıristiyan köleler, gulam “uşaklar”®' ya da gulam toprak ağasının mülkünde yaşayan, Hıristi­yan inancını koruyabilmiş köylüler, burada yaşamışlardı. Şurası kuşkusuz ki. Küçük Asya’da, Hıristiyanların yaşa-

47K rş: E vliya Ç eleb i’n in d ey im i (S eyah atn am e, I, 559 - 600). '‘D evşirm e g u lam lar .”

48 Cl. H uart. E p lgraphle arabe, p. 24.49 VI. G ordlevskiy. İz Istor lı vodop olzovan lya vı K onye. Zapiski İ n st ltu ta

vostok oved en iya , t . II, str . 187-188.50 N izam ü l M ülk (b l. X X III) şö y le diyor: '‘A n -ç l gu la m a n a n d İkta

n ed u ren d .” “K öle lerin İk tası o lam az, ç .”51 M em lüklerde “u şâk l, vuşS.kl,'’ sözcü k ler i '‘köle" a n la m ın a geliyordu

(bkz: F. K öprülü . B izan s M ü esse se le ıln in T esiri, s. 248).

139

Page 141: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dıgı, Lozan Antlaşması’nm imzalandığı zamana değin 1923 burada b ir Rum - Hıristiyan topluluğu vardı, ve başkanı olan Papaz Eftim Keskin (Ürkmez), Anadolu Hıristiyan Rumlarının Türk kökenli oldukları hipotezini savunu- yordu.“

Saray muHafızlan, homines novi —“yeni insanlar”— içinden oluşan toprak sahibi feodallar katm am önem­liydi; babası, Deylem“ doğumlu olan vezir Muineddin Pervane örneğinde olduğu gibi, 13. yüzyılda, sultanın mu­hafızları, vezirliklere yükseliyorlardı; Kobyak’tan kurtu l­mak isteyen sultan, Sivas’tan K araca C andan çağırmış­tı ("candar” — muhafız, zaptiye), Selçukluların düşmesin­den sonra, K astam onu’da, Candaroğullan hanedanı o rta­ya çıkmıştır.

Selçuklular döneminin feodali, Osmanlı dönemi dere- beyinin prototipidir. Örneğin, Lala K am ereddin’in toprak­ları (Ermenek bölgesi), Kam ereddin’in "ili” olarak da adlandırılıyordu.

Derebeyinin oluşum süreci, sağ kol beylerbeyi Hüsa- meddin Çobanbey örneğinde göze çarpıyor. "Onun cö­m ertliği ve cesareti, dünyanın kentlerinde ve ülkelerinde güneş gibi parlıyordu, bilgili şairler, sanatkârlar, "alp­la r”, "bahadırlar”, "çiğitler”, heryıl ona gelirleı ve onda beslenirler, onun iltifatım kazanırlardı. Kendisi ise, as­keri oyunlarla idm an yapar, Allahın lütfunu kazanmak için, gazavatlarda bulunurdu, ve "savaş alanından” dön­düğü zaman, "seyyidlere” ve "sufilere” ve Mekke, Medine ve Yerusalam "m ücavirlerine”*'' arm ağanlar dağıtırdı.”®

52 B u k on u d a k ısaca bkz: VI. G ordlevskiy. İz J iz n i sovrem yon noy T u rts ll. V ostok , kn . 4. (1924), s tr . 210.

53 A yrıca, P ervan e'n in b a b a sın ın K aşan'dan , y an i İran lı o ld u ğ u n a İlişk in bir başka versiyon vardır (bkz: H alil E dhem : T a rlh -i O sm anı E n cü m en i M ecm u ası, no . 43, s. 44).

54 B ü yü k ib ad eth an e ler in çevresinde y ılla r ın ı geçiren m ü n zev iler .55 Y azıciog lu A li, III, 369 - 370, ayrıca bkz: F. K öprülü . A nadolu 'da ts -

lâ m iy et , s. 63, n o t. 1.

140

Page 142: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Kardeşi karşısındaki aşağılanma günlerinde, Hüsa- meddin Çoban'ın korunm asını anımsayan sultan I. Ala- addin Keykubad, ona, b ir zamanlar, Danişmendlerin böl­gesi olan K astam onu’yu bağışlam ıştır

Selçukluların düşmesi, ona, siyasal bağım.sızlık sağ­ladı; buralar, artık. Çoban Beyin kalıt niteliğinde müU küydü, topraklarını istediği gibi kullanıyor, çocukları ara­sında bölüştürülüyordu. Vakayiname’nin Türkçe işleme­sinin yazarı Yazıcıoğlu Ali, sözlerini, "kısa süre öncesine kadar (yani 15. yüzyıl) onun aile üyeleri, çocukları, ("oğ­lanları”), babalarının yolunu izleyerek K astam onu’da ege­menlik sürüyorlardı,”^ diyerek bağlıyor.

Yazıcıoğlu Ali'nin anlatımı, kuşkusuz süslenmiş, san­ki, Halife H arun Reşid’in vezirlerinden BarmeKİlerin yan söylence tarihinden alınmıştır.

H er neyse, bunlar, artık , sadaka ve armağanlarıyla, yöreyi kazanan, babadan oğula derebeylerdir. Tüm bu gü­ruh —şairler ve m üftüler kalabalığı—, Ç obar’ı göklere çıkarıyorlardı; bunlar aracılığıyla, Çobanbey ve ardılları, propaganda yapıyor ve K astam onu’daki etkilerini pe­kiştiriyorlardı. Giderek, halk, güçsüz İstanbul hükümeti karşısında, yakın, iyiliksever, her an yardım a hazır dere- beyini üstün tutm ayı öğreniyordu.

Vakayiname'de, henüz, derebeyi terim i bilinmiyor. Artık, Türkiye’de derebeylerinin tarihini incelemenin za­m anıdır; Osmanlı tarihçilerinde ve Avrupah gezginlerde, bunun için bol malzeme vardır.^

Sultandan toprak elde eden feodallar, savaş için as-

56 T a la t M üm taz Y am an, K a sta m o n u T arih i, İsta n b u l, 1?35, s. 80.57 Y a z ıc ıo ğ lu A li, III, 320 - 321; “O ğlan ’' te r im in in ardm da, belk i, sö z ­

cü ğ ü n esk i a n la m ı vardır. (A yrıca bkz: E vliya Ç elebi, S ey a h a tn a m e II, 223: Ç obanlar ta ra fın d a n E rzurum İlinde in şa ed ilen köprü; b u k on u d a bkz: A strabadi agy. s. 462).

53 D erebeylik k u ru m u n u n in ce len m esi k o n u su n a M. H artm an işaret e t ­m iş tir (M. H artm an n. Zu "Aus der n eu eren o sm a n lsch en D ic h tu n g ’’. MSOS., J ah ran g X V I, 1918, p . 52, n o t.)

141

Page 143: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ker yetiştiriyorlardı; bunlar, denebilirse, “askerler için tim ar kefilleri’ydi ("kafil-i zeamet-i asakir).

Sultana sağlanan askerlerin sayısı, toprak alanının genişliğine bağlıydı.^’ Örneğin, ordunun öncü birliklerine kom uta eden meclis emiri, Erm eni kralı Levon üzerine ya­pılan sefer zamanında, 3 bin atlı ve ayrıca "cenk için do­natılm ış şanlı bahadırlardan” oluşan, 100 alplık b ir b ir­lik çıkarmıştı.

Selçukluların, bağlı beyliklerince de (Trabzon kralı "K ir - Aleksis”, Küçük Erm enistan Kralı II. Levon ta ra­fından), yardımcı askerî birlikler çıkarılıyordu.

Küçük tarlaların (timarlarm) sahibi sipahiler, savaşa atlı ve silahlanmış olarak çıkıyorlardı; “sipaLi” terim i­nin dile getirdiği gibi, bunlar özgür feodallar ordusunun er kitlesini oluşturuyorlardı.

Sefer öncesinde, sultan, genellikle, M araş’ın, Malat­ya’nın, Sivas’ın sağ ve sol kol beylerine, yani Oğuz boy­ları önderlerine, atlı ve yaya kalabalık b ir birlikle hiz­mete gelmeleri, ve kuşatm a araçlarını ve diğer askerî do­natım larını getirmeleri için tezkereler gönderiyordu. Son­ra, sultan, kentler bağışlayacağım vaadettiği bir şölen dü­zenliyordu.

Savaşa katılm ak, feodalin görevidir. Feodal, bu gö­revi, severek, isteyerek yerine getiriyordu, çünkü zengin ganimet ya da ödül alacaktı. Ama, feodallar zenginleş­tikleri ölçüde, yerlerinde rahat oturm ayı yeğliyorlardı; birtakım düşünceler adına, ortak yarar adına özveride bulunm ak, onlara yabancıydı ve anlaşılmazdı.

13. yüzyıl ortasında, doğuda, Selçukluların tehlikeli düşmanı Moğollar boy gösterdi. Bağlı beyliklerle ilişki­ler zayıfladı ve Moğolların akm larım püskürtm eye hazır­lanan sultan, feodallara, arm ağanlar gönderip yardım di-

59 F. K öprülü . B izan s M üesseBelerInIn T esiri, s. 229, n o t. 4.

142

Page 144: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1er hale geldi.^Barış zamanında, Selçuklular, herhangi b ir yapı kur­

maya niyetlenince, feodallar da çalışm alara katılıyorlar­dı, bu, onlar için b ir tü r doğal yükümlülüktü.

Örneğin, Sultan I. Alaaddin Keykubad zamanında, başkent Konya, Fransız gezgin Teksye'nin 1835 yılında gördüğü gibi, 19. yüzyılda da henüz sağlam olan, güçlü duvarlarla çevrilmişti; ; alışm alarından ötürü, kendi ken­dilerini ödüllendiren feodallar, kuleler ve duvarlar üzeri­ne adlarım kazımışlardı.

Soya dayalı, yaşayış, giderek, daha da bozuluyordu; yeni ülkeler ele geçiriliyor, ve yeni bağlı beylikler, Sel­çukluların sarayına, yeni düzenlemeler, yeni gelenekler getiriyorlardı.

Ama başlangıçta, Selçuklular, Küçük Asya’ya, Orta Asya düzenlemelerini getiriyorlar. Büyük Selçuklu Alpars­lan, Bizans İm paratoru Roman Diojen'i yendiği zaman, Diojen ona bağımlılığını gösterebilmek için, tıpkı b ir kö­le gibi, kulaklarına halkalar takmıştı.

Selçukluların, feodal ile merkezi hüküm dar arasın­daki bağımlılık ilişkilerini belirleyen tören düzenlemele­ri, Doğu ve Batı öğelerinin alacalı bileşimini ortaya ko­yuyordu.

Feodallarm itaati, kendi üzerlerinde sultanın yüksek haklarını kabul etmeleri, "eğilip alnını yere koyma", C'öğ- nüb alnın yire koyup") "diz çökme” ("dizin çöküb"), "el bağlam a” ("el bağlayub"), "el öpme" ("desbus-i eşref") gibi dervişlerde süren hareketlerle simgelenmektedir.

Em ir Ayba, (bir Frank tarafından öldürülen) SultanI. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cesedini görünce ağlamış ve yüzünü sultanın ayağına sürmeye başlamıştı.'*'

Sultan, bağımlı beyin yaşamı ve ölümü üzerinde öz-

iO tbn i BSbî, IV. 239.61 Y azıciog lu A li, III, 96.

143

Page 145: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gür karar sahibiydi. Vakayiname’de renkli bir itaat tab- losu verilmişti. Eski b ir kabahatini onarm ak isteyen Em ir Seyfeddin, Alaaddin'e, tahta seçildiği haberini götü­rür; Alaaddin'in önünde alçalarak eğilir, koynundan bir kefen çıkararak boynuna sarar, barışçı niyat taşıdığını gösterm ek için, daha önce, saray kom utanına verilmiş kı­lıcı alır, ve sultanın önüne koyar,“ böylece, kendisini bütü­nüyle Sultanın yargısına teslim etm iştir.

Bu itaat simgesinde, Selçukluların hırisliyan komşu­larından, H açlılardan aldıkları etki (kılıç) ve eski Türk geleneği şeklinde iki öğenin bileşimi vardır.

Selçuklular, Bizans im paratorunun sarayında, bağım­lı prensin itaa t törenlerini görmüşlerdi (onların ataları, im paratorun erguvani iskarpinlerini öpüyorlardı), bütün bunları, kendileri de almışlardır.^

Sultanın, merkezi hüküm darlığını açık biçimde gös­term ek istediği, b ir m onarşik prenslik sözkonusu olunca, tören, daha karm aşık durum alm akta, alçaltıcı nitelik kazanm aktadır. Bu, prensin kimliğine, müslüm an mı, Hı­ristiyan mı olduğuna, bağlılık andı içmek için mi, yoksa yalnızca şükranlarını bildirm ek için mi saraya geldiğine bağlıdır, ve tören, buna göre biçim değiştirmektedir. Ve eğer, bu, b ir hıristiyan prens ise, sultan. Batı Avrupa bi­çimlerini seçmektedir; onlar sultanın prestijini yükselt­mek zorundadırlar.

Kir Farid, sultanın kurulduğu tah ta üç kez yaklaşa­rak yeri öper, o kadar. Sultan, kayınatasmın onuruna fazla kıyamamaktadır.

«S Y azıcıog lu A li, III, 191. T ürkler ü zü n g işa re ti olarak b oyu n lar ın a s i ­y a h keçe dolarlardı, bkz: A. R om askeviç. N oviy çagataysko - persidsk iy slovar. E born ik “M ir A li Şir", L., 1928, str. 98.

63 P. U sp en sk iy . O çerki i z Istorii T rap ezu n tsk oy im p erii. L-„ 1929, str. 33. P. U sp en sk i, S e lçu k lu la r ta r ih i iç in İn g iliz m a lzem esi k u lla n m ış ve S u lta n İzaed d in 'in a d ın ı “A yzed d ln ’> olarak verm iştir . G enel olarak, özel adlar tam İşlen m em iştir , örn eğ in , 63., sayfada K ösed agı y er in e K oesedae şek lin d e r a st , lan ıyor, A rcinga ise E rzin can ’dır.

144

Page 146: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Behram şah'ın uzun yıllar süren yönetiminden sonra, Erzincan'da, iktidar, Selçuklulara düşman b ir siyaset gü­den oğluna geçmişti. Bir süre, gerçek niyetlerini gizleye­rek, o, sultana şükranlarını bildirm ek için Kayseri’ye yo­la çıkmıştı. Daha uzaktan, Sultanın kapısını (“çatır”) gö­rünce, atından iner ve yürüyerek gitmek ister, am a sul­tanın buyruğundaki beyler, onu, atına bindirirler. Bir sü­re sonra, Davudşah, yeniden attan inmek ister, bu kez, onu, sultan durdurur, ve bey, atının üzerinde oturduğu halde, merkezi hüküm darın elini öpmekle onurlandırılır.

Daha önce, Sinop’u yitirmiş olan Konya bağımlı prensi Kir Aleksis ("Büyük Komnin” I. Aleksea) üzerine anlatılan öykü ilginçtir. Sultan (I. tzzeddin Keykavus), atının üzengisine ayağını koyunca, "akıllı ve kurnaz” Aleksis, seyisten çulu alarak sultanın atı önünde yürü­meye başlar. Sonra, sultan. Kir Aleksis’ten çulun alınma­sını buyurur; Kir Aleksis, atına biner ve sultanla yan ya­na yola devam eder."

Küçük Erm enistan da, Selçuklular önünde, aym şe­kilde baş eğmek zorundaydı. Madem ki, Bizans, Ermeni- leri eziyordu, onlar da Küçük Asya'da, Türkleri, gönül hoşluğuyla karşılamışlardı, ama I. Haçlı yürüyüşünden sonra hıristiyanlara, doğudaki Latin prensliklerine eği­lim yeniden ağır basıyordu. Devletin siyasal bağımsızlı­ğını korumaya çalışan II. Büyük Levon, Roma papalı­ğıyla yazışıyor, inançsızlara karşı b ir savaş için onayını almaya çalışıyordu. Küçük Erm enistan, bunu, pahalıya ödemiştir. Kral II. Levon (1198-1220), Sis kentini (Kü­çük Erm enistan'ın başkenti) elinde tu tarak sultana bo­yun eğiyor ve "bağlılık çulunu başında taşım asına” ("ita-

6 4Y azıcıoğ lu Ali, III, 377. A leksea’n m a lça lm asın a , A. K uL ik de is te m e ­yerek İşaret e tm ek zoru nda ka lm ıştır , (O snovan iye trapezuntsjfoy Im perii, vı 1204 g. U çen iye zap isk i A kadem ii N au k po pervom u i tr e ty em u otd elen iyam , t . II. 1854, str . 731).

145

Page 147: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

atcı gaşiyesin çeknüne [?] götüreyin”) izin vermesini di- liyordu.“

Üzengi öpme, b ir şükran simgesine dönüşmektedir. Örneğin, sultanın evlenme törenleri sırasındaki çalışma­larından ötürü ödüllendirilen Kadı Şerafeddin, kendisine bağışlanan atın üzengisini öper.

Bu görenek, Selçuklulara, belki, yurtları olan Orta Asya’dan gelmiştir. Büyük Selçukluların atası, at göre­neğini bilen ve anlayan bozkır adam ı Tugm l Bey, Bag- dad’a girdiği zaman. Halifeyi, katırının dizginlerini tu ta­rak saraya götürm üştü. Ama, bu tutum a. Haçlıların, Latin prenslerinin törenlerinde de rastlanm aktadır: Antakya prensi, Bizans İm paratoru Manuel Komnin’in atının üzen­gisini tutuyor, böylece Bizans'ın merkezi hükümranlığını simgeleştiriyordu."

İran ’da, atın üzengisinin ve kişinin elinin öpülmesi- ne, birinci emperyalist savaşa değin b ir saygı işareti ola­rak rastlanıyordu. Bir kente ya da köye konuk geldiği za­man, atını dizginlerinden tu tarak götürüyorlardı, hem Küçük Asya’da, hem Suriye’de, bunu daima gördüm. Köy yaşayanları, saygın konuğu, b ir verst uzakta karşılıyor ve atının dizginlerini tu tarak eşlik ediyorlardı ve bu ge­lenek, yalnızca, m üslüm an doğuda gözetilmekle kalma­mış, Türklerden Rumeli’ye, Slavlara da geçmişti.

Hizmetçilerin (seyisin ya da silahdarm) görevleri gö- zönüne alınarak, çul taşınması. Küçük Asya'da. Batı Av- rupalı Haçlılardan aktarılm ış ve Selçuklulara, belki, do­laysız olarak yerli hıristiyan Erm enilerden ya da Kum­lardan geçmiştir.

Ermeniler, başlangıçtan beri, siyasal bakımdan, Do-

65Y azıcıoğ lu A li, III. 160 (b u n u n la b ir lik te , o sıra artık K ü çü k E rm e­n is ta n 'ın başınd a Hetuım vardı).

66 P. U sp en sk iy . V ostoçn aya p o litik a M an u lla K om n ia. T ü rk l-se lçu k l 1 h rIstiansk Iye gosu d arstva S ir ll 1 P a les tlm . S oob şçen iya B osalyskovo P a les- tln sk o v o obşçestva , t . XJİIX, 1926, str . 131.

146

Page 148: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

guya (îranlılara, Araplara) bağlı olunca, Erm enistan sa­rayının yüksek görevlilerinin sanlarını anlatan terimler, Doğu etkisini dile getirm ektedir: Örneğin, "Em ir", "ha- cib”, “sipahsalar”, “sipah” sonuncusu, anlaşılan askerî yükümlülükler taşıyan saraya bağlı feodaldir.

Ermeni prensleri, dış görünüşleriyle de değişmişler­dir; m üslüm anlara öykünen Rupenidler, sarığı andıran başlık, vuruyorlardı,^^ ama onlara, bu, Selçuklulardan de­ğil, İrandan, halifelerin valilerinin egemen olduğu sıra­larda, Ani kentinden geçmiştir;*® Ermeniler, kom utan kar­şılığı olarak Türkçe "subaşı" sözcüğünü değil de, Farsça "sipehsalar" sözcüğünü, bu yoldan alm ışlardı:’.

KüçükAsya 'da, Haçlıların topraklarının sınırında yerleşen Rupenidler, Batı Avrupa Feodal düzeninin etki­sinde kalıyor, onlara Batı terim leri geçiyordu." Haçlılar, Rupen'e, “baron” sanı vermişlerdi; 1178 yılında, Kral II. Büyük Levon, bağımlı prensliği reddederek "k ral” sanını aldı. A ktarmaların yönü, kuşkusuz, Rupenidlerden Küçük Erm enistan'ın komşuları Selçuklulara uzanmaJctadır.

Kilikya'da, Batı ve Doğu kültürleri uyum sağlamış­tır; Kilikya, eskiden beri kültürlerin kavşak noktasında bulunuyordu.

Bu şekilde. Batı Feodalizmi (kuşkusuz, terimler, tö­renler gibi dış çizgilerle), Selçuklulara, hem batıdan (Bi­zans'tan) hem doğudan (Ermenilerden) geliyordu.

Feodal, (genellikle b ir perdenin arkasında duran) sultanın huzuruna çıkınca, yeri öpmekte, ve el bağlaya-

67 N . Marr, A ni. K n ljn aya Istoriya goroda 1 raskopkl n a m este gorodişça. L.. 1934, str . 60, 129, prim . 20.

«8V. Kraçkovsicaya ve t. K raçkovsk iy. tz arabskoy ep igrafik i v ı A ni. Sbornllc A kadem ii N au k SS SR KILıV A kadem ika N. Y. M arru, L.., 1935, str. 673.

69 V. L anglols. E ssal h ltoriq u e e t e r ltlq u e dela c o n s t ltu t io n socia le e t p o lltiq u e de l'Arm;6nie Bous les rois de la d y n a stle R oupĞ nlenne. s t. —p., 1860. pp. 53 - 54 (—M em olres de l'A cadâm ie des S c len ses de S t. —P., VII serle, t . III, no: 3).

147

Page 149: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rak saygıyla ayakta durm aktadır. Bu, doğu törenidir; Bağdat'taki Abbasi halifelerinin de benimsediği, İran, Sa- sani kültürünün b ir başka etkisidir.

Örneğin, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev karşısında, yeğeni III. Küıçarslan el bağlamıştı. Kılıçarslan, beyler tarafından terk edilmişti, ama sultan amcası, yeğenini yanm a çağırmış, oturtm uş, kendisinin merkezi hüküm ­dar, yeğeninin bağlı bey olduğunu göstererek "eliyle, ona dokunm uştu”; yeğen, amcasından değerli taşlarla işlen­miş sarık, cüppe, kemer, altın b ir kılıç, koşumlu ve diz- ginli b ir at, kısaca, beyin bağımlılığını dile getiren, ve merkezi hüküm darın istemi üzerine, savaşa katılmaya hazır tim ar sahibi için gereken her şeyi almıştı.

Kir Aleksis'in Trabzon krallığı üzerinde kalıt hakla­rını b ir ant belgesiyle onaylayan Sultan I. Izzeddin Key- kavus, ona, "şah” cübbesi, törenlerde giyilen "nevruz” sarığı, ("külah-i nevruzi),^° b ir a t armağan eder.^' Bütün bunlar, Orta Asya’dan geçen, bağımlı beyliğin belirleyici işaretleridir; hüküm dar, bunlarla, savaş için süvari donat­mış olm aktadır, merkezi hüküm darın bağımlı beye bağış­ladığı Standard arm ağanlar takımı. Küçük Asya’da de­vam ediyordu.

Sultan, bağımlı beyler üzerinde yüksek yargıçtır. E r­zincan Beyi Davudşah, atalarının yolundan saparak, çev­resindeki beylere azap vermeye başlayınca, beyler, Sulta^ na şikâyette bulunurlar; sultan ise, ona, b ir uyarı mek­tubu gönderir: "Zarara uğrayanların m alları ve toprak’ lan , oğulları ve kızları zedelenmemiş, sağ ve salim olacak­tır.” Sultanın gözdağı, etkisini göstermiş, Davudşah hap­settiği beyleri özgür bırakm ış ve mallarını geri vermiş^ t iP

70 "Nevrûz" k o n u su n d a bkz: P. S avvaltov, agy. s . 84.71 Y azıcıoğ lu Ali, III , 137.72Y azıcıog lu A li, III, 377 ve dev.

148

Page 150: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Yeni bağımlı beyle antlaşm a yapan suUan, artık, onun hiç kimsenin yardım ına başvurmamasını, yalnızca özel olarak sultana um ut bağlamasını, kıskançlıkla isti­yordu/^ Uygulamada, bağımlı bey, kuşkusuz, sultanın kendisini koruyabildiğine ve haklarım savunabildiğine inandığı sürece, antlaşm anın gereklerini gözetiyordu.

Merkezi hüküm dara bağımlılığın en yüksek işareti, beyin kendi haklarım önemsemeyerek, sultan adına sikke bastırmasıydı; örneğin, (Mardin’deki) A rtuklır, (Sis’deki) Rupenidler böyle davranm ışlardı; ama eğer, sözkonusu bey müslümansa, camide, sultan adına "hutbe” okutu­yordu.

Ama, sultanın üzerinde de b ir hüküm dar, halife var­dı. Abbasi halifesinin kendi üzerinde egemenliğini kabul eden sultan, ondan, onur hırkası alıyordu, Selçuklular, daha Orta Asya'dayken sancakları için siyah rengi seç^ mişlerdi.

Bağdat’tan sultana, halifenin elçisi geldiği zaman, sultan, halife önünde büyük saygıyla eğilen bağımlı b ir beye dönüşüyor. Halifeden gelen m ektubu, yüzünü doğu­ya, Bağdad yönüne çevirerek, ayakta dinlemektedir. Müs­lüm anların başkanınm kendisinden yardım istemekte ol­duğu bilinci, herhalde Türkün özsaygısını okşam aktadır. Sultan I. Alaaddin Keykubad, halifeden gelen betiği say­gıyla başına koymakta. Doğuda yaygın olan bu jestle, halifenin sözünün uvgulanacağını göstermektedir.

Kendisine, halife tarafından gönderilen armağanla­rı, tahtından kalkarak kabul etmekte, altın naili katırın tırnağını öpmekte, halifenin verdiği hırkayı giymekte, ba­şına sarık bağlam aktadır.”

Sonra, halifenin yarı düşsel yerini, Mo^ol hanları, onların "noyanları” işgal edince, Selçuklu, " îlhan” kar-

73Y azıcıog lu AJl, III, 305. 74,Y acızıoeiu A li, III, 223.

149

Page 151: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

şısında başını eger/^Kuşkusuz, sultanın saygı işaretleri, belki yalnızca,

hüküm dar - halifeye olduğundan çok, m üslüm anların din­sel önderi imam - halifeye yöneliktir; uysal b ir müslüman olan Sultan I. Alaaddin Keykubad, m üslüm anların kut­sal kentlerinin sultanlarının sözlerini ve buyruklarını da derin b ir saygı ve sevgiyle karşılıyordu.

Böylece, halifeden sultana, zengin feodaldan küçük tim ar sahibine kadar her şey, düzgün hiyerarşik b ir ün- van sayısı merdivenini ortaya koyuyor.

Boy başkam, subaşı, han olan Selçuklu sultanı, bir merkezi hüküm dara dönüşmüş. Küçük Asya’da hayvan­cılıkla uğraşan boyların birliğinden, sonuçta, b ir feodal devlet kurulm uştur.

7 5 ib n l B tbî, IV, 204.

150

Page 152: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ALTINCI BÖLÜM

Sultanın Otoritesi - Feodallann Başı Olarak Sultan - Feo- dallann Arasında Katmanlaşma - Sultanın Dayanağı Ola­rak Yeni İnsanlar (“Orta Beyler”) - Sultanın Mutlakçılığa

Eğilimi - Sultanın Haraçları - Ekonomide Sömürü Sistemi

Moğolların sald ırılan sonunda devrilen Selçuklula­rın dağılması, devletin yapısının ne denli sallantılı oldu­ğunu gösterm iştir. Feodallann başı, onların, denebilirse, kâhyası sultanın otoritesi yüksek değildi. Büyük zengin­likleri, taşın ır ve taşınmaz m alları elinde toplayan feo- dallar kuşkulu askerî serüvenlere isteksizce giriyorlardı. Moğollara karşı ise, çok daha büyük sakınm a gösteriyor­lardı. Dayandıkları sınıf —onlar tarafından sömürülen köylüler— perişan olm uştu ve dayanılmaz b ir zulüm al­tında inlej’ erek, kendilerine karşı ayaklanm alar gerçek­leştiriyordu.

Îb n i-B îb î Vakayiname'sinin anlattığı dönem olan 13.

151

Page 153: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yüzyılın birinci yarısında, iç çekişmeler ve sınıfsal çeliş­kiler açıkça ortaya çıkmıştı. Dış itke Moğol saldırısının çabuklaştırdığı felaket kaçınılmaz oluyordu.

Selçuklular hanedanının çoktan beri, artık, b ir hük­mü kalmamıştı; tum turaklı yapmacık yaşayış, Bizans sa­rayının entrikaları, siyasal koşullar, her şey. Sultan I. Ala- addin Keykubad’m destansı sadeliğini alıp götürm üştür. Iç savaşlar, Selçuklular’ı, oldum olası parçalıyor ve güç- süzleştiriyordu. Selçuklular sarayının tarihi, saray darbe­leriyle, şiddet kullanarak öldürüm lerle (zehirlenmelerle, boğmalarla) ve bunlara benzer ilgili bilgilerle doludur. Bunlar, siyasal karşıtlar sözkonusu olduğu ya da yol üze­rindeki birini ortadan kaldırm ak gerektiği zaman, Selçuk­luların kullandığı yöntemlerdir; örneğin. Sultan II. Ki- lıçarslan, Danişmend Zun Nun’u zehirlemiştir. Onlarda, kişisel esenlik kaygısı, toplumsal çıkarlara üstün geliyor­du. Sultanı, sürekli olarak b ir korku kemiriyor, "taht kenti” Konya’daki yerleşimini pekiştirerek, b ir an önce, akraba karşıtlarını saf dışı bırakıyordu. Komplo yanılsa­m alarına düşüyor ve şehzadeler, —kardeşler ve yeğen­ler— saraydan uzakta, ücra taşradabiryerde ya da hapis­te tutuluyordu: Sultan I. îzzeddin Keykavus, ortanca kar- deşi Alaaddin’i (sonraları I. Keykubad), Ankara'dan sür­müş ve H uzerpirt şatosuna (Malatya yakınında) gönder­m işti;’ şehzade Keyferidun, Koyulhisar’da^ hapsedilmiş­ti vb.. Ama buralarda da, b ir başına zararsızlaştırılm ış şehzadeler, sultana tehlikeli görünüyor ve kale kom uta­nı, her dakika, idam buvruğu alabiliyordu.

Em ir Seyfeddin’in beklenmeyen gelişi, Alaaddin'i kor-

1 D ah a ön ce Ermenll&re a lt o lan şa to m ın (ad ın a g ö r e yarprıya vararak) ta m yerin i be lir lem ek o lanak sızd ır. (Bkz: H alil E dhem , K ayseriye Şehri, s. 36). B u n u n la b ir lik te , I. Îzzed d in K eykavus ü zer in e m a k a len in (E ncylope d le de r isa m , II. 681) an on im yazarı, Defr^m ery (H isto lre des Croisa des, I, 143, 3 )'de yay ım lan an E rm eni k ayn ak ların a dayanarak, b u k a ley i, "M lnşar" (b u ­g ü n M laere) olarak ad landırıyor; M alatya’n n gün eyd oğusu ndad ır .

2 Ş eb in karah isar’da b ir n ah iye, bkz: E vliya Ç elebi, S eyahatnam e, II. 198.

152

Page 154: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kuya düşürm üştü; geceleyin gördüğü, üstün makama yük­seldiğine işaret olan düşü çabucak unutm uştu, ve şimdi, ona, sultan adam göndermiş de, kendisini öldürm ek isti­yormuş gibi geliyordu, ve ürkm üş olarak, ölüm öncesi duasını edebilsin diye, kale kom utanından Seyfeddin’i ka­pıda oyalamasını diliyordu.

Yalnızca kendisini düşünen sultan, b ir ardıl belirle­miyordu, ardıl, onun için tehdit olabilirdi; bu yüzden Selçuklularda, veliahtlık düzeni sallantılıydı. Şehzadeyi, tahta, rastlantılar getiriyordu; taht, büyük oğula, küçük ogula ya da kardeşe kalabiliyordu, genellikle her şey, baş­kentin gerekli anda kimin eline düştüğüne, saray çevrele­rine (ve Oğuz boyları önderlerine) dayanarak iktidarı ki­min ele geçirdiğine bağlıydı.

Ve gene de, birbirleriyle ik tidar çekişmesindeki Sel­çuklular, kendilerini, yekpare soy olarak görüyorlardı: Konya’da, daha sonra. Sultan I. Alaaddin Keykubad tara­fından restore edilen camide, (Sultan I. Mesud zamanın­dan başlayarak) Selçuklular hanedanının soy türbesi var­dı. II. Kılıç Arslan’ın uzun yıllar süren hüküm darlığı (öl. 1192) üzerine söylenceler, ülke sınırları dışına taşmıştı. 13. yüzyılda, Moğol devri tarihçisi İbn-al-Asir için bile,II. Kıhçarslan, Rum Selçuklularının ilk ataşındı.

Ardıl sorununu, sultanın kaprislerinden çok, feodal- lann istemi çözümlüyordu. Erkân, sultana, isteğinin ye­rine getirileceği yolunda söz verivordu, am a onun ölü­münden sonra, çokça, üzerinde sözleştikleri şehzadeyi tah­ta geçirmiyorlardı. Sınıfsal çıkarlarını gözönünde tutan feodallar, kendileri için elverişli birini aday gösteriyor­lardı. örneğin, Sultan I, Alaaddin Keykubad’m ölümün­den önce, her iki taraf, veliahtlık için, tzzeddin konu­sunda karara vardılarsa da, feodallar, II. Gıyaseddin Key* hüsrev’i tah ta geçirmişlerdi.

Ne var kî, feodallar, Selçuklulara sadık kalıyorlardı;

153

Page 155: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

onlarda, Küçük Asya’yı fetheden “Selçukluların şanlı so­yundan” birinin devlet iktidarının köklü ve herhalde, ya­sal taşıyıcısı olduğu düşüncesi, bilinçsizce egemendi, yani devletin başında, Selçuklu bulunmalıydı. Onların tek an­laşmazlık konusu, Selçuklular soyundan kimi tah ta ge­çirmek gerektiği, kimin kendi ellerinde uysal b ir araç olabileceğiydi. Bu şekilde, sultan, siyasal bakım dan feo- dallarm sınıfsal amaçlarını, kendi sınıfının amaçlarını gerçekleştiriyordu. Sultan, feodallarm başta gelenidir; o, iç gelirlerini feodallardan, dış gelirlerini prenslerden ve seferlerden elde etmektedir. Sultanda, yalnızca temsilci olmanın görkemi, b ir de savaş ve barış hakkı vardır. Bu İkincisi, bazan kurultayca, yani feodallarca, sultanla ken­dilerinin çıkarları genellikle denk düşse de, sınırlanmak­tadır. Savaş, onlara zenginlik getirmektedir; onlara, sö' m ürm ek için, işlenmiş, değerlenmiş toprak gereklidir. Sultan, iktidar fiilen feodallarda bulunsa da, feodallarm am açlarını gerçekleştirdiği sürece, tah ta rahatça otura­biliyordu. Feodallar, um utlarının boşa çıktığını farket- tikleri zaman, (kendi elleriyle tah ta çıkardıkları Sultan I. Alaaddin Keykubad örneğinde olduğu gibi) sultana sırt çeviriyor ve kom plolar tasarlıyorlardı. O zaman, sözler, yeminler, her şey unutuluyordu.

Seçilme sırasında, her iki taraf, sultan ve feodallar, biçimsel b ir sözleşmeyle, karşılıklı yükümlülükler saptı­yorlar, anta dayalı karşılıklı vaatlerde bulunuyorlardı. Örneğin, (Bizans’ta gözetim altında yaşayan) Şehzade I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in isteğini artırm ak çr-basındaki erkân, şehzadeye, çoban değneği içinde m ektup götüren gizli aracı Zahariya'yı yollamıştı. Bir zamanlar, Alaad- din'i incitmiş olan Em ir Seyfeddin, ona seçildiğini açık­lamadan önce, kendi elyazısıyla yazılmış b ir yemin al­mış ve, sultana, ne yaşamına, ne de mal varlığına dokun­mayacağına ilişkin, b ir de K ur'an üzerine yemin e ttir­m iştir.

154

Page 156: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Kaynaşmaları önlemek için, erkân, bazan hiç alışıl mamış önlemlere başvuruyor, (belli ki, kendi hapsettig insanların bulunduğu) hapishanelerin kapılarını açıyor du. İnsanları özgür bırakan feodallar, onların desteğin umuyorlardı; böylece, taraftarların ın sayısını artırıyor ve bu, karşıtlarının saldırılarını durdurm ak için yapılı yordu. Ayrıca, başkentin dış dünya ile ilişkilerini kes mek için önlemler alınıyordu; kapılar kapatılıyor ve özen li b ir korum a örgütleniyordu; korumayı, bazan yüksek görevli feodallar yürütüyordu.

Onlar, islâmın gereklerini bozarak,^ (daha sonra, Os- manh devrinde de olduğu gibi) sultanın ölüm ünü halk­tan gizliyorlardı; örneğin. Sultan I. tzzeddin Keykavus, V iranşehir'de öldüğünde böyle davranmışlardı, I. Alaad- din Keykubad, ancak, tabutun kapağını açtığı ve orada gerçekten ağabeyinin yattığını gördüğü zamun rahatla­mıştı. Böylece, Sivas'a gider, silahdarlarla ve muhafız­larla çevrelenmiş olarak, artık, korkusuzca tah ta oturur.

Em ir Seyfeddin, perdenin ardından, im am ların ve beylerin önüne çıkar ve Sultan I. tzzeddin Keykavus'un öldüğünü açıklar. Saray salonundaki perde, b ir yana çe- kilivermiştir, ve tah tta , artık, yeni sultan otuım aktadır, ve bu fait accoınpli güçlenen silah şakırtısı karşısında, tartışm aları sona erm iştir. Salona giren beyler ve "soy­lu kişiler", yeri öpmekte ve övgüler düzmektedirler; mec­lis emiri Mubarizeddin Behramşah, onları, sultana doğ­ru götürür, müslüm an yöntemiyle el sıkışırlar.

öpm e töreninden, ant içmekten açık şekilde kaçın­mak, tehlikeli olabilirdi, böyle b ir tavır, hemen feodalin düşmanca niyetlerini ortaya kovmuş olurdu.

Din çevrelerinin başı olan Kadı, —Selçuklu dönemi-

3 İslâm d in i, ö lü n ü n , ö lü m g ü n ü n d e gö m ü lm esin i b u yurm aktad ır; ölüm , İk ind i n a m a zın d a n sonra m eydan a gelm işse , ayrıcalık o lan ak lıd ır . Am a, s u l­ta n la r ın göm ü lm esin d e , siyasa l d ü şü n celer , d in se l gereklere ü s tü n geliyordu.

155

Page 157: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

nin şeyhülislâmı— saray camiinde ant içme töreni düzen­liyordu. Saray, O rta Asya’da da alışılmış süre olan 3 gün boyunca yas tutuyordu; sultan, beyaz atlas giysiler giyi­yor, beylerse, başlarına "tersyüz edilm iş” börkler takıyor­la rd ı/

Sultan, beyleri ve erkânı, onur hırkalarıyla ödüllen­diriyor, sözleşmeye uygun olarak, toprak ve görev hak­larını, belgelerle onaylıyordu. Çok eskilerden beri, böyle yerleşmişti. Nizam-ül-Mülk de, tah ta yeni geçen hüküm ­dara, toprak belgelerinin yenilenmesini öneriyordu,® bu da, devlet düzeninin henüz ne denli zayıf olduğunu gös­term ektedir.

Sultan, kendisinden önce egemen olan düzenin tam olarak yürürlükte olduğunu, feodal düzenin, t i r kez da­ha, değişmediğini açıklıyordu. Ama sözleşmeler, yalnızca bunları imzalamış olanlar için yürürlüğünü sürdürüyor­du; ardıllar, öncellerin benimsedikleri yükümlülüklerden bağımsızdılar. K ur’an ve încil üzerine yeminler, boş b i­rer formaliteydi, gerektiği zaman, her iki taraf, sultan da, feodallar da, bunlara ihanet ederek bozuyorlardı.

Tahta geçişini. Emin Seyfeddin’e borçlu olan I. Ala- addin Keykubad, sonradan, onu darağacına gönderir. Bir zam anlar verdiği sözü sultana anım satan Seyfeddin’in inleme çığlıkları boşunadır, ve kısa sürede, Seyfeddin’in yazgısı, b ir zamanlar, sultanın tah ta çıkması için çaba harcayan tüm feodallar zümresinin başına gelmiştir.

4 "Tersyüz ed ilm iş börkler” ("m aklub börkler” ) İfadesi (Y azıc ıoğ lu AH. III, 195), ga lib a b ir O guz gören eğ in i İçerm ektedir; S in op 'ta , E m ir İb rah im 'in an n es in in cen azesin d e, o ğ lu erkân ve köleler, başları aç ık olarak yü rü yor­lardı. G iysileri İse, "ters çevr ilm işti" (tb n l B a tû ta , II, 353 - 354). A ynca , D eylem itlerd e de tu h a f görenek ler Vardı: Ö lü n ü n ardından gözyaşı dökerken b a şla r ın ı açıyorlar, g iysilere b ü rü nüyorlard ı (bkz: K. In ostran tsev . S asan ld s- kiye e tu d ı. spb., 1909, str . 115, 133). D ey lem itler , çoktan dır , S e lçu k lu la r ’ın h a ssa ord u su n d a b u lu n u yorlard ı; sonraları, “gu lam lar” gib i, on lar da b azan yü k sek görevlerde b u lu n ab iliyor lard ı, b u yoldan , yü k sek çevrelere, D ey lem it gelen ek leri g irebiliyordu,

5 P . K öprülü . B iza n s M ü essese lerin ln T esiri, s. 224, n o t. 1.

156

Page 158: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Selçukluların tarihinde, bu, sık sık yineleniyordu, sultanın durum u sağlamlaşır sağlamlaşmaz, istemediği feodallar saf dışı bırakılıyordu.

Alman İm paratoru Fridrih Barbarossa, Konya’yı terk edince, burada yerleşen Sultan Kutbeddin de (1191) böyle davranmıştı. Sultan, ona, Em ir'leri rehin olarak vermiş, bununla toprakları üzerinden Haçlıların engel' sizce geçişinin sorumluluğunu üstlenmişti. Örneğin Sa- deddin Kobyak "köpek, ç.” tarafından kışkırtılan Sul­tan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, yüksek görevlileri aldata­rak Erzincan’a çekmiş, onları burada idam ettirm iştir. Böylece, kendisine karşı oy kullanm alarının öcünü almış­tır. Sultan II. İzzeddin Keykavus’un yandaşı Şemseddin Muhammed Îsfahanî, üç Selçuklu kardeş ta iıtta bulun­duğu sırada (h. 652 yılında) öldürülm üştür.

Feodalların etkisi, topraklarında yerleşen, onların cömertliğinden yararlanan insanların sayısınca artıyor ve belirleniyordu; feodalların çevresinde akrabaları, koru­m aları altındakiler vb. besleniyordu.

Sultanın nasıl yaşadığını gözlemleyerek, bunlar ken­dilerine b ir saray düzeni belirliyorlardı. Feodal, ne den­li soyluysa, evi de o denli lüks dayanıp döşenmiş olu­yordu. Sudak’a yapılan Kırım seferi sırasında, belli ki, düşmanı hayran bırakm ayı amaçlayan Çoban Bey, baş­kom utanlık karargâhını, b ir sultan sarayına dönüştür­müştü. Yol boyunca, altın zırh takım ları giymiş savaşçı­lar dizilmişti, bunlar, koşumu ve dizginleri değerli taş­larla, işlenmiş atların üzerindekiler, ve “Rus Knezinin” elçisi. Sultanın beylerbeyinin huzuruna, boyun eğen b ir uysallıkla çıkmıştı.'^

Feodallar, zenginliklerini kıskançlıkla koruyorlardı ve çıkarlarına dokunulduğu zaman, bunu, kesin b ir ta-

i Y azıciog lu A li, III, 342 - 343.

157

Page 159: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

vırla dile getiriyorlardı; onların ik tidar karşısındaki ko­numunu, bu belirliyordu.

Konya çevresinde, b ir günlük mesafede, bahçeler ve bağlar uzanıyordu/ Feodallar, yaz aylarında burada ya­şıyorlardı; zaten genellikle kentlerde yaşıyorlar (başkent, kuşkusuz, onları daha çok çekiyordu), kent yakınında ise, “yazlıkları” bulunuyordu, bu banliyö topraklarını ka­rarlılıkla koruyorlardı. Konya çevresi, coğrafya adlarının incelenmesi, gerçekten, buralarda, Selçuklular dönemi büyük feodallarının topraklarının bulunduğunu göster­miştir.®

Konya'yı kuşatm aya girişirken, I. Gıyaseddin Key- hüsrev, nasıl davranm ak gerektiğini kavrıyordu; O, bah­çelerin kesilmesini ve bağların sökülmesini buyurur. Kenttekilerin direnişi, bu yolla derhal kırılm ıştır; III. Kı­lıç Arslan'ı savunma isteği yok olmuş, genç sultana, ya­şamının, kendilerinin "tım arların ın” güvenceye alınma­sıyla, amcasının affına sığınmasını önermişlerdir. Sultan ya da Konya’daki yandaşları, feodalların önerisini dinle­m işler ve tartışm asız boyun eğmişler, böylece, her türlü direniş yararsız durum a gelmiştir.

Feodalların m addi durum ları aynı düzeyde değildi; varlık farkları, bunlar arasında ayrılıklar doğuruyordu. "Ulu beğler”, “kadim beğler”, yani daha güçlü ve daha zengin olanlar, çoğunluğu kendi yanlarına çekmek için, her türlü olanağı eyleme geçiriyorlardı. Örneğin, I. Ala- addin Keykubad’ın seçilmesi sırasında. Meclis Em iri Beh- ram şah ve Beylerbeyi Seyfeddin Ayba, vaatlerde bulun­ma ve parlak şölenler düzenleme yoluyla, Kurultayı kendi çevrelerinde kenetlemeyi başarm ışlardır.

"Devlet sarayının bu ham ileri ve devletin yüksek ma-

7 Y a z ıc ıo g lu A li, m , 251.8 VI. G ordlevskiy. İz is to r li vodop olzovan iya v ı K onye. Z apiski tn s t l tu ta

vostokoveden iya, t, II. str . 188 - 189.

158

Page 160: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kam larının bu koruyucuları”, iktidarı tam olarak kendi­lerinde alıkoymak istiyorlar, ve entrikalarla, kendi adam­larını yüksek görevlere getiriyorlardı. Örneğin vezirlik görevinden alınan Sahib Ata Osmancık'a sürüldüğü za­man (13. yüzyılda), dik tatör Muineddin Pervane, onun yerine, dam at Mecdeddin'i oturtur.

Feodallar, saray darbeleri düzenlemektedirler. Sultan IV. Rükneddin Kılıç Arslan kandırılarak Aksaray'a çekil­miş ve boğularak öldürülm üştür. Bu cinayetin sorum lu­su, erki sınırsız vezir Muineddin Pervane ve onun uysal suç ortağı, kısa süre sonra, vezirin eliyle öldürülen Niğ­de Em iri Şerafeddin Hatıroğlu'dur.

Ne var ki, sarayda, anlaşılan, b ir m uhalefet grubu, çıkarları büyük feodallarm çıkarlarından oldukça ayrı olan yeni b ir klik biçimlenmektedir. Bunlar arasındaki karşıtlık, özel olarak b ir kıskançlığın zorlaması sonucu değildir; bu, kendine özgü b ir feodal muhalefet grubu­dur; birinciler, "u lu” ve “kadim beyler” diye adlandırı­lınca, muhalefeti, Vakayiname’de yer yer adlandırıldığı şekliyle, "orta beyler” oluşturuyordu.

Genel olarak beyler, yüksek ve aşağı biçiminde ayrı­lıyorlardı, Vakayiname, b ir yerde, "büyük av” törenleri­ni aktarırken "aşağı beylerin” ("aşaga begler”), ancak, sultandan sonra atış yapabildiklerini dile getiriyor. Bu­rada, feodal düzen koşullarında doğal olan zorunluluk­lar ortaya konulm aktadır. Rus vakayinamesi, genç yaş­taki Knez Svyatoslav’ın mızrağını drevyanlar yönüne sa­vurduğunu ve yakm ındakilerin bunu çarpışm a işareti ola­rak anladıkları biçiminde b ir öyküyü korum uştur.

Beyler, üç gruba ayrılmış mıydı, saptam ak güç, ama feodallar zümresine m uhalif duygularla dolu "orta bey­lerin” ortaya çıktığı kesindir. Bunlar yeni sivrilmişlerdir. Sultanın b ir korkusu yoktur, çünkü zengin değildirler, ama sultanın gözüne girmişlerdir, büyük feodallarm et-

159

Page 161: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kişini kırabilm ektedirler, zaten kendilerini aşağıladıkları ve hor gördükleri için büyük feodallara hınç duymakta­dırlar. “Orta beyler”, sultanı korurken, kendilerini koru­duklarını açıkça görüyorlardı.

Sultandan uzaklaşan feodallann taktiği değişiyordu: "Güçle elde edemediğin yerde kurnazlık yapacaksın”. On­lar da, saray üzerindeki baskılarını sürdürm ek için, her türlü çabayı gösteriyorlardı. Vakayiname’, sultanın ''şö­lene”'” günde 30 koyun kestirdiği dönemde. Em ir Seyfed- din Ayba Bey'in 80 baş, yani sultandan yaklaşık 3 kez fazla hayvan kestiğini anlatm aktadır.” O, böylece, gide­rek çevresinde, sarayda meydana gelen gizli konuşmaları, kendisine rapor eden omuzdaşlar topluyordu.

"Orta beyler” arasında, Türk olmayan, mülk sahibi Hıristiyan prenslerden sultanın yanma geçen kişilere de rastlanıyordu. Toplumsal kökenleri, feodallara belki ay­kırı gelebilen "gulam lar” da burada bulunuyorlardı. "Ye­ni insanlar”, yerli feodallann entrikalarına kayıtsız kalı­yorlardı. Sultanın ilgisine değer vererek, bunlar, feodal- larm dolapları konusunda onu uyarıyorlardı. Örneğin, Sultan I. Alaaddin Keykubad’a karşı komplo hazırlandı­ğı zaman (feodallar, sultam boğmak ve tah ta Key Feri­dun'u getirmek istiyorlardı), Em ir Kamnenus ve Hokka- bazoğlu Kamereddin sultanın gözlerini açmışlardır. Ama, Antalya’da, güçlü Ertokuş Bey'in yakınında bulunan sul­tan, b ir zaman oyalanmış ve ancak, Kayseri'ye geçtikten sonra, şölen sırasında komplocularla hesaplaşm ıştır.

Kamnenus, belli ki, Rum dur ve. adına bakılırsa,

9 Y a z ıc ıo ğ lu Ali, III, 271.10 "Ş ölen ” b u rad a başka an lam kazanıyor: B u, su lta n ın soru n lar ı iç in

saraya gelenlere, dah a N izam ü l M ülk (bkz: b ö lü m X X X V ) ta ra fın d a n yer­le şt ir ilen a lış ılm ış ikram dır.

11 K oyun , D oğu ’da ağ ır lam a ö lçü sü d ü r: ev sa h ib i k on u ğu on u ru n a ak­şam ley in k u zu keser, ve dah a k ısa süre ö n cesin e kadar. K ü çü k Asya'da, s ü n ­n e t n eden iy le yap ılan tören lerde k es ilen k o y u n la n n sa y ısı 500'e u la şa b ili­yordu.

160

Page 162: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Komninler so j^ndan gelmektedir; Kamereddin'in aile la­kabı ise, babasının “aşağı b ir meslekten” ("hokkabaz”) olduğunu göstermektedir; bununla birlikte, Selçukluların hokkabazları ünlüydü ve sanatlarıyla İstanbul’daki Bi­zanslIları hayran bırakıyorlardı.

Feodalların cüretkârlığı ve keyiFiligi, giderek artıyor­du. Sultan I. Alaaddin Keykubad'ın veziri, Konya ve Ak­saray arasındaki "Zazada” hanını inşa eden'^ Sadeddin Köpek, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'i babasını öldürmeye kışkırtm ış’ ve ardından genç sultanın deneyimsizliğinden ya:rarlanarak yüksekten bakan b ir tutum takınmaya baş­lamıştır. Bu, erki sınırsız b ir "naib”, sultanın genel va­hşiydi. Sultan, sarayında b ir tutsak gibi oturuyor. Sadede din Köpek ise, onun yanına silahlı, kılıcını kuşanmış ola- la k giriyordu.

Gözü korkm uş olan Sultan, Köpek’i ortadan kaldır­mak için Sivas’tan Karaca Candar’ı çağırtm ışnr. Böylece, gene b ir taşralı, (lakabının gösterdiğine göre muhafızlık­tan gelen biri) sultanın koruyucusu olarak güçlü feodala karşı çıkarılm aktadır; taşranın küçük feodah için, bu, hizmette ilerleme sağlayacak çok elverişli b ir fırsat oluş­turuyordu. Sonraları, "orta beylere” duyulan olumsuz duygular, dinsel b ir ayırtıyla renklendirilmektedir. Moğol döneminde, dayanıklı savaşçılar olan m üslüm anlar, Sel­çukluların boyunduruğundan kurtulduklarına sevinen hı- ristiyanları korkaklıkla suçluyorlardı.

Feodallar arasındaki ayrılığı gören sultan, bundan ustalıkla yararlanıyordu. Feodalizmin doruğu en güçlü feodallar, devletin başkenti Konya’da toplanmıştı. Bu, sultanı rahatsız ediyordu. Bunların arasında, güçsüz ve otoritesiz kalıyordu ve istekle "tah t kenti” Kayseri'ye çe-

l2B kz: A bdulkadir H am dizade (şim d i E rdoğan), "Türk S özü ” gaz, 1918, 1X0; 54.

13 H alil E dhem , K ayseriye Ş ehri, p. 62, n ot. 1.

161

Page 163: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kiliyordu; burada, cesaretle “orta beylere” yaslanabiliyor­du.

Sultan I. Alaaddin Keykubad’ı tah ta geçiren eski hiz­metli Em ir Seyfeddin, b ir zam anlar, sultanm kendisine bahçede söylediği sözleri anımsadığı ölüm saatinde, bu değişikliği fark etm iştir: "Yaşlı ağaçları sökmek ve ye­rine genç ağaçlar dikmek gerek”.'''

Bu şekilde, Rum Selçuklularında b ir yönetim evrimi meydana geliyordu. Feodallarca baskı altına alınan sul­tan, vasilik altında bulunm aktan kurtulm ak istiyor, on­da, zorbalık yönetimi ya da yabanıl egemenlik biçimleri olan mutlakçıliga doğru eğilimler beliriyordu.

Yüksek orun sahiplerinin ve geçici yöneticilerin yaz­gısı değişkendi. Önceleri, komplolarından ve ihanetlerin­den kuşkulanan sultanların kaprisi nedeniyle, kelleleri uçuruluyordu. Sonraları, Moğol saldırısı, tutkularını ve doymazlıklarını daha da aşırı durum a getirince, birbirle­rine karşı entrikalarda yok oluyorlardı.

Yüksek yöneticiler, ik tidar savaşımı içinde, yurtları­nı batkınlığa sürüklüyorlardı, ve başlangıçta Rükned- din’in yandaşı olan Muineddin Pervane ve. Sultan îzzed- din'i yüzüstü bırakan Sahib Ata gibi en iyi devlet adam­ları, bu günahı işliyordu. Sonraları, Konya, Selçuklular için parlaklığını yitirir. Burada, güçlü feodallar vardır; sultan, başkentten kaçar, ama feodalların ağır pençesi, onu, her yerde yakalam aktadır. Feodallar, kendilerini so yup soğana çeviren sultandan nefret etmektedirler.

Büyük zenginlikler feodalların ellerinde yoğunlaşmış olsa da, tarım ürünleri, değiş tokuş edilen ya da satın alınan m allar ve m amul mallar, savaş ganimeti, genellik­le sultana gidiyordu. Sultanm evlenmesi durumunda, ya da başkentte bulunmadığı (Akdeniz kıyılarında geçirdi­ği) uzun b ir süreden sonra dönüşünde, beyler ve naib-

M tb n l B îb l, IV. 114.

162

Page 164: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1er, bunu, feodallara duyuruyorlardı, feodallar ise, sul­tanın sarayına arm ağanlar götürm ek zorundaydılar.'^

Vakayiname, Kayseri subaşısı Seyfeddin Abu-Bekr’in bölgenin sınırı olduğu anlaşılan Çubuk'ta sultanı karşı­layarak uzun zaman boyunca biriktirdiği tüm varlığını ona sunduğunu yazmaktadır.''^ Sultanı kendi gözleriyle görmek m utluluğu feodala pahalıya mal olm uştur.

Sultan, gezisi sırasında, geçtiği her yerde, güzel er­kek ya da kadın tutsaklardan, altın dolu keselerden, Türk ve Arap atlarından vb. oluşan arm ağanlar topluyordu. "Melikler", sultana değerli taşlar sunuyorlardı. Bağışlar­la tükenmeye yüz tutan hâzineyi zaman zaman doldurdu­ğu bu gezileri, istekle gerçekleştiriyordu. Bir eliyle dağı­tırken, o, yitirdiklerini kat kat fazlasıyla topluyordu.

Sultanın tahta çıkışı sırasında, zengin armağanlar sunuluyordu. Bu, merkezi hüküm darın, uyruğuyla, bağlı beyleriyle buluşması, feodalin mülküyle tanışmasıydı. Bu vergilere ya da haraçlara, görünürde b ir yasallık veril­mişti; Vakayiname dilinde, bu, “huzurda bulunm a karşı­lığı yasallaştırılmış pay hakkı” (“hakk’ul kudüm ”) olarak adlandırılmaktadır.'^ Osmanlı döneminde "tebşiriye” ve "kudûmiye” şeklindeki iki tü r vergi, anlaşılan, buradan doğmuştur.

Sultanın haraçları feodallar tarafından, fazlasıyla, durum ları gittikçe kötüleşen köylülere ödetiliyordu. Pe­rişan durum daki köylüler, dayanılmaz b ir zulüm altında bunalıyordu. Feodallar, köylülere, sultanın feodallara baktığı gibi bakıyorlardı.

Ülkede, zorbalık ve baskı egemenliği sürüyordu. Köy­lülüğün, —reayanın— haraçlardan şikâyetleri sonuçsuz

15 E m irlerin (F eo d a lla n n ) su lta n a arm ağanlar verm esi, I>ogu’da a lış ılm ış bir o lgud ur. Ö rneğin bkz: F. B ern ye'n in ya z ısı (İstoriya p osled n lh p o litlç es - k ln perevorotov vı gosudarstve V ellk ova M ogola. M. —h . , 1936, str. 191).

l iY a z ıo ıo g lu A li, r a , 198.17Y azıcıoglu Ali, III, 107.

163

Page 165: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kalıyordu; Nizam-ül-Mülkun sözünü ettiği “hakça vergi” (hall-i hak) her tü rlü ölçüyü aşıyordu. Selçuklular döne­minde “tah t kentleri’ ne (Konya’ya, Sivas'a, Kayseri’ye) giden büyük yollar üzerinde, (kendine özgü kaleler olan) kuşatm alara dayanıklı kervansaraylar ve hanlar inşa edil­diğine göre, ülkede güvenlik düzeni yerinde değildi; bu devlet düzenlemelerine, karşı duygular besleyen (bağım­sızlığım yitirmiş olan Danişmendlerin yandaşlan vb.) in­sanlar vardı; feodallar da, kuşkusuz, kargaşalardan ya­rarlanıyorlardı vb..

Hoşnutsuzlar kesimi, belli ki, kulluktan ve seferler­den yorgun düşmüş köylülerden çıkıyordu. Bunların yi­tireceği b ir şey yoktu; savaş sırasında, her şeyi yüzüstü bırakıyor, feodallardan kaçıyor ve “büyük ana yollara” çıkıyorlardı: Buralarda, kervanları soyuyorlardı. Soygun­lar, kent pazarlarında da sürüyordu, ve alışılmış olgu ha­line gelmişti. Vakayiname yazarı Yazıcıoğlu Ali, SultanI. Alaaddin Keykubad’ı ülküleştirerek onun hüküm darlık döneminin "altın çağ” olduğunu belirtm ektedir: Pazar­larda ticaret huzur içinde yürüyor, insanlar, yaylaklarda huzur içinde çalışıyorlardı, yani her yanda bolluk vardı, köylüler ve esnaf rahat yaşıyordu. Ama, Sultan I. Alaad­din Keykubad döneminde böyleydi, genelde ise b ir kural olarak, insanlar, güvensizlik içinde yaşıyorlardı. Herkes, varlığı ve b ir parça toprağı için korku duyuyordu.

Sonraları, Osmanlı döneminde de durum böyleydi. Lami (16. yüzyıl), "Latifeler”inde, günlük yaşam betim ­lemesi yaparken, toprak sahibi b ir şeyhin tarlasını "mü- ridlerinin” beklediğini anlatm aktadır. Anlaşılan, hırsızlık geniş çapta yaygındı.

164

Page 166: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

YEDİNCİ BÖLÜM

Feodallann “tab i”leri - Köleler ve Bunlarm Yaşamda Rolü - Mülk Sahibi Köylüler (“dehkanlar”) ve Irgatlar

(“ekiciler”) - Baba İshak - Baba İshak’ın Yönettiği Köylü Ayaklanması

Doğallıkla, feodallar ile köylüler arasındaki sınıfsal çelişkiler keskinleşiyordu; feodallar, her dakika, baskıla­rın um utsuzluk noktasına getirdiği köylülerin kendileri­ne karşı ayaklanmasını bekleyebiliyorlardı. Sakınma ön­lemleri alan feodallar, tahkim edilmiş yerlerde, kaleler­de yaşıyorlardı.

îç güçlüklere, b ir de dış düşmanın eklendiği Moğol döneminde, örneğin, Sahib Ata'nm soyu (“Sal'j'bata oğul­la rı”) Afyon K arahisar’da, b ir dağın doruğunda kurulu kalede oturuyorlardı.

