-
Aydınlık16 Ağustos2013 Cuma
Yıl: 2 Sayı: 77
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P.Geçen hafta 74.315
okura ulaştık
Alevi- Bektaşiler çok az
okuyorlar ŞAKİR KEÇELİ
Türkçeyibugününe taşıyanalevi edebiyatıdır
RIZA ZELYUT
KızılbaşTürkmen’in
ulusal kimliğiSEYYİT NEZİR
Alevilerkendilerini
yazmıyorlarİLHAN CEM ERSEVEN
Edebiyatta Alevilik BektaşilikEdebiyatta Alevilik
BektaşilikEdebiyatta Alevilik BektaşilikEdebiyatta Alevilik
BektaşilikEdebiyatta Alevilik BektaşilikEdebiyatta Alevilik
BektaşilikEdebiyatta Alevilik BektaşilikEdebiyatta Alevilik
Bektaşilik
F�KRET OTYAM
-
16 A�USTOS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Ne güzel söylemişti artık kendisi de bir ozan ata konumunda
çiçeklenmiş Cemal Süreya;Yunus ki süt dişleriydi Türkçe’nin.
Bugün bunca gelişkin ve gelişmekte bir dilimiz varsa en çok
onların sayesindedir. Al-evi –Kızılbaş – Bektaşi ulularının, ozan
ataların Selçuklu’nun resmi dili Farsça ve Rum-ca’ya, Osmanlı’nın
Farsça ve Arapça havass (seçkinlerinin) edebiyatının diline karşı
Al-tay dağlarının eteklerinden, Horasan’dan gahi yalın söz ile,
gahi kopuz-bağlamayla ezgi-leyip süsleyerek Anadolu’ya,
Urumellerine getirdikleri, getirip buralarda ozan ata Kara-coğlan,
Pir Sultan diline evirdikleri Türkçemiz…
"Mansur idim ben ezelde anun için geldüm bundaYak külimi savur
göğe ben enel hak oldum ahi"Yunus’un yolu hiç düşmemişti bezirgan
pazarına. Din bezirganı yukarıdaki dizelerini
nice sahiplenir Yunus 'yoldaş'ın?Ama onun dili, o göğe savrulan
orada melaik dokuyan, bulut olup ağan, yağmur olup
yağan dili… Kaç ‘modern’ edebiyatçıda var?"Sen sana ne sanırsan
ayruğa da anı sanDört kitabın manisi budur eğer var ısa"Kardeşlik,
özgürlük, eşitlik toplumunun bildirgesini Türk-
çe’nin kök boylarında emzirip de dallarında sürgüne kes-menin
bundan daha özlüsünü ve yaşılını kim söylemiş?
*Dünyanın her yerinde gericilik özgürlük ve kardeşlik öz-
leminin insanlarına hemen hemen aynı çaresizliğin kepa-zeliğinde
saldırdı. Osmanlı da Kızılbaş demek Türk demekti.Osmanlı egemenleri
ve seçkinleri Türk’ü böyle nitelediler:
16. Yüzyılda Divan-ı Hümayun katiplerinden Hafız Ham-di Çelebi,
padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu şii-rinde, günümüz
Türkçesiyle şu anlama gelen şeyler söyle-mişti:
“Türk’ü öldür baban da olsa,O iyilik madeni yüce
peygamber,Türk’ü öldürünüz, kanı helaldir demiştir,Bunların işi
sürekli sapıklık olmuştur”Padişah’ın da pek hoşuna gidip, kulunu
ziyadesiyle ödül-
lendirmiş olması gerek.Daha önce biz zamanda, gerçek aşkıyla
bütün hilatlarından, sanlarından, atlasların-
dan, zenginliğinden soyunmuş Azeri Türkçesinin ulu ozan atası
Nesimi’de « sapkınlığı »nedeniyle derisinden bile
soyunmaya hazırlanıyordu.
Dünyanın en güzel Türkçesinde, adanmışlığın imgesini yalınlığın
görkemiyle bugünümüzeve öte çağlara taşımıştı:
“Karar etmez gönül zülfünden ayrıBu sergerdan uzun sevdaya
düşmüş”Türkçeyi var ettiler, varsıl kıldılar, teslim
etmediler.Bugün ne kadar dilimiz, edebiyatımız varsa temelinde
onlar durmaktadır.***Buraya kadar itiraz yok. Ama şuna itirazım
var; dosya yazılarımızda Alevi - Bek-
taşi geleneğinden bakan yazarlarımız, yılların ve yüz yılların
gericiliğinin kendilerinekarşı kullandığı rezil, alçakça
saldırıların, Türk Edebiyatı’nın büyük kilometre taşla-rını
oluşturan adlardaki yansımalarına karşı çok öfkeliler.
Anlaşılabilir bir öfke ve iti-raz. Ama diyalektik ve tarihi
materyalizmin ufkundan bakıldığında başka bir tabloylada
karşılaşıyor olabiliriz.
Şöyle ki: örneğin Yakup Kadri, Reşat Nuri, Hüseyin Rahmi,
Musahipzade Celal ve Hal-dun Taner... Gerçekten de bu öfkeyi, en
azından sitemi hak ediyorlar mı?
Bilinmektedir ki onlar bir bütün halinde tarihsel gericiliğin,
bağnazlığın ve yobazlığınkarşısındaydılar. Osmanlı tarihini bürümüş
Sünni bağnazlığından nefret ediyorlardı. Ay-dınlanma çağının
ilericileriydiler. Dinci gericiliğe karşı bir bütün olarak eleştiri
yöneltti-ler ve bundan payını yozlaşmış Bektaşi dergahları da
aldı.
Ayrıca yapıtlardan cımbızla çekilmiş tümceler asıl olanın
yadsınması mahiyetine de ko-layca bürünür. Anılan yazarların
karakterlerinin çoğu eleştirdikleri, edebi bir itiraz için-de
bulundukları ve hatta daha çok da sergiledikleri geri bilincin
tutsağı olmuş, yer yer za-vallı, hatta gülünç duruma düşmüş
insanlar ve öyküleridir. Yani, diyelim içinde Alevilerirencide eden
bir anlayış ifadesi mi var; bakmamız gereken o ifadeyi kimlerin,
hangi bağ-lamda kullandığıdır. Göreceğiz ki onlar yazarlarımızın
aslında eleştirdiği bağnazlık, geri-lik ve gericiliğe tutsak
edilmiş insanlarımızın yansımalarıdır.
İkinci ihtiyat kaydı çok tartışılan “Nur baba” romanınadair.
Haksızlık. Yakup Kadri Balkanlar ve Anadolu’nun alperen geleneğinin
ya da bu milletin ana damarını oluşturmuşTürkmen boylarının Alevi –
Bektaşi - Kızılbaş değerlerini eleş-tirmiyor. Yalçın Küçük’ün de
aynı adlı yapıta değinirken or-taya koyduğu gibi; “Nur Baba” çöküş
çağının en yoz günle-rinde, Türkmen kitleleri ve geleneğiyle
doğrudan ilintili ol-mayan, köken olarak da şehirli karakterinde ve
başka din-lerden, kültürlerden korudukları algılarıyla Osmanlı
'havass’ı,imparatorluk bakiyesi seçkinlerin çıkışsızlık ve
bunalımlarındabir manevi pencere olarak görme yanılsamasına
düştükleritükenmiş, yozlaşmış bir dergahın ve çaresiz insanlarının
eleş-tirisini, gösterilmesini içerir.
Elbetteki heteredoksi, özel olarak da diyalektik biridealizmin
paradoksal olarak materyalizme ulaştığı Batıni ge-leneğinin, özgür
Türkmen kitlelerinin pagan ruhlarıyla bu-luşmasında ortaya çıkmış
Alevi - Kızılbaş yolu ve dergahla-rı, yobazlığa karşı ilerici olanı
simgeliyordu.
Ama ümmet çağında!Büyük Fransız Devrimi ile insanlığın ana
mecrası köy-
lülükten burjuvaziye, ümmetten millete, dinden aydınlanmaya,
inançtan bilime yöneldi-ğinde artık, görece ilerici olan ümmet
ideolojisi seçenekleri bile sonuçta gerici kalmıştır.Devrimci,
özgürlükçü damarlardan beslenilir, o geleneğin içinden gelecek
tasarımları kur-gulanır. Devrimci süreklilik budur ve bu aynı
zamanda gelenekten kopuştur.
Bütüncül olarak dinin ve simgelerinin belirlediği bir dünyadan
kopuşun büyük ede-biyatçılarını daha çok anlamamız gerektiği
kanısındayım.
Bilimsel Sosyalizm’in ve Cumhuriyet aydınlığının“uzun
sevda”sındayız.***Bu sayımızın dosya editörü Ali Rıza Özkan. Kapak
resmini ise Fikret Otyam'ın Hacı Bektaş Veli tablosundan
oluşturduk. 50. Hacı
Bektaş Veli anması dolayısıyla... Hacı Bektaş Veli ve Alevilik,
Bektaşilik demişken... Yalnız insanın eşitliğine, kardeş-
liğine duyulan eksik bir sevgiyle yetinilemeyecek bir dünyadır
onunki.... Bir yanında ge-yiği, bir yanında aslanı barış içinde
yaşatır ve sever. Doğanın bütün unsurları onun birlikve uyum
özleminin güzellemesidir. Fikret Usta Hacı Bektaş babaya, aslana ve
geyiğine tur-nalar, güvercinler, tavuslar ve bir de kediyi yoldaş
kılmış.
Bütün canlara selam olsun.
UZUN SEVDANIN EDEBİYATIUZUN SEVDANIN EDEBİYATI
HALDUN ÇUBUKÇU
[email protected]
Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis
Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655
44 34
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul
Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu
[email protected] Müdürü
Kamile Karakadı[email protected]
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın
San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı
Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel
Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi
Metin AktaşYazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]
Reklam ServisiAydınlık
KITA P.
Sayfa Sekreteri Alev Özgenç
-
16 A�USTOS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Hacı Bektaşı Veli’yi Anma etkinlikleri-nin 50.si dolayısıyla
“EdebiyatımızdaAlevilik” dosyamız ile Alevi düşüncedünyasının önde
gelen kimi adlarına üçsoru yönelttik. Orta
sayfalarımızdaokuyabileceğiniz yanıtlar içerisinde, Al-evi kökenli
yazarların inançlarını dışavuran eser üretiminden çok,
toplumunbütününü temsil eden izleklere odak-lanmış olmaları gerçeği
çok değerli olsagerektir.
Öte yandan, kültür ve sanat hayatı-mızda sağcı ideolojinin,
yüzlerce yıllıkiktidar saflaşmasının devamı olarak, Al-evileri
dışlayıcı, hatta aşağılamaya özengösterdği tutumu bir izleksel
çerçeveyehapsolmuşluğa işaret ediyor. Örneğin
bu gerici çizginin temsilcisi İskenderPala’nın tavrı, “geleneğin
yansımasıolarak” anlatmak istediğimize örnekoluyor. Safevi
hükümdarı ve büyükTürk ozanı Şah İsmail Hatayi’nin,Cumhuriyet
düşmanı gerici ideolojininsahiplendiği “Osmanlı tavrı”nı
sahiple-nen Pala, “ayrışık düzen yaşamı” sade-ce yüzlerce yıllık
toplumsal ve kültürelyapının duvarlarına saldıran “iktidarınkılıcı
adına” yeniden üretmekle kalmı-yor, aynı zamanda, “sürdürülebilir
din-sel nefret”in Orta Çağ sonrası bir top-lumda hayata tutunmasına
da aracılıkrolü üstlenmiş oluyor.
Tarihsel kişilik olarak Alevi halkönderlerini edebiyat ve şiirle
ilgilenen-lerimiz dahi bilir. Yunus Emre, Pir Sul-tan Abdal, Seyid
Nesimi, Fuzuli, AşıkVeysel... ve daha nicesi. Bu ozanlardakidinsel
içeriğin özellikle “Ali ve Ehli
Beyt sevgisi” üzerine yoğunlaşması za-manla, mersiye düzeyinden
felsefi birdüzleme aktarıldı. Son kertede, “BenAli’yim, Ali benim”
tümcesinde, “kendihalince” bir En-el Hak yorumu türetir-ken,
Alevilik aynı zamanda özgün birinsanlaşma önermesi de sunmuş
olu-yordu.
Bugün, Cumhuriyet’in kazanımları-na açılan savaşı, toplumsal
kimlik kuş-kusu yaratarak derinleştiren “güçler”in,yüzlerce yıllık
ikinci sınıflığını Cumhu-riyet Devrimi ile aşan ve “kimlik
tazele-mesi” yaşayan Alevilere dokunmamasıdüşünülemezdi.
Edebiyatımızda Alevi-lik bu nedenle de bir soruşturma konu-su
olmayı hak ediyordu. Umarım ol-dukça ayrıntılı bir “çatı-konu”yu,
bir ki-tap ekinin sınırlı sayfaları içerisindeokuyucuya ufuk
kazandıracak ölçüler-de ele almışızdır.
ALİ RIZA ÖZKAN
Türkçe edebiyatta, Alevilerin nasıl da birer“öteki” haline
getirildiğini, araştırdığımda biredebiyatçı olarak büyük bir
şaşkınlık ve bir Al-evi olarak acı yaşadım. Örneklerini
kronolojikbir sıralamayla irdeleyelim.
