Hafriyat İşleri Altyapı İşleri Sulama Kanalları Borulu Şebeke İnşaatları Mehmet Soner GÜLAĞACI İnşaat Mühendisi Adres: Yarımtepe Köyü Bozova-2. Kısım Şanyesi Şanlıurfa/ Karaköprü Tel: 0530 321 92 63 İSÖZDERE LTD. ŞTİ.
Hafriyat İşleri
Altyapı İşleri
Sulama Kanalları
Borulu Şebeke İnşaatları
Mehmet Soner GÜLAĞACI
İnşaat Mühendisi
Adres: Yarımtepe Köyü Bozova-2. Kısım Şantiyesi
Şanlıurfa/ Karaköprü
Tel: 0530 321 92 63
İSÖZDERE LTD. ŞTİ.
TASARLAYAN
Hamza Aybakan
EDİTÖRLER
İrem Gülağacı
Mina Güllüoğlu
Zeynep Badıllı
Bahtuşen İfşaat
Deniz Cansız
ĠÇĠNDEKĠLER
Şubat Sayısı
EĞLENCE
RÖPORTAJLAR
EĞLENCE-GÜLMECE
REHBERLİK ODASI
FELSEFİK KAFA
ÖĞRETİ
BİR SEYYAHIN GÜNLÜĞÜNDEN
‘BEN ENGELLİYİM’
MÜZİK
AT’LAR
ŞİİR
ŞİFALI BİTKİLER
T-MBA NEDİR?
ETKİNLİKLER
OSMANLIDA SUÇ VE CEZA
POPÜLER KÜLTÜR
KÜLTÜR– SANAT
RESİM VE KADIN
MASUMLARIN SAVAŞI
ġANLIURFA DOĞA OKULLARI
İlgi çeken özel konular:
Burada ilginizi çeken konuyu
kısaca vurgulayın.
Burada ilginizi çeken konuyu
kısaca vurgulayın.
Burada ilginizi çeken konuyu
kısaca vurgulayın.
Burada ilginizi çeken konuyu
kısaca vurgulayın.
GÜLDÜRÜ
Adres: Akbayır Mah. No:13 Karaköprü Belediye
Evleri Yanı / 63300, Merkez / Şanlıurfa
Tel: 0 (414) 347 88 88
E-mail: [email protected]
GÜLDÜRÜ En çok hap nerede satılır? (Ağrı) Okur yazar olmayan zenciye ne denir? (Kara Cahil) En temiz böcek hangisidir? (Hamam böceği) Adam saçını ıslatmadan şampuanlamış,
neden?
(Üzerinde kuru saçlar için yazıyormuş)
Tavuklar en çok hangi ülkeyi sever? (Mısır) Yarım elma neye benzer? (Diğer yarısına)
@Gazoz Ağacı
Gazoz Ağacı
Dünyanın en saygın ve önemli eğitim akreditasyonu şirketi Pearson tarafın-dan, Türkiye'de ilk defa K-12 seviyesinde bir eğitim modeli onaylandı. Yabancı üniversiteler ve eğitim kurumlarının, bir kalite standardı olarak benimsediği Pear-son akreditasyonunun alınmasında Doğa Okulları 'nın lise eğitimi için geliştirdiği t-MBA Eğitim Modeli, uygulamaları ve kazanımları yerinde incelendi. Model bu değerlendirmeden tam puan alarak en üst seviyeden akredite edildi. 2012-2013 yılından itibaren Doğa Okulları öğrencileri, liseden mezun olurken bir değil iki diploma sahibi olacaklar. t-MBA Diploması, yurt dışında eğitim görmeleri için büyük bir kolaylık ve prestij sağlıyor. t-MBA eğitim modelinin altı farklı bileşeni vardır:
Öğrenci Meclisleri t-MBA Akademik Programı Yabancı Dil Uluslararası Projeler
Disiplinler arası İlişkilendirme
Eğitim Koçluğu t-MBA Akademik programı ile öğrenciler Ekonomi, Pazarlama, Para Yönetimi, Girişim-cilik, İnsan Kaynakları, Uluslararası İlişkiler ve AB İlişkileri, Yönetim ve Organizasyon, Tica-ret Hukuku, Sistem Dinamikleri ve Veri Madenciliği derslerini görür. Her sene düzenle-nen iş projesi yarışmaları öğrencilerin bu derslerde öğrendikleri kavramları pratiğe geçirme şansı tanır. t-MBA akademik programı, meslek seçmek ve bireysel kariyer planlaması yapa-bilmek için ortaöğretim yıllarında öğrencileri bu konuda bilinçlendirir. Öğrenciler mesleki gözlem uygulamaları ile 9. sınıftan itibaren ilgi duydukları alanda çeşitli meslekleri tanıma imkanı bulur. t-MBA seminerlerinde öğrenciler; mesleki kariyerlerinde belli bir noktaya gel-miş, değişik meslek gruplarından farklı profilde rol modelleriyle karşılaşır. t-MBA eğitim modelinin en önemli kazanımı ise Öğrenci Meclisleridir. Demokratik bir seçimle oluşturulan Öğrenci Meclisleri okulun karar alma sürecine aktif rol alır. Yürüttüğü her projenin tanıtım, organizasyon, lojistik ve finans çalışmalarını yürütür. Yönetim ve orga-nizasyon becerilerinin yanı sıra kendini ifade etme ve inisiyatif kullanımı sayesinde çalışmaların, öğrencilerin özgüvenine temel bir katkısı olur. Özellikle sosyal sorumluluk projeleri, kültürel farkındalığı ve kendini değişik platformlarda ifade etme becerisini geliştirir. Her proje için kuru-lan ayrı komisyonlar, her öğrenciye sosyal sorumluluk ve inisiyatif alma bilincini öğrenme fırsatı tanır. Öğrenci Meclisleri, katıldıkları CEO Club’larda üst düzey yöneticiler ile bir araya gelme fırsatına sahip olurlar. Aldıkları eğitimler sonrası, iş dünyasının üst düzey yöneticilerine eğitim verebilecek düzeye gelirler. Örneğin, Ekonomi dersinde kavramlar aynı hafta matematik der-sinde de işlenir. Böylelikle öğrenciler, akademik konuların gerçek hayattaki izdüşümlerini görür.
aralıklarla yanına gidip çabasını övün.
Çocuk ödevlerini kendi başına yapamadı-
ğını söylüyor ve sizden yardım istiyorsa
önce bunun nedenleri araştırın. Anlamadığı
için mi destek istiyor yoksa size mi yaptır-
mak istiyor sorularının cevaplarını bulun.
Çocuk ödevlerini eksik yaptıysa öğretmenle
iletişim kurup, ödevin mutlaka ertesi gün
tamamlanması sağlanmalıdır. Ödev yapma-
dığında bir şey olmayacağını gören çocuk
ödev yapmamaya alışır. Çocuğun yaşına ve
toplam ödev süresine göre ödevler 2 ya da
3 ders olarak çalışılabilir.
Ders çalışma süresinin kısa tutulması
gerekir. En uygun çalışma süresi 30-40 daki-
ka arasıdır. Özellikle küçük sınıflarda 20
dakika kadar çalıştıktan sonra 10 dakika ara
verilmelidir.
Çocuk okuldan eve geldiğinde bir müddet
dinlenmesine, bir şeyler yemesine izin veril-
meli. Fakat bu dinlenmenin içerisinde tele-
vizyon seyretme ve bilgisayar oyunu oyna-
ma gibi etkinlikler olmamalıdır. Bu tarz
eğlenceler, çocuğu dinlendirmez, aksine
yorar. Ödevler bittikten sonra çocuğa
kendisine ayırabileceği bir zaman kalacak
erken bir saat seçilmelidir.
En önemlisi çocuğunuza model olun.
Çocuk ödevlerini yaparken siz telefona
kilitlenip kalırsanız, televizyonda tüm
programları izlerseniz çocuğunuzdan
beklentinizi biraz daha düşünmenizi rica
edeceğim. Çocuğunuz ders çalışırken
örneğin uygun bir müzik açıp dinleyin,
kitap okuyun varsa bahçeniz gidip çiçek-
lerle ilgilenin ama teknolojiden lütfen
uzak durun...
NEDĠR?
Ailenin eğitime verdiği önem, çocukların derse karşı
tutumunu da hazırlamaktadır. Düzensiz ders çalışma,
ya da çalışmama da ailenin tutumlarından kaynaklan-
maktadır.
Ayrıca öğrencinin ders çalışmamasının aile tutumu
dışında da bazı nedenleri vardır. Açıklamak gerekirse
öğrencinin motivasyon eksikliği, kendine olan güven-
sizliği, okula neden geldiklerine cevap vermeden gel-
meleri, amacımız ne sorusuna yanıt verecek cevapları-
nın olmaması, hedef belirlemekten uzak olmaları,
ödevlerin nedenini bilmemeleri ya da anlamamaları
olarak da belirtebilirim.
Ebeveynlerin, ev ödevleri konusunda en sık yaptığı
hatalar çocuğa baskı kurmaları ve çocuğu etiketleme-
leridir.
Aileler sık sık çocuğa “Ders çalış”, “Ödevini yaptın
mı?”, “Hadi odana git” şeklinde çeşitli uyarılarda bulu-
nurlar. Bu ödev konusunda isteksizliği artırır. Çocuğa
sadece, ders çalışmanın çocuğun verilen bir işin so-
rumluluğunu üstlenme ve onu kendi başına yapabilme
becerilerini geliştirmek için olduğu açıklanmalıdır.
