Top Banner
38

Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

Jul 25, 2016

Download

Documents

Gencay Dergisi

Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015 http://www.gencaydergisi.com
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 4 Sayı 47 - Aralık 2015

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

KÖK TENGRİ TEG TENGRİ / Açelya OĞUZ

OĞUZ KAĞAN’A FARKLI BİR BAKIŞ / M. Bahadırhan DİNÇASLAN

AHMET HALDUN TERZİOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA – Hanife YAŞAR

SERZENİŞ / Onur ÇELİK

“KARANLIK DÜNYA 1: İTBARAK” A BİR BAKIŞ / Aslıhan KAYA

TÜRK MİTOLOJİSİNİN BİBLİYOGRAFYASI / Çağhan SARI

EFSANE DAĞA YOLCULUK - TEK PERDELİK ÇOCUK OYUNU / Hilal CEZAYİRLİ ABİŞ

ÇOCUK VE MİTOLOJİ / Ömer ÜNAL

KİTAP TANITIMI: İTBARAK - ÇAĞLAYAN YILMAZ / Fatma Özge ÖZDEMİR

Bu ayın kapak tasarımı için Sayın Mehmet SAĞ’a teşekkür ederiz.

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

1

KÖK TENGRİ TEG TENGRİ

Açelya OĞUZ

“Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kağan

bu ödke olurtum.”

Rus araştırmacıların “Şamanizm” olarak

adlandırdıkları din Türklerin “Kök Tengri”

dini Türk olmayan Türkologların

araştırmaları neticesinde Budizm’e benzer

birden fazla ilahı olan her gördüğü nesneyi

ilah kabul edip tapınan bir dini sistem

olduğuna dair algı yaratılmıştır. Bu

Türkolojik araştırmaların aksine “Kök

Tengri” dini tek Tanrı dinidir. Bu iddianın

Köktürk Yazıtları, Sözlü Türk Halk Kültürü,

destan metinleri ile destekleyerek izah

etmeye çalışalım.

Orhun Abidelerinde geçen bu ibare de

kullanılan “teg” ifadesi abidelerin diğer

yüzlerinde de aynı sıfatla nitelenmiştir.

Günümüz araştırmacıların tabiri ile

Budizm’le eş tutulan Türklüğün ata dini

“Kök Tengri” dini sanılanın aksine tek tanrı

dinidir. Çok tanrılı dinler yerleşik hayat

dinidir. Yerleşik hayattaki bir mabedi ve

heykelleştirilmiş birçok ilahı barındıracak

bir yapıya ihtiyaç vardır. Göçebe ve savaşçı

bir toplum olan Türk toplumunun sürekli

göç halinde olduğunu düşünürsek devasa

putların taşınması ciddi anlamda problem

teşkil etmektedir. Nitekim put kültürü olan

bir toplumun geleneksel sanatlarında da

heykelciliğin gelişmiş olması gerekir. Yunan

kültüründe heykelcilik sanatının gelişmiş

olmasının sebebi de bu put kültürü veya

ilahlarını cismani bir dona büründürme

arzusunun neticesidir. Türk tarihinde

heykelcilik sanatına sık rastlanmaması bu

sorunsalın birinci kanıtıdır. Dünya

toplumları incelendiğinde Budizm’den

İslamiyet’e geçiş zaman alan ve katliamlara

sebep olan bir durumdur. Türklerin

İslamlaşma sürecini incelediğimizde bu

zaman diliminin yüzyıllık bir zaman

diliminde ılımlı geçişlerle sağlandığı

gözlenecektir. O halde Türkler’in İslamiyet’i

bu kadar hızlı kabul etmelerinin sebebi

tanrının tekliği prensibidir. Türkler, Kök

Tengri’ye dua edecekleri zaman ozan

çağırılır, mandala eşliğinde Tengri’ye niyaz

edilerek Tengri’ye dilekleri söylenirdi.

Ayinde kullanılan mandala kâinatı sembolize

eder. Bu kâinat sembolizminde ilah

tasavvuru yoktur.

Bahsedildiği gibi çok tanrılı tabiat dini

olsaydı diğer çok tanrılı dinler gibi ilah

figürleri olurdu. “Tanrı bilgi verdiği için

kendim bizzat kağan kıldım.” Tonyukuk

Abidesinde geçen bu cümlede tanrı tektir.

Bütün yazıtlar incelendiğinde de görülür ki

Tanrı tekil olarak veya Teg Tengri ifadesiyle

yer alır. Göktürk alfabesinde “Tengri”

sözcüğü incelendiğinde alfabelerin şekilsel

özellikleri de incelemeye değerdir.

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

2

(Gümüşhane- Kelkit Zili Kilimi)

Türk kültüründe kutsal olan, taşınabilir

eşyalara nakşedilir. Bu nakışlar Türk’ün

kutsal saydığının uğurunu yanında taşıma

arzusundan kaynaklanır. Taşınabilir

kültürler el eşyaların başında halılar gelir.

Türkiye ve Kazakistan coğrafyasının

birbirine mesafeli bir uzaklığı aşikârdır.

Yüzyıllar önce farklı devletler kurmuş aynı

soydan gelen milletlerin halılarındaki

işlemelerin şekilsel yakınlığı bu kutsal

saydıkları tek tanrıyı mandala da olduğu gibi

sembolize etme arzusudur. Bin iki yüz yıl

önceki bir inanış hala kültürel kodlarla

halılara aktarılıyorsa bunun şüphesiz ilk

sebebi İslamiyet’teki “Vahdaniyet” inancıyla

birebir uygunluk göstermesidir. Bu meseleyi

İslam tarihinden örneklendirecek olursak

İslamiyet’in kabulünden sonra bütün putlar

kırılmış, Cahiliye dönemine ait çok tanrılı

dinin unsurlar yok edilmiştir. Türkler’in

İslamiyet’i kabulünden sonraki halkın

kutsiyetleri gözlemlendiğinde dikkati çeken

Selçuklu döneminde şamanlar bilirkişi

olarak söz sahibi olmasıdır. Ruh

Türkologların veya Avrupalı Halk

bilimcilerin yaklaşımlarında olduğu gibi Kök

Tengri dini çok tanrılı bir din olsaydı

Cahilliyye döneminde olduğu gibi Putperest

kalıntılar yok edilirdi.

(Kazak Halısı)

Kök Tengri diniyle ilgili bir başka sorunsal

adlandırma meselesidir. Hristiyanlık bir din

“rahip” o dinin din adamıdır. Nasıl ki

Hristiyanlık’a “Rahibizm” denilemiyorsa Kök

Tengri dinine de “Şamanizm” demek

yanlıştır. Hristiyanlık, din adamı ekseniyle

gerçekleştirilen ilahı yüceltilen bir dindir.

Hristiyan tebaası günah çıkarmak için, yeni

doğan çocuk günahlarından arındırmak için

(vaftiz), genç çiftler evlendirmek için rahibe

başvurmak zorundadır. Kök Tengri dininin

ilk araştırmacıları bu gelenekten geldikleri

için din adamının din içindeki konumunun

güçlü olduğunu düşünerek Kök Tengri dinini

kendi kültürel kodlarına uyarlayarak

yorumlamışlardır. Objektiflik alt yapısı

olmadığı için de “Şamanizm” adlandırılması

yapılmıştır. Oysaki Türk kültüründe şaman

sadece Kök Tengriye niyaz eden kişidir.

Türkler ibadet etmek için mabede ihtiyaç

duymazlar. Bu inanış “Yeryüzü Müslümanın

ibadethanesidir.” anlayışına benzer. Kâinat,

Kök Tengri’nin timsali olduğundan tüm

yaratılanlara saygı duyulur. Yunus Emre’nin

“Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü.”

dizelerinde olduğu gibi.

KAYNAKÇA

Eric Hobsbawm Terence Ranger, “Geleneğin İcadı”,

Agorakitaplığı, İstanbul (2006).

Yaşar Çoruhlu, “Türk Mitolojisinin Ana Hatları”,

Kabalcı, İstanbul (2011).

Sait Başer, “Kök Tengri”, İrfan Yayıncılık, İstanbul

(2011).

Sait Başer, “Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre”, İrfan

Yayıncılık, İstanbul (2011).

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

3

OĞUZ KAĞAN’A FARKLI BİR BAKIŞ M. Bahadırhan DİNÇASLAN

Mitoloji, özetle, açıklamak için yaratılır;

neredeyse her zaman. Sadece geç dönem

mitolojik metinlerde boşluk doldurmak ya

da “estetik” için “yeni” şeyler ortaya

çıkabilir. Oğuz Kağan miti de benim

benimsediğim yöntem nazarından

bakılınca, açıklamak için yaratılmış bir

mittir. Muhtemelen tarihi bir figürden

esinlenilmiştir (Kimi tarihçiler Modun

[Mete] etrafında örgüleşen mitlerin Oğuz

Kağan’ı yarattığını söylüyor.) ve tarihsel

gerçeklik payı mutlaka biraz vardır; ancak

bir kere “mitoloji” haline dönüştüğünde,

mitolojinin evrensel kurallarına uygun

özellikler gösterir.

Yazı boyunca önce, “birincil boyut”ta, Oğuz

Kağan mitinin neyi açıkladığını kendimce

anlatmaya çalışacak, ardından, “ikincil

boyut”a, evriminin daha önceki

basamaklarına uzanmaya heves edeceğim.

Şüphesiz, bu yazıda dipnotlar vs. ile

akademik bir makalede bulunması

gereken bileşenleri oluşturmuyorum; o

yüzden yazdıklarım biraz “havada

kalıyor”; bu yazı en fazla, benden daha

yetkin ve donanımlı bir “meraklı” için

“işaret” niteliğindedir. Belki yapmaya

çalıştığım tespitler bu konuda ciddi ve

bilimsel bir uğraşa girişecek müstakbel bir

yazar için yollar açacaktır.

Neredeyse bütün dünya toplumlarında

evrensel bir mitolojik özellik vardır: atasal

kökeni açıklamak için belli karakterler

yaratılır; o karakterlerin birbiriyle insani

(evlilik, doğum, ölüm gibi) ilişkileri

esasında daha geniş bir arka plandaki

toplumsal ilişkileri açıklamak için

kullanılır. Buna “antropomorfize etmek”

yani, insan suretine bürümek diyebiliriz.

Bir kültürün kendi iç gruplaşmalarını,

yukarıda açıkladığım şekliyle, bilimsel

dönem öncesinin bilimi olarak

tanımlayabileceğimiz mitoloji vasıtasıyla

açıklaması ve aktarımı Oğuz Kağan mitine

benzer şekilde olur. Daha açık olmak için

tarihten örnekler verelim:

Birbirleriyle bir şekilde benzer/akraba

olduklarını bilen Slav grupları, “Lech, Cech

ve Rus” efsanesini yarattılar. Buna göre

benzerliğin sebebi, bu üç kardeşin, üç

farklı av peşinde farklı yönlere gidip, farklı

ülkelerin/soyların ata-babası olmasıydı.

Lech Polonya’yı, Cech Bohemya’yı (Çek

Cumhuriyeti), Rus ise Kievan Rus diye

bilinen ülkeyi kurmuştu, bu efsaneye

göre... (Mitolojide, “quod superius sicut

inferius”, “yerde nasılsa gökte de öyle,

gökte nasılsa yerde de öyle” kuralı vardır

diyebiliriz. Mitolojik “düzlem” ile gerçek

düzlem, fonksiyonel ve biçim-bilimsel

olarak paraleldir.)

Bir başka örnek verecek olursak; Sami

dünyasında Samiler tarafından bilinen

halklar ve Samilerin kendi alt grupları,

Nuh’un üç oğlu miti ile açıklanmış ya da

alegorik biçimde anlatılmıştı. Buna göre

kendileri Nuh’un bir oğlundan, Afrikalılar

diğer oğlundan, Asyalılar üçüncü oğlunun

soyundan gelmişlerdi. Kendi iç

gruplaşmalarını, yine benzer bir mitle

açıkladılar: Yahudiler İbrahim oğlu

İshak’ın, Araplar İsmail’in soyundan

geliyordu, bu mite göre.

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

4

Oğuzname geleneğinin, müellifi Bahadır

Han’ın “Biz bu Türkmenleri çok kestik, bir

nevi kendimi affettirmek için Türkmen

kocalarının sözlü olarak aktardıklarını

yazıya geçirdim.” diyerek yazıya geçirilmiş

olan Şecere-i Terakime’nin de işlevi budur:

Oğuzlar, Kıpçaklarla, Moğollarla,

Uygurlarla akraba

olduklarını/benzeştiklerini biliyorlardı;

her birine kendilerince Oğuz Kağan

üzerinden bir akrabalık atfederek, bu

benzerlikleri açıkladılar. Moğollar, Oğuz’a

destek vermeyen amcalarının soyundan

geliyor dendi, Uygurlar Oğuz’a destek

veren amcalarının (Ebulgazi Bahadır

Han’ın açıklamasına göre Uygur uyan,

yapışan anlamındadır), Kıpçaklar da bir

ağaç kovuğunda doğan Oğuz Kağan’ın bir

askerinin soyuna dayandırıldı. Şüphesiz

bunlar gerçek değildir; ancak bu

mitosların varlığı, her Türk grubunun

çevresindeki diğer gruplarla bir benzerlik

ve akrabalık taşıdığını bildiğini ve

açıklamaya çalıştığını gösterir.

Oğuz Kağan miti tarihsel süreçte sürekli

evrim geçirmiştir ve her zaman amacı; üç,

sekiz, dokuz, on gibi ön isimler alarak

birlik oluşturan Oğuz boylarının birlik

sistemleri ve özelliklerini, mitolojik

yönteme başvurarak açıklamaktı. En son

haliyle Oğuzlar, 24 boydan oluşan bir

sistem kurduklarında ya da 24 boyun

siyasi birliğini sağlayamasalar da toplam

boy sayısı 24 olarak belirginleşip

oturduğunda, 24 boya yönelik son Oğuz

Kağan miti de olgunlaşmış oldu. (Yani, 24

boy, tarihin bir devrinde aynı anda var

olmamış olabilir. Ancak toplamda, belirgin

bir şekilde, 24 boy motifi görülüyor. Özetle

önce boylar ortaya çıkmış, kimileri

bölünmüş, kimileri yok olmuş ve en son

kolektif bilinçte 24 boy sayısı

belirginleşince koşut olarak evrimleşen

Oğuz Kağan miti de Oğuz boylarının ruh

iklimi ve ilişkilerini anlatma sürecinde

nihai evrimini geçirmiş, tutarlı bir örgü

halini almaya başlamıştır.)

