Top Banner
ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 0 9 9 9
43

Genç Öncüler -99

Jul 23, 2016

Download

Documents

Küresel Zulmün Kıskacında MÜLTECİLER
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Genç Öncüler -99

ISSN 1307-007X

9771307007009

99

Page 2: Genç Öncüler -99

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adına

Şemsittin ÖZDEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuMehmet Semih Özdemir

Yayın KuruluFurkan Gençoğlu

Mehmet Semih ÖzdemirFatih Yavuz

Furkan KahramanAsım Ebrar Yıldız

Uğur DemirelSümeyye AkgülZozan Demirci

Ayşenur ÖzdemirSenanur Yaşaroğlu

Gülsüm Cemile Damar

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAbdullah Etka Ayan

Asım Ebrar YıldızAybüke Ekici

Betül BabacanBedri Sinan AteşBüşra Kösesoy

Dücane DemirtaşElif Balat

Ervanur ErdoğanFatih Razi

Mihrican CanMustafa Fatih Yavuz

Müfit AydınOrhan Özer

Rüveyda KarahanSümeyye Aydın

Yusuf MutluZehra Yurdan

Adresİskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok.

No:4/1 Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

BaskıSanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mh. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5

Topkapı / İST.Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sevgili arkadaşlar;

A daletsiz küresel sistem her geçen gün yeni coğrafyaları sömür-meye, yeni canları katletmeye, yeni hayalleri sürgün etmeye de-

vam ediyor. Son dönemlerde Suriye iç savaşı ile birlikte tekrar büyü-yen göç dalgaları bin bir türlü dram ve trajedinin kamuoyu önünde açık seçik görülmesini ve bu travmaların toplum zihninde normalleş-mesini beraberinde getiriyor. Küresel emperyalist güçler ve onların bölgemizdeki yerli işbirlikçi diktatörleri eliyle adeta ölüm kıskacına alınan mazlumlar kendilerini soğuk sulara atıyorlar. Akdeniz kıyıları-na vuran insanlığımızın düştüğü bu çukur halinden kurtulabilmesinin çaresini arıyoruz.

Biz Genç Öncüler ekibi olarak tüm bu yaşanan vahşetin, zulmün, feryadın tıpkı bedenlerin akdeniz sularına gömülmesi gibi zaman tü-neline gömülmemesi adına bu yeni göç dalgaları ve mültecilerin se-rencamını bu sayımızda kayda geçirdik. Furkan Gençoğlu Gaziantep Nizip Sığınmacı Kampına yaptığı ziyaretin ayrıntılarını ve sığınmacı hikayelerini bizlerle paylaştı. Asım Ebrar Yıldız Star Gazetesi Yazarı Selahattin Eş Çakırgil ile kendi mültecilik yaşamı üzerine konuştu. Bedri Sinan Ateş bir mülteci gencin sevdiğine kavuşma çabasını anla-tan “Hoşgeldiniz” filmini tahlil etti. Zehra Yurdan geçtiğimiz yıl Kurban Bayramında vahşice katledilen Yasin Börü’nün hikayesini ve davasını yazdı. Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Av. Halim Yılmaz Mülte-cilerin hukuki statüleri ve yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi. Ve daha bir çok özel içerik siz değerli okuyucularımızın bu meseleye daha anlamlı yaklaşabilmeleri için derlendi ve yayına hazırlandı.

Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntı-ları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kad-romuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sa-bit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz.

Allah’a emanet olun.Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aley-

hine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsa-lar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki ada-letten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlik-ten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

Eylül-Ekim’15 • 1

EDİTÖR'DEN

Page 3: Genç Öncüler -99

64

68

59

04

35

Eylül-Ekim 2015 • Sayı 99 • Yıl 12

Suriyeli Misafirlerimizle Antep’te Kamplarda Buluştuk! / Furkan GENÇOĞLU .................... 4

Selahaddin Eş Çakırgil İle İltica Etmek Üzerine / Röp.j: F. Gençoğlu - A. E. Yıldız ............. 12

İnsan İnsanın Sığınağıdır / Betül BABACAN .................................................................. 18

Büyük İstanbul Otogarındaki Mülteciler İle Mülakat / Abdullah Etka AYAN ...................... 20

Hisset ve Görev Al! / Abdulvahap YAMAN ................................................................... 28

Ö. Behram Özdemir İle Suriye’de Son Durum ve Göç Dalgaları Üzerine / Röp.: F. GENÇOĞLU . 30

Küçük Avrupa’nın Büyük Mültecileri / Mustafa Fatih YAVUZ ......................................... 35

Kocaeli Mülteciler Kom. Sözcüsü Dücane Demirtaş İle Mülakat / Röp.: F. GENÇOĞLU ....... 38

Kimliksizlik ve Aidiyet / Aybüke EKİCİ ......................................................................... 42

Lütfü Günlüoğlu İle Mülakat / Röportaj: Büşra Kösesoy, Mihrican Can .......................... 44

Hukuki Açıdan Mültecilik ve Sığınmacılık / Elif BALAT.................................................... 47

Av. Abdulhalim Yılmaz İle Mülakat / Röp.: F. GENÇOĞLU .............................................. 50

Bir Mülteci Oyunu / Asım Ebrar YILDIZ ........................................................................ 54

Suriyeli Çocuklara Özel Dergi / Ruveyda KARAHAN ...................................................... 55

Film Tahlili / Yaşamın Dokunaklı Bir Şarkısı: Hoşgeldiniz / Bedri Sinan Ateş ..................... 56

BM’nin Döşeğine Göç Bildirisi / Ervanur ERDOĞAN ....................................................... 58

Bir Ateş Yak! Karanlık Denizlere Işık Olsun / Yusuf MUTLU ............................................ 59

Göç Hareketleri ve Suriye’li Mültecilerin Bugünü / Dücane DEMİRTAŞ ............................ 62

1923’ten Günümüze Türkiye’ye Göçler / Asım Ebrar YILDIZ............................................. 64

Hangi Mülteci Makbul? / Akif Emre ........................................................... 68

Amed Sokaklarında Vuruldum Anne / Zehra YURDAN .............................. 70

Hamza Hürel Yetimler Okulu’nun Hikayesi / Müfit AYDIN ..........................75

Etkinlik / Laaaaaapseki! ......................................................... 76

Etkinlik / Genç Öncüler Liseli Erkekler Lapseki’de Buluştu! ........ 78

Etkinlik / Üniversiteli Genç Öncüler Lapseki’de Buluştu ............. 79

Etkinlik / Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Okulu............................... 80

Suriye’liMisafirlerimizle

Antep’teKamplarda

Buluştuk!Furkan GENÇOĞLU

Küçük Avrupa’nın Büyük Mültecileri

Mustafa Fatih YAVUZ

BİR ATEŞ YAK! KARANLIK

DENİZLEREIŞIK OLSUN

Yusuf MUTLU

Hangi mülteci makbul?Akif EMRE

1923’TEN GÜNÜMÜZETÜRKİYE’YE GÖÇLER

Asım Ebrar YILDIZ

2 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 3

Page 4: Genç Öncüler -99

diyetinin farkındalar ve bu minvalde mesai mefhumu tanımadan, cumartesi- pazar ta-nımadan çalışıyorlar, görevlerinin başında-lar. Kamp yani resmi adıyla barınma merke-zi hakkında biraz bilgi verecek olursak Fırat nehrinin kıyısında 145 bin metrekare alana kurulmuş kamp iki kısımdan oluşuyor. Bi-rinci kısmı çadırkent olan kısım. Bu kısımda yaklaşık on bin misafir barındırılıyor. Kon-teynır kısmında ise beş bin kişi barındırılıyor. Konteynırda kalanlar biraz daha ayrıcalık-lı muamele görmeye ihtiyacı olan insanlar. Kocasını savaşta yitirmiş hanımlar, anne babasını kaybetmiş yetimler, engelliler gibi. Kamplarda yeme-içme ihtiyacı önleri hazır yemek yani catering hizmet alımı yoluyla gi-deriliyormuş. Daha sonra hem israfın önü-ne geçmek hem damak tadı uyuşmazlığının önüne geçmek için kamplarda kalan fertlere özel bireysel kartlar çıkartılmış. Her ay bu bireysel kartlara fert başı 85 TL yükleniyor ve kamplarda kalan her fert bu haktan fay-dalanabiliyor. Yeni doğmuş bir çocuk bile bu kartın sahibi oluyor. Merkezde bulunan mar-ketten günlük gıda ihtiyacını alabiliyorlar

ve kamp müdürlüğünün tedarik ettiği mut-fak malzeme setleri ile kendi mutfaklarında kendi yemeklerini pişirebiliyorlar. Kampta anaokulu-ilkokul-ortaokul-lise eğitimi verili-yor. Yaklaşık 1800 okullu çocuğu var kamp ahalisinin. Ayrıca Türkiye’nin her yerinde fa-aliyet gösteren dikiş nakış kursları halkeği-timden gelen hocaların katkılarıyla kampta da kurulmuş. Kuaförlük, halıcılık, mozaik eği-timleri veriliyor. Kampta bir sahra hastanesi var. Hasta olanlar buraya geliyorlar poliklinik hizmetlerinden faydalanabiliyorlar. İlaçlar ise öğleden önce muayene olduysa öğleden sonra, öğleden sonra muayene olmuşsa er-tesi gün sabah ellerine ulaşıyor. Kampın dış kontrolünü jandarma, iç kontrolünü ise özel güvenlik görevlileri sağlıyor. Ayrıca kamp merkezinin ufak bir itfaiye ekibi de her ihti-male karşı hazır bekliyorlar.

Kampa vardığımızda saatler öğlene doğ-ru yaklaşıyordu. Ufak tefek hareketlenmeler başlamıştı. Yetkililerle beraber kampın so-kaklarında dolaşırken hayat telaşesinin her yerde olduğu gibi burada da devam ettiğini gördük. Konteynırların önüne atılmış masa-

20 Eylül Pazar sabahı namazı kıldıktan sonra Abdulvahap Yaman hocam

beni ayvansaraydan aldı ve atladık gittik Sabiha Gökçen havalimanına. Genç Öncüler “Yeni Göç Dalgaları ve Mülteciler” konulu 99. Sayısının hazırlıklarını yapmak için Gazian-tep yoluna koyulduk bayram öncesi. Heye-canlıydık çünkü hep kulaktan duyma bilgiler-le fikir sahibi olduğumuz Türkiye’nin Suriye’li misafirlerimizle olan devletsel bazda iliş-kisini birebir görme şansı bulacaktık. Hem de siz değerli okuyucularımıza bu satırları yazma imkanına ve bilgisine sahip olacaktık. Daha önce gerekli görüşmeler yapılmıştı. Ve Antep havalimanında bizleri AFAD Gaziantep Şube Müdürü Adil Şiraz hocamız karşıladı. Kendisinin rehberliği ve hoşsohbeti eşliğin-de Gaziantep Nizip Barınma Merkezine yol-culuğumuz başladı. Kendisi de bir çok barın-ma merkezinin kurulmasında görev yapmış olan ve bazılarınında müdürlüğünü yapmış

olan Adil hocamız yol boyu bizlere Suriye’li misafirlerin hukuki statüsünden, barınma merkezlerinin kuruluşundan, uluslararası heyetlerin ziyaretlerinden bahsetti. 500’den fazla heyet şu ana kadar ziyarete gelmiş. Fa-kat Türkiye’li STK’lar olarak belki bu ziyaret-lerin %5’ni bile gerçekleştirememişiz. Kendi öz meselemizde bile bu kadar çekingen bu kadar geri kalmamız hayret verici değil mi?

Kampa vardığımızda bizleri kampın gü-venliğini sağlayan özel güvenlik personeli, jandarmalar ve kamp müdürümüz İbrahim Halil hocamız karşıladı. İdare binasında uzunca bir sunum yaptı İbrahim hocamız bize. Daha ilk görüşümde burada çalışan insanların sıradan devlet memurları olma-dıklarını anladım. Çünkü bu iş ancak aşk ve gönüllülük ile yapılabilecek bir iş. Binlerce, onbinlerce zor duruma düşmüş insanla mu-hatap olmak, onların sorunlarına çare bul-mak zorundasınız. Onlarda meselenin cid-

Suriye’liMisafirlerimizle

Antep’teKamplarda Buluştuk!

Furkan GENÇOĞLU

4 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 5

Karantina Karantina

Page 5: Genç Öncüler -99

remiyorlar. Kadınlar mahremiyetlerini daha fazla korumak istiyorlar. Çocuklar şehir ha-yatının getirdiği modern imkanlara kavuş-mak istiyorlar. Bizim gittiğimiz zaman fıstık tarımı bitmişti. Antebin bu sene fıstıklarının büyük kısmını Suriye’li misafirler toplamış-lar.

Antep’liler ile çok fazla problem yaşan-mıyor diyor yetkililer. “Antep’liler işinde gü-cünde ticaretinde insanlar. 7 organize sanayi bölgesinin bulunduğu aktif, üreten bir kent. İşlerin stabil olarak akması önemli Antep’li tüccar, sanayici, çiftçi için. Irk, mezhep, din ayırmıyorlar. Ticaretin düzgün işleyip işleme-diği ile daha çok ilgileniyorlar.” Ayrıca yüzyıl-lardır kopagelen tarihi, kültürel, insani bağ-lar da Antep insanı ile Suriye’li misafirlerin birbirlerini anlamaları noktasında önemli bir dayanak oluyormuş. Doğru ya Suriye dediği-miz yer 100 sene önce bizim topraklarımız değil miydi? Ta ki küresel emperyalist güçler sykes-picot ile yapay sınırlar inşa edene dek. Sorumluluk sahibi vicdanlı müminler arasın-da elbette kardeşlik sınır tanımıyor.

Yetkililer bizleri kampları yukarıdan göz-leme şansımızın olduğu bir seyir tepesine çı-kardılar. Tepede bir tribün çok garibime gitti. Dönemin büyük devlet adamı Süleyman De-mirel geleceğinden dolayı Birecik Barajının açılış töreni için inşa ettirmiş burayı. Fırat nehrinin kenarında yaşayan on binlerce ha-yata bakıyoruz. Eskiler “Fırat akar, Türkler bakar.” Derler-di. Şimdi hem Fırat akıyor, hem Türkler hem Araplar hem Kürtler birlikte bakıyor-lar. Aslında bir noktayı daha iyi anlamlandırabiliyoruz bu tepede. Kamplardaki nizami-liği, insanlara verilen değeri, devletin engin misafirperver-liğini görüyoruz. Finlandiya 300 mülteciyi, Norveç 500

mülteciyi almayı tartışadursun Türkiye Cum-huriyeti devleti ve milleti el ele 2.5 milyon misafiri ülkelerinde ağırlıyor.

Sadece imaj ve halkla ilişkiler çalışması yapmıyor pek. Aslında bu bizde “sağ elinin verdiğini sol elin görmeyecek” anlayışın-dan da ileri geliyordur belki. Fakat bir tane Suriye’li misafiri ağırlamaktan imtina eden Danimarka bir polisinin bir sığınmacı çocuğu ile samimi diyaloğuna bianen tüm dünyada müthiş bir heyhula yaratıyor. Türkiye’de ise en ufak münferit bir olay sanki bütün resmin görüntüsüymüşçesine kamuoyunda pazar-lanıyor. Tepede bu fedakarlığını izlerken bu ülkenin, bu ülkenin halklarının düşmanı gibi davranan gazetecileri, sanatçıları, aydın-larını düşünüyorum. Muhalif olmayı vatan hainliği ile karıştıran bu topraklara, bu kar-deşliğe, birlikteliğimize herhangi bir aidiyeti

kalmamış insanları düşünü-yorum. Ah keşke görebilseler şu manzarayı. Belki gariplere 7 milyar dolar harcamaktan imtina etmeyen bu devle-te “nasıl zarar verebilirim?” sorusunun cevabını aramayı bırakır, Danimarka’lı polisin görüntüsü üzerinden duyar yapmayı bırakır kendi devle-tinin, kendi askerinin, kendi

larda çocuklar bilgisayarlarında oyun oynu-yorlar, kadınlar halı silkeliyorlar, erkekler ise kısım kısım toplaşmış muhabbetlerini ko-yulaştırıyorlardı. Kampın ortasında bulunan markete girdik ve alışveriş heyecanına ortak olduk. Akşama dolma pişirecek olan ufak dolmalık biberleri seçmeye çalışıyor. Kasap reyonunun önünde hararetli konuşmalar var. Ödeme noktasında alışverişini bitirenler sı-ralarını bekliyorlar. Fiyatlar Nizip ayarında markette. Ve kamp idarecileri tarafından sü-rekli kontrol ediliyor işletmeci.

Kamp içinde dolaşırken canayakın bir abi tarafından yolumuz kesiliyor. Hararetle kucaklıyor bizi bu güzel insan. Bizleri kon-teynırına kahve içmeye davet ediyor. Bizde kendisini kırmayarak peşine düşüyoruz. Ken-disi Suriye Hava Kuvvetlerinde 25 yıl pilotluk yapmış Çerkes bir aile babası. Beşşar Esad tarafından halkını vurması emredilince or-dudan firar ederek Şam yakınlarındaki ka-sabasından kalkıp buraya gelmiş. Katilliği reddedip hicreti seçmiş namuslu bir mümin. Donanımlı bir insan olması hasebiyle neden sende aileni alıp Avrupa’ya gitmiyorsun dedim. Minarelerden yükselen “Allahu Ek-ber” sesi benim burada kalmam için yeterli dedi. İki oğlu var birisi Şam Üniversitesinde okurken ayrılmak zorunda kalmış. Bu sene Harran Üniversitesini kazanmış fakat burs bulamadığı için okuyamıyor. Aslında pilot

abimizin derdi de burada başlıyor. Çocukla-rının geleceği meselesi en büyük dert ken-disi için. Sadece kendisi için değil tüm Çer-kes sığınmacılar adına konuşuyor aslında. Dedelerinin İstanbul’dan Şam’a göç ettiğini söylüyor. Türkiye’yi vatanı olarak görüyor artık. Asla geri dönmeyeceğiz diyor. Devlete yaptığı her hizmetten dolayı teşekkür ediyor. Üç talebi var pilot abimizin. Türkiye Cumhu-riyeti vatandaşlığına geçmek istiyor. Çalışma izninin çıkartılmasını istiyor. Daha müreffeh bir yaşam inşa etmek istiyor. Aslında tüm sığınmacıların kafasını kurcalayan soru bu. Kamp iyi güzel de nereye kadar burada kala-cağız? Artık buraya gelen 10 yaşındaki çocuk 15 yaşında ergen bir delikanlı olmuş durum-da. Gelecek kaygısı tüm kaygıların önüne geçiyor. Aslında bu manzara Türkiye Cum-huriyeti devletinin de bir soruya artık net cevap vermesini gerektiğine işaret ediyor. Bu insanlar bizim misafirlerimizler. Fakat bu insanlar kalıcı mı gidici mi? Bunun cevabı bulunup buna yönelik politika geliştirilmesi gerekiyor. Kamptaki diğer tüm misafirlerin talepleri bu yönde. Türkiye’de bir gelecek düşlüyorlar.

Özellikle hanımlar ve çocuklar daha fazla kalmak istiyor. Çünkü Türkiye’de kendi kim-liksel haklarının farkına varmış durumdalar. Hanımların eşlerine karşı Türkiye’de daha güçlü hissettikleri söyleniyor. Çocukların da Türkiye’de ki modern şehir hayatını bıra-kıp geri dönme gibi bir arzusu bulunmuyor. Türkiye’de kurgulayacakları bir geleceğin kendileri için daha parlak olacağını düşünü-yorlar.

Ayrıca dışarıda tarım işçiliğinde ve günlük işlerde çalışmaya devam ediyorlar. Kampın büyük kısmı sabah işe çıkıyor. Yövmiyelerini kazanıp geri dönüyorlar. Yövmiyeleri ile biri-kim yapıp, kamptan çıkıp bir iş, hayat, düzen kurmanın derdini taşıyorlar. Çünkü erkekler kampta yan gelip yatmayı kendilerine yedi-

6 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 7

Karantina Karantina

Page 6: Genç Öncüler -99

huriyeti yetkilileri ile eğitim otoritelerinin ortak olarak hazırlandığı bir müfredat. Ay-rıca kamplarda Türkçe öğrenmek isteyenle-rin bu talebi de karşılanıyor. Fakat öğrenme konusunda herhangi bir zorlama yok.

Kampta dolaşmaya devam ediyoruz. Biz-leri gören ilk önce kamp müdürümüz İbrahim Halil hocamıza sarılıyorlar. Onu çok seviyor herkes. Kendisi kampın kuruluşundan beri kamp sakinlerinin her türlü sıkıntı ve ihtiyaç-larıyla birebir ilgilenmişler. Tüm kampın or-tak talebi Ankara’nın İbrahim müdürün yet-kilerini artırması. Kamplardan 10 günlüğüne izin alıp çıkanlar 11 gün sonra döndükleri an firari sayılıyorlar. Veya kampa akrabalarının ziyarete gelip gitme noktasında bir takım ra-hatlıklar gösterilmesini bekliyorlar. Bu nok-tada İbrahim müdürün kendilerine yardımcı olmak için çırpındığını fakat yetkilerinin ken-dilerinin taleplerine cevap vermesinde onu kısıtladığını söylüyorlar. Bilhassa “üstaz” de-nilen kampın kanaat önderleri kendisini çok seviyor. Hatta ziyaretlerimizden birinde bir hanımefendi kendisinin karakalem resmini çizmiş ve yanımızda hediye etti.

Kampta açılan kurslarda üretilen pike takımları, kanaviçeler, masa örtüleri sergi-leniyor. Ayrıca kampta çok güzel resimler yapmış çocuklar ve yetişkinler. Kendi hayat hikayelerini resmetmişler. Resimlerdeki duy-gu yoğunluğunu anlatmak imkansız. Ayrıca

geniş büyük çamaşırhanelerde çamaşırlarını yıkatıp kurutabiliyorlar. Bu konuda sorumlu olan personeller gün boyu misafirlerin ihti-yaçlarına cevap vermeye çalışıyorlar. Bilgi-sayar salonları, oyun salonları, spor salonları mevcut. Buralarda gençler ve çocuklar okul-dan arda kalan vakitlerini geçiriyorlar.

Ayrıca kampta futbol,basketbol,voleybol sahaları mevcut. Camiden çıkanlara bakar-ken dikkatimi çekti. Fıratın kenarında halı sahada futbol keyfi. J Bağrış, çağrış bir oyun kurulmuş. Küresel emperyalist güçle-rin oyunlarının yanında oldukça masum bir oyun. Kamerayı çıkartıp çekmeye başlayın-ca artistik hareketler ardı ardına gelmeye başladı sahada. Bizde halı saha kültürü çok geliş-miştir. Parasıyla oynadığımız halde halı sahalar özellikle akşamları sürekli doludur es-kiden beri. Dedim burada ar-kadaşların ilgisi nasıl. Onlarda da akşamları hep doluymuş.

halklarının çabalarını görmeye çalışırlar.

Öğleden sonra kamp hareketleniyor. Koşuştu-ran çocukların sayısı ar-

tıyor. Müdürlerimiz ile kampı do-laşmaya insanlarla hemhal olmaya devam ediyoruz. Yolumuz bir ana okuluna düşüyor şimdi. Yüzlerce çocuk karşılıyor bizi okul-da. Beraber ilahiler okuyoruz, kendi türkülerini söylüyorlar. Selamunaley-kum diye bağırıyor abimiz. Aleykumse-lam ve rahmetullahi ve bereka-tuhu diye hep bir ağızdan cevap ve-riyorlar. Hama’nın, H u m u s ’ u n , Dera’nın, Halep’in, Şam’ın, Lazkiye’nin özgür ve inançlı çocukları. Hepsinin başı dimdik, yüzleri güleç, gözleri umut dolu. Bir

nesil bir yetişiyor gümbür gümbür burada. Artık beşşar ve avaneleri daha fazla korksun. Çünkü bu çocuklar bu coğrafyada belamla-rın, tiranların, karunların sonunu getirecek. Çocuk dünyanın neresinde olursa olsun, hangi ırktan, hangi dinden, hangi mezhepten

olursa olsun her yerde umudun cisim-leşmiş hali adeta.

Okullarda 86’sı Suriye’li olmak üzere toplamda 96 öğ-

retmen görev yapıyor. Öğretmenlerin %90’ı gönüllü olarak hizmet veriyorlar. Müfredat

ise Arap müfredatı fakat BAAS rejimi-nin müfredatı de-ğil. Türkiye Cum-

8 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 9

Karantina Karantina

Page 7: Genç Öncüler -99

olağanüstü fedakarlık ve çabayla ağırladığı misafirler ile ilgili kararını henüz verebilmiş değil. Burada doğan çocuklar, buraya çocuk olarak gelip şimdi birer genç olmuş deli-kanlılar ne olacak sorusunun cevabını kim-se veremiyor. Ne bir eğitim planlaması ya-pabiliyorlar, ne bir kariyer planlaması. Çok bilinmeyen bir denklem gibi hayatları. En büyük istekleri ise kendilerinin gerekli yasal mevzuat değişikliklerinin yapılarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılmaları. Devle-tin bunu sağladığı takdirde kendi hayatlarını burada çizebileceklerini belirtiyorlar. Bu gü-vencenin verilmesi ile sığınmacılara yönelik ucuz iş gücü istismarınında büyük oranda önüne geçilebilecek. Çünkü vatandaşın çalış-ma izni olacak. Türkiye’de kesin kalıcı olduk-ları tescillenecek ve çocuklarına burada bir eğitim planlaması yapabilecekler.

Akşam hava kararmaya başlıyor ve biz-lerde havalimanına doğru yola koyuluyoruz. Kısa bir şehir turunun ardından havalimanı-na doğru yola koyuluyoruz. Şöför abimiz biz-leri havalimanına kadar bırakıyor. Ziyareti-mizin gerçekleşmesi için gerekli girişimlerde bulunan Başbakanlık Müşaviri Dr. Mehmet Babacan abimize, ziyaretimizde tüm sami-miyetleri ile bizlere destek olan ve bir bölü-münde bizlere eşlik eden AFAD Gaziantep İl

Müdürü Ahmet Taşkesen hocamıza, ziyare-

tin başından sonuna kadar her türlü ihtiyacı-

mızda yanımızda olan AFAD Gaziantep Şube

Müdürü Adil Şiraz hocamız ve Nizip Kontey-

nır Kent Kamp Müdürü İbrahim Halil hoca-

mıza teşekkür ediyoruz. Ağır bir sorumluluk

altında tüm samimi hizmetleri ile insanlığa

faydalı olma çabasındalar hepsi. Bunu sade-

ce bir iş için değil en başta Allah rızası için

yapıyorlar. Hepsinden Allah razı olsun. Güç-

lerini ve gayretlerini artırsın. Ayrıca bu ziya-

ret boyunca bana yoldaşlık eden dergimizin

yayın danışmanı Abdulvahap Yaman hoca-

mıza da hususen teşekkür ediyorum.

Kim bilir belki buradan bir Ronaldo çıkar, bir messi çıkar. Hikayesi de Nizip konteynır kentte başlamış olur.

Camiden çıkanlarla selamlaşıyoruz bizle-ri camilerine davet ediyorlar. İçeri giriyoruz içerisi tam bir sosyal yaşam alanı olmuş. Araplar zaten camii içerisinde ve çevresinde yaşamayı oldukça seven bir toplum. Bizdeki gibi camilere müze muamelesi yapmıyorlar. Camiler onların sohbet, eğitim, istişare orta-mı. Biz içeri girdiğimizde halka halka Kur’an

dersleri yapılıyordu. Çocuklar rahlelerini ve kitabı almışlar hocalarının etrafında dizil-mişler. 700’den fazla öğrenci Kur’an’ı Kerim eğitimi alıyormuş kampta. Ayrıca onlarca öğrenci de hafızlık çalışıyor. Hocalarımızdan biriyle konuşmaya başlıyoruz. Kendisi Ha-lep yakınlarından buraya gelmiş. Doğuştan bir yürüme engeli var. Fakat bu onun için çok fazla dert değil. Kendini eğitime ve ilme vakfetmiş. Gününün çoğunluğunu çocuklar-la geçiriyor. Kendisi kamplarda herhangi bir ayrımcılık ve baskıya uğramadığını beyan etti. Kamplarda çok fazla sıkıntılarının ol-madığını ifade etti. Onunda derdi bu ülkede bir geleceklerinin olup olmayacağı sorusu. Açıkçası Türkiye’de kalmak isterim diyor. Suriye’ye dönmeye pek niyeti yok. Dönsek ne yapacağız diyor. Belki bugün oluşan olumsuz atmosfer kendisine bunları düşündürüyor olabilir.

Hemen hemen kimsenin bugünden ve şartlardan derdi yok. Herkes cümleye bun-dan sonra ne olacak sorusu ile başlıyor. Gelecek burada en önemli gündem. Çün-kü Türkiye Cumhuriyeti yıllardır kamplarda

10 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 11

Karantina Karantina

Page 8: Genç Öncüler -99

bildikleri herkesi öldürmeye başlamışlardı. Anarşinin önü alınamıyordu.. Günde, ortalama 30-40 kişi öldürülür hale gelinmişti ülke çapın-da..

Böyle bir durumda kitleler bir ‘kurtarıcı’ bekler hale getirilmişti ve esasen darbeciler de, ‘mevcud- müesses nizam’ı, yani, kemalist-laik rejimi kurtarmak ve inisiyatifi tamamen yitirmemek için, müdahale etmek üzere müsa-id zamanı kolluyorlardı..

Sadece ne zaman olacağı, zamanlaması üzerinde rivayetler muhtelif idi..

Nitekim, daha sonra, o dönemin 2. Ordu Kom. olan Org. Bedrettin Demirel’in hatırala-rında açıkça yazdığına göre, askerî darbenin 11 Temmuz 1979 tarihinde yapılması karar-laştırılmıştı, ama, halkın askerî darbeyi benim-semesi ve ‘asker ve halkın karşı karşıya gelme-si’ şeklindeki tehlikeli ihtimale karşı, durumun daha kabul edilebilir hale ge(tiri)lmesi için, , 12 Eylûl 1980 tarihine ertelenmişti..

Yani, cinayetlerin ve anarşi ortamımın plan-lı şekilde devamı, belli odaklarca, belli hedefler için tezgahlanıyordu..

Bu ertelenme sırasında da, ülke çapında binlerce insan daha birbirini öldürmüştü.

O günleri bilmeyenler için bugün masal gibi gelecek bir durumdu ama, biz de durumu bü-tün dehşetiyle kavrayamıyorduk.. ‘Ol mâhîler (balıklar) ki, derya içredir, deryayı bilmezler..’ misali, etrafımızda cereyan eden o korkunç anarşi ortamını, hayatın tabiî bir yansıması olarak görüyor gibiydik..

* Evet, 1980 Mayıs sonunda ülkeden normal

yollarla çıkmıştım. Ama, 1974 tarihinde, (he-nüz İstanbul Hukuk’u yeni bitirmiş ve yazı ha-yatında yeni birisi olarak) ‘Bâb-ı Âli’de Sabah’ gazetesinde yazdığım bir yazıda, dönemin C. Başkanı Fahri Korutürk’ün İslam hakkında yaptığı açıklamaları yersiz bularak yazdığım bir makalede, ‘Devlet’in İslamî esaslara göre yönetilmesi yolunda propaganda yaptığım’ suçlamasıyla TCK. 163. maddeden aldığım 15

aylık hapis cezasını 1978-78’de yattıktan son-ra, hemen her yazımdan da benzer suçlamalar arka arkaya gelmişti..

Mimlenmiştim bir kere.. Hakkımda görülmekte olan 30’dan fazla

Ağır- Ceza dâvası görülmeye başlanmış ve bu dâvalardan birisinde de aldığım bir ceza da Temyiz tarafından onaylanarak kesinleşmişti.. Ben o cezanın bana tebliğ edilmesine ve tek-rar yakalanmama fırsat vermeden, o arada, hemen, normal yollarla yurt dışına çıkmıştım, İran’daki bir uluslararası konferansa katılmak üzere..

İran, Pakistan -ve birkaç gün de Hindistan’da olmak üzere- ve daha sonra da Afganistan’da üç ay kalmıştım.

İran inkılab / devrim çalkantıları içinde idi.. Pakistan’da General Ziyâ-ul’Haqq’ın askerî yö-netimi vardı.. Afganistan’da Sovyet Rusya or-dusu ve yerli komünist güçler her tarafı kana buluyordu ve dünyanın en fakir halklarından birisi olan Afgan halkı, en büyük çaresizlikler içinde, direnmeye çalışıyordu..

Oralarda yapabileceğim fazla bir şey olma-dığını görünce, değişik bir kimlikle Eylûl- 1980 başında, -mahkumiyet kararım olduğunu bildi-ğim halde, o şartlarda gizlenebileceğim ümi-diyle- ülkeye geri dönmek kararı aldım ve 10 gün geçmeden bu kez de 12 Eylûl Askerî Dar-besi gerçekleşiverdi..

Darbeyi, o gecenin saat 03.00 civarında İstanbul’da Beylerbeyi’nde kalmakta olduğum -kendisi askerde olan- bir arkadaşın evinde, yan taraftaki komşuların yüksek sesli konuş-malarıyla uyanarak, hemen televizyonu açınca öğrenmiştim..

