Güçlü bireyler.
Güçlü toplumlar.
İçindekiler Akış 4
Sahne Açılışı 6
Bölüm 1 Açılış Konuşması 10
Bölüm 2 İnsanlık için Bakanlık 14
Bölüm 3 Geleceğin Değerleri, Değerlerin Geleceği 20
Bölüm 4 Kadınların Artan Gücü 24
Bölüm 5 İnsanlık için Yapay Zeka 28
Bölüm 6 Sosyal Fayda ve Teknoloji 34
Bölüm 7 İyiliğin Reklamı Olur mu? 40
Bölüm 8 Facebook Grupları: Anlam Katan Topluluklar 44
Bölüm 9 İnsanlık için Teknoloji 50
Bölüm 10 Sanatın Haritası 54
Bölüm 11 Turizm Yoluyla Sürdürülebilir Kalkınma 58
Bölüm 12 Küresel Hedefl er için Sanat ve Müzik 64
Bölüm 13 Sosyal Faydayı Fonlamak 70
Bölüm 14 Fayda için Gıda 76
Bölüm 15 Tüm Çocuklara Nitelikli Eğitim 82
Bölüm 16 Sosyal Girişimcilik için Artan İlgi 88
Bölüm 17 Sosyal Girişimciler için Yeni Platformlar 94
Bölüm 18 İnsanlar ve Dünyamız için Çalışmak 100
Bölüm 19 Dayanıklı Platformlar 106
Bölüm 20 Geleceğin Dili Kodlamayı Bugünden Konuşmak 112
Bölüm 21 İnsanlık için Açık Veri 116
Bölüm 22 Dijital ve Sürdürülebilir 118
Bölüm 23 Sürdürülebilirliğin İletişimi 122
Bölüm 24 Medya ve Sosyal Fayda 126
Bölüm 25 Geri Dönüşüm için Oyna 128
3
4
AkışSahne Açılışı Sunucu: Halit Ergenç
Bölüm 1 Açılış Konuşması
Claudio Tomasi, UNDP Türkiye Ülke Direktörü
Bölüm 2 İnsanlık için Bakanlık
Moderatör: Faik Uyanık, UNDP Türkiye İletişim Koordinatörü
Mehmet Muharrem Kasapoğlu, Gençlik ve Spor Bakanı, Türkiye
Bölüm 3 Geleceğin Değerleri, Değerlerin Geleceği
Begüm Doğan Faralyalı, Doğan Holding, Yönetim Kurulu Başkanı
Bölüm 4 Kadınların Artan Gücü
Gülden Yılmaz, Koton, Yönetim Kurulu Üyesi
Ece Güner Toprak, Avukat
Bölüm 5 İnsanlık için Yapay Zeka
Bager Akbay, Sanatçı, Eğitmen
Onur Koç, Microsoft, CTO
Bölüm 6 Sosyal Fayda ve Teknoloji
Ussal Şahbaz, CEO, EDAM, Centre for Economics and Foreign Policy Studies
Selim Aykut, Fjord, İş Tasarım Direktörü
Başak Taşpınar Değim, armut.com, Kurucu Ortak, Genel Koordinatör
Bölüm 7 İyiliğin Reklamı Olur mu?
Toygun Yılmazer, TBWA Başkan Yardımcısı
Itır Erhart, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Akademisyen
Bölüm 8 Facebook Grupları: Anlam Katan Topluluklar
Mert Fırat, Oyuncu, UNDP Türkiye İyi Niyet Elçisi
Zeynep Arapoğlu, Bisikletli Kadın İnsiyatifi
Nilay Erdem, Facebook, Kamu Politikaları Yöneticisi
Bölüm 9 İnsanlık için Teknoloji
Moderatör: Alexandra Clare, Re: Coded, Kurucu Ortak
Shahed Alali Alghrsi, Junior Android Geliştirici
Mahmoud Mousa, Şanlıurfa’daki İlk Dijital Ajansın Kurucu Ortağı
İsmail Bütün, Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı, Turkcell
Bölüm 10 Sanatın Haritası
Moderatör: Faik Uyanık, UNDP Türkiye İletişim Koordinatörü
Harun Tekin, Müzisyen
Mert Fırat, UNDP Türkiye İyi Niyet Elçisi, Oyuncu
Bölüm 11 Turizm Yoluyla Sürdürülebilir Kalkınma
Moderatör: Gökay Otyam, NTV Ekonomi Müdürü
Fettah Tamince, Yönetim Kurulu Başkanı, Rixos
Bölüm 12 Küresel Hedefl er için Sanat ve Müzik
Moderatör: Yekta Kopan, Sanatçı
Görgün Taner, İKSV, Genel Müdürü
Murat Abbas, Zorlu PSM, Genel Müdürü
Bölüm 13 Sosyal Faydayı Fonlamak
Moderatör: Ali Ercan Özgür, IDEMA, Kurucu
Bülent Özcan, Proje Uygulama Başkanı, Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı
Burçak Çullu, ICE Türkiye Direktörü
5
Fabio Sofi a, Sustainable Finance Geneva, Başkan
Bölüm 14 Fayda için Gıda
Rama Alkalas, Topluluk Yöneticisi, Refugee Life Food Incubation
Serhan Süzer, Kurucu Başkan, TİDER (Temel İhtiyaç Derneği)
Ebru Baybara, Şef, Girişimci, Cercis Konağı Mardin
Bölüm 15 Tüm Çocuklara Nitelikli Eğitim
Moderatör: Burcu Kayımtu Özdemir, Genel Müdür, TBWA
Gökçe Bahadır, Oyuncu
Ece Çiftçi, Mütevelli Heyeti Başkanı, SosyalBen Vakfı
Bölüm 16 Sosyal Girişimcilik için Artan İlgi
Moderatör: Seher Arıner, Temsilci Yardımcısı, UNDP Türkiye
Semih Boyacı, Impact Hub, Kurucu Ortak
Olcay Silahlı, Fazla Gıda, Kurucu Ortak, CEO
Mesut Keskin, E-Bursum, Kurucu, CEO
Bölüm 17 Sosyal Girişimciler için Yeni Platformlar
Buğra Çelik, Direktör, İmece
Engin Ayaz, Kurucu Ortak, Tasarım Direktörü, ATÖLYE
Emrah Kurum, Sürdürülebilirlik Adımları, Kurucu Ortak, Genel Koordinatör
Bölüm 18 İnsanlar ve Dünyamız için Çalışmak
Moderatör: Bahar Özay, SDSN Türkiye Direktörü
Aslıhan Durukan Pasinli, WWF Türkiye Genel Müdürü
Leyla Arsan, TAGES, CEO
Ferhan Geylan, Ogliv Vakfı, Kurucu
Bölüm 19 Dayanıklı Platformlar
Moderatör: Ali Ercan Özgür, IDEMA, Kurucu
Burak Kılıç, UPS Türkiye, Ülke Müdürü
Matt Kendon, Outlandish, Kurucu
Matthias Zwingli, Girişim Kolaylaştırıcı, Digital Switzerland
Bölüm 20 Geleceğin Dili Kodlamayı Bugünden Konuşmak
Moderatör: Ozan Onat, Gelecek Şimdi, Kurucu, Gazeteci
Hasan Süel, Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye Vodafone Vakfı
Sezai Hazır, Habitat, Başkan
Bölüm 21 İnsanlık için Açık Veri
Sıla Alıcı, Humanitarian OpenStreetMap, İletişim Yöneticisi
Bölüm 22 Dijital ve Sürdürülebilir
Dmitry Frischin, Avrupa ve BDT Bölgesel Programı Uzmanı, BM Gönüllüleri
Göksel Gürsel, SOGlab, Kurucu, Tasarım Direktörü
Bölüm 23 Sürdürülebilirliğin İletişimi
Gonca Karakaş, Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) Başkanı
Burcu Kayımtu Özdemir, Genel Müdür, TBWA
Bölüm 24 Medya ve Sosyal Fayda
Fatih Er, TRT World Haber, Program ve Görsel Direktörü
Bölüm 25 Geri Dönüşüm için Oyna
Serenay Sarıkaya, Oyuncu
Tankut Turnaoğlu, Genel Müdür, Procter&Gamble
6
Sahne Açılışı
7
Halit ERGENÇSanatçı
Merhabalar, hepiniz hoş geldiniz. Değerli
misafi rlerimiz, saygıdeğer katılımcılar,
değerli fi kir insanları, aktivistler, politikacılar,
sanatçılar; hepiniz tek tek hoş geldiniz
bugüne. Dışarıda birileri varsa onları da
bekleyelim, gelsinler, günümüz uzun ama en
azından büyük bir kısmı bir arada görmek ilk
an için güzel olur.
Hepimizin mutlaka kendimiz için değişmez
dediği birtakım değerleri vardır ama bugün,
dünyadaki herkesin kendisine ait en önemli
değerlerinden daha kıymetli bir şey için bir
araya geldik. Dünya bugün bize diyor ki; “Bu
şekilde yaşamaya devam ederseniz sizlere
olduğum kadar cömert olamayacağım
çocuklarınıza. Sizler benim kaynaklarımı
öylesine tükettiniz, öylesine harcıyorsunuz
ki ben artık kendimi yenileyemiyorum. Siz
sadece bana kötü davranmıyorsunuz,
hayvanlara kötü davranıyorsunuz, tabiata
kötü davranıyorsunuz, birbirinize kötü
davranıyorsunuz, daha da önemlisi kendinize
kötü davranıyorsunuz, çocuklarınıza kötü
davranıyorsunuz”. Bu mesajı geri dönüşsüz
olarak vermiş durumda şu anda dünya bize.
Şimdi bunlar nasıl oluyor? Müthiş bir
dengesizlik içerisindeyiz, inanılmaz bir üretim
çılgınlığı yaşıyor, daha çok para kazanmak
adına hepimizin müşterek kaynaklarını
umarsızca tüketiyoruz. Artık harcamaktan
tatmin olmadığımız için daha fazla harcamak
istiyoruz, benim imkânım varsa benim olmalı,
niye başkasının olsun noktasına geliyoruz.
İhtiyacımız olup olmadığını düşünmüyoruz
bile maalesef. Biz bunları yaşarken diğer
yanda kitleler açlık sınırında yaşıyor, insanlar
açlıktan ölüyor, su bulamıyorlar. Sadece
hijyen ihtiyaçlarını karşılamak için değil,
içecek bir bardak temiz suyu dahi bulmakta
zorlanıyorlar.
Bir yandan dünyanın bütün bilgisine sahibiz,
diğer yandan cehalete mahkumuz. Bir
yandan güzellik ve sağlık için bir kesim insan
büyük bir servet harcıyor, bütün yatırımını
oraya gömüyor, ama diğer insanlar alacak bir
tek nefeslik temiz hava bulamıyor. Pek çok
konuşmada “çevre sağlığı”, “çevremize dikkat
edelim”, “çevreyi bozuyoruz”, “kaynakları
bozuyoruz” deniliyor ya, nihayetinde biz
üzerinde yaşadığımız bu organizmayı ki
aslında bu bizden bağımsız bir şey değil, biz
aslında kendimizi tüketiyoruz ve gerçekten
sona doğru yaklaşıyoruz.
Evet, uzun bir konuşma oldu, ama sözün özü
şu; büyük bir hızla dünyanın sonuna doğru
yaklaşıyoruz, biraz çeki-düzen vermemiz
lazım kendimize. Benim bir çocuğum var,
eminim birçoğunuzun vardır. Şimdi içinizde
belki kalkıp da burada benim çocuğum
yok ki ben yaşayacağım öleceğim diyenler
olabilir. Mutlaka onun da ya kardeşinin
ya ablasının, teyzesinin ya da sevdiği bir
arkadaşının çocuğu vardır. O çocuklar bizden
sonra bu dünyayı kurtarmak için hiçbir şey
yapamayacaklar. Biz o noktayı geçtik, hani
eskiden birtakım şiirlerde, şarkılarda “dünyayı
çocuklar kurtaracak” denirdi ya, artık o
zaman geçti. Dünyayı çocuklar kurtaramaz,
8biz son nesiliz. Samimi olarak son nesiliz. Biz
bir şey yaptık yaptık, eğer yapamazsak ve
yapmak istemezsek, harekete geçmezsek,
sorumluluğu almazsak çocuklarımıza dönüp
şunu demek zorunda kalacağız: “Evladım,
biz senin annen-baban olarak, bizden önce
yaşayan bütün insanlar olarak bu üzerinde
doğduğumuz, beslendiğimiz, yaşadığımız
biricik dünyayı bitirdik, artık yapabileceğimiz
bir şey de yok. Sen başının çaresine bak,
çoluk çocuk da yapma, çünkü gün gelir de
benim pozisyonuma gelirsen o çocuk da
senin gözüne senin bana baktığın gibi bakar,
bunun vicdani yükü çok ağır, kaldıramazsın.”
Bunu demek mecburiyetinde kalacağız.
Durum aslında gerçekten trajik, bir tarafta
inanılmaz yüklü bir birikim, bir enerji, bir
tüketim var, diğer taraftaysa buna ihtiyacı
olan çok büyük kitleler var. Bir yandan da yok
olmaya giden bir dünya var.
Bugün aslında çocuklarımıza bunu
söylememek için buraya geldik. Bizim bir
tane hedefi miz var. Hepimizin yapabileceği
şeyler var. Büyük şeyler olması gerekli değil.
Mesela “Tembel İnsanın Dünyayı Kurtarma
Rehberi” başlığı altında çok güzel bilgiler
okudum. Evinde, oturduğu yerde birtakım
düzenlemeler de yapabilir insan. Diyor ki:
“Evinizdeki bütün elektronik eşyaları mümkün
olan tek bir prize bağlayın, geceleyin
yatarken fi şi çekin” Yapabileceğiniz basit
bir şey… bunun gibi daha bir sürü örnek
var. İnternete girip bunları araştırabilirsiniz.
İşte biz bugün sizlerle çocuklarımıza o biraz
önce söylediğim şeyi söylememek üzere bir
araya geldik. Çocuklarımızın gözünde, kendi
gözümüzde, elimizi vicdanımıza koyarak bir
şey yaptık diyebilmek için, onların yok olmak
üzere olan bir dünyayı kurtaran kahramanları
olmak için buraya geldik. İşte biz o nesiliz ve
biz bunu yaparsak yapacağız, yapamazsak
kimse yapamayacak. Bugün bunun için
buradayız. İyi ki geldiniz, çok teşekkür ederim
geldiğiniz için.
Çok karamsar konuştum ama enseyi
karartmayalım, çünkü hâlâ daha yapılabilecek
bir şeyler var. UNDP bizim için, bütün dünya
için 2030’a kadar sürdürülebilir kalkınma
hedefl eri olarak 17 madde belirlemiş. Bu 17
madde nedir, daha doğrusu sürdürülebilir
9
kalkınma nedir? Diyor ki: “Ey ahali, eğer bu
dünyada daha uzun nesiller boyu yaşamak
istiyorsanız şu size sıralamış olduğum 17
maddedeki çarpıklığı düzeltmeniz icap
ediyor.” Bunun içinde neler var? Belki
birçoğunuz benden çok daha iyi biliyorsunuz.
Bunun içerisinde cinsiyet eşitsizliği var, bunun
içerisinde açlık var, bunun içerisinde suya
erişim var, doğal kaynaklara erişimin herkes
tarafından mümkün olması var, herkesin eşit
derecede eğitim görmesi var. Daha doğrusu
herkesin daha mutlu, daha huzurlu bir hayat
yaşayabilmesi için vicdanınızın bir köşesinde
dünyanın bir yerinde insanlar açlıktan ölüyor
mu acaba diye düşünmemenizi sağlamak
için sıralanmış 17 maddelik bir liste var. Diyor
ki: “Gelin bunları hep beraber 2030’a kadar
harekete geçirelim ve tersine çevirelim.” Bu
mümkün. Nasıl mümkün? Buraya geldiniz,
hepinizin gücü kuvveti yerinde, biraz önce
söyledim, her birimize düşen küçük de olsa
birtakım sorumluluklar var. Evimizdeki çöpü
düzgün yere atmak gibi. Mesela kaçınızın
evinde, elektrik tasarrufu ve su tasarrufu
yapan bulaşık makinesi var, elinizi kaldırabilir
misiniz? Çok güzel, bayağı yüksek sayıda.
Peki, aynı kişiler kendilerine sorabilirler
mi, tabaklarında yemek bırakıyorlar mı?
Geçen gün bir yerde okudum, standart bir
hamburger 3.600 litre suya mal oluyormuş
arkadaşlar. Nasıl mal oluyor? 3.600 litre suyla
mı yapılıyor? Hayır, o ineğin yiyeceği ot için
3.500 litre su harcanıyor sırf bize o kadarlık
eti verebilmesi için. Sabah kahvaltısında
peynir bıraktınız diyelim, bir dilim peynir
yaklaşık 70 litre su demek. Bir ekmek
yaklaşık olarak 90 litre suya denk geliyor.
Biz evimize bunları alıp kendi konforumuzu
sağlarken bir yandan da tabağımızda da
yemek bırakmayacağız, yiyebileceğimiz
kadar alacağız, ihtiyacımız olmayanı satın
almayacağız ve harcamayacağız. En büyük
sorun büyük harcama, büyük atık, bundan
vazgeçeceğiz.
Dediğim gibi enseyi karartmaya gerek
yok, biz bugün bütün gün boyunca birçok
insanla, bu konuda bir şeyler yapmış
insanlarla onların deneyimlerini konuşacağız.
Oturacağız düşüneceğiz, onların yaptıkları
şeylere biz katkıda bulunabilir miyiz, onlardan
ilham alabilir miyiz? Nasıl o noktaya ulaşmışlar
veya onlardan ilham alarak biz kendimiz
nasıl bir yol bulabiliriz, bunları düşüneceğiz.
Bugün böylesine güzel bir gün, hepimiz
iyilikte, güzellikte, bir arada sağlıklı ve mutlu
yaşamak üzere buraya geldik. Hepiniz iyi ki
geldiniz, çok teşekkür ederim geldiğiniz için.
Uzun bir gün olacak, ama hepinizi burada
akşama kadar görmekten büyük bir mutluluk
duyacağım. Ara ara geleceğim, sizi kontrol
edeceğim, arada da yanınızda oturacağım.
Çok teşekkür ediyorum, tekrar hoş geldiniz,
size güzel bir gün diliyorum.
Her hikâyenin bir sonu vardır, ama bazı
sonlar yeni hikâyeler başlatır. Yeni hikâyelere
başlamak için #2030Şimdi diyor, 2015’te
küresel kalkınma zirvesinde belirlediğimiz
hedefl ere ulaşmak için hep birlikte
çalışıyoruz. Desteğinizle 2030’da daha güzel
bir dünya bizi bekliyor.
UNDP küresel hedefl erini, 2030’a kadar
yapmamız gerekenleri anlatmak üzere
UNDP Türkiye Başkanı Claudio Tomasi’yi
alkışlarınızla sahneye davet ediyorum.
10
Açılış Konuşması
Bölüm
1
11
Claudio TOMASİÜlke Direktörü, UNDP Türkiye
Dear Friends, dear colleagues, ladies and
gentlemen, it is a pleasure for me, on behalf
of UNDP, to welcome you all to the Social
Good Summit 2018 in Istanbul. Today, we
would like to imagine the world in year 2030.
I would like to hear your views. We have a lot
of contributions in terms of how we imagine
this world, by 2030, and how technologies,
social media, and innovation can help, in
our development eff orts, reach the goals
that were decided upon in 2015. The Social
Good Summit has been a unique platform
for 8 years now. Every year in September,
on the sidelines of the General assembly
in New York, there is a Social Good Summit
where infl uencers, thinkers, citizens of the
world gather and unite to discuss specifi c
challenges, opportunities, ideas on how to
reach the sustainable development goals by
2030 for Turkey. This is the 5th year we are
arranging this. It means that we started in
2013. Gathering inspires people like you to
discuss these specifi c issues and basically
squeeze our brains in terms of new ideas.
The question at hand is very simple, at the
end of the day, but it is very important. The
key question is what type of a world we
imagine by 2030 and how we foresee this
world.
Yesterday, I was sitting down with my kids at
home, 11 and 9 years old, and I was telling
them about the sustainable agenda—the
2030 agenda, the sustainable development
goals. I was talking to them and, one of
them, the eldest one, told me: “Daddy, that’s
12
impossible. How is that going to happen?” I
was telling them that by 2030, we will have
a world free from poverty, hunger, a world
that is peaceful where climate change will
have been defeated. Well, the pattern of
consumption and production is sustainable,
and so, he asked me what kind of world you
live in you now. Don’t you see that outside
is not like that, and that was like an eye
opener, because when we are involved in
everyday situations, pushing the envelope
and pushing the agenda about this, we
sometimes almost lose our focus on how
complex this agenda is. He is right. Maybe,
this will not be possible. And that’s what I
was trying to explain. We are in a unique
and great situation, which is happening for
the fi rst time in the history of humanity, for
the fi rst time, okay, In thousands of years.
In 2015, all the countries in the world, at the
level of the heads of state, gathered and
agreed on a universal agenda for the fi rst
time in the history. It is an ambitious and
inclusive agenda, on universal terms. I mean
that no country —be it countries from the
North, South, East and West— with diff erent
cultures, diff erent traditions, diff erent
languages, and diff erent histories, before,
agreed upon the common main goals, and
now for the fi rst time, they agreed upon them,
to be achieved by 2030. This is something
great, when you think about it. It means
that there is a consciousness in the world. It
means that the people leaving the countries
that were available, were pushed even to
do so. So, that’s why we call it a universal
agenda, but this is not some vicious agenda.
It is extremely ambitious, focusing on how
to eliminate poverty and hunger, as well as
how to live in a better planet. So, it is about
people, the planet, how we can live better
in this world, and how it can be sustainable
for future generations, our daughters, kids
or our sons, for our grandchildren. Think
about it: this is such a powerful message.
When I was inquiring them, about the role of
the technology, they said, “okay, we live in
technology or it is like a dinosaur that went
extinct already or we live in the middle of
the technology”. But what we think is that,
actually, when something new is discovered
or a new technology is introduced, we would
then need another technology to make sure
that it is used properly, it does not damage
the environment and people. So, I believe
that this is a very powerful message. The
powerful message is about how to use
technology for the good, from the very
beginning, and inclusively. Why I’m saying
“inclusively” is because, for the fi rst time, it
is not just the heads of states, not just the
governments, but also, more than seven
million people were asked about what kind
of a world they imagine by 2030, and all
these seven million people said: “We want
to be part of it. We want to be included in
this.” Okay? It is not about government only;
it is not about private sector. It is not about
business; it is about citizens, it is about
each one of us; it is about our neighbors,
our friends, and it is about us. This is a very
powerful message about the development
agenda for 2030. Each one of us counts.
So without further talk, I would really love to
thank you for participating in this, and wish
you a great day, a successful day where you
can share your knowledge and insights into
how we imagine this world by 2030.
Thank you very much and have a nice day.
13
14
İnsanlık için Bakanlık
Halit ERGENÇ
İlk konuşmayı yapmak üzere sıradaki
konuşmacılarımızı sahneye davet
ediyorum. UNDP Türkiye İletişim
Koordinatörü Faik Uyanık ve Sayın
Gençlik ve Spor Bakanımız Mehmet
Muharrem Kasapoğlu.
Bölüm
2
15
Mehmet Muharrem KASAPOĞLUGençlik ve Spor Bakanı, Türkiye
Moderatör
Faik UYANIKUNDP Türkiye İletişim Koordinatörü
Faik UYANIK
Herkese günaydın. Sosyal Fayda Zirvesi
İstanbul ilk kez bakan düzeyinde bir konuk
ağırlıyor, çok teşekkürler Sayın Bakan bizimle
birlikte olduğunuz için bugün.
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Ben teşekkür ediyorum. Ben de sizlerle
birlikte olmaktan dolayı mutluluğumu ifade
etmek istiyorum.
Faik UYANIK
Sayın Bakan, Türkiye şu anda küresel insani
yardım açısından dünyanın en cömert
ülkesi. Geçen yıl Türkiye’nin yaptığı insani
yardım, kalkınma yardımı 8 milyar doları
aştı ve dünyanın bir numarasına yerleşti.
Tabii Gençlik Spor Bakanlığı gönüllüleri,
buradaki ekosistemin de aslında ruhu olan
gönüllülüğün Türkiye’deki merkezi resmi
anlamda. İnsani yardım performansınız acaba
gönüllü destekleri nasıl yansıtıyor, ne kadar
yansıtıyor?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Ülke olarak çok cömert bir ülkeyiz.
İnsanımızın genetiğinde, bu coğrafyanın
kaderinde cömertlik var. Bu anlamda
da gururluyuz tabii ki, rakamlar da bunu
ispatlıyor. İfade ettiğiniz gibi geçen yıl 8,1
milyarla lideriz. Buna en yakın ülke Amerika
Birleşik Devletleri ve arada yaklaşık 2 milyar
dolar fark var. Ekonomik ölçeğe baktığımızda
da ülkemizin aslında bu anlamda ne kadar
ileride olduğunu çok güzel gösteriyor.
İnsanımız bu anlamda gerçekten özverili.
Tabii ki gönüllülük kurumsallaşma noktasında,
belki küresel anlamda bir eksiklik arz ediyor.
Kurumsallaşma noktasındaki eksikliği
de maalesef ölçemediğimiz için ifade
edemiyoruz ve bu durum insani yardım ya
da gönüllülük noktasında bir eksiklik gibi
algılanıyor. Ama UNDP gibi kuruluşlarla,
küresel çatısı olan kuruluşlarla iş birliğiyle
inşallah bu eksiği de gidereceğimize
inanıyorum. Çünkü bizim hamurumuzda,
mayamızda gönüllülük, cömertlik ziyadesiyle
var.
Faik UYANIK
Peki, Türkiye’de gençlerin gönüllülük odaklı
çalışmalara katılım seviyesi hakkında neler
söylemek istersiniz?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
İnsanımızın az önce gönüllülük noktasındaki
motivasyonunu ifade ettim. Aslında bugün
buradaki bu heyecan, bu coşku, bu
motivasyon da gençlerimizin gönüllülük
noktasındaki katılımını gösteriyor. Ama az
önce ifade ettiğim o batı normlarındaki
mevzuat, kural ve kurumsallık ya da sistem
biraz daha eksik. Bunu giderdiğimizde ben
gençlerimizi hem gönüllülük noktasında
işin içine daha çok katacağımızı, hem de
16
ölçüldüğü takdirde gençlerimizin bu konuda
hakikaten ne kadar özverili olduğunu da
göreceğimize inanıyorum. Bizim bakanlık
olarak yaptığımız faaliyetler; gençlik
merkezlerimiz, bakanlığımızın diğer birimleri,
STK’larımız, aşağıda gördüğüm gerçekten
çok orijinal projeler gençlerimizin bu
konudaki potansiyelini de ortaya koyması
açısından çok heyecanlandırıcı, ümit verici.
İnanıyorum ki UNDP gibi kurumlar ve sizin
küresel anlamdaki çalışmalarınızla beraber
bizim iş birliğimizle oluşacak sinerji bu
anlamdaki potansiyeli de ortaya çıkaracaktır.
Faik UYANIK
Sayın Bakan, mevzuattan bahsettiniz,
Türkiye’de gönüllülüğün koordinasyonu
konusunda sizin yetkinizi düzenleyen
mevzuattan… Acaba gönüllülük konusu bizim
mevzuatımızda ne kadar güçlü bir şekilde yer
alıyor ve ileride atılması gereken adımlar var
mı size göre?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Elbette atılması gereken adımlar var. Ancak
gerek ulusal gençlik stratejimiz gerekse
bundan sonrası için planladığımız hedefl er,
projeler, kurumlar arası iş birlikleri var.
Sadece Gençlik ve Spor Bakanlığı değil,
ülkemizin TİKA gibi dünyanın her noktasına
dokunan kurumları var, hiç ulaşılmayan
yerlere ulaşıyoruz. Bu anlamda da gerçekten
son yıllarda cumhurbaşkanımızın da
önderliğinde insani faaliyetler noktasındaki
gelişmişliğimizi, farkımızı rakamlar da ortaya
koyuyor. Bu noktadaki mevzuat eksikliklerini
de kurumlarımızla iş birliği yaparak, Büyük
Millet Meclisimizle belki yasama noktasında
eksiklikler varsa gidererek, sizlerle iş birliği
yaparak, sürdürebilir kalkınma hedefl eriniz
ve alt başlıkları noktasındaki hedefl eri göz
önünde bulundurarak inşallah çok daha üst,
çok daha makro anlamda değerlendireceğiz.
Faik UYANIK
Şimdi alt kattaki stantları gezdiniz, çok
teşekkürler. Oradaki heyecanı hep beraber
yaşadık, buradaki dostlarımıza da tavsiye
ederiz. Buradan yola çıkarak bakanlığın
koordinasyon rolüne gelelim. Online olarak siz
aslında Türkiye’de gönüllüleri koordine eden
bir bakanlıksınız. Nasıl yapılıyor acaba bu iş?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Bakanlık olarak hem birimlerimiz hem
değişik genel müdürlüklerimiz hem de Kredi
Yurtlar Kurumumuz var. Yaklaşık 700 bin
öğrenci bizim misafi rimiz, bizim yurtlarımızda
barınıyorlar. Bir de kendini genç hisseden
bireylerimiz var. Biz gençliği rakamlara
boğmuyoruz, elbette gençliğin teknik tanımı
var, ama kendini genç hisseden herkesi
17
biz bakanlığımızın bir partneri, bir paydaşı
olarak görüyoruz. O anlamda da herkesi
bir gönüllü adayı olarak gören bir anlayışa
sahibiz. Bu çerçevede bizim gencgonulluler.
gov.tr adresimizde gönüllü olmak isteyenlerle
gönüllüleri buluşturan bir platformumuz var.
Bu platform hem eğitim hem irtibat hem de
potansiyeli ortaya çıkarma açısından bir katkı
sağlıyor. Tabii ki sizinle iş birliğiyle bunu daha
da canlandıracağız. Aşağıdaki standımızı
ziyaret ettiğiniz takdirde arkadaşlarımız
sizlere bakanlık olarak gerçekleştirdiğimiz
gönüllülük faaliyetlerini anlatacaklar. Ama
sizlerin iş birliğine gerçekten ihtiyacımız var.
Bu iş birliğiyle oluşturacağımız sinerji ümit
ediyorum bu çalışmaları çok daha güzel
seviyelere taşıyacaktır.
Geçtiğimiz günlerde başlattığımız bir
gönüllülük çalışmasını sizlere aktarmak
isterim. İstanbul Üniversitesiyle yaptığımız
gönüllülük çalışması kapsamında
gençlerimize gönüllülük imkânı sunuyoruz.
Gerek gençlik merkezlerimizdeki
çalışmaları gerek yurtlarımızda gerek
huzurevlerinde, sevgi evlerinde, ihtiyaç olan
her yerde aklınıza gelebilecek her türlü
gönüllülük çalışmasına katılan gençlere
katkı sağlıyoruz, yol açıyoruz. İstanbul
Üniversitesi de bu çalışmaları iki ders
kredisine sayıyor. Ümit ediyorum bu tür
çalışmaları tüm üniversitelerimize yayacağız
ve belki de geliştireceğiz. Bu bağlamda
da inşallah yurtlarımızdaki arkadaşlarımızı
da -700 gencimizi de- bu çalışmaya
katmayı düşünüyoruz. Örneğin dönüşüm
projesi, atıkların dönüşümü noktasında
yurtlarımızla ciddi bir projeye başlıyoruz.
Yurtlarımızdaki tüketilen malzemelerin geri
dönüşümü noktasında bir proje bu. Gençlik
merkezlerimizde 2 milyona yakın üyemiz var.
Bunlarla beraber bir araya getirdiğimizde
çevresel anlamda büyük bir meydan
okumaya başlayacağız.
Faik UYANIK
Şimdi Gençlik ve Spor Bakanısınız. Herkesin
ilk aklına gelen gençlik tabii, belli yaş
grubundaki insanlar, ama dediğiniz çok
önemli, gönüllülük sadece gençlikle sınırlı
kalan bir aktivite değil. Siz her yaşta insanları
gencgonulluler.gov.tr üzerinden gönüllülüğe
davet ediyorsunuz, ama zannediyorum bir
amacınız da her ne kadar online araçları
kullanıyor olsanız da gençleri ve insanları
genel olarak bilgisayarın, telefonların
başından kaldırıp gerçek aktivizme
yönlendirmek, değil mi?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Kesinlikle! Sanal bağımlılık maalesef
günümüzün önemli sorunlarından biri, hatta
çocuk yaşlardan itibaren, 2-3 yaşından
itibaren gözlemlediğim bir konu. Bununla
da ayrıca mücadele etmemiz gerekiyor.
Elbette sanal ortamın avantajları çok önemli,
bu avantajları göz ardı etmek istemeyiz,
ama sanalın yanında insanlara dokunmak,
toprağa dokunmak gerçekten önemli. Bu
çerçevede biz gençlerimizi, çocuklarımızı,
bireylerimizi hayatın gerçek yönüne dokunma
noktasında teşvik etmeyi planlıyoruz. Tabii ki
aşağıda gördüğüm projeler de bu anlamda
bana ümit veriyor gerçekten, teşekkür
ediyorum size. Aşağıyı gezme imkânı bulduk,
stantlarımızı dolaştık. İnşallah bu stantlardaki
arkadaşlarımızla uygun bir zamanda ya
İstanbul’da ya Ankara’da bir araya gelmeyi
planlıyorum. Bakanlığımızın projeleri ve
sizlerin projelerini harmanladığımızda çok
güzel projeleri birlikte yapma imkânı elde
edeceğimize inanıyorum.
Faik UYANIK
Sayın Bakan, aramızda gencgonulluler.gov.
tr’yi bilmeyenler olabilir. Hangi alanlarda
gönüllü olabiliyor gençler?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Başta afet, acil yardım, eğitim, sağlık, çevre
projeleri olmak üzere sürdürülebilir kalkınma
hedefl erimizle tamamen eşgüdüm, paralellik
arz eden konular. Sizin 169 alt hedefi nize
de uyumlu. Bu anlamda ben portalımızı
canlandırma, daha ileriye taşıma ve
gençlerimizin katkılarını alma noktasında bu
platformu ziyaret etmenizi ve desteklerinizi
beklediğimi ifade etmek istiyorum.
Faik UYANIK
En başta Türkiye’de insani yardımdan
bahsederek söze girdik. Orada tabii
Suriye konusu ciddi bir alt başlık olarak
duruyor. Türkiye’nin önündeki kalkınma
güçlüklerinden de biri aynı zamanda.
Suriye krizi konusunda Türkiye’nin yaptığı
harcamalardan bahsettik, ama Suriyeli
gençler konusu çok önemli, onların sosyal
uyumunun sağlanması. Bu anlamda
gönüllülükle Suriyeli gençleri buluşturma
açısından iki tarafl ı olarak baktığımızda hem
18
Türkiye’deki gençlerin onlarla hem de onların
Türkiye’deki gençlerle gönüllülük yoluyla
buluşması konusunda çalışmanız var mı?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Elbette bakanlığımızın sosyal uyum
projesi var. Gençlik Hizmetleri Genel
Müdürlüğümüzde koordine ettiğimiz
bu sosyal uyum projesi çerçevesinde
Suriyelilerin toplumumuza uyumu,
bulundukları çevreye uyumu, eğitimleri,
vesaire çerçevelerde çalışmalar yapıyoruz.
25 ilde gerçekleştiriyoruz bunu, belki
il sayısını da artıracağız, ama daha da
zenginleştirmemiz gereken bir proje. Hem
ülkemiz için hem de Suriyeliler için önem
taşıyan bu çalışma Suriyelilerin topluma
uyumu, kazandırılması ve bir sonraki
aşamada da kendi topluluklarına fayda
sağlamaları için planlandı. Ebette bu sorunlar
nihayete erdiğinde ve ülkelerine gittiklerinde
de kendilerine ülkeleri adına katkı sağlamayı
hedefl iyor. Açıkçası çok güzel sonuçlarını
görüyoruz. Bizim standımızda da bununla
ilgili dokümanlar, bilgiler var. Ziyaret ettiğiniz
takdirde arkadaşlarımız size bu konuda
enformasyon sağlayacaklardır.
Faik UYANIK
Bakanlığınızın koordinasyonunda gönüllülüğü
odağına alan çok güzel örneklerden
bahsettiniz. Örnekler vererek devam ettik,
yine örneklerle kapatalım. Suriye krizi
olsun, başka kalkınma güçlükleri olsun
özellikle genç gönüllülüğünü odağına alan
faaliyetlerinizden bir veya iki örnek alarak
kapatabilir miyiz?
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Elbette, teşekkür ediyorum bu imkânı
tanıdığınız için. Damla projemiz var, “Damla
Gönüllüleri Projesi” gerçekten çok güzel
sonuçlarını gözlemlediğim bir proje. Proje ile
ilgili arkadaşlarımız da buradalar, konuşma
imkânı bulursanız çok daha güzel detayları
sizlerle paylaşacaklardır. Akla gelebilecek
her türlü katkıyı sağlayan, kimsesi olmayan
insanların gidip evlerini temizlemekten tutun
yoksullara yardım etmeye, açları doyurmaya,
öğrencilere ders çalıştırmaya, gidip köylerde
kütüphane kurmaya, ağaç dikmeye kadar
her türlü güzel faaliyeti esas alan bir
proje. Sadece Türk gençlerimiz değil, yurt
dışından gelerek Türkiye’de okuyan yabancı
gençlerimiz de bu projenin içerisinde.
Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar gidiyor
bu arkadaşlarımız, oralarda konaklıyorlar,
oraya yardımlarını götürüyorlar ve bunun
tanıtımını da yapmıyoruz. Yani malum, bizim
geleneğimizde…
Faik UYANIK
Belki de daha fazla yapmak lazım.
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Evet, yapılan iyiliği göstermeme gibi bir
kültürel anlayışımız da var. O noktada
insanları incitmeden yapılan, çok güzel
sonuçlarını gözlemlediğimiz ve çok ciddi
noktalara ulaşan bir proje Damla Gönüllüleri
Projesi. Yine bunun yanında “İyilik Ağacı
Projesi” var, az önce ifade ettiğim “Sosyal
Uyum Projesi” ve gençlik merkezlerimizde
uyguladığımız, gençlerimizi inovasyona
teşvik etme yönünde çalışan “Kod Adı 2023
Projesi” var. Bizim amacımız üreten, düşünen
ve analiz eden bir gençlik ve gençliğimize
güveniyoruz. Bu anlamda da seçme ve
seçilme yaşıyla ilgili yaptığımız düzenleme
de hakikaten gençliğimize duyduğumuz
güvenin bir ifadesi. Gençler bizim yarınlarımız,
bu ülkenin gerçek sahibi gençlerimiz. Bu
nedenle gençlerimizi gönüllülük faaliyetleriyle
ülkemizin yarınları için hazırlanmaya
ve tecrübe edinmeye de davet etmek
istiyorum. Zaten bu salondaki gençler
burada bulunmaları itibariyle yeteri kadar
bilinçliler, ama bu noktada bilinci olmayan
gençlerimizi de burada bulunan gençlerimiz,
sizler, UNDP aracılığıyla sosyal faydanın çok
önemli bir konu başlığı olduğu hususunda
bilinçlendirmeliyiz. İnsanların hayırlısı
insanlara faydalı olandır. Bu bizim inanç
kodlarımızda olan bir konu; gerçekten faydalı
olmak sadece kendisi için değil, başkaları
için de faydalı olmak. Komşuluk hakkı yine
kültürümüzün en önemli konularından birisi;
hak, yardım merhamet... Bu kavramları
maalesef günümüzün faydacı -kişisel faydayı
öne alan pragmatist anlamdaki faydadan
bahsediyorum- zihniyetinin yanında sizlerin
de desteğiyle kurumsal anlamda çok daha
ön plana taşıyarak, sizin gibi kurumlarla
birlikte iş birliği yaparak küresel anlamda
inşallah çok daha güzel noktalara taşıyacağız.
Bakanlığımız bunun için hazır.
Ülkemiz sportif anlamda çok güzel
tesislere sahip, spor merkezlerimiz, hemen
hemen her ilçede çok yeni spor tesisimiz
var. Köylere, beldelere kadar ulaştık. Bu
19
anlamda ben tüm arkadaşlarımızı bu tesisleri
kullanmaya çağırıyorum. Sorunla, zorlukla
karşılaştıklarında bize haber vermelerini de
istirham ediyorum. Çünkü gerek gençlik
merkezlerimizi gerek spor tesislerimizi
sizlerin kullanımına 24 saat açmayı
planlıyoruz. Böyle bir potansiyeli görüyoruz.
Ancak maalesef bazı noktalarda da yeterli
talebi de göremiyoruz. Spor kötülükleri
aşmada önemli bir enstrüman, spor
tesislerimizi bu çerçevede değerlendirme
imkânımız var. Yüzme havuzlarından, tenis
kortlarına, basketbol sahalarına kadar
yaklaşık 5.000’den fazla tesisimiz var
ülkemizde ve…
Faik UYANIK
O zaman buradan bu daveti herkese iletmiş
olalım.
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Kesinlikle, burada bulunanlar da tanıdıklarına
iletsinler diyorum, herkesi spor yapmaya
davet ediyoruz. Spor bilincimizi, spor
kültürümüzü sadece gençlere değil,
Türkiye’nin her yaş grubuna açıkçası tavsiye
etmemiz gerekiyor. Çünkü en yeni spor
tesisleri ülkemizde, bunun altını özellikle
çiziyorum.
Faik UYANIK
Bunların içini dolduracak aktivitelere
ihtiyacımız var.
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Bu tesisleri kullanalım.
Faik UYANIK
Bahsettiğiniz değerler çok önemli, bu
değerlerimizi alıp 21. yüzyıla nasıl adapte
edeceğiz ve gönüllülük yoluyla, sivil toplum
yoluyla dünyayı nasıl değiştireceğiz, onlara
bakacağız. Sahiplenmeniz çok kıymetli.
Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Mehmet
Muharrem Kasapoğlu, çok teşekkürler Sosyal
Fayda Zirvesi İstanbul’a katıldığınız için.
Mehmet Muharrem KASAPOĞLU
Ben teşekkür ediyorum, sizler de katıldınız,
sağ olun.
20
GeleceğinDeğerleri,
Değerlerin Geleceği
Halit ERGENÇ
Sıradaki panelimizin konusu “Geleceğin
Değerleri, Değerlerimizin Geleceği”.
50 yaşıma yaklaştım ve yaşadığım süre
içerisinde birtakım değer yargılarının
değiştiğini gerçekten enteresan bir
şekilde gördüm. Teknolojinin gelişmesiyle
bazı şeyler değişti. Bazılarından çok
memnun oluyorum, ama bazen içimde
çok ciddi bir burukluk oluyor ve mutsuz
oluyorum. Bu mutsuzluk geçmişe
dayalı bir mutsuzluk diyeceğim, ama
değil aslında, insaniyetime dayalı bir
mutsuzluk. Ortak değerlerimizle ilgili
ciddi bir erozyon yaşadığımızı ve tekrar
hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum.
İşte bu konuda bizleri aydınlatmak üzere
Sayın Begüm Doğan Faralyalı’yı, Doğan
Holding Yönetim Kurulu Başkanını
sahneye davet ediyorum. Bu konuda
yaptığı çalışmaları bize anlatacak ve
fi kirlerinden bahsedecek. Hoş geldiniz,
buyurun.
Bölüm
3
21
Begüm Doğan FARALYALIDoğan Holding, Yönetim Kurulu Başkanı
Hepinizi sevgi ve saygıyla kucaklıyorum.
Sayın Bakanımız, çok güzel konuştunuz,
yaptığınız çalışmalardan dolayı size teşekkür
ediyoruz. Gerçekten önemli çalışmalar.
Bugün harika bir gün bizi bekliyor. Sosyal
Fayda Zirvesinde çevresindeki karanlığa,
umutsuzluğa yenilmeden inanmışlığın sonucu
harika projelere ve cesur liderlere tanıklık
edeceğiz. Daha iyi bir dünya için uğraşan
güzel insanları dinleyeceğiz. Umarım hepimiz
için ilham dolu bir gün olur.
Sevgili misafi rler, insanlık olarak zor bir
dönemin içerisindeyiz. Âdeta varoluşsal bir
kriz yaşıyoruz. Çevresel, sosyal, ekonomik
ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. İklim
değişikliği meselesi ciddi bir konu olarak
önümüzde, geçtiğimiz 18 yılın 17’si tarihimizin
en sıcak yıllarıydı. İşleyebileceğimizin çok
ötesinde atık üretiyoruz. Dünyamızı hızla
kirletiyoruz ve tüketiyoruz. Sosyal olarak
baktığınızda gençler arasında işsizliğin
büyüdüğü, robotların gelişi sonucu insanların
endişelerinin arttığı, fırsat eşitliğinin ciddi
bir mesele olarak önümüzde durduğu
günlerden geçiyoruz. Ekonomik büyüme
üzerine kurulmuş bir sistemimiz var, ama bu
sistem artık çalışmıyor. Dünya nüfusunun
%1’inin geliri %99’undan daha fazla. Bütün
bunların yanında, bu kötülüklerin yanında
her şeyin birbirine derinden bağlı olduğu
dünyamızda kaderlerimiz de gitgide birbirine
bağlanıyor. İnsanlık olarak ancak en zayıf
üyemizin olduğu kadar güçlü, ancak en
güçsüzümüzün olduğu kadar güvendeyiz.
Kendimizi dünyanın öbür ucunda çıkan bir
hastalıktan izole edemiyoruz. Dünyanın en
uzak köşesinde çıkan bir karbon emisyonu
kendi şehrimizdeki kadar zarar veriyor bize,
uzak gördüğümüz savaşlar, bizi etkilemez
diye düşündüklerimiz mültecilerin yola
dökülmesiyle uzak ülkeleri bile etkiler
durumda.
Bizler insanlık olarak hiçbir zaman bu
kadar ortak bir kader paylaşmadık ve ortak
geleceğimiz tehlikede. Herkesi kapsayan
yeni bir sisteme geçmek zorundayız.
Birleşmiş Milletlerin 2015’te ortaya koyduğu
ve biraz önce videosunu da dinlediğimiz
hedefl er aslında bu yeni sistem için bize
bir yol gösteriyor. Bu hedefl ere ulaşmada
toplumun her kesiminin üzerine önemli roller
düşüyor, iş dünyasına da çok önemli roller
düşüyor. Hatta iş dünyası katılmazsa, bu
hedefl eri elde etmemiz imkânsız. Gelişmiş
ülkelerde gayrisafi milli hasılanın %60’ını,
fi nansal akışın %80’ini, istihdamın %90’ını iş
dünyası üretiyor. Eğer iş dünyası bu hedefl eri
benimsemezse, çevre olumsuz etkilenmeye
devam edecek, sistem sürdürülebilir
olmayacak ve sonunda iş dünyası da
kaybedecek.
İki yıl önce Davos’ta “İş ve Sürdürülebilir
Kalkınma Komisyonu” diye bir komisyon
kuruldu. Ben de bu komisyonun bir üyesiyim.
İki yıl boyunca Birleşmiş Milletlerin ortaya
koyduğu hedefl erin iş dünyasındaki takipçisi
olmaktı amacımız. Birçok lider, birçok şirket
bunu sadece bir sosyal sorumluluk olarak
22
görüyor. Elbette ki bu bir sosyal sorumluluk,
ama komisyon farklı bir konuyu ortaya koydu.
Sürdürülebilir iş modelleri 2030’a kadar 380
milyon istihdam ve 12 trilyon dolar değerinde
ekonomik fırsat yaratabilir. Bankacılıktan
teknolojiye, yeni şehirleşmeden sağlığa
kadar farklı sektörlerde fırsatlar da yaratıyor
aslında, örnek vereyim; hedefl erden biri
kadın-erkek eşitliği. Kadının ve erkeğin iş
hayatına eşit seviyede katılımını sağlarsak
biliyor musunuz ki dünyada global olarak
28 trilyon dolar yeni değer yaratmamız
mümkün. İş dünyası olarak sürdürülebilirlik
hedefl erini iş stratejimizle entegre etmeliyiz.
Tüm şirketler hacimleri ne olursa olsun
bu hedefl ere temel büyüme stratejilerine
ve tedarik zincirlerine dahil etmeliler.
Sektörel oluşumlarda sektör olarak neler
yapılabileceğini birlikte tartışmak ve bunları
birlikte hayata geçirmek çok değerli olacaktır.
Bugünün dünyasında, hikâyesinde fayda
taşımayan markalar, şirketler kaybetmeye
mahkûm olacaklar. Sürdürülebilirlik
hedefl erini benimseyen şirketler çok daha
kârlı ve başarılı olacaklar. Tüketici de gitgide
sosyal faydası olan şirketleri tercih etmeye
başlayacak. Her birimiz birer sürdürülebilirlik
elçisi olabiliriz. Bireysel anlamda hayatımızda
neler yapacağımıza karar verip, planını
oluşturup biz de daha iyi bir dünya için
çalışabiliriz.