Halide Edip’in yaşamı boyunca 20 ro-manı yayımlanır. Eserlerinde
kadının toplumiçindeki olumsuz konumunu işleyen, baştaeğitim olmak
üzere her türlü hakkını savu-nan ve mücadele eden bir aydın. Ancak
konu,Aleviler ve Bektaşiler olunca, farklı ton vedüzeyde bir
“öteki”leştirmeyi onda da gö-rüyoruz. Adıvar’ın romanlarındaki
Mevlevîşeyhleri aydın, hoşgörülü, engin bilgili ortakpaydaya
sahipken Alevi baba ve dedelere bi-çilen rol ise, birçok açıdan
olumsuz tiplemelerüzerindendir.
Aynı dönemin başka bir ünlü adı YakupKadri'nin hala tartışılan
romanı “Nur Baba”1922’de yayımlanır. “Nur Baba”da Alevilereyönelik
sergilenen yaklaşımın nasıl tanım-lanması gerektiği konusunda,
edebiyatçılar veeleştirmenler ikye bölünür. Halit Fahri Ozan-soy,
“Türk edebiyatı büyük, orijinal bir eserkazanmıştı”, der. Yıllar
sonra, Selim İleri deaynı görüşü paylaşacaktır.
Nihat Sami Banarlı ise şunları söyler:“Türk medeniyeti tarihine
yedi asır süresin-ce yaptığı büyük hizmetleri asla dikkate
al-mayarak, bu tekkenin yalnız son çağlardakibazı bozuk taraflarını
Bektaşiliğin kendisi zan-
nedercesine bu teşekkülü şiddetle hırpala-mıştır.”
Yakup Kadri anılarında, romanını Çam-lıca’daki bir Bektaşi
tekkesine devam ettiği dö-nemde yazmaya başladığını, bu tekkede
ya-şananları anlattığını ifade eder. Tepkiler kar-şısında,
anlattıklarının“hayal ürünü” olduğu-nu belirtir. Sonraki yılla-ra,
“Nur Baba”yı nedenve nasıl yazdığı konu-sunda, sürekli
bocalayantavırlar sergileyip çelişikaçıklamalarda bulunma-yı
sürdürür.
Türkiye’deki sine-ma ve tiyatro geleneğininkurucusu Muhsin
Ertuğ-rul1922’de Almanya’dandöner. “Boğaziçi Esra-rı” adlı filmde
YakupKadri’nin “Nur Baba”romanını sinemaya uyar-lar. Çekimler devam
ederken, Bektaşiler fil-min aleyhlerine olduğunu söyleyerek, film
se-tini basar. Polis olaya el koyar. Film, bütün iti-razlara rağmen
çekilir. Kaçan oyuncunun ye-rine de başrolü Muhsin Ertuğrul
üstlenir. Film, 1923’te vizyona girer. Böylece, Alevilere
at-fedilen “mum söndü” iftira ve karalaması, be-yaz perdeye terfi
eder!
Türk edebiyatının yine çok eser veren veçok okunan yazarlarından
Reşat Nuri Gün-tekin, “Balıkesir Muhasebecisi - Tanrı Dağı
Ziyafeti” adlı yapıtı birçok defa devlet veyaşehir tiyatroları
tarafından sahnelenmiştir.Eserin, 13. sayfasındaki bir diyalogda
şucümleler yer alır: ’‘Karı amma vurdu ha. Ehbu da olur...
Kızılbaşların mum söndü gece-si gibi töbe olsun...’’
Hüseyin Rahmi Gür-pınar’ın “Toraman” adlıromanının11.
sayfasındaiki kadının yaptığı dedi-kodu aktarılıyor: “-...He-rifin
de kabahatı yokhani. O paçavra hastalı-ğından kalktıktan
sonraŞefika’nın her tarafı pör-südü. … Herif artık buhırtlamba
karının yüzünebakmaktan bıktı. Karşı-sında dolaşan ay gibi
ev-latlığı görünce kendinitutamadı. Mezhebi genişadam...Kızılbaş
mıdır ne-dir?..”
Haldun Taner ise “Şişhane'ye YağmurYağıyordu” adlı öykü
kitabında şu satırlara yerverir: “Sen onun oruçlu olduğuna
inanıyormusun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe din-li kızılbaştır o!
Müslüman olsa acımak bilir.”1Aynı eserden bir alıntı daha: “…Ve
iste oanda, tövbeler olsun, abla-kardeş, Kızılbaş-lar gibi sarmaş
dolaş oluverdik.”
Ömer Seyfettin'in “Harem” adlı öykü ki-tabıyla sürdürelim.
“Harem” adlı öykününkahramanlarından Nazan ile Sermet konu-
şuyorlar: “ Doğan çocukların anası babası dakabilenin, bütün
halkı imiş. Bu hal ayin gibihâlâ bazı cemaatlerde devam eder.
Mesela Kı-zılbaşlar gibi…”
Musahipzade Celal, 1868-1959 yıllarıarasında yaşamış, Türk
dilinin ilk oyun ya-zarlarındandır. “Mum Söndü” adlı oyunu1931-32
yıllarında sahnelendi, 1936’da ise ki-tap olarak basıldı.Fuat
Bozkurt, bu eseri de-ğerlendirirken, “Anadolu insanı adına birutanç
tablosu”, der.
Buraya kadar Türkçe’nin kalbur üstüedebiyatçılarından örnekler
sıraladık. Çağ-daşlığa, cumhuriyet tarzına, aydınlanmayahizmet
ettikleri kabul edilen kalemlerden!Bize edebiyatı, romanı, öyküyü,
şiiri sevdi-renlerden söz ettik. Alevi düşmanı, zaten ön-yargılı
kişilere hiç ilişmedik. Alevilerdeki yoz-laşmaya, geriliklere
eleştirel bir yaklaşım su-nanları da yazımızın kapsamına almadık.
Al-eviler olarak, her yerde ve her zaman sa-hiplendiğimiz, “biz”den
saydığımız edebi-yatçıların binlerce yıllık bir iftira, bir
kara-lamaya nasıl oluyor da sarılabildiklerinisergilemekle
yetindik. Türkçe şiir gelene-ğinin atardamarı olmuş Alevilere,
Türkçeedebiyatın “seçkin kalemleri”nin şu yap-tıklarına bakın!
Hal böyle olunca, yakın zamanda ya dagünümüzde, benzer
girişimlerle kamuoyunumeşgul eden politikacılar, medya
çalışanları,şovmenler, akademisyenler bizi neden şaşırtsınki!
Onlara bu ortak hafızayı devreden, bu cü-reti veren bir tarih var
ortada.
Türkçe edebiyatta ‘öteki’ olarak AlevilerHÜSEYİN ŞİMŞEK
Anadolu’nun özgün insanlaşma önermesi:ALEVİLİK BEKTAŞİLİK
-
5Aydınlık KİTAP
Aleviler kendileriniyazmıyorlar
1- Alevilerin yeterince işlendiğinisanmıyorum. Yazılanlar,
özellikle ro-man düzeyinde olanlar daha çokBektaşileri konu
edinmiştir. Karakterolarak da hep Bektaşi babası yer al-mıştır. Bu
da Bektaşilerin, kentli ol-malarından kaynaklanmaktadır. Çün-kü
Bektaşilerle yazarlar, aynı şehirderahatlıkla karşılaşmaktadırlar.
Amaköydeki bir Aleviyle karşılaşmalarızordur, o da belki haftada
bir şehirdekurulan pazara ürününü satmaya gel-diğinde..
2- Edebiyatımızda, Alevileri ro-man ve öykülerinde işleyen
yazarla-rın başında Alevi olmayan, yani Sün-ni yazarlar
gelmektedir. Örneğin,“Çağdaş Türk Romanı ve Öyküsün-de Aleviler”
adlı yapıtımda, inceledi-ğim 24 roman yazarının 8 tanesi, 8öykü
yazarından 3 tanesi Alevi kö-kenli, diğerleri ise Sünnidir.
Peki, Sünni yazarlar, ister romanolsun ister öykü olsun, Alevi
insanla-rı yapıtlarında doğru ve objektif ola-rak anlatmışlar mı?
Hayır.. Bu yazar-larımız bile, yüzyıllardır Aleviler içinanlatılan
ve kuşaktan kuşağa aktarı-lan çirkin karalamalar, aşağılamalarve
gerçekdışı söylemler çerçevesindekalmıştır.
Alevi kökenli yazarlarımıza gelin-ce, Alevi yazar olan bir Ümit
Kaftan-cıoğlu, bir Yusuf Ziya Bahadınlı, Al-evileri, özellikle
Alevi Dedelerini acı-masızca eleştirirken, Hasan Kıyafet,Lütfi
Kaleli, Süleyman Çiltaş gibi ya-zarlar ise, klasik Alevi
karakterlerineyer vermişlerdir.
Alevilerin edebiyatımızda yeterin-ce yer alamaması, Sünni
yazarlarıniyice araştırmadan ve kulaktan dolmabilgilerle yetinip
bunları romanındatemel konu yerine ara, süsleyici figür-ler olarak
anlatmasından (örneğinAyşe Kulin, Köprü romanında asılolarak
Erzincan’da Fırat nehri üzeri-ne yapılmak istenen köprüyle
ilgilimücadeleyi anlatırken ara öykü ola-rak, Alevi bir kızla Sünni
bir gencinbirbirlerine olan aşkını bir iki yerdeanlatır); Alevi
yazarların da Alevikültür ortamından gelmelerinin ver-diği bir
güvenle konuyu iyi işleyeme-melerinden kaynaklanmaktadır.
3- Evet, son dönemlerde HacıBektaş Veli ve diğer ulu erenlerle
il-gili romanlar yazılmaya başlandı.Şimdiye dek yazılan Hacı Bektaş
Ve-li’yle ilgili romanlara baktığımızda,daha çok hünkarın,
efsaneleşmiş,yüzyıllardır cemlerde anlatılan klasikhikayesi
anlatılmıştır. Tabi bu da faz-la gerçekçi olmamaktadır. Çünkü
bukonuda da iki görüş karşımıza çık-maktadır: Birincisi, Hacı
BektaşVeli’yi, Ahmet Yesevi’nin müridlerinsayıp Anadolu’ya Türklüğü
ve Türkdilini yayması, birliği sağlaması içingönderilmesiyle
başlayan, mücerredve Orhan Gazi’ye kılıç kuşatmasıyladevam eden,
Yeniçerilerin piri olma-sıyla sonuçlanan bir romanlaştırmadevam
ederken öte yandan yine HacıBektaş Veli’yi Horasan’dan bir
dervişolarak Anadolu’ya getiren, BabalılarAyaklanması içine sokan,
ayaklan-madan kaçıp Suluca Karahüyük’e sı-ğınan, dergahını kuran,
evlenen biriolarak anlatılır. Bazen her iki durumiçiçe geçer ve
karışık bir Hacı BektaşVeli romanı ortaya çıkar.
İLHAN CEM ERSEVEN
-
16 A�USTOS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Alevi-Bektaşilerde Müzik konusu İran,Irak, Suriye, Özbekistan,
Türkmenistan,Anadolu, Kıbrıs, Ege Adaları ve Bal-kanları içine alan
çok geniş bir coğrafya-yı kapsıyor. Bu genişlik bir yanıyla
ürkü-tücü öte yanıyla da heyecan verici. Bu ka-dar geniş bir
coğrafyanın uluslarının fark-lı dilleri ve lehçelerine rağmen
müzikle-rindeki ortak yanlar, ortak değerler, or-tak duygular
oldukça şaşırtıcı. Bir Türkkökenli İran’lı Alevi ile
Arnavutluk’dakiBektaşi’nin, dili-lehçesi, melodik yapısı vetartımı
(ritmi) farklı olmasına rağmen birtevhitten duydukları ortak
heyecan ger-çekten çok şaşırtıcı. Her ikisi de duy-dukları
tevhitten yoğun duyguya (Trans)girip, höykürebiliyorlar.
�BADET�N VAZGE�LMEZUNSURU
Alevi-Bektaşi müziği dinsel bir müzikmidir, din dışı bir müzik
mi? Alevi-Bek-taşi müziğinin dinsel ya da din dışı ol-masını
belirleyen şey, müziklerdeki me-lodik yapı, tartım (ritm), hız
(metro-nom) değil, sözlerdir.
Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, KulHimmet, Hacı Bektaşi Veli,
Nesimi, Fu-zuli, Yunus Emre gibi Alevi-Bektaşiozanlarının
şiirlerinin içerikleri, İran’danArnavutluk’a, Romanya’dan Girit
Ada-sı’na kadar aynı olmasına karşın, melodikyapı, tartım ve hız
çok farlı bir yapı içe-rebilmektedir. Girit ve Rodos’ ta söylenenve
melodik yapı ve tartım açısından bir-birlerine benzeyen Pir
Dede’nin samahsözleri Azerbaycan’da ve İran’da da ay-nıdır ama
buralarda karşımıza bambaşkabir melodi ve tartım çıkmaktadır.
Müzik, Alevi-Bektaşi cemlerinin/iba-detlerinin olmazsa olmazı,
vazgeçilmezi,en önemli unsurudur. Alevi-Bektaşi iba-detlerinde
belli bir dans figürü eşliğindegerçekleştirilen samahların yanı
sıra, rit-mik olarak dizlere, vücudun çeşitli yer-lerine vurularak,
öne-arkaya, sağa-sola sal-lanarak ve genelde gözler kapalı bir
şe-kilde yapılan tevhitlerin yanı sıra deyişler,mersiyeler,
miraciyeler, dualar müzikle,müzik eşliğinde yapılır.