Mutlaka Oğuz Kağan figürünün

destansılığını besleyen bir “gerçek”

karakter vardır ve bence de bu

muhtemelen Modun’dur. Ancak Oğuz

Kağan Modun’u anlatmaz. Oğuz boylarının

yerdeki ilişkilerini, “göksel” bir dille

anlatır ki bence bütün Türk destanları ve

mitleri bir şekilde Alpamış mitiyle

ilişkilidir. Misalen Alpamış’ta “Salur

Kazan” kötü bir karakter olarak yer alır

hatta “en batılı Türkler” diyebileceğimiz

Oğuz grubu, doğu Türkleri ile çoğu zaman

düşmanca ilişkiler içinde olmuştur ve

mitolojinin, gerçek olanı, sembolist ve

alegorici bir tavırla anlattığına dair

tezimizi, batıda “kahraman” olan Salur

Kazan’ın, doğuda “düşman” olması tespiti,

destekler niteliktedir. Ayrıca birçok

çalışma göstermiştir ki destanlardaki

karakterler arketipik karakterlerdir. Bu

karakterler destanı/mitolojiyi oluşturan

halkın, o karakterle ilişkilendiren kavram

hakkında kolektif bilinç/bilinçaltında ne

düşündüklerini gösterir ve Türk kahraman

arketipi de çoğunlukla Alpamış destanı ile

karakterize olmuştur; Alpamış karakteri

sürekli (içerik olarak) yinelenir.

Oğuz Kağan ve Oğulları destanının

(mitosunun), Oğuz Türk gruplarının

kolektif bilinçteki irfanını aktarmak ve

“atalar kültü” esintileriyle, “kökensel”

(orjin mitosu) açıklamalar yapmak için

evrildiğini iddia ettik. Muhtemelen bu

tespitimde haklıyımdır; her ne kadar

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

5

bilimsel bir makalede olması gereken

birçok noktaya dikkat etmiyorsam da

vicdanımda sonuna kadar bilimsel

yönteme sadığım ve (deryada damla da

olsa) yıllardır süregelmiş mitoloji

okumalarımdan yola çıkarak bu tespitin

hatalı olması için bir neden göremiyorum.

(Ki bu dediğime benzer tespitler yerli ve

yabancı birçok düşünür tarafından kısmen

ya da büyük oranda benzer bir şekilde

yapılmıştır.) Ancak cesaret edip bir adım

ileri gidersem, Oğuz Kağan mitosunun,

ilkel köklerinde “kozmogonik”

(evrendoğum) bir mitos olmasa da çok

daha geniş ve şaşaalı bir “tanrılar

örgüsü”nden kopmuş bir “pantheon

mitosu parçası” olduğunu düşünüyorum

diyebilirim.

Oğuzlar’ın, Türk grupları içerisinde en

kalabalık ve baskın gruplardan biri

oldukları malumdur. Öyle ki Altaylı

milletin adı “Türk” olmadan evvel ve olma

sürecinde Oğuzlar, kültürel baskınlıkları

ve kalabalıkları sebebiyle büyük oranda

“özerk” bir grup özelliği göstermişler ve

Türk-Oğuz şeklinde bir adlandırma Orhun

abidelerinde görülmüştür: Türk bir

“siyasi” isim iken, belki bir klan ya da boy

ismi iken, merkezi otoriteyi kuranlar bu

“Türk”ler olduğu için yavaş yavaş bütün

Altaylıların ortak ismi haline gelmeye

başlamıştır. (Aynı görevi daha önce de

“Hun” ismi üstlenmiştir.) Bu esnada, Türk-

Oğuz kullanımı dikkat çekicidir; Oğuzlar’ın

baskınlığına, her ne kadar Türk şemsiyesi

içinde homojenleşmeye katılsalar da bir

nevi “özerk”liğine delalet eder.

Hal böyleyken homojenleşme, katışma ve

kaynaşma süreçlerinde yok olan (ki ben

Yenisey kültürü ve dil ailesini bu noktada

çok önemsiyorum ancak başka bir yazının

konusudur.) çoğu yerel, Türk-altı-gruplara

ait birçok mitos kırıntısı olduğu neredeyse

kesindir. Hatta kuzeye, doğuya ya da

batıya gidildikçe Türk algısı ve ruh

ikliminin hafiften yoğuna değişik

oranlarda değişim göstermesi de kimi

bölgelerde bu birleşmenin görece zayıf

olduğu tezini doğrular. Zira bazı

“arketipik” farklılıklar o kadar keskindir ki

kökeninin çok önceye gittiğine dair

şüpheye yer bırakmaz. Bu da bizi bozkırın

konfederatif yapısının “toplumsal ruh

iklimi” açısından Altaylı alt-grupların

kolektif bilinci için de korunduğunu

düşünmeye iter yani, Türk kültürü

dışarıdan hiç etkilenmeseydi dahi

herhangi bir başka “kimlik” altında ortaya

çıkan etnik grup ya da “millet”lerden çok

daha karmaşık ve “renkli”dir.

Bu tespitlerden cesaret alarak diyorum:

Oğuz Kağan mitosu, bir merkezi ya da

“hükmeden” Türk anlayışı az-çok bütün

Türk algısına hakim olmazdan evvel (tabii

yine onunla akraba) Oğuz algısına hakim

olan bir panteonun bozulmuş, evrilmiş,

değişmiş bir hikayesidir. Şahsi kanımca da

Türkler’de “panteon” oluşumu görece geç

bir meseledir. Mitoloji ile alakalı birçok

yazımda belirttiğim üzere Türk yaşam

tarzı yerleşik hayata çok önceden geçmiş

toplumlardaki gibi bir panteon

oluşturmaya elverişli değildi. O yüzden

Türk “paganlığı” druidizm ya da Baltık

paganlığına daha çok benzer. Ancak Oğuz

grubunun “en batılı Türkler” olması ve

Soğd vs. gibi kavimlerle iletişim içinde

bulunması, bir panteon oluşturmuş

olabileceklerini düşündürüyor bana.

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

6

Oğuz Kağan’ın ailesini/oğullarını

oluşturan isimlerin “Gün-Ay-Yıldız-Gök-

Dağ-Deniz” olması, onların oğullarının da

genellikle bir arketipik kavram ya da

motife yakınsayan çeşitli sıfatlarla

adlandırılması (Bayındır, Çepni, Kızık vb.)

gibi noktalar bu hususta dikkat çekicidir.

Her biri bir “görev”, arketip ya da kavrama

ilişkin isim taşıyan “Oğuz Kağan torunları”,

göksel bir örgü oluştururlar ki tam bir

pantheon için gerekli olan bir çok bileşene

sahiptir.

Sonuç olarak; Oğuz Kağan, çok eski bir

“tanrı”dır, oğulları, diğer mitolojilerdeki

panteon başı tanrı-tanrıça ve çocukları

gibi, birer doğa gücü ya da motifini

simgeler: Güneş, Ay, Yıldız, Dağ… Onların

oğulları ise daha düşük seviyeli bir takım

konsept ve motifleri simgeliyor; örneğin

Avşar, “ava meraklı” anlamına geliyor,

birçok mitolojideki av tanrısı-tanrıçası

gibi…

Belki bir gün, yeterli zamana sahip

olduğumda, etimolojiden de bolca

faydalanarak bu işin peşine düşerim.

Şimdilik bu kısa yazıyı, “böyle bir şey

olabilir mi?” sorusunu ilk defa kendimce

sorduğum bir “deneme” olarak arz etmiş

olayım.

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

7

AHMET HALDUN TERZİOĞLU İLE

TÜRK MİTOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ Aslıhan KAYA - Hanife YAŞAR

- Sevgili Hocam, öncelikle davetimizi

kabul ettiğiniz için Gencay grubu adına

teşekkür ederiz. Kısa bir zamanda

yaptığınız çalışmalar ve yazdığınız

romanlarla gencinden yaşlısına büyük

bir kitlede başarıyla karşılandınız ve

sevildiniz.

Çoğu zaman romanlarınızda mitolojik

simgeler görüyoruz. Kamlar,

şamanlar… Bu tarz simgelerin önemi

nedir?

C: Ben de size teşekkür ediyorum.

Övgüleriniz için özellikle teşekkür

ediyorum. Var olun.

Ben, destanlara inanırım. Destanlar

doğruları söylerler. Olanları biraz

büyütürler, abartırlar, yüceltirler ama hep

doğrudur anlattıkları. Çok güzeldiler.

Buram buram Türk kokarlar. Mutlaka

dayandıkları bir kök vardır. Kökünde de

Türk... Destanlar aynı zamanda mitolojinin

köküdür. Bu nedenle romanlarımda

mitolojik ögelere sıkça yer veriyorum.

Destancılığı seviyorum. Eski destancılar

gibi olmaktır amacım. Elbette bu büyük bir

amaç ama bu yolda çalışmak güzel…

- Çok zengin bir mitoloji ve kültüre

sahibiz. Ancak bunu bilen çok az. Neden

bir Türk mitolojisi ve kültürü bir yunan

mitolojisi kadar bilinmiyor? Dünyayı

geçtim ülkemizde de durum böyle…

C: Aslında acunda Türk mitolojisi biliniyor.

Çok yaygın acunda. Ama bizim ögelerimizi,

simgelerimizi başka kültürler

kendilerininmiş gibi kullanıyorlar. Biz de

yazık ki sahip çıkamıyoruz. Destanı

olmayan milletler, Türk destanlarını

çalıyorlar. Örneğin “Kimmeryalı Conan”.

Kimmerlerin Türk olduğuna inanılır.

Proto-Türklerden oldukları bilinir. Bunun

üzerine; aldılar Kimmeryalı Conan’ı

kendilerine destan yaptılar. Hollywood

filmi yaptılar. Aynı adla diziler çektiler.

Kuzey ülkelerinin öyle güçlü destanları

yoktu. Acunda bir biz kendimizi,

değerlerimiz bilmiyoruz aslında. Kendi

mitolojimizi okumadığımız ve ondan

yararlanmadığımız için biz bilmiyoruz ama

Türk mitolojisi yakından izlenir, çalınır,

kullanılır. Bu varsıllığı kim

değerlendirmek istemez ki?

- Yunan mitolojisi ile Türk mitolojisi

çok benzer zaten.

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

8

C: Biz onlardan çok daha erkeniz. Bizim

mitolojimiz daha yaşlı. Onlar yazıyı erken

kullandılar ama mitolojiyi daha önce

meydana getiren bizdik. Çünkü Türk’ün

yaşam tarzı mitoloji oluşturmaya daha

yakın ve daha yatkın. Kapalı kentlerde,

duvarların ardında mitoloji kurgulamak

zordur. Ama açıkta, bozkırda, göğün

altında mitoloji kolaydır. Ortam,

kişioğlunu düşsel olmaya, düş kurmaya

iter. Bu da zamanla mitolojiyi ortaya

çıkarır. Bozkır yaşantısı da mitolojik

sonuçta... Kışlak, yurt, yayla arasındaki

eşsiz yaşam... Savaşlarımız mitolojik. Yani

bir ok ve bir yayla yaşamak… Atın

üzerinde yaşamak… Yunan kültüründe at

yoktur örneğin ama bizim at-er

birlikteliğimizi, atlı savaşçılarımızı aldılar,

insan başlı at olarak, sentor olarak

kullanıp kendi mitolojilerine mal ettiler.

Yani Türk mitolojisi acunda bilinir, çok

kullanılır. Sanata geçirilir, filmlerde

tiyatrolarda kullanılır. Bir tek biz

kullanamıyoruz. Gerek bilmeyişimizden

gerek yoksulluğumuzdan… Mitolojik film

yapmak pahalı iştir. Uyduruk TV dizisi

çekmeye benzemez. İnceleyin örneklerinin

maliyetlerini. Us almaz rakamlar çıkar

ortaya.

- Hocam, sizce Türk’ü Türk yapan

diğer milletlerden ayıran özellik nedir?

C: Savaş. İlk özellik savaş. Savaş olmayınca

Türk Türklükten çıkıyor. İkincisi de

töresidir. Töreyi kaybederse yine bozulur.

Bir diğeri inançtır. Ama bu inancı din

olarak kullanmamak lazım. İnanç göktür.

Gökten geldiğine inanmaktır. Onu kutuna,

gününe, birleştirici özelliğine inanmaktır.

Gök birliği işaret eder.

- Romanlarınızda Gök Tanrı dininden

de esintiler var.

C: Aman yanlış anlama olmasın. Ben öyle

Gök Tanrıcı falan değilim, Müslümanım.

Ancak acunda da çeşitli dinlerde Türkler

var. Bütün inançlara bağlı Türkler var.

Türk için inanç kavramı göğe bağlılıktır.

Benim romanlarımda kullandığım göğe

bağlılık, çok önemlidir. Mustafa Kemal

Atatürk boş yere “İstikbal göklerdedir.”

Diyerek göğü işaret etmemiştir. O Türkçü

bir insandı. Dini baskılardan dolayı

Türklerin göğe verdiği önemi başka

şekilde söyleyememiştir. Gök, Türk için

inanç üstü bir ögedir. Onu biz çadır olarak,

yurdumuzu örten örtü olarak düşünürüz.

Geçmişte Tanrı’yı orada bellemenin, ya da

göğe Tanrı demenin de bir sıkıntısı yok.

Bugün de ellerimizi göğe açıp dua

ediyoruz. Romanlarımın bir kısmı kadim

Türkleri anlattığına göre Gök Tanrı

inancını işlemem doğal. Başka ne

yapacaktım ki?

- Peki, göğü böyle sahiplenmemizin

sebebi nedir?

C: Bozkırda yaşarken, özellikle geceleri,

sırtımızı yere verir gökyüzüne bakardık.

Bunu düşlemeye çalışın. Yani atalarımız

böyle yapardı. Hala yaparız. Oradaki

sonsuzluğa hayranlık duymamak mümkün

mü? Bu genlerimizde yüzyıllardır süre

gelen bir yazılım oluşturdu. Silinmez bu

kültür. Genlerdeki bir kültürel özelliğin

silinmesi için yüzlerce yıl gerekir. Bir

hafıza kültürü, bir de gen kültürü vardır.

Genlerin kültür birikimi babadan oğula

toruna geçer. Biz farkında olmadan bu

göğe bakma kültürü nesilden nesile

geçmiştir. Türkü Türk yapan göktür.

Bugün kent içinde yaşarken bile göğü

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

9

görme güdüsü, piknik sevgisi ile kendini

gösteriyor. Sonra yayla sevgisi. Yaylalara,

dağlara olan tutku... Gök etkisi, gök sevgisi

genlerimize kazınmış. Silinmez.