Sevgili misafi rler, altını çizmek istediğim başka
bir konu var. Yukarıda bahsettiğim gelişmeler
sonucunda dünyada ciddi bir güven
bunalımı yaşanıyor. Küresel iletişim fi rması
Edelman’ın 2017’de 28 ülkede 33 binden
fazla kişiyle yaptığı Güven Barometresi tüm
dünyada bir güven krizi olduğunu ortaya
koydu. İnsanlar hükümetlere, medyaya,
STK’lara ve iş dünyasına güvenmiyor. Oysaki
güven insanın en temel ihtiyaçlarından biri,
bu güvensizlik toplumlarda kutuplaşmayı
besliyor. Önemli problemlerimizden biri
bugün kutuplaşma. ABD Savunma Bakanına
“Önünüzdeki en önemli tehlikeyi ne
görüyorsunuz?” diye sorduklarında “IŞİD, Çin,
Rusya” demedi, ne dedi, biliyor musunuz?
Kutuplaşma. Mattis’in neden böyle dediğini
düşünmek lazım, düşününce görebiliriz ki
kutuplaşma Amerikan toplumunun ortak
gelecek inancını, dolayısıyla birlikte hareket
edebilme kabiliyetini zayıfl atıyor. Bu sadece
ABD için geçerli değil, tüm toplumlar için
geçerli, Türkiye’de de ciddi bir kutuplaşma
var. 2016’da yapılan bir araştırma toplumun
%80’inin başka bir partiye oy veren birisiyle
komşu olmak istemediğini, iş yapmak
istemediğini, hatta çocuğunun arkadaşlık
yapmasını istemediğini ortaya koydu.
Çok üzücü bir tablo, ben kutuplaşmanın
panzehrinin ortak değerlerimiz olduğuna
inanıyorum. Ortak isteklerimizin, ortak
amaçlarımızın, ortak hayallerimizin farkına
varmalı ve buna uygun bir gelecek inşa
etmeliyiz.
Aslında bakarsanız ben bu müşterekler
meselesine uzun süredir kafayı taktım.
Önce kalbimde fi lizlendi, sonra aklımda
boy attı ve en sonunda “Türkiye’nin ortak
değerleri müştereklerimizi keşfedelim,
geleceğe birlikte yürüyelim.” projesini
Doğan Holding olarak hayata geçirdik.
Türkiye’de neredeyse sadece farklılıklarımıza
odaklandığımız uzunca bir süreden sonra
sanki ortak değerlerimiz yokmuş hissiyle
dolduk. Aslında bu projede ortaya attığımız
iddia ortaklıklarımızın, müştereklerimizin
farklılıklarımızdan çok daha fazla olduğu
iddiasıydı. Proje kapsamında yaptığımız
araştırma bunun gerçek olduğunu bize
gösterdi. Araştırmada üç tane soru sorduk:
“Kişisel değerleriniz ne?”, “Toplumda
gördüğünüz değerler ne?” ve “Toplumda
görmek istediğiniz değerler ne?” Araştırma
cinsiyeti, eğitimi, sosyoekonomik seviyesi,
etnik kökeninden bağımsız olarak toplumun
görmek istediği değerlerin aynı olduğunu
ortaya koydu: Adalet, saygı, ahlâk, güven.
Yani aslında hepimiz ortak Türkiye hayali
kuruyoruz, aynı Türkiye’nin hayalini
kuruyoruz. Biz ortak değerler projesiyle
toplumdaki iyi niyet ve güven ortamını
artırmak, değer bazlı ortak bir Türkiye hayalini
dillendirmeye katkıda bulunmak için yola
çıktık. Ortak Değerler Hareketi Türkiye’nin
farklı bölgelerinde yaptığımız workshoplarla,
ortak değerlere destek olacak projelere
verdiğimiz bağışlarla ve kişisel değerleri fark
etmek üzerine ortaya çıkardığımız değer taşı
oyunuyla halka halka devam ediyor. Projeyle
ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz fuayede
standımız var. Sizi de birer ortak değer elçisi
yapabilirsek çok mutlu oluruz.
Sevgili dinleyiciler, ortak değerlerimizi
sadece Türkiye’de değil, insanlık olarak tüm
dünyada hatırlamalıyız. Dünyada 195 tane
ülke var, 2.000’den fazla dil var. 7,5 milyar
insana 20 değer versek ve “Siz kendinizi
nasıl tanımlıyorsunuz?” desek, aslında kimse
21’nciyi istemez. O kadar benzeriz. Ortak
bir dünya hayalini, ortak değerlerimizi fark
23
etmenin zamanı. Ben
daha iyi bir gelecek için
sahiplenmemiz gereken
değerlerin samimiyet,
diyalog, empati ve
iş birliği olduğuna
inanıyorum. Samimi
olmalıyız, yani kimliklere
sıkışıp kalmamalıyız,
kendimiz olmalıyız,
değerlerimizi bilmeliyiz.
Samimiyet, güven
için olmazsa olmaz.
Diyalog kurmalıyız.
Diyalog derken haklı
çıkmak için tartışmaktan
bahsetmiyorum,
karşı tarafı anlamak
için konuşmaktan
bahsediyorum.
Sadece kendimiz gibi
düşünenlerle konuşursak
hep haklı olduğumuza
inanırız, öğrenemeyiz.
Halbuki öğrendikçe
farklılıklarımıza dair
önyargılarımızdan
kurtuluruz. Empati
kurabilmeliyiz, gerçek
bir diyalog için
olmazsa olmaz ve
iş birliği yapmalıyız.
Kutuplaşmanın âdeta
ilacı iş birliği, dünya
çapında çok satan
Sapiens’ın yazarı da
aslında insanlığın
iş birliği yapabilme
kabiliyeti sonucunda
dünyayı ele geçirdiğini
söylemiyor mu? Samimi
olmak, kendimiz
olmak, iş birliğini
yeniden güçlendirmek, diyalogu artırmak ve
karşımızdakini anlamaya çalışmak gelecek
inşasında çok önemli.
Değerli misafi rler, daha iyi bir düzen için
yapmamız gerekenlerde bize yardımcı olacak
bir şey var; kalplerimiz. İnsanlık için yeni
bir çıkış kalbin bilgeliği ve aklın yardımıyla
mümkün. Kalbin liderliğine ihtiyacımız var.
Ancak kalbin liderliği, insanın ben bilincini biz
bilincine dönüştürebilir. Korku rüzgarlarının
çok fazla olduğu günümüzde kalplerimize
ihtiyacımız var. Çünkü kalp insanı korkuya
teslim etmez, kalp iyi niyet üretir ve toplumda
gerekli olan dönüşüm insanın kendi kalbinin
sesini duyabilmesiyle ve kalbin öncülüğünde
lider olmasıyla mümkün.
Sözlerimi şu mısralarla bitirmek istiyorum:
“Kalbimden çıkanlar bütün vücuduma yayılsın
Boğazıma insin, söz olsun, öz bulsun
Ayağıma insin, yol bulsun
Varlık olsun, aşk olsun”
Hepimizin yolunun aşk olması dileğiyle.
Ortak Değerler Hareketi Bilirsiniz hani bizi biz yapan şeyler vardır hayatta, kimimize
göre candan bir selamlaşma, çay eşliğinde şöyle güzel bir
sohbet, kimimiz içinse karşılıklı sevgi, saygı ve güven. Bazen
beraberce sevindiğimiz başarılarımız ve elbette zor zamanlardaki
dayanışmamız. Kalplerimizi yumuşatan bu liste uzar gider. Uzun
sözün kısası kendimiz kalarak birlikte yaşamamızı sağlayan ne
varsa bizim ortak değerimizdir. Aileden mahalleye, ticaretten
siyasete kadar her alanda ortak değerlerimizle birlikteyiz, birlikte
daha değerliyiz.
Ancak pek çok farklı yönümüz, hatta karşıt görüşlerimiz var.
Üstelik tüm dünyada ayrışma ve kutuplaşma eğilimi yükselişte.
Peki, ama tüm bunlara rağmen müşterek yanlarımıza odaklanamaz
mıyız? Neden ilk adımı atan biz olmayalım?
Bu soruyla yola çıkan Ortak Değerler Hareketinin misyonu
değerleri yaşamın merkezine koymaktır. Ortak Değerler
Hareketi bireysel değerlerimizi keşfederek müşterek yanlarımız
etrafında buluşmayı hedefl eyen, böylece toplumdaki ayrışma ve
kutuplaşma eğilimlerini gidermeye çalışan bir sosyal sorumluluk
projesidir. Doğan Holdingin öncülüğünde hayata geçen Ortak
Değerler Hareketi bu konuda araştırmalar yapar, değer odaklı ve
müşterek gelişime yönelik projeleri destekler. Türkiye Değerler
Araştırması, ülkemizin dört bir köşesindeki atölye çalışmaları
ve proje yarışmaları akla ilk gelen faaliyetlerimiz. Duygumuzu
paylaşan herkesle beraber büyük ve samimi bir muhabbet
başlatmaya, ülkemizin ortak yaşam kültürünü güçlendirmeye
meylimiz ister bir birey olun ister bir şirket veya bir toplum
kuruluşu; gelin hep birlikte Ortak Değerler Hareketinde buluşalım.
Müşterek yanlarımızı her gün yeniden keşfedelim, birlikte daha
güzel bir geleceğe yürüyerek.
Ortak Değerler Hareketi
Video
24
Kadınların Artan Gücü
Sıradaki panelimizin başlığı “Kadınların
Artan Gücü”. Bugün burada UNDP’nin
17 maddesini tek tek üzerinden geçerek
değerlendireceğiz. Her birinin tabii ki
bir sırası var, ama henüz daha günün
başındayken, herkesin enerjisi yerindeyken
sadece ülkemizde değil, dünyada yaşanan
cinsiyet eşitsizliği sorununu öne almayı
istedik.
Nüfusu 81 milyona yaklaşan bir ülkede
yaşıyoruz, belki bu sıralar geçmiş bile
olabiliriz. Ülkemizin yarısı kadın. Kadın kim?
Kadın benim annem veya şöyle söyleyeyim,
ben kimim? Ben bir kadının çocuğuyum, bir
kadının ağabeyiyim, bir kadının kardeşiyim,
bir kadının kocasıyım, bir başka kadının iş
ortağıyım, bir başka kadının arkadaşıyım,
bir başka kadının yanında çalışan elemanım
ve benimle beraber çalışan bir başka kadın
var. Dolayısıyla bugün burada bir kadın
sorunundan bahsetmek kadınların değil ne
yazık ki benim ayıbım oluyor.
Şimdi şu zihniyeti bir düşünün istiyorum;
doğmuşsunuz, size etinden et vermiş
çıkarmış, beslemiş, büyütmüş, sevmiş,
varını yoğunu size akıtmış. Siz ölene
kadar ne yaparsanız yapın sizi sevecek.
Gün geliyor siz erk sahibi oluyorsunuz,
diyorsunuz ki “Kadın mı? Yok kardeşim,
geri dursun, beceremez.” Bu cümle kendi
içerisinde inanılmaz bir ikilem taşıyor. Eğer
sen haklıysan annen bir kadın olarak seni
yetiştirmeyi becerememiş olmalı, o zaman
sen adam olamamışsındır ki söylediğin lafın
bir hükmü yok. Haksızsan da söylediğin
sözde bir problem var. Annen çok uğraşmış
ama yine de seni yetiştirememiş, yine sorun
sende,
Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada ben
isterdim ki ülkemiz dahil dünyanın her
yerinde yaşanan cinsiyet eşitsizliği bir daha
açılmamak üzere tarihin eski sayfalarına
gömülüp kalsın ve bugün burada konu
olmasın, ama maalesef bunu başarabilmiş
değiliz.
Bugün aramızda bu konuda bizden bir adım
daha öne gitmiş, kadının gücünün, adaletin,
eşitliğin toplumsal üretime katkısının
üzerinde çalışmalar yapmış katılımcılarımız
var. Koton Yönetim Kurulu Üyesi Gülden
Yılmaz ve Avukat Ece Güner Toprak. Bu iki
hanım bizlere yaptıkları çalışmaları, nasıl
daha iyi bir noktaya nasıl gelebileceğimizi,
bununla ilgili edindikleri deneyimleri ve
fi kirleri aktaracaklar. Alkışlarınızla kendilerini
sahneye davet ediyorum.
Halit ERGENÇ
Bölüm
4
25
Gülden YILMAZKoton, Yönetim Kurulu Üyesi
Ece Güner TOPRAKAvukat
Gülden YILMAZ
Herkese merhaba, iyi sabahlar. Bugün
Sosyal Fayda Zirvesinde güzel bir güne
başlangıç yaptık. Sosyal Fayda Zirvesi bu
ülkede üretilen katma değerli işleri günışığına
çıkaran ve daha fazlası için ilham veren,
teşvik eden çok önemli bir organizasyon
ve tabii ki ilk oturumun da kadın konusu ile
başlaması bana daha da bir anlamlı geliyor.
Ece Güner Toprak ve ben Gülden Yılmaz,
bugün burada kadınların artan gücünü
konuşacağız. 15 dakikamız var, zannediyorum
dakikaları çok iyi yöneteceğiz.
Ece Güner Toprak Türkiye’nin önde gelen
çok tecrübeli uluslararası bir avukatlarından
birisi ve aynı zamanda sosyal konularda da
aktif bir kadın lider. Ece, ben sana soracağım,
nedir Türkiye’de kadının durumu? Biraz böyle
bir başlayalım istersen, sonra devam ederiz.
Av. Ece Güner TOPRAK
Panelimizin konusu “Kadının Artan Gücü” ve
gerçekten dünyada da birçok ülkede kadının
gücü artıyor. Ancak maalesef ülkemizde
durum o kadar iç açıcı değil. İki anlamda
konuya gireyim: 1. Ekonomide kadının gücü,
2. Ülke yönetiminde kadın.
Bugün birçok ülke, dünyada kadını
ekonomiye daha güçlü şekilde dahil etmenin
önemini anladı. Şöyle düşünün, kadını
dahil etmezseniz bir yetenek havuzunuz
var ve onun %50’sini kullanıyorsunuz. Bir
futbol takımınız var, oyuncuların yarısını
oynatıyorsunuz. Biz örneğin, Dünya
Ekonomik Forumunun Cinsiyet Eşitliği
Endeksinde 131. sıradayız. Birleşmiş Milletlerin
sürdürülebilir kalkınma hedefl eri endeksinde
globalde 79. sıradayız, kadın-erkek eşitliğinde
122. sıradayız. Kadının işgücüne katılım oranı
%32-34 arası, yani çok düşük. OECD’de
bu oran ortalama %52. Biz OECD’nin en
kötü durumdaki ülkesiyiz. Kadın ekonomiye
katılmazsa, ekonomik gücü de olamaz.
Ülke yönetiminde duruma bakarsak,
orada da durum çok iç açıcı değil. Dünya
Parlamenterler Birliği Endeksine baktığımızda
133. sıradayız. Parlamentomuzda kadın oranı
şu an %17, sadece iki kadın bakanımız var.
Yargıya bakıyoruz örneğin, biliyorsunuz artık
Avrupa’da kadın parlamenter bakan oranı
bazı ülkelerde neredeyse yarı yarıya eşit,
en düşük %30, yani çok gerisindeyiz. Başka
önemli bir erk olan yargıya bakıyorsunuz
örneğin, bu yaz HSK üst yargıya, yani
Yargıtay’a 100 yeni üye atadı. Bunlardan
kaç tanesi kadın? 1 tanesi kadın, %1. Bu
çok yanlış bir örnek ve HSK burada daha
doğru bir vizyon örneğini çizmeli. Aynı
şekilde eğitime bakıyorsunuz, genç nesilleri
şekillendiren üniversitelere. 129 devlet
üniversitesi var, sadece 2 kadın rektörümüz
var. Bu çok yanlış, yani kadınların gücünün
artması için Türkiye’de karar alıcılarda daha
fazla kadın olmalı. Ülke yönetiminde her
alanda parlamentoda, bakanlıklarda, yargıda,
eğitimde daha fazla kadın olmalı. Bir zamanlar
Atatürk’ün engin vizyonu sayesinde biz
26
Avrupa’nın önündeydik oy hakkında, Medeni
Kanun kazanımlarında şu an Avrupa’nın
da gerisindeyiz, dünyada da çok geri
sıralardayız. Bu gidişatı mutlaka düzeltmeliyiz.
Daha sonra neler yapılmalı, ona değinmek
isterim, ama önce biraz olumsuzluklardan
bahsettim. İyi istisnalar, güzel istisnalar da var.
Koton moda perakendesinde elbet hepiniz
biliyorsunuz, örnek lider markalardan ve
bir kadın kurucusu var. Gülden önemli bir
kadın önder girişimci. Şimdi biraz senden
dinleyelim.
Gülden YILMAZ
Güzel örnekler her zaman var tabii ve bu tür
örneklere ihtiyacımız var.
Av. Ece Güner TOPRAK
Bütün kadınlara ilham veriyor.
Gülden YILMAZ
Şimdi Koton’un felsefesinde, aslında
DNA’sında fayda üretmek var. Biz böyle bir
şirketiz. Müşterilerimiz için, ülkemiz için,
toplumumuz için, gençlerimiz, kadınlarımız,
sokak hayvanları… Şirket gerçekten bu
faydayı üretmek için var olmuş gibi. Tabii
ki tek bunlarla uğraşmıyoruz, kadının iş
yaşamındaki varlığı, ekonomiye katkısı
konularına çok çok ciddi odaklanıyoruz.
Biraz oranlardan bahsedeyim. Koton’un
şu anda 526 mağazası var, 29 ülkede
operasyonlarını yönetiyor. 10.500’ün üstünde
çalışanı var, çalışanlarımızın %63’ü kadın ve
daha da iyisi %50’si de kadın yönetici. Bu
çok daha önem verdiğimiz bir oran çünkü
son 10 yılda Türkiye’de kadın istihdam oranı
%6,5 artarken bizim son 2 yılda kadın çalışan
sayımız %7 oranında arttı. Tedarik zincirindeki
diğer kadın çalışanlarımıza da baktığımız
zaman aslında 20 binin üzerinde kadına hem
iş sağlıyoruz hem onlara dokunma fırsatı
buluyoruz.
Neler yaptık biz kadın adına Koton’da?
Biliyorsun Birleşmiş Milletlerin WEPs adında
bir oluşumu var. Global Compact’ın Kadının
Güçlenmesi Prensipleri olan WEPs’i ilk
imzalayan şirketlerden bir tanesiyiz biz. Tabii bu
prensipleri imzaladığınız zaman altını doldurmak
gerekiyor ve çok benim anlamlı bulduğum 7
prensibi var WEPs’in. Birincisi şu; toplumsal
cinsiyet eşitliği için üst düzey kurumsal liderlik
sağlanması. Ben de bir kadın lider olarak
aslında bunun altını doldurmaya çalışıyorum.
Sonra “Yeniden Biz Platformu” var. Belki
duyanlarınız duymuştur, iş hayatına ara vermiş
kadınların tekrar iş yaşamına aktif olarak
katılması için çalışan bir platform, onlarla
çalışıyoruz. Tekrar iş hayatına dönmek isteyen
kadınlara bu imkânı sağlıyoruz.
Koton olarak ev kadınları için “part time
çalışma imkânı” diye bir model geliştirdik
satışta ve mağazalarımızda, bunu
sürdürüyoruz. Ayrıca şirket içindeki kadın
liderlerden oluşan bir Kadın Komisyonu
kurduk. Komisyonun bütün yıl boyunca
takip ettikleri belli programlar var, ben de
onların sponsoruyum. Ana lideri ben değilim,
ama sponsoruyum. Bir mor oda konsepti
oluşturduk. Gerçekten bir odamızı mora
boyadık ve orada yıl içinde hemen hemen
her hafta çok değişik aktiviteler yapıyoruz.
Kadının sosyal gelişimi, hukuksal hakları
gibi ihtiyaç olan her konuda belirlenmiş bir
programı takip ediyoruz. Bizim genel olarak
gerçekleştirdiğimiz çalışmalar bunlar. Peki
daha neler yapabiliriz?
Av. Ece Güner TOPRAK
7 adım… Birkaç dakikamız var, her şeye
değinmem mümkün değil ama çok kısaca
özetlemek isterim.
1. Kanaatimce birinci adım devletimizin
kadının eşit hakları konusunda daha net,
daha doğru, daha kararlı bir vizyonu olmalı.
Demin bahsettiğimiz bakanlık sayısı,
parlamento sayısı gibi konularda devletin
en üst yönetimin örnek olması gerekiyor.
2. En temel konulardan biri kadının yaşam
hakkını korumak. Kadın kendi kararlarını
vermeye çalıştığında, güçlü olmaya
çalıştığında birçok kez erkek şiddetine
maruz kalıyor. OECD’de bu konuda en
kötü durumda olan ülkeyiz. Kadınlarımızın
%36’sı, 1/3’inden fazlası hayatlarında bir
dönem şiddet gördüğünü söylüyor. Bir
yılda şiddetten 400 kadınımız öldü geçen
yıl. Bu konuda da yargıya çok görev
düşüyor. Sıfır tolerans politikasını daha
doğru uygulamalı.
3. Kadınlarımızın güçlü olması için en temel
konulardan biri de eğitimdir. Okur-yazar
olmayan nüfusumuzun %85’i kadınlarımız.
Kız çocuklarımızın eğitimi konusunda daha
büyük bir seferberlik olmalı.
4. Sosyal haklar, kaçak çalışan nüfusumuzun
çoğu kadınlar, buna dikkat etmek lazım.
27
5. Şirket yönetimlerinde, üst yönetimde
kota uygulamaları var artık Avrupa’da
neredeyse her ülkede ve en önemli
noktalardan biri ülke yönetiminde
daha fazla karar alıcı kadın olmalı. Ben
her konuda serbestiden tarafım, ama
kotalar çok önemli oluyor. Mesela ‘87’de
Almanya’da parlamentoda kadın oranı %15
iken kota uygulamalarıyla bu oran hızla
artıyor. Değişim yaratmak için önce kota
gerekiyor, sonra zaten toplum bu değişimi
benimsiyor.
6. Daha iyi, daha güçlü bir hukuk devleti
gerekiyor. Yani insan hakları gibi kadın
hakları için de daha iyi bir hukuk devleti
kurmamız gerekir.
7. Son olarak dayanışma. Güçlü kadınların
tüm kadınlarla daha fazla dayanışma
göstermesi gerekiyor. Biz de büro olarak
bu konuda KAGİDER’le, TİKAD’la birçok
sosyal sorumluluk projesi yapıyoruz,
emek veriyoruz. Daha fazlasını da yapmak
istiyoruz.
Kız çocuklarımıza, genç kadınlarımıza
naçizane benden kısa bir tavsiye; çok
okuyun, araştırın, sorgulayın, kendi
düşüncelerinizi oluşturun, daha fazla çalışın.
Herkesten daha fazla çalışın, daha iyisini
yapın. Yenilikçi olun, cesur olun. Her zaman
iyiliğin ve doğrunun yanında olun. Ülkemize
ve dünyaya katacağınız çok şey var,
kendinize güvenin. Teşekkür ederim.
Son olarak sözü Gülden’e vereceğim. Şimdi
dayanışma dedim… çok güzel bir projeniz var,
onu biraz anlatın.
Gülden YILMAZ
Evet, biraz ondan bahsetmek istiyorum. Bizim
de kapsayıcı iş modeli kavramı altında hayata
soktuğumuz bir el emeği projemiz var. Bir
küçük fi lmimiz var, onu izleyelim, hemen neler
yaptığımızı anlatacağım.
El emeği projesi yaklaşık 2,5 yıl önce hayata
geçti. Aslında hayata geçiren de benim
kızım, üniversite okuyor şimdi yurt dışında, bu
projenin fi kir annesi o gerçekten. O gittikten
sonra da biz Koton’da bütün kadınlar olarak
dört elle bu projeye sarıldık. Çünkü bu
sıradan bir sosyal sorumluluk projesi değil.
Şöyle anlatacağım: “Inclusive Business”
kavramı UNDP’nin kalkınma iş modeli olarak
ortaya koyduğu bir model. Biz projemizi
aslında bu modelin altında planladık. Inclusive
Business yani kapsayıcı iş modeli toplumsal
hayata hiçbir şekilde katılmayan ve bir gelir
üretmeyen kişilerin, gelir üreten ve tüketen
hale getirilmesi metodu. Bizim projemizde
de şöyle düşündük, sonuçta biz bir moda
fi rmasıyız ve koleksiyonlar hazırlıyoruz.
Normalde el işi bizim koleksiyonlarımızda
her zaman çok kullandığımız bir metot,
ama bunları burada İstanbul’da nakış
makinelerinde yapmak yerine Güneydoğu
Anadolu’da veya Türkiye’nin daha farklı
bölgelerinde kadın emeğiyle yapabilir miyiz
diye yola çıktık. Gerçekten koleksiyonları
oluşturduk. Bunların üzerinde çeşitli işlemeler
var. Bu işlemeleri örneğin burada İstanbul’da
nakış makinelerinde atıyorum 3 bin liraya
işletmek yerine 10 bin-15 bin lira gibi
ücretler ödeyerek aslında oradaki kadının
el emeğinden yararlanmak istedik. Sonuç
olarak bizim için oldukça sürdürülebilir bir
proje oldu. Neden sürdürülebilir bir proje
oldu? Çünkü bir ürün doğuruyoruz. Bu
yaklaşık şu anda 120 mağazamızda satılıyor,
bu yıl içinde bu sayıyı 200 mağazaya
çıkaracağız. Bir gelir doğuyor ve oluşan geliri
aslında bu kadınlarla paylaşıyoruz. El emeği
projesine ÇATOM’lar vasıtasıyla Şanlıurfa’da,
Gaziantep’te, Mardin’de, Adıyaman’da,
Batman’da 350 kadına dokunarak başladık,
şu anda ulaştığımız sayı 6.000.
Zamanımız kalmadı, bitirmemiz gerekiyor.
İnşallah başka bir ortamda projemizi daha
rahat anlatabilirim.
Çok teşekkürler.
28
İnsanlık için Yapay Zekâ
Sıradaki panelimiz: “İnsanlık İçin Yapay
Zekâ” Birçoğumuzun kafası gerçekten
karışık, bazılarımızın da muhtemelen
korktuğu bir şey yapay zekâ. Olmasa
belki daha iyi diye düşünenleriniz
var. Doğrusu benim de kafam bazen
bu noktada karışıyor. Ben şöyle
düşünüyorum; sonuçta icat ettiğimiz ve
yaptığımız herhangi bir enstrümanı doğru
kullanmayı ve idare etmeyi becerebilirsek,
bu bizim önümüzde çok ciddi ufuklar açıp,
çok işimize yarayabilir. Kaldı ki dünyanın
böylesi bir durumdan daha iyi bir yere
gelmesi konusunda yapay zekânın
muhakkak çok büyük faydaları olacaktır.
İşte bu konuda bizi aydınlatmak üzere
şimdi sahneye sanatçı Bager Akbay’la
Onur Koç’u davet ediyorum alkışlarınızla,
çok teşekkür ederim.
Halit ERGENÇ
Bölüm
5
29
Bager AKBAYSanatçı, Eğitmen
Onur KOÇMicrosoft, CTO
Bager AKBAY
Merhabalar. Onur Bey, bu yapay zekânın
insanlık için nasıl bir faydası olacak, neler
yapılıyor? Sizin bir sürü konuşmanız var,
konu üzerine bir kitap hazırlıyorsunuz. Neler
yazıyorsunuz kitapta?
Onur KOÇ
Evet, annem bile yapay zekâ sorar oldu
bana, “Oğlum, bu nedir? Sen konuşuyorsun,
bununla ilgili, hayatı nasıl değiştirecek?”,
eşim oğlumla ilgili sorular soruyor: “Yapay
zekâyla olan bir dünyada bu çocuğu
nasıl yetiştireceğiz, nasıl yepyeni fırsatlar,
meslekler olacak?” Kardeşim makine
mühendisi, “Akıllı fabrikaları bana anlat
ağabey…” diyor. Kuzenim doktor, profesör,
“Acaba bir doktorun deneyimiyle teknolojiyi
birleştirip hastalara nasıl farklı tedaviler
uygular, hastalıkları önceden tespit ederiz?”
diyor. Konuştuğumuz CEO’lar, CXO’lar
da kendi şirketlerinde farklı deneyimleri
müşterilere nasıl sunabilirler, bunları anlatıyor.
Ben bu soruları artık o kadar çok almaya
başladım ki en sonunda bunları toparlayıp
eğer bir anneyseniz, bir CXO’ysanız veya
bir başka sektörde çalışan bir kişiyseniz
yapay zekânın sizi nasıl değiştireceği ile ilgili
sorularınızı, kafanızdaki endişeleri cevaplayan
bir kitap yazmak istedim. Nasipse iki ay
içerisinde çıkacak. Gelirini de Darüşşafaka’ya
bağışlıyoruz. Umarım faydalı olur.
Bager AKBAY
Peki, bir şey soracağım. Bu sorular arasında
bir sürü psikolojik soru da geliyordur. Yani
korku soruları var, heyecan soruları var. En
büyük korku ne, insanlar en çok neden
korkuyor yapay zekâyla ilgili?
Onur KOÇ
Aslında teknoloji insanın tarihinde çok
önemli bir yer tutmuş. Bizler araç yapıcıyız,
kitaptaki ana temalardan biri de bu. Ateşi
yaratmışız, bizi korumuş, ısıtmış. İlaç
yaratmışız, ömrümüzü uzatmış. Tekerleği,
arabaları bulmuşuz, şimdi roketlerle
başka gezegenlere gidiyoruz. Teknoloji
de bir araç, yapay zekâ da bir araç, ama
yarattığımız araçlar sektörleri değiştirmiş,
bir devri kapatmış, devri açmış. Bunu biz
yaşadık, insanlar bundan çok korkuyor. Fakat
korkularımız biraz yersiz gibi geliyor bana,
çünkü sonuçta o araçları yaratan bizleriz.
Korktuğumuz şey o yarattığımız araç değil, o
aynadaki yansımamız. Yani biz kendimizden
korkuyoruz. Çünkü biz yeni teknolojiyi iyi
şeyler için de kötü şeyler için de kullanmışız.
Nükleer tıp şu anda milyonlarca insanı
tedavi ediyor, ama nükleer teknolojiyi
başka şeyler için de kullanmışız. Dolayısıyla
yapay zekâ çok farklı bir araç, evet, şu ana
kadar yarattıklarımızdan çok farklı, ama o
da bir araç ve sorumluluğu bizde ve birçok
soruyu beraberinde getiriyor. En önemli
sorulardan bir tanesi de “Biz işlerimizi mi
kaybedeceğiz?” veya “Gelecekte insan
30
kadar zeki ve insandan daha zeki bir yapay
zekâ olursa ne yapacağız?”. Ben de bu
ana sorulara şöyle cevap vermeyi tercih
ediyorum: Sonuçta evet, birçok iş daha
hızlı yapılabilecek. Matematiğe dayanan
bir problem çözmeyse veya kas gücüne
dayanan işlerin hepsini zaten robotlar
değiştirecek. Yapay zekâ bunları alacak. Ama
çok daha yeni fırsatlar sunacak. Şu anda
başka gezegenlere gitmeyi düşünüyoruz,
yepyeni meslekler hayatımızın içerisinde
çıkmaya başladı. Belki çok yakın bir zamanda
petrol şirketleri dönüşemezse ifl as etme
durumunda kalacaklar sürdürülebilir enerji
sayesinde. Yani teknoloji bazı sektörleri,
meslekleri tamamıyla ortadan kaldırırken çok
daha fazlasını ortaya koyuyor.
Diğer taraftan evet, belki de önümüzdeki
30 yıl içerisinde, kimilerine göre 40 yıl
içerisinde insan gibi düşünme kapasitesine
sahip yapay zekâ, “singularity” dediğimiz
kavram hayatımızın parçası olacak. Ama biz
bunu düşünürken hep projeksiyonlarımızı
şöyle yapıyoruz; 30 sene sonra böyle bir şey
çıkacak ve gerçekten çok hızlı öğrenecek,
ama 30 sene içerisinde insan değişmeyecek.
İnsanın şu andaki resmini alıp 30-40
sene sonrasına yansıtıyoruz. Bu da doğru
değil, ben insanın evriminin yeni başladığı
düşüncesindeyim. 2.000 yılda yaptıklarımızı
düşünün. Çocuklarınıza baktığınızda bunu
görüyorsunuzdur, senin 8 yaşında bir kızın
var, benim 7 yaşında bir oğlum var ve onların
yaratıcılıklarını, onların potansiyelini gördükçe
evrimin yeniden başladığını, daha yeni
başladığını düşünüyorum. 30 sene içerisinde
bence insanoğlu da gelişecek, değişecek.
Şu andaki biyolojik sınırlarımızın çoğu DNA
dizilimimizden, DNA’mızdaki kısıtlamalardan
veya bulgulardan dolayı oluyor. Biz o DNA’nın
şifresini çözdüğümüz zaman çok daha farklı
bir insan tipi; çok hızlı düşünebilen, çok
hızlı analiz edebilen yapay zekâ teknolojisi
gelişirken o değişime ayak uyduran, hatta
belki onu yöneten bir insan gelişiyor gibi
geliyor bana.
Bager AKBAY
Evet, bu durum aslında şuna benziyor;
ipucunu gördüğümüzde o bilimkurgu fi lminin
içine girmek istiyoruz çok akıllı bir zekâ
gelecek ve bir problem yaratacak diye
düşünüyoruz. Ama benim bildiğim kadarıyla
1950’lerden beri 30 yıl içinde gelecek
“singularity”, yani aradan 70 sene geçti, hâlâ
30 yıl var! Bir yandan da o kadar hızlı da
ilerlemiyor, aslında hayal gibi geliyor.
Onur KOÇ
Filmciler biraz kısa yolu seçiyorlar gibi geliyor
bana. Hani insanın korkuya dayalı evrimsel
bir eğilimi vardır ya bu nedenle kötü örnekleri
31
ortaya koymak, buradan para kazanmak
fi lmciler için çok kolay, o senaryoları yazmak
da çok kolay. İnsanın da evrildiği, 30 sene
sonra çok farklı bir hale geldiği ve daha iyi
bir dünya için, daha güzel bir dünya için bu
teknolojileri nasıl kullanacağının tasarlandığı
bir dünya tasarlamak daha zor. Biraz kısa yolu
seçiyorlar.
Sen de bu konularla bayağı uğraşıyorsun,
ben işin teknoloji tarafındayım, hep
teknolojiyle, endüstriyle, Türk şirketleri ile
ilgileniyorum. Ama sanat ve sosyal yaşam
da yapay zekâdan etkileniyor. Sen sahadaki
deneyimlerinden, yaptığın işlerden biraz
bilgi verir misin, yapay zekâ sanatı nasıl
değiştiriyor?
Bager AKBAY
Aslında bir sürü alanda var bu etki, eğitimde
de çok ciddi şeyler var. Ama ben bugün size
biraz sanat üzerine yaptığımız çalışmalardan
bahsedeceğim. Hatta bir sunum hazırladım,
slaytları görebileceğinizi tahmin ediyorum.
Şiir yazan bir robot yapayım dedim ve
bu şiir yazan robot sayesinde belki robot
hakları üzerine daha iyi konuşabiliriz diye
düşündüm. Posta Gazetesinde “Yurdumun
Şairleri” bölümü var, bilirsiniz. Oraya herkes
şiirlerini yollar. Benim derdim şuydu aslında;
bir robotun hak kavramını nasıl konuşabiliriz?
Çünkü bunu hukuki olarak konuşabiliriz,
sosyal olarak konuşabiliriz, güç olarak
konuşabiliriz. Genelde fi lmler çok distopik ya
da ütopik oluyor, ben biraz daha duygusal
taraftan gideyim dedim. Bir robot “Yurdumun
Şairi” olma unvanını kazanırsa hakkında ne
düşünürüz, bunu gözlemlemek istedim.
Buraya başvurmanız için isim-soyadı, bir
vesikalık, kısa bir özgeçmiş ve bir şiir
gerekiyor. Bunları tek tek oluşturmaya
başladım. Nasıl olacağına kendim karar
vermemek için ortalama bir şair oluşturayım
dedim. Bunlar Posta Gazetesindeki şairlerin
yüzleri, onların ortalamasını aldığınızda
böyle bir yüz çıktı karşıma; %70 erkek,
%20-25 kadın, %5 çocuk. Orada yer alan
şairlerin sayıları oranında şekillendi yüzü.
İsmi Deniz, çünkü her iki cinsiyete de ait
Türkiye’deki en popüler isim Deniz. Yılmaz
da en popüler soyadı, yani tamamen sıradan
olmaya, ortalama olmaya çalışan bir şairimiz
vardı. Sonraki aşamada robotuma bir el
yazısı yazdırmam gerekiyordu. Atölyedeki
makineye bir kalem bağladım, normal yazıları
yazdırdım, ama baktım çok robotik oluyor.
Hani şair olacak ya, biraz daha harf harf
öğretmem gerektiğini fark ettim. El yazılarını
öğrettim, kalemi taktım, bayağı benim gibi,
insan gibi yazabilecek hale getirdim. Kabaca
şöyle bir makineden bahsediyorum, atölyede
duran bir makineydi. Sonraki kısmın çok kolay
olacağını düşünüyordum. Sözlüğü vereceğim,
şiirleri, vezinleri, uyakları vereceğim, olacak
zannediyorum. İlk çıkan şiiri buydu, hiç
unutmuyorum:
“Yazmak cumburdamak frapan yayınlamak
Kuşbaz ödünlemek mitos adaklamak”
Baktım ki sözlükle olacak gibi değil bu iş,
benim bir “corpus” (külliyat) bulmam lazım
diye düşündüm. Türkçede veri yok, biz
verileri tutmuyoruz. Birkaç üniversiteye
başvurdum, veri lazım, corpus lazım, derleme
lazım. “Veremeyiz” dediler, sonra Sabancı
Üniversitesinin iznini alarak corpusunu
kullandım. Onu girince biraz toparladı, işte
böyle:
“Sunum duruşmanın, taksit unutmayın,
reyting barındırın, özden adımların.”
Bir baktım gazete yazılarından derlemişler
oradaki verileri! Sonra romanlara geçtim,
biraz daha toparladı:
“Çoban sembolik başlıyor, cesur yaparken
kalkıyor.”
Şiir veri tabanları buldum internetten kaçak
yollardan, çünkü yapabileceğim bütün şeyler
bitti. Okuyacağım “Bakmazdı Ressamlar”
fena bir şiir değil.
32
“Öpmekte diretmem nedense
Dünyayı tutacak neredeyse
Gecesel dilleri altından
Seneler asırlar değişse
Suçlar söyleyin öyleyse
Bakmazdı ressamlar istese
Değersin çiçeğim, çimenim
Ormansa, nehirse, madense”
Onur KOÇ
Bayağı mesafe almış, bravo.
Bager AKBAY
Neyse, sonrasında mektupları yollamaya
başladık. Zarfın üzerine Posta Gazetesi
yazıyor, sürekli gönderiyor, ama hiçbir
cevap gelmiyor. Ben dayanamadım artık,
bir Facebook grubu açtım. Orada insanlar
beğeniyor mu, beğenmiyor mu bakmaya
başladım. Ardından “Deniz Yılmaz’ın Hazin
Hikâyesi” diye video yayınladım. Video
bir başarısızlık hikâyesiydi. Sonra işte
sergilere çağrılmaya başlandı. Contemporary
İstanbul’da klasik çerçeveler içerisinde şiirleri
yerleştirdik. Robot orada. Bir şair masası
var ama şiir satması gerekiyor. Tabii orada
hukuki bir problemle karşılaştık, şiir satması
için galerisi olması gerekiyormuş. Hemen
bir galeri geldi, galeri formunu koydular
robotun altına, robot ismini yazdı, imzaladı,
galerili bir sanatçı oldu ve şiirlerini satmaya
başladı. Sonra biraz daha ünlendi ve fanları
artık onun adına karar vermeye başladı.
Benim en değerli bulduğum nokta buydu.
Biz de aslında bizi sevenlerin ortalamasıyız,
onların etkisindeyiz, yani okuduğumuz
kitaplar, konuştuğumuz insanlar, yaşadığımız
şehirler gibiyiz. O yüzden dedik ki bu robotun
kimliği onu sevenler tarafından oluşturulsun.
Sonrasındaki bütün kararları onlar verdi.
Kitabını çıkardılar, TÜYAP’ta imza günü
yapıldı. Ben bu süreçlere hiç girmedim.
Elimden geldiğince dışarıdan izlemeye
çalıştım. Burada fark ettiğim çok garip bir
nokta var. Bir gün liselilere bunu anlatırken
içlerinden birisi “Sen bir yazılım yazmışsın,
robot yazıyor diye anlatıyorsun havalı
havalı.” dedi. Ben de “Annen seni doğurmuş,
annen-baban yetiştirmiş, öğretmenin eğitmiş,
ben bu soruyu soruyorum diye karşımda
duruyorsun.” deyince “Hee!” dedi.
Ben nerede ben oluyorum, nerede o hakkı
talep ediyorum, bunlar nasıl konuşulacak,
bana çok ilginç geliyor. Bu kadar aslında…
Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Onur KOÇ
Bir de biraz işin ahlaki tarafına değinsek mi?
Yani insanların kafasında insanın benliğini
nasıl yansıtabileceğimiz ile ilgili bir sürü ahlak
sorusu var, işin yasal tarafı var. Yapay zekâ
etiği dediğimizde ana konular nelerdir?
Bager AKBAY
Yapay zekâ deyince çok fantastik bir şey
olacakmış gibi zannediyoruz. Aslında şirket
dediğiniz şey de bayağı bir yapay zekâ,
şirketler mal sahibi olabiliyor ve hiçbirimiz bir
şirket nasıl mal sahibi olur diye şaşırmıyoruz.
İnsan değil ki o, yani orada bir tüzel kişilik
tanımlamışız ve çok oturmuş. Aslında bu
çözümler, formüller var. Bir şirket mal sahibi
olabiliyor, kitabın da sahibi olabiliyor, vesaire.
Bir sürü örneği var. Biz, bütün varlıklar bizler
gibi olmalı diye düşünüyoruz, çünkü insan
merkezciliz. Yani bir şirket kıskanç olur mu
demekle yapay zekâ kıskanç olur mu demek
benzer bir problem bana sorarsanız. O
şirketin kararlarını kolektif bir topluluk veriyor.
Yani bir şirketin topluluğu iyi bir topluluksa
bu şirket iyi bir şirket oluyor, agresif bir
topluluksa agresif bir şirket oluyor, naif bir
topluluksa naif bir şirket oluyor. Bence yapa
zekâyı da tekil düşünmemek lazım. Bir sürü
tür olacak, şirketler gibi farklı farklı olacak.
Bizim o yüzden biraz daha empati yapmamız
lazım neler olabilir diye.
33
Onur KOÇ
Ben de insanoğlunun önyargıları olduğunu
düşünüyorum. Cinsiyet, ırk, din, dil gibi
önyargılar bizim içimizde ve yapay zekâ
da bizden öğreniyor. Hammaddesi de veri.
Dolayısıyla belki de önümüzdeki 10 yılın
en önemli konularından bir tanesi de bu
önyargıları, bu yeni dünyaya nasıl taşımayız,
önyargısız programları nasıl oluşturabiliriz
olmalı.
Bizi dinlediğiniz için teşekkür ediyoruz,
umarız faydalı olmuştur.
34
Sosyal Fayda ve Teknoloji
Sıradaki panelimiz: “Sosyal Fayda
için Teknoloji”. Teknolojik gelişimler
hepimizin elindeki cep telefonlarıyla
evlerimize, yatak odamıza, hatta
yatağımızın içine kadar giriyor maalesef
ve bana sorarsanız biraz da bizi insan
olarak birbirimizden uzaklaştırıyor.
Bu beni bazen tedirgin ediyor, ama
zaman içerisinde onu da kullanmayı
öğreneceğimizi düşünüyorum. Nasıl
ki zamanında sigara için faydalıdır
denilmiş, oysa şimdi de sigara içilmeyen
alanlar tanıyoruz kendimize, birçoğumuz
sigara içmekten vazgeçti. Bunun gibi
belki de teknolojiyi doğru kullanmayı
becerirsek birtakım faydalar için daha iyi
kullanıma sahip olabiliriz.
Şimdi huzurlarınıza bu konudaki
deneyimlerini ve düşüncelerini
anlatmak üzere Ussal Şahbaz, Selim
Aykut ve Başak Taşpınar Deymi’yi
çağırıyorum alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Başak Taşpınar DEĞİMarmut.com, Kurucu Ortak, Genel Koordinatör
Bölüm
6
35
Başak Taşpınar DEĞİM
Herkese merhaba, ben Başak, armut.com’un
kurucusu. 2011 yılında aslında bir hayal olarak
başlayan Armut, bugüne geldiğimizde 300
binden fazla hizmet veren, barındıran, ayda
2 milyon kişinin ziyaret ettiği, hizmet alanlarla
hizmet verenleri bir araya getiren bir platform
haline geldi. Biz tabii bunu teknolojiyle
başardık. Armut bir teknoloji şirketi, arka
tarafına çok girmeden basitçe söyleyebilirim
ki akıllı algoritmaların çalıştığı, yapay zekânın
kullanıldığı ve bu sayede iki tarafın birbirine
güvenmesini sağlayan bir platform. Armut’un
dönüştürücü bir etkisi oldu. Biz genelde
bunun hizmet alan tarafını konuşuyoruz,
yani hizmeti alan kişilerin hayatını nasıl
değiştirdiğimizden bahsediyoruz. Örneğin,
Armut’tan önce belki tanıdıklarınıza sorarak
usta ya da nakliyeci buluyordunuz. Belki
kombi ustasını iki gün evde bekliyordunuz,
gelmiyordu, işten izin almış oluyordunuz,
sinirleniyordunuz. Verdiğiniz ücretin doğru
olup olmadığını çok da iyi bilemiyordunuz. Biz
bunu değiştirdik. Nasıl değiştirdik? Armut’a
geldiğinizde, oturduğunuz yerden birkaç
soruyu doldurarak ihtiyacınızı belirttiğinizde
size dört farklı fi rmadan teklif geliyor ve siz
fi yat karşılaştırma şansına sahip oluyorsunuz.
Bu kişilerin geçmişlerine profi llerinden
bakabiliyor, daha önceden aldıkları müşteri
yorumlarını okuyabiliyorsunuz.
Bir de bunun anlatılmayan tarafı olan hizmet
veren tarafı var. Hizmet verenler ağırlıklı
olarak mavi yakalı, kendi mesleklerinin
erbabı olan insanlar. Biz aslında yaklaşık 300
bin kişilik bu guruba teknolojiyi kullanarak
müşterilere hizmet vermeyi öğreten bir
teknoloji olduk. Bunu başarmak tabii ki çok
kolay olmadı. 2,5 yıllık bir nadas dönemi
oldu bizim için, ağırlıklı olarak hizmet
verenlerle yüz yüze konuştuğumuz, arka
tarafta davranışlarının analizlerini yaparak
değerlendirdiğimiz bir dönem oldu. Çoğunun
o zamanlar akıllı telefonları bile yoktu. Fakat
bir şey biliyorduk ki onlar işlerini iyi yapan
insanlardı ve biz işlerini iyi yapan insanları
parlatacak bir ürün geliştirirsek, kaliteyi öne
çıkarırsak ve bunu da müşteriye bağlarsak
bu iş tutar diye düşündük. Düşündüğümüz
de oldu aslında. Hizmet verenlerde
dönüştürmemiz gereken iki nokta vardı. Önce
onları teknolojiyi kullanmaya sonrasında da
bu platform üzerinden iş yapmanın daha farklı
olacağına ve müşteri memnuniyetinin önemli
olduğuna ikna etmemiz gerekiyordu. Çünkü
çoğu, yaptıkları işler değerlendirilmediği
için buna çok değer vermiyorlardı. Müşteri
yorumlarının gelmesiyle beraber konuşma
şekilleri değişen, kendini daha farklı sunma
ihtiyacı duyan, Armut’a verdiği işlere
daha farklı kişileri gönderen bir değişime
tanık olduk. İlk başladıklarında kızlarına,
kuzenlerine, daha genç yeğenlerine teklif
verdiren bu kişiler sonradan cep telefonları
alıp, uygulamayı indirip kendileri kullanıp,
üstüne bir de bize “Şurasına da şöyle
bir şey koysanız ne kadar güzel olur!”
Selim AYKUTFjord, İş Tasarım Direktörü
Ussal ŞAHBAZCEO, EDAM, Centre for Economics and Foreign Policy Studies
36
demeye başladılar. Biz bu sayede geçtiğimiz
2017 yılından geriye baktığımızda 3 yılda
%2.800’lük bir büyüme gördük. Bu büyümeyi
geliştiren teknolojiyi şimdi de alıp yurt dışına
ihraç etmeye çalışıyoruz. 5 farklı ülkede daha
HomeRun markasıyla Armut’u açtık, inşallah
işler güzel gider diye ümit ediyorum.
Ussal ŞAHBAZ
Teşekkürler. Ben devam edeyim isterseniz.
Böyle birçok konferans yapılıyor, yapay zekâ
konuşuluyor, dijitalleşme konuşuluyor, güzel
videolar gösteriyorlar. Orada söylenenlerin
çoğuna bence inanmayın, esas bizi bekleyen
gelecek şu: 5 Amerikalı şirket; Amazon,
Microsoft, Apple, Google ve Facebook ve
bunların Çinli versiyonları olan 3 Çinli şirket;
Alibaba, Tencent ve BeiDou, bütün dünyadaki
datayı topluyorlar. Yapay zekâ dediğiniz şey
çok datayla çalışır ve çok dataya sahip olan
şirketler daha iyi iş modelleri geliştirir. Aslında
burada Başak’ın yaptığı şey çok önemli,
Türkiye’de bu kadar çok data olmadığı için,
Türkiye küçük bir ülke olduğu için bunlarla
rekabet edebilecek şirketler çıkartmamız çok
zor.