VAKUR VE A�IRBA�LIBu kadar geniş coğrafyada yaşayan Al-
evi-Bektaşi topluluklarında samah söz-lerinde, zalimlerin
mazlumlara uygula-
dıkları zulüm anlatılır, aktarılır. Kimi za-man Karacaoğlan gibi
ozanlarca aşkın an-latıldığı sözlerde, doğa betimlemeleri,Hazreti
Ali ve evlatlarının kahramanlık-larının anlatıldığı sözler de yer
alır.
Samah melodileri ülkelere, bölgelere,ocaklara göre değişiklik
gösterir. Samahmelodileri bölümlere ayrılır. Bütün sa-mahlar genel
olarak en az iki bölümdenoluşur, ağırlıklı olarak üç
bölümlüdür.Kimi yerlerde de dört bölümlü samah me-lodilerine
rastlamak mümkündür.
Samah tartımları farklılıklar gösterir.Her bölgenin samahlarında
bölümlerarasında farklı tartım kullanmasının yanısıra, farklı
bölgelerdeki samahlarda dafarklı tartımlar kullanılmaktadır.
Azer-baycan, İran, Irak, Suriye, Doğu, Gü-neydoğu ve İç
Anadolu’daki samahlardatartımlar birbirlerine benzerken, Tahta-cı
Türkmen Alevileri ile, Bulgaristan,Yu-nanistan, Arnavutluk,
Makedonya Bek-taşilerinin kullandığı samah tartımlarıda birbirine
benzeyebilmektedir. Tartımdeğişikliklerinde “ton” da
değişmektedir.
Yine Alevi-Bektaşi ibadetlerinin vaz-geçilmezlerinden olan,
tevhitler, deyişler,mersiyeler, miraciyeler ve dualarda me-lodiler,
küçük ses aralıklarından oluşur.Parlak sesler yerine daha çok alto
ve bassesler tercih edilir. Bas ve alto seslerin kul-lanılması,
ibadetin daha vakur ve ağırbaşlıbir sonuç doğurmasıyla ilgilidir.
Ayrıca“ibadet, Allah ile kul arasında kurulan birilişkidir”
düsturuna sıkı sıkıya bağlı olanAlevi-Bektaşilerin ibadetlerini
bağırıpçağırmadan, kimseye duyurmadan yap-masında bas ve alto
sesler ile melodik ya-pısı daha dar eserlerin kullanılması ara-
sındaki ki bir ilişkiden rahatlıkla sözedilebilir.
HÜZÜN VE ACITenor ya da soprano ses, tevhitleri,
deyişleri, mersiyeleri, miraciyeleri ve dua-ları okuduğunda bas
ya da alto ses oku-yor gibi algılanır. Bu tamamen yapılan iba-detin
vakurluğuyla, ağırbaşlılığı ile ilgili-dir. Alevi-Bektaşi
samahlarının sözleri vemelodilerine müthiş bir hüzün ve acı
ha-kimdir.
Alevi-Bektaşi ibadetlerinde etkin çal-gı bağlama veya bağlama
ailesidir. Bağ-lamanın yanı sıra, bağlamanın yerine,her ülkeye,
bölgeye, ocaklara göre klari-net, keman, kaval, mey gibi aletler
tek tekkullanıldığı gibi grup olarak da kullanıl-maktadır.
Bu müzikler, Alevi-Bektaşilerin gün-lük yaşamda, düğün, dernek
toplantıla-rında, sünnet ve çeşitli eğlencelerinde kul-landıkları
müziklerdir. Halaylar, kırıkhavalar, uzun havalar, türküler,
mengilerbu türe örnek gösterilebilir. Mezar başı,cenaze ağıtları,
askerlik, ölüm yıl dönü-mü, çeşitli ritüeller, kış yarısı
törenleri, üre-tim türküleri, avlanma, savaş, ürün ekme,ürün
kaldırma, gençlerin ergenlik çağı tö-renleri, doğum, ölüm, evlenme,
ölü göm-me, kış yarısı, saya gezme, mevsim karşı-lama ve uğurlama
gibi daha birçok tö-renlerin müziklerini bu türe örnek
gös-terebiliriz.
BA�LAMA �LE G�TARIN DÜET�
Makamsal müzik içinde değerlendi-rilen Alevi-Bektaşi müziğinin
son 25-30
yıl içinde, bütün dünyanın kullandığıtampere-tonal müzik
sistemiyle çok ko-lay bütünleşmiş olduğu görülmektedir.Bugün günlük
yaşamda da kullandığımızbu müziğin dünya müzik sistemi içinde
ko-lay işlenebildiğini (aranje), müzik form-larıyla kolay
bütünleştiğini, Batı çalgıla-rıyla çok kolay yorumlandığını
görmek-teyiz. Başta Yaylı sazlar dediğimiz, keman,viyola,
viyolonsel olmak üzere, obua, yanflüt, alto saksafon Alevi-Bektaşi
müzikeserlerinin yorumlanmasında çok önem-li ve heyecan verici
renkler oluşturmak-tadır. Alevi-Bektaşi müziğinde eşlik çal-gısı
olarak gitar ve basgitar vazgeçilmezçalgılar haline gelmiştir.
Gitarın eşliği bağ-lama ailesini de çok önemli solist çalgı
ko-numuna yükseltmiştir. Dünyanın birçokyerindeki Türk müziği
yorumlarında bağ-lama ve gitar düeti çok ilgi çekici bir
halegelmiştir.
Alevi-Bektaşi müziği ile dünya mü-ziğinin bu kadar kolay uyum
sağlaması veortaya heyecan verici düzenlemelerinçıkması, dünya
müziğinin, dünya müzikformlarının içinde bulunduğu çıkmazaçok
önemli bir ışık tutmakta, yol göster-mektedir.
HEYECAN VER�C� ÖNGÖRÜÖrnek vermek gerekirse, her yıl bin-
lerce Türk Müziği çalgısı yurt dışına ihraçedilmektedir.
Bağımsız ve özerk TürkCumhuriyetleri ile Almanya, Hollanda,Belçika,
Fransa gibi Türklerin yoğun ola-rak yaşadığı ülkeleri saymıyorum,
Japon-ya, Güney Kore, Çin, Rusya Federasyonu,Beyaz Rusya,
Gürcistan, Moğolistan, Af-ganistan, Pakistan, Hindistan,
Tayland,Endenozya, Avustralya, Ukrayna, Ro-manya, Litvanya,
Polonya, İsveç, Avus-turya, İsviçre, İtalya, Hırvatistan,
Saray-Bosna, Makedonya, Sırbistan-Karadağ,Moldova, İngiltere,
İspanya, Portekiz,Slovakya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti,ABD, Kanada,
Venezüella, Arjantin,Peru, Küba, Kostarika, Güney Afrika, Su-dan,
Nijerya, Mısır gibi dünyanın 60’a ya-kın ülkesinin 200’ü aşkın
şehrinin devletveya özel konservatuarında ya enstitüşeklinde
Türk-Anadolu Müziği bölümle-ri açılıyor ya da üniversitelerde
Türk-Ana-dolu Müziği kulüpleri kuruluyor.
Bu durum, bizim de çok heyecan ve-rici bir öngörüde bulunmamıza
neden ol-maktadır. O da şu:
Alevi-Bektaşi müziğinin de içinde yeraldığı Anadolu müziği, 21.
Yüzyılın dün-ya müziği olacaktır.
Alevi - Bektaşimüziğinin geleceği
NEVZAT ÜÇYILDIZ(Prodüktör ve Yönetmen)
-
16 A�USTOS 2013 CUMA 7Aydınlık KİTAP
1071’de Alpaslan’ın ardı sıra Anadolu’ya yer-leşen Kızılbaş
dervişler soyundan Kalende-roğlu, Yavuz’un en güçlü döneminde
payi-tahta baş kaldıran Turhallı Celal’in (1518)adını ve anısını
yüz yıl boyunca ayakta tutanasilerin dillere destan isyanbayrağını
çeker (1608): “Cantende oldukça ahtşîken [dö-nek] Osmanlı’ya baş
eğmekyoktur.”
Mustafa Akdağ,1528’den beri sürüp gelenKalenderoğlu
ayaklanma-larını, Kızılbaş isyanlarındanayrı tutar: “Ayaklanma,
ge-rek genişliği ve gerekse öz-genliği bakımlarından tambir çiftçi
- köylü hareketiolarak gelişmişti. Halbuki ...[dönemin] Osmanlı
yazar-ları bu karışıklıkları büyükbir Kızılbaş ayaklanmasıolarak
kaydettiler.” (Cela-lî İsyanları, Cem Y., 1995)
Aslında yine de öyleydi: Osmanlı, Sel-çukludan müdevver ama
Karahanlıdan berisürüp gelen alışkanlıkla, devlet kurar
kurmazSünnîliğe biat ederek göçebe Türkmen’e sır-tını dönüp bütün
otlakları kendi mülküne çe-virdiği anda ihanetiyle Kızılbaş
boylarınhem karşıdin duygularını hem de iktisadi tep-kilerini
kışkırtıyordu. Akdağ her nedenseŞeyh Bedrettin isyanını bile kitaba
sığmayanöbür tarikat isyanlarından biri olarak gör-mekte tereddüt
etmezken, Kalenderoğlukarşısında duraksar, bocalar,
ayrıksılığınıkabul eder: Bildirisi çok açıktır –gerçekte bü-tün
isyanların ruhunu koyar:
Şalvarı şaltağ OsmanlıEğeri kaltağ OsmanlıEkende yok biçende
yokYiyende ortağ OsmanlıBu dörtlük, şaka değil, Osmanlı’nın çö-
küşünü en görkemli döneminde haber verir.
�SYANA KAR�I �SYANMustafa Kemal, Kalenderoğlu’nun yi-
tirdiği savaşı, Osmanlı’nın üstelik yedi düvelmüttefikini de
püskürterek kazanır: “Os-manoğulları, zorla Türk ulusunun
egemen-liğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zor-balıklarını
altı yüzyıldır sürdürmüşlerdi.Şimdi de Türk ulusu bu saldırganlara
artıkyeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarakegemenliğini ve
saltanatı kendi eline almış bu-
lunuyor.” (Söylev, c. II)Doğan Avcıoğlu, İstiklâl Savaşı’nda
olan
biteni aslında çok açık ve özlü tanımladı:“Türk Kurtuluş Savaşı,
yalnızca emperyalistdevletlere karşı verilmiş bir savaş değil,
aynızamanda sarayın körüklediği ayaklanmalarlabelirlenen bir iç
savaştır.” (Türklerin Tarihi[TT], Tekin Y., s. 18, 1978)
Hem de birbirini küçük meseleler yü-zünden terk ediveren tek tek
boylar olarak
değil, bir büyük dava içinyekvücut olan koca Türk-men’in ulusal
isyanınabu kez payitaht uşaklarıkazan kaldırmıştır.
Avcıoğlu, savaş son-rasında tarihi de yenidenyazmak gerektiğini
anım-satır: “Kurtulan halk, yal-nız ulusal ve antiemper-yalist
devlet kurmakla veulusal ekonomiyle yeti-nemez, ulusal tarih
ortayakoymak zorundadır. Çün-kü tarih, halkın ruhudur.”(TT, s.
19)
TAR�HÇARPITICILARI
Halit Ziya Uşaklıgil’e kalırsa bu iş hiç dekolay değildir.
Yazıcılar daha Abdülhamit dö-neminde tarihi çarpıtmanın en iyisini
be-cermiştir:
“Memleketin tarihinde ayaklanma, ih-tilal, tahttan indirme,
suikast adına ne var-sa, yönetim kötülüklerine, hırsızlık ve
yol-suzluklarına dair ne bulunursa bunlar [ki-taplardan]
kaldırılır; hemen baştan başa bun-larla dolu olan, bunlar [sınıf
mücadelesi ör-nekleri] çıkınca ortada an-lamsız, cansız bir ceset
bi-çiminde kalan Türk tarihisavaş ve fetihlerin övgü-sünden ibaret
kalır.”
Nitekim yobazlar veTurancılar, her türlü ay-rıntıyı her fırsatta
bozaraktarihi çarpıttılar: “EskiTürklerde güneşin doğ-duğu yer,
‘sol’ ve kutsal sa-yıldığı halde, bu, ‘Türk-lerde sağ, kutsaldır’
diyeçevrilir!” (TT, s. 24)
Mesele anlaşılmıştır,da... öneri ne? Tarihedoğru yerden
başlamakher Türk için farz oluyor: “Türkiye halkınınkültürü ile
ilgilendiğimiz zaman, bu kültürütarihsel gelişmesi içinde
anlayabilmek ve de-
ğerlendirebilmek için, Orta Asya bozkırtopluluklarının kültürünü
bilmek gereki-yor. ... Anadolu halkının dinsel
inançlarını,tarikatları, Alevîliği, yapıtlarını, şiirini,
oyun-larını, doğa ile ilişkilerini vb değerlendire-bilmek için, işe
Orta Asya boz-kırlarından başlamak zorunluoluyor.” (TT, s. 86)
Doğan Avcıoğlu, Ata-türk’ü bir daha doğrulayan,ünlü saptamasını
veriyor:“Anadolu, göçebe Türk-men’in büyük sayıda akını,yerleşmesi
ve yerli halklarlakarışmasıyla Türkleşmiştir.Türk ulusunun kurucusu
kuş-kusuz göçebe Türkmen’dir.”(TT, s. 88)
OSMANLI’NIN TÜRKMEN’E ETT���
Türkmenlere kurucu Os-man zamanında atılan ilkkazığı Lindner
şöyle tanım-lar: “Osmanlı liderler kendi göçebelerindenuzaklaştılar
ve sultan kaftanını benimseyerekaşiret reisliğinden sıyrıldılar.