Feodalin toprakları üzerinde, b ir bölümüyle de, feo­dalin sultandan aldığı gibi, feodaldan toprak parçaları

165

Page 167: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

alan, feodalin akrabaları, ona yakın kişiler olan özgür insanlar oturuyordu; bunlar, feodallara bağlı "tab i’lerd i. Ama, bundan başka toprak, özgür çalışma (köylü emeği) ve köle çalışmasıyla (tutsakların emeği) işleniyordu.

Ne var ki, üretim in temeli, köylülerin emeğiydi; kö­lelik ise, en başta, ev yaşamında önemini sürdürüyordu.

Dinsel feodallarm işleri iyice düzenindeydi; bunların topraklarında da köylüler oturuyordu, ama ayrıca, belli ki, şeyhlerin çırakları olan "m üridler” de dinsel feodal- 1ar için çalışıyordu. Dinsel tarikatın üyesi ola a x (sıradan) m ürid için bedensel çalışma, b ir zanaatta uğraşma zorun­luydu. Feodal şeyhler, m üridler üzerindeki manevi etkile­rinden yararlanarak bunlardan bedava işgücü yaratabili­yorlardı,' m üridler, çalışmayı, "h ikm etli'n in verdiği bir ders, tanrıya hizmet olarak görüyorlardı.

Askerî seferler, canlı işgücü yedeklerini, sürekli ola- lak bütünlüyordu; savaş ganimeti olarak bu güç, feodala ucuz, bedava veriliyor, ve tutum suzca harcanıyor, çabu­cak azalıyordu. Fethedilen kentlerin ve bölgelerin halkı (çoğunlukla hıristiyanlar), köle topluluğuna dönüşüyor, kalabalıklar halinde, ülke içinde oradan oraya sürülüyor­du.

Sudak’ı ele geçiren kom utan Çoban Bey, K ırım ’dan K astam onu’ya ve Sinop’a ve, olasılıkla, Oğuzların mer­kezi Boyabad’a, yani kendi 5oırtluklanna, partiler ha­linde tu tsaklar göndermiştir.

Savaştan sonra, kentlerin pazarlarım , köleler ve tu t­saklar dolduruyordu: Bunlar, hem Kıpçak bozkırların­dan, hem Akdeniz kıyılarından getiriliyordu. Ama, barış zamanında da, köle akını daima sürüyordu; köle ticareti büyük kârlar sağlıyordu.

1 Bkz: A. M alçanov'un İlginç gözlem leri (S obran iye v o sto çm h rukop isey V. L. V yatk ina. T rudı G osudarsven noy p u b llçn o y b lb llo tek l U zbeksk oy SSR, t . I , T aşk en t, 1936).

2 "Boyabad” a d ın a “boy” sözctiğü g irm iştir .

166

Page 168: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Abulfeda’nın® yazdığına göre, Akdeniz kıyısında, An­talya yakınında yaşayan Türkmenler, hıristiyan çocukla­rını kaçırıyor ve bunları m üslüm anlara satıyorlardı; bu­rada, kuşkusuz, ülke dışına, Mısır’da b ir yerlere, Mem- lüklere satış söz konusudur. Ama, kolay zenginleşme sağ­layan bu uğraş, ülke içinde de ileri boyutlardrydı.

B. de la Brokyer, Fransa'ya dönüşünde, yolu üzerin­de, M acaristan’da b ir yerde, askerlerin ele geçirdikleri hıristiyan tu tsaklan , boyunlarından birbirine zincirleye­rek, Edirne’ye satmaya götürdüklerini görmüştü, b ir halk türküsü de, tutsağın elleri arkadan bağlanarak yaban el­lere nasıl götürüldüğünü canlı biçimde betimlemektedir.''

Bir köleyi, dış görünüşü hemen belli ediyordu: Ku­lağına halka takılıyordu,^ şair Nizami de, köleyi böyle canlandırıyor; saçları kırpılm ış ya da usturaya vurulmuş oluyor, giysi yerini tu tan b ir çul taşıyordu;^ görünüşü, belli ki, acmasıydı, ve eğer sahibini bırakarak kaçarsa, bu hemen göze çarpıyor, ve yol üzerinde herhangi biri, "kimliğinin araştırılm ası için”, onları kolayca alıkoya­biliyordu.

Feodallar, bu insanları, evlerinde, askerî tım ar top­rağı tarlalarında çalıştırm ak için alıyorlar, onları her an­lamda sömürüyorlar, birbirlerine armağan ediyorlardı vb.. Köle, tümüyle sahibinin malıydı, sahibi onu istediği gibi kullanırdı. Ağır işler kölenin üzerindeydi; maden ocaklarında onlar çalışır, m ezarları onlar kazarlardı (top rak kazmak ise o, zam anlar utandırıcı b ir işti).

Sonraları, Ahmet Refik’in belgelerinde görüldüğü gi-3 O eorgraphle d'A boulf^da (çev. S t. G uyard), II. 134.4F r. G iese. E rzSh lungen u n d L leder au s dem V ila je t QonJah, B erlin —

N ew York, 1907, no: 6, p. 34.5 Parsça, köle, şö y le ad lan d ırılıyor: "H alka beguş".6 D ah a sonraları, O sm anlIlarda da böyleydi. İT. y ü zy ıl son u n d a , T ürk-

lerde tu tsa k b u lu n a n Y. Streys (Trl P u teşestv ly a . M., 1935, str . 112), g iy s i ­ler in i soyd u k ların ı, saçlar ın ı k estik le r in i ve ya ln ızca İnce k e ten İç d on uyla çıp lak olarak kü rek b a şın a o tu rttu k la rn ı an latm ak tad ır .

167

Page 169: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bi, maden ocaklarında çalışmaya "yürükler” (Küçük As­ya göçebe Türkleri), Küçük Asya fatihleri Oğuzların to­runları yönlendiriliyordu. Maden ocaklarında, hüküme­tin güvenilir acentalan olan “em inler” bulunduğuna gö­re (bk. belge No: 224) madenleri devlet işletiyordu.

Siyah halayıklardan (harem ağaları, kadın ev hiz­metçileri, dadılar vb.) oluşan köleler kurum u, Türkiye’­de, 19. yüzyıla değin sürm üştür. Bununla birlikte. Küçük Asya feodal toplum unun ekonomi sisteminde, bu, artık b ir kalıntıydı. En azından, Selçuklular devrinde büyük üretim gücü olarak köleler üzerine b ir işaret bulunm a­m aktadır.

Hazer denizinin güney kıyısından ya da Orta Asya’­dan, tüccarlar da, köle getiriyorlardı. Bunla’’ sultanın hassa birliğine giriyor, bazan tahtın basam aklarına de­ğin yükselen "gulam lar”, bunlar içinden devşiriliyordu.

Dışardan getirilen ya da yerli genç ve güzel köleler arasından saray hizmetçileri ve maiyet görevlileri seçili­yordu; bunlar, şölenlerde konuklara yiyecek ve içki suna­rak hizmet ediyorlardı. 14. yüzyılda, îbn i - Batûta, Sultan Birgi'nin sarayında ipek giysiler giymiş yirmi kadar düz­gün biçimli Rum hizmetçi görm üştür; saçları buklelerle aşağı dökülmüş, tenleri karbeyazıdır, yanaklarında b ir allık oynaşmaktadır.^ Bunlar Küçük Asya’nın yerli "gu- lam lanydı”.

Küçük Asya’daki gezisi sırasında, tbn i - B atûta’nın sık sık köle bulundurm ası gerekmiştir; kimi zaman, ona, İzm ir’de b ir cüce armağan ederler, kimi zaman yol bo­yunca hizmetleri için b ir Rum (Nikolay ya da Mihail) satın alır; Ayazhk’ta (bugünkü Selçuk), genç b ir Rum kadın için 40 altın dinar ödemiş, Balıkesir’de köle Mar- garita'yı satın almıştır.

îbn i - B atûta’nm ödediği fiyat ne kadar göstergedir,

7 lt ın l B a tû ta , II, 303.

168

Page 170: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

belli değil. O, arm ağanlarla ve bağışlarla yaşıyordu, ve büyük tu tar ödediğini söylemekle, anlaşılan, kölenin üs­tün niteliklerini vurgulamak istiyordu.

Sultan I I ’ M urad’ın ordusuyla birlikte bulunan ta­rihçi Âşık Paşazade, 100 akçeye güzel b ir çocuk satın al­mıştır, bu, belli ki, ucuz b ir fiyattır, ama, kuşkusuz, iki yüzyıl içinde akçenin değeri.de düşm üştür.

Savaştan sonra, tutsakların fiyatı düşüyordu.Kral II. Levon’a karşı, Erm enistan üzerine yapılan

sefer sırasında, "hesaba gelmez, sayısız ganim et” ele ge­çirilmişti. H er şeyin götürüldüğü ve ilk fiyatların geçerli olduğu Kayseri’de, güzel b ir Ermeni (erkek ya da kadın) tutsak 50 akçeye satılıyordu. Bu, kışın, sert soğuklarda, (Küçük Asya’da etine büyük değer verilen) b^r kekliğin fiyatından daha yüksek değildi.®

Em ir Seyfeddin’in m asasına gelen lezzetli b ir yeme­ğin şişirilmiş fiyatı, sofra hizmetçisi olarak atanabilen b ir insanın düşük fiyatına eşitti.

"Tezkere”de (bibliografik yazın sözlüğü), "îskender- nam e” yazarı şair Ahmedi bölümünde, onunla Timurleng arasında, ham am da geçen cesur b ir konuşm adan sözedil- mektedir. Tim ur’un, dünya fatihi olarak kendisine ne değer biçtiği yolundaki sorusuna, Ahmedi, aslında yalnız­ca üzerindeki giysinin para edeceği karşılığım veriyordu. Bu öykü, tutsaklığın alışılmış insan yazgısı olduğu ve köle insanların metelik yerine konulmadığı sert savaş ortam ını yansıtm aktadır; b ir parça ipek. Küçük Asya’ya getirilmiş herhangi kumaş, insandan daha değerliydi.

Tarihsel gerçekliği olmadığı sanılan (sonradan Nas- reddin Hoca’ya bağlanan) bu fıkra, 15. jmzyılda devleti­nin yıkılmasıyla aşağılanan Osmanlının ulusal özsaygısını avutmaktadır.

S Y a z ıc ıo g lu A li, III, 188.

169

Page 171: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Selçukluların gelişinden önce, Küçük Asya’nın Hıris­tiyan yerli halkı (Rumlar, Ermeniler), Bizans’a bağlıydı­lar. Roman Diojen’i yenen Alparslan’ın ardılı Sultan Sü­leyman Kutılmış (11. yüzyıl sonunda), b ir toplumsal re­form gerçekleştirdi: O, Küçük Asya’daki büyük yurtluk­larda çalışan köleleri ve toprak kölelerini özgür ilan etti, ve bunlar kitleler halinde islâma geçmeye başladılar. Da­ha sonraları da Selçuklular, Bizans köylülerini,bu yolla kendilerine çektiler.

Siyasal değişiklik, özellikle, Oğuz (Türk) tabakası­nın henüz ince, yönetim aygıtınınsa zayıf olduğu başlan­gıç döneminde, (ekonomik) kolaylıklar getirdi. Şeriatı iz­leyen müslüm anlar olarak Selçuklular, hıristiyanlardan yalnızca genel vergi olan "haraç” almakla yetiniyorlardı, bu nedenle, köylüler, isteyerek Selçuklulara yaklaşıyor­lardı. Küçük Asya’da toprak alanlarının tümüyle sahip- lenilmesi yavaş yürüyordu. 14. yüzyılda. Küçük Asya’da dolaşan îbn i - B atû ta’nın yolu, Osmanlı "beyi” Orhan’ın topraklarındaki İznik yakınında Huonik kentine düş­m üştü; burada, "Rum ları yönetenlerin oturduğu yalnız­ca b ir müslüm an ev vardı”’, yani kentte, Türk olarak, yal­nızca yöneticiler bulunuyordu.

Eğer Prens, topraklarını gönüllü teslim etmişse, yö­netimin değişme anı sağlıklı olarak tatlıya bağlanıyordu; o durumda, halk, kişisel özgürlüğünü koruyor ve yaşam eski akışını sürdürüyordu. Ama, eğer Oğuzlar, direnişle karşılaştılarsa, halka, Antalya’da olduğu gibi davranı­yorlardı. Burada, günler boyunca, baş kesme kırımı ("kır- gun”) sürmüş, kan seli ovadan denize ulaşmış, ve ancak bundan sonra, askerler, kılıçlarını kınlarına sokmuş, am a beş gün talan yaparak halkı soyup soğana çevir­miş ve köle yapmak üzere kaçırmışlardı; ancak altıncı gün, merham et ("am an”) gösterilmiş ve sağ kalanlar ev-

9 tb n i B a tû ta , I I , 329.

170

Page 172: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lerine dönebilmişlerdi.’°Küçük Asya’nın Bizans halkı içinden özgür insanlar

ve köleler yaratılmış olan ortam ı işte budur.Feodallarm toprağını işleyen, kişisel bakım dan öz­

gür köylüler, b ir feodaldan diğerine-geçme hakkına sa­hiptiler. Ama, durum ları her yerde aynı olduğuna göre, onlar, bu ayrıcalıktan vazgeçiyor ve eski yerlerinde, aynı patronun yanında kalıyorlardı. <

Ancak, tarlaları perişan eden savaş, köylüleri, her şeyi terketmeye, kendilerine başka feodallar yanında da­ha iyi topraklar aram aya zorluyordu. Toprak sahibi köy­lü, yersiz yurtsuz sığıntıya dönüşüyordu. Bu alışılmış b ir olguydu,

Sultan I. İzzeddin Keykavus, Sinop’u kuşattığı za­man, ne öküzü, ne toprağı, ne suyu bulunan ("çiftsiz, yer- süz, susuz”) tarım da yerleşik halk hıristiyan köylüler, reaya, ("reayat”)" yani yersiz ırgatlar, Sinop bölgesinden kaçtılar; ama daha sonra, naibler, onlara sürme ve ekme işleri için öküzler sağlayınca, köylüler eski yerlerine geri döndüler ve tarım la uğraşmaya devam ettiler. Başlangıç­ta, Celâleddin Muhammed’in (Hürzem 1218’de Cengiz Han tarafından işgal edilmişti), sonra Moğolların saldırmaya başladığı 13. yüzyılda,Küçük Asya’nın doğusunda (Ahlat’­ın doğusunda) uzanan topraklar terkedilmişti.'^

Bu yüzüstü bırakılm ışhğı gören hükümet. Ahlat çev­resinde habersiz kaybolanlarla ve Öldürülenlerle ilgili sa-

lO Y azıcıoglu A li, r a , 85.l l j . H. M ord tm an u’m (Z. D . M. G., Bd. 68, p. 138, n o t.) b e lir tt iğ i gib i

'‘reaya" sö zcü ğ ü ancak 18. y ü zy ıld a ya ln ızca h ır is tiy a n la r iç in k u llan ılm aya b aşlan m ıştır , d a h a ön ce d in ayrım ı gözetilm ek s iz in k öy lü ler iç in k u lla n ılı­yordu. U zu n süre "reaya” k e n t lin in k arşıtı, y an i k ö y lü olarak a lın m a k ta ­dır; bkz: "reaya” sö zcü ğ ü n ü n "Türk" sö zcü ğ ü yerin e k u lla n ıld ığ ı su lta n I. M ehm ed’in " K an unnam e" si (Fr. K raelitz - O reifenhorst, op. c it ., pp. 21^35). K oçubey, H acı K alfa ve d iğer İT. y ü zy ıl O sm anlI yazarları "reaya” kavram ı­na böyle b ir İçerik k a tm ak tad ır lar (bkz: V. Sm irnov. K uçib ey G om u rcin sk iy , str . 77, prim . 1, ayrıca, str . 209).

12Y azıcıoglu Ali, i n , 138.

171

Page 173: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yım yaptı, Ibni Bîbî’nin anlattığına göre, feodallar “deh- kanları” "dihkan” ve "ekicileri” ("mezari”) “suya ve top­rağa” çağırdılar, onlara tohum, hayvan verdjler ve yü­kümlülüklerden bağışladılar. Kalelerin yöneticileri —zu­lüm yapan toprak sahipleri— yerlerinden alındı, gelirleri ve giderleri kaydedildi. Bunları duyan "ezilenler” ("mi- nezzi’can”) ve “sığıntılar” ("m üteferrikan”), Ahlat’a, eski ocaklarına döndüler, ve çevrede kısa zamanda bolluk başladı.'^

Toprağa yerleşik köylülerin iki tü rü böylece beliri­yordu; anlaşılan, küçük toprak sahibi, ve herhalde özgür köylüler (Raşideddin’de sözcük bu anlamda kullanılıyor) olan "dehkanlar” ve ortakçı olarak çalışan, yani işleme­ye ve ekime kişisel emeğini koyan, am a feodalin üretim araçlarını ve hayvanlarını kullanan kişiler olan "ekici­ler”.

Büyük zenginlikleri elinde bulunduran feodallar kar­şısında köylüler, yoksul sınıfı oluşturuyordu, vakayina­mede bunlar için çoklukla "fukara” (“fukara”) terimi kullanılmaktadır.

Ayrıca, Küçük Asya’yı baştan başa yığınlar halinde dolaşan göçebe Türkler, “yürüyüş halindeki bu halkın” aralıksız gelgit tablosunu yaratıyordu. Hayvancılıkla uğ­raşan bu Türkm enler (Oğuzlar), küçük çapta yerleşik köylü ekonomilerinin fonu üzerinde ağır basıyordu.

Onlar, tarla ekmek için konaklıyorlardı, yani ürünü kaldırınca gidiyorlardı. Toprak işlemeyle, özellikle kendi tüketim lerini karşılam ak için uğraşıyorlardı, bütün ilgi­leri hayvancılığa yönelikti.

Marko Polo, Küçük Asya’da, Türkmenlerin dağlarda ve ovalarda, hayvancılıkla uğraştıkları için, serbest otlak bulunduğunu bildikleri her yerde yaşadıklarmı belirt-

13tb n i B lbî, IV, 18T.

m

Page 174: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

m ektedir.’'’ Marko Polonun 13. yüzyılda gözlemlediği bu durum, 20. yüzyıla değin sürm üştür. Osmanlı im parato r­luğu yıkıldıktan sonra, daha 20. yüzyılın 20'li yıllarında Kemal A tatürk hükümeti, Yürüklerin sürekli yerleşim ye­rine bağlanması konusunda buyruk yayımlamıştır. Yü­rüklerin sürekli yer değiştirmesi, ensonu, böylece yasak­lanmıştır.

Köylülük hukuksal bakım dan serfleştirilm iş miydi? Açık b ir yanıt için, benim en azından, doğrudan tanıtla­rım yok. Ne var ki, m antık yardımcı oluyor. Köylülük, "toprağa bağlanm a” koşullarını gönüllü olarak hazırla­mış, 14. yüzyılda, bu, Gazan Han tarafından yasalaştırıl- mış ve Ahmed Refik’in belgelerinden görüldüğü gibi, da­ha sonra (16-17. yüzyıllarda) gerçekleşmiştir. Kaçak köy­lülerin geri dönmesi zomniuydu. Ayrıca, Niğbolu sancağı "kanunnam esi”nden bilindiğine göre, kaçak b ir köylüyü, sahibi, 10 yıl boyunca arayabiliyordu.'® Moğol yasaların­da, bu süre, 30 yıl olarak belirlenm ektedir. Burada, za­man farkına göre süre değişmesi de ilginçtir; Türkler’de bu sürenin azalması (Avrupa Türkiye’sinde), toprak mül­kiyetinde çok daha sağlam biçimlerin varlığını kanıtla­m aktadır. Zaten, kaçan köylünün geri döndürülmesine ilişkin maddenin Türk yasalarına dolaysız olarak Moğol- lardan geçtiğini düşünmek güç olurdu; en büyük olasılık, bunun Selçuklulardan aktarılm ış olmasıdır.

Türkiye'de köylülüğün serfleştirilmesi (15. yüz3alın birinci yarısında), Simavna Kadısioğlu Şeyh Bedreddin'- in esinleyip yükselttiği başkaldırının bastırılm asından sonra tam am lanm ıştır; köylülüğün gücünü geren hükü­met, köylüleri feodallarm tam gözetimine teslim etmek zorunda kalmış, köylü ayaklanmaları böylece önlenmiş, en azından, uzun b ir süre için, hükümete karşı tehlikeli

14 P u teşestv iy e M arko Polo, çev. i . M inayeva, red. V. B artold , str. 26.15 Jos. H am m er, op. c lt., I. 304.

173

Page 175: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

olm aktan çıkmıştır.Küçük Asya’da köylülüğün ekonomik durum u konu­

sunda, Vakayiname, doğal olarak, susuyor. Köylülerin hangi yükümlülükleri taşıdıkları belli değildir ama on­lar, ağır yükümlülükler taşıyorlardı. Patron, toprağa ve suya çağırdığına göre, yalnızca toprak üzerinde değil, su üzerinde de hak ona aittir. Onun toprağı sulanıyordu ve sulama sistemi her yıl onarılm ak zorundaydı. Her şeyi su çözümlüyordu, su, feodala güç veriyor, köylü de, ister istemez, ona baş eğiyordu.

Yarı göçebe bozkır insanından, büyük baş hayvan ve özellikle koyun vergisi alındığı varsayımı doğaldır.'*^

Sultan II. Mehmed’in "K anunnam esi'nde görüldüğü «ibi, Küçük Asya'da, göçebe boylar (Yürükler), ocak ver­gisi salarlık,'^ ve arpa, yulaf, darı gibi tahılla;'dan onda­lık anlamındaki yıllık vergi "aşar” ödüyorlardı (Türkmen, Özbek, Kazak gibi Türk dillerinde vergi kavramı "sal” köküyle ifade edilmektedir).

Sonraları “salarlık” ya da "salariye” vergisi, "aşar” vergisiyle aynı anda alınıyordu. Bu, yemlik vergisiydi.

Yükümlülükler konusundaki yargılar, b ir dereceye kadar, karşılaştırm a yoluyla oluşm aktadır. Daha geç dö­nemde, Türk boyları (Orta Asya’da), toprağa yerleştikleri zaman, kimi, ürünün onda birini (Hürzan şahına) ödü­yor; kimi, büyükbaş hayvan vergisi veriyor; kimi, kuş ya da "nuker” ("hizmetçi ya da muhafız”) sağlıyordu;'®

16 D ah a U ygur b ö lgelerin d e ra stla n a n M oğolların k oyu n verg isi —k u p - çur— (yü z k oyu n d a b ir k o y u n ). K üçük A sya'da, S u lta n II. M ehm ed'e d eğ in sü rm ü ştü r; R aşid ü ’d D ln ’e göre, kupçur, y ıld a İki k ez a lın ıyord u .

17 Fr. K relltz (K a n u n n a m e S u lta n M ehm eds des El'oberers. M. O. G ., I, p. 24, n ot. 1) te r im i y a n lış b ir yak laşım la , F arsça “salar" —başk an — s ö z ­cü ğ ü n e bağlıyor. P. M «lloranskl, (D ok u m en t u ygu rskovo p ism a su lta n a Omar Şeyha. ZVO, t. XV, str . 06) ayrıca “s a lg ıt” (vergi) sö zcü ğ ü n ü aktarıyor. A yrıca krş. H iv’d e " salg it" top rak vergisid ir. (P. tvan ov . A rhlv h lv in sk ih h an ov. Zapiski İ n st itu ta vostokoveden iya, t . V II. str. 13.).

18 V. B artold . Oçerk is to r ll turkm ,enskovo naroda, str. 45.

174

Page 176: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

burada, artık, örgütlenmiş m üslüm an vergisi ("aşar”), erzak haracı ve çalışmayla ödeme yükümlülüğü sözkonu- sudur.

K arşılaştırm a için bir başka örnek: 1184 yılında Su­riye’de bulunmuş olan Ibn Cubeyr, Haçlıların toprakla­rında yaşayan müslüm an çiftçilerin ürünün yarısını tes­lim ettiklerini, kişi başına 15/24 dinar (bir dinar yakla­şık 5 rubledir), meyve ağaçları için de küçük b ir vergi ödediklerini yazm aktadır. Onlar kendi yazgılarını, müs­lüman beylerin yönetimi altında kalan kardeşlerinin yaz­gısından daha iyi buluyorlardı.”

Böylece, görülüyor ki, çiftçinin işlediği toprak ver­gilendiriliyor; ayrıca, kişi başına vergi ya da ocak vergisi ödüyordu.

Selçukluların kendi üzerinde merkezi hüküm ranlığı­nı (egemenliğini) kabul eden Kir Aleksis, vergisini, aynı zamanda "sü t” ürünleriyle ("m ahlubat”) ödüyordu.^" Bu­radan, Küçük Asya'da, köylülerden aynı vergi alındığı or­taya çıkmaktadır.

Sınırları koruyan (ve asker veren) Oğuz boyları, sara­ya, çoğunlukla ayni (koyun) şekilde yıllık arm ağanlar yol- luyorlardı, ama akınlar sırasında, hıristiyan komşulardan ele geçirilen değerli ganim atten de pay ayrılıyordu.

Doğuda yaygınlaşmış olan, halk için bu ağır gelenek, Osmanhlara da geçmiştir. Bayramlarda, aile kutlam ala­rında, sultan, yalnızca paşalardan değil, esnaftan da, at, kumaş, mamul eşya gibi zengin arm ağanlar alıyordu.

Savaş zamanında, her iki tarafta, sınır bölgesi halkı­na, vergi bağışıklığı uygulanıyordu; ülkeyi yıkan savaşlar­dan sonra da bağışıklıklar sağlanıyordu. Aynı şekilde, ör­neğin, maden ocaklarının işlenmesi, yolların ve köprüle-

19 V. B arto ld . M u su lm an sk iy m ln istr - f llo so f ep oh l k restov ıh pohodov. V ostok. kn . 4, s tr . 136.

2 0Y azıcıog lu A li, III, 187.

175

Page 177: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rin yapımı ve onarım ı yükümlülüklerinin devlet tarafın­dan yüklendiği köy halkının durum u da, vergi indirimle­riyle dengeleniyordu.

Barış zamanında, köylülük, hukuksuzluğa ve baskıya sessizce dayanıyordu, ama feodal sınıfın temsilcisi saf- yürek vakanüviste, her yanda sessizlik ve bolluk varmış gibi görünüyordu. Ama, köylülüğün esenliği, kuşkusuz, görüntüsel, düşseldi. Feodalların toprağı üzerindeki köy­lüler bunalıyorlardı. Bu, ağır, köleci b ir çalışmaydı.

Selçuklular döneminde, özgür kesim —sipahiler, ve genel olarak asker kitlesi— savaşa, b ir kazanç aracı ola­rak bakıyorlardı. Konaklama görevleri, arabalar, askerî donatım sağlama yükümlülükleri büsbütün ağırdı ve köy­lüleri batkınlığa sürüklüyordu. Devlet stokları konusun­da Nizam-ül-Mülk'ün salık verdiği önlemlerin gözetildiği kuşkuludur,^' kişinin maddi varlığı ve onuru çiğneniyor­du. Devletin dış düşmanların kesintisiz saldırılarından ve sınır beylerinin keyfiliklerinden ve baskılarından za­rara uğrayan sınır bölgelerinde, sık sık, köylü ayaklan­m aları çıkıyordu; halkın alt tabakaları devrimcileşiyor- du. Böyle ayaklanmalardan biri, köylülerin öfkesinin dı­şa vurduğu, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in hüküm ­darlığı zamanında meydana gelmiştir.

1239 yılında, derviş Baba - îshak ’ın başını çektiği ey­lem, açıktır ki, toplumsal nitelik taşıyordu. Bu başkal­dırı, Vakayiname’de, kuşkusuz, köylülüğün sınıfsal düş­manı olan taraflı b ir gözle ortaya konulm uştur.

Baha İshak, bilisiz Türklerin iç dünyasını kavrayan b ir büyücü, sahtekâr biri olarak betimlenmiştir. Vakayi­name, köylüleri, sessiz erinci içinden, ancak, büyücülüğün çıkarabildiğini, safça sezdirmektedir.^

21 Krş. 19. y ü zy ıl e şiğ in d e , K arabağ h a n lığ ın d a a lın a n vergiler (K o lon la l- n a y a p o litik a rossiyskovo tsar izm a v ı A zerbaycane, M. —L., 1936, ç. I. str . 11).

22Y azıcl0glU A li, III, 263, 270.

176

Page 178: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Baba îshak, F ırat nehrinin sağ kıyısında (kadim Ur- fa’m n kuzeyinde), eski b ir Suriye kenti olan Sam osata’- nın ticaret bölgesi Kefersud doğumluydu.

Bizans'ın tersine, Suriye, çoktan beri. Küçük Asya halklarının güvenini kazanmıştı; Erm enilerin tinsel kül­türü, Suriye kökenliliği açıkça belirgin izler taşıyordu. Örneğin, Küçük Asya’da, Erm enilerin yerleştiği bölgelere bitişik topraklarda, Bizans’tan gelen (tinsel bakımdan) kurutucu ve (ekonomik bakımdan) ezici baskıya karşılık olarak, Suriye’ye geleneksel b ir eğilim vardı.

Samosata, insanlığın düşünce tarihinde büyük rol oy­nayan b ir dizi kişi çıkarmıştır.

Katı dinsel öğretiden sapmış olan M itra’lar, müslü- m anlar, "Tanrıların Yüce Annesine” tapınm a temsilcile­ri, burada, Mezopotamya'dan, İran 'dan, H indistan’dan gelen yolların bu kavşağında yüzyüze geliyorlardı. Ayin­lerin ve törenlerin bol çeşitliliğini gören insan, inancını yitiriyor, yığınların kolaylıkla kandırılabilirliğine gülerek bakıyordu. "Antik çağ Volteriyeni" Lukian (Î.S. II. yy) ve dualist Palos mezhebinin kurucusu Pavlos (Î.S. III. yy) Sam osata’dan çıkmışlardır. Bu İkincisi, başlangıçta Kü­çük Asya'da güçlenmiş, uzun b ir aradan sonra değişime uğramış olarak Bizans Im paratorluğu’nun Avrupa top­raklarına, oradan, Bulgaristan üzerinden Moskova’ya geç­m iştir.

Samosata, Selçuklular tarafından ele geçirilince, iliş­kiler güçlenmiş. Baba Ishak da Küçük Asya'ya geçerek düşüncelerini özgürce yaymaya başlam ıştır. O. Selçuklu­lar devletinin yapısında örülü çelişkileri, hemen kavra­mıştır.

Niyetleri düşmanca olan tarihçiler, feodal sınıfın temsilcileri, başkaldırının önderinden, özverili dava ada­mı maskesine bürünen dinden sapmış biri olarak sözet- mekte, yani savaşımın toplum sal anlamım suskuyla ge­

177

Page 179: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

çiştirerek, her şeyi dinsel ayrılıklara indirgemektedirler. Dinsel bakış açısından var olan düzeni reddeden kişi, sapmış, başka anlayıştan görüşler taşıyan b iri olmak du­rum undadır ve gerçekten de öyleydi.

Doğu kaynaklarından yararlandığını yazan Hüsamed- din. Baba Ishak’ın başında bulunduğu hareketi, geniş şekilde düşünülmüş b ir Rum (Bizans) entrikası olarak görmektedir.^^ Buna göre, Baba îshak güya dış görünü­şüyle İslâmî kabul etmiş, Komninler soyundan b ir Rum ’­du; Sadeddin Köpek sözde onun adamıydı ve her türlü desteği sağlıyordu vb., ama tüm bunlar dayanaksız ve kuşkuludur. Bununla birlikte onun hıristiyanlıkla uzak b ir ilgisi vardı; hıristiyan tarihçileri. Baba İshak'ın dede­sinin Süleymaniye’li ve Nesturi mezhebinden olduğunu, İslâm dinine girerek Samosata'ya geldiğini yazm aktadır­lar.

Adının da gösterdiği gibi. Baba İshak, b ir "baba" idi. Oğuzlar arasında, şii görüşlerini yayan ''baba”lardan b iri olan Baba İlyas Horasanî’nin müridiydi,^'' Cenabi’den yararlanan Hammer, tu tsak alman Baba İlyas’ın sultanı hayran bıraktığını, bu yüzden, incinen Celâleddin Rumi’­nin ve sofu mevlevilerin sultandan uzaklaştıklarını belirt­mektedir.^®

Baba İshak'ta, köklü b ir ayrılıkçı protestanhk temeli üzerinden, islâm sekterliği, yaprak yaprak dökülüyordu, o, b ir "harici” idi. Ama çok okumuştu, hadisleri iyi biliyor­du. (İbni - Bibî onun "Rivayedar''ından sözetmektedir).^'*

Baba İshak’ın öğretmeni Baba İlyas, Amasya'da ya­şıyordu. Tarihçi Âşıkpaşazade’nin bildirdiğine göre, bura-

23 A m asya ta r ih i, İsta n b u l. 1329 - 1332, II, 363.24 B u başkald ırı k on u su n d a tü m kayn akları gözden geçirm ek ve öğret­

m en B aba tiy a s'ın ve çırak B aba İsh a k ’ın ro llerin i ayırm ak gerekirdi (bkz: P. K öprülü , A n adolu’da İslam iyet, p. 56. — A yn ı Yazar. T ürk E d eb iyatın d a t ik M utasavvıflar , ss. 232 - 234).

25 G. o. R„ I, 52.26 İb n i B îb î, IV, 227.

178

Page 180: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ya, Baba İlyas’a, Hacı Bektaş u ğ ra m ış tı ,E rm e n i dön­mesi ve Karamanoğlu hanedanının kurucusu N ur Sufi, Baba İlyas'ın düşüncelerini benimsemişti.^® Türkm en “Kı­zıl hoca oğ lan ları'nm karargâh ı da, bir zaman, burada bu­lunm uştu. Bunların lakabı, sanki, “sapmış hocaların” (“Kızıl hocalar")^’ izleyicileri olduklarını göstermektedir. Burası, genellikle, dinsel muhalefetin eski b ir merkeziydi. Sonraları, 14. yüzyılda, Amasya yakınındaki Sunus’ta,^ Şa­man yansım alarını sürdüren müslüm an tarikatlarından birinin kurucusu Ahmed Rufai'nin torunları yaşıyordu. Baba İshak da burada yerleşmiştir.

Baba Ishak, sürü güdüyordu, o, belki, tu tsak düş­müş ya da herhangibir feodalin hizmetine girmişti. Sade, özverili b ir yaşam biçimi sürdürüyor, köylüler arasındaki anlaşmazlıkları çözümlüyor, karı kocaları barıştırıyordu. Bütün bunlar, köylüleri, ona ısındırmış, ve sonraları, iz­lendiği sıralarda sultanın ordusundan gizlenmesine yar­dımcı olm uştur.

Baba İshak 'a düşmanca niyetler güden Vakayiname'- nin de vurguladığı bu olumlu çizgilerin (çobanlık, yalnız yaşam, barışseverlik) ardında, ağırbaşlı, b ir zaman yeral­tına çekilmiş, am a önündeki amaca ulaşm ak için dirençle çabalayan b ir insan gizlenmektedir.

Baba îshak 'm planı genişçe düşünülmüş, tasarlan­mıştı. O, başkaldırı ateşini devletin sınır bölgelerinde (o arada, yurdu Suriye’de) yani eskiden beri merkezkaç güç­lerin etkin olduğu yerlerde tutuşturm uştur. Celâleddin Hürzemşah’ın düşmesinden sonra Küçük Asya’yı doldu-

27A şıkpaşazade. T arih (İsta n b u l y a y ın ı), s. 207.28 J. H am m er. G. O. B ., I, 195 (C enabl'den a lın tı) .29 A şıkpaşazade, s. 212.30 Ş im di, burası, T okat İlin e dah ild ir . “M elik D an işm en d Söylen celerl”n -

de “H arsanuslye" k e n tin e rastlanım aktadır (sözcü ğü n İk inci b ö lü m ü , a n la ­şılan , “S u n u ş” İle b ağ ın tılıd ır ); b u g ü n b u k e n t “N iksar" olarak a d la n d ır ıl- d ıg ın a göre, b u ran ın , V. D. Sm irn ov’u n (M nlm ıy tu ry e tsk iy su lta n ZVO, t. X V III, str . 33) sa n d ığ ı g ib i T oros H ersonesl o ld u ğ u n u d ü şü n m ek gü çtü r.

179

Page 181: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ran Türk boyları da, onu içtenlikle destekliyorlardı. Bel­ki, komşu Eyyûbiler de, öç sevinci duyarak, Selçuklula­rın içinde bulunduğu siyasal güçlüklerden yararlanm ak istiyorlardı.

Kaynaşmalar başlangıçta, sınır bölgeleri boylarını sardı, onlardan batıya, Malatya ve Sivas üzerinden To­k a t’a ve Amasya'ya sıçradı. Buralarda ise, daha önceden, uzun süre hazırlık yapılmıştı: Köylüler, erdemli b ir in­san olarak Baba îshak ’ı tanıyorlar ya da duymuşlardı; Baba İshak’m kişiliği, buralarda büyük çekiciliğe sahipti.

Baba îshak ,eylemi, m üridleri aracılığıyla yönetiyor­du: Kimini Suriye’ye, kimini M araş’a göndermişti. O, an­laşılan, doğudan takviye bekliyordu; Oğuz (Türkmen) boyları, Horasan asıllı derviş-baba’lar tarafından yapılan propagandayla, önceden inandırılmıştı. Baba İ 'h ak ’a can­dan bağlı m üridler, köylerde dolaşarak, her yerde yan­daş devşiriyorlardı. Dindar yaşamıyla, köylülerin sevgisi­ni kazanmış münzevi babanın öğrencileri olarak m ürid­ler, halkın dinsel duygularını kamçılıyor ve Sultan II. Gi- yaseddin Keyhüsrev'in yakışıksız b ir yaşam sürdüğü söy­lentilerini yaygınlaştırıyorlardı, ama bu, yalnızca işin dış yüzüydü. Uygulamada ise. Baba îshak, toplumsal ada­leti savunuyordu, onda, belki, Mazdak öğretisinin yankı­ları duyulm aktadır.

Köy, kentin üzerine yürüdü. Bu, kölece çalışmanın perişan ettiği köylülerle, zulmedici feodallar arasındaki karşıtlıktan yükselen gerçek b ir sınıf savaşımıydı. "Eski düzen”, köylüleri, barış zamanında, feodal için çalışma­ya, savaş zamanında, onun uğrunda kan dökmeye zorlu­yordu.

Köylüler, köyleri yakıyor, büyük kin duydukları "soylu yurttaşları” öldürüyor, ve kent üzerine yürüyor­lardı. Onlar, "Bize dost olan, ganimete o rtak tır”. ' diye

31 İb n l B îb î, IV. 228.

180

Page 182: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bağırıyorlardı; isyancılara karşı çıkanları ise koşulsuz yok ediyorlardı.

Feodallar, çoğunlukla, kentlerde yaşıyorlardı, ama yurtluklar zarar görmüştü. Köylülere zulmü ve zorbalığı anım satan tarım sal ürünler ve iş hayvanları, köylerde toplanmış bulunuyordu.

Feodal için, kent çevresindeki toprak, büyük değer taşıyordu; malını kentten rahatça gözetleyebiliyor, gerek­tiğinde, ürünleri hızla taşıyarak satabiliyordu. Kentte yaşarken saraya yakınlığını koruyor, feodal gruplar ara­sında daima süren savaşımı izliyordu; bu, ona, olayları çok geç, her şey olup bittik ten sonra öğrenen taşra feo- dahna göre, büyük ayrıcalıklar sağlıyordu.

Koşullar oluştuğu zaman. Baba İshak, kendisini "Tanrının elçisi” (“Rasulullah”) ilan etti. M üridleri ta­rafından, tahtırıvanla taşınan yeni halife, Amasya’ya gir­di. Tahta oturm ak için, babasının cesedi üzerinden geç­miş olan Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in durum u sal­lantıdaydı.

Köylü ayaklanması genişliyordu. İsyancılara karşı birlikler (Emir Ali Şir) gönderildi, ama köylüler, onları bozguna uğratarak askerî birlikleri tümüyle yok ettiler, sancaklarını ele geçirdiler. Uzun süren çabaların ardın­dan, ensonu. Atabek Hacı Armağanşah, başkaldırının ön­deri Baba îshak’ı ele geçirdi. Baba îshak asıldı. Ne var ki, dinsel ateşin bürüdüğü isyancılar, onun ölümüne inanmadılar, onlarda, m ürşidin büyülü gücüne olan eski Önasya inancı, böylece devam ediyordu.^ Erzurum ’dan sınır bölgesi birlikleri getirildi, başkaldırı ancak böylece bastırıldı.

Öfkeye binen sultan, başkaldırıya katılanlardan acı­masızca öç aldı, bunlar, tümüyle kılıçtan geçirildiler. Va- kayiname’nin bildirdiğine göre, yalnızca iki üç yaş çağın-

3*Fr. B abinger, op. c lt., p. 75, n o t . 1.

181

Page 183: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

daki çocuklara aman verilmişti. Tüm mal varlığma el kondu, şeriata göre, hayır işlerine, seyidlere, yoksullara vb. giden beşte b ir pay ayrıldıktan sonra, kalanı askerlere dağıtıldı.

Baba îshak’ın esinleyip yükselttiği eylem bastırılm a­mış, yalnızca derine itilmişti, onun öğretisi Oğuz boyu Çepniler’ce^ benimsenmiştir. Çepniler’in eyleme katılm a­sı, belki, daha Baba Ishak tarafından sağlanmıştı, ama bozgundan sonra kuzeye, Sinop'a çekildiler ve coşkun savaşçı yatkınlıklarını korudular. 15. yüzyıl başında, Kla- viho, Semerkand yolu üzerinde, Trabzon ve Erzincan ara­sında, onlara rastlanmıştır.^'' Çepniler’i inceleyenler ,onla- rm Sünnilikten saptığım belirtiyorlar. îbni - B atû ta’nm yazısını çözümlerken, Fuad K öprülünün sağlam dayanak­lı varsayımına göre, 14. yüzyılda, halkın tavşan eti ye­meyen “kızılbaşlar” olarak düşmanca baktığı, işte bun­lardı.®’

Baba îshak başkaldırısı, Selçukluları düşüşe götü­ren sınıf savaşımındaki keskinleşmenin parlak b ir örne­ği, kent ve köy arasında toplum sal eşitleme denemesi­dir.

Bundan sonra, her şey yatıştı mı? Kuşkuludur. Mo­ğolların saldırısı, alt tabakaların yalnızca sesini söndür­müş, ama köylülüğün maddi ya da hukuksal durumu, eski düzeyinde kalmıştır.

Küçük Asya’daki başkaldırı, “müslüm an doğuda” köylülerin uyanış olgularından biri Mahmud Tabari'nin önderlik ettiği, B uhara’daki (1238) köylü ve zanaatçılar

33 P. K öprü lü . O ğuz e tn o lo j is in e da ir n otlar, ss. 206 - 207. A ynı yazar. A nadolu 'da İslâm iyet, sa. 62 - 63, not.

34 O rijin a lin tra n sk r ip siy o n u n u (Sreznevsk i ya y n ım a göre C hapanles, p. 129) Q, le Stran ge (“ th e Broadw ay T ravellers” serisi, p. 120) n ed en se (Ç a­p a n o ğ lu ile karıştırarak) C hapanli T ürks şek lin d e verm ektedir.

35 ltın l B a tü ta . II, 353. — F. K öprülü . A nadolu'da İsla m iy et, s. 63, n ot. T avşan , "gerçek in a n c ın ö lçü tü d ü r" . E sk i k u ra lları savunanlar, ta v şa n y i­y e n in k ir li o ld u ğ u n a in an m ak tad ır lar .

182

Page 184: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

başkaldırısıyla, zaman bakım ından rastlaşan b ir olgu- dur.“

Aynı ağır koşullar aynı sonucu, başkaldırıyı doğur­m uştur. Ama, 13. yüzyılın birinci yansında, Küçük As­ya'da zanaatçı örgütleri henüz zayıftı; en azından. Vaka­yiname, bunların katılım ı konusunda susm aktadır. Bu da anlaşılır b ir durum dur: Küçük Asya’da, “ahiler”, ye­ni yeni belirmekte, onların toplumsal - siyasal kişiliği, 14. yüzyılda ortaya çıkmakta, şimdilik protestoları bireysel nitelik taşım aktadır.

Küçük Asya’da, 13. yüzyılda, köylülerin zanaatçılar­dan kopuk başkaldırısı, marksizm kurucularm ın, köylü başkaldırılarının ancak işçi başkaldırısıyla birleşmesi du­rum unda sonuca götürebileceği şeklindeki açıklam aları­nın haklılığını b ir kez daha doğrulayarak, başarısız kal­mak durumundaydı.

36 A. Y akub ovsk iy . V osstan iye T abari v ı 1238 g. D oklad ı .gruppı v osto - kovedov n a sess li A kadem ii N au k SSSR. 20 m arta 1935 g. M. L., 1936, str. 101 - 135.

183

Page 185: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

SEKlZÎNCİ BÖLÜM

Zanaatçılar, Bileşimleri ve Birlikleri - Zanaatçilarm Eko­nomik ve Hukuksal Durumu - Koruyucu Arayışları

İçinde Zanaatçılar

Selçuklular devletinin ekonomisinde, tarım , temel yeri tutuyordu. Ama, hem ev yaşamı için, hem tarım için, hem savaş için, feodala mamul eşya, araç, silah vb., kısa­ca, ancak zanaatçıların hazırlayabildiği her şey gerekliy­di Büyük feodalin hizmetlileri arasında, daima, patro­nun istediği malzemeyi yapan ustalar bulunuyordu, ve bu da doğaldı.

Küçük Asya’da, oldum olası, böyle süregelmiştir. Da­ha Hititlerde, yurtluğun demirbaşında, zanaatçılar sepi­ciler, demirciler, “am orit giysileri im alatçısı” terziler sa­yılıyordu.

Sultan I. Alaaddin Keykubad’ın portresini betim ler­

184

Page 186: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ken, Vakayiname, sultanın boş zam anlarında kendini zanaata verdiğini belirtiyor. Onun elinden her türlü us­talık geliyordu. Yay yapar, dülgerlikten anlar, süsleme resim ler çizer, saraçlıkla uğraşır, bıçaklar imal ederdi;’ ve eğer sultan, her şeye böyle yetenekli idiyse, açıktır ki, adam ları da ondan geri kalmıyordu.

Zanaatçı, kente yerleşiyordu, çünkü onun üretimi, kentte geniş pazar buluyordu. Zanaat, burada, toprağın­da yaşayan insanlara, yalnızca kendi tüketim i için gerek­li mamulü yapma görevini veren feodalin bireysel ekono­misinin yardımcı alanı değildir.

Zengin feodallar, sultanlar ve beyler, kentlerde yaşı­yorlardı; zanaatçılar da, herhangi b ir kentte yerleşmeye can atıyorlardı. Burada, hem malzeme bulm ak daha ko­laydı, hem de mamulün satışı daha kârlıydı. Burada, za­naatçı ustalar arasında, artık, yarı spekülatör satıcı tipi biçimleniyordu.

Aflâkide Mevlana Celaleddin’in kasap olan yaşlı b ir m üridinden söz edilmektedir. Kesim için gelen hayvan­lar, anlaşılan, ondan geçiyordu; atlar da getiriliyordu. Arap tay lan alıyor, bunları yetiştirerek "yü'^- kişilere” satıyordu.^

Ama, köylerde de zanaatçılar yaşıyordu, örneğin, de­mirci, her yerde gerekliydi. Yabanabad “kaza’ sında (An­kara ili), yöreye hizmet veren demircilerin çıktığı anla­şılan, Tem urçular köyü vardır. Zanaatçılar, emeklerine istem olan yerlerde toplanıyorlardı. Zanaatın jâikselmesi- ne ve gelişmesine neden olan hammaddenin bulunduğu yerlerde, zanaatçı birlikleri doğuyordu.

Zanaatçılar, kapalı b ir grup oluşturuyorlardı. Bun­lar, zanaat yatkınlıklarını, soydan soya, babadan oğula

' B en b u b ilg iler i dah a ön ce " tz k om m en tariyev k staroosm an sk om u perevodu h ron ik i m a lsa z iy sk ih S e lçu k ld ov , ta k n azıvayem oy h rö n lk l İb n l - B lb î” (str. 6) m ak a lesin d en to p la m ıştım .

SA flâkI, 1, 75.

185

Page 187: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

aktararak sürdürmeye çalışıyorlardı.^ Çocukluk yaşların­dan başlayarak loncaya girmiş olan zanaatçıların çocuk­ları için avantajlar ve ayrıcalıklar böyle oluşuyor ve pe­kişiyordu; ve dışardan gelmiş olan çırak ve kalfaların hukuksal ve m addî durum u böylece kötüleşiyordu.

Kapalılık, yabancılara yüklenen ağır maddi ödeme­ler gibi yapay önlemlerle de korunuyordu; atelyede, çı­raklık sistemini düzenleyen Orta Asya "risaleleri” de, bu­nu dile getirmektedir, örneğin, loncaya giren çırak, "er- vah-i p ir” düzenliyor, üç gün süren iflas ettirici b ir ağır­lam ada bulunuyor, ustalara giysi, hırka, armağan ediyor­du; buna karşılık, ustaların oğulları için bu ağırlama, b ir güne kadar inebiliyordu.

Rekabeti ortadan kaldıran zanaatçılar, kendi soyla­rında, kentlerinde ve bölgelerinde zanaat tekniklerini ko­ruyor ve geliştiriyorlardı, ve bu, ustalıkta karm aşık he­saplar ya da incelikler, süsleme zarafeti gerektiren lon­calarda, daha net olarak belirgindi.

Ekim Devrimi öncesinde, bizde bile, Ural'daki bir döküm fabrikasında ya da Belorusya’daki camcılarda, kuşaktan kuşağa soy düzeni korunduğuna göre, elbette doğu’da, üretim lerinin başarısı ve satışıyla canla başla ilgilenen loncalarda, zanaatçılarda, meslekî akrabalık bağları çok daha güçlüydü. Üretimin gizlerini koruyarak, ürünlerinin yüksek kalitesini, onlar, yalnızca onlar gü­venceye alabilirdi.

Başlangıçta, belki, zanaatçı, toprakla ilişkiliydi (köy asıllı) ve zanaat onun için yardımcı uğraştı; sonra, kent­te çalışırken, kent dışında küçük b ir mülk edinmiştir. Küçük Asya’da, ben, zanaatçıların genellikle, kent dışm-

3K arş, Ö rneğin, 1. i . Z aru bin’in y a z ıs ı (S k azan iye o pervom k u zn etse V I Şu gn an e, tzv e st iy a A kadem li N auk SSSR , 1926, B tr . 165): ''D em irci m es­leğ i, çoğu n lu k la , bab ad an o g u la geçer." am a b u n a , dah a önce 17. yüzyıld a, P. B ernye İşaret e tm iş t ir (Istoriya p o sled n lh p o lltlç esk ih perevorptov v ı go - su d arstve V elikovo M ogola, str. 204 - 226).

186

Page 188: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

da, bağ ve bahçelerinin yer aldığı, b ir ev ve bostandan oluşan toprak parçalarının bulunduğunu gözledim. Bun­lar, kentten köye gitmiş değildi, köyden kente gelmiş­lerdi.

Devlet yönetimi .ekonomik yaşam için, zanaatın öne­mini kavram ıştı ve b ir kenti ele geçirince, yerel zanaat­çıları toparlıyordu. Moğollar, böyle yapmışlardı, ve son­ra Osmanlı sultanları da böyle davranıyorlardı. Sultan II. Mehmed'in buyruğuyla, vezir-i âzam Mahmud Paşa (1466 yılında), Konya’dan ve Larende’den seçtiği zanaat­çıları İstanbul’a göndermişti.'’

Küçük Asya’da, zanaatlar, çok eskiden gelişmiş du­rumdaydı; ülkenin fatihleri Selçuklular, kentin zanaatçı örgütlenmesini korum uşlardı, ve kentin b ir noktasında yoğunlaşmış olan yerli halk, ustalık uğraşlarını sürdürü­yordu.

İbni B atûta’nm gezi betimlemelerinde, zanatçıların yaşamı konusunda bol malzeme serpilmiş durum dadır ve kuşkusuz, İbni B atûta’nm 1331 yılında gözlemlediği, da­ha önce, en azından Selçuklular devrinde oluşmuştu, da­ha da büyük olasılıkla. Küçük Asya zanaatçısının yaşa­mında eski zamanda kalıntılar devam ediyordu.

Küçük Asya’da, Selçuklular’m gelişinden çok daha önce, zanaatçılar bulunduğuna göre, bunlar, kuşku yok ki. Küçük Asya’nın artık yok olmuş yerli halkından b ir­çok şey almış olan (Ermeni, Rum) hıristiyanlardı.

Türklerde, "zanaatçı” için, yabancı, Arapça, Farsça deyimler vardı (“hünermend, erbâb”), ve bu Orta Asya (ve Küçük Asya) Türkleri arasında, zanaatların göreli ola­rak, daha geç geliştiğini dile getirmektedir.

13. yüzyılın ikinci yarısında, “Türkm enistan”!, yani Küçük Asya’yı geçen Marko Polo da şöyle diyor: "Ayrıca Erm eniler vej Rum lar var; bunlar, karışık olarak kent-

4 H am m er. G. O, R-,, II, 89.

187

Page 189: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lerde ve kasabalarda yaşıyor, ticaretle ve zanaatla uğra­şıyorlar”.

Kentlere yerleşen hep hıristiyanlardı. Lozan Antlaş- m ası’na (1923) göre, Rumların Anadolu'dan göç etmesin­den sonra, örneğin, Niğde gibi Selçuklular devrinin önem­li b ir kentinde, daha önce, 25 bin olan nüfus iki katı azalmıştır.

Büyük sanat gerektiren zanaatlar, Hıristiyanların elindeydi ve öyle kalıyordu; ressam lar ve m im arlar, Rum^ ya da Ermeni, ha tta tlar İranlIydılar; basit işler de, galiba, hıristiyanlarda yoğunlaşmıştı; en azından, onlar, Türklerden daha iyi yapıyorlardı. Örneğin, bahçelerin çev­resine kerpiç duvarlar ören ustalar, ya da evlerin çatıla­rının toprak tesviyesini yapan ustalar, yani toprak işleri uzmanları Rumlar arasındaydı;^ kuşkusuz, Türk ustalar da vardı, ama onların iş niteliği düşüktü, Konya’daki zenginler, Rumları, Türklere tercih ediyorlardı.

Selçuklular, göçebe yatkınlıklarını bırakarak kentle­re yerleştikleri zaman, yerlilerin üstünlüğünü Kemen fark ediyor ve, yeni yerleşimleri sırasında, hıristiyan zanaat­çılara başvuruyorlar. Bir seferinde. Şeyh Salahaddin, bahçe duvarı ördürm ek için Türk ustalar getirtm iştir. Celâleddin Rumi (artık 13. yüzyıldır), bu iş için, Rum ustalar gerektiğini buyurur. Eğer yıkmak gerekseydi, Türk ustaların zorunlu olacağım belirterek sürdürür dü­şüncesini ve şöyle der: "Dünyanın kurulm ası, Rumların uzmanlığıdır, yıkılması ise Türklere vergidir. Konya'nın yıkılması da, eninde sonunda, adaletsiz ve merhametsiz Türklerin elinden olacaktır”.®

Burada, İran kültürüyle eğitilmiş b ir insan olan Ce­lâleddin Rumi’ye göründüğü şekliyle, Türk halklarının

5 P u ta şestv ly e M arko Polo, çev. M inayev, red. V. B artold , s. 26 - 27.öAflftkI, n . 69.7A flftkl, II, 275.SAH âkl, I, 208.

188

Page 190: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

olumsuz, yıkıcı rolü, kasıtlı olarak vurgulanm ıştır; ola ki, burada, onun Hıristiyan Rum lara kişisel ve ailesel eğili­mi de yansıtılm ıştır. Ama ne olursa olsun, Celâleddin Ru­mi'nin kızgın tiradı, Konya’da, dinsel düşmanlık bulun­madığını göstermiştir.

Yerel koşullara (hammadde varlığı) ve atalardan ge­çen geleneklere uygun olarak şu ya da bu zanaat, belirli b ir bölgede gelişiyordu, ve 12 -13. yüzyıllarda, tüm ülke­de, ustaları ve ürünleriyle ün kazanan kentler vardı.

Erm enistan'da, çok eskiden beri, m adenler çıkarıldı­ğına göre, maden işleme işleri, Erm enilerin elinde bulu­nuyordu. Kapadokya, çok eskiden, gümüş madeniyle ün­lüydü; Toros dağlan, daha Babilliler zamanında, “gümüş dağları" adını taşıyordu. Bakır gereçlerin zanaatsal üreti­mi de, Erm enilerin elindeydi, ve 19. yüzyılda, bu konuda Erzurum ünlüydü.

Genel olarak, yerel sanayide, Erm eniler büyük rol oynuyordu. Kazılar gösteriyor ki, 9 -10. yüzyıllarda, Er­m enistan'da çömlek, demir, silah, kuyumculuk ve doku­ma zanaatları gelişmişti.

îbn i B atûta'nın yazdığına göre, 13. yüzyılda, Erzin­can halkının önemli bölüm ünü Erm eniler oluşturuyordu. En güzel kum aşlar buradan çıkıyordu,’ dokumacılık da Erm enilerin elinde olmalıdır.

Vakayiname'de sık sık, değerli taşlarla süslenmiş başlıklardan, kemerlerden, her türlü kuyumculuk ürün­lerinden övgüyle söz edilmektedir. Göçebeler, parlak söz­lere düşkündüler. H er doğu insanı gibi. Sultan I. Alaad- din Keykubad da, değerli taşlardan anlıyordu.

Kuyumcular, büyük bölümüyle (bugün de olduğu gi­bi), galiba Ermenilerdi; en azından, sultana düğün arm a­ğanları gerektiği zaman siparişler, Hıristiyanların ve

9Y . M anand yan . O torgovle 1 gorodah A rm enll v ı svyazi s ı m irovoy to r - govley d revn lh arm yan. Erivan, 1930, str . 159.

189

Page 191: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

frankların yerleştiği bölge olan Antalya'ya veriliyordu. Alaiye, kuyumculuk işleri ile ün kazanmıştı.

Demek ki, zarafet eşyaları, Akdeniz kıyısı boyunda imal ediliyordu.

Bununla birlikte, Konya’da, Türkler arasında kuyum­culuk sanatı gelişmişti; Em ir Altunpa'mn 13. yüzyıl başı vakıf kaydında, ulem adan Yusuf Konevi ile Şeyh Osman Uveys’in kuyumcu oldukları dile getirilm ektedir.'” Hep­sinden daha büyük olasılık, derviş tarikatlarına giren ya da medreselerde öğrenim gören kuyumcu kalfaları, sonraları alanlarında ilerliyorlar, ama daha önce kazan­dıkları zanaatçı yatkınlıklarını sürdürüyorlardı; altın kakm a işiyle uğraşan mevlevi şeyhi Salahaddin, "Zerkub” lakabını, anlaşılan, böylece sürdürm üştür.

Rumlar arasında usta zanaatçılar vardı.Ladik kentinde, Rum kadınlar, "pam uklu dokumala­

rı altın oya”" ile işliyorlardı; Aksaray, halılarıyla ünlen- mişti.'^ Sudak’ı ziyaret eden îbn i Batûta şöyle diyor: "Burada Türkler ve onların himayesinde bulunan bir grup Rum yaşıyor. Bunların hepsi zanatçı”.’

B ir yandan kendini korum a duygusu, kişisel ve mal güvenliği için duyulan korku, öte yandan (örneğin, sa­vaş için tırm anm a merdivenleri, kuşatm a mekanizmaları, cami yapımı ve genel olarak anıtsal yapılar, sulama iş­leri gibi) karm aşık zanaat ve inşaatlar, tüm bunlar, za­naatçıları birleşmeye zorluyordu. Yalnız başına çalışan zanaatçı ezilebilirdi. Böylece, Küçük Asya’da, loncalar, erken dönemde oluşmuştur.

Konya’da, Celâleddin Rumi’nin evini, bir usta dül­gerler ortaklığı yapmıştı; mevlevi şeyh Bedreddin de,'"*

10 VI. G ordlevskly. tz J izn i sovrem yon noy T u r ts il. V ostok kn . 4, str. 208.11 İb n l B a tû ta , II, 271^12 tb n i B a tû ta , II, 286. '13 lb n l B a tû ta , II, 415.14A flâkl, I, 218.

190

Page 192: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bunların yanında çalışıyordu; yani ortaklıklarda, erken dönemde de kalfalar vardı. Anlaşılan, dervişler de, ek­meklerini kazanmak için kendilerine b ir zanaat seçiyor­lardı.

Kentlerde, zanaat kolektifleri, loncalara göre, mes­lekî özelliklere, ve belki, doğum yerine göre (doğum yeri genellikle uğraşılan zanaatı da belirliyordu) yerleşiyor­du. Her loncanın kendi "dükkânları” vardı. Onlar, bura­da çalışıyor ve ürünlerini, burada satıyorlardı. Daha 20. yüzyılda, Osmanlı döneminde, Avrupa ortaçağının çizgi­lerini sürdüren Küçük Asya kentlerinde ve İstanbul’da gözlenen durum, belli ki, Selçuklular döneminde vardı.

Zanaatçılar, loncalarda birleşerek ekonomik bakım­dan güçlenmişlerdi. Bunlar, devlet için, artık, b ir gelir kaynağı oluşturuyorlardı. Yazıcıoğlu Ali'de, "kârhane ya­zıcıları” deyimine rastlanm aktadır; böylece, bunların, ör­neğin halı dokuma atelyeleri gibi, büyük im alathane "iş­letm eler” olduğu düşüncesi doğuyor. Genel olarak, tüm esnaf ve zanaatçılar, kayda geçirilmişlerdi ve vergi ödü­yorlardı; bunlar, hüküm etin siparişlerini (örneğin, sikke basımı, güherçile üretim i vb.) gerçekleştiren devlet atel- yeleriydi.

Zanaatçıların durumu, hukuksal bakım dan gene de istikrarsızdı,'^ ve bunlar, düşünce akım larına kapılıyor­lardı.