Bu nedenle öncelikle yerli girişimcilerimizi
desteklememiz lazım. Bunun da iki ayağı
var: Biri bizim eski usul büyük sanayi
şirketlerimizin, bankalarımızın, fi nansal
kurumlarımızın startup şirketleriyle beraber
çalışabilmesi. Amazon’dan bahsedersek eğer,
Amazon Türkiye’ye yeni geldi, Türkiye’de
bütün tüketicileri tanıyıp yarın bir gün onlara
bankacılık hizmeti de vermeye başladığı
zaman bizim bankalarımız “Biz ne yaptık!”
diyecekler. O yüzden gelip böyle startup’larla
çalışmaları lazım. Armut gibi, İzico gibi bir
sürü startup var. Birinci önemli dönüşüm
burada. Biz Core Strateji’de şöyle bir şey
yapıyoruz; bu büyük şirketlerle, geleneksel
şirketlerle küçük şirketleri, startup’ları nasıl
beraber çalıştırabiliriz… Hukuk müşaviri bu
olmaz dediği zaman o engeli nasıl aşarsın?
Satın almacı ben bundan satın almam,
bu şirkete güvenmem dediği zaman o
engeli nasıl aşarsın? Bu engelleri aşmaya
çalışıyoruz. Birinci yapmamız gereken şey
büyük şirketlerimizi dönüştürmek. Bankalar,
otomotiv şirketleri, beyaz eşya şirketleri,
vesaire.
İkincisi aslında devleti dönüştürmek, çünkü
bütün bu söylediğimiz startup’ların gelişmesi
kamunun koyduğu regülasyonlarla ilgili
birçok engele takılıyor ve dünyada bütün
ülkeler şimdi bu regülasyon yarışındalar.
37
Ben nasıl daha çok kendi girişimlerini
çıkartabilirim ki kendi sorunlarımı çözeyim,
daha çok kendi ülkeme sosyal fayda
sağlayayım? Çünkü Amerikalılar, Çinliler kendi
ülkelerindeki sorunları çözüyorlar, onu burada
uygulamaya çalışıyorlar. Biz eğer sosyal fayda
yaratacaksak ancak kendi girişimcilerimizle
bunu yapabiliriz ve onların önünün açılması
lazım. Dolayısıyla işin ikinci bir ayağı da
devleti bu diyalogun içine katmak ve
elimizdeki eski dönemden, dijitalleşme
öncesinden kalan regülasyonları bu çağa
adapte etmesini sağlamak.
Bütün bunlar aslında yoğun bir diyalog ve
beraber çalışma süreci geliştiriyor. Şimdi
yaptığımız işler çok iyi bir başlangıç. Ben bir
başlangıçtan daha bahsedeceğim ve hem
az önce söylediğim gibi Core Strateji’de
hem de kamuyla olan diyalogu sağlamak
anlamında kurumsal dönüşüm sağlamak için,
aktif olarak bu işleri yapıyorum. Ama bazen
bu dönüşümü dışarıya ihraç edebilmemiz
de mümkün. Yani kendi startup projelerimizi
daha az gelişmiş ülkelerde veya mültecilerin
-Türkiye dünyada en çok mülteci olan
ülke, 3,5 milyon- sorunlarını çözerken nasıl
kullanabiliriz? Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı ve Bill Gates Vakfı beraber bir
hızlandırma programı üzerine çalışıyorlar
şimdi. Acaba böyle bir hızlandırma
programıyla kendi startup projelerimizi veya
dünyanın başka yerlerinden gelen startup’ları
az gelişmiş ülkelere ihraç edebilir miyiz,
mültecilerin sorunlarını çözdürebilir miyiz, bu
iş modellerini başka yerlerde uygulayabilir
miyiz? Bunlar üzerinde çalışıyoruz. Bu
çok önemli, çünkü eğer biz önce kendi
ülkemizde startup projeleriyle bankaları
ve devleti çalıştıramazsak başka ülkelerde
de çalıştıramayız. Önce kendimizden
başlamamız lazım, sonra dışarıya bakmamız
lazım.
Selim AYKUT
Teşekkür ediyorum. Ben devralıyorum
şimdi, her panelin bir tane de antagonisti
olacağı için ben biraz panelin antagonisti
olarak görev yapacağım. Sosyal faydadan
çok sosyal zarardan yola çıkarak bir şeyler
anlatacağım. Teknoloji herhangi bir şekilde
tek başına fayda ya da zarar değil. Bizim
burada şirketler olarak, STK’lar olarak,
devlet olarak üstünde durmamız gereken
en temel konu neyi neden yaptığımızı çok
çok iyi bilmek, çok çok iyi adını koyabilmek
ve ondan sonra da arkasında durabilmek.
Konu teknoloji, ama teknoloji tek başına
araç, bir amaca hizmet eden bir şey
değil. Amaca onu götüren getiren biziz.
1950’lerden 80’lere internetin Arpanet
olarak başlayıp günlük hayatımıza girdiği
döneme bakacak olursanız, o gün Hypertext
Transfer Protokolü yani http’yi kodlayan
adama deseydiniz ki: “Ağabey, öyle bir
şey kodluyorsun ki bugün kafasına esen
biri Twitter’da yanına yeterince bot alıp
gündem değiştirebilecek, ortalığa yalan
yanlış enformasyon basabilecek ve bir anda
ortalığı karıştırabilecek.”, sana derdi ki “Kafayı
mı yedin, sen ne diyorsun!”
Şimdi öyle bir yere geldik ki internet bizim
adımıza bilgiyi çok demokratikleştirdi, bilgi
inanılmaz derecede rahat akıyor. Herhangi
bir şekilde başka türlü altyapı imkânı olmayan
yerler, ülkeler Udemy gibi, Coursera gibi
farklı mecralar üzerinden uzaktan eğitimle
bilgiye erişebilir durumdalar. Bankacılık
sistemi gelişti, lojistik sistemi gelişti, her şey
gelişti, ama bir taraftan hiç akılda olmayan ve
hiç öngörülmeyen çok çok garip sonuçları
da doğmaya başladı. Microsoft’un TAY
adında bir yapay zekâ örneği vardı. Twitter’a
bir tane chatbot açtılar, insanlık çok güzel,
sizinle arkadaş olmak istiyorum diye tweet
atan bot 24 saat içinde bir anda ırkçı, faşist
garip bir şeye dönüştü ve kapattılar. Çünkü
yapay zekâ Ussal’ın da dediği gibi datadan
besleniyor, ne ekerseniz onu biçiyorsunuz.
O yüzden burada vardığımız nokta şöyle
bir yere geldi; biz teknolojiyi sosyal
fayda çerçevesinde düşünürken bir
38
şeyleri öngörmekle mükellefi z. Her şeyi
öngörmemize zaten imkân yok, çünkü
teknolojinin değişim hızına insanın, bugün
bu salonda olanların, bizim, çalışanların,
yazılımcıların herhangi birimizin birey
olarak yetişmesine imkân ihtimal yok. O
yüzden daha bunu kurgularken etrafl ıca
düşünebilecek ve hakikaten çok sesli
biçimde ele alabilecek bir yapı, bir
mekanizma, bir altyapı kurmak zorundayız.
Yapay zekâya geri döneceğim. Elon Musk’un,
Microsoft’un, Amazon’un beraber bir araya
gelip “Yapay zekâ dünyayı ele geçirmesin!”
ana metni altında kurdukları bir inisiyatif var.
Yani bunun kuralını en baştan doğru koymak
zorundayız ki dönüp bundan 5-10 sene sonra
her şeyi birbirine bağladığımızda karşımıza
Terminator 2’den gayet aşina olduğumuz
Skynet yapısı çıkmasın ve ondan sonra
biz makinelerle savaşmaya başlamayalım.
Bu hakikaten işin çok distopik tarafı, ama
düşünecek olursanız sizin hakkınızdaki pek
çok veri bugün isteyerek ve bilginiz dahilinde
Google’la, Facebook’la, onunla bununla
paylaşılmış durumda.
Ussal ŞAHBAZ
Selimciğim, o yapay zekâ dünyayı ele
geçirmesin, onun yerine biz ele geçirelim
olmasın?
Selim AYKUT
Biz de herhangi bir şeyi ele geçirmeyelim.
Burada 8 milyar insanın yaşadığı bir
gezegenden bahsediyoruz. Farklı kararlarımız
öngöremediğimiz şeyler neticesinde her gün
daha kötü bir yere doğru gidiyor. Burada
bizim temel görevimiz, temel sorumluluğumuz
teknolojiyi imkânlar dahilinde doğru
kurgulayalım ki ne onlar ele geçirsin ne
biz ele geçirelim. Bilmem kaç milyar yıllık
dünya tarihinde çok çok küçük bir yere
sahibiz ve bunu devam ettirmek istiyorsak
-bu gezegen nihayetinde bizim- kurguyu
buna göre yapmamız lazım. O yüzden
niyet burada en kritik şey. Başak’ın dediği
gibi Armut’un yola çıkış hikâyesiyle bugün
iş gücünü dönüştürme biçimi, çalışanların
teknolojiyle bu kadar aşina olması ve geri
bildirim verebilir hale gelmesi esasında
konuştuğumuz şey. O yüzden biz iyi örnekleri
çoğaltmakla, niyeti ona göre kurgularken
bir taraftan da sorumluluğu paylaşıp olası
yanlış gidişatı öngörmekle ve önünü almakla
mükellefi z. Esasında deminden beri uzun
uzun anlatarak söylemeye, toparlamaya
çalıştığım şey bu dedikten sonra bir tur daha
dönüyorum bu tarafa.
Başak Taşpınar DEĞİM
Bizim teknoloji konusunda niyetimiz ciddi,
iyi! Biz aslında veriyi insanların hayatını
kolaylaştırmak ve dediğim gibi iki tarafın
birbirine güvenmesini sağlamak için
kullanmaya gayret ediyoruz ve bunu
yaparken de tabii ki etik yöntemler
kullanıyoruz. İnsanların hayatının içine çok
girerek değil, sadece o andaki tüketici
alışkanlıkları üzerinden gelişen bir modelleme
sistemini hem hizmeti alan hem de verenlerin
iyiliği için kullanıyoruz.
Teknoloji aslında hayatımızın bir parçası,
benim teknoloji ürünü diye bahsettiğim
şey sayesinde insanlar evlerine ekmek
götürüyorlar, değil mi? Ben boyacılar
biliyorum, çocuklarını dershaneye
gönderebiliyorlar bu sayede ya da kızlarının
üniversiteye girmesi için gayret ediyorlar.
Ya da birisi resim öğretmeni olabilmek için
çalışıyor, Armut’ta hizmet veriyor ve daha
sonra bir eğitimci oluyor. Birçok insani
hikâyeye dokunuyoruz ve teknolojiyle
fark yaratmak bizce böyle olmalı. Biz
böyle çalışmaya devam edeceğiz diye
düşünüyorum.
39
Ussal ŞAHBAZ
Ben de şunu ekleyerek kapatayım
isterseniz… Yapay zekâ büyüdükçe aslında
empati öne çıkacak, karşısındakinin derdini
anlayabilmek öne çıkacak. İşte Başak’ın
yaptığı şey somut bir derdi anlayıp onu
çözmek. Az önce konuştuğumuz bankalar,
otomotiv şirketleri kendi müşterilerinin
dertlerine değil de ürünlerine odaklandıkları
için bugün geride kalıyorlar. Ancak böyle
girişimcilerle çalışarak çağı yakalayabilirler.
Teşekkür ediyoruz.
40
İyiliğin Reklamı Olur mu?
Sıradaki panelimiz: “İyiliğin reklamı olur
mu?” Birkaç kafa sallanıyor, bence olur.
Olması da gerekiyor, çünkü gördüğüm
kadarıyla ticari hareketliliğin artması için
mi bilemiyorum ama kötülük inanılmaz
derecede prim yapmış durumda.
Asıl olan iyilik değil mi? Bir tane
fotoğraf görmüştüm. Çok kısa ondan
bahsedeceğim. Bir avcı yırtıcı bir hayvanı
öldürmüş, üzerine basmış, elinde silah
böyle duruyor. Fotoğrafın altında “Bu
havalı değil/This is not cool.” yazıyor.
Diğer fotoğrafta yırtıcı, yaralı bir hayvan
var ve adam onu kurtarmak için kendi
hayatını tehlikeye atıyor. Belki hayvan da
ona saldıracak, elini uzatmış. Onun altında
da diyor ki: “This is cool/Havalı olan bu!”
Evet, buradan geriye dönüş yok.
Bundan sonra iyilik ve iyi şeyler yapmak
umarsızlıktan ve başkalarının üstüne
basmaktan daha kıymetli ve daha havalı.
Reklamı olur mu? Olur. Nasıl olur? Bunu
bize şimdi Toygun Yılmazer, Itır Erhart
oturup anlatacaklar. Alkışlarınızla!
Halit ERGENÇ
Bölüm
7
41
Toygun YILMAZERTBWA Başkan Yardımcısı
Itır ERHARTİstanbul Bilgi Üniversitesi, Akademisyen
Itır ERHART
Merhabalar.
Toygun YILMAZ
Teşekkürler. Evet, bu gördüklerimiz GfK’nın
2018 Sosyal Sorumluluk Araştırmasına göre
Türkiye’nin en başarılı bulunan kampanyaları,
birçoğunu tanıyorsunuz. Çünkü bu
kampanyaların iletişimi de yapıldı ve hepimiz
bu kampanyalardan haberdarız. Fakat bu
kampanyalar bir taraftan çok takdir edilse de
diğer taraftan iletişim yapıldığı dönemlerde
bazı eleştirilere de maruz kaldılar. Bunların
hepsini özetlersek de temelinde “iyiliğin
reklamı olmaz” gibi bir düşünce vardı.
Itır ERHART
Evet, ben de yaptığım iş gereği çok sayıda
kurumsal sosyal sorumluluk jürisinde yer
alıyorum. Ödül vereceğiz, jüri bir araya
geliyor ve en az reklamı yapılmış, özellikle
de reklam bütçesi düşük projeleri seçme
eğiliminde oluyoruz. Neden? Çünkü oraya
gidecek, ayrılacak bütçe keşke faydalanacak
olanlara ayrılsaydı gibi bir argüman geliyor.
Aslında burada bir çelişki var, çünkü yapılan
işin yayılmasını istiyoruz, projenin daha çok
insana ulaşmasını istiyoruz. Bir yandan da
keşke reklamı yapılmasaydı, reklama para
harcanmasaydı diyoruz. Çok temel bir çelişki,
değil mi?
Toygun YILMAZ
Evet, mantık olarak düşündüğümüz zaman
yaygınlaşması lazım. Reklamın yapılması
lazım derken biraz daha vicdani bir tepki
ile duygusal olarak çok reklamı yapılmış
diyebiliyoruz. Belki bunun özünde kültürde
yer alan bir düşünce olabilir. Temelinde nasıl
bir duygu var bunun?
Itır ERHART
Aslında bunun temelleri çok çok eskiye
gidiyor. Yaklaşık 2.000 yıl kadar öncesine,
Hıristiyanlığın ilk günlerine kadar gidebiliyor.
Mesela, Yeni Ahitte şöyle bir cümle geçiyor:
“Birisine sadaka verirken bunu borazan
çaldırarak ilan etmeyin. İkiyüzlüler insanların
övgüsünü kazanmak için öyle yaparlar. Siz
sadaka verirken sol eliniz sağ elinizin ne
yaptığını bilmesin.” Şimdi bu çoğumuzun
bildiği bir alıntı zaten ve geçmiş zamanlarda
kiliselerde dolaştırılan kese de bunun çok
güzel bir sembolü, bu kese size geldiğinde
ne yapıyorsunuz? Yumruğunuzu içine
daldırıyorsunuz, içeriden para mı aldınız mı,
koydunuz mu, kimse bunu görmüyor. Yalnızca
siz biliyorsunuz.
İyiliğin paylaşılmaması, gizli kalması gerektiği
aslında İslam ahlâkında da var. Mesela,
Bakara Suresinden alıntı yapmak istiyorum:
“Mallarını Allah yolunda harcadıktan
sonra sadakalarını başa kakmayanlar,
onur kırma aracı olarak kullanmayanlar
sadakalarının mükafatını Allah katında
alacaklardır. Onlar için korku ve üzüntü
42
söz konusu olmayacaktır.” diyor mesela.
Gördüğün gibi aynı şey tekrarlanıyor. Başka
düşünce sistemlerine baktığımızda, Budist
ya da Konfüçyanist inanışlara, orada da
sadaka vermenin kesinlikle böbürlenmek
ya da övünmek için yapılmaması gerektiğini
söyleniyor. Aslında bütün bu inanç sistemleri
iki temel şeyi söylüyor: Bir tanesi iyiliği yalnız
iyilik için yap, buradan bir saygınlık, itibar
bekleme. İkincisi de bu iyiliği faydalanıcısının
onuruna yakışır bir şekilde yap diyor.
Toygun YILMAZ
Bu temel kurallar esasında kişisel ahlâk için
çok anlamlı, fakat bir ayrım da yapmak lazım
kişisel ahlakla kurum ahlakı arasında. Belki
kurum ahlakı diye bir kavramı tartışmaya da
açmak gerekiyor. Konu kurum olduğu zaman
biz bazen şirketlerin yöneticileri, çalışanları
olarak kararlar veriyoruz ve bu kararları
verirken ister istemez kişi gibi düşünüyoruz,
ama esasında kurum adına veriyoruz bu
kararları ve çok daha büyük çapta kurumsal
sosyal sorumluluk kampanyaları yapıyoruz. O
yüzden de bunlara kişisel ahlâk kurallarıyla
bakamayız.
Bir diğer çok karıştırılan kavram da “sosyal
sorumluluk” ve “hayırseverlik” oluyor. Hani
demin senin bahsettiğin konular hayırseverlik
için anlamlı olabilir. Biraz da kişinin
kendine kalmış onlara uyup uymamak, ona
karışamayız. Ama konu sosyal sorumluluk
olduğu zaman olabildiğince insana ulaşmak
çok önemli. Çünkü ulaştırmak istediğimiz
üç temel konu var: Birincisi “sorun”, bir
toplumsal sorundan bahsediyoruz ve bunu
anlatmak istiyoruz. İkincisi, bu sorunu çözmek
için izlenen “yöntemler”, bunları öğretmek,
yaygınlaştırmak istiyoruz. Bir diğeri de “etkisi”,
bu kampanya sonunda nasıl bir etkiye
ulaşılmış?
Sorundan başlarsak, bir kere değişim için
önemli olan şey bir farkındalık yaratabilmek.
Kişisel olarak da kendi davranışlarımızı
değiştirmek istediğimiz noktada ilk adımız
nedir? Farkında olmak. O yüzden büyük
kitlelerin de değişim için harekete geçmesini
istiyorsak öncelikle farkındalık yaratmamız
gerekiyor. Herkesin bu sorunun farkında
olmasını sağlamamız gerekiyor. Bunun için de
reklama, reklamın gücüne ihtiyaç var.
Itır ERHART
Kesinlikle, aynı şekilde yöntemi de
paylaşmamız gerekiyor. Çünkü her geçen
gün çok daha yaratıcı yöntemler kullanıldığını
görüyoruz sosyal sorunların çözümünde.
Mesela şu kolumda gördüğünüz bileziği
satın aldığınız zaman 4Ocean şirketi
denizden yaklaşık yarım kilo plastiği sizin
adınıza çıkarıyor. Çıkardığı plastikleri geri
dönüştürerek bilezik yapıyor. Bu çok etkileyici
ve benim çok hoşuma giden bir yöntem.
Ama eğer TOMS yıllardır kendi yöntemini
paylaşmıyor olsaydı bu şirket buradan ilham
alamamış olacaktı. TOMS da kendi yaptığı
işi aslında bir adım öteye taşıdı. Ne yapıyor?
Şimdi de kahve satıyor, kahveden elde ettiği
gelirle ihtiyacı olanların bir haftalık temiz su
ihtiyacını karşılıyor. Eğer bu yaratıcı yöntemler
paylaşılmazsa başka kurumların, başka
bireylerin bundan ilham alması mümkün
olmayacak.
Toygun YILMAZ
Evet, benim de son zamanlarda gördüğüm
çok enteresan bir örnek var. Bu Deutsche
Telekom’un yaptığı bir kampanya: “Sea
Hero Quest” adında bir mobil oyun. İnsanlar
esasında bir sosyal sorumluluk kampanyası
olarak değil de gerçekten keyif almak için,
eğlenmek için bu mobil oyunu indiriyorlar
ve oynuyorlar. İnsanlar oynadıkça burada
oluşan veri Alzheimer hastalığının tedavisi
için bir büyük veri oluşturuyor. İnsanların
yön bulmakla ilgili davranışları toplandığı
zaman çok daha büyük bir veri haline
geliyor ve bilim insanlarının bu konulardaki
çalışmalarını destekliyor. Eğlenmek için
yapılan bir mobil oyunun bir hastalığa tedavi
olabileceği kavramını; bu yöntem paylaşıldığı
için, festivallerde, ödüllerde konuşulduğu
için, reklamı yapıldığı için şu an biliyoruz ve
bundan sonra da birçok örnek için ilham
verici olacaktır.
Itır ERHART
Gerçekten çok güzel bir örnek, ben de indirip
oynamak istiyorum bu oyunu. Evet, yöntemi
mutlaka paylaşmalıyız, çünkü bu yaratıcı
yöntemler hepimize ilham veriyor. Ama bir
yandan da yaptığımız işin etkisini paylaşmak
bence çok önemli. Çünkü sonuçlanmış bir
proje bizlere umut veriyor. Yani burada gelip
sonuçlanmış bir işi anlattığımız zaman insanlar
“Bu proje başarılı olmuşsa, benimki de olur.”
diyerek buradan ilham alıyor. Bu geleceğe
43
dair umudu besleyen bir şey, ama hangi
noktada paylaşacağız bu işleri?
Bana bununla ilgili soru geldiğinde genelde
etkiyi görebildiğimiz, ölçekleyebildiğimiz
ve kopyalanabilir bir hale geldiğinde
paylaşılması gerektiğini söylüyorum. Çünkü
orada yaratılan etki bence reklamı yapılmaya,
takdir edilmeye değer bir şey ve bu etkiyi
gördükçe başka insanlara da ilham verecek.
Bir yandan da biz etkiyi paylaştığımız zaman
aslında insanlık onuruna aykırı bir şey
yapmıyoruz. Faydalanıcımızın yaşamının
nasıl değiştiğini, nasıl güzelleştiğini bu
hikâye üzerinden anlatıyoruz. Bu bazen bir
kişi olabilir, bazen doğa olabilir, bazen bir
hayvanın hikâyesi olabilir ve aslında burada
onur kırıcı bir şey de yok. Belki özetlemek
gerekiyor. Neyi paylaşacağız? Sorunu
paylaşmalıyız, yani çözmeyi hedefl ediğimiz
sorunu odağımıza alıp bunu paylaşmalıyız.
Yaratıcı yöntemleri ve daha sonra da
yaptığımız işin etkisini mutlaka paylaşmalıyız.
Toygun YILMAZ
Biz TBWA For Good olarak markaların
doğru kurumsal sosyal sorumluluk alanlarını
belirlemesinde ve sonra buralarda doğru
reklam kampanyaları üretmesine destek
oluyoruz. Burada önemli olan bir konu da
doğru soruları sorabilmek. Toplum hangi
konuda duyarlı diye düşünmek mantıklı
gelebilir, ama esasında çok doğru bir
başlama noktası olmuyor. Aslında sosyal
sorumluluk böyle bir sorumlu hissetme
durumu, kurum olarak biz hangi konuda
sorumlu hissediyoruz, o daha doğru bir soru
oluyor. Çünkü bazen istemeden de olsa
kurumun yaptığı ekonomik faaliyetler çeşitli
üçüncü partilere zararlar da verebiliyor. Bu
topluma, çevreye verilen zararları nasıl en
aza indirgeyebiliriz diye düşünmek daha
doğru bir başlangıç oluyor. Aynı zamanda
bizim her gün ürün sattığımız, servislerimizi
pazarladığımız bir hedef kitle var. Bu hedef
kitle nasıl yaşıyor, ne gibi sorunları var, bu
sorunları nasıl çözebiliriz? Buralarda projeler
üretmek, yine aynı şekilde daha bize yakışır
doğru alanları tanımlamamıza elvermiş oluyor.
Bu yüzden bu sorular bizim için doğru sorular
oluyor.
Itır ERHART
Kesinlikle, sanırım ben de benzer
tavsiyelerde bulunuyorum. Kurumlar bana
“Itır, hangi konuda biz bir sosyal sorumluluk
projesi yapalım?” ya da “Sürdürülebilir
kalkınma hedefl erinden hangisiyle ilgili
bir şey üretelim?” diyerek geldiği zaman,
onlara “Önce aslında kendi vizyonunuzu,
misyonunuzu düşünmeniz iyi olur.” diyorum.
Buradan başladığımız zaman, benim
kurumumun hedefi nedir, vizyonu nedir;
onunla paralel bir kurumsal sosyal sorumluluk
projesi geliştirdiğimizde hedefe ulaşmak ve
etkiyi çok daha artırmak mümkün oluyor.
Toygun YILMAZ
Bu kampanyaların reklamını yapmaya şu
yüzden de ihtiyacımız var; gündemde yer
almak çok zor. Şöyle bir geçtiğimiz bir haftayı
düşünürsek hem Türkiye’de hem dünya
gündeminde o kadar çok konu var ki… Politik
gündem olsun, popüler kültür olsun bizi her
gün konuşturan, meşgul eden birçok konu
var. Bu konular arasında toplumsal sorunların
öne çıkabilmesi için de reklamın gücüne
ihtiyaç var.
Itır ERHART
Kesinlikle var ve biz ne istiyoruz? Daha çok
iyiliğin yapıldığı, iyiliğin doğru bir şekilde
reklamının yapıldığı ve bu sayede iyiliğin
yaygınlaştığı bir dünya hayalimiz var. O
yüzden iyiliğin reklamı olur mu? Olur, yeter ki
nasıl yapacağımızı bilelim.
Çok teşekkürler.
44
Facebook Grupları: Anlam Katan Topluluklar
Sırada “Facebook Grupları: Anlam
Katan Topluluklar” panelimiz var. Sosyal
medya hepimizin sıklıkla kullandığı
ve hayatımızda önemli yer edinen bir
organizma diyeyim. Onun kendine
ait bir dili var. Peki sosyal medyada
yaptığımız “like”larla veya “repost”
ettiğimiz mesajlarımızla nasıl fayda
sağlayabiliriz? Sıradaki konuşmamızın
özü bu.
We Are Social raporuna göre
Türkiye’de 81 milyon nüfusun 54
milyonu internet kullanıcısıymış. İnternet
kullanıcılarının 51 milyonunun Facebook
hesabı varmış. Peki, Instagram hesabı
olanlar kaç kişi? 33 milyon. Bu da
gösteriyor ki yazdığınız bir yazı veya
koyduğunuz bir fotoğrafl a gerçekten
çok büyük kitleleri etkileyebilirsiniz.
Peki bunu nasıl faydalı bir hale
dönüştüreceğiz? Bu konuda bizi
aydınlatmak üzere sahneye Mert Fırat,
Zeynep Arapoğlu ve Nilay Erdem
geliyorlar alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Nilay ERDEMFacebook, Kamu Politikaları Yöneticisi
Bölüm
8
45
Nilay ERDEM
Merhaba, hoş geldiniz hepiniz. Ben
Facebook’tan Nilay Erdem. Size
panelistlerimizi tanıtayım. Zeynep Arapoğlu
“Bisikletli Kadın İnisiyatifi ” isimli Facebook
grubunun kurucularından, 6.500’ün üzerinde
üyeleri var. Bisiklete binen kadınları bir araya
getiren, onların iletişim kurdukları bir grup. 2
yıldır var değil mi bu grup.
Zeynep ARAPOĞLU
3-3,5 sene oldu.
Nilay ERDEM
Mert Fırat da hem UNDP İyi Niyet Elçisi
hem de hepimizin tanıdığı ünlü bir oyuncu
olmasının yanı sıra İhtiyaç Haritasının
kurucularından. İhtiyaç Haritası sizlerin de
bildiği gibi ihtiyaç sahiplerini, ihtiyaçlarını
karşılamak isteyen kişi ve kurumlarla bir araya
getiren interaktif bir platform. Zeynep ve Mert,
Facebook Topluluk Liderleri Programında
Türkiye’den seçilen iki lider oldular. Programa
6 binin üzerinde başvuru oldu ve dünya
çapında farklı topluluk liderlerinden oluşan
96 kişi seçildi. Türkiye’den de Bisikletli
Kadın İnisiyatifi ve İhtiyaç Haritası liderleri
olarak Mert ve Zeynep seçildiler. Geçtiğimiz
günlerde Amerika’dalardı, yeni geldiler daha.
Diğer grup liderleriyle birlikte Menlo Park’ta
bulunan Facebook Ofi sinde bir araya geldiler.
Öncelikle nasıl geçti Amerika, neler yaptınız,
ilginç örnekler gördünüz mü dünyadan? Biraz
bahsedebilir misiniz?
Zeynep ARAPOĞLU
Tabii, öncelikle merhaba herkese.
Facebook’a “log in” yaparak değil farklı
bir giriş yapmış olduk bu sefer. Ofi sin içine
kadar bizi aldılar, gerçekten çok sıcak
bir karşılamayla Facebook’ta bir hafta
geçirdim. Müthiş hikâyeler dinledik bir hafta
boyunca, çünkü dünyanın 46 ülkesinden
katılımcılar vardı. Ben bu tür bir etkinliğin
bir benzerinin olduğunu zannetmiyorum.
Mesela bugün burada belki farklı ülkelerden
temsilciler var ama bu ülkenin katılımcıları
olarak buradayız. 46 ülke gerçekten ciddi
bir rakam, çok farklı kültürleri bir araya
getiriyor. İnanılmaz hikâyeler vardı. Çok zor
durumlardan kendisiyle birlikte diğer insanları
ve çevresindeki toplulukları da kaldırıp
yükselten pek çok liderle tanıştığım için
inanılmaz etkilendim. Bazen kendi yaptığım
işten tereddüde düştüğüm anlar oluyor ben
ne yapıyorum acaba diye, ama orada hepimiz
birbirimize destek ortamı oluşturarak aslında
dünya için çok güzel bir şey yapıyoruz
mesajını birbirimize verdik. Gerçekten güzel
bir deneyim oldu, teşekkürler.
Nilay ERDEM
Sizin nasıldı?
Mert FIRAT
Çok güzel anlattın. Bir taraftan da hep
beraber Silikon Vadisindeydik. Oradaki
birçok liderin merak ettiği bir yerdi. Başka bir
heyecan da yarattı o tabii. Ama hepsinden
Zeynep ARAPOĞLUBisikletli Kadın İnisiyatifi
Mert FIRATOyuncu, UNDP Türkiye İyi Niyet Elçisi
46
önemlisi şuydu; tam da ifade edildiği gibi
46-47 ülkeden 100 küsur kişinin ve Facebook
ekibinin bir arada olduğu, birlikte konsantre
olup aynı anda nefes alıp, aynı anda
düşündüğü, aynı anda çözüm ürettiği ve o
çözüme dair birlikte adım adım atabildiğimiz
bir dünya düzeninin de var olabileceğini
gördük.
Eğer empati kurabilirsek, eğer gerçekten
birbirimizi anlayıp anlatabilirsek, sadece sanal
ortamda değil gerçekten elle tutulur şekilde
birbirimize dokunabileceğimiz, birbirimizi
anlayabileceğimiz, kıtalar arası ilişkiyi o
saniye orada kurabileceğimiz, sadece
paylaş butonundan ibaret olmayan, gerçek
paylaşımların üretilebileceği bir mecrada,
bir alanda olduğumuzu fark etmiş olduk. Bu
çok değerli ve aslında topluluk liderlerinin
bir arada proje üretebilmesi için de bize çok
şahane bir fırsat verdi.
Burada küçük gruplar oluşturuldu, teknolojik
altyapı geri bildirimleri, bu teknolojik altyapılar
için daha neler üretebiliriz, bunları sosyal
faydaya nasıl çevirebiliriz noktasında beyin
fırtınası yapma imkânı bulduk aslında.
Hepsinden önemlisi ben aslında dünya
düzeni içinde niye varım, şimdi ne yapıyorum,
bu yaptıklarım neye hizmet edecek ve
bundan sonraki hedefl erim gibi aslında
bütün liderler için cevabı olan soruları
hatırlamamızı, bunu sistemli bir çalışma
düzenine aktarmamızı sağladı. Galiba 2019’un
Eylül sonuna kadar devam edecek bir süreç
var. Dolayısıyla liderlerin bir arada kalıp
paylaşımı devam ettirebilecekleri bir düzlem,
bir fırsat alanı yaratılmış olması hepimizi çok
heyecanlandırdı.
Nilay ERDEM
Çok güzel anlattınız, bizim de aslında
programla amaçladığımız bunlar, inşallah
Türkiye de de yapacağız bazı etkinlikler.
Peki, Bisikletli Kadın İnisiyatifi başlayalı 3,5
sene oldu, başlarken 7 kişiydik, şimdi 7000’e
gidiyoruz dediniz. Başlarken nasıl bir şey
hayal etmiştiniz? Neyin üzerine kurdunuz bu
grubu, biraz hikâyenizden bahsedebilir misin?
Zeynep ARAPOĞLU
Tabii, 7 kadın bir araya gelip Bisikletli
Kadın İnisiyatifi ni oluşturduk. Her birimizin
farklı hayalleri vardı. Mesela, ben sabah
işe giderken bazı bisikletliler görüyordum
ara sıra, acaba onlarla tanışabilir miyim,
tanışırsam onlarla selamlaşabilir miyim ve
bunu nasıl başarabilirim diye düşünüyordum.
Diğer arkadaşlarımın farklı motivasyonları
vardı. Dedik ki biz başlarken çok zorluk
çektik, çünkü hiç “Gel bisiklete bin!” diyen bir
ülkede veya şehirde yaşamıyoruz, ama bize
çok iyi geldiğini hissettiğimiz için bisiklete
biniyor, ulaşımda bisiklet kullanmayı tercih
ediyoruz. Çocuğumuzu okula götürüyoruz,
işe gidiyoruz veya arkadaşımızla bir kafede
buluşmaya da bisikletle gidebiliyoruz. Bunu
yapan başka kadınlar da vardır ve mutlaka
onlarla tanışabiliriz. Bunun için de çok
düşündük çünkü sosyal medyada çok fazla
mecra var. Önümüzde seçenek çok fazlaydı.
Sonrasında içeriye erkekleri almayacağımız,
sadece kadınların olduğu, dayanışma
ve destek ortamı oluşturabileceğimiz bir
Facebook kapalı grubu bizim için yeterli
olabilir dedik. Bunu da dışarıda çevrim
dışı dediğimiz normal günlük hayattaki
buluşmalara taşıdık, etkinlikler düzenledik.
Nilay ERDEM
Onları biraz anlatabilir misiniz, nasıl
buluşmalardı?
Zeynep ARAPOĞLU
Dedik ki yani trafi ğe çıkmaya birçok kişi
çekiniyor olabilir, biz de çok çekindik
başlangıçta, ama adım adım yapılabiliyor.
Önce kendi mahallende sürüyorsun, sonra
komşu mahalleye geçiyorsun, sonra öbür
ilçeye geçiyorsun, sonra karşıya geçiyorsun.
Mesela, Bakırköy’e gidiyorsun. Yavaş yavaş
sürüş çapını genişletiyorsun ve yollarda
47
sürdükçe de yollardaki problemleri, nelere
dikkat etmen gerektiğini fark edip daha rahat
ilerleyebiliyorsun. Ben burayı biliyorum artık,
burada birden araba çıkabiliyor, işte ona
dikkat etmem lazım deyip devam ediyorsun.
Bildiklerimizi, deneyimlerimizi birbirimize
aktarabiliriz, birlikte sürüşler yapalım dedik.
Sürüşler yapmaya başladıktan bir şekilde
duyan, gören, gruba üye olan kadınlar “Ben
bisiklete binmeyi bilmiyorum, acaba nasıl
öğrenebilirim?” diye sormaya başladılar.
Böyle birkaç tane şey üst üste gelmeye
başladıktan sonra Türkiye’de gerçekten
kadınların bisiklet kullanımıyla ilgili bir
başlangıç eksikliği olduğunu fark ettik. Bunu
yapabiliriz dedik, birbirimize öğretebiliriz.
Kendi içimizden eğitimci olmak isteyen
gönüllüleri bir araya topladık, bisiklete
binmeyi öğrenmek isteyen kadınlarla bir
araya gelip birbirimize bisiklet binmeyi
öğretmeye başladık. Mesela 3-3,5 sene önce
bisiklete binmeyi öğrenenlerden şimdi işe
bisikletle gidenler veya ailesiyle bisikletli tatil
geçirenler var. Dolayısıyla evet, kattığımız
sosyal faydanın gerçekten ölçülemeyen,
ama hissedilebilen bir şey olduğunu
düşünüyorum.
Nilay ERDEM
Ve Türkiye’nin bir sürü ilinde galiba, değil mi?
Zeynep ARAPOĞLU
Aslında biz 7 kadın hepimiz İstanbul’da
yaşadığımız için bugüne kadar sadece
İstanbul’da etkinlikler yapabildik. Benim
hedefl erimden birisi Facebook’un
programıyla başka illerde de yapabilmek.
Nitekim grubumuzda bizi bir şekilde duyup,
görüp veya İstanbul’da olup sonra başka
bir şehre taşınan, dolayısıyla Türkiye’nin her
yerinden üyemiz var. Ne olur gelin, burada da
birlikte sürelim diyorlar. Benim hayallerimden
birisi de bu işte… Başka şehirlerde de birlikte
sürelim kadınlarla.
Nilay ERDEM
Siz bisiklete biniyor musunuz?
Mert FIRAT
Biniyorum.
Nilay ERDEM
İhtiyaç Haritası ilk olarak galiba bu Sosyal
Fayda Zirvesinde duyulmuştu, değil mi?
Mert FIRAT
Evet, aslında ilk olarak bundan 3 yıl önce
Sosyal Fayda Zirvesinde, 2015’te biz
duyurmuştuk.
Nilay ERDEM
İhtiyaç Haritası nedir, ne yapıyor diye
sormayacağım, artık burada herkes biliyor
diye düşünüyorum. Sizin bir globalleşme
hedefi niz var. Bize biraz bu hedefi nizden,
yeni planlarınızdan bahseder misin?
Mert FIRAT
Öncelikle bisikletli kadınlarla ilgili çok küçük
48
bir şey söyleyeceğim. Hani diyorsun ya
Facebook Topluluk Liderleri Programında
insanların neler yaptığını görüp çok
etkilendim diye… Aslında bu hareketin,
insanları başka bir yaşam tarzına doğru
yönlendiriyor olmanın, bir yolculuğu yaparken
başka bir hız talep etmenin, kokusunu
almanın, dokusunu hissetmenin, hiç bisiklete
binmeyen bir kadının hayatını değiştirmenin
çevreye ve örgütlenmeye dair çok değerli bir
hareket olduğunu düşünüyorum.
Bizde de Global Hedefl erde çok böyle
pratik gelişmeler oldu. Bu yaz hem Londra’yı
hem de Cenevre ve Zürih’i ziyaret etme
fırsatı bulduk. Planlı ziyaretlerdi bunlar.
Başka işlerimiz vardı, onları anlamak
ve takip etmek için bir yolculuktu ama
ziyaretlerin içinde biraz İhtiyaç Haritasını ve
biraz da globalde yapmak istediklerimizi
anlattık. O yolculuğun kapsamında bir ILO
(International Labour Organization) ziyaretimiz
de vardı. Sonucunda ILO’yla Tunus’ta bir
çalışma yapma fırsatımız oldu. Şimdi ona
dair bir gelişme var ve orada ilerliyoruz.
Kolombiya’dan İhtiyaç Haritasını sistem olarak
orada kurmaya dair bir teklif geldi. Bütün
İngiltere’de işletmekle ilgili planlarımız var.
Bununla ilgili bir altyapı çalışması yapıyoruz.
Bunların yanı sıra elimizde çok net duran şey
aslında Avustralya. Onlar şu anda halihazırda
İhtiyaç Haritasını lanse etmek ve hatta
bununla ilgili altyapı çalışmasını başlatmak
için önümüzdeki haftalarda girişimde
bulunacaklar. Videolar hazırlandı, tanıtımı şu
anda yürüyor. Yani dolayısıyla İhtiyaç Haritası
aslında globale adımını atmış oldu. 2019’un
mart ayına kadar da galiba ilk ortaklığımızla
Needs Map adı altında- bulunduğu ülkeye
göre de zaten değişiklik gösterecek-
haritalı çalışmaya devam edeceğiz İhtiyaç
Haritası olarak globaldeki ilk hedefi mizi
gerçekleştirmiş olacağız diye düşünüyorum.
Nilay ERDEM
Süremiz dolmaya başladı. O yüzden son
bir şey sorayım. Burada bugün aslında
toplulukları konuşuyoruz, topluluk
oluşturmanın önemini, zorluklarını. Bu
konuda burada seyircilerimiz arasında
Facebook’ta ya da başka yerlerde, bu tarz
topluluklar oluşturmak isteyenler olabilir.
Siz deneyimlerinizden neler öğrendiniz,
insanlardan öğrendiklerinizle ilgili bir şeyler
paylaşmak ister misiniz?
Zeynep ARAPOĞLU
Zor bir şey, çok kolay diyemem, ama
muhteşem bir şey. Kendi ilgi alanınızda
insanları bir araya getirebilirseniz, çünkü ilgi
alanınızda ister istemez uzmanlaşıyorsunuz.
Bunu bir araya getirdiğinizde alacağınız
haz gerçekten hiçbir şeyle mukayese bile
edilemez. O yüzden varsa böyle fi kriniz
deneyin derim.
49
Mert FIRAT
Aynı şekilde, galiba buradaki en önemli
anahtarlardan bir tanesi ihtiyaç. Bizim İhtiyaç
Haritası olduğu için söylemiyoruz. Aslında
ihtiyaç temelli bir çalışma başladığında, kişinin
gerçekten bisiklete binme ihtiyacı ya da
bir ihtiyacı karşılanmasına dair bir topluluk
oluşturduğunuzda zaten aslında o bir şekilde
yürüyor. O topluluğa gerçekten ihtiyacımız
var mı, o problemin çözümü gerçekten acil
mi gibi sorular motivasyon sağlıyor insana ve
başka bir yere getiriyor diye düşünüyorum.
Nilay ERDEM
Teşekkür ederiz, çok sağ olun, bizi
dinlediğiniz için teşekkür ederiz.
50
İnsanlık için Teknoloji
Shahed Alali ALGHRSIJunior Android Geliştirici
Moderatör
Alexandra CLARERe: Coded, Kurucu Ortak
Sıradaki panelimiz yine teknolojiyle alakalı:
“Teknolojiyi İnsanlık İçin Nasıl Kullanabiliriz”.
Katılımcılarımız nasıl kullanmışlar, nasıl
çözümler bulmuşlar, bunu göreceğiz.
Katılımcılarımızdan ikisi Suriyeli mülteci
arkadaşlarımız, bir tanesi Shahed Alali
Alghrisi, diğeri de Mahmoud Mousa.
Kendileri işlerinde oldukça ehil ve yaşanan
birtakım toplumsal problemlere enteresan
teknolojik çözümler bulmuşlar. Diğer bir
katılımcımız da İsmail Bütün, kendilerini
dinleyeceğiz. Moderatörümüz de Alexandra
Clare olacak. Re:Coded kurucu ortağı
kendisi, alkışlarınızla davet ediyorum.
Halit ERGENÇ
Bölüm
9
51
Alexandra CLARE
Thank you so much for joining our panel
today. We’re going to be here to talk about
technologies’ potential as a force for
good, especially when it comes to creating
education and employment opportunities
for Syrian refugees in Turkey. As many
of you may know, Turkey is the largest
refugee hosting country in the world. Over
fi ve hundred thousand children remain out
of education, and access to employment
opportunities for refugees is often sparse
and takes place primarily in the informal
sector, where the pays are low, and
exploitation is usually quite high. And well,
I don’t really believe that technology is a
silver bullet solution for everything. I think we
can all agree that it does have the potential
to solve part of the problem, whether
that is through the creation of a mobile
application like the one created by Turkcell,
which we’ll hear about on our panel today
-Hello Hope - which creates simultaneous
translation between Arabic and Turkish, and
reduces the language barrier and enables
refugees to learn Turkish, so that they
can actually access the Turkish education
system, or fi nd a job, or whether that’s
through programs like Re:Coded we run,
which provides confl ict-aff ected youth the
opportunity to become technology leaders
in their communities and access jobs in
the technologies sector. We are going to
hear from Shahed and Mahmoud, two of
our Re:Coded alumni, about their journey,
learning to code, and the opportunity that
this off ers in terms of being able to access
the digital economy, the ability to transcend
geographic boundaries and the ability learn
globally and spend locally. Before we learn
a little bit more about their journey becoming
technology leaders in Turkey, we’re going to
watch a quick video about the fi ve months at
a coding boot camp that we ran in Şanlıurfa,
in partnership with UNDP, just to give you a
little taste of what the program entails.
Thank you, here from Mahmoud, he is
originally from Deyr-i Zor in Syria, and he
has been living in Turkey for three years
now. And after graduating from our program
in March, Mahmoud would actually have
developed one of the fi rst freelancing
technology groups. So, we are going to hear
a little bit about your journey.
Mahmoud MOUSA
Hi everyone, I’m Mahmoud, and I came
from Syria in 2015. I left Syria and moved
to Şanlıurfa after the civil war started. I was
working in mobile shop as a technician. I’m
here for the coding boot camp happening
in the city, so without any hesitations, I
immediately applied and after completing
a coding challenge and an interview, I got
accepted and here, the journey starts. Before
I applied for their boot camp, I thought that
İsmail BÜTÜNPazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı, Turkcell
Mahmoud MOUSAŞanlıurfa’daki İlk Dijital Ajansın Kurucu Ortağı
52
I already had enough technical knowledge
to use it for my job, but it turns out that I
was wrong. After the boot camp started, I
learned that many things from how to code
to how to work in a team. And I eventually
even began to look at the world diff erently.
When I took the bus, I started to think how
the magnetic card readers works. I believed
that I had to use my knowledge. I believed
that I have to keep my brain cells thinking
over by learning new things in every minute.
The boot camp enabled me to learn a lot
of things. These things cannot be counted,
but the most important thing I think I learnt
is collaboration, teamwork and the power
of technology. After the boot camp, after
fi nishing the curriculum, we got assigned a
project for a client based in Australia, who
wanted to build a mobile application, to keep
the users. The client wanted build a mobile
application to keep track of their goals and
progress. I was a part of my team as a code
developer and the communication lead. I
was responsible for communicating with
the client and updating him step by step
about the project. With a lot of teamwork
and collaboration, we fi nished the app
one week earlier before the deadline. The
client’s project enabled me to improve my
communication skills from how to write a
proper email to how to break a conversation,
to hard to break the ice in a conversation.
And I also made a lot of friends. Today, with
the help of the Re:Coded staff , I’m working
on several real-life projects including a
meditation app called “reconnect” for a
client based in the UK, and a language
app for an international NGO to teach the
refugees Turkish language. Also, with the
three other Re:Coded fellows including
Shaded, Mohammed Ali and Muslim, we are
working on a project for Harran University
for students to learn English. We are now
offi cially planning to launch our startup
in Şanlıurfa, and our primary goal is to
build a sustainable technology ecosystem
for everyone in Şanlıurfa. In the end, I
encourage everyone to support Re:Coded
to reach their goals by teaching confl ict-
aff ected youth, to become technology
leaders. Finally, I want to express my
deepest gratitude and thanks to everyone
I knew in this experience especially the
Re:Coded staff . Ally, Marcello, and my lovely
teacher Eman, and, of course, the UNDP for
supporting project like this one, thank you.
Alexandra CLARE
Thank you so much Mahmoud. Now, we are
going to listen to Shahed, one of our other
alumni from Şanlıurfa. Shahed is originally
from Raqqa in Syria, and she is a student
at Harran University. After graduating from
our boot camp in March, she had started
working for a digital agency in Istanbul,
Epigra. I’m just going to share a little bit
about her journey.
Shahed Alali ALGHRSI
Hello everyone, as Alexander said, I’m
a senior engineering student at Harran
University. We actually started the boot camp
with almost zero knowledge of Android, and
after two months, we started to create real
good things. I was so surprised because
it was just like getting starting with an app
that detects the nearest earthquake, and
then saying, “Oh my god! I did that!” So,
this was one of the best parts that I had
experienced, because, you know, you are
producing something that could actually help
people. After that, there was another good
part. It was the Istanbul trip. We visited many
companies, startups and digital agencies.