... Osmanlı içingöçebeler, artık İstanbul’a uzanan yolun biryerinde
kaybolmuşlar ve toplum için olduğukadar din için de sapkın kabul
edilir olmuş-lardı.” (Göçebeler ve Osmanlılar, çev.: Mü-fit Günay,
İmge Y., s.170)
Toplum ve din için sapkın görülerek ege-menlik kavgasının dışına
atılmak! Lind-ner’den çok daha önce Doğu Perinçek bu ol-guyu
sınıfsal özüyle yakalamıştı (1971): “Os-manlı devletinin kurulması,
göçebe demok-rasisinin yıkılması ve yerini feodal bir
devletinalması olayıdır. Osmanlı devleti, göçebe ge-
lenekleri üzerine kurul-madı. Göçebe gelenekleriezilerek ve yok
edilerekinşa edildi. ... Göçebe sa-vaşçılığının ve onun
gele-neklerinin mezarı, eski gö-çebe şefleri olan yeni feodalegemen
sınıflar tarafındankazıldı.” (Toplum ve Devlet,Kaynak Y., s. 52,
62; 1986)
Osmanlı, kendisini ır-mağa kadar taşıyan Kızıl-başları, saltanat
gemiciğinebindikten sonra ırmağınmazlum yakasında, darül-harpte
bırakır. “Alevî Türk-menler, ‘İslâm milleti’nin dı-
şında tutulur.” Dahası geçten geçe uyanıp daayaklanacak olursa,
Türkmen, başka etniktopluluklarla saf dışı edilir.
YERYÜZÜNE �NENKAR�IDEVR�M
Aşiret bilincinin ötesine geçemedikleriiçin Türk boyları
arasında hiç eksik olmayandidişme, merkezî otoriteye ve dışarıya
karşı
verilen savaşlarda düş-man güçlerin dayanış-mayı gevşetici ve
bozu-cu entrikaları yüzün-den boy birliklerinin sıksık yeniden
parçalan-masıyla sonuçlanır. Ger-çek şu ki, dinin verdiğimotivasyon
ve pekişentalan güdüsüyle sürekliyeni savaşçı toplulukla-rın cihada
katılımı saye-sinde savaş gücü büyü-yen İslâm’ın tutsak aldı-ğı
göçebe Oğuz boyları,köle olarak yaşadıklarıdönemde, muhalif
mez-heple uzlaşarak İslâm’aboyun eğer. Emevîler
içinse önemli olan, Türk’ün teslim olmasıdır.Türkmen adı verilen
Orta Asya Türklerininen savaşçı boyları, kendi göç ve talan
akın-larını kısa sürede cihat ülküsüyle buluşturur.
Cemal Şener; “Şamanizm”de (AD Y.,Mart 1997) yerli yabancı nice
araştırmacı-ya ve tarihçiye dayanarak Türkmenlerin Kı-zılbaş
gelenek ve töreleri ile Orta Asya Türkboylarının Şaman inançları
arasındaki ta-rihsel bağları sergiledikten sonra, içkili mü-zikli,
kadınlı erkekli Şaman ayinleriyle Al-evî - Bektaşî cemlerinin
binlerce yıllık ortaktarihsel temellerini vurgulayarak sözü şöy-le
bağlıyor: “İslâm’ın doğduğu yer olanArabistan’da ve öbür İslâm
ülkelerinde nesazı, ne kadınlı erkekli dinsel dans olan Se-mah’ı,
ne de kadınlı erkekli ibadet olan ‘cem’törenlerini
görebiliriz.”
Safsatadan ve büyülü sözlerden arındı-rınca gerçek apaçık ortaya
çıkıyor: İslâmiyet;kadın erkek eşitliğine ve bilim kadar sanat-lara
da düşman oluşunun yanı sıra başka halk-ları darülharbe atışı,
talanı ve köleliği savu-nuşuyla yeryüzüne gelmiş en acımasız
kar-şıdevrimdir. Türkmenler, bu karşıdevrimi binyıllık tarih
boyunca yılmaz bir savaşımlagöğüsleyerek, önce Araplara, sonra da
Os-manlı’ya karşı çağdaş laik yaşama ve Cum-huriyet’e birikim
sağladı.
Fransız Tarihçisi P. Vilar’ın sözünüTürklere özelleştirerek
söyleyecek olursak,gerçek şu ki, “Bir tarihçi olmaktan daha zordaha
ender bir şey varsa o da Türk tarih-çisi olmaktır”.
SEYYİT NEZİ[email protected]
ARAKABLO
Kızılbaş Türkmen’inulusal kimliği
Türkmenler,kar��devrimi biny�ll�k tarih boyuncay�lmaz bir
sava��mlagö�üsleyerek, önceAraplara, sonra daOsmanl�’ya kar��
ça�da�laik ya�ama veCumhuriyet’e birikim
sa�lad�
-
16 A�USTOS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP
Edebiyatta Alevilik Bektaşilik
1-Anadolu Aleviliği denilen ve özünüeski Türk kültürü ile Batınî
İslam’ın oluş-turduğu Alevilik; Orta Çağlar boyuncamuhalif
kesimlerin hayat anlayışı ve bi-çimi olarak yaşadı. Bu yüzden
resmiideolojinin ve egemen kesimin yokedici saldırıları ile
karşı karşıya kaldı. Ya-şayabilmek için kırsala çekildi.
Kendineözgü bir kır komünü oluşturdu. Buna“Kardeşlik Düzeni”
dedi.
Böyle olunca onlar; egemen kesimideolojisinin beslediği
sanatçıların he-definde oldular. Osmanlı Devleti za-manında
yaratılan iftiralarla, Sünni ka-muoyu; onları düşman belledi.
Bunu;edebi metinlere yer yer hakarete vara-cak biçimde yansımış
görmekteyiz.
Osmanlı alimlerinin Kızılbaş (Alevi)düşmanlığı, Cumhuriyet’e
taşındı. Baş-ta Yakup Kadri olmak üzere, “Bir Kı-zılbaştan ne
farkın var senin!” diyenMehmet Akif, hatta modern çağ tiyat-
ro yazarımız Haldun Ta-ner’de bile Kızılbaş’ıaşağılayan tavır
varlığı-nı sürdürdü.
Bugün, Sünni ke-simden yetişen sanatçı-lar hiç değilse sessiz
ka-larak bir değişimin işa-retini veriyorlar. AmaAlevilere olumlu
yak-laşan bir romancı tanı-mıyorum.
2-Alevilerin toplu-mun yönetim kademe-lerinden atılmış
olması,onların yeni edebiyat türlerinde (ro-man-hikaye-tiyatro)
eser vermesininönünü kesti. Ekonomik olarak ancak ya-şama
mücadelesi veren bir kesimin bu sa-nat eserlerine yaklaşabilmesi
mümkündeğildi. Onlar ancak geleneksel anlatımyollarını
(şiir-müzik/saz) ilişkisi ile ken-
dilerini anlattılar. Bunlar1960’tan başlayarak top-lumcu halk
ozanlarını ya-rattılar. Ama roman ve ti-yatrodan halen uzakta
bu-lunuyor Alevi toplumu.
Çünkü tarihten gelendüşmanlık ve dışlama; de-vam ettirilmiş; bu
kesi-min yeni sanat alanlarınauzanacak ekonomik ka-zanımlara
kavuşmaları en-gellenmiştir.
3-Bu romanlara bak-ma fırsatım olmadı. El-
bette ki tarihsel konuma ve ideolojiye uy-gun bir yerleştirme
yapılırsa... Bir de 13.yüzyıl havası ve dili oraya
yansıtılabilir-se ilginç olabilir.
Ama anlatılacak o kadar konu var ki...Benim aklımda;
Yeniçerileri kaldı-
rıyoruz derken, İstanbul’da Belgrad Or-
manları’nda binlerce Bektaşi ve Al-evi’yi diri diri yaktıran
padişah II. Mah-mut’un psikolojisi var.
Elimdeki tarihsel roman çalışmasınıbitirdikten sonra ona
döneceğim. Baş-ka romancılara da öneriyorum... Örne-ğin Yavuz
Sultan Selim’deki şiddet du-yusunun kökenlerini tarihsel bir
yolcu-luk içinde ele alabilirler.
Edebiyat iyidir...Türk dilini edebiyat yaşattı. O ede-
biyat da Alevi-Bektaşi edebiyatı idi... Çe-şit çeşit şiirler,
cenknameler, masallar, te-kerlemeler, menakıbnameler, o
güzelimfıkralar... Egemen kesim onları edebi-yatın dışına sürdü ama
Aleviler Türk yo-lundan yürüyüp Türkçe’yi bugünleregetirdiler. Hem
Anadolu’da hem deBalkanlar’da...
Ya karşı tarafınkiler?Bugün yıkılmış bir evden farkı var mı
divan şiirinin!
Türkçeyi bugününe taşıyan alevi edebiyatıdırRIZA ZELYUT
1- Elbette ki hayır, Türk milletinin ta-rihi olarak İslami
kabulünden sonrakiilk inanç sistemi olan Alevilik,
TürkEdebiyatı’nda yok sayılan bir haldedir.Aşıkların ve ozanların
sayesinde, yüz-yıllardır şiirde kendini gösteren ve halkedebiyatına
damgasını vuran Alevi-Bektaşilik, söz edebiyatın diğer dalla-rına
geldiğinde adeta kayıptır. Halbu-ki Alevi-Bektaşiliğin İslam öncesi
Türkgeleneklerinden, efsanelerinden, tari-hinden getirdiği muazzam
bir edebi bi-rikim mevcuttur.
2- Alevi-Bektaşi geleneğinden ya-zarlarımız ve şairlerimiz, ya
baskılarınsonucunda ya da herkes tarafındankabul görebilme
endişesiyle, daha ortayolcu ve daha genel bir edebiyat çizgi-si
içinde yol aldılar ve hala aynı yoldadevam etmekteler bence.
Halbuki Türkhalk şiirinde ve halk müziğinde enmüthiş örnekler,
doğrudan ve hiç su ka-tılmamış şekilde yansıtılan Alevi-Bek-taşi
değerleri sayesinde verilmiştir.Eğer TRT’nin kuruluşundan beri,
rad-yolarda ve tv’lerde Pir Sultan, Şah Ha-
tayi türküleri ve şiirleri sürekli yayın-landıysa, bu
TRT yönetiminin hoşgö-rüsünden değil, halk müziği ve şiiri de-
nince akla başka kimselerin hemenhemen gelmediğindendir.
3- Alevi-Bektaşi edebiyatçılarınönünde, çok büyük sorumluluk ve
ya-pacakları o kadar çok görev vardır ki,bir gün dahi gecikmemeleri
gerek-mektedir. Yüzlerce yıllık Sünni baskı-sından göreceli olarak
kurtulmuş ol-manın getirdiği rehavet, bölünmüşlükve kafa
karışıklığından bir an evvelsıyrılmalı ve gururla ata yadigarı
edebideğerler temelinde çağdaş ve evrenselbir edebiyat
geliştirmelidirler.
LATİF BOLAT
Aleviliğin muazzam edebi birikimi vardır
1- Yazar ve araştırmacıolarak, edebiyatımızdaAlevilerin yeterli
olarakişlendiğini düşünüyormusunuz?
3- Son dönemde, özellikle Aleviler içinkutsal sayılan Hacı
Bektaş Veli’ninhayatını işleyen romanlar da yazılmayabaşladı. Bu
konudaki düşünceleriniznelerdir?
2- Alevi kökenli yazarların Alevilik üzerindenhikayeler
anlatmaktan çok, temalarını toplumungenel yapısına
dayandırdıklarını düşündüğümüzde,edebiyatımızda Alevilerin yer
bulamamasınınnedenleri neler olabilir?
Hac� Bekta� Veli’ye adanan �enliklerin 50.sini ya��yoruz.
Anadolu ve Rumeli’de her dinden, her kökenden halkkitlelerinin
sevgisini, sayg�s�n� kazanm�� bu büyük Türk bilgesini anman�n,
özellikle halk edebiyat�n�n �iir
gelene�i içerisinde Türk dilini ve bilincini korumu� Alevi –
Bekta�i de�erlerinin ça�da� edebiyat�m�zdaki yerinitart��ma f�rsat�
da yaratmas�n� istedik ve Alevi kökenli yazar ve ayd�nlar�m�z�n
dü�üncelerine ba� vurduk
50. HACI BEKTAŞ VELİ ANMASI VE
-
16 A�USTOS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP
1- Üzülerek söylüyorum, Alevilik-Bektaşilik hem yazın
dünyasındahem de bilimsel çevrelerde yete-rince
işlenmemektedir.