Bunlar, ayrı b ir toplumsal sınıf değildi, ama güçleri ve önlemleri henüz feodallar için açık olmayan yeni bir toplumsal katm anı oluşturuyorlardı, bu yüzden de, feo­dallar, onlara kayıtsızca bakıyordu.

Tinnis’deki özgür ve tasasız yaşamı gören Naşiri H üsran (11. yüzyıl), şöyle yazıyor: "Burada durum, diva­nın ve sultanın zanaatçıları ağır çalışmaya zorladığı baş-

15 B u n u n la b ir lik te , karş., P. K ö p rü lü 'n ü n d ü şü n ce s i (Les or lg ln es de rB m p lre O ttom an , s. 75).

191

Page 193: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ka ülkelerdeki gibi değil."'‘ ama, yalnızca Mısır’da böy- leydi.

Zanaatçılar, "patronlarından” zarar görüyorlardı. Bir seferinde, Celâleddin Rumi’ye başvurmuşlar, “iğrenç zorbaları” şikâyet etmişlerdi. Celâleddin’in sÖ2İeri, onla­rı yatıştırm ış, ve dünya yaşamının adaletsizliklerine da­yanmaya razı olm uşlardır.’

Anlaşılan, başlangıçta, zanaatçılar, büyük b ir tinsel ve maddi gücü temsil eden Mevleviler yönüne eğilim gös­teriyorlardı.

Celâleddin’in sağlığında (o, Türklere yüksekten baksa da), toplantılarında "aşağı tabakadan kişiler ve zanaatçı­la r” ağır basıyordu, bilgi sahibi ve saygıdeğer insanlar ise, tersine, ayinlerden uzak duruyorlardı.'® Ne var ki, Mevlevilerin arasında, giderek, feodal ermeniler, mevlevi- lerin çıkar elde edebildikleri zengin kişiler göze çarpıyor­du. "Aydın” kesime, İran kültürüne eğilimleriyle, (Aflâ- ki’nin "Menakib-ül-Arifin”inin sayfalarından sızan) Türk- leri aşağılamalarıyla, Mevlevilerin tüm yapısal zanaatçı­ları, doğal olarak loncaların artan önemini gözden kaçı­ran ve iyileştirmeyi ahilere bırakan bu "dünya beylerin­den” iuzaklaştınyordu.

16 N aşiri H usrau, K n iga p u teşestv iy a , per. Y. B ertels, M. 1933, Btr. 97. 17A nâkl, II, 35.ISA flâkl, I, 117.

192

Page 194: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

DOKUZUNCU BÖLÜM

Küçük Asya’da, Ahilerin Ortaya Çıkması - Ahi Toplulu­ğuna Kabul Töreni - Ahilerin Yükselişi - Mevleviler ve Ahiler Arasında Ayrılık - Zanaatçılar ve Ahiler Arasında

Yakınlaşma - Feodallarla Ahiler Arasında Savaşım - Osmanlı Döneminde Ahilerin İzleri

Zanaatçıların, zanaatçı loncalarının çıkarlarının sa­vunulmasını üstlenen ve onları Mevlevilerden koparabi- len usta politikacılar olan bu Ahi' ham iler kimlerdi?

1 J . D eny (Jou rn al A sia tlq u e, 1920. X I sSrle, t . XVI, p. 183, (D oğub lllm - c ilerl D ern ek leri F ederasyon u 2. to p la n tıs ın d a k i rapor ö z e t i) , '‘a h i" sö zc ü ­ğ ü n ü n Arapça k ö k ü n ü reddederek, b u n u T ürkçe agi, gânâreux, “cöm ertu - verglU’' ch eva leresq u e " y iğ itçe” sözcü k ler in d en tü re tm işt ir , "A hiler’' k o n u ­su n d a genel b ir dü şü n ce , " îz Jlzn l tseh o v v ı tu r ts il. K Istorll ahi" (Z apiski K o lleg il vostokovedov, t. II, str . 235 - 248) m ak alem de, b en im tarafım d an v erilm iştir . A h iler in in ce len m esi, " Islam ica (vol. III. V) Z. D. M. O. N.P. (X II) , S itzu n g sb erich te ter P reu ssisch en A kadem ie der W lssen sch aften . Phil, h ls t K lasse (1932, X X V I) dergilerinde, bir d iz i değerli ça lışm a yay ım layan Prof. Pr. T aesch n er'in ısrarı sayesind e, ö n em li ilerlem e k ayd etm iştir ; ayrıca bkz; Fr. T aeschner, P. K ahle, t , Ş a h t'ın m a k a le ler in in y a y ım la n d ığ ı "F est- sch r if t Georg- J acob '’ (Lpz. 1932). A h iler k on u su n d a çok g en iş b ir m alzem e, dogm acı M. C evdet'in (öl. 1935) şu ça lışm a sın d a to p la n m ıştır : Zeyl â li fasi al f ity e n D el ü l hayyal T ü rk iye f l k ita b ü ’l rahle lab u B atü ta , (İsta n b u l, 1932).

193

Page 195: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Anadolu’yu dolduran savaşçı gaziler arasında, tarih­çi Otbi’nin belirttiği gibi, "yiğitlerin başkanları” (reis al fetyan)^ yönetimindeki gençliğin oluşturduğu Ahiler de bulunabiliyordu. Ahiler, Küçük Asya'ya, savaşçı ün ve ganimet kazanma düşüyle geliyorlardı; sultanlar, bu yi­ğitleri ,istekle hizmete kabul edebiliyorlardı.

Ahiler, başlangıçta, sultanın saray muhafızlığına bi­reysel olarak giriyorlar, Nizam ül Mülk un sözettiği “m üfredler” ("müfred") grubunu oluşturarak sultandan, toprak değil, maaş alıyorlardı. Sultan I. Aluaddin Key- kubad, Obruk’a girdiği, yani Konya bölge sınırını geçtiği zaman (1219), onu karşılayanlar arasında "fıtyanlar” ve ("fetyan”) ve “m uhafızlar” ("nöbetçi”), yani ahiler ve yi­ğitler bulunuyordu.^

Bunlar, Küçük Asya’ya, kesintisiz akın halinde geli­yorlar ve burada, Orta Asya Türk lakaplarını, uzun süre koruyorlardı; örneğin, îbn i B atûta Niğde’de lonca şeyhi görevi yapan Ahi Caruk'a rastlam ıştır.

“Alii” terimine, ben, Cullabi’nin (11. yüzyılın ikinci yarısında ölm üştür) sufi yazınında da rastladım; burada "Ahi Zengani adıyla tanınan”, "dindar yaşam adam ı”, "övgüye değer sufi” Şeyh Şekik F arrac’dan sözedilmek- tedir.'’

Bu ahi, üzerinde durmaya değer. Her şeyden önce, "Farruh” ve "Farrac” adları, kolayca karışabilm iştir (belki, Farrac diye b ir ad hiç yoktur), elyazmaları, "Zen­gani” şeklinden başka, ayrıca, "Zencani” okunuşunu da vermektedir. O halde, bu, "Ahi Farruh Zencani” olabilir, ama şeyh şair Nizami’nin adı da böyleydi.® Burada, biri, belli ki, 11. yüzyılda, öbürü 12. yüzyılda yaşamış olan iki şeyhin adlarının çakışması, b ir rastlantı mıdır, bilmiyo-

2 P . K öprülü . T ürk iye T arih i. İsta n b u l, 1923, s . 81.S Y a z ıc ıo lu A li, III, 107.4 V. Juk ovsk iy . R a sk n tiy e sk r ltovo za zavesoy. L„ 1925, str, 215.5Y . B ertels. V ellk iy azerbaycanskIy p oet N izam i. B aku, 1940, str . 32.

194

Page 196: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rum. Ama, şair şeyhe verilen adın, tarihsel perspektif yit­tikten sonra düzenlendiği varsayımı daha inandırıcı ola­caktır. O zaman, Ahi Farruh Zencani'nin ahi şeyhlerin pi­ri olduğu anlamı çıkm aktadır ve topluluğun tüzüğünü oluşturan kişinin yaşam öyküsünün er ya da geç bulun­ması gereklidir. Cam inin “Nafahat ul uns’unda, h. 457 yılında, yani Cullabi’nin de, sanki, aynı kişiden sözettiği sıralarda ölen b ir "Ahi Farac” adı geçmektedir.

Ahiler arasında seyidlerin bulunması, aynı zamanda, bunların yabancı kökenli olduklarını,^ halifelikle güçlü bağlarını dile getirmektedir.

Bağdad’da, Hahfe N asır'dan (1180 ile 1225 yılları ara­sında) çok önce, kendine özgü tinsel tutum tüzükleri olan “Futuvvalar” yaygınlaşmıştı. “Bast malad a t tavfik”, ya­pıtından görüldüğü gibi. Halife Nasır zamanında, b ir ye­niden düzenleme meydana gelmiş, futuvvaları seven hali­fenin hüküm darlık dönemine değin sızmış bulunan dal­lanma ve sapm aları "Futuvvalardan” çıkarm ak için bir yazınsal (belki de gerçekleşen) girişimde bulunulmuştur.^

Bu tüzükler (ve bunlardan çıkan törenler). Küçük Asya’ya, Sultan I. îzzeddin Keykavus’un hüküm darlığın­da (onun kızıyla evli). Halife Nasıralidinillah’dan aktarıl­m ıştır.

Sultan, halifeyi, Sinop'un ele geçirildiğinden haber­dar ederken, ona, değerli arm ağanlar göndermiş, halife ise, sultana, "pâk ve onurlu gövdesinden”, "arı temizlik şalvarı” ("ismet ü taharet seravili”),® "yararlık giysisi” (mürüvvet-i m i’zeri), "Fütuvvetname” ve "ik tidar izin bel-

6 P. K akle, D le F u tu w a - B ü n d n Isse des K a llfen en-N asIr. P estsch rlft G eorg Jacob. pp. 112 - 115.

7 B u d ü şü n cey i P. W lttek d ile g etirm iştir . (Zur G esh lch te A ngoras İm M ltte la lter . F e stsch r lft G eorg Jacob, p. 360.)

8 B u “şalvarlar" k on u su n d a bkz; R. Dozy. Su pplS m ent aux d lc tlo n n a - İres arabes, II, Leyde, 1881, p. 241 (burada litera tü re de işaret ed ilm iştir ); ayrıca bkz: C. von A rendonk. E ncyclopSdie de i'Islam , II, 130. S. P u tuw a; ta r ik a t ın ın b u resıml g iy s is i "şalvarların" ("seravil al fs tu v v et" ) ro lü ve

195

Page 197: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gesi” ("destur-i saltanat”) bağışlamıştır.İzzeddin’in kardeşi I. Alaaddin Keykubad, tah ta çık­

tığı zaman, halifenin elçisi, sufilerin “şeyhler şeyhi” yük­sek sam verilen’ Abu-Abdullah Ömer-ibn Muhammed Suh- ravardi, sultan üzerinde, kendine özgü kutsam a öğeleri içeren b ir tören gerçekleştirm iştir. Sultan, Bagdad'dan gönderilen hırkayı giymiş, elçi ise, sultanın sırtına üç kez hafifçe vurarak adaleti gözetmesini ve şeriatı çiğnememe­sini öğütlemiştir. Sultana, halifeden katır getirdikleri za­m an ise, o, katırın tırnağını öpm üştür.’®

“Fütuvvetname”de, Türkiye'de, loncaların tüzük ki­taplarında, at, eşek tırnağı öpülmesi, yetkinliğe götüren basam aklardan, şövalyelik kalıntısını sürdüren törenler­den biridir; sırta vurulması, B atı’da, şövalyelik verilme­sinde zorunlu asıl öğeyi anım satm aktadır.

Küçük Asya’ya, tören kuralları, tü rlü yollardan geli­yordu. Astrabadi (14. yüzyıl sonu). Şeyh Ali M ısrî’nin (bel­li ki uzun süre M ısır'da yaşamıştır) makasla, Sivas Ka­dısı Ahmed Burhaneddin’in saçlarını kestiğini dile geti­rirken,” burada, gene, şövalyeliğe kabul edilmede, ortaçağ öğelerinden biri görülüyor.

Sultana bakarak, hem feodallar, hem ahiler (Mezo­potam ya’dan olduklarına göre "futuvva” yoluyla b ir bö­lüm ünü bildikleri), bu görenekleri ve törenleri istekle be­nimsediler. Ahilerin ateşli yandaşları oldukları, kısa za-

a n lam ı kon u su n d a, ayrıca bkz: W. B jörkm an n. E ncyclopâdie de l'Islam , IV, 472 - 473. L. A. M ayer'in k a n ısın a göre (L. A. M ayer. Saracan lc Heraldry. O xford, 1933) “A h iler”ln to p lu lu k am b lem i şa lvarlar, h erh an g i b ir a h in in arm asına d ö n ü şm ü ştü r (bkz: D. L. Z. 1935, 107 - 108).

9 B u k on u d a bkz: O tto Sp les. M u n is a l'u sh sh ag . — B onner. O rlen ta lls- t ls c h e S tu d ien . H e lt 7, pp. 8 sg.

lO Y azıcıoğlu A li, III. 220: “T ım a g ın '’.11 A strabadi, agy. s. 60. İçer iğ in T ürkçe k ısa b ir ö z e tin i veren m etn in

y a y ın c ıs ı K ilis li R ıfa t, n edense, açık lam ada b u lu n m a m ıştır . Y azıcıoğ lu A li V akayin am e'sln dek l tü m ced e, b u saç k esm eden söze tm iyor m u (III, 224); " S u ltan a ve k a la n beglere sim a em ir C elat a l-d in K aradayı’ya m u k razk ân o ld u ve b azı beglere h em İrâdat h ırk a sın giydiler."

196

Page 198: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

m anda üye yazımını gerçekleştiren dinsel kardeşlik top­luluğu da, bu temel üzerinde doğdu.

14. yüzyıl başına doğru, ahi düşünceleri, aydın çevre­leri de sarmıştı: Ozan Yunus Em re'nin şiirlerinde, "Fü- tüvvete” değiniler görülmekte, hatta o, doğrudan ahilere seslenmektedir.'^

İbni B atûta tarafından ayrıntıyla anlatılan kılıkları, ahileri belirgin olarak ayırıyordu.'^ Sufiler, geleneksel giy­sileri''* hırkayı taşırken,'^ bunlar, şalvar giyiyoı, başların­da beyaz kalpak bulunuyordu. Ahilerde, beyaz renk, b ir tü r simgeydi; kırmızı baş giysileri taşıyan Türklerden kendilerini böyle ayırıyorlardı.'* Ama, sınır beyi Meh- m ed’den sözederken, o sıralarda da giyilen beyaz kalpak­ları anlatan Aflâki’nin açıklaması, bununla çelişmekte, en azından, b ir düzeltme yapm aktadır. Yani, ahiler ile sınır­lardaki Oğuz boyları arasında b ir bağ yok muydu? Bun­lar, Küçük Asya'ya, birlikte mi gelmişlerdi?

Ahilerin yanı sıra, kardeşlik topluluğunun b ir bölü­mü olduğu anlaşılan "yiğitlerden” de sözedilmektedir.

Ahiler, artık, sarayda büyük rol oynam aktadırlar Sultan onların görüşlerini sormakta, alplar gibi silahlan maktadır,'^ ve sultan, kendilerine sahibin kapıları önün de yer alm alarım buyurm aktadır. Bu, artık, kendine özgü b ir saray muhafızlığıdır. Moğol döneminde, ahiler, belirli muhafızlık görevlerini yerine getiriyorlardı. Düşmanlar, vezir Şemseddin Isfahani'ye karşı sefere giriştikleri za­man, "Tusi oğlu”'® Necmeddin, ahileri silahlandırmış ve

I2Bkz: "H alk B ilg is i H aberleri" , Y ıl 2 (1931), no: 16, d erg isin d e Z. F. b aş harfler iy le y a y ım la n a n yazarın n o tu .

13tb n l B a tû ta , II , 264.T4lbnl B a tû ta , II, 282.ISAfl&kl, I, 117 (C elâ ledd in R u m i’n in ş llr l) .16 VI. G ordlevskiy. t z J lzn l tse h o v v ı T u rts ll. Z aplskl K o lleg ll vostoko-

vededov, t . II, str. 246.17Y azıcıoglu A li, III, 223 - 224.18 M etinde: P u çer T usl, y a n i bab ası, T u s (tra n ) d oğu m lu yd u . "Ruser:

O ğul, ç."

197

Page 199: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

veziri kendi evinde saklamıştı.Ahiler, toplantılarda görülmektedir; kadılar, şeyhler,

em irler ve ahiler o turm akta ve sıralam ada öncelik he­sabı yapm aktadırlar, yani bu öncelik hesabı, ahileri de sardığına göre, onlar, belli ki, kendilerini, diğerlerinden yüksek değilse bile, hiç de aşağı saymam aktadırlar.

Sultanlar, onları ödüllendirmekte, em ir görevlerinde bulunm aktadırlar: Ahi Em ir Ahmed, "ünlü ve saygıdeğer, zengin b ir hayır sahibidir”.

Böylece, ahiler, feodallar düzeyine yükseLnekte, on­lar da toprağa yerleşmektedir. Aflâki’de, başlangıçta, sim­yacılıkla uğraşan b ir Ahi Muzaffereddin öyküsü vardır; ahinin saçmalıklarla uğraşm asına kızan Çelebi Amir Arif, onu, toprak işine yönlendirir. Ahi, söz dinlemiş ve kısa sürede zengin olm uştur.

Ahilerin elinde, devlet toprakları üzerinde yer alan yurtluklar toplanm ıştır. Ankara ili köylerinin toponomisi üzerinde, Avni Ali Candar tarafından yapılan özet çalış­mada, dört "kazada” ahilere rastlanm aktadır: Zara’da Ahıç, Haymana’da Ahiboz, Keskin’de Ahılar, Yabanabad'- da Ahılar; yani ahiler, her yere dağılmış durum dadır. Ben, Ankara ilindeki bu ahilerin, Avni Ali Candar’ın dü­şündüğü gibi (ahiler denilen) Türk soyları temsilcileri de­ğil, eski b ir toplumsal katm anlaşm anın kalıntıları oldu­ğuna inanıyorum.”

Ahiler, her yanda güçlenmektedir; ticaret yapm akta ve bu alanda zenginleşmektedirler.^” örneğin, Konya’da ahilerin başı Ahmedşah ipekli, yani, dışalım kum aşları ticareti yapm aktadır. Bu ise, onun zenginliğini gösteri­yor;®' ayrıca, bunlar arasından ulema da çıkm aktadır,15. yüzyılda Konya’da Kadı Ahi îb n Kalemşah^ (Aflâki'-

19 "H ak im iyeti M illiye" , 1933, no: 4165.20 P. W lttek . Zur G esch lcte A ngoras İm M ltte la lter , p, 350.21 A flâki, II, 350, ayrıca 112 - 113.2 2 lb n i B atû ta , II, 281 -2 8 2 (İbn l B a tû ta y a m im ıştır ).

198

Page 200: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

de Taceddin Kalemşah olarak adlandırılmıştır^®) vardır; îbni Batûta, Birgi’de, çok sayıda izleyicisi bulunan bir ahi çileciye rastlamıştır;^'' kısaca, ahiler, tüm cephelerde kararlı olarak sağlam konum lar kazanmaktad. rlar.

B irtakım ernirlerin ya da sufilerin tercih edildiği ve kendilerinin küçük görüldüğü duygusuna kapıldıkları za­man, içlerinde, derinlerde hoşnutsuzluk m ırıltısı olsa da, onlar, henüz yumuşak başlı ve kanaatkârdırlar.

Ahiler arasında mevleviligin ateşli yandaşlan da bu­lunuyordu. Örneğin, devletin batı sınırında bulunan b ir ahi (Ahi Pulad), Konya'ya gelmiş ve Celâleddin’in tü r­besini ziyaret ettikten sonra, ayinleri, Aydınoğlu bölge­sinde yaymak amacıyla derviş olmuştu.^®

Ahilerin eski kuşağı, genellikle mevleviliğe saygılıdır, ama Celâleddin Rumi'nin ölümünden sonra, yüksekten bakmaya başlarlar. Örneğin, "Anud", yani inat lakabıyla anılan Ahi Ahmet, b ir cenaze sırasında, Mevlevi tasavvuf şiiri yinelenmesini yasaklam ıştır, Celâleddin Rami'nin oğ­lu Sultan Veled ise, bu durum dan incinerek şu uyarıda bulunuyor: "Bu kural ‘büyük b ir adam ' (yani Celâleddin) tarafından konulm uştur, kaldıracak olan kişi de ondan daha büyük olm alıdır.”^

Sultan Veled, ahilerin, Celâleddin'in otoritesini sil­diklerini, artık, mevlevilerden çekinmediklerini seziyordu.

Aflâki'nin vurguladığına göre, Celâleddin Rumi ta ra­fından adına "M ustafa" eklenen ve yüceltilen Ahi Ahmed’- in öyküsü öğreticidir; çünkü, o, gençliğinde sık sık tü r­bede bulunuyor ve Celâleddin’in ailesini çok seviyordu.

Sonraları, "zamanının zorbalarından b iri" olan Ahi Ahmed'in karşısında, tüm Konya titrem iştir; kentin ileri

23A flâk l, II , 428. 2 4 ib n l B atû ta , II, 308. 25A flâkl, II, 370. 26A flâkl, II, 370.

199

Page 201: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gelenleri, onu, Sultan Veled’e şikâyet etmişler, Sultan Veled, öğüt vermeye kalkışmca da, Ahi Ahmed sertçe çx- kışmıştır: “Nasıl davranılacağını en iyi biz biliriz; ancak güç ve kudret, işleri düzene koyabilir, siz, hiçbir şeye ka­rışmayın; sizin tasavvuf dünyanız bizim anlayışımızın tü­müyle dışındadır.”^

Çelebi Hüsameddin, sultan tarafından kendisine bı­rakılan Vezir Ziyaeddin Tekkesi ne girerken, buraya sec­cadesini serince, birden, Ahi Ahmed, seccadeyi toplamış ve bu adaylığı istemediğini bildirm iştir.

Tekkede büjmk gürültü yükselmiş ve Ahi Türk ile Ahi Beşar ailelerinden gelen önemli ahiler (anlaşılan onu yıldırm ak için), kılıçlarına ve bıçaklarına sarılmışlardır.® Ahi Türk’ün oğlu Haşan Hüsameddin, Celâleddin Rumi’­nin yazmanıydı; Mesnevi kitabının girişinde adı çok sık geçmektedir.^

Demek ki, ahiler arasında, biraz olsun bölünmüşlük vardı, eski olanlar, mevleviliği destekliyorlar, yeniler ise, bu yoldan ayrılmışlardı. Ama, ahi topluluğunun eski üye­lerinin direnişi, kısa sürede son bulm uştur.

Örneğin, 13. yüzyılın ikinci yarısında, yani Küçük As­ya’da Moğol egemenliği döneminde, artık, Konya’da ahi­lerin önemi hızla artm ıştı. Sultan da ,onlar üzerinde güç­süz kalıyordu.

Sultanın iktidarı düştüğü ölçüde (bu ise, Moğol sal­dırısından sonra oluyordu), ahilerle sultan arasındaki ilişki azalıyordu; zanaatçılarca desteklenen ahiler (dün­yasal ve dinsel) toprak aristokrasisine yükleniyorlardı.

Ahilerle Mevleviler arasındaki uçurum da genişle­mektedir. Mevleviler m istik kuram cıdırlar, ahilerse uygu-

27Af]&ki, II, 306.28A flâki, II, 238; sonra, tb n i B a tû ta da, a h iler in u zu n b ıçak lar ta ş ıd ık ­

la r ın ı belirtiyordu .29 B. G. Brow n, A. llterary H istory o f P ersla , F rlm B erdow sl to Sa’di.

L ondon , 1920, p. 518.

200

Page 202: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lâmacı Mevleviler inandırm aya çalışmakta, ahiler ise dav­ranış göstermektedirler.

Ayrıca, sınıfsal farklılık da ortaya çıkmaktadır: Mev- levilerin elinde topraklar birikm iştir. Mevlevilerin yaşa­ma biçimi de feodallarda olduğu gibidir; Amir Arif Çele- b i’nin atının tırnağı önünde, derviş, uysallıkla eğilmekte­dir;®’ Çelebi süzeren dervişlere diplom alar dağıtmakta, "ferace”®' giydirmektedir vb.. Selçuklular yıkıldığı zaman, Mevleviler, K ür’an’ı kaynak gösterip Selçukluların yasal ardılları olarak Moğol hanlarım destekliyorlar,®^ böylece, onlar, büyük topraklarını kurtarm ak istiyorlardı. Onları, daha önce, sultan koruyordu. Şimdiyse, hanın himayesin* dedirler. Bağımsızlık ilan eden (dünyasal) feodal, askerî birliğine dayanabiliyordu; Mevlevilerin ise, yalnızca, sözü ve müziği vardı, ve onlar için Moğolların himayesi zorun­luydu.

Dinsel feodallar olan mevleviler, anlaşılan, b inlerine dayanan ahiler de karşı çıkıyorlar. Şimdilik saklı olan bu gücün kim olduğunu, 14. yüzyılın ilk yarısında Küçük Asya’yı ziyaret eden tbn i B atûta söyleyecektir.

Ahi topluluğuna, Küçük Asya’da yerli zanaatçıların ezelden beri süregelen sağlam gelenekleri güç veriyordu. Şimdi de, zanaatçı birliklerindeki başkanların yerini ahi­ler tutuyor ve zanaatçılar, kazandıkları her şeyi başkan- larm a veriyorlardı.®® Ahi dinsel topluluğunun üyeleri ta­rafından®^ yönetilen zanaatçılar, kafa tutuyorlardı, ö te

M A flâkl, II. 378.31 A flâk i, II, 339.32A flâk i, II , 262.33 tb n l B a tû ta , II, 262j

34 S u lta n III. M u sta fa 'n ın A hi E vran "delegelerine" (B u lgaristan 'ın S o f­ya u lu sa l k ita p lığ ın d a korun an) 1773 ta r ih li ferm a n ım yoru m layan prof. V. T sonev, lo n ca la r ın K ü çü k A sya’da, 13. yü zy ıld a , Arap k ö k en li A hi EVran ta ra fın d a n örg ü tlen d iğ in i varsayan ta r ih ç i S e la n ik i’ye dayan m aktad ır . Y ani, A hi Evran h ak k m d ak i söylen ce, en azından , 14. yü zy ıld a o lu şm u ştu r , (bkz: N . D erjavin . S led ı d revn egru zin sk ih tse h o v ıh organ iza tsiy p i dan m ra sov - rem yonnoy etn ogra fı. Y azık i litera tu ra , t. I, 1926, s tr . 305, p rim .).

201

Page 203: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yandan ise, ahiler, Mogollardan sonra, ülkede zarar göt- meden kalmış canlı b ir gerçek gücün sağlam zeminini altlarında hissediyorlardı. Zanaatçılar, ahiliğe, herhalde, dinsel topluluğun en alt basamağından yazılıyorlardı, ve onların çıkarları, tümüyle örtüşüyordu.

Kuşkusuz, loncaların ahilere bağımlılığı, bunların özerkliğini yitirmesi, başlangıçta, zanaatçıların özsaygısı­nı incitiyordu, ve ahiler konusunda, ağızlarından beğe nilmeyen sıfatlar çıkabiliyordu. Dinsel feodallarm savu­nucusu Aflâki, ahileri ima ederek, zanaatçıların ahilere nefretini kışkırtm akta ve onları zorbalar olarak anlat­m aktadır.

Feodallar da, eski ağırlıklarım yitirm işlerdir; onların ekonomisi allak bullak olmuştu. Ahilerse, arfık güçlen­mişlerdi. Belli ki, (Küçük Asya’da, bugün çocuk oyunları­nın dile getirdiği) b ir askerî örgütleri vardı.^® Ahiler ege­menliği ele almışlardı ve istemedikleri feodalları, zalim­leri ve zorbaları öldürüyor, ayrıca, bunların nıuhafızları- nı ve bunlarla birlikte olan herkesi yok ediyorlardı.^ "Herhangi b ir sultanın (yani yöneticinin) bulunmadığı her yerde, valinin görevlerini ahi yapmaktadır- yönetim­de izledikleri yöntem, beylerdekinin aynısıdır."®^

Kentlere, hıristiyanlar eğilim gösterdiklerine ve bu­rada, zanaatla, ticaretle uğraştıklarına göre, doğalhkla, loncaları bunlar doldurm uştu, ve ahiler, feodala karşı savaşım yürütürken, Hıristiyan zanaatçılar, istekle ahile­rin yanında yer almışlardır. Hıristiyan zanaatçılar da, bel­ki de, şimdi aşağılanan ayrı inançtan sömürücüye karşı, gizli kalmış b ir öfke bilinçsizce canlanıyordu; ve ayinleri, Sünnilikten ayrılan ahilerin kişiliğinde, onlar, ekonomik

35 VI. G ordlevskiy. D ervişi A h i E vrana i ts e h i v ı T u rts ii. İzv estiy a A ka- dem il N ayk SSSR, 1928, str. 1181.

36 ltın l B atû ta , II, 261.37 tljn l B a tû ta , II, 289.

202

Page 204: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ve dinsel m üttefiklerini görüyorlardı.îbn i B atûta (ya da onun bilgi kaynağı) için, ahiler,

adaletin bekçiliğini yapm akta ve zorbaları yok etm ekte­dirler, buna karşılık, (mevlevi) Aflâki için, zorbalık, mev- levilerin otoritesini reddeden ahilerden kaynaklanm akta­dır.

Aflâki, Moğollardan sonra Küçük Asya’da başlayan toplum un toplumsal güçlerindeki yeniden katmanlaşma- yı görüyordu. Ûnun "Menâkıb-ül ârifin”inde, bu, sürekli yinelenmektedir. Sultan I. Alaaddin Keykubad'm düşünü yorumlayan Sultan Veled, ona, gelecekte, devletin üze­rine çökecek olan felaketleri bildirir. Vakanüvist şöyle yazıyor: "Soyu olmayanlar yükselecek, en önemli makam­lar, aşağı düzeyde kişilere verilecektir” ,® yani feodalların yerine, ne idüğü belirsiz ahi zanaatçılar gelmiş, "eski dü­zen” yıkılmıştır. Büyük zenginlikleri elinde toplayan mev- leviler zarara uğram ak durumundaydı, ve bu, kuşkusuz Aflâki'nin hoşuna gitmiyordu.

14. yüzyılda, iyice belirginleşen feodallar ile ahiler arasındaki savaşım, eski feodal düzen içinden gelen Os- m anh sultanları tarafından durdurulm uştur. Feodallara düşman, toplumsal gruplaşm aların ideologları ahiler, bir bölümüyle devlet aygıtına girmiş olsalar da,® Osmanlı­larca e z ilm iş le rd irN e var ki, birleşik örgütlere dönüşe­rek ülkenin ekonomik yaşamını yönlendiren loncalar, güç­lerini korum uşlardır; şu atasözü, bunu anımsatıyor:

33 A flâk i 1, 36 (S u lta n V eled 'in b u sözler in i A flâk i " m enak lbu l - A rifin" İn b a şla n g ıc ın d a k ayd etm ekted ir , b e lli kİ, b u n lar, u su n d a sağ lam ca yer e t ­m iştir ) .

39 P. K öp rü lü ("A n adolu’da İslâ m iy et'’ ve "B izans M üessese lerln ln T e­siri", s. 176) O sm anlI d e v le tin in ku ru lm asın d a , ah iler in büsrük rol oyn ad ık ­la r ın ı d ü şü n m ek ted ir . G ib bons’u n ça lışm a sı (H. A. G lbbons. T he F ou n d ation of th e O ttom an E m plre, Oxford, 1916) n ed en iy le , '“Z eltsch r lft fü r S em itistik . (Bd. 11, 1924) m a k a les in i yay ım layan P. G ize, çok d ah a k ararlı olarak, O s­m an lI d e v le tin in ö ze llik le A hi ö rg ü tlen m esi ü zerin e k u ru ld u ğ u n u açıklıyor.

40 V I. G ordlevskiy. t z J lzn l tseh o v T u rts il k is to r li ah i. Z apiski K ollegll vostokovedov, t . ir . str. 242 - 243.

203

Page 205: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

"Otuz iki lonca b ir olunca, sadrazam ı düşürür.”'"Ahi topluluğu, Küçük Asya sınırları dışına taşabil-

m iştir; galiba daha Selçuklu seferleriyle, onlara, Kırım yolu açılmıştı. 14. yüzyılda, İbni Batûta, Azak'ta onları bulm uştu; Eski K ırım 'ın 14. yüzyıl mezar yazıtlarında, ahi adlarına rastlanm aktadır.

Daha sonraları, Türkiye’ye bağımlı Kırım hanlığının zanaatçı örgütlerinde, Türkiye’de benimsenen düzen yü­rürlükteydi.'*^ Ayrıca, 18. yüzyılda, K ırım ’a, ahiler üzeri­ne söylenmiş özel "destanlar” gelmiştir.

Küçük Asya kentleri Ankara’da, B urdur’d. , İsparta’­da (herhalde daha başka yerlerde de), zanaatçı loncala­rını güçlü olarak kaynaştıran yârı - dünyasal, yarı - derviş- sel eski örgütlerin kalıntıları sürm ektedir. Büyük b ir kül­tü r ve eğitim çalışması yürüten Türkiye’deki Halkevleri, büyük derleme yapabilecektir. Bu kalıntılar karşılaştırı­lınca, ahilerin yaşamının açık b ir tablosunu ortaya çıka­racaktır.

Eski zaman yerel yaşamına ilgi duyan Haşan Üçok, Çankırı'da, zanaatçıların savaştan önceki yaşantısının ay­rıntılı betimlemesini vermişti. Evlerin mağaraları anım­sattığı bu eski kentte, eski gelenekler, uzun süre koru- nabilmiştir. Bu çerçevede, Türkiye'nin her yanında yapı­lan kış "sohbetlerinde”, 20 ve daha yukarı yaşta lonca üyeleri "yaranlar” toplanıyorlardı (yaşlıların sayısı altıyı geçmiyordu). Bu akşamlarda, (özel kiralanan) müzik ça­lıyordu; katılanlar, genellikle tarihsel, ülkenin acılı gün­lerini dile getiren şarkılar söylüyor, oynuyorlardı. Oyun­lardan önce, kapılar kapatılıyor, konuk kabulüne son veriliyor, akşamın, yalnızca seçilenlerin bulunabildiği,

■tl VI. G ordlevskiy. D ervişi A h i E vrana 1 ts e h l v ı T u ıts l l . tzv e sty a A ka- d em ll N auk SSSB , 1928, str . 1192.

42 VI. G ordlevskiy. O rgan izatsiya tseh o v v ı K rım u. T rudı B tn ografoarh e- olog içesk ovo m u zeya I M GU, IV, M., 1928.

204

Page 206: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gizli bölüm ü başlıyordu. Sabaha karşı yemek veriliyordu. Yemek sırasında, b ir tü r başkan olan “başağc.”, “yaran­la r” tarafından işlenen kabahatleri, tören kurallarına gö­re yargıladığı, "adaleti” sağladığı b ir divan kuruyordu. "Sohbetler”, öztutum ve disiplini eğitiyor, toplumsal dav­ranış ölçülerini düzenliyordu.

Sohbetlerin düzenlenmesindeki ayrıntılar (örneğin, aydınlatmaya gösterilen dikkat), İbni B atûta’nm eski yaz­m alarını anımsatıyor; "yaranlar”, gündüzleri atelyelerde çalışan, akşam lan zaviyede toplanan "Fityanların” tıpkı­sıdır ve bende, Ibni B atûta'nm Küçük Asya'da, genellikle "sohbetlerin” düzenlendiği dönem olan kış mevsiminde bulunduğu düşüncesini doğuruyor.

Loncalar, zanaat merkezi için, loncaların yüksek, ke­sin yönetici temsilcisi "ahibabayı” onaylayan K ırşehir’­deki Ahi Evran tekkesine bağlanmışlardı. Halkla iktidar makamı arasında arabulucu olan "ahibaba”, genellikle, kent belediye yönetiminin başında bulunuyor, loncaların gücünü üzerinde du30imsayan "vali” de ondan çekiniyor­du. Çankırı’da, b ir defasında istenmeyen b ir valinin fay­tona bindirilerek kentten kovulduğu anlatılıyor. Ahibaba'- da, loncaların çevresinde toplandığı b ir sancak bulunu­yordu: Mavi zemin üzerine iki yıldız işlenmiş, altına "al- lah” sözcüğü yazılmıştı. Değneğinde ise, anlaşılan, yetki simgesi olan b ir tutam koyun yününden tuğ asılıydı.

Haşan Üçok tarafından yayımlanan ilgi çekici mal­zemeden bazı çizgiler, işte bunlar; ancak, ne yazık ki, bu malzemede, gündelik yaşantı çizgileri, örgütsel öğeleri gölgede bırakacak kadar ağır basıyor, ama bu eksiklik, belki, malzemeyi özetleyenden kaynaklanmaktadır.''^

Ahilerin izleri, kuşkusuz, Türkiye yaşamında daha uzun süre devam etm iştir. Ahilerin sınıfsal karşıtları Os-

43 E. Borrel. L a confrĞcie d’A hi - B aba â Tchankiri.; R evu e d-es E tud es Islam lq u es, 1936, pp. 309 - 332.

205

Page 207: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

manii sultanları bile, özellikle, Küçük Asya'da, bu toplu^ luk tarafından ve ondan aktarılıp mevlevi derviş tarikatı tarafından yerleştirilen tören kurallarını gözetiyorlardı. Tahta çıkma simgesi olarak kılıç kuşanma, kaynağını "Fu- tuvva” tüzüğünden almaktadır.-'’ Dervişlerde, şeyhin "mü­rid ini” ödüllendirirken sırtına vurm ası da, kalıntıyı gös­term ektedir. Daha 17. yüzyılda, bu, Evliya Çelebi’nin dik­katini çekmişti.''®

Ben de, Batı Avrupa şövalyelik törenlerinin Haçlı yürüyüşleri döneminde, Doğu'dan aktarıldığı konusunda­ki Hammer Purgstall'm eski düşüncesini destekliyorum.'''^ Ne de olsa, halifelik (Bagdad), dolaysız etkide buluna­mıyordu. Demek ki, Futuvva düşünceleri, çoktan, (belki, Nasiriddinillah’ın halife olmasından da önce) Urfa'da, Su­riye kıyısında, Yerusalem krallığında yaygınlaşmıştı, ve burada, düşüncelerin yayıcıları ismailiyenler, aktif futuv- vacılardı.

Topluluğa kabul edilme törenleri (kâseden içme, şal­var giyme, sırta vurma, saç kesme), belki, hıristiyanlığa da giren, eski Sami göreneklerinin kalıntılaıını ortaya koymaktadır. Tören görenekleri Suriye’de pekişmiş, ora­dan Irak ’a, Bağdad’a aktarılm ış, sonra, Küçük Asya’ya geçerek Araplardan Selçuklulara ulaşm ıştır. Bu törenleri, Haçlılar, dolaysız olarak Suriye’den B atı’ya, Avrupa’ya götürm üşlerdir.

44 H. T horn lng , B eitrage zur K en n tn is des Islam isch en V erelnsw esens a u f G rund von B a st M adad e t — T au flq . T ü rk isch e B lb lio th ek , Bd. XVI, B erlin , 1913, p. 217.

45 H. T hornlng; op. c lt., pp. 217 - 218.46 Jos. H am m er - P u rgsta ll. Sur la ch eva lerle des arabes antârieure â.

celle de l'Evrope et sur l'm flu en ce de la prem lâre su r la seoonde. Jou rn a l A sia tlgu e , 4 - §m e serie, t . X IV (1849), p. 5 -151

206

Page 208: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONUNCU BÖLÜM

Ticaret - Tüccarın Tarihsel Tipi - İtalyan Tüccarları - Ticaret Yollan - Kervansaraylar - Ticaret Malları, Dışa­

lım ve Dışsatım ■ Sikke

Devlet, kentler, bölgeler ele geçiriyor, ve doğallıkla da, ülkeye, insan, tahıl, mamul eşya şeklinde askerî ga­nim et akıyordu. Başlangıçta, sınırlardaki akıncılar, kom­şu uygar bölgelere akınlar düzenliyorlar ya da sürülerini getirerek süt ürünleri, et, yün vb. m allan, kendilerine ge­rekli m allarla (örneğin, dokuma) değişiyorlardı.

Zorbalık yöntemleri, uzun süre devam etm iştir; Kü­çük Asya'da, Selçuklular, "savaş bölgesi'yle ("darü’l h arb”) çevrelenmiş olarak yaşıyorlar, ve hıristiyanlar üze­rine yönelerek savaşçı islâmm salık verdiği, özendirdiği gaziler, kutsal akım gerçekleştiriyorlardı.

Dar b ir çevreye sıkışmış, kendi kendine yeten doğal

207

Page 209: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ekonomi, giderek kentlerarası, bölgelerarası ticarî deği­şim çizgileri kazanmakta, ticaret, zanaatlarm gelişmesine yardım cı olm aktadır. Üretim yaygınlaşmakta, pazar bü­yümekte, hem üretimle, hem satışla uğraşan tüccarlar da ortaya çıkm aktadır. Kent yaşamı gelişmekte, ticaret ve zanaat kentleri büyümektedir. Devletin toprağı genişle­diği ölçüde, ticaret yükselmektedir. Selçuklular ise, dün­ya ticaretinin temel kavşaklarını ele geçirme çabasmday- dılar.

Hıristiyanlarla yanyana, birlikte yaşama, Selçuklu­ların töre ve görüşlerini değişikliğe uğratır. Selçukluların taktiği değişmektedir. Ticaret sermayesinin çıkarları içi­ne sürüklenm işlerdir, onlara, doğudan müslüman, güney­den Hıristiyan yabancı tüccarlar gelmektedir. Tüccarlar, Küçük Asya’ya, çeşitli m allar ve dokuma getirm ektedir­ler; ticarî anlaşm alar ve sözleşmeler yapm aktadırlar. Ti­caret sermayesi. Küçük Asya'ya yayılmaktadır.

Yerli zanaatçıların mamul ürünleri, artık, feodalları tatm in etmiyordu. Dış seferler gözlerini açmıştı. Onlarda yabancı m allara istem doğmuştu. Hem savaş gereksin­meleri için, hem ev eşyaları olarak. Küçük Asya’ya her yandan mal getiriliyordu. Güneyden silah; Mısır’dan ve Suriye’den dokum alar (sarıklar, yünlüler, genel olarak Mısır işi giysiler, sık sık anılmaktadır); Bağdad’dan, da­ha Ibni Batûta zamanında, İzm ir’e ulaşan ipek, atlas, iş­lemeli kumaş;' güzel kokular (misk, sarısabır, amber) geliyordu. İpeklilere, çok eskiden, daha Roma İm parator- luğu’nda büyük istem vardı. İpek, baştan beri Çin'den geliyordu, am a 6. yüzyılda, Bizans’ın kendi ipek sanayii gelişmeye başlamış olsa da, Küçük Asya’da, Çin ipeğine istem azalmamıştır. Orta Asya’dan değerli taşlar gönde­riliyordu; Şiraz’dan ve Gürcistan’dan halı, Kafkasya'dan

l l b n l B atû ta , II, 311.

208

Page 210: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

at geliyordu; ayrıca, bozkırda yetiştirilmiş ve bu yüzden Oğuzların alışkın olduğu Arap ve Macar atlarına da, Kü­çük Asya'da büyük değer veriliyordu. Daha 19. yüzyılda, Orta Asya’dan Keşmir şalları, H orasan işi kılıç demir' leri geliyordu.^

Rusya’dan, Kıpçak bozkırları üzerinden (Sudak’tan) geçerek Doğu Avrupa ovalarının eskiden beri ünlü keten ve kürkleri (samur, as, bozkır tilkisi) getiriliyordu. Rus kürkleri, daima ve her yerde, özellikle aranıyordu, ve Rus kürklerinden dikilmiş kışlık giysisi olmayan doğu ülkesi hüküm darı pek yoktu. Aflâki'de görüldüğü gibi, çoktandır ortadan silinmiş, ama kürk ürünleriyle ünlen­miş ülkelerin anısı dilde devam ediyordu. Celâleddin'in eşi Kira hatun, hasta (sıtma) düştüğü zaman, yazın Tem­muz sıcağında, herhalde Volga boyundan satmalınmış kürklerden dikilme “burtas” mantosunu® giyiyordu.

Selçuklular, ticarî ilişkilerin gelişmesi için çaba har­cıyorlar ve tüccarları, her tü r önlemlerle koruyorlardı. Daha Orta Asya’dayken oluşmuş bulunan ticaret hukuku kuralları. Küçük Asya’da yerleşiyordu.

"Kutadgu Bilig”, maddi açıdan, ilişkileri değerlen­dirirken, toprağa bağlı feodal karşısında, tüccar için ka­rarlı b ir tercih koymakta ve, “Tüccarın yurtluklar edin­meye heveslenmesi gerekmiyor,■* gümüş, onun toprağı, su}m ve bağıdır.” demektedir. Tüccar, her yanda istenen b ir konuktur; ondan para karşılığında her şeyi sağlamak olasıdır; o olmasaydı, "Sen inci taneleriyle parıldayan siyah sam ur kürkü nasıl giyebilirdin”.

Egemen beyin bencil hesabı, tüccara daima saygı gösterilmesini gerektiriyordu. Vladimir Monomah, şu

2 M. L lh u tin .R u ssk iye v ı az ia tsk oy T u rts il v ı 1854; 1855 gg. spb. 1863, Btr. 177.

3A flâk I, II. 205.4 D a s K u ta tk u B ilik , p. 377.5 D a s K u ta tk u , B lllk , p . 190.

209

Page 211: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

öğüdü veriyordu: “Konuğa^ ya da elçiye, armağanlarınız yoksa, yedirip içirerek saygı gösterin, geçtikleri tüm top­rak lar boyunca, insanın iyi ya da kötü ününü onlar ya­yarlar.”

Tüccar, Doğu'dae B atıya doğru hareket etmektedir. Hep, daha çok kâr elde etme düşüncesi, onu ileriye yö­neltm ektedir; içinde, yolculuk tutkusu, merak, yabancı ülkeler, yeni insanlar görme isteği de yanm aktadır; son­ra, malını sergilerken, o, gördüklerini ve duyduklarını anlatacak, çok bilmişliği ve korkusuzluğuyla, kendine say­gı uyandıracaktır. Yolculuklar, tüccarların gözlerini açı­yordu; onlar, aynı zamanda, uygarlığın taşıyıcıları, kültür erişimlerini ileten yayıcılardı; Müslüman D oğunun coğ- lafya bilimi de, onlara çok şey borçludur.^

Tüccar, her şeyi bilir; o, ilginç b ir söyleşi arkadaşıdır. Dünyayı boydan boya gezen İbni Batûta, Küçük Asya'­daki yolculuğu sırasında, beylerin Arab’a ikram ve arm a­ğanlarda bulunarak komşu ve uzak ülkeler üzerine anlat­tıklarını, nasıl büyük b ir ilgiyle dinlediklerini gözlemle­m iştir. Tüccar, b ir "canlı posta”, bozkır habercisiydi; ör­neğin, Moğol Hanı Gazan’m ölümünü, Konya’ya dönen tüccarlar haber vermişti;® Ham adan’da, tarihçi Rovendi'- ye b ir tüccar (Cemaleddin), Sultan I. Gıyaseddin Keyhüs- rev’den övgüyle sözetmişti vb..’

Ama bunlar, aynı zamanda gözcülerdi, ülkeler üzeri­ne birşey öğrenmek isteyen doğudaki hüküm darlar, ge­nellikle, tüccarlara elçi görevleri veriyorlardı; bunu da. Gürcüler iyi kavramışlardı. Vakayinameler, açıkça, sul­tanın bu sözde elçilerinin yalnızca susluk amacında ol-

6 '‘Konuk'* b u rad a ‘'tüccar'* d em ek tir./T ü c c a r la r ın ro lü k on u su n d a bkz: V. B artold . M esto p r ik asp iysk ih ob-

la s tey v ı is to r ii m u su lm a n sk o v o m ira. B aku, 1925, str. 53 - 54. — A ynı k o ­n u d a d ah a a y r ın tılı bkz: W. B arthold . 12 Vorlesvm gen, pp. 128 - 130.

S A flâk i, II. 322.9 R avendi, ed. Igbal, p. 462.

210

Page 212: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

duklannı belirtm ektedir.Gezgin tüccarın hiçbir koşulda ortadan kalkmayan

sarsılmaz huzuruyla, elçinin dokunulmazlığı, di^ ülke hak­kı fiilen sağlanmıştı.

Sonra, hukuksal kuralların yerleşmesi ölçüsünde, "elçi tüccar”, kendisinin resmî Unvanını onaylayan belge­ler ya da tanıtıcı işaretler bulunduruyordu. Küçük Asya'­ya b ir tüccar - em ir’i gönderen Moğol hanı, ona, “paydza” ve "yarlık” verir.

H ukuksal ölçüler, halk atasözlerinde devam eden alı­şılmış hukuktan çıkmıştır: Küçük Asya’da "haberci öldü­rülm ez” sözü, eski b ir düşünceyi yinelemektedir.

H üküm darın güvenilir adamı olarak tüccarın kişiliği böylece kutsaldır, O trar'da, b ir ticaret kervanının katle­dilmesi, Küçük Asya'ya girmek için. Cengiz Han'a, elve­rişli yasal bahane yaratm ıştı.

Yabancı ülkelerin az bulunur m allarının Küçük As­ya'daki üstencesi tüccarın çevresinde saygı oluşmuştu. Selçuklular, tüccarları kendilerine gelmeye razı etmek için, ısrarlı çaba harcam aktadırlar. Feodalları zenginleş­tiren ticaret —uğrunda savaşım süren kentleı, bölgeler fethedilen ticaret— Küçük Asya'da büyük gelişme göste­riyordu.

Eski ticaret yollan, şimdi ıssızlaşmıştır ve ancak, han yapılarının örenleri, yazıt kalıntıları, buralarda, b ir zam anlar egemen olan canlılığı dile getirmektedir.

Konya'dan ticaret yollan, hem Sultanhan, Akhan, Kayseri'de Aksaray ve Sivas üzerinden doğuya, hem de Ilgın, Akşshir, îshaklu, Çay ve Akhan kervansarayının henüz ayakta durduğu (Denizli yakınında) Goncarlu üze­rinden batıya ayrılıyordu;'® kuşkusuz, güneye, Akdeniz kıyısındaki Antalya limanına da, b ir kervansaraylar hattı

10 B atıya g id iş yolvınu 1895 y ılın d a Fr. Z aire geçm işti.

211

Page 213: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

uzanıyordu; Rifstal, burada, denizaşırı ticareti koruyan yol olan altı kervansaray kalıntısından sözediyordu.

Küçük Asya'ya, her yandan tüccarlar akın ediyordu; Orta Asya’dan (bunlar, belli ki, müslümanlaı dı) ve gü­neyden, (İtalyanlar, Rumlar ve Araplar); örneğin, İbni B atûta Antalya'da hıristiyan tüccarlar görmüştü. Liman­da yaşadıklarına göre, bunlar, belli ki, yabancı tüccar­lardı.” îbni B atûta'nın b ir Ceneviz gemisiyle’ geldiği Ala- iye'ye, M ısır'dan ve Suriye’den tüccarlar uğramışlardı;'^ Gümüşhane'de, Irak ’tan ve Suriye’den tüccarlar vardı.'''

Anlaşılan, Akdeniz’in güney kıyısı İtalyanlarca işle­tiliyordu, ve Antalya ve Alaiye lim anlarından yukarıya, kuzeye ve batıya tırm anıyorlardı. Burada, Akdeniz’de, m allar için stok noktaları vardı.

İtalyan kent cum huriyetleri Ceneviz ve Venedik, Kü­çük Asya’ya, Latin İm paratorluğunun doğuşundan (1204) sonra gelmeye başlıyorlar. Rubruk, Konya’da, “birçok Franka” ve Ceneviz tüccarına rastlamıştı.'^ Yaklaşık yüz yıl sonra, Cenevizliler, artık Manisa’daydı.'*

Korkulu düşler gören Bizans, Doğu ile doğrudan ti­caretten kaçınıyordu; Doğu mallarını, Bizans’a, Venedik­liler sağlıyordu.

Orta Asyalı tüccarlar, Sivas’a kadar gelince duru­yorlardı; burası merkez noktaydı; ve Moğol saldırısı, b ir zaman, hareket etmeyi güçleştirince, Sivas’ta, tüccarların kervanları birikm işti. Genellikle, Sivas'ta, tüccarlar iki kola ayrılıyorlardı: B ir kol kuzeye, Karadeniz’e, öbürü güneye, Konya'ya yöneliyordu. Küçük Asya'da, Orta Asya ve Akdeniz tüccarlarının ticarî etki alanları, iki ticaret

II İb n i B atû tn , II, 259.12 lb n l B a tû ta , II, 254.13tb n l B a tû ta , II, 257.14tb n l B a tû ta , II, 293.ı s v . de B ubruk . P u teşestv ly e v ı V ostoçn iye stran i, str. 176.16 ib n i B a tû ta , i t , 314-

212

Page 214: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hattıyla bölünmüştü.Belirtelim ki, daha hareketli olan îta lyan’t,r, İtalyan

cum huriyetleri (deniz onlara, Orta Asyah tüccar karşısm- da avantaj sağlıyordu), Küçük Asya'ya kuzeyden, Karade­niz’den de akm ediyorlardı. Trabzon, İstanbul u Asya ile bağlıyordu; Rum kum aşları ve diğer malları, buraya ulaş­tırılıyordu.

Dünya ticaret yollan, kuzeye kaymıştı. îtalyan Cene­vizliler, burada, "konuksever” Karadeniz’de kaynaşmaya başlamışlardı.

Karadeniz’in Küçük Asya ve Kırım kıyılarında îta l­yan Cenevizliler,'^ “canlı m al” satınalıyorlar ve yüzlerce, binlerce tutsağı, Akdeniz ülkelerine götürüyorlardı; in­sanlara biçilen fiyattan anlaşıldığına göre bu, kârlı b ir ticaretti.

Kuzeydoğu Avrupa’dan, ve belki, Asya'dan da, mal­ların getirildiği Sudak, stok noktasıydı: Orta Asya'da ad­ları tüccarın cins ismi haline gelen işbilir insanlar "so- godların” eski b ir kolonisiydi. "Karanlık ü lkeji”nden ge­len kürk, tutsaklar, Rus keteni, tüm bunları», Doğu’da yüksek değerler veriliyordu, her yanda, bunlara, büyük istem vardı.

Bu durum da. Sudak seferine yol açan, yalnızca, as­kerî düşünceler değildir, b ir o kadar da, buna, ticaretin çıkarları neden olm uştur. Sudak, Tatarlar, yani Altmor- du tarafından ele geçirildikten sonra da. Küçük Asya ve Kırım arasındaki tem aslar sürüyordu; Kırım halkı, eko­nomik bakım dan eskisi gibi. Küçük Asya’ya eğilim gös­teriyor ve oraya, denizin ötesindeki Rum ülkesine gidi­yordu.

Trabzon'dan kuzeye, İran 'a uzanan yol, daha sonra (13. yüzyılda)., Avrupalıların Asya'ya geçişinde, asıl hattı

17 C enev izliler in tic a r e ti ü zer in e bkz: Q. I. B ra tian u . R ech erches sur le com m erce g^ nois d an s la M er N olre au trelziSm © slScle. Paris, 1929.

213

Page 215: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

oluşturuyordu. Erzurum üzerinden binlerce at, deve ve katırdan oluşan kervanlar geçiyordu.

Venedik, çok önceden, Bizans'a giden b ir yol açmış­tı: Ona, Bizans İm paratoru Aleksis Komnin tarafından ayrıcalıklar bağışlanmıştı.

"Adriyatik kraliçesi” Venedik’le (1220 yılında) b ir ti­caret sözleşmesi yapan Selçuklular, tüccarlara büyük avantaj ve ayrıcalıklar sağladı.’® Ticarete el atan devlet, tüccarlara kişisel ve mallarıyla ilgili güvenlik garantisi veriyordu. Onlar, Selçuklu yargı yetkisinden b ir bölümüy­le, bağımsız tutulm uşlardı; yabancı (İtalyan) ve yerli (Kü­çük Asya) tüccarlar arasında doğan ticarî anlaşmazlıklar, kavgasız, dostça çözüme bağlanıyor, devlet, karışm aktan geri duruyordu, ve yalnızca cinayet davaların^, kadının, şeriat mahkemesinin görmesi gerekiyordu.

Genel olarak, ticaret için, yabancı tüccarlar için ko­şullar çekicivdi. Örneğin, Venediklilerle yapılan anlaş- mava göre, değerli taşlar ve inci, gümüş ve külçe ya da sikke altın, ensonu, hatta hububat” gümrük versisinden bağımsızdı; kalan maddeler, % 2 ölçüsünde, düşük güm­rük vergisine bağlanmıştı. Sultan I. Alaaddin Keykubad, kardeşinin ve babasının sivasetini sürdürüvordu. Bu si­yaset, ülkeye, yalnızca feodallarm satınalabildikleri mal­ların özgür, gümrük vergisiz dışalımına izin vererek feo­dallarm çıkarlarını koruyordu.

Yabancı tüccarların büyük paraları olduSuna göre, Selçuklular hazinevi doldttrmak için, eski (belki de Mo- ğollardan aktarılan)’” kesenek yöntemlerinden Yararlanı­yorlardı. Örneğin, Rubruk, Konya’da, Sultan II. İzzeddin

18 w . Heyd. G esch lch te des Le v a n th a n d lcs im M itte la lter . Bd. I, S tu t t - gart, 1879, pp. 301 - 302.

19 S elçu k lu lar la tta ly a n la r arasında, karşUıkU tica r i İlişk iler k on u su n d a bkz: W. Heyd. G esch lch te des L avan th an d es İm M itte la lter . Bd, I, pp. 332 - 336; a y n ca s. 402 ve dev. K ü çü k E rm en lstan 'm ö n em i Ü7;erlne.

20 B u n u n la b ir lik te kesen ek ler, dah a 10. yü zy ıld a B uhara'da da vardı.

214

Page 216: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Keykavus tarafından, belli ki, dışsatım için, kendilerine. Küçük Asya’daki şap ticareti üzerinde ayrıcalık hakkı^’ verilen iki İtalyan’a rastladığım yazmaktadır.

Selçuklular, ticaıetin çıkarlarını, tüccarın çıkarlarını kıskançlıkla korayorlardı, ve birileri tarafından tüccarın soyguna uğraması, tüccarın gasptan şikâyeti olması du­rum unda (tüccar, uğradığı fiziksel saldırıyı simgeleyerek yakasım yırtardı), sultan soyguncuyu cezalandırmak için üzerine yürüyordu. Tüccardan çalman, onun yitirdiği her şey, savaş ganimetinden ya da feodal valinin elindeki ye­dek akçeden karşılanıyordu. Eğer, herhangi b ir nedenle, zarar, yerinde kapatılmadıysa, tümüyle hâzineden ödeni­yor, ve sonra zararı verene yansıtılıyordu.

Yolların güvenliksiz olduğu yolunda, ülke dışındaki haberlerin bırakabildiği kötü izlenimi silmek isteyen Sul­tan I. Izzeddin Keykavus, Horasanlı ve Iraklı tüccarların, Antalya’da soyulan îranlıların ve Arapların ticarî gümrük ödemelerini bağışlamıştı.

Böylece, savaş sırasında sönen ticaret, tüccarlar için yollar açılınca, yeniden canlanıyordu.

Saldırılardan çekinen tüccar, baskından korunm ak için, tüm önlemleri alıyordu. Tüccarlar, uzun yola yalnız başlarına çıkmıyorlar, konvoylar, kervanlar halinde b ir araya geliyor, b ir kıdemli başkan ("bazargânbaşı”) seçi­yorlardı.^ Yalnız olan tüccarlar ya da kutsal yerleri zi­yarete giden hacılar vb., daima yol arkadaşları bekliyor­lardı.

Her yanda, eşkiya ve hırsızlar dolaşıyor ve tedbirsiz yolcuları gözlüyorlardı, ve bunlar örgütlü çeteler, bazan aşiretlerdi. Örneğin, 1276 yılında, sınırda yaşayan Oğuz-

21 V. d e R ubruk. P u tesestv ly e v ı vostoçn iye stram , str . 176.22 B u d ü zen lem e, d ah a sonra ları da sü rm ü ştü r: K ü çü k A sya’da, b en im

tara fım d an k ayd ed ilen çocu k oyu n ların d a , a y n ı şek ild e "kervanbaşı’' görü ­lüyor, bkz: VI. G ordlevskiy. tg r ı a n a to liy sk ih tu rok . tz v e stiy a O bşçestva ob sled ovan iya 1 Izu çen iya A zerbaycana, no: 5, B aku, 1928, str. 09 -100 .

215

Page 217: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1ar ("etraki uç”), Frank - İtalyan kervanına saldırmışlar, altınlarını ve m allarını almışlardı.^

Hükümet, ancak, büyük yollar üzerinde düzeni sağ­layabiliyordu. Devletin içindeyse, herkes korku içinde yaşıyordu. Herkesin kulağı kirişteydi, herkes, içerden ya da dışardan beklenmeyen b ir darbeden korkuyordu.

Ibni Batûta, zenginliğin büyülerini yaşamıştır; o, ba- zan Germiyan boyunun (Ladik yakınında) yolu tuttuğu­nu ve yolcuları soyduğunu işitmekte,^'* bazan, Manisa ya­kınında Türkmen göçebeler, burnum ın ucundan atını çal­maktadırlar.^^

Güvenliğin sağlanması için büyük anayollarda, ker­vansaraylar inşa edilmişti; tüccar, burada hem dinlene­biliyor, hem de gerektiğinde, eşkiya tehlikesine karşı, bu­raya sığınabiliyordu.

Ahmenidlerin başkenti Suz'dan Akdeniz’e (Efes’e) ka­dar uzanan, H erodot’un deyimiyle, "Kral yolu”, daha son­ra, Küçük Asya’da ticaret yollarının düzenlenmesinde, kuşkusuz, b ir önörnek olm uştur. Kervansaraylar, deve yürüyüşüyle dokuz saat olan b ir günlük yol uzaklığındaki “konaklarda” kuruluyordu. Sultanlar, feodallar, doğru­dan ya da dolaylı olarak ticarete para yatıran herkes, ker­vansaraylar yaptırıyor, üzerine kazman yazıtlarla, inşa ettirenin adım sonsuzlaştırıyorlardı. Karatay, Sadeddin Kobvak ("Zagada”) vb. kervansarayları, bozulmadan ko- runabilm iştir. Aflâki, Ziyaeddin îsfahani'nin (Sivas'ta), vezir Muineddin Pervane’nin (Sivas ve Konya arasında) vb. kervansaraylarından sözetmektedir. En canlı ticaret hattı olan Sivas ve Kayseri arasındaki yol üzerinde, Abul- fida'nın yazdığına göre,^ 24 kervansaray yeralmıştı, yol-

23 V. B arto ld . O n ek o to r ıh v o sto çn ıh ru kop isah , str, 0130. 24tb n i B a tû ta , II, 2T1.25İbn l B a tû ta , II, 315.26Q 6ographie d'A boulfSda, II, 2. p. 139.