It was a really good experience because
I was able to discover the technological
ecosystem, and Turkey and really chose the
path that I would go through after graduating
and even now. After the graduation, it
doesn’t stop, and that was the one of the
best parts because usually, you go through
courses or boot camps and you graduate,
and that’s it. But, with Re:Coded, that was
not the case. We graduated, and I was able
to start an internship in a digital agency
called Epigra, and it was one of the best
work experiences that I have ever had. One
of the things that I was asking myself when
I was applying for Re:Coded was, based
on the fact that they also always say that
50 percent is girls and 50 is boys, “Was
just like that? Is it that important? And, do
we really need to have it equally?” When
on my fi rst day at the internship, it felt just
like that. They introduced me to all staff
members, and then I started to work with the
development and engineering team. I fi gured
out that there I was the only girl in the team.
The actual problem is not caused by the
companies themselves. It is that companies
are welcoming them, but girls are skipping
engineering after fi nishing their study, and
53
going through that struggle in a way. So, that
was one of the things that I was shocked to
see. For now, I would like to thank Re:Coded
for all of this. It was an experience that really
changed my life, and I aim to help all of the
other girls to keep them in their path or even
enter the engineering path even if it is hard,
but we can do it with dedication and follow-
up. Thank you for listening.
Alexandra CLARE
Thank you so much, Shahed. Now we are
going to be hearing a little bit from İsmail
Bütün, the chief marketing offi cer from Turkcell.
He is going to share a little bit more about their
refugee initiatives, including Hello Hope and
the application that they created, which has
been downloaded over a million times.
İsmail BÜTÜN
Thank you, thank you Alexandra. Hello,
everyone. I’m proud to be here with you. It
is a good opportunity. As you know, Turkcell
is the leading communication and digital
services provider, connecting its 51 million
subscribers across nine countries to life.
Our motto is “connect to life with Turkcell”.
That’s why we would like to lead not only
in technology, services and products, but
we also would like to lead in projects that
make a positive impact —positive impact
on society for a socially good business.
That’s why there are certain areas we
focus on. Education is one of them, for the
kids with super talent, as well as women
empowerment and disadvantages groups
in society. In 2015, we realized that one of
the important communities in Turkey that
need help is the Syrian refugees. This is
because we are the largest refugee hosting
country in the world, and those people are,
at the same time, our customers. Turkcell is
holding around 60% market share, and they
need help. When you immigrate to a foreign
country, the biggest barrier is language. That
is why, as the fi rst step, we have decided to
establish a call center where we employed
Arabic speaking agents, who are able to
provide service to our customers who are
Syrian refugees. In 2015, and, again for
on our public learning platform, Turkcell
academy, we started free education and
language services for those people. Over
the time, we have realized that life is mobile
and the smartphone penetration for those
groups is over 70%. So, a mobile app would
make much more sense when we look to
the future. That’s why, in 2016 we launched
a mobile app called Hello Hope, “Merhaba
Umut” in Turkish, for our Syrian refugees
to overcome the barriers they experienced
throughout their life while living in Turkey.
This is because, when you speak with them,
50% of those people think that, in the next
fi ve years, Turkey will be their home. That’s
why, when they visit hospitals, any police
stations or receive education services or
go to a supermarket, they need some help.
When we did this app , we installed some
good features, and that really helped them
and provided enablement throughout their
life. So, let me fi rst share a short video about
this app and we will continue.
So, it is very pleasing to see how this app
helped people and provided enablement
in the country, and also, this app is used on
a daily basis. What we paid attention is not
only for Turkcell subscribers, but also, this
app is open for everyone’s access. If you
are other operators’ subscribers, you can
also use it. It is free of charge. Therefore, at
the same time, we started to cooperate with
AFAD, which is the Turkish body dealing with
disasters in an emergency. When it comes to
the infrastructure of those refugee camps, for
example, in Kahramanmaraş, we did a good
job with that body. But what you realize when
you speak with those people, especially
the little ones, is that they really appreciate
what you are doing and look to the future
with more hope. As we say, it is Hello Hope.
There is a little Syrian refugee girl who was
rescued from Aleppo, and she was tweeting
about the dark side of the world. And she
managed to attract a lot of attention. Her
name is Bana. So, we wanted to highlight not
only diff erences, but also our commonalities
Bana. I mean we work with Bana, and we
have a video also that I would like to share
with you at the moment.
Alexandra CLARE
So surprising to see how many
commonalities we have also.
Absolutely. Thank you so much for sharing
that and the videos. It is really inspiring to
see the potential for a technology to be used
in multiple diff erent situations to solve some
of the problems that we have here in Turkey
today. Thank you for your listening.
54
Sanatın Haritası
Şimdiki panelimiz de “Sanatın Haritası”
ismini taşıyor. Moderatörümüz Faik
Uyanık. Katılımcılarımız Harun Tekin
ve Mert Fırat bir Sanat Haritası
oluşturmuşlar. Sanat Haritası ne demek,
ne işe yarar ve nasıl oluşacak? Bu
konularla ilgili bize bilgi verecekler.
Faydalarının ne olduğunu göreceğiz,
alkışlarınızla sahneye davet ediyorum.
Halit ERGENÇ
Moderatör
Faik UYANIKUNDP Türkiye İletişim Koordinatörü
Bölüm
10
55
Faik UYANIK
Hoş bulduk, çok teşekkürler. Herkese tekrar
merhaba. Bugün sürdürülebilir kalkınma
hedefl eriyle dopdolu bir gün yaşıyoruz ve
Mert ve Harun da bizleri kırmayıp buradalar,
çok teşekkürler. Birinci yıldönümünüzü
doldurdunuz, iyi niyet elçisi olarak neler
söyleyeceksiniz?
Mert FIRAT
İyi niyet elçisi olmaktan dolayı hâlâ çok
heyecanlıyım. Birçok çalışmada da
bulunduk, en son Troya Kültür Rotası beni
çok heyecanlandıran projelerden biri oldu.
Hem Gelecek Turizmde projesi hem de
sürdürülebilir kalkınma için yerel kalkınmayı
da destekleyen, içinde kalkınmanın birçok
hedefi ni barındıran bir yapısı vardı. İyi Niyet
Elçisi olarak beni böyle heyecanlandıran
takip etmem gereken birçok projeyle baş
başa kalmış oldum, ama hiçbirinden şikâyet
etmiyorum. Türkiye’nin Mühendis Kızları
projesinden tut da Gelecek Turizmde
projesine kadar yapılan birçok çalışmayı takip
ediyorum ve bir şekilde içinde oluyorum,
dahil olmaya çalışıyorum. Heyecanlıyım,
önümüzdeki yılda da…
Faik UYANIK
Şimdi bu birinci yıldönümü için sana da
sürpriz olacak muhtemelen, 169 tane alt
hedef var. 17 küresel kalkınma hedefi ne bağlı
olan 169 alt hedefi n her biri için birer ikon,
birer logo tasarlandı ve bunlar Türkçeye
uyarlandı. Şimdi arkamıza da yansıyacak.
Türkçe logomuz da hazır. 169 alt hedefe 15
Ekim 2018 itibariyle herkes kureselhedefl er.
org üzerinden ulaşabiliyor. New York’tan
bir-iki hafta sonra biz de Türkçelerini
açıklamış olduk ve böylece senin de birinci
yıldönümünü Mert, çok teşekkürler, kutlamış
olduk.
Hemen asıl konumuza belki, sizin alanlarınız
ve sizin sosyal faydaya katkılarınızla devam
edelim. Çünkü sizler sadece sanat, beceri,
emek ve üretimleriniz değil, onların yanında
sosyal fayda tarafınızla da güçlü bir şekilde
biliniyorsunuz. Birlikte İstanbul Ataşehir’de
hayata geçirdiğiniz DasDas Girişimi -ki
devamı da geliyor- senin kurucularından
biri olduğun Bursa’daki Sanat Mahal var.
Harun’un Müzik Eseri Sahibi Grubu Meslek
Birliği yönetimine girmesi ve aynı zamanda
müzik stüdyolarının belli bir saatini olduğu
gibi sosyal fayda amacıyla müzisyenlere
açması gibi. Kısacası bütün bunları
toparlayarak DasDas ve diğer sorumlulukları
nasıl anlatmak istersiniz?
Harun TEKİN
Yemeğe de az kaldı, hızlı anlatmak isterim.
Bunların hepsi kişisel dertler, bu kişisel
dertler yeterince kuvvetli motivasyonla
birleştiği zaman sosyal faydaya dönüşüyor.
Mert’in de benim de hikâyemizde bence
hep kendi eksikliğini duyduğumuz bir şeyler
var. Şu şöyle olsa nasıl olurdu duygusundan
hareketle gerçekten insanın hem kendini
Mert FIRATUNDP Türkiye İyi Niyet Elçisi, Oyuncu
Harun TEKİNMüzisyen
56
hem başkalarını memnun ettiği bir yerlere
ulaşması. DasDas’ı ayrıca konuşuruz. Benim
içinde yer aldığım diğer şeylerden kısaca
bahsetmek gerekirse, MSG bir telif örgütü,
Türkiye’de müzisyenlerin, müzik eseri
sahiplerinin telifl erini toplayan iki kuruluştan
bir tanesi. Bunun çok önemi var, çünkü
Türkiye’de telif bilincinin oturması sadece
müzik alanında değil, bütün yaratıcı alanlarda
çok önemli, onun için çok eskiden beri
ve iyi çalışan kurumlardan bir tanesi. 6 ay
önce sayın başkanımız Candan Erçetin’in
ekibiyle beraber yönetimine geldik. Orada
yapmaya çalıştığımız şey genel olarak müzik
dinlenen yerlerde dinlenen müziğin aslında
hava gibi, su gibi bir şey değil de bir zihinsel
emeğin ürünü olduğunun bilincini topluma
yaymak. Bundan sinemacıların, yayıncıların,
çevirmenlerin, senaristlerin, hepsinin de çıkarı
var, sadece müzisyenler için değil.
Stüdyoya gelecek olursak, Babajim
Stüdyosu 2010 yılında kuruldu ve biz 2016
yılında bir grup arkadaş devraldık orayı.
Bunun da alâmetifarikalarından bir tanesi
şu; en başından beri stüdyonun bütün yıllık
zamanının 1/4’ini normalde o stüdyonun
ücretini karşılayamayacak olanlara sunmak
gibi bir mottomuz vardı, onu artırarak
sürdürüyoruz. Fırsat eşitliği çünkü ve genel
olarak bu da aslında kendi hayatımızdaki
birtakım eksiklik ya da ihtiyacını duyduğumuz
şeylerin idealizasyonundan ve o ideallerin
realizasyonundan hareket ediyor. Dolayısıyla
DasDas da aslında benzer bir yere geliyor.
Şöyle bir şey olsaydı denilen noktada 3, 4, 5
ayrı kişi hayallerini birleştiriyorlar ve böyle bir
şey oluyor.
Faik UYANIK
Şimdi DasDas demişken Harun, bildiğim
kadarıyla Ataşehir’de daha büyük bir yere
geçiyorsunuz. Son bir yılda da 300 bin kişi
Ataşehir’e gelmiş ve oradaki etkinliklere
katılmış. Büyük bir ekosistem oluşuyor,
sadece sanat değil, sosyal faydayı sanatla
buluşturan bir ekosistem, kültür, sanat,
eğlence, yeme-içme, yaratıcı endüstrilerden
birçok paydaş burada ağırlanıyor. Şimdi de
burada bir “co-working space” yani ortak
çalışma alanı oluşturuyorsunuz ve Inogar Art
ismiyle Türkiye’de bir ilk olan “art incubation”
yani bir kuluçka merkezi açıyorsunuz sanat
için, bunu biraz anlatır mısın Mert?
Mert FIRAT
Bu bizi çok heyecanlandıran bir proje,
çünkü aslında projelerin birçoğu festival
kapsamında kalıyor, en uzun 1-1.5 ayı
kapsayan projeler oluyor. Azımsanmayacak
uzunlukta bir şey, ama bir tarafıyla da 12
ay boyunca sanatla sosyal sorumluluğu
bir arada tutabilecek, yapılan işe sanat
çerçevesinden bakabilecek, sanatla ilgili
girişimlerin olabileceği ve bu girişimlerin bilfi il
devam edeceği bir yapı hayal ediyorduk
aslında. Dijital ortamdan gerçek ortama
evrilen bir hayal bu. Mesela Anadolu Efes’in
Art Up adında bir projesi olacak ve biz
Türkiye’deki çeşitli kültür, sanat projelerine
-bunlar festival de olabilir, sürdürülebilir başka
projeler de olabilir- onlarla ortak çalışarak
destek veriyoruz. Yine sivil toplum girişimleri
bize başvurarak ofi simizde çalışabilecek,
İnogar Art birçok kültür elçiliğinin ofi si gibi
olacak, daha doğrusu eğlence sektörünün,
kültür ve sanatın, sivil toplumun çalışanlarının,
yaratıcıların ve girişimcilerin ağırlıklı olduğu
bir alan olacak bizim için. Dediğim gibi 12
ay boyunca hem işe sanat çerçevesinden
bakan hem de bütçesinden fi nansal yapısına
eğitimine kadar birlikte yürütebileceğimiz,
herkesin rahatlıkla ziyaret edebileceği,
deneyim paylaşacağı bir yapı oluşturmaya
çalışıyoruz ve çok hızlı karşılık bulmuş olması
bizi çok heyecanlandırıyor. Anlattığımız birçok
insan, arkadaşlarımız içinde olmak ve bizimle
çalışmak istediler. Bu da bizi mutlu ediyor ve
daha da cesaretlendiriyor.
Faik UYANIK
Şimdi bilmeyenler de olabilir DasDas’ın nasıl
bir hikâyesi olduğunu, kimler dahil oldu
DasDas işine, bizim bildiklerimiz ve ötesinde?
Harun TEKİN
DasDas’ta 5 ortak var. Muzaff er Yıldırım,
Mert Fırat, Koray Candemir, Didem Baçlın
ve bendeniz olmak üzere. 2016 yılında
artık bunu yapmanın tam da zamanı geldi
dedik ve farklı hayaller bir araya gelmiş
oldu. İçinde hem tiyatroyu hem müziği hem
de gastronomiyi barındıran bir yer DasDas.
Bunun özelliği de ne? Mesela, bütün sanat
dallarında diyelim bir gişe fi lmiyle bir sanat
fi lmi var yelpazenin iki ucunda, bunların
arasındaysa kocaman bir alan var. Bu
kocaman alan aslında pek çok anlamda her
iki tarafı da besleyen alan, bu yemekte de
böyle, müzikte de böyle, sinemada da böyle.
57
Yani tek derdi kendini ifade etmek olmayan,
tek derdi para kazanmak da olmayan,
bunların ikisini birden mümkünse hedefl eyen
çok geniş bir alan var. Bence DasDas o
alana talip, yani bir şeyin hem kaliteli olduğu
hem de beğeni ve onay dilenmediği, zaten
kalitesinden dolayı onayı ve beğeniyi
topladığı, bunu yaparken de mali olarak
sürdürülebilir olduğu bir kültür sanat hayatı.
Genelde bunun bir tarafl arından sarktığını,
sarkmazsa da sürdürülemez olduğunu veya
boyut değiştirdiğini ve eski halinden eser
kalmadığını görerek büyüdüğümüz için biz de
böyle bir şey yapmaya çalıştık. İlk yıl sonunda
da anlaşılan en azından marka bilinirliği ve
daha önce koyduğumuz hedefl er açısından
bir yere vardık. Kendim marka bilinirliği
derken çok yadırgadım. Ben normalde
müzisyen parçasıyım ne alakam var! Ama
ağzımız laf yapıyor diye sanıyorum davet
edildik.
Faik UYANIK
Sanat ve kültür ile sosyal fayda arasındaki
eksik halkayı, zincirin kayıp halkasını siz
tamamlıyorsunuz. Biz o sosyal faydaya
küresel hedefl er de diyoruz. Az önce
arkamdaki 169 alt başlığı da gördünüz,
aslında yaptığınız işlerin pek çoğunun bunlara
dokunduğunu biliyorum. Bu tarafa döneyim,
yine İhtiyaç Haritasıyla harita ve ihtiyaçların
nasıl kesişebileceğini ve işe yaradığını bize
son 3 yıl içinde gösterdiniz ki Mert onu 2015
Sosyal Fayda Zirvesinde açıklamıştı. Şimdi
Arts Map diye yeni bir fi kir var. Yani sanatın
haritası, bu nedir, neler yapacak?
Mert FIRAT
Arts Map aslında kod adı. Normalde içinde
kültür, sanat kurumlarının, müzelerin, kültür
sanat noktalarının birçoğunun bir kültür
sanat haritası. Aslında halihazırda Google
haritası gibi haritalandırmalar var ama çok
eksikleri var. Sadece büyük şehirlerde olduğu
düzenekler de var. Biz bunu 81 ile yayıp, o
illerdeki sanat kurumlarını, sergi alanlarını
etkinlikleri, bütçelerini bulabileceğiniz bir
veri kaynağı haline getiriyoruz. Mesela
şehir dışından geldiniz, Karaköy civarında
bir otelde konaklıyorsunuz diyelim, o otel
civarında o saat aralığında ne gibi kültür
sanat etkinliklerinin olduğu gibi hemen
görebileceksiniz.
Faik UYANIK
Ne zaman olacak bu?
Mert FIRAT
Biz ocak ayına doğru Beta Kültürünü açmış
olacağız. Bütün bunlar bizim için o kültür
sanat kurumlarını bir yapı üzerinde, bir harita
üzerinde görebilmenin yanı sıra birlikte
fi kir yürütebileceğimiz, buna dair kültür
sanat politikası da tesis edebileceğimiz,
birlikte hareket edebileceğimiz, içeriği
sağlayan, içeriğe dair fi kir geliştiren, emek
veren sanatçısının yanı sıra kullanıcısının,
izleyicisinin ve takip edeninin de oyuna dahil
edildiği ve karar mekanizmalarını birlikte
yürütebildiğimiz, var olan araştırmaları da
görebildiğimiz bir haritalandırma çalışması
aslında.
Faik UYANIK
Ciddi büyük bir endüstri. Dünyaya artık kültür
sanat ihraç eden bir ülke haline geliyor
Türkiye. Sizin rol aldığınız diziler, vesaire pek
çok şey var Türkiye’nin ihracatına katkıda
bulunuyor. İşler mi, olur mu ne dersiniz bu
Arts Map?
Harun TEKİN
İşler. Bunun bir yanı da kalite meselesi,
yani kültür sanatla ilgili algıyı değiştirmeye
yarayacaktır. Böyle olması da lazım, çünkü
kültür sanat hatır gönül işi, olmasa da olur,
lüks bir kavram değil. Akıllı olmamız halinde
bilimle beraber hem dünyaya hem Türkiye’ye
en çok fayda getirebilecek iki alandan biri.
İnsanların bu alanda aslında ne olup bittiğiyle
daha yakından ilgilenmeleri, daha çok
konsere, daha çok tiyatroya gitmeleri, onları
daha çok eleştirmeleri gerekiyor. Son olarak
bizim anlamamız ve anlatmamız gereken şey
kültür ve sanatın aslında küresel ısınmaya,
vesaireye rağmen hayatın tam merkezinde
yer alması gereken bir olgu olduğu. Bu
nedenle kalite standardı getirmek açısından
da çok değerli Arts Map.
Faik UYANIK
Mert Fırat, Harun Tekin çok teşekkürler.
58
Turizm YoluylaSürdürülebilir Kalkınma
Sıradaki panelimiz: “Turizm Yoluyla
Sürdürülebilir Kalkınma”. Turizm
ülkemizin önemli gelir kaynaklarından
biri hepimizin bildiği gibi. Ayrıca
Troya Antik Kenti’nin UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesine girişinin 20. yılı
sebebiyle bu sene Troya Senesi ilan
edilmiş. Onunla alakalı da çok ciddi
uluslararası kapsamlı bir yol çizilmiş
Türkiye’de. Buradaki hareketin,
arkeolojik, tarihi turizmin veya
başka türlü turizmin kalkınmamıza,
sürdürülebilir gelişimimizin ilerlemesine
ve iyileşmesine nasıl bir katkısı olabilir?
Bununla ilgili bir panel izleyeceğiz
şimdi. Moderatörümüz Gökay Otyam
ve konuşmacımız da Fettah Tamince,
alkışlarınızla ikisini de sahneye davet
ediyorum.
Halit ERGENÇ
Bölüm
11
59
Gökay OTYAM
Çok teşekkürler. Halit Bey biraz evvel
girizgahı gayet güzel yaptı. Konumuz
sürdürülebilir kalkınmada turizmin rolü, ama
turizmin kendisinin de sürdürülebilirliği son
derece önemli. Sayın Fettah Tamince’nin
süresinden çok da fazla almak istemiyorum,
ama birkaç başlıkta herhalde şöyle diyebiliriz,
değil mi? Toplumsal açıdan yaratacağı fayda,
yerel kültürlerin korunması, empati yapıp
farklı kültürleri tanınması, bölgeye istihdam
yaratma, kapsayıcı bir ekonomik kalkınma
modeli… Ben bayağı bir uzatabilirim aslında
bu konuyu, ama önemli olan Fettah Beyin
görüşleri. Çünkü biliyorsunuz, Rixos olarak,
grup olarak Türkiye’nin herhalde en büyük
turizm yatırımcısı kendisi ki sadece Türkiye’de
değil, kaç ülkede?
Fettah TAMİNCE
10 ülkede.
Gökay OTYAM
10 ülkede yatırımlarınız var. Şimdi biraz evvel
saydığımız bu ana başlıklar içinde gerçekten
turizmde hem sürdürülebilirlik hem sosyal
faydayı sağlamak için neler yapıyorsunuz
örneklerle gidersek?
Fettah TAMİNCE
Öncelikle hepinizi saygı, sevgiyle
selamlıyorum. UNDP’nin bu önemli
misyonunda bulunmakta kendimi bahtiyar
hissediyorum. Çünkü gerçekten dünyayı
yaşanabilir hale getirmek, barış köprüleri
atmak, herkesin birbirini severek, saygı
duyarak yaşamına devam etmesi için bu
platformlar çok önemli. Böyle bir platformda
olmaktan son derece memnunum, çok
teşekkür ediyorum bu güzel platformu
oluşturan arkadaşlarımıza.
Turizm tabii ki aslında açık ara dünyanın en
önemli sektörü, yaklaşık 1,3 milyar seyahat
eden kişiden, seyahat ve konaklama
sektörünün iş hacmine baktığınızda da 7
trilyon dolarlık bir sektörden bahsediyoruz
ve ortalama %6 büyüdüğü için dünyanın
açık ara en önemli sektörü. En fazla
istihdam oluşturan, lokal kaynaklara en fazla
dokunan, kendisiyle beraber yaklaşık 40
sektörü harekete geçiren önemli bir makine,
önemli bir motor. Dünyanın geleceğinin
şekillenmesinde turizmin, seyahat ve
konaklamanın bu derece ehemmiyeti var.
Tabii iletişim ve ulaşımın getirdiği kolaylıkla
da insanlar daha fazla seyahat etmeye, daha
fazla keşfetmeye, daha fazla dokunmaya
ihtiyaç hissediyor. Sosyal medyaya
baktığınızda Vietnam’ın tarihi, kültürel ve
doğal zenginliklerini avucunuzun içine kadar
getirip size gösteriyor. Diyor ki: “Burada gidip
deneyimleyeceğiniz çok önemli zenginlikler
var.” Diğer taraftan da kendiniz çok kolay bir
paket yapabiliyorsunuz, bütçenize göre çok
Moderatör
Gökay OTYAMNTV Ekonomi Müdürü
Fettah TAMİNCEYönetim Kurulu Başkanı, Rixos
60
ekonomik bir paketle de Vietnam’a gidip
deneyimleme şansı elde edebiliyorsunuz.
Bizlerin misyonu bu arzuyu, bu isteği, bu
teşviki hayal kırıklığıyla sonuçlandırmamak.
Çünkü bizim sahip olduklarımız aslında
insanlığın ortak zenginliği olan, ortak mirası
olan tarihi, kültürel ve doğal ortamlara
koydurduğumuz beton yapılar değil.
Gökay OTYAM
Öyle algı oluyor çünkü.
Fettah TAMİNCE
Algı öyle, ama bizim pazarladığımız…
Gökay OTYAM
Ama arka tarafta bir şeyler yapılıyor tabii.
Fettah TAMİNCE
Çok şey yapılıyor. Bizim aslında
pazarladığımız insanlığın ortak mirası olan
tarih, kültür ve doğal zenginlikler. Konaklama
olarak yaptıklarımız sadece küçücük bir
araç. Bizim yaptıklarımız, bize gelen herkesin
bulunduğumuz ortamın sahip olduğu bütün
zenginlikleri deneyimlemelerini, doğal ortamı
yaşamalarını, tarihi ortamı gezmelerini,
kültürel ortamda bulunmalarını, aynı zamanda
oradaki insanlarla iletişime geçmelerini, onları
tanımalarını, günün sonunda âdeta kendini
bir aile bireyi olarak görmelerini sağlamak.
Olduğumuz ortamlarda, olduğumuz ülkelerde
bütün kaynakları, zenginlikleri bize gelen
misafi rlerimize sunmak. Kimlerle sunmak?
Oralılarla sunmak.
Gökay OTYAM
Bölge halkıyla.
Fettah TAMİNCE
Tabii, bölge halkıyla beraber sunmak. Şimdi
bir yerin domatesinin tadına bakmak, bir
tarafın zeytinini tatmak, bir tarafın kültürel
festivaliyle birlikte olmak, bir tarafın doğasını
yaşamak; bütün bunlar aslında bize gelenlere
bizim sunmaya çalıştığımız zenginlikler. Bunu
sürdürülebilir kılmak da bizim görevimiz.
Gökay OTYAM
Sürdürülebilir olması için zaten bölgeyi de
bir şekilde bu işin içine çekmek gerekiyor
herhalde.
Fettah TAMİNCE
Tabii, şimdi şöyle bir tezat yaşanıyor: Turizm
doğal ve kültürel zenginlikleri fakirleştiriyor
mu, zenginleştiriyor mu?
Gökay OTYAM
Hangisi?
Fettah TAMİNCE
Bana göre zenginleştiriyor. Çünkü turizm
sektöründe olan, bu işe yatırım yapanların
ekseriyeti bu bilincin farkında, dolayısıyla
bunun ne kadar büyük bir değer olduğunu,
ne kadar önemli bir değer olduğunu biz
biliyoruz. Biz bunu lokal diğer değerlerle
beraber gelen misafi rlerimize sunuyoruz.
Tabii burada aslında çok kültürlülükten
bahsediyoruz. Çünkü bir tesisinizde dünyanın
farklı 40-50 ülkesinden gelenleri yine
bünyenizde bulunan birçok farklı kültüre ait
insanlarla beraber yaşatmaya çalışıyorsunuz.
Gökay OTYAM
Peki, kitlesel turizmde gelen otelde kalıyor,
o zaman bölge halkına yarardan çok
zararı oluyor gibi bir algı var. Orada sizin
yaklaşımınız nedir?
Fettah TAMİNCE
O algı da bana göre çok doğru bir algı
olmasa gerek, çünkü bölgede otelin olması
için zengin bir altyapıya ihtiyaç var, denizin
kirletilmemesine ihtiyaç var, doğanın
korunmasına ihtiyaç var, eğitim kurumlarına
ihtiyaç var, daha iyi bir havalimanına ihtiyaç
var, daha iyi okullara ihtiyaç var. Siz bütün
bunları yaparak bölge halkının farkına
varmadan büyük bir gelişmişliğin bir parçası
olmasını sağlıyorsunuz. Yoksa orası evet,
daha önce bunlar olmadan yaşanan bir
yer, ama bütün bu zenginlikten bağımsız
bir yer. Bizim kastettiğimiz de bunu paralel
götürmek, beraber götürmek, yani ne o
doğayı katletmek ne de tamamıyla altyapısız
bırakmak. Çünkü onu yaşanabilir bir hale
getirirseniz sürdürebilir kılarsınız.
Gökay OTYAM
Güzel bir şekilde birleştirmek...
Fettah TAMİNCE
Aynen.
61
Gökay OTYAM
Siz Rixos olarak pek çok festivaller de
yapıyorsunuz, değil mi? Bildiğim kadarıyla
yelken, zeytincilik, gastronomi festivalleri
oluyor. O da önemli bir turizm olmaya başladı.
Fettah TAMİNCE
Yine az önce söylediğim gibi amacımız
gelene sadece güzel bir otel odamız var,
burada kalın, bize misafi r olun değil. Bizim
aslında doğal ve kültürel zenginliklerimiz var,
sizleri onlarla buluşturalım diyoruz. Zeytin
Festivali de bununla ilgili, çünkü diyoruz
ki burada muhteşem 300-500 yıllık zeytin
ağaçlarımız var. Biz bunlara sahip olduk,
koruduk, ama Moskova’dan daha önce hiçbir
zeytin ağacıyla buluşmamış veya daldan
zeytin koparmamış birine de diyoruz ki gel,
beraber zeytinleri toplayalım, zeytinyağı
yapalım, ülkene dönünce de sen şişede
zeytin götür. Çok basit bir şey olabilir, ama
müthiş bir deneyimleme. Çünkü doğallığın,
birlikte olmanın yanı sıra o festivalde 30 farklı
ülkeden insan bir iletişime geçiyor. Asıl en
önemli konulardan da bir tanesi bu, çünkü
UNDP’nin misyonuna da baktığımda diyor
ki: “Dünyayı daha yaşanılır hale getirelim,
insanlar tanışsınlar, birbirini sevsinler,
birbirine nefret değil, fazla ilgi duysunlar.”
Yani bu festivalin amacı birkaç konuyu birden
çözmek, birkaç olumlu yansımayı birden
gerçekleştirmek.
Gökay OTYAM
Bir taşla bayağı bir kuş vuruluyor ki bir empati
kurmayı da sağlıyor, kültürlerin bakış açısını
birbirine gösteriyor, anlayış göstermeye davet
ediyor. Biraz ütopik olabilir, ama bu sağlandığı
takdirde gelecekte zaten sınırları bile aşacak,
herkesin birbirini anlayabileceği bir ortak
toplumu beraberinde doğuracak.
Fettah TAMİNCE
Tabii, 1,3 milyar…
Gökay OTYAM
Dünya vatandaşlığı bu herhalde zaten.
Fettah TAMİNCE
Şimdi 1,3 milyar insan seyahat ediyorsa, bu
ortalama %6 büyüyorsa, demek ki 15-20 yıl
içerisinde, 2030’da herhalde 2-2,5 milyar
insan seyahat etmiş olacak. Farklı kültürlerle,
farklı insanlarla tanışma motivasyonuyla
hareket edecekler. Siz onlara ne kadar
lokal değerlerinizden verirseniz size olan
bağımlılıklarını o derece artırırsınız. Bu da
aslında barışın, huzurun, birlikte yaşamanın
en önemli adımlarından biri olur.
Gökay OTYAM
Hayalinizdeki turizmin çevresel, kültürel,
ekonomik anlamda sağlayabileceği en güzel
model nedir sizce, ne olmalı yaklaşım olarak?
Fettah TAMİNCE
Şunu söyleyeyim, Şimdi herkesin çok
sofi stike hareket etmesi lazım. Hepimizin
ortak değeri olan, insanlığın ortak mirası olan
belki cümleyi tekrarlayacağım, kültürel ve
doğal zenginlikleri koruyarak geliştirmemiz
lazım. Bunu yapabildiğimiz müddetçe bu
işte başarılı olacağız. Bu işi daha farklı bir
yere taşımış olacağız. Daha önce de sizin
bir programınızda bir örnek vermiştim.
Şuna kesinlikle karşıyız ve bu bir ülkenin
doğal zenginliklerini katletmenin en önemli
adımlarından biridir, o da şudur: Şöyle
düşünün, çok değerli bir kumaşa sahipsiniz,
ama çok değerli, bunu kötü bir terziye kör bir
makasla teslim ediyorsunuz. Ona diyorsunuz
ki bundan elbise yap. Ne yapar o terzi? Çok
kötü elbise yapar. Bizim sahip olduklarımız
gerçekten müthiş bir kumaş. Türkiye’yi
örnek verirsek, Akdeniz, Ege, Karadeniz…
inanılmaz doğal zenginliklere sahibiz, ama
bunları keşke 20-30 senelik vizyonlarla
planlasak. Çünkü 2-3 yıllık planlamalar, 5 yıllık
planlamalar insan hayatı için bir şey ifade
etmiyor, ülke için hiçbir şey ifade etmiyor.
Bizim bugünden 2030 yılında, 2040 yılında
Ege’de ne yapacağımızı planlamamız ve bunu
bütün dünyayla tanıştırmamız lazım. Dememiz
lazım ki biz doğayı böyle koruyacağız,
çevreyi böyle koruyacağız ve sizleri de
böyle misafi r edeceğiz. Bu konsepti ortaya
koymamız lazım. İkincisi, tarihi ve kültürel
zenginliklerimiz, bunlar sahip olduğumuz
binlerce yılda oluşmuş zenginlikler. Bunları
da ciddi araştırmalarla, ciddi gayretlerle
şekillendirmemiz lazım. Şekillendirmek de
değil, yaşam alanı haline getirmemiz lazım,
yaşatarak korumamız lazım, insanlıkla bunları
da buluşturmamız lazım.
Gökay OTYAM
Bu anlamda bir master plana turizmde de
ihtiyaç var.
62Fettah TAMİNCE
Master plan aslında bütün ülkeyi tek başına
planlama değil, her bölgenin bu hassasiyete
sahip olması lazım, bu işin başında olan
her yetkilinin bu hassasiyete sahip olması
lazım, her şeyden önce yatırımcının bu
hassasiyete sahip olması lazım. Bizim
şimdi birçok tesisimiz var, ilk tesisimizdeki
heyecanla şimdiki tesisi kurgularken
duyduğumuz heyecanımız farklı şeyler için,
şimdi kurgularken ne kadar ortak payda
oluşturuyoruz, dünyada doğal, kültürel
anlamda ne kadar ses getiririz, bu tesis için
dünyanın herhangi bir bölgesinden insanları
buraya nasıl getiririz, misafi rleri nasıl getiririz,
o motivasyonla kurgu yapıyoruz.
Gökay OTYAM
O her yerde herhalde geçerli, sırf Türkiye için
değil.
Fettah TAMİNCE
Tabii ki artık bayrağımızın olduğu, Rixos’un
olduğu her bölgede bu hassasiyeti elbette
gözetiyoruz.
Gökay OTYAM
Diyorsunuz 10 ülkede varız. Çoğalacak
herhalde, bildiğimiz otel zincirleri gibi
dünyada en önemli merkezlerde de
göreceğiz diye tahmin ediyorum veya ümit
ediyorum.
Fettah TAMİNCE
Yok, biz önemli merkezlerde varız, dünyada
büyüyoruz. İnşallah 2025 yılında 100 farklı
noktada oluruz, en az 30 ülkede oluruz,
ama bizi biz yapan önemli değerlerden biri
anlattığım konu.
Gökay OTYAM
Peki, süre bitiyor. Devletin, yatırımcının ne
yapması gerektiğini özetlediniz. Halk ne
yapmalı bu konuda?
63Fettah TAMİNCE
Bir kere kendi sektörümle ilgili söyleyeyim.
Halk bu sektöre çok fazla ilgi duymalı,
öğrenciler bu sektöre çok fazla ilgi duymalı.
Çünkü benim en çok üzüldüğüm konu
maalesef ülkemizde turizmle ilgili kariyer
anlamında önemli halkla ilişkiler çalışması
yapılmıyor. Üniversitede ilk 100 bine giren,
ilk 50 bine giren, ilk 10 bine giren değerli
öğrencilerimizin turizmi tercih etmeleri kendi
adlarına çok önemli olur, çok doğru olur.
Gökay OTYAM
Gelecek var diyorsunuz.
Fettah TAMİNCE
Gelecek var, çünkü diyorum ki bugün 7
trilyon dolarlık bir sektörden bahsediyoruz
ve ortalama %6 büyüyor. Daha da ötesini
söyleyeyim, sektöre bir taraftan girdiğinizde
dünyalı oluyorsunuz. Çünkü çok uluslu,
çok milletli bir sektör. Dolayısıyla ben genç
arkadaşlarıma tavsiyede bulunuyorum.
Diyorum ki turizm sektörünü daha yakından
inceleyin, daha fazla ilgi duyun. Halkımıza
da diyorum ki çocuklarınızı bu sektöre
yönlendirin. Çok teşekkür ediyorum.
Gökay OTYAM
Aslında yurt dışına çıktığımızda çok önemli
tesislerin başında Türk yöneticilerin olduğunu
da görüyoruz. Yani bu anlamda bizim kültürel
olarak birikimimiz bir potansiyeli de sağlıyor.
Ben sizden Sayın Fettah Tamince için bir alkış
rica ediyorum.
64
KüreselHedefler için
Sanat ve Müzik
Sırada “Küresel Hedefl er İçin Sanat ve
Müzik” konulu panelimiz var. UNDP’nin
belirlediği ve “Eğer burada yaşamak
istiyorsanız, bu 17 maddede belirttiğim
hususları düzeltmeniz lazım.” dediği
şeylerin üzerine çalışırken, bunları
nasıl gerçekleştirebileceğimizle alakalı
elimizdeki bütün imkânları da bir araya
getirmemiz gerekiyor. Mümkün olan
her sektöre ve her dala uzanmamız ve
onlarla ne yapabiliriz, onu bulmamız
gerekiyor. İşte bu noktada da sanatla,
müzikle buna nasıl katkı sağlayabiliriz
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak
için sanatçılarla nasıl bir birliktelik
sağlayabiliriz konuları hakkında
konuşmak üzere moderatörümüz
Yekta Kopan eşliğinde Sayın İKSV
Genel Müdürü Görgün Taner ve Zorlu
PSM Genel Müdürü Murat Abbas
burada bizimle olacaklar. Alkışlarınızla
kendilerini davet ediyorum.
Halit ERGENÇ
Moderatör
Yekta KOPANSanatçı
Bölüm
12
65
Yekta KOPAN
Halit Ergenç’e çok teşekkür ediyorum, çok
da doğru bir yerden başladı. Sürdürülebilir
kalkınma modellerinden başladı. O kalkınma
modelleriyle ilgili dünyanın bugününde
hem ekonomik hem siyasi sıkıntılar bütün
coğrafyaları kaplamış durumda ve buradan
çıkmanın en önemli yollarından biri de kültür,
sanat.
Ben İKSV tarafından hazırlanan “Kültür
Sanatta Katılımcı Yaklaşımları Birlikte
Tasarlamak Raporu”ndan bir veriyle
başlamak istiyorum. Onların da “Good
Country Index”ten aldığı bir veri bu, İyi
Ülkeler Endeksi. Birkaç sayı söyleyeceğim
size: İyi Ülkeler Endeksinde Türkiye 163 ülke
arasında bilim ve teknolojide 51. sırada, kültür
ve sanatta dünyaya katkısı konusunda 58.
sırada, gezegen ve iklim konularında 60,
uluslararası barış ve güvenlik konusunda
72, refah ve eşitlik konularında da 163 ülke
arasında 103. sırada. 2030’a gidene kadar
halledilmesi gereken çok şey var. Good
Country Index çerçevesinden de yola çıkarak
hemen şunu sormak istiyorum, uluslararası
olmak nasıl mümkün olacak Görgün Taner?
Görgün TANER
Çok teşekkürler öncelikle dinlemeye
geldiğiniz için. Bu kalan süre bizim süre
galiba, değil mi?
Yekta KOPAN
Evet, buraya takılmadan devam edelim, bu
çok gerginlik yaratıyor!
Görgün TANER
Bu formatta tabii hızlı hızlı herkesin
hayatını değiştirecek cümleleri çok fazla
edemeyeceğiz. Ben çok alışkın değilim,
hatta sağ olsun arkada şu anda ismini
unuttuğum bir arkadaşımızdan çok da güzel
bir ipucu aldık. Heyecanı yatıştırmak için
-ki tabii böyle büyük kalabalıklar önünde
konuşmak ve büyük lafl ar etmek belirli bir
heyecanı gerektiriyor- sanatçılar, balerinler
ya da tiyatrocular sahneye çıkmadan önce
muz yerlermiş. Bilmiyorum bu Sosyal Fayda
Zirvesinden geriye ne kalır, ama işte bu
faydalı bir bilgi diye öncelikle bununla
başlayalım dedik. Umarım iyi olmuştur, bunu
birinci sıraya yazarsınız.
Yekta KOPAN
Potasyum o, potasyum yüzünden oluyor.
Görgün TANER
Evet, potasyum da işte onu söylemeyeyim
dedim. Çok bilimsel oluyor o zaman, muz!
Yekta KOPAN
Ama fayda sağlayacaksak tam faydalı olsun.
Görgün TANER
Senin sorduğun soruya, uluslararası olmaya
Murat ABBASZorlu PSM, Genel Müdürü
Görgün TANERİKSV, Genel Müdürü
66
geri gelirsek eğer, bu tip konferans ya
da benzeri yerlerde temelde Türkiye’nin
yapması gerekenleri sıralıyoruz. Burada
da isterseniz madde madde bunları
söyleyelim. Kendimizi yaratıcı endüstriler
diye tarif ediyorsak, bunların başında
yaratıcı endüstrilerin içinde bulunduğu
ortamın ve iklimin muhakkak ve muhakkak
ifade özgürlüğünü yeterince sağlayan bir
iklim ve ortam olması lazım. İkincil olarak
bunun bir hukuki zemine oturması lazım,
bir hukuki altyapı olması lazım ve adalet
kavramının tartışılmaz bir şekilde öne çıkması
lazım. Neredeyse “çıkıyor olması” lazım
diyecektim, son anda döndüm, çıkması
lazım. Sanat eğitimi dediğimiz şey her neyse,
hani burada çok uzun uzun açmayacağız,
ama bunun muhakkak okul öncesi ve okul
sıralarında önemle ele alınması ve her okulda
gerektiğince işlenmesi lazım ve bunların da
belirli bir veri tabanında toplanarak ölçülmesi
ve karar mekanizmalarına politikalar olarak
dönmesi lazım. Niçin? Türkiye’nin dijitalleşme
ve vesaire… -çünkü her cümleyi dijitalliğe
bağlayacağız- ama öncesinde bir meselesi
var: O da ortada veri yok. Yani bize sorsanız
ki kültür sanat dünyasının kendi çapında bu
konuya hâkim insanları diye kabul ediliyoruz,
bize sorsanız Türkiye’de bilet satış büyüklüğü
nedir, kültür sanat dünyası ne kadardır, bu işin
hacmi nedir diye, biz de bu cevabı bilmiyoruz.
Bırakın bizi, zaten sektördeki kimse bilmiyor.
Çünkü bunları ölçebileceğimiz veriler yok.
Hani o işin neresinden başlamamız lazım diye
önce ben bir a, b, c’yi söyleyeyim dedim, d, e,
f için Murat’a bırakıyorum.
Yekta KOPAN
Murat şuradan devam ederek ilerleyelim.
Görgün bugünün tablosunu çizdi, ama
bugünün tablosunda bir yandan da bu
coğrafyanın özellikle bir “hub” olması,
güçlenmesi için önünde çeşitli engeller
var; ekonomik engeller, siyasi engeller,
güvenlik engelleri… Kimi zaman siz konser
düzenlerken başınıza gelen daha fazlası.
Peki, burada sanatsal üretime nasıl bir destek
bekliyorsunuz, bütün yapıdan nasıl bir destek
bekliyorsunuz, bir de bölge lideri olmamız
mümkün mü?
Murat ABBAS
Bölge lideri olmamız mümkün, ama çok
kolay değil açıkçası. Bunun için hakikaten
ilk önce devlet iradesi ve yerel yönetimlerin
iradeleri çok önemli destek olma bakımından.
Biz iki senedir Sónar Barcelona isminde bir
festival düzenliyoruz, buradaki temsilciliğini
yapıyoruz. Bu sene 25.si düzenlendi
Barselona’da, yaklaşık 160 bin kişi katıldı.
Verilen istatistiklere göre -o istatistikler bizde
yok, ama onlarda her türlü istatistik var- böyle
bir festivale116 ülkeden katılımcı gelmiş.
Bu nasıl gerçekleşiyor diye baktığımızda
festivalin ilk gününde zaten o görüntüyle
anladık. Kültür Bakanı başta olmak üzere
Ekonomi Bakanı, hatta İçişleri Bakanı da vardı
67
galiba, bayağı bir devlet çıkarması vardı.
Elektronik müzik festivalinin ilk gününde
böyle bir devlet desteği vardı. Şehre
baktığımızda şehrin her tarafında mutlaka
bu festivalle ilgili tanıtımlar, güçlü destekler
söz konusu. Bizim özerk kuruluşlar olarak
bölgede liderliği mümkün kılabilmemiz çok
olası değil açıkçası, seneler geçtikçe farklı
farklı zorluklarla baş etmeye çalışıyoruz.
İki hafta önce Londra’da IFF-International
Festival Forum konferansına katıldık ve
şunun farkına vardık; iki sene önce ajanslara
terörden yakınıyorduk, şimdi de ekonomik
sebepleri konuşuyoruz.
Yekta KOPAN
Hep bir şekilde yakınıyorsunuz ama.
Murat ABBAS
İnsanların karşısında hep bir mazeret
açıklamaya çalışıyoruz. Zorlu PSM geçtiğimiz
hafta içerisinde 5. yaşını doldurdu, ben de 4
senemi doldurdum. Ben göreve başladığımda
kurlar üç katı aşağıdaydı. Bunlar tabii ki bizi
çok çok zorluyor, ama aynı zamanda klişe
bir cümle kuracağım, bu tip krizler yerel
değerlere yönelmemiz için bir fırsat da
yaratıyor. Şimdi sürekli ithal eden değil, biraz
da ihraç eden nasıl olabiliriz, onun üzerine
kafa patlatıyoruz. Bölge lideri olabilmek için
de ilk önce bu işin içeriğiyle ilgili yurt dışından
belli başlı kültür kurumlarıyla iş birlikleri
yapmamız gerekiyor.
Yekta KOPAN
Harika, buraya geleceğim, bu yurt dışına
çıkarabilme meselesine… Görgün, dünyadaki
kültür kurumlarıyla ilgili meseleyi soracağım,
ama ondan önce şunu söylemek istiyorum.
2030 diyoruz tamam ama biz daha 3 ay
sonrayı göremiyoruz Murat’ın söylediği
tabloyla. Karar verici olmak, başat aktör
olmak hiç kolay değil, hatta mümkün değil.
Bütün bu durumun içinde 2030’a giderken
dünyadaki kültür kurumlarıyla ilişki nasıl
kurulmalıdır, nasıl kurulabilir ya da şu andaki
durumda neredeyiz sence?
Görgün TANER
Şu anki durumda önce yine yapılması
gerekenlerle ilgili bazı şeyler söyleyeyim.
Aslında Murat çok önemli bir şeyin altını
çizdi. Pazarlama alanında çalışanlar da
bilirler; “İçerik kraldır” diye bir laf vardır. Hoş
sonradan müşteri godzilladır gibi başka türlü
şeylere de dönüştü, ama bizim için, özellikle
sanatsal alanda “İçerik kraldır” kavramı çok
geçerli.
Sanatsal üretimin olabilmesi için hangi
koşulların başat olduğunu biraz önce
söyledik, o koşulların sağlanması lazım.
Uluslararası alana çıkabilmek için de temel
iki tane değeri en yukarıya yazmamız ve
ondan hiç taviz vermememiz lazım. Çünkü
standardizasyon gerekli, senin konuştuğun
dili belki uluslararası kültür kurumları
konuşmuyor. Bütün kültür kurumlarının
ve bütün kurumların konuşması gereken
iki dil var: Bunlardan bir tanesi İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi, ikincisi de
68
UNESCO’nun Kültürel Çeşitlilik Bildirgesi.
Bunların ikisinin de altında hem bizim ülke
olarak imzamız hem de ilişkiye geçeceğimiz
kültür kurumlarının bulunduğu ülkelerin
hükümetlerinin ya da devletlerinin imzası var.
Önce bunu temel olarak almamız lazım.
Buradan yola çıktığımızda da sanatsal
üretimi teşvik etmek için parasal olsun,
sosyal olsun, kültürel ve eğitim alanlarında
bütün fonksiyonları harekete geçirecek
bir mekanizmayı, bir iklimi, bir ekosistemi
harekete geçirmemiz lazım. Belki
söylediklerim çok teorik gelecek, ama
önünde-sonunda işin özü bu. Bu da sanatsal
üretimi artıracak ve bu sanatsal üretim de
önce komşularımızdan başlayarak dünyaya
açılacak. Çünkü sanat evrenseldir sınır
tanımaz diyoruz. Ama şu anda dünyaya
çıksanız ve hangi sanatçımız dünyanın 365 ya
da bilmem kaç ülkesinde tanınıyor deseniz,
belki başkaları da vardır, saygısızlık etmek
istemem, ama Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say ve
Orhan Pamuk ilk üçü teşkil ederler. Bundan
sonrakiler nasıl yetişir, bunu bir tartışmamız
lazım.
Kültür kurumlarının uluslararası olmasıysa
sadece kurumların kendi aralarındaki değil,
ülkeler arasındaki ilişkilere de bağlı. Batıdaki
kültür kurumlarıyla ilgili ilişkinin de temel
bir özelliği var. Aman biz size yardım etmek
istiyoruz, ne yapıyorsunuz, nedir bu haliniz
şeklinde yaklaşımlara artık maalesef karnımız
tok diyoruz. Eşit ilişki olması lazım. Bu da
yapımcı, oyuncu ya da bu alanda çalışan
bütün kültür sanat aktörlerinin eşit bir şekilde
masaya oturması ve bu iş birliğini tetiklemesi
ve planlamasıyla oluşur.