İttihat ve Terakki ile başlayanCumhuriyetin ilk 15 yılında
ivmekazanan bilimsel araştırmalarAtatürk’ten sonra bir iki
istisnahariç neredeyse yok gibidir.1980darbesinden ve özellikle
SovyetlerBirliği’nin yenilgisinden sonraBektaşilik-Alevilik ile
ilgili yayın-larda bir patlama görülmüştür,ancak bu konuda yazarlar
politikgörüşlerini özümsedikleri dinselinançlarına uygun şekilde
bir Ale-vilik tanımlamaya çalışıyorlar. Ozaman da bir değil
neredeyse binAlevilik tanımı ve tanıtımı yapıl-maktadır.
2. Fuat Köprülü, Ömer LütfüBarkan, Hilmi Ziya Ülgen ,Mus-tafa
Akdağ gibi çok ciddi bilimadamlarının ardından üniversite-lerimiz
araştırmacı yetiştiremedi-ler. Selçuklu ve Osmanlı
arşivleri,Cumhuriyetin 90. Yılına karşınhala bırakınız sıradan
okuyucuyu,akademisyenlerin bilgisine dahisunulamadı. Bu konuda
elimizdetek kaynak vardır o da Ahmet Re-fik’dir. Üniversiteler
ikinci bir Ah-met Refik çıkartamadı.
Bunun yanında Batı dünyasının,Doğu bilimcileri ve Türkoglarına
aittemel eserler hala dilimize kazandı-rılamadı. Örneğin
Alevilik-Bektaşi-lik ve İslam tasavvufunda çok büyükyeri olan
Hallac-ı Mansur’u en iyişekilde ve rakipsiz bir biçimde
anla-tan Massignon’a ait “İslamın MistikŞehiti Hallac-ı Mansur”
Ardıç Ya-yınları tarafından okuyucuya tamolarak sunulamadı.
Bu koşullarda ciddi ve bilimselbir şekilde çalışmaların
yapılmasıolanaksızdır.
Bilim ve özgürlük yoksa, üniver-siteler ezberciliğe
yöneltiliyorsa, oülkede bırakınız
Alevilik-Bektaşiliği,sünniliği bile doğru dürüst anlatmakmümkün
değildir.
Osmanlı’nın bir sözü vardır, bu-günün diliyle söylüyorum:
“Malmüşteriye tabidir” .
Kapitalist sistemde özel sektörkar amacıyla çalışır. Türkiye’de
yaşa-yan Alevi- Bektaşiler ne yazık ki çokaz kitap okuyorlar.
Bu nedenle Alevilik-Bektaşiliksorunu Türkiye’nin
özgürleşmesin-
den, her alanda tam anlamıyla ba-ğımsız olmasından ve
demokrasinintüm kurum ve kurallarıyla yerleşme-sinden
soyutlanamaz.
3. Tarihi roman yazanları fakiribağışlasınlar, Turgut Özakman
veHasan İzzettin Dinamo’nun “Kutsalİsyan” ve “Kutsal Barış” adlı
kitap-ları dışında doğru dürüst tarihsel ro-man yazanı görmedim. Bu
konudaen popüler olan ve en çok kitabı sa-tılan Ahmet Ümit’dir.
OnunHz.Mevlana ve Şemsi Tebriz’i anla-tan bir kitabını okudum.
YazarınMevleviliği kavrayamadığı sonucunavardım.
Bu tür romanların tehlikeli yanışudur; okuyucu romanın
konusuhakkında yanlış bilgilerle donatıl-maktadır. Şüphesiz
konusu tariholan romanların tarihsel gerçeklerianlatmak gibi bir
görevi yoktur amatarihsel gerçeklere ters düşmenin debir anlamı
yoktur.
Hacı Bektaş Veli Hazretleri gibibir derya olan insan hakkında
ro-man yazabilmek için önce Bektaşili-ği öğrenmek, ardından onu tam
an-lamıyla yaşamayı gerektirir. Bu dayetmez onun yaşadığı dünyanın
top-lumsal ekonomik koşullarını da bil-mek şarttır.
Alevi- Bektaşiler çok az okuyorlar
ŞAKİR KEÇELİ
1. Edebiyatımızda Alevilik teması oldu-ğunu söyleyemeyiz.
Edebiyat tarihimizdede Alevi şairler ya da yazarlar başlığı
al-tında bir grup yok. Yalnız, edebiyat tari-himizde “din ile
ilgisi olmayanlar” şeklindebir tanımlama yapılıyor. Mesela, Pir
Sul-tan Abdal gibi, Kazak Abdal gibi ozanlarıdoğrudan Alevi şairler
olarak değil, hat-ta Şiilik olarak da değil ki, zaten Şiiliklede
bir ilgisi yoktur. Esasen, doğrudan Sün-ni ve Alevi edebiyatı diye
bir ayrım da ol-mamıştır.
2. Alevi kökenli edebiyatçılar Cum-huriyet sonrası yeni kurulan
düzenle tamolarak uyum içerisinde oldukları için,kendilerini
edebiyatta Alevi olarak ta-nımlamamışlardır. Zaten, Türk Halk
Şii-ri’nin temeli Alevi geleneğinden beslen-mektedir. Aleviler
şiirler çok yakından il-gilenmişler. Bunun da sebebi, Orta
As-ya’dan getirdikleri geleneklerde aramakgerekir.
3. Son dönemde yazılan edebi eserleriokuyorum. Bundan Alevi
edebiyatı gibibir durum çıkmaz. Şöyle bir örnek vere-yim,
Ankara’dan çıkıyorsunuz, Anka-ra’yı yazıyorsunuz. Bu Ankara
köylülüğüdiye bir şey olursa, yazdıkları belki kabuledilebilir.
Ancak, bu yazarların iki sayfa-larını dahi okumakta zorlanıyorum.
Ama,pek çok Alevi yazar var ki, çok ciddi adam-lar, bu kökenleri ne
eserlerinde görülür,ne de şiirlerinde.
VECİHİ TİMUROĞLU
Orta Asya’dan gelen edebiyat
1- Alevilik edebiyatta işlendiğinde de,Alevilerin yeri modus
vivendi; güçlükle-re rağmen birlikte yaşama yolu olmuştur.Edebiyat
dediğimiz şey duygu, düşünce vehayallerin her yönüyle dil üzerinden
an-latımıdır. “modus vivendi” duygusu için-de olan bir Aleviliğin
verdiğimiz basit ede-biyat tanımı içinde dahi olsa kendisini
an-latamadığını görüyoruz. Ancak edebi-yatçıların bazıları
gelenekse bir imge kul-lanıyormuş adı altında Aleviliğin olumsuzve
toplum dışı olma yönlerini öne çıkar-mayı bilmişlerdir. Erhan
Bener’in “Elif’inÖyküsü” romanında yer alan, “namaz kıl-mamak
Alevilik” olarak tanımlanması,yine Sadri Ertem’in, “Çıkrıklar
Durunca”romanında yer aldığı gibi, “katlı vacip zın-dıklar” gibi
kavramlarla tarihte egemensöylemin tekrarının yer aldığı tanım ve
şid-det bir arada hatırlandığında durum ra-hatça anlaşılabilir.
Aslında anlaşılacağı gibiAleviler bilinçli ya da bilinçsiz,
“ressen-timent”; küçültme ve değersizleştirmeile karşı
karşıyadırlar.
2- Hala yaşayan kültürlerin, inançla-
rın, felsefelerin ortak zorluğunu Aleviliktede görüyoruz ve ne
yazık ki taraflı ol-maktan kimse kendisini kurtaramaya-caktır.
Felsefi özelliklerinin çözümlenmesibilimsel olarak bitirilememiş ve
canlılığınısürdüren bir kümeler bileşiğidir Alevilik.Ortak kümeler
toplamı olarak ele alsanızbile, durduğunuz yerden bakmaktan
çı-kamıyorsunuz. Ve bir şeyi daha eklemekgerekir ki, Alevilik
kendine bulaşanayön verir ve şekillendirir. Bu durumda sizAleviliği
hikaye olarak da, roman olarakda anlatmaya kalksanız belli bir
yanılma,uzaklaşma ya da içine düşme sorunu ya-şarsınız. Bilimsel
olsun olmasın Alevilikçalışanların önemli bir kısmı Aleviye
dö-nüşmek, sonradan Alevi olmak gibi bir du-rumla
karşılaşıyorlar.
3- Kemal Derin, Hace Bektaş Veli’yi“Şahdiz” adlı romanında
işledi ve ilginçeleştirilerle karşılaştı. Ancak insan
Bektaş’ıunutmadan bunu yapmaya çalıştı. Yazar-ken yaşadığı zorluğu
düşünmek istiyo-rum. İlginç olan “Şahdiz” romanında ol-duğu gibi
eleştirilerin edebi alandan değilde inançsal alanla, araştırma
alanıyla ilgi-lenenlerden gelmesiydi. Gerçekten ironi-si yüksek bir
toplumuz. Okuyucu bu kitaptaolduğu gibi roman okumamış tarih ya
dafelsefe kitabı okumuş. Anlıyoruz ki bilgi açı-sından da, felsefe
ve düşün açısından datoplum, “hikaye”den. O nedenle roman dahikaye
de korkuyor doğmaya. Yaşatılan bas-kıyı, kurulan gerçeklik algısına
bakınca ga-rabeti de anlayabiliyorsunuz.
HASAN HARMANCI
Alevilik yön verir, şekillendirir
-
16 A�USTOS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
BEYAZIT KAHRAMAN
Cemal Süreya’nın ünlü “Her ölüm er-ken ölümdür” dizesi
genellikle böylebeklenmedik ölüm haberlerini alıncadüşer usuma. Hem
de henüz 49 yaşın-da… Yapacak daha o kadar çok işivarken… Ölüm her
an çok yakınımız-da demek…
Bunları düşündüm tanınmış araş-tırmacı, belgesel yapımcısı
Servet So-muncuoğlu’nun ölüm haberini alınca.Orhun Yazıtlarının en
güzel fotoğraf-larını o çekmişti. Bunları bir set halin-de sunmuştu
ve ben de bir set edinmiş-tim. Tanıdığım Türkologlarla
birlikteyaptığı çalışmalar dikkatimi çekmişti.Ara sıra birlikte
gelirler, son çalışmala-rı hakkında konuşurduk.
Biraz daha inceleyince, çok önemlibelgeseller hazırladığını,
bunları hazır-larken 15 ayrı ülkeye çok uzun ve yo-rucu yolculuklar
yaptığını, epey zor-luklara göğüs gerdiğini öğrendim.
Ailesi Giresun’un Eynesil ilçesin-den olan Servet Somuncuoğlu
1964’teBursa’da doğmuş. Erzurum AtatürkÜniversitesi Eğitim
Fakültesi TürkDili ve Edebiyatı ve İstanbul Üniversi-tesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi KamuYönetimi bölümlerini bitirmiş. TRT’deyapımcı
olarak çalışmış. ‘Tarihin Bü-yük İhanetleri’, ‘Günle Gelen’,
Gününİçinden’, ‘Müzikli Edebiyat’, ‘Yeni Ba-kışlar’ adlı
izlenceleri yapmış, ‘Anado-lu’yu Vatan Kılanlar’, Tarihimize
ŞanVerenler’, ‘Gönül Dünyamızı Aydınla-tanlar’ adlı senaryoları
yazmış.
2005’te 11 bilim insanıyla birliktegittiği Kırgızistan’da, Tanrı
Dağları’nınkollarından olan Aladağlar üzerinde,denizden yaklaşık
olarak 4000 metreyükseklikte gördüğü Saymalı Taş’ın veüzerindeki
resimlerin Türk tarihi bakı-mından önemini kavramış, bunları
fo-toğraflamış. Lena kaya resimleri yakla-şık olarak MÖ 12 bin -14
bin yıl önce-sine tarihleniyor. (Fransa’nın ünlüLascaux
mağarasındaki çizimler ise gü-nümüzden 35 bin yıl öncesine
tarihle-niyor.) MÖ 14 bin yıl önce ise buzulçağı sona ermiş. Kaya
resimlerinin ya-şının ölçülmesi karbon yöntemiyle ya-pılamıyor,
bundan dolayı, Rus biliminsanlarınca kurganlardaki
kemiklerinyaşının ölçülmesi ve bunların kaya re-simleriyle
karşılaştırılması yöntemiylehesaplanmış.
Bu figürler birebir boyutta ve so-yutlama yok. “Saymalı Taş’ta
yaklaşıkolarak 10 bin kaya üzerine yapılmış 96
bin 600 kadar resim var ve biz bunların6 bin tanesini
fotoğrafladık” diyor So-muncuoğlu. Bu resimler (gökyüzüneuçan
atlar) ilkin taşı taşla döverek,sonraları taşları bir aletle
kazıyarak,daha sonraları da kayayı bir madenleçizerek yapılmış.
Figürden çizgiye so-yut düşünce başlamış. Kuşkusuz, onyıl-lar,
yüzyıllar boyunca ve yılda bir kezbu yüksekliklere (4000 m.)
çıkarak ya-pılmış bu resimler. Bu kaya resimleri-nin bulunduğu
alanlar yaşam alanı de-ğil ibadet alanıymış. Bu verilerden
ha-reketle, 15 ayrı ülkede bu yönde araş-tırmalar yapmışlar.