- Tomris Han romanınızdan cesaretle

şu soruyu sormak istiyoruz. Hunların

bile Türk olup olmadıklarının

tartışıldığı bu günlerde İskit ve

Sakaların Türklükleri konusunda ne

diyebiliriz?

C: Biliyorsunuz, İskitler birleşik bir

imparatorluktu. Sakalar bu

imparatorluğun bir kolu. Kuran, bir zaman

yöneten budundur. İskit imparatorluğunu

var edenlerden Saka budunu Türk’tür Bu

tartışmasız bir durumdur. Bazı batılılar bu

gelişmiş kültürü Türk’e yakıştırmadığı için

uzaklaştırmaya çalışıyorlar ama meydana

çıkan mezarlar, mezarlardan çıkan

silahlar, eşyalar, at kemikleri, bu

mezarların yapıları, kurganlardan ortaya

çıkanlar bunu gösteriyor. Bunu kimi

tarihçi kabul ediyor kimisi inatla direniyor.

İskitler bir budunlar birliğidir. İskitlere

Türk demek olmaz, doğru olan İskitleri bir

dönem yönetmiş olan Sakaların Türk

olduğunu söylemektir. Heredot ayrı ayrı

hem İskitlerden hem Sakalardan söz eder.

- Hocam peki, Etrüsklerdeki

“Romus Romulus” heykeli Türk

kültürünün bir yansıması olabilir mi?

C: Tarih, kayıtlara ve gerçeklere inanır.

Bilindiği gibi yazı ile başlamıştır. İşin içine

fazla masalsı ögeler girince bu tarih

olmaktan çıkar. Söylenti olarak var evet

ben de Sakalar Anadolu’ya geldiği zaman,

bunlardan bir kısmının İtalya’ya geçtiğini

düşünüyorum ama bunu kanıtlayacak bir

belge yok henüz. Etrüsklerin dil yapısını

inceleyenler Türk kanıtları buluyorlar,

evet. Eğer Hunlardan bize sözcük hazinesi

olarak bir şeyler kalsaydı bu çok işimize

yarardı. Ama kayıt yok. Yanılmıyorsam 4

sözcük var o da Çin kaynaklarından

alınmış durumda. Eğer Hun dilinin

fonetiğini, biçimini bilebilseydi Etrüsk dili

ile karşılaştırıp daha sağlıklı sonuçlar

alabilirdik. İnanmak istersek, inanmak için

çok kanıt var ama gerçek dersek, elimizde

çok fazla bir şey yok.

- Kurgu romanlarınız var evet ama

genelde tarih anlatıyorsunuz. İsimler

aynı, olaylar aynı… Okuyucuya aslında

tarih anlatıyorsunuz ama bunu

sevdirerek yapıyorsunuz diyebilir

miyiz? Romanlarınıza hareket,

dinamizm katmama sebebiniz de bu

mu?

C: Romanlarımı yazarken, kurgulayacağım

bir olayın tarih olarak algılanmasının

önüne geçmek amacıyla, hiç hata

yapmamak amacıyla tarihi olduğu gibi

aktarmaya çalışıyorum. Çok az kurgu ve

kurgu kişi kullanıyorum. Bunu özellikle

yapıyorum. Ben tarihi olduğu gibi

romanlaştırmaya çalışıyorum. Tarihi

roman yazmıyorum. Tarihi

romanlaştırıyorum. İkisi çok farklı... Bazen

bunun tepkisini de alıyorum. Tarihi,

romanlardan öğrenen gençler için bizim

her zaman doğruyu yazmamız gerek.

Yapılacak bir yanlışın gençler üzerinde

kötü sonuçları olabilir. Yazılana gerçek

gibi inanabilirler. Bu izleri de silmek zor

olur. Örneğin ben Hasan Sabbah’ı yazarken

bile İsmailî kaynaklarına, Alevi

kaynaklarına, Selçuklu kaynaklarına kadar

birçok kaynakları inceledim ve doğruyu

yazmaya, olduğu gibi yazmaya çalıştım.

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

10

Kendi yorumumu, kendi düşüncemi ve

inandıklarımı katmamaya özen gösterdim.

Hasan Sabbah’ı haşhaş içip, kadınlarla

eğlenen bir tip olarak yazmadım, çünkü bu

yanlış, yalan. Gezgin Marco Polo’nun

yalanından doğan bir iftiradır. Hasan

Sabbah kendi inancı çevresinde, dikkat

edin vurguluyorum, kendi inanç sistemi

içinde, bir dini büyüktür ve din

büyüklerine hakaret etmek iyi şey değildir.

Orada ben doğruları yazdım ve birçok

teşekkür aldım. İlk defa siz yazdınız

doğruları, dediler. O devirde yaşayan

Selçuklu Veziri Nizam-ül Mülk Fars kökenli

olmasına rağmen Türk için çalışmıştır. O

da bizimdir. Aynı devirde Sultan Melikşah

çok büyük bir Türk liderdir. Kaç ulusu bir

arada yönetmiştir. Ne onlara haksızlık

yapmak gerek ne Melikşah’ı kötülemek,

gerek ne Nizam’ül Mülk’ü, ne de Hasan

Sabbah’ı. Onlar arasında bir kavga vardı.

Ama bu kavga düşünce kavgasıydı. İnanç

kavgasıydı. Bir Türk olarak Melikşah’ı

överken Hasan Sabbah’ı da yerden yere

vurmamam lazımdı. Biz yağılarımızı bile

asla yalanlarla rezil etmemiş bir ulusuz. Bu

nedenle hep yukarıdan bakıp, objektif

olup, doğruları yazmaya çalışıyorum.

Bunun için çok çalışıyorum çok

araştırıyorum. Tarihsel kişiliklere

haksızlık etmemek gerek. Çünkü onların

kendilerini savunma şansları yok. Eğer

yazılacaksa doğrular yazılmalı.

- Tarihi romanların, tarih öğretiminde

yararları kadar zararları olduğu da bir

gerçektir. Bir tarih romancısı olarak bu

konuda ne düşünüyorsunuz?

C: Tarihi roman yazanların ya da benim

gibi tarihi romanlaştıranların üzerinde

büyük bir yük var. Tarihi anlatırken yalan

söylerseniz, hata yaparsanız özellikle

gençler üzerinde vebal sahibi olursunuz.

Onları yanlış yönlendirmiş olursunuz. Bu

bir tercih elbette... Benim tercihim bu. Bir

değeri yanlış tanıtmış olmak istemem.

Çünkü dediğim gibi gençler tarihi,

romanlardan öğrenmeye çalışıyorlar.

Romanlar, tarihten daha fazla okunuyor.

Belki birileri, daha fazla bildikleri için ya

da öyle gerekli gördükleri için bu yolu

seçebilirler. Ama ben kendimi bu yetkide

görmüyorum. Örneğin Atsız Hoca’mız

Göktürklerin en yiğit, en değerli

kahramanlarından İl Kağan ya da Keili

Kağan diye anılan büyük bir kağanı,

Göktürk tarihinin kahraman insanlarından

birisini eşsiz Bozkurtların Ölümü

romanında Kara Kağan yaptı. Bu da öylece

kabul gördü. Oysa İl Kağan, en az Atsız’ın

Kür Şad adını verdiği kahramanımız kadar

önemli kahramandı. O zaman, teslim

olmayan, Çin’e karşı direnen, savaşmayı

sürdüren tek Aşina yiğidi idi. O devirde

yanındaki bir avuç insanla dağda yaşamış,

çölde yaşamış, bağımsızlık kavgasını

sürdürmüş, Çin’e teslim olmamıştı. Atsız

Hoca ona Kara Kağan dedi. Bu adı koydu.

Belki bunun özel bir nedeni vardı. Belki

hocanın bir bildiği vardı. Tarihçi de olma

özelliği ile bunu tercih etti. Belki asıl

öncelemek istediği kahramanı daha fazla

yüceltmek için bu yolu seçti. O Atsız Hoca,

kendisinde bu yetkiyi görür ve bunu yapar.

Ama ben Atsız değilim, yapamam. Bugün İl

Kağan’ı kimse bilmiyor ama Kara Kağan’ı

herkes biliyor lanetle anıyor. İşte bu

romancının etkisinin güzel bir örneği...

Sorun önünüze gelene Kara Kağan

tanınıyor ama İl Kağan tanınmıyor. Değil

mi? Ben böyle bir kurguya cesaret

edemem, edemiyorum. Çünkü böyle bir

durumda verecek bir cevabım yok. Böyle

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

11

bir iş yaparsam savunamam. Buna yetkim

de yok. Mutlaka doğrulara dayanmak, bu

konuda net olmak zorundayım. Bugün Kür

Şad adı ansiklopedilerde bile geçer. Hatta

Atsız Hoca’nın ad verdiği kırk yiğidin

adları kabul görür. İtiraz edilemez bir

gerçek olarak kabul edilir. Kara Kağan da

Atsız’ın tanımı ile anlatılır. Bunun tersini

iddia etmek bile mümkün değildir. Bu

Atsız’ın gücüdür. Kendimce bu gücü

görmüyorum.

- Romanlarınızdaki Türk

kahramanlarının özellikleri nelerdir?

Yani Türk kahramanını kahraman

yapan unsur nedir? Ahlakları mı?

Yiğitlikleri mi? Akıllı oluşları mı?

C: Kahraman deyince, karizmatik adam

olacak. Benim kahramanlarımın hepsi

karizmatik, yakışıklı, korkusuz, yiğit...

Gerçekten tarihe baktığınızda da bu

böyledir. Hem bizde hem batıda...

Kahramanlar Tanrı’nın seçtiği özel

insanlardır. Kahramanlık öyle herkesin

harcı değildir. Kahramanın kahramanlık

göstermesi gereken an geldiğinde bir an

bile durmaması, beklememesi gerekir.

Kahraman işte o anı yakalayandır.

Kullanandır.

Bir diğer özellik ise cesarettir. Bizim

kahramanlarımızın en büyük özelliği

inanılmaz cesur oluşlarıdır. Hele ki ölüm

korkusunu hiç düşünmezler, Bugünkü

kahramanlarımız da aynı, Güneydoğuya

bölücü ile mücadele için gidenlere bakın

en basitinden. Polis harekâta 5.000 yeni

polis almak istediler. Kaç kişi başvurdu

biliyor musun? 20.000 kişi. Korkunç bir

rakam... 5000 kişilik kontenjana 20.000

gönüllü başvurdu. 20.000 tane ölüm

korkusu olmayan kahraman çıktı ortaya.

Bugün Türkiye’nin hazırda en az 20.000

tane kahramanı var demektir bu.

Övünülecek bir şeydir. Bunların yaklaşık

30 tanesini tanırım. Sınava girdiler.

Yalnızca 3ü kazandı mülakatı.

Kazanamayanlardaki hüznü tarif edemem.

Orada vatan için ulus için savaşmak

istiyorlardı. İşte size kahraman adayları...

İşte böyle cesurdur Türk kahramanları. Bu

kutlu duygunun tanımını yapmak öylesine

zor ki... Kahraman, kahramandır. Bu kadar.

Türk kahramanının, benim

kahramanlarımın bir özelliği de

sevmesidir. Kahramanların gönlü boş

olmaz. Ben gençlere de takılırım, yiğidin

gönlü boş olmaz, diye. İşin aslı sevmeyi

bilmeyen adam kahraman olamaz. İnsanı

sevsin, sevdalısını sevsin, nişanlısını,

yavuklusunu sevsin. Ama sevecek. Ha,

kavuşacak kavuşmayacak o ayrı mesele.

Kahramanlar sevmeyi de bilenlerdir.

Bir de benim kahramanlarım çok iyi

savaşırlar. Bilekleri bükülmez. Bütün

Türkler kahraman olabilir. Olacak

demiyorum olabilir diyorum. Herkes

kahraman olacak diye kesinleştirmiyorum,

ihtimalden söz ediyorum. Genç yaşlı,

kadın, erkek herkes kahraman olabilir o

cevher içimizde var bizim ulus olarak.

Batıda da kahraman çıkar da tek tük. Onlar

da şaşkın bu konuda. Bir milletten bu

kadar kahraman nasıl çıkar diye

şaşırıyorlar. Durmadan kahraman

üretiyoruz biz, ben de bunu

destekliyorum. Yeni kahramanlar

çıkmasına katkıda bulunmak için

kahramanları yazıyorum.

Kahramanlar akıllıdır aynı zamanda. Bunu

da unutmayalım.

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

12

- Peki, bu savaşçı gelişmişliğinin

sebebi nedir? Atı kullanıyoruz, yayı

kullanıyoruz…

C: Sayımız azdı. Bunu bir örnekle

açıklamak gerekirse, Çin kaynaklarına

göre Hun Hakanı Kiok Han’a gelen bir

vezir var. Çinli. Kiok Han Mete Han’ın

oğludur. Kiok Han’a Çin pek fazla hediye

yolluyor o dönemde. Bir sürü ipek. Kiok

Han artık ipek giymeye başlıyor. Bu

Türkleşmiş Çinli veziri uyarıyor kendisini.

“Çin’e yaklaşma” diyor. “Çin’in ipeğine

bağlanma. Senin nüfusun Çin’in bir

kentinin nüfusundan bile az” diyor. Nüfus

farkını düşünmeye çalışın. Hem sadece

onlar değil Yüeçiler var, Tung-hular var,

bir sürü yağı var. Düşünün kalabalığı. Yağı

çok ve durmayan bir mücadele var. Azlık

olduğumuza göre bu mücadeleyi iki

şekilde verebiliriz. Birincisi göç. Bir yere

bağlı değiliz o zamanlar, duvarlar içinde

yaşamıyoruz. Sıkıştın mı? Çekiliyorsun.

Dağlara, çöle doğru... Yağı seni

izleyemiyor. İzlese bile vur-çekil taktiği ile

savaşıyorsun. İkinci üstünlüğümüz yay.

Kadim Türk yayları çok güçlüdür.

Menzilleri çok uzun... Savaş şöyle oluyor;

Çinliler karşıdan çıkıyor, diyelim ki

100.000 kişi. Sen olsan olsan 10.000

kişisin. Böyle bir fark var ama Türk

dediğin kaçmaz, savaşmak zorundasın.

Çinlilerin ellerindeki yayın menzili

yaklaşık 200 metre. Lakin Türk yayını bir

gerersen 700-800 metre içerisinde sağ

canlı bırakmazsın. Attığını vurursun.

Türkler atlarını hızla sürmeye başlıyorlar.

800 metreye girdikleri anda, yaylarının

menzillerine ulaştıkları anda at üzerinde

hızla yaylarını çekmeye başlıyorlar. Daha

Çinliler bizi menzillerine almadan bizim

bir savaşçımız on ok atmış oluyor onlara.