Ordunun açıklamaları yayınlanıyordu.. Tıpkı geçmiş darbelerde de çok dinlediğimiz üzere, ‘Ülkenin içine düştüğü durumdan kurtarılması için..’ gibi bildik açıklamalar..

İlkokul- 2. sınıfa gitmekte olan kızım da uyanmış ve beni düşünceli ve kaygılı görünce, ‘Yani, şimdi Atatürkçüler mi kazandı, baba...’ demiş, ona, ‘kızım zâten onlar iktidardaydı..’

S elahaddin EŞ (ÇA-KIRGİL), 12 Eylül

1980 Darbesi öncesin-

de Türkiye’li Müslüman

gençler üzerinde etkili

olan ve onlara öncülük

eden önemli yayıncılık

faaliyetlerinin içerisin-

de bulunmuştur. Katkı

sağladığı yayınlar ara-

sında dönemin Selam

Gazetesi, Sabah Gaze-

tesi, Milli Gazete ve ay-

lık Şura, Tevhid ve de

Hicret Dergileri vardır.

Okurlarının Ağabey’i

olan Selahaddin Ağa-

bey, bu yayınlar içerisinde yazdıklarından do-

layı dokuz ay Paşkapı Cezavi’nde kalmıştır. Ce-

zaevinden çıktıktan sonra ise Ümmet için olan

mücadelesine hız kesmeden devam etmiş ve

Ümmet ile ilgili hemen hemen her meseleye

değinmeye çalıştığı yazılar yazmıştır. Hicret

Dergisi’nde yayınlamak üzere Afganistan-Rus

Savaşı sırasında gittiği Pakistan-Afganistan

gezisindeyken ise 12 Eylül İhtilali gerçekleşmiş

ve Türkiye’den göç etmek zorunda kalmıştır.

-Öncelikle farklı bir ülkeye iltica etme ka-rarını verme süreciniz nasıl gelişti, darbe ha-berini ilk aldığınızda neler düşündünüz?

Selahaddin EŞ: 12 Eylûl Askerî Dar-

besi beklenmeyen bir

şey değildi.. Üstelik,

27 Mayıs 1960 Askerî

Darbesi’ni; sonra,

Harbokulu Komutanı

Tal’at Aydemir’in 22

Şubat 1962 ve 21 Ma-

yıs 1963’deki başarısız

kalan darbe teşebbüslerini ve 12 Mart 1971

Askerî Darbesi’ni ve bütün bu dönemler içinde

eksik olmayan Sıkıyönetim uygulamalarını ya-

şamış birisi olarak, 12 Eylûl 80 Darbesi gibi bir

müdahale daha beklenmiyor değildi.

Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken..’’

isimli eserinde anlattığı gibi bir durum hâkimdi

kamuoyunda.. Çünkü, ‘sağ-sol’ terimleri etra-

fında odaklaşan çatışmacı güçler, ülke çapında,

hergün, hemen her yerde, kendilerine düşman

SELAHADDİN EŞ ÇAKIRGİL İLEİLTİCA ETMEK ÜZERİNE

Röportaj: Furkan GENÇOĞLU - Asım Ebrar YILDIZ

12 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 13

Karantina Karantina

Page 9: Genç Öncüler -99

Üstelik, yakalanamıyacağım anlaşılınca, 1982 tarihinde Kenan Evren rejimi tarafından vatandaşlıktan da atılmıştım.. Bu durum 10 yıl sürdü.. Bütün malvarlığıma elkonulmuştu, ka-nun gereğince.. (Hamdolsun ki, hiç bir şeyim yoktu.. Ama, ben yurt dışındayken vefat eden babamdan kalan ufak çaplı miras malın benim hisseme düşeni üzerine de ‘hazine payı’ kaydı düşülmüştü..)

*Turgut Özal’ın vefatından kısa süre önce,

vatandaşlıktan atılanlar (12 Eylûl Darbesi’nden sonra vatandaşlıktan atılanların sayısı 14 bini aşkındı.) tekrar vatandaşlığa alındılar. Ama, kendilerinin başvurmaları kaydıyla.. Yani, bir bakıma, pişmanlık belirteceksiniz, devletten özür dileyen bir duruma düşeceksiniz, vs..

Tabiatiyle, çok az kimse başvurdu bu kayıt altındaki bir vatandaşlığa tekrar kavuşmaya.. Ben de başvurmadım.. Bu kanun daha sonra, herhangi bir başvuruya gerek kalmadan, va-tandaşlıktan atılanların tekrar vatandaşlığa otomatik olarak, re’sen yazılmaları şeklinde düzeltildi, 1994’lerde...

Ancak, ben de o sırada hanımımın vefat et-mesi ve ayrıca Türkiye bazı laik kişilere karşı işlenen suikast eylemlerinin üzerime yıkılması ve medyada aleyhimde gerçekdışı, hayalî yı-ğınla hikayeler anlatılması.. O kadar ki, , ke-sinlikle ilgim olmayan bazı yayınlar bile, benim uslûbumu andırdığı gibi ilginç bilirkişi raporla-rıyla benim üzerime yıkılmıştı. Ne de olsa ben dışardaydım..

Bu gibi iddialara daha sonra da ‘Kudüs Kur-tuluş Ordusu’ gibi bir örgüt kurup yönettiğim gibi iddiaları da eklendi ve bunların savcılık id-dianamelerine kadar girmesi üzerine, ülkeye dönmek fikrini bir kenara koymuştum.. Çünkü, bu ididalar asılsız olsa bile, kendimi o sistemin yargı mekanizmasının dişlileri arasından kur-tarmamın kolay olmayacağını biliyordum..

Ben bu arada, Pakistan ve İran’daki bazı gazetelerde de günlük yazılar yazıyordum.. muhatablarının çoğu Avrupa’da olan çevre-lere, türkçe aylık dergilerin hazırlanması ve gönderilmesinde de emek harcıyordum, ‘Ku-düs Yolu’, ‘İslam Çağrısı’ ve ‘Keyhan-Türkî’ gibi.. Yani, boş bir ânım olmuyordu ve yoğun meşguliyetlerim de vardı..

-Daha sonra İran’dan Almanya’ya göç edi-yorsunuz. Almanya’ya gitmenizdeki sebep ne idi?

Selahaddin EŞ: Avrupa’ya geçiş kararı al-mama gelince..

İran’da İslam İnkılabı’nı yapanlarla ona karşı olanlar güçler arası mücadelede tarafım bel-liydi.. Ben inkılabın yanındaydım.. Ama, daha sonra.. Özellikle, İmam Khomeynî’nin vefatı ve de İran- Irak Savaşı’nın bitmesi ve daha sonra 1990 Ağustosu’nda Kuveyt’in Saddam tarafın-dan işgal ve ilhakından sonra 1991 Baharı’nda patlak veren Irak- Amerika Savaşı’nın ortaya çıkması gibi büyük hadiselerden sonra..

*İran’da inkılab’ı yapan kesimler arasında

da, bir ayrışma başlamıştı.. Bu fasıl da gözlemlenmesi gereken önemli

bir sosyal tablo oluşturuyordu.. Ama, benim iki taraftan da yakın dostlarım

ve iki tarafın da kendilerine göre haklı sayıla-bilecek argümanları vardı.. İran’da, Keyhan ve Cumhurî-i İslamî gibi önde gelen gazetelerde günlük makaleler yazıyordum; tarafımı ortaya koymazsam, bu da yanlış olacaktı.. Ben bir ayrı ülkenin insanı olarak o ayrışmada taraf olma-

dediğimde de, ‘Yani, demek istiyorum ki, şimdi daha çok mu kazandılar?’ karşılığını vermişti.. Acı bir tebessümle, ‘Evet kızım, aynen öyle..’ demiştim..

Artık, yeniden yakalanmadan nasıl ve hangi yollardan yurt dışına çıkabileceğimin çare ve yollarını düşünmeye başlamıştım..

Darbenin gerçekleşmesinden üç gün sonra, ise, arka arkaya verilen kararlarla, mahkûmiyetim -yine 163. maddeden, 15 se-neye varmıştı.. Gerisi de gelecekti..

Sıkıyönetim bildirilerinde ‘aranan kişiler’ listesinde okunan binlerce isim arasında be-nim ismim de okunuyordu..

O sıkıntılı şartlarda, bazı dostlar beni Suûdî rejimine götürmek istediler. Orayı tercih et-medim.. Aynı şekilde Karadeniz üzerinden bir balıkçı teknesiyle Bulgaristan’ın Burgaz şeh-rine ve oradan da Almanya’ya götürmek öne-rilerine de sıcak bakmadım ve karadan ve gizli yollarla İran’a geçmeyi düşünmeye başladım.

Bu kararımı çok sınırlı sayıda, birkaç arka-daş biliyordu.. (Rahmetli) hanımım ve kızımı -kendilerine 3-5 ay yetecek kadar bir harçlık bırakıp- Allah’a emanet ederek İstanbul’dan ayrıldım.

Ve konaklamalardan maceralı bir bekleyiş sonra, cebimde 500 alman markı, 29 Ekim 1980 gecesi Yüksekova- Esendere üzerinden, normal giriş-çıkış kapısı dışında yollardan İran tarafına geçtim.

-Sığınacak yer olarak -1979 devriminden de sonra- İranı seçmenizin sebebi ne idi?

Selahaddin EŞ: İran, 1979 başında Rûhullah Khomeynî isimli bir din âliminin lider-liğinde gerçekleşen İslam İnkılabı ile, Şah’ı ve Şahlık rejimini devirmiş ve beşer tarihinin son 200 yılında yaşanmış olan en büyük halk hare-ketlerinden, inkılab / devrim hareketlerinden birini yaşıyordu.. Ve o ınkilab atmosferi içinde milyonların harçeresinden yükselen duygu, dü-şünce ve mesajlar, benim de kalbimi ve bey-

nimi dolduran ve doyuran düşünce, inanç ve mesajlardı..

Hem bu büyük hareketi gözlemlemek ve hem de onun bir kenarında karınca kararınca, kendi gücümce tutunmak düşüncem vardı..

-İran’da ne tür sıkıntılar yaşadınız, burada iltica etme hususundaki hukûki süreci nasıl ilerlettiniz?

Selahaddin EŞ: Gerek İstanbul’da, İslam İnkılabı’nı destekleyen yayınlarımızın bilin-mesinden kaynaklanan tanınmam ve gerekse, 1980 yazında o coğrafyada geçen 3 aylık süre boyunca bir takım âşinalıklar yüzünden fazla bir zorlukla karşılaşmadım..

-İran’da maişetinizi nasıl kazandınız?

Selahaddin EŞ: Matbuat (medya) âleminden gelmiş olmam hasebiyle, bazı yayın organlarında çalışmak imkanı buldum.. Maişe-timi temin edecek bir mikdar geçiyordu elime..

Benim ülke dışına çıkışımdan üç ay kadar sonra hanımım ve kızım da geldiler, kalacak ev açısından bazı kolaylıklar da sağlandı. Çalıştı-ğım medya kuruluşları/ gazeteler tarafından..

-Türkiye’ye geri dönmeyi düşündünüz mü?

Selahaddin EŞ: Türkiye’de geçmişteki askerî darbelerin etkisinin en fazla 4-5 sene sürdüğünü bildiğimden, bu askerî darbenin de daha fazla sürmeyeceğini düşünüyordum.. Ama, 12 Eylûl 80 Darbesi, sosyal bünyeyi çok daha derinden etkileyecek şekilde uzun vâdeli değişim ve kemalist-laik düzenlemeler içinde geçti ve on yıllarımızı aldı.. Ki, onların etkileri hâlâ da tamamen giderilebilmiş değil; başta anayasa olmak üzere..

Üstelik, İran-Irak Savaşı da en kanlı şekliyle devam ediyordu.. O karmaşık yıllarda, hakkım-daki yığınla cezaî takibat da devam ettiğinden, dönmemi sağlıyacak bir olumlu işaret yoktu..

14 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 15

Karantina Karantina

Page 10: Genç Öncüler -99

Mahkeme tarafından, ‘mahkemeye gelmem

halinde, tutuksuz yargılanacağıma dair güven-

ce belgesi verilmesine’ dair bir karar üzerine

gelmiştim. Dönüşüm üzerinden 45 gün kadar

geçtikten sonra gittim mahkemeye..

Yargılama halen de devam ediyor..

Açık olarak bir suçlama yapılmıyor.. Sade-

ce bazı hadiselere karışmış sanık durumuna

düşmüş kimselerden bazılarının da benimle

görüşmüş kimseler olduğundan söz ediliyor,

iddianamede..

Tabiatiyle, 40 seneyi aşkın bir zamandır

matbuat hayatında olan birisi olarak, gerek

ülke içinde, gerekse yurt dışında yüzlerce de-

ğil, binlerce-onbinlerce insanla görüştüğümü,

bunların içinde her tip insanın bulunabileceği-

mi, herkesi tanımamın mümkün olmayabile-

ceğini söylemekle yetiniyorum.. Çünkü daha

fazlasını bilmem mümkün değil..

-STK’ların ve dahi devletin mültecilere karşı tutumu hakkında görüş ve tavsiyeleriniz neler?

Selahaddin EŞ: Türkiye’de hele de iltica gibi

konuların önemi ve insan hak ve haysiyetine

uygun tavırların geliştirilmesi düşüncesi yeni

yeni gelişmeye başladığından, STK’lar da yeni

yeni gelişiyor.. Ayrıca, ülkenin ekonomik duru-

munun iyileşmesi, bu çalışmaların gelişmesine

de önemli katkılar sunuyor.. Bu bakımdan, geç-

mişte hele de içerden bakıldığında yeter de

artar bile denilebilecek düzenlemelere, dünya

ortalaması açısından bakıldığında yetersizlik-

lerimiz görülebilir. Mülteciler, genelde, bize

açlıktan kurtulmak için sığınan aç-sefil insanlar

olmayıp, çok kere, kendi ülkelerinde tahammül

edilemiyecek bir durumla karşılaşan ve ora-

da rahat yaşarken, yerini yurdunu terketmek

zorunda kalan ve bu bakımdan , sığındıkları

ülkelerde sadece karınları doyurulmakla tat-

min olmayan, kalbleri kırılmış, beyinleri karma

karışık duygular içinde ve bunun için de özel

bir itina gösterilmesi gereken kimselerdirler.

Nitekim, fikrî- ideolojik, itikadî özelliklerinden

dolayı baskıya maruz kalanlara bulunduğum

hemen hemen bütün ülkelerde, emniyet’ler-

de, başkalarından farklı bir muamele uygu-

landığını çok yaşamışımdır.. Hattâ, o gibilerin

fikir, ideoloji ve inançları hakkında ilgi ve bilgisi

olmayan güvenlik güçleri bile, o gibilerle kar-

şılaştıklarını anlayınca, onlara daha farklı dav-

ranırlar ve onları rencide etmemeye daha bir

dikkat gösterirler.

Bu bakımdan, bu tür ilgi ve davranışları,

hemen bütün ilticacılara da uygulamak ge-

rekir. Ve, STK’larının ve güvenlik birimlerinin,

bu konuya yabancı olmaması ve her mülteci-

nin, kendi ülkesinde potansiyel olarak, belli bir

ağırlığı varken, her şeyini terketip başka bir

dünyaya sığınmak zorunda kalmış yaralı kim-

seler olduklarını düşünmeleri gerekir.

-Son olarak mültecilere karşı gençlerin ya-

pabilecekleri hakkına daha önce farklı ülke-

lere iltica etmiş bir kimse olarak neler söyle-

mek istersiniz?

Selahaddin EŞ: Mülteciler, cismanî açıdan

daha çok korunmaya muhtaç, ruhî açıdan ise

daha bir paramparça olmuş duygulara sahib

insanlardır. Onlardan, çok sağlıklı tepkiler bek-

lemek de gerekmez.. Bazen hırçın ve bazen

uyumsuz, ve tutarsız tavırlar bile sergileye-

bilirler.. Onlara bu gibi durumlarda, geldikleri

ülkenin kanunlarına saygılı olmaları ve minnet

borçlu oldukları gibi hatırlatmalar bile rencide

edebilir.. Yani, iltica mekanları, makamları ve

onlarla ilgilenen STK’lar tahammüllü olmalı ve

bir psiko-terapi merkezinin yetişmiş eleman-

ları gibi hassas davranacak şekilde eğitimden

geçmelidirler.

mayı tercih ettim ve İran’dan ayrılmaya karar verdim..

*Bir Doğu Ülkesinden Batı Ülkesine göç

edince ne gibi değişiklik ve sıkıntılar yaşadınız?Doğu dünyasını büyük çapta görmüştüm..

Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya kadar..Ama, Türkiye’nin batısına hiç geçmemiş-

tim.. Bu bakımdan bu dünyayı da tanımak, gör-mek ve gözlemlemek istiyordum.. İran’daki in-kılabı yapan kitleler arasındaki sözkonusu o iç huzursuzluklar ın de etkisiyle, başka dünyalara gitmenin daha uygun olacağını düşündüm ve Batı Avrupa ülkelerine gittim.. Hollanda, Bel-çika, Fransa ve Almanya gibi ülkelere.. Orada, müslüman kitlelerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde olmayı tercih ettim..

Bu bakımdan çok büyük sıkıntılar yaşadı-ğım söylenemez.

Ama, ilticanın içinde bir insanın iç dünyası-na dokunan, batan bir taraf daima vardır.. Hele de ‘Hicret’ kelimesi, ‘hicran’ kelimesiyle aynı kökten gelir. Hicran acı veren ayrılık ve yalnız-lığın artması demektir..

Bu bakımdan ilticanın, -ya da bazılarının de-yimiyle- hicret’in elbette acıları olacaktır. Ama benim kendi adıma çektiğim sıkıntılardan sö-zetmek hoş olmaz.. Bir takım ideolojik, siyasî ve ya itikadî mücadelelere girenler bu gibi sıkıntılı durumlarla karşılaşabileceklerini taa baştan kabul etmelidirler.. Bu bakımdan, bura-da, ilticanın özünde zaten yığınla tarif edilmez acılar, yalnızlıklar, ruhî yaralanmalar olduğunu -olacağını hatırlatmanın ötesinde kendimden daha fazla söz etmeyi doğru bulmuyorum..

Ama şu kadarını söyleyeyim ki, başka sığın-macıların yaşadığı sıkntıların büyük bir kısmı-nı ben yaşamadım. Çünkü, hayatını kalemiyle geçirmeye çalışan birisi olarak yazılar yazı-yordum, konferanslara katılıyordum. Sığınılan devletten de hiç bir yardım almaksızın hayatı-mı idame ettiriyordum. Bu da, o gibi devletle-rin size daha bir ılımlı bakışlarını beraberinde getiriyordu..

-Almanya’ya iltica etmek hususundaki hu-kuki süreci nasıl ilerlettiniz, iki ülke arasında nasıl bir tutum farkı vardı?

Selahaddin EŞ: Almanya‘da o zamanlar, 2000’lı yılların öncesinde özellikle Türkiye’den yapılan iltica başvuruları biraz farklıymış.. PKK’lı olduklarını söyleyenlere epeyce kolay-lıklar sağlanmış.. İslamî eğilimlerinden dolayı sığınanlar çok fazla değilmiş ve bu da fazla bir mes’ele olmuyordu..

Ama, yani bugünkü gibi paranoia derece-sine varmış bir ‘İslamofobia’ / İslam korkusu’ sözkonusu değildi..

Bugün Almanya ve Avrupa’da İslam’a du-yulan hassasiyetler ve korkular, özellikle de Amerika içinde meydana gelen 11 Eylul 2001 Saldırıları’ndan sonra gelişti..

-Yaklaşık 35 yıl sonra Türkiye’ye geri dön-dünüz, bu dönüşte neler yaşadınız, nasıl kar-şılandınız, yürüttüğünüz yayın ve çalışma-lardan dolayı hakkınızda çeşitli yargılama süreçleri devam ediyordu, bunlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Selahaddin EŞ: Türkiye’ye dönüşümü özel-likle sessiz sadâsız yapmayı tercih etmiştim.. Bu bakımdan sessizce, çok yakınımda olanlar-dan çok sınırlı sayıdaki kimselerin bilgisi ile ve en üst siyasî iradenin vazifelendirdiği birkaç hukukçu millet vekilinin hazır bulunduğu bir şekilde 10 Ocak 2015 sabahı saat 07.00 civa-rında, Ankara Esenboğa Havaalanı’na geldim.

16 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 17

Karantina Karantina

Page 11: Genç Öncüler -99

insan insanın sığınağıdırBetül BABACAN

mu gerçekleşmiştir ve bu yeni doğanlar için sağlıklı gelişim koşullarından bahsedebilmek, anne-babalara koruyucu, önleyici çalışmalar yapmakla yakından ilintilidir. Kendilerini ve sevdiklerini güvende hissetme duygusu çocuk-ların psikolojik ve sosyal gelişimlerinin sağlıklı olarak devamı için vazgeçilmez bir unsurdur. Özellikle de savaş gibi olağanüstü durumlar-dan sonra oluşan zorunlu yer değiştirmelerin mülteci çocukların ruh sağlığını derinden etki-lediği bilinmektedir (Reed & Fazel 2012; De-rezotes, 2000). Bunların yanı sıra ağır ekono-mik koşullar ve yoksunluklar içinde yaşanan bu travmatik savaş sürecinin oluşturduğu sıkın-tılara, göç sonrasında da adaptasyon sorunu, sosyo-ekonomik sorunlar ve belirsizlik duru-mu eklendiğinde sorunun boyutları ve etkileri daha da iyi görülebilmektedir.

Travmatik olaylara maruz kalmış veya ta-nıklık etmiş çocuklarda belirgin bir kayıp duy-gusu ve yas tablosunun yanında (Macksoud et al. 1993) depresyon (%39-64 sıklığında) ve travma sonrası stres bozukluğu (% 20-74) en sık görülen ruhsal durum bozukluklarıdır. Ayrıca, kaygı bozuklukları, davranış sorunları, madde kullanımı ve akademik başarısızlık da sıkça bildirilen sorunlardandır. Yeryüzü Dok-torları Psikososyal Destek Birimi bünyesinde yürütülen İlaf Projesi, yaşam güçlüklerine karşı çocuklara psikolojik destek sağlayarak, adap-tasyonlarını artırmayı hedeflemektedir. Proje grubu, Mülteci Çocuklar İçin Okul Temelli Des-tek Programı oluşturarak çocuklarda duygu, düşünce ve davranış arasındaki ilişkiyi anlat-ma, problem çözme, altenatif-işlevsel düşünce geliştirme, zorluklarla başetmelerine yardımcı olma temel amaçlarıyla çalışmalarına başla-mıştır. Proje grubu tarafından tespit edilen en yaygın problemler kaygı, depresif duygu duru-mu ve içe kapanma, riskli davranışlar, korkular ve kaçınma davranışları, kızgınlık ve dürtüsel-lik ve uyumsuz davranışlar olmakla beraber bazı öğrencilerde ileri düzeyde psikiyatrik bo-zukluklar olduğu ve müdahale gerektirdiği de görülmüştür. Uygulanan projede bilişsel dav-ranışçı terapi teknikleri ve grup terapide uygu-lanabilir çeşitli ısınma ve drama aktiviteleriyle hedef kitlede uzun vadede fayda sağlayacak-

ları ve çevrelerine de destek olabilecekleri bir bilinç düzeyi hedeflenmektedir.

Suriyeli çocuklarla aynı okulda eğitime devam ediyor olmak, çocukların her birinde yalnız olmadıklarını, tecrübe ettikleri zorlayı-cı olayların (ölümlere tanık olma, yaralanma, bomba sesleri, görüntüler, birinci dereceden kayıplar, göç, vatan hasreti, toplumda dışlan-ma, yabancılaşma vb.) sadece kendi başlarına gelmediğini görmelerini ve grubun üyesi olma hissiyle diğer ortamlara nispeten kendilerini daha çok güvende hissetmelerini sağlamakta-dır. Bunun yanı sıra, ailenin gelir düzeyinin iyi ve stabil olması çocukların duygu durumları-nın korunmasına yardımcı olmaktadır.

Esas itibariyle çocuklara yalnız olmadıkları ve tüm yaşananların, sıkıntı ve kayıpların üste-sinden gelebilecek güçte olduklarını telkin et-mek, insan olmak sorumluluğumuzdan ötürü dertlerini bilmek, onlara zor olanı kolaylaştır-mak gerekmektedir. Psikososyal destek sağla-mak, bir doktorun elinde neşterle ameliyatha-nede işini yapması ve sorunun çözülmesi gibi somut çıktıları olmayan fakat, örneğin hava karardığında tek başına oturamayan, dışarı çıkmaya korkan, gece tek uyuyamayan bunla-ra bağlı olarak gece uykusu rahatsız ve genel olarak kaygı bozukluğu yaşayan 10 yaşlarında bir çocuğun, zaman içinde kendi normalini bul-ması ve yeni düzenine adapte olması anlamı-na geliyor. Haksız bir savaştan yaralı çıkan bir çocuğun kendini daha iyi hissetmesi ise, yazı-yı ilk cümleye dönüp tamamlamaya yardımcı oluyor: insan insanın sığınağıdır.

KaynakçaFazel, M. & R. Reed. “Mental health of displaced and refugee children resettled in high- income countries: risk and protective fac-tors” The Lancet: 379. (266-282): 2012.Macksoud, M. “Helping Children Cope with the Stress of War”. UNICEF. New York, 1993.Mazlumder “Türkiye’de Suriyeli Mülteciler: İstanbul Örneği; Tespitler, İhtiyaçlar ve Öneriler” Raporu. Aralık 2013.“Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri” Raporu. ORSAM - TESEV: Ocak 2015.

Dipnotlar1 Mazlumder “TÜRKİYE’DE SURİYELİ MÜLTECİLER: İstanbul

Örneği; Tespitler, İhtiyaçlar ve Öneriler” Raporu. Aralık 2013.2 ORSAM - TESEV İşbirliği ile hazırlanan “Suriyeli Sığınmacıların

Türkiye’ye Etkileri” Raporu. Ocak 2015

E ylül ayı başlarında, kucağında oğluyla Ma-car polislerden kaçan Suriyeli göçmen bir

babayı çelme atarak yere düşüren gazeteci vakasıyla, göçmenlerin; mevcut yerlerinden ölümleri pahasına gitmek zorunda olanların hali modern dünyanın insanlığını bir kere daha zorunlu olarak sorgulamaya açtı. Yalnızca Suriyeli göçmenler değil, Afrika’dan kaçarak Avrupa’da vatandaş veya kaçak statüsünde bir hayat umudu kuran milyonlarca göçmenin ya-şam standartları; ülkelere giriş koşulları; göç-men kaçakçılığı; sosyal uyum, adaptasyon, psi-kolojik destek ve toplumdan dışlanmaları gibi meselelerin gündeme getirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç halini aldı. 2011 yılından bu yana Türkiye’ye iltica eden Suriyeli göçmenlerin sayısında dramatik biçimde artış yaşanmıştır. 2013 yılında, kayıtlı mülteci sayısı kamplarda 2001 bin, kamp dışında ise 300 bin iken; 2014 yılı resmi rakamlara göre 1.62 milyonu bul-maktadır.

Vatanlarından ayrılmak zorunda kalan binlerce Suriyeli aileyi konuşurken, ilk adımda çocukları, gelecek kuşakları gözeten bir çerçeve çizerek giriş yapmak gerekir. Kendi evinde/memleketinde savaşa tanık ol-muş, kayıpları olan veya kamp

alanında sıkıntılar yaşamış veya ailesinin zorunlu

yerleşime maruz kal-dığı bir ülkede do-

ğarak hayata tutunmaya çalışan çocukları... Bu metinde İstanbul’da yaşayan, Suriyelilerin eğitim gördüğü okullara devam eden, 9-15 yaş aralığındaki çocuklara psikososyal destek sağ-lamanın gerekliliğine ve bu alanda örnek bir uygulamaya yer verilecektir.

Travmatik olaylara maruz kalarak iltica eden çocukların çoğunda yoğun düzeyde kaygı bozukluğu, sosyal uyum problemleri ve kayba bağlı uzun dönemde yas hali gözlemlenmekte. Göç sonrasında, burada doğan çocukların ya-şamındaki en önemli tehdit unsuru ailenin sos-yoekonomik durumu ve yaşadıkları travmayla başedebilme kapa-siteleridir. Tesev’in aktardığı Sağlık Bakanlığı 2014 verilerine göre, Türkiye’de 35.000 Suriyeli doğu-

18 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 19

Karantina Karantina

Page 12: Genç Öncüler -99

Cuma günü öğleden önce saat on bir gibi evden yola çık-tım. Aklımda gidip orada bir kaç saat bulunmak ve Cuma Namazını otogardaki Cum-huriyet Camii’nde kıldıktan sonra eve geri dönmek vardı. Aksaray’dan metroya bindim. İneceğim yere 6-7 durak uzak olduğumu fark edince bir kö-şeye doğru ilerledim ve sırt çantamdan Nureddin Yıldız Hocanın Arş’ın Gölgesindeki Genç adlı kitabını çıkardım. O aralar motivasyona ihtiyacım olduğunda bu kitabı okuyor-dum. Bana zirveyi aşılıyordu Hocanın kitabı. Her yönden imar edildiğimde alacağım hal bu kitapta yazıyordu bir genç olarak. Kitapta kal-dığım yeri açtım. ‘Ümmetin Parçasıdır’ bölü-mündeydim ve ilk paragrafta da aynen şöyle yazıyordu: ‘’Alırken hissettiği hazzı verirken de hisseder. Mülkün asıl sahibi Allah Teala olduk-tan sonra o emanetçinin elinde durması ile bu emanetçinin elinde durması arasında ne fark olacak diye düşünür. Bu düşüncesi onun ima-nından kaynaklanır.’’

Saat on ikiye çeyrek kala otogara vardım. Mültecilerin bulunduğu Cumhuriyet Camii benim otogara girdiğim kıs-mın arka tarafında yer alıyor-du. Bu yüzden önce her şey gayet normal seyrinde ilerli-yor gibiydi (otobüs kornala-rının sesleri, yolcu uğurlama ve karşılamaları, otobüse geç kalanların çevrelerini umursa-maz koşuşturmaları, bayram tatili gidişi trafiği, klasik otogar manzarası). Bir otobüs şirketi-nin içinden geçerek otogarın caminin bulunduğu tarafına

geçtim. Önümdeki otobüsleri aştım ve caminin ana girişinin tam önünde, o müthiş manzara karşısında kala kaldım. İnternet’ten birkaç şey görmüştüm fakat bu kadarını beklemiyordum. Caminin ana girişinin önünde yaklaşık yüz elli insan, çoluk çocuklarıyla birlikte, altlarına ser-dikleri battaniyelerin üzerinde sanki yıllardır buradalarmış gibi bir bıkkınlıkla duruyorlar-dı. Caminin ana girişinden başlayarak bütün çevresi ve camiye çıkan her yol da polis bari-katlarıyla çevrilmişti. Bunların çoğu artık bazı

Y az tatilinin son zamanlarıydı. Gezmeler, tozmalar, dinlenmeler, uykular, işler, güç-

ler gibi sebepler yüzünden tatile başlarken aklımdan geçen ve gerçekleştireceğim dedi-ğim aksiyon ve fikirlerin çoğundan geride kal-mıştım. Okumalarım fena devam etmiyordu fakat kalemi elime ancak haftada bir alabili-yor, bir türlü istediğim derecede bir harekete girişemiyordum. Derken Eylül ayının 17’sin-de, Cumartesi günü dergiden bir mesaj geldi: ‘’Esenler Otogarındaki mülteciler ile ilgili fo-toğraflama ve mülakat yapılması lazım, orada

sıkıntılı bir durum var’’ diyordu ağabeylerden biri. Edirne’ye gitmek isteyen mültecilerin oto-garda olduklarını biliyordum fakat herhangi vahim bir durumun olduğunu sanmıyordum. Keza mesajın geldiği gün farklı bir platform-dan bir arkadaş da beni arayıp otogara gelip gelmeyeceğimi sormuş , ben ise belki gelirim cevabını vermiştim. Hem kendime bir aksiyon arayışım hem de dergide bir işin ucundan tut-mak isteyişimden ötürü mesaja hemen cevap verdim: ‘’Ben yarın gideceğim otogara, dergi-lik bir şey olursa kaydederim.’’