Kaçınılmaz olarak şu soru geliyorakla: Türk kültürünün bir antik
döne-mi var mıydı? Çeşitli ülkelerde Lenakaya resimlerinde ve Orhun
Yazıtları-na çok benzeyen o kadar çok resim veçizim var ki Türk
kültürünün çok eski-ye ve çok geniş bir coğraftyaya yayıldı-ğını
kanıtlıyor.
Bu araştırmalar ve bulgulardansonra “Türk tarihi yeniden
yazılmalı”diyenler de oldu, buna karşı çıkanlarda… Tartışmalar
sürüyor.
Yapılacak çok iş vardı. “Eski Türktarihini 50 yönetmen 10 yıl
boyuncaçekse bitiremez” diyordu Somuncuoğ-lu. Bitiremedi. Bu
araştırmaların sür-dürülmesi gerekiyor ama tarafsız dilbi-limciler,
Türkologlar, tarihçiler, sanattarihçileri, arkeologların ortaklaşa,
ör-gütlü, özverili çalışmalarıyla.
Bir araştırmacınınardındanBir araştırmacınınardındanBir
araştırmacınınardındanBir araştırmacınınardındanBir
araştırmacınınardındanBir araştırmacınınardındanBir
araştırmacınınardındanBir araştırmacınınardından
Şarap fondipyapmaya gelmez
Şarap deyip geçmemek lazım, Can deyipgeçmemek gerektiği gibi.
Adabınca olmalıher şey… Adabınca okunmalı Can Yücel’eait her satır.
Öyleyse bir kadeh şarapçekmek lazım, CAN kuyusunun
derin-liklerinden… Fakat öyle ilginç bir kuyu-dur ki kendisi,
derine indikçe şarabınlezzeti, dimağın düşünüşü değişir…
Sor-gulayan, yorumlayan, muhalifleşen birtip olursun.
“Romalılar yitirdikleri bir insaniçin ‘öldü’ demezlermiş.
Tersi-ne o kişi ile ilgili bir söz söy-lenmesi gerektiğinde
‘ya-şadı’ anlamına gelen ‘vixit’sözcüğünü kullanırlarmış”sunuşuyla
başlayan kitap,Can Yücel için de “yaşadı”dedirtecek dolulukla
de-rinleşip gidiyor.
Derin bir kuyu, “CANdı,YÜCELdi ŞARABÎYDİ”. Herdem insan, her dem
şair, şarabî ve de men-fi bir tip olan Can Yücel’i anlatıyor.
“Ben ömrümce muhalif yaşadım Dev-letçe de menfi bir TİPsayıldım
Onun için kangrubum RH NEGA-TİF” diyerek doğrudankendi ağzından
kendi-sini dinleterek devamediyor satırlar.
“Sosyalist olmu-şum, ne iyi ama ne be-lalı bir tesadüf” diyenCan
Yücel’i her açı-dan anlatan kitap 9 bö-lüm, 99 başlıktan olu-şuyor.
İlkin Can Yü-cel’in hayatından ke-sitlere yer verilmiş.Kimdir,
kimin oğlu-dur, nerelerde eğitimalmış, kimlerle arka-daşlık
etmiştir vs. Diğerbölümlerde ise, kita-bın sunuş diliyle,
CanYücel’den “incelikler”i görüyoruz.
MUAL�Fİlerleyen sayfalarda, Can Yüceli’in
mahpusluk nedenleri çıkıyor karşımıza.Hiç insan kitap çevirdi
diye yargılanır mı?Ama o yargılanıyor ve 15 yıl hapis cezasıalıyor.
İşte tam burada Can Yücel kendiağzından anlatıyor:
“Amerikan generalinin bokuna yedibuçuk sene yedik. Adam diyor
ki: ‘Bir mem-
lekette sosyal adaletsizlik çok büyük olur-sa, halk gerilla
hareketine taraf çıkarsa, sizistediğiniz kadar tedbir alın, bunu
dur-durmanıza imkan yoktur.’ Adam Amerikaaçısından anlatıyor. Bunda
kusur bulundu.”Konuyu şöyle bitiriyor kitap: “Yine yanı-na
Shakespeare’lerini alıp gider Adana Ce-vaevi’ne. Hepsini çevirmeden
ölmek iste-mediği Shakesperare’lerini.
Türkiye’nin Manimarka’sında bir şey-ler kokuyor
Kimine göre tuz, kimine göre et,Hamlet!Hamleeeeet!”
Belli ki kitap yazılırken, onlar-ca kitap, dergi, makale
taran-
mış. Tam bir Can Yücel pa-noraması çıkmış ortaya.Kah yürek
sızlatan anıla-rı, kah güldüren tanıyan-ları, kah tam yerine
denkdüşen bıçkın söylemleri,
hatta bazı kitaplara yazdı-ğı önsözleri ile apaçık Can
Yücel.Kuyunun dibine inerken, Can
Yücel’in mekanlar ve insanlarla olan iliş-kilerine dair çarpıcı
pek çok başlıkla kar-şılaşıyoruz. “Londra’da İşeme Özgürlü-
ğü”nden, “Market Re-cep Çelikkol”a; el yazı-sı bir şiir
istenince, gar-sonun kağıt diye getir-diği sipariş fişi ardına
ya-zılan şiiri anlatan “Sağ-lık İçin Bir Şiir” başlığı-na varana
kadar… Hat-ta pek çok ünlü ile yap-tığı konuşmalar, dopdo-lu bir
anılar dökümü.Ve Nebil Özgentürk’ünbir söyleşisinde Can Yü-cel’i
anlatıp, onun şiiri ilebitirişindeki dizelere takılıkalıyor
göz:
“Anamın ipiyle indimGökdelen camınızdan,...Kıçımın fosforuyla
ay-
dınlanın siz artık”Can Yücel’i küfürbaz
bulanlara en güzel göndermedir, kitabın 249.sayfasındaki “Küfrün
Felsefesi” başlığı. Derki şair: “Küfür, burjuvanın ağzında lağım
çu-kuru, işçinin dilinde umut çiçeğidir.”
Can Yücel severlere ve de memleketsevdası yüzünden “muhalif”
damgası yi-yenlere, altın kadehte sunulmuş şaraptırbu kitap. Yudum
yudum içmeye. Zira şa-rap fondip yapmaya gelmez, tıpkı Can Yü-cel
gibi derinliklere tek bir seferde inmekmümkün olmadığı gibi…
EMİNE SUPÇİN
[email protected]
Cand� Yüceldi �arabiydiCezmi Ersöz, S�dd�k
Akbay�r DestekYay�nlar� 328 s.
Küfür,burjuvan�n
a�z�nda la��mçukuru, i�çinindilinde umut
çiçe�idir
Servet Somuncuo�lu
-
16 A�USTOS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de deedebiyat, şiir geriliyor.
Görselliğin öneçıkıp kuşatıcı olması; hemen bununsonrasında
internetin işleyişe girmesi;şimdilerde sadece izleyen
(seyreden)insanı yarattı. Bireysel ve toplumsalolgu ve olaylar
karşısında eylemsizliğiseçen bir insan bu. Teknolojinin iyideniyiye
belirlediği bir insan. Şiir okumakgibi bir derdi de yok; ama bir
cep tele-fonunun kullanma kılavuzunu defalar-ca okuyan bir insan.
Bu toplumsal olu-şum içerisinde okuyucu öznelerini yi-tirmiş de
olsa; öte yandan durmadanşiir yazan birileri de var. Öylesine
kiTürk şiir tarihinin hiçbir döneminde,eşzamanlı olarak şiir
yazanların sayısıbu denli çok olmamıştır. Bunların bü-yük kısmı da
gençlerden oluşuyor; buarada, çoğunluğunun da gelenekselşiir
eğitiminden geçmediği; gerekliolan şiirbilgilerini edinmediği
görülü-yor. Ciddi bir şiir editörüyle karşılaş-madıkları, o
yüzleşmeyi yaşamadıklarıçok açık. Nitelikli edebiyat dergilerin-de
sınana sınana geliştirdikleri bir şiiraranışından da söz edilemez.
Bilme-den, bilgi sahibi olmadan şiire ulaşmaçabası içerisindeler.
Öncesi yokmuşgibi, her biri kendinden başlatıyor şiiri.Dahası,
bilimsel dünya görüşünden vekültürel donanımdan yoksunluk;
bi-reysel, toplumsal, ideolojik, estetik biraçmaz olarak şiire
yansıyor ve boğuyorşiiri. 2013’ün ilk altı ayındaokuduğum yüzden
çok şiirkitabı, Türk şiirinin iyiceyaşamın dışına çıktığınatanıklık
ediyor.
YA�AMIN ���REELE�T�R�S�
Gezi Parkı Direnişinekatılan 17 yaşındaki birgencin elinde
tuttuğupankartta “Başbakan, be-nim gibi üç çocuk daha is-ter
misin?” gebe bir ka-dın ise göbeğine “BekleTaksim, geliyorum.”
diyeyazmıştı. Yaşamın üretti-ği; özellikle şairleri sorgu-layan,
kıskandıran şiirdibu sloganlar. Yaşamın, şii-
re yönelttiği bir eleştiri bu. Gençler,tam da bu noktada şiire
yeniden başla-malı diye düşünüyorum. Çoğu şöylebir silkinse;
bireysel ve toplumsal, ya-şayan bir şiirle kolayca buluşacak-lar. O
şairlerden biri de “Kra-liçe Bakire” adlı bir kitabıbulunan Bengü
Özsoy (d.1986). Kadından yanasavaşan bir militan ola-rak beliriyor
şiirlerin-de. Erkeğin acımasıziktidarına, kadına yap-tırımlar
getiren törele-re, geleneklere, ahlâkanlayışına; dinî kuralla-ra
karşı çıkıyor; amadaha çok erkeğe; erkekegemen anlayışa karşı bir
sa-vaşıma vardırıyor işi. Kitabınadıyla başlıyor bu tepki. ‘Bakire
Krali-çe’ değil de, “Kraliçe Bakire” demegereği duyuyor. Böylece,
bakireliği yü-celterek erkeği yadsıyor. “ölü bir erke-ği tercih
etme sebebim nedir” (s.7) di-zesi ‘en iyi erkek, ölü erkektir’
feministyaklaşımı us’a getiriyor. ‘erkektir dün-ya dönmesine
şaşırma’ (S. 20) denile-rek, erkeğe hakaret edildiği çok açık.Bu
dize, gençler arasında sıkça kulla-nılan ‘Dünya delikanlı olsaydı,
yuvar-lak olmazdı.’ sözünü çağrıştırıyor.‘spermlerin yüzünden mi bu
havan’ (S.45) dizesine benzer birçok dize ve şiir-de; erkeğe karşı
radikal bir tepki geliş-tiriliyor. Bilenin (şairin), bilinene
(olguve olaylara) ilişkin bu yaklaşım biçimi;
kendiliğindenideolojik bir içeriktaşıyor; ama soru-nun üretim
ilişkile-rinde yattığını; bi-reysel ve toplumsalher uzlaşmaz
çeliş-kinin sınıfsal bir ka-rakter taşıdığını açı-ğa çıkartmıyor.
Ör-neğin köy romanla-rında hep Ağa’yakarşı olunurdu. Ağaortadan
kaldırıldı-ğında sorunun gide-rilmeyeceği us’a gel-mezdi
nedense.
Oysa yıkılması gere-ken ağalık düzeniydi.Anlaşılacağı üzere
er-
keğe, erkek ege-men anlayışakarşı çıkmak
yetmez; aslolanerkek egemen an-
layışa işlerlik ka-zandıran düzenin
üzerine gitmek ve onudeğiştirmektir. Bengü Özsoy
bu sınıfsal bakış açısıyla kolayca kura-bilirdi şiirlerini; ama
erkeğin ezen göl-gesini betimlemekle yetinmiş bir bakı-ma. Ev,
koca, çocuk, iş, cinsel tabular,töre, gelenek, ahlâk, din gibi
toplum-sal etkenler yüzünden ciddi parçalan-mışlıklar yaşayan
kadını anlatmış hep.Çözüm bulamayınca da; kolay olanı,erkeği
yadsımayı yeğlemiş. Bu açmazındışında başarılı şiirleri de var
BengüÖzsoy’un. Bunlarda “nü darbe” başlık-lı şiiri şöyle:
söylediğim bir şiirden giydiğim hükümbol gelirse
üzerimedaraltmak için darbeyi beklemeli mi bubünyedarağacı kafi mi
ya da
hay Allah
suçum düşünce kim kaldıracakkim düştüğü yerden kalkmış ki
suçumkalsın
çükü kalkmayan adamların otuz yılönce idam ettiğinesilden biraz,
biraz, biraz da suyundan
ben çizdim nü resimleri tamam tamamben astım
besleyemediklerimi
şiir sensin şair de sana girsinbelki o zaman orgazma erer
ihtiyar be-denin (S. 40)
Yasalarla, tüzüklerle çarpışan bir
şiir bu. 12 Eylül 1980 Darbesiyle dü-şünceleri yüzünden idam
edilenlerin,yaşanan yoğun acıların şiiri. Oligarşikiktidara bir
meydan okuyuş aynı za-manda.
���R D�L�N�N ARA KES�T�12 Eylül’de yaşananlara ilişkin bir-
çok çağrışım yüklenmiş bu şiire. Bun-lardan biri de “şiir sensin
şair de sanagirsin” dizesinde karşılığın buluyor.Bir şehir
efsanesine göre televizyonsunucusu bir kadının “Nâzım Hikmet,bir
kartpostal şairidir.” demesine içer-leyen Can Yücel, “Kart sensin,
postalda sana girsin.” diye yanıt verme gere-ği duyar. Bengü Özsoy
bu sözden esin-lenerek söz konusu dizeyi oluşturduğuçok açık.