Çocuğu “tembel” diye etiketlemek, başarılı arkadaş-
ları veya kardeşleri ile kıyaslama yapmakta en sık görü-
len yanlış yaklaşımlardan bir tanesidir. Çocuğun kişili-
ğini zedeleyecek eleştirilerde bulunmak yerine moti-
vasyonunu “olumlu” yönde etkileyecek sözler söyle-
mek daha etkili olur ve ebeveyn çocuk arasındaki ilişki
de zedelenmemiş olur.
Çocuklarda ev ödevlerini yapma isteğini arttırmak için
ebeveynlere bazı öneriler sunmak gerekirse çocuğunu-
zun ders çalışması için bir sebebi olmalı. Bunun için
birlikte geleceğe dair planlar yapın ve minik adımlar
halinde hedefler seçmesini isteyin. Okul, ders, sınav
gibi kavramların önemini çocuğa kısa ve net bir şekilde
anlatın. Onun yerine ödevlerini yapmayın, ödevlerini
yaparken başında beklemeyin. Bunun yerine belirli
EBEVEYNLERE NOTLAR
REHBERLİK ODASI
Kaldırımlarda sarı işaretlerle ayrılmış özel şeritleri görmüş-sünüzdür. Avrupa’da ve Türki-ye’nin bazı şehirlerinde oldukça yaygın olan bu uygulama genel-likle bisikletlere ayrılmış özel şeritleri ifade eder. Ama artık sadece bisikletlilere değil, gözü-nü cep telefonundan ayırama-yan yayaların da kaldırımda ayrı bir yerleri olmaya başladı. İlk olarak ABD, Washington’da
rastlanan bu uygulamada aşağıdaki fotoğraflarda da göreceğiniz şekilde cep telefonu ile yürüyenlerin diğerleri-ni rahatsız etmeden yürüyebilecekleri bağımsız bir şerit ayrılmış. Fakat ABD bu konuda yalnız değil. Kısa süre önce Çin’de de benzer bir kaldırım uygula-ması ortaya çıktı.
Kaldırımda Cep Telefonu ile Yürüyenlerin Yolları Ayrılıyor!
DönüĢümün Böylesi...
Her İnsanın Bir Frekansı Var...
ĠLGĠNÇ HABER KUġAĞI
Bir ülke düşünün, içinde çocuk seslerinin hiç eksik
olmadığı ve samimi gülüşlerin hep sizi kucakladığı,
masumiyetin hep el üstünde tutulduğu, bir yer …
Çıkarların yerini saygının sevginin aldığı bu kutsal
topraklar, damlarda yatan, avlularda koşan, misket-
le oynayan ve derelerde yüzen gül yüzlü çocuklar
yetiştirdi…
Çamurda oyunlar onlara diğer hayatlardan daha
temiz gelir. Parkları dağ, tepe, yamaç, ve tarla’dır
Samimi bir arkadaşla saklambaç oynamaları en
büyük lüksleridir. Hayata çobanlık etmeleri onları
yormaz kuzudan koyundan daha fazla…
Bir ağaçta düşmenin acısı hep onların kârı olmuş-
tur .Ve düşmeyi göze alırsan parasıyla değildir
mesela bir avuç erik!
Kocaman ailelerde büyür koca yürekli çocuklar.
Şefkat onların küçük kardeşleri, merhamet ağa-
beyleri; sevgi anneleri, saygı da babalarıdır.
Yıldızlara çul serip uyurlar hep; yılan, akrep çi-
yan...samimiyetsizlikten daha zararlı gelir onlara!
Kaçmazlar korkularından, her defasında bir akın-
tıda ilk atlamak içindir telaşları…Anadolu’nun
küçük ama insanlığın büyük çocukları...
Bir kitaba paradan daha çok değer verip bir okul
yolunun nimetini olmayandan daha çok bilirler.
Elbiseleri çamurlu yürekleri temiz çocuklar...
Yalanı az, uçurtmaları çok; baharı yeşil, kışları mutlu
çocuklar...
Hamza Aybakan
ANADOLU’NUN
ÇOCUKLARI
Bruce Campbell adında emekli bir mühen-
dis, hurdaya ayrılan Boeing 727 tipi uçağı satın
alıyor ve büyük 3 motorlu ticari uçağı, Oregon
dışında bir ormanlık alanda sıradışı bir eve
dönüştürüyor.
Campbell, yılın her altı ayında bu sıradışı
evde yaşıyor. 10 dönüm araziye 23.000 dolar,
uçağa da 220.000 dolar para harcamış.
Einstein, Dr. Royal Rife, Philip Hoyland, Dr. Bruce Tainio, Nikola Tesla veStephen Hawking gibi ünlü bilim adamlarıyla başlayan bu tartışmalı konu aynen şöyle özetleniyor: “İnsan vücudu megahertz (MHz) olarak ölçülebilecek biyolojik frekansa sahiptir.” Bu fikri ispat olarak Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nde Dr. Bruce Tainio, yıllar önce yaptı-ğı bir araştırma ile gün içinde insan vücudunun frekansının 62-72 MHz olduğunu göstermiştir. Bu titreşim kadın, erkek, farklı ırklar ve fiziksel yapı fark etmeden her insanda aynıdır. Radyo dinlerken dinlemek istediğimiz kanalın frekansı gibiyiz anlayacağınız. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı gibi ya kayboluyoruz ya bozuluyoruz.
71 YaĢında Üniversite Sınavına Hazırlanıyor...
Sakarya'nın Hendek ilçesinde, bu yıl açık öğretim lisesini tamamlamayı hedefleyen 71 yaşındaki Sebahaddin Tüysüz, ilahiyat fakültesinde girmek için üniversite sınavına hazırlanıyor. Çocukluğunda maddi imkânsızlıklar nedeniyle okuyamadı. İstanbul Kartal'da 1977'de Kur'an kursunu bitiren Tüysüz, 2001 yılında da açık ilköğretim okulu diplomasını aldı. Okuma azmini yitirmeyen Tüysüz, iki dönemlik kredisini de tamamlayarak açık öğretim lisesini bitirmeyi hedefliyor. Tüysüz, lisenin ardından üniversite sınavlarına hazırlanma-yı planlıyor.
*Belçika'da yaşayan Türk iş ada-mı Uğur C. Ferrarisi-ne LPG taktırmak isteyince 145 bin euro'luk otomobili şirket tarafından elinden alındı. *1975'de İngiliz bir çift televiz-yonda en sevdikleri programı izlerken erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü. Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.
İlaç olarak bitkilerin kullanımı, Yazılı in-
san tarihinin öncesine kadar dayanır. İn-
sanlar tarafından kullanılan baharatlar ve
otlar birçok tıbbi ilaç ve hastalıkların pan-
zehirleri için kullanılmıştır. Şifalı bitkiler,
içerdiği çeşitli moleküller ve vitaminler ile
insanlar için önem teşkil etmektedir. Haya-
tımıza da bu bakımdan iyiden iyi yerleşen
bitkisel tedaviler, artık alternatif tıp olarak
değil de, tıbbın bir parçası olarak görül-
mekte. Ruhsal ve fiziksel hastalıklara gerek
direkt gerek de dolaylı bir şekilde fayda
sağlayan şifalı bitkiler, insanların
Birçok ülkede artık şifalı
bitkilerle tedavi yapan
devlet hastaneleri var,
hastalıkların tedavisinde
ilaçtan daha sağlıklı,
daha kolay ve daha eko-
nomiktir. Şifalı bitkiler
ile ilgili araştırmalar hala
devam etmekte olup,
her geçen gün bu bitki-
ler hakkında yeni bilgiler
öğreniliyor.
BĠTKĠ DĠYE GEÇMEYĠN, BĠTKĠLER ġĠFA DAĞITIYOR...
EVDE HAZIRLAYACAĞINIZ DOĞAL AĞRI KESĠCĠ
BİTKİ REHBERİ
Damla KUTLU– Ekoloji Öğretmeni
EN ÇOK DĠNLENENLER
2.Jonas Blue feat. Dakota - 'Fast Car'
1.Lukas Graham - '7 Years'
7. One Direction - 'History'
6.Justin Bieber - 'Love Yourself
5. Little Mix & Jason Derulo -
'Secret Love Song'
4.Shawn Mendes - 'Stitches'
3..ZAYN - 'PILLOWTALK
KÜLTÜR
VĠZYONDAKĠLER
ÇOK OKUNANLAR
10.Elle King - 'Ex's & Oh's
9.Jason Derulo - 'Get Ugly
8.Rihanna feat. Drake - 'Work'
ADAÇAYI: Diş eti kana-
malarına ve karaciğere
iyi gelir. Terlemeyi ön-
ler, vücudu canlandırır.
Yaprakları böcek sok-
malarına karşı kullanılır.
PAPATYA: Kramp,
karın ağrısı ve deri
dökülmelerine karşı
etkilidir. Uykusuzluk
ve yüksek ateşe iyi
gelir .İltihap kurutucu
özelliği vardır.
IHLAMUR: Sakin-
leştiricidir. Mig-
ren, yüksek tansi-
yon ve öksürüğe
iyi gelir,.