BÜYÜK İSTANBUL OTOGARINDAKİ MÜLTECİLER İLE MÜLAKAT

Abdullah Etka AYAN

20 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 21

Karantina Karantina

Page 13: Genç Öncüler -99

En son Antalya’daydık, oradan İstanbul’a geldik Edirne’ye gitmek için.’’ ‘’Edirne’den nereye gi-deceksiniz?’’ ‘’Nasipse Yunanistan’a geçeceğiz, oradan da Almanya’ya gideceğiz.’’ ‘’Bu ülkeler sizi ya almak istemezlerse, haberlerde bazı Av-rupa ülkelerinin sınırlarına tel ördüklerini gö-rüyoruz?’’ ‘’Telin üstünden atlarız.’’ ‘’Karşınıza askerler çıkarsa’’ ‘’Savaşırız’’ (gülüşmeler) ‘’O biraz zor olabilir, isimleriniz nedir?’’ ‘’Muham-med, Kâsım ve Muhiddin’’

Ben Muhammed ile konuşmaya devam ederken, Kâsım ve Muhiddin kendi aralarında sohbet etmeye başladılar. ‘’Türkiye’ye nere-den geldin?’’ ‘’Halep.’’ ‘’Kaç yıl oldu Türkiye’ye geleli?’’ ‘’İki buçuk sene.’’ ‘’Yalnız mı geldin, ai-len nerede?’’ ‘’Ailem hala Halep’te, ben yalnız geldim.’’ ‘’Onlar neden gelmediler?’’ ‘’Şartlar yüzünden.’’ ‘’Peki ne içindir o zaman bu Avru-pa sevdası?’’ ‘’Yanlış anlama kardeş biz size teşekkür ediyoruz, her şey için Allah razı ol-sun. Savaş yüzünden başlamıştı bu göç yolu, ailemizi, akrabalarımızı terk etmek zorunda kalmıştık, siz de bize kucak açmıştınız, ama

ne olursa olsun misafiriz biz burada ve şimdi

gitmemiz lazım. Benim ağabeyimi IŞİD götür-

dü , neden dersen ben de bilmiyorum. Bir gün

önümüzü kesip yalnızca isimlerimizi sordular.

Ağabeyimin ismi Abdullah’tı. Sonra hiçbir şey

demeden ağabeyimi alıp götürdüler. Beni al-

madılar. Ben de düştüm yollara. Allah da bizi

buralara kadar getirdi. Ailemden uzağım ama

olsun. İnsan alışıyor. İnşallah bir yere yerleşe-

bilirsem bir aile kurarım, o zaman hiç bırak-

mam ailemi.’’

insanlar için normal bir durum haline gelmiş olsa da benim için hala kanıksanamaz ve ka-nıksanmamalıydı.

Bu manzara karşısında ilk olarak telefonu-mu çıkardım. Fotoğraf çekmeye ve çevremi gözlemlemeye başladım. Daha sonra caminin ana girişinin sol tarafında bir basın mensubu topluluğunu fark ettim. Belki onların yanında caminin içine girerim düşüncesi ile yanlarına gittiğimdeyse çok daha vahim bir durumun ol-duğunu gördüm. Basın mensuplarının durduğu yükseklikten caminin avlusu ve iç tarafının bir kısmı gözüküyordu ve gözüken durum, dışa-rıdakinden çok daha kötüydü. Caminin avlu-sunda, Fatih Saraçhane Parkını en az iki defa dolduracak kadar çadır ve insan vardı. Bunun karşısında ben yine telefonumu çıkartıp fotoğ-raf çekmeye başladım. Ta ki arkadan bir ses

‘’Çekme kardeşim çekme ne var burada’’ diye-ne kadar.

Arkama döndüğümde bana seslenen kişinin bir polis olduğunu gördüm. ‘’Öğrenciyim, der-gicilik yapıyorum, sıkıntı ise fotoğraf çekmem, caminin avlusuna girebilir miyim’’ diye cevap verdim. Buna karşın benim aldığım cevap tabii ki hayır oldu. O kadar basın mensubu varken, polislerin bana izin verecek halleri yoktu. Ben de bunu biliyordum zaten. Yalnızca birazdan meşru olmayan bir şekilde caminin içine sız-mayı planladığım için vicdanımı rahatlatıyor-dum. ‘’Sordum izin vermediler, işimizi de mi yapmayalım arkadaş’’ diyordum içimden.

Caminin avlusuna girebileceğim bir yer ara-mak için dolaşmaya başladım. Dolaşırken aynı zamanda mültecileri izliyordum. Dışarıdakile-rin çoğu 8-10 kişilik gruplar halinde duruyordu. Hemen hemen hepsinin yanında birkaç tane çocuk ve bir iki de çanta vardı. Erkeklerin hep-si ayakta dikiliyor, kadınlar oturuyor, çocuklar-sa sağda solda oyun oynuyorlardı. Neredeyse bütün erkeklerin elinde bir sigara, yüzlerinde ise baygın, yorgun ve üzgün ifadeler vardı. Ca-minin iç tarafına giremeyen haberciler dışa-rıdaki insanlarla röportaj yapmaya çalışıyor, mülteciler ise bundan çok memnunmuş gibi gözükmüyor, sıkboğaz edilmek istemiyorlardı. Ben, telefonumdan ses kaydını açıp cebime koydum ve dolaşmaya devam ettim.

Daha sonra yanlarında çocuk, çanta yada bir kadın bulunmayan yirmili yaşlarda göste-ren üç genç gördüm. Sanki olağanüstü hiçbir şey yokmuş gibi yanlarına gittim ve selam verdim. Selamımı aldılar. Sonra ben iki keli-me Arapçam ile konuşmaya başladım. Gül-düler, Türkçe bildiklerini söylediler. Rahatla-dım. ‘’Ne zamandır buradasınız’’ diye sordum önce. ‘’Gazeteci misin’’ diye cevap verdiler. ‘’Hayır, ben öğrenciyim, dergicilik yapıyorum’’ dedim. ‘’He iyi’’ dediler, ‘’Biz beş gündür bu-radayız, ‘’Buradaki insanların çoğu da hemen hemen dört gündür buradalar.’’ ‘’Buraya nere-den geldiniz?’’ ‘’Türkiye’nin her yerini dolaştık.

22 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 23

Karantina Karantina

Page 14: Genç Öncüler -99

şündüm). Simitçinin yanına yaklaştım. Derken

aynı zamanda sarı saçlı, zayıf, gözlüklü, küçük

bir çocuğun da su dağıttığını fark ettim (Ney-

se ki telefonum elimdeydi ve fotoğraf çekmeyi

unutmadım).

Çocuk elindeki bütün suları dağıttıktan son-

ra arkadan bir ses ‘’Yûsuf’’ diye seslendi, çocuk

da ‘’Geliyorum anne’’ diye cevap verdi. Yüzü-

mü sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde, biri

anne kucağındaki bebek olmak üzere dört kişi

gördüm (Bir baba, bir anne, bir bebek, bir kız

çocuğu ve onlara doğru gelen Yusuf ile de beş

kişi). Simitleri ve suları onların dağıttırdığını

anladım. İçimden ‘’Vay be yaşadığım zaman-

da bile ölmeyen bir iki insan var demek arka-

daş’’ diye geçirdim. Telefonumu bu hayırsever

ailenin fotoğrafını çekmek için çıkardım. Tam

fotoğraflarını çektim ki ailenin annesi nazik bir

sesle bana doğru seslendi: ‘’Bizi mi çekiyor-

sunuz?’’ Yanlarına gittim. ‘’Merhabalar, Allah

razı olsun, herhalde bir şeyler yaptınız bura-

daki insanlar için, birkaç fotoğrafınızı çektim,

dergicilik yapıyorum, izin verirseniz dergide

yayınlarız’’ dedim. Bu dediğime pek de aldırış

etmediler. Ailenin babası ‘’Ne oluyor burada?’’

diye sordu bana. Anlattım mültecilerin bütün

çilelerini. ‘’Daha ne kadar böyle sürer?’’ dedi.

‘’Bilmiyorum, aslında buralardaki hiç kimse

bilmiyor. Her şey birkaç belirsizlik üzerine ku-

rulu’’ dedim.

‘’Bir şeyler yapmak lazım’’ dediler, ‘’Bura-

da bu insanlara hiçbir şey dağıtılmamış mı?’’

diye de sordular. ‘’Görünürde bir şey yok’’

dedim. Sonra biraz daha konuştuk. Ben dergi

çalışmalarından, öğrencilikten, klasik tanışma

merasimi şeklinde kendimden bahsettim. On-

lar da kendilerinden söz ettiler. Ailenin babası-

nın ismi Ali’ymiş. Ali Ağabey ile bir kaç dakika

daha konuştuk ve akabinde birlikte bir şeyler

yapmaya karar verdik.

Onlar bana göre biraz daha şaşkınlardı

otogardaki manzara karşısında. Zira kendileri

televizyonda bu durumu gördükleri an evlerin-

den çıkıp gelmişler, maddi güçleri oranınca yi-

yecek-içecek bir şeyler almışlar ve mültecilere

ellerinden geldiğince yardım etmeye çalışmış-

lardı. Hali ile diğer insanlardan da bu tarz bir

şeyler bekliyorlardı. Hatta ailenin annesi ge-

lirken, otogarda mültecilere yardım etmek is-

teyen insanlardan bir kuyruk meydana gelece-

ğini düşünerek aceleyle gelmiş. Yine hali ile bir

hayal kırıklığına uğramışlar.

Muhammed’in anlattıklarından sonra (bu-rada ancak beşte birini nakledebiliyorum) sar-sılmıştım. Bir anda çevremde ne varsa sorgu-lamaya başladım (polisler, barikatlar, caminin içine girmeye çalışan mülteciler, bebeklerin ağlamaları, aç annelerin yavrularını tok tutma çabaları, yüzünde benim en az iki ekmeğe sü-rebileceğim kahvaltılık sos kadar makyaj olan basın mensubu hanımefendiler, el ele tutuşup oyun oynayan çocuklar ve ben)

Muhammed ile sohbetimiz biterken yanı-mızdan bir simitçi geçti. Arkasından seslen-dim. ‘’Simit ne kadar ağabey’’ dedim. ‘’2 lira’’ dedi. ‘’İki liraya simit mi olur arkadaş’’ diye ge-çirdim içimden. ‘’Öğrenciye ne kadar’’ dedim. ‘’Yine 2 lira’’ dedi. ‘’Her yerde bir lira’’ dedim. ‘’Onlar belediyenin, devletin simitçileri’’ dedi.

‘’Ne olmuş yani onlara fırınlar daha mı ucuza satıyor’’ diye sordum. ‘’Herhalde, sen kendini devlet babayla bir mi tutuyorsun’’ dedi. ‘’Ne devletmiş arkadaş’’ diye geçirdim içimden, ‘’Bir biz rastlayamadık.’’ Üç tane simit aldım. Bir parça koparıp geri kalanları Muhammed ve arkadaşlarına uzattım. Önce almadılar, ‘’Ye-mek istemeyiz’’ dediler. ‘’Biz kardeş sayılmaz mıyız’’ dedim. ‘’Yok yine de istemeyiz’’ dediler. Ben de direk oturdukları yerin yanına, beton üzerine bıraktım simitleri. Bu sefer alıp yeme-ye başladılar azar azar. ‘’Burada size yemek dağıtılmadı mı’’ diye sordum. ‘’Hayır’’ dediler. ‘’Kahvaltı bile mi’’ dedim. ‘’Beş gündür bize her-hangi bir şey veren olmadı’’ dedi Muhammed.

Simitçinin söylediği devlet babayı hatırla-dım. Nedense devlet baba buralarda gözükmü-yordu. Sorsan baba tabi. İşe gelince sınıfta kal-mıştı bu defa. Yardım kuruluşları da pek farklı değillerdi. Belki de güçleri yetmemişti. Yalnız-ca caminin iç tarafına gıda dağıtımı yapılmış olduğunu öğrendim. Fakat durum caminin içinden ibaret değildi. Çok daha vahimdi. Sos-yal ihtiyaçları, Türkiye’den çıkma meseleleri bir yana dursun, buradaki insanların çoğunun ekmek, su gibi temel şeylere ihtiyaçları vardı.

Simit bitince ben, Muhammed ve arkadaş-larına ‘’Eyvallah’’ deyip cami çevresinde dolaş-maya başladım. Dolaşırken bir yandan etrafı gözlemliyor bir yandan da ne yapmalıyım, ne yapabilirim sorularını düşünüyordum. Düşü-nürken bir otobüs şirketinin bürosunun altı-na inen merdivenlerde anormal gözüken bir insan giriş-çıkışı fark ettim. Yirmili yaşlarda genç mülteciler bir girip çıkıyorlar, sürekli bir şeyler taşıyorlardı. Taşıdıkları arasında bat-taniyeler, dolu poşetler ve küçük koliler var-dı. Ne olduğunu anlamak için merdivenlere doğru yaklaştım. Sonra caminin ana girişinin orada, benim simit aldığım yerde de bir hare-ketlilik başladı. Simitçi var olan bütün simitle-rini ikişer-üçer mültecilere dağıtıyordu (Allah Allah bana iki liralık simidi bir liraya verme-yen adam nasıl böyle bir işe girişti diye dü-

24 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 25

Karantina Karantina

Page 15: Genç Öncüler -99

İkinci gün öğleden sonra ben, Ali Ağabey ve de yakın bir dostum bir araya geldik. Sand-viç, su, ayran vesaire birkaç şey alıp otogara gittik. Yanımızda Ali Ağabey’in çocukları Yusuf ve Zeynep de geldiler. Bence yapacağımız her hayır işinde yanımızda en az bir kız ve erkek çocuk bulundurmalıyız. Kendi kardeşimiz veya çocuğumuz olmasa da bir yakınımızın çocuk-larını yanımızda götürmeliyiz. Yaptığımız işten çocukların da bir pay sahibi olmasını sağlama-lı, böylelikle onlara bu sorumlulukları aşılama-lıyız.

Otogara gittiğimizde saat üç-dördü bul-muştu. Herkese yetecek kadar malzememiz olmadığı için prensip olarak yalnızca kadın ve çocuklara dağıtım yapma kararı aldık. Bu ka-rarı almamıza neden olan bir başka sebep de herkese yönelik olarak yapılan dağıtımlarda meydana geldiğini fark ettiğimiz bir husustu. Bizler otogardayken gördüğümüz dağıtım-larda umumiyetle erkekler dağıtımın yapıldı-ğı merkezin önüne doğru yığılıyor, erkekleri aşamayan kadın ve çocuklar da hiçbir şeyden yararlanamıyor yalnızca aileleri yanlarında ise baba yada erkek kardeşlerden birinin ge-tirdiklerine ulaşabiliyorlardı.

Elimizdeki malzemeleri dağıtmamız beş dakikayı almadı. Sürenin azlığından anlaşılaca-ğı üzere etkimiz de süre kadar kısıtlı oldu. Yap-tığımız dağıtım büyük bir yangına bir damla su taşımak gibi ancak bir karınca işiydi. İşin daha kötüsüyse elimizdeki malzemeler bittiğinde yanımıza gelip bize de var mı diyen çocuklara kalmadı demek zorunda kalmaktı.

Bir sonraki gün bize katılan bir hayırsever Ağabey ile birlikte etki gücümüz biraz daha art-tı fakat yine de yeterli olmadı. Önceki günden farklı olarak ise bugün, bir şeyler dağıtmak için caminin dışındaki insanların yanına gittiğimiz-de kabul etmediler. Caminin içeri tarafındaki insanların daha fazla ihtiyaçlarının olduğunu söyleyerek bizi oraya yönlendirdiler. Belirtti-ğim gibi caminin içeri tarafına girmek yasaktı ve her yer polislerle çevriliydi. Bundan dolayı

gidip polislerden yardım istedik. Girmemize

izin vermediler. ‘’Biz girmeyelim siz dağıtın’’

dedik. Yine ‘’Olmaz’’ dediler. Benim sebebini

anlayamam ile birlikte otogar çevresindeki po-

lisler sürekli sıkıntı çıkarmak uğraşındaydılar.

Daha sonraysa Muhammed, benim iki gün

önce fark ettiğim otobüs şirketinin bürosunun

altına inen merdivenleri gösterdi. Meğerse bu

merdivenlerin altından devam eden yoldan ca-

minin avlusuna çıkılıyormuş. Ben, Muhammed

ve birkaç mülteci daha birlikte, o gün otogarda

bize katılan hayırseverlerin verdikleri malze-

meleri de yanımıza alarak caminin avlusuna

girdik (Aslında bu yolun cami avlusuna çıkı-

şında da bir polis duruyordu fakat insaflı bir

kimseydi ki getirilen yardımları görmemezlik-

ten geldi). Yine elimizden geldiğince insanlara

yardım etmeye çalıştık ve lakin yine gücümüz

yeterli olmadı. Yarın tekrar buluşmak üzere

vedalaştık ve evlerimize doğru yol aldık.

Öbür gün uyandığımda Ali Ağabey telefonla

bana bir haberi müjdeliyordu. Aslında ilk gün

olması gereken bir hafta sonra gerçekleşiyor,

otogardaki bütün mülteciler tekrar kamplara

götürülüyorlardı. O bir haftadan bize kalan

ise, açlık, kardeşlik ve belki yeni birkaç dostluk

oldu.

Ali Ağabey ile birlikte hemen orada taslak bir bütçe planladık. İlk olarak su ve sandviç da-ğıtımı yaparız diye düşündük. Allah razı olsun, Ali Ağabey hemen hemen her şeyi üstlendi gücü yettiğince. Ben de organizasyonu elim-den geldiğince yapacağımı söyledim. Birbiri-mize iletişim bilgilerimizi verdikten sonra ay-rıldık ve ben eve doğru yola çıktım (Bu arada Cuma namazı için Cumhuriyet Camii açılmadı. Bu sebeple Cuma namazı civar esnafı ile birlik-te otogarın belirli bir yerinde kılındı.)

Eve giderken bir kaç telefon görüşmesi

yaptım. Sandviçleri, suları nereden alabiliriz, saat kaçta dağıtalım vesaire. Daha sonra tele-fon rehberimi açıp herkese otogarda çektiğim fotoğrafları mesaj attım. Bundan sonra da İstanbul’da yaşayan bütün tanıdığım insanları tek tek aramaya başladım. ‘’Burada çok vahim bir durumun olduğunu, buradaki insanların yardıma ihtiyaçlarının olduğunu, bizim de on-lara yardım etmeye ihtiyacımızın olduğunu’’ anlatmaya çalışıyordum. Bütün görüşmeler toplamda yarım saat sürdü. Sonuç olarak ise müstesna olan bir iki kişi haricinde -ki Allah onlardan razı olsun- telefon rehberimde ki ki-şilerin yarısını silmek zorunda kaldım. Aslında hiç kimseden bir yardım beklemiyordum. Yal-nızca belki benim gibi bu durumdan bihaber olanlar vardır diyerek arıyordum herkesi. Aldı-ğım cevaplarsa benim için dehşet verici oldu. Kusura bakma yardım edemem, yardım etmek istemiyorum, yardım etmem gibi cevaplar şöy-le dursun, telefonda olması gerekenin o insan-lara yardım etmememiz gerektiği olduğunu, o insanların oraya kendi rızaları ile geldiklerini ve başlarının çaresine kendilerinin bakmak zorunda olduklarını, hatta o insanlara bilinçli olarak yardım edilmediğini çünkü devletin bu durumdan haberdar olduğunu fakat Batıya bir ders vermek ve ses çıkarmak için insanların aç bırakıldığını, o insanlara birinin bakması gere-kiyorsa bunun yalnızca devlet olduğunu söyle-yen, bu kadar insaniyetten uzak ve cür’etkâr kişiler dahi oldu.

‘’Ne yapmalıydık’’ yani diye geçirdim içim-den. ‘’Devletin bu durumdan haberi var, bu insanlar da buraya kendi rızalarıyla geldiler deyip köşemize mi çekilmeliydik, bizi ve kar-deşlerimizi yaşatmayan bir otoriteye saygı mı duymalıydık? Hayır. Bunların hiçbirini yapa-mazdık. Bizler insanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir medeniyetin torunları, yönettiği bel-dede sadece bir aç insan dahi görünce o in-san kendi maişetini sağlayabilecek kadar bir iş buluna dek yalnızca ekmek ve su ile beslenen kadıların çocukları idik. Kayıtsız kalamazdık.’’

26 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 27

Karantina Karantina

Page 16: Genç Öncüler -99

-Anne sıcaklığı duymak ve hissetmek için tanımadığı kadınların aralarına dalıp, bun-lardan birisi benim annem olabilir mi diye onların yüzlerine bakan bir yetimin acısını hiç hissettiniz mi?

-Herkesin anne babası var, benimkiler ne-rede diye sorduğu soruya verecek cevabınız var mı?

Bu soruları daha da çoğaltmak peka-la mümkün. Ama fazla söze gerek yok. Bu sorular küresel emperyalist güçlerin İs-lam coğrafyasına yerleştirip, desteklediği ve kendi ülkelerini harap eden, kendi vatandaş-larını bilmedikleri yerlere ve coğrafyalara göç etmek zorunda bırakan zalim bir yöneti-cinin zulmünden kaçarak ülkemize sığınanla-rı ve sorunlarını anlamak üzere yaptığım bir kamp ziyaretinde gördüklerim, yaşadıklarım ve ağlayarak yazabildiklerim.

Sizlerin de bir miktar ağlamınızı ve acıyı hissetmenizi istemek arzumdan yazılmıştır.

Bizler biliyoruz ki KALP AĞLAMADAN GÖZ YAŞARMAZ

Ancak ağlamak yetmez. Yetime kucak aç-mak, onu kendi evlatlarımızın arasına almak, onlar için çalışanları arayıp bulmak ve destek olmak insanca ve müslümanca bir görevdir.

Bu görevi inananlar her zaman ve her daim çok güzel yerine getirdiler ve günü-müzde de getiriyorlar.

Yaşamak için hissetmek, hissetmek için de çabalamak ve yola çıkmak gerekir.

Kalbinin yumuşaması ve ihtiyacının gide-rilmesini sever misin? Yetime merhamet et, onun başını okşa, ona yediğinden yedir. kal-bin yumuşar ve ihiyacın görülür.

Hz. Muhammed (sav)

-Başını okşadığınız bir yetim çocuğun kedi gibi size sokularak gösterdiği davranışıyla ağladığınız oldu mu?

-Bir yetimin yüzüne bakarken ne kadar acı hissettiniz?

-Bir yetimi kirli yüzünden öperken iğren-meden sevgi ile öpebildiniz mi?

-Bir yetimi rengi solmuş, kirden ve yıp-ranmışlıktan ne olduğu belli olmayan elbise-si ile kucaklamanın zevkini hiç tattınız mı?

-Kucağınıza aldığınız ve burnundan sü-mükleri akan yetimin sizi öpmesine hiç izin verdiniz mi?

-Altını kirletmiş, ancak kendini kucağına alacak, bir baba, bir anne, bir abi, bir abla arayan bakışları yüreğinizde hiç hissettiniz mi?

-O yetimi iğrenmeden elbisem kirlenir de-meden kucağınıza aldınız mı?

-Bu bakışların yüreğinizin tam orta yerine bir ok gibi saplanışını ve tedavi edilme şansı olmayan açtığı yaranın acısını hiç duydunuz mu?

-Anlamadıkları dilde konuşan amcaların ve teyzelerin yüzlerine bakarken ki masum-luklarını hiç gözlemlediniz mi?

-Annesi babası olan yaşıtları evlerine gi-derken, büyüklerin yanlarından ayrılmayan, onların aralarında dolaşan yetimin bacakla-rınıza dolanmasını hiç yaşadınız mı?

-Dolandığı hiç bırakmak istemediği sizin bacaklarınızın sıcaklığında ev sıcaklığı ara-yan yetimin gözlerindeki sevgi açlığını hiç yakaladınız mı?

-Arkadaşları ile iletişim kuramayan ve 35 derece sıcak altında yapayalnız, umutsuz, ça-resiz ve hiç bir dahli olmadan ve üstelik ken-di başına gelenleri anlamadan oturan bir ye-timin çaresizliği ile karşı karşıya kaldınız mı?

-Amcaların kendisine verdiği taze bir ce-vizi, başka bir amcaya veren üç yaşındaki bir yetimin gülümsemesini ve sümüklü dudağıy-la amcanın yanağından hiç bırakmamacası-na öpüşünü hiç yaşadınız mı?

-Ceviz ikramındaki ve yanak öpmedeki sevgi ve coşkuyla hiç karşılaştınız mı?

-Tel örgüler arasında 35 derecede her sokağı birbirinin aynı olan kampların sokak-larında dolaşırken yavrum sıcakta dolanma gel evimize hasta olursun diyen bir anne sesi duymak isteyen bir yetimin şaşkın, şaşkın dolaşmasını arkasından hiç izlediniz mi?

Abdulvahap YAMAN

Hisset ve

Görev Al!Bizler biliyoruz ki KALP AĞLAMADAN GÖZ YAŞARMAZ

Ancak ağlamak yetmez. Yetime kucak açmak, onu kendi evlat-

larımızın arasına almak, onlar için çalışanları arayıp bulmak ve

destek olmak insanca ve müslümanca bir görevdir.

"YOLA ÇIKANLARIN GÜLDÜRDÜĞÜ YÜZLER LEHLERİNE ŞAHİTLİK EDECEKLERDİR. YOLA ÇIKANLARIN ÇABALARI CENNETİN YOLUNA

DÖŞENMİŞ KÖŞE TAŞLARIDIR."

28 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 29

Karantina Karantina

Page 17: Genç Öncüler -99

Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstütüsü Öğretim Üyesi

Ömer Behram Özdemir* ileSuriye’de Son Durum ve Göç Dalgaları

Üzerine Konuştuk.Röportaj: Furkan GENÇOĞLU

Genç Öncüler: Kendinizden biraz bahse-dermisiniz? Uluslararası ilişkiler alanında çok daha steril çalışma alanları varken ne-den Suriye hakkında çalışmak istediniz?

Ömer Behram Özdemir: Yüksek Lisanstan sonra doktoraya başlarken zaten Ortadoğu ça-lışacağımız belliydi. Çünkü ben doktoraya baş-larken Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araş-tırmaları Merkezi kurulma aşamasındaydı. Bizde kurumda çalışan asistanlar olarak oraya intisap ettik. Yüksek Lisansta Avrupa’da silahlı hareketler meselesini çalışmıştım. Doktoraya başladığım zamanlar belli bir konuya odaklan-mam lazımdı ve Suriye’de iç savaşın ilk olarak patlak verdiği zamanla kesişti. İlk olarak Suriye iç savaşını takip etme ile başlamıştı benim için süreç. Daha sonra dününe ve bugününe dair detaylı araştırmalar yapmaya başladım.

Genç Öncüler: Türkiye ve Küresel Batılı Güçlerin 6 ayda devrilir dediği Esad dikta-törlüğünü halen yaşatan sebep nedir sizce?

Ömer Behram Özdemir: Tüm tarafların karşılarındaki düşmana dair yanlış hesapla-maları vardı. Esad 6 ayda devrilir diyenlerin aksine İran ve Rusya’da Suriye’de çıkan bu ayaklanmaların dış destekli basit asayiş sorun-ları olduğunu söylüyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada Beşşar Esad’ın Suriye topraklarının %35-40’lık bir bölümüne hakim olabildiğini görüyoruz. Türkiye ile çok az bir sınırı kaldı. Ürdün ve Irak’la neredeyse hiçbir sınır etkin-liği yok. Biraz olsun Lübnan ile sınırı var. Yani Esad hanedanlığının dış bağlantısı bir anlam-da çöktü. Ordusu firarlar ve asker kayıplarıyla yarı yarıya küçüldü. Esadın gitmesi gerektiğini düşünen aktörler Rusya ve İran’ın ne derece

rejimin arkasında duracağını hesap edemedi-ler. Türkiye’nin bilhassa ABD olmak üzere az yada çok yardım beklediği aktörlerden bekle-nen desteği göremedi. Esad güçleri kimyasal silahlarla saldırılar yapmadan takriben 9-12 ay önce Suriye ordusu ciddi bir biçimde zayıf-lamıştı. Bu dönemde eğer uçuşa yasak bölge kararı alınabilseydi Esad güçleri daha fazla dayanacak durumda olamayacaktı. Batıdaki aktörlerin Esadı düşerecek hamleler yapma-dıklarını meseleyi sürüncemede bırakacak hamleler yaptıklarını görüyoruz. Ama ben kar-şılıklı olarak tüm tarafların birbirlerinin ham-lelerini iyi hesap edemediklerini düşünüyorum. Bu durumda ülkede insani ve askeri kayıpların boyutunu fazlalaştırdı. Ve bugüne geldiğimiz-de 300 yüz bin insan hayatını kaybetmiş du-rumda.

Genç Öncüler: Esadın devrilmemesinin Batı’ya negatif bir etkisi var mı?

Ömer Behram Özdemir: Meseleye Ame-rika üzerinden bakarsak demokratlar-cum-huriyetçiler mücadelesinde aslında Esad’ın devrilmemesi İran’ın devrilmemesi anlamına geliyor. İran ve ABD bir anlaşma gerçekleş-tirdiler fakat ABD içerisinde ciddi bir tartışma konusu. Bu durum cumhuriyetçilerin çok fazla hoşlandığı bir durum değil. Eğer ABD içerisin-de bir iki senede eğer cumhuriyetçi bir lider iş başına gelirse ABD’nin Suriye politikasında ne gibi değişimler olur bu merak konusu. IŞİD’in yükselmesi ve IŞİD içerisindeki batılı savaşçıla-rın fazla olması batıyı ürküttü. IŞİD’in batı baş-kentlerinde eylem yapma noktasında tehditler savurması Batı’da IŞİD’in Esad’dan daha fazla tehlikeli olduğu algısını yarattı. Batı biz ancak Esad’la işbirliği yaparak IŞİD ile mücadele ede-biliriz düşüncesine kapıldı. Esad’ın iktidarda kalmak için ortaya attığı tezlere benzer tezler savunmaya başladılar. Fakat her türlü insa-ni, vicdani, ahlaki ilkeleri bir kenara bıraksak, Esad’ın yaptığı katliamları görmezden gelsek dahi şunu net olarak görebiliyoruz. Esad güç-leri IŞİD ile mücadele edebilecek yeterlilikte değiller. IŞİD’e karşı ciddi bir başarı elde ede-bilmiş değiller. İsimleri düzen ordusu fakat ül-

kenin bir çok noktasında İran’ın, Hizbullah’ın ve onlarla beraber savaşan Şii milislerin güdü-mündeler. Sayıca çok fazla gibi görünen ama düzen olarak bir milis grubunu andıran ama ismen düzenli bir ordu gibi lanse edilen bir ya-pıdalar. Yani Esad güçlerinin IŞİD’e karşı müca-delesinin pratikte bir karşılığı yok. Eğer Batılı aktörler Esad güçlerine IŞİD’e karşı destekler-se Esad’ın ordusunun ne kadar vahim durum-da olduğunu kendileri yaşayarak göreceklerdir. Ama kısa vadede kendi içlerindeki politik tar-tışmaların dışında Esad’ın düşmemesinin Batı için çok büyük bir negatif etki oluşturduğunu düşünmüyorum.

Genç Öncüler: Suriye’de şu an IŞİD ile Baas rejimini karşılaştırırsak hangi yapı daha fazla ölüm daha fazla vahşet üretiyor?

Ömer Behram Özdemir: Aslında savaşın başından beri kayıt altına alınabilen ölümler içerisinde uluslararası kuruluşların raporla-rına baktığımızda ölümlü saldırıların %90 ve daha fazlasının Esad güçleri tarafından yapıl-dığını gözlemliyoruz. Bu çok anormal bir oran. Esad güçleri vahşi ama şunlarda şöyle şöyle denilebilecek bir kıyas durumu yok ortada. Şu örneği verebiliriz mesela; Bosna savaşında da Boşnaklar içerisinden savaş suçları işleyenler oldu. Bunların bir kısmı yargılandı bir kısmı yargılanmadı. Bu Boşnakların savaş suçu işle-diğini gösterir. Ama Sırplarda savaş suçu işledi Boşnaklarda savaş suçu işledi gibi bir kıyasın yapılacağını göstermez. YPG-Muhalifler-IŞİD bu kadar çok silah ve otorite boşluğunun oldu-ğu bir ortamda herkes az çok savaş suçu işli-yor fakat işin vahşet ve ölüm boyutunda Esad rakipsiz. IŞİD Suriye denkleminde birkaç yıllık bir örgüt. Bu yüzden IŞİD’in öldürdüğü sivil sayısına baktığımızda %2-3’lük bir orandan bahsediliyor. Bunların çok büyük kısmı intihar saldırıları sonucunda yaşanan ölümler. IŞİD’in güçlü bir hava kuvvetlerine sahip olmadığı müddetçe Esad’ı yakalama ihtimali yok. Askeri kayıplar anlamında muhalifler IŞİD katliamla-rından epey etkilendi. Geçen senenin başların-da muhaliflerin IŞİD ile çok fazla sınırı vardı. Muhalifler ile IŞİD arasında bir iç savaş çıktı.

30 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 31

Karantina Karantina

Page 18: Genç Öncüler -99

IŞİD 6 ayda muhaliflerden 3000-4000 arasın-da savaşçıyı katletti. Savaşçı ölümü açısından bakarsak Esad bu kadar savaşçıyı 9-12 ayda anca öldürebilirdi. Bu açıdan muhalif kanadın askeri kayıpları noktasında IŞİD daha tehlikeli bir unsur. Fakat tablonun bütününe bakıldığın-da Esad güçlerinin başta varil bombaları, hava saldırıları, topçu ateşleri ve sistematik işkence infazlar olmak üzere ölüm ve vahşet üretmede açık ara farkla bir numara olduğunu görüyo-ruz.