Verilen tepki darbe sonradanressamlığa soyunan darbe liderine
yö-nelik olduğu için; bu dize “resim sen-sin, ressam da sana
girsin” biçimindekurulsaydı daha etkileyici olurdu. Böy-le yapmamış
Bengü Özsoy. Şairlereduyduğu öfke ağır basınca ‘şair/şiir’üzerine
kurmuş dizesini; ama bu, nes-nel bağlılaşık açısından doğru
olma-mış. Neyse…
Şiirin yaşamdan devşirilmesi ve şi-irlerin yaşamın diliyle
yazılması gerek-tiğini ortaya koyması bakımındanönemli Bengü
Özsoy’un şiirleri. Bu bi-linçle, bu dil anlayışıyla yazıyor
kendi-si. Böylece yaşam kadar canlı, diri birdil ediniyor kendine.
1990’dan bu yanaTürk şiir geleneğinin dışına çıkan şiiranlayışı
içerisinde yer alıyor. Kültürdili (düzyazı) ile şiir dilinin
arakesitinioluşturmaya çalışıyor. Yakın gelecekte,etkileyici bir
anlatım biçimi çıkabilirbu aranıştan; ama şiir dilinin
neredebaşladığını ve nerede bittiğini de göz-den kaçırmamak
gerekiyor.
Bengü Özsoy, merak uyandırangenç bir şair.
VEYSEL ÇOLAK
Bengü Özsoy, KraliçeBakire, Yasakmeyve
Yay�nlar�, 72 s.
Okuyucuöznelerini yitirmi�
de olsa; durmadan �iiryazan birileri de var.Öylesine ki Türk
�iir
tarihinin hiçbir döneminde,
e�zamanl� olarak �iir
yazanlar�n say�s� bu denli
çok olmam��t�r. Bunlar�nbüyük k�sm� da
gençler
Bir şair kadının şiiri ve öfkesiBir şair kadının şiiri ve
öfkesiBir şair kadının şiiri ve öfkesiBir şair kadının şiiri ve
öfkesiBir şair kadının şiiri ve öfkesiBir şair kadının şiiri ve
öfkesiBir şair kadının şiiri ve öfkesiBir şair kadının şiiri ve
öfkesiBir şair kadının şiiri ve öfkesi
Bengü Özsoy
-
Sisteki Yakut
Philip Pullman, �thaki Yay�nlar�,Çev: Nesli Türk,
216 s.
Sally Lockhart on altı yaşında bir ök-süzdür ve her ne kadar bir
silahı ve muh-temelen onu kullanacak cesareti olsa da,bir adamı
silahsız öldürmüştür. Sally, BayHiggs’i yalnızca üç kelime ile
öldürür:Yedi Kutsal İşaret. Ne yazık ki, bunla-rın ne anlama
geldiği ve neden boğul-muş olan babasının iş ortağının bu
ke-limeleri duyduğunda korkudan öldüğühakkında hâlâ hiçbir fikri
yoktur. Tek bil-diği şey, gerçeği ortaya çıkaracak bir şey-ler
yapması, bir şeyler söylemesi, bir şey-ler olması gerektiğidir...
Tuhaf mek-tuplar, farelerin cirit attığı sokaklar veölümcül afyon
dumanı ile dolu dehşe-tengiz bir sır ve tüm bunların merkezindekana
bulanmış bir mücevher...
Brecht ve Yöntem
Fredric Jameson, Habitus Kitap,Çev: Gül Ça�al� Güven,
256 s.
Metin şöyle dedi: Yararlı olan, yalnızcaBüyük Yöntem’e göre
düşünmek değil,ama aynı zamanda Büyük Yöntem’egöre yaşamaktır.
Kendi kendisiyle uyuma varama-mak, bunalımları kucaklamak ve
şid-detlendirmek, küçük değişiklikleri büyükdeğişikliklere
dönüştürmek vb. bütünbunlar, izlemekle kalmayıp
yapılabilecek,dışsallaştırılabilecek şeylerdir.
Kişi daha çok sayıda veya daha az sa-yıda ilişkilerde, daha
geniş veya daha aztefekkürle yaşayabilir. Kişi, kendi ben-liğini
değiştirmek yoluyla, bilincinin ka-lıcı bir dönüşümünü
amaçlayabilir veyabu yolda çabalayabilir.
-Terry Eagleton-
Pislik
David Vann, Can Yay�nlar�,Çev: Esra Birkan, 264 s.
Normal bir hayata sahip olmaya çalışanbir gencin, ailesindeki
şiddet ve sevgisizliksarmalında adım adım insanlıktan çık-masına
tanık oluyoruz. İlk sayfalardan iti-baren kendini hissettiren kara
mizah, ya-vaş yavaş yerini psikolojik dehşete bıra-kıyor. Yazarın
ustalıklı dili sayesinde, gençGalen’ın çektiği acıları
iliklerimizde his-sediyor, geçirdiği dönüşümde ona
eşlikediyoruz. Bir İntihar Efsanesi ve Cari-bou Adası’na ev
sahipliği yapan Alas-ka’nın buz gibi soğuğu, Pislik’te
yerini,California’nın yapış yapış sıcağına bıra-kıyor. Bu iklim
değişikliği kitabın at-mosferine yansıdığı gibi, yazarın tarzınada
damgasını vurmuş. Pislik, farklı ve şa-şırtıcı bir David Vann
kitabı.
Korsan Kitap
Erk Acarer, �nk�lâp Kitabevi, 216 s.
Birinci çinko.. ikinci çinko... Ve tomba-la! Kardeşin duymaz
eloğlu duyar!
Elbette maymundan gelmedik amakoyuna gittiğimiz kesin! “Ben
Bond, Ja-mes Bond!” Çarşı kansere karşı! Feza-yı yırtmaya çalışan
Lagari... İstanbul...Anıtı dikilecek millet! El âlem gökleri
fet-hetti! Ağustosböceği neden çalışsın ki?İş işten geçince...
Kapitalizmin yüceruhu... Soğuk içiniz! Yerseniz... Afiyet ol-sun!
Arabalı vapuru kimler icat etti? Ma-sallar gerçeklerden beslenir...
Savaş,kandırılan insanlar üzerinden oynananbir oyundur! Tarih tuhaf
cilvelerle do-ludur. Pornografik şişme bebekler de ner-den çıktı?
Büyük mucize, milyonda birolasılık!
Hesap kitap işleri...
36 Bahar�
Fatma Gürel, Remzi Kitabevi, 216 s.
1936 yılında yaşanmış büyük bir aşkınve o dönemdeki coşkunun
romanı.
Cumhuriyetin gençlik yıllarıydı.Tüm yurtta umut yüklü, ılık
baharrüzgârları esiyordu. Çalışkan, yurtseveraydınlar, umutlar
gerçek olsun diye çabagösteriyorlardı...
Fatma Gürel, 6. basıma ulaşan buromanda cumhuriyetin ilk coşkulu
yıl-larına eğiliyor.
Vedat Günyol, Sami Karaören,Gülseren Engin, Mehmet Başaran
veOsman Şahin’in övgüyle söz ettikleri buroman dönemin
atılımlarını, Halkev-leri’nin çalışmalarını, sımsıcak bir aşköyküsü
etrafında anlatıyor.
Robert Capa’y�Beklerken
Susana Fortes, Do�an Kitap,Çev: Seda Ersavc�,
216 s.
20. yüzyıl savaşlarının en çarpıcı gö-rüntülerini insanlığın
belleğine kazıyanfotoğraflar için deklanşöre basan kişi-dir “Robert
Capa”.
Bir efsane isim. Bu efsaneyi yaratanda tutkulu bir aşktır.
Capa’nın yoldaşıve meslekdaşı Gerda Taro ile yaşadığımaceralı
ilişki.
“Ama kendini ona en yakın hisset-tiği zaman Hanoi’nin birkaç
kilometreuzağında, Doai Than yolunda olduğuandı. Capa uzun zamandır
hiçbir şey his-sedemeyinceye dek içerek ciğerlerinezarar veriyor,
artık onsuz yaşamaktanbıkmış, öldürülmek için imkânsızı
uy-guluyordu…”
Mustafa Kemal’inUçaklar�
�smail Yavuz, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 256 s.
Vecihi Hürkuş’un 28 Ocak 1925’temotoru dışında her şeyiyle kendi
üret-tiği uçağıyla Gaziemir’de ilk denemeuçuşunu yaptığını,
Hürkuş’un yanı sıraNuri Demirağ’ın, Selahattin Alan’ın,
AliYıldız’ın ve THK çalışanlarının üret-tikleri uçaklarla
kırdıkları rekorları azsayıdaki meraklının dışında bilenseneredeyse
yoktur... Mustafa Kemal’inUçakları, Cumhuriyet’in ilk
yıllarındanbaşlayarak kurulan pek çok fabrikanın1923-1950 döneminde
400’e yakınfarklı tip ve modelde uçak üretir halegelişinin
öyküsünü, dünya havacılıktarihindeki yerine oturma gayretiyle
ka-leme alınmış bir çalışma.
Hiçbir A�k Hiçbir Ölüm
�nci Aral, K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 200 s.
“Her evlilik cinayetle biter, demişti annesibir gün Simden’e.
Kadın için ölümdür. Busözleri sayısız aşklar yaşamış ve üç kez
ev-lenmiş birinin söylemesi hem garip hemde mantıklıydı. Ama Simden
aşkın dışındabağlar da olduğuna, sevginin, sadakatinaşktan daha
kalıcı ve güvenilir olduklarınainanmayı yeğlemişti her zaman.
Umut-suzca istemişti bunu, en zor anlarında.”Sara ve Simden, farklı
öykülere, farklı de-ğerlere sahip iki kadın, birbirlerini geç
ta-nımış bir anne-kız. Bu iki kadının arala-rındaki ana-kız,
sevgi-nefret ilişkisini an-lama çabaları ve birbirlerine olan
duy-gularını yerinde ve zamanında dile geti-remeyişlerinin acısıyla
yüklü bir roman
16 A�USTOS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
-
16 A�USTOS 2013 CUMA 13
- Biriyle tanıştığınızda öncefarklılıkları görürsünüz;
amazamanla ne kadar benzediğinizigörmeye başlarsınız.
Sanırımdostluklar da böyle başlar. Tal-yo bizim dostumuz. Eğer
öyleolmasaydı, kartal ve kuşlarınbizi burada bıraktığı ilk gün
he-pimizi avlardı. Tüm canlılarınyüreği gece ve gündüz
gibidir,Talyo yüreği ak bir canlı.
- Peki, başarabilecek miyiz,bundan emin misin Tito? diyesordu
kırmızı kelebek.
-Hayatta hiçbir şeydenemin olmazsın kırmızı kele-bek… Üzerinde
durduğumuzher şey yok oluyor. Kartallar vediğer kuşlar bir aptal
gibi dav-ranarak yok olmayı seçtiler.
İçinde durduğun gemi batıyor-sa, orada durmanın bir anlamıyok;
yüzme bilmiyorsan bilesuya atlamalısın. Tek yapacağı-mız kurtuluşa
inanmak ve umutetmek.
- Peki kozalarımız ne ola-cak, onları nasıl taşıyacağız?
-Kozalar burada kalacak.
Onlarıbesle-mesiiçin ikianne ke-lebeği bu-rada bıraka-cağız.
Eğer ba-şarısız olursak, farklı
yoldan gidebilecek birilerilazım. Mavi kelebek:
- Bunu denemeliyiz, ço-cuklarımıza böyle içten içeçürüyen, ölü
bir hayat bırak-maktansa, mutluluğun kaza-nabileceği bir ölümü göze
al-mak en doğrusu… Onlarınve tüm doğanın mutluluğuiçin, hepimiz
bunu denemeli-yiz.
- Mutluluk, insan elinindeğmediği bir yerlerdedir.
Dedi bir ses…
ELİF TEMEL
Buzdan Kelebekler, ÖzlemBayyar, Küçük Ev Yay�nlar�
“Farkl�dünya”
Balkanlar�n en trajikbölgesi Bosna’n�n ac�lar�n�n
unutulmamas�, ‘haf�zay�be�erin nisyan ile malül
olmamas�’ için, onu kalplerdeya�atmak gerekir… “Buzdan
Kelebekler”, Bosna soyk�r�m�n�nve trajedisinin ça�da�
masal�,
çocuk kalplerindeunutulmaz bir yer
edecek
Merhaba! Adım Odilon. Babambir kitapçı ama ben kitaplardannefret
ediyorum. Yaz tatilinde ba-bama yardım etmek için dükkânagitmiştim
ve tuhaf bir müşteri gö-rünce peşine düştüm. Beni ısırdı!Meğerse
karaciğerinden rahatsız-landığı için kan içemeyen ve artık
mürekkeplebeslenen eskibir vampirmiş.Şimdi ben debir
mürekkepiçici oldum vebir zamanlarelimi bile sür-mek isteme-diğim
kitapla-rın tadını al-dım. Her fır-satta yeni ki-taplar içmekiçin
can atıyo-rum!
Eric Sanvoisin, 1001Çiçek Kitaplar,
Çev: Yasemin Tanbi, 48 s.