YEŞİLÇAY: Kalp krizi
riskini azaltır, vücuttaki
mineral oranını arttırır,
zindelik verir. Ağız koku-
suna iyi gelir.
REZENE: C ve B
vitaminlerini, potas-
yum, magnezyum
ve kalsiyum içerir.
Şişkinlik ve kabızlığa
iyi gelir. Kasları
rahatlatır.
BİBERİYE: Mide
ve bağırsakları
rahatlatır, haz mı
kolaylaştırır.
Romatizma ve
benzer ağrılara
karşı yararlıdır.
Çoğu kişi vücudumuzun
farklı yerlerinde meydana
gelen ağrılardan kurtulmak
için ilaç kullanmak isteme-
yebilir. Bu noktada hassas
davrananlara bir tarif öneri-
miz var. Evde birkaç malze-
me kullanarak elde edeceği-
niz bu karışım ile ağrılarınıza
veda edebilirsiniz. .
GEREKLİ MALZEMELER
1 çorba kaşığı zerdeçal
– 1 taze zencefil
– 5 havuç
– 2 limon
– 1 portakal
– 1 salatalık
HAZIRLANIŞILimon, portakal, taze zencefil,
ve havuç yıkanır. Sonra limon ve portakalın
suyu çıkarılır. Havuç ve zencefilin suyu ise
katı meyve sıkacağı yardımıyla elde edilir.
Sonra hepsi karıştırılıp tüketilir
Mümin Sarıkaya Ben Yoruldum
Soner Sarıkaba- Taş
Hande Yener İki Deli
Çağatay Ulusoy Mutlu Sonsuz
Koray Avcı Aşk İle
Simge Yankı
Volkan Konak Manolya
Murat Dalkılıç Daha Derine
Demet Akalın Pırlanta
Emrah Karadu- Toz Duman
Kaan Tangöze Gölge Etme
Ahmet Aslan Meleklerin
Koray Avcı Hoş Geldin
Doğa Koleji öğrencilerinin,
sevdiği ve takip ettiği bir ünlü
ile merak ettiği soruları yönelte-
bilmesi, iletişime geçmesi ve
bilgi sahibi olması eğitim ve
öğretimin sosyal yapısı için bü-
yük bir kazanım ve özgüven
oluşturmaktadır. Bu yönüyle bu
ayki konuğumuz ‘Düş Sokağı
Sakinleri’nin solisti Murat YIL-
MAZYILDIRM ile İsmail AĞABU-
GÜN samimi bir söyleşi gerçek-
leştirdi.
Murat YILMAZYILDIRIM ‘ın
Mercan DEDE ile olan çalışma-
sından, şarkılarında özellikle
vurguladığı yaşlılık, yaşam, va-
roluşçuluk, zaman, acı ve aşk
gibi kavramlardan konuşuldu.
Ayrıca yayınlanan “Serbest Ve-
zin, Sembolik Şizofreni “kitabı
ve tamamlanan ancak henüz
yayınlanmayan 5 kitabi hakkın-
da da bilgiler aldık.
Merhaba, HOŞ GELDİNİZ...
Biraz kendinizden bahseder
misiniz?
Söylenecek çok şey var ama
kısaca şöyle söyleyeyim sakin
bi3213 r adamın şarkılarımdaki
gibi hayatı seven hayatın hep
sevgi tarafında yer alan ve haya-
ta güzel bir çıtadan bakan bir
adamım.
Düş Sokağı Sakinleri’ ismi nasıl
var oldu?
Oturduğumuz yerde ‘Düşler
Sokağı’ demiştim sonra ‘sakinleri
‘ekledik.
Tarzınız uzun yıllardan beri sa-
dık bir kitleye sahip, bunu neye
borçlusunuz?
İllaki gözlemlediğim bir şey o...
93 yılından beri bu iş içindeyim
karşılıklı değerli karşılıklı alışveriş
diyelim.
Mercan Dede ile (Bilinmezin
Elçileri) büyük bir beğeni almış-
tı, buna benzer yeni çalışmaları-
nız olacak mı?
Evet, doğru. Bilmiyorum hayatı
geçirmekte bazen zorlanıyorum
belki de yeni bir çalışma olabilir.
Şarkılarınızda çok farklı vurgu-
lar, zıtlıklar var: ACI, YAŞAM,
YAŞLILIK, HUZUR, VAROLUŞÇU-
LUK, ZAMAN... Bunlara nasıl
anlamlar yüklüyorsunuz?
Hayatın kendi içinde olan kav-
ramlar bunlar ben sadece sem-
bolize ediyorum. Her şeyin ana
teması vardır ben düş kurmayı çok
severim sembolize ettiğim kavram-
lar kendi içinde değer arz ettiğine
inanırım yıllardır. Düş, barış, aşk ve
daha çok her şeyi çok naif bir şekil-
de anlamlandırıp alışmışlığın dışın-
da söylemeye çalışıyorum.
Bildiğimiz kadarıyla yazmayı sevi-
yorsunuz, bu anlamda kitapları-
nızdan (Serbest Vezin, Sembolik
Şizofreni, Beyaz Balina) biraz bah-
sedebilir misiniz?
Çıkamayanlardan mı (gülerek) ben
dost yoğunluğunu tercih ederek
yazdım çok düşsel biraz sürrealist
çok anlaşılır kılmak istemedim
arada çok şeyler var, geriye dönüş-
ler var...Çıkmayan hazırda basıla-
cak 5 kitabım 4 şiir kitabim ve 1
roman var. Hayata yetişemiyorum,
hayatın kendi içindeki acıları arada
sarsınca bazen yetişemiyorum
hayata…
Son olarak DOĞA KOLEJİ öğrenci-
lerine bir mesajınız var mı?
Kolejin başında hemen DOĞA yazı-
yor bu çok önemli .Yani eğer bu
sembolik olarak kullanıyorsa çok
güzel. Doğayı sevmek ağaçları sev-
mek lazım toprak hepimizden çok
değerli. Doğa kendi kendini yok
etmez onun için düşünmek gereki-
yor. DOĞA KOLEJİ öğrencilerinin
başarılı olacaklarına inanıyorum.
Bu güzel sohbet için çok teşekkür
ederim. Öğretmenlerine de ayrıca
teşekkür ederim…
Bizlere zaman ayırdığınız için çok
teşekkür ederiz...
“DÜġ SOKAĞI SAKĠNLERĠ” ĠLE SAMĠMĠ BĠR SÖYLEġĠ
İsmail AĞABUGÜN– 7/A
Türkiye için gurur gecesi... 2015 yılı barış, fizik,
tıp, kimya, edebiyat ve ekonomi dallarındaki
Nobel ödülleri, Oslo ve Stockholm'de düzenlenen
törenlerle sahiplerine veriliyor.
Prof. Dr. Aziz Sancar, Nobel Kimya ödülünü
İsveç Kralı 16'ncı Gustaf'ın elinden aldı.
Çalışmalarını ABD'de sürdüren Mardin doğumlu
genetik bilimci Prof. Dr. Aziz Sancar, bu yılki No-
bel Kimya Ödülü'nü İsveçli Tomas Lindahl ve
ABD'li Paul Modrich ile paylaşmıştı.
Aziz Sancar 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne
“DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmalarıyla
layık görüldü. Sancar dünkü resepsiyonda
“Türkiye için bu kadar önemli olduğunu bil-
seydim 2 misli çalışır ve 20 yıl önce alırdım bu
ödülü” demişti.
Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser konusunda
önemli çalışmalar yapıldığını belirtirken, kan-
ser mekanizmasının 10 yıl içinde çözüleceği-
ne inandığını söylemişti. Ancak kanserin nasıl
olduğunu çözümlemenin onu tedavi etmek
anlamına gelmediğine işaret eden Sancar, tedavi konu-
sunda bir şey söylemek için erken olduğunu belirtmişti.
Kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda çalışma
yaptığını bildiren Sancar, şunları kaydetmişti; Kanser te-
davisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA'yı tahrip ediyor ve
vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser
hücrelerinin yaşamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı
anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu meka-
nizmayı anlayınca onu "inhibe" edip, kanser hücrelerinin
normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya
çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak,
kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu me-
kanizmayı açıklamak.''
TÜRKĠYENĠN GURURU AZĠZ SANCAR
Aziz Sancar, Mardin’in Savur ilçesinde,
orta gelirli bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğun-
dan yedincisi olarak dünyaya geldi. Anne-
babası okuma yazma bilmiyordu. Arap asıllı.
Anadili Arapça. Evlerinde aile kendi arasında
hâlâ Arapça konuşuyor. Kendisi Amerika’da
yaşıyor ve Amerikalı bir hanımla evli. Gene-
ral Semih Sancar ile aynı aileden. Aileden bir
başka tanınmış isim de HDP Mardin Millet-
vekili Prof.Dr. Mithat Sancar. Mithat Sancar ile Prof. Dr. Aziz Sancar ile babaları amca
çocuğu. Mithat Sancar yaş farkı nedeniyle Aziz Sancar’a “Aziz Amca” diye hitap ediyor.
Nobel Ödülünü alırken Aziz Sancar’ın yakasında Türkiye bayrağı rozeti vardı. Kravatında
ise Osmanlı tuğrası. Haber a’ya verdiği mülakatta bir Cumhuriyetçi olduğunu söyledi,
Selçuklu ’ya, Osmanlı’ya göndermede bulundu ve bin yıllık ortak geçmişe vurgu yaptı.