216

Page 218: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

cular buralarda kendilerine gerekli her şeyi bulabiliyor­lardı.

Gezginlerin heyecanla anlattıkları heybetli Sultanhan kervansarayı, kalın duvarları üzerinde 24 kulesi olan gör­kemli b ir kale görünümündeydi. Buranın stratejik ve ti­carî önemi vardı. Konya, Ladik ve Ankara’dan gelen yol­ların kavşağı olan burada, yüzlerce deveden oluşan ker­vanlar, elverişli ve güvenli b ir barınak buluyorlardı. Baş­kente yakın olan kervansarayda, m ühim m at ve yiyecek depolanıyordu. Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından inşa ettirilen (1229) kervansaray, Mogollar döneminde yıkılmış, yazıtında belirtildiğine göre, Sultan II. Keyka- vus tarafından yeniden yaptırılm ıştır.

Daha 19. yüzyılda, P. A. Çihaçev’in yazdığına göre, Konya çevresinde yoğunlaşmış olan bu kervansarayların avlularında, Selçuklu egemenliğinin işareti olan betimle­meler vardı.

Kuşkusuz, kentlerde de, örneğin vezir Ziyaeddin ker­vansarayında olduğu gibi, bazan çalgıcıların^ sahneye çıktıkları müzikli "lokantalara” dönüşmüş kervansaray^ 1ar bulunuyordu.

Bunlar, feodalin günahlarının bağışlanmasını sağla­maya ya da sultanın gözünden düştüğü zaman mal varlı­ğım, el konulm aktan kurtarm ak isteğiyle inşa ettirdiği cami, medrese, hastane ya da havuz değildi. Kervansaray­ları inşa ettiren feodallar, kazanç sağlama düsüncesin- deydiler. Böylece, tüccar için, hareket etme tehlikesi aza­lıyor, feodal içinse, ticarî işletmelerden sağlanan kâr yük­seliyordu; ticaret alanına giren feodallar, büjmk zengin­likleri ellerinde toplamışlardı.

H areket sırasında, nehirlerden geçiş rahathğı sağla­mak için, örenleri bugüne değin korunm uş olan köprüler

27Afmklı, 1, 185; II, 7 0 -7 1 .

217

Page 219: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kurulm uştu; Tokat’ta, Küçük Asya’da, artık Moğolların egemen olduğu sırada, üç Selçuklu kardeş tarafından ku­rulm uş b ir köprü bulunm aktadır.

Kervanlar, korum a altında hareket ediyorlardı; tüc­carlar, yol boyunca kendilerini koruyan silahlı öncüler ya da ekipler kiralıyorlardı.

Moğollardan sonraki dönemde, yolculuğun nasıl ağır ve pahalıya mal olduğunu, Trabzon'dan Sem erkand’a, Tim ur’a gitmek üzere yola çıkan Klaviho anlatm aktadır. Ülke, küçük parçalara ayrılmıştı ve her bölgenin yöneti­cisi, engelsizce geçiş için, sürekli arm ağanlar istiyordu. Klaviho, Trabzon’dan yola koyulduğu zaman, im parator, kervana b ir askerî korum a birliği vermişti.^ Trabzon im ­para to r’una bağımlı, yalçın dağlardaki ulaşılmaz şatola­rında yerleşmiş beyler, açıkça, geçenlerden aldıkları ha­raçlarla yaşadıklarını bildiriyorlardı.

Küçük Asya’da, kervansaraylar ağı ve sikke bulun­tuları (numizmatik) haritası, Selçuklular döneminde, ti­caret yolu hattın ı tam olarak saptam aya olanak verecek­tir. Moğol dönemi, kuşkusuz, değişiklikler getirmiştir. Bu konuda da, ortaçağ Batı gezginlerinin anlattıklarına dik­kat etmek önem taşıyacaktır, örneğin, Rubruk, daha ön­ce, Sivas'tan geçen ticaret yolunun Moğollar zamanında, Erm enistan’ın güney bölgelerine kaydığını söylemekte­dir; İtalyan Pegoletto (14. yy), Dudriga dediği b ir ticaret istasvonunu anm aktadır, anlaşılan, burası, Oğuz Dudurga boyunun göçebe yurtluğu va da konaklama veridir.

Ticaret yolları çizgilerini (numizmatik) sikke bulun­tuları çekmektedir. Topraktaki sikkelerin geçerli para ola­rak ömrü kısadır; sikke, kısa sürede, toprak altında ka­lır, ama gömüler, belirli b ir zaman kesitindeki ticarî iş­lem ve alışverişlerin yansımasını ortaya koyabilirler.

28 R. G . de K lavih o. D n evn ik p u te şe stv iy a ko drovu T im ura v ı Sam ar- k an d vı 1403 - 1406 gg. spb., 1881, str. 123, 126.

218

Page 220: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Transkafkasya’da bulunan gömüler (bunlar arasında Rum Selçukluları sikkelerine de rastlanm aktadır), Moğol dö­neminde, Küçük Asya'nın da içinde yer aldığı ticaretin boyutlarını dile getirmektedir. Ansızın saldırıya uğrayan tüccar, sermayesini ivedilikle toprağa gizliyordu. Kuşku­suz, daha önceleri de, Transkafkasya ile Küçük Asya ara­sında ticaret vardı, am a o zamanlar, ticaret, huzur içinde yürüyor, sikkeler de b ir iz ve belirti bırakm adan elden ele geçiyordu. Özgün ve canlı b ir gömüler tarihi hazır­layan Y. Pohomov’un^ düzenlediği sikke gömüleri listesi, Küçük Asya’dan kuzeye doğru b ir yön belirlemektedir; ama numizmatik koleksiyonların özenlice incelenmesi, bu yolları, doğu (Orta Asya) ve güney (İtalya) yönlerinde genişletecek ve kesinleştirecektir.

Küçük Asya ile Kafkasya arasındaki ticarî ilişkiler, kültürel etkileşimi artırıyor, böylece yerleşik yaşam yat­kınlıklarına tutkuyla sarılan göçebelerin kültürü zengin­leşiyordu.

Yabancı mallar, yaygın tüketim e yönelik değildi. Bunlar, pahalıya mal olan ve halkın yalnızca yüksek, zen­gin tabakalarında, yani feodallar ve onlara yakın olan Mevleviler arasında sürüm bulan lüks maddelerdi.

13. yüzyılda canlanan ticaret. Küçük Asya'ya, az bu­lunur m allar getiriyordu. Sultan Rükneddin'in yenilgi­sinden sonra. Gürcülere, içinde Hindistan elmaslarının da bulunduğu zengin ganimet kalmıştı. Bu H indistan’lı tüc­carlar, belki de, Orta Asya yerleşik halkı Özbeklerin, aşağılayıcı "şa rta” hitabını aldıkları, o, "sartaban” tüc­carlar, Uygurlardı. Bunlar, çok eskiden, Hürzem’den Or­ta Asya’ya gelmişler, Astrahan'a ulaşarak burada yerleş­mişlerdi (Hindistan kolonisi 18. yüzyıla değin var olmuş-

29 Bkz: T rudı O bşçeatva ob sled ovan iya 1 Izu çen iya A zerbaycana v ı p. 3 (1926), İ n s t l tu t is to r ll, yazıka i l lter a tu r ı A zerbaycanskovo f ll la la A kadem il N au k SSSR , H. (44), 1938.

219

Page 221: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tur);®’ bunlar, Küçük Asya’ya, mücevher, Keşmir halıları, banyo dokum aları vb. getiriyorlardı. Keşmir, eskiden be­ri ipek sanayi ile ünlenmişti.

Kuzeyden ve güneyden, ve daha çok doğudan m allar geliyor, ama batıdan gelmiyordu. Bizans’la ticarî tem as­la r az gelişmişti. Selçuklular için, Bizans, askerî saldırı hedefiydi.

Moğol saldırısı öncesinde. Küçük Asya, çok zengin ülkeydi, ama Moğol vergi toplam a sistemi, burada, gö­nenci bozmuştur. Değerli taşlar ve kuyumcu işi mücev­herler, feodallar arasında pazar buluyordu, ve feodallar^ dan jfüksek fiyatlar isteniyordu; onlara, yakutlar "sunu­luyor”, bunun karşılığında iyi b ir parasal ödül verilece­ğinden emin olunuyordu.

Kumaşlar da, gene çok pahalıya mal oluyordu. Çele­bi Amir Arif, iyi b ir kumaş alınması için, görevliye 20 dinar, yani altın sikke vermiştir. Aracının sonradan bil­dirdiğine göre, kendisinden 22 dinar istemişler, ama o, pazarlıkla, 18 dinara alabilmiştir.®'

Kitapları, yani yapıtların elyazması kopyalarım (ge­nellikle pratik gereksinmeler için) okumuş kimseler, din­sel kişiler alıyorlardı, ve kopya uzun süre alsa da, kitap fiyatları düşüktü- örneğin, Halep'te, iki ciltlik fetva yo­rum u için kırk dirhem ödenmişti,® ve hem yazma mal­zemesi hem de emek bunun içindeydi.

N işabur’da, 50 yıl boyunca, meslek olarak kopyacı­lıkla uğraşan Abu Hatim, bu işi, "yaşarken ekmeğin, ölümden sonra ise kefen parasının kazanılamayacağı”® zavallı ve lanetli b ir uğraş olarak görüyordu.

Bu yarı aydın yoksul "yazmacının” şikâyeti, aslında,

30 N . Palm ov. A strah anskIy arhiv. Z apisk i İn st itu ta vostokoveden iya, t . II, str . 1 6 1 -1 8 2 .

31A flâk i, II, 375,32A fIâkl, I, 163.33 A. M ez. D ie R en a lssan ce des Islam s. H eidelberg, 1922, p . 176.

220

Page 222: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

N işabur'dan, Büyük Selçuklular toprağından geliyordu ama, onun durumu. Küçük Asya'da, m üslüm an kültürü ve yazı geleneklerinin göreli olarak düşük olduğu Rum Selçukluları’nda daha iyi olabilir miydi? Yazmacılık, tan­rı hayrına b ir iş olmayınca, dünyasal elyazmalarımn, bi­lim adam larını, zekâlarım tüm keskinliğiyle ortaya koy­maya zorlayan yanlışlıklarla dolu olmasında şaşılacak b ir şey yoktur.

Yazmacılık olarak, insan emeği, hiç yerine konulu­yor, en başta, kâğıda değer biçiliyordu; b ir defter kâğı­dının ederi 2 dirhemdi;^'* Mevlevi dervişi Aflâki, sufilik tarihçisi Sulama N işaburi’nin “H akikatlar K itab ı'n ın yaz­masına, 40 defter harcadığını anım sam aktadır.

Kuşkusuz, beyaz yazı kâğıdı, başlangıçta, kâğıdın yur­du Çin’den, daha doğrusu, Doğu kâğıtçılığının 20. yüz­yıla değin gelişkin, olduğu O rta Asya’dan, Sem erkand’dan geliyordu.

Gerçi, feodallar, yabancı m allar satın alıyordular, ama yerli üretim , dış pazarda ün kazanmıştı. îbn i Batûta, "başka hiçbir kentte eşi bulunm ayan” Aksaray halıları­nı övmektedir. Bunlar, M ısır’a, Suriye'ye, Irak ’a, Hindis­tan 'a, Çin'e ve “Türklerin ülkesine" ihraç edilmektedir;^^ Abulfida, Türkmen halılarından sözediyor. Batıda da, dünyanın en zarif ve güzel işleri olarak halılara, ve gene kırmızı ve diğer renklerden lüks kum aşlara değer verili yordu.®^

Küçük Asya, b ir tarım ülkesi olunca Antalya’dan Mı sır'a tarım ürünleri dışsatımı yapılıyordu; Konya’dan çekirdekleri ta tlı badem tadını anım satan (adını Arap- lardan aldığı anlaşılan, kam areddin cinsi) kuru kayısı

34A flâkl, II, 100.3 5 tb n i B a tû ta , II. 286. — E rm en ilerln d esen li yer h a lıla r ın a D oğuda

esk id en b er i değer veriliyord u (td r is l’n lu aç ık lam ası, bkz: N . Marr. A ni, Sj 128, n o t 165).

36 P. W Ittek. D as F ü rsten tu m M en tesoh e, p. 2.

221

Page 223: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gönderiliyordu.®"Doğallıkla, Küçük Asya, aynı şekilde hajiımadde dış­

satımı da yapıyordu; Fethiye^ ve Alaiye^ lim anlarından İskenderiye'ye, tüm M ısır'a dağılan kereste dışsatımı ya­pılıyordu.

Dış ülkeler arasında, Küçük Asya hammaddesinin (ve halı mamullerinin) başta gelen tüketicisi Mısır'dı, bu da anlaşılır b ir durum dur; vıcuz deniz taşımacılığı, buna, önemli ölçüde elverişli koşullar hazırlıyordu.

Ama, İtalyan tüccarlar, yalnızca, satın alma ya da değişimle yetinmiyorlardı; onlar, Küçük Asya'da, Suriye kıyısında da olduğu gibi, topraklara sahip olabiliyorlar, bu topraklar üzerindeki halkın ürettiği ya da çıkardığı tarım ya da sanayi malları, ve kereste, deniz yoluyla Av­rupa ve Afrika pazarlarına taşmıyordu.

Selçuklularda, dengenin aktif mi yoksa pasif mi ol­duğu belli değildir. Ama her türlü durumda, ticaret ge­nişti; bu, artık, tram pa yoluyla ticaret değil, parasal he­saba dayalı b ir ticaretti.

Sikke sistemi, Selçuklulann merkezi egemenliğine bağlı olduğu Abbasilerden aktarılm ış olmalıdır. Selçuk­lular, (Konya, Sivas, Erzincan gibi) çeşitli kentlerde sikke basıyorlardı.

Bakır sikke "m angır”,'’'’ ilk kez, Sultan Rükneddin Mesud zamanında (12. yüzyılın birinci yarısı) ortaya çı­kıyor. Onun ardılı Sultan II. İzzeddin Kılıçarslan, uzun süre dinar'” olarak adlandırılan, daha sonraları ise dir­hem ya da sultani (sultan sikkesi)''^ denilen gümüş sik-

3 7 lb n l B a tû ta , II, 259 - 260, 281.38 A bu lfid a (tb n l S a id 'in ta n ık lığ ı) ; b u g ü n de, F eth iye, orm anca zen g in

bir bölgedir.3 9 ib n l B atû ta , II, 267.40 İsm ail G alib . T ak v im i m esk û k a t-ı S elçuk iye. K o sta n tln iy e 1306 (— 1888)

s. 2. — Ö rneğin "m angır’", T ürk ç in gen e lerin d e para a n la m ın d a k u lla n ıl- jnaktadır.

41 İsm ail G alib , op. c it., s. 5 - 7 .42A flâki, I, 110.

222

Page 224: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

keler (1185) basar.Selçuklularda, altın sikke de yürürlüktedir. Altın sik­

ke, "alai" adını taşıdığına göre, bunun basımına, en azın­dan, Sultan I. Alaaddin Keykubad zamanından itibaren başlanmıştır.'*^ Bunun yanısıra, yabancı altın, halife altın­ları, (“halifeti altunlar") İtalyan “florinleri”, Mısır ya da Halep "yusufları", Selçuklularla ticari tem asa sahip ül­kelerin sikkeleri geçerlik taşımaktaydı.'^ Bağımlı hıristi- yan prensleri, devlet gelirlerinin başta gelen kalemlerin­den birini oluşturan "haraçları” da, altın sikkeler halinde ödüyorlardı.

Küçük ödeşmeler için akçe kullanılıyordu; örneğin, ekmek gibi zorunlu gereksinim maddeleri, akçe ile satın alınıyordu, sultanın arm ağanları da akçeyle, am a artık binlerce, yüzbinlerce akçeyle ölçülüyordu.

Halife M ustansır zamanında (h. 632 yılında), yani Sultan I. Alaaddin Keykubad'm hükümdarlığında, “bir dinarın” on dirheme eşit olmasından yola çıkan İsmail Galib, Küçük Asya'da da altınla gümüş arasındaki ora­nın Bağdat’takinin aynısı olduğunu varsayıyordu."’

14. yüzyılın ilk yarısında altınla gümüş arasındaki oran değişmemişti; îbni Batûta, Birgi prensinin kendi­sine 100 miskal ya da altın sikkeyle 1000 dirhem bağış­ladığını söylemektedir.'^

Selçuklular zamanında geçerli olan sikkenin gerçek değerini saptam ak iyi olurdu; bunun için, Küçük Asya'ja ziyaret eden yabancı, Batı Avrupalı zenginlerin yazdıkla­rını da dikkate almak gerekecektir. Kuşkusuz, sikkenin değeri değişiyordu; akçenin satın alma gücü, ekonomiyi baskı altında tu tan siyasal konjonktüre göre, bazan yük-

43 İsm ail G allb (op. c it., a. 38) ayn ı şey i söylüyor.44 Aflftkl, II, 237. —Bkz; S ten lı L en— P u l. M u su lm an sk iye d ln a stil, Çev.

V. B artold , spb., 1899, str. 60.45 ism aU G allb , op. c lt., ss. 39 - 404 6 lb n l B a tû ta , II, 307.

223

Page 225: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

seliyor, bazan düşüyordu. Örneğin, Klahivo ‘'esper”in (es- pera), yani espr - akçanın Erzincan’da ’/z gümüş riyale eşit olduğunu'*^ yazm aktadır, am a bu, artık, 1:5. yüzyıl ba­şında, Timurleng'in saldırı zam anında böyleydi.

Aynı yazarda, değişik yerler için, birçok ayrı sapta­maya rastlanm aktadır: Broker (15. yüzyılın i1k yarısın da), Anadolu için, b ir Venedik dükası karşılığında 50 akçe değerini saptarken, Edirne'de A kçenin değeri daha yük­sektir; burada 36 akçe b ir dükaya eşittir.'*® Belirtelim ki, bu, aynı zamanda dış ticaretteki hacim farklılığını dile getirmektedir.

Doğuda, her yerde olduğu gibi, banka işlevlerini sar­raflar yerine getiriyordu; Selçuklularm Küçük Asya bor- sasmda alınıp satılan sikkeler, bunlardan geçiyordu.

Olasıdır ki, Erm enistan'da da olduğu gibi, dış tica­re t mallarının iç pazara sürüm ünü gerçekleştiren aracı rolünü, yahudiler oynuyordu.''’

11. yüzyılda, Basra’daki sarraf işlemlerini. Naşiri Husrav anlatıyordu; “ bunlar sim sarlar ve tefecilerdi, ve paraları olduğuna göre, m alların fiyatlarını düzenleyebi­liyor, doğuda, vergi toplama keseneklerini de bunlar alı­yorlardı.

Feodallarm gereksinmelerini karşılarken, ticaret, devlete dolaysız kârlar sağlıyordu. Dış ticaret, devletin gelir kaynaklarından biriydi. Küçük Asya’ya gelen ya da buradan yalnızca geçen (belki, transit ticaret yürüten)) tüccarlar, "güm rük vergileri” (“baç”), geçiş vergileri vb. vermekle yükümlüydüler. Kuşkusuz, iç pazarda da (ta­rım sal ve zanaatsal yerli üretimden) vergi alınıyordu.

Ticaret yolları üzerinde yer alan büyük kentlerin ge-

47 R. G. de K lav lh o . D n evn lk p u teşestv ly a k o dvoro T im u ra vı Sam ar- band, str . 140.

48Voyage d'Outre-wer, pp. 539, 588.49 Y. M anandyan, agy. s. 69.50 K n lga p u teşestv iy a , str. 185 - 180.

224

Page 226: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lirleri önemli boyutlardaydı. 1336 yılına ait yazımdan gö­rüldüğü gibi, Moğollarca konulan yüzbinlerce dinarlık vergiler, ticaretin görülmemiş gelişkinliğini, kent halkı­nın zenginliğini dile getirmektedir. Tarihçi Hamdalla Mustavfi (Osmanlı devrinde Konya ilinin küçük b ir taşra kenti olan) Aksaray’dan, "en büyük beş kentten b iri” olarak sözetmektedir. Ama, Selçuklular döneminde de, anlaşılan, Aksaray ünlenmişti, buraya, zaman zaman sul­tan lar uğruyordu. Burası, sultanların yazlık konaklama yeriydi.

225

Page 227: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONBÎRÎNCİ BÖLÜM

Kent - Kent Düzeni - Halk - Selçukluların Başkenti Konya’da Yaşam

Selçuklular dönemi kentlerinde feodal - kök-ci toplum yapısı açık olarak yansım aktadır; kent, feodal düzeni destekleyen b ir askerî - ticarî merkezdir; burada, yüzyıl­lar boyunca feodal yapının biçimleri devam etmektedir. Dışardan bakınca; debdebe, merkezde görkemli yapılar göze çarpıyor, ama kenar bölgelere ilerledikçe yaşam alımsızlaşıyor, yoksullaşıyordu.

Bir tepenin sırtında ya da yalçın kayalar üzerinde b ir malikâne, feodal beyin ikametgâhı dikiliyordu (Kü­çük Asya'da da, İran ’da da feodallar böyle yerleşiyordu); çevrede saray erkânı ve uyruk yer alm aktadır; feodallar, hizmetlilerle çevrelenmiş b ir kümenin ortasında yaşa­maktadırlar.

226

Page 228: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Kent planı, b ir kez ve kesin biçimde belirlenmiştir. Bu planı, Ibni B atûta usunda iyi tutm uştur: Cami, med­rese, "zaviye”, hamam ve, genellikle, feodallar tarafından ganimet ve vergi fazlalıklarıyla kurulan b ir müslüman kenti için zorunlu, buna benzer yapılar.'

Feodal kültürün taşıyıcısı Küçük Asya kenti, çevre halktan, b ir duvarla ayrılıyordu. Kente yaklaşan ve eko­nomik zulmün merkezini her zaman yok edebilecek göçe* be halk ya da yan yerleşik köy, kent için korkunçtur Abulfeda’nm yazdığına göre,^ daha 14. yüzyılın ilk yan smda, Kastamonu çevresinde, 1000 Türkmen çadırı yer­leşmiş durumdaydı.

Akşamları, kentin kapıları kapatılıyordu, eğer bir yolcu gecikmişse, kentin duvarları dışında geceliyor, sa­bahleyin nöbetçi onu sorguluyor ve ancak, tatm in edici karşılık alınca içeriye girmesine izin veriyordu Kalenin (kentin) komutanı, askerî birlik eşliğinde, her sabah, kent­ten çıkıyor ve çevreyi gözden geçiriyordu. Örneğin, Ibni Batûta Davas'daki (Muğla yakınında) büyük b ir kaleyi anlatmaktadır.^ Ama, kuşkusuz, bu, b ir istisna değildi; insanlar, her yanda ürküntü içindeydi. Daha, çok eskiden, Arapların akmları, halkı kalelere kapanmaya ahştırm ıştı. Henüz eski sayılamayan b ir gerçeği yansıtan "meddah­la r” (halk öykücüleri), sultanlığın başkenti İstanbul konu­sunda bunu anlatm aktadırlar. Küçük Asya'nın derinlik­lerinde, bu düzen, Kemalistlere değin değişmeden kalmış­tır; sultanlık döneminde kent kapıları, D iyarbakır kenti­nin kapıları, herhalde, K ürtler karşısında duyulan korku-

1 K ü çü k A sya'da k en tler in (ve b ü yü k k a sa b a la n n ) say ısı, bir bölüm b ilg iye göre, ik i yü ze u laşıyord u (M ükrem in H alil, op. c lt., s. 87). M elikşah ta ra fın d a n K üçük A sya’ya gön d erilen "m inberlerin '’ sa y ısı (sek sen yed i), çok d a h a m ü tev a zı b ir say ıy ı d ile getiriyor.

2 a^ orgrap h ie d'A boulfâda, II, 2, 145.3 tb n i B a tû ta , II, 277. — B u kale kon u su n d a, ayrıca bkz: P. W ittek

D as F ü rsten tu m M en tesche, p. 66, n ot.

227

Page 229: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dan, doğuda oldum olası kökleşen b ir sistem olarak, ak­şamdan kapatılıyordu.

Kent, ticaret ve zanaat merkezidir. Kentin örgütlen­mesi, onun yönetimi, Abbasilerden aktarılm ıştı. Her semt duvarla çevrilmişti. Müslüman olmayanlar ayrı yaşıyor­lardı: Rumların, Yahudilerin vb. gene genellikle, duvar­la çevrili kendi mahalleleri vardı.

Kısası, kent, meslekî ya da dinsel ve etnik yapısına göre bölümlere ayrılmıştı.

Yabancı tüccarlar da ayrı yaşıyorlardı. Eğer bu, ör­neğin, Antalya gibi b ir liman kenti ise, gemilerinden kı­yıya çıktıkları liman yakınında yaşıyorlardı, ve bu da, tüccarların göreli olarak, kısa süre önce ortaya çıktıkla­rım anlatm aktadır. Bu, Haçlı seferleri sırasında, Levan- ta ’da b ir İtalyan tüccarın düşü olan, denize ulaştıran b ir caddeyi, "ruga”yı anım satm aktadır. Küçük Asya’da, onlar, eskiye göre yaşam aktadırlar. Semt, duvarla çevri­lidir, kapılar, yalnızca geceleri değil, müslüm anlarm or­tak namaz günü olan cum aları da kapatılm aktadır. Bir dayanağı var m ıdır yok m udur, am a Hıristiyan tüccarlar, anlaşılan, b ir dinsel fanatizmin parlayıvermesinden kork­m akta ve köşelerine çekilmektedirler ya da basbayağı baş­ka inançtan olanlara antipati süsü verilerek yağmadan çekinmekte, mallarının üstüne titrem ektedirler.

Kentin dışında, çayırlar, otlaklar, bahçeler uzanıyor­du; kent ve köy birbirine karışıyor, aradaki sınır belirsiz­leşiyordu, buranın kent olduğunu söylemek güçtü. Bura­larda, örneğin Ahlat’ta ve İznik'te olduğu gibi, yalnızca bahçeler değil, sürülmüş tarlalar da yer a lıyordu / Kent­te yaşayan herkesin b ir avlusu, tarlası ve bahçesi vardı, ve bunlar, hemen yakında bulunuyorlardı. Buralar, belli ki, henüz tümüyle yapılaşmamış ve yerleşmemiş olan feo-

4 tb n i B a tû ta . II, 323 - 324.

228

Page 230: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dalların genç merkezleri, yeni Türk kentleriydi.Büyük kentlerde (Konya, Sivas, Kayseri) yaşayanla­

rın sayısı, galiba, 100 bine kadar ulaşıyordu. Gelişme ça­ğında, Sultan I. Alaaddin Keykubad döneminde, ticaret yollarının merkezinde yer alan Sivas'ta, 15. yüzyılda, Bi- zanslı yazar Halkondil'in belirlediğine göre, 120 bin kişi yaşıyordu.

Dokuma ve maden sanayii merkezi Arsengan’da,^ ya­ni yaşamı boyunca, birçok yer sarsıntısına uğramış olan Erzincan kentinde, R ubruk’un Küçük Asya gezisi öncesin­de, kayıtlarda belli olan 10 bin kişi ölmüştü, Haklarında bilgi bulunm ayan yoksullar, bunun dışındaydı.'®

Kentler arasında, kuşkusuz, devletin başkenti, siya­sal, ticarî kültürel yaşamın merkezi Konya belirginleşi­yordu.

Adını, duvarlardaki Meduza başı betimlemesinden al­mış olan eski Rum kenti Konya ("Ikonion"), kaynaklar fışkıran tepelerin eteğinde bulunm aktadır. Kentin yeri, iyi seçilmişti. Su, barış zamanında yaşamı şeneltiyor, ku­şatm a sırasındaysa, duvarları çevreleyen kanalları doldu­rarak, kenti düşmandan koruyordu. Susuz Konya bozkır­larım geçtikten sonra, çaylar ve yeşil alanlar bulan sul­tanın beldesini gördükleri zaman. Haçlıları saran heye­can da anlaşılır b ir şeydir.^

Ama, 12. yüzyıl sonunda, Konya, henüz b ir askerî kamp, geniş b ir göçebe yurtluğu görünümündeydi. IH. Haçlı yürüyüşünün am yazan Tagenon (1190 yılında), Konya'da, Türklerin çadırlarda vaşadı&mı yazmaktadır.

Genellikle, dışardan da tehlike tehdidi vardı. Örne­ğin, Selçukluların başkentinin (1190 yılında) duvarları

s l b n l B a tû ta , II, 294.6 V. de R ubruk . P u teşestv iy e v ı vosto çn ıy e stran ı. str, 175.7 VI. G ordlevskiy. İz Isto r ll vodop olzovan iya v ı K onye. Zapiski tn s t i tu ta

vostokoveden iya , t . II, str . 184.

229

Page 231: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

önünde, Haçlıları, Alman im parato ru Fridrich Barbaros- sa’yı görüyordu, daha sonra ise, Boemund yüzünden sul­tana kızan güçlü Melik Gazi Ahmed Danişmend, birlik­lerini Konya üzerine yöneltmişti. Tahta iyice yerleşen Sultan I. Alaaddin Keykubad da, doğal olarak, sağduyuy­la, kentin tahkim atını restore etmeye karar vermişti.

14. yüzyılın 30'lu yıllarında, yani Selçukluların yıkıl­masından hemen sonra kentte bulunm uş olan tbni Batû- ta şöyle yazıyor: "Burası, suyu ve çayları, bahçeleri ve meyveleri bol, iyi kurulm uş büyük b ir kent. Konya’nın caddeleri geniş, pazarlan şaşırtıcı güzellikte düzenlenmiş, ve her zanaat türü, ayrı b ir yerde konumlanmış durum ­da.’’®

îbni B atûta’nm uğrayıp göz attığı her yerde atelye ustaları ("ehl-i küll-i smae”), m.eslekî gruplar ("taife"), birbirinden ayrı yaşıyorlardı. Örneğin, Konya’da, altın işleri ustalarının, yani kuyumcuların’ dükkânlar dizisi vardı, pam uklu dokuma tüccarları “bezzaziye”'“ sırasını oluşturuyorlardı vb.; yani tüccarlar da, herhangi b ir tü r m ahn ticaretini yapan kendine özgü loncalarda birleşi- vorlardı; bunlar, ticareti tekelleştiriyorlardı. Bunlar, b ir­likleri adına ortaklasa harcam alar yaparak parasal özve­ride bulunuyorlardı, örneğin, Konya’da pam uk ve pa­muklu dokuma tüccarlarının yaptırdığı b ir medrese var­dı.

Ticaret, belirli verlerde yürütülüyordu. Kentlerdeki pazarların sayısı çoktu. Örneğin, Konya’da atpazan var­dı (bugünkü mevdan da bunu dile setirivor"): tutsak kö­lelerin sunulduğu “Esirler Methali” denilen b ir eiriş yeri vardı; daha sonraları B. dela Broyker Bursa’da ticaret

8 ib n l B a tû ta , II, 281. B u n u n la b ir lik te , 14. yü zy ıld a yaşam ış olan M u stavfi, K onya’n ın y ık ılm ış lığ ın d a n sözetm ek ted lr (G. Le Stran ge. T he L ands o f th e E astern C allphate. Cam bridge, 1930, p. 148).

9A flâ k i,II , 375.lOAflâkl, II, 262.

230

Page 232: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

düzenini gözlemlemiştir; tu tsak lar peykeler üzerinde otu­ruyorlardı, yalnızca yüzleri ve elleri görünüyordu; kadın­lar, (bunu, Şam 'da görm üştür) atlar gibi, teşhir edilmek üzere kent boyunca dolaştırılıyordu; Yahudi mahallesin­de şarap satılıyordu," müslüm an b ir devlet olarak Sel­çukluların başkentinde, şarap için, merkezde b ir yer ayır­mak, kuşkusuz, uygun değildi. Düzenlemeyi ise, katolik sansürü işlevlerini yerine getiren "m uhtesib”' (belediye işlerine bakan memur, ç.) izliyordu.

Aflâki'nin yazdıkları, Celâleddin’in eski yaşamına ilişkin öyküler, kentin topografisi için değerli malzeme içermektedir. Ayrıca, günümüz Konya kentinin, kuşkusuz, Selçuklular dönemi izlerini henüz koruyan mahalle ve yer adlarının incelenmesi, ve m ülklerin sınırlarını belir­leyen vakfiye (vakfın koşullarını saptayan belgeler, ç.) hi­be senetlerinin gözden geçirilmesi, bunun iyice ortaya konulmasına yardımcı olacaktır, örneğin, Naib Celâled- din Karatay vakfiyesinde ilginç topografik işaretlere rast- lanm aktadır: Tahıl pazarı; kentin sınırları dışında Çaş- nigir Kalesi; anlaşılan o, saray nezdindeki göreviyle her­kesçe tanınan biriydi; giriş kapılarının karşısında Kara­tay medresesi bulunan Kemaleddin Rum taş medresesi; Sultan kapısı, Necmeddin Behram şah mülkleri, kadın mülkleri: Melek hatun, Saliha hatun. Bunlar, anlaşılan, kocalarının ölümü üzerine taşınmaz mal hak lan kendi­lerine geçen varlıklı kadınlardı.

Devletin başkenti Konya’da, "toplum un seçkin kesi­m i”, saray, feodallar ve onların hizmetlileri toplanmıştı. Din adam ları kesimi, kadılar, ulema, dervişler, (rüşvetle büvük varlıklar elde eden) divan görevlileri ile camileri, türbeleri, anıtları koruyan m uhafızlar da burada yaşıyor­lardı.

11 A flâk l, II, 121. IJA flâk l, II, 320.

231

Page 233: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Her yandan insanlar başkente akın ediyorlardı. Kuş­kusuz, yerli Hıristiyan halk, Rum lar ve Ermeiiiler, ve ya­bancılar, Araplar ve îran lılar vardı. Iranhlar, herhalde, daha fazlaydı. Bunları, sultanların genellikle îıanh lardan seçtiği yüksek görevliler, vezirler getiriyordu; okuryazar­lar, hatta tlar tranlılardı.

Mevlevilerin de uğradığı gürültülü meyhaneler, he­veslilerden zengin olan ve yüzlerce köle kadına sahip çal­gılı yerler vardı'^ vb..

Selçuklular dönemindeki eski Konya’nı.'i bıraktığı izlenim güçlüdür. Celâleddin Rumi, oğlu Bahacddin Sul­tan Veled'e hitaben, ve duyduğu hayranlıkla .şöyle hay­kırıyordu: "B ir göz at, emirlere, erkâna ve eşrafa ait kaç bin ev, saray var. Kentte, tüccarların ve eşrafm ("eşraf”) evleri, esnafın evlerinden daha yüksek, em irlerin malikâ­neleri ise, tüccarların evlerini aşıyor; tıpkı böyle, sultan­ların ve beylerin saraylarının kubbeleri de yüz defa daha yüksek ve diğerlerinden daha değerli.’’’''

Yerel toponominin ve eski gömütlüklerin incelenme­si, kuskusuz, Selçuklular devri feodallar sınıfının tarihi için güvenilir belgesel malzeme sağlayabilirdi. Konya ya­kınındaki, sahiplerine iyi ürün ve, herhalde, iyi gelir sağ­layan sulak topraklarda yerleşmek için feodallarm çaba­larını, ben, ortaya koymayı denemiştim.’'

Konya’nın yüceliğiyle övünen Celâleddin Rumi’nin ağzından, Aflâki, toplumsal ilerlemelerin de belirdiği en yüksek gelişme çağı olan 13. yüzyılda, Selçuklular döne­mi kentini anlatm ıştır.

Kent topraklarını b ir sıra halinde işgal eden birbi­rinden tümüyle ayrı konutlar, yerli halkın üç kesime ay­rıldığını işaret etmektedir. Feodallarm ellerinde —sultan

13 A flâk i ,I, 185; II, TO - 71.14AfiaM, I. 215.15 VI. G ordlevskiy. İz Istoril vodop olzovan iya v ı K onye. Zapiski fn ts ltu ta

vostokoveden iya, t. II.

232

Page 234: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tarafından bağışlanan topraklardan, seferlerden ve tica­retten biriktirilen zenginliklerden oluşan— taşınır ve ta­şınmaz m allar bulunuyordu. Bunların zengin malikâne­leri vardı. Köleleştirilmiş olan köylülük, tümüyle bunlara bağlıydı; köylülük hem köyde, hem kentte onlar hesa­bına işlemektedir. Ama, toprak ürünleri çıkaran tarım ülkelerinde, el zanaatları sanayisi de belirginleşiyordu. Feodal ile köylü arasında, yeni b ir toplumsal kesim, za­naatçılar yükseliyordu. Zanaatçı, feodalin himayesinden kurtulm uştur; o, b ir zamanlar, köyde hesabına çalıştığı sahipten bağımsız durum a gelebilmiştir. Zanaatçı, henüz kararsızdır, dayanacak b ir yan aram aktadır, ama lonca dayanışması ona güç sağlam aktadır. Zanaatçıların çalış­kanlığı sayesinde, kentlerde, zanaatlar gelişme göster­m ektedir. El zanaatları sanayisi, kentin önemini yükselt­miş, nüfusu ve onun gönenci artm ıştır. Kenar bölgelerde ise, kent yaşamı koşullarının türettiği b ir yoksul kesim, acınası, sıkışık barakalarda barınm aktadır.

Bu üç yerli toplumsal kesimin dışında, tüccarlar yer alıyordu; yabancı ve denizaşırı m alların çekiciliğine ka­pılmış olan feodal, ülkeyi, kaygısızca, tüccarların soygu­nuna teslim etmiş ve tüccarın nasıl mal satın aldığını, yerel doğal zenginlikler ve m am uller üzerinde nasıl spe­külasyon yaptığını, sakince seyretmektedir. Mal varlığının üzerine titreyen tüccar, kervansaraya kapanarak kendisi­ni soyutlamaktadır. Ama, tüccar, cebini doldururken bile, buraya, incelmiş yatkınlıklar da taşım aktadır; tüccar, ayrı soylardan halkları yakınlaştıran b ir kül+’" r tasıvıcı- sıdır. Böylece, onun aracılığıyla, başka ülkelerin kültürü­nü kazanan Selçukluların başkenti, daha da parlak şekil­de bezenmektedir.

Kentin yapılarının hepsinden daha üstün olarak sul­tanın sarayı yükselmektedir; kentte düzeni, feodalların çıkarlarını koruyan ücretli b irlikler sağlamaktadır.

233

Page 235: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Yaşam pahalılığının durum u belli değildir. Kuşku­suz olan şu ki, tarım sal ürünlerin (ekmek, bal, et vb.) fi­yatları düşüktü. Bir ürün zamanı, Fahreddin adlı b ir kişi, bahçesinden 9 bin dirhem kazanmıştır; gerçekte, ürün, Celâleddin'in “kutsal hırkasını” sağladığına göre, bu ra­kam, Aflâki’nin sofuca uydurm asının b ir sonucudur.

Ama kuraklık durum unda, fiyatlar, ansızın yükseli­yordu,''^ savaş zamanında da böyle oluyordu. Aksaray’ı, Mısır Sultam Baybars’m geri çekilmesinin erzak yetersiz­liğinden kaynaklandığını anlatm aktadır; b ir garnets ta­hıl, 40 dirheme bile almamıyordu, b ir pud üzümün (16,3 kg) fiyatı 10 dirhem di.’

Gündelik yaşamın ayrıntılarıyla uğraşan Aflâki, ba- zan, yaşam maliyeti konusunda kesin b ir düşünce ver­mektedir. Celâleddin Rumi zamanında, b ir çörek 1 akçe ediyordu (120 akçe b ir sultan dirhemiydi). Celâleddin’in gizemli m ürşidi Şemseddin Tebrizi, yarım çörekle açlığım gideriyor, diğer yarısını yoksullara veriyordu.'®

îbni B atûta’nm Küçük Asya’da yolculuk \ap tığ ı 14. yüzyılda, köy ürünlerinin fiyatı artık yükselmişti, ama gene de, o, ülkede ucuzluk görüyordu: K astarronu’da, o, temizlenmiş semiz b ir koyun gövdesinin yansını 10 dir­heme, 10 kişilik ekmeği 2 dirheme almıştı, bu, onlara b ir gün yetiyordu, ayrıca, ballı helva yine 2 dirhemdi.”

Akçenin ve dirhemin hesabım yalnızca yoksullar ya­pıyordu. Zenginler, paraya acımıyorlardı, kutsal savaş­lar olan gazavatlardan, hıristiyanlardan alınan genel ver-

16Aflâkl, I, 270 - 331.17 V. Bartold. O n y e k o to n h vo sto çm h rukop lsyah , str. 0132. l3A flâk l, II, 127 (O rijinalde '‘pul" sö zcü ğ ü vardır; R aşidü'l D ln ’de R um

akçesi çok daha sağ lam bir sik k ed ir). 15. y ü zy ılın ik in c i yar ısın d a (su lta n II. M eh m ed'in h ü k ü m d arlığ ı s ırasınd a, ağ ır lığ ı durm adan aza lan ) gü m ü ş akçe, M. G alib 'in sa p ta d ığ ın a göre, 33 parayı karşılıyordu (Bkz: Ali, F atih zam an ın d a akçe neydi? T ürk T arih E n cü m en i M ecm uası, no: 4 9 -6 2 , s. 59), B u n u n la b irlik te , bu , 13. yü zy ıld a a k çen in değeri k on u su n d a yetersizd ir.

19tbni B atû ta , II, 342.

234

Page 236: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gi olan haraçlardan gelen zenginlikler, kentlerde toplanı­yordu.

Savaş sırasında yağma yapılıyordu, ve öyle oluyordu ki, yerel taşım a olanakları yetmiyordu. Kral II. Büyük Le- von üzerine yapılan sefer sonunda elde edilen ganimet, o denli fazlaydı ki, Raşideddin’in belirttiğine göre, silahla- rnı, ganimetin yerleştirilmesi için, Kayseri'den eski ara­balar olan 200 "kağnı” istenmişti. îk i tekerlekli “kağnı” arabalarının yerine, zamanın dört tekerlekli arabalarını yerleştirmeye çalışan îsm et İnönü'ye, Ankara’da b ir köy­lü, bu arabaların 500 okkaya kadar, yani 600 kilogram yük taşıyabildiklerini bildirm işti. Demek ki, 200 arabaya 120 bin kilogram yüklenmiş oluyordu.

Fiyatlar hızla düşm üştür. Vakayiname, ancak, başa­rılı b ir seferin pazarda değişiklikler getirmesi gibi olağan­üstü durum larda, bundan sözetmektedir: Bir inek 2 ak­çeye satılıyordu, 5 koyun ise 1 akçe ediyordu, yani inekle koyun arasındaki fiyat oram, 40:1 kadardı, ya da b ir ine­ğin değeri 40 koyuna eşitti.^ Ve belirtelim ki, zenginliğin büyük baş hayvan sayısıyla hesaplandığı m eraları bol b ir tarım ülkesi için, bu, şaşırtıcı değildir.

Vakanüvist, Kayseri pazarında, güzel b ir hıristivan tutsağın 50 akçeye, yani b ir ineğe verilen tu ta r karşılığın­da satıldığını yazdığı sırada, açıktır ki, her şeyin değeri düşm üştür. Ama, bu ucuzluktan kârlı çıkanlar, yalnızca feodallardı.

Feodallar, saga sola para saçıyorlardı, her bakım dan bolluk içindevdiler. Sarayın yüksek zümresi (n'eclis Emi- ri Mubarizeddin Behram şah ve Em ir Seyfeddin Avba Bev") Yandaşlarını bir araya tonladığı zaman, m utfakla­rında, günde 100 kovun pişiriliyordu; sofra takımları, kaplar, değerli taşlarla işlenmiş altındandı. Feodaliarın

20 G enel olarak ve galiba, bu , y a ln ızca o zam an İçin ve ya ln ızca K üçük A sya İçin b ir gösterge deglld l, 1 İn eğ in fiy a t ı 10 koyu na e ş itti.

235

Page 237: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

cömertliği konusunda okuduğu ya da işittiği tipik öyküyü yineleyen Yazıcioglu Ali’nin anlattığına göre, bunların en kötü ozana ya da b ir garip konuğa bağışladıkları en küçük armağan, bin altına eşit olabiliyordu.

Sultan, kuşkusuz, çok daha lüks b ir yaşam sürüyor­du. Onun feodallara verdikleri b ir bölümüyle kendisine geri dönüyordu, tahta çıkışı sırasında ya da hatta baş­kente dönüşü sırasında, üzerine gümüş ve altın sikkeler, dirhem ve dinarlar serpiliyordu.^’ Sultan II. Gıyaseddiri Keyhüsrev’in eşi, b ir Gürcü kızı olan Gürcü Hatun, b ir defasında, kendisine sunulan yakut karşılığında, 180 bin dirhem para ödemişti.

21 Para serpm e, D ogu ’da b u g ü n de h â lâ sü ren bir ge len ek tir . "D ünya T iyatrolarında" b a şlık lı an ıların da , Papazyan , bir seferind e, Cezayir'de bir Arap İzley ic in in a k tr is tin (T in a di L orentso) o y u n u y la lıeyecan a gelerek k u ­şa ğ ın d a n ç ık ard ığ ı ş işk in bir kesed en , o y u n cu n u n üzerin e g ü m ü ş sikkeler serp tiğ in i an la tm ak tad ır .

236

Page 238: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONÎKÎNCÎ BÖLÜM

Selçuklular Dönemi Sanat Anıtları - Selçuklu Sanatının Kökeni - Selçuklu Sanatının Özgün Çizgileri - Yerli Etki

Selçuklular, tüm Küçük Asya’da, cöm ert elleriyle, üstün sanat yapıtları gerçekleştirdiler. Yollar üzerinde özel pratik gereksinmeler için yapılan hanlar, kervansa­raylar; kentleri güzelleştiren ve hayır sahibine cennet yo­lunu açan camiler, medreseler, "darülcezeler” vb., sanat yapıtları özellikleri taşıyordu.

Toplumsal yapıların kurulduğu yerler, yalnızca, baş­kent, ya da Küçük Asya ortalarındaki kentler değildi; Selçuklu egemenliğinin bazan hayal meyal olduğu, ör­neğin Efes Ayazluk gibi batıdaki uzak bölgelerde de Sel­çuklular dönemini anım satan yapılar kalm ıştır.'

1 K ü çü k Asya'da arkeolojik ve p la stik sa n a t a n ıtlar ı, g en iş bir ç a lışm a ­da a n la tılm ış tır : A. G abrlel, M on u m en ts T urcs d’A natolIe, Paris. 1934.

237

Page 239: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Selçuklulara ün sağlayan yapıların kurulm ası, 13. yüzyıl ortalarına rastlam aktadır. Yurdundan zoraki ayrı­lığı sırasında, İstanbul’da, Avrupa kültürünü öğrenen, sa­nat yapıtlarının ateşli koruyucusu Sultan I. Alaaddin Key- kubad, camiler, kervansaraylar gibi anıtsal yapılar dik­mektedir; kentler kurm akta (Alaiye ve Kubadiye), Kon­ya’nın ve Sivas’ın surlarını restore etmekte, başkentin su dağıtım sistemiyle ilgilenmektedir, ve tüm bunlar, sağ­lamlık ve güzellik damgası taşım aktadır. Ticaret, büyük kazançlar getirmektedir; zenginlikler, yalnızca, feodallar- da yoğunlaşmakla kalm am aktadır.

Selçuklular döneminde, Sivas’ta, gönencin ne denli yüksek olduğunu, örneğin, kent yaşayanlarından birinin kurduğu çok güzel b ir medrese dile getirmektedir: Yapıyı yaptıran, kendisini, sadece "hakir kül” olarak adlandır­m aktadır, onun resmî yüksek konumunu gösterecek baş­ka hiçbir ünvanı yoktur.^

Rum'a yolu düşen b ir yabancıyı heyecan sarıyordu.Boyundurukçu Türklere, onların kültürüne karşı,

kuşkusuz, gizli karşıt duygular besleyen doğu hıristiyan- ları, Selçuklular başkentinin güzellikleri önünde hayran kalıyorlardı.

17. yüzyılın ortasında, Konya’dan geçerek Moskova’­ya seyahat eden Antalya Patriği Makari, “Kentte olağan­üstü yapılar ve çeşitli kişilere ait çok sayıda tablo ve re­sim var. Bunlar, öyle ki, b ir konuşm adıkları kalıyor.” diye yazıyordu.

Bu görkemli yapıları gören yabancı,'' kurucularının zenginliği karşısında, saygıyla dolu b ir heyecan duyuyor­du. Ticaret genişliyor, sermaye ve az bulunan mallarla

2 M ax van B er c te m e t H alil Edhem , A sie M ineure, p. 28.3 P u te şe stv ly e ... Çev. G, M urkos, v ıpask perviy, M oskova, 1896, str, 9.4 Bkz: Fr. Sarre. K onla. S e ld sch u k lsch e B andenkm âler. B er lin s. a.

("D enkm aler perslscher B au k u n st" T eli 1, ayrı b asım ı, ayn ı yerde s. 27 - 30 ek len en m ak ale: M ax D evi. D le S e ld sch u k lsch e O rn a m en tik ).

238

Page 240: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ilgili işler çeviren feodallar sınıfı zenginleşiyor, zengiıt leştikçe yapı yapıyordu.

Selçuklularda, sanata eğilim ansızın güçlenmiştir. İZ yüzyılda, henüz, sanatı düşünmeye vakit yoktu. Savaşını 1ar, tüm zamanı alıyordu; 11-12. yüzyıllarda, devletin oluşum dönemi, öyle görünüyor ki, sanat bakımından bir iz bırakm adan geçmiştir. Kuşkusuz olan şu ki 12. yüz yıldan, çok seyrek anıtlar kalmıştır; örneğin, Konya’daki Alaaddin Camisi’nde bulunan ağaç oyma minber, üzerin deki yazıttan anlaşıldığına göre, Ahlatlı Hacı usta ta ra fından, 1155 yılında bitirilm iştir. Minber, belki, Konya’ ya sonradan taşınmıştı.

Ama, devlet güçlendiği zaman, Selçuklular, başka hüküm darda olanın kendilerinde de bulunm asını yeğle­meye başladılar. Şu var ki, bunlar, henüz, tüm zamanla­rını, akm lara ve savaşlara harcıyorlardı. Sultan Alaaddin Keykubad tarafından yenilenen Konya surları, bu bakış açısından ilginçtir. Kenti saldırılardan korurken, o, sur­ları, aynı zamanda kendine özgü sanat yapıtı clarak kur­du. H er şeye karşın, bunlar, sultanın henüz sanatsal de­ğil, askerî am açlar güttüğünü göstermektedir.

Bundan aşağı yukarı yüz yıl önce, Konya’yı ziyaret eden Ş. Teksye, Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılan kent surlarının dokunulmadan bütün olarak kaldığını söylemektedir.® Bunlar, birbirindea 40 adım uzaklıkta dört köşe kuleleriyle bozulmadan kalmıştır, duvarlara Aşil’in yaşamını betimleyen lahit, antik ve Bi­zans yazıtları kalıntıları yerleştirilm iştir vb.; bundan iki üç yıl sonra, Konya’da bulunan Moltke, “putperest” su­naklarının, hıristiyan mezar yazıtlarının, aziz betimleme­lerinin, Ceneviz haçlarının, Roma kartalının "ve Arap as­lanının” bulunduğunu eklemektedir. Kapıların üzeri ise

5C h . Texler, D escrlp tlon , T exte, 2. Paris, 1849, p . 144.

239

Page 241: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

iki barelyef, Ormuzd ve Ariman ile süslenmişti. Burada­ki, çeşitli çağlardan toplanan anıtların, üslupların düzen­siz b ir karışım ıdır. Yapıları yapanlar, antik ve ortaçağ anıtlarına, kendisine özgü gerekli b ir malzeme olarak bakm aktadır, ve yalnızca bu kadar. Ve bu, belki de, sur­ları, deneyim sahibi olmayan, pratik ten yetişme yerli us­taların kurm asından kaynaklanm aktadır. Ne var ki, sur­lara düzensiz olarak yerleştirilen bu öğelerden, kısa sü­rede, bütünlüğü olan b ir Selçuklu sanatı yaratılm ıştır.

Konya’nın surları, gelişmesinin ilk aşamasında, Sel­çuklu sanatının simgesini ortaya koyar gibidir. Tüm bun­ların alıntı olduğu açıktır, usta, bunları izleyene safdilli- likle anlatm aktadır, bunların sonradan keşfedilmesi için, sanat araştırıcısının bakışı gerekmektedir.

Yerli kültürün geriliğini gören Selçuklular, ülke dı­şından ustalar çağırırlar; kendi yurtlarında ağır koşul­larda yaşayan yabancı ustalar. Küçük Asya’ya yerleşirler.

Önce, Harzemlilerin, sonra, yolları üzerinde rastla­dıkları her şeyi yıkıp yağmalayan Moğol ordularının sal­dırısının yaydığı korkular, insanları, doğup büyüdükleri yerleri terketmeye zorlamıştı. Rum Selçuklularının dev­let yapısını ve kültürünü oluşturan kafa emekçileri, top­raksız zanaatçılar, dervişler, ulema, özellikle kaçmışlardı.

Azerbaycan’dan, G ürcistan’dan, Erm enistan'dan ge­lenler, Küçük Asya’yı doldurm uşlar ve sanatsal sanayinin ve mimarlığın gelişmesine yardımcı olmuşlardır.

Her yandan, iş isteminin sürüklediği b ir insan seli akıyordu; siyasal ve ekonomik karışıklıklardan ötürü, ül­kelerini terkeden bu insanlar, Küçük Asya’da, güleryüz ve sevecenlik buluyorlardı. Alabildiğine hızlı tem polarla kentler kuruluyor, camiler, köprüler, medreseler vb. ya­pılıyordu. Bu yüzden, kalifiyeleşmiş zanaatçılar gerekliy­di.

Ezilmiş b ir sınıf olarak zanaatçılar, şimdi, kent ya­

240

Page 242: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

şamında büyük rol oynam aktadırlar. Bunlar arasından, yapıları planlayan, m im arlık kurallarını yaygınlaştıran, sanatsal tarzlar yönlendiren gerçek ustalar çıkmıştır.

Ustalıklı ince metal ve ağaç oymalar, arabesk süsle- leme vb.. Tüm bunlar, onların elinden çıkıyordu;* onla­rın çalışmaları sayesinde düzgün, zarif yapılar kuruluyor­du. Feodallar tarafından özendirilen zanaatçılar, Selçuklu sanatını yaratm ışlardır. Adları, yapılarda bazan rastlan­tısal olarak kalmış olan bu zanaatçı ustalar, Selçuklular dönemi sanatım, yüksek b ir basamağa ulaştırm ışlardır.

Selçukluların yapılarında, yalnızca yerli ustalar ça­lışmadığı gibi, onlardan daha fazla yabancı (Kafkasya'­dan, Mezopotamya'dan,^ Şam'dan) ustalar çalışmışlardı.

Sultan I. Alaaddin Keykubad zamanında. Kuzey Su­riye, mimarlığın ve sanatsal sanayinin merkezi durum un­daydı. Mısır'a, Mezopotamya’ya ve Küçük Asya’ya, bura­dan, ustalar gidiyordu. Konya’daki Selçuklu anıtlarında da, Suriye okulunun izleri yansımıştır.®

M imarlar arasında hıristiyanlar da vardı, am a bun­ların ad lan , bazan, milliyetlerinin belirlenmesini güçleş­tirm ektedir; örneğin C. H uart, Sivas inşaatçılarından "Kaloyani”yi Rum olarak kabul ederken, Max: Von Ber- şam için, bu, Konya'nın kuruluşunda iz b ırakan b ir Er- menidir.’

Anlaşılan, b ir bölümüyle Selçuklu devleti toprağında yaşayan yerli Hıristiyan Rum ların ve Erm enilerin katılım ­ları da önemli boyutlardadır.

Sikke koleksiyonlarında, görülüyor ki, sikke bası­m ında da dışardan gelme ve yerli ustaların katılım ı belli

6F r. Sarre. E rzeugn isse is lam lsch er K u n st, B . II, S e ld sch u k isch e K le in - k u n st . M it 25 T a fe ln u n d 38 T extab b ild u n gen . LeipzIg, 1909.

7 Cl. H uart. E plgraphle arabe, pp . 32, 33, 45.8 M. van B erohem e t J . S trzygow sk l. A m lda. Held,elberg, 1910, p. 104,

n o t. 3, ( litera tü re gönd erm eler b ir araya g e tir ilm iş tir ).9M ax va n B ercb em e t H alil Edhera. A sle M ineure, p. 21, n ot. 3, 4.

241

Page 243: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

olm aktadır. Gümüş sikke üzerindeki zarif desen, dışarı­dan, b ir m üslüm an ülkeden aktarılan güzel yazı tekniği­ni, Bağdad okulunu belli etm ektedir, ama bakır sikkeler üzerindeki açıklayıcı yazılar, bunları kazıyan ustanın içe­rik ve harfler bakım ından kendisine yabancı bu kutsal formülleri işlerken, ne denli özensiz davrandığını göster­mektedir. Has madenlerden bakıra geçerken, sanatçı, ka­ba b ir zanaatçıya dönüşüyordu. Anlaşılan, sikke basımıy­la uğraşılan devlet atelyelerinde, yerli hıristiyanlar da çalışıyordu.

Çok küçük sanatsal çalışma ürünlerinde, kuşkusuz, ad bulunmuyor, ama çalışma stili, karşılaştırm alı incele­me, bunların doğduğu yeri gösterebilmektedir. Ahilerin zaviyelerinde keyif meclislerine katılan îbni Batûta, ba- zan, Mezopotamya avizeleri konusunda not düşmektedir. Yabancı ustaların sanatlarını, yerli ustalar da kavram ış­lardır.

Mimari anıtlarda en çok sevilen, fon, koyu mavi renkti; elyazmaları desenlerini de koyu mavi b ir zemin, "Türk mavisi” süslüyordu.

Selçuklular, m inyatürü bildikleri gibi, portre ressam ­lığını da biliyorlardı. Bir ara İkdam gazetesinde, M. Fuad Köprülü, Küçük Asya’da Türklerin sanatına ayrılmış b ir dizi deneme yayımlamıştır. Rum Selçukluları dönemi için belirleyici özellik olan hıristiyan - müslüman kültürel b ir­liği, burada b ir kez daha yansım ıştır. Örneğin, b ir hıris- tiyan usta, "Rum ressam ” Aynû’d Devle, sultanın eşi Kiçi H atun'un (belki, m istik şairi seven Gürci hatun) verdiği görevle, Celâleddin’in portresini yapm ıştır; aynca, Erm e­ni ve Türk (şeyh Bedreddin Yavaş) ressam lar vardı. Ya­zarın, kabul ettiğine göre, resim sanatında Bizanslılarm etkisi belirgindir.'®

10 VI. aord levsk iy . İz Jlznl sovrem yon noy T u rts il (V ostok, kn . 3, str.204).

242

Page 244: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Rum Selçuklularının yaratıcılığının özgünlüğünü bü­tünüyle reddeden P. Wittek, Selçuklular dönemi Küçük Asya anıtlarının, yalnızca, daha yetkin olan Iran anıtla­rına, incelemek için ulaşılamadığı ya da daha az ulaşıl­dığı için, b ir izlenim bırakabildiğini belirtm ektedir. Bu­rada, kuşkusuz, b ir abartm anın, Selçukluların sanatının değerini önemsememenin önemli payı vardır; o. belki de bilinçsiz olarak, sonraları, görüşlerini değiştirmiş olan F. Zarre’nin b ir zam anlar söylediğini yinelemektedir. Wit- tek için, Rum Selçukluları tarihi, b ir yandan Bizans ta­lihini, diğer yandan Türkiye tarihini açıklayan b ir ek malzemedir.

Tarihçi olarak, P. W ittek’in bakış açısı taraflıdır. Türkler, Küçük Asya toprakları üzerinde, Selçuklulardan çok önce yerleşmişlerdir, ve Selçuklulardan sonra da Kü­çük Asya, Türklerin yönetiminde bulunm uş (ve bulun­m aktadır), am a sadece Selçuklular tarafından yaratılan anıtlar, erişilmez örnekler ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz, Rum Selçuklularının üstün yararlılığı, ar­tık, iç düşm anların üstesinden gelir gelmez, dinsel —ba­şına buyrukçu düşünceler taşıyan Danişmend— gaziler saf dışı bırakılır bırakılmaz, yerleşik Türk öğelerin yeri­ni bulm asında ve Selçukluların da yapılarla uğraşmaya başlam alarm dandır.”

Köyde, demirciler tarafından; kentte, kerpiç yapı us­taları tarafından, yerli halkın zorunlu pratik gereksin­melerine hizmeti sürdüren, ve zenginleşen feodalların desteği sayesinde gelişen Selçuklu m addi kültürü, 13. yüzyıl ortasında, ansızın, görülmemiş b ir yüksekliğe eriş­miştir; kültür, kaba zanaatçılıktan incelmiş b ir zarafe­te ilerlemiştir; dinsel ve dünyasal yapılar, sanatsal (hah

11 M ü slü m an k ü ltü rü n d e , S e lçu k lu la r ın ro lü k on u su n d a bkz: T. K o- valsk l, N a sz lak ach Islam u. Szkicez h is to r il k u ltu ry lu d o w m u au lm an sk lch . K rakow , 1935, pp. 78 - 82.

243

Page 245: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dokum a ve metal) sanayii, ufak elişleri (kuyumculuk, oy­ma işleri) vb., tüm bunlar, Selçuklu sanatm m belirleyici özelliğini ortaya koyan ortak damgasını taşım aktadır.

Sanatsal sanayi, ortak b ir kü ltür kaynağının izleri­ni taşım aktadır, seccadelerde ve camilerdeki m inberler­de, aynı m otiflere ve renklere rastlanm aktadır, çünkü bunlar, aynı şekilde dinsel am açlara hizmet etm ektedir­ler.