Ok yapıyor yağının üzerine. İyi okçular,

biliyorsunuz attığını vuruyor. Tam

Çinlilerin ok mesafesine, yaylarının

menziline giriyor. Duruyor, geri çekiliyor

Türk ordusu. Geri çekilirken de atının

üzerinde geri dönüp yine ok salıyor. Sonra

yeniden 800 metre uzaklıktan yeni bir

saldırı. Böyle bir savaş tekniğimiz vardı.

Kılıçla savaşmaktansa okla savaşmak

mantıklıydı. İşte bu savaş koşulları bizde

sağlam yay yapma zorunluluğunu

oluşturdu. Aradaki sayı farkını bir şekilde

kapatmalıydık. Kemik destekli çiftli yay.

İçinde kemik var, kalın. Yapıştırmak ve

esneklik için de balık tutkalı kullanıyoruz.

Bu tekniği bir tek bizim yay ustaları bilirdi.

Bu yayların bir dezavantajı vardı, su gördü

mü bozulurlardı. Hamurlaşırlardı. Bu

yüzden Türkler yağmurda savaşmazlardı.

Bir de karanlıkta savaşmazlardı onu da

Kızılderililere benzetirler onlar da aynıdır.

Bu konuda bir anım var. Onu anlatayım.

Ben bir kitabımı vermiştim düzeltilmesi

için. Bu kitabımda şöyle bir cümle

yazmışım ki “Türkler yağmurlu havada

savaşmazlardı.” Düzeltecek kişi milliyetçi

ya, değiştirmiş şu şekilde. Yan tarafa not

koymuş. “Türkler her zaman, her koşulda

savaşırlar.” Bunu okumuş, hem gülmüş

hem de kızmıştım. Hayır, olmaz. Gerekçesi

var, kullanılan tutkal su değince

bozuluyor. Bu yüzden kılıfı var, yasıg

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

13

diyorlar. Onun içinde saklıyor savaşçılar

yaylarını. Suya değmemesi gerek. Bir de

mutlaka yedek yayları oluyor. Çünkü yay

onların en önemli pusatları.

- Hocam ben sizin romanlarınızdan

birinde kamların bir duasını

okumuştum. Pek bilinmez bu dualar ve

ayinler. Kimdir kamlar? Ne yaparlar?

C: Türklerin inanç sisteminin temeli,

göktür dedik ya. Ama elbette gök uzak ve

arada bağlantı kuracak birileri lazım.

Kamlar ortaya çıkıyor ama şamanlar değil,

kamlar, Şaman, Tunguzca bir tanım. Bize

daha sonra Moğollardan geçti. Bugün

şaman diye anılan kutlu gök erlerinin

bizdeki adı kam idi. Kamların bilge

özellikleri var, onlara danışılır. Sonradan

oluşan evliyalık inanışına çok benzer.

Kamlar gökyüzüne bakarlar, onu

incelerler. Hatta uçup göğe yükselirler.

Okurlar. Evet, göğü okur, yıldızların

hareketlerinden anlamlar çıkarırlar.

Üstelik giysilerini de gökten esinlendikleri

şekillerle süslerler. Davullarını, asalarını

kullanırlar. Gezegenleri burç sistemlerini

kendilerince kurmuşlardı. Devamlı doğada

yaşadıkları için bitkileri iyi tanırlardı. Bu

bitkilerle ilaçlar yaparlardı. Yaralıları,

hastaları iyi ederlerdi. Ayrıca fal bakıp

gelecekten haberler verirlerdi. Kamları

Gök Tanrı inancı ile birlikte düşünmek

gerek. Onun ayrılmaz bir parçasıdırlar.

Elbette kendilerine has duaları vardı. Alkış

dediğimiz. Kamlar yalnız yaşarlardı. Ben

de bunu romanlarımda işledim. Benim

kamlarım, danışılan bilge kişilerdir.

- Camiada ses getiren ve ciddi

tartışmalara yol açan tabiri caizse

olaylı bir romanınız var.

C: Evet, Kürt Elhanı Alp Urungu.

- Başta Talat Tekin olmak üzere,

Türkologlarımızın büyük bir çoğunluğu

Yenisey yazıtlarına ait Elegest yazıtında

“Kürt” kelimesinin okuyamayacağını

bilimsel makalelerle ortaya koydular.

Lakin siz yazdığınız roman ile bu

okumayı doğru kabul etmiş oldunuz.

C: Tamam, hadi sildim onu. Kurt Elhanı

yazdım ya da Kert yazdım. Ne yazmalıydım

Kört mü? O zaman sorun ortadan kalkar

mı? Bu işin bugünkü Kürtlerle bir alakası

yok ki. Benim için bir sözcüğün nasıl

okunduğu değil de o anıtın ne anlattığıydı

önemli olan. Öykü çok güzeldi. Orada bir

yaşanmışlık vardı. Bir büyük Türk

kahramanı adına bir taş dikilmişti. Onun

unutulmaması istenmişti. Orada bir anıt

var, o anıtta Alp Urungu isimli bir yiğit var.

Ben o yiğidi yazdım. Bu bir görevdi benim

için. Bir dahakine Kurt Elhanı Alp Urungu

yazarım. 2. Basımda Kurt yazayım, tamam

mı? 3. Basımda da Kört yazarım. Önemli

olan Alp Urungu’nun anılması.

Unutulmaması.

- Sizin bu okuyuşu kabul edip

romanınızda buna yer vermeniz hatta

bu başlıkla yayınlamanız demek,

Kürtlerin tarihi bizim Asya tarihimize

kadar dayanıyor anlamına geldiği için

bu tepkiler veriliyor.

C: Ben Türkolog değilim, ama bu yazıtları

okuyanlar yine yabancı bilim adamlarıdır.

Hepsini inceledim. Çoğu kişi, bizim

Türkologlara gelene kadar Thomsen’e

bakar. Radloff’a bakar. Dünyada kabul

gören bir Türkolog buna Kürt diyor da

Kürt -Kört ne fark eder?

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

14

- Eski Türkçe’de Kört “güzel” anlamına

geliyormuş, hocam?

C: Sözcüklerin ne anlama geldiği tartışılır.

Mevzu şu; orada bir budun vardı. Bu

budunun bir lideri var. Alp Urungu “Ben

bu budunun başıyım” diyor. Biz Alp

Urungu’yu tartışmalıyız, Kürt-Kört-Kurt

bunu değil. Ben romanımı yazarım, Alp

Urungu’yu anlatırım. 2. Baskıyı Kurt

çıkarayım madem öyle. 13 yaşında

evinden ayrılmış bir yiğidi anlattım ben. O

dönem çok ilginç bir dönemdir.

Hesapladım. Göktürklerin bayrak açtığı

döneme denk geliyor. Alp Urungu Bumin

Kağan’ın yanına savaşmaya gitmiş. Bu

kadar büyük bir kahraman… Okunuş

tartışmaları var diye ben bunu

anlatmayayım mı? Kört-Kurt yazsaydım bu

sefer Kürt olarak okunması gerektiğini

söyleyenlerden itirazlar gelecekti. Ben

kitabın altına da yazdım “Göktürkler

çağından bir Türk öyküsü” diye. Bunu

yazdım, evet. Gençler Kurt olarak

düzeltilmesini istiyorsa tamam Kurt

yapalım ismini. Önemli olan Alp Urungu.

Alp Urungu altın okluk armağanı alan bir

kahramandır. Özellikle “Kürtler Türktür.”

tezini desteklemek için yazmadım ben bu

romanı, Alp Urungu gibi bir yiğidi

anlatmak için yazdım. Kürtlerin Türk

olduğunu düşünmüyorum. Keşke

Türkleşselerdi de böyle olmasaydı

durumlar.

- Romanlarınızda Eski Türkçe

kelimelere (Öz Türkçe diyenler de var)

yer veriyor oluşunuz okuyucularınızın

çok sevdiği bir durum. Uçmak, tamu,

yağı… Bunun sebebi okuyucuyu olayın

yaşandığı çekmek mi? Kelimeleri

karıştırdığınız olmuyor mu?

C: Kadim Türkçe sözcükler diyelim. Bize

geçmişin armağanı sözcükler. Buram

buram Türk ve tarih kokan sözcükler.

Arapça, Farsça sözcüklerden nefret

ediyorum. Keşke elimden gelse de hiç

kullanmasam. Bir zamanlar dil bozuluyor

diye bu sözcükleri kullanmakta engel

görmezdim. Ama bir Mısır gezim oldu.

Mısır’da gezerken insanların konuşmasına

dikkat ettiğimde kullandıkları sözcüklerin

bizimkilere benzediklerini gördüm.

Mısır’ın durumu ortada... Yaşantıları

ortada. Oradaki durumu görünce dedim ki

“Biz niye bunların sözcüklerini

kullanıyoruz?” Bu kadar zavallı mıyız?

Sonra bu sözcükleri terk etmeye başladım.

Şimdi Kadim Türkçe sözcükleri

yerleştirmeye çalışıyorum. Elbette zaman

zaman karıştırdığım oluyor. Sonradan

düzelttiğim... Çok güzel sözcüklerimiz var.

Yağı, örneğin. Yağının tam karşılığı

Düşman değildir. Yağı, mücadele edilecek

kişi demektir. Türkler yağıları yok edilecek

düşman olarak görmemişlerdir. Çin’e yağı

derler, Çin’den yararlanırlar aynı

zamanda. “Us” var bir de, hâlâ

kullanıyoruz. Uslu, uscul diyoruz. Bu

sözcük varken ben neden akıl diyeyim ki?

Bu sözcüklerden yerleştirmeye

çalışıyorum. Arapça Farsça sözcüklere

muhtaç olmak beni deli ediyor.

- Romanlarınızda bir Atsız havası

olduğunu düşünenler var. Bu konuda

ne diyeceksiniz, Atsız’dan etkilendiniz

mi?

C: Öyle düşünüyorlarsa ne mutlu.

Etkilenmişimdir elbette. Kim etkilenmez

ki? Kimileri de bana çağın Atsız’ı diyor.

Buna da karşıyım. Atsız, her çağda Atsız...

Bu çağda başka Atsız’a ihtiyaç yok. Onun

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

15

eserleri ölümsüz. Ben “İkinci Atsız” da

değilim. İkinci bir Atsız olmaz. Atsız bir

taneydi ve o şekilde kalacak. Adı her

zaman yaşayacak. Belki ben unutulacağım

ama o unutulmayacak. Bunun da kanıtı bu

çağda bile etken kalması. O yalnız bir

romancı değildi. Bir kavga adamıydı.

Düşünce ve fikir adamıydı. Adımın onunla

birlikte anılması büyük onur benim için

ama abartılmamalı durum. Ben benim, O

Atsız.

- Peki, yolda yeni çalışmalarınız var

mı?

C: Şimdi yeni bir çalışmam var, üzerinde

araştırmalar yapıyorum. Çocuk Han. Bir

kahraman. Ben Hun çağına tutkunum.

Çocuk Han 12 yaşında Hun tahtına geçiyor.

14 yaşında ölüyor ama yaşadığı kısacık

zaman içinde Çinliler ondan “Mete geri

geldi” diye söz ediyorlar. 2 yılda Çin’i

perişan ediyor. Yine bir akına giderken

hastalanıyor ve ölüyor. Güzel bir çalışma

olacağını düşünüyorum. Bilinmeyen bir

kahramanı daha bilinir yapmak büyük

mutluluk.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir

şey var mı?

C: Son olarak şunu hatırlatayım Türk

gençlerine. Destanlarımız çok önemlidir.

Destanlarımızı bilin, öğrenin. Destansız

kalmayın, Destansı yaşayın… Yaşamınız

destansı olsun. Bir de çok çalışın.

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

16

SERZENİŞ

Onur ÇELİK

Devletimin bekasıydı meramım,

Kovdular makamdan, sen Türk'sün deyip

Alınmadan geri geldi selâmım,

Tuttular yakamdan, sen Türk'sün deyip.

Oğuz atam dedi: Topla toyunu,

Bitsin bu işkence, kurtar soyunu,

Tekbir getirirken hain kurşunu,

Sıktılar arkamdan, sen Türk'sün deyip.

Göklerde gezmiyor Mete'nin şanı,

Ayağa aldılar yüce Kuran'ı,

Kefereyi, yahudiyi, şeytanı,

Saydılar Islam'dan, sen Türk'sün deyip.

Turan türküsünü her an duyarak,

Uzattım başımı Allah diyerek,

Bana devlet gerek, bana din gerek,

Korktular töremden, sen Türk'sün deyip

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

17

“KARANLIK DÜNYA 1: İTBARAK”A

BİR BAKIŞ

Aslıhan KAYA

Sayın Çağlayan Yılmaz’ın “Karanlık Dünya

1: İtbarak” romanı Kasım 2015’te raflarda

yerini aldı. Genç yazar Yılmaz, Oğuz Kağan

Destanı’nı hayal gücü ile yoğurup

karşımıza ilginç bir örnek çıkarmış.

Kitap ile ilgili kişisel fikirlerime geçmeden

romanın da ismini aldığı “İtbarak”lar ile

sizleri tanıştırmak isterim.

Barak sözünün bar-, var- kökünden

geldiğini söylemek hiç de yersiz

olmayacaktır kanaatindeyim. Öyle ki çok

çabuk yürüyen, koşan anlamlarını

karşılayan bu söz Yakut Türklerinin

mitolojisinde “çok süratli yürüyen kişi”

olarak anılan Baragçı’nın isminde de

karşımıza çıkar. Mahmut Kaşgari’ye göre

Barak, çok tüylü bir köpektir. İnanca göre;

Kerkes kuşu kocayınca iki yumurta

yumurtlar ve bunları üzerine otururmuş.

Bu yumurtalardan birinden Barak

dedikleri bir köpek çıkarmış. Bu yumurta

da artık kuşun son yumurtasıdır demek

olurmuş.

İt-barak kavmine Oğuz Kağan Destanı’nda

rastlıyoruz. Oğuz Kağan İt-barak ülkesine

başlıca 3 akın yapıyor. Efsanelere göre bu

ülkedeki erkeklerin yüzleri köpek yüzünü

andırırmış. Kadınları ise çok güzelmiş. Bu

kavim savaşa girmeden önce derilerinin

üzerine 3 kat tutkal sürerlermiş. Bu tutkalı

iki farklı sıvıdan meydana getirirlermiş.