Kucaklayıcı ve birleştirici rolü de taktire şayan bir kişiliktir.
NOBEL ÖDÜLLERĠ
27 Kasım 1895 tarihli ve 30 Aral-
lık 1896 tarihindeStockholm'de
açıklanan vasiyetnamesiyle Alfred
Nobel tarafından kurulan derneğin
verdiği, insanlığa hizmet edenleri
ödüllendirmek amacını taşıyan
prestijli bir ödüldür. İlk Nobel
Ödülleri 1901 tarihinde verilmeye
başlanmıştır.
Sosyal Bilgileri Öğretmeni Ferda Karaman eşliğinde
ocak ayında gerçekleştirilen etkinlikte Osmanlının 16.
yüzyıl saltanat makamı canlandırıldı. Devrin güçlü
padişahı Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıkma merasi-
mi beğeniye sunuldu. Gül şerbeti ve lokum dağıtılan
etkinlikte, öğrencilerin hep tarih sayfalarında okuduk-
ları padişahı canlandırılmasını keyifle karşıladılar. Et-
kinliğin, öğrencilerde tarih bilincinin oluşmasında ve
de sorumlu bir nesil yetişmesinde önemli değerler
kattığı şüphesizdir.
Türkçe Öğretmeni Hamza Aybakan eşliğinde ocak ayında göste-
rime sunulan “Bana Bir Harf Öğretenin Kırk Yıl Başını Yerim” adlı
beş perdelik oyun herkesin ilgisini çekmeyi başardı. Bir sınıf kome-
disi olan bu oyun, öğretmen ve öğrenci ilişkilerinin ilginç ve absürt
taraflarını gözler önüne sermektedir. Meşakkatli üç haftalık çalış-
madan sonra sahnelenen bu oyun, öğrencilerin oyun kabiliyetleri- ni, sahne tecrübelerini ve kendilerine olan güvenlerini
perçinlemiştir. Tiyatro kültürünü bizzatî yaşayan bir nesil
oluşturma yolunda önemli bir adım atılmıştır. Öğrenci ve
velilerin heyecanlı tutumları bir sonraki gösterinin plan-
larını da beraberinde getirmiştir. 18 Mart Çanakkale
Haftasında gösterime sunulacak olan “Çanakkale” oyu-
nu da bunun bir devamı niteliğinde olacaktır. Dört per-
deden oluşacak bu oyun, dram ve trajedi yüklü mahi-
yette olacaktır.
“Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yan-
lışlıklar sürüp gitmez.” (William Hazlitt)
TEOG grubu öğretmen ve öğrencileriyle birlikte dü-
zenlenen ocak ayı gezi güzergahımız Gaziantep oldu...
Gezi kapsamında Zeugma Müzesi ve Uzay ve Bilişim Evi
ziyaret edilerek çocuklar hem bilgilenip hem eğlendiler.
Teknoloji ile tarihin ortaklık ettiği bu gezide, öğrencilerin
bu değerleri hem muhafaza hem de yükseltmeleri için
somut bir adım niteliği de sağlanmış oldu.
SALTANAT MAKAMI CANLANDIRILDI
TĠYATRO’NUN YÜKSELĠġĠ
GAZĠANTEP KÜLTÜR GEZĠSĠ
Selda HİÇDURMAZ—Matematik Öğretmeni
Resfebe, resimler, sayılar ve harfleri farklı
şekillerde kullanarak bir keli-
meyi veya cümleyi buldurma-
ya dayanan bir akıl oyunu
türüdür. İlk adı “rebus” olan
bu oyunun güncel adı resim
ve alfabe kelimelerinin birle-
şiminden türetilmiştir. Aktif
düşünme sağlaması, bilgi ve
kavram gelişimini destekle-
mesi, dikkat, konsantrasyon
ve hayal gücünü geliştirmesi,
strateji üretme kapasitesini
arttırması, algılama ve muha-
keme becerisini destekleme-
si, kavramları ilişkilendirme becerisi
kazandırması, yaratıcılığı arttırması
gibi eğitimin önemli basamaklarında
büyük katkı sağladığından ilköğretim
çağındaki çocuklar için oldukça eğitici
ve zevkli bir oyundur.
Aşağıda en temel resfebe örneklerin-
den birine göz atalım.
12M
Burada “birikim “kelimesi farklı bir
biçimde harf ve rakamlarla yazılarak
bir resfebe oluşturulmuştur.
MATEMATĠK HĠÇ BU KADAR ZEVKLĠ OLMAMIġTI
CE1 Sergisi
Öğrencilerimizin tasarla-
mış olduğu 'Resfebe' çalış-
malarını OSM Hastanesinde
hasta yakını ve hastane çalı-
şanlarına sergiledik. Bu sergi-
miz hasta ve hasta yakın-
larına büyük moral olur-
ken bizim içinde farklı bir
proje oldu. Çeşitli basın ve
yayın kuruluşları da bu
sergimize yoğun ilgi gös-
terdi.
RESFEBE
?
x = −3 ve y = −2
ise x4 + y3 ifadesinin
değeri kaçtır?
Prag, kelimenin tam anlamıy-
la bir masal kent. Bozulmamış
tarihi Art Nouveau, Barok, Röne-
sans yapıları arasında gezerken,
sanki zaman makinesine binip
farklı bir zamana ulaşmışım gibi
gerçeküstü hissettiğim bir kent.
Bu büyülü, dört bir yana uzan-
mış Arnavut kaldırımlı caddeler-
de yürürken, kentin bunlardan
çok daha fazlası olduğunu his-
settim. Kültür - sanatla dolu dolu
ama bir yandan da buram bu-
ram aşk kokan bir kent Prag…
Eski Şehir ve yeni yapılan şehir olarak ikiye
ayrılır. Turistik yerler genellikle (Astronomik
Saat, Old Town Square, Saint Nicholas Kilisesi…)
eski şehirde toplanmıştır. Old Town Square’den
ara sokaklara girdiğimizde kukla dükkanları,
kristal dükkanları ve müzeler (Madame Tus-
suauds Müzesi , Apple Müzesi, Museum of Tor-
ture ) çoğunluktadır. Ayrıca meydanda sokak
sanatçıları gösterilerini sergilemektedir.
Nâzım Hikmet’in 1956 ile 1958
yılları arasında Prag’da yaşamış
olması, kentin değerini bir kat
daha artırıyor benim için. Prag’da
bulunan Cafe Slavia’da Nâzım
Hikmet’in zamanında otururken,
Betlemska ile Smetanovo cadde-
lerinin kesiştiği bu yerde yazdığı
bir şiir geçiyor aklımdan:
Viyana’da tarihi binaların yanı sıra yeni yapılan binaları da barındıran muhteşem bir şehir. Ana
caddelerde çoğunlukla marketler, restoranlar ve mağazalar çoğunluktadır. Viyana Parlemento Binası
gösterişli bir yapıdır. Ayrıca sokak sanatçıları burada da çok fazladır. Viyana’da Türkiye’den oraya gi-
den insanlarla karşılaşabilirsiniz. Sokakta müzik yapan sanatçıların bazıları da Türkiye ‘den giden insan-
lardır. Sokaklarda, meydanlarda, caddelerde gösterişli heykellere rastlata bilirsiniz.
BĠR SEYYAH’IN GÜNLÜĞÜNDEN
MÜZİSYENLER VE BESTECİLER ŞEHRİ VİYANA
BİNBİR KULELİ ŞEHİR PRAG
Slavya kahvesinde dostum Tavfer’le
Viltava suyuna karşı oturup
tatlı tatlı yarenliği severim.
hele sabahları hele baharda.
Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz,
Bir yitirir, bir buluruz birbirimizi
Hele sabahları hele baharda
Prag şehri yaldızlı bir dumandır
Ve kızıl kocaman bir elma gibi
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden.
paramparça yüreciği de elinde
ve Orhan Veli ile karşılaşırlar
Urumelihisarı’ndan gelir o
Ve telli kavağa benzer Orhan’ım
Yüreciği delik deşik onun da.
Biz de aynı loncadanız biliriz Tavfer
zanatların en kanlısı şairlik
sırların sırrını öğrenmek için
yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
Prag şehri yaldızlı bir dumandır.
Viltava suyunun köpüklerine
Martı kuşlarıyla gelir İstanbul.