Genç Öncüler: Suruç saldırısından son-ra Türkiye IŞİD’e içeride ve dışarıda bir çok operasyon başlattı. Fakat operasyonlar kısa süreli oldu aynı anda PKK’ya yönelik operas-yonlar halen sürüyor. Yakın dönem Türkiye-IŞİD ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Behram Özdemir: Türkiye zaman zaman IŞİD’e yönelik içeride ve dışarıda ope-rasyonlar yapıyordu. Gerek dışarıdan gelen baskılar gerek IŞİD’in içeride tehdit olabileceği durumundan dolayı geçte olsa bu operasyon-lar başlatıldı. Operasyonların geç başlaması-nın sebebi IŞİD’in geçmişte Türkiye ile daha fazla sınır etkileşiminin olması ve Türkiye’nin sınır bölgelerinden daha fazla saldırı alma ris-kinin bulunmasıydı. Yıllardır PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri çatışıyorlar. PKK ile çatışma tecrü-besi var ordunun ve aynı zamanda bu güçlü bir gelenek oluşturmuş. Bir yandan da IŞİD’e karşı operasyonlara katılmak istiyor. Çünkü IŞİD’in elindeki bölgelerin IŞİD güçlerinden arındırılmasını ve bu bölgelerde muhaliflerin güçlenmesini istiyor Türkiye. Türkiye Halep merkezli mevzileniyor şu anda. Telabyad düş-tükten sonra ki Telabyad Arap nufusun yoğun olarak yaşandığı bir yerdi. Türkiye fıratın batı tarafını kırmızı çizgi olarak belirledi. Amerika muhaliflere vermediği hava desteğini sürekli YPG’ye veriyor ve YPG sürekli alan genişleti-yordu. Bu Türkiye’yi endişelendirdi epey. IŞİD eğer Azez, Carablus hattına çekilir ve buralara da YPG gelmesi Türkiye’yi ciddi anlamda te-dirgin ediyor. Hatta IŞİD’e karşı operasyonlar yapılırken, YPG güçlerinin bazı sızma girişim-lerine karşı Türkiye tankçı birlikleriyle top ate-

şi yaptı YPG güçlerine karşı. Bu noktada belki ABD’yi dahi karşısına almaktan çekinmeyecek Türkiye. Peki Türkiye hiç mi IŞİD’e saldırmıyor diyecek olursanız şunu diyebiliriz. Kilis’in kar-şısında yaşanan çatışmalar IŞİD ile muhalifler arasında yaşanıyor. Ve Türkiye’nin bu bölgede IŞİD’e karşı savaşan muhalif gruplara açıktan lojistik ve zaman zaman silah desteği verdiğini biliyoruz. Türkiye kendi askerleriyle çatışmıyor ama Türkiye ile yakın ilişkide olan gruplar za-ten IŞİD’e karşı önemli mücadeleler veriyorlar. IŞİD’in Türkiye’ye bakışı için şunu söyleyebili-riz. Örneğin IŞİD en önemli propaganda araç-larından biri olaran DABIQ dergisinde sürekli Erdoğan’ı tağut lider ilan eden söylemlerde bulunuyor ve açıktan Erdoğan-Türkiye düş-manlığı sergiliyor. Buna karşılık IŞİD lideri Bağdadi konuşmalarında Suud ve Ürdün’ü açıktan hedef alacaklarını söylemesine rağ-men Türkiye’ye rağmen böyle bir söylem ge-liştirmedi. Mısır’dan Dağıstan’a kadar aktif olan bir örgüt IŞİD fakat Türkiye’ye karşı çok dikkatli söylemler geliştiriyorlar. Türkiye ile IŞİD doğrudan birbirleriyle savaşacak duruma geldiğinde savaşı açan taraf olmak istemiyor IŞİD. Bunun en önemli sebebi Türkiye’nin as-keri gücü IŞİD için büyük bir tehdit. IŞİD gerilla savaşında Türk ordusuna belki büyük bir zarar verebilir. Fakat Türk ordusu da hava güçleriyle tüm bu zararlara karşın IŞİD’i büyük kayba uğ-ratabilir. Türkiye’de IŞİD’in diğer ülkelerde ara-yıpta bulduğu bir ortam yok. Yani büyük çaplı iç savaşa neden olabilecek dinamikler yok. Yani Sünniler ile Alevilerin bir dengesizliği ve Sünnilerin bir koruyucu arayışı yok. Ayrıca IŞİD her ne kadar batılı savaşçıları içinde barın-dırsada ideolog ve tepe kadroları göz önünde alındığında Arap dünyasından çıkmış bir örgüt. İngilizce ve Arapçanın Türkiye’de çok konuşul-mamasını veya bilinmemesini de göz önünde bulundurursak IŞİD’in bir İngiltere bir Tunus’ta insanları etkileme gücünün Türkiye’de bulun-madığını görebiliriz. Şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla IŞİD’in her ne kadar sürekli Erdoğan’ı tekfir eden söylemleri olsa da Türkiye ile ciddi bir savaşa girme durumu yok. Bunu en bariz Suruç saldırısında da gördük. Suruç saldırısı-

nı IŞİD hücrelerinin yaptığı söylense de (belki yapmışta olabilirler) fakat IŞİD bu saldırıyı üstlenmedi. Yarım ağızla bile üstlenmedi. Bu-radan iki sonuç çıkarabiliriz. Ya IŞİD Türkiye’yi üstlenmediği isimsiz saldırılarla tehdit etmek istiyor. Ya da hakikaten bu saldırıyı IŞİD yap-madı. Tunus ve Kuveytte yaptığı saldırıları aynı gün enformasyon kaynaklarında üstlenen IŞİD üzerinden hemen hemen iki ay geçmiş olan Suruç saldırısını henüz üstlenmedi.

Genç Öncüler: Bütün bu karmaşa ve kao-sun ortasında Suriye’de insanları göçe sev-keden etmenler neler. Sadece rejimin hava saldırıları mı? Yoksa daha başka etmenler-de var mı?

Ömer Behram Özdemir: İlk göç edenler genelde ya ekonomik durumu iyi olanlar ya da tam sınır bölgesinde oturanlardı. Ekono-mik durumu iyi olanlar en çok kaybedecek şeyi olanlar oluyor ve daha kolay kaçabiliyorlar. Sı-nır bölgesinde olanlarda Suriye ile tarihi bağla-rımızdan dolayı sınırın öte tarafındaki akraba-larının yanına geldiler. Bir yerden sonra geride kalanlar ya çok fakir oldukları için gidemeyen-ler ya da savaşın bir şekilde duracağına dair inançlarını kaybetmeyen insanlardı. Suriye’de geleceğin olmadığı hissiyatı güçlendikçe göç hareketleri ve dalgaları artıyor. Hava saldırıla-rı ne kadar yoğunlaşırsa göç dalgaları o kadar artıyor. Bir kasaba veya ilçenin muhaliflerin eli-ne geçmesiyle göç dalgaları artıyor. Çünkü bir

yerleşim biriminin muhaliflerin eline geçmesi demek oranın artık rejim tarafından saldırı-ya açık bir konuma gelmesi anlamına geliyor. Bunun haricinde ülkede otorite yok. Vergi adı altında her örgüt haraç alıyor. Örgütlerin için-de veya şebbihaların içinde insafsız olanlar bu vergilendirmeleri bir zulüm aracı haline getiri-yorlar zamanla. İnsanlar bu zulümden de ka-çıyorlar. Rejim bölgelerindeki zorunlu askerlik uygulamalarından kaçmak isteyenler bu göç hareketlerine katılıyorlar. YPG’nin Türkmen ve Araplara ve kendi siyasi çizgisine yakın olma-yan Kürtlere yönelik baskı ve sindirme politika-ları sonucunda da göç hareketleri artıyor. Hat-ta geçtiğimiz günlerde Kürt liderler Suriye’de yaşayan Kürtlerin topraklarını terk etmemele-rine yönelik çağrılarda bulunmuşlardı. Çünkü insansızlaştırılmış topraklar üzerinde gelecek-te hak iddia edemeyebilirsiniz. Yani örgütlerin ve devletlerin demografik planlamaları da ma-alesef insanları göçe zorluyor.

Genç Öncüler: İnsanlar neden Türki-

ye üzerinden Avrupa’ya gitmeye çalışıyor. Türkiye’de kalmak Akdeniz’de boğulmaktan daha mı kötü?

Ömer Behram Özdemir: Her gelen ilk etapta Avrupa’ya gitmedi. Her ülkenin üst doyum noktasının olduğunu düşünelim mül-teci meselesinde. Türkiye artık üstdoyum noktasını doldurdu. İlk mülteciler geldiğinde yabancı düşmanlığından korunmak adına top-

32 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 33

Karantina Karantina

Page 19: Genç Öncüler -99

lum içinde çok fazla gözükmemeye çalıştılar. Türkiye’de şu an sadece 2 milyondan fazla Suriye’li mülteci olduğunu da biliyoruz. Ve her gelen mülteci mültecilerin Türkiye üzerindeki durumunu daha kötü hale getirebiliyor. Giden mültecilere de baktığımızda genelinin bir vasıf sahibi insanlar olduğunu görüyoruz. Bu vasıflı insanların Türkiye’de çok düşük ücretlerde ça-lıştırılmaları noktasında ciddi mağduriyetlere uğradıklarını biliyoruz. Çalışma izinlerinin ol-maması bunun en büyük sebebi. Çalışma ha-disesi tamamen Türkiye devletinin göz yum-ması ve işverenin insafına bırakılmış durumda. Türkiye’den giden mültecilerle yapılan röpör-tajlara baktığımızda büyük kısmı Türkiye dev-letine teşekkür ediyor fakat genel itibariyle Türkiye’de hayatın çok zor olduğundan bahse-diyorlar. Bunun yanı sıra Türkiye’de mülteciler hukuken mülteci değiller. Geçici koruma sta-tüsündeler ve bu statü onların belli haklar ka-zanmasının önüne geçiyor. Ayrıca geçtiğimiz seçimlerde bazı partilerin Suriye’lilere yönelik onları evlerine göndereceğiz şeklinde propa-ganda yapmaları Suriye’lilerde ciddi anlamda bir güven problemi yarattı. Bizim kendimize yönelik eleştiri getireceğimiz en temel nokta Suriye’li Müslüman kardeşlerimizin batının hu-kukunu bizim hukukumuza, batının verdiği gü-venceyi bizim veremediğimiz güvenceye tercih etmek istemeleridir. Çünkü kişi şunu biliyor. Al-manya beni almak istemiyor olabilir fakat ben Almanya’ya adım attığım anda en kötü ihtimal ben Avrupa Birliği içerisinde bir ülkede bir yere yerleşeceğim. Bu güvence göçe sevkeden en büyük motivasyon kaynağı.

Genç Öncüler: Yakın gelecekte Suriye’de ne öngörüyorsunuz. Savaş bitecek mi yoksa daha sürüncemeli bir hale mi gelecek?

Ömer Behram Özdemir: Rusya’nın Suriye’ye danışman desteğinin fiili savaşçı des-teği boyutuna evrildiğini gösteriyor yaşanan son gelişmeler. Bir kere Rusya ne kadar mü-dahil olursa iş daha da fazla karışacak. Rejim tarafından yapılan kimyasal silah saldırısından sonra batının bu konudaki duyarsızlığı ülkede-ki muhalif İslamcı grupların daha fazla prestij

kazanmasına sebep olmuştu. Suriye’li siviller Rusların bizzat savaşçıları tarafından öldü-rülmeye başlarlarsa bu en çok bence Nusret Cephesinin güçlenmesine yol açabilir. Bilhas-sa Kafkas savaşçılara en çok kucak açan grup Nusret Cephesi. Çeçen savaşçıların da Ruslarla hesaplarını Dağıstan dağlarında değil de Suri-ye ovalarında görmek isteyeceklerini düşünü-yorum. Bu hareketlenme Rusya için büyük bir hata olur. Belki asker kaybı Rus ordusu için çok önemli değil fakat Rusya’nın önemli şehirlerin-de terör saldırıları görürsek çok şaşırmamak lazım. Çünkü siz bir arı kovanına elinizi sokar-sanız, elinizin zarar görmemesini beklemeniz fazla iyimserlik olur. Bunun dışında muhalifle-rin İdlip kent merkezini alarak Hama’ya doğ-ru ilerlemeleri Rusya’yı ciddi biçimde korkut-tu. Halep ve Hama kırsalında rejimin durumu kendi lehine çevirmesi onbinlerce Rus askeri Suriye’ye girmezse pek mümkün gözükmüyor. Son tahlilde çatışmanın bitmesi için Uluslara-rası unsurlarının bir tarafta İran-Rusya-Suriye bir tarafta Türkiye- Katar- Fransa- Suudi Ara-bistan ortada da ABD’nin bir ortak noktada bu-luşması lazım. Yoksa bir yandan Rusya ve İran rejime inanılmaz destek verirken bir yandan Suriye’de muhalifler sürekli toplumsal taban kazanırken bu işin savaşla bitmesinin imka-nı yok. Bütün savaşlar ateşkes ve müzakere ile son bulur. Kimsenin kimseyi sonuna kadar yok etme şansı yok. Dış aktörler ciddi inisiya-tif almazlarsa bir süre daha savaşın süreceğini düşünüyorum. Suriye-İran hattınında Esad’lı çözüm isteğinin muhalifleri masaya oturtabi-leceğini sanmıyorum.

Ömer Behram Özdemir 2009 yılında Ça-nakkale 18 Mart Üniversitesi Uluslararası İliş-kiler bölümünü bitirdi. “Avrupa’da Milliyetçi Ay-rılıkçı Hareketler: IRA ve ETA Örnekleri” başlıklı tezini 2012 yılında vererek Sakarya Üniversi-tesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Doktora eğitimine devam etmektedir.

Küçük Avrupa’nın Büyük Mültecileri

Mustafa Fatih YAVUZ

Gümbürtüsüz gitti bu sefer dibine su verilmiş çiçekler

S uriye direnişinin başladığı 2011’den bu yana sayısız kalp çarpıntıları yaşamış olan

bölge insanı, yine savaşın yıkıcılığının bir so-nucu olarak toprağından, emek verdiği ülke-sinden maalesef göç etmeye, kimi çevrelerin ihtirasları, kimi çevrelerin ise kasıtlı temizlik politikaları sebebi ile zorlanmaktalar. Suriye merkezli çalışma yapan kişi ve gruplar mülteci krizine olabildiğince vurgu yapmalarına rağ-men, 2015 yaz ayları, Suriye iç savaşının, Av-rupa Birliği adına mülteci akınına dönüşmesi sebebi ile zirve yaptı.

Şu anda kaydına ulaşılabilen 4 milyon ci-varında Suriyeli mülteci bulunuyor. Bunların yaklaşık 1.9 milyonu Türkiye’de bulunuyor. Ne-redeyse var olan Suriyeli mülteci sayısının ya-rısına ev sahipliği yapan Türkiye yeni mülteci akınlarına sadece bir köprü vazifesi görüyor. Yeni mülteci akınlarının ana adresi ise Avrupa.

Avrupa Birliği Konsey Başkanının yaptığı açıklamaya göre birliğin alması gereken mülte-ci sayısı ‘’sadece’’ 100 bin. Son kriz öncesinde ise almayı hedeflediği mülteci sayısı ise sadece 40 bin ile sınırlı ide. Şimdi bu rakamlar üzerin-de duracak olursak, ilk akla gelen Avrupa’nın, diğer kriz yaşamayan ülkelere örnek olarak gösterilen refah seviyesinin, mülteci krizinde ise, yine Avrupa’nın övülen sistematiğine takıl-mış olması.

Birleşmiş Milletler Göçmenlerin İnsan Hak-ları Özel Raportörü François Crepeau ise yap-tığı yazılı açıklamada, “AB ülkelerine, insan hakları odaklı, tutarlı ve kapsayıcı göçmen po-litikası oluşturması gerektiği çağrısında bulu-nuyorum. Bu, AB’nin sınırdaki durumu yatıştı-rabilmesi ve etkin biçimde insan kaçakçıları ile mücadele edebilmesi için tek çare” ifadelerine başvurmuştu.

Ayrıca Crepeau AB’nin göçmen politi-kalarının yeter-sizliğine vurgu yapacak ifadeler kullanmıştı. İfade-lerinden bazıları ise şöyleydi;

“AB ve üye ülkelerinin göçmen kriziyle mücade-le yönteminin işe yaradığı numarası yapmayı bıraka-lım”

“Tellerle sınırları ör-mek, göz yaşartıcı gaz kul-lanmak ve gözaltına alma ile barınma, gıda ve su gibi basit ihtiyaçları kısıtlama ve nefret söylemlerinde b u l u n -m a y l a g ö ç -menler

34 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 35

Karantina Karantina

Page 20: Genç Öncüler -99

çizgideki Jobbik Partisi’ne (Daha İyi Macaris-tan Hareketi) yakınlığıyla bilinen N1TV kanalı için çalışan Petra Laszlo’nun onur kırıcı hare-keti ile oğlu ile birlikte yere düşmüştü. Daha sonradan kanal yaptığı açıklamada ahlaksız hareketinin karşılığında Laszlo’nun işten çıka-rıldığını açıkladı. Baba Mohsen’e daha sonra İspanya futbol klüplerinden birinde iş imkanı sağlanmıştı. Olay görüntüler saldırıya uğrayan baba ve onunla hemhal olanlar için onur kırıcı olsa da, çirkinliğin simgesi ırkçılığı iyi bir şekil-de anlatması açısından özellikle sosyal medya-da geniş yer buldu.

Diğer yıkıcı görüntü ise yine Macaris-tan’dandı. Ülkenin başbakanının ırkçı söy-lemleri ve mültecileri aslında Almanya’nın bir problemi olarak gören yaklaşımının bir devamı olan Başkent Budapeşte’de Keleti tren istas-yonunun açılması ile mültecilerinin akını ise başka duygu sellerine sahne olacak cinstendi. Binlerce mülteci, umut ışığı olarak gördüğü yolculuğu tamamlamak için Keleti trenini hın-ca hınç doldurmuşlardı.

Macar mülteci karşıtı Başbakan Viktor Orban’ın ifadelerinde mültecileri aslında Almanya’nın bir sorunu olarak görüp, var olan krizi Hristiyan kökenlere tehdit olarak gördü.

“Hiç kimse Macaristan’da, Slovakya, Polon-ya ya da Estonya’da kalmak istemiyor. Hepsi Almanya’ya gitmek istiyor. Bizim işimiz onları kaydetmek. Avrupa düzeyinde açıkça belirlen-miş kurallarımız var. Alman Başbakanı dün hiç kimsenin kaydolmadan Almanya’ya gidemeye-ceğini söyledi. Alman Başbakanı kayıtta ısrar

ediyorsa bunu yapacağız, yapmak zorundayız” ‘’Hristiyan kökler tehdit altında’’Ayrıca, Macaristan Başbakanı Orban Al-

man Frankurter Allgemeine Zeitung gazetesi için yazdığı makalede de “ülkesinin Avrupa’nın Hristiyan köklerinin tehdit eden sığınmacılarla istila edildiğini” söylemişti.

Macar Orban’ın ifadelerine paralel oluş-turacak ifadeler ise Rum İçişleri Bakanı Sok-ratis Hasikos’tan gelmişti. Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin Hristiyan kimliğinin korun-masına yönelik olduğu çok net olan ifadeleri, AB’nin mülteci kotası çerçevesinde Hristiyan mültecileri misafir etmek istediklerine vurgu yapıyordu.

Bir Göçmen Limanı Olarak Suriye

Mevcut krizde Suriye’de yaşayanların mağ-dur olup, hakları olan sığınmalardan yararlan-mak istemesinin yanı sıra, Suriye bir zamanlar mültecilere kapısını açan bir limanmış. 1839: İbrahim Paşa’nın ordusundan ve zul-münden kaçanların sığınağı 1860: Kırgız mültecilerin sığınağı 1914: Ermeni mültecilerin sığınağı 1948: Filistinli mültecilerin sığınağı 1967: Yine Filistinli mültecilerin sığınağı 2003: Irak’lı mültecilerin sığınağı 2006: Lübnan’lı mültecilerin sığınağı.

Koskoca dünyanın sığdıramadığı, altın taht-larda oturan, petrol içinde yüzen ahmakların kurbanı olan Suriye’li mültecilerin ülkesi Suri-ye bir zamanlar sığınacak limanmış…

ve sığınmacılara karşı diğer şiddet yöntemle-rine başvurmak Avrupa’ya göçü durdurmaya-cak.”

“Eğer Avrupalılar, hükümetlerinin tekrar sınırlardaki durumu kontrol altına almasını istiyorsa hükümetlere göçmenlerin Avrupa’ya ulaşması için koridorlar oluşturması çağrısına bulunmalı”

AB sistematik yaklaşımı eleştirilmeli mi?

Aslında hepsi ayrı başlıklar altında ince-lenmesi gereken vakalar olmasına rağmen, Avrupa Birliğine üye ülkelerin politikacılarının böylesine insani bir vakaya, bu denli sistematik bir şekilde yaklaşıyor olmasının kafalarda soru işaretleri bırakması gerektiği kanaatindeyim. Bu denli ‘’kısıtlı’’ olan rakamların eleştirildiği, eleştirileceği ve eleştirilmesi gerektiği aşikar. Ancak, krizin çözümüne katkı sunacak herhan-gi bir politika olmadan, insani krizi çözmek adı-na, olabildiğince mülteciye ev sahipliği yapmak da haklı eleştiriye sebep olacak konulardan.

BM Mülteci Örgütü Başkanı Antonio Guter-res, mültecileri karşılamak adına Yunanistan’da amaca uygun merkezler yapılması gerektiğini

vurgulamıştı. Daha evvelden de Almanya mül-tecileri Türkiye’de tutma adına ‘’yardım’’ çağ-rısında bulunmuştu. Bir parça yorum yapmış olsak da kalanı yoruma açık bırakmak adına, konuya iktisadi açıdan kuzey-güney ilişkisinde bakan çalışmalara göz atmakta yarar olacak-tır.

Aylan Kürdi, Macar Gazeteci ve Macar Treni

Çiçeği burnunda bir basın mensubu olarak, gazetelerde kullanılan resimlerin ve dolduru-lan içeriğin konuyla ilgili bilgiyi oluşturmakta ne kadar etkili olduğuna gün be gün şahit olu-yorum. 2015 yaz ayları, mülteci krizi adına pek çok dramatik görüntüye sahip olsa da, kendi açımdan, ilk 3’ü sanırım benim ve fotoğrafları görenlerin aklından kazınmayacak cinstendi.

Büyük ağabeylerin sıktığı kurşunlardan ka-çarken, o ağabeylerden daha büyük bir adam olarak hayatını kaybetti Aylan Kürdi. Sadece babası hayatta kaldı… Hayatta kalan babası ise ölüm anlarını şöyle anlatıyordu. “Çocuklarımı ve karımı tutmaya çalıştım ama başaramadım. Birer birer öldüler.’’

The Sun gibi mültecileri uzaklaştırma çağrı-sı yapan gazeteler, Aylan Kürdi’nin Bodrum kı-yısına adeta insanlığın kısmi felcini simgeleyen fotoğrafına kayıtsız kalmamıştı. Aylan’ın kıyıya vurmuş görüntüsü Suriyeli muhacirlere soru işareti ile bakan herkesin gönlünü yaralamıştı. İşte sadece bu sebepten ötürü bile Aylan Kürdi ağabeylerinden daha büyüktü o gün.

Böylesine dramatik sahnelerin yaşandığı zamanlarda dahi, kalbi kurumuş insanlar, ma-alesef insanlığa dair olan inancı sorgulatmaya yeter cinsten. Sadece canını kurtarıp, ailesine ve çocuklarını rahat bir şekilde yaşatmak iste-yen Suriyeli Osama Abdul Mohsen kucağında oğlu ile birlikte polislerden kaçarken, aşırı sağ

Resim 1: Cansız bedeni Bodrum sahiline vuran Aylan Kürdi

Resim2: Macar gazetecinin saldırdığı Suriyeli göçmen

baba ve oğlu Macaristan sınırında

36 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 37

Karantina Karantina

Page 21: Genç Öncüler -99

Kocaeli Mülteciler Komisyonu Sözcüsü

Dücane Demirtaş İleMülakat

Röportaj: Furkan GENÇOĞLU

Kocaelide ilk sığınmacılarla ilişkiniz nasıl başladı?

2013 yılının son aylarında, doğulu ve batılı emperyalistlerin Suriyenin kaderini Suriye hal-kına bırakmayacakları ve savaşın umulandan daha uzun süreceği öngörülmüştü. Özellikle batıdaki iş olanakları ve güneydoğuyla kıyas-lanmayacak hayat standartı sebebiyle batıdaki büyük şehirlere doğru bir sığınmacı akını baş-ladı. İstanbul, sığınmacılar için umudun ütop-yası gibiydi adeta. Konuştuğumuz bir çok Su-riyelinin ilk hedefi ne olursa olsun İstanbuldu. Bilindiği üzere Kocaeli İstanbul yolundaki en önemli kavşak ve iş olanaklarının geniş oldu-ğu Türkiye’nin en büyük sanayi kenti bu yüzden sığınmacı akınından en fazla etkilenen şehir-lerden birisi olması kaçınılmazdı. Özellikle kış aylarında İzmitin neredeyse birçok parkında sığınmacıların barınmaya çalışması üzerine Kocaelili bir kaç genç arkadaşla sosyal medya üzerinden bir araya geldik. Uzun bir değerlen-dirme ve görüş alışverişinden sonra sığınmacı bir kaç aileyle konuşarak iletişime geçtik. Daha sonraki buluşmalarız kurumsallaşma ve so-runlara odaklanarak çalışma yolunu açtı.

İlk başta Kocaelindeki sığınmacılarla ilgi-li karşınızda nasıl bir tablo vardı?

Açıkcası ilk başta tablo pek de iç açıcı de-ğildi. İzmit’in merkezleri Yenicuma, Fevziye, Sabri Yalım, Perşembe pazarı ve yürüyüş yolu bir kaç hafta içinde çoluk çocuk sığınmacıyla doldu. Barınma, giyinme ve yiyecek ihtiyaçları karşılanamıyordu çünkü böylesi ani bir yığıl-

ma beklenmemişti. Bir kaç hafta içinde benzer tablolar Gebze, Körfez, Gölcük ve Kartepe gibi Kocaelinin diğer ilçelerinde de görülmeye baş-lanmıştı. Tablonun kötü yanı, karşımızda sade-ce giyinme, barınma ya da yiyecek ihtiyacı olan bir topluluk değil aynı zamanda iletişim kuru-lup kente uyum sağlanması gereken insanların olmasıydı ve herkes -STK’lar, vakıflar, belediye-ler ve resmi kurumlar- bu duruma hazırlıksız yakalanmıştı.

Sığınmacılarla ilgili bir komisyon hazır-lamışsınız, komisyonun çalışmaları hakkın-da bilgi verebilir misiniz?

Öncelikli olarak yapmak istediğimiz sahaya inmekten çok şehrimizde ortak bir akıl oluştur-mak, başkalarını yönlendirmek ve diğer vakıf-ların birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayıp onları sığınmacılar konusunda daha işlevli kıl-maktı fakat kaçınılmaz olarak sahaya indik ya da itildik. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyo-rum fakat bu durum bizim işe başlama maksa-dımızı gerçekleştirmeyi çoğu zaman engelledi ve enerjimizi bireysel işlerde boğdu. Bunu do-ğal buluyorum çünkü uzun soluklu düşünülen entegrasyon ve uyum projelerinden daha reel. İnsanlar iş bulmak, aç ve açıkta kalmamak is-ter ve öncelik her zaman “hayatımı nasıl de-vam ettirebilirim?” sorusudur.Kocaeli’nde sığınmacılarla ilgili işleri başkasının üstüne yıkmak isteyen birçok STK vardı. Çünkü bu du-rum sıradan bir yardım kolisi dağıtma işinden daha fazlası. Biz amatörce de olsa arkadaşlarla şehrimizdeki sığınmacıların entegrasyonunu

hızlandırmayı amaçladık ki şurası kesindi bu insanların çoğu savaş bitse de geri dönmeye-cekti ve sorun bu duruma kulak tıkayarak çö-zülemezdi. Nihayetinde Kocaeli IHH altında ku-rumsallaşmaya karar verdik fakat IHH da dahil sadece bir vakıf ya da STK’nın değil Kocaeli-deki İslami oluşumların tamamının desteğini almayı çabaladık. Zaten her arkadaşımız farklı dernek ya da STK lar ile bağlantılıydı bunu pe-kiştirmek için kısa zamanda bir çok STK ve res-mi kuruluşları ziyaret ettik bilgilerimizi paylaş-tık ve desteklerini talep ettik. Bu, bürokrasi de işlerimizin boğulmaması için önemliydi. Çalış-malarımızın ilk aşaması Kocaelindeki sığınma-cılarla ilgili doğru bir bilgi kanalı oluşturmak-tı çünkü emniyet ve valilik de dahil herkesin elinde güvenilir olmayan karma karışık listeler vardı. Kim kime ne yardımı yapıyor, gerçekten muhtaç sahibi mi değil mi? bilinmiyordu. İki ay içerisinde yaklaşık 120 ailenin listesini çıkardık

ki bu en az 600 kişi demekti. Bu listeyi yardım kuruluşlarına ulaştırdık bu sayede kış boyun-ca kömür ve gıda ihtiyaçları karşılandı. Birçok ailenin giyinme ihtiyacı karşılandı ve bazı ço-cukların kırtasiyeleri temin edildi. Bazı günler moral ziyaretlerinde bulunduk ve bunların dı-şında veri alamayacağımız kadar yetersiz ya da hayata geçirilemeyen kardeş aile, reklam ve hastanelerde tercümanlık gibi projelerimiz oldu.

Sizin yardımlarınıza bakışları nasıl oldu?Malum Hafız Esad’tan sonra oğlu da

Suriye’de Baas korku imparatorluğunun sür-mesine izin verdi. Her mahallede beş kişiden birinin muhbir olduğu iki kişinin yan yana gelip rahatça konuşamadığı, faili meçhul ve işken-cenin normalleşitiği bir ülkeden bahsediyo-ruz. Bu korkunç bir durum. Firavun’un İsrail oğullarına yaptığından bin kat daha fazlası.

38 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 39

Söyleşi Söyleşi

Page 22: Genç Öncüler -99

Böylesi bir durum altındaki toplumu sağlıklı olarak addedemezsiniz çünkü korku ve güven-sizlik hissi birkaç kuşaktır genetikleşmiş. Doğal olarak sığınmacılar herkese karşı güvensizlik içinde. Çoğu zaman geçmişleri ve Suriye hak-kında konuşmaktan korkuyorlar, sizinle tedir-gin bir şekilde iletişim kuruyorlar ya da hiç kurmuyorlar, sanki Muhebaratın gölgesi her daim üzerlerindeymiş gibi yaşıyorlar. Tabi bu gözlem genç nesil için geçerli değil. Genç ne-sil ülkeleri ve gelecekleri hakkında korkusuzca konuşup yorum yapabiliyor. Sanırım bunun se-bebi de onların sistemin korku makinesine ya geç girmelerinden ya da hiç girmemelerinden kaynaklanıyor. Bu durumu yansıtan büyüklerin küçük küçüklerin büyük gibi davrandığı birçok tabloya şahit olduk. Bunun yanında bir şey daha eklemek isterim, ilk görüşmelerimizdeki korku ve güvensizlik hissinin yanında kimi za-man beklenmedik heyecanlarla da karşılaştık. Bu heyecan yüzyıl aradan sonra kayıp kardeş-lerini bulma heyecanı gibiydi ve bizim ütopya dediğimiz ümmet profilinin ta kendisiydi.

Sığınmacıların İzmit halkıyla ilişkileri na-sıl, gerginlikler yaşanıyor mu?

Şu ana kadar büyük bir gerginlikle yüzleş-medik fakat şehrimizde küçük doğancılık oyu-nu oynayan kartel uzantısı bir medya grubu Kocaelilerin sığınmacı arka planını olumsuz yönde değiştirmek ve halkı sığınmacılara kar-şı tahrik etmek için can atıyor. Manşetler çoğu zaman insanlık onuruna hakaret eder şekilde ve kontrolsüzce. Gazetecilik oyunu oynayan bu grup Çeçen sığınmacıların İlimtepe’de ikamet-lerinin dolmaları üzerine “Çeçenler İlimtepe’yi işgal etti” diye bir manşet atmıştı. Şimdiyse ufak bir adli vaka da bile Suriye ismini manşete taşımaya gayret ediyor hatta ve hatta herhangi bir suçta görgü tanığı bile olsa Suriyeli sıfatını çize çize yazıyor. Tabi insanlar partizan ve aşırı değiller, çoğu zaman toplum itidal çizgisinde-dir. Bu oyunları bozan birçok sıradan insanla tanıştık. Mesela ben bir gün sığınmacılara kim-lik çıkartmak için yabancı şubeye gittiğimde mahallesindeki Suriyelileri toplamış yaşlı bir ülkücü amcayla tanıştım bana sığınmacıları sokakta bulduğunu ve hemen evinin altına yer-

leştirip yukarda ne pişirdiyse aşağı indirdiğini söylüyordu. Bir kaç dakika sonra içerde benzer hikâyeli başka bir amcayla da tanıştım. Her-kesten öte gecesini gündüzüne katan Rabia teyzemizi söylemeden geçemem. Hamdolsun halkımız sahip çıkma erdemini unutmadı.