Ne var ki, kültürünü ivedilikle benimsedikleri Hıris­tiyan halkla çevrelenmiş ve İstanbul’daki Bizans impa­ratorlarının yaşamını gören Selçuklular, dinin koyduğu temel istemleri bozmuşlardır.

Onlar, canlı varlıkların, taşlar ve ağaçlar üzerinde kuş (kartal) ve diğer hayvanların (aslan) heykel betim ­lemelerine izin vererek, m üslüm an bağnazlığından ayrıl­m ışlardır.

Selçuklu sanatı, küçük heykelciklerle betimlemelere oldukça düşkündür. Bu alanda, Selçuklular, Ermeni - Me­zopotamya yaylasında gelişmiş olan gelenekleri kullan­mışlardır; ama, Glück’ün ’ gösterdiği gibi, Türklerin Çin ve Hint kültürüyle çok eskiden beri tem asta bulunan anayurtları Orta Asya’dan getirdikleri heykel betimleme­lerine olan eski eğilimleri, bu geleneklerin benimsenme­sini, Küçük Asya yerli m otif ve yöntemlerinin aktarılm a­sını kolaylaştırm ıştır, örneğin. Küçük Asya sanatını. Gü­ney Rusya bozkırlarındaki Kuban buluntularıyla yakın­laştıran eski bozkır motifleri. Küçük Asya'da canlılığını sürdürüyordu.

Glück, bu konuda, herhalde yalnız değildir: Türkle­rin çok eskiden beri. Yakın Doğu'da sanatın yaratılm a­sında etkili olan 5Öiksek gelişkinlikte b ir m addi kültürleri

12 H. G lück. E in e se ld sch u k lsch e S p h ln x İm M useu m von K o n sta n tln o - pel. Jah rb u ch der a s la tlsch en K u n st. Bd. II, 1925, H erausgeben von O. B l- eınn'ann, M p z lg 1925, pp* 123 - 127,

244

Page 246: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

olduğunu varsayan Strjigovski de, özel olarak, bu görüş açısını savunmaktadır.'^

Ama, hem dokumalar, hem ağaçlar ve taşlar üzerin­de betimlenmiş yarı simgesel, yarı fantastik kanatlı hay­vanlar, kuşkusuz, dışardan, belki Sasaniler’den, belki de, Küçük Asya yerli halkı H ititlerden ya da Kumlardan alın­m ıştır.

1220 -1270 yılları arasında, yaklaşık 50 yıl boyunca yaratılan Küçük Asya Selçuklu sanat anıtlarını inceleyen F. Zarre, başlangıçta, bu yapıtların özgünlüğünü redde­diyor ve bunların karm a b ir kuruluş üslubunu açığa vur­duğunu, İran ’dan gelen etkiyle karm aşık hale gelmiş Rum-latin ve Bizans sanatlarının zemini üzerinde, yüksel­diğini düşünüyordu. Moğol saldırısı sonrasında çini mo- zayiği, elbette, buralı ustalarca. Küçük Asya’ya getiril­mişti.'''

Ne var ki, daha sonraları, Zarre, düzeltme yapmış ve Küçük Asya Selçuklu sanatının Fars (tran) sanatın­dan farklılığını vurgulamıştır.

Bu sanatı oluşturan öğelerin çok çeşitliliğine işaret ederek, o, H. Glück’ün (1917 yılında) yazdıklarını akta­rıyor: "Bu gelişkin bezekleme içindeki Fars, Horasan, Suriye, Arap, Ermeni, H int ve Orta Asya öğelerini ayır- detmek için, daha çok çalışmak gerekiyor. Sözkonusu öğelerin ayrılmaz şekilde birbirine geçmiş olması nede­niyle, bu, çok daha güçleşmektedir; gerçek Türk ruhu­nun istediği bu öğeler, tek b ir bütün halinde kaynaşmış­tır, ve bu da yaratılara, Selçuklulara özgü karakter sağ­lam aktadır.”

Hem Doğu’dan, hem Batı'dan yapılan birçok ak tar­m alara karşın, Selçuklular, sanatsal anıtlarda Türk “ru-

13 J . S trzygow sk i. A lta l, Iran u n d V öllcerw anderung. L eipzig, 1917.M Fr. Sarre. R eise in K le in a s ie n zuar se ld sch u k iso h en K u n st. B erlin ,

1896, pp. 5 7 -5 8 , 70.

245

Page 247: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hunu” sürdürebilm işlerdir. Onlar, örneğin, binanın için­deki mozayikten, tavanda dışarıya çıkan ve kubbeyi çev­releyen "Türk üçgeni” motifini yaratm ışlardır.

Bu şekilde, Glück, Selçuklu sanatının özgün çizgiler taşıyan öğeleri üzerinde dikkatini yoğunlaştırmaktadır.

Ama, Batılı sanat araştırm acıları, herhalde, Selçuklu sanatını resim leştiren, yaşayan yerli geleneklerin önemi­ni küçümsemektedirler.

Bu sanatın kendine özgü form larını. Küçük Asya'da sürekli olarak yaşayan yerli gelenekler doğurm uştur. 13. yüzyılda Harzem ve Küçük Asya arasında etkileşim, göz­le görülür biçimde güçlenmektedir; Küçük Asya’da ve Harzem ’de (Kunya - Urgença’da) kurulan mimari anıtlar­da (türbelerde) ortak b ir kültürel görünüm yansım akta­dır, bunlar, Transkafkasya’ya ulaşan b ir kültür zinciri birliğini ortaya koyuyor.

Küçük Asya’da, göçebelikten yerleşikliğe geçen Sel­çukluların yeni yaşam düzeyinin yetkinleşmesi ölçüsün­de, eski Önasya kültürünün etkisi de, daha güçlü ve da­ha önemli durum a geliyordu.

N. Y. M arra’nın Ani’dekl kazılarının ortaya çıkardığı Hıristiyanlıkla müslümanhğın geçmiş dönemlerde barış içinde birlikte yaşaması, Orta Asya’dan gelenlerin, yerli kültürü, hızla ve sağlıklı olarak benimsemesi olanağını hazırlamıştı. Selçuklular dönemi sanatının kökeni, tek­niği ve form larını doğuran yerli (Kafkas) öğeler üzerinde, î. A. Orbeli, ilgisini yoğunlaştırm ıştır.’

Daha ilk bakışta, Transkafkasya anıtlarım anımsatan anıtsal yapıların tipi, açıkça, Selçuklulara buradan usta­lar geldiğini ve bunların kim ler olduğunu, dile getirmek­tedir. Selçuklular, dinsel anıt yapılar için hıristiyan mi­m arların ve ressam ların sanatlarına değer veriyor ve on-

15 î , O rbell. P roblem a selçu k ld sk ovo Isku sstva . III. M ejdun arod m y kon- gress po Iranskom u Isk u sstvu i arheologll. M. —h . , 1939, str. 150 - 154.

246

Page 248: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

la n davet ediyordu.'^Selçuklulardan kalan Küçük Asya yazıları, belki,

Türklerden de yeni kuşak yetiştiren ustaların yüksek tek­niğinin, ve ayrıca m üslüm an yönetimin soylu hoşgörüsü­nün ya da dinsel ilgisizliğinin b ir belirtisidir. Selçuklular­dan ise, bu teknik, eski Kırım anıtlarının incelenmesinin gösterdiği gibi, K ırım ’a, Tatarlara da geçebilmiştir.

Selçuklular döneminde Küçük Asya’da yaratılan sa­nat anıtları, hıristiyan ve m üslüm an ortak yaratıcılığının izlerini taşım aktadır.

Sivas'taki Gökmedrese gibi, daha geç dönem Moğol devri yapılarında ve b ir dereceye kadar halıla/da da, sa­nat araştırm acısı A. Gabriel tarafından desteklenen bir düşünce olan. Uzak Doğu konularının izleri de farkedil- mektedir; bunlarda, hayvanların yanı sıra ejder betimle­meleri de yer almaktadır.'^

Belirtmeli ki, D iyarbakır’da, Halep kapıları üzerin­de daha 1183 yılında, yani Moğolların saldırısından çok önce, Çin ejderi betimlenmiştir.'® Buradaki b ir eski yan­sıma olabilir, çünkü Sasaniler’in sancağında ejder resmi bulunuyordu.

H. Glück’ün varsayımına göre, Çin sanatının öğeleri, Türkler tarafından, daha, Orta Asya’da benimsenebilmiş- tir. Belki, Glück'ün düşüncesini yineleyerek, S. Bessonov” da. Küçük Asya’daki türbelerde, "Çin’den çıkm a” Türkler tarafından getirilmiş olan b ir Uzak Doğu, Çin etkisinden sözetmektedir.

Şimdi, Küçük Asya’da b ir Uzak Doğu, Çin sanatı,

16 N. Marr. A ni, str. 36 - 37. — G. de Jerp h an lon . M dlanges d ’arohSologie a n a to llen n e . B eyrouth , 1928, p . 85.

17 Q. de Jerp h an lon , op. o ltj, pp. 77 - 78i, 83. B u n u n la b ir lik te G. H ofrlch ter (A rm enlsche T epplohe. W len, 1837), "ejder" m o tifin d e , k ü rk çü ­ler in gerilm iş d er ilerin i görm ektedir.

18Max van B ercham . A m lda, p . 82.19 S. B essonov. P am yatn lk l se ld cu k ld ov arh ltek tu r ı v ı Erzerüm e. Izvestiya

O bşçestva ob sled ovan lya i Izu çen iya A zerbaycana, no: 5, B aku , 1927, str . 67.

247

Page 249: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yeniden belirm iştir, ama bunu getirenler, belki doğrudan Moğollar değildir. Bu, belki de. Geniş Birleşik Moğol im ­paratorluğu, halklar arasm da kültürel ve ticari tem aslar için elverişli koşullar oluşturduğu zaman ve Selçukluların zayıflamasından sonra yükselen canlı ticarî tem aslar sayesinde gerçekleşmiştir.

Küçük Asya Selçuklularının kültür yaşamındaki doğ­rultu , ulusal ya da dinsel ayrım lardan hareket etmiyor­du; kişinin ortam ı, onun önemi, emeğiyle, çalışmasının niteliğiyle ölçülüyordu. Bu ise, devlet içinde, meslekle­rin, zanaatçı örgütlerinin ağırlığını yükseltiyor, sınıfsal tabakalaşm aya doğru götürüyordu.

Sanata değer veren Selçuklular, böylece, etkin insan güçlerini, kendi saflarında yoğunlaştırabilmişler, Küçük Asya’da m üslüm an kültürünün yüceliğini desteklemişler­dir.

Olanakların bolluğuyla kurulan toplumsal yapılar, camiler, kervansaraylar, m edreseler vb., Selçuklu sanatı­nın ününü yükselterek yüzyıllar boyunca yaşadı. Adları b ir zamanlar gürültü koparan feodallarm konutlarına iliş­kin anılarsa, yitti; anlaşılan, kısa süre öncenin göçebesi, yaşadığı yere, kişisel konutunun dış görünüşüne kayıtsız­dı, yapı için, dayanıksız malzeme seçiyordu. Bunlar, sa­hibinin ölümünden sonra kısa sürede dağılan kerpiç ev­lerdi; yalnızca. Sultan I. Alaaddin Keykubad'ırf'’ uzun süre gizemli b ir korku uyandıran köşkünün enkazı, do­kunulm adan kalmıştır.*'

20 V ak tiy le S. T ek sye ta ra fın d a n a n la tıla n b u a n ıtı, sa n a tsa l bak ım dan , Fr. Zarre İn celem iştir (Pr. Sarre. Der K iosk vo n K onia . B erlin , 1935): dah a önoe S trjigovsk i y a zm ıştı (Z e itsch rlft fü r d ie a e s c h lc te der A rch itek tu r, 1, 1907).

21 VI. GordlevskIy, O sm ansk iye Istoriçesk iye skazanlya. E tnografiçesk oye obozren iye, 1915, no; 1 - 2 , str, 15.

248

Page 250: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Yönetim - Merkezi Organlar (Divanlar) - Taşra ■ Yerel Yönetim Malikâne ve Denetim - Moğol Döneminde

Meydana Gelen Değişiklikler

Rum, Büyük Selçuklu devletinin on iki bölgesinden biri olduğuna göre, Küçük Asya’daki sivil, mali ve askerî kurum lann örgütlenmesi, Orta Asya’dan aktarılm ıştı. Sul­tan Melikşah’ın veziri Nizam ül Mülk de. Küçük Asya'ya vezir göndermektedir. Küçük Asya Selçuklularının divanı da, belli ki. Büyük Selçukluların divanının b ir kopyasını ortaya koymaktadır. Dinsel kuruluşların (mahkemelerin, medreselerin vb.) yöneticisi başkadı, "kadılar kadısı” Bagdad’dandır, Halifeden gelmektedir. Küçük Asya, Oğuzlar tarafından fethedildiği zaman. Küçük Asya Sel­çuklu devletinin kurucusu Sultan Melikşah, kent yaşa­mının, müslüm an toplum yaşamının düzenlenmesiyle il­

249

Page 251: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

gilenerek, cam iler için, 70 m inber göndermişti. Böylece yönetimsel ve dinsel aygıt, dışardan düzene sokuluyor, m addi demirbaş da dışardan geliyordu.

Hanın çadırı önünde yargılama yapıldığı zarhanlar, o zamana ilişkin izleri korum aktan çok, gene de eski Fars kültürel kalıntılarını yansıtarak, Selçuklularda hü­kümet kuruluşları “kapı” ("kapu”) adını taşıyordu; bu terim, Selçuklulardan Osmanlılara geçmiş, onlarda her şeyi yöneten “Babıâli” oluşm uştur.

Merkezi kurum lar, devletin başkenti (“darü ’l m ilk”) Konya’da bulunuyordu. Yöneticiler, kom utanlar ve vezir, ülke içindeki hareketi sırasında, genellikle, sultana eşlik ediyorlardı.

Yönetim, Sasanilerden aktarılm ış b ir kurum olan "di- van 'la rd a yoğunlaşmıştı. Burada, devlet aygıtı iyi düzen­lenmişti, divanların sayısı ona ulaşıyordu,' ama Küçük Asya'da kaç divan bulunduğu Vakayiname'den belli değil­dir. Rum Selçuklularında da, kuşkusuz. Buhara için Ner- şahi olarak geçen yüksek yönetim kurum lan vardı; ama bunlar sahiplere bağlı divanlar mıydı? Açık değildir, kuş­kusuz olan iki divan vardı: Yönetim divanı (“divan-i ve- zaret”) ve "tım arlar divanı” (“divan-ı arz”).

Devlet varlığının hesabını yürüten on iki yazmana "vezaret divanı yazm anları” ("divan-ı vezaret kâtipleri”) deniyordu. Tım arlar divanı yazmanları için, “sunu divanı yazm anları” ("divan-ı arz kâtipleri”) terim i kullanılmak­tadır. Vezaret divanı yazmanları, defterleri tutuyor ve kararları ("ahkâm, defatir”) yazıyorlardı; bu, kendine özgü, devlet kalem bürosuydu.^ "Sunu divanında” tim ann asker hesabı (“çeri defteri”) tutuluyordu, burada, "sunu em iri” ("emir-i arz”) sanını taşıyan resmî görevli kişiler

\ D ivanları, V. B arto ld a n la tm ıştır (T ürk istan , str, 238 ve dev .).2 Bkz; A. Borlsov. M in ia ty u n “K n lg l M akam " a l - harlrl. P a m y a tn ik i

e p o h i Rusta,veli. L„ 1938, str. 176.

250

Page 252: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bulunuyordu.^Rum Selçuklularının uyruğu olan hıristiyanlardan

alınan genel vergi "haraç” işlerini yöneten özel yazman­lar ayrılmıştı.

Bu yolla, sultan, serbest toprakların m iktarım dai­m a biliyor ve bu fondan, istediğine bağışta bulunuyordu.

Kuşkusuz, taşınmaz m alların olduğu gibi, taşınırların da hesabı tutuluyordu. Savaşın ya da seferin sona erme­sinin ardından, hemen, usta saymanlar ve tahsildarlar (mihasib, yazıcı) harekete g eç iy o rla rd ıB u n la r, silah, er­zak, altın gibi ganimeti, deftere geçiriyor ve sultana, bun­ların listesini gönderiyorlardı.^ Tıpkı bunun gibi, kamu­laştırm a sırasında, mal varlıklarının listesi de divanda bulunuyordu.

Mükremin Halil, anlaşıldığına göre, Rum Selçuklula­rında, devlet kurulu niteliğinde, özel olarak tek b ir di­van* bulunduğunu varsaym aktadır.

Divan heyetine "hazinedar”, (müstevfi), devlet yaz­mam "pervane”, ordu komutanı, (arz-ı ceyş), bunlar ara­sında eşit muamele gören "başbakan” ya da divan baş­kam, (Sahib-i divan, tuğrai), yabancı ülkelerle yazışma­ları yürüten yazmanlar başı em ir (mülk-ül küttap) da­hildir; devlet güvenlik işlerini yürüten em ir (müşeref), kadılar (kadı) ve diğer em irler (emir).

Tım arlar sistemi üzerinö kurulu devlette, doğaldır ki, toprakların (bölgelerin, yurtlukların ve malikânelerin) resmî ekonomik hesabı, birincil görevi oluşturuyordu; bu, feodallar tarafından, doğal, parasal ve askerî yüküm­lülüklerin yerine getirilmesini güvenceye bağlıyordu.

Olasıdır ki. Küçük Asya’da divanlar, kesin şekliyle

S Y a z ıc ıo ğ lu A li, III, 109.4 Y a z ıc ıo g lu AH, III, 253.S Y a z ıc io g lu AU, III, 368.6 M ükrem in H alil. A n ad o lu n u n F eth i, s. 76.

251

Page 253: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından kurulm uştur. Geleneksel olarak 24 boy sayısına göre, 24 yazman vardı (divan münşileri, divan kâtipleri); bunlardan on ikisi, dev­let varlığının gelirlerinin (emval-i milk) hesabını yürütü­yor, ve diğer on ikisi orduyu, bağış tım arları yönetiyordu/

Ayrıca, "gelir defterlerini” (emval-i defateri) tu tan Osmanlı dönemi yazmanları, "defterdarlar” vardı.®

Hâzineyi yöneten özel b ir resm î görevli de (hazine­dar) bulunuyordu.

Gözetim ya da mali görevlerin öneminin yanısıra, devlette diğer işlevler de vardı. Belli ki, daha başka b ir­takım divanlar ya da m akam lar bulunuyordu.

Dış ilişkiler bölümü, ya da basit deyimle dış yazışma, vezarat divanında bulunuyordu. Vakayiname’de "melik- ül-küttab”, "yazmanlar em irine” değinilmektedir, ve ola­sıdır ki, bu, daha sonra Osmanlılarda (16 -17. yy.) (reis ül küttab,) sanım alan dışişleri bakanıdır;’ galiba, gene yazm anlardan olan "m ünşi”ler (davetdar)'“ ve çevirmen­ler (tercüman) bunlar arasında sayılıyordu. Daha çok, "elçilik çevirmenleri” olan bu kişiler, kendine özgü bir tü r diplomat işlevi görüyorlardı,” örneğin, îbni Bîbî'nin babasının biyografisinin gösterdiği gibi, bunlar, sultanın verdiği siyasal görevleri yerine getiriyorlardı; vezir Sa- deddin Köpek de, başlangıçta, elçi çevirmeniydi.

Selçukluların dış politikası, doğudaki ve batıdaki kom şularına yönelikti; diplomatik yazışmaların yürütül­mesi için, üslup inceliklerinde usta, geniş bilgi sahibi ki­şiler gerekliydi; bu aygıtta, genellikle tranlılar, Horasan-

7 Y a z ıc ıo g lu A li, III , 210.S Y a z ıc ıo g lu AH, III, 105. A y n ca bkz: F. K öprülü . B izan s M üessese lerl-

n ln T esir i, s. 204.9 A m a b aşlan g ıçta . S u lta n II. M eh m ed’in ''K an u n n am e" sin d en g ö rü l­

d ü ğ ü g ib i b u n la r ın b ü yü k b ir ö n em i yok tu ; bkz; F. K öprülü . B izan s M ües- sese ler in ln T esiri, s. 215.

lo tb n i B îb î, IV, 80.11 Y azıo ıog lu A li. III, 381.

252

Page 254: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lılar çalışıyordu, ve sultanlar, belge düzenleme yetisine (inşa ü mektubat)'^ (yazışma ve belgeleme) yüksek değer veriyorlardı.

Selçuklularda, yazışmalar, hangi dilde yürütülüyor­du? Tarihçi Aksarayi'nin savma göre, 13. yüzyıla değin, Küçük Asya'da, belgeler, Arapça olarak yazılıyordu, ve yalnızca, Baba Tugrai’nin yerine geçen Vezir Fahreddin Ali ibn Hüseyin (yani Sahibata) için, belgeler, vezirin de belgeleri okuyabilmesi için Farsçaya çevrilmişti.'^ Daha önce V.V. Bartold 'un yazdığı gibi, bu, kuşkusuz, "son derece inanılmaz” b ir durum dur. Arap dili, tüm zaman­larda, şeriat temelinde faaliyet gösteren kum m lardan, dinsel yönetimden kaynaklanan belgeler için devam edi­yordu.

Bu durum, kuşkusuz, çok daha önce meydana gel­mişti ve "kutsal dil” üzerinde eğitilmiş olan okuryazar­ların hizmetinden vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Sel­çuklular, Küçük Asya'ya, Iran kültürüyle içli dışlı olmuş olarak geldiklerine göre, Selçukluların devlet düzeninin temellendiricisi Nizam ül Mülk'ün dili de üstün gelmek durumundaydı.

Çok geçmeden, îbn i Bîbî’nin deyimiyle “insan güru­hu” Cimri ayaklanması sırasında yeni b ir reform oluş­turm uş, Fars dili, yerini Türkçeye bırakm ıştır. "Bundan böyle, divanda, sarayda, özellikle Türkçe yazılması” için karar alınmıştır.''* Anlaşılan, Moğol saldırısından sonra, halkın alt tabakaları harekete geçmiştir; taşra, sınır böl­gelerinde yaşayan Oğuzlar, devlet dairelerinde yerleşmiş yabancılara karşı protestoda bulunm aya başlam ışlardır. Farsça, bunlar için anlaşılmaz b ir dildi, ve meıkezi yöne­tim, ayrıca, Fars dilini, ancak, istemi dışında kabul etmiş

12Y azıcıogm Ali, III, 105.13 V. B artold . O n y ek o to n h v o sto çn ıh rukop isah , str. 0129, prim . 2.M lb n l B îb l, IV. 326,

253

Page 255: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

olan, yansını hıristiyanların oluşturduğu kent halkı, za naatçılann da, taşrayı desteklemeleri nedeniyle, ödün vermek zorunda kalmıştı.

Böylece, en sonunda, Küçük Asya’daki yönetim ay­gıtında, Türk dili, üstün gelerek yerini bulm uştur.’

Selçuklularda, yüksek makamları, daima İranlılar işgal ediyordu; örneğin (Sultan I. İzzeddin Keykavus za­manında) divan "sahibi” H orasan kökenliydi, "devlet yaz­m anı” ise Tebriz’dendi, yani yerli (Küçük Asya’h) kişiler değildi.'^

Vakayiname'de, genellikle, kurum lardan çok, bunları yöneten kişiler anılm aktadır, bu ise, devletin yapısını de­ğil, olayların gidişini anlatan yazar için doğaldır.

Doğu'da, işleri, küçük yazman hizmetlilerin oluştur­duğu, söz dinleyen b ir organ olan divandan çek, başkan durum undaki "sahib” çözüme bağlıyordu.

Başkanın durum u bağımsızdı, o, divanda istediğini gerçekleştirebiliyordu.

Bağışlama tezkereleri, buyrukları, kararnam eler ve anlaşm alar şeklindeki sultan belgeleri (takrir,'^ ahkâm, sevzendname, (yemin, ant mektubu, antlaşma, ç.) men­şur'®), m ühürle ("tuğrayla”) onaylanıyordu, ve m ühürü basan kişi, büyük b ir rol oynuyordu. Mühürün basılması, b ir belgenin divandan geçişinin en önemli ve son aşama­sıdır. Herhangi b ir karışıklık ya da panik sırasında, dar­beler zamanında, bu aşama, birden öncelik kazanıyor, herhangi b ir önemli belgeye m ühür basılıyordu.

Örneğin, b ir seferinde, iktidar savaşımında üstünlük

15 V. B artold . O n y e k o to n h v o sto çn ıh ru h op u sah , str. 0126.16Y azıcıoğlu A li, III, 105,17 O sm anlI dön em in d e, b u ter im i, b e lk i m ü lk ü ya da görevi on aylayan

belge a n la m ın a g e len (m ukarrernam e) ter im i karşılıyordu. Bkz; V. Sm irnov, agy. s. 125, n o t. 2.

18 "M enşur” sözcü ğü yle , ku şk u su z, t ım a r b e lgesi kasted ilm ek ted ir; krş: W. B Jörkm ann. B eitrege zu r G esch ich te der S ta a tsk a n z ie i im Islam isch en A egypten . H am burg, 1928, p. 51.

254

Page 256: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sağlayan saray hizibi, Şemseddin Mahmud Tugrai’yi cö­mertçe ödüllendirmişti. Yalnızca “Baba” adıyla övülen bu kişi, anlaşılan, resmî hizmetli kesiminden değildi; Kü­çük Asya’ya, belki, H orasan'dan gelmiş ve, anlaşılan, gizli dinsel propogandayla uğraşıyordu. Ama o, ustaca belge­ler düzenleyebilen yüksek nitelikte b ir üslupçu idi.” Çok uzun süre görevde kaldı. Öyle becerikliydi. Ve ona, öyle­sine alışıldı ki, kendisi için "Tugrai” (sultan mühürü “Tuğra basan”)^ lakabı yerleşti. îk i Selçuklunun birden tahta kurulduğu sırada doğan saray karışıklıklarından yararlanarak, o, sarayın şakşakçı takımına, yüksek devlet makam ları gösteren belgeler düzenledi ve m ühür vura­rak bunlara ferman gücü sağladı.^’ Büyük b ir mal canlısı olan Baba Tugrai, daha sonra. Sultan II. Keykavus’un vezirliği görevinde bulundu, ama yetkilerini adaletsizce kullanması, sultanın hoşnutsuzluğunu üzerine çekti ve idam edildi, mal varlığına el konuldu.^

Bu yüksek görevli, genellikle, “pervane”^ sanını taşı­yordu (pervane, belki tim ar ve zeamet işlerini yönetiyor­du); bu, bazan, daha yüksek b ir göreve, vezirlik görevine gelmek için b ir başlangıç, b ir hazırlıktı. Örneğin, eski gö­revine ilişkin anı, lakabında devam eden M uiuüddin Per­vane, vezirliğe, pervanelikten yükselmişti.

Vezir, fiilen, sultan adına yönetimi gerçekleştiriyor-

1 9 lb n l B îb î, IV, 83, 157.20 O ğuzlar tara fın d an , O rta A sya'dan g e tir ilen b u sö zcü ğ ü n k ök en i b e lli

değild ir; bkz: W. B artold . 12 V orlesun gen , p. 119. — F. K öprü lü: B izans M üessese lerin in T esir i, ss. 199 - 200. F. K raelitz . O sm an ich e U rkund en . W ien, 1918; p. 18, n o t. — T uğra k on u su n d a ayrıca bkz: A libey 'in (Tarlh-1 O sm anî E n cü m en i M ecm u ası, no: 43 - 44) ve B ab in ger’lu (D le grossh er lich e Tuğra. E in B eitrag zur G esch ich te des O sm an lsch en U rkund en w esens. Jah rb u ch der A sla tlsch en K u n st, Bd. II).

21 İb n i B îb î, IV, 251.22 v. B artold . O n yek otorıh v o sto çn ıh ru kop isah , s tr . 0129.23 Sözcü k lerd en aktarm alar yap an H alil E dhem (Tarih-1 O sm anî E n cü ­

m en i M ecm u ası, no: 35, s. 653, n o t .) "Pervane'; sözcü ğü n d en , veziriazam ın y a rd ım cıs ın ı an lam ak tad ır. A yrıca bkz: K. H uart'ın , A flâ k l'n ln çev irisi ü ze ­rine yazsı (I. 80, n o t .) .

255

Page 257: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

du. Vezirlik m akam ının belirtileri olarak mürekkep hok­kasını, bazan, özel b ir ihsanı ve talihi de, o, sultandan alıyordu. O, sultanın sivil alandaki yardımcısıydı.^'*

Bazan, az okumuş kimseler de, vezirliğe yükselebili­yordu; böylelerinden biri üzerine tarihçi Aksarayi, ger­çekten de olmuş b ir fıkra anlatm aktadır. Sultan II. Gıya- seddin Mesud’un veziri Fahreddin Mustavfi Kazvini, in­sanı ürpertecek denli bilgisizdi; b ir defasında, o, “Cizye nedir?” diye sormuştu. O sıralar, cizye (müslüman olma­yan halktan alman genel vergi), Selçuklularda hâzinenin başta gelen gelirini oluşturuyordu.^

Sasanilerde, divanın başında bulunan yöneticiye bey, başkan anlamında “sahib” deniyordu.^

Bu Arap sanı, egemen beyler için de kullanılm akta­dır; örneğin, Vakayiname’de (Farsça metinde) “Şam sa­hibi” (Sahib-i Şam) anılm aktadır.^ 607 tarihli (1210/11) Dokuzhan K ervansarayının Arapça yazıtında Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev de, "müminlerin hüküm darının muzaffer yardım cısı”, “onun dostu, dava arkadaşı” (sahâ- be) ® olarak ünvanlandırılm aktadır.

Küçük Asya’da, Rum Selçuklularında da, sözcük ("başkan”, “dava arkadaşı”) anlam larında kullanılmak­tadır; Yazıcıoğlu Ali Vakayinamesi’nde de, gere, "divan sahibi” (sahib-i divan)^ deyimine rastlanm aktadır; "uğur­suz” vezir Muinüddin Pervane, Moğollarla barış yapmış olan “sahib” Mühezzibeddin'in oğluydu.®*

24 P. K öprülü . B izan s M üessese lerin in T esir i, s. 188, n o t. 1.25 V. B artold . O n y ek otorıh v o sto çn ıh ru kop lsah , str . 0133 - 0134.24 F. K öprülü. B izan s M ü essese lerin in T esiri, s. 188, n o t. 1. (lite ra tü r de

g ö ster ilm iştir ). — A yrıca bkz: M ax von B erchem . MatĞriaux pour u n Corpus İn scr ip tion u m A rablcarum (—M em olres de l’I n s t itu t Prançals pour l'ArchS- o lo g le O rientale , X X IX , p. 20) ve Kcyclop^dle de l ’Islam , IV, 62 (b u n u n la b ir lik te , T. C routher O ordon'un y a z ısı b itm e m iştir ).

27İb n l B îbî, IV. 224.23 Cl. H uart. E pigraphle arabe, p . 36 (ter im in a n lam ı k on u su n d a bkz: s. 77).29 Y a z ıc ıo ğ lu A li, III, 215; ayrıca III , 105.30 H alli E dhem , K ayseriye Şehri, s. 82, not.

256

Page 258: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Divanlar üzerindeki yüksek yönetici, yüksek görevli kişi, Selçukluların veziri ayrıcalıklı olarak “sahib" sanını da taşıyordu. Örneğin, Konya'da gömülü olan ünlü vezir Fahreddin, sonraki kuşaklara, "Sahibata" sanıyla geçmiş, Konya'daki büyük bir sulam a kanalında da adı devam etm iştir.

Bazan, sultanın iradesizliği ya da güçsüzlüğü orta­mında ilerleyen vezir - sahib, b ir diktatöre dönüşüyordu; yüksek orun sahipleri, sultanın önündeki yerlerini aldık­ları zaman. Sultan II. İzzeddin Keykavus'un veziri Şem- seddin Muhammed İsfahanı (o, anlaşılan İranlıydı) tahta yaslanmış, bu davranışıyla kendisinin “tahtın dayanağı” olduğunu göstermişti.

Sultanın askerî alandaki genel yetkilisi "naib"di, sul­tan ona altın b ir kılıç bağışlıyordu.®' Bu maKam, sultan iktidarının görüntüsel olmaya başladığı Moğol dönemin­de ortaya çıkmış gibidir.

Bununla birlikte, naib, genel olarak vekil vali an­lamına gelen b ir cins isimdi; sultanın taşradaki temsil­cileri de naib olarak adlandırılıyorlardı.

Sefer sırasında, ordulara kom uta edilmesi şeklindeki yüksek askerî yönetim, "beylerbeyine” (begler begi) veri­liyordu. Bu, em ir ül üm era sanının Türkçeye çevirisidir; ayrıca b ir de, "em irü'l üm era” deyiminin anlamdaşı olan "m elikü’l üm era” deyimi geçmektedir.^

Beylerbeyi (begler begi) sanı, b ir zamanlar, halifeyi Bağdad’a yerleştiren Büyük Selçuklu Tuğrul'a Abbasi Halifesi tarafından verilmişti; şimdi, kudret hisseden Rum Selçukluları, bu sam, kendileri (bazan “m elikü’l üm era” şeklinde de) bağışlam aktadırlar. J. Deni’nin var­sayımına göre, bu, t.S. en azından 5. yüzyılda. Erm e­

si Y a z ıc ıo g lu A li, III, 247. Y azıciog lu A li'de, (III, 68) B izan s ordu k o ­m u ta n la r ı da n a ib olarak ad lan d ır ılm ak tad ır .

32İbn i B îbî, IV, 183.

257

Page 259: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

nistan yöneticilerine, Sasaniler tarafından verilen "işhan işhanats” Erm eni sanının b ir çevirisidir.^ Her nasıl olur­sa olsun, hem Araplar, hem Türkler üzerinde yansıyan İran kültürü etkisi, yeniden görülmektedir. Ama bu eski İran sanı, sonradan, Türklerden kendi yurduna dönmüş­tür: 19. yüzyılda, İran 'da "beylerbeyi”, askerî validir. Ba- zan, yüksek kom utan için, ayrıca “çaşnigir” '* sanı bulun­sa da, genellikle bu, "çaşnigir” (tada bakan) teriminin etimolojisinden de ortaya çıktığı gibi, çeşnici ve saki gö­revlerini yerine getiriyordu; o, şölende yiyecek dagıtı- yordu.“

Selçuklular, “b ir denizden (Karadeniz) diğer denize (Akdeniz)” yayıldıkları zaman, onlarda, deniz kuvvetleri­ne kom uta eden em irler de ortaya çıktı; bunlar, türlü sanlar taşıyordu; "deniz kom utanı” (reisü'l bahr), “kıyılar emiri (emirü’l sevahil), "kıyılar beyi” (melikü’l sevahil).^

Geleceğin sultanı şehzadenin eğitimcisi, baba olarak adlandırılan "atabeg”, Selçuklularda, büyük etkiye sahip­ti, bu da saygın b ir sandı.^^

Küçük Asya'da, genellikle, İranlılardan ve Araplar- dan aktarılan ünvanlar, “şah”, "padişah” sanları (Meclis Emiri Behram şah'ın adında olduğu gibi), Selçuklular ta­rafından cömertçe dağıtılıyordu.

Sultan Veled’den sonra, Mevlevi tarikatı şeyhi, ge-

33 J . D eny. Som m alre des arch ives tu rg u es du Calre. Le C aire 1930, pp. 41 - 42.

34 ît)n l B îbî, IV, 183.35Y azıoıoglu A li, III, 215.36Bkz: F. K öp rü lü ’n ü n d ü şü n celer i (B izan s M üessese lerin in T esiri, ss.

208 - 207), B ana da öy le geliyor ki, K aradeniz'de bir "reis ü l bahr" (d en iz k o m u ta n ı) bu lu n u yord u ; b u n u n la b ir lik te krş: “S lovo Laz,arya T rap ezu n ts- kovo" (Y. K ulakovskIy, agy. s. 96). " İkonya su lta n ın ın k o m u ta n ı B eis Y e- tu m a, S in op 'ta b ir gem i e le geçirm iştir .”

37Buhara'da, ("atab«kl'> k arşılad ığ ı a n la şıla n ) "atalık", h izm et h iy e ­rarşisinde 15., en y ü k sek rütb eyd i, bkz: A. Sem yonov, agy. s. 14. n o t 2. Bu "atabek" (ya da K afk asya ’da "ata lık ” ) ter im i, M. O. K osven 'in g österd iğ i g ib i (S ovyetsk aya e tn ografiya , 1935, no; 2) a n a erk lllik ten a taerk lllige g eç iş ­te k i d ü zen ve ilişk iler in k a lın tıla r ın ı İçerm ektedir.

258

Page 260: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

nellikle, yabancı (Suriye ya da Kürt) b ir san olan "çele­bi" (Çelebi Amir Arif) ünvamnı taşım aktadır.

îbn i B atû ta’nın 14. yüzyılda Küçük Asya yolculuğu­nu yaptığı sırada, Eğridir yakınındaki Gölhisar’m ve Si­nop’un dinsel işlevleri olmayan hüküm darlarının sanları da çelebi idi.^ Ama, ahiler (îzzeddin Ahi Çelebi) ve din­sel feodallar da, “çelebi” sanı taşıyabilmektedirler.®’

Aynı sırada (14. yüzyıl), b ir de, Kumlardan aktarılan "efendi” sözcüğü ortaya çıkıyor, ama bu, o zaman için, çok saygın b ir sandır, sultanın K astam onu'daki kardeşi, böyle adlandırılm aktadır.'” Bu anlam, Osmanlılarda da devam etm iştir; özellikle tahtın ardılına “efendi” sanı ve­riliyordu.

Em irlerin sayısı, oldukça yüksekti. Boy başkanları “beyler”, sultanın görevlileri gibi, "em ir” sanını taşı­yorlardı: Em ir Karatay, Em ir Yutaş, Em ir Ceıal Horasa- ni vb.. Ayrıca, özel görevlerde bulunan, örneğin, "emir-i ahur”, Osmanlılarda sultanın seyisbaşı olan, "m irahur” ya da "im rahor” gibi em irler de vardı.'*'

Kentte, polis yöneticisi işlevi gören şihne vardı. Sa- m aniler zamanında, bunun b ir muhafız divanı vardı. Bu da, zenginlikleri elinde toplayan büyük yöneticilerdendi. Sivas'ta, Hüseyin ibn Cafer adlı birinin gömülü olduğu (ö. h. 629 = Î.S. 1231) b ir yapının öreni bulunm aktadır, bu bina, “Şihne gümbeti” olarak bilinmektedir.''^

Bugünkü Konya’nın taşra yaşamından görüldüğü gi­bi, geceleri, muhafızlar, adını farsçadan alan "pasban” (basban), kenti dolaşıyordu.'’® Ama, bu, genel b ir kent

38 İb n l B a tû ta , II, 270 - 350,39 İb n l B a tû ta , II, 349.40 İb n l B a tû ta , II, 345.41 Y azıciog lu A li, III, 163.42tam all H akkı, S ivas Şehri, s. 108. B olu 'da "Şah neler'’ yöresi b u lu n ­

m aktadır, b e lli kİ, burada "şahne" top rağı vardı.43 B u sözcü k İstan b u l'd a b ilin m iyor; burada korum a iş lev ler in i "bekçi­

ler” yerin e getirm ekted ir.

259

Page 261: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kurumuydu: "Pasbanlar”, daha sonra, uzun süre, Avrupa Türkiye’sinde bulunm uş, b ir halk türküsünün hâlâ dile getirdiği, 19. yüzyıl başındaki b ir ayaklanmayı gerçekleş­tiren Pasbanoğlu da bunlar arasından çıkmıştır.

Yüksek orun sahipleri, sultanın nezdinde b ir "mec­lis” oluşturuyorlardı. Bu, önemli devlet ve aile sorunları­nın, savaş, sultanın evlenmesi vb. konuların görüşülmesi için toplanan danışma organıydı. Biçimsel olarak, burada, çok zengin ve etkili kişilerden b ir başkan da fVakayina- m e’de "meclis em iri” Mubarizeddin Behram şah anılmak­tadır) bulunuyordu, am a asıl ağırlığı sultanın oyu taşı­yordu. Bazan, sultan, meclisin tutum una aykırı olarak, canının istediği b ir karar alıyor, başarısızlık durum un­da, yüksek görev sahipleri, yapılan yanlışı, onun yüksek görevlilerin öğütlerinden saptığını vurguluyorlardı. Bu­radan da açıkça anlaşılıyor ki, meclis, eski boy meclisi, kurultay kalıntılarım koruyordu.

Selçuklu devletinde, görülüyor ki, görevler için hi­yerarşik b ir düzen vardı; genellikle, beylerbeyi sanı, mec­lis emirliğinden yüksekti, ama sultan, b ir defasında mec­lis emirini, beylerbeyinin sağ ve sol kol beylerinin üze­rinde b ir konuma getirmiştir."”

Yüksek görevliler, yönetimi, kendi çocuklarına, ak­rabalarına ve kendilerine yakın kişilere devretmeye çalış­salar bile, görev makamları, kuşkusuz, biçimsel olarak babadan oğula geçmiyordu. Bu meslekî ya da grupsal ka­palılık, kişiden özel bilgiler istendiği yerlerde devam ede­biliyordu ,yani buralarda da zanaatçılarda olan ayıklama meydana geliyordu.

Devlet aygıtında yüksek b ir konumda bulunan kişi­nin oğlu, ya da varlıklı birinin oğlu, iyi b ir eğitim görü­yor ya da görebiliyordu, ve onun önünde geniş b ir gele-

44 Y azıciog lu A li, m, 197 - 198.

260

Page 262: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

cek açılıyordu. îşte, Selçuklu vakayiname yazarlarının kişiliğinde de, devlet görevlilerinin önemi görülmektedir: îbn i Bibî saraya yakın b ir aileden gelmektedir, babasının lakabı "Tercüm an”dır, yani "elçi çevirmenidir”, Türkçe- ye, vakayiname uyarlayan Yazıcıoğlu Ali de, adından da anlaşıldığı gibi okuryazar ("yazıcı”) çevreden gelmiştir.

Devlet dairelerinde, daha sonra, Türkiye’de de yer­leşen "siyakat” ("noktasız”) yazı kullanılıyordu. Mektup yazılması, üstelik yabancı dilde belgeler düzenlenmesi, karm aşık b ir iş olduğuna göre, sultanlar (örneğin StıltanI. Alaaddin Keykubad), bu görevlerin, eğer yapabilecek yetenekte iseler, oğullarda devam etmesine izin veriyor­lardı; böylece, işin niteliği, sanatkârlık düzeyi yükseliyor, buna karşılık ödüllendirme de artıyordu.'*®

Sultanın buyrukları, yazılı olarak veriliyordu. Örne­ğin, toprak yönetimiyle ilgili b ir buyruk, b ir fermanla onaylanıyordu; savaş için ordu toplanırken, sultan, bey­lere m ektuplar (mektub, biti) gönderiyordu.'^ Ama ge­nellikle, başkentte bulunan sultan, sözlü buyruklar da veriyordu, ve eğer bu, b ir ilk buyruğu yürürlükten kal­dıran karşı buyruksa, doğruluğunu göstermek için, ada kazılı b ir yüzük gönderiyordu.''^ Yüzüğün bulunduğu kişi, sultan adına davranıyordu. Yüzük, onun sözlerine, karşı gelinmez b ir güç, sultan buyruğunun gücünü sağlıyordu; bu, sultanın, yüzük verirken, sanki yetkisini devretmiş olduğu, kendine özgü b ir tü r tılsımdı.

Yüzüğün anlamı, folklor ürünlerinde de çok iyi sap­tanm ıştır, “Akıllı Kadın” (Afanasyev’in derlemesi) m a­salında, sultan baba, "en büyük güvence” işareti olarak

45 Y a z ıc ıo ğ lu AH, III, 2İ0 - 211; "H att ü b e la g e tte ve İnşaya ve s iy a k a tte o lsa te r b it ve şe fk a t Idüb m ersu m u m u cib in z iyad e İderdl.”

46 P. K öprü lü , S u lta n II. M ehm ed za m a n ı belge lerin e dayanarak "biti" n ln ("n işan " an lam d aşı olarak) "vakıf" b elgesi o ld u ğ u n u varsaym aktadır (B izan s M ü essese lerln ln T esiri, s. 15.)-

47 Y a z ıc ıo ğ lu A li, III , 279.

261

Page 263: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

oğluna yüzük gönderir.Belli ki, bu, üzerine, sultan tarafından seçilen bir

simgenin, onun “tugra”smın, "tevki”inin (padişah buy­ruklarına çekilen nişan, ç.) kazındığı ada yazılı b ir yü­züktü.'® örneğin, kaleye kapatılm ış bulunan şehzade Ala- addin’i rahatlatm ak isteyen Em ir Seyfeddin, ona, kar­deşinin yüzüğünü götürür, başlangıçta, emire korkuyla ba­kan Alaaddin, kardeşinin gerçekten öldüğüne inanır."”

Eğer başkentte düzensizlik baş göstermişse, burada, feodallar arasında, yönetim için savaşım, makam sava­şımı (çünkü iktidar zenginlik getiriyordu) şeklinde hır­gür çıkmazsa, taşradaki durum, çok daha ağır oluyordu. Buralar, feodalların keyfi tutum una terk edilmişti. Bun­lar, toprak üzerindeki hakkı, en geniş şekliyle anlıyor ve halkı ezerek bitkin düşürüyorlardı. Nizam ül Mülk, halkın refahına özen gösterilmesi konusu üzerinde ıs­rarla durm aktadır, ama belli ki, bu, gerçekleşmekten uzak b ir iyi dilek olm aktan öteye geçmemiştir.

Çalışmasını Rum Selçuklu Sultan I. Gıyasettin Key- hüsrev’e ayıran Büyük Selçuklu tarihçisi Ravendi, hü­küm dar ve tüm ordu “em lâklar ve bağışlanmış toprak­lar konusunda tanrı yasasının buyruklarını izledikleri için... kentlerin geliştiğini, bölgelerinse, meskûnlaştığı- nı"“ belirtm ektedir.

Ama, ister istemez, bunun, "ulemanın sığınak, köy­lülerinse huzur” ' buldukları sultana b ir övgü olduğu kuş­kusu ortaya çıkıyor. Her ne olursa olsun, durum, genel­likle böyle değildi.

Devletin bölünmüş olduğu beyliklerin iç düzeni, ge­ne de değişikti. Öyle ki, beyliğin nasıl ve hangi koşullar-

-iBP, K öprülü . B izan s M üessese lerin in T esiri, p. 199. n o t. 2, 3.49Y azıoıoğlu Ali, m , 188.50 A. A, Sem yon ov'un çev irisin d ek i aktarm ayı alıyorum (agy. s. 27;

R avendl’ye yap ılan gönd erm e d o ^ u değ il: 40. sayfa d eğ il, 30. say fa ).51 R avendi, ed. Igljal, p. 248.

262

Page 264: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

da devletin bileşimine girdiğine bağlıydı. Bunlar, Selçuk­lular tarafından, eski savaş arkadaşlarına verilmiş olan (örneğin, Erzurum ’da Saltuk, Gümüşhane’de Mengücük, ya da Sivas’ta Danişmend gibi) yarı bağımsız bölge miy­di, yoksa, beylik, Selçukluların Küçük Asya’da belirme­sinden önce olduğu gibi, bölgesini yönetmeye devam eden genellikle hıristiyan da olabilen (Diyarbakır’da olduğu gibi) eski hüküm darların egemenliğinde kalmaya mı de­vam ediyordu.

Bölgenin ya da çevrenin başında, özellikle, soy baş­kanı, sonraları, birlik kom utanı olan “subaşı” bulunu­yordu; o, aynı zamanda "hâkim ”di, yani askerî güce da­yanarak yönetimi yürütüyordu. Bu, yönetim ve yargı iş­levlerini üzerinde toplayan b ir askerî vali, b ir küçük hü­küm dardı. Oğuzlarda, subaşı, boyun başkanı olarak han işlevlerini yerine getiriyordu.®^

"Subaşı” terim inin gösterdiğine göre, önceleri, sul­tan, b ir (Oğuz) boyunu, herhangi b ir bölgenin işgali için gönderiyor, Oğuzlarda boyun başında ise, subaşı bulu­nuyordu. Çevredeki yerli hıristiyan halk da, ona bağlan­mış durumdaydı; sonra, o, b ir bölge üzerinde tam yöne­tim i de elde etm iştir, daha geç dönemde ise, anlaşılan, boy başkanı olmayan biri de subaşı m akam ına gelebili­yordu.

Subaşıların ne denli güçlü olduğu, "üçlü yönetim” zamanında. Kayseri Subaşısınm Sultan IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın, devletin tek hüküm darı ilan edebilmesin­den belli olm aktadır.

Bölge yöneticisinin genel olarak büyük yetkileri var­dı. Örneğin, Sivas’ta bulunan meclis emiri Mubarizeddin Behramşah, b ir sultanın yetkilerine sahipti: Onun yöne­lim i altında beyler ve prensler,® yani daha Bizans dev-

52 W. B arthold . 12 V orlesungen , p. 101.53 Y a z ıc ıo ğ lu Ali, m , 257.

263

Page 265: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

rinden kalan bazı Erm eni egemen prensleri bulunuyordu. Uzun süre, yerlerinde kalan emirler, tehdit edici b ir gü­cü temsil ediyorlar ve sultanlar da bunlardan çekiniyor­lardı (örneğin, Em ir Ertokuş, 20 yıl boyunca Antalya'da yaşamıştır. Bu, anlaşılan, herhangi b ir Oğuz boyunun yaşlı önderidir).

Bir bölgenin başında bulunan resmî kişi, genellikle, iki san taşıyordu: Türkçe "subaşı” ya da Arapça “em ir”. Daha eski olan birinci terim, Orta Asya'dan geçmiştir; bu terimler, b ir zaman, iktidarın, yönetiminde b ir evri­mi yansıtarak b ir arada var olduysa da, sonunda "em ir” sanı birincinin yerini almıştır.

Taşrada, ayrıca, merkezi yönetim organı olan divan­ların şubeleri vardı. Kuşkusuz, sefer sonrasında, başkent­ten taşraya, mal varlıklarının kaydı ve nüfus sayımı için yazmanlar geliyor, bunda, belli ki, gözetim am açları gü­dülüyordu.

Küçük feodallar, zanaatçılar, köylüler, tüm ü ezilmiş durumdaydı. Hepsinden kötüsü kuşkusuz, köylülerin du­rumuydu.

Ahlat’a, savaştan sonra, başkentten yüksek görevli­ler gelince, bunlar her şeyden önce kalelerin kom utan­larını yerlerinden alm ışlar ve köylüler topraklarına dön­müşlerdi. Anlaşılan "kalelerin” kom utanları (ketval-i ka­la), feodalların çıkarlarını koruyorlardı ve güçlerinin yet­tiğini, en çok da köylüleri eziyorlardı.

Prensleri, Selçukluların egemenliğini kabul etmiş olan hıristiyan bölgelerin halkı, en iyi koşullarda bulunuyor­du; bu halk kesimi, yalnızca "haraç” tanıyordu, halk "ha­raca bağlanm ıştı” (haraç kezer), ama prensler içte özgür­dü. Selçuklulardan kalıt olarak alınan bu özgürlük sis­temini, Osm anhlar da, müslüm an olmayan topluluklara uygulamışlardır.

Rüşvetçilik, haraçlar, en 50ikardan alt katm anlara

264

Page 266: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

değin her yanda egemendi: sultandan küçük feodala ka­dar. Tarihçi Aksarayi, Sultan II. Alaaddin Keykubad'ı bi­le doğrudan rüşvetçilik ve zorbalıkla suçlam aktadır.^

Türk milletvekili Aziz Samih’in, “ 1913-1914 yılların­da, Türk - Iran sınırında neler gördüm ?”“ başlıklı anıla­rında, göçebelerin yerleşmiş olduğu sınır şeridi boyunca egemen olan "yönetim” yöntemlerinin geniş b ir görünü­m ü verilmiştir. îran hükümetince, Rizaiye’ye (Urmiya) atanan vali, Tebriz'den görev yerine varıncaya değin, üç ay geçmişti. Yol boyunca, halk, tam anlamıyla soyuluyor­du; vali, boy başbakanlarına [aşiret reislerine], at, katır, erzak için ekipler gönderiyor, emrindekileri, itaatsizlik durum unda, ölümle tehdit ediyordu. Selçuklular döne­minde de, “yerel yönetim ”, böyle başına buyruk ve u tan­mazdı.

Haracın ne olduğu, kuşkusuz, başkentte de bilini­yordu. Adaletin koruyucusu Sultan I. Alaaddin Keyku- bad, divanların yetkisi içindeki (“divan”, yani sivil yöne­tim) davalarına, her gün kendisi bakıyordu. Ve genellikle, davalar. Oğuzların alışılmış hukuk “töre” temeline daya­narak gecikmeksizin^ çözüme bağlanıyordu (örneğin, mi­rasçılar hızla, mülklerinin başına geçiriliyordu). Kışları, Akdeniz kıyısına gidince, sultan, burada zulmedenlerle ilgili mahkeme kuruyordu. “Mazlum”lar, ona başvuruyor­lardı, ve bunu, hesap sorulması izliyordu. Sultan, Kon­ya’da da, sivil dava duruşm aları düzenliyordu.

Nizam ül Mülk tarafından kabul edilen eski b ir Sa- sani geleneği gözetilerek (yeni yıl, "nevruz” günü hüküm ­darın halk önünde hesap vermesi),'^ Sultan I. Alaaddin Keykubad mahkemeye çıkıyor, ve herkes, ondan şikâyet­çi olabiliyor ya da şikâyetini sunabiliyordu.

54 W. B arthold . O n y e k o to n h v o sto çn ıh rukop isah , str. 0138 - 013T.55 "V akit” gazetes in d e b a sılm ıştır , 1934, no: 5929.56Y azıcıog lu A li, III, 215.57 K. İn ostran tsev . Sasan ld sk lye etyu d ı. spb., 1909, str. 98, prim . 2.

265

Page 267: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Selçuklularda, dinsel mahkeme olan, şeriat mahke­mesi de vardı. Din alanma ilişkin davalarm duruşmala- rmı. Kadılar (ve müftüler) yürütüyordu. Selçuklularda, Kadı, yüksek dinsel temsilciydi, Osmanh döneminde, bu, şeyhülislamdır.

Ayrıca, merkezden denetleme kurulları gönderilme­si ya da yönetim konusunda rapor verilmesi için, yöne­tici beylerin bulundukları yerlerden çağırılması yöntemi de uygulanıyordu. Aflâki, Vezir Muineddin Pervane’nin (Sultan IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın sarayının bulundu­ğu) Kayseri’ye b ir sınır beyini (beyaz kalpakları icadeden Mehmed’i) çağırdığını anlatıyor. Bey, Celâleddin Rumi'­nin himayesini yoklamak amacıyla, yolu üzerinden Kon­ya'ya uğram ıştır.^ Ya, bey kendisinde b ir suçluluk du- yumsuyor, ya da K aratay’m ölümünden sonra ,halk üze­rinde yılgı yaratan Muineddin, ondan rüşvet koparm ak istiyordu.

Cezalandırmalar hızlı ve kesindi. Alışılmış (hafif) ce­za, değnek, (çevgan) vurmaktı, ve bundan, em irler de paylarını alıyorlardı, örneğin, perdedarlar emiri, yüksek görevlilerin silahlı m uhafızlarının saraya girmelerine izin vermesi yüzünden, 50 değnek hak etmişti.^ Eğer biri­nin ihanetinden kuşkulanılmışsa, önce taşınır ve taşın­maz mallarına elkonuluyor, sonra, bunu (boğma, asma, ya da baş kesme şeklindeki fiziksel ölüm) idam cezası (siyaset) izliyordu.^ Bazan, devlete karşı suç işleyenin, isyancının (kendisini Sultan II. îzzeddin Keykavus’un oğ­lu olarak gösteren) Sahte Siyavuş'a yapıldığı gibi, canlı canlı derisi yüzülüyor ve, samanla doldurulup, düşman­lara korku olsun diye, kentlerde dolaştırılarak gösteri- liyordu.^'

58A flâkl, 1, 10.59 tb n l B!W, IV, 113.M Y azıc ıog lu Ali, III, 277. 393.61 İb n l B lbî, IV, 333.

266

Page 268: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Mahkeme kararını, “adliye başkanı (mirdad), uygula­maya koyuyordu.^ Bu görevde b ir süre bulunanlardan bi­ri (1250 y.) sonradan vezir olan Sahibata’dır.“

Çok daha acımasız, ve herhalde, daha eski b ir ceza­landırm a da yaygındı: Suçlu eve kapatılıyor, ve ev ateşe veriliyordu. Halep üzerine başarısız seferinden sonra (1218), Sultan I. îzzeddin Keykavus böyle davranmıştı. Kabahatli oldukları varsayılanlar, birlik kom utanları, bü­tün yalvarm alara karşın, elleri ve ayaklan bağlanarak (Rabad T artuş’ta) b ir eve kilitlenmişlerdir; evin çevresine odunlar yığılmış ve yakılmış, dışarı fırlam ak isteyen olunca da sırıklarla geriye, içeriye itilm işlerdi."

Bu, alışılmış b ir cezalandırmaydı. Örneğin, 14. yüz­yılda, Tversk Knyazı da, Tatar elçisi Çolhan’m bulundu­ğu evi yakarak acımasızca cezalandırmıştı. 16. yüzyıl şairi Lamiî "F ıkralar” kitabında, kendini çıldırmış gibi gös­teren ulem adan birinin subaşını, muhtesibi ve kadıyı, kı­saca, saygın b ir grubu evine davet ettiğini, ve evi odun­larla ateşe verdiğini anlatm aktadır. Osmanlılarda, bu ce­zalandırma, en azından 17. yüzyıla değin kalm ıştır, "ateş­te yakm a” (ahrak-ı balnar) genellikle camilere, özellikle de mezhep sapması gösterenlere uygulanıyordu: tslâm- da, cesedin yakılması en ağır c e z a la n d ırm a y d ı16. yüz­yılın sonunda. Küçük Asya’da büyük b ir ayaklanma ger­çekleştiren Karayazıcı yandaşları, bu yüzden, ölen önder­lerinin gövdesine hakaret edileceğinden kuşkulanarak, onu küçük parçalar halinde kesmişler ve değişik yerlere göndermişlerdir. Bir defasında da b ir zamanlar, kendisi­ne ihanet eden erkândan birinden (Zahireddin) öç almak için, sultan, onun mezarının açılmasını, kemiklerinin ya-

6 2 Y azıcıog lu A li, III, 199.63 H alil E dhem , op, olt., 105.64 Y azıciog lu A li, III, 181 - 182; tb n l - B ibt, IV,65 A. M ez, op. c lt., 350 - 351.

267

Page 269: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kılmasını, külünün rüzgâra savrulmasını bujrurmuştur.“Ölüyü aşağılama, Küçük Asya’da rastlanan b ir du­

rum du; Bizans tarihçisi Duka’nın anlattığına göre. K ara­man beyi, Bursa’yı ele geçirdiği zaman, Sultan I. Yıldı­rım Beyazıt’m cesedini, mezarından çıkarmış ve kalıntı­larını yakm ıştır.

Bazan, yüksek görevliler, m akam larından alınıyor ve sürülüyorlardı. Örneğin, erkândan Behaeddin Kutluca, anadan doğma çıplak olarak bindirildiği b ir katırla, Kay- seri’den Tokat’a sürgüne gönderilmiştir.*^ Tıpkı böyle, tehlikeli şehzade kardeşleri, yeğenleri de, sultan, uzakta b ir yerlere sürüyor, ve orada, b ir kale içinde, onlar, son­suz b ir korkuyla yaşıyorlardı.

Bazan, suçlunun mal varlığına elkoyulduktan sonra, sultan, belki geçici olarak, hapsetmekle yetiniyordu, ve ona, gündelik tayın belirleniyordu: Yarım "m ena”, yani "batm an” et, iki ya da üç "m ena”' ekmek veriliyordu. Buradan anlaşılacağı gibi, hizmetli yine de aç kalmıyor­du.

Ayrıca, hapishaneler de vardı. Herhangi b ir yengi ya da yeni sultanın tah ta çıkışı nedeniyle, m ahpuslar, öz­gür bırakılıyordu; bu, b ir genel af, siyasal am açlar gü­den b ir önlemdi.

Merkez (başkent) ve kenar (taşra) arasında yollar açılmıştı; tüm ülkede, b ir "posta istasyonları” ağı uzanı­yordu, "yam”, ve "yam atları”na‘’ bindirilm iş "ulak”lar,^

6 6 y a z ıc ıo ğ lu Ali, III, 62 - 63, 106, 176, 182.67 tb n l B îbî, IV, 115.6B İb n l B ib i, IV, 217. ''M ena”n m ağ ır lığ ı 640 '‘m iskalle" (—2,97 kUogram )

(T ebriz'de) 1000 "M lskal" (— 4,6 k ilogram ) arasın da değişm ekted ir .«9Y azıcıoğ lu AH, III, 232.70 U lak (p osta) a tıd ır , am a b u sözcük , an lam ca, k a tır ve deveyi de

İçerebiliyordu, bkz; A. Y akubovsk iy . V ostan iye Tabari, str . 115, prim . 1. — G ü n ü m ü z Pars d ilin d e , sözcü k , “nezak eten " "eşek'’ a n la m ın d a k u lla n ıl­m ak tad ır , bkz: N. B elgorodskly. Sovrem yonn aya persldskaya lek sik a . M. —L., 1936, str . 35. — B uhara'da, b u sözcü k ten , a t lı araba ta ş ım a c ılığ ı İşi an laşılyordu , bkz: A. Sem yon ov, agy. s. 6, n ot. 10.

268

Page 270: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sultanın buyruklarını dağıtıyor (çapar) ve sultanı, her şey­den haberdar ediyorlardı (kasad). "Yam” denilen ulaklar kurum u, Moğol döneminde, artık, kesin biçimini almış durumdaydı. Moğolca "yam” terimi, bunu dile getirmek­ted ir/'

Sultan, sarayında kuşku içinde, tetikte yaşıyordu; kendisini, sanki, düşmanlarla, komplocularla çevrelenmiş gibi duyumsuyordu. Böylece, curnalcılık ve tuzakçılık gelişmişti; hizmette göze girmek isteyen herkes için ge­niş b ir ufuk açılmıştı. M utfakta, yiyecekleri, bunların hazırlanışını gözden geçiren (belki b ir bakıma, harcam a­ları da denetleyen) özel hizmetli m em urlar (mutbahın müşerefleri) bulunuyordu;^^ bunlar sultanın sağlığının gözeticileriydi.