26 Nisan 1958, Prag
İREM NAZ GÜLAĞACI– 7/A
Kendimizi nasıl tanımladığımız soruların belki de en başında yer alır. Sophocles, Çöylr der: Kendimden başkası olmak istemiyorum. Nasıl doğmuşsam öyle, kim olduğumu bulacağım. Evet ...KADIN...KİM...FEMİNİZİM… Feminizm, temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan, siyasi bir hare-kettir. Kadın-erkek arasındaki ilişki, aile, eğitim, iş dünyası vs. kadar geniş bir yelpaze içinde sorgular. Feminizm son derece özel koşullarda ortaya çıkan tarihsel bir olgudur. Bu koşulları en iyi yansıtan ise 17.yy İngiltere’sidir. Juliet MİTCHELL’e göre ‘gerçek anlamıyla feminizm, bir orta sınıf kadın düşüncesi-dir’. 17.yy düşünürleri, kadının düşünsel donanımı açısından erkekten farklı olmadığını ve eğitildiği tak-dirde eşit gücünü somutlaştırabileceğini görüşünü işlemişlerdir. Feminizm bilinçli bir protesto hareketi olarak devrimci burjuva geleneğinden doğmuş ve eşitliği en yüksek ilke saymışlardır. Feminizm kadın-erkek arasındaki ayrımda erkek üstünlüğünü ve erkek merkezli toplumsal normları sona erdirmeyi, yerine kadınsı değerleri koymayı amaçlayan bir siyasal hareket olarak gelişmektedir. Feminizm, ’kadınların toplum içindeki rol ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğretiyi Andre MİCHEL’ dile getirmektedir. Feminizmin ilgi odağı olan (kadınla erkek arasındaki) toplumsal farklılık, geleneksel siyasal ideoloji tara-fından oluşturulmakta, geliştirilmekte ve yeniden üretilmektedir. Yani bu farklılık ve sebeplerin kökü geçmiştedir. Düşünce tarihine bir göz attığımız da insanın siyasal bir varlık olarak nitelendiği( zoon politikası) GREK toplumunda, kadınların kölelere eş tutulduğunu görmekteyiz. Grek kadınları hukuksal bir varlıkları ve tohumları olmadığından, yaşamları boyunca ergin sayılmazlardı. Grek düşünürlerinden Hesiodos’a göre ’Her erkeğin, kadınları ve çocukları üstünde yasa koyma yetkisi vardır ’demektedir. Atinalı filozof, kadınların yaratılışının devlet bekçiliğine elverişli olduğunu söyleyen Platon, ’Yalnız bu yaratılış kadında zayıf, erkekte kuvvetlidir ’derken,’ cinslerin zayıflığı göz önünde tutularak, kadınlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir ’demekten de kendini alamamıştır. Aristoteles ise, ’Politika ‘ adlı ünlü yapıtında hocası Platon’a katılmadığını açıkça dile getirmektedir. Ona göre dünya yöneten ve yönetilenlerden oluşur. Kadınlar ise doğal olarak ikinci kategoriye girerler yani yönetilenler. Çünkü zekâ ve ahlak açısından erkeklerden daha aşağı düzeydedirler. Aristoteles için: ’Erkekle kadın söz konusu olduğunda, ilki doğadan üstün (erkek), ikincisi kadın) ise aşağı ve uyruktur. Bu yüzden düşsel bir eşitlik uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumunda çıkar-larına terstir.’ Adam Smith’e göre ’kadınlar, cesaretleri ve kendini yönetme yetenekleri bulunmadığından, kamusal yaşamın gerektirdiği erdemlere sahip değillerdir.’ Nietzche’nin ’kadınlar yalnızca aşk ve nefretle’ ilgilenirler önermesinde de kadının özel alanındaki rolü-nü haklı çıkarma girişimi görülmektedir. Hegel’e göre ise ‘kadınlar yönetime geçtiklerinde devlet hemen tehlikeye düşer, çünkü kadınlar, ey-lemlerini evrensel gereksinimlerine göre değil, keyfi eğilim ve kanılarına göre düzenlerler ’demektedir. Kant ise Nietzsche ve Hegel’e katılıp düşüncelerini şöyle ifade etmektedir. Kadın saltanat sürmeli, erkek yönetmelidir. Çünkü: eğilim saltanat sürer, akıl ise yönetir.’ Kant erkeklerin soyluluk unvanlarını eşlerine aktarabildiklerini ama bunun tersi olamayacağını söyler. Sonuç itibariyle kadının tarihsel geleneksel siyasal ideolojiye karşı kendisini hukuksal bir varlık ve eşit bir vatandaş olarak kabul ettirmesi, bütün dünyada, kadınlar yönünden büyük çabalar gerektirmiştir. İnsanlık tarihinden bu yana 2000 yılı bulan bir egemenliğe sahip ideolojinin 150-200 yılda ortadan kalk-ması beklenemez.
FEMİNİZME FELSEFİK BİR BAKIŞ
AyĢe TUTKU– Rehber Öğretmeni
FELSEFİK KAFA
le ulaşım, yük tasıma ve savaş meydanın-da boy göstermişlerdir. Atın evcilleşmesiyle birlikte ulaşım ve sa-vaşlarda çok büyük bir önem kazanmış olup tarih boyunca insanlara hizmet eden en kabiliyetli hayvan olmuştur. Günümüzde ise spor ve yarış amaçlı kulla-nılıyorlar, örneğin at terbiyesi, konkur-komple, atla dayanıklılık yarışmaları, hor-seball, engel atlama, atlı araba, atlı oyun-lar ve voltij gibi başlıca spor dallarına ayrı-lır.
Beni için atlar her zaman diğer hay-vanlardan farklı olmuştur, en basitinden atlar, insanlar gibi tek düzen sistemle eğitilmemesi. Yani her atın da kendine ayıt eğitim şekli farklılık gösterebilir. En güçlü hayvanlardan bir tanesini en az güçle eğitilme özeliği olan atlar, en iyi eğitim sabır ve sertliğin kesin kabul edil-mediği eğitim sisteminden geçer. Ata hisle binilir, yaklaşılır ve eğitilir aksi tak-dirde iletişim kurulamaz. İçgüdü ve hissi-yatları çok güçlü hayvanlardır. Atlarla tanışan hiç kimsenin mutsuz olacağını düşünemiyorum, atlarla çalı-şan bir kişi izinli olduğu bir gün bile, gidip atlarla yine zaman geçirir.
Ana vatanı Avusturya olan bu atlar cida-go yükseklikleri 130-140 cm olup çok güçlü ve sağlam bir yapıya sahip atlardır. Genellikle arazide kullanılan atlardır. AHAL TEKE ATI Türkler tarafından evcilleştirilmiş olup yarış ve gösteriş atıdır. Cidagoboyu 150-160 cm asil ve dik bir yürüyüş ve ince bir yapıya sahip ve en inatçı atlardan olup o kadarda sadık atlardır. MİDİLLİ ATLAR Soyların kökeni Britanya adalarına daya-nan iklimlere çabuk uyum sağlayan at ırkıdır.,
Cidago boyları 95-140 cm arası uysal, zeki ve uysal hayvanlardan. ARAP ATI
Güzel, dayanıklı ve en akıllı zarif atlardan. Cidago yükseklikleri 140-150 cm olup ve ahenkli yürüyüşlere sahip en dayanıklı at ırkıdır.Arap atı gibi sonradan açılır. İNGİLZ ATI İngiliz atları çok güçlü ve kısa mesafede en hızlı at ırkıdır. Cidago boyları 165-175 cm arası soğukkanlı ve daha çok kaslara sahip at ırkıdır. Günümüz de genellikle yarışlarda kullanılmakta-dırlar. HAFLİNGER
AT’LARIN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ
AT SAHĠBĠNE GÖRE KĠġNER’miĢ
AT IRKLARI
Bayram Yıldırım– Binicilik Öğretmeni
Atlar, yaklaşık 50 milyon yıl önce ku-zey yarım kürde yaşanmış, yüksekliği 20-30 cm, uzunluğu 60 cm minyatür üç tırnaklı bataklıkta yasayan bir hayvandı. Sonradan atın çok evrim geçirerek günü-müze tek tırnaklı hayvanların atası sayı-lır. İlker çağdaki insanlar etleri barınak ve derileri giysi yapmak için avlarlardı. İlk orta Asya da Türklerin atları evcilleş-tirdiği söyleniyor. Atın evcilleştirilmesiyle birlikte daha çok amaçla kullanılmaya başlanmıştır özelik-
Merhaba ben 7/A sınıfından Oğuzalp Sağlam. Sizlere başarılarımı ve bu başarıları nasıl ka-
zandığımı anlatacağım. Bugüne kadar birçok başarı elde ettim ve bunun sonucunda ödüller
aldım. Çoğu dalda başarılarım var. Basketbol, santranç, bilgi yarışmaları… Ama bunlardan en
ağır basanı dersteki başarılarım. Bu başarılarımın sırrı çok zor değil. Önemli olan asla pes etme-
den yoluna devam etmek, zorluklar karşısında yenik düşmemek. Bu sözleri her yerde duyduğu-
nuzu biliyorum çünkü ben de bu sözleri duyuyorum. Benim asıl sırrım ise bulunduğun dalda ve
ortamda her zaman en iyi için çabalamak. Aklınıza şunu koymalısınız:“ En iyi ben olmak zorun-
dayım.” İşiniz ne olursa olsun her zaman ve her zaman en iyisini, en güzelini ve benzersiz olanı
yapmalısın. Her zaman bir önceki gün yaptığının üstüne bir şeyler koymalısın. Ayrıca tek bir
uğraşın değil birden çok uğraşın olmalı. Ayrıca bu başarıda bir de aile çok önemlidir. Mesela
kendimden örnek vereyim. Misal basketbol takımında oynuyorum ve ailem her maçıma geli-
yor. Her zaman yanımdalar. Desteklerini hep hissediyorum. Şimdi bana soracaksınız : “ Bir ido-
lümüz olmalı mı?” Elbette olmalı. Ancak bu idol seçtiğiniz kişiden daha üstün olmalı. Yani yine
kendiniz olmalısınız. Her zaman bir
fazlası…
TERAPİDEKİ FAYDALARI
Terapinin ana fikri, fizyoterapi, bedensel
çalışma ve rehabilitasyondan oluşan bir
senteze dayanmaktadır. Binicilik terapisi
bütün duygulara ve birçok yasam alanına
hitap eder ve bu çocuk /genç/yaşlı yani fark
etmeksizin herkesin yapabileceği terapidir.