Siyah-beyaz sıvıları karıştırarak

oluşturdukları bu tutkalı vücutlarına

sürdüklerinde derileri sertleşir ve

vücutlarına ok batmazmış. Bu yüzden

Oğuz Kağan’ın askerleri İt-barak kavmine

mağlup olmuşlar. Oğuz Kağan ikinci

akınında İt-barak kadınlarının da

yardımıyla galip gelmiş ve kavmi

kendisine bağlı kılmış. Lakin Oğuz

Kağan’ın İran seferinden faydalanan İt-

barak kavminin isyanıyla Oğuz Kağan

buraya üçüncü baskını yapmış ve artık

bölgenin idaresini Kıpçak ve soyuna

vermiş.

Oğuz Kağan destanı bellidir. Hangi

kaynaktan okursanız okuyun olaylar

bellidir ve yazar romanda bu geleneği

bozmayarak, ana olaylara sadık kalarak bir

kompozisyon oluşturmuş. Lakin roman bir

tarih romanı değil fantastik bir romandır

demek çok daha doğru olacaktır. Mitolojik

roman olabileceği öne sürülüyorsada

roman ne tarih ne de Türk mitolojisi

romanı değil popüler edebiyatın fantastik

romanlarından biri olmaya daha yatkın bir

popüler edebiyat romanıdır.

Tarihten ilham alarak yahut tarihi yazan,

tarihi kişi ve olaylara yer veren roman

yazarlarının omuzlarında ciddi bir yük

vardır. İnsanlara ve bilhassa gençlere

aktarılacak yanlış bir bilginin yerleşmesi

kişinin tarih eğitiminde ciddi gedikler

oluşturur. Tarihi sevdirerek ve süsleyerek

anlatmak, aslı zaten belli olan bir destanın

içine farklılaştırmak adına eklenecek

hayali ögeler eminiz ki konuya zaten vakıf

olan okuyucunun dikkatini çekecek ve

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

18

olaya hakim olan okuyucu romanda farklı

bir tat yakalayacaktır. Romanın kurgu ve

fantastik bir roman olduğunun bilinciyle

kitabı eline alan okuyucu yazarın hayal

dünyası içerisinde lezzetli bir serüvene

çıkacak ve son sayfayı kapattığında böylesi

sıkıntılı bir dünyada bu denli bir hayal

gücü yeteneğini korumayı başarabilmiş

yazarı kutlayacaktır. Lakin aksi bir durum,

Oğuz Kağan Destanı’ndan haberdar olmak

amacıyla romanın okunmasını şahsım

adına tavsiye etmem.

Oğuz Kağan Destanı’nın farklı

kaynaklarında İt-barak ve benzeri

unsurlar görülür lakin Çağlayan Yılmaz’ın

romanındaki İt-barak ırkı tamamen

yazarımızın hayal dünyasına özgüdür.

Fantastik dünyayı millileştirmek adına

atılmış adımlardan biri olarak

gördüğümüz bu çalışmada Sayın Yılmaz,

yer verdiği aşırı doğaüstü ögelerin dışında

da gözden kaçmayan hatalar yapıyor

maalesef.

Romandaki çoğu ögenin kurgu olmasının

yanında Türk mitolojisine uygunluğuyla

göze çarpan bir öge var; Şaman ögesi.

Romanda obanın bir “Şaman Hatun”u

olduğunu görüyoruz. Göktanrı

inancındaki gruba yakın çizilen Şamanlar

aklımda yer etti. Biz bu insanlara “Kam”

denildiğini; Şamanizmin, Şamanların

Oğuz’dan çok daha sonra Türk buduna

sirayet eden Moğol asıllı bir unsur

olduğunu bilirdik. Lakin yazarın romanda

Kam-Şaman unsurlarını bir tutmuş olması,

Kamlığın yerine Şamanizmi koyması bir

anlam karmaşası olarak göze çarpıyor.

Türk milliyetçilerinin ruhuna dokunan,

önemli Türk büyüklerinin anlatıldığı

romanlarda gözetilen unsurlardan biri de

dil meselesidir. Oğuz Kagan gibi ulu bir

Türk kağanının serüvenini kendine has

üslubuyla yazmış olan Yılmaz’ın, romanın

daha ilk sayfalarında karşıma çıkardığı

ağır ve anlaşılması güç bir Arapça

kelimeyle beynimden vurulmuşa döndüm

desem yeridir. Sözlüğü açıp bu kelime ne

imiş diye bakıp tekrar oğuz Kağan destanı

okumaya devam etmek şahsımı ciddi

anlamda üzdü. Nitekim yazarın kelime

seçimlerine ehemmiyet vermeyişi, kadim

Türk tarihi kahramanı Oğuz’u anlatırken,

kadim Türk kelimelerinden uzak oluşu

alışmadığımız bir durum olmakla beraber,

profesyonel bir bakışla da okuyucunun

olayın geçtiği çağı hissetmesini, kendini

hikâyede bulmasını zorlaştırır olmuş.

Maalesef ki romanın tamamına sirayet

etmiş olan paragraflar arası anlam

kopukluğu da göze çarpan bir durum.

Batının “Taht Oyunları” “ Yüzüklerin

Efendisi” gibi fantastik dünyasının

halkımıza ciddi anlamda sirayet ettiği şu

günlerde sevgili Çağlayan Yılmaz’ın çabası

takdire şayandır. Yeni bir yola adım atıp

ilk romanını yazmış olan yazarımız, temiz

duygularla çıktığı bu yolda işin ehli haline

gelecek ve Türk bir Talkien meydana

gelecektir ümidindeyim.

Yazarımıza saygı ve iyi dileklerimizi

sunarken davasında, çıktığı bu kutlu yolda

attığı ve atacağı adımların yüce Türk

milletine hayırlı olmasını temenni ederiz.

“Bir solukta okumanız dileğiyle.”

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

19

TÜRK MİTOLOJİSİNİN

BİBLİYOGRAFYASI

Çağhan SARI

Gencay Dergisinin bu sayısında Türk mitolojisi

ile ilgili birbirinden kıymetli yazılar

bulunuyor. Bu yazıların ardından Türk

mitolojisine dair okumalar yapmak

isteyebilirsiniz. Bu okumalarda karşınıza

çıkabilecek kitapları kısaca tanıtmayı

amaçlıyoruz. Türk mitolojisine dair

yayınlanmış eserlerin sayısının istenilen bir

rakamda mı yahut oldukça az mı bu sorunun

cevabını vermeye yetkili değiliz. Ancak gönül

isterdi ki yayınların çokluğundan ötürü sadece

bir liste vermekle yetinseydik. Şimdi gelelim

Türk mitolojisi ile ilgili eserleri tanıtmaya.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya

Fakültesi'nde senelerce Genel Türk Tarihi

Bilim dalında dersler vermiş kıymetli tarihçi

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in vefatının ardından

onu ölümsüzlüğe taşıyan eserlerinden biri de

Türk Mitolojisi isimli çalışmasıdır. Bu

çalışmayı iki cilt olarak yayınlayan Prof. Dr.

Bahaeddin Ögel, birinci cildinde tarihlerde

geçen ve özel olarak yazılmış Türk

efsanelerine değinmektedir.

İkinci ciltte de halk ağzından derlenmiş

efsaneler ile diğer kaynaklarda Türk

efsanelerinin inceleme ve tetkikini

yapmaktadır. Ayrıca Türk mitolojisinin obje ve

unsurlarını da sözlük mahiyetinde

açıklamaktadır. Birinci cildi altı, ikinci cildi beş

defa basılmıştır. Son baskıları 2014'te olan

ciltler (birinci cilt 745, ikinci cilt 778) toplam

1523 sayfadır. Temel eser niteliğindeki bu

çalışma, Türk mitolojisine ilgi duyan her

okuyucunun kütüphanesinde bulunmalıdır.

Hacim olarak küçük, nitelik olarak dolu dolu

bir kitap ta Pertev Naili'nin Türk Mitolojisi

(Oğuzların, Anadolu, Azerbaycan ve

Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi) isimli

eseridir. Bilgesu Yayınevi'nden 2000 yılında

çıkmıştır.

Aynı yayınevinden 2011 yılında da Orta Asya

Türk tarihi ile ilgili çalışmaları bilinen Jean

Paul Roux'un Eski Türk Mitolojisi kitabı

çıkmıştır. Orijinal dil Fransızca olan kitap,

Musa Yaşar Sağlam tarafından çevrilmiştir.

Jean Paul Roux'un eserlerinin genelde Kabalcı

Kitabevi'nden çıktığını göz önüne alırsak bu

eserin dikkatlerden kaçması muhtemeldir.

Saydığımız eserler akademik metodoloji ile

yazılırken Necati Gültepe'ye ait olan Yeni

Araştırmalar Işığında Türk Mitolojisi ise

destan metinlerini sade bir dille sayfalara

alarak araştırma kitabından ziyade her

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

20

kesimden okuyucunun mitolojiyle buluşmasını

amaçlamıştır. 2013 yılında Resse

yayınevinden çıkan kitap, son 50 sayfasında

görsel malzemelerle beraber 650 sayfadır.

Celal Beydili'nin Yurt Kitap Yayınlarından

2005 senesinde çıkan Türk Mitolojisi

Ansiklopedik Sözlük isimli çalışması Türk

mitolojik sisteminin yaratılmasını Türk birlik

çağıyla sınırlandırır. Diğer Türk boylarının

mitolojik görüş ve düşüncelerine uzanma

maksadıyla kaleme alınan bu çalışma 637

sayfadan oluşmaktadır.

Prof. Dr. Fuat Köprülü'nün manevi öğrencisi

Nurer Uğurlu'nun Türk Mitolojisi kitabı, Örgün

Yayınevinden 2012'de çıkarken, kitabın

tanıtım bülteninde ''kitabın 30 yılı aşkın bir

çalışmanın ürünü'' olduğu vurgulanmaktadır.

540 sayfadan oluşan kitabın birinci baskısı

tükenmiştir. Murat Uraz’ın Türk Mitolojisi,

Düşünen Adam Yayınları'ndan çıktıktan sonra

bugün sahaflarda rastlayabileceğiniz bir

eserdir. Kitabı yıllar sonra Hera Şiir Kitaplığı

da yayınlamıştır. Ancak bu baskısı da kısa

zamanda tükenmiştir.

Türk mitolojisine derinlemesine bir okumadan

önce ana hatlara hâkim olmak istiyorsanız

ismiyle müsemma bir eser bulunuyor. Yaşar

Çoruhlu'nun Türk Mitolojisinin Ana Hatları

kitabını Kabalcı Kitabevi yayınlanmıştır. Üç

defa baskı yapan kitap 256 sayfadır. Gazi

Kitabevinin Türk mitolojisi hakkında

yayınladığı iki eserin biri sözlük diğeri de

editöryal kitap çalışmasıdır. Bunlar, İbrahim

Dilek'in hazırladığı Türk Mitoloji Sözlüğü

(Altay-Yakut) ve Fatma Ahsen Turan ile Meral

Ozan'ın editörlüğünü yaptıkları Türk

Mitolojisine Giriş'tir.

Türk destanlarının en mühim belirleyici figürü

olan kurt hakkında yapılan birçok çalışma

bulunmaktadır. Ancak insicamı zedelememek

için son olarak Dr. Yaşar Kalafat'ın Berikan

Yayınevince Türk Mitolojisinde Kurt isimli

kitabına değinerek bibliyografya turunu

tamamlıyoruz. 134 sayfalık hacmiyle Türk

destanlarında ve mitinde kurtlara dair

neredeyse bütün noktalara değinilmiştir.

Elbette Türk mitolojisi hakkındaki eserler bu

yazıda yer alanlarla sınırlı değildir. Bu kitaplar

araştırmacılardan ziyade genel okuyucular ile

detaylara hâkim olmak isteyen okuyucular

içindir. Bilhassa -araştırmacılar sahasıyla

sınırlandırmayarak- Mısır ve Yunan

mitolojisine karşı olan ilginin yanında Türk

mitolojisine olan ilginin de okuyucu bazında

artması önemlidir. Türk mitolojisi, İslamiyet

öncesi Türk kültürüne uzanmak için vasıtalar

arasında insanı cezbeden en naif güzergâhtır.

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

21

EFSANE DAĞA YOLCULUK - TEK

PERDELIK ÇOCUK OYUNU Hilal CEZAYİRLİ ABİŞ

Yaz tatili, çok sıcak ve bunaltıcı bir hava,

akşamüzeri.

Çok katlı apartmanlardan oluşan bir

sitenin çocuk parkı…

Elif, Ceylin, Berk ve Efe 7 ilâ 11 yaşlarında

dört çocuktur.

Anneleri ve babaları işe gitmiştir.

Ceylin 10, Berk 11 yaşındadır ve yarım

gün yaz okuluna gitmektedirler.

Efe sekiz yaşındadır ve yaz tatilinde

gündüzleri evdeki yardımcı kadınla

kalmaktadır.

Elif ise yedi yaşındadır ve zamanını

babaanne ve dedesiyle beraber, zaman

zaman kendi evlerinde zaman zaman da

(özellikle fındık toplama zamanı)

Akçakoca’daki köy evlerinde

geçirmektedir.

1. Sahne (Park)

Efe ve Ceylin parktaki bankta oturuyorlar.

Elif elindeki bir ağaç dalını eğip büküyor.

Berk sırtını ağaca yaslamış, elindeki

çıkartmalı dünya atlası kitabını inceliyor.

Ceylin: Offf… Çok sıcak…

Efe: Ben çok sıkıldım yaa… Annemlerin

gelmesine daha üç saat var… Yukarı çıkıp

çizgi film izlesem, Fatma Teyze bir daha

aşağı inmeme izin vermez.

Elif: Oynayacak bir şey bulalım, lütfen…

Efe: Ceylin senin tabletinle oynayabilir

miyiz?

Ceylin: Bugün çok fazla oyun oynadım.

Şarjı bitti. Şimdi şarj etmek için eve

çıkarsam da bir daha inmem…

Elif: Güneşin altında bisiklete de binmek

gelmiyor içimden, kaydıraktan kaymak

da…

Berk: Hmm… Bakın burada bir oyun var.

Bir sayfada dünyadaki önemli sıradağların

adları ve özellikleri yazıyor. Diğerinde ise

bu dağların resimli çıkartmaları var.

İkişerli gruplar olunuyor. Herkes kendi

grup arkadaşına bir sıra dağın özelliklerini

sayıyor. Arkadaşı da bunun hangi sıradağ

olduğunu bilmeye çalışıyor. Süre 2 dakika.

En çok sıradağı doğru bilen ve

çıkartmasını haritada doğru yere

yapıştıran grup oyunu kazanıyor.

Ceylin: Sıkıcı gibi ama deneyelim…

Efe: Bilemeyene ceza var mı?