Yekta KOPAN
Murat, yeşil renk sarı renge döndü. Gerildin
mi?
Görgün TANER
Ama bak, çok kısa konuştum.
Yekta KOPAN
Nasıl kısa konuştun, renk değişti sen
konuşurken, mevsim geçti. Bayağı baharda
aldın, sonbaharda bıraktın. Her yurt dışına
gittiğimizde çok konuştuğumuz bir şey
var: Bizim gerçekten de bir konser turları
rotasında merkez olmamız mümkün mü?
Mümkünse sence neyle mümkün?
Murat ABBAS
2008 yılında bambaşka bir şey konuşuyorduk
açıkçası, İstanbul hakikaten yükselen bir
yıldızdı, hem kültür sanat alanında hem de
69
daha dar bir alanda, müzik sektöründe.
Biz ajanslara turne programlarına göre
sanatçı almak için toplantılara gittiğimizde
İstanbul’dan geldiğimiz için çok havalıydık.
İnanılmaz itibarlıydık. Newsweek’in “Cool
İstanbul” diye bir kapak konusu vardı hatta
hatırlayacak olursan. 2010’da İstanbul
Avrupa Kültür Başkentiydi. O noktadan
sonra biz Sisyphus’un hikâyesi gibi bir yere
tırmanıyoruz tırmanıyoruz, sonra tekrardan
geri düşüyoruz.
Şu anda hem ekonomik anlamda hem
güvenlik anlamında hem de politik sebeplerle
ilgili işimiz çok çok zorlaştı, ama PSM adına
konuşayım, biz yine de her şeye rağmen
geçtiğimiz sene 1.000’den fazla etkinlik
yapmış durumdayız. Bunların %50’den fazlası
da yabancı içerikli şeyler. Çok zorlanıyoruz,
ama başarılı olduğumuzu da düşünüyorum.
Bunu kırabilmek için de yan yana durabilmek
çok önemli. Hem kurumlar olarak hem
de kişiler olarak yan yana durmaktan
bahsediyorum. Mesela, İKSV yanımızda,
festivallerini bizimle birlikte yapıyorlar,
BKM’yle çalışıyoruz, Devlet Opera Balesiyle
çalışıyoruz. Hakikaten yan yana durarak bu
zorlukları aşmaya gayret ediyoruz. Burada
resmi görevliler veya resmi makamlar varsa
da büyük hedefl erle ilgili bu destek olmadan
özel kuruluşlar adına coğrafi anlamda çok
fazla ileri gitme şansımız yok.
Yekta KOPAN
Çok teşekkür ediyorum. Ben de son olarak
şunu söyleyeceğim: Bize “Bir de her şeyi
dijitalizasyona bağlarsanız iyi olur.” dediler.
Ben de bağlayarak bir fi nal yapmak istiyorum.
Dijitalize etmek ya da dijitalizasyon sihirli bir
değnek değil, sihirli bir değnekse de ancak
akıllı bir zekânın elinde sihirli bir değnek
olabilir. Ona çok fazla güvenip onunla
yarınlara gidebileceğimizi düşünmeyelim. Biz
kültür sanat üretiyoruz ve kültür sanat hikâye
anlatır. Biz hikâyeler anlattığımız, insanı insan
yapan hikâyeleri birbirimize taşıyabildiğimiz
için değerli bir şey yaptığımızı ve bütün bu
ekonomik, siyasi sıkıntıları çözebileceğimizi
düşünüyorum.
Hikâyelerimize din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı
yapmaksızın sahip çıkmazsak 2030
rakamdan, dijitalizasyon da sihri olmayan bir
değnekten öte başka bir şey değildir.
Hepinize çok teşekkür ediyoruz. Sahneye
çıkmadan muz yemeyi unutmayın.
70
Sosyal FaydayıFonlamak
Bülent ÖZCANProje Uygulama Başkanı, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı
Moderatör
Ali Ercan ÖZGÜRIDEMA, Kurucu
Evet, şimdi sıra geldi en önemli noktalardan
birine: “Sosyal Faydayı Fonlamak”. Pek çok
sosyal fayda sağlayacak çalışma nedense
teoride kısıtlı kalabiliyor, mutlaka fi nansal bir
desteğe ihtiyacı olabiliyor. İşte bu noktada
neler yapmalıyız? Pek çoğunuzun aklında
biz o fi nansal desteğe nasıl ulaşırız, onlar
bizi neye göre fonlar, ne şekilde buluşuruz
ve bu gerçeği nasıl hayata geçiririz soruları
var. Düşünülen pek çok proje muhtemel
ki “Canım, biz buna para bulamayız, bu
gerçekleşmez.” denildiği için proje olarak
kalıp, dosyaların arasında kaybolup gidiyor.
Böyle olmamalı bundan sonra. İşte bunun
için sahneye Ali Ercan Özgür, Bülent Özcan,
Burçak Çullu ve Fabio Sofi a’yı çağıracağım.
Alkışlarınızla gelecekler.
Halit ERGENÇ
Bölüm
13
71
Ali Ercan ÖZGÜR
Şimdi konu fi nans, para olunca bana
parayı koklayan adam diyorlar arka tarafta.
Panelimizi yarı Türkçe, yarı İngilizce
yapacağız. Fabio’yla başlayacağız. Fabio,
bir sivil toplum kuruluşu olan Sustainable
Finance Ceneva’nın başkanı, aynı zamanda
kendi yatırım şirketi var. 15 yıldır “social
impact” alanında fi nansman sağlıyor.
Bugüne kadar 5 milyar avronun üzerinde fon
sağlamış durumdalar ve Latin Amerika’dan
Afrika’ya kadar birçok projeyi destekliyorlar.
Konuşmasında bize biraz “impact fi nance”ın
çerçevesini çizecek.
Bülent Bey Dışişleri Bakanlığından. Yeni AB
Bakanlığımız Dışişleri Bakanlığı oldu, ama
uzun yıllardır Avrupa Birliği fonlarını getirerek
sivil toplumdan başlayıp birçok alanda
kalkınma fonlarını geliştiriyorlar.
ICE Avrupa’da, Afrika’da, pek çok ülkede 100
milyon avroluk portföy yöneten Belçikalı bir
şirket. Burçak Çullu Avrupa Birliği ve diğer
fonlarla ilgili kendi tecrübelerini anlatacak.
Aslında sabahtan beri birçok konuyu
konuşuyoruz sosyal tarafl a ilgili, peki bu işin
fi nansmanı nasıl olacak?
Fabio SOFİA
Okay, thank you very much. I did not
understand what he said, but sorry, I am
from Geneva. So, in Geneva, there is a lot of
chocolate and there are a lot of mountains,
but there is also money. When there is a
lot of money, people try to think about it
and what to do with this. Many things have
changed for the past 10 years, because
since the crisis, many people start asking
for a sense of purpose of what to do with
the money. And that’s how actually was
started talking about impact investing. So,
10 years ago, impact investing did not exist
as words together, but now you do not fi nd
a single bank that is not asking or talking
about impact investing. So, what is impact
investing? I think there are two things that
you have to retain about this. The fi rst
thing is the intention: The intention to have
an impact on society or environment. The
second thing that you have to retain about
impact investing is the capacity to measure
the impact. So, if you have the intention to
have an impact and you can measure it,
then you can do impact investing. And that
is very important, because there’s a lot of
interest coming from the banks and from
capitals. There has never been so much
money in the world today. So, if you bring a
project that has a kind of sense of purpose,
there’s a lot of chance that you will be able
to fi nd money. I started fi fteen years ago in
an investment company, doing micro fi nance
in emerging markets. So, our goal was to
identify, selecting assets banks in Africa, in
Latin America or in Asia that we are doing
microfi nance, fi nancing microentrepreneurs.
So, it was about fi nancial inclusion. So, it
was diffi cult, at the beginning, to convince
people to invest in there, but actually we
Fabio SOFIASustainable Finance Geneva, Başkan
Burçak ÇULLUICE Türkiye Direktörü
72
had a great success and we gather many
billions of dollars in microfi nance. We’ve
been investing in seventy countries, and
almost never lost any money. So, that was
a big success actually to convince pension
funds, banks, high-net-worth individuals, that
you can do something for good, and still get
some return, and not to lose money. And,
if I can give other examples: For example,
microfi nance today is an example. It’s about
fi fteen billion dollars that were invested in
microfi nance. So, you talk about a fi nancial
inclusion and the number of jobs. It’s also
a woman empowerment tool that is very
important. I give you another example. It is
green bonds. Green bonds are securities
that invest in the energy transition. So, you
structure a security with the intention to have
an environmental impact. And today, there
are about two hundred billion dollars that are
invested in green bonds. I worked personally
in Geneva, for the Canton of Geneva, the
city of Geneva, to structure the fi rst bond,
the green bone. It was an amazing success
actually to show to the political side that can
raise capital, and it’s easier to raise capital,
if you give this green color to the security.
So, my message now is that if you have a
sense of purpose and you want to create
an impact, whether social or environmental,
there are many people looking for this.
You have to structure investment in a way
that bankers and investors can understand
it. And if you do it well, there are a lot of
chance that you can do it. We talked a lot
about sustainable development goals. As
you’ve probably heard, there is a lot of
capital that is requested to be invested in the
development. And we all know that ninety
fi ve percent should come from the private
sector. So, it’s an invitation to think diff erently
for your investment, and to present your
investment in a way that bankers can
understand it. So, that’s my small and short
introduction of four minutes.
Ali Ercan ÖZGÜR
Hemen Türkçeye geçelim, Bülent Bey.
Bülent ÖZCAN
Öncelikle çok teşekkür ediyoruz. UNDP bizim
beraber çalıştığımız kuruluşlardan bir tanesi,
her ortamda da birlikte paslaşarak ilerlemeye
gayret gösteriyoruz. Bizi de bugün buraya
davet ettiler. Aslında Fabio da çok güzel
söyledi, dünyanın neresine giderseniz gidin
ortak akıl ve herkes birbirini takip ediyor. İyi
bir şey yapmak isteyen, gerçekten topluma
yararlı sosyal anlamda fayda üretmek isteyen
kişilere, kuruluşlara her zaman için kaynaklar
var. Bu sadece dünyanın farklı yerlerinde
değil Türkiye’de böyle.
Bugün Türkiye’de başta sivil toplum
örgütleri olmak üzere, kooperatifl er, sosyal
girişimciler, sosyal anlamda fayda sağlamak
isteyen mahalle girişimleri, bir araya gelmiş
yapıların her biri aslında çok farklı kurumların
kaynaklarına ulaşabilecek durumdalar.
Ama en büyük problem nasıl ulaşacaklarını,
ne yapacaklarını, nasıl başlayacaklarını
bilmiyorlar ve içlerinde çok büyük korku
var. Örneğin, biz daha önce Avrupa Birliği
Bakanlığı, şimdi yeni adımızla Dışişleri
Bakanlığı AB Başkanlığı olarak Türkiye’de
AB mali yardımlarının koordinasyonundan
sorumlu kuruluşuz ve ana unsurda da
özellikle sivil toplum örgütlerine sağlanan
kaynakların koordinasyonunu yapıyoruz.
Derneklerle, vakıfl arla, onları temsil eden
kuruluşlarla, kooperatifl erle ve az önce
saydığım kişi ve yapılarla beraber çalışıyoruz.
Türkiye’nin hangi bölgesine gidersek gidelim
karşılaştığımız en büyük tereddütlerden bir
tanesi şu oluyor; “Biz bir çalışma yapmak
istiyoruz, ama Avrupa Birliği bize mi kaynak
verecek? Türkiye’de biz mi kaldık AB’nin
destek vereceği?” Aslında İstanbul’da bile
zaman zaman karşımıza geliyor, biz bunu
73
alabileceğimize veya böyle bir destekten
yararlanabileceğimize inanıyoruz diyorlar,
ama nasıl ilerleyecekleri ve ne yapacaklarını
bilmiyorlar. O yüzden sosyal fayda üretmek
isteyen tüm kişilerin, grupların, girişimlerin,
sivil toplum örgütlerinin bu süreçleri biraz
yakın takip etmeleri gerekiyor.
Aslında hepsi birbirine benziyor. Bir proje,
bir fi kir geliştirebilirsiniz ve bir özel sektör
fi rmasına, bir girişimciye, bankaya ya da
devlet kuruluşuna fi krinizi anlatabilirsiniz. Peki
neden sizi seçsin? Sizin gibi fi kir geliştirebilen
pek çok yapı var. O zaman bir farkınız
olmalı, bir yapınız olmalı. Bu yüzden de ister
Avrupa Birliği kaynakları olsun ister devlet
kurumlarının kaynakları olsun, bu kaynaklar
yarışmacı bir modelle, hibe programları
dediğimiz modellerle ya da desteklerle
hayata geçiyor. Bu sabah Gençlik Spor
Bakanımız buradaydı. Örneğin, Gençlik Spor
Bakanlığının da sivil örgütlere ve girişimlere
destek verdiği programlar vardı. İçişleri
Bakanlığımızın sivil toplum örgütlerine yönelik
destekleri var, AB’nin sivil toplum örgütlerine
yönelik destekleri var; bunları doğru bir
şekilde takip etmek lazım.
Türkiye’nin herhangi bir şehrinden, bir
ilçesinden, ilinden ne tarz yapıda olursanız
olsun kendinize güvenerek bu hibe
programlarını takip etmeniz gerekiyor ve
bu yapıların, bu sistemlerin nasıl işlediğini
öğrenmeniz gerekiyor. Bunu öğrendikten
sonra gerisi gerçekten kolay. Zaten bu
ekosistem içine bir kere girdiniz mi, bu
yapının içerisinde bir kere bulundunuz mu ilk
etapta fon almasanız da önemli değil, ama o
özgüvenle, o yapıyla bundan sonrakileri bile
takip ederek fon alabilme imkânına sahip
olabiliyorsunuz. Dolayısıyla ister UNPD’nin
ister Avrupa Birliğinin ister devlet kurumlarının
ister sosyal girişimlere fon sağlayan destek
yapılarının her biri o açıdan bakıldığında
sizlere birer imkân sağlıyor.
Biz Avrupa Birliği Bakanlığı olarak bugüne
kadar sivil toplum örgütlerini destekleyen
birçok program yürüttük. Bu programların
içerisinde sivil toplum örgütlerinin kapasitesini
güçlendiren, yani faal oldukları alanda daha
faal olmalarını sağlayan programlar da vardı.
Türkiye’deki STK’ların, AB üyesi ülkelerdeki
STK’larla ortak Türkiye’deki sosyal sorunlara
çare üretmeyi hedefl eyen projelere de
destek programları da vardı. Bugüne kadar
binlerce proje bu programın altında fi nanse
edildi. Siz de bunlardan bir tanesi olabilirsiniz.
Önemli olan bu programları doğru bir şekilde
takip etmek, kendinize güvenmek ve bu
ekosistemin parçası olabilmek adına gerekli
araştırmaları yapmak.
Ali Ercan ÖZGÜR
Vallahi ağzınıza sağlık. 5 milyar avro oradan,
5 milyar avro buradan, 10 milyar avroluk
bir sahne var. Peki Burçak, bu fonlar nasıl
oluyor? Hakikaten kamu tarafında, özel
sektör tarafında bu fonlar ortada var. Buna
erişmenin yöntemleri neler ve siz buna nasıl
yol açıyorsunuz?
Burçak ÇULLU
Ben de Bülent Beyin sunumundan sonra
şöyle bir davette bulunacaktım: “Hadi o
zaman buyurun, hepiniz için fonlar burada
var, mekanizmalar mevcut.” Biz 25 yıldır
Avrupa Birliği ve diğer fonlarla ilgili proje
yürüten uluslararası bir şirketiz. Türkiye’de
özellikle sivil toplum alanında çok etkiniz.
Burada arkada videosu dönen Bülent Bey’in
de bahsettiği Sivil Toplum Diyaloğu projesini
6 yıl süresince yürüttük. Bu proje kapsamında
hibe programları, hibe destekleri veriliyor.
Konular çevreden başlıyor ve enerji ve diğer
konulara kadar uzanıyor ki yeni dönemde
konu bağımsız olacak. Çok ciddi öğrenmeler
var içinde, öncelikle buradaki bütün
konuşmacıların bahsettiği “Siz gerçekten ne
istiyorsunuz?” sorusunu soruyor olmak, “Sizin
74
hedefi niz gerçekten ne?”, bu soruyu soruyor
olmak ve Bülent Bey’in bahsettiği üzere “Sizin
projenizin unique value proposition denilen
hani sizi farklı kılacak, özgün kılacak noktası
nedir?” sorusunu kendinize soruyor olmak
çok kıymetli. Bütün proje hazırlıklarımızda
bizim kendimize sorduğumuz sorular bunlar
ve bunların biraz da ötesi.
Özellikle sivil toplum alanında 6 yıldır
yürüttüğümüz Sivil Toplum Diyalogu
projesinin teknik destek tarafından sonra
edindiğimiz çok ders var. Bu dersi daha
sonra alıp Türkiye’de Sivil Düşün projesine
aktardık ki Sivil Düşün projesinin de harika
bir hikâyesi var. Hatta takım lideri de şu anda
aranızda, hikâye şöyle: 2010-2011 yılında
yapılan bir analiz sonrasında daha erişilebilir,
daha hızlı destek mekanizmalarına ihtiyaç
duyulduğu saptanmış. Bu mekanizmalara
başvurmak için illa ki bir tüzel kişiliğiniz
olması gerekmiyor, tek bir aktivistseniz
ve topluma hak temelli fayda sağlayacak
bir fi kriniz varsa bireysel düzlemde dahi
başvurabiliyorsunuz. Burada tekrar ikinci
“Hadi buyurun!” çağrımı yinelemek isterim.
Çünkü şu anda Sivil Düşün programında 50
avrodan 5.000 avroya kadar destek veriliyor.
Program kapsamında fi krinizle gidip destek
almanız mümkün, bilgi transferi desteği
alabiliyorsunuz. Başvuru modelleri oldukça
kolay, sadece ne istediğinize çok iyi karar
veriyor olmanız önemli ve çalışmalarınızın hak
temelli olması lazım.
Bir diğer proje yine ICE tarafından yürütülen
çok kıymetli bir proje olan ve hâlâ devam
eden Kamu-Sivil Toplum İş Birliği Projesi.
Benim gibi projeci olanlar bilirler, asıl
amacımız kamu-sivil toplum diyaloğunu
kurmak, bilgi transferini kolaylaştırmak, iyi
uygulama örneklerinden faydalanmak ve
fayda sağlamak, sosyal fayda sağlamak
çerçevesinde çiziliyor.
Diğer bölgelere de açılacak olursam örneğin
şu anda Kongo’da sağlık projesi aldık ve
yürütüyoruz. Afrika’da 16 milyon insanın
sağlık hizmetlerine erişimi hedefl eniyor.
Bu biraz bir elin nesi var, iki elin sesi var
çerçevesiyle çizilebilecek ve başarılabilecek
bir şey. Sevgili dostum Ercan da bahsetti,
şimdi yeni dönemde bizi bekleyen çok
ciddi engeller de var. Şu anda bizim şirket
olarak bir tüyomuzu sizlerle paylaşayım.
Bundan sonra biz etkinlik odaklı proje
ihale sunmayacağız, sunacak olduğumuz
projelerin hepsi çıktı odaklı projeler olacak.
Yani biz bu faaliyeti yapacağız ya da örneğin,
etkinlik düzenleyeceğiz demeyeceğiz, ama
düzenlediğimiz etkinliğin çıktısı toplumsal etki
anlamında bu olacak diyeceğiz, bu da bizden
size güzel ve küçük bir hediye olsun. Çünkü
şu anda İpek Yolu gibi açılmış çok büyük bir
yol var önümüzde, Avrupa Birliği projeleri
çok fazla, geniş ve derin, bunu yaparken de
İdema’yla ve diğer yerelde sahada etkin olan
kuruluşlarla ortaklıklar kurmayı hedefl iyoruz
ki bunların adımlarına başladık. Sanırım çok
hızlıca, nefes nefese aktarabileceklerim şu
anda bunlar.
Ali Ercan ÖZGÜR
Kısa bir süremiz daha var. Dünyada
kalkınmanın fi nansmanı 500 milyar dolarlık bir
sektör ve bu işin geleceği çok büyük yerlere
doğru gidiyor. Ama bunun için de doğru
projeleri bulmamız gerekiyor ve Türkiye
bunun için müthiş bir laboratuvar. Son birkaç
cümle için sözü Fabio’ya veriyorum.
Fabio SOFİA
Well, the future of fi nances would be the
question, because there’s a question on
what the fi nancial sector needs to do
now. This is because, we saw, last week,
that two Nobel prizes for economy were
granted to professors that actually said
something very intuitive. Actually, when you
75
invest in something that doesn’t respect
the environment, there’s a problem of
sustainability of your investment. I would
think that even my kids would understand
this, but actually you need Nobel prize,
and you need the economist to prove that
it’s actually true. If you are investing in an
industry that doesn’t respect environment,
you will have a problem in the long run.
So, now I think there’s a combination of
academics, of politics, that truly infuse
stress into the fi nancial sector to change the
behavior —behavior in the decision-making
process to really change and integrate other
things rather than only short-term profi ts.
So, it’s important, I think for you, and for
everything that has been said, to integrate
this into your way of thinking is a way to be
more sustainable. Really, integrating non-
fi nancial criteria is a way to do it diff erently
and sustainably.
Ali Ercan ÖZGÜR
Thank you very much.
Bülent ÖZCAN
Ali Ercan, bitirmeden az önce bir şeyler
eklemek istiyorum. Bu kaynaklara
erişimin nasıl olması gerektiğini ve
cesaret konusunu söyledik. Aslında bizler
konuşurken arkamızda, size bahsettiğim bu
programlardan fi nanse edilmiş, sürdürülebilir
kalkınma hedefl eri doğrultusunda hayata
geçmiş, kimi devam eden, kimi bitmiş,
Rize’den Ankara’ya, Aydın’dan başka
şehirlere kadar 17 tane küçük sivil toplum
örgütünün hikâyelerini gördünüz.
Önümüzdeki 2-3 aylık zaman diliminde
bununla ilgili, sosyal fayda yaratmak isteyen
sivil örgütlere, kooperatifl ere yönelik olarak
belki iki hibe duyurusu olacak. Bunlardan bir
tanesine biz Sivil Toplum Destek Programı
diyoruz. Bir Avrupa Birliği programı olacak
bu, yaklaşık 3 milyon avroluk bir program.
Sivil toplum örgütlerinde proje başına 150
bin avroya kadar destek sağlayacağız
ve konu sınırlaması yok. Silah kaçakçısı
değilseniz, çocuk kaçırmayacaksanız,
uyuşturucu satmıyorsanız, öyle bir faaliyette
bulunmuyorsanız çocuk haklarından insan
haklarına, girişimcilikten kırsal kalkınmaya her
alandaki sivil girişimler bu programa başvuru
yapabilecekler.
Bir başkasıysa ekranda örneklerini
gördüğünüz Sivil Toplum Diyalogu
Programları. AB sürecinin her konusuyla,
yani yine bölgesel kalkınmadan teknolojiye,
sosyal girişimcilikten fi nansmana, sivil
toplumu güçlendirmeden çevreye, belki
de enerji verimliliğine kadar her alana
dokunabileceğiniz programları destekleyecek
bir programımız olacak. Onun da teklif çağrısı
yine bu 2-3 aylık zaman dilimi içinde olacak.
Ben salonda sivil toplum şapkası olan, sivil
girişim şapkası olan, kooperatif şapkası olan
bütün sosyal fayda yaratmak isteyenleri bu
programlara davet ediyorum.
Ali Ercan ÖZGÜR
Konuşmacılarımız gün sonuna kadar
buradalar, o yüzden aralarda bütçe arayan
varsa bize gelsin deyip kapatıyorum.
Sizlere ve organize edenlere çok teşekkürler.
76
Fayda için Gıda
Şimdi sıra geldi “Fayda İçin Gıda”
panelimize. Türkiye’de TÜİK’in verilerine
göre 2018 haziran ayında 4 kişilik ailenin
açlık sınırı 1.714 lira olarak açıklanmış.
Bu yoksulluk sınırı değil, açlık sınırı ve
hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de pek
çok ailenin geliri bunun altında. Bana
sorarsanız bu bizim medeniyetimizin,
bu kadar köklü bir toplumun, bu kadar
birbirini seven, yardımlaşmayı seven
misafi rperver, dostundan, tanımadığı
insandan dahi esirgemeyen bir
toplumun en evvel çözmesi gereken
sorunlardan biri. Tabii ki sadece
Türkiye’ye has bir sorun değil, dünyanın
pek çok yerinde yaşanan bir şey.
İşte bu noktada şunu düşünmek
gerekiyor: Başta sormuştum “Yemeğinizi
tabağınızda bırakıyor musunuz?” diye,
sadece o da değil mesele. Tüketimimizi
ihtiyacımızla kısıtlayıp, aynı zamanda
acaba faydalı yere ulaşacak, ihtiyacı
olan insanlara ulaşacak gıdayı nasıl
temin edebiliriz, bunu nasıl organize
edebiliriz, önümüzdeki engeller nelerdir,
o engelleri kaldırmak için nasıl bir
çalışma yapmamız gerekiyor sorularına
yanıt aramamız gerekiyor.
Fikirlerini almak üzere sahneye
Rama Alkalas, Serhan Süzer ve Ebru
Baybara’yı davet ediyorum alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Rama ALKALASTopluluk Yöneticisi, Refugee Life Food Incubation
Bölüm
14
77
Rama ALKALAS
Good afternoon everyone. My name is
Rama, I am working in IDEMA, for the Life
Project, and I am here to introduce the Life
Project to you. As we know, for this powerful
tool to connect human beings and bring
people together, it can tell a great deal about
people, culture and history. No wonder, why
immigrants always start a food business
abroad. We believed in the power of food,
and because of that, the entrepreneurship
is an ideal way to integrate Arabic speaking
communities with Turkish hosting society and
to introduce such rich culture to each other.
“Life” is a project is that a training program for
Arab and Turkish food sector entrepreneurs,
where social integration may be possible.
Founded by the US government, we are
fi ve partners which are IDEMA, CIPE, Union
Kitchen, the William Davidson Institute of the
University of Michigan, and Stimson Center.
Over the past years, Life Project graduated
two cohorts of fi fty-fi ve members. As we enter
the second year, we launched the training
of the third cohort in Istanbul and started
establishing another center in Mersin. We
are training our members on how to open
a business in the food sector through a
three-month course of theoretical models,
complemented with workshops tailored for
our members’ needs, and opportunity to
use a professional test kitchen to prepare
their recipes, many gastro diplomacy events
and mentorship program. After that training
is completed, we off er consultancy service
relating to legal, fi nancial and food value
chain method. At the end of the trainee
program, members have the chance to join
a business pitch competition and the best
projects get seed funding. Most importantly,
the Life Project is a chance for our members
to connect and meet new friends in a foreign
place. For many, it was a glimpse of hope
and the second home. As the staff , indeed,
acted as a family this compassionate outlook
of the Life Project is what makes it more
than just that a training center, as change
takes place for days on. Moreover, many
of our graduate members have taken big
steps in establishing their businesses. And I
would like to introduce you one of them. Her
name is Fatma Fuad, a Yemeni lady who had
her own bakery banking Yemen but had to
move to Istanbul. 10 days ago, we attended
the big opening of a Yemeni Café in Faith,
Istanbul, to which Fatma supplies her lovely
cupcakes and other delicious sweets. Life
Project is designed to keep entrepreneurs
and environment where they can stand on
their feet again. And we believe that food
is culture, but it’s also power. I would like to
thank you for your listening and presence
here today.
Thank you. Now I will give the word for Mr.
Serhan, founder of TİDER.
Serhan SÜZER
Size hızlı bir şekilde TİDER’i anlatmaya
çalışacağım. Özetle TİDER israfı önleyerek
Ebru BAYBARAŞef, Girişimci, Cercis Konağı Mardin
Serhan SÜZERKurucu Başkan, TİDER (Temel İhtiyaç Derneği)
78
ihtiyaç sahiplerinin kendi ayakları üzerinde
durmalarını sağlıyor. TİDER’in israfı önleme
vizyonu bu şekilde. Biz ne yapıyoruz? Gıda
üreticileri, toptancılar ve perakendecilerden
ürünleri üçe ayırıyoruz İhtiyaç sahipleri için
olan ürünleri gıda bankalarına aktarıyoruz.
Gıda bankalarına da depo, market ve aşevi
olmak üzere 3 formatta geliyor. Vaktim
olmadığı için detaylara inemiyorum, ama
daha fazla bilgi etmek istiyorsanız TİDER’le
her zaman temasa geçebilirsiniz. İhtiyaç
sahipleri için gıda bankalarına, hayvanlar için
hayvan bakımevleri ve hayvan gönüllülerine
ve artık organik atık statüsünde olmuş
ürünlerin de biyogaz ve kompost tesislerine
bağışlanmasını sağlıyoruz. Bu vizyonu koyduk
ve 2010 senesinden beri Türkiye çapında,
bunu oturtmaya çalışıyoruz.
Burada belirtmek istediğim bir şey var.
Sonuçta iyilik kopyalanarak çoğalır, buna
hiçbir itirazım yok ama bu modeli bire bir
kopyalayıp, bu şekilde devam eden birtakım
fi rmalar var. Burada bir tek itirazım var; gıda
bankaları üzerinden komisyon geliri elde
etmek kesinlikle etik değildir. Bunun altını
çizmek istiyorum. Örneğin, sivil toplum
kuruluşları bir satış noktası değildir. Siz sivil
toplum kuruluşuna gidip de ondan ürün
alırsan ben sana ürün vermem diyerek
yaptırım koymaya çalışmazsınız. Bu çok
yanlıştır, bunu bir sosyal girişim olarak
piyasaya süremezsiniz.
İsraf önleme vizyonumuzu Destek Bulutu
Platformumuzla destekliyoruz. Destek Bulutu
Platformu Türk yazılımcıların geliştirdiği
bir yazılım. Bu yazılımla gıda fi rmaları,
perakendecileri, üreticileri boşa çıkan ürünleri
bu platforma yüklüyorlar, paylaşımı gören
gıda bankaları o ürünleri rezerve ediyor,
anlaşılan saat zarfında gidiyor ve alıyorlar.
Otomatize ettiğimiz bu sistemi şu anda
Türkiye çapında yaymak için uğraşıyoruz.
Ürünleri kurtardık, ihtiyaç sahiplerinin
karınlarını doyurduk ama bununla bitmiyor.
Biz Gıda Bankacılığı Derneği olarak
başladık, ama işi çok dönüştürdük ve farklı
bir yere getirdik. Ne yapıyoruz? Meslek
edindiriyoruz. STK dayanışmasını başlattık
ve mikro girişimciliği teşvik ediyoruz.
Meslek edindirme konusunda Destek İK
Platformunu geliştirdik. Bu da bir başka
yazılım, burada bildiğiniz kariyer.net’in
ihtiyaç sahibi versiyonunu hazırladık. İhtiyaç
sahibi platform üzerindeki açık pozisyonları
görüp iş başvuruları yapabiliyor. Aynı şekilde
insan kaynakları yöneticisi de TİDER’in veri
tabanına bakarak ihtiyaç sahibini mülakata
çağırabiliyor. Destek İK Platformunda, STK
dayanışmasını bu sene başlattık. Bu çok
önemli, çünkü ihtiyaç sahipleriyle yaptığımız
mülakatlar bir anlamda psikolojik terapi gibi
gelişiyor ve o terapide birçok farklı ihtiyaçları
olduğu ortaya çıkabiliyor. Örneğin tekerlekli
sandalye ihtiyacı oluyor. Biz onları TOFD’ye
yönlendiriyoruz ki tekerlekli sandalyeyi
alabilsinler. Kendi ayakları üzerinde durmaları
için kendimizi bunları yapmak zorunda
hissediyoruz ve yapıyoruz.
Aynı şekilde bebemoss projesi ile mikro
girişimciliğe başladık. Bu da harika bir proje,
ilk Maltepe’de başladık. Bizim derneğin
kuruluş yeri de Maltepe. Burada hanımlar,
özellikle evden çıkmak istemeyenler örgü
oyuncak bebekler yapıyorlar. Bu ürünler
Amerika’da, Avrupa’da çok çeşitli yerlerde
satılıyor ve gelir elde ediyorlar. Dolayısıyla
kendi ayakları üzerinde durmalarının bir
başka yolu da bu.
Bizim için neler yapabilirsiniz dersek; ürün
bağışı, nakdi bağış, Gitti Gidiyor, Givin,
yardımsever koşulları, gönüllü günlerine
katılma, Pro Bono destek ve bizim
tanıtımımıza katkıda bulunarak yardımcı
olabilirsiniz. Bir sivil toplum kuruluşu
açısından gurur duyduğumuz bir inovasyon
ödülünü de size anlatmak isterim. Biz Global
FoodBanking Network tarafından Destek
İK modülümüzle 2017 senesinde bu ödülü
kazandık ve şu anda Global FoodBanking
Network’un Türkiye’deki tek üyesi ve çatı
kuruluşuyuz. Gıda bankacılığının düzgün,
79
tarafsız, şeff af, sürdürülebilir ve dürüst bir
şekilde Türkiye’de yapılması için de büyük
çaba sarf ediyoruz. Teşekkür ederim.
Rama ALKALAS
Now I will leave the board Mrs. Ebru
Baybara, entrepreneur of Cercis Murat
Konağı, Mardin.
Ebru BAYBARA
Teşekkür ediyorum. Öncelikle Serhan,
sana teşekkür ediyorum bana fazla vakit
ayırdığın için. Ben Mardin’den geliyorum.
Size Mardin’de yapmış olduğumuz bir
tarım projesinden bahsetmek istiyorum.
Ben bir şefi m, her gün yüzlerce insanın
karnını doyuran, üstelik üç çocuğu olan bir
şefi m. Dolayısıyla yaptığım yemeğin lezzeti
kadar aslında bu yemeğin ne kadar sağlıklı
olduğu ve ne kadar sürdürülebilir olduğu
da benim sorumluluğum. Biliyorsunuz
artık savaşlar, göçler, iklim değişikliği
sebebiyle gıdaya erişimin zor olduğu bir
noktada. Hepimiz artık toprakta yetişen
ürünün, ürünün yetiştiği toprağın, toprağın
yetiştirdiği, bunu işleyen çiftçinin ve onun
yetiştirme koşullarından sorumluyuz.
Bu sorumluluk hepimizi bir başka tarafa
götürüyor. Toprağımızın gücü bizim geleceğe
bırakacağımız en önemli emanetlerden bir
tanesi. Ben Türkiye topraklarının %70’ine
gıda sağlayan bir coğrafyadan geliyorum.
Dolayısıyla yaşadığım yerdeki insanların
temel yaşam, temel geçim kaynağı tarım ve
içinde bulundukları zorlukları son zamanlarda
basında daha çok duyuyorsunuz. Belki
de gıda fi yatlarının yükselmesinden bunu
daha çok hissediyorsunuz. Size gıdanın,
Türkiye’nin gıdasını sağlayan toprakların
tarımı hakkında kısa bir bilgi vermek
istiyorum. Öncelikle toprakta verim düştü.
Toprakta verimin düşmesi nedeniyle insanlar
tarım girdi maliyetlerinin yüksek olması ve en
önemlisi kuraklıkla birlikte artık tarımdan para
kazanamıyorlar, çiftçi toprağından vazgeçiyor,
tarımı bırakıyor ve onu devam ettirecek nesil
arkasından gelmiyor. İnsanlar topraktan para
kazanamayınca, devam ettiremeyince göçü
düşünüyor. Şu anda bölgemizin en büyük
sorunu göç ve %29,5 oranındaki işsizlik.
Tarımdan para kazanamayan insanlar şansını
başka yerlerde, büyük şehirlerde arıyorlar.
İkinci konu, iklim konusu. Özellikle bu son
yıllarda daha fazla yaşamaya başladık.
Çünkü kuraklık en büyük sorunumuz. 1999
yılında Mardin gibi bir yerde 200 metrede
bulduğumuz yeraltı suyunu, tarım suyunu
artık 800 metrede bulamıyoruz. Biliyorsunuz
Orta Anadolu’da özellikle Konya Ovası’nda
çökmeler, yeraltı suları bittiği için obruklar
açılmaya başladı. Avantaj olarak görmek ne
derece doğru bilemiyorum ama, bizim en
büyük avantajımız aynı tarım havzasından
beslendiğimiz Suriye’de savaş nedeniyle 6
80
yıldır tarım yapılmaması nedeniyle hala 800
metrede su bulabiliyor olmamız. Ama tehlike
çanları hepimiz için çalıyor.
Üçüncü bir konu da Suriyeli mülteciler
meselesi. 800 bin nüfusu olan Mardin’de
yaşıyorum. Bölgenin nüfusunun %30’unu
artık Suriyeli mülteciler oluşturuyor ve
demografi k yapı ciddi bir şekilde etkilenmiş
durumda. Bizim aynı zamanda çözmemiz
gereken bir Suriyeli mülteci krizimiz var.
Mülteci konusu büyük şehirde pek çok
kişinin kulaklarını kapattığı bir konu olabilir,
ama benim çocuğum, dışarıya çıktığı zaman
oyun oynadığı arkadaşı artık Suriyeli ve bu
benim yaşamımın bir parçası. Dolayısıyla bir
kriz varsa, bu krizi birlikte çözmemiz, doğru
yönetmemiz gerekiyor. Doğru politikalarla
yönlendirildiği zaman bu insanların
ekonomiye çok faydalı olabileceklerini
gördük. Bütün bu sorunları görüp alt alta
yazmak çok kolay. Mesele bu sorunların
81
çözümünün birer parçası olmak. Çözüm
üretmek noktasında koltuğumdan kalkıp
bugün karşınıza gelme sebebimin bu
olduğunu
“Topraktan Tabağa” diye bir proje başlattık.
Bu proje aslında ortak dili toprak olan herkesi
birleştiren bir proje oldu. Öncelikle toprağın
veriminin neden düştüğünü araştırdık.
Toprağın veriminin düşmesinin en büyük
sebeplerinden bir tanesi küreselleşme ve
endüstriyel tarımla birlikte kullanılan hibrit
tohumlar. Hibrit tohumlarının kullanılmasıyla
birlikte kullanılan kimyasal zirai ilaçlar önce
toprağımızın verimini düşürüyor, sonra
toprağımızı zehirliyor, sonra bizi öldürüyor.
İkinci konu iklim konusu. Su konusunda
mutlaka bir şeyler yapılması lazım ve
dolayısıyla tarımda kullanılan suyun en aza
indirilmesi önemli bir konu. Üçüncü olarak
bölgedeki işsizlik konusunu çözmek için
ekonomik düzeyi düşük olan yerlerde
insanların en iyi bildiği işi onlara ekonomiler
yaratarak çözmek en doğru yol. Dolayısıyla
tarım bunlardan bir tanesi. Gastronomi
inanılmaz bir dönüştürücü ve büyük bir güç.
Dolayısıyla bütün bunları ve Suriyeli mülteci
konusunu yan yana koyduğumuz zaman
Türkiye’de ve dünyada yapılan bir yanlış var.
Ben şuna inanıyorum ki insanların geçmişle
bağlarını koruduğunuz zaman ve onları
yapabilecekleri doğru işlere yönlendirdiğiniz
zaman çok güzel sonuçlar alabiliyorsunuz.
Biz bütün bunları yan yana koyduk ve
Mardin’de bir tarım projesi başlattık. Bu
önce Mardin’e, sonra Türkiye’ye, belki de
çok yakın bir zamanda dünyaya mal olacak
çok özel bir proje oldu. Şükran Derneği
adında bir sivil toplum örgütü kurduk ve
Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü FAO’yla
birlikte Tarım Orman Bakanlığı, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığının da bize destek
olduğu bir projede özellikle kadın çiftçileri
ve Suriyeli mülteci kadınları dahil ettiğimiz
bir proje gerçekleştirdik. Şunu fark ettik ki
aslında biz tarım alanında Suriye’den 60-
70 yıl daha ilerideyiz ve sanayileşmişiz,
küreselleşmişiz. Fakat topraklarımız hasta
ve tohumlarımız yok. Anadolu toprakları
8.000 yılda oluşmuş bir tohum kültürünü
şu anda yitirmiş vaziyette. Bir ekip kurduk,
saha çalışması yaptık ve yerel tohumlarımızı
bulduk. Bu yerel tohumlarımızdan 11 çeşidinin
5’ini üretmeye başladık. Bu tohumlar susuz
yetişiyor, susuz yetişmeleri nedeniyle bölge
için çok önemli bir kaynak olduklarını gördük
ve Türkiye’nin kuraklığına karşı bir B planı
üretmeye başladık. Suriyeli kadın çiftçilerin
geleneksel tarım bilgilerinin bize örnek
olduğunu gördük ve bize çok şey öğretmeye
başladılar. Toprağımızı temizlemeyi, sağlıklı
gıdaya ulaşmayı ve yerel tohumları nasıl
çoğaltabileceklerimizi onlardan öğrendik. Şu
anda 310 kadın çiftçiyle birlikte çalışıyoruz, 2
ton ektiğimiz buğday bize 20 ton olarak geri
döndü ve bu 20 tonu 650 dönüm toprakla
buluşturmak üzere önümüzdeki hafta bir
araya geleceğiz. Bu önemli bir proje.
Tarım 13.000 yıl önce Mezopotamya’da
başladı. Üretilen ilk ürün buğdaydı. Biz
şimdi bir avuç Mezopotamyalı kadın olarak
tohumlarımızla önce Mardin’i sonra dünyayı
değiştirmeye niyet ettik.
Teşekkür ediyorum.
82
Tüm ÇocuklaraNitelikli Eğitim
Sıradaki panelimiz “Tüm Çocuklara
Nitelikli Eğitim”. Dünyadaki herkesin
-UNDP’nin maddelerinden biri bu-
eğitime koşulsuz şartsız erişim hakkı
ve bunun sağlanması bizim için çok
kıymetli. Biz bugün dünyayı değiştirecek
adımları atıyoruz ve bunda başarılı
olacağız. Ama çocuklarımızın bunu
sürdürülebilir hale getirmesi için doğru
eğitilmesi ve bunu doğru şekilde
kavrayabilmesi icap ediyor.
Eğitim dediğimiz şey o kadar hassas
ki eğer bir çocuğu doğru şekilde
eğitirseniz olumlu sonuç alırsınız, öteki
türlü maalesef geleceğinizden emin
olamazsınız. Elimde birtakım veriler var.
Ülkemizde 2012 yılında %99’a ulaşan
okullaşma oranı 2017’de maalesef
%91’e gerilemiş. 18-24 yaş aralığındaki
her 10 kişiden 4’ü ortaöğretimini
tamamlamadan okulu terk ediyormuş.
Gerçekten ciddi bir sorun. Bu konuda
neler yapabiliriz, hangi konuda
desteklemeliyiz, çocuklarımız için nasıl
bir eğitim istiyoruz? Şimdi sahneye
moderatörümüz Burcu Kayımtu ile
birlikte Gökçe Bahadır ve Ece Çiftçi’yi
çağırıyorum alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Moderatör
Burcu Kayımtu ÖZDEMİRGenel Müdür, TBWA
Bölüm
15
83
Burcu KAYIMTU
Herkese merhaba. Bu panelde oldukça
ilham verecek ve bence geleceğe karşı
umudumuzu tazeleyecek iki misafi rle
birlikteyiz; Ece Hanım ve Gökçe Hanım. Ece
Hanım panele hazırlanırken neler yaptığınızı
duyunca çok şaşırdım. 14 yaşınızdan beri
bir iyilik yolculuğundasınız ve “SosyalBen”i
yarattınız. SosyalBen nedir ve niye bu
projede varsınız, anlatır mısınız?
Ece ÇİFTÇİ
Öncelikle çok teşekkür ediyoruz. Böyle
davetler ve etkinlikler sayesinde yapılan
faydanın daha görünür hale gelmesi
sürdürülebilirliğine ciddi bir katkı sağlıyor.
Biz SosyalBen’le birlikte yola çıkarken
temel derdimiz ve gayemiz kendi
köylerinde okul olmayan taşımalı eğitimdeki
çocukların yeteneklerini keşfetmelerini
ve geliştirmelerini sağlamaktı. Bu
salonda iş temposunun yanında kendini
gerçekleştirmeyle ilgilenebilen insanlar
olarak kaçımızın bir müzik enstrümanıyla
ya da sanatın diğer dallarıyla ilgilendiğini,
profesyonel olarak spor yapabildiğini sorsak
da bir avuç olduğumuzu görürüz. Bunların
hepsi birer deneyim ve bu deneyime de
erişmek şu an için büyük şehirlerdeki
biraz daha avantajlı çocuklar için geçerli.
Biz SosyalBen’le bunu köy okullarına da
taşıyarak çocukların resim, müzik, dans,
yaratıcı yazarlık, kısa fi lm, spor, icat gibi
alanlarda kendi yeteneklerini keşfetmelerini,
bunu bir deneyime dönüştürmelerini ve
sonrasında da vakıftaki gönüllülerimiz
eşliğinde yönlendirilerek uzmanlarla
buluşmasını sağlıyoruz.
Burcu KAYIMTU
Çocuğun sosyal zekâsını bu yaş grubunda
geliştirmek çocuğun geleceğine verilecek en
büyük hediye. Çalışmalarınızı incelediğimde
projenizin Türkiye’de hayata geçmiş olmasına
rağmen ününün yurt dışına ulaştığını gördüm.
Dünyada birçok şehirde, ülkede aktifsiniz.
Bir de son olarak bir ödül almışsınız ABD Dış
İşleri Bakanlığından, bundan biraz bahseder
misiniz?
Ece ÇİFTÇİ
Ödül kısmına en son cevap vereyim,
öncelikle SosyalBen’in örgütlenme
yapısından bahsetmek istiyorum. Biz
Türkiye’de yola çıkarken aslında ilk olarak
Urfa’da çalışmaya başladık. Sonrasında o
yolculuk o kadar büyüdü ki 65 ile kadar
ulaştı. Şu an 65 ilde 36 saatlik eğitim
programlarımız ve atölye çalışmalarımızı
çocuklarla buluşturuyoruz. Kendi köyünde
sanata erişimi yoksa biz ona götürüyoruz, o
deneyimi ona sağlamaya çalışıyoruz. Neden
o köylerden, o bölgelerden geleceğin
ressamları, müzisyenleri çıkmasın? Bu
tamamen deneyimle doğru orantılı. 7
temsilciliğimiz ve 350 gönüllüyle birlikte bu
yola çıktık. Yolculukta ben şunu fark ettim
ki aslında gelişmekte olan ülkelerin çok
temel dertleri var, sorunlarımız çok temel. Bu
Ece ÇİFTÇİMütevelli Heyeti Başkanı, SosyalBen Vakfı
Gökçe BAHADIROyuncu
84
sorunlara getirdiğimiz çözüm önerilerimize
göre gelişmekte olan veya gelişmiş ülke
olarak sınıfl anıyoruz. Biz bu noktada
yaptığımız saha çalışmasını mobilleştirdik.
Moğolistan’dan Kamboçya’ya, Nepal’den
Afrika’ya, Gambiya’ya, Hindistan’dan Ürdün’e
kadar şimdiye kadar 11 ülkede çalıştık.
Burcu KAYIMTU
Modeli oralarda uyguluyor musunuz?
Ece ÇİFTÇİ
Evet, aynı saha çalışmalarını oralarda
yapıyoruz ve sürdürülebilirlik noktasında
da öğretmenleri işin içine dahil ediyoruz.
Biz sorunları kendi sınırlarımız içerisinde
tutuyoruz oysa bunlar dünyanın sorunu.
Bundan belki de 20 yıl önce Türkiye’nin bir
mülteci konusuyla ilgileneceği akıllarımıza
gelmezken şu an gündem olarak bunu
konuşuyoruz. Aynı şekilde şu an küresel
ısınmayı çok dillendirmiyoruz belki, ama
bundan 20 yıl sonra belki temel konumuz o
olacak. Eğitim de bunların hepsinin temeli.
Geleneksel matematik, fi zik, kimya derslerinin
yerine değil de onun yanında olan ve nitelikli
eğitimi çok güçlendiren bir şey aslında bizim
yaptığımız. Çocuğu kişisel gelişimiyle de
birlikte harmanlayan bir süreç ve biz bunu
uluslararası alana taşıdık.
Burcu KAYIMTU
Yaklaşık ne kadar çocuğa dokundunuz bu
çalışmalarınızla?
Ece ÇİFTÇİ
Şimdiye kadar 22 bin çocukla çalıştık.
Bu süreçte yaptığımız çalışmalarla,
bulunduğumuz ülkeden de dünyaya bir
şeyleri anlatabiliyor, dertleri paylaşabiliyor
olmak noktasında, bu yolculuğun hikayesiyle
Amerika Dışişleri Bakanlığının her yıl
düzenlediği “Gelecek Vaat Eden Genç
Liderler” ödülünü alan ilk Türk oldum.
Burcu KAYIMTU
Gurur duyduk, tebrik ederiz.
Ece ÇİFTÇİ
Çok teşekkürler.
Burcu KAYIMTU
Gökçe Hanım sizin bu projeyle yol
birlikteliğiniz nasıl oldu? Ece Hanım, isterseniz
siz biraz başlayın, sonra Gökçe Hanım projeyi
kendi dilinden anlatsın.