Terapi kişinin kendi hareketlerini atın
hareketleri ile belirginleşen uyumu beden
bilincini asılar ve bir bütün sağlanmış olur.
Onun için gittikçe de önem kazanacağını ve
herkesin önem vermesi gerektiğini
düşünüyorum.
Merhaba, ben 2002 yılında Adana’da doğdum. Öğretim hayatıma Adana’da başladım. Spor hayatıma küçük yaşta
başladım.4.5 yaşında jimnastiğe başladım. Jimnastiğe bir yıl devam ettim. İlkokul birinci sınıfta halk oyunlarına başladım.
İlkokul ikinci sınıftayken Bilim ve Sanat Merkezi sınavını kazandım. 2010 yılında basketbola da başladım. Basketbolu ileri-
de yapacağım bir spor olarak görmüyordum. Zamanımı değerlendirmek için başlamıştım. Ama bir spora devam edince
hem o sporu seviyorsunuz hem de kendinizi o dalda geliştiriyorsunuz. Zaman geçtikçe basketbola bağlandığımı gördüm.
Her geçen gün kendimi geliştiriyordum. İlk başladığım yer ise 12 Dev Adam Basketbol Okulları’ydı. Buradayken pek çok
turnuvaya katıldım. Dört yıl boyunca 12 Dev Adam Basketbol Okulları’na devam ettim. 2014-2015 eğitim öğretim yılında
Harran Üniversitesi Altyapı Takımı’na seçildim. Takıma ilk başladığım sene Ş. Urfa’da iki kategoride şampiyon olduk. Bu
nedenle deplasmana çıktık. Küçük kategorisinde Elazığ’a, yıldız kategorisinde ise Muş’a gittik. Aynı zamanda il karmasına
da iki yıldır seçiliyorum. Bu sene gruptan çıkmayı başardık. Bu sene de yine yıldız ve küçük kategorilerinde il şampiyonu
olduk. Ş. Urfa’yı bölgede temsil edeceğiz. 8. sınıfta Doğa Koleji’ne başladım. Okul takımında da oynadım. Ortaokullar
arası maçlarda da Ş. Urfa'da şampiyon olduk. Hala okulda ve takımımda akademik ve sportif başarılarım devam ediyor,
Bilim ve Sanat Merkezi’ne de aktif görevler üstleniyorum. Umarım herkes benim gibi başarının peşinden koşup iyi yerlere
gelir.
KEREM BĠRCAN
OĞUZALP SAĞLAM
DOĞA
NESLİ
ATLAR HAKKINDA BAZI İLGİNÇ ÖZELİKLER
Atlar dizlerini kilitleyerek günlerce ayakta dururlar ve hatta ayakta yatarlar.
Onlara hangi niyetle yaklaşırsanız sizi anlar ve ona göre hareke-te geçerler.
Fiziki yapılarına göre en küçük mideye sahip hayvanlardır.
Safra keseleri yok ve kusma özellikleri yoktur.
İnsanlar gibi her yerleri terlerler.
Atların ortalama yaşı 30, 65 yasına kadar yaşanmış at da var.
İkiyiz doğurma özellikleri bin de birdir
Duyma kapasiteleri normal bir insanın 17 kat daha iyi duyuyor-muş
Kulakları ve gözleri aynı yere bakarlar.
En yüksek at 2.10 cm’ dir.
En yüksek atlayan at 2.47 cm dır.
Üzengileri Türkler bulmuştur.
Merhaba, ben 2004 yılının Ağustos ayında doğdum. Şu an 6. sınıftayım. Yüzmeye 6 yaşından başladım. Düzenli ve azimli bir şekilde ailemin de desteği ile kendimi geliştir-meye çalıştım. Sonrasında 2010’da Şanlıurfa Spor Yüzme Kulübüne geçip çalışmaları-ma orada devam ettim. Bu azim ve istikrarın meyvelerini yavaş yavaş toplamaya başla-dım. Çeşitli yüzme dallarında başarılarım oldu. 2016 Ocak yüzme müsabakalarında 4 ayrı dalda derece aldım: Kelebek stilinde 2. Sırt stilinde 3. Kurbağa stilde 3. Serbest stilde 2. oldum. Yüzme sporu bana disiplinli çalışmanın başarıya ulaştıracağını öğretti. Ayrıca sosyalleş-memde de faydalı oldu. Yüzmeye başladığım zamandan beri birçok yarışmaya katıl-dım, birçok sporcu ile tanıştım ve birçok farklı şehir gördüm. Hala antrenmanlarıma haftada bir defa olmak üzere düzenli olarak devam ediyorum. TÜM ARKADAŞLARIMIN YÜZME SPORU İLE UĞRAŞMALRINI TAVSİYE EDİYORUM.
BURCU ÖZNERGĠZ
Engelli yerine koyuyorum kendimi... Hayat zorluklarla dolu. Özellikle de engelli insanlar için. Ve bugün ken-dimi bir engelli yerine koyacağım. Belki bu empati insan olmayı tekrar hatırlatacak bize… Ben bir engelliyim. Olmuyor… Üzülüyorum... Ama hayata sımsıkı tutunmaya çalışıyorum. Karşı-laştığım bu acılar, zorluklar beni yıldırmayacak, biliyorum... Her zamanki günlerden biriydi. İçim-de bir mutluluk vardı nedense. Güzel uyanıyorum. Sonra kahvaltımı yapıyorum. Annem okula getiriyor ve derse giriyorum. Size bir soru sormak istiyorum tam burada. Hiç bir kitabı “Braille alfabesi” kullanarak elinizle okudunuz mu, bir kitabın kapağındaki sıcak renkleri görmeden be-nimsediniz mi? Yoksa görmeden her şeyi sevebilen tek ben miyim? Sanırım cevabınızı biliyo-rum… Evet, benim gözlerim görmüyor. O yüzden size bu sorular da ağır geliyor belki! Neyse boş verin… Şimdi müzik dersine giriyorum. Siz kızıyorsunuz ama son bir soru soracağım. Hiç gözleriniz kapalı gitar çaldınız mı? Hani karanlıkta gitar çalmayı sever misiniz? Tamam, tamam sustum… Sanırım bunun da cevabını biliyorum!.. Evet, benim en büyük yeteneğim bu galiba. Görmeden gitar çalmak. Hem de gitar çalarken şarkı söylüyorum. Size söylemiştim ya sabah içimde bir mutluluk vardı. Daha da mutlu oldum. Evet, anladınız: “Sizlerin yapamadığı şeyleri yaptığım için daha sevinçliyim…” Neyse… Devam ediyorum… Müzik öğretmenimiz Melda Hoca bugün bir konuşma yaptı. Melda Hoca: -Evet, çocuklar bugün size güzel bir haber vereceğim. Merakla ne olduğunu sorduk. Melda Hoca: -Çocuklar müzik kulağı olanlar mayıs sonunda bir konser verecek ve herkes davetli olacak. Çok mutlu olduk. Melda Hoca teker teker müzik kulaklarımıza baktı. Ben de seçildim. Çok mutlu oldum. Nihayet mayıs sonu gelmişti. Yılsonu konseri bugündü. Son hazırlıklar yapılıyordu. Heyecanlıydık. Ve konsere çıktık. Çok büyük bir konserdi. Çok alkış aldık. İşte bu duygu bütün “engellerin” ötesinde… Gördüğünüz gibi kendii bir engellinin yerine koydum. Sevinçlerine ve hüzünlerine ortak ol-dum.. Sizler de bunun farkında olarak yakşımlarınızı arttırabilirsiniz. Engelli olmak bir “yaşam mücadelesi” vermektir. Ve sizler bu mücadelede safınızı iyi seçmelisiniz. Engelli olmak bir tercih değildir ama bizim onlarla duygudaşlık yapmamız bir tercihtir. Tercihleriniz bir engelliyi engelsiz yapacaktır. Son olarak siz arkadaşlarımıza sesleniyorum: “Hayatınızın kıymetini bilin…”
BEN ENGELLĠYĠM...
Berçem AKBAŞ/ 5-A
İmparator Haham Yeoschoua ben Hanania’ya şöyle dedi: “Tanrı’nı görmeyi çok isterim.” “Bu imkânsız,” dedi Haham. “İmkânsız mı? İyi ama hayatımı göremediğim birinin ellerine nasıl teslim edebili-rim?” “Karınıza duyduğunuz sevgiyi hangi cebinize yerleştirdiğinizi gös-terin bana ve onu tartmama izin verin, böylece sevginizin ne kadar büyük olduğunu anlayabilirim.”
“Saçmalama; kimse birine duyduğu sevgiyi cebinde taşıyamaz.” “Güneş, Tanrı’nın evrene koyduğu eserle-rinden sadece biridir ve ona doğrudan bakamazsınız. Aynı şekilde sevgiyi de gö-remezsiniz ama bir kadına âşık olup haya-tınızı ona emanet edebileceğinizi bilirsiniz. Görmediğimiz halde güvenebileceğimiz şeyler olduğu açık değil mi?”