Selçukluların kendilerinden uzakta bulunanları göze­timde tutm ak için çok daha büyük gerekçeleri vardı; bu gözetim için, "devletin gözcüsü" (müşerref-i memalik) sanını taşıyan b ir yüksek görevlinin (müşerref) başında bulunduğu m uhbirler kurum u oluşturulm uştu. Bunlar, yerel bölgelerde olup biten her şeyden, sultanı haberdar ediyorlardı. Nizam ül Mülk, Büyük Selçuklulara m uhbir­ler kurum unu ortadan kaldırm alarını öneriyordu, ama halifelerden aktarılm ış olan bu casusluk sistemi. Küçük Asya’da yürürlükte kalmaya devam ediyordu.

71 B. V lad lm lrtsov . Z am etk i k d revn etu ryetsk im 1 starom on go lsk im te k s - tam . DAN—B. 1929, str . 290.

7 2Y azıcıog lu A li, III, 188. — A. K n m sk ly , agy. s. 133 (yorum , an laşılan , B eyh ak i'd en a lın m ıştır ).

269

Page 271: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Ordu, Ordunun Bileşimi - Boy Birlikleri - Feodallann Birlikleri - Savaşın Karakteri Ülke İçindeki Asker!

Birlikler ■ Ücretli Birlikler

Selçuklularda ordunun örgütlenmesi, Nizam-ül-Mülk’' ün eski Mogollardan aktarm aları yansıtan buyrultuları­nın b ir yinelenmesini ortaya koymaktadır.

Toplam sayısı 24 olan Oğuz boylarından, savaşa, be­lirli b ir birim olan "tüm en” geliyordu.

Kötü b ir biçimde derlenmiş Oğuzlardan oluşan bu insan kitlesi, özellikle, yalnızca çeteci akınlar için elveriş­liydi; b ir beldeyi (tarlaları, bağları, bahçeleri) yakıp yık­ma ve yağmalama; düşmanı çabucak barış istemeye zor­layan savaş yöntemi, işte buydu. Savaş uzadığı zaman, bu, savaşçıları bıktırıyordu; baharda ya da yazın savaşa başlayan askerler yoruluyorlardı, kış gelince, sultan ordu­

270

Page 272: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ya izin vermek zorunda kalıyordu; kış aylarında, ordu, dinlenmeyi yeğliyordu, b ir yıl geçtikten sonra ise, as­kerleri yeniden burada toplam ak gerekiyordu.

Bu durum, göçebelerin düzenli hareketine benziyor­du, ne de olsa, ordu da bu göçebe öğelerden oluşuyordu.

Örneğin, b ir zamanlar, ilk Rum Selçuklusu tarafın­dan fethedilmiş bir kent olan İznik’in (Nikeya'nm) Os- manlılar devrinde kuşatılması, 32 yıl sürm üştür. Kent, üzerinde 300 kule bulunan surlarla çevrilmişti. İbni Ba- tû ta 'nm yazdığına göre Sultan "Osmancuk” (Osman), ken­ti, yaklaşık 20 yıl boyunca kuşatm ış ve ölm üştür. Onun oğlu, İhtiyareddin Orhan, kuşatmayı, 12 yıl daha sürdür­müş ve ancak böylece kenti ele geçirmiştir.’

Daha 9. yüzyılda, Cahız’ın işaret ettiği gibi, Türkler, iyi askerlerdi, onlarda ok atmaya ve ata binmeye büyük önem veriliyordu.

Oğuz boyları, savaşçı yetenekleriyle belirginleşmişler­di; devletin sınırında yer alan onlar, daima hazır durum ­daydı. Sınır korum a görevi yünitüyor ya da hıristiyan kom şuları üzerine akınlar düzenliyorlardı.

Ordunun başında, 24 han, melik ya da em ir bulunu­yordu, yani 24 Oğuz boyundan toplanmış olan askerî b ir­likler, bağımsız askerî birim özelliği gösteriyordu. Boy başkanlar!, sınır beyleri için kullanılan terim lerin çe­şitliliği, Küçük Asya'da, göçebelerde meydana gelen evri­mi ortaya koymaktadır; boy başkanı, hana, subaşma, gi­derek b ir feodala (melike) ya da askerî kom utana (emi- re) dönüşüyordu, yani Oğuz kolunun başında, artık, kö­ken olarak bu boyla bağlantısı olmayan b ir kişi buluna­biliyordu.

Kuşkusuz, asker kesimini oluşturanlar, yalnızca Türkmen boylan değildi. Küçük Asya'da, Baba tshak'ın

l i b n l B a tû ta , II, 322.

271

Page 273: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yönettiği ayaklanma patlak verdiği zaman, sultan, Malat­ya’dan “Türkleri ve Germiyanları" getirtm işti. Demek ki. Vakayiname, bunları açıkça birbirinden ayırmaktadır. Her halde, bu, daha sonra batıya kayan ve güçlü b ir bey­lik kuran K ürt aşiretiydi.

Ne var ki, daha önce, Büyük Selçukluların başlattığı fetihler için, boyların süvari birlikleri yetersizdi. Onlar, Samanilerdeki askerî örgütlenmeyi almışlardı (krş: örne­ğin “sipahiler” terimi). Onlarda, artık, korum a birlikleri de ("candarm alar”) bulunuyordu.

Küçük Asya’da da böyle oldu. Oğuz kolları ordunun çekirdeğini oluşturuyordu; kısa sürede ordu, (bir bölü­müyle hıristiyanlıktan müslümanliga geçen) Küçük Asya yerli halkının toprağında yerleşerek ekonomi yürüten feo- dallardan gelen birliklerle bütünlük kazanmıştır.

Sultandan toprak alan feodal, sultana insan ve as­ker yardım ında bulunm akla yükümlüydü. Yani feodal, denebilirse, "atlı ve silahlı o larak” hizmete geliyordu; askerî tım ar sisteminin esası da, devleti, ordu besleme kaygısından kurtarm asında yatm aktadır.

Niğde kentinden b ir birliğe ilişkin vakayinamedeki değini,^ daha büyükçe kentlerin feodallara bağışlandığı, bunların da, o kent çevresinde yer alan toprakları, ken­dilerinin dağıttığı şeklindeki doğal varsayımı doğrulamak­tadır. Toprak üzerinde oturan küçük mülk sahipleri, feo­dallara bağlanıyor, savaş zamanında ise, kenti elinde bu­lunduran feodalin çevresinde birleşiyorlardı. Kendisine bağlı çevre köyleriyle, her (büyük) kent askerî birlik sağ­lıyordu. Birlikler, büyüklük bakım ından farklıydılar, ama onlar bağımsızdı, ve bu da, kuşkusuz, savaş sırasın­da, manevraları ve operasyonların yönetimini güçleştiri­yordu. Feodalların birliklerinin sancakları da vardı. Bu

2 Y a z ıc ıo g lu A li, III, 19S.

272

Page 274: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sancaklar üzerinde, soyun ya da feodalin herhangi b ir işa­reti bulunuyor muydu (böyle birşey olanaksız görünse bile), bilmek ilginç olurdu.

Ayrıca, devlet sancakları vardı. Sultanı anım satan kara sancak üzerinde, Romen tarihçi B ratianu’nun varsa­yımına göre, Bizans’tan Selçuklulara uçan b ir kartal göze çarpıyordu,^ ama, olabilir ki, bu arm a betimlemesi, Sel­çukluların totem kalıntılarıyla çakışıyordu. Ama 13, yüz­yıl Selçuklu sancaklarından birinde, "Selçuk mersiyesi”- ne bakılırsa, Sadreddin Konevi ve b ir ejder betimlenmiş- ti; bu ise, artık, Moğol etkisini, Selçuklular tarafından Moğol egemenliğinin kabul edildiğini dile getirmektedir.

Birlikler, savaşa, kendi kom utanları ve sancaklarıyla katılıyorlardı. H. 1178 yılına (18. yüzyılın ikinci yarısı) ait b ir ferm anda görüldüğü gibi, “fatihlerin torunların­dan” 2 bin kişilik birlikte, "kırk sancak açılm ak” zorun­daydı, yani her 50 kişi b ir birim oluşturuyordu. Selçuk­lular döneminde de, "ellilikler” bulunduğuna göre, açık­tır ki, 18. yüzyılda. Oğuzların torunlarında, henüz eski örgütlenme devam ediyordu. "Ve onlar, silahlanmış ola­rak hâzineden altı aylık yiyecekleriyle, çadırlarıyla Sela­nik'ten Gürcistan’a yürüyorlardı.'* vb..

Rum, Erm enistan ve Diyarbakır orduları, yani Rum, Erm eni ve K ürt bölgelerinden feodallarm birlikleri geli­yordu. Selçukluların bağlı beyliklerinden gelen birliklerin sayısına ilişkin sayı (500 bin), inandırıcı değildir. Küçük Asya’daki hıristiyan nüfusun m iktarı Küçük Asya’yı fet­heden Türk boylarının sayısından (Oğuz boylarından 270 bin kişi geliyordu) sanki yalnızca iki kat fazlaymış gibf

3 D ogu'da, k arta lın ta r ih in i, da lıa önce, R am uzio ay d ın la tm a k is te m iş ­tir . B esim A talay , k arta lın T ürk anm ası o ld u ğ u n u savu n m ak tad ır , bkz; VI. G ordlevskiy. İz J lzn i sovrem yon noy T u rts ii. V ostok , kn . 3, str. 206. Bkz: Fr, C u m o n t’u n d ü şü n ce ler in in ö zeti (Fr. C um on t E tud es syrien n es, Paris, 1917, pp. 3 5 -1 1 8 ) .

4 A hm ed R efik , agy. s. 218 - 219.

273

Page 275: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bir durum çıkıyor, bu sonuç, kuşkusuz, aldatıcıdır. Oğuz­la r için savaş b ir spordu, ve onlardan, doğaldır ki, daha yüksek b ir oran, tüm sağlıklı halk kesimi, savaşa gidi­yordu.

Ayrıca, Selçukluların siyasal yöneticisi Nizam-ül- Mülk, hıristiyanlardan da asker alınmasını öğütlüyordu. Buna göre, egemen hıristiyan prensleri, Selçuklulara, her yıl (belli ki, hıristiyanlardan oluşan) askerî birlikler yol- luyorlardı. Örneğin, (yenilgiye uğramış olan) Ermeni Kralı II. Levon, elindeki toprakları koruyabilmek için, her yıl, bin atlı ve 500 topçu, yani seçkin savaşçılar gön­dermeyi yükümlenmişti.

Kırım Savaşı sırasında, Asya Türkiyesinde iki yıl ge­çiren M. Lihutin'in belirttiğine göre, sonraları, Osmanlı ordusunda da, b ir bölümüyle, hıristiyanlar (Ermeniler) fiilen hizmet etmişlerdir.®

Ama hıristiyanlar, asker olarak, herhalde güvenilmez öğelerdi ve askerlik hizmetinden istekle uzak tutuluyor­lardı. Onlar, genellikle, kurtulm alık parasıyla askerlik hizmeti dışında tutuluyorlar ve "bedel” vergisi yatırıyor­lardı.

Küçük toprakları elinde bulunduran tım ar sahipleri, yani sipahiler, bağımsız olarak savaşa gidiyorlardı. Gene de bunların sayısı, göreli olarak fazla değildi; o sıralar huzursuz b ir dönem yaşanıyordu, ve insanlar güvenlik için güçlü feodallara tutunuyorlar ve onların uyruğu olu­yorlardı.

Savaş zamanında, loncalar, geride bulunan askerî birliklerde hizmet eden kişiler sağlamak zorundaydı. Os- manlı dönemi için gerçek olan düzenleme, kuşkusuz, Sel­çuklulardan aktarılm ıştır.

Olağanüstü ivedi durum larda, —örneğin Moğollar

5 M. L lh u tin , agy. s. 44.

274

Page 276: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

zamanında, b ir kez olduğu gibi— sultan, saray birlikle­rini de orduya katıyordu.*

Sonuçta, Selçuklularda, ordunun bileşimi karmaydı, ama bu ordunun İbni Bîbî tarafından işaret edilen sayısı abartılm ıştır/

Askerî eğitim gevşek yürütülüyordu. Askerî idman­lar ve oyunlar (süngü, kılıç, çomak oyunu) için alanlar (talimhane)® kurulm uştur, bunlar, Cl. H uart’m sözcüğü anlamak istediği şekliyle,’ devlet (ya da beylik) toprağın­da yaşayan sipahi ve haseki çocuklarının eğitim gördüğü askerî okullardı. Arada bir, sultan, feodalin askerî bilgi­lerinin b ir yoklamasını yapıyor, kom uta heyetinin gös­terisini izliyordu; am a kuşkusuz, bu yetersizdi; kitleler eğitimden kaçınıyordu.

Ordu toplandığına ilişkin buyruklar, Selçukluların nereye yayılmaya niyetlendiğine bağlı olarak gönderili­yordu; 13. yüzyılda, baskı, doğudan geldiğine göre, dev­letin doğu sınırında bulunan ve seferin de tüm külfetini taşıyan boy başkanları, Malatya, Maraş beylerine yapılan çağrılara değinilmektedir.

Sefer öncesinde, ordu, genellikle, devletin coğrafi merkezinde bulunan Selçukluların “tah t” kenti Kayseri'- de’° toplanıyordu. Burada, sultan, orduyu denetliyordu. Geçit resmi ve oyunlar, daima, savaş ruhunu yükseltiyor­du.” Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından, halifenin yardım ına gönderilen büyük b ir askerî birlik, Bağdad'a yaklaştığı zaman, savaş sanatı gösterisi yapmış,'^ hızlı ha­reketiyle, binicilikteki ustalığıyla, ok ve mızrak atışıyla vb. izleyenlerde sevinçli b ir şaşkınlık uyandırmıştı.

6 tb n l B îb î, IV, 182.7 P . K öprülü , S e lçu k ller Z am anın da A n ad o lu ’da T ürk M ed en iyeti, s. 215.s Y azıciog lu A li, m , 211 - 212.9 Cl. H uart, E plgraphie arabe, p. 45.lO tbnl B îbî, IV, 199.11 Y azacıoglu AH, III, 315.12Y azıcıoglu A li, III, 21T.

275

Page 277: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Gelenekleri gözeten sultan, “şölen” veriyordu, ve sul­tan güçlü olduğu ve askerî girişimleri yengiyle sonuçlan­dığı sürece, her şey yolundaydı.

Sancaklarını açan ordu, müzik eşliğinde, düşman üze­rine yürüyordu. Ordu birliklerinin görünümü, onların "ölüyü bile sersemletebilecek” olağanüstü haykırışları, BizanslIlar üzerinde sarsıcı etki uyandırıyordu.

Daha, Sultan Sancar (12. yüzyıl) zamanından beri, coşturucu gürültülü sesler çıkaran tuhaf b ir müzik, gün­de beş kez, “sancari” havasım (nevbet senceri) çalıyor­du; Selçuklular, müziğe, onun orduyu esinlendiren gücü­ne, b ir tü r dua gibi bakıyorlar ve, belli ki .müziği b ir yürüyüş m arşı haline sokarken, göçebelerin eski akıncı- lığını, yüksek b ir dinsel yararlılık düzeyine çıkarmak is­tiyorlardı.

Köylüleri rahatsız etmemek ve onları haraçlarla yıp­ratm am ak için, daha Nizam ül Mülk, yollar üzerinde, belli uzaklıklarla ordu için erzak depolan hazırlanmasını öğütlüyordu. Bu noktada, Rum Selçuklularının da, öğüt­lerini izlemek durum unda olduğu Büyük Selçuklu vezi­rinin devlet anlayışındaki yüksek bilgelik dile gelmiştir.

Ordunun ilerisinde ise, ülkenin durum u ve düşman kuvvetleri hakkında komutanlığa bilgi ulaştıran gözcü- haberciler (casus) hareket ediyordu.

Yangöçebe halkta atlı birlikler, ordunun temel öğe­sini oluşturuyordu. Bu birlikler, kom şular için felâket demekti, ve Türkün daima gururla yinelediği b ir atasö­zü vardı: “Türkün atının ayak bastığı yerde, ot bitm ez”. Yengi kazandığı yerde, ordu, halktan özel olarak at nalı vergisi alıyordu.

Piyade, o kadar önemli değildi.'^ Osmanhlarda, piya-

la ib n l B îbî, IV. 183. —Bkz: F. K ö p rü lü 'n ü n (B izan s M üessese lerln ln T e­s iri, s. 244. n o t. 1) N izam ü l M ülk 'ün b u yru k ların a (b l. X IX ) d ayalı d ü şü n ­celeri.

276

Page 278: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

de (14. yüzyılın ilk yarısında), Orhan’ın büyük kardeşi ve­zir Alaaddin'in girişimiyle kurulm uştur. Ayrıca, kalelerin ve kentlerin kuşatılm ası sırasında etkin olan özel b ir­likler de vardı; teknik donatımı daha yüksek olan ya­bancı feodallar, topçu birlikleri sağlıyordu.

Okçu askerler, “zevebun”, “ok 'larla , kısa ve uzun m ızraklar "nize” ile silahlandırılmıştı; mızraklı "nizedâr”, birlikler, galiba, kılıç da taşıyorlardı. Barış zamanında, bu silahlar kuş ve yaban hayvanı avı için de kullanılıyor­du.

Oklar genellikle zehirli ve çentikliydi; gövdeye sap­landıktan sonra, çıkarılm a sırasında, bunlar, büyük ağrı­ya yol açıyordu; ateşli silahların devreye girmesinden sonra da, Osmanhlarda, bu silahlar uzun süre kullanıl­mıştır. Bunların, vuruşm a sırasında ne kadar etkili ol­dukları belli değildir. F. Bernye, bunların "hedefe isa­bet edenlerden on kat daha fazlasının havada ziyan ol­duğunu ya da yere saplandığını” yazıyor.

Düşmanın darbelerinden korunm ak için, savaşçılar, zırh takım ları giyiyorlardı. Bunlar “zırhlı” (zerrepaş) as­kerlerdi, ayrıca, kuşkusuz, "kalkan” da kullanılıyordu. Savaş silahları silah depolarında (zerdhane) korunuyor­du.'^

Taşlar, "etkin ateş”, “Rum ateşi”, çerh’® aracı ya da atışları (Farsça tayr-i çerh) de devreye sokuluyordu. “îgor Alayı Destanı”ndaki “şereşir”' sözcüğü buradan geçmiş­tir.

Genel olarak, silahlar yerli yapımdı; ama daha zen­gin olanlar ya da saray hassasında görev yapanlar dışa­lımla getirilmiş, silahlara sahiptiler; Şam ve Taşkent ok-

M tlm l B îb î, IV , 223.15 Araç, b a ru t do ld uran dem ir to p b o ru su n d an İbaretti.16 P. M. M eldoranskl ta ra fın d a n ö n er ilen yorum (bkz: ZVO, t. XIV, str.

X X III; tzv e st iy a O td elen iya ru sskovo y azık a 1 s lo v esn o stl A k ad em ll N auk, t . V II, str . 299 - 301); b u e tim o lo ji P. Y. Korş ta ra fın d a n k a b u l ed ilm iştir .

277

Page 279: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

la n ve yayları, “Yemen ve H indistan” işi kılıçlar vardı.'^Feodal b ir ordu, nasıl silahlanmış olabilirdi? Bu, 15.

yüzyılın ilk yarısında, B. dela Broyker’in anlatım ında gö­rülm ektedir: Sultan II. M urad’ın 120 bin askerinin yarısı —atlılar— silahlanmış durtımundaydı, yayalar ise kötü donatılmıştı, çoğunluğu yalnızca sopa taşıyordu. Daha zengin feodalların kollarının oluşturduğu ordu birlikleri, kuşkusuz, teknik bakım dan daha iyi donatılmıştı.

Askerî donatım yetkin olmayınca, taraflar arasında­ki çatışma kısa mesafede meydana geliyordu, demek ki, göğüs göğüse çarpışm a ve hatta teke tek savaş, alışılmış b ir durumdu. Türklerde, Oğuz boylarında, kişisel yarar­lılığıyla çarpışm anın sonucunu belirleyen alp ve bahadır tipi böyle oluşmuştur.

Yüksek sanını b ir yana bırakan sultanlar bile, bazan, isteyerek, teke tek vuruşmaya girişiyorlardı. Bizans’a sı­ğınmış bulunan Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, im pa­rato ru aşağılayan küstah b ir F rank’ı düelloya çağırmıştı. O, belki de, sonra Frank’la teke tek vuruşm ada ölm üştür. Aralarında, önceden, çatışma ya da düşmanlık bulunan kişiler de (erkân), istekle, teke tek vuruşmaya girişiyor­lardı,’® burada, belki, kan davası yasası etkin oluyordu.

Hem sağ kolda, hem de sol kolda, alpler ve bahadır­lar bulunuyordu; bunlar, belirleyici anda çarpışmaya atı­lan özel birlikleri oluşturuyorlardı. Vakayiname, Konyah sipahi Salor Yoluk Arslan’m, m üslüm anlıktaki adıyla Hü- sameddin’in, Antalya surlarına tırm anan ilk kişi olarak yararlığına işaret etmiştir.

Açık alanda savaşmaktan çekinen düşman, kent ya da kale surları ardına gizlenmeye özen gösteriyordu. Sur­larla çevrilmiş durum daki kale, düşman kuşatm asına ko­laylıkla karşı koyabiliyordu. Surların önüne hendekler

1 7 lb n i B îb î, IV, 383. ıS Y a z ıc ıo g lu Ali, III, 116.

278

Page 280: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kazıltyordu. Evliya Çelebi, Rumeli'deki Sarı-Saltuk tek­kesini anlatırken (17. yy.) şöyle diyor: “Kale, yalçın ka­yalar üzerinde konumlandığı için, hendek yok”.

Kale kuşatm ası için, daha, Sasaniler’ce kural ve öğüt­ler geliştirilmiş, bunlar, “Ayinname”” de yansımış ve ga­liba, Nizam ül Mülk tarafından da kullanılmıştır.

Kaleye yaklaşan ordu, burada yaşayanlarla dış dün­ya arasındaki bağı koparıyor ve içeriye dalabilmek için, gedik açmaya çalışıyordu. Bunun için, tü rlü kuşatm a do­natım ları kullanılıyordu: “Mancınık”lar ve kuşatm a me­kanizmaları (iradat) Antalya’nın kuşatılm ası sırasında, kentin karşısına, surları taşlarla parçalayan 100 mancı­nık kurulm uştu. Sultanın, karm aşık donatım lar sağlan­masını bile feodallara önermesi, ayırıcı b ir özelliktir. Sa­vaş öncesinde, beylere ve beylerbeyine gönderilen mek­tuplarda, sultan, m ancınıklara ilişkin de anım satm ada bulunm aktadır

Halk, kuşatm ayı önceden seziyor, ve kentte büyük erzak yedekleri toplanıyordu, örneğin, (Antalya yakının­daki) Kugunya kalesi kuşatm aya karşı hazırlık yaparken, kırk am bar dolusu hububat, dokuz am bar bal, yağ, ba­dem ve tuz, odun yığınları, depolanmıştı; suyla dolduru­lan sarnıçlarda, denizdeki gibi dalgalar meydana geliyor­du. '

Sultan, başka araçları, savaş eylemlerine yeğliyordu. O, halkın psikolojisini etki altına almaya çalışıyordu. Örneğin, düşm ana korku vermek için, kalenin önünde, tutsakların kesilmiş kelleleri sergileniyordu. Casusların­dan aldığı bilgilerle, Sinop’u ele geçirmenin nasıl güç ol­duğunu bilen sultan. K ir Aleksis’i zincire vurm uştur; cel­latlar, onu kentin surlarına yaklaştırm ışlar ve, ayaklann-

19 K. tnostrantsev, agy. s. 40,20Y azıcıogIu A li, III, 234.2 1Y azıcıog lu AH. III, 393.

279

Page 281: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dan asarak işkence yapmaya başlam ışlardır. Görünümü seyretmekten bezen kent halkı, teslim olmaya razı ol- m uşlardır.^ Burada, hüküm dara bağlılık andı duygusu incitilmiştir.

Sultan, kent çevresinde çiftliği bulunan kentlilere (feodallara) da maddi zarar veriyor, ve tarlaları, bağları, bahçeleri yakıyordu. Görüldüğü gibi, bu savaş zamanında alışılmış b ir yöntemdi. Halk, kent çevresindeki bahçelere çok değer veriyordu. 637 (1239) yılında, Amid (Diyarba­kır), Selçuklulara teslim olduğu zaman, sultan, kent hal­kına lütfunu bağışlamıştır: Bahçeler, devlete vergi yü­kümlülüklerinden bağımsız tutulmuştur.^^

Ya da„^ensonu, sultan, rüşvet vererek kaleyi teslim olmaya boyun eğdiriyordu, ve bu da güç değildi. Gerçi, kalede b ir komutan, garnizon kom utanı bulunuyordu, ama kalenin ayrı ayrı bölgeleri, kulelerin ve mazgalların vb. komutası tek kişiye bırakılıyordu, ve burada ihanet için geniş b ir alan açılıyordu.

Örneğin, D iyarbakır’ın kuşatılm ası sırasında, her ne­dense, hosnutsuz, ihanete karar vermiş ya da altın hırsı­na, çekiciliğine kapılmış b ir Kürt, Ibni Dinar, Sultana adam lar yollamış, kulelerdeki savaşçıları, belli koşullarla güvenceleyerek kendi yanına çekmiş, bunlar, içerden ka­le kapılarını açmışlardır.^'’

Sık sık şöyle de oluyordu, m üttefiklerinden ya da kom şularından yardım alamayınca umutsuz durum a dü­şen kale, sultana, teslim görüşmeleri için temsilciler gön­deriyordu. Eninde sonunda, düşüş kaçınılmazsa, yaşayan­lar, gönüllü ba&lanmavı, ülkenin yakıp yıkılmasına yeğ­liyorlardı; gönüllü teslim, şeriata göre, zorbalık ve yağ­m adan kurtarıyordu.

22 Y azıcıog lu AH, n r , 134.23 A li Em lri, O sm anlI V llâyâ tı Şarklyesl, İsta n b u l, 1918, s. 50.24İbn i B îb î, IV, 224.

280

Page 282: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Teslim olma koşullan tüılü türlüydü: Bazan, kadın­ların ve çocukların çıkmasına izin veriliyor, ya da halk bütünüyle kaleden ayrılıyordu. Belki bu, askerler ta ra­fından gelecek aşırılıklardan çekinen, başka mezhepler­den olan ya da müslüm an olmayan b ir halktı, daha büyük olasılıkla, burada, hem hıristiyanlarca hem müslüman- larca gözetilen "uluslararası hukuk" işliyordu.

Bir defasında, sultan, öç duygusuyla, kale kom utanı­na, binek atları satılmasını yasaklamış, ve o, sınıra ka­dar askerleri tarafından taşınmıştır.^®

Ganimetlerle ağırlaşmış ordu, evine dönüyordu. Sul­tan, yeni b ir sefere değin orduyu özgür bırakıyordu.

Askerlerse, ganimetlerinden b ir bölüm ünü seve seve Allah yoluna bağışlıyorlardı. Örneğin, 607 (1210) yılında Konya’da "Akıncı” camii inşa edilmişti; belki de bu ya­pıyı, "akınlar” sırasında zenginleşen herhangi b ir sınır beyi yaptırm ıştır.

Savaşta yararlık gösteren ya da düşman birliğini yok eden bahadırlar ve alplar, sultan tarafından ödüllendiri­liyordu. Atlarının boynuna altın süslemelerle işlenmiş yak kuyruğu, "Kutas" bağlanıyordu, sıradan savaşçılar arasında "alp lar” böyle ayrılaşıyordu.^'*

Her yana, Osmanlı Sultanı Orhan'ın da hemen be­nimsediği b ir yöntem olarak gürültülü "yengi duyurula­r ı” (Fetihname) dağıtılıyordu.^ Bu, kendi türünde b ir si­yasal propagandaydı. Yalan ya da istenmeyen söylentiler yayılmasını önlemek için, sultan, başkaldırmayı düşünen düşm anlarına korku salıyor, ve kararsız ya da güçsüz dostlarını sevindiriyordu.®

Bir halk türküsü, "dost ağladığı, düşman gülmeye

25Y azıcıog lu AU, r a , 198.26Y azıoıoglu AH, III, 211.27 J . H am m er, G. O. B „ 1, 148 - 149, 580 - 587,2SP. K öprü lü . B izan s M ü essese lerln in T esiri, s. 273.

281

Page 283: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

başladığı zam an” doğan derdin etkisini çok renkli şekilde yansıtmaktadır.^

Devletin iç düzeyinin korunm ası için de, (maaşlı ça­lışan) sürekli b ir askerî güç bulunuyordu. Tüm ülkede, "ordu kom utanlarına” (serleşker, subaşı) bağlı birlikler yerleştirilmişti.®’ Birlikler, kenar bölgeleri, düşmanın sız­masından korkuyordu; kentlerde ve kalelerde, polis, ka­rakol hizmeti yürütüyor, yollar boyunca, kervansaraylar­da, geçitlerde vb. konumlanıyorlardı.

Moğol saldırısından sonra (olasıdır ki, daha Selçuk­lular zamanında da), maden ocaklarına, askerî birlikler yerleştirilmişti; hiç değilse (Muineddin Pervanenin saf dışı bıraktığı karşıtı) Şerafeddin Hatıroğlu, Bulgar m a­deni "kutvalını” elinde bulunduruyordu (burada 20. yüz­yılın başında da maden filizi çıkarımı zanaatı sürdürülü­yordu).

Halk, için, bu, ağır b ir yüktü: Feodalların yanında hareket eden askerî birlikler, zanaatçıları, köylüleri vb., vergilerle ve diğer yükümlülüklerle haraca kesiyor, so- jmp soğana çeviriyorlardı.

Devlet suçluları da, aynı şekilde kalelerin yönetici­lerine, kom utanlara (dizdar) em anet ediliyordu. Mahpus­lardan, bunlar sorumluydu. Kaçış ya da kaybolma duru­munda, m ahkûm a kesilen ceza, kom utana yansıyordu.

Karışıkhk zamanlarında, kale garnizonlarının önemi oldukça artıyordu. Çok daha fazla yetkinin ellerinde b u ­lunduğunu kavrayan bu kuruluşlar, zorbalık yapıyorlardı. Selçukluların yıkılışından sonra, Konya'ya. Karamanoğ- lu egemen olduğu sırada, kalenin başında, "havasız” Türk- lerden yüz kişilik birliğe kom uta eden Kılıç Bahadır adlı "çolak hırsız” bulunuyordu.®’

29 pr. G lese. E rzah lu n gen u n d Lleder, pp. 59, 82, 72.30 '‘Subaşı" ter im iy le , galiba, boy askeri b ir liğ in in k o m u ta m (ya da

b elk i, doğrudan b oy b a şk a n ı), "serleşker" te r im iy le feod al b ir lik k om u tan ı kasted iliyord u .

282

Page 284: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Sultanın başkentine gönderilen büyükelçiliklere eş­lik etmek, yol boyunca elçiliğin saldırılardan ve takılm a­lardan korunm ası için, sınırda bulunan ordudan b ir m u­hafıza onur birliği seçiliyordu; bu, sınır beylerinin görev­leri alanına giriyordu.

Kısaca, Selçuklularda, ordu, güvenilirlikten uzaktı; sistem köhneleşmişti. Küçük Asya’da, ortam , karmaşık durum aldığı ölçüde. Oğuzlar tarafından Orta Asya’dan getirilen askerî düzenleme zayıflamıştır. Bu, artık, düzen­li b ir ordu değil, daha çok, yağma düşüncesiyle ileriye atılan derme çatm a b ir yığındı. Bozulma, feodalların b ir­liklerini de sarm ıştır; büyük b ir birlik anlayışı, henüz, her şeye karşın, feodal yapının daha yavaş sızdığı sınır beylerinde gözlemleniyordu; köylü kaynaşmaları sırasın­da, son olanak olarak, sultan, devletin sınırından, Erzu­rum ’dan birlikler çağırmış, ve ancak o zaman Baba İs- hak’m üstesinden gelmişti.

Akdeniz kıyısında (şatolarda yerleşen). Batı Avrupa­lI baronların ortaya çıktığı 12. yüzyıl sonunda ve 13. yüz­yılın başlarına doğru, sultan. Franklardan kiralık (echor, ecrihor) birlikler^^ edinmeye başlam ıştır; bu birliklere, her yerde rastlanm aktadır (Arran’da Gürcüler ve Frank­lar hizmet ediyorlardı); genel olarak, daha önce, örneğin, Urfa’da olduğu gibi. Haçlı - Frankların egemen olduğu yerlerde kiralık birlikler belirmiştir.®^

Bununla birlikte, Selçuklular, Frank birliklerini, da­ha önce de tamyabilmişlerdi. Frank birlikleri, çok eski­den, Bizans im paratorlarının hizmetinde bulunm uşlardı. Onlar, çoktan beri, Selçuklulara da yanaşma eğilimlerini duyumsatıyorlardı. Örneğin, 11. yüzyıl sonunda (1072 yı-

31 A flâk i, II, 374. — M etin d e b ir söz oy u n u vardır: “Dizdar" (k a le ko- im u tam ) ve "düzddâr'' (a s ıla s ı h ırs ız ).

32 ib n l B îb î, IV, 301. — A yrıca bkz: F. K öprü lü . B izan s M ü esseseierin in T esiri, s. 247.

33Y azıcıogIu A li, i n , 199.

283

Page 285: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lında), Norman gönüllü birliğinin önderi (Ursel), Tutuk’- un tarafına geçtiği zaman böyle olm uştur. H ıristiyan vas- sallarm kendisine getirdiği birlikleri gördüğü zamanlar, sultan, bunların avantajlarını denemişti.

Belirtmeli ki, yalnızca yabancılardan değil, Türkler- den de ücretli askerler vardı. Kişisel güvenliğini düşünen büyük feodallar da, ancak, bel bağlayabildikleri kiralık birlikler besliyorlardı: Sahib Şemseddin, karışıklıkları bastırm ak için, kendi birliğini, sınıra gönderir gönder­mez, karşıtları bundan yararlanm ış ve onu öldürmüşlerdi.

Yardım dileyen halifeye, gücünü göstermek isteyen Sultan I. Alaaddin Keykubad, kılıçlarla silahlanmış 5 bin kişilik b ir birlik donatmıştı. "Rum ülkelerinde”, ayrıca, Türklerden seçilmiş ve Küçük Asya’da, Selçuklularda zengin feodallara dönüşmüş alplara ve bahadırlara, hiz­m etkârlar (hançer güzâr) eşlik ediyordu. Maaşlı olan b ir­liğe, ayrıca, 10 bin akçe "yolluk” (yol nafakası), yıllık ye­dekleri verilmişti; güvenilir ve cesur kom utanlar seçil­mişti.^ Bu, Oğuzlardan oluşan eski birliklerden ne denli uzaktır!

Sultan, Franklardan oluşan kiralık birliğin dayanık­lılık ve direşkenliğine, feodal orduya olduğundan daha fazla um ut bağlıyordu. Bunların geçindirilmesi pahalıya mal oluyor, ama buna karşılık huzur veriyordu.

Sultan, bunu iyi kavramıştı. Vakayiname, sıradan, disiplinsiz birliklerin çarpışm alarda büyük zayiat verdi­ğini dile getirmektedir; örneğin, b ir defasında, düşmanın savaşçılarının çoğunluğu öldürülmüş ve ayrıca 700 kişi de tu tsak edilmişken, sultanın tarafından, yalnızca tek b ir Frank ölmüştü.^^ Franklar, çarpışm alarda ilk saflan tutuyorlardı; böylece, onlar, feodal birlikleri, düşman karşısında kaçm aktan alıkoyuyorlardı.

34Y azıcıog lu A li, III, 265 - 266. 3 5 lb n l B îb l, IV, 195.

284

Page 286: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Rum Selçuklularında, Franklara ilişkin ilk bilgiler, Baba İshak’ın biçimlendirdiği köylü başkaldırısı sırasın­da belirm ektedir. Ve belki, sultanın, isyancılar üzerine Frankları sürmesinin nedeni de budur; o, b ir bölümüyle, topraksız bırakılm ış köylüler arasından seçilmiş tim ar ordusunun propagandaya kapılmış olabileceğinden ve asilere katılabileceğinden korkuyordu.

Bununla birlikte, sultanın. Franklara bağladığı um ut çabuk kırılm ıştır: Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in (1243 yılında), Kıbrıslı ve Cenevizli iki hıristiyanm komu­ta ettiği 2 bin kişilik kiralık birliği v a r d ı A v r u p a kay­naklarının belirttiğine göre, Kösedağ çarpışm asında ilk kaçanlar Frank askerleriydi.®^

Moğollardan sonraki dönemde, ordunun örgütlenme­si kesin olarak tam am lanm ıştır. Bu dönemde, “askerî yargıçlık” (kadı-i leşker) görevi de kurulm aktadır.^

Bu durumda, ordu, onun feodal - boysal karm a ör­gütlenmesi, Küçük Asya’da, Selçuklular tarafından aşılan uzun yolu dile getirmektedir.

Küçük Asya'nın fethini, Oğuz atlı birlikleri gerçek­leştirm iştir. Devletin sınırlarım koruyan Oğuz boyları, atlı birliklerini sağlıyordu; atlı birlikler, daha sonraları. Sultandan toprak parçalan , tım arlar ve zeametler alan feodalların ve tım ar sahiplerinin birlikleriyle bütünleş­miştir.

Küçük Asya'da, "toprağın yeniden paylaşılması"nın yamsıra, yerli serbest köylülük de devam ediyordu; bu kesim, oldum olası, dedelerinin b ir parça toprağı üzerin­de yaşamayı sürdürüyordu, savaş zamanında ve seferler sırasında yayalar bunlardan oluşturuluyordu.

36 C. D 'O hsson, op. c lt., III. 80 - 81.37 Le B eau , H isto lre d u Bas Em plre. N ou velle âd ltion , t. X V III, Paris,

1834, p. 357. n o t. 1. A yrıca bkz: C. D 'O hsson, op. c it., III, 81.38 F. K öp rü lü , B izan s M ü essese lerin in T esiri, s. 198, n o t . 1.

285

Page 287: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ama feodalin ekonomik gücü, siyasal önemini artırı­yordu; feodalların desentralizasyona (yerinden yönetme­ye) yönelik eğilimleri, onların başına buyrukluga ve ba­ğımsızlığa doğal yatkınlıkları, feodal ordunun güvenilir­liğini azaltıyordu.

Ve çok eskiden beri, Sasanilere öykünen sultanlar da, kendilerini, dağlı savaşkan boylardan korum a birli­ğiyle çevreliyorlardı.

Selçuklularda, Oğuz Türkmenlerine karşı, b ir tü r iki­li duygu vardı. Onlar, Türkmen öğesinin güvenilmezliği konusunda, Nizam-ül-Mülk'ün sözlerini anımsıyorlardı. Ne var ki, bilge vezir, Türkm enleri hesaba katmamanın da tehlikeli olabileceğini anlıyordu ve "Hüküm darların Yaşam Ö yküleri'nin XXVI. bölümünde, bunlardan, Sel­çukluların bu eski savaş ve eylem arkadaşlarından bin çocuk seçilmesini, onların gulamlar olarak eğitildikten sonra, sultana güvenilir b ir dayanak oluşturacağım salık vermektedir.

Ancak, Oğuz seçkinlerine b ir karşı denge olarak Sel­çuklular, Franklardan ücretli birlikler toplamışlardır. Bu birlikler sultana bağlıydı; maaşları ondan gidiyordu, ve feodalların iç kavga ve geçimsizliklerine kayıtsızca baka­rak, ancak ona karşı yükümlülük duyuyorlardı; sultan­lar, herhangi b ir ihanetten çekinmeksizin, güvenle, Frank­lara dayanabiliyorlardı.

Aylık ödeme olanağı, yani devlet hâzinesinde parasal olanakların varlığı, artık [askerî örgütlenmenin —ed.] doğal ekonomiye bağlı olm aktan çıktığını göstermekte­dir.

286

Page 288: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONBEŞÎNCÎ BÖLÜM

Selçuklu Sarayı - B izans, - Saray Tören K uralları ve Saray Sanları Üzerinde İran Etkisi - Oğuz

Geleneklerinin Kalıntıları - Hareni

Özgür bozkırların oğlu sultan. Küçük Asya’da da eski Oğuz geleneklerini ayakta tutm ak istiyordu. Şölende, divanda, avda, her yerde, o, Oğuzların alışılmış hukuku töreyi gözetiyordu. Akşamları ise, işlerden ya da askerî oyunlardan sonra, dinlenmek için, saraydaki köşesine, “halvet”e çekiliyor ve kendisine yakın kişileri çevresine toplayarak içki meclisi kuruyordu. Ama, bu, sadece ilk dönemlerde böyleydi.

Daha, Orta Asya’da, Büyük Selçuklular, îran kültürü­nü öğrenmişlerdi. Bağdad halifelerini örnek alan Selçuk­lular, hüküm dar konusunda, onu, dünya üstü b ir varlık olarak gösterme düşüncesini benimsiyorlardı.

287

Page 289: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Bizans’a saldıran Araplarda, çok eskiden, Küçük As­ya, Rum ülkesi (“Roma”, Doğu Roma İm paratorluğu) şekline dönüşmüştü. Ve, Rum, ikili anlam kazanmıştı; b ir yandan, burası, artık Selçuklular tarafından işgal edil­miş bölgelerdir, diğer yandan Bizans’ın Küçük Asya mülk­leridir:' Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev Alaşehir’deki^ (Filadelfiya) İznik İm paratoru Laskaris’in Rum bölgeleri üzerine sefer gerçekleştirmektedir. Selçukluların ardılı Türkiye de. Küçük Asya’da, "Rum ” adını uzun zaman sürdürm üştür.

Selçukluların Rum ülkesi Doğu Roma İm paratorlu­ğu’nun form larını da kalıt olarak almıştır. Rum Selçuk­lularının saray yaşamında, saray yaşamının düzenlenme­sinde Bizans sarayının parıltı ve görkemi de yansımıştı,® ve sultanlar sık sık sürgün ya da yurtsuzluk yıllarını Bi­zans im paratorlarının yanında geçirince ya da Bizans er­kânını, kaçaklarını ya da konuklarını Konya’da kendi yanlarında gördükçe, bu dönüşüm daha kolay gerçekle­şiyordu.

Böylece, Rum Selçukluları, (Orta Asya’dan kendi ge­tirdikleri) Doğu ve (Küçük Asya’da Bizans’tan benimse­dikleri) Batı kültürüyle içiçe durum dadırlar.

Sultan, Oğuz akrabalarından uzaklaşmıştır; akraba­lık ve boy bağları kopm aktadır. Iranlılardan aktarılan yabancı kültür, sultanı, Türklerin çok üzerinde b ir konu­ma yükseltm iştir ve yalnızca sultan değil, dünyasal ve dinsel tüm üst tabaka, Küçük Asya'daki tüm feodallar, T ürk’ü aşağılıyordu. Aflâki’de, "Türk” sözcüğü, safdil, aşağı b ir yaratık düşüncesi uyandırıyordu.

Selçuklularda, "şahnam e”dekileri anım satan eski

1 R um , Suriye ile k arşıla ştır ılıyor ya da karşı karşıya k on u lu yord u (R um u Şam beg ler l), bkz: Y azıcıoğ lu Ali, III, 311.

2 Y a z ıc ıo g lu A li, III, 87, 88.3 P . K öprülü . B izan s M üessese lerin in T esir i, s. 269.

288

Page 290: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

İran adlarına b ir düşkünlük vardı. Sultan, uyruğuna gö­rünmez; sarayda, onunla uyruğu arasına, b ir perde indi­rilm ektedir. Sultan hareket ederken ise, eski îran hü­küm darlarında olduğu gibi, üzerinde b ir "şemsiye” (çetr)'* taşınm aktadır, ve sultanın “şemsiye’'sini, henüz uzaktan gören erkân ve bağımlı prensler, saygıyla atlarından in­m ektedirler.

Sultan, çevresine karşı güvensiz ve kuşkuludur, sa­rayda korku içindedir. Taht tutsağı halifeye öykünerek, kendisine, yabancı korum a birliği edinmiştir. O, bu ko­ruyucular konusunu, Nizam-ül-Mülk'de okuyor, sonra, aynı tü r korum a birliklerini İstanbul’da Bizans im para­torlarında da görüyordu.

Hazar denizi bölgelerinden devşirilen tutsaklar, sa- tm alınan köleler, tüm bu “gulam lar”, "oğlanlar”, "müf- redler” vb. eskiden beri, Türklerde seçme orduyu oluş­turuyorlardı; iyi silahlanmış olan bu özel askerler (hassa askeri) sultanı koruyorlardı, bunların sayısı dört binle beş bin arasındaydı. Ayrıca, boylu poslu, yakışıklı genç­lerden yüzer kişilik iki hassa briiği vardı: bunların silah taşıması düzenini de getiren Nizam-ül-Mülk’ün (bl. XIX) öğüdüne göre derlenen bu birliğin yüzü Horasan'dan yü­zü Deylem'dendi.^ Sultan, pek istemese de, çevresinde, ayrıca bin Oğuz gulamı bulundurm ak zorundaydı.

O bruk'ta erkânın karşıladığı Sultan I. Alaaddin Key-

4 Şem siye, d ah a 11. y ü zy ıld a , M ısır’ın saray tören ler in e g irm işti, bkz: N aşiri - H usrau K niga p u teşestv iy a , str . 117. — D oğu tören ler i, şem siye a l­t ın d a g e ç it tören i, B izan s’ta n R u s h a lk şark ılarına geçm iştir ; D ttkov'un ann esi, k ilise d e n dönerken, gen ç k ızlar, o n u n ü zerin d e “kırk sa je n lik ’' b ü yü k bir g ü n eş lik taşım ak tad ır lar . D oğuda, tören “şem siyesi" k on u su n d a, K. A. İn ostran tsev 'd e bir b ib liogra fi to p la m ıştır (T orjestvan n ıy v ıyezd P a tl- m id s k ih h a lifov , ZVO, t . XV II, str. 6 8 -7 1 ) .

5 P. K öprülü . B izan s M üessese lerin in T esiri, s. 242 - 245. Saray korum ası iç in (ga liba , ifa d e e ttik ler i de d eğ iş ik iş lev ler o lan) tü r lü te r im le - v.ardı, örn eğ in İb n i B ib i (IV, 182): "M aarida-i h a lk a -i h âk ü g u lâ m â n -ı dergâh ü m ü lâ zim a n ı yatak" dem ekted ir, bkz: P. K öprülü , B izan s M ü esseselerin in T esiri, s. 243; "yatak, otak ," su lta n çadırıdır, aym yerde, s. 244, n o t. 3.

289

Page 291: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kubad,‘ deve üzerinde, tah t kentine doğru hareket eder­ken, iki yanında, "Ruslardan” (herhalde bunlar Varyaglar ya da Kıpçaklardı), Gürcülerden, Kürtlerden, Deylemli- lerden,^ Curcanlardan, Kazvinlerden, Kumlardan (Küçük Asya hıristiyan Rumları), Huriylerden (Afgan boyu) vb. oluşan 500 "serheng” ve bölükbaşı yürüyordu. Ölüm, bun­lardan uzaktı. îbn i Bîbî’nin renkli ve canlı anlatım ına göre, ölümden sonra, kişiyi sorgulayan melekler, bu genç yabancılardan kaçıyordu. Onlar, "görünümleriyle Mün­kire, eylemleriyle Nekire korku salıyorlardı”. Sağ ve sol tarafta, silahlı yüz yirmi kişi (candar) yürüyordu, belle­rinde altın kılıçlar asılıydı. Bunlar, "Savul”! (savulun) diye haykırarak sultanın önündeki halkı dağıtıyorlar­dı.

"Uğurlu b ir saatte”, sultan, kente girdiği zaman, bey­ler ve erkân, atlarından inmişlerdi; şevkmeyster (şarab- salar) eteklerini bellerine kıstırm ış "keykubadi” başlık­larını giymiş (bu, anlaşılan îran işi b ir baş giysisidir) ve "dünya hakim i” sultanı, atının üzengisini tu tarak götür­m üştür, yani. Büyük Selçuklu Tuğrul Bey'in, halifeyi yü­celtmesi sahnesi yinelenmiştir.

Selçuklular, Küçük Asya’ya, görkemli karşılam a tö­renlerini, Orta Asya'dan getirmişlerdir; bunlar, İran 'da, yüzyıllarca sürm üştür. M. Lihutin, 19. yüzyılın ortasında, Makin Hanlığında, ordu komutanına düzenlenen b ir kar­şılama törenini anlatıyordu. Bezirgan köyünde, onur ko­nuklarının önünde yürüyenler arasında, Alihan'ın uzun bastonlar taşıyan 70 hizmetkârı vardı; bunlar, anlaşılan, "çubdar”lar ya da "durbaş”lardı.®

Sarayda, tahtın yanıbaşmda, mızraklar, kalın sopa-

6 Fr. Sarre. R eise İn K le ln asien . B erlin , 1896, pp. T4, 75.7D eylem U ler, çok esk id en b elirm iştir ; örneğin , N aşiri H usrau (11. y ü z ­

y ıl) , B asra'da b u lu n d u ğ u sırada, b ir D eylem ll, burada em irdi,8 M. L lh u tin , agy, s. 248.

290

Page 292: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1ar ve “çouganlar'' taşıyan “çavuşlar” ve “durbaşlar"’ di­kiliyordu. Arkada ise “saygıdeğer ataların m akam ında”, (ca-i aba-i kiram)'° "uğurlu tah tta”, daha sonra Kaçarlar­da da olduğu gibi, "İran hüküm darları” Ahmenilerin "ta­cım giymiş” (tac-ı keyani), uyruğunda b ir perdeyle ayrıl­mış sultan oturuyordu. O, yeryüzüne, insanlara inmiş tan­rısal derecede tapınılası varlıktı, ve yüzünü görmek, uy­ruğu için büyük onurdu; sultan, uyruğunu "kul” olarak görmektedir, ve yüksek görevliler bile kendilerini böyle yükseltmektedirler."

Sultanın muhafızları, altın çerçeveli Şam ve Taşkent yayları ve kalkanlarıyla, topuzlarla silahlanmış, "devlete ihanet edenlerin kanını akıtm aya” daima hazır silahlı as­kerlerden (silahdarlar, canbedarlar) oluşan b ir korum a birliğiydi.

Selçuklularda, saray da —saray bakanlığı— îran yö­netimince kurulm uştur. Bu bölüm, biçimsel olarak genel sistemden ayrılm ıştır, ve yalnızca bu bile, her şeye karşın hukuksal esasların yüksek düzeyde geliştiğini dile getir­m ektedir. "Divan” ve “saray” (devlethane, bargâh) kav­ram ları, kesin çizgiyle ayrılm aktadır, tıpkı bunun gibi, sivil yönetim yazmanları olan “divan yazm anları” (divan münşileri) ve saray kalemi olan "saray yazm anları” (bar­gâh münşileri) ayrıdır.

Buraya giren bölüm ler : "M üşrif”lerin gözetimin­deki m utfak, (mutfah); silah ve donatım deposu (cebeha- ne); göreve atam a sırasında sultan tarafından dağıtılan kumaşların, hırkaların vb. bulunduğu gardrop (camdar-

9C1. H uart (A flâki, II, 230), n edense, "durbaş’' sözcü ğü n e, p o lis görevi yap an k iş l d eğ il, “k a lab a lığ ın d a ğ ıt ıld ığ ı sopalar” a n lam ın ! veriyor. "D ur- başlar”, saray c e lla d ın ın b u yru ğu n d a b u lunu yorlard ı, bkz: V. B ertold . T ur- k esta n , ç, II, str . 237. "D urbaşlar” k on u su n d a ayrıca bkz: F. K öprülü: B i­zan s M ü essese lerin in T esiri, s. 213.

lo lb n l B îb î, IV, 2 5 1 .11 Y a z ıc ıo ğ lu A li, III, 308.

291

Page 293: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

hane, camehane); “banyo dairesi” (taşthane);’ arena (rek- hane); a t ahırı (astâbâl), —Fransızca (“astabal - ^table) terimi, sanki, tavla yönetiminin yabancı düzenlenmesi olduğunu gösterm ektedir—; saray avcılığı (şikârhane); kiler (anbar). Bütün bunlar, yüksek görevli kişilerin yö­nettiği saray, yönetiminin yardımcı alanlarıdır. Örneğin, Aflâki'den bilindiğine göre, daha 13. yüzyılın sonunda, (Moğol hanına b ir akdoğan götürmüş olan) Tumanbay’ın başkanlık sarayında, şahinlik'^ bulunuyordu. Ayrıca “içki bölüm ü” (şarabhane) vardı, yalnızca uyarıcı içkiler (şa­rap) değil, serinleticiler, hatta içme suyu burada toplan­mıştı. Örneğin, Sultan I. îzzeddin Keykavus, V iranşehir’­de hastalandığı zaman, kendisine F ırat’tan su getiriliyor­du.’

Bunlardan başka, b ir de, sultanın kişisel m ülkleri­nin (hazine-i has) gelirlerinin yönetimiyle uğraşan bölüm vardı.'®

Sultan, her şeyle ilgileniyordu, herkesin çalışmasını bizzat izliyordu; herkes, belli ki maaşlıydı, ve sultan, us­talık gösteren yazmanların ve saymanların ("muhasible- r in ”) m aaşlarını yükseltiyordu.'^

Saray sanları kadrosu çok yüksek ve çeşitliydi, ve belki de zamana göre değişiyordu: görevler kaldırılıyor ya da ad değişikliğine uğruyordu. Bazan, erkânın işlevle­rini belirlemek güçtür, bunlar birbirine karışm akta ve be- lirsizleşmektedir.

Saray yönetiminin başında saray em iri (emirbar) bu-

12 A m a b u rad a gardrob devam etm iştir ; “ta şth a n e" sözcü ğ ü n ü , daha. M arkizi b öy le anlıyordu, bkz: Cl. H uart, l « s sa ln t des dervlches tou rn eu rs, t . I, p. 22, n o te . 1.

ISA flâkl, II, 310.M Y azıciog lu A li, m , 183.15 V. Sm irnov, agy. s. 84.l6 y a z ıc ıo g lu A li, n i , 2 1 0 -2 1 1 ; ayrıca s u lta n ın top rak ların ın , "hazine

İşleri yazm anı" (m ünşl-1 has) bu lu n u yord u , bkz: F. K öprülü . B izan s M ü- essese lerln in Tesiri, s. 201, n o t. 3.

292

Page 294: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lunuyor, o, ziyafetlerde, konukları yerlerine oturtuyordu. "Şölen” sırasında hizmet eden "yiyecek tadıcıları” (çaş- nigir), sofracılar (hansalar), sakiler (şarabsalar) gibi gö­revliler vardı. Tümü, sultanın güvendiği kişilerdi ve ge­nellikle Rumlardı. Bunlar, ziyafetlerdeki gizli konuşma­ları duyuyor (ayrıca özellikle kulak veriyor) ve sonra, karşılığında kendilerine ödemede bulunan patronlarına, bunları yetiştiriyor ve satıyorlardı. Ayrıca, stalmayster (miralıor), "hacib’ler,'^ ensonu, yıldızlara bakarak talih bildiren "müneccim’le r bulunuyordu; bu sonuncular, sul­tana, niyet ettiği b ir işin "uğurlu saatini” önceden bildi­riyor ve uyarıyorlardı.’®

“Kâbenin sahibi önünde yemin ederim ki, münec­cimler yalan söylemişlerdir.” hadisinin uyarısına karşın, daima ve her yerde, saray müneccimlerinin rolü büyük­tü; bunlar, siyasal karışıklıkların yaklaştığını önceden söylüyor, ve bu şekilde, sürekli korku içinde bulunan hüküm darın üzerinde baskı yapabiliyorlardı.'’ Daha 20. yüzyılda, İran 'da, saray müneccimi, Mohammed Alişah'a tah ta çıkmak için, uygun anı fısıldamaya çalışıyordu.

Doğu’da, saray kadrosunun zorunlu b ir öğesi dok­tordu ve ayrıca şair, ha tta soytarıydı. Sultanı eğlendir­mek ve gönlünü hoş tutm ak, kendisini sanat ve bilim koruyucusu olarak göstermek istediği zaman edebî söy­leşide bulunm ak gerekiyordu; hasta olduğu zamansa, anında yardım a koşulmalı ya da ilaç verilmeliydi.

Hastalığı sırasında, sultanın yatağı çevresinde, "Ba­tı'nm ve Doğu’nun en ünlü doktorlarından” '’ b ir konsül­tasyon ekibi toplanm akta, bu hekimler bir, "tıbbi tan ı”

17 B u n u n la b ir lik te krş. M ükrem ln H alil (op. c it., s. 78): "H aclb” , "m em lû k ’’ o larak ad lan d ırılan , y a n i g u la m kölelerden d er len en özel asker­ler in k o m u tan ıd ır .

İS Y azıcıoğu A li, III, 136.19 p . B ernye, agy. s. 154 -1 5 6 (B ü yü k M oğolların m ü n ecc im ler i «zer in e

gözlem ler i lg in ç t ir ) .20Y azıcıog lu A li, III, 310.

293

Page 295: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

koymaktadırlar; en güçlü em irler hizmetçi görevi yap­m akta, örneğin Em ir Karatay, ameliyat sırasm da sulta­nın başucunda leğen tutmaktadır.^' Hekimler, genellikle Kumlardan ve Yahudilerden oluşuyordu; bunlar, ustalık­larıyla büyük ün kazanmışlardı. 14. yüzyılda, Birgi’de, "kadıların ve Fakihlerin’' önünde ayağa kalktıkları, sah­ne gösterileri sırasında sultanın karşısında oturan bir Yahudi hekim vardı. îbni Batûta, bunu gördüğü zaman şaşırmış ve duyduğu öfkeyi açıkça yazmıştır.^

Sarayın örgütlenmesi (“çaşnigir”, "salar" —başkan— vb.) Farsça terim lerin bolluğunun da gösterdiği gibi, İran öğelerini koruyordu, ama Selçuklular, BizanslIlar­dan b ir dizi san almışlardır. Türkler, İstanbul’da konuk oldukları zamanlar, Bizans im paratorları, onlara seve se­ve yüksek sanlar bağışlıyorlardı. Örneğin, Vakayiname’de —artık Moğol döneminde— Fahreddin Sevastos’a rastla­nıyor.^^ Kuşkusuz, bu, augustus şeklindeki eski sanını koruyan b ir dönme Rum da olabilir. Belki de, Bizans’ta sık sık "kayser” sözcüğünü işiten Selçuklular, b ir ada mı yoksa lakaba mı dönüştüğü belli olmayan bu sanı,^'’ feo- dallara dağıtıyorlardı. Sultan I. Kılıçarslan’m oğulların­dan birinin adı Muizeddin K aysarşah’tı, ve burada, daha önce vurgulanan Bizans ("tsezar” sanının aktarılm ası) ve Iran ("şah” sanı) ikili etkisine rastlanm aktadır. Ge­nellikle, yüksek m akam larda bulunan saray görevlileri arasında, Iranlılar vardı. Bu, aile lakaplarından anlaşıl­m aktadır: Tebrizî, Isfahanı, Horasanî, Simmanî, Terme- zî. Tusî, vb. "Türk” sözcüğünün karşıtı olarak, îran lı için "Tacik” terimi kullanılmaktadır.^®

21 Y azıcıoğ lu A li, III, 311.2 2 lb n i B a tû ta , II, 305.2 3 tb n l B lbî, IV, 264.24Bkz: İb n l BSbî, Y azıcıo lu A li ve Afl&kl d izin leri.25 Y azıcıoğ lu A li, III, 120. — Erm-enllerce, b u terim , d*ıha ön ce , tü*n

göçeb e h a lk lar iç in k u llan ılıyord u . TJrfalı M atfey , tü m m üslüım an'.crı (h em

294

Page 296: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Sarayın alt hizmetlilerinin sayısı çok daha fazlaydı. Nöbetçiler, (nevbetî); perde dibi hizmetlileri “perdedar” 1ar. Bunlar, sultanın iç odalarında görev alıyor olmalı­d ırlar ve özel b ir emire (mir-i perderan),^^ "saray komu­tanına" bağlanmışlardır; “Haseki”ler; '‘feraş”lar; belki, ayrıca "oğlan 'lar, îbni Bîbî, Vakayiname’sinde, sultanın verdiği görevleri yapan "gulam lar” terimini kullanmak­tadır; "ay yüzlü” köle gençler, şölen boyunca konuk­lara su ve şarap servisi yapan güzel kadınlar; kapıcılar (kapuçı) vb.; ama tüm bunların, örneğin kapıcılarda ol­duğu gibi (kapucıbaşı has) yöneticileri vardı.

Tüm bu saray koruması (ve hizmetçileri) için "hâvâ- şi” terimi kullanılıyordu.^

Saray koruması, "sultan otağı yasası” (berkanun-i otak) şeklinde özel b ir düzenlemeyle yürütülüyordu.

Sultan örneğinden esinlenen feodallarda da silahlı korum a birliği (sermüzedar) vardı. Bunlar, sultanın sa­rayına giderken bile, beylerini izliyorlardı; tüm ü ya da b ir bölümü, sahtiyan çizmeler giyiyordu.^

Şölen zamanında, m akam sırasının sıkıca gözetildiği tam b ir toplantı gerçekleşiyordu; Oğuz boylarının beyle­ri, törede önceden belirlenen düzene göre oturuyorlardı; herhalde, diğer konuklar için de b ir düzenleme vardı.

ik i yanda, iki masa hazırlanarak, ortada .sultanın ve, belki, seçkin konukların oturduğu sahne şeklinde bir yükselti (sadr) yer alıyordu.^ Moğollar da, örneğin Kubi- lay Han, şölende böyle o tu ru y o rla rd ıg e n e llik le şölen-

İran lIları, h em T ü rkm enlerl) b öy le adlan dırm aktad ır , T ürkler ise, daha so n ­raları, Arap, IranlI ya da T ürk fark ı gössetm eksizin, ta c ik ter im iy le , yerle­ş ik m ü sItim an h a lk ı kasdediyorlardı, bkz: E. D ulauer. R 4 c lt..., p. 78,

2 6 lb n l B îbî, IV. 113.27 F. K öprülü . B izans M ü essese lerln ln T esir i, s. 246, n o t. 2. s s lb n l B îb î, IV, 113.2 9 lb n l B a tû ta (II, 268) b e lli k l bir is t isn a olarak, E ğridir su lta n ın ın ,

sa h n e ü zerin d e değil, yere, döşem eye ser ili b ir h a lı ü zerin d e o tu rd u ğ u n u belir tiyor .