85
Ece ÇİFTÇİ
Aslında sürdürülebilirlikten konuşurken en
önemli şeylerden bir tanesi de bu katılıma
destek olmak, fonu sürdürülebilir kılmak.
SosyalBen Vakfında bizim SosyalBen Store
ve SosyalBen Akademi olmak üzere iki ayrı
girişimimiz var. Fonu özgürleştirebilmenin
yanı sıra katılıma teşvik edebiliyor olmak
çok değerli. Gökçe Hanım bizim gönüllü
elçimiz ve kendisinin bizimle birlikte olan
yolculuğunu çok daha iyi anlatacağından
eminim. Ben izninizle kendisinin bu
örgütlenmeye olan etkisinden biraz
bahsetmek istiyorum. Biz SosyalBen Vakfına
eylül ve ocak aylarında gönüllülerimizi
dahil ediyoruz. Öncelikle şu an çok
ciddi bir katılma isteği, bir gönüllü katılım
durumu var. Bunun temel sebeplerinden
bir tanesi de Gökçe Hanım’la çıktığımız
yolculuk, yani insanlar duyuyor, farkında
oluyor, biz evin içine giriyoruz, güveniyor
ve bünyeye dahil olmak istiyor. İkincisi,
çocukların atölye çalışmalarında uzmanlarla
buluşabiliyor olması çok değerli. Birlikle
yaptığımız projelerde Gökçe Hanım’la tiyatro
atölyesinde bir araya geldiler. Üçüncü
kısımda aslında hayallerine inanan ve
hayallerini gerçekleştirmiş bir rol modele
dokunabilmeleri, konuşabilmeleri ve iletişime
geçebilir olmaları, onunla aynı alanda aynı
şeyleri paylaşabiliyor olması çok değerli. Bu
noktada da bizim çocuklarımızın böyle bir rol
modelle buluşabilmeleri için büyük şehirlere
gitmeleri gerekmiyor. Yaşadıkları köyde
gerçekten bir rol modelle buluşabiliyorlar.
Biz bu noktada Gökçe Hanımın yolculuğuna
da “Benim Gücüm Hayal Gücüm” diyerek
başladık.
Burcu KAYIMTU
Gökçe Hanım, “Benim Gücüm Hayal Gücüm”
mottosuyla yola çıktınız ve neler yaptınız,
neden SosyalBen dediniz?
Gökçe BAHADIR
Öncelikle ben de size çok teşekkür ediyorum
böyle bir platformda bu şansı yarattığınız için.
Ayrıca sizlere ulaşma şansı bulduğumuz için
burada Ece’ye de çok teşekkür ediyorum.
İyi ki böyle bir işe gönül koymuşsun, iyi ki
SosyalBen diye bir yer var. Evet,” Benim
Gücüm Hayal Gücüm” mottosuyla yola çıktık.
Aslında kendi kendine söyleyince bile çok içi
dolu ve çok güzel bir cümle gibi geliyor bana.
Eminim hepimizin hayalleri var. Kimilerimiz
hayallerimizi belki gerçekleştirdik, kimimizin
belki içinde ukde kalan hayalleri var hâlâ,
ama şu yadsınamaz ki hayal gücü diye bir şey
var ve aslında çok güçlü. Belki büyüdükçe
hayal kurmayı biraz unutuyor olabiliriz. O
yüzden bu konuda çocuklar çok başarılı, o
yüzden de bu kadar önemsiyorum zaten.
Burada oturup sizle uzun uzun küçükken
şöyle hayaller kurdum da ondan sonra
buralara geldim diye anlatmayacağım,
ama bildiğim bir şey var ki “bir şey hayal
ettim ve o gerçek oldu”. Ben buradan yola
çıkarak aslında şu anki yolumda ilerliyorum.
Ben bunun olabildiğini gördüm. Aslında bir
anlamda kendi hayalime rehberlik ettim, şimdi
de çocukların hayallerine rehberlik etmek
istiyorum. Bütün hayattaki misyonum bu olsun
istiyorum açıkçası.
Burcu KAYIMTU
Çok güzel bir misyon tanımlamışsınız.
Gökçe BAHADIR
Teşekkür ederim. İşte bu aklıma düştüğü
andan itibaren araştırma yapmaya başladım,
SosyalBen’le, Ece’yle tanıştım ve çok
etkilendim. Neden SosyalBen’leyim? Çünkü
SosyalBen’in çocuklar için yaptıklarıyla
benim çocuklar yapmak istediklerim çok
iyi örtüşüyordu. Yani aynı noktadaydık ve
çok aktif çalışan bir vakıf olduğu için, yani
çok masa başı değil de daha çok sahada
çalışan bir vakıf olduğu için SosyalBen’le
olmak istedim. Çünkü ben de o sahada o
çocuklarla beraber olmayı çok istiyordum, bu
beni çok heyecanlandırdı. Gidip onları birebir
yakından görmek, onlarla birebir temas
86
etmek, konuşmak, heyecanlarına tanık olmak
istiyordum ben de ve biz bu yolda beraber
yürümeye karar verdik.
Burcu KAYIMTU
Bir videomuz var. Biz bunu anlatırken arkada
dönsün mü, ne dersiniz?
Gökçe BAHADIR
Evet, dönsün.
Burcu KAYIMTU
Babaeski’de ve İstanbul’da gerçekleştirilen
çok güzel saha çalışmaları ve onları anlatan
bir video var. İsterseniz üzerine de biraz
anlatabilirsiniz. Oradaki deneyimler nasıldı,
çocuklarla iletişim nasıldı?
Gökçe BAHADIR
Evet, ilk Kırklareli Babaeski’de bulunan
Karahalil İlköğretim Okuluna gittik. Videoyu
tekrar izleyince heyecanlandım bu arada,
çünkü benim için onlarla beraber atölyelerde
olmak inanılmaz güzel bir deneyimdi. Bilim
atölyesi, müzik atölyesi, resim, tiyatro atölyesi,
çok güzel vücut, beden çalışmaları yaptık
beraber. Hem çok heyecanlandılar hem
etkilendiler, hoşlarına gitti. Fotoğraf çektiler.
Bununla da ilgili bir şey söyleyeceğim
hatta… O fotoğraf makinesini çocukların
fotoğrafını çekmek için ben götürmüştüm, o
kadar heyecanlandılar ki fotoğraf makinesini
aralarında paylaşamadılar. “Ben de çekmek
istiyorum, ben de çekmek istiyorum!” diyerek
tek tek fotoğraf çekmeye başladılar ve çıkan
karelere de inanamadılar. Böyle heyecanla
bakıyorlar o kareye… Eminim içlerinden biri
ya da ikisi geleceğin iyi fotoğrafçılarından biri
olabilir. Yeter ki hayallerine rehberlik edecek
biri olsun.
Bu da İstanbul projesi, vakfın gerçekleştirdiği
diğer güzel bir proje. Türkiye’nin çeşitli köy
okullarından çocukları İstanbul’a getirdiler,
5 gün boyunca burada ağırladılar ve onlara
şehir gezileri, müze gezileri yaptırdılar,
üniversite kampüslerine götürdüler. Ben de
onlar için ne yapabilirim diye düşündüm ve
onları bir oyuna götürmeye karar verdim.
Onları bir çocuk oyununa götürdüm ve orada
sahnede vakit geçirdik, kuliste oyuncularla
konuştular. Aslında Babaeski’de yaptığımız
o atölyenin gerçek bir tiyatro salonunda
uygulaması gibi bir şey oldu ve çok heyecan
duydular. Merak ettikleri soruları sordular,
içlerinde profesyonel olarak tiyatro yapmak
isteyenler var çünkü.
Burcu KAYIMTU
Ne güzel.
Gökçe BAHADIR
Evet, oyuncu olmak isteyen var.
Burcu KAYIMTU
Zaten onlara ilham verebiliyorsak ne mutlu…
Bugün burada olan herkesin en büyük
mottosu da o olmalı, buradan ne alacağız ve
hangi ilhamla evimize gideceğiz? O tortuyu
çocuklarda bırakmaktan daha önemlisi yok.
Gökçe BAHADIR
Kesinlikle, ben günümüzün mutlu çocuğunun
yarının, geleceğin başarılı, işini severek
yapan yetişkini olduğuna inanıyorum. Bu
benim için bu yüzden çok önemli, bu yüzden
o çocukların hayalleri ya da yetenekleri
doğrultusunda ilerleyebilmeleri çok önemli.
Zaten bizim ortak amacımız da şu anda bu.
Burcu KAYIMTU
Süremizin son bir dakikasına girmişken
sizden yakın dönemde neler yapmak
istediğinizi, planlarınızın neler olduğunu
öğrenebilir miyim? #2030Şimdi mesajını nasıl
noktalamak istersiniz, yani bugün zirvede
akılda ne bırakacaksınız?
Ece ÇİFTÇİ
Önümüzde açıkçası çok proje var. Gönüllü
elçimiz Gökçe Bahadır’la birlikte gideceğimiz
bir sürü okul ve bir sürü köy var. SosyalBen
hep sahada olan bir sivil toplum örgütü
olduğu için şu an için yeni saha çalışmalarımız
devam ediyor.
Burcu KAYIMTU
Yeni noktalar belirlenecek ve beraber
ziyaretler yapacaksınız.
Ece ÇİFTÇİ
Evet, birlikte gideceğiz. 2030 için SosyalBen
kimliğimin yanındaki mesajım şu; biz
kurduğumuz bu modelle ve bu hikâyeyle
birlikte aslında aktif vatandaşlığı konuşmak
istiyoruz. Yani benim 14 yaşında başlayan
bireysel yolculuğumda derdim, yaşıtlarımı,
arkadaşlarımı, akranlarımı biraz daha gönüllü
87
olmaya teşvik edebilmek. SosyalBen
nezdinde de kesinlikle Türkiye’den dünyaya
konuşabilen, dünyaya konuşurken de iyi
örneklerimizi de geliştirilmeye açık yanlarımızı
da şeff af bir şekilde paylaşabileceğimiz bir
sivil toplum örgütü olmayı ve dolaylı olarak
da sürdürülebilir faydayı hayal ediyorum ve
hedefl iyorum.
Burcu KAYIMTU
Teşekkür ederiz. Gökçe Hanım, sizin?
Gökçe BAHADIR
Bugün konuştuğumuz çocuklar 2030 yılı
geldiğinde ya üniversite çağında ya da
üniversite çağını geçmiş olacak. Belki de bu
çabalarımızın karşılığı olarak iyi bir müzisyen
adayı, iyi bir ressam ya da mesela, iyi fotoğraf
çeken bir avukat ya da piyano çalabilen
bir doktor olarak onlarla karşılaşacağız.
Bu nedenle şu an çok önemsiyorum, ama
sadece bizim önemsememiz yetmez.
Çocukların etrafındaki büyükler, yani
anneleri, babaları, öğretmenleri lütfen
onların hayallerini önemsesinler, hayallerini
keşfetmeye çalışsınlar ve lütfen çocuklarının
hayallerine rehberlik etsinler. Çünkü onlar
bizim geleceğimizin gözü pek öncüleri.
Burcu KAYIMTU
Çok teşekkür ederiz.
O zaman hep beraber hayal kurmaya ve
inanmaya devam edelim.
88
Sosyal Girişimcilikiçin Artan İlgi
Semih BOYACIImpact Hub, Kurucu Ortak
Moderatör
Seher ARINERTemsilci Yardımcısı, UNDP Türkiye
Şimdiki panelimiz “Sosyal Girişimcilik
İçin Artan İlgi” başlığını taşıyor. Sosyal
girişimcilik nedir? Var olan onlarca problem
var. Bu problemlerin çözümü ile ilgili
hepimizin iyi kötü bazı fi kirleri var. Sosyal
girişimciler ise var olan sorunlara o güne
kadar düşünülmemiş, aynı zamanda
kazanç sağlayacak çözümler bulmaya
odaklanıyorlar. Bu bazen daha önce hiç
düşünmediğimiz bir çözüm olabiliyor, yeni
bir sektörün ortaya çıkmasını sağlayabiliyor.
Şimdi sosyal girişimcilik için artan ilgilin
ne olduğu ve örnekleri dinlemek üzere
sahneye moderatörümüz Seher Arıner’le
beraber Semih Boyacı, Olcay Silahlı ve
Mesut Keskin’i çağırıyorum alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Bölüm
16
89
Seher ARINER
Hepinize iyi hafta sonları diliyorum, UNDP
Türkiye adına tekrar hoş geldiniz demek
istiyorum. Bugün sizlerle sürdürülebilir
kalkınma hedefl erine ulaşmada sosyal
girişimciliğin önemine değineceğiz ve bunun
üzerine tartışacağız. Sürdürülebilir kalkınma
hedefl eri ve oluşturduğu küresel gündemde
öne çıkan kalkınma sorunları bildiğiniz
üzere çok boyutlu ve çok karmaşık. Mevcut
çözümler, mevcut yapılar ve yaklaşımlar,
ekonomik modellemeler de bu sorunların
çözümlenmesinde yeterli kalmıyor. Bu
noktada sürdürülebilir kalkınma hedefl erine
ulaşmak için yenilikçi, kapsayıcı, çevreci ve
etkili çözüm önerilerine hepimizin ihtiyacı
var. Son dönemlerde ortaya çıkan sosyal
girişimcilik, sosyal değişim yaratan global
bir hareket olarak tüm dünyada yükselen
bir trend haline gelmiş durumda. Sosyal
girişimciler doğaları gereği sosyal fayda
yaratabilmek için kapsayıcı ve sürdürülebilir
iş modellerini geliştiriyorlar ve bunu
yaparken de faydalanıcıları çözümün odağına
yerleştiriyorlar. Sürdürülebilir kalkınma
hedefl erinin odağında da aynı yaklaşım yer
almaktadır. İnsan odaklı katılımcı ve kapsayıcı
yeni çözümlere ihtiyaç duymaktayız.
Bugün dünya genelinde sosyal girişimcilerin
ürettiği çözümler temiz su tedarikinden
yenilenebilir enerji kullanımına, yüksek
kalitedeki eğitim fırsatlarına erişimden
bilginin geniş kitlelere yaygın bir şekilde
dağılmasına kadar çok geniş bir alanı
kapsıyor. Sosyal girişimcilik alanı bu denli
gelişirken çözüm bulunması gereken sosyal
sorunlar, kalkınma problemleri de bir o kadar
derinleşiyor. Cinsiyete dayalı ayrımcılıklar,
çevresel faktörler, insan hakları ihlalleri,
gıda dengesizliği, teknolojik gelişmelerin
istihdam üzerindeki negatif etkisi ve göç de
bunların en önde gelen sorunların başında
yer almaktadır. Bu noktada ben panelimizde
öncelikle Semih Boyacı Bey’e dönmek
istiyorum. Sizlere göre Türkiye’de sosyal
girişimcilik alanında artan ilgiye karşılık
gelen bir ekosistem var mı ve bu alanda
karşılaştığınız zorluklar nelerdir, bize kısaca
aktarabilir misiniz?
Semih BOYACI
Tabii ki, isterseniz öncelikle sosyal
girişimciliğe neden ihtiyacımız var, çok kısa
anlatarak söze başlayayım. Birincisi, sizin
de çok iyi bahsettiğiniz gibi problemler çok
derinleşiyor ve kompleks hale geliyor. Bu
gibi bir durumda mevcut iş modellerinin
halihazırdaki yapılarını bir anda değiştirmeleri
kolay değil, dolayısıyla yeni iş modellerine,
sosyal fayda odaklı çözüm üreten iş
modellerine ihtiyacımız var. Burada da sosyal
girişimciler devreye giriyor. Çünkü hem
serbest piyasa yöntemlerine sahip olan hem
de sosyal fayda tasarlayacak bir etki modelini
hayata geçirebiliyorlar.
Türkiye’de daha çok son 3 yılda gelişen bir
ekosistem var. 3 yıl öncesine baktığımızda
girişim sayısı da destek mekanizmaları da
Mesut KESKİNE-Bursum, Kurucu, CEO
Olcay SİLAHLIFazla Gıda, Kurucu Ortak, CEO
90
çok azdı. Aslında burada bir analoji yaparsak,
yani sosyal fayda odaklı olmayan ticari
girişimcilik ekosisteminin gelişimine de
baktığımızda sosyal girişimciliğin gelişimine
yönelik bir projeksiyon sahibi olabiliriz.
10 yıl önceye gittiğimizde, şu anki gibi bir
girişimcilik ekosistemi de yoktu. Ama özellikle
Yemek Sepeti gibi başarı hikayeleri bir anda
girişimcilik ekosistemini hızlandırdı. Burada
da Fazla Gıda gibi, E-Bursum gibi hikâyelerin
artması bir anda hem destek mekanizmalarını
artıracak hem de yeni gençlerin daha çok
girişim kurmasını sağlayacak.
Zorluklara gelirsek, ne gibi zorluklar yaşıyoruz
bu alanda? Aslında sosyal girişimciliğin
gelişiminin önündeki en büyük zorluklardan
bir tanesi önyargılar ve algılar. Bunlardan en
önemlisi de sosyal girişimci gelir üretir mi,
üretmez mi algısı. Sosyal girişimci kesinlikle
gelir üretebilir. Impact Hub olarak bizim
savunduğumuz ve platformdaki girişimlere
tavsiye ettiğimiz de hem gelir modelini
hem de etki modelini koordineli bir şekilde
düşünmek. Çünkü bunlar ayrı düşünülürse
ölçeklenmek, büyümek mümkün olmuyor.
Yine sosyal girişimlerin aslında sürdürülebilir
kalkınma hedefl eri çerçevesindeki
problemleri çözmek için ölçeklenmesi ve
büyümesi gerekiyor ki bu kadar büyük
problemlere çözüm sunabilsin. İşte bunun
için de sermaye gerekiyor. Şimdi gelirle ilgili
algılar sermaye sahiplerinin de kafalarında
biraz soru işareti yaratıyor. Bu algı sorunu
çözüldüğü zaman ben çok hızlı bir gelişim
olacağını düşünüyorum. Özellikle bugünkü
panelde de birlikte olduğumuz E-Bursum ve
Fazla Gıda gibi örnekleri gördükçe daha da
umutlanıyorum diyebilirim.
Seher ARINER
Peki, Impact Hub küresel anlamda
da katkı sağlayan bir girişim. Ulusal
perspektiften ve küresel deneyimden
baktığımız zaman, Türkiye’deki mevcut
ekosistemde bahsettiğiniz gelir elde etme ve
sürdürülebilirlikle ilgili yaşanan sıkıntıları nasıl
aşabiliriz?
Semih BOYACI
Burada bence yapılabilecek birkaç şey var
tabii ki, bunlardan en önemlisi daha yolun
başında demin bahsettiğim etki modeli
ve gelir modelini entegre kurgulamak
çok önemli. Bunun için ön araştırmalarını,
sosyal girişimlerin araştırmalarını güçlü
yapıp girmeleri ve aynı zamanda teknoloji
entegrasyonu çok önemli. Çünkü
bahsettiğimiz problemler çok büyük
problemler, bunları da ölçeklemenin yolu
teknolojiden geçiyor. Dijital bir iş modeli
olmasından geçiyor. Yerel modeller de
tabii ki önemli, ama sosyal girişimcilerin
ölçeklenebilmek için teknolojiyi entegre
edebiliyor olması lazım. Buna ek olarak
söyleyebileceğim bir şey de sosyal
girişimcilikle negatif algıların devam
etmesi nedeniyle sosyal girişimcilerin farklı
paydaşlara kendilerini nasıl anlatmaları
gerektiği üzerine biraz düşünmeleri lazım.
Bunu çok iyi yapan örnekler var bugün
burada, yani bir yatırımcının dilinden de
konuşabilmek, hani onlara modelin aslında
gelir de üretebildiğini anlatabilmek önemli.
Impact Hub gibi, bizim gibi oluşumların
da aslında misyonu girişimleri biraz bu
doğrultuda yönlendirmek oluyor.
Seher ARINER
Bir araya getirmek ve birbirine tanıtabilmek…
Semih BOYACI
Aynen öyle.
Seher ARINER
Ben hemen iyi örneklerden birine dönmek
istiyorum. Mesut Bey, siz de eğitim alanında
çalışıyorsunuz. Sosyal girişimcilik ve eğitimde
fırsat eşitliği ve herkesin eğitime erişimi
arasındaki bağı nasıl kuruyorsunuz?
Mesut KESKİN
Maalesef eğitim hâlâ hem ülkemizde hem
dünyada çözülemeyen bir konu. Hâlâ
nasıl çözemedik, onun da anlamış değilim
açıkçası. Türkiye olarak OECD sıralamasında
çok gerideyiz ve günden güne maalesef
daha kötü bir duruma düşüyoruz. Bunun en
büyük nedeni de günden güne her şey çok
pahalı oluyor. Sayıları karşılaştırdığımızda
daha fazla insan eğitime katılıyor, ama
nitelikli eğitime katılım maalesef gittikçe
düşüyor. Çünkü eğitimin pahalılaştığı
ama yaşam standartlarımızın o kadar da
artmadığı bir sistem içerisindeyiz. Bu da
eğitime erişimin önündeki en büyük engel.
Özellikle Türkiye’de bırakın nitelikli eğitime
katılmayı, temel eğitime katılamayan yüz
binlerce öğrenci ya da çocuk var. Bunun
dediğim gibi en büyük nedeni fi nansal
91
kaynağa ulaşamama, olsa bile bunu devam
ettirememe sorunu ortaya çıkıyor.
Bizim gibi eğitime odaklanan sosyal girişimler
de acaba nasıl herkes için ulaşılabilir eğitim
sistemi oluşturabiliriz sorusuna cevap arıyor.
Eğitimin temel bir hak olduğuna ve herkesin
ulaşması gerektiğine inanıyoruz. Bunun
için de herkesin en azından ihtiyacı olan
temel eğitimi alacak kadar -temel eğitimden
kastım lise de olabilir, üniversite de olabilir-
ve onu devam ettirebilmesine yetecek
minimum fi nansala erişimini sağlamak.
Biz E-Bursum’da işte bunu yapıyoruz. Ne
yapıyoruz? Öğrencilerin burslara, kredilere,
yani eğitimlerine devam edebilmeleri için
gereken paraya ulaşmalarını sağlıyoruz. İşte
sosyal girişimcilikte güzel olan şey Semih’in
de bahsettiği gibi böyle bir sosyal etki
yaratırken aynı zamanda sürdürülebilir bir
yapı kurmak. Yani bu işi yaparken bağışlarla
ya da başka şeylerle onlara bağlı olmaktan
ziyade ki vakıfl ar, dernekler genelde bunu
yapıyor, güzel de şeyler yapıyorlar, ama
sosyal girişimcilikte biraz daha hızlı olmasını
istiyorsak fi nansal yapısı olan bir yapı
üzerinden gitmemiz önemli oluyor.
Eğitim çok temel ve acil bir şekilde çözülmesi
gereken bir konu olduğu için açıkçası ben
sosyal girişimcilerin eğitimi çözecek temel
yapılar olduğuna inanıyorum. E-Bursum’u
kuralı 3 yıl oldu ve yüz binlerce öğrenciye
ulaşıp milyonlarca Türk Lirasının fi nansal
olarak dağıtılmasını sağladık ki bu Türkiye’de
40-50 yıldır faaliyet gösteren vakıfl ardan
derneklerden çok daha hızlı olan bir şey. Bu
da tabii ki bakış açımızla, sosyal girişimcilik
formatıyla gerçekleşiyor, böyle bir bağ var.
Seher ARINER
Peki, sürdürülebilir kalkınma hedefl erinin
temel mottosu biliyorsunuz “kimseyi geride
bırakma” kavramı. Bu doğrultuda yaptığınız
çalışmalarda özellikle kız çocuklarına,
kadınlara ve diğer dezavantajlı kesimlere
özel bir uygulama sağlıyor musunuz, bununla
ilgili özel bir politikanız var mı?
Semih BOYACI
Biz E-Bursum olarak doğrudan kız
çocuklarına ya da Türkiye’de yaşayan
göçmenlere, mültecilere yönelik bir program
uygulamıyoruz, ama teşvik ediyoruz.
Nasıl teşvik ediyoruz? Zaten alanı çok
iyi bildiğimiz için alanda bir eksik yön
varsa, yeni gelen kurumları ya da kendini
değiştirmek isteyen kurumları bu alanlara
teşvik ediyoruz. Örnek vermem gerekirse,
Türkiye’de eğitime fi nansman sağlama
konusunda biliyorsunuz mühendislik, tıp,
hukuk gibi alanlara çok büyük bir destek
var. Çünkü herkesin onayladığı çok başarılı
alanlar bunlar, ama sanat ya da daha sözel
bölümler maalesef kimsenin desteklemediği
alanlar. Bizim işte böyle eksik alanlar var ya
da kadın öğrencilerimize daha çok destek
verilmesi gerekiyor gibi analizler sonucunda
yönlendirici olabiliyoruz. Dediğim gibi teşvik
edici olup, o şekilde oradaki etkiyi artırmaya
çalışıyoruz.
Seher ARINER
Teşekkür ederiz. Tabii eğitim alanında sosyal
etkiyi arttırmaya çalışan birçok aktör var. Siz
kendinizi diğer sosyal etki aktörlerinden
sosyal girişimci olarak nasıl ayırıyorsunuz?
Semih BOYACI
Biz E-Bursum olarak sosyal etki aktörlerinden
kendimizi ayırırken aslında bir nevi platform
oluyoruz onlar için. Onların tarafında
92
yıllardır süregelen bir etki alanı var. Biz hem
kurumsalın, yani özel sektörün oluşturduğu
o kurumsal yapıyı da biliyoruz hem de o
taraftaki sosyal etki yapısını biliyoruz. İkisini
birleştirip onlara daha verimli, etkisi daha
fazla olacak bir yöntem sunuyoruz. Aslında
biz diğer sosyal etki aktörleriyle büyük bir
yap bozun parçalarıyız. Çünkü eğitim sadece
bizimle ya da sadece onlarla çözülecek bir
olgu değil. Büyük bir yap bozun parçaları
olduğumuz için onlardan gelen ve yılların
birikimi olan sosyal etkiyi bizim taraftan
gelen sosyal etkinin ölçümünü ve kurumsal
taraftan gelen fi nansal sürdürülebilirliği
birleştirdiğimizde bu problemi çözeceğimize
inanıyorum. Genel anlamıyla dediğim gibi bir
iş birliği içerisinde devam eden bir süreç.
Seher ARINER
Çok teşekkür ederiz. Ben Olcay Bey’e
dönmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Birleşmiş
Milletler Gıda Fonunun son verilerine
göre üretilen gıdaların yılda yaklaşık 1,5
milyon tonu boşa harcanıyor. Siz fazla
gıda yolculuğuna başlarken sürdürülebilir
kalkınma hedefl erine erişme noktasında
nasıl bir planınız, nasıl bir projeksiyonunuz
vardı ve bunu hayata geçirdiğinizi düşünüyor
musunuz?
Olcay SİLAHLI
Öncelikle aslında gıda atığının miktarından
bağımsız olarak bir adım geriye gidersek
2015 yılında sürdürülebilir kalkınma hedefl eri
ortaya çıktığı zaman yurt dışında katıldığım
zirvelerde bu hedefl erle tanışma şansım
oldu. Aslında çıkış noktamız da ilk olarak
burada bu hedefl er için ne yapabiliriz
sorusundan kaynaklandı. Çünkü yurt
dışındaki etkinliklerde Türkiye’den hiçbir
sosyal girişimcinin orada olmadığını,
ama Gürcistan’dan, Bulgaristan’dan,
Yunanistan’dan, Endonezya’dan birçok
genç sosyal girişimcinin gelip ülkelerinde
yaptıkları güzel şeyleri anlattıklarını gördüm.
O senenin ana teması: “İklim Eğilimi ve İklim
Değişikliği” olarak belirlenmişti. Biz oturduk,
hepsine baktık ve iklim değişikliğine kafa
yorarken gıda atığının karbon salınımına
%8 etkisi olduğunu gördük. “Açlığa son”
hedefi var, aslında bununla onu çözemez
miyiz? Bir yandan sorunlu üretim, sorunlu
tüketim, bunlar gıda atığının sebepleri…
Bu hedefl eri seçerek ne yapabiliriz diye
düşünmeye başlayıp bu noktaya geldik ve
şirketimize de ana amacı şöyle koyduk:
Biz gıda atığını %50 oranında azaltmak
istiyoruz. Bu da 12.3 kalkınma hedefi nin
tam olarak karşılığına tekabül ediyor. Şu
ana kadar geldiğimiz noktada Türkiye’de
ilk 18 ay içerisinde 8 milyon öğün gıdanın
ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağladık.
Bu Ankara’nın bir akşam yemek yemesi gibi
bir şey, inanılmaz bir rakam. Bu daha aslında
bir bebek adımı, bunu çok daha ileriye
götürebiliriz diyoruz. Bunun da ötesinde
Türkiye sınırlarının dışına çıkarak dünyada
sosyal girişimcilik anlamında iyi bir örnek
olarak fazla gıdayı konumlandıran, gıda atığı
sorununu çözen ve tedarik zinciri sürecinde
önemli bir yere oturan bir sosyal girişim
olarak yer almak istiyoruz. Vizyonumuz bu
ve çalıştığımız bölgelerde kurtarma oranımız
şu an %70’lere varmış durumda. Ancak
daha fazla destek, daha fazla çalışma ve
daha fazla ilerlemeye ihtiyacımız var. Bu
hedefl ere de ulaşacağımızı düşünüyoruz. Şu
anda globalleşme konusunda çalışmalarımız
sürüyor. İki hafta önce New York’taki Sosyal
Fayda Zirvesindeydik. Bu da UNDP’nin
bizi dünyadaki en iyi örnek dokuz sosyal
girişimden biri seçmesiyle oldu. Aslında bu
tam da yola çıktığımız amaç, yani Türklerin
dışarıda sosyal girişimciliği temsil etmesini
isterken bunun 1,5-2 sene içerisinde
olduğunu görmek beni ayrıca mutlu etti. O
yüzden inancım daha da pekişti diyebilirim.
Seher ARINER
Teşekkür ederiz. Ben Semih Bey’e sorduğum
soruyu size de yöneltmek istiyorum. Global
düzeyde iddialı bir sosyal girişimci olarak
fazla gıdayı nasıl bir fi nansal yapıya oturttunuz
ki sürdürülebilirliğini sağlayabiliyorsunuz?
Olcay SİLAHLI
Bu en önemli ve en zor kısımdı aslında. Yola
çıkarken kesinlikle tabanda teknoloji olması
lazım, sorun çözmesi lazım, ama sürdürülebilir
fi nansmana dayalı olması lazım dedik. Aslında
gıda atığı ve gıda geri kazanım hiyerarşisi
kapsamında Amerika’da Çevre Koruma
Ajansı zamanında bunu bulmuş. Tekerleği
tekrar icat etmedik, ama bu hiyerarşinin
hem manuel operasyonlarda hem de dijital
anlamda hiçbir karşılığı olmadığını gördük.
Dolayısıyla biz dijital platformda topyekûn bir
atık yönetim sistemi geliştirdik ve şirketlere
de şunu söyledik: “İklimi değiştirmeyin, atık
yönetimi değiştirin”. Bunu sağlamak için
93
de çeşitli hizmetler sunuyoruz. Örneğin
gıda bağışı… Gıda bağışını fi rmalar bizim
sağladığımız operasyonel ve dijital altyapıyla
birçok lokasyonda ihtiyaç sahiplerine kolayca
ulaştırabiliyorlar. Burada gıda bankaları,
aşevleri tamamen ücretsiz destek alırken
fi rmanın tasarruf ettiği ölçüde biz bir hizmet
bedeli kesiyoruz. Keza hayvan yemi için
hammadde satışı… Türkiye’de bugün
hayvan yemi üretiminde özellikle dolar
bazlı hammadde alımı çok yüksek. Burada
son kullanma tarihi geçmiş fakat hayvan
yemine uygun besin ve enerji değeri yüksek
birçok gıdanın hayvan yemi sektöründe
değerlendirilmesini sağlayabiliyoruz. Diğer
yandan da biyogaz tesislerinde ciddi bir
doluluk sorunu var, bunların tek elden hızlı
bir şekilde artırılmasını sağlıyoruz. İki tarafın
da kazandığı bir model ortaya koyduk. Biz
şunu söylüyoruz fi rmalara: “Siz ne kadar
tasarruf elde ederseniz biz onun üzerinden
bir komisyon alırız. Eğer tasarruf etmiyorsanız
da hizmetimiz ücretsizdir”
Seher ARINER
Son olarak üçünüze de sormak istiyorum.
Sosyal girişimcileri bu alana girmek için
nasıl teşvik edersiniz? Türkiye’de sosyal
girişimciliğin geleceği sizce nasıldır ve
de buradaki katılımcılarımıza ne tavsiye
edersiniz, bu alana girmesinde ne etkili
olabilir?
Semih BOYACI
Hani az önce bazı yanlış algılardan
bahsetmiştim. Burada bu konuda insanları
desteklemek ve teşvik etmek isterim.
Sosyal girişimcilikle bir model oluştururken
burada gördüğümüz örneklerde olduğu
gibi bu modelin sürdürülebilirliğini de
sağlayabiliyorsunuz. Bu çağda bu sadece
bir yardım aktivitesi olarak algılanmamalı.
Dolayısıyla hem etki modeli hem de gelir
modeli sağlam olan modelleri düşünmek
ve kafa yormak lazım. Hayata geçirme
noktasında da bence durduracak hiçbir
şey yok. Ekosistem de çok hızlı bir şekilde
gelişiyor, o yüzden bence çok ihtiyaç var.
Olcay SİLAHLI
Ben özellikle şunu söyleyebilirim; Türkiye
gelişmekte olan bir ülke olarak aslında
bu sürdürülebilir piyasa hedefl eri için çok
doğru bir ülke, çok da güzel bir vizyon
konuldu. Bu konuda niyeti olan, iyi bir iş
kurmak isteyen gençlerin bu hedefl ere bir
göz atarak öncelikle ilgi alanını seçmesi,
yapabileceklerini düşünmesi, ne bildiğini
düşünmesi bence en iyi başlangıç noktası.
Biz bu yoldan geçtik ve gerçekten
bu noktadan gidince nasıl ilerlediğini
gördük. Ancak Semih’e de katılıyorum.
Yani ekosistem çok dar ve çok da bilgi
kirliliği de var. Dolayısıyla gerçekten doğru
ekosistemlere, doğru platformlara girerek
sosyal girişimciliğin ne olduğunu biraz daha
detaylı araştırmaları ve özellikle fi nansal
yapısını, modelini çok doğru kurmaları önemli,
çünkü dayanışma kültürümüzden dolayı
Türkiye’de genelde o yöne kayılıyor. Ama
bu tam olarak aslında sosyal girişimciliğin
karşılığı olmadığı için bazı çalışmalar uzun
vadede hüsranla bitebiliyor. Bu nedenle en
başından sonunu düşünerek yola çıkmak
çok önemli. Modeli yolda kurarız dememek,
en baştan bu işin fi nansmanının nasıl
kurulacağını da amacını da ortaya koymak ve
bu yoldan sapmamak lazım.
Seher ARINER
En baştan bütün yönleriyle planlayıp o
şekilde yola çıkmak…
Mesut KESKİN
Aslında ben de Olcay’a katılıyorum. Türkiye
sosyal girişimciler için çok doğru bir ülke,
çünkü inanılmaz fırsat var, çünkü maalesef
inanılmaz sorun var. Bu rekabetçi ortamdan
çözüm bulmak gerçekten çok doğru. Ben
ekosistemin çok hızlı geliştiğine ve çok çok
iyi noktalara geleceğine inanıyorum. Yani 10
yıl önce Yemek Sepeti ile alay ettiğimiz bir
ekosistemden bahsediyoruz. Konvansiyonel
girişimcilikte 3 yıl önce de bizimle alay
ediyorlardı. Sosyal girişimcilerle çok hızlı
büyüyecek bir alan. Sosyal girişimcilik çok
zor, doğruya doğru, ama kimse de dünyayı
değiştirmenin kolay olduğunu söylemedi.
Dolayısıyla zorluklarla karşılaşıyoruz, ama
sorunun bir parçası olmaktansa çözümün bir
parçası olarak devam etmek her zaman daha
iyi diye düşünüyorum.
Seher ARINER
Tekrar çok teşekkür ederiz. Tabii
sürdürülebilir kalkınma hedefl erine ulaşılması
için sizler gibi sosyal girişimcilere ve sizin
önderliğinizde gelecek diğer gruplara
çok ihtiyaç var. Tekrar çok teşekkür etmek
istiyorum, sağ olun.
94
SosyalGirişimciler için
Yeni Platformlar
Sırada yine sosyal girişimcilerle ilgili bir
panelimiz var: “Sosyal Girişimciler İçin
Yeni Platformlar”. Tabii sosyal girişimcilik
bu kadar revaçta olunca belki birtakım
fi nans veya fonlarla buluşmak, kendine
yeni çözüm yolları bulmak için sosyal
girişimciliğe adım atmak isteyen
insanların farklı platformlarda bir
araya gelmeleri gerekiyor. İşte onlara
bu platformları sağlayan, bir arada
çalışmalarına, daha farklı bakış açılarına
sahip olmalarına yardım eden bir grup
var. Şimdi Buğra Çelik, Engin Ayaz
ve Emrah Kurum sahneye gelecekler
ve bize ne yaptıklarını, nasıl bir fayda
sağladıklarını anlatacaklar.
Halit ERGENÇ Emrah KURUMSürdürülebilirlik Adımları, Kurucu Ortak, Genel Koordinatör
Bölüm
17
95
Emrah KURUM
Merhaba, hoş geldiniz. Sürdürülebilirlik
Adımlarının kurucu ortağı ve genel
koordinatörüyüm. Engin ve Buğra’yla
bu panele başlıyoruz. Ben panele
Sürdürülebilirlik Adımları olarak bizim neler
yaptığımızı ve neden böyle bir platform
kurduğumuza değinerek başlamak istiyorum.
Biz ekip olarak sürdürülebilirliğin çeşitli
alanlarında yer aldık. Ben de bireysel olarak
iletişim, danışmanlık ve proje geliştirme
kısımlarında yer aldım. Bu süreçlerde farklı
paydaşlarla sürekli diyalog halinde olmanın
yanı sıra yapılan projelerdeki deneyimlerin
çıktılarını değerlendirdiğimiz noktada aslında
hep çeşitli şeyler dikkatimizi çekti. Bunlardan
biri iletişim noktasındaydı. Kurumlar inanılmaz
güzel işler yapıyor. Fakat kurumun yaptığı
bu projelerden şirket çalışanlarının haberdar
olmadığını ya da sivil toplum ya da başka bir
paydaş ortak o kurumla ilgili iş birliği yapmak
ve onların yaptığı çalışmaları incelemek
istediğinde sürdürülebilirlik konusunda
kimin ne yaptığının belirsizliğini fark ettik.
Diğer taraftan kurumlarda projeleri hayata
geçiren bireyler arasında sürekli artan bir
iş yükü olduğu için insanların bir araya
gelerek ortak işler üretemediklerini fark
ettik. Sürdürülebilirlik Adımları olarak da
aslında hem kurumların yaptığı bu iç ve dış
iletişim çalışmalarını daha etkin hale nasıl
getirebileceği, hem de farklı kurumlarla
nasıl iş birliği yapabileceği üzerine platform
kurduk. Kısaca kendimizi sürdürülebilirliğin
iletişim ve etkileşim platformu olarak
tanımlıyoruz. Bu noktada Türkiye’de de
keyifl i, güzel platformlar var. Bunlardan ikisi
de aramızda, hoş geldiniz tekrar. Atölye’den
Engin’le başlamak istiyorum. Siz Atölye olarak
neler yapıyorsunuz ve aslında bu yaptığınız
işlerin sosyal faydaya katkıları neler?
Engin AYAZ
Atölye olarak son 4-5 senedir faaliyet
gösteriyoruz. Aslında iki ayaklı bir yapı;
bir tarafta yaratıcı platform dediğimiz 150
kişilik bir komüniteyi bir araya getiren ve bu
komünitenin kendi işlerini gerçekleştirdiği
aynı zamanda farklı etkinlikler düzenleyen
bir mekân var, bir yanda da stratejik tasarım
odaklı farklı ölçekte projeler üreten disiplinler
arası yaklaşık 25-30 kişilik bir ekip var.
Bu ikisinin de birbirini sinerji oluşturacak
şekilde desteklediğini düşünüyoruz. İlk
adım aslında bu panele de adını veren
Sosyal Girişimcilik Platformu adına örnek
olabilecek bir model. Burada, içerideki
üyelerin hepsinin tamamıyla sosyal girişimlere
odaklanmasındansa teknoloji, tasarım,
sosyal bilimler, girişimcilik gibi farklı alanlarda
pratik eden küçük şirketler ve bireyler var.
Bunların içinde de tamamen sosyal girişime
odaklanan da küçük bir grup var, ama
bunun oranının belli bir seviyede olmasına
dikkat ediyoruz ki bu dengeli bir sistem
olsun. Örnek vermek gerekirse, bugün daha
erken saatlerde konuşmuş Re:Coded ekibi,
Feel Ready adında Suriye’deki durumları
çözmek için donanım geliştiren bir ekip
var. Dezavantajlı gruplara yeni hikâyelerle
Engin AYAZKurucu Ortak, Tasarım Direktörü, ATÖLYE
Buğra ÇELİKDirektör, imece
96
ürün geliştiren Incomplit adlı bir ekip var
ve bu ekiplerin ötesinde de aslında bir
girişimci için bir arada olmak o kadar kritik
ki, bu bir topluluk olma üzerinden, iş birliği
kültürü üzerinden ve güven üzerinden yeni
projelerin doğmasına izin veren bir alan var.
Bu işin yaratıcı platform kısmı, aynı zamanda
UNDP ile gerçekleştirdiğimiz Blockchain For
Goods etkinliği, Connect For Change gibi
etkinlikler de bunun daha kamuya bakan
ayağını oluşturuyor, ama esas odağımız yine
de içerideki o kitlenin gerçekten kuvvetli bir
bütün olması.
Diğer taraftan projeler kısmında da aslında
ülkemizde cevap verilebilecek, sosyal etki
yaratabilecek çok fazla problem var. Eğitim
reformu girişimiyle birlikte birkaç sene
önce başlattığımız öğretmen ağı projesi şu
anda Türkiye’deki farklı vakıfl ar tarafından
desteklenen, yeşeren öğretmenlerin
gelişimine katkı sağlayacak bir ağ kurma
çabası. Yani Atölye bir platformsa ve biz onu
yarattıysak aslında derdimiz buna benzer
farklı kitleler için yine platformlar yaratmak.
KOBİ’ler odağında fi nansal okur-yazarlığın
nasıl gelişebileceği üzerine bir proje üzerine
çalışıyoruz. Seneye bir aplikasyon üzerinden
yayınlanacak. Bunun dışında yakın zamanda
tamamladığımız projelerden bir tanesi de
Abdullah Gül Üniversitesiyle gerçekleştirilen
“Kentsel Sürdürülebilirlik Yaz Okulu”.
Proje, okulun içinden değişim ajanı olarak
tanımlayabileceğimiz 15 kişiyi nasıl seçeriz ve
biz kendimize göre bir yaz okulunu tasarlarız,
bu öğrenciler 4-5 hafta içinde Birleşmiş
Milletlerin sürdürülebilirlik hedefl eri üzerinden
ezbere dayalı olmayan bir proje üretmeye
yaklaşan bir yaklaşımı nasıl okullarına geri
götürürler sorularına odaklandı.
Herhalde sosyal girişim adına yaptığımız
en önemli proje de “İmece Projesi”.
Zorlu Holdingle birlikte ve UNDP’nin ciddi
destekleriyle son birkaç senede hayata
geçirdiğimiz İmece aslında atölyenin farklı
bir alanda daha odaklı ilerleyen bir türevi
diyebiliriz.
Emrah KURUM
O zaman sözü İmece’ye verelim. İmece
olarak siz ne yapıyorsunuz? Günümüzde
sosyal girişimcilik çok konuşulmaya başladı
ama sizin gelenekselleşmiş yaklaşımlardan
öte biraz daha yenilikçi çözümler üretme
yaklaşımınız var. Biraz buna değinir misiniz?
Buğra ÇELİK
Aslında bugün sabahtan beri kamudan, özel
sektörden, sivil toplumdan herkes sorunların
çözümüyle ilgili bir niyet ortaya koydu,
ama baktığımızda şu an bu niyeti çözüme
dönüştürecek mekanizmalar ya da platformlar
elimizde yok. İmecede yapmaya çalıştığımız
şey bireylerin, kurumların meseleler etrafında
çözüm geliştirmek için bir araya gelmesini
sağlamak, ismi de oradan geliyor.
97
İlk iki yılımızda sürdürülebilir kalkınma
hedefl eri doğrultusunda erken dönem sosyal
girişimler yetiştirmek üzerine yola çıktık ve
burada bu sosyal girişimlerin sistemsel bir
dönüşüm oluşturabilmelerini sağlamaya
çalışıyoruz. Bu noktada baktığımızda
son 10 yılda iş yapış biçimlerimizde çok
ciddi bir değişim var, ama bunu sosyal
meselelerin çözümünde henüz yeterince
uygulamadığımızı düşünüyoruz. Şu an
dünyanın en iyi algoritmaları bize reklam
tıklatmak için uğraşıyor, ama Antep’e
baktığımızda ya da mülteci bölgelerine
baktığımızda kayıtlar hâlâ defterlere tutuluyor
ve merkezi bir data sistemi yok. Ama
toplumdaki kutuplaşmadan dolayı fi ziksel
olarak da bir araya gelip sorunlara kafa
yoramıyoruz. Dolayısıyla yenilik dediğimiz
şey bir anlamda teknolojiyi barındırıyor, bir
anlamda da o tekrar toplum olmayı, tekrar
komünite olmayı barındırıyor. Genel olarak
yapmaya çalıştığımız şey bu aslında, sadece
teknolojik bir inovasyondan bahsetmiyoruz.
Emrah KURUM
Teşekkürler. Burada tekrar Engin’e dönecek
olursak, sorunlar artık küreselleşiyor fakat
bunun yerelleşme kısmı da çok ön plana
çıkıyor günümüzde. Bu önemle üzerinde
durulması gereken konulardan biri. Atölye
olarak paylaşabileceğin küresel sorunlara
geliştirdiğiniz yerel çözümler var mı?
Engin AYAZ
Burada insan odaklı tasarım, tasarım
odaklı düşünce, artık ürün değil, deneyim
ekonomisine geçiyoruz döngüsel ekonomi
gibi çok yaygın kullanılan kavramlar var.
Bütün bunlar özellikle Silikon Vadisi, daha
genel anlamda Amerika kökenli yaklaşımlar.
Bu terimleri geliştirmekte her ne kadar
kuvvetli olsalar da dünyadaki bu çetrefi lli
problemlerle ilişki kurma konusunda da
bir o kadar zorlanıyorlar. Zira şu an San
Francisco’da “Ben nasıl çamaşırhaneye daha
hızlı gitmeden derdimi çözerim?” sorusu
üzerine milyon dolarlar veriliyor, ama bu
dünyadan bakarak çok daha girift olan enerji,
trafi k, eğitim gibi problemleri aynı şekilde
çözmek mümkün değil. Aslında Türkiye’nin
bulunduğu ilginç bir ara kesit var. Çünkü
hem bütün bu problemlerin içinde yaşıyoruz
hem de yetenek geliştiren kuvvetli bir
eğitim sektörümüz var. Ama bu problemlerle
bağ kurmakta doğru metotları her zaman
hayata geçiremiyoruz. Hayat geçirdiğimiz
noktada buradan çıkacak projelerin belki
Endonezya’da, Brezilya’da, Hindistan’da
bize benzer yerlerde fonlanması, büyümesi
çok daha olası olur. Biz en azından bu tezle
ilerliyoruz. O yüzden de buradan çıkabilecek
projelerin ciddi fark yaratabileceğine
inanıyoruz.
İkincisi, topluluk oluşturma ve bir arada
durmayı bence Buğra çok iyi ifade etti.
98
Teknoloji bir adım, ama bir arada durabilmek
çok daha gerekli bir adım. O topluluk
oluşturma da aslında kendi başına çok
meşakkatli bir konu. Yani bir bahçeyi her
gün sulamak, her gün bakmak gibi bir şey
bu topluluk yönetmek. Bir gün yaptım, daha
sonra saati kurdum, 6 ay sonra yeniden
bakacağım şeklinde işleyemiyor. Birkaç
tane tanımlı büyük topluluktansa- çünkü
ölçeklenemiyor topluluk dediğiniz şey, 100-
150 kişide tıkanıyor- çok daha farklı alanlara
odaklanan, öbekleşen yeni topluluklar
doğmasını biz de gerekli buluyoruz. O
yüzden de bizim rolümüz Atölye’yi nasıl
ölçeklendiririz, nasıl her tarafta yeni
atölyeler yaratırız değil. Biz kendi operasyon
modelimizi ve çalışmamızı nasıl yayarız,
bilgimizi paylaşırız ve bundan herkes
kendine göre pay çıkartıp kendi topluluklarını
yaratır, bu daha doğru bir yaklaşım diye
düşünüyoruz.