Sığınmacılar arasında herhangi bir etnik, mezhebi gerginlik olduğuna şahit oldunuz mu?

Mezhebi bir gerginliğe şahit olmadık fakat çoğu zaman Halep çingelerine karşı olumsuz bir hava var. Konuştuğumuz birçok sığınmacı Halep Çingenelerinin kendi itibarlarını zede-lediğini ve insanların Suriyelilere karşı bakış açılarını değiştirdiğini düşünüyor. Çoğu “biz sizin gibiyiz onurumuzla çalışıp geçiniyoruz, di-lenmiyoruz” diyorlar. Dilenciliği meslek haline getirmek herkes için olduğu gibi onlar içinde onur kırıcı ve Suriyeli denince “dilenci, sığıntı” yakıştırmasından hoşnut değiller.

Kocaeli’nde çalışan STK’ların sığınmacı-larla ilişkisi ne boyutta?

Öncelikle bu muhteşem bir soru. Kocaeli şu an bir STK cenneti. İki Yahudi yan yana gelse şirket iki Kocaelili yan yana gelse dernek kurar. Özellikle İslami STK’ların durumu hiç iç açıcı değil. Mayoz bölünmeyle ayrılmanın hazzını alan herkes kendi derneğinin başkanı. Çoğu dernek faaliyet raporuna geçsin diye ıkına ıkı-na etkinlik yapıyor. Çoğunun beraber hareket etme konusunda kaprisleri var ve artık Kocaeli halkının kafasını dahi çevirip bakmadığı, hal-kın gündeminden uzak toplantı ve eylemlerde flama sallayıp boy gösterme derdindeler. As-lında bu konuda tecrübesiz birkaç gencin sı-ğınmacılar için böyle bir kurum kurma çabası onların sahadaki yokluklarından kaynaklanıyor. Ne yazık ki İslami faaliyet denince akla mono-log şeklinde konferans verme, üst dersten alt derse inme ve özel gün ve gecelerde(!) belir-gin sloganlar atmak geliyor ki üzülerek ifade ediyorum bunlar bile çoğu zaman kişisel kapris

ve kırgınlıklardan dolayı adam akıllı yapılamı-yor. Yerelde bazı STK’ların içindeki az sayıdaki birimler sığınmacılar için pansuman tedbirler alıyorlar. Bizimse derneklerden elde ettiğimiz imtiyazlarsa yardım listelerimizi ulaştırmak, toplantı ve buluşmalarımızda mekan kullan-mak, kurumsallaşma ve görev dağılımda tek-nik ve teorik bilgiler almak oldu. Bunun ya-nında itibarlı vakıfların isimlerini de kullanma şansına sahip olduk.

Ev ve iş bulma dışında sığınmacılara ne kolaylıklar sağlayabilir insanlar?

Genel olarak bu insanlar şehrimize ilk ulaş-tıklarında mazlum olarak görüldüler. Devletin yapabileceğinin ve yapması gerekenin çoğunu halk kendi arzusuyla yerine getirdi. Fakat belir-gin kültürel farklılıklar ve bu sürenin uzaması hasebiyle “mazlum” imajı “yük” imajına dönüş-meye başladı. Şunu herkes biliyor bu insanlar dönmeyecekler o halde sonsuza kadar da bu şehirde yabancı olarak yaşayamazlar. İnsan-larımızın sığınmacılara yapabileceği en büyük iyilik onların şehrimize uyum saplamalarını kolaylaştırmak ve onlara normal bir insan gibi muamele etmek. Bu; bu toprakların neredeyse tamamını oluşturan biz göçmenlerin yapmadı-ğı bir şey değil.

Kocaeli’de önümüzdeki dönem Suriyeli-lere yönelik gerçekleştirmeyi düşündüğü-nüz herhangi bir proje var mı?

Panayır projesi adı altında bir çalışmamız var. Allah izin verirse bir dahaki baharda dü-şünüyoruz. Projenin temel hedefi sığınmacıla-rın iş kabiliyetlerini göstermelerine yardımcı olarak kendileri için oluşan önyargılara karşı halkın nezdinde olumlu bir izlenim yaratmak. Bunun için çeşitli iş kabiliyetlerine sahip be-lirlenen sığınmacı kardeşlerimiz Kocaeli’nin en işlek yerlerinden biri olan Yürüyüş yolunda stant açacaklar, maharetlerini gösterecekler. Umarız ki normalleşme adına ufak da olsa bir adım olabilir.

40 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 41

Söyleşi Söyleşi

Page 23: Genç Öncüler -99

KİMLİKSİZLİK VE AİDİYETAybüke EKİCİ

K imlik, kişinin kim olduğunu tanıtan yazılı bir bel-ge olmanın dışında insanı toplumda bir varlık

olarak niteleyen, belirli bir kimse olmasını sağlayan şarttır. Bu anlamda kimlik, her insanın doğuştan sahip olduğu haklarını tanımlar ve hatta bu hakla-ra ulaşmasını sağlayan tek vasıtadır. Bugün kişiler vatandaşlık bağı ile tabi olduğu devletin kendisine verdiği kimlik ile eğitimden sağlığa, seyahatten ev-lenmeye kadar bütün sosyal, siyasi ve ekonomik haklarını kazanmakta, hak ihlali ile karşılaştığında ise diğer kişilere, devletine ya da diğer devletlere karşı yine bu kimliği ile kendini savunabilmektedir.

Ancak ne yazık ki, çoğu savaş ve zulüm nede-niyle olmak üzere çeşitli sebeplerle ülkesini terk etmek ve yabancı bir ülkede yaşamını devam ettir-mek zorunda kalan mülteciler, en temel hakların-dan olduğu gibi kimliklerinden de mahrum kalıyor-lar. Mülteciler ülkelerinden, birkaç parça giyecek, aidiyetini hatırlatacak birkaç eşya dışında bazen kimlik ve pasaportlarını bile alamadan her şeyini bırakıp kaçmak zorunda kalıyor.

Beşinci senesine giren Suriye’de de bugün itibariyle beş milyonun üzerin-deki Suriyeli mülteci/sığınmacının en önemli sorunlarından birini de “kim-

lik” sorunu oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Mülteci-ler Yüksek Komiserliği(BMMYK) ve AFAD verilerine göre 2015 itibariyle Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin sayısı 2 milyona yaklaşmış durumda. Bu sayının sadece yüzde 10’u kamplarda, geri kala-nı ise büyükşehirler başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli illerine dağılmış olarak yaşıyorlar. Türkiye’nin savaş nedeniyle kapılarını çatığı ilk günden itibaren sığınmacı/mülteciler hakkındaki en önemli sorun, onları kayıt altına alarak kimlik verilmesi idi. Kayıt altına almakla da hem istatistiklerin sağlıklı tutul-ması hem de sığınmacı/mültecilere hakların sağ-lanmasında daha etkin hareket edilmesi amaçlandı. BMMYK ve AFAD’ın ortak çalışmaları ile geçtiğimiz 4 sene içerisinde kayıt ve kimlik işlemlerinde önem-li gelişme sağlansa da Suriyeli sığınmacı/mültecile-rin büyük çoğunluğu hala kimliksiz olarak hayıtını devam ettiriyor. Savaştan önce de Suriye’de kimlik ve pasaporttan mahrum bırakılanların olması, “ne yaşar ne yaşamaz” dedirten cinsten bu insanların aslında hiçbir yere aidiyetlerinin sağlanmadığını,

kimliksiz olarak yaşamaya mecbur bırakıldık-ları gerçeğini de karşımıza çıkardı.

Anne- babalarının dahi kimlik sahibi olmadığı yabancı bir ülkede sığınmacı/

mülteci olarak doğan bir bebeğin kimlik sahibi ol-maması!? Bu bebekler hangi ülkenin vatandaşı olacak? Kan bağı esasını kabul eden Türkiye’de, doğumla vatandaşlık kazanamayan ama anne-ba-balarının ülkelerine de dönemeyen, oraya da kayıt olamayan kocaman bir nesil kendini hangi kimlik ve aidiyetle tanımlayacak?

Kilis, Hatay ve Antep’te AFAD ve İHH İnsani Yardım Vakfı’nın kamplarında yaptığımız sayısız ziyarette bizzat tanıklık ettiğimiz, oyunlar oynayıp gözlerindeki umudu gördüğümüz bu çocuklar ve bu ülkede gözlerini hayata açan bebekler için kim-lik sahibi olmaları ilk ve en önemli hareket noktası olmalıdır. Kocasını, babasını, kardeşini savaşta kay-betmiş, küçük çocukları, Türkiye’de hayata gözlerini açan bebekleri için annelere yapılabilecek ilk ve en büyük yardım, çocuklarına kimlik kazandırmak ola-caktır. Çünkü kimlik, çocuğa bir yere ait olduğu his-sini, orada yaşamanın ona mutluluk getireceğini ve geleceği umutla beklemesini sağlayacaktır.

Kamplar her ne kadar bombalar altında yaşa-maktan kaçanlar için bir sığınak ve güven yeri ise de, bu kamplarda doğan ve şu an beş yaşına ge-len, hala savaşın bitmediği için de belki uzun yıllar bu kamplarda kalacak olan kocaman bir neslin, tel örgülerle çevrilmiş ve sınırlı imkanlara sahip bu alanda yetişmesine, bütün bir hayatını burada geçirmesine yetmeyecektir. Savaştan kurtulmuş ise, denizde boğulmaktan kurtulmuş ise, sığındığı yabancı ülkede “kimliğini yitirmedi ise”, “ait oldu-ğu” topraklara geri dönerek ülkesini yeniden aya-ğa kaldırması, ailesinin yeniden bir araya gelmesi için öncelikle bu bebeklerin, Suriye’nin geleceğinin kimliğe kavuşturulması ve kayıt altına alınması ge-rekmektedir.

Türkiye, sığınmacı/mültecilere kapılarını aça-rak bütün Avrupa ülkelerine ve hatta dünyaya ör-nek teşkil edecek bir insaniyet ve misafirperverlik örneği gösterdi. Bu başarısını, Suriye’nin gelecek nesli olacak ve şu an Türkiye’deki kamplarda kalan bebek ve çocukları önce kayıt altına alıp, gerekirse vatandaşlık da vererek eğitmesi ve yetiştirmesinde de göstermelidir.

Bazen milyonlarca mazlumun sesi bir araya gel-se insanlık bu sese kulak tıkar. Bazense minicik bir bedenin kıyıya vurmuş fotoğrafı ve bu fotoğrafın

sessizliği bütün dünyayı ayağa kaldırır. Aylan bebeği yaşatamayan dünyanın, onun gibi Suriyeli sığınma-cı/mülteci bebek ve çocukların yaşaması, denizler-de yitip gitmemesi ya da kimliksiz olarak bir kampta unutulmaması için harekete geçmelidir. Kimlik so-runu, sosyal ve ekonomik haklardan mahrumiyetin yanı sıra başlı başına bir hukuk sorunu, yaşama şartıdır. Okula, doktora gidebilmek, ihtiyaçları için bir işe girebilmek için “kimlikten” başka şansları olmayan sığınmacı/mültecilere “dünya vatandaşı” olarak kimlik ve aidiyet kazandırılmalıdır. Türkiye’yi Suriyeli sığınmacılar konusunda yalnız bırakan Av-rupalı devletlerin ve hem millet hem de din olarak bağı bulunduğu halde bugüne kadar Suriyeli sığın-macı/mültecileri barındırmayan Arap ülkelerinin bu sorunda Türkiye’nin yanında olması, gelecek neslin inşası için maddi ve manevi yardımların yanı sıra kimlik kazandırma sorununu bir an önce çözüme kavuşturması gerekmektedir.

Son on yılda 10 binden fazla mültecinin Avrupa birliği ülkelerinde, son bir yılda binlerce mültecinin Akdeniz’de hayatını kaybettiğini haberlerde ve ra-porlarda tanıklık ederken sadece sayılarını bildiği-miz bu insanların bir ailelerinin olduğunu, hatta bir isimlerinin olduğunu bile bilmiyoruz. AB ülkeleri, ölümleri önlemekte aciz kalınca kayıpların yakınla-rına saygı için kimliklerin belirlenmesi çalışmaları başlatıyor. Bizse Türkiye olarak onları hayatta tut-mak için kimlik kazandırmaya çalışıyoruz. Sadece Türkiye’de ve kamplarda kalanlar için değil diğer ülkeler için de - Öncelikle yeni doğan her bebeğin kayıt altına

alınması- Resmi olmayan evliliklerin belirlenerek bu evli-

liklerin ve bu evliliklerden doğan çokcukların ka-yıt altına alınması için ayrıca çalışma yapılması

- Vatanasızlığın önlenmesi için doğum esası ve kan esası ilkelerinden önce her yeni doğan sığın-macı/mülteciye “vatandaşlık hakkı” tanınması

- Seyahat, eğitim, sağlık hakları için anne- baba ve her çocuğun en azından bir tanıtma katrına sahip olmasının sağlanması

- Ülkelerine geri dönecekleri güne kadar aile birli-ğinin ve neslin korunması için bu kayıtların tüm ülkelerle koordineli bir şekilde yürütülmesi için gerekli çalışmalar bir an önce yapılmaldır.

42 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 43

Karantina Karantina

Page 24: Genç Öncüler -99

Genç Öncüler: Mardin sınırda olması hase-biyle savaş sonrası yoğun göç alan bir şehir, legal yada illegal yollarla yapılan girişler hakkında bilgi alabilir miyiz?

Lütfü Günlüoğlu: Sizin de dediğiniz gibi le-gal illegal girişler oldu. Eskiye nispeten girişler azalmış vaziyette. Hatay, Nusaybin, Kilis, Şenyurt kapılarından ülkeye girişleri var. Şuan Mardin’de kamplarla birlikte 70.000 Suriyeli bulunuyor. Nu-saybin kampında Ezidi’ler kalmakta, Midyat ve yeni açılan Derik kampı ile birlikte 3 kampımız var. Toplamda 10 12bin Suriyeli kardeşimiz bu kamplarda ikamet etmekte.

Genç Öncüler: Mardin kamp koşulları ve do-luluk oranları ne durumda?

Lütfü Günlüoğlu: Yeni yapılan kampta boş yerler var, kapasitesi 20 bin kişi. 3-4 bin Nusay-bin, 3-4 bin Midyat, 3-4 bin kişi de Derik kampın-da kalıyor. Kamplar çadırlardan ibaret. Genelde her aileye 1 çadır verildi ama bir kaç ailenin or-tak kullandığı çadırlar da var. Sağlık ocağı, okul, halk eğitim kursları, market vs. hizmetler bu-lunmakta. Daha önce sıcak yemek hizmeti vardı sonra bu uygulamadan vazgeçildi şuan 15 günlük periyotlarla kişi başı 40 lira market alışverişinde kullanılabilir bakiye veriliyor. Ayrıca zaman za-man izinli çıkış yapıp çalışma imkânları var.

Mardin Suriye Yardımlaşma Platformu Başkanı

Lütfü Günlüoğlu ile MülakatFoto: Sümeyye AYDIN

Röportaj: Büşra KÖSESOY, Mihrican CAN

Genç Öncüler: Önümüz kış kamplar buna ha-zır mı?

Lütfü Günlüoğlu: Maalesef, çadırlarla yazın sıcak kışın soğuk bu sebeple insanlar, verdiğim rakamlardan da anlayacağınız üzere çok zor du-rumda olmadıkça tercih etmiyorlar. Bir kaç ça-dırdaki yanma hadisesinin ardından yanma kor-kusu da var o yüzden kalmak istemiyorlar.

Genç Öncüler: Sınırı geçtikten sonra ilk kim-lerle muhatap oluyorlar? Kamplara ya da şehir-lere doğru herhangi bir yönlendirme var mı?

Lütfü Günlüoğlu: Bazılarının akrabaları var ötekilerde park ve bahçelerde kalıyor. Park ve bahçelerde kalanları görünce kamplara yönlen-diriyoruz. Çalışabilir durumda olanlar ev kiralayıp yerleşiyor. Akrabaları olduğu için de işleri daha kolay ancak yaşam koşulları tabi ki çok zor.

Genç Öncüler: Halkın Suriyelilere bakışı na-sıl?

Lütfü Günlüoğlu: Hassas bir konu ama Tür-kiye’deki en iyi şehir diyebiliriz. Buraya çok rahat adapte oldular. Din, dil, kültür yakınlık en önem-lisi de akrabalık bağlarının olması. Mardin hem Arapça hem Kürtçeye sahip bir şehir olduğu için dil problemleri yok. Olaya maddi açıdan bakan-lar da mevcut, gelip bizi ekmeğimizden ettiler diyenler vs. Ama bereket başka bir şey. Mesela Mardin Mardin olalı geçen seneki kadar güzel süt ve yoğurt görmedi. Bu insanlar da tüketici alım gücü az ya da çok ama tüketici konumdalar ve bir şekilde şehrin ekonomisine katkı sağlıyorlar.

Genç Öncüler: Dil büyük oranda sıkıntıları çö-züyor anladığım kadarıyla peki daha farklı prob-lemler var mı? Mesela büyük şehirlerde ev bula-mama gibi problemlerle karşılaşıyorlar. Burada nasıl sıkıntıları var?

Lütfü Günlüoğlu: Normal vatandaş değiller. Bunun getirdiği sıkıntılar her alana yansıyor. Resmiyette abonelik işlemlerini yapabilecekleri düzenlemeler bulunmuyor. Bu yüzden faturaları üzerlerine alamıyorlar ya da kontrat imzalamı-yorlar. Borç bırakıp gitme gibi yaşanmış bir kaç hadiseden dolayı bazı insanlarda güven kaybı oluştu. Bunun yanı sıra iş yeri açamıyorlar, ev-

lilikten boşanmaya her işleri sıkıntı. Koşulların iyileştirilmesi için uğraşılıyor ancak zor bir iş, normal vatandaşlarla aynı haklara sahip olmak isteyeceklerdir. Mesela resmiyette işlem yapma-ları çok zor olduğu için bazı evliliklerde Suriyeli kızlar mağdur olabiliyor. Çocuk olduktan sonra ortada kalabiliyorlar. Bunun yanında iyi şartlarda evlenenler de var. Hatta 70 kadar ailenin resmi işlemlerini yaptırarak evlendiğini biliyoruz ancak geriye kalanlar belediye işlemlerini yaptığı halde Suriye’den belge getirmeleri mümkün olmadığı için resmi nikâh yapamıyor. Ayyuka çıkmış sorun-lar yaşanmadı bu konuda ama bizde olduğu gibi onlarda da evliliklerle ilgili bu tarz sıkıntılar ola-biliyor, gördüğümüz bir kaç vaka oldu bu şekilde.

Genç Öncüler: Eğitim olanakları ne durum-da?

Lütfü Günlüoğlu: Devlet çok iyi imkânlar sağ-ladı. Suriyelilerin 400 öğrencilik kendi okulları var. Aynı zamanda devlet okullarına kaynaştırma öğrencisi olarak kayıt yaptırabiliyorlar. Üniversi-te için Türkçe öğrenme koşulu var. Burslar yet-miyor bu yüzden okulu bırakanların sayısı artıyor.

Genç Öncüler: Çalışma koşulları neler? Nasıl işlerde çalışıyorlar? Hangi meslek grupları var?

Lütfü Günlüoğlu: Önemli bir bölümü vasıfsız; inşaat, sıva, boya gibi işlerde çalışıyorlar. Vasıflı-lar ise genellikle kendi işlerini yapamıyorlar. Ta-nıdığımız doktor bir arkadaş çaycılık yapıyor. Tabi bazı iş grupları dilde biliyorlarsa daha şanslılar örneğin bir inşaat mühendisi kendi işini yapabilir ya da öğretmense Suriyelilerin okulunda çalışa-biliyor. Tabi bu okulda sadece 20 öğretmen ça-lışıyor.

Genç Öncüler: Suriyelilerin şu an içinde bu-lundukları duruma karşı tutumları nasıl?

Lütfü Günlüoğlu: İnsanlık hali, yalancı var huysuzu var, iyisi kötüsü var… Gelip bağıran ça-ğıran da var; nezaket kuralları çerçevesinde yar-dımı alıp teşekkür eden de var. “BM’den yardım alıyorsunuz ama dağıtmıyorsunuz!” gibi farklı ithamlarla da karşılaşıyoruz. Alıştık artık, üç dört yıldır bu işin içindeyiz. Gönüllülük esas olmasa bu iş yapılmaz. Onları bu şekilde kabul etmek zorun-

44 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 45

Röportaj Röportaj

Page 25: Genç Öncüler -99

dayız; kapatıp gideme-yiz. Memnun olan var olmayan var, kapıların açıldığına şükredenler var… Özellikle genç-ler arasında gerek devlet gerek platform tarafından sağlanan yardımların dışarıdan geldiğine inananlar var. Bunu kasıtlı olarak yaymaya çalışanlar var. Algı operasyonu birkaç yıldır sık duyulan bir kavram ve bunu çok güçlü işliyorlar. Söylenen her söz sosyal medya-da rahatlıkla müşteri bulabiliyor.

Genç Öncüler: Daha önce gelmiş olanlar ar-tık bazı sıkıntılarını kendileri çözebiliyordur diye düşünüyorum yeni gelenlere yardımcı oluyorlar mı?

Lütfü Günlüoğlu: Sadece kendi akrabalarıyla ilgilenebiliyorlar.

Genç Öncüler: Kardeş aile projenizden biraz bahseder misiniz?

Lütfü Günlüoğlu: Mardin’de toplam 3000-3500 aile olduğunu düşünüyoruz. Bizim ilgilene-bildiğimiz aile sayısı 2150. Zaman zaman kaynak yetersizliğinden dolayı yardımı dondurduğumuz aileler oluyor. Kardeş aile sayımız maalesef is-tenen düzeyde değil. Şuan 15 aile var. Çok ilgi-lenenler var ancak bunun yanında devam etti-remeyen aileler de oluyor. Her ailenin bir aileyi sahiplenmesi birçok sorunu çözer. Ancak kültür ve etnik farklar bazı problemlere yol açabiliyor. Bu yüzden devam etmeyen ailelerimiz oldu.

Genç Öncüler: Peki mezhepsel bir sıkıntı var mı?

Lütfü Günlüoğlu: Hayır, pek yok. Ezidiler gel-mişti. Onlar Nusaybin kampında kalıyorlar, ne yerler ne içerler pek bilmiyorduk. 300 e yakın ki-şiler. Sünnilere pek karışmıyorlar. Geldikleri böl-ge, Şengal, şimdi rahatladı ama geri dönmediler. Ara sıra ziyaretlerine gidiyoruz.

Genç Öncüler: Şu günlerde Avrupa’ya doğru bir göç dalgası var. Mardin’deki Suri-yelilerin bu konudaki eğilimi ne durumda? Gitmek isteyenlerin sebepleri neler?

Lütfü Günlüoğlu: Avrupa’ya değil ama İstanbul’a gitmeye ça-lışanlar var. Ama artık şehirlerarası yolculuk-

lar izine tabi. İzin de sadece hastalık ve akraba ziyareti sebebiyle veriliyor. Biliyorsunuz az ve münferit olmakla birlikte bazı olaylara karışan-lar olduğu için böyle bir önlem alındı. En fazla göç İstanbul, Adana ve İzmir gibi büyük şehirlere yapılıyor. Avrupa’ya geçmek isteme sebeplerine gelince; Avrupa 30 bin mülteci alıyor, Türkiye’de 2 milyondan fazla Suriyeli var. Sayı arttıkça imkânlar azalıyor ve Avrupa’ya göç isteği artıyor. Avrupa’da akrabaları olanlar birbirleriyle haber-leşip rahat etmek için yanlarına gitmek istiyorlar. Tabi Avrupa ne kadarını alacak? İnsanları seçi-yorlar.

Genç Öncüler: Çalışmalarınızda devletin size maddi manevi destekleri oluyor mu?

Lütfü Günlüoğlu: Devletten herhangi bir maddi destek almıyoruz ama sosyal medya üze-rinden Türkiye’deki derneklerle haberleşiyoruz. Güven önemli... Çevre ve dostlardan yardım sağ-lıyoruz; bazen de radyodan duyuru yapıyoruz.

Genç Öncüler: Bu insanlar savaş bitince ülke-lerine dönecekler mi sizce?

Lütfü Günlüoğlu: Dönemeyecek ciddi bir ço-ğunluk var. Bunların geneli orada kurulu bir iş dü-zeni olmayanlar. Savaş bitse dahi Suriye’nin tam manasıyla inşası 20 yıla kadar anca yapılabilir. Bu sebeple dönmek istemeyeceklerini düşünü-yorum.

Foto: Sümeyye Aydın Röportaj: Büşra Kösesoy, Mihrican Can

HUKUKİ AÇIDANMÜLTECİLİK VE SIĞINMACILIK

Elif BALAT

M ültecilik ve sığınmacılığın ele alınması ge-reken en önemli boyutlarından birisi de

hukuki durumlarıdır. Dolayısıyla ulusal ve ulus-lararası mevzuatlarda var olan haklarını bilmek şu ana kadar yüzeysel bilgi sahibi olduğumuz bu kavramları daha yakından tanımamızda etkili olacaktır.

Mülteci diye tanımlanan kişi; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hisse-derek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terkedip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke ta-rafından ‘kabul’ edilen kişidir.

Sığınmacı ise; Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terkeden ve henüz sığınma talebi, kaçtı-ğı ülkenin yetkilileri tarafından ‘soruşturma’ saf-hasında olan kişidir. İskan Kanunu Madde3/3’e

göre “Türkiye’de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sı-ğınanlara sığınmacı denir”

Uluslararası mevzuat olan İnsan Hakları Ev-rensel Bildirgesi’nde; Mülteci ve sığınmacılar, tüm insanlar gibi, özgürlüklerinden yoksun bıra-kılmadan ve insan onuruna yaraşır bir muamele görmelidirler. Tutulma ve alıkonulmayı gerekti-recek bütün koşullarda mülteci ve sığınmacılar temel haklarının yanı sıra prosedürel hakları konusunda da bilgilendirilmeleri ve tutuldukları ortamdaki standartların hak ve özgürlükler ba-kımından uluslararası standartlara uygunluğu sağlanmalıdır.

Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Ce-nevre Sözleşmesi ise, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1950 tarih ve 429 sayılı Kara-rıyla toplanan Konferansta kabul edilmiş, 28 Tem-muz 1951 tarihinde Cenevre’de imzalanmıştır.

46 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 47

Röportaj Karantina

Page 26: Genç Öncüler -99

1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre devletler mültecilere çalışma, ülke içinde veya ülke dışın-da serbest dolaşma, iş kurma, mülk edinme, ta-şınabilir kıymetli varlıklarını değerlendirme gibi hakları tanımalıdır. Ancak Cenevre sözleşmesi’ ne göre mültecilik tanımına bakmamızda fayda vardır. Türkiye’ nin de tarafı olduğu bu sözleşme-de mültecilik; “1 Ocak 1951 den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siya-si düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin koruma-sından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya döneme-yen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek is-temeyen her şahıs” olarak tanımlanmaktadır

Uluslararası mevzuatların ardından iç huku-kumuzda var olan ve değişen uygulamaları ince-leyerek konumuza devam edelim.

Türk hukukunda mülteciler ile sığınmacıların hukuki durumu, Türkiye’nin taraf olduğu 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1967 tarihli New York Protokolü dışında, yönetmelik ve kanun-larla düzenlenmiştir. Bahsi geçen milletlerarası antlaşmaların iç hukukun bir parçası olmalarının yanı sıra, mülteciler ve sığınmacıların hukuki du-rumu ile bunların barınma ve güvenlikleriyle ilgili yeni düzenlemeler getirilmiştir.

Türk hukukunda mülteci kavramı, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu md 61’ de şu şe-kilde tanımlanmıştır;

“ Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar

nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal

gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden

dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle

korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında

bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlana-

mayan ya da söz konusu korku nedeniyle yarar-

lanmak istemeyen yabancı veya bu tür olaylar

sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışın-

da bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu

korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız

kişi.”

Bu kanundaki tanımlamada yer alan “Avru-

pa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniy-

le” cümlesi dikkatimizi çekiyor. 1951 Cenevre

Sözleşmesi’nde de bulunan, ancak 1967 protoko-

lü ile kaldırılan “coğrafi sınırlama” Türkiye tara-

fından halen uygulanmaktadır. Coğrafi kısıtlama

sebebiyle Avrupa dışındaki ülkelerden gelenlere

“mülteci” statüsü verilmemektedir.

Bu durum da mevzuatlarda mültecilik kadar

hukuki hak barındırmayan sığınmacılık statüsün-

de kalmak insanlara çeşitli sıkıntılar yaşatmak-

tadır.

Son 50 yıldaki mülteci ve sığınmacı durum-

ları istatistiklerine baktığımızda Avrupa’ dan ge-

lenlerin sayısının oldukça az olduğunu görüyo-

ruz. Buna rağmen Türk Hukuku’ nde hala böyle

bir coğrafi çekincenin olması çeşitli zorlukları

beraberinde getiriyor.

Bu kısıtlama nedeniyle ortaya çıkan sorunlar

yeni kanunla getirilen “şartlı mülteci” ve “ikincil

koruma” tanımları ile giderilmeye çalışılmıştır.

Türkiye, henüz 11 Nisan 2014 tarihinde yü-rürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile iltica hakkında sistematik bir kanuni düzenlemeye sahip olmuştur. 2014 yılına kadar yabancılar ve mülteciler hakkındaki düzenleme-ler kanun, yönetmelik ve yönergelerle dağınık ve çok çeşitli olarak bulunmakta, ayrıca idareye ta-nınan geniş takdir yetkisi nedeniyle uygulamada pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden olmak-taydı.

Türkiye’nin özellikle son on yılda, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamdaki gelişimi ve tanınır-lılığının artması iltica sisteminin ayrı bir kanuni düzenleme ile sistematik hale getirilmesi gere-ğini doğurmuştur. Zira, mülteci ve göçmenlerin öncelikli hedefi olan Avrupa ülkelerine geçişte köprü vazifesi gören Türkiye, artık transit ve kısa süreli kalışın adresi olmaktan çıkmıştır. Ekonomik gelişme ve istikrar kadar, Ortadoğu ülkelerinde yükselen değer olarak görülen Türkiye, mülteci ve göçmenler için hedef ülke haline gelmiştir.

Şüphesiz ki bu durum, Türkiye’yi yoğun bir mülteci talebi ile karşı karşıya bırakmıştır. Dağı-nık mevzuata rağmen idareye tanınan geniş tak-dir yetkisi ile iltica alanındaki sorunlar çözülmeye çalışılmış, bu durum milyonlara ulaşan mülteci yoğunluğuna kadar Türkiye’nin sistematik bir il-tica prosedürüne sahip olmasını geciktirmiştir. Mültecilerin zorla geri gönderilmesi, geri gönder-me merkezi ve yabancı misafirhanelerinde yaşa-nan insan hakları ihlalleri, sınır dışı işlemlerinde ve yabancılarla ilgili diğer işlemlerindeki keyfi tutumlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin mahkumiyetine varan davalarla so-nuçlanmış, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek

Komiserliği başta olmak pek çok sivil toplum ku-ruluşu ve kurumun eleştirilerine neden olmuştu.

Gerek son on yılda yaşanan mülteci yoğunlu-ğu gerekse Türkiye’nin hukuk sisteminde başlat-tığı Avrupa Birliği standartlarındaki iyileştirme gayreti 2014 itibariyle bize Yabancılar ve Ulusla-rarası Koruma Kanunu ile iltica sistemini kazan-dırmıştır.

Bu incelemelere ek olarak; son zamanlarda sıkça gördüğümüz açık sularda batan botlar, ölen mülteci ve sığınmacılar… Bir yanda kapılarını aç-mamak için direnen ve zorluklar çıkaran Avrupa Ülkeleri...

Avrupa Birliğini oluşturan ülkeler, iltica ve göç konularında özellikle son dönemlerde sert uygu-lama ve politikalar oluşturma çabası içinde iken buna karşılık Türkiye’nin içinde bulunduğu coğ-rafyadaki karışıklıklar nedeni ile sınırlarını zorla-yan milyonları bulan insan akını yaşanmaktadır.

Incelememizde mültecilik ve sığınmacılığın hukuki durumlarını, kavram tanımlamaları ar-dından ulusal ve uluslararası mevzuattaki ko-numlarında gördük.

Son olarak eklemek isterim ki; Kimse yerini yurdunu kolay kolay terk etmez, köklerini bırakıp her şeye sıfırdan başlama kararı kolay verilmez ve istenemez… Mülteci ve sığınmacı olmanın bir tercih olmadığını tüm dünya olarak anlamalıyız ki kıyıya vuran insanlığımız olmasın.

https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/belge/goc-men_raporu.pdfhttp://bianet.org/bianet/insan-haklari/2953-multeci-siginmaci-gocmen-nedirhttp://multecihaklari.org.tr/kavramlar/

http://dergi.kmu.edu.tr/userfiles/file/Mayis20141/6m.pdf

48 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 49

Karantina Karantina

Page 27: Genç Öncüler -99

macılara, “geçici koruma” statüsü verilebil-mektedir. Suriye’den gelen Suriye vatandaş-ları, vatansızlar ve Filistinli mülteciler “geçici koruma” kapsamındadırlar.