30D 'O hsson, op. c lt„ I, 638.

295

Page 297: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

de, ev sahipleri, herhalde Konya’ya yön veren mevleviler de, böyle oturuyor olmalılar; oğlunu evine akşam yeme­ğine çağıran Sultan Veled, sedire çıkmış ve onu izlemiş­tir.^'

Salon ışıklar içinde oluyordu; gümüş şam danlar ya­nıyordu; eğer daha sonra, 14. yüzyılda, bölge beylerinin ya da Ahilerin görkemi, îbn i B atûta’yı hayran bırakm ış­sa, Selçukluların sarayındaki ortam , kuşkusuz, çok daha parlaktı. Masalarda, porselen, altın ve gümüş, zengin sof­ra takım ı kullanılıyordu.

Şölende verilen yiyecekler, çok çeşitli ve zevkliydi; koyun eti, horozlar, av etleri, güvercinler, keklikler; do­yuncaya şarap, şerbet içiliyordu; ama ayrıca, Oğuz ulu­sal yemekleri ve içkileri de bulunuyordu.^ Güzellikleri, K andahar ve Helluh güzellerini gölgede bırakan şarap dağıtıcı sakilerin (sak) giysileri, altın ve gümüşlerle par­lıyordu; başlarında altın işlemeli "eskeler''ler (Asakif) (yemeni anlamında ç.) ya da beyaz veya kırmızı "bürlük”- ler^ vardı, kısaca, Selçuklular, Bizans’ın saray görkemi­ni de benimsemişlerdi.

B ir topluluk, müzik çalıyordu; timbal (nekâre, kûs), boru (nefir, burgu), zurna (surna), "çengi”, "rebab”, dar­buka ("tabal”), vb.;^ burada. Iran kültürünün etkisi kuş­kusuzdur.

Değerli giysiler given şarkıcılar, "ozan”Iar® ve "ko- puzcu”lar, tam bur ve koüuz çalarak, kentlerin fethedil­mesi, bahadırların yararlıkları üzerine sofra türküleri ya- kıvorlar,^ eski Oğuz kahram anlarını anıyorlardı. Bu. sa­vaşları, başkaldırıları vb. şarkılaştıran Kazak bahşileri-

31 A tlâkl, II, 398.32Y azıcıog lu Ali, III, 204.33Y azıcıog lu A li, II, 206.34 M üzik a le tler in in adları, tb n i B îb î'de verilm iştir . (III, 217).35Y azıcıog lu Ali, III, 206.36 Y azıo ıoğ lu A li, III , 359 - 366.

296

Page 298: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

nin de sürdürdüğü repertuardı.Ayrıca, öykücüler vardı. Bunlar, anlaşılan, dinsel

destan - şarkılar söyleyip duran ‘'nıeddah”lar "kavval”lar vb. idi.

Günün konularına ilişkin sesler getirebilen halk ya­ratıcılığı, toplum un üst zümresine anlaşılır ve yakın geliyordu.

Sonraki kuşaklar tarafından unutulan Türk şiir ge­lenekleri, Selçuklular zamanında, bu îran kültürü hay­ranlarında, gene de, Osmanlı sultanlarında olduğundan daha güçlüydü; eski kahram anlık törenlerini yansıtan “Dede K orkut K itabı” bu gelenekleri, belleklerde tu t­maktadır.®^ Edirne'deki Milan elçiliğine katılan B. de la Brokyer de, Türk kahram anlarının savaşçı yararlılıklarını dile getiren türkücü müzisyenleri gözlemlemiştir.^

Yazıcıoğlu Ali, saray şöleni tablosunu, anlaşılan. Sul­tan II. M ürad’ın sarayından başlayarak geriye doğru can­landırm ıştır. Belki, saray hizmetçilerinin "baş giysisi” eskûflar da "eskefe, aslında eşik, eşik bezemesi. Sonra­dan, başa giyilen b ir yemeni, kufi, ç. - n.” Vakayinameye Türk döneminde girm iştir. Bunu, Sultan II. M urad “tü­retm iş” ve moda haline getirmiştir.®’

“Dede Korkut K itabı”na girmiş olan kahram anlık söylenceleri. Ermeni Beyşehri’nin eliyle yeniden kayde­dildiğine göre,'"’ bu da, sanki, Selçuklular döneminde. E r­meni türkücülerin büyük önem taşıdığını varsaymaya olanak veren b ir kanıt gibidir.

19. yüzyılda, Bayazıd’da, M. Lithutin’in gözlemlediği gibi, türkücülerin repertuarı genişti; bunlar, kahvehane­lerde “Şehname” kahram anı Rüstem ’in yararlıklarım tür-

37 Y a p ıt ın gen el karak ter istiğ i, bkz; V. B artold . T u ryetsk iy epos 1 K av- kaz. Y aaik 1 lltera tu ra , t. V, 1930, s tr . 1 - 18.

38 B. de-la -B rokyer, str. 584.39 A. R aslm . O sm anlI ta r ih i. İ sta n b u l. 1328 - 1330, II, 308.40 V aryantlar, "Ü lkü’' (1938, n o t: 1 ve dev.) d erg isinde b a sılm ıştır .

297

Page 299: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

küleştiriyorlardı, ama b ir an, kolayca esinlenerek Rus silahının başarılarını ya da Türklerin utanılası kaçışını da, türkülerinde dile getiriyorlardı/' Ve bu, "Allahın ken­dilerine gönderdiği bütün yöneticilere hizmete ve dalka­vukluğa hazır oluş”, şarkıcıların yabancı kökenliliğine ilişkin varsayımı güçlendirmektedir. Ben gene de, Sel- çuklularca, ozanlık kurum unun Ermenilerden alındığım düşünmeye devam ediyorum.''^

Şarkılara, masal anlatılarına türlü oyunlar eşlik edi­yordu. Örneğin, hüner sahiplerini genellikle çevresinde bulunduran sultanların sevdiği eğlence ustaları Selçuklu hokkabazları, Bizans'ta ünlenmişlerdi. Sultan II. Kılıçars- lan, İm parator Manuel’in yanında bulunduğu sırada, iz­leyicilerin karşısında, hokkabazlar, gösteri yapmışlardı, belli ki bunlar, karm aşık akrobasi num araları gösteriyor­lardı."”

Yengi kazanmış kahram anların övülmesine, coşkulu b ir ilgi gösteren saray, talihsizliğe uğramış düşmanların sahnede nasıl simgelendiğini de severek izliyordu. Anna Komnin, "Anılar”mda, inme hastalığına yakalanmış olan babası im parato r Aleksis’in "barbarlar” önünde alaya alındığı komedilerin, Sultan II. K ılıçarslan’m başkenti Konya'da nasıl oynandığını anlatm aktadır. Yunan araş­tırm acı Skarlatos, burada, daha önceye ilişkin (12. yüz­yıldan) Rum Selçukluları gölge tiyatrosunun belirtilerini görmek istiyordu. Ama, Profesör G. Jakop'un'*'* da işaret ettiği gibi, Anna Komnin’in sözlerinden bu varsayımı çı­karm ak güçtür. Kuşku yok ki, bu, olayların taze izleri

41 M. L lh u t in , agy. s. 126 - 127.42 VI. Gordl'evskiy, P ro ish o jd en iye osm anskovo slova "uzan". U çyon iye

za p isk i tn s t i tu ta narodov V ostoka, M., 1930, str. 229 - 231. A yrıca bkz: V. B artold . T urtyetskIy epos 1 K avkaz, str. 9. prim ; H. Z übeyir I. R ıfa t. A n a­d ild en derlem eler. A nkara, 1932, s. 297. (S ö zcü ğ ü n çağdaş a n lam ı ozan 'd ır).

43 N. Jorga. G esch lch te des osonanischen R elch es, Bd. I. G oth a , 1909, p. 103.

44 a. Jaoob. D le T ürk lsch e V o lk slittsra tu r. B erlin , 1901, pb. 37.

298

Page 300: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

üzerinde doğan, halkın kaba siyasal türetm eleridir.Şölenlerde, sık sık, yabancı dilde konuşmaya da rast-

lanm aktadır, çevredekilerden b ir şey saklam ak gerekti­ğinde, sanki Farsçaya başvuruluyor gibidir/^

Yazın dili, kuşkusuz Farsçaydı, ve bu dilde yazılan tüm yapıtlar, toplum un üst tabakasının kullanması için­di; ama, zamanın koruduğu az sayıda litaratür, büyük ta­rihsel önem taşım aktadır: İbni Bîbî, Aksarayi Vakayina­meleri, Aflâki’nin anıları; Selçuklulara Bizans’tan geçmiş yüksek görevliler bile, Farsça yazıyorlardı; örneğin, Türk- menlere yakınlığım gösterişli biçimde vurgulam ak iste­yen, Rum asıllı Hass Oğuz “Munazarai çenguşarap” (“çal­gı ile şarap arasında tartışm a”) adlı b ir çalışma hazırla­m ıştır.

Genellikle, İran ’dan gelen müslüman kültürü öğeleri, Selçuklularda, oldukça belirginleşiyordu. İran ’dan Küçük Asya'ya, şairler, bilginler yönelmişlerdir. Sultan, şehza­deler, feodal sınıf, Fars dilini iyi biliyor, Farsça şiirler ya­zıyorlardı; îran şairleri ve bilginleri, onlar onuruna kasi­deler yazıyor, onlara yapıtlar adıyorlardı^''* vb.; 12. yüz­yılın sonunda, şairler. Sultan II. K ıhçarslan’m oğullarına Farsça övgüler yazıyorlardı. Anlaşılan, şehzadeler, oku­muş kişilerdi ve îran yazınına değer veriyorlardı.

Küçük Asya’da, Azerbeycan’daki Hancı bölgesinden Nizami’nin şiiri de iyi biliniyordu. Nizami, "Mahzen-i Es­ra r” başlıklı uzun şiirini —“Beşleme”nin ilk bölüm ünü— Selçukluların dünürü, Erzincan egemen beyi Fahreddin Behram şah’a adam ıştır. Adının sonsuzlaştınim asından hoşnutluk duyan Mengücük, şairi cömertçe ödüllendir­mişti. Ama belli ki, Selçuklular sarayı da şiire değer ve­riyordu. En azından, Ibni Bîbî, bunun öyküsünü ayrmtıy-

45 Ch. Schefer. Q uelq ues chapitreg de l'abrtgâ du S e ld jou - knameh: R ecu ell de textes et traduetions publi^s par le s professeurs d e l ’E cole des la n g u es OTientales vivantes, t. I, Paris, 1889, p. 8 .

46 F. K öprü lü . T ürk ed eb iy a tı ta r ih i. İsta n b u l, 1928, s. 247.

299

Page 301: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

la dile getiriyor/^Töreye düşkün olan Sultan I. Alaaddin Keykubad

bile, Farsça şiirler ("rubailer”) yazıyordu. Konya çevre­sindeki surlai'i restore ettirdiği zaman ise (1222 yılı), taş­lar üzerine "Şehname”den dizeler kazılmasını buyurm uş­tur. Selçukluların savaşçı yiğitliği, İran kahram anlarının yararlıklarının betimlemelerinden güç altyordu.

Belli ki, “Şehname”, Selçuklu sarayında büyük ilgi ve sevgi görüyordu.

M. Fuad K öprülünün dile getirdiğine göre,'® son Sel­çuklulardan biri, "Selçuklu yurtseverliğini” yükseltmek isteyen III. Alaaddin Keykubad, şiir halinde, "Şehname”- ye benzer b ir Selçuklu saltanat kitabı yazılmasını ısmar- lamıştır. Bu destanın yazılması görevi, şair Hoca Dehha- n i’ye verilmiştir.

Türkmen kökenli (daha sonra anayurdu Horasan’a dönmesi için izin dileyen) Hoca Dehhani, uzun süre ilgi ve sevgi gören Türkçe “gazeller” de yazıyordu.'”

13. yüzyılda, Küçük Asya’da, Orta Asya’dan gelen Türk kültürü etkisi güçlenmiştir. Moğollardan kurtu la­rak buraya yönelen bilginler, Orta Asya yazını üzerine kurulu b ir yazı ortam ım da taşım ışlardır.

Orta Asya yazını, artık, o zaman. Küçük Asya yazı­nının dilini ve konularını biçimlendirmeye başlam akta­dır. Yerli şairler, içinde ulusal gelişme tohum larının oğul cuklarm ı taşıyan bu "Türk” düşünce akımına, ister iste­mez, ilgi ve sevgi gösterdiler.

îran kültürüyle yetişmiş Celâleddin Rumi’nin oğlu47İbn l B îbî, IV , 22; Y azıcıoğ lu A li, OT, 57. A yrıca bkz: "Hakan! — N i-

zam i — R u sta v e li’’ derlem esi, 1, M. — L., 1935, str . 39. — Y. E. B'e-rtels’d© (EncyclopĞdie d© l'Islam , III, 1002) nedense, A zerbaycan A tabeyi tld eg lz g ö ­rünm ek ted ir .

48 P. Köprülü. Türk edebiyatı tarihi, s. 288.49 B u k on u d a bkz: F. K öp rü lü 'n ü n , A nkara'da ç ık an " H ayaf' (1926, no: 1,

str . 4 - 5 ) d erg isin d ek i m ak alesi. A yrıca bkz: F. K öprü lü . T ürk E debiyatı T arih i, s. 318,

300

Page 302: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Sultan Veled de, Türkçe şiirler yazmışlardır. Bu “Selçuk” şiirleri, Hamm er zamanından beri, yüzyıl boyunca, doğu- bilimciler tarafından incelenegelmiştir.“ Sultan Veled'in Türkçe şiirlerinin göreli olarak ayrıntılı b ir seçimini, 1925 yılında, Veled Çelebi yapm ıştır.

Böylece, incelik kazanmış İran simgelerini isteyen sarayın akşam larına karşın. Küçük Asya'da, din çevresi temsilcileri —hocalar (hoca Dehhani, Ahmed Fakih, ya da hoca Fakih), dervişler (Seyyad Hamza)— aslında sufi çizgileriyle örülü b ir Türk şiirini de aşılam ışlardır, ama, Mevlevi tarikatının kurucusu şair Celâleddin Rum i’nin yaşadığı b ir zamanda, ve Moğol saldırısı dönemi için, bunun böyle olması doğaldı. 14. yüzyıl Türk şairleri de düşünceleri üzerinde eğitilmiş olduğu mevlevi dervişleri Celâleddin Rumi ve oğlu Sultan Veled gibi, kendilerini ulusal akıma kaptırm ışlardı. Türk m istik şiiri de, özellik­le şölenler sırasında, saraya girme olanağı bulabiliyordu.

Ama şölenlerde yalnızca neşelenmekle, eğlenmekle kalınmıyordu. Siyasal konular da, burada görüşülüyor, hatta anlaşm alar da burada gerçekleştiriliyordu.®'

H aftada iki kez oyun kuruluyor, ok atma, “çevgân” ve “top” oyunları gibi,“ tüm ünün b ir düzene sokulmuş olduğu, Sasanilerden Türklere geçen oyunlar oynanıyor- du.“

Sultan, sevinçli anlarında, güzel kadın halayıklarına

50 P, K öprülü . T ürk D ili ve E d eb iya tı h ak k ın d a araştırm alar, İstan b u l, 1934, ss. 162 - 173.

51 Y azıcıoğ lu A li, III, 381.52 B u o y u n kon u su n d a, O pp en heim 'd e (M ax von O ppenbeim , D er DJerld

u n d das D jerld - Sp iel. ts lam ica , yo l. II) b ilg i verilm iştir . O yun ya ln ızca k en t h a lk ı arasında değil, köylerde de o lm ak üzere, T ürkiye taşrasın d a sağ lam ca k oru n m u ştu r , bkz: VI. G ordlevskiy. O sm anskaya svadba. E tn og- raflçeskoye obozren iye, 1914, no: 3 - 4 , str. 51 - 53. B u oy u n u çocu k lar da oynuyordu: “A tç ılık D erneği" ta ra fın d a n d ü zen len en , İs ta n b u l’daki ya r ış­m alara, B ayb u rt’ta n gelen ta k ım ın k a p ta n ı Basri, o n ik i y a şın d an beri, bu oy u n u oy n a d ığ ın ı b e lir tm işti.

53 K. în o str a n tsev . Sasan id sk iye e tyu d ı, str. 72.

301

Page 303: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ve erkek uşaklarına arm ağanlar veriyor, altm kablar için­de h ırkalar vb. bağışlıyordu. Değeri ve rengi farklı h ır­kalar armağan ediliyordu.

Bağımlı b ir bey, saraya geldiği zaman, Selçuklular, cöm ertlik parıltıları saçmayı seviyorlardı. Erzincan beyi Davudşah, sultana dilek bildirm ek için, Kayseri’ye gel­mişti. Ona, atlastan ve ipekten b ir otağ hazırlanm ıştır. Sonra, saray mutfağından, yiyecekler getirilmiş ve müs- lüm an konukseverliğinin gerekli süresi olan üç gün bo­yunca böyle sürm üştür. Dördüncü gün, m utluluk verici gelişi nedeniyle, sultan, ona 10 bin altın sikke, değerli taşlarla süslü başlık ve kuşak, zırh takımı, a t vb., yani, bağımlı beye verilmesi gereken her şeyi bağışlamıştır. Be­yin geçimi için de, 2 bin koyun, 2 bin yük buğday, 500 yük arpa, 200 tulum şarap ve 20 bin akçe belgesi veril­miştir.

Sultanın Kayseri'deki sarayı b ir bahçeyle çevriliy­di.^ Ama, Aflâki’nin “Menkıbeleri’nden anlaşıldığına gö­re, kuşkusuz, Konya’da da durum böyleydi; ancak Moğol- 1ar zamanında, bahçe bakımsızlaşmış ve giderek b ir me­zarlığa dönüşmüştür.

Sultan, bazan kent dışına, Konya ovasına gidiyordu; orada, küçük b ir gölün bulunduğu b ir yerdeki "Filobad” ["K ubâdâbad”] köşkünde dinleniyordu.^^

Kadınlar, ayrı yaşıyorlardı; onlar şölenlerde bulunu­yorlardı. Müslüman sultanın b ir harem i vardı ve buraya yabancı erkeklerin girmesi yasaklanmıştı.

Ne var ki, bu durum, giderek oluşmuştur; Sultan II. Kılıçarslan zamanında, henüz, eski âdetler, eski gelenek­ler egemendi. Örneğin, sultanın kızı îsm eteddin Gevher

54tb n i B îb î, IV, 113.55 A flâki, I, 30; II, 196. H uart, b u adlandırm ayı, P ılop ed ıov (d ostlar

ovası) sözcü ğü n d en tü retm ek ted ir , am a b elk i burada, ik in c i b ö lü m d e "abad" s ö zcü ğ ü gizild ir; ne o lu rsa o lsu n , b u yer adı, saray ın R um sever eğ ilim ler in i d ile getirm ekted ir,

.302

Page 304: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Hatun, babasından pay olarak Kayseri toprağını almıştı; Kılıçarslan’ın M alatya'da ölümünden sonra, onun, adı ga­liba îzabella olan dul eşi (1124), kentin yöneticisi olarak kalmıştır.^

Eş seçerken, sultan, harcam alar karşısında duraksa- m am aktadır, örneğin, K ıhçarslan’ın "arı soyundan’’ ge­lin için, 100 bin florin başlık (kalın) ödem iştir^ Yassalar ve hıristiyanlar, Selçuklu, onların kızlarım harem ine al­dığı zaman, gurur duyuyorlardı. Sultanla dünürlük iliş­kisine girince, bunlar, konum larını güçlendiriyorlardı. Ör­neğin, Kir Farid siyasal düşüncelerle, kızını sultana ver- mekte,^ Gürcü kraliçesi, Konya'ya kızını göndermektedir vb.. Ayrıca, Tokatlı, öyle görünüyor ki, Türk kadını olan b ir Kumaç H atun anılm aktadır. Bunun, b ir ad olmaktan çok, sultanın ikinci (küçük) eşinin sanı olduğu anlaşılı­yor.^’

Sultanların eşlerinin kendi sarayı, (Hıristiyan kadın­lardan oluşan) kendi halayık ve köle kadrosu vardı; sul­tan eşinin b ir kadın haznedar tarafından yönetilen özel hâzinesi de bulunuyordu; hatta, Osmanlı döneminde, (sa­rayın ekonomisini yöneten) "hasnedar usta", sarayda bü­yük etki sahibiydi.

Bir defasında, mevleviler, yoksul b ir kızı evlendirir­ken, saraya. Gürci H atun'a, usta hatunu yollamışlar, o ise, sarayda, emirlerin eşleri arasında zengin çeyiz topla­mıştı. Kumaşlar, örtüler, küpeler, yüzükler, bilezikler ve ev için (şamdanlar, kaplar vb. oluşan) tam b ir takım.

Sultanın kızları, burada, harem de eğitiliyordu. Bun­lar, Aflâki'nin yazdığına göre, "soylu ve öğrenim görmüş

56E. D ulaurter. R â c it... pp. 70, 106; b u n u n yan ısıra , S u riye li M lhall'in ya y ım cıs ı E. J . C habot (III. 200, n o t. 2) b u varsay ım ı red detm ekted ir.

5 7 y a z ıc ıo g lu A li, III, 157.58Y azıeıoğlu AH, III, 243 - 244.59 B u gü n “kum a" sözcüğü , b u an lam d a ku llan ılıyor; K um aç H atu n k o ­

n u su n d a . bkz: A flâk i, d iz in su b voce, K araim lerde. “k u m a ” sözcü ğü , k u tsa l k ita b ın a n la y ış ın ın e tk is iy le n ik â h s ız karı, “od a lık ” a n lam ın ı kazan m ıştır .

303

Page 305: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

bir kadın” olan, anlaşılan, mevlevilerce salık verilen usta hatunun gözetimine em anet ediliyordu.

Moğol döneminde, genel olarak mevleviler, saraya ustalıkla sızabilmişler ve tüm sultan sarayını, kadınlar aracılığıyla, etkileyebilmişlerdir. Örneğin, Sultan II. îz- zeddin Keykavus'un eşi Gürci Hatun, Celâleddin Rumi’nin alımma kendini kaptırm ıştır; o, Celâleddin Rum i’den (da^ ha sonra dünya pazarını iyi bilen Hindistanlı b ir tüccarın belirlediğine göre), Serendib’te b ir yerde, yani Seylan’da yetişen gizemli çiçekler almış ve bu çiçeklerin taçyaprak- larıyla gözlerine dokunarak hastaları iyileştirmişti.*®

Daha Orta Asya'da, eski Oğuz gelenekleri, İran 'dan yapılan aktarm alarla uyum içinde, b ir arada yaşıyordu. Küçük Asya’da, Selçukluların haremlerine, tutsaklar, oda­lıklar ve yerli hıristiyanlardan eşler, çoktan Küçük Asya'­da yerleşmiş Türk boylarının sonraki kuşakları, Kafkas­yalI kadınlar vb. giriyordu. Bu da, Anadolu Türkünün dış görünümünde, etkisini gösterm iştir.

60 A flâk i, II, 75. — V. d e R ubruk, b u n u , on a ve derm ansız d ü şen oğ lun a İlişk in olarak a n la tıyor (P u teşestv ly e v ı vostoçn lye stran ı, str. 177).

304

Page 306: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ONALTINCI BÖLÜM

Selçuklular Döneminde Dinsel İnanışlar - Müslümanlık Öncesinin ve Hıristiyanlığın Yansımaları - Resmî Din Olarak İslâm - Küçük Asya’da Dervişlik - Mevleviler ve

Celâleddin Rumi’nin Rum Çevresi

Selçuklular, İslâmî, çok önceden, daha Maverâünne- hir'de benimsemişlerdi, am a dış görünüşün arkasında. Küçük Asya’da eski, müslümanlık öncesi yatkınlıklar, uzun süre devam ediyordu.

Çok eskiden, daha Küçük Asya üzerinde Iran hüküm­darlarının egemenliği sırasında, Küçük Asya’ya, Iran kül­türü, Iran dinsel düşünceleri yayılmıştı; onlar, burada, belki, henüz tam anlamıyla kaydedilmemiş izler bıraktı­lar. Küçük Asya’da, Selçuklular, dıştan olduğu gibi, içten de ayrı inancın etkisine uğram ışlardır. Ve Selçuklulara, islâmm kalesi olarak. Haçlıların saldırılarım engelleyen, inanç savaşçıları gözüyle bakm ak doğru olmayacaktır.

305

Page 307: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Küçük Asj^a’da, Selçuklular, gerçekten de, hıristiyanlarla savaşım yürütm üşlerdir; onlar, yazıtlarda, kendilerini gu­rurla, kâfirleri yok ediciler olarak sanlandırıyorlardı; “İslâm sultanları” olarak yüceltiyorlardı, ama dinsel yo­bazlık, onlara yabancıydı, onların savaşım çizgileri islâm- la yapay olarak bağlantılıydı.’ Selçuklular, dinin çıkar larm ı değil, kendilerinin siyasal ve ekonomik çıkarlarını savunuyorlardı. Selçuklular, uyrukları için gerçek müs- lüm anlardı ya da öyle görünüyorlardı, ama kapalı iç çev­rede, gerçek yüzleri ortaya çıkıyordu, ve bu konudaki söylentiler ülke dışına yayılıyordu. Örneğin, Halep’ten Nureddin Zengi, Sultan II. K ılıçarslan’a elçi gönderdiği zaman, o, sultanın inanç yenilemesini istemişti.^ Demek,12. yüzyılın ikinci yarısında, dışarda, Selçukluların tam müslüm an olduklarından kuşkulanılıyordu.

Hemen belirtm ek gerekir ki, suçlamalar, genellikle, islâmi inancın dört ekolünü özdeş değerlendiren dinsel hoşgörüyü kavram aktan uzak ve buna yabancı, dar ka­falı, biçimci çevrelerden geliyordu. Yönetici üst tabaka­nın ikiyüzlülüğünden kuşkusuz, bağımsız olan halkın “alt tabakaları” da islâmdan uzaktı.

Daha 14. yüzyılda, yani Selçuklulardan sonra, îbni B atûta’nın anlattıklarından görüldüğü gibi, Alaiye'de, ka­dınlar, yüzleri açık olarak dolaşıyorlardı.^ Bunlar, olası­dır ki, yalnızca hiristiyan kadınlar değildi, yabancılar arasında, —^yabancı tüccarların ziyaret ettiği— kentin ya­şam koşullarında İslâm dininin istemlerini, kendileri için hoş görmeyen yarı göçebe Türkmen kadınları da böyle davranıyorlardı, tslâm ın ortasında filizlendiği halkın temsilcisi b ir Arap olarak, Ibni Batûta, onlar için istenir b ir konuktu ;ama, öte yandan Alaiye’deki halk, haşhaşın

1 w. B arthold . 12 V orlsu ngen, p . 109.2 Cl. H uart. K onla , la v llle des derviches tou rn eu rs. Paris, 1897, p . 215,3 tb n l B a tû ta , II, 256.

306

Page 308: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

büyüsünü de deniyordu.Kuzeyde, Karadeniz kıyısında, yalnızca halk değil,

islâmın resm î temsilcisi kadı da, Sünniliğe aykırı davra­nıyordu. İbni Batûta, Em ir İbrahim 'in annesinin cena­zesindeki tuhaflıkları şaşkınlıkla anlatıyor. Tabutunun ardı sıra, oğlu, başı açık olarak yürüyordu; em irlerin ve kölelerin giysileri ters çevrilmişti,'* kadının, hatibin, fa- kihin ise başlarına sarık yerine siyah örtüler sarılmıştı.® Sinop’ta siyah renk, belli ki, yas anlamına geliyordu, ve burada hıristiyanlarla komşuluğun etkisi yansımıştır.

Kuzey kıyıya, daha önceden, sapkın öğretiler yayıl­mıştı: Baba îshak başkaldırısının bastırılm asından sonra —Oğuz boyu— Çepniler, burada sığmak bulmuştu.*

Genellikle, cenazeler (halk gelenekleri de çokça bu­rada yansım aktadır), m üslüm an törenlerinden uzaklaşı­yordu. Örneğin, mevlevilerde, cenaze alayına, müzik alet­leri çalınarak eşlik ed iliyordu/ Ibni B atûta’nm anlattı­ğına göre, M anisa’da, Sultan Saruhan’ın oğlu, ilaçlanmış ve birkaç ay boyunca, yeraltı sininde korunmuş, anası babası kurban bayramı arefesinde, ona bakm aya gelmiş­lerdir;® îbni Batûta, "Bunlarda kırk gün yas tutuluyor” diye serinkanlıca ekliyor.’

Küçük Asya toplum unun yüksek çevreleri arasında,4 K arş. e sk i Y ahudilerde, ü z ü n tü s im g esi olarak ters çevr ilen yatak ,5 İb n i B a tû ta , II, 353 - 354.6 K. G u m an (Ob e tn o lo g ii M aloy A zli, tzv e st iy a K avkazkovo o td ela

R u ssk ovo geografIçeskovo ob şçestva , t . VI, str . 57). G aliba, T ah tac ılar k o ­n u su n d a , B uralardan d u y d u ğu n u y in e leyerek şöyle yazıyor: T ürkler, onlara, aşa ğ ıla y ıc ı b ir ad tak arak “Ç apni” diyorlardı. Bu, korku dan , görü n ü şte İslâm î k ab u l eden , ü lk en in k ö k lü h ır is tly a n halk ıd ır .

7 A flâk l, II, 217, 347, (E rzurum 'da, P aşa H atu n yed in ci g ü n göm ü lü yor): 257, (K ire H a tu n ’u n cen azesi s ırasınd a, S u lta n V eled d ış ın d a herkes b aşın ı a çm ıştır ); 410, (A m ir A r if in cen azesin d e , K onya h a lk ın ın b ü yü k b ölü m ü, b aşın ı açarak y ü r ü m ü ştü ): 284, (cam id ek i herkes ü z ü n tü d e n b a ş ın ı açm ıştı) .

8 ib n i B a tû ta , II, 313. B u arada, krş. esk i B uhara'da cen aze. Burada, h a tifç e yü k sek kerpiç s in lerde, ö lü n ü n "ruhu" d ışarıya ç ık a b ilsin diye, a ç ık ­lık b ırak ılıyord u: b u yüzden , B u h ara’da, cesetlere özg ü b ir kok u o lu ­yordu.

9 İb n i B a tû ta , II, 354.

307

Page 309: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

daha 14. yüzyılda, islâmla çelişen eski dinsel inanışlar, tutunm aya devam ediyordu.

Devletin merkezindeki m üslüm an Oğuzlar da, Hıris­tiyan düşüncelerinin çevrintisine kap ılıyo rdu :S e lçuk lu - larca işgal edilen büyük kentlerin halkı, yaşamlarını kur­tarm ak ve toplum sal konum larını sürdürm ek için islâma geçmişti, am a yeni dönmeler, Bizans ortodoks bakış açı­sından kalan sapmacı eski inanışlarını genellikle bilinç­sizce alıkoymuşlardı, müslümanlığa aykırı bu düşünceler de Oğuzlara geçmişti.

Yukarı F ırat'ta , öğretileri, Ermenilerce istekle be­nimsenen Pavlikiyenler güçlenmişti; ikonalardan nefret etmeleri, onları, b ir yandan m üslüm an Araplarla yakınlaş­tırıyordu, öte yandan da, burada. Oğuzlar arasında yan­daş kazanmak için, gene elverişli b ir ortam açılıyordu.

Selçuklular üzerinde, Erm enilerin güçlü etkisi ol­m uştur.” Bizans’ın dinsel baskısından bunalan Ermeni- 1er, Küçük Asya’da, Oğuzların belirmesini hoşnutlukla se­lamlıyorlardı. Doğallıkla, Oğuzlar da, onlara yakınlık du­yuyordu. "Haç”' sözcüğü de, Ermeniceden o zamanlar geçmiş olmalıdır. Erm enilerin Oğuzlara eğilimi, anlaşı­lan, öylesine güçlü biçimde göze çarpm ıştır ki, hıristiyan tarihçiler, Ermenileri, hıristiyanliga ihanetle suçluyor­lardı.

Böylece, Bizans’ın düşmanları, Oğuzların kalbini ka­zanmış, ve dağılma meydana gelmiş, Küçük Asya’da, eski kültürlerin zemini üzerinde, müslüm an - hıristiyan ikili inancı büyümüş ve sağlamlaşmıştır.

Sonuçları, çıkarırken, anımsatayım. Uluslararası 11. Doğubilimciler Kongresinde, V. D. Smirnov, doğrusu, ka­rışık olan raporunda,'® Küçük Asya hıristiyan halkının

10 F. K öprü lü . B izan s M ü essese lerin ln T esiri, s. 296, n o t. 1.11 tb ld , s. 227, n o t. 4.12 Y azcıog lu A li, m , 63 (am a, ya n ın d a A rapça "salb'’ sö zcü ğ ü vardır).13Les vers d lts " S eld jouk” « t le c h r lst la n lsm e tu rc . A ctes d u on zlem e

308

Page 310: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

oldum olası ikili inançlılığı konusunda, düşüncesini dile getirmişti. Küçük Asya'da, hıristiyanlığı baltalayan din­sel öğretiler (gnostitsizm, maniheycilik), eskiden beri yay­gınlaşmıştı. Islâm la Hıristiyanlık arasındaki sınırlar sili­niyor, islâmın resmî ilgilileri, Hıristiyanlığın sapmacı dü­şüncelerini de taşıyabiliyorlardı. V. D. Smirnov, Daniş- mendlerin Bizans kültürüne eğilimini (sikkelerde iki dil­den, Arapça, Rumca açıklamalar), ya da gerçek b ir yakın­lığın, herlıangi b ir yabancılaşma ve yobazlık bulunm adı­ğının gözle görülür yansıması olarak tarihsel vakayina­melerde ya da söylencesel destanlarda ve masallarda, m üslüm anların sık sık Hıristiyan din adamı giysisi giy­mesini böyle açıklam aktadır.

M averaünnehir’den sürekli olarak yeni kalabelekler, yeni dervişler, babalar geliyor, ve bunlar, sürekli. Küçük Asya'daki Oğuzların basit törelerini ayrıştırıyor ve değiş­tiriyorlardı. Büyük ilgiyle, simyacılığın gizlerine kendile­rini kaptıran dervişler, insanların kafalarını karıştırıyor ve onları inançtan koparıyorlardı.'''

Ama, Selçuklular, resmî olarak sünni idiler ve inan­cın yönergelerini gözetiyorlardı. Örneğin, eski gelenekle­rin koruyucusu Sultan I. Alaaddin Keykubad, ateşli bir müslüm an olarak, Ebu Hanife mezhebini izliyordu; o, günde beş vakit namaz kılıyordu, ve yalnızca, gün doğar­ken, ilk duayı, şafii mezhebine göre yapıyordu.

Ayin kuralları, ayrıntılı ritm le düzenlenmiş, akılcı, şekilde kurulm uştu ve islâmın sünni öğretisi, her şeye karşın, Türk’ün asker doğasına uygun düşüyordu.

Selçuklularda, şeyhülislâm görevlerini yerine geti­ren kadı, yeryüzünde, tanrısal yasayı simgeliyordu, amao, yalnızca dinsel değil, dünyasal m akam larda da bulu-

C ongres In tern ation a l des o r le n ta lis te s â. Paris, 1897. T roisiâm e sec tlo n . P a ­ris, 1899, pp. 142 - 157). B u n u n la b ir lik te , V. D. Sm irnov, sonradan görü şü n ü d eğ iştirm iştir . (M nim ıy tu ry etsk iy su lta n , str . 53).

M AflâkI, II, 349.

309

Page 311: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

nabiliyordu. Sultan II. îzzeddin Keykavus’un “kadılar kadısı” (kadıü’l kuddat) "atabek" sanını taşıyordu ve ve­zirdi; hüküm darını yiğitçe savunurken, Moğollarla çarpış­mada ölm üştü (654 - 1256 yılı),’® 14. yüzyılda, Sivas’ı, kadı ve şair Sivaslı Burhaneddin yönetiyordu. Feodallar, kadı önünde sultana bağlılık andı içiyorlardı. Kadı, Selçuklu­lar arasında hakemdi; şehzadeler arasındaki tartışm aları ve kavgaları, o, çözüme kavuşturuyor, devletin yüksek orun sahipleri de, onun öğütlerine başvuruyorlardı.

Din adam ları, sultanın anlayış doğrultusunu, çok iyi gözönünde bulunduruyorlardı. Bizans görenekleriyle ya­kından ilgilenen (bir hıristiyan kadından doğma) SultanI. Gıyaseddin Keyhüsrev’in aykırı tutum larını kınayan kadı Termezi'nin idam edilmesinden sonra, b ir ara, ülke­de kuraklık başgöstermişti; sultan, kolayca, bunun, işle­diği günahın b ir cezalandırılması olduğu düşüncesine inandırılmış, ve o, pişman olm uştur.’'* Anlaşılan, bu ras t­lantının ardından, din adam larının etkisi güçlenmiştir.

"Ezeli söz” (Kelam-ı Kadim) K ur’an, sultan için kut­saldır, ve o, yüksek san sahibinin (feodalin) K ur'an üzeri­ne yemin etmesini istiyordu.

Yazıcıoğlu Ali, Sultan I. Alaaddin Keykubad’m sofu­luğunu övüyor.’ O, m ektuplara saygı gösteriyordu, divan­dan çıkan buyruk belgeler de, onun için kutsaldı. Çünkü, giriş bölümü, Allah adının yüceltilmesini içeriyordu; Kü­çük Asva Türk’ünün 20. yüzyılda bile, b ir gazete sayfası­nı ya da kâğıt parçasını, bunlarda kutsal söz yazılmış ola­bileceği nedeniyle, kaldırm ası ve saklaması gibi,’® sul­tan da, belgeye bakarken saygılı b ir ürperm e duyuyordu.

ISA bdülkadir H am d izade (şim d i; K rdoğan), K onya G azetesi, "Türle S ö ­zü", 1917, no; 36.

16 Yazıcıoğlu Ali, III, 80.17 Yazıcıoğlu Ali, III, 217.18 VI. G ordlevskiy. B it osm an tsev v ı suyerveriyah, p r im etah 1 obryadah.

B tnografiçesk oye obozren iye, 1915, no; 3 - 4 str . 9.

310

Page 312: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

o, buyruğu imzalamadan önce abdest alıyordu; imzadan önce, duadan önce olduğu gibi, temizlenmek istiyordu.

Ama, belki de, Selçuklu devletinde yaygın olan, yal- nızca, Ebu Hanife’nin sünni mezhebi değildi. Konya’daki Sırçalı medreseyi kuran (1242 yılı) Bedreddin, burayı, "Fakihler ve Ebu Hanife yandaşlarının nafakalarına” (li- yü’l fükaha vel münefaka min ashabı Ebi-Hanife) ayır­m ıştı.” Buna işaret etmek gerekti, çünkü, anlaşılan, di­ğer mezheplerin de yandaşlan vardı.

Irak ’ta, Ebu Hanife ve şafii mezhepleri arasında eski çekişme sürüyordu. Tarihçi Ravendi, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e başvurarak bu düşmanlığa son verilmesini d i l e r B u kavganın yankıları, belli ki. Küçük Asya'da da işitilm ektedir; Hanife yanlısı Sultan I. Alaaddin Keyku- bad, sabah namazım işte bu düşmanlığı ortadan kaldır­mak için, şafii mezhebine göre kılıyordu.

Belki, malikiler de vardı. Küçük Asya’ya gelmeye can atan yabancılar arasında, uzak Fas'tan da m üslüm anlar bulunuyordu. Selçuklu devleti ve Fas arasında, b ir tü r sıkı bağ oluşmuştu.

Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, yabancı ülkelerde do­laştığı sırada, gemisi, beklenmedik şekilde Karadenizden Fas'a geçmiştir.^' Konya’da, Sultan HI. Gıyaseddin Keyhüs­rev tarafından yaptırılan (1275) "Faslılar Camisi” vardı.^

Ve ensonu, İspanya doğumlu olan "şeyhler şeyhi” Muineddin İbn al Arabi, uzun süre Konya’da yaşamış, bu­rada, öğrencisi ve ardılı Sadreddin Konyevi’yi yetiştir- mişti.“

19 Cl. H uart. E plgraphle arabe, p. 79.20 R avendi, ed. Iqbal, p . 64.21 Y azıcıog lu AH, III , 37. — H u art (op. c lt., p. 57) h a k lı olarak BUltanın

" od isselyasım n ’' (serü ven ll y o lcu lu k , ç .) b ü tü n ü n ü n u yd u rm a o ld u ğu n u düşünım ektedlr.

22 Cl. H uart, op. c lt., p. 65.23 VI, G ordlevskiy. J lt iy e Sadreddina K onyevl. tzv e st iy a A kadem ll N auk.

O td elen iye g u m a n lta rn ıh n au k , 1929, str . 538. 1 sİ.

311

Page 313: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

îb n al Arabi figürü, 13. yüzyıl başında Selçukluların iç politikasına da zayıf b ir ışık tutm aktadır. Bu büyük m istik, sufi üzerine, önceden, kulak dolgunluğu olan Sul­tan I. Izzeddin Keykavus, onu Konya’ya, saraya çağırmış­tır. İbn al Arabi, Küçük Asya’da dolaşmış, Sivas’ta, Ma­latya'da vb. bulunm uş, belki, sultanın verdiği birtakım görevleri de yerine getirm iştir. Ama, sultandan uzakta, îb n al Arabi, onu düşünüyor, askerî başarılarına um ut besliyordu.

Haçlılarca çevrelenmiş olan sultan, onu, dinsel b ir baba gibi görüyor, ve kendisini bezdiren sorulara, ondan karşılık arıyordu. Sultan, devletin sınırları içinde yaşayan hıristiyanlara karşı, nasıl b ir siyaset yürütm esi gerektiği konusunda, ona danışıyordu. Sultana yazdığı ("Fütuhat”a giren) m ektubunda, îbn al Arabi, amansız davranmasını önermektedir. Anlaşılan, bu, Suriye’de, Haçlıların başına buyruk egemenliği görmekten doğan öç duygusudur.

önerinin uygulamada sonuçlar doğurup doğurmadı­ğı belli değildir. Ama, Selçuklu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’- in san terim lerinde ("putperestleri kahredici”), gene de, hıristiyanlara, anlaşılan Avrupah Haçlılara karşıt duygu­lar ortaya çıkmaktadır.*''

Orta Asya'da, yaşamın barışçıl akışını bozan karga­şalıklar, bilginleri de Rum Selçuklularının sarayına git­meye itiyordu. Küçük Asya'da, b ir yandan ilahiyatın, öte yandan mistisizmin meşaleleri parıldadığı için, onlar, bu­raya büyük hevesle geliyorlardı. Küçük Asya’da, genel müslümanlık bilimi (Arap dilinde) ve şiir (Fars dilinde) gelişme kaydetmişti. Konya, Harzem’den Necmeddin K ubra’vı da, Necmeddin Razi’yi de kendine çekmişti.

Celâleddin Rumi (Öl. 1273) ve Sadreddin Konyevi (Öl.

24 tb n i al A rabi'n in K üçült Asya'da b u lu n u şu k on u su n d a bkz: M iguel A sin P alaclos, E l lalam oristian izado . E stu d io d e l " S u flsm o” a travma de las obras de A benarabl de M urcia. M adrid, 1931, pp . 89 - 97.

312

Page 314: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

1274 - 75) sayesinde, 13. yüzyıl ortasında, Selçukluların başkenti, dinsel aydınlanma merkezine dönüşmüştü. Af- lâki’nin anlattıklarından anlaşılacağı gibi, Sadreddin Konyevi’nin çevresinde, başkent toplum unun kaymak ta­bakası toplanmıştı: Gerçeği aram a peşinde, Doğu'da do­laşıp duran Fahreddin Iraki (öl. 1288), Evhadeddin Kir- m ani (öl. 1298), Kadı Siraceddin, kılıç yerine kaleme sa­rılan Kadı îzzeddin Atabek vb..

Ama, Celâleddin Rumi'nin m istik vaazı, Konya'dan yayılınca, Selçuklu kentleri, ondan uzak duruyorlardı; sofuluk Kayseri'de toplanıyor, Sünniliğin ateşli yandaş­ları, burada, medreseler kuruyor ve ortodoks sünni öğ­retisini destekliyorlardı. Ufak taşra kentlerinde de, örne­ğin, Akşehir’de bilginler vardı: Necmeddin Ahnıed (öl. 1251) ve Mahmud Hayrani (öl. 1268) kardeşler, Mesud'un aynı türbede gömülü oğulları ve belki, güldüren halk bilgesi Hoca Nasreddin.“

Yabancı adaşlar —Necmeddin Kubra ve Necmeddin Razi—, Küçük Asyalı yerli bilgin Necmeddin Ahmed'i göl­gede bırakm ışlardır, ama 14. yüzyılda, Yunus Emre, eski zamanları anımsayarak, şöyle haykırıyordu; "Nerde Fa- kih Ahmed Kudbeddin, Sultan Seyid Necmeddin, Mevla- na Celâleddin? Nereye yittiler dünyanın o kutubları?"^^

13. yüzyıl ortasında, Selçuklulardaki dinsel ateş so­ğumuştu, ve tutkulu "bir m üslüm an olduğu anlaşılan ta­rihçi Aksaray! de. Büyük Selçuklularca gözetilen geleneği yenilediği ve dinsel sorunları görüşen bilginleri sarayda topladığı, sonra, bilginlik derecesine göre, bunlara görev­ler verdiği için, vezir Muineddin Pervane’yi övüyordu.^^

Sultanlar, eğitimi koruyorlar, medreseler yaptınyor-

25 Y aşad ığ ı d ön em ü zer in e d ü şü n ce ler k on u su n d a bkz: VI. G ordlevskiy. A n ek d otı o hoce Naspeddine, M., 1936, str . X III 1 bI.

26 A bdulkadir Erdoğan, N ecm ed d in A hm ed'in san d u k ası. K onya, 1936, no: 2, s. 108.

27 V. B arth old . O n yek otorıh v o s to ç n ıh rukop isah , s tr . 0131.

313

Page 315: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lardı (feodallar da, onlara öykünüyordu); medreselerden^ sınıfsal olarak onlara yakın kişiler, ideolojik bakımdan kendilerine yakın din adam ları çıkıyordu. Medreseler, ya­bancı bilginlerin (Iranlıların) yönettiği, ama yerli ulema­yı çıkaran ilahiyat ocaklarıydı.^

Yollar boyunca, yolcular için zaviyeler (gezgin kabul evleri) kurulm uştur. Bunları, genellikle günahlarından pişm an olup hayır işlerine gelirlerini bağışlayan feodal­lar yaptırıyordu. Örneğin, K astam onu Emiri Fahreddin, böyle davranmış, zaviyenin gözetimini de oğluna bırak­mıştı. “Kutsal ve köklü kentlerden” (Mekke ve Medine’­den) ya da Suriye’den, Irak 'tan , H orasan'dan vb. gelen her yoksula, giysi ve bulunduğu sürece, günde 100 dir­hem ve yola çıktığı gün 300 dirhem veriliyordu.^

Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cenazesi sırasında, gömme töreninden sonra, zengin yemekler verilmişti; ha­fızlar, öğrenciler ve yoksullar arasında, yalnızca Konya’­da değil, ülkenin her yanındaki tüm kentlerde, 50 bin al­tın sikke dağıtılmıştı

Dinleri ayrı kentleri fetheden sultanlar, oralarda ca­m iler kuruyordu; Ibni Bîbî'nin belirttiği gibi,^' ikonala rm yerini m ihraplar ve m inberler almıştı; buralara, ho ç a la r ,y a n i din öğretmenleri gönderiliyordu. Hıristiyan lan n baskıyla islâma döndürüldüğünü varsaymak güçtür bu islâmın kavga arayan hareketi değildi, sultan, her şey den çok, Selçukluların politikası gereği, elverişli toprak lara yerleşerek. Küçük Asya’nın barış içinde Türkleşmesi ni gerçekleştiren Türk kolonilerinin, Oğuz boylarının din sel eğitimini düşünüyordu. Kısaca, sultanlar, islâmı, gö çebeler arasında pekiştirm ek istiyorlardı. Ayrıca, açıkça-

28A flâkl, II. 38.2 9 ib n l B a tû ta , II. 347 - 348.30Y azıcıogIu A li, III, 114.31 Ib n l B îb î. IV, 137.3 2 tb n i B lb î, IV, 138.

314

Page 316: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sı "haraç” ödemekte olan hıristiyanlarm sayısını azalt­mak, ekonomik bakım dan da onlar için kârlı değildi.

Moğolların saldırısı, giderek, aydınlanma alanında da yansım ıştır. Maddi ve manevi anlamda, kültürün ge­lişmesi durm uştu; 1273 yılında, Celâleddin Rumi öldü ve Sadreddin Konyevi’nin renkli deyimiyle "tespih saçıldı”; o, "Bilgin kişinin ölümü dünyanın yok olm asıdır” hadi­sini yineliyordu.^

Böylece, sultanın tutum unu, dış görünümüyle şeriat belirliyordu, am a aslında, o, feodalin telkinlerini uygulu­yordu.

Feodallar, din adam larını da yönetiyorlardı. Ellerin­de toprak ve taşınm azlar ("vakıflar”) toplamış olan din adam ları kesimi, uygulamada, feodallara bağlıydı. Örne­ğin, Moğollar döneminde, devleti. Vezir Muineddin Per­vane yönetiyordu, Konya kadısını bile, o, atamaktaydı.^

H ıristiyan toprakları üzerine yağmalama akmları gerçekleştiren sultan, dinin buyurduğu yolda yürüdüğünü düşünüyordu, ve şeriata göre, inanç için savaşanların "ga­zi hakkı” olan savaş ganimetinin beşte birini islâma hiz­met edenlere, seyidlere, yoksullara ve "bağlı hizmetlilere” (metbu) veriyordu.

Vakayiname, "tokların m erham etinin ederi” bu sada­kanın tutarını, b ir yerde, tam olarak belirtm ektedir: Yüz sığır, bin koyun ve on bin akçe.^^ Savaş zamanında, bü­yükbaş koyunların fiyatı, bilindiği gibi, yüksek değildi, îk i yüz sığır (1000 koyun = 100 sığır), olsa olsa 400 akçe edebiliyordu. Sultanın feodallara, çoklukla, büyük top­rakların yanısıra yüz binlerce akçe bağışladığı b ir zaman­da, bu, çok önemsiz b ir tutardı. Yoksullara yardım özel­liğindeki hayırseverlik, b ir hiç düzeyindeydi. Bu, bedava-

33 VI. a o rd lev sk iy . J lt iy e Sad redd ina K onyevl, str . 545.34Aflâki, I, 325.35Yazıcıo|lu Ali, III, 338.

315

Page 317: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dan, değerli yiyeceklerle donatılmış masasından kırıntı­lar atan m üslüm an zenginin gösterişli davranışıydı; bu davranış, feodal ile toprağında yaşayan, ona çalışan yok­sul arasındaki toplumsal uçurum u b ir kez daha vurgulu­yordu.

Dindarlık, varlıklı sınıfların yapmacık ve ikiyüzlülü­ğünü ortaya koyan, işin yalnızca gösteriş yanıydı.

Ama, dinin buyruklarım , yalnızca saray ve feodallar gözetiyorlardı, alt kesimlerde ise kitleler biçimlenmemiş- ti, islâma kayıtsızdı. H atta, sınırlardaki Türk boylarının yöneticileri de, dinsel ayinlere, onları hiç de ilgilendir­meyen, kendinden olmayan, yabancı şeyler olarak bakı­yorlardı. Mevlevi tarikatının şeyhini güleryüzle karşılı­yormuş gibi davranan Germiyan Alişir’in oğlu (Yakub), b ir yanda dervişler K ur'an okur ve ilahiler söylerken, her zamanki işleriyle, köleleriyle ilgilenmişti. Aflâki’de, "bu, utanmaz b ir Türktü" yargısı beliriveriyor.^

Kent ve köy birbirinin karşıtıydı. Kent halkı, Sünni­liğe bağlıydı. Toplumun feodallardan, tüccarlardan ve bü­yük zanaatçılardan oluşan tutucu çevrelerini oluşturuyor­du. Köylülük arasında ise, alevilik egemendi, genellikle, derviş propagandası sürüyordu.

Sultanın uyruğu, eziyet içindeydi. Tanrı, zenginleri koruyor, bu yüzden de yoksullar, resm î dini j^adsıyamn ardından seve seve yürüyorlardı. Onlar, burada, yaşamın güçlüklerinden kurtuluş bulmayı umuyorlardı. Böylece, Küçük Asya, çok eskiden beri yadsıyıcılar ocağıydı. Bi­zans’tan Selçuklulara geçerken, Küçük Asva’nın halkı, hu­kuksuz yaşam içinde geçen yüzyılların ürünü olan ideolo­jisini korum uştu; böylece. Küçük Asva'da, Sünniliğe kar­şıt (ve müslümanlığa karşıt) öğretilerin gelişmesi için elverişli ortam kolay oluşuyordu.

Ve, her şey b ir yana, İslâm, tepeden gelen ağır dar-

a^Aflâkl, n, 389, 390.

316

Page 318: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

belere uğruyordu; Han Baydu’nun (1295) kısa hüküm dar­lığı sırasında, “m edreseler”, Aksarayi'nin deyimiyle “si­linm işti” (Burada çevrilemeyen Arapça sözcük oyunu vardır), medreselere içki düşkünleri yerleşmişti ve nere­deyse, müezzin sesi kesilecek ve camiler putların barına­ğına (yani kiliselere) dönüşecek gibi görünüyorduk Alt tabakalar çok daha sarsılmaya başlamışlardı.

Daha İslâm damgası altında Küçük Asya’ya sızan din­sel- akımlarla, İslâm dindarlığının temelleri sarsılmıştı. Belki, zenginlikleri kendilerinde toplamış olan sarraflar da, Ş İİ dervişlerinin (ismailliler) propagandasını yönlendi- rebiliyorlardı.

Küçük Asya'da zengin hıristiyan topraklarını yutan büyük b ir müslüm an devletinin kurulm ası, şiiliğe eğilimli “babalar", “batimler",®® “Kalenderler” vb. yüzlerce der­vişi, H orasan’dan “cihad bölgesine” çekmişti. Bunlar, ora­da, daha Büyük Selçuklu Melikşah zamanında çoğalmış­lardı. Moğol saldırısından sonra, zincirleme akın güçlen­miş, Harzemden, Necmeddin K ubra’nın öğrencileri bura­ya yönelmişlerdir. Ve bunlar, genellikle, islâmı güç kulla­narak yayan gaddar yobazlardı.^ Artlarından kanlarım ve çocuklarını da sürükleyerek savaşa atılıyorlardı.

Dervişler, Küçük Asya’da, “gizli mezheb” ismailiye öğretisini yaydılar. Öğreti, ahilerce, onlardan, bu baba ve hatm ilerden, kolayca benimsenmiştir. Sonra, tüm bun­lar, bektaşilik içinde eriyip dağılmıştır. Bugün ise, "gizli kişiler" (ehli batin) deyimiyle, artık yalnızca, kızılbaşlar am açlanmaktadır.

37 V. B artold . O n yek otorıh voa toçn ıh rukop isah , str , 0133. — 14. yü zy ıl b aşın d a su lta n O lcay tu 'n u n h ü k ü m d arlığ ı s ırasın d a a yn ı du ru m y in e len m işti, bkz; A flâk i, II, 322 - 323.

38Bkz: F. K öprülü , T ürk E d eb iya tın d a İlk M utasavvıflar .39Krş. Y alova'da (yan i İsta n b u l yak ın ın d a) s ila h s ız b ir dervişin , k en d i­

ler iy le a lay ed en b ir h ır is tiy a n ı, ağaçtan y a p ılm a k ıl ıç la İkiye b iç tiğ i, b u n ­d a n sonra, tü m çevren in İslâm î k ab u llen d iğ in e İ lişk in söy len ce, bkz; Pr. G lese. D le a lto sm a n lsch en an on ym en C hroniken . B. I. B reslau , 1922, II, 11.

317

Page 319: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Aralarında ahilerin de bulunabildiği gaziler ve yiğit­ler, "sipehsalarların” “reislerin” vb. yönetiminde, Küçük Asya'yı kaplayan tüm bu kitle, sonra, savaş sona erdiği zaman, ülkede dervişlik propagandasıyla uğraşıyordu.

Sufiler ve seyidler de, Küçük Asya'da, islâmın temel­lerini sarsıyorlardı. Sultanlar, sufi şeyhlere (meşayıh-i mutasavvıf e), saray kapılarını seve seve açıyorlardı; su­filer, seyidler, şölenlerde, ulemayla, kadıyla, müftüyle vb. yanyana o tu ru y o rla rd ıS e lç u k lu la r , şeyhleri seviyorlar­dı; daha Sultan I. Mesud (545 -1150 yılında), Amasya'da, "hanaku”'" yaptırm ıştı.

Seyitler, daima, yüksek konum larda bulunuyorlardı. Gerçek ya da sahte, M uhammed'in soyundan gelme özel­liğini kullanan açıkgöz seyitler, kalabalıklar halinde. Kü­çük Asya'ya geliyorlardı. Küçük Asya'da, örneğin, Seyida- bad''^ gibi (bugünkü Seydişehir) seyid merkezleri yaratıl­mış gibiydi. Olasıdır ki, buralarda, kendisine ait toprak parçasının bulunduğu yere, parlak adını veren, yalnızca, b ir seyit yerleşmiştir.

Seyidler, birlik oluşturm uşlardı; Vakayiname'de, se­yitlerin beyi anlam ında “melikü's sâdât" anılm aktadır. Ibni B atûta zamanında, Sivas'ta medreseye benzeyen b ir bina, "seyidlik ocağı” (darü's seyade) vardı. Burada, özellikle M uhammed'in sonraki kuşağından olanlar ko­naklıyorlar, onların ortak başkanı da (nakib) burada ya­şıyordu; kaldıkları sürece, kendilerine, yatak, yiyecek, ışık, vb. sağlanıyor, ayrılırken de, yol için yiyecek gerek­sinmeleri karşılanıyordu.'*^

Dervişler de iyi yaşıyorlardı. Aflâki'den bilinmekte­dir ki, devlet, dervişlere, kuşkusuz, önemli sayılacak bir

40Y azıcıoğ lu Ali, III , 221.41 P, K öprülü, A nadolu 'da ta lam lyet, s. 47. 42AflâW , II, 61.43 İb n l B atû ta , II, 289 - 290.

318

Page 320: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tu tar olarak yarım dinar^'' gündelik ödüyordu.Eski, şam an dünya görüşünün öğelerini, henüz ken­

dileri de koruyan dervişler, yalnızca kısa b ir süre önce, islân:ıı benimsemiş olan Türkm en halk arasında onayla­nan b ir kabul görüyorlardı.

Küçük Asya’ya dolan dervişler, yalnızca dinsel yöne­ticiler olmakla kalmıyorlardı. Onlar, göçebelere kültür ve devlet yapısı öğeleri aşılıyorlar, Selçukluların yarattı­ğı düzenlemeleri yıkan Moğollara karşı, halkı birleştiri­yor, direnişleri örgütlüyorlardı.

Dervişler, Küçük Asya’ya, dört yoldan geliyorlardı: H orasan’dan, Azerbeycan'dan (Ardebil'den), Suriye’den ve Irak ’tan (Erbil'den, Bağdad’dan). Burada, Küçük Asya’­da, köylüler ve zanaatçılar arasından kendilerine yandaş­lar kazanıyorlardı. Mülksüz kalmış insanlar, yeryüzü acı­larının dinme çaresini onlarda arıyorlardı.

H orasan'dan açılmış olan yol üzerinden, Osmanlı dö­neminde de dervişler gelmiştir, bunlar, zamanımızda da Dersim’de, derviş olarak kendilerine verdikleri adla "Ho­rasan erenleriydi”.

Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk m istikleri "a ta lar” da, büyük etkide bulunm uşlar­dır. Bunlar, Küçük Asya’ya, Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve onun hikm etlerini taşıyorlardı. Daha 16. yüzyılda, bu konuda, bellekler tazeydi. Örneğin, Lamii’nin “Latifeler” inde, "derviş ata"ya rastlanıyor. Eğridir gölü yakınındaki b ir köyün adı da, ("Ata”). Bu, müslüman özel adı olabil­se bile, ilginçtir. Biraz ötede, "Sm ırkent” yeralm aktadır, ve Küçük Asya toponomisinde seyrek rastlanan "kent” (krş. Hankendi, Mollakendi) sözcüğü, Orta Asya yansıma­larını dile getirmektedir.

Belki de, (Seyid - B attal’m gömülü olduğu) Seyidga

44A flâk l, I, 345.

319

Page 321: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

zi'deki Bektaşi tekkesi/^ daha 20. yüzyılda bile, Ahmet Yesevi'nin'^ anısının sürdüğü Doğu Türkistan’dan ziya­retçi çektiğine göre, burada. Küçük Asya ve Orta Asya arasındaki eski, canlı ilişki sürm ektedir. Selçuklu sul­tanları, Bizans’ın kutsal saydığı b ir yöresinde ortaya çık­mış olan Seyidgazi’ye de sevgi duyuyorlardı. Sultan I. Gı- yaseddin Keyhüsrev, Selçuklulara, Küçük Asya yolunu açan gaziliğin temellendiricisine sevgisini vurgulayarak, burada b ir cami (1207 - 08) yaptırm ıştır; onun eşi. Sul­tan I. Alaaddin Keykubad’m annesi, mezhezi bütün Kü­çük Asya’da yayılmış olan Fatıma (ve kölesi Ayniana), buradaki eski b ir Bizans kilisesinde gömülüdür

Seyyit B attal’m mezarı birçok ziyaretçileri çekiyor­du; Seyyit B attal’ın adını, savaşa gidenler, yani gâvur­larla savaştan sonra yengi kazanmış, gazilik borcunu ye­rine getirmiş olarak evine dönmek isteyenler, simge edi­niyorlardı.

Azerbeycan’da, eskiden beri Sünniliğe karşı b ir yapı­daydı. Hazar boyu bölgelerinin halkı, m üslüm an fetihçi- lerden bağımsızlığını özenle koruyordu. Burada, eskiden beri, köylü kitleleri arasında kaynaşma vardı; 9. yüzyıl­da Babek başkaldırısı, burada, Ardebil’de başlamıştı. Sonraları da şii şeyhler, sürekli olarak Ardebil'de barını­yorlardı. Hurûfi mezhebinin kurucusu Fadlallah da, Ast- râbâd kökenliydi.