Berk: Evet var. Bilemeyenleri uzaylılara

teslim ediyoruz…

Kıkırdaşırlar.

Elif: Berk ben seninle eş olabilir miyim?

Berk: Tamam, böylece birer büyük birer

küçükle eşleşmiş olur. Efe de Ceylin’le eş

olsun.

Efe: Ben küçük değilim yalnız…

Ceylin: Öff tamam tamam, ben küçük

olurum Efe, sen büyük ol!

Kıkırdaşmalar.

Berk: Evet ben başlıyorum. Elif bak iyi

dinle şimdi.

Elif: Tamam

Berk: Bu sıradağlarda dünyanın en ama

en yüksek dağı olan Everest Dağı yer

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

22

alıyor. Burası Çin ile Nepal arasında bir

yerde. Dünyanın do..

Elif (Sözünü keser) : Dur, dur! Buldum!

Biliyorum, süreyi durdurun!

Berk: Hadi ya? Bu kadar çabuk mu?

Elif: Ne sandınız? Babaannem ve dedem

bana köyde her gece bu dağda geçen

masalları anlatırlar.

Ceylin: Ne? Nasıl yani? Kayağa falan mı

gitmiş babaannenler oraya? Nerden

biliyorlarmış ki bu dağı?

Elif: Yok ya ne kayağı! Kayak yok. Ama

devler var, konuşan kurtlar ve geyikler, tek

gözlü canavarlar, peri kızları, Zümrüt-ü

Anka kuşları, kartallar var. Demirden

dağlar, çocuk doğuran ağaçlar...

Berk (gülerek, şaşkın): Hop hop bir

dakika yaaa… Bak Elifciğim lütfen

masalları ve çizgi filmleri unut,

bahsettiğimiz dağ gerçek hayatta ve dünya

üzerinde var olan bir dağ tamam mı?

Ceylin: Süreyi tekrar başlatıyorum, Elif ya

dağın adını söylersin ya da sıra bize geçer!

Elif: Söylüyorum: Kaf Dağı!

(Diğerleri kahkahalarla gülmeye başlarlar)

Elif (Bozulmuştur) : Neden gülüyorsunuz

ki?

Ceylin (Gülerken konuşmakta

zorlanarak): Bak canım, Kaf Dağı diye bir

dağ gerçek hayatta yok tamam mı? Şu an

seni hayal kırıklığına uğratmış ve pembe

rüyalarını yıkmış olabilirim ama gerçeği

bilmen gerekiyor. Kaf Dağı diye bir yer

sadece masallarda var, gerçek hayatta yok!

Elif (Ağlamaya başlar) : Sen 10 yaş oldun

diye her şeyi bilemezsin tamam mı?

Eskiden böyle bir dağ varmış, şimdi de var.

Bana dedem söyledi. Sen ondan daha iyi

bilemezsin! Köydeki evde her gece anlatır

bana Kaf Dağı’nın ardında olanları. Orada

televizyon yok ama ben hiç sıkılmıyorum

niye hmm? Niye? Çünkü dedemin anlattığı

şeyler televizyondaki çizgi filmlerden daha

güzel, üstelik de gerçek! Ayrıca dedem

bana yalan söylemez, o hiç yalan

söylemedi, benim dedem iyi biri! Yalancı

değil! (yüksek sesle ağlamayı sürdürür).

Berk: İsterseniz devam etmeyelim. Ceylin

bu oyun Elif ve Efe’nin yaşına uygun değil

bence.

Ceylin: Bebek gibi ağlamayı bırak Elif.

Hayır, oyuna başladık bir kere, devam

edeceğiz. Siz bilemediniz, şimdi cevap

hakkı bizde. Doğru cevap Himalaya…aaa…

Noluyo yaaaa…..

Şimşekler çakmaya ve yer sarsılmaya

başlar, sahne şimşeklerle aydınlandıkça

tabiat olaylarının yaratıcısı “çift başlı

kartal” görülmektedir.

Çocuklar (Hep bir ağızdan): Aaaaaaaaa…

2. Sahne (Şaman)

Kanatlarını çırparak geçen yıldırım kuşu

görülür

Elif: Vaaay… Yıldırım kuşu… Gerçekmiş

işte…

Berk (Efe’ye sarılmış, gözleri yerinden

fırlayacak gibi açılmış, korkudan

titremektedir) : Dua okumak istiyorum

Allah’ım ama hiç birini ezbere bilmiyorum.

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

23

Allah’ım ne olur öldürme bizi, koru

Allah’ım…

Ceylin (Başını kolları arasına almış, gözleri

kapalı) : Sakin olmalıyım, sakin

olmalıyım… Bunların hiç biri gerçek değil.

Ben şu an evdeyim, korku filmi izlerken

uyuyakaldım. Şu an rüya görüyorum…

Hepsi geçecek…

Müzik: DOB DAL- DRUM SONG (Ağaç

Sahnesine Kadar)

Efe (Korku dolu): Bü…Büyücüüü….

Ceylin, Berk, Efe : Aaaaaaa….

Şaman çocukların olduğu tarafa bakar ve

çeşitli dualar okuyarak büyücek gümüş

vazosunun içinde bir karışım hazırlamaya

başlar.

Elif (Şaşkın ama mutlu): Büyücü falan

değil, o şaman dede!

Ceylin: Kes sesini bee! Dede deme bana!

Allah kahretmesin, Allah kahretmesin… Ne

pis, iğrenç bir adam bu, tipe bak yaa…

Kazana atıp pişirir bu bizi…

Berk: Yamyam olabilir mi?

Efe: Eline sopa aldı, bize doğru geliyor…

Ceylin: Kaçın!

Elif: Durun! Durun o yıldırım kuşunu

sakinleştirecek şimdi!

Berk Elif’i kolundan tutup çeker ve

koşarak kaçar ve bir ağacın ardına

gizlenirler.

3. Sahne (Ağaç)

Berk: Elif artık kes sesini! Hem kendini

hem bizi tehlikeye atıyorsun. Son beş

dakikadır yaşadıklarımız bizi korkudan

öldürmeye yeter artar bile, bir de senin

yüzünden tehlikeye giremeyiz anladın mı?

Elif: Beni hiç dinlemiyorsunuz. O şaman

dede. Sizi pişirmeyecek.

Ceylin: Elif, o kazan gibi şeyin içine bir

şeyler döktü, ateş yaktı, deli misin sen?

Elif: Gökyüzüne süt saçacak, yıldırımın

karnı doysun da can almasın diye. Saçı

saçacak anlıyor musunuz?

Efe: Sopayla bize doğru geldi, buna ne

diyeceksin?

Elif: Sopanın ucunda tahta kuş vardı,

yıldırım düşen yere dikecek ki tehlike

gitsin!

Berk: Allah’ım delireceğim!

Elif (Keyifle yere uzanmıştır) :

İnanmasanız da hepsi gerçek. Size

söylemiştim ben… Şu an altında

oturduğumuz bu dev ağaç da Bay-Kayın

olmalı…

Ceylin (Alaycı): Ne? Bay-Kayın mı? Bayan

Kayın da var mı? Elif ne saçmalıyorsun sen

Allah aşkına?

Elif güler.

Diğer çocuklar huzursuz, korku içinde

yerde oturmaktadırlar

Ceylin (ürpererek) : Bana bakın bu Bay-

Kayın mıdır nedir, başımıza bir şey

getirmesin sakın? Lanetli falan olmasın bu

ağaç?

Elif (Gülerek): Korkma. Kutsal ağaç bu.

Bu ağaç insanları kötülüklerden korur ve

üzerine asla yıldırım düşmez. Şaman dede

bizi bilerek buraya doğru kaçırdı, güvende

olalım diye…

Efe: Şu an bir çizgi filmin içindeymişiz gibi

konuşuyorsun…

4. Sahne (Kurt)

Bu sırada bir kurt uluması duyulur.

MÜZİK: UHUKTU (SAHA – YAKUT

TÜRKLERİ/YULYANA)

Berk: Aman Allah’ım!

Ceylin (Dehşet içinde): Kurt uluması…

Berk (Sinirli): Bu mu güvenli ağaç Elif?

Efe: Kurt adam olmasın bu?

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

24

Çocuklar korku içinde iyice birbirlerine

sokulurlar.

Elif: Ya Efe ne kurt adamı? Kurt adam diye

biri yok tamam mı? O iyi bir kurt. Bize

zarar vermeyecek. Bebek gibi korkaksınız

hepiniz.

Kalkar ve kurdu görmeye çalışır.

Ceylin: Elif sana yalvarıyorum, çok rica

ediyorum gel buraya ve sessiz ol. O hayvan

bizi parçalayabilir, saklanıp ondan

korunmamız lazım lütfen…

Berk: Çok geç, çoktan kokumuzu almış ve

buraya doğru geliyor… Bakın (Eliyle işaret

eder).

Ceylin: Allah’ım senden af diliyorum.

Annemin en sevdiği bibloyu kırıp suçu

kardeşime attığım için, ödevimi anneme

yaptırdığım için, Cansu’nun gömleğine

bilerek ketçap sıçrattığım için…

Efe: Ağaca tırmanabilir miyiz acaba?

Ceylin: Ben daha önce hiç ağaca

tırmanmadım ki, nasıl olacak?

Berk (Fısıltıyla, ağlamaklı) : Ellerimi,

vücudumu hareket ettiremiyorum. Elif, Elif

lütfen gitme yanına… O gelip hepimizi

yiyecek zaten…

Elif ayağa kalkmış, yavaş ama temkinli

adımlar atmaya başlamıştır.

Elif: Kurt yalnız olsa ben de korkardım

Berk. Ama yanında koyun var. İkisi birlikte

yürüyorlar. Bu güvende olduğumuz

anlamına geliyor. Kurt bize kötü niyetli

olmadığını anlatmak istiyor. Aç olsa bizden

önce yanındaki koyunu yerdi. Kurtlar daha

önce de insanları kurtarmışlar, dedem

anlatmıştı.

Ceylin: Deden…deden…deden…

Elif (Yüksek sesle): Merak etmeyin

çocuklar, güvendeyiz.

Kurt yaklaşır. Elif ellerini dizlerine koyup

hafifçe eğilir ve yumuşak bir sesle

konuşmaya başlar.

Elif: Seni tanıyorum. Sen At Yeleli Gök

Kurtsun. Kuşlar bile sana yetişemez. Bizi

de alıp göklere uçurur musun?

Ceylin (Öfkeli): Ne diyorsun sen be?

Berk: Yararı yok… Dinlemiyor bizi bu kız…

Kurt başını eğer. Elif onun tüylerini okşar.

Sonra kurt adeta sırtıma binin dercesine

arka ayakları üzerinde oturur. Elif

tüylerini okşayarak kurdun sırtına çıkar.

Elif: Hey çocuklar! Burada kalmak sizin

için güvenli olmayabilir. Kurt kötü ya da

tehlikeli değil. Haydi gelin!

Çocuklar dehşet içinde olanları

izlemektedir.

Berk: Çocuklar üzgünüm ama Elif haklı

galiba. Biz de onlarla gitmeliyiz.

Ceylin: Berk delirdin mi sen?

Berk: Ceylin bu olanlar çok saçma ben de

biliyorum. Ama o masal ve efsaneleri

bizden iyi biliyor kabul etmek zorundayız.

Herkesi tanıyor, hiçbir şeyden

korkmuyor... Bence ondan ayrılmamak şu

an bizim için daha güvenli.

Efe: Elif, bu kurt bizi ısırmaz değil mi?

Elif: Hayır korkma Efe, çocuklar gelin

haydi!

Çocuklar önce ürkek, sonra hevesli

adımlarla kurdun yanına gider ve sırtına

binerler.

MÜZİK: ALTAY DAĞLARI No:5 (BESTE:

ERKAN ENGİN)

Barko vizyonda muhteşem dağ ve ırmak

görüntüleri izlenmektedir.

5. Sahne (Dağ-Irmak)

Müziğin sesi kademeli olarak azalır. Bir

vadiye gelinmiştir. Bir tarafta ırmak, diğer

tarafta dağ geçişe izin vermemektedir.

Kurt ulur ve hızla uzaklaşır. Çocuklar

şaşkındır.

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

25

Berk: Çok güzeldi, kabul etmek lazım…

Ama şimdi ne olacak? Ne biçim bir yer

burası?

Ceylin: Ne biçim bir yerde bırakıp gitti bizi

bu kurt? Bu muydu dedenin insanları

kurtaran kurt dediği? Buradan

kurtulamazsak kurda kuşa yem olacağız…

Allah’ım neden yaşıyorum ben bu korkunç

şeyleri?

Efe: Sadece sen yaşıyorsun sanki bunları!

Elif (Ağlamaklı) : Ayrıca sen hep bana

kızıyorsun Ceylin! Hep kalbimi kırmaya

çalışıyorsun! Dedem kurtlar insanı dağ

başında bırakır dememişti bana, ne

yapayım?

Ceylin (Ağlayarak): Senden de dedenden

de nefret ediyorum anladın mı? O saçma

sapan şeyleri bize anlatıp Kaf Dağı

meselesinde ısrar etmesen şimdi evimizde

olacaktık! Anne babalarımız işten

gelmiştir. Bizi bulamayınca polis

çağırmışlardır, hepsi senin yüzünden…

Berk (Kararlı): Arkadaşlar yeter artık!

Farkındaysanız şu an burada sıkışıp

kalmış durumdayız ve kavga etmek yerine

bir çözüm bulmamız gerekiyor. Lütfen

sakin olalım. Elif, şimdi iyi düşünmeni

istiyorum senden. Deden bizim

durumuzda kalan birileriyle ilgili bir şey

anlatmış mıydı sana?

Elif (Korkmuş, ağlamaklı) : Korkuyorum

söylemeye

Ağlamaya başlar.

Çocuklar korku ve çaresizlik içinde

birbirlerine bakarlar.

Berk: Ne kadar kötü olursa olsun

söylemelisin, bizi ne bekliyor?

Elif(utanmış, ağlayarak): Dağlar ve

nehirlerden geçit istemek için söylenecek

sözleri hatırlamıyorum…

Ceylin: Bittik biz…

Berk: Bir dakika Ceylin! Elif, nasıl bir

şeydi? Haydi beraber bulmaya çalışalım.

Efe: Açıl susam açıl olur mu ki?

Elif: Hayır yaaa…

Ceylin: Dağlar ve nehirler geçit verin bize

diye bağırsak?

Elif: Geçit versin… Evet, öyle bir şeydi!

Geçmek anlamına geliyor ama başka türlü

söyleniyor…

Ceylin: Eş anlamlı! Geçmek sözcüğünün eş

anlamlısını bulacağız.