Mülteciler ile ilgili Türkiye’nin üzerine düşen ödevler nelerdir? Türkiye’nin tıpkı Avrupa gibi mültecilere kapılarını kapatma hakkı var mı?

Türkiye, Birleşmiş Milletler tarafından 1951 yılında Cenevre’de hazırlanan Mültecilerin Hu-kuki Durumuna İlişkin Sözleşme’nin tarafıdır. Türkiye, Sözleşmenin yapımında da görev alan ülkelerden birisidir. Daha sonra, Sözleşmedeki bazı çekinceleri ortadan kaldıran 1967 tarihli NewYork Protokolüne de taraf olmuştur.An-cak, Türkiye, Sözleşmedeki coğrafi sınırlama çekincesini yani sadece “Avrupa’da meydana gelen olaylar”dan dolayı ülkesini terk eden ki-şilere mülteci statüsü vermeyi kabul etmiştir. Bu çekinceye dayanarak Avrupa dışından ge-len mültecilere, mülteci statüsü vermemekte-dir. Bu nedenle, ülkemize sığınan Asya ve Afri-ka ülkelerinden gelen mülteciler, ülkeye geçici ve şartlı olarak kabul edilebilmekte; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafın-dan güvenli içüncü ülkelere yerleştirme işlem-leri yapılmaktadır.

Mülteciler, 1951 tarihli Cenevre Sözleşme-si dışında, insan haklarının korunmasına iliş-kin diğer uluslar arası sözleşmeler ve Türkiye Cumhuriyeti anaysasında düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin çoğundan faydalanma hakkına sahiptirler. Vatandaş olmaya özgülen-miş haklar (siyasal haklar gibi) dışındaki hak ve özgürlüklere sahiptirler. Ancak, bu haklar ge-nellikle kısıtlanmaktadırlar.

Mültecile riçin en temel v birincil hak, zu-lümden kaçtığı yere, zorla geri gönderilme-mektedir. Sığındığı ülkede, yaşamak, ikamet etmek ve insanca yaşayabilmek; bunlara bağlı olarak sağlık, eğitim gibi temel hizmetlerden faydalanmaları gerekir.

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile İçişleri bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi Ge-

nel Müdürlüğü ve illerde de taşra teşkilatları kurulmuştur. Göç İdaresi, yabancılar ve mülte-cilere ilişkin hususları diğer kuruluşlarla (AFAD, Kızılay vs.) planlamakta ve uygulamaktadır

Uluslararası toplumun Türkiye’de hızla artan mülteciler ile ilgili yerine getirmesi gereken yükümlülükler var mı?

Türkiye’de resmi kayıtlara göre 2milyon, tahminlere göre iki buçuk milyon Suriyeli mül-teeci var. Lübnan ve ürdün’de 1 milyonun üze-rinde mülteci var. Bu iki ülke Türkiye’ye göre, hem coğrafi hem de ekonomik olarak çok daha dezavantajlı (küçük) durumda.

Her ülke, öncelikle kendisine sığınan mül-tecilerden sorumludur. Bu hukuki bir sorum-luluktur. Bunun sonucu olarak, kriz ve savaş bölgelerine yakın olan ülkeler büyük bir mülte-ci nüfusu ile karşılaşmaktadır. Kriz bölgelerine uzak olan ülkeler ise bundan etkilenmemektedir.

Bu nedenle, Dünyada en çok mülteci barın-dırıan ülkeler, silahlı çatışma veya kriz yaşayan ülkelerin komşularıdır. Suriye’nin komşuları Lüban, Türkiye ve Ürdün; Afganistan’ın Kom-şuları Pakistan ve İran; Somali’nin komşuları Kenya ve Etyopya gibi ülkeler dünyada en çok mülteci barındrıan ülkelerdir.

Bu kriz bölgelerinin çoğunun (Irak, Suriye, Afganistan, Somali vs.) ortak özelliği, ABD, İngiltere, Fransa gibi başka devletlerin silahlı müdahalesidir. Bu müdahaleler o ülkelerdeki insani krizlerin çok fazla büyümesine neden olmuştur.

Suriye’de yaklaşık 5 yıldır devam eden ve yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca in-sanın mülteci olmasına neden iç savaş halen devam etmektedir. ABD, Suudi Arabistan, Ka-tar, Türkiye, İran, Mısır, Rusya gibi ülkeler doğ-rudan veya dolaylı olarak Suriye’deki iç savaşa müdahildirler. Ancak, Suriyedeki insani krizin yükünün sadec e komşu devletelere yıkılması adil değildir. Çünkü, Suriyedeki krizden payı olan tüm devletlerin siyasi sorumlulukları var-dır; bu nedenle mültecilere konusunda ellerini taşın altına koymaları gerekmektedir. Diğer

K imlere mülteci denir? İnsanlar ilk

olarak ne zaman mül-teci konumuna düş-müşler?

Kısaca, zulüm ne-deniyle yurdunu terk etmek şeklinde mülte-ciliği tanımlayabiliriz. Daha teknik ifadeyle, dininde, ırkından, siyasi görüşünden, mensup olduğu sosyal sınıftan veya benzeri sebepler-den dolayı zulme maruz kalan veya bu zulüm riski altında olup da ül-kesini terk edip başka ülkelere sığınan insan-lar mültecidir. Zulüm kavramının içeriğinin doldurulması, ülkelere ve kültürlere göre değişkenlik gösterebilir. Mülte-ci olmak için, zulümden dolayı evini ve yaşadığı yeri terk etmek tek başına yeterli değildir; ya-şadığı ülkeden başka bir ülkeye geçen kişilere mülteci diyoruz. Zulüm nedeniyle ülke içinde bir yerden başka bir yere göç edenler, hukuki olarak mülteci tanımına girmezler. Ayrıca, sırf ekonomik nedenlerle, yani çalışma veya para kazanma; daha iyi ekonomik koşullar için göç eden insanlar göçmen olarak adlandırılmakta, mülteci olarak kabul edilmemektedir. Topar-larsak, bir insan dini inancı, ırkı, siyasi görüşü,

farklı bir sosyal sını-fa mensup olması gibi veya savaş ve silahlı çatışmaların yaşanma-sı nedeniyle zulme ma-ruz kalması konusunda haklı bir korku ile hare-ket ederek ülkesinden ayrılmak zorunda kal-mış ve başka bir ülke sınırını geçmişse onlara mülteci diyoruz.

Mülteci ile Sığın-macı kavramları ara-sında bir fark var mı?

Kelime anlamıyla her ikisi de aynı anlamı taşımaktadır; mülteci

Arapça, sığınmacı kavramı ise Türkçedir. An-cak hukuki olarak anlam farklılıkları taşıyabil-mektedir. Mültecilik bir durum olmakla birlik-te, mülteci olduğu için başvuran ve işlemleri henüz devam edenlere sığınmacı, işlemleri ta-mamlanıp hukuki olarak kabul edilenlere mül-teci denilmektedir.

Türkiye’de 2014 yılında yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koru-ma Kanununa göre genel olarak “uluslararası koruma” kavramı kullanılmakta, alt kavramlar olarak mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma gibi teknik hukuki kavramlar kullanılmaktadır. Kitlesel olarak gelen sığın-

Mültecilerin Hakları ÜzerineAv. Abdulhalim Yılmaz İle Mülakat

Röportaj: Furkan GENÇOĞLU

50 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 51

Mülakat Mülakat

Page 28: Genç Öncüler -99

rafının günlerce medyada yer bulmasını na-sıl değerlendiriyorsunuz?

Medya kullanımı devletlere göre değişebi-liyor. Ama Avrupa’daki halkı ve dolayısıyla hü-kümetleri etkileyen Alan Kurdi isimli çocuğun cansız bedeninin Bodrum sahilindeki görüntü-sü oldu.

Türkiye 5 yıldır mülteciler ev sahipliği ya-pıyor, bunu medyada da genellikle iyi şekilde sunabiliyor. Ama medyada çok daha iyi şekilde yer alabilmesi mümkündür.

Geçenlerde Fransa Cumhurbaşkanı 24 bin mülteciyi kabul edeceklerini açıkladı ve med-yada manşet oldu ama bu mültecilerin toplam sayısı içinde çok komik sayılabilecek kadar dü-şük bir rakam. Sadece Türkiyede şu anda bu-nun 100 katı mülteci zaten var.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin mülteci politikası konusunda acil eylem planı öne-riniz var mı?

Genel olarak baktığımızda, Türkiye’nin Su-riye savaşından sonra gelen mültecileri kar-şılaması ve tanınan haklar olumlu ve başarılı görünüyor. Bu kadar çok sayıda mülteci ile baş etmek, bir çok ülke için imkansızdır sanı-rım. Türkiye devlet olarak ve toplum olarak bu konuda iyi iş çıkardığı kanaatindeyim.

Şimdiye kadar iyi sayılan bu fotoğraf için ar-tık yeni adımların atılması gerekiyor. Suriyede-ki savaşın ne zaman biteceği belli değil, mülte-cilerin güvenle dönebilecekleri bir Suriye uzun süre olmayacak gibi. Bu nedenle artık “geçici” değil, “uzun vadeli” göç politikasına ihtiyaç var. Türkiyeye sığınan bu insanların normal ve in-sani bir hayat sürmeleerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Örneğin kayıt yapmak, sağlık hizmetlerinden veya çocukların eğitim hizme-tinden faydalanması konusunda bir engel ar-tık olmaması gerekir. Örneğin 400 bin Suri-yeli çocuğun okula gidemediği yani eğitimden mahrum kaldığı ifade ediliyor. Bu çok büyük bir sorun. Ya da, Suriyelilerin kaçak çalışmasına ve sorun yaşamalarına neden olan durum dü-

zeltilmeli, Meclise sevk edilen ve çalışma izni

almalarını kolaylaştıran kanun bir an önce çı-

karılmalıdır. Bu tür sorunlar üst üste geldiği

zaman, mülteciler Türkiye’de bir geleceklerinin

olmadığını düşünüyorlar.

Türkiye birinci adımı başarılı olarak geçti.

Artık ikinci adım atılmalı. Suriyeli mültecilerin

entegrasyonu konusunda adımlar atılmalı.

Şu gerçeği kabul edelim. Bu insanların dö-

nebileceği bir ülke artık yok; hepsi Avrupa’ya

da gidemez. Savaş bitse bile dönebilecekleri

bir evleri ve şehirleri artık yok. Hepsinin dön-

mesini bekleyemeyiz. Ayrıca evlenenler, iş ku-

ranlar bir şekilde Türkiyeyle bağı olanlar da

var. Nerden bakarsak bakalım, en az 250 bin

insan artık buraya ait olacak.

Bu gerçeği kabul ederek bu insanların ha-

yatını kolaylaştırmak; uyum ve entegrasyon-

larını sağlamak; dil-meslek veya oryantasyon

kursları açmak gerekiyor. Bu konuda hüküme-

tin yanında yerel yönetimlerin de bu işe el at-

ması gerekiyor.

Ayrıca, daha aktif göç politikaları ve göç

planlamasına ihtiyaç var. Gelen mültecilerin

meslek ve becerilerine göre istihdamlarını

kolaylaştırmak; hem o insanlara hem de Tür-

kiyeye faydası olacaktır. Bir çok devlet, göç

planlaması yaparak emek ve beyin göçünü

almaya çalışırlar. Ülkemizde de bu gerçekleri

kabullenip buna uygun çözümler bulmamız ge-

rekir. Eğer başarırsak, Türkiye toplumuna katı-

lan mültecilere hem de Türkiye devlet ve top-

lumuna çok hayırlı bir iş olmuş olacak. Ama

görmezden gelir ve çözüm bulmayı ötelersek,

eğer yeni adımlar atmazsak; yeni sosyal so-

runlara kapı açacağımız anlamına gelir.

İleride hayırla anılmak veya hayal kırıklı-

ğı yaşatmak bizlerin elinde. Umarız ki, devle-

tin yanında toplum ve bireyler olarak bu zor

durumdaki insanlar için elimizden gelen tüm

yardım ve kolaylığı yapar, bu sınavı başarıyla

geçeriz.

yandan, dünyanın herhangi bir yerinde meyda-na gelen felaketlerde, yardımlaşmak ve daya-nışmak insani ve ahlaki bir erdemdir. Siyasi so-rumluluk tartışmasını bir tarafa bıraksak bile, böyle bir insani felaket durumunda, herkesin gücü nisbetinde, mülteciler konusunda sorum-luk alması gerekir.

Bunun için mülteciler konusunu bir tarafa bırakırsak, öncelikle Suriyedeki savaşı durdur-mak ve bir çözüm olması için çaba sarfetme-leri gerekir.

Mülteciler kafalarına göre Türkiye’ye sını-rın herhangi bir yerinden geçiş yapabilir mi?

Mülteciler zorunlu olarak, zulümden kaçar-ken ülke sınırlarını yasal veya yasadışı geçebi-lirler. Bu zorunluluktan kaynaklanan yasadışı girişten dolayı ceza verilmez. Ancak, sığındık-ları ülkeden çıkış, o ülkenin kurallarına tabidir.

Kaçak olarak gelen mültecilerin toplan-dığı toplama merkezleri var. Buralarda mül-tecilerin ne gibi hakları var?

Türkiye’de yasal sorun yabancıların ve mülteciler “geri gönderme merkezi” denilen yerlerde tutulmaktadırlar. Genellikle emniyet binalarında veya bu iş için ayrılmış özel bina-larda, yasal sorunu olan yabancılar, sınrdışı edilmek amacıyla, gözetim altında tutulmakta-dırlar. Bunların barınma ve iaşesi devlete aittir. Burda kalanlar, sınırdışı edilmemek için dava açabilirler veya serbest kalmak için mahkeme-ye bizzat veya avukatları aracılığıyla başvura-bilirler.

Ayrıca, mültecilerin kaldığı kamplar bulun-maktadır. Bu kamplar geri gönderme merkez-leri ile karıştırmamak lazım. Türkiye’de Suriye-li mültecilerin barınması için AFAD tarafından hazırlanmış 20’den fazla mülteci kampı bulun-maktadır. Bu kamplarda yaklaşık 260 bin Suri-yeli mülteci barınmaktadır.

Avrupa Birliği’nin Türkiye ile geri kabul anlaşması olduğu söyleniyor. Bu anlaşma-dan biraz bahsedermisiniz?

AB çok uzun yıllardır yasadışı göçle mü-cadele adı altında, göçmenlerin Avruapa’ya girişine engel olacak güvenlik politikalar uy-guluyor. Öyle ki, artık Avrupa bir kaleye ben-zetilerek “kale avrupası” kavramı kullanılı-yor. AB’nin dış sınırlarını koruma adı altında Akdeniz, Ege ve kara sınırlarında AB’nin sınır koruma birimi (FRONTEX) görev yapıyor veya operasyonlar düzenliyor. Ama bu engellemeler başarısız olduğu ortaya çıktı, çünkü bu politika daha çok mültecinin ölmesine neden oldu ve hala oluyor. Diğer yandan, yüzbinlerce mülteci Avrupa’nın içlerine kadar ulaştı.

Geri kabul anlaşması, yasadışı yollardan gelen ve sırf ekonomik nedenlerle gelenleri yani mülteci olmayan kişileri istediği zaman geri gönderebilmek için yapılıyor. Anlaşma im-zalandığında, bin bir zorlukla güvenli bir yere ulaşan insanlar, geldikleri yere veya ülkele-rine geri gönderilebiliyorlar. Ayrıca, mülteci sistemleri iyi işlemiyorsa, mültecileri de geri gönderebiliyorlar.

Avrupa’nın Suriye’li mültecilere olan tav-rını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriyede yaklaşık 5 yıldır devam eden sava-şa ve milyonlarca mülteciye rağmen, Avrupa nültecileri görmezden geldi, ta ki mülteciler Avrupa ülkelerine bir şekilde gelinceye kadar.

Avrupa ülkelerinin kabul ettiği veya etmek zorunda kaldıklar mülteci sayısı, hala nisbeten çok düşük. Lübnan gibi bir ülkede 1 milyondan fazla mülteci varken, AB’nin bazı ülkeleri hala birkaç yüz mülteci bile kabul etmiş değiller.

AB, mülteciler konusunda, tekrar edegeldi-ği insan hakları ve Avrupa değerlerine uygun davranmadı, Suriyedeki iç savaşı ve mültecile-ri görmezden geldi. Dahası, mültecilerin AB’ye girmemesi için yaptığı engellemeler nedeniy-le son birkaç yıldır Akdeniz’de binlerce kişinin ölümüne neden oldu.

Türkiye’nin 2.5 milyon mülteciyi barın-dırmasına rağmen bunun konu edilmediği bir ortamda Danimarkalı bir polisin fotoğ-

52 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 53

Mülakat Mülakat

Page 29: Genç Öncüler -99

Önce bütün çocuklar el ele tu-tuşur.Sonra bir bütün halka halinde (tekerlek gibi), ortalarına oturt-tukları, elinde bir mendil tutan çocuğun (ebenin) etrafında fır fır dönmeye başlarlar.Dönerken bir yandan da oyun-larının (hayatlarının) hülasası olan meşhur Kayılı tekerleme-lerini söylerler.’’Eveleme, develeme,Yağı kaçar, kovalama,Çergi çember,Kılıç, mızrak,Vatan uzak,Gitsek, gitsek?Yola çıksak,Yol tükense,Göle varsak,Çöle gitsek,Çöl yarılsa,Yağmur yağsa,Bereket olsa,Kayı Han, Kayı Han,Yolunu bulsa,Yürüse, yürüse,İlini bulsa,İlimiz Herat,Kişnese kırat,Yağlıkçı yağlığı,Birine fırlat!’’Tekerlemenin bitimiyle ortada oturan çocuk gözüne kestirdiği birine mendili fırlatır.Ebenin mendili fırlattığı çocuk (en iyi arkadaşı), mendili kapar.Herkes yere çömelir.Mendil elden ele dolaşmaya (tekerlek dönmeye) başlar.Sonra aralarından biri hiç kim-seye belli etmemeye çalışarak mendili saklar.

Ama yanındakine de verir gibi yapar.O yanındakine ve o da yanında-kine.Daha sonra yine aralarından (mendili saklayanı görenlerden) biri mendil yok der.Yeniden el ele tutuşurlar.Yeniden dönmeye başlarlar.Yeniden tekerlemelerini söyler-ler‘’

***Vatan uzak,Gitsek, gitsek?Yola çıksak,Yol tükense,***Bereket olsa,Kayı Han, Kayı Han,Yolunu bulsa,***İlini bulsa,***

Yağlıkçı yağlığı,Birine fırlat!’’Ve oyun uzayıp gider, göç gibi.*Bu yazı Yavuz Bahadıroğlu’nun Merhaba Söğüt adlı romanın-dan iktibas edilerek, üzerine eklemeler ve kurgulama yapıl-masıyla hazırlanmıştır. Yavuz Bahadıroğlu’nun kitabının il-gili pasajında asıl anlatılan ise Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin Kayı Obası ile birlikte Söğüt’e

göç ederken göç yolunda çocukların oyunlarının

dahi bitmek bilmeyen göç arayışı ile ilgili olduğu ve dahi te-kerlemede geçen ‘’İlimiz Herat’’ ifadesinden an-laşılacağı üzere bu tekerlemenin

Ertuğrul Gazi’den yüzyıllar öncesine

dayandığı fakat Kayı Obası’nın göç çilesinin

hala bitmediğidir. Zira Kayı Obası Herat Şehrinden

sonra birçok yere göç etmiş ve ancak yüzyıllar geçip Söğüt’e ulaştıktan sonra devletleşebil-miştir. Bugün de benzer şekilde dünyanın belirli bölgelerinden kardeşlerimiz, çeşitli etkenlerin birlikte oluşturduğu bir moti-vasyon sebebi ile yaşadıkları yerleri terk edip farklı bölgele-re iltica ediyorlar. Ve bu süreçte yine benzer şekilde çocuklar, oyunlarından hayatlarına kadar bu çileden en fazla nasibini alan kesim halini alıyor.

BİR MÜLTECİ OYUNUAsım Ebrar YILDIZ

E lhamdulillah vessalatu vesselâmu alâ rasulillah

Bir bahar özledik ve düştük yola..Evleriyle birlikte hayalleri ve umutları da yı-

kılan Suriyeli çocuklar yaklaşık 5 yıldır eğitim-öğretimden uzak kaldı. Oyuncak uçak görünce bombaları hatırlayarak korkan, çiçek çizmeyi unutan, okuma-yazma hiç öğrenmemiş ve ha-yattan ümidini kesmiş bulunan bu çocuklarla birlikte bir nesil yok oluyor.

Yeni bir neslin inşası vuku bulacak-sa; bu neslin temel taşlarını koyan bu ma-sum çiçekleri sulayan ensardan olma gâyesiyle harekete geçtik.

Gâyemiz savaşın çocuklarına bir nebze de olsa çocukluklarını hatırlatmak ve yüzlerine te-bessüm yerleştirmekti..

Harap olan iç dünyalarına dokunabilmek için psikologlarla birlikte sayfa sayfa çalış-tığımız dergide, umut ve sabır temalı hika-yelerimiz, eğlence- bulmaca sayfalarımız, kararan çocukluklarına renk katacak boyama-larımız, hayal dünyalarını harekete geçirmeyi hedeflediğimiz uzay bilgisi sayfamız, Önderi-miz Muhammed Mustafa’yı kalplerine yerleş-tirmeleri için hadisler ve bir neslin inşasında önemli yere sahip olan eğitim sayfalarımızla ümmetin çocuklarını geleceğe hazırlıyoruz. Rabbimiz izin verdikçe ilmimizin rızkını vere-

cek ve bu çiçekleri sulayacağız. Yeşerdikleri gün, umut ediyoruz ki Haleb’e de Kudüs’e de Kabil’e ve Amed’e de bir Fecr doğsun.

Tüm zâlimlere inat: Onlar yıktıkça biz yeni-den inşa edeceğiz..

Düştükçe kalkacağız. Allah için daha çok ko-şacağız. O’nun ipini bulacak ve sımsıkı sarılaca-ğız. Buradan haykıracağız Bilad-ı Şam’da hayat bulacak sesimiz. Umutla, tebessümle, varlıkla, yoklukla, ölümle, hayatla, kalem ve kağıtla ; di-reneceğiz çocuklar adına! •Rabbim; desteğini ve duasını esirgemeyen herkesten râzı olsun, biz-leri Suriye kıyâmına vesîle olanlardan eylesin. Bize bu amelimizi bereketli ve muyesser kılan Rabbimize hamdolsun.

Ve son olarak; bizleri yola düşüren, öncülük eden, bu iş için çok ter döken çok değerli ab-lamız ve hocamız Tülay Gökçimen’e, tasarım-larıyla dergimize şekil veren kıymetli ablamız Saliha Eren’e, fırçalarıyla ‘biz de varız ‘ diyen gönüllü çizer kardeşlerimize, çevirileriyle yü-kümüzü hafifleten çevirmenlerimize, bizlere kapısını açan Urfa İHH ve Kilis İHH’ya, dergi-mizin hayat bulmasını sağlayan TRT Çocuk’a, TRT Genel Müdürü Şenol Göka ve Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Eren’e, katkılarından dolayı Uluslararasi Mülteci Hakları Derneği ve AFAD’a teşekkürü bir borç biliriz.

İnşa Grubu

SURİYELİ ÇOCUKLARAÖZEL DERGİ

Ruveyda KARAHAN

54 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 55

Karantina Karantina

Page 30: Genç Öncüler -99

FİLM TAHLİLİYAŞAMIN DOKUNAKLI BİR ŞARKISI:

HOŞGELDİNİZ Bedri Sinan ATEŞ

Y aşadığımız asrın kanayan yarasıdır mülte-cilik. Ölümün sokaklarında haylaz bir çocuk

gezdiği memleketlerden kaçan insanlar. Sonu-nun nereye varacağı belli olmayan, anılarını ve hayallerini geride bırakmak zorunda kalan insan-lar. Açlık, soğuk, imkansızlıkların yanına vatan hasreti, eski günlerin özlemi eklenir. Göç etmek zorunda bırakıldıkları ülkelerin çoğu zaman katı devlet politikaları, hor görülme ve ya her an sı-nır dışı edilme korkusu ile milyonlarca insan bu karmaşanın içinde bir hayat yaşamaya çalışıyor.

2009 Fransa yapımı olan Hoşgeldiniz filmi de bu milyonlarca insanlardan birinin hayatına özel olarak yaklaşıyor. 17 yaşında olan Bilal, Irak’tan kaçan Kürt bir mültecidir. Fransa’ya göç ettiği günden beri göremediği sevgilisi Mina’ya ka-vuşmak için Londra’ya gitmek zorundadır fakat resmi yasalar buna engeldir. Kaçak olarak gitme çabası ise sonuçsuz kalır. Bütün umudunu Manş

Denizi’niyüzerek geçmeye bağlar. Bu düşüncesi ise hayatını yüzme antrenörü olan Simon ile kar-şılaştırır. Fakat Simon hem karısı Marion’dan ay-rılmak üzeredir hem de mültecilere yardım ettiği için başına bela almıştır.

Manş Denizi’ni yüzerek geçmek isteyen mültecilerden ilham alarak yola çıkan yönet-men Plippe Loriet, filmi vizyona girdiğiyıl ülkesi Fransa’da büyük tartışmalar yaratmış. Yönetmen bir söyleşisinde ‘kendimi 1943 yılında zulüm gören bir yahudiyi anlatmış gibi hissediyorum’ demesi dönemin Göçmenlerden sorumlu baka-nı EricBesson tarafından tepkiyle karşılanmış ve yönetmeni ‘sarı çizgiyi geçmekle’ itham edilmiş-tir. Yönetmen ise bu yaptığının ‘yaraya parmak’ basmak olduğu cevabını verir. Göçmenlerin hika-yesini anlatarak bu ‘kanayan yarayı’ tartışmalara açan yönetmenin bu çabası ise pek tabii takdire şayan.

Dramatik hikayesini başarılı bir şekilde baş-

latan film bu başarısını hiç bozmadan sonuna ka-

dar götürürken seyircilerini de kendi içine çeki-

yor. Bir mülteci ile Fransa’da yaşayan normal bir

insanın hayatını harmanlayarak anlatırken eline

geçen ajitasyon fırsatını elinin tersiyle iterek hi-

kayesine sadık kalıyor. Bu filmin hanesine bir artı

koymamız için iyi bir sebep. Zira bu konu etrafın-

da dolaşan bir çok film asıl hikayesini bir kenara

iterek bambaşka bir filme dönüşebiliyor.

Başrollerini Türk ve Fransız oyuncuların

yaptığı filmde ekip ruhuna sadık kalarak bütün

oyuncular mükemmel bir performans sergili-

yorlar. Özellikle sinema deneyimi olmayan, Bi-

lal karakteri ile karşımızda duran Fırat Ayverdi

kendini bu konuda her zaman ön plana çıkarıyor.

Mülteci olmak, çaresizlik gibi durumları kendine

has bir biçimde gayet başarılı bir performans

içinde, seyirciyi ikna ediyor. Film içerisinde Türk-

çe konuşan ve mülteciler ile beraber neden ya-

şadığını anlayamadığım bir karakterde var. Bü-

tün film boyunca bunun nedenini düşünsem de,

Türkçe’ yi böyle bir filmin içinde duymak beni

mutlu etti. Türk seyircisi için bu ayrı bir mesajda

olabilir. Filmin Türkçe ile birlikte Fransızca, İngi-

lizce ve Kürtçe’ye yer vermesi ise hikaye içinde

ayrı estetik konusu.

Ülkesinin mülteciler hakkındaki sert ve insaf-

sız tutumunu açık bir şekilde eleştirirken bizi de

günümüze getiriyor. Deniz kıyısına vuran çocuk-

lar, sınırda bekletilen insanlar, çelme takmayı bi-

len gazeteciler… Suriye dolasıyla gündemimiz de

olan mülteci sorunlarını yıllar öncesinden gös-

teren Hoşgeldiniz, kendisini ajitasyona dönüş-

türmeden son yüzyılın en büyük insanlık ayıbına

tavrını net koyarken bizi de bu net tavra davet

ediyor.

56 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 57

Film Tahlili Film Tahlili

Page 31: Genç Öncüler -99

BM'NİN DÖŞEĞİNE GÖÇ BİLDİRİSİ

1400 Yıl önceydi..Mekke müşrikleri utanç vesilesi oldukları gerekçesiyle kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken Mekke nin Emini Abdullah ın oğlu Muhammed As. Kızını omuzu-na alıp Mekkenin sokaklarında dolaşırdı.

Devrimci bilincin 1400 sene önceki en ak-siyoner eylemi böyle bir şey olsa gerek. Anla-tılması dile kolay gelir..Yapması ise yürek ister. Bir cana kıymak her kişinin işi olan bir yerde bir canı omuzuna almak er kişinin yapacağı iş-tir çünkü.

Kutlu elçi den 1400 sene sonra yani bugün, Devrimcilik denilen olgu sırf mazlum oldukla-rı için diri diri sulara gömülen muhacirlere el uzatmaktır diyebilirim..

Her ne kadar büyük bir iddia gibi görünse de ben şahsen bunun çok iddialı bir düşünce olduğu kanaatinde değilim. Devrimcilik deyin-ce halkımızın, gençlerin kafasında çok farklı

şeyler uyanıyor. İdeolojik fikirlerden beslenen-ler devrimi ağdalı cümlelerle toplumsal karşılı-ğı olmayan fantastik hareket tarzları ile anlata dursun. Biz zaten onların içine düştüğü acına-sı durumu görüyoruz. Rusya ile Amerika nın mandası altında mekik dokuyan teori devrim-cileri pratikte reel politizmin çamurdan ekme-ğini afiyetle yiyorlar. Yemeye devam etsinler elbette o çamurdan ekmek kursak tıkayacaktır.

Devrimci duruş eylem meydanlarında slo-gan atmak değildir sadece. Devrimci duruş o sloganın içerdiği mesajın muhatabının açtığı yaralara melhem olmaya çalışmaktır. Başka yaralar açılmaması için gayret etmektir. İşte meydanlarda sövülen küfür edilen küresel is-tikbarın insanlığın bağrında açtığı yaralardan biridir mülteci dramı.

Mülteci kavramını sadece Suriyelilere has kılmak istemiyorum. Allahın insanlık suçu

BİR ATEŞ YAK! KARANLIK DENİZLERE IŞIK OLSUN.

Yusuf MUTLU

Kaç dışişleri bakanıAğarttı saçlarınıTedirginlik koğuşundaAfgan çadırlarındaArap çadırlarında

Sizce çözüm Yetkili kişiTapınaklardamıObsidyen taşındamıSiyasa mikrobundamı?

EyBMKarnavalar gecelerininPaskalya cumalarınınAğlama duvarlarınınYaralarına merhem sürenSaygın kişisi

BizlerVurmadıkmıydı karayaDeniz kıyısında mayalanarakVeSizlerİnceleyerek kimyasal kalıntılarınıSonra yenidenOturmadımıydınızDeri koltuklarınıza

Daha ne kadar kan kusmalıŞam ve kül kalıntısıYurtlarının dışındaÖlecek olanlar içinKonuyu değiştirmeyinBu seferDeğiştiremeyceksinizBu bildiri döşeğinizeUğrayan Babalar ve oğullar için

Koşuşunuz bir başkaTapışınız ayrı bir başkaÖte putundan beri putunaİdam hırıltısını andırıyorTv röportajlarınız Gazete yorumlarınızBomba fitili Gibi İmza törenlerinizFötr şapkacılarlaBiz barbarlar Buna İhale-i insan diyoruzİhale-i insan

Ervanur ERDOĞAN

58 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 59

Karantina Karantina

Page 32: Genç Öncüler -99

larla cesur pozlar ver ondan sonra o dramdan çoluk çocuğunu kurtarmak isteyenleri kendi ülkene gelmeleri hususunda insan kaçakçıları-na mahkum et, tel örgülerin arkasına hapset, kaçmak isteyenlere de faşist medya tetikçile-rine çelme taktır. Bu dalga geçmek değildir de nedir? Ve daha iğrenci ülkesine mülteci almayanların bunun için girişimde bulunma-yanların, o savaşların zalim rejimlerine destek vermesi de düpedüz içinden -Ben çıkarlarıma bakarım siz de ne haliniz varsa görün- diyerek pişkinliğin tarihini yazmasıdır.