Son olarak bu makroda sosyal girişim ya
da sürdürülebilir kalkınma hedefl erine
odaklanan çok ciddi fonlar var ve bu fonlar
her ne kadar ellerinde belli bir güç ve odak
olsa da riske o kadar açık değiller. Bu riske
açık olmayan uzun vadeli planlama gereken
fonlarla, riske çok açık olan ve kısa vadede
harekete geçmeye ihtiyacı olan startupların,
girişimlerin -ki bunların hepsinin ölçeklenebilir
girişim de olması gerekmiyor, sadece
sosyal fayda üreten bir inisiyatif de olabilir-
arasında bir katman eksikliğini gözlemliyoruz.
Atölye’nin rolü kesinlikle bu aradaki katmanı
doldurmak değil. Biz farklı yerlerde kendimizi
konumlandırıyoruz, ama o ara katmanda daha
fazla aktör çıkmalı, çünkü konu gerçekten
problem ya da fi kir üreten insan eksikliği
değil, makro ölçekteki fon ve alttaki problemi
birleştiren arabulucular diye düşünüyorum.
Emrah KURUM
Teşekkürler. Biraz da Buğra’nın da
deneyimlerini alalım. Bildiğim kadarıyla
üçüncü çağrıya çıkacaksınız. Geriye
dönüp baktığınızda destek olduğunuz
sosyal girişimlerde çözüm konusundaki
deneyimleriniz neler, neler aktarmak istersin?
Buğra ÇELİK
Özet olarak sosyal girişim yetiştirmek
gerçekten çok zor, kan, ter, gözyaşı içeren bir
süreç. En önemli öğrenim bu, ama üç önemli
başlık var. Çok iyi bir kuluçka programına
ihtiyacımız var. Burada biz 200 saatlik
eğitimden 600 saatlik birebir mentorluk
görüşmelerine kadar bir süreç işlettik. Bu
yüzden tüm süreçlerimizi mümkün olduğunca
dijitale aktarıp, bunu başka partnerlerle
de paylaşabildiğimiz bir sürece girmeye
çalışıyoruz ki hani biz çektik, başkaları
çekmesin, bu kadar hızlı çözüm üretmemiz
gereken bir dönemde aynı hataları
yapmayalım.
Bir diğer konu sağlıklı ekosistem, burada
ekosistem aslında yavaş yavaş oluşuyor. Bu
99
yıl mayıs ayında biz bu ekosistemin daha
hızlı gelişmesine katkıda bulunmak için Zorlu
Holding ve Londra merkezli bir organizasyon
olan Social Innovation Exchange ile
Wayfi nder etkinliği düzenledik. sixwayfi nder.
com’dan raporları incelemenizi tavsiye
ederim.
Üçüncü olarak en önemli konu fi nansman.
İmece, Zorlu Holdingin kurumsal sosyal
sorumluluk bütçesini yenilikçi bir şekilde
harcayan bir proje ve fi nansman için
UNDP’yle birlikte kitlesel fonlama
kampanyaları tasarlıyoruz. Kasım ayında 4
projemiz yayına çıkacak. Çözümün bir parçası
olmakla ilgili yapabileceğiniz şeylerden biri
İmece’yi takip edip o kampanyaları görmek.
Bir yandan da My Impact adında yatırımcıları
girişimcilerle mentorluk seviyesinde
buluşturduğumuz bir platform üzerinde
çalışıyoruz. Dolayısıyla bir yandan fi nansmanı
sosyal girişimcilere, sosyal girişimcileri de
fi nansmana yaklaştırmaya çalışıyoruz.
Emrah KURUM
Aslında konu biraz uzun ve detaylı,
üzerinde saatlerce konuşabiliriz ama son
12 saniyedeyiz. Her birimizle ne zaman
isterseniz iletişime geçebilirsiniz. Son
olarak Sürdürülebilirlik Adımlarının küçük
bir çağrısını yapayım. Belirlenen 17 hedefl e
ilgili Türkiye’de kimin ne yaptığı ile ilgili ciddi
bir belirsizlik var. Bu belirsizliği yok etmek
için Türkiye Sürdürülebilirlik Ağı adında bir
platform oluşturarak, hangi şehirde, hangi
hedefl e ilgili kimin ne yaptığını listeleyeceğiz.
Platform ücretsiz olarak herkesin kullanımına
açık olacak.
Hepinize teşekkürler.
100
İnsanlar ve Dünyamız için Çalışmak
Aslıhan Durukan PASİNLİWWF Türkiye Genel Müdürü
Moderatör
Bahar ÖZAYSDSN Türkiye Direktörü
Şimdi yine ilham verici bir panelimiz var:
“İnsanlar ve Dünyamız İçin Çalışmak”.
Dünyanın çözülmesi gereken pek çok
sorunu var. Birazdan bunlara çözüm
düşünmüş ve öneriler sunmuş konuklarımız
çıkacak sahneye. Onlardan gerçekten
uğraşılıp gönül bağlanılırsa bazı sorunlara
nasıl sonuçlar alınabileceğini göreceğiz.
Önemli olan insan olarak birbirimize
dokunabilmek, sahip olduğumuz değerlere
sıkı sıkı sarılmak. Konuklarımız moderatör
Bahar Özay, Aslı Durukan Pasinli, Leyla
Arslan ve Ferhan Geylan. Alkışlarınızla
onları sahneye davet ediyorum.
Halit ERGENÇ
Bölüm
18
101
Bahar ÖZAY
Hoş geldiniz, merhabalar tekrar. Öğleden
sonra hâlâ daha bu enerjiyle birlikte
olduğumuz için çok mutluyuz. Birleşmiş
Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri
Ağının direktörlüğünü yürütmekteyim.
Sözlerime 4.000 yıl önce bu topraklarda
yaşanmış gerçek bir hikâyeyle başlamak
istiyorum izin verirseniz:
“Kentler kuruldu kurulalı ilk kez koca
arazilerden tahıl alınamadı, sulak arazilerden
balık çıkmadı. Sulak bahçelerden ne
şurup çıktı ne şarap. Toplaşan bulutlardan
damla düşmedi yere, masgurum büyüyüp
yeşeremedi. Bir paraya çeyrek şişenin yarısı
kadar yağ alabildin ancak, bir paraya çeyrek
şişenin yarısı kadar tahıl alabildin ancak.
Her kentin her pazarında hep bu fi yatlar
vardı. Derken damda yatan adam damda
kaldı, evinde yatanın cenazesi evinde kaldı.
Açlıktan insanlar göğsünü, bağrını paraladı.”
Karamsar bir tablo, öyle değil mi? Kuraklık
ve kıtlık sonrasında yaşananları özetleyen
günümüzden tam 4.000 yıl önce yaşanmış,
Akat İmparatorluğu’na ait bir kitabeden
alınan bir öykü bu. Bana sorarsanız dünyanın
başındaki en büyük tehdit iklim değişikliği.
Gün içinde konuşmacılar dünyamızın
sorunlarına çokça değindiler. Çok karışık ve
büyük sorunlarımız var. Belki de bu sorunları
çözecek son nesiliz. İşin ucundan tutmazsak
çocuklarımıza yaşayabilecekleri bir dünya
bırakamayacağız belki de. İşte bu noktada
Sevgili Aslı Durukan Pasinli’ye dönmek
istiyorum. WWF Türkiye olarak önemli
çalışmalar yürütmekteler. Sorunlarımız çok,
bunları nasıl çözeceğiz Aslı?
Aslı Durukan PASİNLİ
Baharcığım, teşekkür ederim. Öncelikle
tüm katılımcılarımızı sevgiyle, saygıyla
selamlarım. Bugün havada iyilik var, böyle
bir ortamda olmak gerçekten bana çok iyi
geldi. Bazen maalesef felaket tellallığı yapıyor
gibi buluyorum kendimizi, ama gerçekten
sorunlarımızın giderek arttığı bir dönemi
yaşıyoruz ve biliyoruz ki çözümlerimizde
çok farklı davranmak zorundayız. Aynı
işi yaparak farklı sonuçlar alamayacağız,
çözümlerimizin inovatif olması gerekiyor.
Biz WWF olarak geleceği teknolojide ve
inovasyonda görüyoruz. Bununla ilgili
ne yapıyoruz? Öncelikle birçok alanda
teknolojik gelişmeler var, inovasyon var,
hele bankacılıkta çok çok ileri durumdayız
ülke olarak ama tarım alanında bir eksiklik
görüyoruz. Bunun için tarımda teknoloji
çalışmamızı başlattık Anadolu Grubunun
iş birliğiyle, geçen ay itibariyle toprak
sensörlerimizi yerleştirdik. Çiftçilerimizin
cep telefonlarına toprağının analiz ve ne
kadar ilaçlama yapması gerektiğinin bilgileri
geliyor. Genel bir ilaçlama yapmak yerine
bunu yaparak tarım ilaçlarını %50 oranında
azaltabileceğimizi gördük. Ayrıca hava
meteoroloji istasyonlarından o bölgedeki
günlük nem oranı bilgisi cep telefonlarına
gelebiliyor. Böylece gerekli önleyici ilaçlamayı
Ferhan GEYLANOgliv Vakfı, Kurucu
Leyla ARSANTAGES, CEO
102
yapıyorlar ki bu hastalık sonrası daha fazla
ilaçlama yapmalarının önüne geçiyor. Dijital
uydudan tarlalarını takip edebiliyoruz. Bunun
gibi inovatif yaklaşımlarla tarım alanında
gerçekleştirmiş olduğumuz bu uygulamaları
alanına Türkiye’nin birçok noktasına yaymayı
umuyoruz.
Başka ne yapıyoruz teknoloji ve
inovasyonda? Farkındalık kampanyaları
yapıyoruz. Bilinçlenmek ve alışkanlık
değiştirmek için kampanyalar çok önemli.
Biz bu sene ilk defa destekçilerimizden bize
alışkanlık bağışlamalarını ve bunu ölçmek
istedik. Oyunlaştırmayı kullanarak bir hedef
koyduk. 1 Güzel Hareket kampanyamızda
tek kullanımlık plastik alışkanlığı ile ilgili bazı
değişimler talep ettik. 100 bini hedefl emiştik,
bugün itibariyle 96 bindeyiz. Kampanyamızda
12 milyon kişiye ulaştık. Bu aslında bir
farkındalık kampanyasının oyunlaştırmayı
kullanan ve çok ölçülebilir bir versiyonu.
Neler yapmak istiyoruz, gündemimizde
neler var fonlamaya çalıştığımız? Türkiye’de
denetim konusunda çok eksiklikler
görüyoruz, birçok alanda insan faktörü
araya giriyor, cezalar yeteri kadar etkin
olamıyor ya da kesilmiyor. Çünkü cezayı
kesenle cezayı alan akşam -hele kırsalsa-
aynı masada oturuyorlar. Google Earth,
Asya’da bir uygulama başlattı. Onun pilotu
için başvuracağız. Bu teknolojiyle hem
kaçak balıkçıları hem akarsu kirliliğini takip
edebileceğiz. Büyük Menderes’de çok
önemli çalışmalarımız var. Bu bölgede
elektrik sarfi yatını engellemek için akşam
saati olduğunda arıtmaları kapatıp deşarjlar
olabiliyor. Bunları teknolojiyle takip edebilmek
istiyoruz. Dijital şamandıralarla üç yılda süren
işimizi birkaç ayda yaparak su kirliliğini
ölçebilecek duruma gelmeyi hedefl iyoruz.
Bunun dışında sualtı balık sayımları yapıyoruz,
istilacı türlerin çok arttığını belgeleyebilmek
için dalgıçlarımız aylarca suda daldılar, bilgi
topladılar. Bunları yüz tanıma teknolojisiyle
su altına yerleştirilen kameralarla takip edip,
bu araştırmaları çok hızlı yapmamız artık
mümkün. Ayrıca yine pet şişe konusunda bir
STK, kamu ve özel sektörün bir arada olduğu
bir etkin geri dönüşüm komitesi kurduk.
Burada da aralarında sizin de olduğunuz,
Boğaziçi Üniversitesinin de olduğu
bütün paydaşlarımızla ortak komitemizde
inovasyon konuşuyoruz. Nasıl daha az atık
yaratabiliriz, nasıl paketlerimizi azaltabiliriz?
Mesela, havayollarında bir komitemiz var,
havayollarında çok ciddi atık var. Maratonlar
gibi özel etkinliklerde de su topları gibi hiç
paket kullanmadan su içmek mümkün olur
mu, bunları sorguluyoruz. Bu inovasyonlarla
da geometrik olarak başarı sağlayacağımızı
düşünüyoruz.
Bahar ÖZAY
Çok değerli çalışmalar, çok teşekkür
ederiz Aslı. Ümit ederim son turda mesaj
verme fırsatı da tanıyacağız. Sevgili Leyla
Arslan TAGES’in Yönetim Kurulu Başkanı,
çok önemli ve değer katan inovasyon
ve Avrupa Birliği projeleri yazan önemli
bir ekipte çalışıyor. Sevgili Leyla, siz bu
konuda neler yapmaktasınız? Özellikle tek
kullanımlık plastiklerle nasıl başa çıkacağız
ve insanlarımızı bu konuyla ilgili nasıl
bilinçlendireceğiz, onları bu sürece nasıl dahil
edeceğiz?
103
Leyla ARSAN
Teşekkürler Bahar. Ben projelerimi cebimde
getirdim, iki proje getirdim. Bir tanesi
plastic twist işte bu senin bahsettiğin proje.
PlasticTwist projesi. Adı üstünde plastiği
twist ediyoruz. Plastiği yeniden kullanmak için
bir farkındalık platformu yaratmak gerekiyor.
Farklı toplumlara, farklı kişilere, kurumlara
bu farkındalığı yaratırken birtakım araçlar
kullanmak gerekiyor. Artık konvansiyonel
araçlar bir işe yaramıyor, çünkü dijital
teknolojiler, internet hayatımızın her yerinde.
Bu bir Avrupa Birliği projesi, Avrupa Birliği
fonu ve farklı ülkelerden farklı kurumlar var.
Bu projede herkesin dahil olabildiği, bilgiye
sahip olabildiği, dijital bilgilendirme yapan
açık bir platform yapacağız. Özellikle plastiğin
geri dönüşümü ve bütün bu süreçleriyle ilgili
gamefi cation adı verilen oyunlaştırmalar,
craftsource adı verilen kitlesel bilgi
kaynaklarının kullanılması ve paylaşılması ve
aslında en ilginci de blockchain altyapısıyla
bir PlastikToken - plastik jeton mu desek
Türkçe bilemiyorum- yapısı kurarak bu
farkındalığı arttırmayı hedefl iyoruz. Proje
henüz başladığı için daha sonuçlarıyla ilgili
bilgi veremeyeceğim, ama yakın zamanda
bu konuda daha çok bilgi sahibi olabilirsiniz.
Buradaki en önemli konu da açık veriyi
oluşturuyor olması. Açık bir platform olduğu
için daha çok veri oluşacak ve küresel
anlamda farkındalıkla birlikte daha çok veri
de paylaşılmış olacak.
Hemen ikinci projemi cebimden çıkarıyorum.
TAGES olarak geliştirdiğimiz ikinci projemizin
adı DIGITgame. Çocukları iklim değişikliği
ile hakkında daha çok geliştirmeye yönelik
bir proje. Çocuklarda farkındalık oluşturmak
ve çocukları bu bilimsel düşünceye teşvik
etmekle ilgili gamefi cation projesi. Çocuklar
oyun geliştiriyorlar ve bu oyunlarla iklim
değişikliği stratejileri de geliştiriyorlar. Yani
hem oyun kodluyorlar hem de kodladıkları
oyunlarla strateji de geliştirebiliyorlar.
Okullarda bu tip çocukları daha çok
göreceğiz. Hedefi miz de bu. Teşekkür
ederim.
Bahar ÖZAY
Ben teşekkür ederim. Bir noktayı daha
açmanı çok kısaca rica edeceğim. Openisme
adını verdiğiniz, kurumlara yönelik araştırma
konusunda da desteklediğiniz önemli
bir platform daha var. Ondan da çok kısa
bahsedebilir misin?
Leyla ARSAN
Openisme, fi kri olan kişilerin ya da
kurumların ben neredeyim, aslında ne kadar
yenilikçiyim sorularının yanıtını görebilmeleri
ya da bu konuda çalışan dünyadaki farklı
uzmanlara erişebilmeleri için yapay zekâyla
geliştirilmiş bir araç. Bu çerçevede bu kadar
söyleyebiliyorum.
Bahar ÖZAY
Ogliv Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sevgili
Ferhan Geylan’a dönmek istiyorum. Sosyal
inovasyon konusunda çok önemli bir
çalışmanız var. Kaliforniya’da gördüğünüz bir
örneği Türkiye’ye taşımak istediniz. Varlık
temelli sürdürülebilir kalkınma modeli nedir?
Bilecik Pazaryeri Kınık Köyünde yaptığınız
çalışmayı bize kısaca aktarırsanız çok
seviniriz.
Ferhan GEYLAN
Teşekkür ederim. Herkese merhaba,
ben uzun yıllar önce bir proje vasıtasıyla
tanıştığım varlık temelli sürdürülebilir
kalkınma modeliyle, yani aslında bölgelerin
kalkınması, sürdürülebilir kalkınmasıyla ilgili
çalışıyorum. Bu çalışmayı mahallelerimiz,
köylerimizin kalkınmasıyla ilgili daha mikro
ölçekli bölgelere indirgeyerek, eşit ve adil
kalkınmayı, refahı dünyanın her noktasına
taşıyabileceğimiz nitelikte bir modelimizin
olmasına inandığım için yaklaşık 10 yıldır
sürdürüyorum.
Bu çalışmaların neticesinde de bu sene
yaklaşık 6-7 ay önce, Bilecik Pazaryeri
İlçesinin Kınık Köyünde bu projemizi hayata
geçirmeye başladık. Kınık Köyü aslında çok
enteresan bir köy. 100 yıl önce Bulgaristan
göçmenlerinin gelip yerleştiği bir köy, oradan
da bir sanat getiriyorlar. Çömlek sanatıyla
geliyorlar. Akıtma deseni dedikleri çok
önemli bir tarihi sanatları var çömlek üzerinde
uyguladıkları. Bir şekilde bu projemizden
haberi olan yerel yönetim, kaymakamlık bize
böyle bir değerleri olduğunu, bunu nasıl
geliştirebileceğimizi danışmak için davet
etti ve o günden sonra Kınık’ta çok önemli
projeler başlattık.
Geçtiğimiz yaz yine kaymakamlık, BEBKA
ve Ogliv’le birlikte bir çalıştay düzenledik.
O çalıştaya Türkiye’nin değerli hocalarını
davet ettik. Atölyedeki sanatçı ustalarımızla
güzel bir çalışma yaptılar. Onlara tasarımlarını
hediye ettiler. Mimar Sinan Üniversitesiyle
104
birlikte diğer ekosistemin içinde yer alan,
orayı geliştirecek olan bir ekosistem
kurduk. Bu ekosistemin içinde çömlekçi
ustalarımızın orada gelişmesini sağlayıp
ekonomik gelir üretebilecekleri bir yapıya
kavuşmalarını sağlamak için kurulan ar-
ge tesisimizi muhtemelen mart, nisan gibi
hayata geçirmeyi hedefl iyoruz. Bunun
dışında 6-7 projemiz daha var, ama özellikle
bizim üzerinde çalıştığımız konu bölgenin
varlığını keşfedip, o varlık üzerine bölgenin
kalkınmasını inşa etmek. Bu sadece bir
ekonomik varlık olarak gözükse de aslında
bölgedeki halkın bir kalkınma noktasına
odaklandığı zaman kendi aralarındaki birlik
ve beraberliği de sağlaması nedeniyle çok
önemli bir model olduğunu düşünüyorum.
Çünkü o birliktelik bölgenin sosyokültürel
kalkınmasını da sağlıyor. Bunun yanında
yeni bir çalışma daha başlattık. O bölgede
yapılacak olan bu tesisin içine Birleşmiş
Milletlerin 17 hedefi ni de taşıyıp, mahalli
yerleşim bölgesinde diğer sorunların
çözümüyle ilgili de bir bölüm açmaya karar
verdik.
Bahar ÖZAY
Çok kısa bir zamanımız kaldı. Tek bir cümleyle
değerli bizi izleyen kitleye ne iletmek
istersiniz efendim?
Ferhan GEYLAN
Bu çalışmalardan çıkardığımız çok önemli
bir sonuç var. Bu da bölge halkıyla bölgesel
varlıkları kullanarak, toprağa, suya,
havaya zarar vermeden, kaynaklarımızı
doğru kullanarak çok nitelikli ürün elde
edebileceğimiz üretim yapmalarını
sağlayabiliriz.
Bahar ÖZAY
Çok teşekkür ediyorum. Sevgili Leyla ve
Sevgili Aslı sizden de mesajlarınızı alabilir
miyim?
Leyla ARSAN
Bundan sonra özellikle bilgi iletişim
teknolojileri alanında inovasyon yapanların,
ar-ge yapanların, çözüm geliştirenlerin
mutlaka ya iklim değişikliğine ya döngüsel
ekonomiye, yani topluma daha büyük etkisi
olan fayda sağlayacak projelere yönlenmesi
gerekiyor.
105
Aslı Durukan PASİNLİ
Doğa sorunları çok komplike algılanıyor,
insanlar o yüzden kendini çok kopuk
hissediyor. Bir STK, bir kurum, bir kamu
yöneticisi olmanıza gerek yok, bireysel
olarak da bugün itibariyle yapabileceğiniz
şeylerin etkileri çok büyük. O yüzden sizi
1guzelhareket.org’a girerek güzel bir hareket
yapmaya davet ediyorum.
Bahar ÖZAY
Çözümler var, hep birlikte bugünden
çalışmalıyız. 2030’a sadece 11 yıl kaldı.
Çok teşekkür ederiz bizleri dinlediğiniz için.
106
Dayanıklı Platformlar
Burak KILIÇUPS Türkiye, Ülke Müdürü
Moderatör
Ali Ercan ÖZGÜRIDEMA, Kurucu
Evet, sıradaki panelimiz: “Dayanıklı
Platformlar”. Bu ne demek oluyor?
Siz bir iş kurdunuz veya sosyal fayda
sağlayacak bir çalışma içerisindesiniz, bunu
ilerletiyorsunuz veya bir fi rmanız var. Bunun
uzun vadede sağlamlığını garanti etmeniz
icap ediyor. Mesela, doğal felaketler aldı
başını yürüyor. Sosyal fayda sağlayan,
geleceğe dönük sürdürülebilir kalkınmayı
sağlayacak olan işlerin her birinin doğal
felaketlere karşı, ekonomik krizlere
karşı olası her noktada sağlam birtakım
platformların üzerinde olması lazım. Şimdi
bunlarla ilgili önerilerini söylemek ve yine
umut verici birtakım çözümler anlatmak
üzere huzurlarınıza moderatör Ali Ercan
Özgür, Burak Kılıç, Matt Kendon ve Matthias
Zwingli geliyor. Hoş geldiniz efendim.
Halit ERGENÇ
Bölüm
19
107
Ali Ercan ÖZGÜR
Merhaba. Günün sonu geliyor, hâlâ enerji
yerinde mi? Teşekkürler. İngilizce ihtiyacı
olanlar kulaklıklarını ayarlayabilir, Matt ve
Matthias’ın konuşmaları İngilizce olacak, ben
de onlara İngilizce eşlik edeceğim, o yüzden
biraz benim İngilizceme maruz kalacaksınız,
baştan özür diliyorum.
So, I will switch to English. We have a
resiliency platforms panel, which we
designed and where we have speakers from
Outlandish UK. Outlandish is a cooperative
that links the technology cooperatives in
the UK. We have Digital Switzerland, linking
startups and trying to make Zurich Silicon
Valley of Europe. And, we have Burak Bey,
who is the Country Director of UPS Turkey,
and they have social investments for SMEs
to get prepared to disasters in Turkey with a
technology platform. So, I will fi rst give fl oor
to Matt Kendon from Outlandish to talk about
their story on how they built platform as a
platform cooperative and other technology
examples.
Matt KENDON
Hi, everyone. Yes, so, Outlandish started as
a cooperative. It started as a partnership
between two friends, who wanted to
do technology better. And then, over
time, it grew and eventually it became a
cooperative. When Outlandish became a
cooperative two years ago, it became the
largest digital cooperative in the UK, which
came as a surprise. We were not expecting
that, So, at that point, we reached out to
other cooperatives in the UK to fi nd what
they were doing and how they were doing
their work, because we were new to the
game. We started working with them to
create a network to help each other support
ourselves in our business, to share work and
share ideas, and share technologies. And
then, that’s been successful, and that’s been
running for two years now. And what we
have been able to achieve there is a great
sharing of knowledge, which has allowed
new cooperatives to pop up, and old ones
to grow and succeed where, perhaps in the
past they haven’t been able to. Outlandish
has started a coworking space in our offi ce
in London, and that’s where we bring on new
people, young people, who are new to the
cooperative sector, new to the digital sector.
And we help them with their business ideas,
and with their social enterprise. We engage
them with other people, with our clients, to
help them to build their ideas into something
that will work and something that can be
sustained. Outlandish also works with clients.
One of the platforms that we have built is
called School Cuts, which is a campaign
website. In the UK, now schools are suff ering
massive budget cuts, and the national union
of teachers in the UK wanted to tell that story
to the public. And we built a map-based
platform that allowed them to upload data
of how the schools were suff ering, so that
people can search for the local area, fi nd
Matthias ZWINGLIGirişim Kolaylaştırıcı, Digital Switzerland
Matt KENDONOutlandish, Kurucu
108
the schools in their local area and see how
much money is being lost per child, And
that has grown into a massive grassroots
campaign movement, and the second phase
of the platform has just come into eff ect, and
we’re now looking at actions for parents and
teachers and students to take, so that they
can track what they’re doing and how their
work is changing their local environment.
Ali Ercan ÖZGÜR
Thank you. Can I have a special clap for
Matt? He is smiling at me. Matt was not
fl ying, as a result of his personal approach
to climate change. You were not fl ying for
over twenty years, right? And he fl ew for this
event to Turkey to share the Outlandish.
Really, thank you again for coming Istanbul.
Now Mathias, what’s going on in Zürich? Are
you inviting all you know young startups and
social entrepreneurs to your programs in
Zürich?
Matthia ZWINGLI
I hope so soon. Now, thank you so much
for being here. It’s a pleasure. I just have to
say that there is one day, which is the fi rst of
August 2018. Two things happen then. First
of all, it’s the Swiss national day, which we
always celebrate dearly. And second of all,
it’s the day when we use up all the resources
our Earth provides in one year. And I believe
there are two ways to change that. First
of all, we have to change and adapt our
behavior, and second of all is technology
and digital solutions. We already heard two
really good examples today. Needs Pap, as
you presented, and Hello Hope. I think these
are two brilliant examples for how you can
help the planet and how you can make a
future more sustainable. That’s exactly what
we’re doing at Digital Switzerland as well,
for the Swiss Base. We are an association
that wants to focus and push the Swiss
startup ecosystem to come up with more
of the great solutions such as these two.
And we do that in various ways. We are
based in six pillars. We start with education.
It’s our fi rst pillar. We really focus on how
we can change the educational system in
Switzerland, to create the workforce and the
highly-skilled people we need in the future,
for example, computational thinking and
coding, and how can we implement that in
our education system. And the Swiss system,
for those of you who don’t know it, is really
structured. So, we have twenty-six cantons,
and they all want to have this part. So, it’s a
lot about consensus, it’s a lot about talking
with the people and creating a dialogue. The
second pillar we are focusing on is public
economic dialogue. We are bringing the top
leaders of our corporations in Switzerland
together with the top politicians, and let them
talk what we need and what is needed in
Switzerland, that we can change and adapt
as a digital hub, where are ready for the
digital transformation and they’re talking
right now, and coming up with an action
plan that we can hopefully fulfi ll in the future.
And the eff orts lead the corporate startup
enablement, that’s where I come from.
There, we are focusing on really helping
and growing the ecosystem, what we can
do to create more startups, what we can
do to really have a social and sustainable
impact on the world. And we, as a hub of
providers, we are a neutral source, who
are connecting all the diff erent activities
from our investors from corporations, from
hubs, to one Switzerland, and help them
to grow and scale. And that brings me,
I think, to the fi fth pillar, which is in our
public dialogue pillar. Actually, next week
in Switzerland, we are having a huge event
all over Switzerland. It is called Digital Talk
or Digital Day, and we are shaping and re-
focusing on creating the dialogue about the
digital transformation and the digital age
with all the people from Switzerland. So, if
they have a question about data security,
about education about health, such as
“What is going to happen?”, we are going to
answer them. We work together with a lot of
academics and corporations from all over
Switzerland to bring them all to bring them
all together on this date and help them to
shape the dialogue. And last but not least,
we have the sixth pillar of us. It’s international
communication. That’s one of the reasons
why I’m here, and I’m really happy to be
here, because, I think, if you really want
to tackle these issues and if you really
want to reduce our footprint, we only can
do it by getting together and sharing and
collaborating on what we know.
Ali Ercan ÖZGÜR
This actually bring us to the 17th Goal of
UNDP Sustainable Development Goals,
which is partnerships. So, which has created
109
the environment with the likes of TBWA
and UNDP, designing the content based
on the partnerships and how partnerships
can build and develop new ecosystems.
So, here is a platform of ecosystem. That’s
why we have a resiliency platform, because
we overconsume sustainability. There are
sustainability issues. So, we need new terms,
new concepts and resiliency. So, I will switch
to Turkish for Burak Bey also.
Burak Bey tabii sürdürülebilirlikte dayanıklılık
kavramı ile ilgili UPS dünyada da Türkiye’de
çok önemli ve uzun yıllara dayanan çalışmalar
yapıyor. Lojistik sektörü sizin alanınızla
ilgili. Afetler, insani yardım konuları, onlarca
uçağınız var, bazen hiç haberimiz olmadan bir
sürü yere uçaklar iniyor ve yardım götürüyor.
O anlamda hayatın, uluslararası yardımın,
kalkınmanın çok içinde bir şirket UPS. Afet ve
afetlere hazırlıkla ilgili platformlar, teknolojik
platformlar oluşuyor. Sizin açınızdan nasıl özel
sektör? Şirketiniz açısından bu dünya nasıl
gözüküyor ve siz ne katkı sağlıyorsunuz?
Burak KILIÇ
Teşekkürler Ali Ercan Bey. M.Ö. 2000
yılında yazılmış bir duvar yazısı bulmuşlar.
Yazıda; “Dünya kötüye gidiyor, çocuklarımızı
bundan korumamız lazım.” yazıyormuş.
Dünya gördüğünüz gibi özellikle iklimle ilgili
felaketlerde son yıllarda ciddi kötüye gidiyor.
Biz UPS olarak bu yıl globalde 111, Türkiye’de
30. yılımızı kutluyoruz. 111 yıldır ayakta kalmak
bize ciddi bir mukavemet, bir “resilience”
kazandırıyor.
Tabii burada sadece bizim güçlü olmamız,
bizim mukavemetimizin güçlü olması yeterli
değil. Çünkü biz çalıştığımız, iş yaptığımız
toplumların gücü ve oradaki işletmelerin
gücü kadar iyiyiz. Bu konuda da 2013 yılında
Dünya Ekonomik Forumu, Türkiye Kurumsal
Sosyal Sorumluluk Derneği ve Amerikan
Ticaret Odasıyla yaptığımız Sağlam KOBİ
adını verdiğimiz bir çalışmamız var. Sağlam
KOBİ projesi sayesinde şu ana kadar 11 ilde
10 bin kişiye ve 1.050 işletmeye dokunmuş
ve onlarla “sağlam olmak” temasında destek
vermiş durumdayız. Burada elektronik bir
platformumuz var. Bu platforma girdiğinizde
işletme olarak siz mukavemetinizin check-
up’ını yapabiliyorsunuz ve mukavemet
durumunuzu rakamsal değerlerle
ölçebiliyorsunuz. Sistem size diyor ki: “Şu
konularda zayıfsınız, bu konularda iyisiniz.”
Aynı zamanda da buradan aldığınız check-
up’la kendinize bir tedavi biçebiliyorsunuz.
Şimdi burada esas olarak amaçladığımız ne?
Tahmin ediyorum şu an salonda 200 kişiye
yakınız, aramızda evinde yangın söndürme
cihazı olan arkadaşlar el kaldırabilir mi? Yani
kaba bir hesapla söylüyorum, %10 civarında
ya varız ya yokuz. Evimizde yangın çıkma
riski hepimiz için eşit. Fakat bazılarımız
bunu ciddiye alarak tedbir alıyoruz. Yaklaşık
25 lira değerinde bir yangın söndürme
cihazıyla kendi çapımızda tedbir alıyoruz.
Allah göstermesin mutfakta yaptığımız bir
kızartma esnasında çıkabilecek yangına
tedbir alabiliyoruz. Bizim de Sağlam KOBİ’yle
özellikle yapmaya çalıştığımız KOBİ’lere -Allah
göstermesin- kötü bir anda afet durumunda
ne yapmaları gerektiğini hatırlatmak. Aslında
bunlar bilmediğimiz konular değil, hepimiz
yangın söndürme cihazına olan ihtiyacımızı
biliyoruz ve fakat günün hareketiyle birlikte
unutuyoruz. Bu platformda 1.050 işletmeye
ulaşırken özellikle İdema’ya da burada çok
teşekkür ederim. Onlar sayesinde eğitimcileri
de eğitmeye başladık. Artık ticaret odalarında
bu konuda bizim elçiliğimizi yapabilecek
arkadaşlar yetiştiriyoruz ki Türkiye’de 3,5
milyon küçük işletme var ve biz şu ana kadar
sadece 1.050’sine dokunabilmiş durumdayız.
Bu 1.050 arkadaş eğer 10 kişiye dokunursa
100 bin, onlar 10 kişiye dokunursa 1 milyon
işletmeye dokunma, hatırlatma şansımız
olabilir.
KOBİ’ler Türkiye ve bizim için neden
önemli? Türkiye’nin ihracatının %57’sini
250 ve altında işçi çalıştıran işletmeler ve
Türkiye ihracatının %10’unu da 9 kişiden
az çalışanı olan işletmeler yapıyor. Çok
küçük, dükkân diyebileceğimiz, bazıları
evlerde olan ihracatçılardan bahsediyoruz.
Ekonominin sağlıklı büyümesi ve sağlıklı
ilerleyebilmesi için bu işletmelerin kötü güne
hazır olmasını istiyoruz. Bu konuda burada
birçok paylaşım oluyor. Eğer bir işletmeyi,
bir insanı tüm bu gayretimiz sonucunda afet
olduğu gün o afete dayanıklı, mukavemetli
hale getirebilirsek hem ülkemiz hem dünya
için hem de insanlık için iyi bir şeyler yapmış
olmayı umuyoruz. 111 yılda 1929 Büyük
Buhran’dan 2008’e kadar yaşadığımız
onlarca felaketi atlatmamız bu öngörü ve
planlamayla mümkün oldu. Bunu da özellikle
küçük ve orta büyüklükteki işletmelerle
paylaşarak, onların hayatını sürdürülebilir
ve kötü güne hazır hale getirmek istiyoruz.
Burada aramızda eğitmenimiz var, bu tür
konularda eğitmek için. Allah göstermesin,
110
ama afet olduğu güne kadar kimse bu işleri
dikkate almıyor. Malumunuz hepimiz aynı
memleketin insanıyız. Rüya Hanım aramızda
mı, ayağa kalkabilir mi? Rüya Hanım Ordu’da,
Giresun’da tek tek eğitimler veriyor. Devlet
memurlarına, işletmelere eğitimler veriyor,
büyük bir alkış rica ediyorum, çünkü kolay bir
şey yapmıyor.
Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için, inşallah
afetsiz bir hayatımız olur, ama özellikle iklim
değişikliğinden dolayı görüyorsunuz her
gün artarak ve şiddetlenerek afetler olmaya
devam edecek. Dua edelim, umut edelim ve
fakat bir yandan da hazır olalım ve hazırlıklı
olalım. Çok sağ olun.
Ali Ercan ÖZGÜR
Sağ olun. Hakikaten çok kıymetli bir katkı
sağladınız. Biz afetlere hep evde yakalanacağız
zannediyoruz. Ben de ‘99 depremine Avcılar’da
yakalandım, çok yakınımızı da kaybettik, ama
aslında gecenin 03.00’ünde yakalamayacak
bizi afet, her an olabilir. O yüzden bizim de
KOBİ’lerimizin de hazırlıklı olması gerekiyor.
İşlerimizi afetlere hazırlarken güçlü yapılar
oluşturmamız gerekiyor.
Just maybe, as a last-second word, you
are also engaged in coding. So, what is the
future of coding, and social aspects, i.e., how
they can talk to each other?
Matt KENDON
I think the biggest thing related to coding is
the open source community. That is where
people work together and collaborate
on pieces of software that is owned by
everyone. So, it’s not owned by a particular
company. You can just turn up and start
working on that piece of software and
improve it and change it into something
that’s useful for you. And that’s how we
can share the things that we learn, and the
knowledge that we’ve gained. So, they are
all there and humanity can benefi t from
them.
Ali Ercan ÖZGÜR
Thank you. And Mathias, how do you see
the future? Because in Zurich, you have the
capital and you have the knowledge. What
makes startups resilient for the future?
111
Matthia ZWINGLI
I think that we don’t really realize it, but
there is a big gift we have in Europe. We are
forced early on to go global, and not just
focus on the domestic market, and I think
that really helps to be resilient. That really
helps you to think in a diff erent scale and
think a lot more diverse ways. I mean, for
example, America and China, they have the
big a domestic market, and they expand
quite late. So, if we can use that to our
advantage, and if we can collaborate on
that on a worldwide scale, I think that will
be amazing, and we will have a good future
ahead of us. I hope so.
Ali Ercan ÖZGÜR
Burak Bey, son sözü size bırakıyorum.
Burak KILIÇ
İşimizi şansa bırakmayalım, bizim sahada
dağıtım yapan kuryelerimize öğrettiğimiz
bir şey var: Olma ihtimali varsa olur. Onun
için olma ihtimaline göre hazır olalım.
Dinlediğiniz için çok teşekkürler, size de
moderatörlüğünüz için teşekkürler.
Ali Ercan ÖZGÜR
Benim genelde toplantılarda verdiğim bir
örnek var. Kayserili varsa aranızda, onları
çok seviyorum, Kayserililerin güzel bir sözü
var “Çağırırlarsa gitmiyek, çağırmazlarsa laf
edek.” diye. Sizler geldiniz, iyi ki geldiniz,
çünkü buradaki en önemli şey aslında
gelecek yıllar için ilham almamız, yeni
fi kirler oluşturmamız. Fikirleri paylaşmaktan,
kopyalamaktan hiç korkmayalım. Buradaki
fi kirlere, dünyadaki fi kirlere, Matt’in dediği
gibi açık kaynaklara çok ihtiyaç var. Afet
projesi kopyalanabilir, bizim çalışmalarımız
kopyalanabilir, iş ki ortaklıkları artıralım. Bu
etkinlik de aslında UNDP ve TBWA ile 2 yıl
önce bir araya geldiğimizde konuştuğumuz
bir projeydi. Yenilikçi, sosyal alanda birbirimizi
bir araya getirecek ilhama ihtiyaç var.
Bunu yapabildiğimiz için de herkese çok
teşekkürler, ayağınıza sağlık.
112
Geleceğin DiliKodlamayı
Bugünden Konuşmak
Sıradaki panelimiz “Geleceğin
Dili Olan Kodlamayı Konuşmak”.
Evet, şimdi ilkokulda bile çocuklara
seçmeli ders olarak yer yer kodlama
eğitimi veriliyor. Kodlama gerçekten
enteresan bir dil, lisedeyken biraz
bilgisayar programlama öğrenmiştim,
kodlamanın ne olduğunu üç aşağı beş
yukarı biliyorum, ama mesela bugün
kullanılan dili bilmiyorum. Okuduğumuz
pek çok yazıda söylendiği gibi,
gelecekte bugün var olan mesleklerin
yok olacağını düşünürsek kodlama
büyük önem taşıyor. Şimdi gelecek
olan katılımcılarımızdan bu dili nerede
nasıl öğrettiklerini, çalışmalarını,
deneyimlerini ve nasıl faydalar elde
ettiklerini dinleyeceğiz. Moderatör Ozan
Onat, Hasan Süel ve Sezai Hazır’la
beraber geliyorlar alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Moderatör
Ozan ONATGelecek Şimdi, Kurucu, Gazeteci
Bölüm
20
113
Ozan ONAT
Hoş geldiniz. Dünya değişiyor. Sıklıkla
son dönemde konuşuyoruz, yeni nesil
teknolojilerin de etkisiyle bütün dünya
hızlı bir şekilde bu zamana kadar hiç
karşılaşmadığımız bir ölçekte büyük bir
dönüşüm içinde ve bu dönüşüme bütün
dünyayla beraber Türkiye’nin de adapte
olması gerekiyor. Hatta bana sorarsanız
belirli alanlarda liderlik etmesi gerekiyor. Bu
liderlik edecek insanları, özellikle yeni nesli
yetiştirmek şimdi iki önemli kurumun elinden
geçiyor diyelim. Sayın Sezai Hazır Habitat
Derneği Başkanı ve Sayın Hasan Süel
Türkiye Vodafone Vakfı Başkanı. Öncelikle
hoş geldiniz.
Hasan Bey, Türkiye Vodafone’u çok iyi
biliyoruz, çok önemli bir marka, hayatımızın
içinde. Ama önce Türkiye Vodafone Vakfı ne
yapar, kimdir, kısaca özetleyebilir misiniz?
Hasan SÜEL
Evet, biz Türkiye’ye 2006 yılında geldik.
Geldiğimizin birinci yılında Türkiye Vodafone
Vakfını kurduk. Biz Türkiye’deki sosyal
sorumluluk projelerimizi ayrı bir tüzel kişilik
olan vakfımız üzerinden yürütüyoruz ve
vakfımızın amacı ülkemizin coğrafyasındaki
tüm insanlara hitap edecek, onların sosyal
ihtiyaçlarını adresleyecek projeler geliştirmek.
Bir önceliklendirme yaparak farklı alanlarda
projeler geliştiriyoruz. Bunların içinde kadının
güçlendirilmesi ve toplumdaki yerinin
dengelenmesi, engellilerin desteklenmesi
ve bizi çok heyecanlandıran belki de burada
olmamızın sebebi olan çocuklarımızın
geleceğe yönelik eğitimi.
Ozan ONAT
Peki, hemen onunla başlayalım. Siz üç
yıldır Habitat Derneğiyle beraber bir proje
yürütüyorsunuz, Yarını Kodlayanlar Projesi.
Dünyaya adapte olmak yolunda yeni neslin
de birtakım becerilere sahip olması gerekiyor.
Bu becerilerden belki de en önemlisi
“geleceğin dili” diye adlandırdığımız kodlama.
Siz de Habitat Derneğiyle birlikte Türkiye’nin
dört bir yanında “Yarını Kodlayanlar
Projesi” altında çocuklara kodlama eğitimi
veriyorsunuz. Kısaca bahseder misiniz
nedir bu proje ve çocukların hayatına nasıl
dokunuyor?
Hasan SÜEL
Tabii, öncelikle şunu söylemem lazım, bugün
dünden çok farklı, gelecek de bugünden
çok farklı olacak. Büyük paradigma
değişikliklerinin yaşandığı bir dünyada
bulunuyoruz ve teknolojideki baş döndürücü
değişim bu paradigma değişimlerinin aslında
bizim beklemediğimizden daha hızlı bir
şekilde gerçekleşmesine sebep oluyor. Bu
bizim için bir veriydi, bir başlangıç noktasıydı.
Bazı kehanetler var, bilimsel kehanetler.
Örneğin, gelecekteki yeni mesleklerin
Hasan SÜELYönetim Kurulu Başkanı, Türkiye Vodafone Vakfı
Sezai HAZIRHabitat, Başkan
114
birçok kısmının şu anda bilinmediğini,
bugünkü mesleklerin 2/3’sinin gelecekte
bilinmeyen meslekler olduğunu söyleyen.
Habitatla beraber oturup neler yapabiliriz
diye düşündüğümüzde bu kehanetler bizi
şu öngörüye doğru götürdü: “Biz bu nesli
geleceğe nasıl hazırlayabiliriz ki gelecekte
hazırlıksız yakalanmayalım?” Ben bilgisayar
programlamayla, algoritmayla Ortadoğu
Teknik Üniversitesinde 2. sınıfta tanışmıştım.
20 yaşındaydım neredeyse. Ama gördük
ki bugün coding, yeni terminolojisiyle
bilgisayar programlama dünyada 7 yaşına
kadar düşmüş durumda. O zaman dedik ki
Türkiye’de 7-14 yaşındaki çocukları odak
noktasına alalım. Neden? Çünkü eğitimin
çarpan etkisine çok önem veriyoruz ve eğer
çocukların gündemine daha 7 yaşından
itibaren bilgisayar programlamayı, kodlamayı
getirebilirsek çocuklar hazır çözümlerle
değil, kendi çözümlerini yaratarak bir şeyler
yapabilir. Bir problemin çözümüne hangi
aşamaları geçerek nasıl ulaşabileceklerini
algoritma mantığıyla, şimdiden bu yaşta
yapabilirler diye düşündük. Önce küçük
başladık, baktık her yerden çok iyi
geribildirim geliyor, sonra büyüttük. Bir
rüyamız vardı, bir tırı kodlama sınıfına çevirdik.
Şu anda Türkiye’nin köylerini dolaşıyor.
Öğrencilerden, velilerden, 360 derece tüm
paydaşlarımızdan olumlu geribildirim alıyoruz
ve bu ülkedeki çocukların potansiyelini
görüyoruz. Bizim geri kalmamamız lazım,
bizim dünyadaki değişiklikleri çok yakından
takip etmemiz lazım. Kodlama bu çorbadaki
çok küçük tuzlardan bir tanesi, tüm toplumun
bu konuda adımlar atması lazım diye
düşünüyorum.
Ozan ONAT
Peki, hemen Sezai Bey’e döneyim. Siz
Habitat Derneği olarak üç yıldır Yarını
Kodlayanlar Projesini Türkiye Vodafone
Vakfıyla beraber yürütüyorsunuz. Bu
projeyi hayata geçirirken altında yatan
motivasyonunuz neydi, nasıl doğru bu fi kir
ve sizce çocukların hayatına nasıl dokunuyor
tüm bu eğitimler?
Sezai HAZIR
Teşekkür ediyorum. Aslında bizim
Vodafone’la yolculuğumuz 3 yıl önce
başlamadı. Vodafone, Türkiye’ye girdiğinden
beri birçok alana projeler yürütüyoruz.
Önce “Bilgisayar Bilmeyen Kalmayacak”
programıyla başladık, online ve yüz yüze
eğitimlerle yaklaşık 1 milyona gence
bilgisayar okur-yazarlığı eğitimleri verdik.
Sonra girişimcilik ekosistemin geliştirilmesi
konusunda uluslararası bir girişimcilik merkezi
açtık, özellikle Türkiye’de girişimcilik alanında
çalışan kurum ve kuruluşlarla ortak bir alan
oluşturduk. G3 Zirveleri, Global Girişimcilik
Haftaları etkinlikleriyle bunu Türkiye’nin her
tarafına yaydık. Aslında İstanbul’la Anadolu
arasında bir köprü kurduk. Habitat 25 yıllık
bir kuruluş, son 2 yıldan beri de Türkiye’de
özellikle sivil toplum alanında kariyer yapma
konusunda ciddi bir farkındalık gelişiyor. Son
iki yılda ne kadar bize başvuru yapıldı diye
baktığımız zaman her yıl gönüllü olmak için
başvuru yapan 30 bine yakın genç var. Biz
geçmişte gençlere yönelik teknoloji eğitimleri
düzenler ve farkındalık oluştururken, Hasan
Bey’in de söylemiş olduğu gibi bunun geç bir
süreç olduğunu gördük. Dünyada da zaten
birçok gelişmiş ülke 7 yaşında kodlamayı bir
zorunluluk haline getirdi. Bu aslında Hasan
Bey’den gelen bir fi kirdi. Genelde bir fi kir
geliştirilirken uluslararası şirketler genelde
uluslararası alanda uygulanan iyi bir projeyi
Türkiye’ye nasıl getiririz diye düşünür. Oysa
bu proje Türkiye’nin kendisine özgü bir fi kir
olduğu için dünyada da çok ses getirdi.
Ciddi bir gönüllü ağımız, Türkiye’nin 81
ilinde ciddi bir networkumuz var. Bu gönüllü
ağı ile elimizde zaten bu kapasite varken
çocuklara yönelik kodlamayı nasıl yapabiliriz
diye düşündük. İlk önce 15 ilde başladık, şu
an 60 ilde 15 bin çocuğa -ki bunların 2 bini
mülteci çocuklar- eğitim verdik. 5 büyük
hackathon düzenledik. Önümüzdeki dönem
hedefi miz bu sayıyı 30 bine çıkarmak,
giderek sayısını artırmak. Bu projeyi yaparken
Millî Eğitim Bakanlığı ile de iş birliği yapıyoruz.
Çünkü asıl amaç bunun bir müfredat
haline getirilmesini sağlamak ve bu eğitimi
veren hocaların kapasitesini biraz daha
geliştirmek. Şu anda Milli Eğitim Bakanlığı
ile bu konuda ciddi bir adım attık. Kodlama
çok büyük heyecan yarattı, çünkü bizim
hedef grubumuz dezavantajlı gruplar. Mesela
perşembe günü Mardin’e gidiyoruz, Şırnak’a
gidiyoruz, Edirne’ye gidiyoruz. İstanbul’da
özel okullarda bunu zaten veriyorlar, ama
bizim hedefi miz imkânı olmayan çocukları
teknolojiyle buluşturmak, o illerde bulunan
gönüllülerimiz aracılığıyla çocuklarla olan
ilişkimizi sürdürülebilir ve sürekli kılmaya
çalışmak.