Elif: Hayır eş anlamlı değil!

Berk: Elif eş anlamlı aynı anlama gelen

farklı bir sözcük demek.

Ceylin: Geçmek… Aşmak? Aşmak ve

geçmek eş anlamlı!

Elif: Evet! Evet! Hatırladım sonunda.

Şöyleydi: Dağlar aşut versin, sular geçit

versin!”

Efe: Aşut mu? O da ne?

Berk: Geçmekten geçit oluyorsa, aşmaktan

da aşut oluyor sanırım. Bu yolların

açılmasını sağlayan bir çeşit tekerleme

olsa gerek.

Elif: Sanırım bağırarak söylemeliyim:

“Dağlar aşut versin, sular geçit versin!”

Ceylin: Eee? Bir şey olmuyor?

Berk: Acaba birlikte mi söylesek?

Seyirci çocuklar da katılır.

Hepsi Birden: “Dağlar aşut versin, sular

geçit versin!”

Büyük bir gürültü duyulur. Dağ ve nehir

ayrılarak kapı kanadı gibi önlerinde açılır.

Ancak açılan yerde canavar ve ejderhalar

kol gezmektedir

Barko vizyon görüntüleri ₊ Işık efekti.

Çocuklar korku içinde geri çekilirler.

MÜZİK: POWER FOR THE SOUL / HUN-

HUUR-TU AND ANGELITE

Dörtnala gelen bir atın nal sesleri ve

ardından kişnemesi duyulur.

Elif: Kurtulduk!

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

26

Berk: Nasıl?

Elif: At!

Ceylin: Elif o at bizi ejderhaların içinden

nasıl geçirecek? Yoksa bu da sihirli at mı?

Elif(Güler): Hayır, bir dakika…

At yaklaşır ve başını eğer. Elif onun

yelelerini okşar.

Elif: Teşekkürler güzel at! Hoşça kal…

At dörtnala uzaklaşır.

Ceylin (Atılır): Hop hop hop! Berk

yakalasana şunu ya! Niye gönderdiniz atı?

Elif: Ona ihtiyacımız yok artık. Kıllarından

aldım biraz. Şimdi bunları geçide doğru

savuracağım ve geçit bizim için güvenli

hale gelecek! Dedem anlatmıştı. Bu

geçitten güvenle geçebilmenin yoludur.

Berk: Elif dur, bırak ben yapayım. Burası

senin için çok tehlikeli…

Elif: Tamam, al! (Kılları uzatır)

At kıllarını alan Berk geçide yaklaşır. Elini

uzatır ancak tam o anda ayağı kayar ve

düşer.

MÜZİK: ALTAY DAĞLARI No:2 (BESTE:

ERKAN ENGİN)

Çocuklar dehşet içinde bağırırlar: Beeerk!..

Müzik azalır. Çocuklar birbirlerine sarılıp

sessizce ağlamaya başlarlar.

Ceylin (ağlayarak): Ah Berk ah…

Aramızdaki tatsızlıkları çözen, bizi hep bir

arada tutan, pes etmememizi sağlayan

sendin. Şimdi şu olanlara bak… Ne

yapacağız biz sensiz?

Bu sırada yeni bir müzik duyulur. Berk’in

düştüğü yerden ışıklar içinde Tanrıça

Umay yükselir. Önündeki masada Berk sırt

üstü yatmaktadır. Çocuklar ayağa

kalkarlar.

MÜZİK: WAYRA – AMANECER

Umay: Merhaba çocuklar…

Ceylin: Elif, bu da kim?

Efe: Berkten hiç kan akmıyor, uyuyor

gibi…

Elif (Büyülenmiştir): Bu… bu Umay Ana…

Gümüş saçlarından, başında taşıdığı 3

boynuzdan tanıdım onu… Çocukların ve

ailelerin koruyucusu, Berk’i o kurtarmış

olmalı…

Umay (Şefkatli): Hoş geldiniz çocuklar…

Evet, ben çocukların ve ailelerin

koruyucusu Tanrıça Umay’ım. Bizler,

burada yüzyıllardır yapayalnız sizleri

bekliyoruz, biliyor muydunuz?

Efe: Berk iyileşecek mi?

Umay (Gülümser) : Berk iyi çocuklar.

Elif’i korumak için kendini öne atması çok

cesurca bir davranıştı. Bu iyi yürekli ve

cesur çocuğun zarar görmesine izin

veremezdim. Ancak çok korktu. Üstelik

karnı açtı ve güçsüz kalmıştı. Ona süt

içirdim ve derin bir uykuya dalmasını

sağladım.

Ceylin: Peki ne zaman uyanacak?

Umay: Değiştirip iyileştirebileceği bir

yönünü keşfedince…

Ceylin: Ama Berk zaten iyi biri! Siz de

söylediniz az önce. Onu hemen

uyandıramaz mısınız?

Umay (Gülümser): Berk de sizler de çok

ama çok iyi çocuklarsınız. Üstelik buraya

kadar gelmeyi başardığınıza göre akıllı ve

cesursunuz da. Ama unutmayın ki hayat

bir keşif yolculuğudur ve insan yaşamı

boyunca her an yeni şeyler keşfedip

eskisinden daha farklı, daha iyi ve daha

doğru yollar keşfedebilir çocuklar. Berk

gibi sizin de karnınız aç mı bakalım?

Çocuklar: Evet!

Elif: Ölüyoruz açlıktan

Ceylin: Bize ilaçlı bir şey yedirmez bu

değil mi?

Elif: Saçmalama Ceylin, o ailelerin ve

çocukların koruyucusu, baksana Berk’i de

kurtarmış!

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

27

Umay: Size taze sağılmış kısrak sütü

vereceğim. Alın bakalım…

Ceylin: Iyyy… Kısrak sütü mü? İğrenç…

Kokar bu şimdi, içemem ki ben!

Umay: Belki de iğrenç demeden önce bir

kez tadına bakmalısın Ceylin. Çok

besleyicidir bu süt…

Efe: Ben şu an her şeyi yiyip içebilirim

valla.

Elif: Ben de! En azından tadına

bakacağım…

Efe ve Elif sütlerini içer içmez huzurlu bir

uykuya dalarlar. Ceylin onları

uyandırmaya çalışır.

Ceylin: Hey, uyanın. Bu kadın içine uyku

ilacı atılmış süt verdi size!

Umay: Korkma Ceylin. Ben de içeceğim

aynı sütten. Buna antlaşmak deniyor. Size

sütleri verdiğim tasların adı da ant

kadehleri. Böylece birbirimize sonsuza dek

güven bağlarıyla bağlanmış olacağız. Daha

önce de söylediğim gibi, eski fikirlerinizi

yeniden değerlendirip farklı fikirlere ve

gerçekliklere kapılarınızı açtığınızda, yani

gerekli dönüşümü yaşadığınız anda,

eskisinden daha sağlıklı bir biçimde

uyanacaksınız. Eve geri dönmenizin tek

yolu da bu güzel kızım. Haydi, şimdi

sütlerimizi içip karşılıklı antlaşalım…

Ceylin (Ağlamaklı): Burada tek başına

uyanık kalmaktansa, eve dönüş için elimde

olan tek ihtimali değerlendirmek daha

akıllıca olacak sanırım. Ama unutma ki

Umay Ana, uyandığımda eve dönmüş

olmazsam, benden asla böyle bir değişim

ve dönüşüm beklememen gerekir!

Umay: Haydi, üç deyince ikimiz birden!

Bir, iki ve üç!

İkisi de sütü bir dikişte içerler ve Ceylin

uykuya dalar. Umay çocukları incecik

keçelere sarar. Çocuklar makara sistemiyle

yavaş yavaş yukarı çekilirler.

MÜZİK: KİYE HENNİ (SAHA-YAKUT)

Sahnede Umay Ana, Şaman, Kurt, At ve

arka planda da Kayın ağacı durmakta,

çocuklara el sallamaktadırlar. Müzik sesi

gittikçe azalırken sahne de kararmaya

başlar ve müzik artık duyulmaz olur.

6. Sahne (Park)

Çocuklar sitedeki parkta bir ağacın altında

uyumaktadırlar. İlk uyanan Berk olur.

Berk: Aman Allah’ım dönmüşüz! Hey

uyanın çocuklar!

Elif: Berk? Evdeyiz! Umay Ana değişime

inandığımızda uyanacağımızı söylemişti!

Demek sen ve ben, değiştik?

Berk: Bütün bunlar bir rüya değildi değil

mi Elif? Sen de hatırlıyorsun yani

olanları…

Elif: Evet, tabii ki hepsi gerçekti,

söylemiştim size.

Efe uyanır.

Efe: Ne? Heeeeyyy… Geri geldik! Geri

geldik! Evdeyiiizzz!

Berk: Ceylin? Ceyliinn…

Ceylin de gerinerek uyanır. Korkmuş gibi

sıçrar.

Ceylin: Millet, millet evdeyiz! Ya bir

dakika, ben çok garip şeyler yaşadım.

Sizde de aynı durum var mı?

Çocuklar güler.

Berk: Ceylin, hepimiz olanları hatırlıyoruz.

Ceylin: Off… Çok şükür. Delirmedim

demek… Bir saniye! Tanrıça Umay

uyanmanız yeni ve farklı fikirlere açık

olmanıza, değişmenize bağlı demişti!

Uyandıysak, bir şeylerin değişmiş olması

gerekir bizde. Şu an masal ve mitolojiyle

ilgili hiçbir şey bilmediğim için, daha önce

tadına bakmadığım bir içeceğe iğrenç

diyerek reddettiğim için, en önemlisi de

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

28

Elif ve dedesi hakkındaki sözlerim için

acayip pişmanım…

Berk: Arkadaşlar kabul edelim ki çok sıra

dışı bir şey yaşadık. Bunu birine anlatsak

bize zırdeli der öyle değil mi? Ama biz

bunu yaşadık ve bu bizim için gerçek oldu.

Ben de bundan böyle her şeyin kendi

içinde bir önemi ve gerçekliği olabileceğini

kabul edip kararlarımı buna göre

vereceğim.

Ceylin (Biraz mahcup): Peki, tamam.

Umay Ana’nın bizi eve döndüreceğine hiç

inanmamıştım ama şu an hepimiz gayet

iyiyiz ve evimizdeyiz. Ayrıca daha önceden

kötü, çirkin, korkunç olduğuna inandığım

şeylerin hiç biri bize zarar vermedi.

Sanırım kurt adam efsanelerinden ya da

televizyondaki çizgi filmlerden çok daha

farklı ve renkli bir fantastik dünya

olabileceğini kabul etmem gerek benim de.

Belki bunlarla ilgili daha fazla kitap alıp

okumalıyım kütüphaneden. Bu

yaşadıklarımı anneme ve babama

anlatamam, ama onlara bundan sonra

masal ve efsanelerle ilgili daha fazla soru

soracağım kesin. Elif, senden de özür

dilemek istiyorum. Hem sana hem dedene

söylediğim saçma sapan sözlerden dolayı.

Lütfen beni affet olur mu? Sarılabilir

miyim sana?

Elif biraz kırgın Ceylin’in kendisine

sarılmasına izin verir.

Efe: Ben de bir şeyden korkmadan önce o

şeyi anlamaya çalışmayı, ona bir şans

vermeyi öğrendim sanırım. Bu

yaşadıklarımdan sonra kendimi

eskisinden çok daha cesur ve güçlü

hissediyorum. Bir daha masallarla bebek

işi diye dalga geçmeyeceğim, hatta

mümkünse Elif’in dedesini dinlemek için

zaman zaman onlara gideceğim.

Elif: Biliyor musunuz ben de bir şeyi fark

ettim!

Berk: Nedir?

Elif: Kitap. Tüm sıradağların adlarını

bilmiş ve çıkartmalarını yapıştırmışız. Bir

tanesi dışında…

Ceylin: Bakayım? Aaa… Oyunu çok uzun

zaman oynamış ve uyuyakalmış

olmalıyız… Saat neredeyse beş olmuş

zaten baksanıza…

Berk: Çocuklar çıkartmasını

yapıştıramadığımız dağın adına bakın!

Hep birlikte kitaba bakarlar.

Ceylin ve Efe: Kafkaslar!

Elif’e dönerler.

Elif: Benim öğrendiğim şeylerden biri de

okulda öğreneceğim bilgilere önem

vermek ve kesin olarak bilmediğim

konularda ısrarcı olmamak oldu

arkadaşlar. Mesela artık eş anlamlı sözcük

ne demek biliyorum. Kaf Dağı de diye ısrar

etmeyeceğim. Çünkü öğrendim: Kaf Dağı

değil, Kafkas Dağlarıymış demek ki

bunlar…

Berk: Güzel gelişme Elif. Çıkartmasını sen

yapıştırmak ister misin? Kaf Dağı… Pardon

Kafkas Dağlarındaki rehberimiz olarak?

Elif: Yaşasın!

Çıkartmasını yapıştırır.

Ceylin: Çocuklar birazdan anne

babalarımız gelecek. Ben çok yorgunum.

Artık eve gitsek mi?

Hep Birlikte: Olur…

Çocuklar toparlanıp eve doğru yürümeye

başlarlar.

Efe: Bir dakika durun!

Herkes durur.

Efe: Şey… Diyecektim ki… Yarın parka

tekrar indiğimizde sizce aynı şeyler yine…

Çocuklar: Efe!

Gülüşürler, perde kapanır.

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

29

Bu oyunun yazılmasında şu kaynaktaki

bilgilerden yararlanılmıştır;

Ögel, Bahaeddin (2006). Türk Mitolojisi (2

Cilt). Ankara: Türk Tarih Kurumu

Yayınları.

Özel teşekkür:

Bu çocuk oyununu yazarken her aşamada

yanımda olan, anlık soruları ve tepkileriyle

oyunun bazı açmazlarını kolayca

çözümlememe yardımcı olan biricik kızım

Elif Banu Abiş’e en içten sevgi ve

teşekkürlerimle…

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

30

ÇOCUK VE MİTOLOJİ Ömer ÜNAL

Mitoloji, insanın var olma nedenini,

dünyanın yaratılış öyküsünü araştıran,

hayatı anlamlandırmaya çalışan, bugünkü

inanışlarımızın köklerini araştıran bir

bilim dalıdır. Mitolojiye konu olan her şey

mit adı ile anılmaktadır. Her milletin,

kendine özgü ya da diğer milletlerle

benzeşen mitleri vardır. İnsanın kendisini

ve içerisinde yaşadığı toplumu

anlamlandırma çabası sonucu ortaya çıkan

yaratılara mit, bu anlatıları inceleyen

bilime ise mitoloji adı verilmektedir.

Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş

büyük kahramanlara ait efsaneler,

mitolojinin kadrosuna girer. Mit kutsal

olan bir öyküyü anlatmaktadır.

Mit, insan için bir ihtiyaçtır. Malinowski :

“Bir ayinin, bir törenin, sosyal ya da ahlaki

bir kuralın eksikliğinin kanıtlanması,

hakikiliğinin ve kutsallığının doğrulanması

gerektiğinde devreye mit girer.”

demektedir. İnanç kalıplarımızın,

ritüellerimizin altyapısını ve

inançlarımızın fikirsel kanıtını mitlerde

buluruz çoğu zaman. Joseph Campbell’ ın

mitlerin işlevi konusunda söyledikleri ise

konuyu daha da anlaşılır kılıyor : “ Mitler

bana bunu söylüyor, bazı hayal kırıklığı,

zevk ve başarısızlık krizlerinde nasıl bir

tepki vermem gerektiğini bana anlatıyor.

Mit bana nerede olduğumu söylüyor.”

Bebeklik döneminin sona erdiği

dönemden, ergenliğe geçişe kadar

süregelen zamana çocukluk dönemi adı

verilir. Bu dönem ortalama bir ile on iki

yaşları arasındaki dönemi kapsamaktadır.

Bu dönemde, insanın merak duyguları açık

ve öğrenme isteği en üst seviyededir. “ Bu

nedir, neden” soruları bu dönemin en çok

sorulan iki sorusudur. Çocuk, gördüklerini,

duyduklarını anlamlandırmak için sürekli

soru sorar ve öğrenme açlığını gidermeye

çalışır. İnsanın öğrenme ve kendini bulma

arayışını en iyi şekilde gideren mitler tam

da bu döneme hitap etmektedir. Çocukluk

dönemini mitlerden uzak geçiren çocuk,

bu nedir ve neden sorularının yanıtlarını

tam olarak bulmaktan uzak kalmaktadır.

Mitlerin anlatıldığı, fantastik edebiyat

metinleri çocukla daha kolay iletişim

kurar. Gerçek düzlemde onları rahatsız

eden ve yüz yüze gelmekten kaçındıkları

sorunlarla gerçeküstü düzlemde daha

kolay karşılaşabilirler ve hesaplaşabilirler.

Yazar da yaşamın gerçekleriyle çocuğu

gerçek üstü bir düzlemde karşılaştırır ve

iletişim kurmasını sağlar. Bu süreç aynı

zamanda eğlendiricidir ve macera

yüklüdür. Çocuğu içine çeker ve

sürükleyip götürür.

Bill Moyes, Joseph Campbell ile yapmış

olduğu söyleşisinin yer aldığı “Mitolojinin

Gücü” adlı eserde, en küçük oğlu ile

aralarında geçen şu diyalogu aktarır. “ En

küçük oğlum Yıldız Savaşları’ nı izlemeye

on ikinci ya da on üçüncü kez gittiğinde

ona Neden bu kadar sık gidiyorsun diye

sormuştum. Sen hayatın boyunca İncil ‘ i

neden okuduysan o yüzden diye karşılık

verdi bana…” Bu konuşmada da

görüleceği üzere mitlerin çocukların hayal

dünyalarına etkisi oldukça fazladır. 2013

yılında İngiltere’ de, Renaissance Learning

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

31

tarafından 426 bin 67 çocuk ile yapılan

ankette en çok okunan kitaplar listesinde

ilk yedi sırada fantastik ve mitolojik

kitaplar bulunuyor. Ülkemizde de en çok

okunan kitaplar arasında yer alan J.K.

Rowling’ in Harry Potter serisi, Suzanne

Collins’ in Açlık Oyunları serisi, J.R.R.

Tolkien’ in ise Yüzüklerin Efendisi kitap

serileri en çok okunan kitaplar olarak

karşımıza çıkıyor. Tam da bu noktada şu

soru sorulmalıdır. Türk çocukları, neden

kendi mitlerini anlatan eserler ile

yetişmiyorlar? Türk çocukları için bu tür

çalışmalar var mı ? Her milletin farklı

düşünce ve inanış şekilleri olduğu için

çocuğun kendi öz mitleri yerine yabancı

mitler ile büyümesi gelişimini olumsuz

etkiler mi? Tüm bu sorulara yine Joseph

Cambell’ ın bir sözü ile yanıt verelim. “

Eğer kendi mitolojinizi bulmak

istiyorsanız, anahtar hangi toplumla

bağlantılı olduğunuz. Her mitoloji belli

sınırlar dâhilinde belirli bir toplum

içerisinde gelişmiştir.” Bu sözden olmak

üzere Türk çocuklarının elindeki anahtar

ile açılan olan kapı Türk mitolojisinin

kilitlerini bulunduran kapılardır. Bu

kapıların kimisi, Dede Korkut’ a açılırken,

kimisi de Oğuz Kağan’ a açılacaktır.

Kapının ardında gözükecek olanlar ise

birer Pegasus, Odin değil birer Tulpar ve

Bamsı Beyrek olacaktır. Doğduğu günden

itibaren anadilinden dinlediği ninniler ile

ruhu beslenen çocukların, farklı dillerden

çevrilen, özüne yabancı, çoğu kez

uydurulmuş, halk bilimcilerle fakelore

olarak adlandırılan ürünleri, masal, efsane

ve mitlerle bezeli çizgi romanları, kitapları

okuyarak; filmleri izleyerek büyüyor

olması pek de doğru olmayan bir

durumdur.

Türk mitolojisi var mı? Türk mitlerinin

konuları nelerdir? Destan ve

efsanelerimizdeki eğitsel ögeler

hangileridir? Tüm bu soruların yanıtları

günümüzde özellikle çocuk eğitiminde

nasıl yararlı olabilir? Türk Mitolojisinin

Anahatları adlı eserinde Yaşar Çoruhlu,

“Türk mitolojisi, Türk sanatında olduğu

gibi, Orta ve İç Asya’ da paleolitik devirden

beri gelişip bozkır kültüründe yeniden

biçimlenen ve proto-Türklerce farklı bir

bütün haline getirilerek yeniden ortaya

çıkan bir oluşum sürecine sahiptir.”

diyerek Türk mitolojisi ile ilgili bir çerçeve

çizmiştir. Türk mitolojisi; yaratılış, tufan

olayı, göç, savaşlar, kıyamet ve dünyanın

sonu ile ilgili temalarda gruplandırılabilir.

Tüm bu temaların içerisinde, kahramanın

doğaüstü özellikleri, yaşanılan efsanevi

şehirler ve mekânlar, doğaüstü cereyan

eden olaylar, mitolojik karakterler yer

almaktadır. Destanlaşma öncesinde,

tarihte var olduğu bilinmeyen

kahramanların mücadelelerinin yer aldığı,

özellikle de yaratılış konusuna yer veren

anlatılar Türk mitlerinin temelini

oluşturmaktadır. Türk mitolojisi ile ilgili

yapılan en kapsamlı çalışma kuşkusun

Bahaeddin Ögel’ e ait olan iki ciltlik Türk

Mitolojisi adını taşıyan eseridir. Bu eserde

Oğuz Kağan Destanı, Yaratılış Efsaneleri,

Manas Destanı, Dede Korkut Anlatıları,

Kutsal Hayvanlar, Hızır, Gök Cisimleri, Yer

Şekilleri, Rüyalar ve çeşitli motifler

incelenmektedir. Bu iki cildin de

günümüzde geliştirilmesi gerektiğini

söyleyebiliriz. O halde, Türk mitolojisinin

artık bir iki ciltle sınırlı kalamayacağı,

derinliği itibariyle üzerine binlerce yazı

kaleme alınabileceğini söylemek çok da

hayalci bir tutum olmasa gerektir.

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

32

İşte yukarıda sözünü ettiğimiz konular,

alanlar çocukların ihtiyaçları

doğrultusunda şekillendirilerek çocuklara

ulaştırılmalıdır. Hayal güçlerini geliştirici

ve onları yaratıcı yapabilmek için etkinlik

kitapları hazırlanmalı, çocukların dil

gelişimi, sözcük edinimi konularına da

dikkat edilerek oyun kartları

oluşturulmalıdır. Berta Garcia Sabates’ in

“Mitoloji İle Eğlenmek” adlı kitabında

Yunan mitleri nasıl ki çocukların

dünyalarına hitap eder hale getirilmişse

bu örneği kendi mitolojimiz için de gayet

başarılı bir şekilde uygulamak mümkün

olacaktır. Çocukları en çok etkileyen

animasyon filmleri ise bu konuda oldukça

önemli bir yer tutmaktadır. Daha önce

Evliya Çelebi animasyon filmi gibi oldukça

vasat bir örnek olsa dahi bu konuda

atılmış bir adım olması bakımından

dikkate değerdir. İnternet özellikle de

sosyal medya aracılığıyla anne, babalara

ulaşılarak bu konuda yol gösterici roller

üstlenilebilir. Çocuklardaki bilim kurgu,

masal, mitoloji ilgisi kısa zamanda Türk

mitolojisi üzerinden yürüyecek ve

sözlerimizin doğruluğu kanıtlanacaktır.

KAYNAKÇA:

OĞUZ, M. Öcal (edit.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı,

Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004.

JOSEPH , Moyers, Bill , Mitolojinin Gücü, çev. Zeynep

Yaman, İstanbul: Mediacat Kitapları, 2013.

BAŞ, Mustafa Hilmi, Kadim İnsanın İzinde, İstanbul :

Kaknüs Yayınları, 2012.

ÖGEL, Bahaeddin , Türk Mitolojisi-I, İstanbul: TTK

Yayınları, 1997.

İNAN, Abdülkadir , Tarihte ve Bugün Şamanizm,

Ankara : TTK Yayınları, 2000.

SEGAL, A. Robert, Mit, Ankara : Dost Kültür Kitaplığı,

2012.

NEYDİM, Necdet, Fantastik Çocuk Edebiyatı

Yazınsallığa Açılan Bir Kapı Mı Yoksa Bir Tehlike Mi

? http://sozelti.com/fantastik.html.

…Çocuklar 2013’ te Fantastik Kitap Okudu,

http://yumurtaliekmek.com/cocuklar-2013te-

fantastik-kitap-okudu/

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

33

KİTAP TANITIMI: İTBARAK -

ÇAĞLAYAN YILMAZ Fatma Özge ÖZDEMİR

Hepimizin çocukluğunda destanların

anlatıldığı bir ocak başı sohbeti mutlaka

olmuştur. Ateşten ziyade destanların

sıcaklığı yüreğinizi sarmış, anlatılanların

tadı damağınızda kalmıştır. Üstünden

geçen zamana inatla direnen destanlar

artık Çağlayan Yılmaz’ın kaleminde

yeniden hayat buluyor. Yazar fantastik

Türk hikâyelerini gün yüzüne çıkarıyor.

Yazar, İtbarak isimli romanda unutulmaya

yüz tutmuş Oğuz Kağan Destanı’nı kaleme

almıştır. Kitabın arka kapağında Oğuz

Kağan Destanı’ndan;

Türkler "Barak" derlerdi, Kara tüylü

köpeğe,

Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.

Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.

Onu da köpeklerin, atası sayarlardı.

Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,

Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.

Kuzey-batı Asya'da güya "İt-Barak"

vardı,

Türklerse İç Asya'da, onlara uzaklardı.

Başları köpek imiş, vücutları insanmış,

Renkleriyse karaymış, sanki Kara

Şeytanmış.

Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz

imiş,

İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz

imiş.

Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han

yenilmişti,

Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.

On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.

Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.

Oğuz bu bölgeleri, "Kıpçak-Beğ" e il

verdi,

Bunun için Türkler de, oraya "Kıpçak"

derdi.”

satırları yer alıyor. Kitapta yirmiden fazla

karakter ve Ata yazıtlarımızın bulunduğu

eşsiz bir serüven anlatılıyor. Kendine has

tarzıyla romanını kaleme alan yazar,

birçoğumuzun kahramanları olan Ata’ları

destanlara yaraşır bir anlatım tarzı ile

kaleme almıştır. Eminiz ki, Oğuz Kağan

Destanı’nı hiç böyle okumadınız!

İtbarak; mitolojik sözlüklerde eski Türk

destanlarında sözü edilen, Türklerin

sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki

Türklerin kuzeybatısında yaşayan “köpek

başlı insana benzer yaratıklar” olarak

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

34

anlatılıyor. Oğuz Kağan Destanı’nın önemli

bir bölümünde İtbaraklardan bahsetmiştir.

Avrupa ve Hint mitolojilerinde de Oğuz

Kağan Destanı’nda bahsedilen bölgelerde

itbaraklara rastlanmaktadır.

Kitapta ön söz olarak editör Mustafa Sefa

Güvenir’in;

“Elinizde tuttuğunuz bu kitap, ne garbın

Robinson Crusoe ve Cuma’yı anlatırken,

aslında size “tek başına çalış ve sömür”

diyerek emperyalizmi çağrıştıracak, ne de

1001 Gece Masalları’ndaki Alâeddin ve

Sihirli Lambası masalındaki gibi piyangocu

yapıyı dayatacaktır. Dede Korkut ve

Karacaoğlan kadar Türk. Çinli, Germen,

Batılı, Şarklı bir yazar, kendi halkından

aldığı ilham ile mürekkebi inceltir, tıpkı

Çağlayan Yılmaz’ın da bir Türk evladı

olarak hikâyesini ifade ettiği gibi.

Başkaları ne yapar bilemeyiz, ancak

Türklere has bir şeyler yazıyorsanız, gönül

teri dökmelisiniz. Sadece iki yüz yıllık

geçmişi olan Amerika, dünyayı kurtaran

adamları Türk evlatlarına satarken, bu

coğrafyada kendimize has hikâyelere alıcı

bulamamak, aslında satılacak bir eserin

yayınlanmamasının neticesidir. İşte

Çağlayan Yılmaz gibiler bu yüzden var

olmalıdır, işte bu yüzden yazmalıdır ve

dolayısıyla okunmalıdır. “ satırları bu kitap

“neden okunmalı” sorusunun cevabıdır.

Editörün de dediği gibi kitap Dede Korkut

ve Karacaoğlan kadar Türk, yazarın yüreği

kadar samimi. Avrupa’nın kısır döngülü,

çoğu zaman ahlak dışı, özendirici basit

kurgularından sıkıldıysanız, Oğuz Ata’nın

doğaüstü mücadelesine ve diyarı dize

getirişine şahit olmak ve onun yaşamında

kendinizi bir yerlere koymak için

köklerimizden doğan bu romanı

okumalısınız.

İyi okumalar.

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 47 - Aralık 2015

GENCAY

millikanal.com