İşte bu yüzden mülteci dramı konusun-da atılacak her adım bireysel kurumsal ya da toplumsal hiç farketmez devrimci bir adımdır. Mazlum halkarın üzerinde oyun kurup onların hayatı üzerine zar atanlara meydan verme-mektir. Türkiye, halkıyla devletiyle bu konuda ciddi bir sınav vermektedir. Hükümetin bu ko-nudaki sınavını (her ne kadar eksiklikler olsa da) ciddi adımlarla başarılı bir şekilde verdiği-ni görüyoruz.Ve daha bir kaç gün önce Sn. Baş-bakan Ahmet Davutoğlu nun BM genel kon-seyinde dile getirdiği Suriye de 3 tane şehir kurma teklifi güvenlikli bölgenin oluşturulma-sı durumunda hayata geçerse mülteci dramı karşısında tarihe atılmış en güzel adımı ger-çekleştirmiş olacaktır. Bireysel ve toplumsal olarakta mülteci dramına sessiz kalmamalıyız. Kardeşlerimizi mağdur edip acınası hale geti-renlere muhtaç etmemeliyiz. Unutulmamalı ki Anadolu halkının önemli bir kısmı Balkan Kırım Kafkas göçmenidir ve halk arasında Muhacir olarak tanımlanmaktadır. Mültecilerin dramını

onların yaşadıklarını yaşamış insanların torun-

ları olarak bizden daha iyi kim anlayabilir? Ve

tabi herşeyden önce İslam kardeşliğiyle, o kar-

deşliği yüreğinde yaşayarak acısını sevincini

yüreğinde hissederek onları daha iyi anlayabi-

lir ve ensar olmanın hakkını verebiliriz.

Son olarak Mülteci sorununu hiç bir şekilde

gündemden düşürmemeli sürekli toplumsal

bir algı farkındalık oluşturma çabaları içinde

olmalıyız. Kalıcı projeler üreterek bu yaraya

hepimizin yarasına melhem olmalıyız. Tabi

şunu da unutmamalıyız ki mazlumun dini ol-

maz. Mültecilerle alakalı her çalışmaya din dil

ırk mezhep ayrımı gözetmeden yaklaşmalıyız.

Bir ateş yakmalıyız ki her gün karanlık denizle-

re gömülmeye terkedilen mazlumlara ışık ol-

sun. Bunu hakkıyla başarabilirsek zulmün tuğ-

yanın ifsadın cirit attığı bir çağın nesli olarak

rabbimizin huzuruna çıkabilecek bir yüzümüz

olsun.

Gayret ve Cehd bizden, başarı ve mükafat

Allah tandır.

saydığı insanları yurtlarından tehcir etme az-gınlığını bugün mazlum coğrafyaların hemen hemen her yerinde yaşıyoruz. Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu, Afrika, Burma, Arakan vs. He-men hemen her yerden batılı ülkelere doğru göçler yaşanıyor. Herşey sadece olumsuz değil olumlu şeylerde var hamdolsun. Şu an ülkemiz tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde yurtlarını terketmek zorunda kalan mazlumlara kucak açıyor, onları bağrına basıyor. Mülteciler üze-rinden ucuz işgücü derdine düşen batılılar ise mülteci dramı konusunda tamamen çıkarcı davranıyor.

Aslında zorumuza gitmeli. Son zamanlarda o kadar sıradanlaştı ki herşey. Ülkemizin sahil güvenlik ekiplerinin maalesef bir kısmını kurta-

bildiği diğerlerinin ise boğulup gittiği göçmen facialarına artık 3. sayfa gazete haberi mua-melesi çekiyoruz. Aslında bu olayda gurur du-yacağımız tek şey ülkemizin mültecilere kucak açmış olması ve yeryüzünde bu drama sessiz kalmayan vicdanların varlığından başka bir şey değil. O insanların yerlerinden yurtların-dan edilmesi bizim utanç kaynağımız olmalı. Müslümanlar bir duvarın tuğlaları gibidir diyen Allah rasulünün bilincine sahip olup yollara düşen her kardeşimizin acısını yüreğimizde hissetmeliyiz. Bunu hissedememe düşüncesi bir yana asırlar önce bizim zenginliklerimize bakıp ağzının suyu akan ve sırf bunları yemek için kutsal Kudüs davası uydurup Avrupadan topladığı kimisi garip guraba kimisi çapulcu eşkıya takımını Müslümanlara musallat eden batının bugün mülteci sorunu karşısında idra-kimizle alay etmesi de en büyük utanç kay-nağı olmalı bizim için. Islah edici kılığına bü-rünüp İslam coğrafyasında fitne fesat çıkaran kan döken batının yerinden yurdundan ettiği mazlumları kendisine muhtaç etme girişimidir bu yaşananlar. Sen adamların memleketinde işbirlikçiler hainler casuslarla savaş çıkar. Za-lim kukla rejimleri destekle adamların evleri-ne bomba yağdıranlarla aynı masaya otur, on-

60 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 61

Karantina Karantina

Page 33: Genç Öncüler -99

Göç Hareketleri ve Suriye’li Mültecilerin Bugünü

Dücane DEMİRTAŞ

G öç, insan topluluklarının dini, ekonomik, sos-yal, coğrafi ve diğer sebeplerden dolayı var-

lıklarını sürdürebilecekleri başka bir yere hareket etmesidir. Bir ülkede ırk, din, sosyal konum, siya-sal düşünce ya da ulusal kimlik nedeniyle baskı altında olan kişilerin tarafsız olduğu düşünülen başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunulup buna kabul edilmelerine iltica ve bu kişilere de mülteci denir. Sığınma ilticada sayılan sebepler-den dolayı ülkelerini terk edip talepleri kaçılan ülkenin yetkilileri tarafından hala soruşturma safhasında olma durumudur ve bu durumdaki ki-şilere sığınmacı denir. İskan Kanunu Madde3/3’e göre “Türkiye’de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sı-ğınanlara sığınmacı denir”.

1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişi, 1923-1945 yılları arasında Balkan-lardan 800 bin kişi, 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişi, 1988 yılında Halepçe kat-liamından sonra Irak’tan 51.542 kişi, 1989 yı-lında Bulgaristan’dan 345 bin kişi, 1991 yılında Birinci Körfez Savaşından sonra Irak’tan 467.489 kişi, 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişi, 1999 yılında Kosova’da meydana ge-

len olaylar sonrasında 17.746 kişi, 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişi, Nisan 2011- Eylül 2013 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 2 milyon kişi ülkemize sığın-mıştır. Bunlarla beraber Çeçen, Mısırlı, Filistinli, Doğu Türkistanlı ve Orta Asya devletlerinden olanlarda eklenmeli. Ülkemizde sadece 1995-2012 yıllarında yakalanan yasadışı göçmen sa-yısı 900.000’i geçmiştir. Bu portreden de önce bir yüzyıl daha gidilirse fark edilecektir ki Türkiye göçmen yurdudur.

2011 yılında Suriye’de patlak veren iç savaşın bedelleri 18.000’nden fazlası çocuk; 18.000’i ka-dın olan 250.000 ölü. Tabi bunlar resmi rakamlar; resmi olmayan sayı 300.000’ne değin uzanıyor. Rastgele bombardıman ve infazların kurbanları-nın yüzde 19’u kadın ve çocuklar. Raporlara göre Esed güçlerinin saldırılarında, 5 bin 150 varil bombası kullanılarak 12 bin 194 kişi katledildi. Sadece 2015 Eylül ayında öldürülen sivil sayısı 1497. Sadece 2015 yılının başından bugüne 673 kişi işkence altında öldürüldü, toplam resmi ra-kamsa 5047. Yaklaşık 610 sağlık görevlisi katle-dildi. Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü sadece 76.000 tutuklunun ismine ulaştı.

Suriye dramından kaçmak isteyen 3 milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye, 1.100.000’si Lübnan’a; 249.000’i Irak’a; 629.000’i Ürdün’e ve 132.000’i Mısır’a göç etti. BM’ye göre ülke içinde 7,3 mil-yon kişi göç etti. Avrupa’daki göçmen sayısı ise 270.000.

Türkiye’de Suriyelilerin yüzde 80’ni kamp dışı yaşamaktadır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 35.000 Suriyeli doğumu gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 10 farklı ilinde kurulan 16 çadır kent, 1 geçici kabul merkezi ve 6 konteynerkentte 221.447 Suriyeli barınmaktadır. Kasım 2014 ra-porlarına göre sadece İstanbul’da 330 bin Suri-yeli sığınmacı vardır ki bu rakam tüm Avrupa’dan daha fazla.

Suriye’de yaşanan iç savaşın siyasi düşün-cesini etkilediğini düşünen İstanbulluların oranı yüzde 37,5, bunun yanında yüzde 83,1’i Suriye-lilere dair resmi rakamları güvenilir bulmuyor. Yardımların yeterli olduğunu düşünenler %33. %69,3 sığınmacıların kamplarda ikamet etmesi-ni istiyor. Asla Suriyeli komşu istemem diyenler %41 ve kesinlikle iletişim kurmayanların oranı yüzde 45,9. Sığınmacıların çalışıp iş sahibi ol-masını istemeyenler 36,2. Yüzde 75, 18 yaş altı Türkçe bilen sığınmacı neslin eğitilmesinden yana. Bununla beraber yüzde 54, Suriyelilerin yoğun olduğu yerlerde güvenlik sıkıntısından şi-kayetçi. Yüzde 69 savaş sonunda sığınmacıların ülkelerine dönmelerini istiyor.

Halkın yüzde 50’ye yakını Suriyelileri kabu-lü ortak tarih ve coğrafya duygusuna bağlıyor. Din kardeşliği diyenlerin oranıysa yüzde 52,9. Yüzde 41,1 sığınmacıları “zulümden kaçan in-sanlar” olarak tanımlıyor. Suriyeliler işlerimizi elimizden alıyor diyenler % 56,1. Bölge illerin-de sığınmacıların asayişi bozduğuna dair kanaat yüzde 41 iken bu oran diğer illerde 22,7. Yüzde 49,8 Suriyeli komşudan rahatsızlık duyuyor ve bu oranın yüzde 52 sinin bu düşüncesinin sebe-bi şahsa ve mala zarar verebilecekleri korkusu. Halkın %60,2’si ülkede yardıma muhtaç bu kadar insan varken Suriyelilere devletin yardım etme-sini doğru bulmadığını söylemektedir. Halkın % 81,7’si Suriyelilerin vatandaş yapılmasına açıkça karşıdır. Diğer taraftan vatandaş olmasa bile nü-fusun Suriyelilerle birlikte artmasıyla daha güçlü bir devlet olunacağı tezini halkın sadece %12,3’ü kabul etmektedir. Suriyelilerin Türkiye’de kalma-sının büyük sorunlara yol açacağını düşünenlerin oranı %76,5’tir.

Bunun yanında Suriyeli sığınmacılara yönel-tilen sorularda Türkiye’nin sağladığı desteği ye-terli bulmayanların oranı 61,3. İstanbul tercihi-nin %68,8 ile sebebi iş imkanları. Sığınmacıların %51,6’sına göre İstanbullar kendileriyle iyi ya da kötü bir iletişimde bulunmuyorlar. Savaş sonrası Suriye yeniden inşa edilene kadar geçici güven-li bölgede kalmak isteyenlerin oranı yüzde 62,5. %90,2 TC vatandaşlığı istiyor. İstanbul’daki Su-riyeli sığınmacıların yüzde 72’si hiç sınır kamp-larında bulunmamış. Dilencilik geçim zorluğu sebebiyle yüzde 40’lık kesim tarafından normal karşılanıyor. İstanbul’dan ayrılmak isteyenlerin

oranı yüzde 90,3. Sığınmacıların uluslararası ca-miadan şimdi ve savaş sonrası beklentileriyse şöyle: %33,7 siyasi baskı, %25,7 iç işlerine ka-rışmama. %41,1 Türkiye’nin şimdi ve sonrasında kendilerine yol göstermesini istiyor. Yüzde 50,9 neden Türkiye sorusuna güven cevabını veriyor. Kamplarda koruma kendilerini koruma altında hissetmeyenlerin oranı sadece yüzde 0,6.

Sığınmacıların geldikleri şehir ve savaş sonra-sı istedikleri rejimlerse şöyle; Halep %42,6 İslami devlet %55,3 demokratik yönetim; İdlip %32,6 İslami devlet %60,7 demokratik yönetim; Lazki-ye %33 İslami devlet %50 demokratik yönetim; Şam %100 demokratik yönetim. Toplamdaysa %59,2 demokratik yönetim istemekte. %74,4 Esed’in şuana kadar ayakta kalmasının sebebini dış desteklere bağlıyor. Savaşın ne zamana bi-teğini kestiremeyenlerin oranı yüzde 56. Yüzde 82,4 savaştan sonra psikolojik rahatsızlık çekiyor. Savaştan dolayı en az bir yakınını kaybedenlerin oranı yüzde 95.

KAYNAKÇA

UNHCR

http://www.washingtonpost.com/news/morning-mix/wp/2015/03/13/conflict-has-ravaged-

syrias-health-system-just-when-its-most-needed/

http://physiciansforhumanrights.org/press/press-releases/doctors-in-the-crosshairs-four-

years-of-attacks-on-health-care-in-syria.html?referrer=https://www.google.com.tr/

http://sn4hr.org/blog/category/report/monthly-reports/detainees/

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER: TOPLUMSAL KABUL VE UYUM *Kasım 2014+ HUGO-M.Murat

Erdoğan

AFAD

SURİYELİ SIĞINMACILARIN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ- ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR

MERKEZİ

Göç Politikaları, Toplumsal Kaygılar ve Suriyeli Mülteciler Doç. Dr. Oğuzhan Ömer Demir

ULUSLARARASI STRATEJİK ARAŞTIRMALAR KURUMU Mehmet Güçer Sema Karaca O. Ba-

hadır Dinçer

Suriyeli Sığınmacılar Raporu İstanbul Örneği İstanbul Fikir Enstitüsü 2014

62 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 63

Karantina Karantina

Page 34: Genç Öncüler -99

G öç, tarih boyunca çeşitli sebeplerin birlikte oluşturduğu motivasyonlar sebebi ile insan-

lığın değişmez bir unsuru, sosyal bir hakikati ol-muştur. Kimi zaman savaşlar, kimi zaman afet-ler, kimi zaman baskılar, kimi zaman tutsaklıklar, kimi zaman bir nefes de olsa daha fazla hürriyete kavuşma isteği, kimi zaman hakim olma tutkusu, kimi zaman sahiplenilme arayışı, kimi zaman ise görünürde bir neden olmasa da birlikte yaşanan mekanlardan, zamanlardan, şahıslardan ve dahi birlikte yaşanan kendi’likten kaçma arzusu veya bunların karma halde oluşturduğu sebepler yü-zünden yüzyıllardır insanlar göç ediyorlar, göç ediyoruz.

Göç yolunda bir çok yerden geçiyoruz. Bazı-larımız terk ettikleri ortamdan sonra ulaştıkları ilk yere yerleşiyorlar. Bazılarımız ise daha ötelere yol alıyorlar. Yerleşmek istediğimiz yere giderken ayağımızı bastığımız her yer bir köprü vazifesi görüyor bizim için, buralarda ne kadar vakit ge-çirirsek geçirelim bir türlü alışamıyoruz, aklımız-da hep öte ufuklar oluyor, yerleşmek istediğimiz yere her gün biraz daha yaklaşmak istiyoruz ki;

bitsin göç yolu, bitsin çektiğimiz çile ve vardığı-mız yer vatan olsun bize.

Bazılarımız vardıkları yeri iyice sahipleniyor-lar, beylikler, devletler ve hatta imparatorluklar kuruyorlar buraların üzerine. Bazılarımız yalnız-ca bir isim üretebiliyorlar. Soyumuzdan gelenler, akrabalarımız artık ismimizle tanınıyorlar. Bazı-larımız ise tamamen entegre oluyorlar yerleştik-leri ortama. Zamanla buranın ev sahiplerinden ayırt edilemez bir hal alıyorlar. Yediği yemeğim, taptığı taptığım diyebiliyorlar.

Göçmenler için binlerce senedir hem yerle-şim hem de köprü vazifesi gören nadir yerlerden biridir Anadolu. Anadolu, coğrafi şartlarının uy-gunluğu, yüzlerce medeniyetin beşik yeri oluşu ve ilahi misafirperverliği gibi nedenlerle daima bir göç merkezi olmuştur.

Nitekim bugün bu göç merkezine Türkiye Cumhuriyeti ev sahipliği yapıyor. 1923’ten beri dünyanın çeşitli bölgelerinden genellikle Müslü-man olan veya Türk Dil grubuna bağlı olan yerler-den insanlar iskânlı veya serbest olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne göç ediyorlar.

1923’TEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’YE GÖÇLER

Asım Ebrar YILDIZ

Türkiye’ye göçlerin başlangıç dönemi tarihçi-ler tarafından ‘’ulusal inşa’’ olarak adlandırılan savaş sonrası toparlanma ve savaştan arda kalan iradede birleşme dönemidir. Zira bu dönemdeki en temel göç hareketi savaş sonunda Cumhuri-yet Türkiye’sinin sınırları dışında kalmış Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman ve çoğunlukla Türk kökenli insanların, milli iradeye dayanan yeni anayurt göçleridir.

Cumhuriyet döneminin en önemli ve ilk göç hareketi, 1923 yılında esasları belirlenen ‘’Türk - Yunan Mübadelesi’’ ile gerçekleşmiştir. Bu göç hareketiyle, Lozan Antlaşması’na ek olarak yapı-lan bir sözleşme uyarınca Türkiye ve Yunanistan arasında din esasına dayanarak karşılıklı insan değişimi uygulanmıştır. Bu kapsamda İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da ikamet eden kişiler muaf tutulmak üzere Türkiye’den 200.000 Hris-tiyan zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Aynı kap-samda Batı Trakya Türkleri muaf tutulmak üzere 350.000 Müslüman zorunlu şekilde Türkiye’ye göç ettirilmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonraki bir diğer önemli göç hareketi Yugoslavya’dan gelen kitlesel göçlerdir. Yugoslavya’da yaşayan Müslümanların, Türkiye Cumhuriyeti’ne ilk göç akını 1924 yılında gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar-daki hakimiyetinin bitmesinden sonra tamamen

yıkılması ile buralarda yaşayan Müslümanlar, maruz kaldıkları zulüm ve baskılardan ötürü göç etmek zorunda kalmışlardır.

1925 yılında, ‘’Türk - Bulgar İkamet Sözleş-mesi’’ ile Bulgaristan topraklarından binlerce Müslüman Türkiye’ye göç etmeye başlamıştır.

Bunu 1936 yılındaki ikinci göç dalgası izlemiş-tir. Tüm bu göç dalgalarında, bu topraklardaki yö-netimlerin izlemiş oldukları politikalar ve Müslü-manlara uygulanan baskılar etken olmuştur.

1946 yılında Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin ilanından sonra, 1949 - 1951 döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçmen sayısı yaklaşık 156.000’dir

1949 yılından itibaren Çin’in Doğu Türkistan üzerinde yürüttüğü asimilasyon ve etnik zulüm politikaları Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye göçün nedeni olmuştur.

1953 yılında Tito’nun Türkiye’yi ziyaret etme-sinden sonra imzalanan ‘’Serbest Göç Anlaşma-sı’’ ile Yugoslavya’dan Türkiye’ye üçüncü göç fur-yası başlamıştır.

1968 yılında imzalanan ‘’Türkiye - Bulgaris-tan Yakın Akraba Göçü Anlaşması’’ çerçevesinde Türkiye’ye daha önceden göç etmiş akrabası bu-lunan yaklaşık 117.000 kişi akrabalarının yanına göç etmiştir.

1923, Türk-Yunan Mübadelesi

1923, Türk-Yunan Mübadelesi 1923, Türk-Yunan Mübadelesi 1923, Türk-Yunan Mübadelesi

1923, Türk-Yunan Mübadelesi 1946,Bulgaristan’dan gelen göçmenler

64 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 65

Tarih Tarih

Page 35: Genç Öncüler -99

riş yapmış, gelenlerden pek çoğu Mehter Marşı ile karşı-lanmıştır.

1991 yılında Körfez Savaşı sonrasında yaklaşık 470.000 kişi kaçarak Türkiye’ye gel-miştir. İlk olarak Amerika’nın öncülüğündeki müttefik kuv-vetler Kuveyt’i işgal eden Irak’a saldırmış, kısa bir süre sonra da kuzeyde Kürtler ve güney-de Şiiler, Saddam Hüseyin yönetimini düşür-mek üzere isyana kalkışmış, ancak bu muhalif hareketlere karşı şiddetli bir bastırma operasyo-nu yürütülmesinden ötürü önce Şiiler sonra da Kürtler komşu ülkelere kitlesel olarak sığınmak mecburiyetinde kalmışlardır.

1999 yılında Kosova Savaşı sebebi ile yakla-şık 18.000 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. 1991’de Yugoslovya’nın yıkılmasından sonra Kosova’nın bağımsızlık istemesi üzerine Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Ordusu, Kosova Kurtuluş Ordusu’na karşı savaş başlatmış ve buna karşı NATO’nun müdahalesinden sonra Sırplar, Yugoslovya adı altında Kosova’lı Müslümanlara karşı bir etnik te-mizlik girişiminde bulunmuş, bu sebeple binlerce Müslüman Türkiye’ye göç etmiştir.

Ayan beyan anlaşıldığı üzere 1923’ten beri milyonlarca insan Türkiye’ye göç etmiş ve şükür-ler olsun ki bizden önce vatanımızda yaşayan-

lardan hiç kimse bize sığınan insanlardan hiç kimseyi red-detmemiştir.

Bugün de aynı şekilde bir tarihi tekerrür halinde ülkele-rindeki iç karışıklıklar ve savaş sebebi ile 2 milyondan fazla Suriye’li kardeşimiz Türkiye’ye

sığındı ve sığınmaya da devam ediyor. Yine şü-kürler olsun ki biz yine bize sığınan insanlardan hiç birini reddetmedik, edemezdik, etmiyoruz, et-meyeceğiz. Ama az ama çok, elimizden geldiğin-ce, kalemimizin mürekkebi yettiğince, ocağımızın ateşi yandığınca, mülteci kardeşlerimize yardım etmeye çalıştık, çalışıyoruz, çalışacağız. Millet olarak Ensar olma izzetine nail olduğumuz için şükrediyor ve üzerimize düşeni yapma çizgisinde ilerliyoruz.

Lütfen mülteci kardeşlerimiz için herhangi bir şey yaparken, büyük, küçük, bireysel, toplu, maddi veya manevi ne yaparsak yapalım bunun bir sınav olduğunu, tarihi bir sınav olduğunu, te-kerrür eden bir sınav olduğunu, yine bir sınav olduğunu, yeni bir sınav olduğunu unutmayalım. Unutmayalım ki umut edelim ve umut edelim ki kazanalım.

*Sunulan rakamlar, İç İşleri Bakanlığı Göç İda-resi Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesinde yayınlanan istatistiklere dayanmaktadır.

1979’da yaşanan İran İslam Devrimi sonra-sında, İran’dan Türkiye’ye bir milyona yakın insan göç etmiştir. Etnik kökenleri bakımından çoğun-luk Azeri olmak üzere Fars ve Kürt kökenli birçok Sünni Müslüman temelde İran Şii Yönetimi’nin politikaları sebebi ile göç etmek zorunda kalmış-tır.

1982 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi ile başlayan savaş sebebiyle, o böl-gedeki birçok Türk kökenli Müslüman Türkiye’ye göç etmiştir. Gelenler arasında Özbekler, Uygur-lar, Kazaklar ve Kırgızlar da bulunmaktadır.

1988 yılında Kuzey Irak’ta yaşanan Halepçe Katliamı sonrası yaklaşık 52.000 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. Irak, 5.000 kişinin hayatını kaybetti-ği katliamdan ötürü büyük tepkiler alınca ateşkes yapmak zorunda kalmış, bu ateşkes sırasında da daha önce ülkeden kaçan kişiler Irak’a dönmeye başlamışsa da Kuzey Irak’ta yeni bir harekâtın başlaması üzere bir Halepçe Katliamı daha ya-şamaktan korkan binlerce insan Türkiye’ye sığın-mış, Güneydoğu Bölgesindeki şehirlere ve kamp-lara yerleşmiştir.

1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye doğ-ru olan son kitlesel göç hareketi, Türk - Müslü-man Bulgaristan vatandaşlarının Bulgar hüku-

meti tarafından Türkiye’ye göçe zorlanmaları ile gerçekleşmiştir. 1984 yılından itibaren Bulgar hükumeti tarafından, Müslüman - Türk nüfusun bulunduğu her yerde insanlık dışı bir politika yürütülmüş, Türk nüfusun yoğun olduğu kenar köylerden başlayarak önce her şey Bulgarlaştırıl-mış, adını değiştirmeyip Bulgar kimliği almayan Türklere toplu taşıma kullandırılmamış, ekmek alırken bile kimlik sorulmuş, kimliğini göster-meyenlere ekmek bile verilmemiş, hiçbir sosyal hak tanınmamış, Türk okulları kapatılmış, Türkçe yasaklanmış, bu ağır şartlara daha fazla dayana-mayıp gösteri ve grevlerle hakkını aramaya baş-layan insanlara ise kaba kuvvetle cevap verilmiş, işkenceler, gözaltılar, zulümler ve ölümler dur-mamıştır. Bunların ardından da tabii bir sonuç olarak göçler başlamıştır. Trenler, arabalar veya yaya kervanları ile kilometrelerce uzaktan Bulga-ristan Türkleri, Kapıkule Sınır Kapısı’na üç ile beş bin kişilik kafileler halinde ilerlemiştir. Bu “Büyük Göç” karşısında Türkiye ise soydaşlarına kapıla-rı sonuna kadar açmış ve iki ülke arasındaki vize uygulaması 2 Haziran 1989’da kaldırılmıştır. Vize uygulamasının tekrar başlatıldığı 22 Ağustos 1989’a kadar geçen iki buçuk ayda, 300.000’den fazla Bulgaristan Türk’ü Kapıkule’den ülkeye gi-

1949,Doğu Türkistan’dan gelen göçmenler

1953, Yugoslavya’dan gelen göçmenler

1968,Bulgaristan’dan gelen göçmenler 1988,Kuzey Irak’tan gelen göçmenler

1988,Kuzey Irak’tan gelen göçmenler

66 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 67

Tarih Tarih

Page 36: Genç Öncüler -99

B atılılılaşma tarihimiz, bir yönüyle Avrupa’ya sığınma tarihidir...

Tanzimat’tan beri batılılaşma maceramızın serencamını belirleyen kuşak hem Batı’dan bes-lendi hem de başı sıkıştığında Batı’ya sığındı. Bu nedenle Batı’yla ilişkimizi, aşk-nefret ilişkisine döndüren, aydınların bizzat kendi hayat macera-ları ve Avrupa’yla kurdukları çelişik ilişkilerdir.

Avrupa bir yanda Osmanlı’dan başlayarak ba-tılılaşmaya icbar ederken bir yandan da müda-hil olabileceği insan unsurunu devşirmekten geri kalmadı. İlk bakışta fikir özgürlüğü, insan hakları savunuculuğu gerekçesiyle mağdurlara, muhalif-

lere kucak açarken diğer tarafta Avrupa’nın her ülkesinin kendine göre bir sığınmacı politikası iz-lediği gerçektir. Batı’nın bu ikili tavrı batıcı aydın-larda zaman zaman travma etkisi de yapmıştır. İlk başlarda Ermeni saldırılarının arkasında güçlü bir Fransız desteği ortaya çıktığında Şeyh-ül Mu-harririn Burhan Felek’in Türk aydınlarına sığın-macı olarak kucak açan bu ülkeye yönelik duydu-ğu hayal kırıklığı yazısı hafızamda canlıdır.

Şu bir gerçek ki, Batı Avrupa ülkeleri artık göçmen ülkeleri haline gelmiştir. Bunu, ihtiyaç duyduğu kas gücünden dolayı çoğunluk eski sö-mürgelerinden getirttiği göçmenler oluşturur.

Hangi mülteci makbul?Akif EMRE- YeniŞafak- 12 Eylül 2015

Sayıca bu kadar olmasa da ülkelerinde baskı gö-ren, iç savaşlardan kaçan, siyasi suçluların da sı-ğınak yeridir.

Asıl büyük göç dalgalarını, genellikle bölgesel savaşlardan, katliamlardan, siyasi kaos ortamın-dan kaçıp Batı’ya iltica eden kitleler oluşturur. Bu siyasi mülteciler, aydınlar, örgüt mensupları canlı bir siyasi ve entelektüel hareketlilik oluştururlar. Belli sınırlar içinde, belli muhalif hareketlerin üssü işlevi görür Avrupa; en azından bunların düşünsel etkinlikleri propaganda savaşlarına yataklık eder. Bugünlerde Batı’nın neden yeterince Suriyeli, Iraklı mülteciyi almadığı, Türkiye’ye neden yar-dımcı olmadığı yönünde yükselen bir eleştiri dalgası mevcut. Batı’yı ikiyüzlülükle suçlayan bu eleştirinin eksik tarafı,İslam dünyasının bu konudaki yetersizliği, belki de duyarsızlığı ko-nusudur. Hatta bu Müslüman mültecilerin neden İslam ülkelerini değil de Batı’yı tercih ettikleri iti-razı da yer yer dillendiriliyor. Bunda haklılık payı yok değil. Zaten İslam dünyasının mevcut duru-mu aynı zamanda göçlerin de gerekçesidir.

Irak’ı, Afganistan’ı harabeye çeviren Amerika-lı ve Batılı güçler doğrudan bu göç olayının mü-sebbibi olduğu gibi göçmenleri kendi başlarına terk etmeleri de iki yüzlülüktür.

Adeta ezberlenen bu görüş büyük ölçü-de haklı ve bugün de geçerliliğini koruyor. Asıl sorun, Batı’nın her taraftan mülteci kabul ederken neden bazı bölgeleri görmezden geldiği yahut bazı siyasi, etnik kesimleri özellikle tercih ediyor oluşudur. Sanayileşmiş ülkeler mülteci kotalarını doldururken seçimi neye göre yapı-yorlar?

Tümüyle insancıl nedenlerle, hangi coğrafya-da ağıt sesi daha yüksek çıkıyorsa onları tercih ettikleri düzeyinde bir algı, küresel travmanın emperyal politikalarını açıklamakta yetersiz kalır.

Özellikle Avrupalı ülkeler için mülteci, her şeyden önce ucuz iş gücüdür. Avrupalının artık terk ettiği ucuz ve kas gücüne dayalı alanlarda çalıştırılacak elemandır. Beyaz Avrupalının tüke-tim gücünü koruyan, yani konforunun devamını sağlayan altyapıyı oluşturur.

Avrupalılar için hayatın pratik gerçekleri bu olsa da bir de idealize edilen değerler kapsamın-da meşrulaştırılan, Avrupalının kendi değerle-rinin bir tür kanıtlanması duygusunu sağlayan/veren mülteci politikası işler.

İdealize edilen Avrupa değerlerinin parıltısı altında gözleri kamaşan Doğulu aydınların gör-

mek istemediği göçmen stratejisi burada devre-

ye girer.

İlkin eski sömürgelerindeki despotik yapılar-

la kurduğu resmi ilişkiyle denetimi sürdürülen

muhaliflere de kucak açar. İçten içe mevcut statükonun alternatif güçlerini destekler, muhtemel değişimin alt yapısını tek tek örer, denetim altına alır. Her devletin jeostratejik ön-

celikleri ve ilgilerine göre bazı bölgeler önem ka-

zanır. Mesela, İtalya Libya ile kolonyal ilişkilerini

bir şekilde sürdürmek istiyorsa Libya’daki her tür

muhalefetle, siyasi oluşumlarla ilgilenir. Alman-

ya için Türkiye’deki gelişmeler ve özellikle Kürt

meselesi stratejik önemi haizdir. Fransa için de

benzer ilgiler sözkonusudur.

Hangi bölgeden ne kadar mülteci kabul edi-

leceği o ülkenin ekonomik, stratejik önceliği ile

doğrudan ilişkilidir. Amerika’nın Birinci Körfez

Savaşı sonunda Kuzey Irak’tan beş bin Kürt’ü

uçaklarla alıp götürmesinde olduğu gibi, gerek-

tiğinde mültecilere yerinde hizmet bile verilir.

Daha sonra eğitilmiş elit kadro olarak gerektiğin-

de sahaya gönderilir.

Siyasi mülteciler her zaman bir yanı rehin alınmış garpzedelik halidir. Bir tarafı hep eksik,

tutsaktır. Gerektiği zamanda, gerektiği kadar ve

gereken alanda onlara özgürlük tanınır.

Despot Arap yönetimlerinden Avrupa’ya

sığınan, belli alanda faaliyet yapmalarına

izin verilen İhvan gibi mutedil grupların bir

anda siyasal düşman haline gelmeleri strate-

jik kartların yeniden düzenlenmesi ile ilgilidir.

Özellikle Avrupalılar göçmen politikalarında da

kendi aralarında rekabet halindedirler. Bir bölge-

den alınacak kitlesel mülteci sayısı, zamanlaması

ile siyasi ve stratejik hesaplarından bağımsız de-

ğildir. Müdahil olamayacağı, nüfuz alanın dışında

kalan bir bölgeden alınacak mültecilerin sayı ve

niteliği sembolik olacaktır.

Benzer durum doğal afetlerdeki yardım politi-

kaları için de geçerlidir.

Yapılan tüm insani yardımları sadece yardım

olarak gören miyopların Batılı ülkelerdeki eleşti-

rel literatürü, akademik çalışmaları, muhalif ses-

leri dinlemelerinde fayda var.

68 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 69

Karantina Karantina

Page 37: Genç Öncüler -99

safeli tutumdan dolayı olaylar görmezden ge-liniyor, sahip çıkılmıyordu.