Vakayiname’de, Ardebil, yalnızca b ir kez anılıyor. Azerbaycan kökenli şeyh Suhraverdi'nin Konya’da bulu­nuşunu anlatırken, Yazıcıoğlu Ali, halkta, Ardebil şeyh-

45 Karş. 1918 y ılın d a İ s ta n b u l’da y ay ım lan an D erviş M. Şü k rü m ab ed in in (T ürkçe olarak) a n la tım ı.

46 Th. M anzel. D as B ek tasch i - K loster Sejldj-1 C hâsl. M .S.O.S. Jah ran g X X V III, 1925, W estasi!ıtlseh e A b te llu n g , p. 93.

47 T h. M enzel, op. c lt., pp. 94, 102. B u ta p ın a k k o n u su n d a k i m alzem eler (X V II. yü zy ıld a B atıd ak i en esk i d eg ln ller) F. W. H asluck'd a (op. c lt ., pp. 704 - 710) top lan m ıştır .

320

Page 322: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

lerine güçlü ilgi olduğunu dile getirmektedir.*® İran ’da, Şiiliği, devlet dini ilan eden ve Sünniliğin çabalı yandaş­ları olan Osmanlı sultanlarıyla savaşım yürüten Safevi- 1er hanedanı, 16. yüzyılda, burada doğmuştur. Çepnilerin b ir bölüm ü de. Küçük Asya’dan oraya, Hazar Denizine, Ardebil'e geri dönm üştür. O halde, bu akım, Oğuz boyla­rını da sarsmıştı. Onlarda, daha önce de, şiiliğe b ir eği­lim vardı.

Selçukluların Suriye’ye seferleri, doğaldır ki, bu ezeli yadsım acılar ülkesinden, dinsel kaynaklı toplumsal dü­şüncelere geliş yolu açm ıştır. Feodalların toprakları üze­rinde oturan köylülerin, Baba îshak’m "harici” vaazını nasıl derinden benimsediğini, Selçuklular, kısa süre son­ra öğrenmişlerdi.

Ve ensonu, Irak ’tan, Kürtlerin yerleştiği ve anlaşılan Şiiliğe eğilimli b ir çevre olan E rbil’den (eskiden Arbel) ve halifeliğin merkezi Bağdat’tan, Sünnilikle gelişen din­sel düşünceler geliyordu. Orta Asya’ya olduğu gibi,'” Kü­çük Asya’ya da, derviş dansları, Irak ’tan geçmiştir. Gali­ba bunlar. Ön Asya’da egemen eski Doğu dinlerinin ka­lıtları ya da kalıntılarıydı.

Küçük Asya’da, danslar, 12. yüzyılda, tümüyle yayıl­mıştı. Burada, belki ayrıca, yerli Rum halkın™ sonradan mevlevilere geçen gelenekleri de, etkisini göstermiştir.

Sultan II. K ıhçarslan’ın ve onun oğulları Nasreddin Barkiyaruk ile, "Çertunam e” yapıtını adadığı®' Gıyased- din’in büyük sevgisini kazanan Azerbaycan kökenli Türk“ Şeyh Suhravardi Şihabeddin “M aktul” (578- 1190 yılın-

48Y azıcıog lu A li, III, 225.49 V. B artold . O pogreben ll T im ura. ZVO, t. X X III, str . 4. VI. G ordlevskiy.

B ah au d d in N aksbend B uharsk ly . Sb orn ik “Sergeyu F edorovlçu O ld en burgu’', L., 1934, str . 162.

50 VI. a o rd lev sk iy . J lt iy e Sad redd ina K onyevl, s tr . 540.51 Y a z ıc io g lu Ali, III, 14; krş: Y u su f Z iya 'nm sözleri.52Bkz: b iyografisi, O. Sp ies, op. c lt., p. 8.

321

Page 323: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

da öldürülm üştür), dinsel dansları (sema) seviyordu.^ Halife N asiridenillahi'nin elçisi, artık yaşlı olan (doğ.

1145) Şihabeddin Abu Hafs Omar ibn Muhammed Suhra- verdi ve onun müridleri, şarapla sarhoş olmuş konuklar olarak kendilerinden geçip dansetmeye başladıkları za­man, bu. Sultan I. İzzeddin Keykavus'un sarayında hoş görülüp beğeniyle karşılanmıştı; sünni müslüm anlar da, toplu ayin dansı yapıyorlardı. Sultanların ve beylerin ahi topluluğuna dahil olması da, tam burada, yerinde meyda­na gelmişti. Halife Nasiriddinillahi'nin elçisi şeyh Sahra- verdi, anlaşılan, futuvva tüzüğünü izliyordu. 14. yüzyılda. Küçük Asya'da, ahiler, aynı görenekle şarkı söylüyor ve dansediyorlardı. Dans, ayin dansı, daha önce de, Irak ’ta —Bağdat'ta— Futuvvanın öğelerinden birini oluşturu­yordu.

Omar ibn Muhammed Suhraverdi'nin Sünniliği kuş­kuludur. Küçük Asya'da, (sultanı yıldırarak) futuvva dü­şüncelerini propaganda ettiğine göre, o, belki de ismai- liyedendi. Sultan H. îzzeddin Keykavus'un ardılı, IV. Rükneddin Kılıçarslan'm ismailiyeye mensup olduğu yo­lundaki bilgiyi, Hammer, Cenabi'den almış olmalıdır.^ Kuşkusuz, bu, ahiler ve ismaililer arasında bağ bulundu­ğuna ilişkin, yalnızca b ir varsayımdır, ama ahileri, genel olarak "batını" zemini üzerinde gözden geçirmek zorun- ludur.“ Bunlar, sünni m üslüm anlar değildi, dervişlere sevgiyle bakıyorlar, ve derviş tarikatlarına bağlanıyor­lardı (örneğin, Ahi Yusuf Halveti)

Küçük Asya'da, Ahmed Yesevi'nin kalıtçıları ve ar­dılları bektaşilerin de bulunduğu açıktır; örneğin, Kon­ya'da (Hacı Bektaş'ın "Vilâyetname”sinde geçen b ir ad)

53 Y u su f z iy a , Ş eyh Ş lh a b e ttin M aktu l Su hraverdi, M ihrab, 1924, no: 1., Y u su f Ziya, E m ir K em aled d in K am yar’ı da, şey h i seven ler arasın d a sayıyor.

54 J . H am m er, a .O .B ., I, 22.55 F. K öprülü , A n ad o lu ’da İslam iyet, s. 67. ,56İbld., s. 89, n o t, 4.

322

Page 324: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Pirebi bölgesi vard ı5"Kalenderiye” dervişlerine de, başka adla "abdalla­

ra da (taife-i abdalan) sık sık rastlanıyordu.Âşıkpaşazade tarihinden bilindiği gibi, "abdallar” o

zamanlar. Küçük Asya'da egemendi; bu, ülkenin toplum­sal - siyasal yaşamını yönlendiren dört Rum (Anadolu, ç.) gruplaşm asından (abdalan-ı Rum) biriydi.

Kalenderlere, 16. yüzyılda yaygınlaşan b ir terim ola­rak ayrıca "ışık” deniyordu. Burada, belki, Türkçe "ışık” ve "aşık” (Arapça, "Tanrı sevgisiyle yanıp tu tuşan”) söz­cükleri arasında b ir türem e meydana gelmiştir, yani "ışık” sözcüğü sufi terim inin halk dilindeki köküdür.®® Dervişlerin gezgin yaşamı sırasında, belki, dağlara çıkı­lıyor ya da dağlarda ateş yakılıyordu. F. Gize’nin kaydet­tiği yarı m istik bir tü rkü böyle b ir yoruma götürüyor.

Uca dağ başında yanar bir ışık Onu bekleyen garip bir aşık ..

Küçük Asya’da, Kalenderler, ortadan kaybolmuş, on­lara yakın olan Rufailer kalm ıştır. Aflâki'de onlar için, Türkçe (kılsız, çıplak) anlam ında "cavlak” sözcüğünden, "cavlaki” terimine rastlanıyor. Diğer kullanım lar arasın­da, o, Niksarlı Şeyh Abu Bekir Cavlaki’ye değiniyor." îbn i Bîbî'de "cavlakiyan” sözcüğü "esiran” (tutsaklar)'^’ sözcüğüyle yan yana yer aldığı için, Halil Edhem, derviş içeriğini ayırarak, buna "yoksul”^ anlamı veriyor.

Olasıdır ki, "ışıklar” terim i altında birleşen kalen­derler, abdallar, cavlaklar, sonunda bektaşi tarikatında

57 VI. G ordlevskiy. İz Istorll vodop olzovan lya v ı K onye. Z apiski İ n st ltu ta vostokoveden iya , t . II, str. 188.

53 Y. T senk er (S lovar I, 54) e t im o lo jid en yo la çıkarak, "âşık" sö zcü ğ ü ­nü , ış ık y a da k ıv ılc ım g ib i b e llr iveren gezg in derviş şek lin d e açık lıyor.

59 Fr. G lese. E rzah lu n gen u n d Lleder, no: 28, p. 69.«OAflâkl, II. 110. — Karş. Arapça yazan “yabancı” yazar İbn al Cavall-

k i'n ln adı (Yapıtı 1867'de E. Zahau tarafından yayım lanm ıştır).61 tb n l B îb î, IV, 242.62 H alil E dhem . K ayseriye Ş ehri, s. 81, n o t, 2.

323

Page 325: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

birleşmişler, eski gruplarsa, yerinden olm uştur. Işıklar, dış görünümleriyle, cavlaklan andırıyordu; hepsi de, yüz­lerindeki tüyleri yokediyorlardı. 16. yüzyılda, “ışık” teri­mi, genişçe yayılmıştı. Hem Rumeli’de, hem Anadolu’da, medreselere ve zaviyelere ışıklar yerleşmişti; Seyidgazi ve Sarı Saltuk zaviyesi gibi eski bektaşi tekkelerinde on­lar bulunuyordu. Besbelli ki, bunlar, şiilige eğilimliydi; "aşure” günü müzik eşliğinde sokaklarda yürüyorlardı.^ Hükümet, onlara, yeni yöntemler getiren karıştırıcılar gö­züyle, olumsuz bakıyordu..

Tarikatın kurucusu Ahmed Rufai’nin oğlu Taceddin, kısa kadife ceketler giymiş yarı deli derviş kalabalığı eşliğinde Konya’ya geldiği zaman, kent erkânı, emirler, sıradan halk ve ahiler, onu, törenle karşılam ışlar ve ken­disine, Karatay medresesini tahsis etmişlerdi; rufailerin "olağanüstülükleri” (onlar ateş içine giriyorlardı, ağızla­rına kızgın demir koyuyorlardı, yılan yiyorlardı, vb.) bü­yük etki uyandırmıştı. Mevlevi şeyhi Salahaddin Zerkub'- un eşi Kira H atun da, onların hayranlarından olmuştu. Onlar, vezirlerin, vezir Muineddin Pervane’nin yanında da bulunabiliyorlardı (örneğin, Celâleddin Rumi’nin çağda­şı, Şeyh Abdurrahman Şeyad).*^

Taceddin'in ardılları (torunları) kısa süre sonra, Amasya yakınında, yadsıyıcıların eski b ir merkezi olan Sunuş’a y e r le ş tile rS o n ra d a n îbni Batûta, İzmir'de, Ber­gama’da ve diğer kentlerde, —rufailere kendi verdiği ad­la— "ahm ediler” görmüştür.'^ İzm ir’de "hokkabazlık” gösterileri yapan büyük b ir derviş topluluğu (100 kişi) vardı.

63Bkz; VI. O ordlevskiy, V n utrenyeye so stoyan iye T u r ts li vo vtoroy polo- v ln e X V I. v . T ru dı tn s t l tu ta vostok sved en iya , sb orn ik no; 2, M.. 1940, str.105 - 108.

64A flâki, I. 113.6 5 tb n l B atû ta , II, 292 - 293.« ö ib n l B atû ta , II, 310, 316, 328.

324

Page 326: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Ama mevleviler, "Mevlâna”* Celâleddin Rumi'nin iz­leyicileri, zenginlikleri ve etkileriyle tüm diğerlerini geri­de bırakıyordu.

Bir yandan yerel geleneklerden yararlanarak, öte yan­dan Irak ’tan gelen akıma kapılarak,*® Celâleddin Rumi, dinsel ayin dansları uygulamaya koymuştu; bu danslar, Konya’da saray çevrelerini sarmış, mevleviler de, bu şe­kilde güçlerini pekiştirmişlerdi. Bol akşam yemeği eşli­ğindeki ayin törenleri, Konya’da, sık sık Celâleddin’in sa­natına vurgun b ir topluluğu b ir araya getiren erkân ta­rafından düzenleniyordu.^

Selçuklular, mevlevilere büyük sevgi besliyorlardı. Örneğin, başlangıçta kuşkulu b ir belirsizlikle bakan Sul­tan I. Alaaddin Keykubad, kısa sürede Celâleddin Rumi’­nin babası Behaeddin Velet karşısında eğilmiş, ve ona, hüküm dar saygısı göstermeye başlam ıştır. Sultan IV. Rükneddin Kılıçarslan (Aksaray’da boğularak öldürül­m üştür), Celâleddin’i "baba” olarak yüceltiyordu.’ Onun annesi Gürcü Tam ara (Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’- in eşi), Celâleddin Rumi’ye, b ir tü r derin saygı dujoıyor- du. Celâleddin'in portresinin yapılmasını buyuruyor, Konya’dan b ir yere giderken portreyi yanında taşıyordu, onun b ir giysisini (gömleğini) elde etmek için, büjöik paralar (2 bin altın sikke) ödüyordu, vb..

Kentte, kadınların "zikr” ayinleri de yapılıyordu. Emineddin Mihail’in eşinde, akşamları, kadınlar toplanı­yordu (Mihail adı onun Türkm en "Oğuz” kökenliliğini dile getiriyor gibidir, ama, belki de, bu yeni dönme b ir müs- lümandı). Celâleddin, bu toplantılara, "kadınlar şeyhine”

67 ''E fendim iz", özellik le , d in çevre lerin in saygm tem silc ile r in e verilen bir san , ayrıca k a d ın ın resm î san ıd ır .

68Irak'la b ağ ların ı, m evlev iler son ra da sürdürm üşlerd ir , bkz; Aflftki, II, 310 (Ç elebi A m ir Arif, Irak’ın b ü yü k m istik ler in i görm ek istiy o rd u ).

69 A flâk i, I, 137 - 138.70AflâkI, I, 113.

315

Page 327: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

geliyordu; kadınlar çevresine oturuyor, onu, gül yağmu­runa tutuyor ve üzerine gülsuyu döküyordu/'

Mevlevi tarikatı, giderek, yalnızca başkentte değil, taşrada da güçlenmiştir. Celâleddin’in sesine, daima du­yarlıkla kulak vermiş olan vezir Muineddin Pervane’nin çocuklarında, mevlevilere b ir ailesel bağlılık vardı. Ör­neğin, Amasya’daki Mevlevihane, vezirin oğlu tarafından yaptırılm ıştır.”

Celâleddin’in "m üridleri” (izleyici çırakları) yalnız­ca müslüm anlar değildi, onu dinleyen ve gözlemleyen hı- ristiyanlar, islâma geçmişlerdi. Celâleddin’in hayranları, ona ait eşyalara binler ödüyorlardı,^^ çünkü, “bunlar, ola­ğanüstü güce sahipti ve sahiplerini uğursuzluklardan ko- ruyordu.” "'

Mevleviler, Küçük Asya’da, derin kökler saldılar. Sık sık, büyük kentlere geziler düzenliyor” ve ayinler yapıyor­lardı; her yanda, örneğin, Tokat’ta olduğu gibi, bazan ka­dınlardan da "yönetici” müridleri bulunuyordu.^*

Celâleddin öldüğünde ise, tabu t sedyesinin çevresin­de kalabalık b ir halk toplanmıştı; erkân ve sıradan halk, herkes, başlarını açarak yürümüştü. H ıristiyanlar, yahu- diler, Rumlar, Araplar, Türkler b ir aradaydı; bunlar, Ze­b u r’dan ilahiler söyleyerek, Tevrat ve tncil okuyarak yü­rüyorlar, ve m üslüm anlar, onları uzaklaştıramıyorlardı. Hayranları, “ona bakarak, biz Isa’nın, Musa’nın ve tüm peygamberlerin özünü algıladık” diyorlardı.’

Anlaşılan, ayrı inançtan halk, Celâleddin’in öğretisin­de, kendine yakın yankılar duyuyordu. Yasalara özenle

7IA flâk l, II, 14.72 T a la t M ü m taz Y am an. K astam on u T arih i, İsta n b u l, 1935, s. 87.73AflâM , II, 71.74 A flâk i, II, 61 (A hi K aysar'ın o ğ lu A hi Ç oban, M oğol s a id ın s ı s ırasın d a

CelfUeddln h arm an iyesiy le örtü p ü rü n ü n ü k oru m u ştu .75A flâki, II, 326.76A flâki, II, 375.77AfIâki, II, 96 -9 7 .

326

Page 328: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

uyulmasını savunanlai' arasında ise, tersine, örneğin. Ka­dı Siraceddin,^® seyidler (Niğde’de)^ vb. mevlevilerin düş­m anları vardı; bunlar müzikten, mevlevi ayinlerinden nefret ediyorlardı.

Celâleddin Rumi’nin oğlu Sultan Veled ise, (Arap harfleriyle) Rum dilinde de şiirler yazıyordu. Demek ki, bunları okuyan birileri vardı. Demek ki, yalnızca Rumse- ver yapıdaki ailesinde değil, belki Rum lar arasında da, bu Küçük Asya sufi şiirinin sevenleri ve hayranları var­dı. Sultan Veled, Rum dilini iyi kullanabiliyordu, Mordt- man'ın düşüncesine göre, Rumca şiirler yazmak için, dostlarının yardım ına başvurmaya gereksinmesi yoktu.

Celâleddin Rumi’nin Rumlara, yani hıristiyanliga eği- nimi, kuşkusuz, Hıristiyanlığın dervişliğe, özellikle de mevlevi dervişlerine yansıyan eski izlerini dile getirmek­tedir. Selçukluların başkenti Konya, sonradan. Karaman beylerinde Hıristiyanlığa sempati patlam asına yolaçan m istik kam utanrıcıhğm merkeziydi.®®

Ülkede, genellikle inanç sloganı altında b ir savaş yürüyor: Sultan Rükneddin, Tam ara’dan, yaşamak iste­yen herkesin kendi gözleri önünde hıristiyanlığm simgesi haçı ayakları altında ezmesini istiyor; hıristiyanlar ise, Ani m abedlerinden m üslüm anlan kovacaklarına andiçi- yorlardı —ama tüm bunlar, din adam ları çevresinin fı­sıldadığı ezberlenmiş sözlerdir; yaşam ise ayrılıkları düz­lüyor, insanlar, birbirine candan yakınlık duyuyor, sevgi, onları yakınlaştırıyor, güvenlik yengi kazanıyor, ortak çıkarlar üstün geliyor. B ir Gürcü kızının güzelliğiyle bü­yülenen Saltuklu şehzadesi dininden dönüyor; Selçuklu­nun gelini, dinsel inancı konusunda anasının ve babası­nın kaygı duydukları Gürcü kızı, Konya’ya ulaşınca, islâ-

TSAflâkl, II, 244, 245. — VI. G ordlevskly. J lt iy e S ad red d in a K onyevl, str . 541.

79A flâkl, II, S65.80 V. Sm irn ov, op. c lt . , pp. 151 - 152.

327

Page 329: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ma geçiyor. Halkın alt tabakaları ise, kuşkusuz, dinsel kuşkularını kolay ve çabuk şekilde b ir yana atm aktadır.

Küçük Asya’daki Rum piskoposlukları, giderek, cı­lızlaşıyor, ortadan kalkıyordu.®'

İstanbul tarafından terk edilmiş olan Küçük Asya Rum halkı, başıûı yitirmişti. Bu halk, genellikle, iki ateş arasında bulunuyordu; Türkm enler tarafından yerinden edilince, onun usuna Selçuklular geliyor, sonra gene düş- kırıklığına uğramış olarak, usulca Kapadokya’nın mağa­ralarına, ya da Karadeniz kıyısmdaki dağlara siniyor, es­ki iktidarını düşlüyordu. Küçük Asya’da, müslümanlıgı, yalnızca dış görünümüyle benimseyen gizli hıristiyanlar böylece oluşm uştur. Çünkü, islâma geçince, belki, dü­şüncede olduğundan çok, gündelik yaşamda, Hıristiyan­lığın öğelerini ister istemez koruyorlardı.

Hıristiyanı ve müslümanı, kuşkusuz daha çok, ara­larında gerçekleşen evlenmeler yakınlaştırıyordu. Alt ta­bakada zayıflayan dinsel karşıtlık siliniyordu; Bizans im ­paratorluğu’nun kenar bölgelerinde, ortodoks hıristiyan- hk eriyordu. Örneğin, Gürcistan’da b ir yandan manihey- cilik, öte yandan sufi öğretileri yayılıyordu.

Yüksek orun sahipleri de, çıkarsever özendirmeler­den ya da dünürlerine duydukları yakınlıktan (hıristiyan- 1ar ile m üslüm anlar arasında evlenmeler sık görülüyor­du), yurtlarından ayrılarak Selçuklulara gidiyorlardı.

örneğin, Bizans'ta şato sahibi Manuel Mavrozom, İstanbul'da sürgün yaşadığı sırada. Sultan I. Keyhüsrev’e kızım vermiş ve sonra sultam desteklemiş, buna karşılık da cömertçe ödüllendirilmiştir. P. W ittek, özgün b ir var­sayımda bulunuyor. Buna göre, o İslâmlığı kabul etmiş, üç oğlu ise —dönme “Abdullah"m çocukları— Selçuklu­larda yüksek m akam larda bulunm uşlardır; Vezir K ara­

sı A. w a c h te r . D er V erfall des a r lc h e n th u m s ' İn K le iu a slen İm X IV Ja.hr- h u n d ert. LeIpzIg, 1903.

328

Page 330: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

tay (adına yapılan medrese Konya’yı süslemektedir), De­nizli'de yapılar kuran (1250) Em ir Karasankor; Kemaled- din Karagaş “ Her üç kardeşteki “K ara” lakabı, önceki soyadlarının kökü olan Rumca “mavros" (kara) sözcü­ğünün çevirisini ortaya kojoıyor.

Ama, Selçukluların hizmetine geçen Rumlar, bazan milliyetlerini de, dinlerini de koruyorlardı, örneğin, Komninlerin ve Mavrozomlarm torunlarından birinin, "Âmiroğlu”nun üzerine, Konya'da, b ir müslümanın, rum- ca olarak beceriksizce yazıt kazımış olduğu b ir lahit ya­pılmıştır.®®

Toprak sahibi, İslâmlığı kabul ederek mülkünü ko­ruyordu; resmen müslüm an olan o, gene de, toprağı üze­rinde yaşayan halkı kayırıyordu. Örneğin, Abdullah Mav- rozom’un eski bölgesi Denizli'de, İbni B atûta'nın Küçük Asya'yı gezdiği 14. yüzyılda da, aşağılayıcı "Donuzlu" ad­landırm asından anlaşıldığı gibi, domuzculukla uğraşan hıristiyanlar yaşıyordu.

Yerli hıristiyanlarm (Rumların) etkisi, çok eski ta­rihlerde içerden sızmıştı, feodalların evlerinde, köle cari- yeler, odalıklar, maiyet görevlileri gibi hıristiyan hizmet­liler vardı. Küçük Asya’nın her yanında, eski inancını ko­ruyan ya da müslümanlaşan, "ortodoks” ya da "sapm acı” hıristiyanlar bulunuyordu. Bizans’ın zulmünden, hıristi- yanlar, daima buraya kaçıyorlardı.

13. yüzyılda, Selçukluların uyrukları, müslüm anlar ve hıristiyanlar, birbirinin inanışlarından etkilenerek ba­rış içinde b ir arada yaşıyorlardı.®^ Celâleddin'in Rumlara karşı kişisel tutum u ve eğinimi sayesinde güçlenen, mev-

82K aratay v a k fiyesin d e ("K onya", 1938, no: 2, s. 123), y in e m edrese yap tırm ış o la n k ü çü k kardeş K em aled d in R u m ta ş olarak adlan d ırılıyor; bkz: d a h a yuk arıd a s. 125.

B3 P. W ittek . L 'Spitaphe d ’u n C om nâne a k on la . B yzan tlon , X , 505 - 315.84B kz: F. K öprü lü 'de k arşılık lı e tk ile ş im örnek leri (L es or ig in es de

l'E m pire O ttom an , ss. 70, 95, B7).

329

Page 331: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

levilerin kam utanncı (panteizmi) dünya görüşleri de, ay­rılıkları kaldırıyor, hıristiyanları ve m üslüm anları kendi aralarında yakınlaştırıyordu “ Coğrafyacı Yakut’un bil­dirdiği gibi, Konya’da, müslüm anlar, “ilahi” Platon’un mezarına derin sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Oysa bu, piskopos İkoni Amfilokiya’nm (4. yüzyıl) mezarı, müslü- m anlarca "değişikliğe uğratılan” b ir Hıristiyan tapınagıy- d ı “

Küçük Asya’da müslüm an kültürü elverişsiz temeller üzerine katm anlaşm ıştır; Küçük Asya’da islamdan Hıris­tiyanlığa doğru b ir köprü atılmıştı.

Küçük Asya’da, çağdaş Türk müslüman halkı, eski dinin, Hıristiyanlığın anılarını, karm aşık biçimde Henüz sürdürm ektedir. Konya ilindeki gezilerim sırasında, sık sık duyduğuma göre, köylerdeki kadınlar (en tutucu öge), ekmek hazırlarken, üzerinde istavroz çıkarm a kalıntısı b ir Hareket yapıyorlardı.®^

Celâleddin’in ailesi, şaşırtıcı b ir örnek oluşturm ak­tadır. Eşler ve çocukların bakıcıları, tümüyle Rum kadın­lardı. Kira H atun (Celâleddin’in eşi), Kiraga H atun (Sul­tan Veled'in eşi) vb.. Ev çevresinin etkisiyle, mevleviler, çocuklarına, kuşkusuz bu kapsam da kızlarına da, Rum­ca lakaplar veriyorlardı. Celâleddin’in kızının lakabı, Efendipulo’dur.®® Celâleddin’in torunu Çelebi Âmir Arif'-

85 Fi W. H asluck. C h r istian ity and İs la m u n der th e S u ltana. Oxford, 1929, pp. 370 - 378; hırİBtIyanlarla m evlev iler arasın da k arşılık lı İlişk iler k on u su n d a , bkz: s. 56, 85 - 87, 290. V. D. Sm lrn ov (Les vers d lts “ S eld jok s” e t !e ch r lst la n lsm e tu rc . A ctes d u onzlfeme Congres In tern ation a l des o r len ta llstes . T rolslâm e sec tlo n , I. Paris, 1989, pp. 143 - 157). S u lta n V eled 'in "R ebâbnam e” ad lı T ürkçe ş iir ler in d e, y en i d ön em in ilk y ü zy ılla r ın ın gn os- t lk ‘'b ilircllik , ir fan iye, ç." ö ğ retilerin in . K ü çü k A sya’da da y a yg ın o lan m a n ilıey c iliğ ln y a n s ıd ığ ın ı ta h m in etm ekted ir.

86 p. w. H asluck, op. c it ., pp. 17, 363 - 364, 373.87 K ü çü k A sya T ürk h a lk ın ın ik ili in a n c ı ü aerine m alzem e, b en im

ya y ım lan m am ış özel m ak alem de to p la n m ıştır .88 Ev h a lk ın ın ve en b a şta e ş in in C elâ ledd in’e h ita b ı o la n R u m ca

"erendi” (b sy) sö zcü ğ ü T ürklere, e n azından , 13. yü zy ıld a g eçm iştir .

330

Page 332: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

in kızının adı, sonraları Osmanlı döneminde de sık ras t­lanan b ir ad, Despina’dır.®’

Konya yakınında, Sille’de, Bilge Platon’“ adına bir Rum m anastırı vardı, ve Celâleddin Rumi, yaşlı ve saygın b ir adam olan m anastır başrahibine büyük sevgi besli­yordu.” Aflâki’nin anlattığına göre, Celâleddin Rumi, b ir ara, onun yanında kırk gün geçirmişti; Celâleddin’in ar­dılları da —oğlu Sultan Veled ve Âmir Arif— manastırı, severek ziyaret ediyor ve Hıristiyan rahiplerle görüşüyor­lardı.

Bu çevreye, Rum körinançlarm m sızmış olması da şaşırtıcı değildir. Örneğin, Celâleddin’in eşi, büyük b ir il­giyle, su perilerine inanıyordu. Aflâki’nin Ilgm ’daki b ir ırm akta “su beyi” bulunduğunu söylediği biliniyor. Türk- 1er, onun her yıl, b ir hayvanı ya da insanı aldığını ve boğduktan sonra, su yüzeyine attığını savunmaktadırlar. Bunu bilen Kira Hatun, (sık sık su tedavisine giden) Ce- lâleddin’e, daha dikkatli olmasını ögütlüyordu. Ama, ko­cakarı masallarıyla alay eden Celâleddin, üzerinde "fera­cesiyle”, başında sarığıyla, ırm ağa atılmış ve gözden yit­mişti. O anda. Kira Hatun, çadırın önünde, saçları ba­şından ayaklarına dek uzanmış çirkin b ir hayalet gör­müştü; yüzü insan yüzüydü, ayaklarıysa ayı pençelerine benziyordu. Bu, işlenmiş günahlar için bağışlanma dile­yen su perisiydi.’

Şaman Türkler, eskiden beri, su perilerine inanıyor­lardı; daha 7-8. yüzyıllarda, Orhon yazıtlarında değini­len “yersub” ("toprak su”) perileri, dağlarda ve kaynak­ların yanında yaşıyordu. Ama bunlar, dişi cins varlıklar­dı; 15. yüzyıl Çağatay şairi Atai bile, henüz "sukızlarm-

89 D esp in a "bayan” dem ektir.90A flâk i, II, 67 - 68.91 J . H. M ord tm an n. t im das M ou so leu m des M olla H un klar in K onia .

J a h rb u ch der A sia tisch en K u n st, Bd. II, pp. 197.92A flâk i, II, 110.

331

Page 333: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dan” (sukızı) sözetmektedir.”15. yüzyılda Türkiye’de bulunm uş olan G6doyn, anı­

larında, her yıl 12 Ağustosta, (Hios adasındaki) Karagöz gölünden çıkarak b ir delikanlıyı alıp götüren “kocakarıy­la” ilgili notlar yazmıştır.’'’ Bugün de, Küçük Asya'da (Şe­binkarahisar’da), yarısı kız, yarısı balık su kızları üzerine m asallar sürm ektedir.” Ahmed Vefik Paşa’nm atasözleri derlemelerinde, "deniz melikesi gibi”’* deyimine rastla­nıyor.

Ama, Türklerin harem lerine giren Rum kadınlar da, erkek cinsi su perileri üzerine tasavvurlar aktarabiliyor­lardı.’

Türk’ü aşağılayan, Türklere karşı olan Celâleddin’e, büyük mutasavvıfa yakınlığıyla böbürlenen mevleviler arasında, hıristiyan (Rum) kadınlarıyla evlenmeler. Kü­çük Asya’da alışılmış durumdu. Ama, feodallar, eski ya­şam biçimlerini terk ettiklerine ve Bizans’ta yaşandığı gibi yaşamak istediklerine göre, yüksek tabaka arasında da, böyle evlenmeler sık görülüyordu.

Tahta çıkmadan önce, sürgün ya da konuk olarak Bizans’ta bulunan Selçuklular, doğallıkla, Konya’ya Hıris­tiy an -ru m kültürüyle beslenmiş olarak dönüyorlardı. Orada, "barbarı” kendine bağlamak için, siyasal düşün­celerle, Bizans İm paratorları, bunlara kızlarını, bacıla­rını veriyorlardı. Öte yandan, hıristiyan toprakları üze­rine yürüyüşleri sırasında, çevrede gördüklerinin alımma

93M aterlalı po sred n eazla tsk o tu ry etsk o y litera tü re . Z apiski k o llegü vostokovedov, t. II, s tr . 255.

94 A. Borre. J ou rn a l e t corresp ondan ce d e O âdoyn Le T urc (1823 - 1625), ParİB, 1909, pp . 149 - 150.

95 VI. G ordlevskly. İz o sm an sk oy dem on o log li, M ., 1914, str. 38. (O td el- m y o tt lsk İz “E tn ograflçesk ovo obozreniya", kn . C I - C I I ) .

96 A. V efik P aşa . A ta lar Sözü . İ sta n b u l, s. a., s. 132,97 B u n u n la b ir lik te K azan T atarların d a da h em "su babası" h em de

"su İyesi" vardır, (bkz: K, N asirov. Poverya I p r im etl k azan sk ih ta tar. Zapiski R ussk ovo geograflçeskovo obşcestva, t. VI, 1880, str. 244). A m a bu İnanışlar, o la sıd ır k i. K uşlardan a lın m ıştır .

332

Page 334: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kapılan Selçuklular, hıristiyan kadınlarla evleniyor, ha­zan, candan dostları olabilen Rumları, kendilerine çeki­yorlardı.

Daha, Haçlı seferleri zamanında, Selçukluların sa­rayları, AvrupalI Hıristiyan kadınlar görmüştü. Örneğin, Sultan I. Kılıçarslan (12. yüzyıl haşı), şövalye Raymond’- un hacısı tzabella ile evlenmişti.’® Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in h ir karısı, Gürcü kraliçesi Rusudan'ın kızı Tamara'ydı, (Gürcü Hatun). Gürcü H atun’dan, oğlu, ge­leceğin sultanı II. Alaaddin Keykubad doğmuştu. Gürcü H atun’dan başka o, b ir de papazın kızıyla evliydi. Erm e­ni Kir B arta'nın kızı da, karısı olmuştu, vb..

Daha geç dönemde ise, anayurt kökeninden kopmuş Selçukluların din değiştirdikleri de oluyordu. 15. yüzyıl­da, Makedonya'da, Selçukluların soyundan geldiğine ina­nan h ir Hıristiyan aile yaşıyordu. Bunlar, Bizans İm para­toru VIII. Mihail'in yanında geçici sığınak bulan (1259 y.) Sultan II. îzzeddin Keykavus’un torunlarıydı.’’

Konya çevresindeki surların yapımını bitiren, dindar müslüm an Sultan I. Alaaddin Keykubad, surların üzeri­ne, kentte korunduğu anlaşılan beyaz m erm er heykeller'*” yerleştirmişti. O, antik kültürü anlamış gibidir. Heykel­lerin yüzleri, sonradan meydana geldiği gibi, henüz par­çalanmış değildi.

Böylece, Selçukluların dış görünüşü değişmektedir. Selçuklularda Hıristiyan ("gâvur”) eğinimleri belirgin ola­rak dış yüze yansıyınca, din adam ları çevresi, onlara kar­şı kampanya başlatıyor ve dinden dönenleri yıkıyordu.'®'

98V erslagen en M ed ed eelin gen d. K . A kadem le v o n W eten sch ap p en (A m aterdam ), 1893, p. 133 (gönderm e, Fr. Sarre’dea a lın m ıştır ).

99Bkz: E ch os d'O rlent, 1934 (n o t P. W ittek 'ln d lr).100 Y azıcıoğ lu A li, III, 258.101 Ama, k u şk u su z, b u n u n te r s i b ir e tk i de m eyd an a geliyordu; 1437

ta r ih li belgelerde görü ld ü ğü g ib i, B u m d in adam ları, “T ü rk iye’n in b irçok nok ta lar ın d a , in a n ss ız la r ın (yan i m ü slü m a n T ürk lerin ) g iy s is in i ta ş ıyor ve

333

Page 335: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Hıristiyan kadınlardan doğan ya da hıristiyan kadın­larla evlenen Selçuklular, dıştan islâmda görünüyorlardı. Ama, bunlar, gizliden. B atın ın , Bizans'm etkisine kapıl­mış hıristiyanlardı, ya da dünürleri Halife N asiridinillah’- ın Doğu etkisine kapılarak b ir başka aşırılıktan, ismailli- lerdendi.

Selçuklulara dostça duygular besleyen patrik Arşeni, Sultan n . İzzeddin Keykavuş’un gizli Hıristiyan olduğu­nu savlıyordu. Ve patriğe karşı düşm anların sesleri yük­selince, Nikifor Grigora’nın anlatımıyla, bu "gâvurun hi­tabı, onun için güçlü b ir silah olabilecekti, çünkü, Hıris­tiyan ana babanın oğlu sultan Azatin, kutsal vaftiz suyuy- la yıkanmıştı, sultan ve Türklerin önderi olunca, o, din­sel ayinleri gizlice gözetecek ve Hıristiyanların gelenek­lerini açık olarak uygulayacak, İstanbul’da ise, kutsal iko- nolara saygı gösterecekti.’

Doğallıkla, dinsel Hoşgörü, Selçukluların ayırıcı özel­liği oluyordu; hiç değilse, onlar, yobazlıktan uzaktılar. Sultan n . Gıyaseddin Keyhüsrev, Gürcü prensesiyle (Ta- mara) evlendiği zaman, Konya’ya Hıristiyan papazları gel­mişlerdi. Ama, Gürcü kızının İslâmlığı benimsemesi ol­gusu doğunca, maiyeti hapsedilmişti. Bu "çem ber”, müs- lüm anlar için, belli ki, hoş değildi. îbn i Bîbî, evlenmeler konusunda susm aktadır; buna ilişkin bilgiler Hıristiyan tarihçilerde (Bar-Hebrey’de) bulunuyor."” Burada belir­telim, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev (Sultan I. Alaad- din Keykubad’m oğlu), kısa süre sonra dinsizleşmiştir; o, belge ve buyrukları sarhoş kafa ile imzalıyordu. Ibni Bîbî de, onun babasının dindarlığını överek göklere çıkarır­ken, anlaşılan, islâmın buyruklarına aykırı davranan ,tan-

o n la r ın d ilin d e k on uşu yord u" , bkz: R. M. D aw klns. M odern Greek İn Asla M lnor. Cam bridge, 1916, p. 1, n ot. 1.

102Nlklfor Grigora, str . 90.103 H alil E dhem , K ayseriye Şehri, ss. 75 - 76, n o t. 3.

334

Page 336: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ntanım az oğulu anım sam aktadır.Güçten düşme döneminde, Selçuklular, şiiliğe eğilim

gösteriyorlardı, ama Selçukluların Ali soyundan geldiği yolunda kurnazca, tum turaklı arayışlar kuşkusuz saçma- dır.'°

Ve —^yazgının mantıklı, yasal cilvesidir ki— sondan b ir önceki Selçuklu III. Alaaddin Keykubad'm üçüncü ku­şaktan yeğeni, dervişliğe, belki, şiiliğe eğilimli Simavne kadısioğlu Bedreddin,’“ yüz yıl sonra, I. Mehmed’e karşı Asya ve Avrupa Türkiye'sinde yayılan b ir başkaldırıyı ger­çekleştirm iştir.

Ve Boveli keşiş Vintsenti’nin (13. yüzyıl ortasında ölm üştür) yazdığı gibi yalnızca sultanlar değil, devletin yüksek sanlıları em irler de hıristiyanlara yakınlık duyu­yordu; besbelli ki, em irler arasında, önceki dinine eğli- mini henüz koruyan (yerli Hıristiyan vb.) dönmeler de vardı; sözkonusu keşiş, b ir emirden söz ederken, onun Fransızca ve Almanca konuştuğunu anlatıyor.

Hilmi Ziya Ülken (şimdi İstanbul Üniversitesi felse­fe profesörü), "Selçukluların Gerileme Döneminde Kon- ya”'“ adlı makalesinde, kentin dinsel yönelimlerini çö­zümlüyor. Onun kanısına göre, Oğuz gelenekleri, yerini Iran etkisine terk ederek artık yok olm uştur; ama o, üst tabaka sözkonusu olduğunda, büyük abartm alara başvur­makta, halkın alt tabakası sözkonusu olduğunda ise, de­ğerlendirmeye önem vermemektedir.

İdeoloji açısından halkı gözden geçirirken, o, üç akım saptam aktadır.

Sarayda, Büyük Selçukluların veziri Nizam ül Mülk tarafından çok eskiden büyülenmiş feodallar arasında İran akımı egemendi. Iran kültürü hayranı, Orta Asya’-

104 Pr. Babinger,. op. c lt., pp. 7 3 - 74.105 f'r. B abinger, op c it., p. 21.106 ‘'M lhrab" dergisi, 1924, no: İT - 18.

335

Page 337: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

dan gelme Celâleddin, dinsel ayinleri yaygınlaştırarak sa­raya İran rnüzigini de sokmuştu. Moğol döneminde, Iran ideolojisinin sözcüsü vezir Muineddin Pervane'ydi. İran ’­ın yeniden doğuşunu düşlüyordu ve bu yüzden, Moğolla­rın yönetimini, başlangıçta istekle kabul etmişti.

Medreselerde, Arap, ortodoks akımı temsilcileri var­dı; bunlar, sarayda barınm a olanağı bulan sufiliğe nef­retle bakıyorlardı. Böylece, sufiler ile hocalar arasında, eskiden beri, ayrılık pekişmiştir.'®^

Halkın düşüncesi ise, tekkelerden, Abdulkadir Geyla- n i’nin, Ahmed Rufai'nin basit, safyürekli tekkelerinden, yani dervişlerden besleniyordu; halk, açıklama gereksin­melerine, onlarda karşılık buluyordu. Tekkeler, saraya (îranlı sufilere) ve b ir dereceye kadar, anlaşılmaz dille konuşan hocaların yerleştiği medreselere karşı, düşman­ca yapılanmıştı.

Hilmi Ziya, islâmdan, islâmın içinde savaşım veren dinsel akım lardan sözettiğine göre, ilginç olan düzenle­mesi, zayıf kalm aktadır. Çünkü o. Küçük Asya halkının dinsel inanışlarının karm aşık kompleksini susarak geçiş­tirm ektedir. Ve açıktır ki, sünni dindarlığın kalesi, Sel­çukluların başkenti Konya değildi; başlıca medreseler Kayseri’de yoğunlaşmıştı.

Kısaca, Küçük Asya’da, müslüm anlık akideleri zayıf­tı, hafif b ir müslümanlık zarıyla kaplı sünni karşıtı pro­paganda, halkta, eskiden beri aralarında babaların koş­turduğu Oğuz Türklerinde, müslüm an ya da hıristiyan yerli yaşayanlarda, daima canlı b ir yankı bulunuyordu. Sünniliği yavaş yavaş parçalayan bütün bu dervişler, ha­tmiler, Selçuklular döneminde. Küçük Asya’da, özgürce dolaşıyorlardı. Selçukluların yıkılmasından sonra ise, ar­kalarında kalan ve her zaman islamın yıldırıp derinlere

107 VI. G ordlevskiy. J lt iy e Sad redd ina K onyevl, str . 540.

336

Page 338: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ittiği, müslümanlığa karşıt eylemler gizleyen şiirler, Kü­çük Asya’da başlarını dikmişlerdir. Moğol saldırısı, on­lara, Küçük Asya yolunu açmıştı, peygamberin ve "dine bağlı halifelerin” yandaşları, yani sünniler de şaşırıp bun­dan rahatsız olmuşlardı.'"®

Bölük pörçük olmasına karşın, Selçuklular dönemin­de, toplum un dinsel yaşamının yüzeysel b ir denemesi, Sel­çukluların dinsel fanatizmi konusundaki yargıların ne denli abartılm ış olduğunu göstermektedir.

Bu yargılar, 15. yüzyılda İstanbul’u fetheden müslü- m an Türklere karşı, ruhları, düşmanca yapılanmış olan Avrupa kaynaklarından çıkm aktadır.

Batı Avrupalı Haçlı tarihçileri. Batı Avrupa'nın Ön Asya’ya kararlı ekonomik eğinimlerini haklı göstermeye çalışıyorlardı.

Küçük Asya’da devlet kuran Selçuklular, üzerinde sav sahibi oldukları toprakları koparan ya da işgal eden Avrupa'dan gelme yabancılara, kuşkusuz, nefretle bakı­yorlardı. Latinyanlarla Selçuklular arasında, Bizans m ülkleri yüzünden kavga sürüyordu. Ama burada, dinsel çelişkiler değil, yalnızca yayılmacılık düşüncesinde iki yağmacı isteklinin arasındaki karşıtlıklar çatışıyordu; ve savaş var olduğu sürece, her iki taraf â la guerre comme â la guerre (her şeye katlanarak) davranıyorlardı. Kimin çıkarına uygunsa, o, dinsel ayrılıkları anım satarak savaş ateşini körüklüyordu. Ama, barış sağlanır sağlanmaz, hı- ristiyanhkla İslâmlık arasındaki karşıtlıklar da sönüyor­du. H ıristiyan köylüler, kalabalıklar halinde Selçuklulara kaçıyorlardı; bu hıristiyanlar, besbelli ki, m üslüm anla rm "boyunduruğu altında” daha iyi yaşıyorlardı. Ama, b ir İspanyol gezginin Suriye'de kaydettiğine göre, müs- lüm an köylüler de, Hıristiyan prenslerin yanında yaşamı

lOSAflâkl, II, 322 - 323.

337

Page 339: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

yeğliyorlardı. Müslüman yönetim (Küçük Asya’da) ve hı- ristiyan yönetim (Suriye’de), ellerinde bulunan toprak­larda, her şeyin yolunda gitmesiyle ilgiliydiler. Onlar için önemli olan, toprağm işlenmesi ve vergilerin sağlam ve zamanmda gelmesiydi, bunlarm hangi yöntemlerle top­landığı ise, onlar için fark etmiyordu.

Ve Küçük Asya Selçuklu devletinin savaşçı islâmın b ir ileri karakolu olduğu görüşü de, kesinlikle reddedil­melidir.

338

Page 340: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

SONSÖZ

OĞUZLARCA GEÇİLEN YOLUN AŞAMALARI

OĞUZLARCA geçilen yolun aşamaları, Rum Selçuklu- larınm tarihinde, onların devlet yönetiminde, yaşantı bi­çiminde, toplumsal ve özel yaşamında etkinlikle yansı­mıştır.

Selçuklular üzerinde ilk, erken iz, Türklerin ve Mo­ğolların Moğolistan’da b ir yerlerde birlikte yaşadıkları sırada, Moğollardan kalm ıştır. Oğuz boylarının askersel örgütlenmesi, toprak ayrıcalıkları, göçebe feodalizmi ko­nusunda, bu örgütlenmeden doğan önkoşullar, Moğol ak­tarm alarım dile getirmektedir. Moğollar, 13. yüzyılda, Or­ta Asya’yı yengiyle geçip Küçük Asya’ya ulaştıkları za­man, Selçuklu devleti, Moğolların, Moğol fetihçilerin et-

339

Page 341: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

kişini (yönetimin örgütlenmesi, gelirlerin düzgün akışmı sağlayan genel valilik), deneyimiyle ikinci kez yaşamıştır.

Oğuzlar Küçük Asya yolu üzerindeki H orasan’da, İran kültürünün güçlü etkisine uğramışlardı. Büyük Sel­çuklu devleti, İranlıların yönetimi altında yaratılm ıştı. Büyük Selçukluların veziri, bozkırlara kent yaşamı yat­kınlıklarını aşılıyordu. Nizam-ül-Mülk’ün "Yönetim Kita- b ı”nı ("Siyasetname”) örnek alan Rum Selçukluları, Kü­çük Asya’da, Sasani düzenlemelerini yürürlüğe koydular, ik tidarın tanrısal kökenli olduğu düşüncesi, onları, H ora­san’dayken hayran etmiş ve büyülemişti. Sarayın parıltısı ve görkemliliği, saray törenleri, yönetim, divanlar, mali­kâne, sultanın halk önünde günah çıkartm ası, tüm bun­ları, Selçuklular, Sasanilerden seve seve aktarm ışlardır.

İran kültürüne kapılan, yalnızca, feodalların üst ta­bakası değildi, köylülük de bu etkiyi denemiş, yaşamıştı. Küçük Asya'ya, tü rlü dinsel öğretiler getiren şiiliğe eği­limli, ruhça, Sünniliğe karşıt yapılanmış dervişlerin akı­şı, köylü kitleleri üzerinde etkili oluyordu, ve propagan­da, daha başarılı yürüdüğü ölçüde, dilini unutm uş ve müslümanlaşmış yerli halk da, Bizans’tan geçme toplum ­sal, dinsel zulmü protesto ediyordu.

Ama, Oğuzlar, Küçük Asya’da da, eski göreneklerini sürdürm üşlerdir. Dedelerinin geleneklerini ("şölen”, bü­yük av, vb.) gözeten sultanlar da, törelerin büyüsü altın­da bulunuyorlardı.

Küçük Asya’da, Selçuklular, sağlamca oturm uş top­lumsal ve siyasal düzenlemeler buldular. Bizans’ın top­raklarını fetheden Selçuklular, onların devlet düzenini de almışlardı. Selçukluların iç yaşamının incelenmesinde, Bizans’ın izleri ortaya çıkmaktadır.

Sönen Bizans’ın yerine, Avrupa’dan Latinyanlar ge­liyordu. Ama, Selçuklularla Haçlılar arasındaki bu sava­şım, dinsel olm aktan çok, ekonomik özellik taşıyordu.

340

Page 342: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

ik i taraf, Bizans'ın toprak kalıtı üzerinde, birbirinin sa­vını yok etmeye çalışıyordu.

Ama Selçuklular, düşm anlarından da, yaşantı ve ku­rum laşm a öğeleri almışlardır. Selçuklular, insanlara, ön­yargısız, dinsel körinançlarm üzerinde bakmayı, çok ön­ceden öğrenmişlerdi. Onlar, belki dolaysız olarak, ama daha büyük olasılıkla vasallar —Küçük Erm enistan kral­ları— aracılığıyla Batı Avrupa etkisine kapılm ışlardır. Selçukluların Küçük Asya feodalizmi, en azından, feoda­lizmin dış yüzü (san terimleri), bu komşuluğu yansıt­mıştır.

Selçuklular dönemi, dinsel inanışları, zamanın ve halkların alacalı karm aşasını dile getirmektedir. Derviş­ler tarafından (Rufai tarikatm ca vb.) 20. yüzyıla değin getirilen eski şamanizm, alt tabakada genellikle yaygın Şiilik, İran ve hıristiyan yansım aları vb., tüm bunlar, res­mî dinin, sünni islâmın fonu üzerinde tutunuyordu.

Ne var ki, devletin toplum sal temeli sağlam değildi. Devlet, yalnızca kendisini düşünüyor, feodalların haraç ve vergilerini yatırm aları ve asker sağlamalarıyla ilgileni­yordu; feodalların keyfiliğine bırakılm ış köylülük ise bat- kmlaşıyordu; zulüm ve hukuksuzluk egemendi. Köylüler ile feodallar arasında sınıf savaşımı keskinleşiyordu; köy­lülük, feodallara karşı başkaldırıyordu. Yönetimin otori­tesi düşmüştü; devlet aygıtı sarsılmıştı, ve güçlü dış dar­be (13. yüzyılda Moğol saldırısı), Selçukluların kaçınıl­maz durum a gelen yıkılışını hızlandırm ıştır.

13. yüzyıl boyunca büyüyen yeni b ir toplumsal güç —ahi dinsel topluluğu— topkımsal yeniden düzenleme yaratm aya çalışıyordu. Ahilerin yönetimindeki zanaat ör­gütleri, feodallara karşı başkaldırm ışlardı. Moğol saldı­rısından sonra, feodallar, merkezi yönetimin vasiliğinden ve sultan karşısındaki yükümlülüklerden bağımsızlaşmış- lardır; ama köylülük, onlardan yüz çevirince ve tarım

341

Page 343: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

sarsılınca, feodallai'in altındaki zemin kaymış ve onların yerini zanaatçıların koruyucuları ahiler almıştır.

Ama, Rum Selçuklularının ardılları, onların toprak larm ın ve kültürlerinin kalıtçıları Osmanlı sultanları, darbelerin etkisinden kendini kurtararak Küçük Asya’da feodal sistemi yeniden kurdular. Ahiler ezilmiştir, ve es­ki düzen, Türkiye’de 20. yüzyıla değin tutunm uştur.

Osmanhlar, Selçuklular döneminin yönetim biçimini ve yöntemlerini aldıklarına göre, açıktır ki, Rum Selçuk­lularının incelenmesi, yalnızca Osmanlı devleti feodal dö­neminin temel siyasal - ekonomik çizgilerinin değil, sa­ray yaşantısı, yönetim yapısı vb. ayrıntılar dahil. Küçük Asya çağdaş tarihinin kavranm ası için’ büyük önem taşı­m aktadır.

1 ICuşkusuz, P. K öp rü lü ’n ü n ç a lışm a la r ın ın da gösterd iğ i g ib i (örn e­ğ in , krş. o n u n sözleri "B izans M ü essese lerln ln T esiri", s. 181), İncelem e yü zy ılla r ın d erin lerine u za n m a lı ve T ürk h a lk la r ın ın İslâm ö n cesi ta r ih in i. K ü çü k A sya M oğo llar ın ın ta r ih in i vb. kap sam alıd ır .

342

Page 344: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

EK

RUM SELÇUKLULARININ KRONOLOJİK TABLOSU’

HlCRÎ 470 - 707 — ÎS 1077 -1307

Hicri Yıl İS Yıl470 1077 Süleyman, Kutılmış’ın oğlu

479-485 1086-1092 Erk aralığı 485 1092 I. Daud Kılıçarslan Süleym an’ın oğlu

500 (?) 1107 I. Melikşah, I. K ılıçarslan’ın oğlu510 1116 I. Rükneddin'i Mesud, I. Kılıçarslan’m

oğlu551 1156 II. İzzeddin Kılıçarslan, Mesud’un^

oğlu584 1188 Devletin paylara ayrılm ası :

1. Rükneddin Süleymanşah (Tokat'ta).2. Nasireddin Barkiyarukşah

(Niksar’da)3. Muhiseddin Tuğrulşah (Elbistan’da,

Erzurum’da ve Bayburt’ta).4. Nureddin Sultanşah (Kayseri’de).5. II. Kutbeddin Melikşah (Sivas’ta

ve Aksaray’da).6. Muizeddin Kaysarşah (Malatya’da).7. Sancarşah (Ereğli’de).8. Arslanşah (Niğde’de).

1 E. Z em baur'un (M anuel de gân6alogle e t de cron ologie p ou r l'h lsto lre de İslam . H anover, 1927) ta b lo su esas a lın m ıştır . Ayraç İçin dek i tar ih ler S. L en - P u l'u n T ürkçe çev irisin d en (H a lil E tem , D ü veli Islâm iye, İstan b u l, 1927),

2 Su riye S e lçu k lu lar ı h a n ed a n ı k u ru cu su T u tu ş ta ra fın d a n yen ilg iye u ğ ra tılın ca , İn tih ar e tm iştir : bir diğer versiyona göre çarp ışm ada ö ld ü ­rü lm ü ştü r .

3 M usu l yak ın ın d ak i çarp ışm ada H abur ırm ağın d a b oğu lm u ştu r .4 Y a da, İzzeddin .5 D ev leti çocu k lar ı arasın da p ay laştırd ık tan sonra, y a şa m ın ın son y ıl­

la r ın ı dolaşarak geçird i; so n u n d a K on ya’dak i k ü çü k o ğ lu n u n y a n ın a yer­le ş t i ve h . 588 y ılın d a ö ldü .

343

Page 345: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

9. Nizameddin Argunşah (Amasya'da).10. Muhieddin Argunşah'^ (Ankara'da).11. Gıyaseddin Keyhüsrev (Konya'da ve

Burgulu’da).^12. îsm eddin Geuher-hatuns (Kayseri’-

de).588 1192 I. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. Kılıçars-

lan'ın oğlu592’ 1196 II. Rükneddin Süleymanşah, II. Kılıç-

arslan'ın oğlu''’600 1204 III. Izzeddin Kılıçarslan, Süleymanşah’-

ın" oğlu601 1205 I. Gıyaseddin Keyhüsrev (ikinci k e z ) ' ^

607 1210 I. tzzeddin Keykavus, I. Keyhüsrev'inoğlu'3

616 1219 I. Alaaddin Keykubad, I. Keyhüsrev’-in oğlu ’

634 1236 II. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. Keyku-bad'ın's oğlu

644-646 1245- 1248 Üç kardeşin hükümdarlığı, II. Key-hüsrev’in oğulları

646-647 (1219) II. îzzeddin Keykavus (ayrı olarak) (647) 1248 -1249 II. Keykavus, kardeşi IV. Rükneddin

Kılıçarslanla birlikte

6 D aha 1201 - 1202 y ılla r ın d a o n u n a d ın a slkkoler b a s ılm ıştı, bkz: P. W lttek , Zur G esch lch te A ngoras İm M itbelalter, p. 341.

7 H erhalde (İsp a rta ’n ın k u zey in d ek i) U lub orlu . — Cl. H u art (E p lg- rap h ie Arabe, p. 55, n o t. 1) burayı, Geredo ve K astam on u arasın d a gös­teriyordu.

8 B u S elçu k lu p r en sesin in ad ın a y a z ıtta rastlan m ak tad ır .9 K onya'da b a s ıla n sikkede.10 A nkara’y ı İşgal ederek kardeşi M esud'u ö ld ü rd ü k ten b eş g ü n sonra

öldü .11P. W lttek ’ln d ü şü n ces in e göre, toelki, k en d isin e "pay" olarak belir ­

len e n T okat'a da varam adan ö lm ü ştü r . T ok at'ın b a ğ ış lan m ası, d ah a geç dönem de, O sm anlI devrinde de d ev lete karşı su ç iş leyen ler iç in h a p ish a n e b u lu n a n T okat'a sü rg ü n am acıy la b ir h ü sn ü ta b ir işaretid ir.

12 İzn ik İm paratoru Pedor L askaris’le H onas yak ın ın d ak i çarp ışm ada ö ld ü rü lm ü ştü r.

13 V iranşeh ir’de (B olu ili) verem den ö lm ü ştü r .14 O ğlu ta ra fın d a n zeh ir len m iştir .ıS F ü c 'e ten ö lm ü ştü r (erkan ta ra fın d a n ö ld ü rü lm ü ştü r? ).

344

Page 346: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

647 - 655 1249 - 1257 II. Keykavus’ kardeşleri IV. Rükned-din Kılıçarslan ve II. Keykubad'la birlikte’7

663 1257 -1265 IV. Rükneddin Kılıçarslan's (1264)

655 - 663 1264 - 65 III. Gıyaseddin Keyhüsrev'’681 (682) 1282 - 1283 II. Gıyaseddin Mesud, II. Keykavus’-

oğlu683 (?) 1284 III. Alaaddin Keykubad, Feramerz’in

oğlu683 1284 II. Gıyaseddin Mesud (ikinci kez)693 1293 III. Alaaddin Keykubad (ikinci kez)692 1294 II. Gıyaseddin Mesud (üçüncü kez)700 1300 III. Alaaddin Keykubad (üçüncü kez)^'702 1302 II. Gıyaseddin Mesud (dördüncü kez)^^70423 1304 III. Alaaddin Keykubad (dördüncü kez)707 1307 III. Gıyaseddin Mesud (?), III. Keyku-

bad'ın oğlu '*

16 Y u rtsu z k a ld ık ta n sonra K ırım 'd a ö lm ü ştü r .l7M u n k e y o lu n d a ö ld ü rü lm ü ştü r.18 Zehir e tk il i o lm ay ın ca , A ksaray’da yay k ir iş iy le b oğu lm u ştu r .19 V ezir M u inedd in Pervane ta ra fın d a n ik ib u çu k y a şın d a ta h ta o tu r ­

tu lm u ş , İlhanlI A hm ed'in b u yru ğu y la E rzin can 'da ö ld ü rü lm ü ştü r.20 K onya, aralık larla 675 (1277) y ılın d a M ısır ord u lar ın ca işgal ed ilm iş­

tir; 676 (1278) y ılın d a Y a lan cı - S iyavu ş (II. K aykavu s’u n oğ lu ) ortaya ç ık m ıştır .

21 H an G azan 'ın b u yru ğu y la ö ld ü rü lm ü ştü r.22 A şırı ta h s isa t is tem ler i so n u cu zeh ir len m iştir .23III. K eykubad ü zerin e m a k a len in (E ncyclopâdle de I'siam , II, 686)

an on im yazarı (T. Hautsana?) F erid u n b ey 'in ve M ü n ecclm b aşı’n ın h esap ­lar ın ı kab ul etm iyor.

24 M ogollar ta ra fın d a n b oğu lm u ştu r .

345

Page 347: GORDLEVSKt ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ - Turuz

Anadolu Selçuklu Devleti.lin oluşumu, Cunıîıuriyetin üzerinde inşa edildiği toplumsal yapının ilk biçimlenişiyle örtüşür. Türklcıin i!k kültür biçimlerinin, Acem ve Arap kültürleriyle ayrı yönierden kaışılajti;^! ve etkilendiği, Anadolu'da bulduğu farklı kültürlerle yeni bir soııte? arayışına çekildiği zengin bir etkileşim, bu dönendin belirleyici özellikleri arasındadır. Dinlerin, dillerin, törelerin, mülkiyet, üretim ve ticaretin birbirini sürekli etkilediği yeni insan arayışının temelinde de, bu etkileşim ve kaynaşma gizlidir.

Buna karşın, bu dönemden bize ulaşan belge ve bilgilerin eksikliği, Anado'u Selçuklu Devletinin toplumsal yapısı;.>n tam ve doğru ta îi'ir!!' güçleştirmektedir. Kavimler ve dinleı aı js'nd^ki yakınlık ve uyuşmazlıkların, bu dönemi yorumlayan «»etiklerin özüne yarısıma>;ı, doğal ki, sorunu nesnelliği içerisinde çözümleyecek günümüz tarihçisi için ayrı biı güçlük oluşturmuştur. Siyasal anlamda güncelliğini koruyan kimi konular da, yakın tarihteki araştırmaların nesnelliğini gölgeleyen etmenler arasında sayılabilir.

Gordlevski'nin Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuk'uları konusunda dü.'c;'li zengin bir materyal sunduğu gibi, bu konudaki çalışm.ıb-a, daha geniş ve daha nesnel yönüyle de katkıda bııluı;uyor.

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