Sufi geleneğin çılgın hocası Nasreddin bir gün bir mağaranın önünden geçerken orada meditasyon yapmakta olan bir Yogi gördü; yanına gidip ona neyi aradığını sordu. “Hayvanlar üzerine kafa yoruyorum, bugüne kadar onlardan bir insanın hayatını değişti-
recek kadar önemli dersler çıkardım” diye cevapladı Yogi. “Bir defasında benim hayatımı da bir balık kurtarmıştı” dedi Nasreddin; “Eğer bana bildiğin her şeyi anlatırsan ben de sana bunun nasıl olduğunu anlatırım.” Yogi şaşırdı; ancak bir azizin bir balık tarafından kurtarılabileceğini düşündü ve bu düşünceyle bildiği her şeyi Nasreddin’e öğretmeye karar verdi. Anlatmayı bitirdiğinde, Nasreddin’e sordu: “Ben sana her şeyi öğrettim. Sen de anlatırsan, bir balığın senin haya-tını nasıl kurtardığını öğrenmekten onur duyarım.” “Çok basit,” dedi Nasreddin; “Onu yakaladığımda açlıktan ölmek üzereydim. O balık sayesinde beni üç gün idare edecek yiyeceğe sahip oldum!”
GÖRMEDEN ĠNANMAK
HAYAT KURTARAN BALIK
ÖĞRETĠ
Paulo COELHO’dan
TEHLİKEYE BAKMAK
Öğrenci öğretmenine şöyle dedi: “Günümün büyük bölümünü görmemem gereken şeyleri görerek, arzulamamam gereken şeyleri arzulayarak, yapmamam gereken planları yaparak geçirdim.” Öğretmen öğrencisini kendisiyle birlikte yürümeye davet etti. Yolda giderken bir bitkiyi işaret etti ve öğrencisine bunun ne olduğunu bilip bil-mediğini sordu. “O zehirli bir itüzümü. Eğer yapraklarını yersen seni öldürebilir.” “Ama sadece bakarsan öldüremez. Aynı şekilde olumsuz düşünce ve arzular da onlara teslim olmadığın sürece zararsızdır.”
• Meşhur bir Alman bestecisi olan Beethoven, 1770 yılında Alman-
ya’nın Bon şehrinde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğu olması nedeni ile
yeteneğinin gerektirdiği eğitimi alamamış ancak kendi kendisini yetiş-
tirmeyi başarmıştır.
Babası, saray müzisyenliği yaparak hayatını kazanmasına rağmen,
alkole olan düşkünlüğüne yenik düşmüştür. Annesi ise saray hizmetçili-
ği yapmakta idi. Beethoven, ilk müzik eğitimini henüz 4 yaşında iken
babasından almıştır. Babası Beethoven’e verdiği eğitimler sırasında
oğlundaki yeteneği fark ederek, onu zorla bu yönde eğitmek istemiştir.
Ayyaş baba Johann, gözü yükseklerde olan bir adamdı. Oğlunun müzi-
ğe ilgisini keşfedince büyük bir hırsa kapıldı. Kendi elde edemediği ünü
ve parayı yetenekli oğlunun kazanmasını, onun yeni bir Mozart olması-
nı istiyordu. Oğlunu eğitmek için çok sert, çılgın ve zalim bir yöntem
uygulamaya başladı. 4 yaşındaki çocuğu saatlerce klavsen başında
tutar, geceleri eve ayık gelirse, onu uykudan kaldırıp sabahlara kadar
çalıştırırdı. Çocuk, yorgunluk, uykusuzluk ve soğuktan ötürü hata yaptı-
ğı zaman ise dayak başlardı. Beethoven, daha sonra açıkça söylediği
gibi müzikten öylesine nefret etmiş ki, bu işten vazgeçmeyi bile düşün-
müştür.
OTİSTİK BUĞRA 664 MÜZİK DEHASINDAN BİRİ
Dünyada sadece, Mozart ve Bach'ın da arala-
rında bulunduğu “doğadaki tüm sesleri nota diline
deşifre edebilme“ yeteneğine sahip olan 664 kişi-
den biri olarak gösterilen müzik dehası 13 yaşındaki
otistik Buğra Çankır, herkesi şaşırttı.
Buğra her sesin karşılığını verebiliyor. Bu bir kuş
sesi, dalga sesi, cam kırılması ya da çığlığınız olabi-
lir. Bardağa vurup Buğra'ya 'Hangi nota?' diye sor-
duğunuzda, 'La' diyebiliyor. Buğra'nın kulağı için
'absolute pitch' (mutlak kulak) denilmektedir.
ülkedir.(7 kez)
Avrupa’da sadece kulaklıkla müzik dinleyebileceğiniz ‘Sessiz Diskolar’ vardı.
Michael Jackson’ın ‘Thriller’ı tüm
zamanların en çok satan albümüdür
Pink Floyd’un ‘Dark Side of The Moon’ albümü 200 müzik listesinde birden 741 hafta boyunca tepedey-di, 14 yıl!
Enstrüman çalmak IQ’nuzu 5 puan
arttırabilir.
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Justin Bieber’ın Youtube’da izlenme
sayısı Çin ve Hindistan’ın nüfus topla-mından fazladır.
Bilinen en eski müzik aleti 40 000 yıl
önce yapılmıştır. Bu müzik aleti geyik ayağından yapılmış.
Müzik; kronik ağrıları %20, depresyo-nu %25 azaltmaktadır
Mozart’ın nereye gömüldüğü halen
bilinmiyor.
Tüm satış kayıtlarına göre, harmonika dünyanın en çok satan çalgısıdır.
İlk olarak 1876 yılında telefon hattına
müzik verildi, aynı zamanda telefonun icat edildiği yıldır.
CD 1980 yılında Philips ve Sony tara-
fından üretildi.
İrlanda, Eurovision’u en çok kazanan
Shakira sesini o kadar tiz çıkartmıştır ki bardağı bile patlatabilirmiştir.
Yılbaşı müziği olarak bilinen ‘Jingle Bells’ aslında Şükran Günü için yazılmıştır.
Beethoven, beste yapmadan
önce kafasını soğuk su dolu bir kovaya sokardı.
Eminem 16 saniyede 101
kelime söyleyebilen tek rapçı’dır.
BEETHOVEN MÜZĠKTEN
MÜZĠK
Mutluyken şarkının melodisine, üzgünken ise sözlerine yoğunlaşırsınız.
Her imparatorluğun tarihinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin tarihinde enteresan
suç ve cezalardan kavramlarından bahsedilir. 600 yıl boyunca yaşamış; 3 kıtada hüküm
sürmüş imparatorluğunun günümüze kadar gelen kanunnamelerinden anlıyoruz ki bir-
çok suç ve bunlara verilen çeşitli bir çok cezalara rastlamaktayız. Cezalarda devrin şartla-
rında önünde bulundurulurdu.
Osmanlıda hukuk şer’i ve örfî hukuk anlayışına dayanırdı. Eyalet sancak ve kazalardaki
mahkemelerde hâkim olarak ‘kadı’ bulunurdu. Kadının verdiği kararlardan şüphe duyan-
lar bir üst mahkeme olan Divan-ı Hümayun’a başvurabilirdi. Daha küçük yönetim birim-
lerinde yani Nahiye’lerde kadının yerine naipler hüküm verirdi. Mahkemelerde görülen
davalar Şeriyye Sicilleri’ne kaydedilirdi. Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik
gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanını-
yordu. Böylelikle imparatorluk içindeki çok uluslu halkın adalet anlayışına cevap verili-
yordu
Osmanlıdaki cezalar üçe ayrılır: Had, kısas, diyet ve Ta’zir.
Had cezalar ı, Allah’a karşı işlenen suçlar için Allah’ın hakkı olan, bu yüzden de değiş-
tirilemez cezalardır. Bunlar kanunda gösterilen cezalar gibidir. Had cezasını gerektiren
suçlar zina, kazif (veya zina iftirası) şarap içme, hırsızlık, haydutluk gibi olanlardır. Bun-
lardan zina için recim ve 100 değnek cezası, kazif için 80 değnek, şarap içme için 80
değnek, hırsızlık için bir organın kesilmesi, haydutluk, yol kesme için çengel gibi cezalar
verilirdi.
Taz’ire gelince, bundan önce belirtilen cezalardan farklı olarak
taz’irde önceden sayılmamış suçlardan gene önceden sayılmamış
cezaları olup, bunlar, yargıcın takdir hakkına bırakılmıştır. Yargıç
isterse suçluyu bağışlar, sürgüne gönderir, tutuklar, teşhir etti-
rir, değnek cezasına çarptırırdı. Burada “had” cezalarına göre
sınırlamalar tanınmıştır. Ayrıca devletin dirliği ve çıkarları için
şeyhülislamdan alınan bir fetva üzerine hükümdarın “siyaseten
katl” denilen ceza verme yetkisi tazir’e benzetmektedir.
Kısas ve diyet davalarında, Bir yanılmanın olduğu infazdan
sonra anlaşıl-ırsa geri dönülmesi mümkün olamaz. Bu yüzden
kadınların şahitliğiyle bu cezalar verilmezdi*59+. Çünkü, onların
şahitliğinde bir çesit şüphe vardır. Yanılma ve unutmaları çok
olur. Belleme ve kavramaları zayıftır. Had ve kısas ceza-larının
verilmemesi ve doğabilecek şüphelerle düşürülmesi yargılama-
da essas-tı. Şüphe ile düşen bir ceza şüpheli bir delille sabit
olamazdı. Bunun böyle olması cezanın düşmesini kolaylaştırmak
ve davalıya durumuna uygun daha hafif bir ceza vermek içindi
*60+. Had ve kısas davalarında bizzat görgü şahidinin şahitlikte
bulunması ica-beder.