Bu sefer de Yasin Börü’yü simge haline ge-tirip, sosyal medya hesaplarından paylaşıp, bu konuda da vicdanları rahatlatmanın huzuruyla kaldığımız yerden devam etmeyi seçiyorduk.

16 yaşındaydı Yasin. Acının en fiyakalısını paylaşmanın prim yaptığı sosyal medya he-saplarımıza en uygun, onun ismi olmuştu. Bu işi de böylece halledip, fazlasıyla layk almıştık… Peki ama Yasin’i cici çocuk yaparken, mensubu olduğu cemaati, davasını görmezden gelmek, küfretmek, nasıl bir ruh halidir!

Bir cemaate olan kinimiz bizi adaletten alı-koymuştu. Bir cemaate olan kinimiz bizi dilsiz şeytan yapmıştı.

Kimdi bu yiğitler, ne yaparlardı, neden defalarca bıçaklandılar, ne hayaller kurar-lardı? Bizler evlerimizde kavurmalarımızı yerken, annelerini, eşlerini, ciğer pare yav-rularını, evde bırakıp ne için çalışıyorlardı? Bu soruları akıllarına dahi getirmeyenler, Yasin’in kullanıldığını yazdılar. Zulmü gö-renler ise yaftalandı, hakaretlere uğradı. Vahşeti anlatmaya çalıştığımızda kimileri “Berkin “ dedi. Acıyı yarıştırma ustalığıyla duy-madılar bizleri.

Kimileri, “geçmişleri karanlık, oh olsun!”dedi.İnsaf!İnsaf! İnsaf, unutulan bir kavram olduğundan beri,

şaşırmak müstahak bizlere..Başa dönecek olursak; neler olmuştu, hava-

sını dahi solumadığımız fakat ahkam kesmeyi iyi bildiğimiz coğrafyada!

Aylar öncesinden, sistematik bir şekilde halk arasında, “İşidciler Amed’de” söylemleri yayılıyor. Hdp yetkileleri yaptıkları açıklama-larda İşid’e yakınlığıyla bilinen 400’ e yakın STK’ nın Amed’de olduğundan dem vuruyor-du. İşid yalanı üzerinden olaylar sonrası hem haklı olacaklar, hem de siyasi sahaya adım atan Mustazaflar cemiyetinden karalamalar-la kurtulacaklardı. Yasin’in annesine “oğlunuz İşidci miydi” sorusunu yönelten gazetecilerin olduğu bir dünyada anlaşılmaya çalışmak, bey-

hude olacak fakat hakka şahitliğimizin kayda geçmesi adınadır bu çabamız. Cemaatin İşid tarafından kafir ilan edildiği, Hüda Par Genel başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun İşid’den beri olduklarını ifade etmesi eşliğinde savunma haline geçmek, ne kadar da ilginç. Bir insanın bir topluluğa üye olması vahşice katledilmesini meşrulaştırır mı?

6 Ekimde başlayıp 7 Ekim’de de devam eden olaylarda, sokağa çıktıklarında, önceden belirlenen evleri, dernekleri, iş yerlerini hedef alanlar yine işbaşındaydı. Kobane’den gelen insanlarında aralarında bulunduğu mankurt-laşmış topluluğu, hedef belirledikleri noktala-ra yönlendiriyorlardı.

Olay akşamı Köy Der basılmış yakılmaya çalışılmış içeride bulunan 2 çocuk babası Tu-ran Yavaş Hoca, Şehid edilmişti. Şehid Turan Yavaş, İslami faaliyetler yoluna ömrünü ada-mış bu yolda medrese-i yusufiye’ye düşmüş 2 çocuk babası, 40 yaşında bir müslümandı.

Köy Der kuşatıldığında Amed o gün taif ol-muştu. İşid’le savaştığına inandırılan insanlar, sakallı insanlara saldırıyor, balkonlarda telaşla eşlerini ,evlatlarını bekleyen hanımlara küfür yağdırıyordu. Yardıma gitmek isteyen müslü-manların başına balkonlardan sıcak sular dö-külüyor, evlerden ne bulunursa üzerlerine atı-lıyordu.

Köy Der Üyesi 16 yaşındaki Yasin Börü,19 yaşındaki Hüseyin Dakak, 26 yaşındaki Riyad Güneş, 25 yaşındaki Hasan Gökgöz ve 18 ya-şında ki Yusuf Er bayram günlerini kesimhane-de geçirmiş, ardından yoksulların da tenceresi-ne et girsin diye yola koyulmuşlardı. Bu sırada vahşi bir grupla karşılaşıp bir binaya sığındılar. Şeyh Said kıyamının çıkış sebeplerin-den biri, kendilerine sığınan iki genci tes-lim etmemelerine dayanır. Olmadı o gün... Evin sahipleri sözlerinden döndüler. Anahtar, zamanın Yezidlerine atıldı. Üst katın balko-nundan eve girildi ve vahşet başladı. Her yer Kobane olacak söylemiyle yola çıkan kalabalık Kobane’ye çevirdi Amed’i... Budist çetelerin saldırısına uğrayan müslümanların halinden farksızdı yaşananlar. Defalarca bıçaklanıp bal-

7 Ekim 2014 tarihi zihinlere kanla işlendi. Selahattin Demirtaş Suriye Kürdistanı’nda

bulunan Kobane’deki İşid saldırılarını ve iktidarının olaylara tutumunu protesto etmek bahanesiy-le halkı sokağa çağır-mıştı.

6-8 Ekim Kürdistan’da yaşa-nanlar sonrasında, bir süre kulakları sağır eden bir sus-kunluk yaşanmış-tı. Vahşet günler sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın görmesiyle basında yer buldu. Vahşetin ha-ber yapılmasına sevine-cek hale geldik!

Zira, Kürdistan’ı İstanbul’dan okumak bir hayli zordur. Senelerdir süregelen olaylar yan-sıtılmak istendiği kadar, isteni-len şekilde aktarı-l ı r .

Birçok olay haber dahi yapılmaz. Özel bir çaba içerisine girmek gerekir olanlardan yalın ha-liyle haberdar olmak için. Bölgedeki akraba-

larımızdan, dostlarımızdan aldığımız haberlerle, yansıtılanlar çoğu za-

man birbirini tutmaz. “Ümmetin yetimleri Kürt-

ler” tanımlamasıyla küçük yaşta, ilk defa bir kitap kapağında karşılaşan ben, zamanla pratikte de ta-nışıyordum bu tanımla. Malum medyayı es geçe-rek, camianın medya ku-

ruluşlarında, sosyal medya hesaplarında bu vahşetin

geniş bir şekilde yer alması şaşırtmıştı . Mustazaflar Ce-

miyeti mensupları sistematik bir şekilde hedef alınıyor, ev-

leri ,dernekleri kundakla-nıyor, can kayıpları

oluyor, cema-ate olan

me-

Zehra YURDAN

AMED SOKAKLARINDA

VURULDUM ANNE

70 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 71

Atölye Atölye

Page 38: Genç Öncüler -99

emanetini geri aldın” diyerek bizlere ne güzel dersler veriyorlar. Bizlere de düşen onları ku-caklamak.

Kurban bayram’ında Amed’de başlatılan “Yasin Börü’nün ulaştıramadığı Kurbanları siz ulaştırın “kampanyası kapsamında iyi işler oldu. İnsanlar Türkiye’nin dört bir tarafından topladıkları kurbanları dağıtmaya Amede gitti. Türkiyenin bazı illerinde de kampanyaya des-tek verildi. Hakka ışık tutan insanlara selam olsun!

Son olarak; o tarihlerde yaşanan onlarca olaya rağmen, medyanın ilgisini çeken Yasin börü ve 4 arkadaşlarının başına gelen olay dı-şında yaşanan hiç bir olay, can kaybı hakkında dava açılmadığını, küçük bir adım dahi atılma-dığını not edelim.

Yasin Börü davası avukatlarından Murat Sa-dak, açılan davayı şöyle özletliyor:

“Nihayet, soruşturma başlatıldı. 3 Aralık 2014 ve devam eden günlerde bir takım ope-rasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlar sonra-sında 30’dan fazla kişi tutuklandı.

Soruşturma aşamasının sonunda savcılık 10.03.2015 tarihinde iddianame düzenledi ve iddianame Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkeme-sinde kabul edildi.

İddianamede 34 sanık görülmekte olup bunların 27 tanesi tutuklu, 6 tanesi hakkında tutuklanmak amacıyla yakalama emri çıkarıl-mış, 1 sanık da tutuksuz yargılanmakta. Ayrıca yaşı küçük olanlar hakkında ayrı bir iddianame düzenlendi. Bu iddianamede ise 6 çocuk vardı.Sanıklara “canavarca hisle veya eziyet çekti-rerek öldürme, Devletin birliğini ve Ülke bü-tünlüğünü bozma, terör örgütü propagandası yapmak” suçları yöneltilmekte.

İddianamede organizeli, planlı ve örgütlü olan bu olay salt bu sanıklara yüklenerek, bazı-ları aklanıyor, bazı olaylar da örtbas ediliyordu.

İddianamede bir terör örgütü yoktu.İnsanlığa karşı suça ilişkin bir değerlendir-

me yoktu.Azmettirenlere karşı tek bir cümle yoktu.Olayın sebebiyetine dair hiçbir veri ve de-

ğerlendirme yoktu.

Emniyetin sorumluluğu örtbas edilmişti. Emniyetin asayişi sağlamasından övgüyle bah-sediliyordu. O gün hiç bir güvenlik zafiyeti ya-şanmamıştı sanki.

Dava Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesin-de düştü. Suça sürüklenen çocuklar hakkında dava ise Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine gitti.Daha sonra her iki dosya da güvenlik gerekçe-siyle Ankara’ya alındı.Çocukların dosyası Anka-ra 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine diğerlerin dosyası ise Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine gitti. Ankara 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi müştekilere ve vekillere duruşma günü tebliğ yapma gereksinimi duymadan, yangından mal kaçırırcasına 02.09.2015 tarihinde yapmış ol-duğu duruşmada bütün çocukların tahliyesine karar verdi. Ayrıca, dosyanın Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dosya ile birleş-mesine karar verdi. Ankara 2. Ağır Ceza Mah-kemesi bu birleştirme talebini kabul etmedi ve olumsuz görev uyuşmazlığından dolayı dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Ankara 2. Ağır Ceza Mah-kemesi 06.07.2015 tarihinde yapmış olduğu tensiple savunması dahi alınmadan dört tane sanığın tahliyesine diğer 22 sanığın tutuklu-luk hallerinin devamına karar verdi. Duruşma günü de 5 Ekim 2015 olarak verildi. “

5 Ekim de Ankarada gerçekleşecek olan du-ruşmaya, bir çok hukukçu ve sivil toplum ku-ruluşu katılacaklarına dair basın açıklmasında bulundu.

“Musa’nın yanında yer almak yetmiyor, aynı zamanda Firavun’a karşı durmak da gerekiyor “ diyerek bizleri bu davaya sahip çıkmaya, takip etmeye davet ediyorlar.

Rabbim, zulme sessiz kalmayanlardan, hak-kı teslim edenlerden olabilmeyi nasip etsin.

kondan atıldılar. Yasin’in üstünden arabayla geçen kadına, balkonlardan zılgıt çeken kadın-lar alkış tutuyordu.

Bir diğer kadının, annenin ise ciğeri yandı o gün. Annesi ayağındaki benle teşhis edebil-mişti yavrusunu. Yasin Börü 11. sınıf öğrencisi Hüda Par gönüllüsüydü. Okuldan arta kalan za-manlarında fırında babasıyla çalışırdı. Köy Der ve İlim Der’de ders halkalarına devam ederdi.

Yasin o gün babasından harçlık istemiş “bugün fırında çalış yevmiyeni al” cevabını al-mıştı. Yasin kurban eti dağıtma sırasının ken-dinde olduğunu söyleyip yollara düşmüştü... Annesi Yasin’ini anlatırken “sürekli harçlığını Suriyeli mültecilere yardım için verir, beni de teşfik ederdi” dedi.

Hüseyin Dakak , pasta malzemesi satan babasının yanında çalışıyordu. Silahla vuru-lan Hüseyin’i 22 yerinden bıçakladılar. Annesi Hüseyin’i anlatırken “her pazar mahallenin ço-cuklarına şeker dağıtır sürekli Bakara Suresi’ni dinlerdi” derken boğazı düğüm düğüm olmuş-tu.

Riyad Güneş esnaftı. 7 yaşında babası vefat eden şehid, 2 çocuk babasıydı. Annesi şehidini anlatırken “babası öldükten sonra hep çalıştı, bana sahip çıktı” dedi. Vurulduktan sonra 3. katın balkonundan aşağı atıldı.

Hasan Gökgöz esnaftı. Şehadetinden sonra bir oğlu daha dünyaya geldi. Yav-rusunu anlatması istenen annesinin: “Son gün, oğlum bize de et getirecek misin” dedim. “Anne fakir fukara çok-tur. Sıra size gelirse getiririm. Yetiş-mezse hakkını helal et” demişti notu kalbimize kazındı. Babası oğlunun K o b a n e’d e n , Ş e n g a l ’d e n , Suriye’den ge-lenlere yardım ettiğini vurgu-ladı.

Aynı gün bayram zi-yareti için

Urfa’dan Amede gelen 29 yaşında ki Cumali Güneş hastahaneye taşınan yaralı müslüman-lara yardım ederken hastahaneye açılan ateş sonucu şehadet şerbetini içti.

İstatistiki bilgilere boğulduğumuz şu gün-lerde hayatlara dokunmak, az da olsa haberdar olmak lehimize güzel bir adım olur inşaalah.

Şehidlerin defnedilişini canlı yayınla izle-miştim. Mezarlıkta yapılan konuşmada bizle-re şöyle sesleniliyordu “ Burdan Türkiye’deki bütün müslümanlara sesleniyorum. Eğer bu bölgede yapılan olayları, zulmü, bu alçaklığı, vahşeti görmezseniz, vallahi kıyamet gününde elimiz yakanızdadır ve Allah’a verecek cevabı-nız olmayacaktır”

Bölgede devletin olmadığı günlerden bir gün daha yaşanmıştı. Buna hiç de yabancı de-ğildi mazlum müslümanlar. Sığındıkları evden polisi arayan gençler “gelemeyiz can güvenli-ğimiz yok başınızın çaresine bakın “ cevabı al-mışlardı. O günlerde Emniyet’e, Jandarma’ya giden yüzlerce aramanın çoğu böyle cevap-lanıyor çoğu telefonlara cevap verilmiyor-du. Devlet askerini polisini çok iyi korumuştu. Yerde gökte havar sesleri yankılandı, kimseler duymadı. Adeta teslim edilmişlerdi.

Esnaf ve öğrenci olan bu gençlerin maddi durumları iyi değildi. Paylaşmanın hikmetine

ermiş olan gençler yardım topluyor insanları hayra teşfik ediyor öğren-

ci olanlar harçlıklarından, çalışan-lar eve götürecekleri rızıklarından paylaşıyordu. Zamanlarını Allah yoluna adayan yiğitler şahid olarak geçirdikleri ömürleriyle şehadet

şerbetini içtiler. Ar-kalarında yiğit an-neler, eşler ve ba-

balarını, abilerini başkalarından din-leyecek olan çocuk-

lar, kardeşler bıraktı-lar. Aileleri, “kurban verdik Rabbim, kabul buyur. Şüphesiz ki emanet vermiştin,

72 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 73

Atölye Atölye

Page 39: Genç Öncüler -99

İHH’nın Suriye’nin Atme çadır bölgesinde kurmuş olduğu konteynır okulunun işletme sorumluluğu-nu bir STK olarak FİKSAD’a teklif etmiş olması bizi heyecanlandırmıştı. Bölgeye yaptığımız ziya-ret bize tam bir hüzün kaynağı olmuştu. Çünkü her türlü mahrumiyetin diz boyu olduğu, insanla-rın gelecekleri ile ilgili büyük bir kaygı taşıdığını bizzat görmüştük. Fakat Antakya’da Dünya Şehit Çocukları Vakfının açmış olduğu Suriye şehitleri-nin çocuklarının eğitim gördüğü kampı görünce umutlarımız tekrar yeşerdi. Çünkü vakıf yönetici-leri okulun her türlü işiyle kendilerinin ilgilenme-sinin yanı sıra hedeflerini gayet net koymuşlardı; “Suriye’nin geleceğinde bizimde sözümüz var. Ya Suriye cennet olacak, ya biz cennetlik olacağız.” Bu hedef bizimde ufkumuzu açtı. Neden bunun bir benzerini Reyhan’lı da inşa etmeyelim dedik.

Bu niyetle yola çıkınca Allah cc. Yolumuzu açtı.

İHH’nın henüz yeni kurmuş olduğu anaokulu-

nun işletmesine talip olduk. Okulun ismini Ham-

za Hürel yetimler okulu olarak değiştirdik. Yeni

konteynırlar ekleyerek eğitim öğretime başladık.

FİKSAD olarak artık bizimde şehit çocuklarının

eğitim gördüğü bir okulumuz vardı. Burada dura-

mazdık elbette ve bizde çıtamızı yükselttik. Şehit

ailelerinin barınacağı aynı zamanda eğitim faali-

yetlerininde yapılacağı bir yerleşim yeri kurma-

ya karar verdik. 28 dönümlük araziyi 10 yıllığına

kiraladık. Eğer hedeflerimizi gerçekleştirebilirsek

içinde ilkokul, ortaokul, lise ve evlerin bulunduğu

geniş bir kampus kuracağız inşallah. Gayret biz-

den yardım yüce Allah’tandır.

3 Ekim cumartesi günü saat 10.30’da Araştırma ve Kültür Vakfı Konferans Salonunda

hanım kardeşlerimizle bir araya gelip yeni döneme başlıyoruz.

Samimi bir kahvaltıyla programımıza başlayacağız inşaallah. Ardından yılın ilk dersi

Uzm.Psg. Saliha Can Üstün ile olacak. Üniversite yaş grubu tüm

hanım kardeşlerimizi aramızda görmek bizleri çok memnun edecektir.

Allah’a emanet olunuz.

Bu yılki ders başlıklarımız;• Saliha Can Üstün /İhya-u Ulüm’id-din

İmam Gazali’nin Eserinden kalp, Nefs, İbadet, Dilin Afetleri, İlim vb.konular Cumartesi 10.00-10.50 arası

• Abit Yaşaroğlu /İslam TarihiRaşid Halifeler Dönemi, Şura Meclisi, Fetihler, İhtilaflar, Hz. Ömer, Hz. Osman,

Hz.Ali’nin şehadetleri, Ortaya çıkan fırkalar, Emevi Devletinin doğuşu Cumartesi 11.00-11.50 arası

• Şeymanur Ekren Tan /İslami İlimlere Girişİslami İlimlerin Tarihi Gelişim Süreci, Usulün Önemi, Tefsir Usulü, Hadis Usulü ve Fıkıh

Usulüne Dair Kavramlar Cumartesi 12.00-12.50

0554 671 51 56

GENÇ ÖNCÜLER GÜZ DÖNEMİ SEMİNERLERİ

Saliha CAN ÜSTÜN /İhya-u Ulüm’id-din

İmam Gazali’nin Eserinden Kalp, Ne�s, İbadet, Dilin Afetleri, İlim Vb. Konular

10.00 -10.50

Abit YAŞAROĞLU /İslam Tarihi

Raşid Halifeler Dönemi ;Şura Meclisi ,Fetihler ,İhtila�ar,Hz. Ömer ,Hz.Osman ve Hz . Ali’nin Şehadetleri , Ortaya Çıkan Fırkalar ,Emevi Devletinin Doğuşu

11.00 - 11.50

Şeyma Nur EKREN TAN /İslami İlimlere Giriş

İslami İlimlerin Tarihi Gelişim Süreci, Usulün Önemi, Tefsir Usulü, Hadis Usulü ve Fıkıh Usulüne Dair Kavramlar

12.00 - 12.50

* 3 Ekim Cumartesi 10.30 ‘da gerçekleşecek olan açılış kahvaltımızda kayıtlar alınacaktır.

* Dersler üniversite yaş grubuna yöneliktir.

Hanımlar Üniversite Yaş GrubuGüz Seminerleri

Hamza HürelYetimler Okulu’nun Hikayesi

Müfit AYDIN

74 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 75

Etkinlik Etkinlik

Page 40: Genç Öncüler -99

her evin kendi arasında istişare ederek hazır-landığı ‘gençlerle iletişim nasıl olmalı’ konulu çalıştay, yedi güzel kardeşimizin sunumuyla gerçekleşti. Çalıştay sonunda ablalara gelen ‘bu sonuçları anne – babalarımıza da yazılı bir şekilde vereceğiz değil mi?’ sorusunu kaç kişi-nin sorduğunu inanın hatırlamıyorum. ;)

Akşamları gerçekleşen sunum saatlerinde Senanur Yaşaroğlu ve Rabia kardeşimiz ger-çekleştirdikleri Beyt’ul Makdis ziyaretini, tari-hini, Yahudi işgalini ve tecrübelerini, Fatmanur Özdemir kardeşimiz de Ürdün ziyaretini, yaşa-dıklarını ve tarihini anlattı. Malezya’da eğitim görmüş ve belli bir dönem orada yaşamış olan Sümeyye Güven ablamızın Malezya sunumu çok keyifliydi. Şeyma Dokak kardeşimiz adının yanlış söylenmesinden muzdarip olduğu podo-loji bölümü hakkında ve ayak bakımında dikkat etmemiz gereken unsurları bahsetti. Esmanur Yakupoğlu kardeşimiz çocukların çizdiği resim-lerle aslında neler anlatmak istediklerini ve bu resimlerin aslında bilinçaltlarının bir yansıması olduğundan bahsetti. Selin Gümüş kardeşimiz işaret dilini, müslümanlar olarak işitme engelli kardeşlerimizde uzak oluşumuzun aslında ne kadar vahim bir durum olduğundan bahsetti. E tabi ki birkaç kelime de öğrenmedik değil.

İşlenen derslerin ne kadar bereketli olduğu-

nu da anlatayım isterim. Zira konu başlıkları-

mız ve içerikleri her sene olduğu gibi bu sene

de harikaydı! Sosyal anlamdaki fikir yorgunluk-

larımız ve buhranlarımızdan kurtulduğumuz

derslerde manevi anlamdaki birikimlerimize

birikimler ekledik. Anlatıcı ablalarımızın üslup-

ları zihin dünyamızda farklı kapılar açtı. Onlara

da teşekkürü bir borç bilirim. Yüreklerine ve

emeklerine sağlık.

Aaaa! Az kalsın şiir gecemizi unutuyordum!

Sunucumuz Zeynep Kırbaşoğlu ve Derya De-

mirel kardeşime şükranlarmı sunarım efen-

dim. Bize unutulmaz bir şiir gecesi yaşattılar.

Yazdıkları şiirlerle geceyi daha da güzel kılan

kardeşlerimiz de çokça sağ olsunlar. ;)

Aslında yazmayı istediğim çok şey var lakin

günlük gibi olmasın. Burada bitireyim. 😊

Bereketli iki kamp dönemi geçirmemize

yardımcı olan Rabbimize hamdolsun. Fikir-

leriyle kamp öncesinde, yardımlarıyla kamp

alanında kendilerini esirgemeyen kardeşleri-

mizden de Rabbimiz razı olsun. O’nun yolunda,

O’nun rızası için attığımız hiçbir adımın zayi ol-

madığını bildiğimiz nice kamplarda görüşmek

üzere.

M erhaba genç! Biz bu yaz tatilde yine Ça-nakkale - Lapseki yolunu arşınladık. Ye-

pisyeni etkinlikler, dopdolu dersler, lezzetli ye-mekler ve eğlence saatleri derken iki dönemlik kampımız nihayete erdi. Tabi ki bu kadar kısa bir girişle bitirmeyeceğim kampı anlatma-yı. Zira size bu yazıyı yazmaya başlarken bile içimden ‘yaz tatiline daha çok var değil mi?’ diye iç geçirmiyor değilim.

Kampımızı ortaokul – lise 1, 2 ve lise 3, 4 – üniversite yaş grubu olarak iki dönemde ger-çekleştirdik.

İlk dönem kampımızı 15 – 21 eylül tarihle-rinde gerçekleştirdik. Son üç günü ramazana denk geldiğinden bizim için çok bereketliydi ve güzel bir tecrübe oldu. Havuza her zamanki gibi gündüz değil de gece gireceklerini duyan

kardeşlerimiz bu fikri bayağı bir sevdiler. J günlerimizi bereketli kılmak adına namazları-mızı cemaatle kıldık ve ilk teravihlerimize bu-rada başladık. Kampın ilk günü ilan ettiğimiz Rahman suresi ezber yarışmamız son günkü kapanış programında hediyelerle taçlandırıldı. Buradan ilk üçü ve dereceye giren 20 kardeşi-mi tekrar tebrik ediyorum. İsimlerini yazmak isterdim lakin, daha başka şeyler de anlatmam için sayfaya sahip çıkmam gerek.

Sonra eylül ayı geldi. İstanbul’un bunaltı-cı havasından kaçmanın ve güzel dostluklar kurmanın tam zamanıydı. 1 eylülde kardeş-lerimizle birlikte tekrar Çanakkale yollarını arşınladık. Kampın şüphesiz en bereketli za-manlarından biri geçlerin kendilerini anlatma fırsatı bulduğu çalıştay saatiydi. Gün içerisinde

LAAAAAAPSEKİ!

76 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 77

Etkinlik Etkinlik

Page 41: Genç Öncüler -99

E ylül 6-13 tarihli bir Genç Öncüler lise kam-pını daha geride bırakmış bulunmaktayız.

Kamp deyince içinizin kıpır kıpır olduğunu hisse-der gibiyim. Çünkü hazırlıklara başlarken, yaptı-ğımız onlarca kampa rağmen ilk günkü şevk ve heyecanı hissettik. 50 kişilik bir grupla bismil-lah deyip Çanakkale Lapseki yollarına düştük. Tanışık olmadığımız arkadaşlarla aynı odaları paylaşıp hem yeni dostlukların köprüsünü attık hem de paylaşmayı ve fedakârlığı tecrübe ettik. Yaş gruplarını gözeterek oluşturduğumuz ders halkalarında Rabbimizi tanımaya, ilahi buyruğu-nu bir nebze olsun anlamaya ve şeytana karşı “Rabbimiz Allah’tır!” diyebilmenin nasıl mümkün olduğunu idrak etmeye cehd ettik. Derslerin ya-

nında akıl oyun-larıyla zihnimizi açtık, masa te-nisi, futbol ve basketbol turnuvalarıyla hem eğ-lendik hem yarıştık. Havuzda hem yüzdük hem çimdik, e tabii kimi bulduysak boğduk. (Boğ-duk derken, genelde boğulan ben oldum. :/ ) Elbette bir kampın olmazsa olmazı kamp ateşi-dir. Deniz kenarında güneş yerini Lapseki’nin yedi kandilli süreyyasına bırakırken ateşi odunlarla bu-luşturduk, marşlar söyledik, oyunlar oynadık. Ak-şam namazını da kamp ateşinin yanında eda ettik. Kampın son günü öyle kahvaltı esnasında yağ-mura yakalandık. Fırtına desek daha yerinde de olabilir. Yalnız bu durumdan şikâyetçi olan var mıdır diye sorsak sanırım büyük harflerle HAYIR deriz.

Velhasıl, şimdi dönüp aramızda baktığımızda tefekkürle ve keyifle geçmiş günleri yad ettiği-mizi görüyoruz. Allah’tan duamız odur ki, nefes alıp verdiğimiz müddetçe, yaşımız kaç olursa olsun, bu ortamlardan bizi geri bırakmasın. Seneye de kamp maceramızı aynı heyecanla paylaşabilme duasıyla…

G enç Öncüler 2015 üniversite kampını geçti-

ğimiz Eylül ayı ile birlikte geride bırakmış bu-

lunmaktayız. Şimdi kampı hatırlarken şükran ve

özlem ifade eden kelimeler de birbirini takip ediyor.

Lapseki’de kamp alanına varır varmaz başlayan

ders hazırlıkları aklımıza geldi evvela. İlk derse

hazırlanma sürecini Cevdet Said’in ‘Ademoğlu-

nun İlk Mezhebi’ adlı kitabıyla gerçekleştirdik.

Kitabı okuyup Şemsettin Özdemir Hoca’mız

ile tahlilini gerçekleştirdik. Bu tahlil, hem kita-

bın mesajı üzerine derinlemesine bir düşünceye

hem de müellifin tavrını anlamaya vesile oldu.

Öyle ki İstanbul’a döndüğümüz zaman kitabın

tahliline daha derin bir şekilde eğileceğiz diyerek

sözleştik.

Kampın diğer günlerinde yine Şemsettin Öz-

demir Hocamızın öncülüğünde adalet ve özgür-

lük kavramlarını konuştuk.

Derslerden arda kalan zamanlarda yeşilin ve

temiz havanın tadını çıkardık. Sahilde yürüyüş

yaptık, Suluca’yı gezdik. Son gün Çanakkale’yi zi-

yaret ettik. İstanbul’dan kaçmak isteyip de gide-

cek yer arayan dostlara, hele bir de közde pişmiş

sade Türk kahvesi seven dostlara Çanakkale’yi

şiddetle tavsiye ettiğimi de belirtmeden yazıma

son vermek istemedim. Gidin, tadını çıkarın. Ya

da şöyle yapalım: Seneye beraber gidelim, bera-

ber tadını çıkaralım…

Genç ÖncülerLiseli ErkeklerLapseki’de Buluştu!

Üniversiteli Genç Öncüler Lapseki’de

Buluştu

78 • Eylül-Ekim’15 Eylül-Ekim’15 • 79

Etkinlik Etkinlik

Page 42: Genç Öncüler -99

S alıncak Çocuk Kulübü’nün düzenlemiş ol-duğu Yaz Okulu’nu bu sene de ardımızda

bıraktık.22 Haziranda başlayan eğitim süreci 14 Ağustostaki kapanış programı ile sona erdi. ilköğretim ve ortaöğretim yaş grubundaki kız kardeşlerimizle yaz tatilini daha verimli ge-çirmek adına haftaiçi her gün biraraya geldik.Kur’an-ı Kerim,ilmihal,siyer,peygamberler ha-yatı ve sahabeler hayatı gibi dersleri işlerken yaptığımız farklı etkinliklerle eğlenceli dakika-lar geçirdik. Cemaatle kıldığımız öğlen namazı-nın ardından kardeşlerimizi evlerine uğurladık.Yaptığımız el işi faaliyetleri ile öğrencilerin el

becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmaya çalıştık.Ezberlediğimiz ezgilerle ve izlediğimiz çizgi filmlerle islami değerlerimizi hem gör-sel hem de duyusal olarak sindirmeye gayret ettik. Oyun hamuru saatinde oynayacağımız hamurları kendimiz yoğurarak oyun hamuru yapımını öğrenmiş olduk. Ortaokullu kardeşle-rimizle kısa filmler ve toplumsal deneyler izle-yip karikatür analizi yaztık.

Duamız ‘’Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğ-renen ve öğreteninizdir.’’ Hadis-i Şerifine nail olabilmek.

Gayret bizden tevfik Allah’tan.

SALINCAK ÇOCUK KULÜBÜYAZ OKULU

0554 671 51 56

GENÇ ÖNCÜLER GÜZ DÖNEMİ SEMİNERLERİ

Saliha CAN ÜSTÜN /İhya-u Ulüm’id-din

İmam Gazali’nin Eserinden Kalp, Ne�s, İbadet, Dilin Afetleri, İlim Vb. Konular

10.00 -10.50

Abit YAŞAROĞLU /İslam Tarihi

Raşid Halifeler Dönemi ;Şura Meclisi ,Fetihler ,İhtila�ar,Hz. Ömer ,Hz.Osman ve Hz . Ali’nin Şehadetleri , Ortaya Çıkan Fırkalar ,Emevi Devletinin Doğuşu

11.00 - 11.50

Şeyma Nur EKREN TAN /İslami İlimlere Giriş

İslami İlimlerin Tarihi Gelişim Süreci, Usulün Önemi, Tefsir Usulü, Hadis Usulü ve Fıkıh Usulüne Dair Kavramlar

12.00 - 12.50

* 3 Ekim Cumartesi 10.30 ‘da gerçekleşecek olan açılış kahvaltımızda kayıtlar alınacaktır.

* Dersler üniversite yaş grubuna yöneliktir.

80 • Eylül-Ekim’15

Etkinlik

Page 43: Genç Öncüler -99

bilirim, bilirim ölümler hep sana kalırhep yorgun akan anne kucaklarını

esirgenmiş düşleri yazacaksınbaşka kardeşlerini de unutmayuvası yağmalanmış olanları

ellerinden katıksız ekmeği alınmış olanlarısonra kurşun yemişleri

bir gün elin kalem tutunca yazacaksın değil mi?

yaz ki alınları ihanet secdeleri altına,

kıbleleri kadına, dolara endeksli beylerutanır be çocuk

bir gün utanır elbet

ey yüzünü ay ışığı çizmiş çocukgönül bağladım sana

sen ki kör, sağır, dilsiz olmahainlikler karşısında

Bünyamin Doğruer