Mürekkep �çicilerYaz tatili gelince, Özel BolbadimKoleji’nin
öğrencileri Akdeniz kı-yısındaki yaz kampına giderler.Kampın
yakınındaki şelalenin ar-kasına saklı mağaraya üslenen ta-rantula
simgeli kötüler, karanlıktuzaklarını çoktan kurmuşlardır.İyiliğin
koruyucusu Otuslar’la kö-
tülük savaşçı-ları Nhandu-lar arasındakiamansız mü-cedeleye
ta-nık olan Fı-rat, ortadankaybolan Sü-reyya’nın izi-ni
sürerken,batık bir uy-garlığın işa-reti olan gi-zemli bir yü-züğün
peşin-dedir...
Bat�k �ehrin ��aretiYepyeni Canavar Peşinde macerasınahoş
geldiniz: Avantia’nın Tılsımı Tom,sonunda babasını buldu. Fakat
babasıTaladon, gerçek dünya ile ruhlar dünyasıarasında sıkışıp
kalmış durumda. Tom’unonu kurtarabilmesi için Hayalet Cana-varlarla
savaşması ve parçalarına ayrılmışolan Avantia’nın Tılsımı’nı
birleştirmesi
gerekiyor. Tom’unsavaşacağı ikinci Ha-yalet Canavar,
Ha-yalet At İskelet.Başka canlılarınruhlarıyla beslenenİskelet,
Tom’un atıGümüş’ün ruhunuçalıyor. Tom ve ar-kadaşlarının
fazlazamanları yok.Acaba İskelet’i altedip Gümüş’ün ru-hunu ve
tılsımınikinci parçasını gerialabilecekler mi?
Avantia’n�n T�ls�m�
Bu kitapta Doktor, oyuncak dostlarınaellerini temiz tutmanın
önemini öğreti-yor. Çocukların okumayı öğrenmesinibirçok etken
belirler. Evde kitap okuyanebeveynler, anaokulunda
okumaya teşvikeden eğitsel aktiviteler ve çocukların ilgi-sini
çeken kitaplar bu etkenlerdendir.
Harflerin sözcüklere,sözcüklerin öyküleredönüştüğünü
anla-malarıyla çocuklarınduydukları heyecanartar. Böylece
ilköğ-retimde aldıklarıokuma-yazma eğiti-mine hazırlanırlar.Onlara
sunulan ha-yali kahramanlarlaözdeşleşme ihtiyaç-ları ve
kendilerineçıkarttıkları anlamokuma konusunda-ki heveslerini
artırır.
Doktor DottieTozdan Uzak
Adam Blade, Beyaz Balina Yay�nlar�,
Çev: Bahar Ulukan, 112 s.
Kolektif, Do�an EgmontYay�nc�l�k, 32 s.
Asl� Tohumcu,Gün����� Kitapl���,
180 s.
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
Gitmek istersenhiçbir yer uzak
değildir
ÇOCUK - GENÇ Aydınlık KİTAP
-
16 A�USTOS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP BABİL BALIĞI
“Hiçbir yapı, suni olanları dahi, entropi sü-recinden hoşnut
olmaz. Her şeyin nihai anlamdaakıbeti budur ve her şey buna karşı
direnir.”
Philip K. Dick, Galactic Pot-Healer
Yaklaşık bir buçuk yıla yakın süredir, kö-şede en fazla adını
andığım ve kitabını yaz-dığım yazarın Philip K. Dick olması bir
tesa-düf değil. Bu yazıyla birlikte dördüncü kez Phi-lip Dick’i
ziyaret etmiş olacağız. Her seferindeyazar hakkında farklı
bilgileri sunmama kar-şın elimde daha tonlarca malzeme var.
Aynıbilgileri tekrarlamadığım ve sizleri eski sayı-ları kurcalamaya
zorladığım için üzgünüm.Umarım bu tutum en azından Philip Dick
se-ven ve köşeyi hararetle takip ederek düzen-li e-posta gönderen
okurun yüzünü güldürür.
KÜLTLER�N ORTAYA ÇIKI�INA DA�R
6.45 Yayınları, Philip K. Dick’in 1964 yı-lında yazdığı ve 1965
yılında yayınlanan ro-manı “Palmer Eldritch’in 3 Stigmatası”nı
di-limize kazandırdı. Roman, Philip Dick’in diniöğeler ve teoloji
içerisinde gezintilerinin baş-langıcında bulunuyor. Dick’in neyin
gerçek ne-yin gerçek dışı olduğuna yönelik felsefi ve psi-kolojik
keşiflerine bir katman daha ekleyenbu tutum, romanı yazdığı 1964
yılı ve deva-mında yazacakları için de ilginç bir noktadabulunuyor.
Kalemini zarafetten bir karışuzak tutup, hassas konuların üstüne
daha faz-la vurgu yapıyor. Daha fazla anlaşılmaya yö-nelik değil
elbette ancak kıvrak ve estetik birtutumla daha geniş kitleleri de
hapseden yenikatmanları üst üste bindirmeye muktedir olanyazım
tarzını, yoğun, karakterlerini dışa vur-mayan bir yapıyla
bütünleştiriyor. Teoloji el-bette ki araçlardan biri. Hatta
rahatlıkla de-nilebilir ki yazarın aynı yıl kaleme aldığı
“The Penultimate Truth,” romanı teolojik birkatmanı içermemesine
karşın, yazarın ger-çeklik kavramını ele alışı şekliyle “Palmer
Ed-ritch’in 3 Stigmatası” ile bir hayli benzerlik gös-teriyor.
Penultimate Truth romanında –ki ro-man aslında Dick’in 1953 tarihli
“The De-fender” adındaki kısa öyküsünden yola çık-maktadır-
insanlar büyük sığınaklarda tutul-makla, aslında yıllar önce bitmiş
olmasına kar-şın, yukarıdaki dünyada 3. Dünya Savaşınınhala sürdüğü
yalanı insanlara dayatılmakta-dır. Palmer Edritch’in 3
Stigamatası’nda iseküresel sıcaklığın yüksel-mesi sonucunda
yaşanıla-maz hale gelen dünyanın(hatta Antarktika artıkbir tatil
mekânıdır) dışın-daki yakın gezegenlerdekoloniler bulunmakta
veinsanlar bu kolonilerde,son derece zor koşullar-da yaşamaya
zorlanmak-tadır. İnsanlar bu koşul-lardan kaçışı yasadışı
ha-lisünatif bir uyuşturucu-da ararlar. Uyuşturucuaynı zamanda
deneyim-leri paylaşmaya yol aç-makta ve bu
paylaşılanhalüsinasyonlarla kültlerve inanışlar ortaya
çık-maktadır. Sanal ve alter-natif gerçeklik kavramı,Dick’in pek
çok çalışma-sında olduğu gibi kimya-sal maddelerle ilintilidirve
sanal dünyanın içindeki sanal dünyayla, birbaşka deyişle bir
rüyanın içinde görülen rü-yaya ait katmanlarla örtülüdür.
Gerçekliği, ha-lüsinasyonlar arasında masaya yatırırken pa-nele
yerleştirdiği din kavramı, Dick’in sonrakiçalışmalarında da
karşılaşılacağı üzere gnos-tisizmle de yakından ilişkilidir, diğer
yandankullandığı metaforlar kısmen ezoterik kısmengeniş
çerçevededir.
SEFALET VEPARANOYA
Yine sıklıkla ziyaret ettiğihalüsinasyon kavramı
düşünül-düğünde, Dick’in paranoyalarıylaboğuşan, bir yandan dünyaya
tu-tunmaya çalışan gerçeklik arayı-şının kendi yaşantısındaki
konumu da dikka-te alınmalıdır. Öyle ki uzunca bir süre
boyuncayazdıkları anlaşılmaz bulunmuş, ötekileştiril-miş ve farklı
anlamlarda sorgulanmıştır (dö-neme ait ve Dick’i sadece bir
şizofren olarak
ele alan inceleme yazılarınainternet aramaları sonucuulaşmanız
mümkün). Anla-şılamamış olmak yeterincekötü değilmiş gibi, 50’li
yıl-larda tam zamanlı olarakyazmaya başladığında, herhafta FBI
ajanları tarafındanziyaret edilip sorgulanıyor-du. Komünizm korkusu
yay-gındı –hatta FBI ajanlarıDick’in sakal boyunu ölçüpnot
ediyorlardı. Zamanındabir türlü anlaşılamamasınakarşın Dick’in
paranoyalarıy-la boğuşan ve çıldırmaya yat-kın zihniyle günümüzün
dün-yasının ortada bir yerlerde bu-
luştuğunu görürüz. Yazdığı dö-nemde tuhaf, öteki ve
gerçektenuzak bulunan pek çok şeyin ger-çekliğe nasıl yayıldığını
sıkı Dickokurları çok iyi gözlemleyebilir.
İmkânsız zannedilen görüntüleme, dinleme vepratik hayata dair
teknolojileri de barındıranpek çok veri, günlük hayatımızın
içindedir. Psi-kolojiye yaptığı katkı ve keşifleri tekrarlama-mıza
ise gerek yok. Palmer Eldritch’in 3 Stig-matası bir yönüyle yazarın
kariyerinde mad-di açıdan da önemli bir noktadır. Dick’in
ya-zarlıktan en fazla kazandığı ve nefes alabildi-ği dönemler için
1965 ve 1968 yıllarının arası
işaret edilir –ki o dönemde bile kazan-cı aylık olarak, şimdiki
parayla yaklaşık1500 Türk Lirasına denk gelmekteydi.Ölümünden sonra
gerek Hollywood ge-rek diğer bilim kurgu yazarları tarafın-dan
kıyasıya sömürülen yaratıları, hayatıboyunca kendisine yeterli
hiçbir gelir ge-tirmemiştir ve beş parasız şekilde haya-ta
gözlerini kapamıştır. Adını tüm dün-yaya yayan ve “Android’ler
Elektrikli Ko-yun Düşler Mi?” (6.45 Yayın, Do An-droids Dream of
Electric Sheep?) ro-manından yola çıkan “Blade Runner”(1982) isimli
filmin gösterime girmesi-ne aylar kala hayatını kaybetmiştir.
AKLIM NEREDE?Özellikle 50’li yıllarda maddi durumu tam
bir felaketti. “Golden Man” öyküsünün girişkısmına yazdığından
öğrendiğimiz kadarıyla,bir evcil hayvan dükkânına giderek
sadecehayvanların tüketimine sunulan at etindenmamalarla aylarca
beslenmek zorunda kal-mıştı. Yine aynı giriş yazısında ise bu
yok-sulluğun zor olmakla birlikte, mutsuzluk ge-tirmediğini aksine
hayatının en mutlu yıllarıolduğunu yazar. Yoksulluğun kişiliği
güçlen-dirmediğini, bunun bir efsane olduğunu, an-cak sizi iyi bir
muhasebeci haline getirmeyeyaradığını söyler. Yirmi yılı aşkın
kariyerininardından 70’li yıllarda ekonomik durumu birkez daha
felaket sınırlarında dolaşmıştır.Hatta Dick’in zıt kutbunda bulunsa
da bir baş-ka önemli bilim kurgu yazarı Robert Hein-lein’ın Dick’e
bir daktilo almayı teklif etme-sine yol açacak bir yoksulluk söz
konusudur.Bu yıllarda Dick’in akıl sağlığı da tehlikeli sı-nırlarda
dolaşmaktadır. Uzaylı bir hayat for-mu tarafından (Dick bu varlığa
“Valis” adı-nı vermiştir) uykusunda ziyaret edildiğini veantik
Roma’ya zaman yolculuğu yaptığındanbahsetmeye başlamıştır. “Valis”
romanının te-melinde de çılgınlığının oluşturduğu bu gnos-tik görü
yatar. Hatta o yıllarda evine giren keş-ler yüzünden, neo-nazi bir
komplonun kur-banı olduğuna inanmasından, FBI’a Polon-yalı bilim
kurgu yazarı Stanislaw Lem’i suç-layan komplo mektupları yazmasına
kadar,sancılı bir süreçten geçmiştir. Diğer yandanşu anısı da
ilginçtir: Dick, bir gün Valis’in se-sini radyoda duyduğunu,
Valis’in kendisine oğ-lunun hayatının teşhis edilmemiş bir fıtık
yü-zünden tehlikede olduğunu söylediğini aktarır.Gerçekten de Dick
oğlunu hastaneye götü-rür, fıtık teşhis edilir, oğlu ameliyata
alınır vehayatı kurtulur. Ona deli, şizofren, paranoyak,bilim
kurgunun peygamberi, yüzyılın psiko-loji kâşifi ve sayısız isim
takabilirsiniz. Göz ardıedilmemesi gereken, Dick’in bütün bunlar
sa-yesinde sanatını yapabilmiş olmasıdır. Dick’inüzerinde çalışan
ve işe yarayan şey, katışıksızkendi hayatıdır.
Bir başka Dick kitabının tercümesi raflarlabuluşuncaya kadar
şimdilik ara vereceğimizPhilip K. Dick sohbetimize ilerleyen
zaman-larda devam etmek ve…
Haftaya görüşmek dileğiyle…
M. SALİH [email protected]
Palmer Eldritch’in 3Stigmatas�, Philip K. Dick,
Çev: Gonca Gülbey, 6.45 Yay�n, 330 s.
Philip K. Dick’inteolojik dokunuşları