115
Ozan ONAT
Peki, gönüllüler deyince hemen biraz
gönüllüler tarafına yönelmek istiyorum.
Türkiye Vodafone Vakfı olarak Vodafone’un
çalışanları da tüm bu projelere gönüllü
olarak dahil oluyorlar. Onları nasıl motive
ediyorsunuz, nasıl dahil ediyorsunuz bu
projelere?
Hasan SÜEL
Evet, bizim gönüllülerden başlamadan
önce biraz Geleceği Kodlayanlar projesinin
diğer projelerden farkını söylemek
istiyorum. Burada bir çağrıda bulunmak
istiyorum aslında. Bir sosyal sorumluluk
projesi 5 yıldızlı otelde profesyonel eğitim
kuruluşları kullanılarak yapılmak zorunda
değil. Habitatla beraber yürüttüğümüz bu
projede tüm eğitmenlerimiz gönüllü, gönüllü
üniversite öğrencileri, üniversite mezunları.
Ayrıca Anadolu’da gittiğimiz mekânlarda
belediyenin bize tahsis ettiği Halk Eğitim
Merkezi gibi alanlarda eğitimleri veriyoruz.
Dolayısıyla mekân ve eğitmen için para
harcamıyoruz, tüm bütçemizi mümkün olduğu
kadar dezavantajlı çocukların kodlamayla
tanışmaları için, onların ayağına gitmek için
harcıyoruz. Ölçek yaratmaya çalışıyoruz,
farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Diğer
STK’ların, diğer şirketlerin de bize benzer
projeler yapması bizi gururlandırıyor, o
yüzden gönüllülük çok önemli. Ben aynı
konsepti şirket içinde de kullanarak kendi
çalışanlarımızın kodlama eğitimi vererek
projelerimizde yer almalarını sağlıyorum.
Bence kurumların sosyal sorumluluk
çalışmaları yapmasında bu çok önemli, çünkü
önce kaleyi içten fethederseniz. Yani kendi
çalışanlarınızın şirketinizle gurur duymasını
sağlayabiliyor, onları projenin içinde fi ilen
yer aldırabiliyorsanız o çok büyük bir etki
yaratıyor. O yüzden bütün şirketlerin kendi
iç gönüllülerini aktive etmesini şiddetle
öneriyorum.
Ozan ONAT
Habitat Derneği de düzenli olarak
Türkiye’nin dört bir yanında gönüllü
eğitmenlerle çalışıyor. Bu projede özellikle
çocuklarla gönüllüler arasında nasıl bir bağ
kuruyorsunuz?
Sezai HAZIR
Daha önce dediğim gibi çok ciddi bir gönüllü
ağımız var. Şu an aktif olarak 81 ilde farklı
teknoloji projelerinde görev almış 3 bine
yakın gönüllümüz var. Şöyle çalışıyoruz;
gönüllüleri bir eğitimden geçiriyoruz.
Çocuklarla çalışacakları için pedagojik
eğitimler, formasyon eğitimleri alıyorlar.
İstanbul’da büyük bir merkezimiz var,
biliyorsunuz İnogar adında yeni bir merkez
açtık, Habitat, İdema, DigiGuardians,
İhtiyaç Haritası bir arada ortak bir merkez
oluşturduk. Orada da özellikle dijitalleşme
ve teknoloji konusunda eğitim veren
bir laboratuvarımız oluşmuş durumda.
Anadolu’da da bölgesel hatlar oluşturmaya
çalışıyoruz. Denizli, Gaziantep, Antalya
gibi ticaret odaları bölgelerinde. Bu işin
sürekliliğini ve sürdürülebilirliğini sağlamak
için zaten tecrübeli bir gönüllü ekimiz var,
ama demin dediğimiz şirketlerin çalışanları
da burada belirli günlerini veya saatlerini
gönüllü olarak geçiriyorlar. Gönüllülerde ciddi
değişimler gördük. Mesela, bu eğitimleri alan
arkadaşlarımızdan bir grup şimdi Adana’dan
Çin’e gidecek. Türkiye’de dereceye girdiler
ve uluslararası yarışmaya katılmak için Çin’e
gidiyorlar. Yine bu eğitimi alan çocuklar
Amerika’ya gittiler, orada dereceye girdiler. O
değişimi izleyebiliyoruz ve görebiliyoruz.
Ozan ONAT
Peki, son bir mesajımız var mı bitirmeden?
Hasan SÜEL
Ben son olarak şunu söylemek isterim.
Ülkemiz çok şahsına münhasır bir ülke. Yurt
dışında başarıyla uygulanan projeleri birebir
almaktansa, ülkedeki sosyal ihtiyaç haritasını
çıkartıp doğru alanlara odaklanıp, doğru iş
ortaklarıyla uzun vadeli sürdürülebilir kendi
içinde organik büyüyen projeler yapmanın
gerçek kurumsal sosyal sorumluluk olduğunu
düşünüyorum.
Sezai HAZIR
Katılıyorum. Kaynakları doğru ve etkin
kullanmak lazım, sadece fi nansal kaynaklar
açısından söylemiyorum, insan kaynaklarını
da.
Ozan ONAT
Peki, çok teşekkür ediyorum.
116
İnsanlık içinAçık Veri
Şimdiki panelimizin ismi “İnsanlık
İçin Açık Veri”. Bu ne anlama geliyor
sizce? Herkesin erişebileceği, herkesin
erişebilmesi gereken ve istediği zaman
edinebileceği bilgiden bahsediyoruz.
Peki, bu açık veri platformunu
kullanarak nasıl faydalar sağlayabiliriz
ve neler yapılıyor? Bununla ilgili çalışma
yapan bir grup var. Onun temsilcisi
Sıla Alıcı şimdi bize açık verinin nasıl
kullandığını, neler yaptığını ve bunun
ne gibi faydalar sağladığını anlatacak.
Alkışlarınızla kendisini çağırıyorum.
Halit ERGENÇ
Sıla ALICIHumanitarian OpenStreetMap, İletişim Yöneticisi
Bölüm
21
117
Hi, my name is Sıla Alıcı. I’m the
communications manager of Humanitarian
OpenStreeetMap Team, HOT in short.
We are an international team dedicated
to humanitarian action and to community
development through open mapping. We
do all of our work through OpenStreetMap,
which is a free, editable and community-
driven map of the world. We work with NGO’s,
international organizations, government
partners and local communities, themselves,
to use and to contribute to OpenStreetMap.
Today, I will be talking a little bit about maps,
citizen generated data, open data and
how we use this, at HOT, for humanitarian
work, disaster response and development.
I need to fi rst clarify why we do what we
do, though. This is because I do not think
that most of us are fully aware of some of
the fundamental things that are missing the
in lives of vulnerable communities around
us, and one of the biggest problems out
there today is surprisingly the problem of
missing maps. Millions of people are still
not represented on maps, on any maps -
digital or physical. This means that they do
not get access to basic services like health
and education. This also means, whenever
disaster strikes, for example, they are not
considered for relief operations. It is as if
they do not exist at all, which is ridiculous,
and this is why we do what we do. We map
the most vulnerable places in the world, and
we try to reach those in need through maps
with thousands of volunteers online and on
fi elds to create open map data. And I want
to tell you about some of the results we have
achieved so far with the communities that
we are working with. Each year, we run a
fundraising campaign aiming to raise money
and all of this money directly goes to our
micro grants programs. Our micro grantees
are OpenStreetMap community leaders all
around the world, and we have seen these
communities thrive and blossom within
the past three years. And I will give you an
example of that from Tanzania. So, there is
a program called “Mugumu Safe House”
for girls. It is supported by a Crowd2Map.
And some of you might already know this,
but even though it is illegal, the practice of
female genital mutilation is unfortunately still
pretty relevant in Tanzania, and especially
in the rural areas of the country. In fi ve
regions of Tanzania, 51 to 80 percent of
girls are still under the risk of female genital
mutilation. And guess what? These regions
are often are often unmapped. They have
inconsistent or unknown village names. They
have unidentifi able features which make
navigation extremely diffi cult. So, how can we
solve this? Well, the answer is pretty simple.
We map and here is how we do it. First,
online volunteers trace roads and buildings
from satellite imagery. Then the volunteers on
the ground add names of villages, churches,
schools and points of interest by using a
free smart phone application called “Maps
on Me”. This data is an email to a remote
volunteer to put into OpenStreetMap. And
the output is the principle map of villages,
of wards and of sub wards. And this is free
for anyone to use and that’s exactly what
the Safe House does. They utilize the maps
that volunteers have created to follow up
on local reports and locate girls who are
under the risk of female genital mutilation.
And the impact is highly signifi cant. In the
last “cutting season”, as they call it, better
maps have prevented more than 2,000 girls
from being cut, and the number of deaths
has reduced from the yearly average of 12
to 4. This is another example from a project
we are running in Mexico with a team called
Geochicas in a region that suff ered two major
earthquakes in 2017. I will pass this quickly.
Aside from all of our community projects, we
are currently running programs all over the
globe and the range of impact areas that
mapping has is truly remarkable. We are
mapping Guatemala to eliminate malaria.
We are mapping Uganda to strengthen
service delivery to refugee communities,
in Indonesia, to improve the capacity for
disaster preparedness, and many more that I
cannot talk about now due to time limitations,
but you can fi nd all of them on our website.
All of this and much more is possible due to
the strength of this movement, and to the
relentless dedication of our community. And
technology is right there more accessible
than ever before for us to utilize it. And being
a part of our community is very easy. You do
not need any prerequisites as to who you are.
You just need to be willing to contribute, and
you can always donate knowing that your
money will have a direct impact on the lives
of millions and millions of people. Accurate
map data can revolutionize disaster and relief
eff orts. Empowered communities can become
leaders of humanitarian revolutions. All it
takes is a laptop, a strong Internet connection
to be a part of this movement and to be a
part of change. Thank you.
118
Dijital ve Sürdürülebilir
Sıradaki panelimizin katılımcılarından
Dmitry Frischin bize online gönüllülük
konusunu anlatacak. Bu nedir, ne
anlama gelir ve nasıl çalışır? Göksel
Gürsel ise sürdürülebilir kalkınma
programını sürdürülebilir kılmayı, yani
çocuklara ulaşabilmesi için öğretmenleri
eğitmeyi, onlara doküman sağlamayı
ve bu konuda yaptıkları çalışmaları
aktaracak. Dmitry Frischin ve Göksel
Gürsel’i alkışlarınızla sahneye davet
ediyorum.
Halit ERGENÇ
Bölüm
22
119
Dmitry FRİSCHİN
Okay. Good evening, dear colleagues. Let
me stand up. This is because as volunteers,
we are always in action and we always
inspire. So, today we are talking about
digital and sustainable. What is it about?
And how can we link digital and sustainable
to the socially good? Let’s start with a small
and a very nice exercise. Can you please
greet your neighbor and smile? Just tell,
“Merhaba, nasılsınız?” Tell your neighbor,
please. You see, this small exercise? We
created the connection in this studio, in this
conference hall and at this event. Imagine
that you could shake hands with people
worldwide to create such connections
globally and to contribute to social good.
How? As online volunteers, we all remember
the tragic incident, in Nepal earthquake.
We remember that, well, in some cases, in
some countries, we need to advocate for
the rights of vulnerable groups and so on.
And I am proud to say that online volunteers
use an online volunteering platform which
is absolutely free-of-charge for both
organizations and online volunteers. They
built the schools full of honorable people.
They help disadvantaged. They have people
with disabilities. They save their lives, living
probably thousands of kilometers away,
through this platform. Nowadays, well,
we have plenty of good colleagues here,
and our good friends. And we had a lot of
our volunteers. So, what do we suggest?
We suggest the new opportunity, the you
free platform. If you are an organization,
have ideas and projects but if you lack
capacities, you need web design, project
development, help and assistance. You may
register and you may fi nd online volunteers.
What is a benefi t for online volunteers? First
of all, for the people, it is skills, additional
skills and professional development. So,
by contributing to the social goal, we
contribute to our personal and professional
development. At the end of the assignment,
if we are quite successful, we receive online
certifi cates. That means that our contribution
is appreciated and recognized. We are open
to everyone. Unfortunately, nowadays this
platform is available in English only, but we
look forward and we work very hard with
our country offi ce in Ankara., because this
platform is administered by UN Volunteers,
to make it available in Turkish as well. And
my sincere wish is to make this platform
available. I am aware that, according to the
rules, I suppose that we are not allowed
to use smartphones. However, for digital
and sustainable, smartphone is a way. If
you open the smart phones, if you type
“onlinevolunteering.org” and register as
a candidate or organization, you will start
the change in the world. You will aff ect the
future. We talk about millions and millions
of talented individuals, of young people in
Turkey about volunteers. And what if we
Dmitry FRISCHINAvrupa ve BDT Bölgesel Programı Uzmanı, BM Gönüllüleri
Göksel GÜRSELSOGlab, Kurucu, Tasarım Direktörü
120
connect them to more than 187 countries
worldwide? This is an impact of the platform:
187 countries worldwide, online volunteers.
They are probably key stakeholders and
key infl uencers on sustainable development.
I just bought some few more examples.
Probably, these examples are about
environmental, projects development,
and contributing to vulnerable groups
of population worldwide. Well, they are
connected. Some of them are pushed; but
I do not have an opportunity, due to lack of
time, to share with you inspirational stories
of online volunteers themselves. But, well, it
is an opportunity and it is a great opportunity
both for young people, for population and for
organizations. Thank you and let me give the
word to my colleague and great friend Mr.
Göksel.
Göksel GÜRSEL
Merhaba tekrar herkese. Burada bu saate
kadar beraber durmak çok güzel. Dijital
araçlar gerçekten insanlığı ileri götürmek için
ve eşitsizlikleri, özellikle bölgesel eşitsizlikleri
azaltmak için mükemmel birer araç haline
geldiler.
Ben Türkiye’de sosyal girişimcilik kavramının
ilk konuşulduğu dönemlerde, çok genç
yaşta bu kavramı kendi akranlarım arasında
yaymak için bu araçlara yöneldim. Sosyal
Girişimci Genç Liderler Akademisi -SOGLA-
adı altındaki Türkiye’nin üniversite öğrencileri
arasındaki sosyal girişimci platformu kurulana
kadar, insani boyutu aşan sorunlar ortaya
çıktıkça ve elimizden de bir şey gelmeyince
İstanbul’a sıkışıp kalmıştık açıkçası. Çok
ufak bir alanda kısılıp kaldığınız zaman
hayatta kalma olasılığınız oldukça düşüyor.
Anladık ki bizim biraz daha konumdan
bağımsız şekilde bildiklerimizi aktarmamız,
yeni gönüllüler kazanmamız, dolayısıyla
sosyal faydayı aslında herkesin kendi
yerelinde sağlayabileceği çeşitli araçlarla
güçlendirmemiz gerekiyor.
2009-2015 yılları arasında bu bahsettiğim
platform aracılığıyla neredeyse Türkiye’nin
50 şehrine erişebildik. Kendilerine SOGLA-
can diyen SOGLA mezunu, SOGLA Akademi
mezunu gençler türedi bütün Anadolu’da
ve gerçekten kendi yerellerinde bir şeyler
yapmaya başladılar. Hatta bugün salonda
birkaç tane var. Hiç tanışmadığımız, internet
üzerinden online dersler aracılığıyla
birbirimizle bilgi paylaşımı yaptığımız ve
bugün tanıştığım bir arkadaşım oldu örneğin,
çok ilham verici bir şey.
Bu aslında biraz Dmitry’nin de bahsettiği gibi
teknolojiyi insanileştirme boyutuna doğru
geçiyor. Bu da bizim elimizde olan bir şey. Biz
en basit teknolojik araçları, bir cep telefonu
içinde barındırdığımız ve aslında gündelik
hayatta baktığımız birçok aplikasyonu bile
bir şekilde yeni kontaklar, yeni bağlantılar
kurmak için kullanabiliyoruz. Dolayısıyla
hiç görmediğimiz, tanımadığımız yüzlerle
bağlantı kurarak, aslında 17 sürdürülebilir
kalkınma hedefi ni bizzat yerelde gençlerle
ve çocuklarla başarabilmenin yollarını da
keşfetmiş oluyoruz özetle.
121
Dmitry FRİSCHİN
Okay, thank you very much. That was a
very exciting presentation. And as you see,
sustainable and digital are quite creative
and innovative. Therefore, through this
platform, we have a great opportunity to
interact with each other with our digital
world. We do not limit ourselves by a city
the rural settlement, or even a country. We
go globally. We go around the world. And
I am extremely pleased that my colleague,
Göksel Bey, has this digital initiative for kids.
In addition, while these kids grow up, we
look forward to including them as online
volunteers. This is because, then, we can
position them globally. Globalization will
require change of our mind, change of our
mindsets, and, probably, using our digital
technologies more and more to go online,
and provide more opportunities for social
goods that we have. So, we would like to
thank you and encourage you to open this
door to the digital world and bring some
goods to the people. Thank you very much.
Göksel GÜRSEL
“dunyanınenbuyukdersi.org” adı altında
yepyeni bir platformun açılışını bugün
gerçekleştirdik. Sürdürülebilir kalkınma
hedefl erini çocuklara götürmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü en büyük etkiyi
onlardan alabiliyoruz. Özellikle dijital
ortamların sahadan ayrıldıktan sonraki
sürdürülebilirliğini konuşursak eğer,
öğretmenleri güçlendirebilecek bir platformu
hayata geçirdik bugün. Hatta gönüllüleri de
aramızda, SOGLab ve Dünyanın En Büyük
Dersi ekibini bir ayakta görebilir miyim, ben
sahneden ayrılmadan önce bir ayağa kalkar
mısınız? Bu ekip küresel hedefl eri çocuklara
taşımak için çalışıyor, onlara da çok teşekkür
ederim. Bu siteye erişir ve en azından
bültene mail adresinizi bırakırsanız bağlantıda
kalmış oluruz. Çok teşekkür ederim
dinlediğiniz için, iyi ki buradasınız, sağ olun.
122
Sürdürülebilirliğin İletişimi
Şimdiki panelimizin ismi
“Sürdürülebilirliğin İletişimi”. Bu
sürdürülebilirlik toplantısının Türkiye’de
nasıl başladığını, TBWA’nın buna
nasıl katıldığını, neler yaptığını, bu
ateşin nerede kıvılcım bulduğunu
kendilerinden dinleyeceğiz. Arkasından
da yine UNDP’nin belirlediği kalkınma
planı içerisinde yapılan işlerin nasıl
değerlendirildiğini ve bazılarının belli
platformlarda nasıl ödüllendirildiğini
anlatacaklar bize.
Şu anda bizim burada yaptığımız
toplantı dünya üzerinde 100 farklı
ülkede de yapılıyor, yalnız değiliz, onu
da söylemek istiyorum.
Sahneye Burcu Kayımtu Özdemir
ve Gonca Karakaş’ı davete diyorum
alkışlarınızla.
Halit ERGENÇ
Bölüm
23
123
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Tekrar merhaba, kalan herkese sevgilerimizi
gönderiyoruz, bizi bırakmadığınız için
teşekkür ederiz. Uzun bir gündü, enerjiniz
biraz düşmüş olabilir, ama son panele
hazırlanın, çok güzel bir panel sizi bekliyor.
Keza bizimki de oldukça keyifl i olacak, çünkü
bizim büyük bir mottomuz var. Biz inanıyoruz
ki biz iletişimciler dünyayı kurtarabiliriz, değil
mi Gonca? Bir video var, istersen onu izleyip
üzerine sohbet edelim.
Bugün burada olan bütün misafi rlerimiz ve
konuşmacılarımızın aslında hepimizin dünyayı
değiştirecek güçlere sahip olduğumuza
inandıklarına eminim. İstersek mikro alanda
olsun, istersek farklı daha büyük ölçeklerde
olsun bu güce sahibiz. Sence de sahip miyiz
iletişimciler olarak bu güce?
Gonca KARAKAŞ
Herhalde sahip olan en güçlü sektör biziz
diyeyim. Ben 25 sene önce girdim sektöre,
25 sene önce kurumsal sosyal sorumluluk
dahi konuşulmuyordu. Hayır işleri vardı,
kurumsal sosyal sorumluluk bir dönem
sonra hayatımıza girdi. Şirketleri kurumsal
sosyal sorumlulukla sponsorluğun aynı şey
olmadığını anlattık uzunca bir dönem. Ben
kendi adıma “sürdürülebilirlik” terimini ilk
defa 2007 yılında Davos’ta duydum. Orada
o kadar çok zikredildi ki sürdürülebilirlik
terimi, Türkiye’de biz fazlaca konuşmuyoruz
ama böyle bir trend var galiba dedim.
Şimdi bakın, sürdürülebilirlik, sosyal fayda
hepimizin hayatının bir parçası oldu. İyilik
terminolojisi girdi hayatımıza, onu da
daha çok duyacaksınız. Çünkü kurumsal
sosyal sorumluluktaki gibi birtakım başı
sonu belli projelerle bu işin olmayacağı
aşikâr. İkinci etap olarak sürdürülebilirlik
girdi hayatımıza, o konuda da yine ne
şanslıyız ki biz iletişimcilerin uzmanlık
alanına kaldı. Düşündüğünüz zaman bu
konuda danışmanlık yapmak için sosyoloji,
psikoloji, çevre bilimi fi nans… o kadar çok
bilgi ve donanıma sahip olmanız lazım ki,
iletişimcilerin elinde olması benim için bu
mesleği en yapılabilir, en kendimizi mutlu
hissettiğimim yönü. Ben bir halkla ilişkiler
uzmanı olarak şöyle söylüyorum; bizim
şirketlere gidip de şunu şöyle yapın, bunu
böyle yapın deme gibi bir lüksümüz yok.
Fakat toplumu da çalıştığımız şirketleri de
bunu böyle yaparlarsa doğru iletişimle
ve doğru farkındalıklarla nasıl daha iyi bir
dünyada yaşayacağımıza dair yönlendiriyor
olmak bizim için çok büyük bir şans ve
mutluluk. Ben TBWA For Good nasıl çıktı, onu
merak ediyorum.
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Aynen senin Davos’ta duyduğun gibi biz
de For Good konseptini ilk 2014 yılında
bir network toplantısında duyduk, ama o
zaman daha ete kemiğe bürünmemişti.
Tam da hamileliğimin ardına, ona nasıl bir
gelecek temin edeceğimi, nasıl bir dünyada
yaşayacağını düşündüğüm döneme gelmişti.
Bunun üzerine farkındalığım da arttı ve yollar
Gonca KARAKAŞTürkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) Başkanı
Burcu Kayımtu ÖZDEMİRGenel Müdür, TBWA
124
birçok insanla farklı şekillerde kesişti. İhtiyaç
Haritasıyla tanıştık, çocukluk arkadaşımı
buldum derken iyi kalpli işlerin, markaların
gelecekte gönül paylarını tüketicinin
alacağına inandık ve böylelikle artık For
Good’u içeride bir gönüllülük hareketi olarak
başlattık.
Şu anda burada birçok arkadaşım var,
Ceren, Ela, Dilara, Egemen, onlarla birlikte
biz hep beraber içeride böyle bir ekip
kurarsak markaların da kaderine etki etme
gücümüz olacağına inandık. Çünkü her
gün önümüzden milyon dolarlar geçiyor ve
bu milyon dolarlarla markalar tüketicilere
ulaşmaya çalışıyor, ulaşma teknikleri çoğu
zaman başarısız olabiliyor. Gelecek dönemde
tüketicilerin farkındalığının da arttığını
düşünürsek hayat aslında daha çok şuna
gidiyor: “Sen bana ne veriyorsun, benden
aldığını dünyaya nasıl geri döndürüyorsun?”
Bunu çok konuşacak tüketiciler, onun için
TBWA For Good doğdu. Birçok markaya
hizmet verdik ve aslında bugün burada
olmamızın sebebi de TBWA For Good ve
hayalleridir. Çünkü 2015 yılından bu yana
UNDP’yle çok yakın çalıştık ve bugünü
sizlerin de desteğiyle beraber inşa ettik.
For Good bunun için var ve bunun için var
olmaya devam edecek.
Gonca KARAKAŞ
Harika, biz de burada olmaktan çok mutluyuz
hep birlikte.
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Çok teşekkür ederiz. Bir de bahsetmedin
ama ödüller var. Orada mütevazı olmamak
lazım, dünyada hiç verilmeyen bir ödülü
UNDP’yle birlikte Türkiye’de veriyorsunuz.
Ondan da bahseder misin?
Gonca KARAKAŞ
Altın Pusula. Ben Türkiye Halkla İlişkiler
Derneği Başkanı olarak ikinci dönemdir,
4 senedir, bu ödüllerin içindeyim. Ama
Türkiye’de 17 senedir iletişim sektöründe
verilen sürdürülebilir bir ödül platformumuz
var ve son 7 senesinde de özel bir ödül
kategorimiz var. Bu da UNDP Sürdürülebilirlik
Ödülleri. Halihazırda dünyadaki ilk ve
125
tek UNDP logolu ödül. Sürdürülebilirlik
konusunda aslında bizim dünyayı çok
geriden takip etmediğimizin, öncü
olduğumuzun da bir göstergesi. Toplumsal
farkındalık, şirketlerin bu konuda motivasyonu
için çok önemli, burada zaten ödüllerimiz
de var, getirmişler. Hatta zannediyorum
şu anda arkamızda 7 senedir yaptıkları
muhteşem çalışmalarla UNDP jürisi tarafından
değerlendirilen, ödüllendirilen projelerden ve
ödül seremonilerinden sunumları görüyoruz.
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Evet, enteresan bir araştırma var. Amerika’da
2017 yılında yapılıyor bu araştırma ve
halka soruyorlar: “Sizce devletler mi
ülkelerin kaderini daha çok değiştirebilir
sosyal fayda alanında, markalar mı?” %80
oranında markaların değiştirebileceğine
inanıyor halk, çünkü biliyorlar ki tüketim
alışkanlıklarından ötürü ciddi bir havuzun
içine girdik hep beraber, bunun içinden
çıkmaya da çalışıyoruz. Onun için markaların
geri sağlayacakları faydanın çok daha büyük
olduğunu artık herkes biliyor ve bunun
ödüllendirilmesi bence markaları da iyilik
alanında daha çok yatırım yapmaları, destek
olmaları için büyük bir motivasyon olacak.
Gonca KARAKAŞ
Doğru, şirketlerle birlikte toplumdaki herkesin
farkındalığı çok önemli. Sosyal medya ve
gelişen teknoloji bu farkındalığı çok hızlı ve
geniş kitlelere yaymamızı sağlıyor. Aslında
siz de takip ediyorsunuz, burada sabahtan
beri birçok sanatçı bizimle oldu. Onların
olması, sahip çıkması ve desteklemesi
o kadar önemli ki. SGS İstanbul birkaç
saattir “trending topic” oldu ve bu ancak
sanatçıların, sektör içinde, toplum içinde takip
edilen, değer verilen, yaptıkları örnek alınan
kişilerin bunu sahiplenmesiyle ortaya çıkıyor.
Bu farkındalığın yayılması için bireyler olarak
bizim de çok görevimiz var, sanatçıların da
çok görevi var, infl uencer’ların da var. Sadece
sosyal medyada marka iletişimi yaparak
infl uencer ya da fenomen olmak mümkün
değil, onların da bu sürdürülebilirlik bilincini
topluma yaymak için bizimle olmalarına
hepimizin ihtiyacı var
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Kesinlikle, biz hatta Ortak Değerler
Hareketinde şuna çok inanıyoruz: Hepimizin
aslında minicik farklar yaratabileceği bir
dünyadayız, bir zamandayız. Önemli olan
büyük muhabbeti başlatabilmek, komşumuzla
konuşmak, arkadaşlarımızın annelerini-
babalarını bilmek, onlarla sohbet etmek,
geçmişi anmak, geçmişten öğrenmek;
bunların hepsi, kendi değerlerimizi hatırlamak
en başta bizi iyi bireyler yapacak. İyi bireyler
olursak iyi bireyler yetiştireceğiz ve iyi
iletişimciler olursak da bu konunun daha çok
konuşulmasını sağlayacağız.
Gonca KARAKAŞ
Ben de o zaman son bir dilekte bulunayım:
Biz bu farkındalığı yaratırken, bu çabaları
gösterirken hakikaten içten olmaktan
bahsettik, artık her şeyin çok şeff af
olduğundan. Fakat bunları dinleyip hiçbir
sivil toplum örgütüne üye olmadan sadece
dışarıdan izleyici olarak katılarak hiçbir
yere varamayacağız toplum olarak. Ben
özellikle gençlerimizin ilgi alanları dahilinde
bir sivil toplum örgütünde çalışmalarını arzu
ediyorum. Çünkü bu olmadan hakikaten
sadece sözde kalacak çalışmalarımız, çok
teşekkür ederiz bizi dinlediğiniz için.
Burcu Kayımtu ÖZDEMİR
Teşekkür ederiz.
126
Medya ve Sosyal Fayda
Sıradaki panel: “Medya ve Sosyal
Fayda”. Bir medya kanalı olayları olduğu
gibi gösterir mi, göstermeli mi? Bütün
bu tartışmaların dışına çıkıp sadece
dünyada olan olaylara seyirci mi kalmalı,
yoksa sosyal bir fayda da sağlayabilir
mi? Bunun üzerine güzel bir konuşma
dinleyeceğiz şimdi. Bir medya kanalı
gerçekten dünyanın sosyal açıdan
daha iyi bir yöne gitmesi konusunda bir
şeyler yapabilir mi, yapmalı mı, yaparsa
neler yapabilir? Bize bu konuda güzel
ve aydınlatıcı bilgiler verecek olan
Fatih Er’i alkışlarınızla sahneye davet
ediyorum.
Halit ERGENÇFatih ERTRT World Haber, Program ve Görsel Direktörü
Bölüm
24
127
Bir videomuz olacak.
Aslında söylenecek çok fazla söz
bırakmamış arkadaşlar, iyi bir video ve
TRT World’un World Citizen projesini net
bir şekilde özetliyor. Çok fazla vaktinizi
almayacağım, sadece birkaç cümleyle bunları
destekleyeceğim ve program devam edecek.
Biz bir medya kuruluşu olarak neden böyle
bir projeye ev sahipliği yapmak istedik?
Çünkü biz elimizi taşın altına koymazsak
diğerlerinin koymayacağını düşündük
ve kendi personelimizle birlikte bu
hizmete başladık. TRT World Citizen 2017
yılında hayata geçirildi. İlk olarak yardım
kutucuklarıyla başladık, personelimiz arasında
para topladık ve onlardan topladığımız
paralarla küçük kutucuklar aldık. Türkiye’nin
çeşitli mülteci kamplarında bunları dağıttık ve
sonrası daha büyük oldu.
World Citizen kapsamında özellikle Suriyeli
mülteci çocukları hedef alan bir proje
hayata geçirdik. Bu çocukların haklarını
öğrenebilmeleri, ailelerinin de bunları
öğrenebilmeleri için İngilizce, Arapça,
Almanca ve Fransızca olmak üzere farklı
dillerde binlerce kitapçık hazırladık ve
Avrupa’da bunları dağıttık ki kendi haklarının
peşlerinden kendileri koşabilsinler. Aynı
zamanda bununla paralel olarak bir belgesel
çalışması yaptık ki geçtiğimiz haftalarda
bu belgeselimiz de Emmy tarafından en iyi
haber programları arasında aday gösterildi.
Bir organ mafyasının ve mültecilerin dramını
anlatan, organ mafyasının işleyişini anlatan
bir belgeseldi. Silent Death on a Syrian
Journey. Eğer vaktiniz olursa You Tube’da da
bulabilir ve izleyebilirsiniz.
En son olarak Journalism for Juniors diye bir
proje başlattık. Bu bağlamda da TRT World’da
çalışan profesyonel gazeteciler Türkiye’deki
farklı mülteci kamplarına gittiler, oradaki
küçük çocuklara ve gençlere nasıl gazeteci
olunabileceği ve kendi hikâyelerini nasıl
ekrana taşıyabilecekleri yönünde dersler
verildi ve kısa fi lm çekmeleri istendi. Daha
sonra da bu gençlere kısa fi lmleri nedeniyle
birer ödül verdik. Journalism for Juniors için
bir videomuz var, onu da izleyelim ve hoşça
kalın diyorum.
128
Geri Dönüşüm için Oyna
Sıra geldi son panelimize. Şimdi size
yine birkaç rakam okuyacağım. Dünyada
yılda 60 milyon ton plastik üretiliyormuş.
60 milyon ton, söylerken çok gerçekten
kolay. 27 milyon ton plastik atığı
oluşuyormuş bunlardan. Plastik atıklar deniz
ekosisteminde 13 milyar dolar civarında
zarara yol açıyormuş. Türkiye’deyse günde
144 ton plastik atık denize ulaşıyor. Raporlar
bize Türkiye’de yılda 31 milyon ton evsel
atığın ortaya çıktığını ve bunların %12’sinin
plastik atıklardan oluştuğunu söylüyor. Sıfır
atık projesi kapsamında şu an bu atıkların
sadece %15’i geri dönüşüme gidiyor ve
hedef bundan sonraki 5 sene içerisinde
geri dönüşüme giden atıkların %35’e
çıkması. %35’le %15 arasında %20’lik bir
fark var. Bu da gerçekten fark yaratabilecek
bir oran, güzel bir hedef.
Ben birkaç senedir beni tanıyanlar bilirler,
cam şişe ve pet şişe kullanımından
vazgeçtim. Benim bir tane su mataram var,
o mataranın dili olsa da size anlatsa neler
gördüğünü, hangi setlerden geçtiğini, neler
yaşadığını. Kırmızı bir matara, 1,5 litrelik,
ondan iki tane taşıyorum yanımda, benimle
dalga geçmek isteyenler, espri yapmak
isteyenler ona yangın söndürücü diyorlar.
Bir nevi öyle, günde 3 litre su içmemiz
lazım diye ben de onu taşıyorum. Cam
şişe de kullanmıyorum. Eğer bir restorana
gidersem cam şişe tercih ediyorum, ama
plastik ve pet şişe almaktan vazgeçtim. Çok
sene oluyor, bundan birkaç tane eskittim,
yenilerini almak zorunda kaldım evet, ama
emin olun her şekilde hem keseme hem de
sağlığıma çok daha faydalı oldu, çevreye
de öyle.
Yapacağımız küçük değişikliklerden
bahsediyoruz hayatta, değiştireceğimiz
bazı alışkanlıklardan bahsediyoruz. Şimdi
konumuz “Atık ve Atıkların Geri Dönüşümü”.
Aynı zamanda büyük markaların bu şekilde
böylesi bir sosyal faydayı kendilerine nasıl
hedef edinebileceklerini ve bundan nasıl
toplumsal bir fayda ve iyilik çıkartabileceğini
de anlatacak bize konuşmacılarımız.
Kendileri alkışlarınızla davet ediyorum:
Serenay Sarıkaya ve Tankut Turnaoğlu.
Halit ERGENÇ
Bölüm
25
129
Tankut TURNAOĞLU
Merhaba, hepiniz hoş geldiniz.
Serenay SARIKAYA
Günün en son konuşması, herkes yorulmuş
herhalde.
Tankut TURNAOĞLU
Evet, hâlâ burada olduğunuz için teşekkür
ederiz. Sevgili Serenay’la konuşacaklarımız
aslında bizden önce konuşulanlardan
çok farklı değil. Ana konuşacağımız
konu; “Gelecek nesillere nasıl daha
sürdürülebilir bir dünya bırakabiliriz?” Bu
salondakilerin kaçının çocuğu var acaba?
Evet, aslında sürdürülebilirlik anlamında
bizim yapmadığımız her şey ya da yanlış
yaptığımız her şey, doğaya bıraktığımız her
zarar çocuklarımızın geleceğinden çalıyor
ve onlara karşı sorumluyuz. Bu şekilde
kirletmeye devam edersek 2050’de bize
tam 4 tane dünya gerekiyor. 4 dünya da
olmadığına göre sürdürülebilirlik hepimizin
görevi. Öncelikle de temsilcisi olduğum
P&G gibi global markalara sahip, 5 milyar
tüketiciye ulaşan, Türkiye’de de 10 haneden
9’unda en az bir markasıyla olan bizim gibi
şirketlerin sorumluluğu ve bir ödevi.
Her markanın aslında sosyal bir faydayı
da taşımaları gerektiğine çok inanıyorum,
ben o amaçla buradayım. Tabii benimle
beraber olan gerçekten iyilik yapmayı kendi
değerlerinin temeline yerleştirmiş sevgili
Serenay da var, Head&Shoulders markamızın
elçisi, ben sözü ona bırakmak istiyorum.
Serenay SARIKAYA
Çok çok teşekkür ederim Sevgili Tankut.
Tekrar herkese merhabalar. Bugün izlediğim
seanslar sırasında çokça kendime sorduğum
bir soru var; “Ben ne yapabilirim?” diye.
Ben doğa aşığı bir insanım. Gerçekten
doğaya döndüğüm zaman kendime iyi
şeyler katabilen bir insanım. İşlerimden,
çekimlerden, yoğun tempodan fırsat
bulup da doğaya kaçamak yaptığımda
kendimi yenilenmiş hissediyorum ve geri
dönüp buradaki yoğun tempomda devam
edebilecek gücü yeniden kendimde
bulabiliyorum. Eminim ki bugün buradaki
bir sürü insan için bu böyledir. Peki, bize bu
kadar güzel duyguları veren, bu mutluluğu,
sağlığı, huzuru veren doğa da yenilenmek,
beslenmek ve yeniden hayat bulmak
istemiyor mu? Bence kesinlikle istiyor.
Özellikle çağımızı düşünürsek buna muhtaç
bile diyebiliriz. Doğadan ihtiyacımız olan her
şeyi alıyoruz, ama geri vermeyi ne yazık ki
hâlâ çok iyi bilemiyoruz. Geri dönüşümün
bu yüzden dünyamızın devamı için çok çok
önemli olduğu bir süreçten geçtiğimize
inanıyorum. Eğer biz de doğayı dinler, onu
besler, onu incitmez koruyabilirsek doğanın
da bize bütün zenginliklerini katbekat
sunacağına inanıyorum. Ben de bu yüzden
UNDP’nin #2030Şimdi mottosunun altına
imzamı atıyorum ve kendi üzerime düşen
Serenay SARIKAYAOyuncu
Tankut TURNAOĞLUGenel Müdür, Procter & Gamble
130
bu konuyla ilgili yapabileceğim ne varsa
yapacağıma söz veriyorum.
Tankut TURNAOĞLU
Bunun bir numaralı şahidi de biziz. Doğa
bir bütün, aslında insanlar da farklılıklarına
rağmen bir bütün. Belki de doğayı ancak
hepimizin bir araya gelerek küçük küçük
şeyler yapmasıyla koruyabiliriz değil mi?
Serenay SARIKAYA
Kesinlikle öyle, dediğiniz gibi birlikte bunu
gerçekleştirmek çok çok daha kıymetli ve
efektif yapıyor bence. P&G’nin zaten geri
dönüşüm konusunda her zaman elini taşın
altına koyduğunu çok çok iyi biliyorum.
Birlikte gerçekleştirdiğimiz projelerde de
öyle. Aynı zamanda geri dönüştürülmüş
plastik atıklardan üretilmiş dünyanın ilk geri
dönüştürülmüş şampuan şişesini yapması da
beni çok çok mutlu etmişti.
Yine gençlerle birlikte geri dönüşüme
farkındalık yaratmak için gerçekleştirdiğimiz
“Sularımız Çöp Olmasın” projesi kapsamında
yaptığımız sosyal sorumluluk projesi çok
büyük bir ses getirdi. Benim için de çok
kıymeti olan bir şeydi. Çünkü böyle projelerin
sosyal fayda sağladıklarına ve toplumdaki
etkilerine de yürekten inanıyorum. Bir şeyler
samimiyetle yapıldığında, dediğin gibi birlikte
yapıldığında çok daha kuvveti olduğuna
inanıyorum. Hatta bunun çok tatlı bir örneği
de aramızda olması lazım. Sevgili Derin
o gün bizimle birlikte çöpleri toplamıştı.
Derin, bir şeyler söylemek ister misin bize o
günkü duygularınla ilgili? Sevgili Derin orada
benimle birlikte Belgrad Ormanı’nda çöp
toplamıştı.
Tankut TURNAOĞLU
Derinciğim, kalk istiyorsan ayağa, herkes seni
görsün.
Derin
Bence çöp toplamak önemli, ben o gün
oradaydım, çünkü dünyamız gittikçe daha
da kirleniyor, insanlar hep çöp atıyor ve
gelecekte yaşanmaz hale gelecek. Bu
nedenle onu korumalıyız ve en azından
benim çevremdeki gördüğüm çöpleri
toplamanın yine de bir faydası oluyor.
Serenay SARIKAYA
Kesinlikle öyle, aferin sana.
Tankut TURNAOĞLU
Hatta kuliste sorduğumuzda bir şey daha
dedin sevgili Derin, ne dedin?
Serenay SARIKAYA
Eğer burada daha fazla yaşayamazsak
nerede yaşayacağız?
Derin
Burada daha fazla yaşayamazsak emin
değilim galiba, Mars’ta yaşam bulunmadığı
için, yani oraya da gidemeyiz. O yüzden hiç
şansımız yok.
Tankut TURNAOĞLU
Evet, aslında az önce sevgili Serenay da
bahsetti. Dünyanın ilk geri dönüştürülebilir
okyanus plastiğinden üretilmiş şampuan
şişesini, dünyada öncü ülkelerden biri olarak
Türkiye’de getirmemiz için bize ilham veren
öncelikle Derin gibi gençler, çocuklar oldu.
Çünkü P&G adına her gittiğimiz yerde,
dolaştığımda talebi görüyordum. Ama
ondan daha fazla marka elçimiz Serenay’ın
bize bu konuda desteği ve zorlaması
oldu. Niye Head&Shoulders olarak daha
fazla sosyal faydayı yönelmiyoruz dedik
ve böyle bir imkân olduğunda da bunun
desteğini hissettiğimiz için elimizi kaldırdık.
Tamam, Türkiye’ye biz bunu getirelim,
duyuralım dedik. Hakikaten çok başarılı oldu.
Bunu çeşitli çalışmalarla da destekledik.
Görüyorsunuz Belgrat Ormanı’nda çöp
toplama yapıldı, Carrefour’la beraber bu
projeyi hayata geçirdik ki bu ürünler aynı
zamanda tüketicilere de ulaşsın. Toplum
Gönüllüleriyle beraber Kilyos sahillerindeki
plastikleri topladık ve emin olun hâlâ
yapılacak inanılmaz şeyler var. Carrefour’da
Head&Shoulders’ın geri dönüşüm noktaları
oluşturuldu ve Sevgili Serenay’ın verdiği
destekle Türkiye’de çok kısa zamanda
5 milyon kişiye ulaştı ve bu farkındalığı
yaratmaya başladık. Aslında #2030Şimdi
diyor ya, bizim 2030’u beklemeye de
vaktimiz yok. O anlamda şimdi harekete
geçmenin tam zamanı.
Serenay SARIKAYA
Önemi var kesinlikle, gençlerin ve çocukların
ilgisi beni de çok çok mutlu ediyor. Burada
samimiyetle söylemek istediğim bir şey
var. Bu kadar güçlü bir global marka olarak
gerçekten bütün dünyamızı ilgilendiren bu
131kadar ciddi bir konuda da sizin de kollarınızı
sıvamanız ve öncülük etmeniz bence çok çok
değerli bir şey. Asıl ben bu geri dönüşümün
bir parçası olabildiğim için çok çok mutluyum,
ben teşekkür ederim bu fırsatı verdiğiniz için.
Tankut TURNAOĞLU
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim,
P&G’nin de kendi 2030 hedefl eri var.
Tüm global şirketler gibi 2030 hedefl erini
içselleştirerek kendine koyduğu hedefl er.
Bunlardan bir tanesi de bütün ambalajların
%100 geri dönüştürülebilir olması. Buradan
şunu deklare etmekten çok mutluyum;
Head&Shoulders bunu Türkiye’de
2019’da yapacak. Konuya olan ilgimizin
yoğunluğunu görünce Avrupa’da yine
bunu ilk önce yapacak ülkeler arasına
girdik. Head&Shoulders şişeleri %100 geri
dönüştürülebilir olacak, bütün şişenin %25’i
de okyanus plastiğinden geri dönüştürülmüş
olarak 2019 başında Türkiye’de satılacak.
Bu da şu anlama geliyor: Bütün Avrupa’da
500 milyon şişe, Türkiye’de de her yıl 25
milyon şişe bu şekilde olacak. Yani 2030’u
aslında şimdiye getirmiş oluyoruz. Tabii diğer
markalara da kendi diğer markalarımıza da
bunun ilham vermesini arzu ediyorum. 2030
hedefl eri ile ilgili P&G’nin önemli bir listesi var,
burada pek vaktinizi almak istemiyorum, ama
ilgisi olanlar p&g.com’a girerek P&G ne kadar
az su kullanacak, doğadaki atığı ne kadar
azaltacak, sıfır atığa geçecek, hepsini oradan
görebilirsiniz.
Serenay SARIKAYA
Harika, pekâlâ, o zaman ben kapatmadan
ve herkes burada şahitken bir söz almak
istiyorum. Gençlerle çok güzel projeler
yaptık, çöp topladık ve gerçekten çok güzel
bir etki yarattık. Head&Shoulders ekibi olarak
yapmaya da devam ediyoruz. Siz bize başka
ne söz verebilirsiniz bununla ilgili, sırada ne
var? Ne yapacağız gençler için?
Tankut TURNAOĞLU
Bu demin söylediğimin üzerine mi?
132
Serenay SARIKAYA
Aynen, güzel bir söz bekliyoruz sizden
herkes buradayken, bir “challenge”
bekliyoruz, buyurun.
Tankut TURNAOĞLU
Evet, CEO’muz adına memnuniyetle
verebilirim, ama şöyle diyeyim, şimdi aslında
CEO’nun sıkıştırıldığı an…
Serenay SARIKAYA
Harika, tam da böyle olmasını istiyordum işte!
O yüzden buraya sakladım, buyurun.
Tankut TURNAOĞLU
Benim sürdürülebilirlik kadar inandığım,
aslında sürdürülebilirliğin de içinde
olduğunu düşündüğüm bir başka alan
daha var. P&G’nin markalarıyla Türkiye’de
en fazla desteklediği alan spor. Orkid’le
kadın voleybol milli takımı sponsoruyuz,
Gilette ile futbol milli takımı, Ariel’le kadın
futbol milli takımı, Head&Shoulders’la
da basketbol milli takımı. Şöyle bir şey
yapabiliriz, sporla sürdürülebilirliği belki iç içe
geçirebiliriz. Çünkü Türkiye’de spor aslında
birleştirici bir öğe ve çok geniş kitlelere de
mesajların iletilmesi için güçlü bir platform.
Head&Shoulders ne diyor basketbolda,
hatırlayan var mı?
Serenay SARIKAYA
“Kazanmak kafada başlar.”
Tankut TURNAOĞLU
Evet, kazanmak kafada başlar. Şöyle bir
şey yapabiliriz, basketbol sahaları yapmak
istiyoruz.
Serenay SARIKAYA
Çok güzel, geri dönüştürülmüş, harika!
Tankut TURNAOĞLU
Acaba bütün potaları geri dönüştürülmüş
olarak yapabilir miyiz? Ben bunu kendime bir
ödev olarak alıyorum.
Serenay SARIKAYA
Ne kadar güzel olur.
133
Tankut TURNAOĞLU
Amaç: Orada ciddi bir plastik kullanımı var.
Serenay SARIKAYA
Tamamen geri dönüştürülmüş ürünlerden bir
basketbol sahası yaratmak…
Tankut TURNAOĞLU
Saha ve pota yaratmayı herhalde global
CEO’ya sormasam da olur!
Serenay SARIKAYA
Bu da geri dönüşümün en büyük
göstergelerinden bir tanesi, aslında
ne kadar büyük etkileri olabileceğinin
göstergelerinden bir tanesi. O zaman seninle
bir sonraki randevumuz basketbol sahasında
Sevgili Tankut.
Tankut TURNAOĞLU
Tamam, memnuniyetle.
Serenay SARIKAYA
Harika.
Tankut TURNAOĞLU
Takımını kur gel, benim takımım sağlam.
Serenay SARIKAYA
Harika, ben çok anlamam, ama mutlaka
gelirim. O zaman çok teşekkür ediyorum
sana, hepinize de çok kıymetli vakitleriniz için
çok çok teşekkür ediyorum.
Her zaman paylaşalım, her zaman birbirimizle
iletişim içerisinde olalım, geri dönüşümü
anlayalım, bilinçlenelim, bilinçlendirelim
ve dünyamızı her bir tarafıyla, her bir
parçasıyla korumaya devam edelim lütfen.
Bunu hepinizden yürekten istiyorum, çok
teşekkürler tekrar herkese.
Sosyal Fayda Zirvesi İş Ortakları
İletişim Sponsoru
Dijital İçerik Ortakları
sgsistanbul.org
136
tr.undp.org /undpturkiye