Yargıcın takdirine bırakılmış cezalarda, suçu yüze vurma,
öğüt verme, azarlama, kulak çekme, teşhir, mali cezalar, miras-
tan yoksun bırakma gibi bir ölçüde hafifleri de bulunmaktadır.
Her zaman rastlanmayan fakat tarih kitaplarının kaydettiği çeşitli ağır
cezalar arasında mağaraya kapatıp içine duman salarak öldürme,
çuvala koyup suya atma, XVI.yüzyılda rastlanan ve adı, topa bağlama
olan suçluyu topun ağzına koyarak mermi gibi atmak, linç etmek
(keşkeş), deri yüzme, çarmıh, kazık, çengel gibileri bulun-
maktadır. Casuslara uygulanan çarmıh cezasında, suçlu-
nun bedenine yanmakta olan iri balmumları dikildiğini
biliyoruz. Buraya alınan resimde görülen çengel cezası da
korsanlara, casuslara uygulanırdı. Eminönü’nde kalaslar-
dan bir iskele kurulur, suçlu makaralı iplerle kalasların üst
basamağına çekilir, buradan daha alt basamakta olan ucu
sivri çengelin üzerine bırakılırdı. Bazen suçlu hemen öl-
mez, çengele takılı olarak bir süre can çekişirdi.
Buradan yola çıkarak Osmanlı adalet sisteminin ne kadar
sistematik ve düzenli olduğunu görebilirmek mümkün-
dür.
FERDA KARAHAN
SOSYAL BİLG. ÖĞRETMENİ
OSMANLIDA SUÇ VE CEZA
SURİYELİ MÜZİK DEHASI TAMBİ
ASAAD
Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığın-
dıktan sonra ailesiyle birlikte Bursa’ya gelen 16
yaşındaki Tambi Asaad’ın öyküsü film senaryola-
rını aratmadı. Bursa’da geçen yıl gezerken gördü-
ğü müzik merkezine giren Asaad’ın yeteneğini
piyano öğretmeni Rus Elena Yudina keşfetti. Bir
yıllık eğitimin ardından, kendisinden 10 yıl önce
müziğe başlayan yaşıtlarıyla Moskova ve St Pe-
tersburg’daki uluslararası yarışmalarda piyano
çalan Asaad birinci oldu. New York Konservatuarı
bu kin ve nefret peki? Her insanın dini, siyasi görü-
şü, değerleri farklı olabilir! Ki bunun için dünyada
194 ülke var. Hepsinin istekleri birbirine uymayabi-
lir! illaki bunun için savaş ve kaos çıkması mı ge-
rek? Gerçekten de iyi bir gezegende mi yaşıyoruz?
Ya da gerçekten burada ‘hayat’ var mı? Bütün dün-
ya el ele verebilmesi için Mars gibi üzerinde yaşa-
yan kimsenin olmaması mı gerek? Dünyada ‘hayat’
varmış gibi bir de başka gezegenlere de taşımak
istemeleri garip! Başka ‘savaş’ meydanları…”
Gülsüm Aksu– 7/A
“ Bir çocuk olarak benim aklıma sığmıyor, bir sava-
şın neden başlayıp neden bittiği? Hani hep ‘siz ço-
cuksunuz, siz anlamazsınız; siz işinize bakın, oku-
yun…’ derler ya! Acaba savaşmak için mi okuyo-
ruz? Biz ki bir savaşı bitirecek kadar güçlü değilsek
nesil olarak okullar neden var, neden ‘eğitim şart’
lakırdıları eksik olmuyor?
Mesela geçen gün Türkiye’nin yüreğine bir kor
düştü, birçok insanımızı kaybettik! İçlerinde anne
ve babalar ya da daha olacak olanlar vardı...Niçin
Fillerin savaşında çimler ezilir, sözü hakikatini her seferinde bize yeniden ka-
nıtlar nitelikte. İdeolojilerin, çıkarların, kirli hesapların bedelini temiz kalplerin
çekmesi acınası...Her çocuk bir umut, her çocuk bir abi, her çocuk bir, abla, her
çocuk bir eş, her çocuk bir baba, her çocuk bir anne, her çocuk bir dede, her
çocuk bir nine, her çocuk bir YAŞAM özleminde… Ve hayatları hiç pahasına yok
eden ‘yaşam şarlatanları’ dünyanın bir damla kan’dan daha önemli olduğunu
elbet anlayacaklardır! Lakin o zaman yönetilecek ne bir toplum ne bir millet ne
bir insan kalacaktır. Ruhları çekilmiş ülkelere/şehirlere ‘insanlık tohumları’ at-
manın zamanı gelmedi mi?
“ Savaş ve terör, dünyadaki en kötü en ‘ilkel’ şey-
dir. Konuşup çözüm bulmak yerine yapılan savaş-
lar, birçok masum insanın hayatına girip hayalleri-
ni çalıyor. İnsanların sevdiklerini ellerinden alıyor.
Savaş, bir ülkedeki insanların evlerini, sevdiklerini
arkalarında bırakıp gitmelerine sebep oluyor.
Anlaşmazlıklardan başlayan terör ne yazık ki
‘masum çocukları yiyen canavarlara’ dönüyor. “
Zeynep Deniz Cansız– 7/A
SAVAġ VE BARIġ
MASUMLARIN SAVAġI
BĠRLĠKTELĠK
“İyi bir savaş, kötü bir barış hiç
olmamıştır. “ (B. Franklin)
Popüler Kültür ya da
Pop Kültürü, özellikle 20.
yüzyılda etkisini gösteren
ve toplumsal modernleş-
menin yan etkileri arasın-
da sayılabilecek bir kav-
ramdır. Nispeten eski halk
kültürü olarak literatürde
tartışılsa da, aslında top-
lumsal kültürün ve günlük
yaşamdaki değişken alış-
kanlıkların biçimsel an-
lamda farklılaşması ve
yaygınlaşması olarak an-
latılabilir. Türk Dil Kuru-
mu ise, popüler kültür
kavramını, “belli bir dö-
nem için geçerli olan, hızlı
üretilen ve hızlı tüketilen kültürel
ögelerin bütünü” olarak tanımla-
maktadır.
Türk Dil Kurumu’nun tanımından
da anlaşılabileceği üzere, popüler
kültürün genel manası, dönemlik
meşhur olan davranış biçimleri,
müzikal eserler, kitaplar, kıyafetler
gibi unsurların o dönem içinde
yaygınlaşması ve tüketilmesi hali
durumudur. Yani, üretkenliğin sı-
nırlı kaldığı, kalıcı olamayacak an-
cak yaşandığı döneme etki edebile-
cek unsurların bütünüdür. Zaten,
sırf bu özelliği nedeni ile de, bir çok
entelektüel ve bilinçli çevrede,
popüler kültür alışkanlıkları ağır
şekilde eleştirilmektedir.
KÜLTÜR ENDÜSTRĠSĠ
GENÇLĠK AFYONU: POPÜLERLĠK
Popüler kültürün araç
gereçleri ile hemhâl
olan neslimiz, bunun
kullanımı ile ilgili ne
yazık ki bir kültür imar
edebilmiş değiller...
Tüketim, çarpıcılık, hızlı
iletişim, beğeni esaslı-
lık vs. gibi unsurlar,
"saf ve elit bilgiyi" sa-
hadan silme konusun-
da her geçen gün etki-
sini arttırmaktadır.
Sosyal medya ile per-
çinlenen ve destekle-
nen bu "sanal kültür" enstromanları, kişisel ve sosyal gelişimlerde çocukları
"popüler" olmaya zorlamaktadır. Arkadaş ilişkilerin twitter, snapchat, fa-
cebook, instagram vb. platformlarda oluşturulması "hormonlu meyve" tadı
vermektedir. Olmak istedikleri gibi davranmak/görünmek, sadece bir
"fenomenlik" arzusu kadar masum değil; "gerçekçilik ve samimiyete" vuru-
lan bir darbe ma-
hiyetindedir!
Giyim kuşamla,
fast foot kültürü
ile pompalanan
arzu ve istekler,
günümüz toplu-
munu da şekillen-
Soruyoruz?
Tüketim, doğal ihtiyaçların rasyo-
nel olarak tatmin edilmesi midir?
Daha çok tüketim, ilerleme ve
mutluluk anlamına mı gelir?
Tüketimin yaygınlaşması sınıf
farklarının giderilmesi midir? Po
pü
ler
Kü
ltü
r
Ha
mza
AY
BA
KA
N
- T
ürk
çe Ö
ğre
tme
ni
“Huzur istiyoruz, çok imkânsız olmasa gerek?
Daha mutlu, daha yaşanılası bir dünya… Savaşın
olmadığı, kavgaların bittiği, çözümsüzlüklerin
rafa kalktığı bir dünya… Hayali güzel değil mi?
Peki, hayal kuramıyorsanız ‘kurulan masum
hayallerden’ ne istediniz? Bir çocuğun temsilcisi
bir çocuk sesi olmalıdır! Çünkü büyüklerin bizi
anladıklarını zannetmiyorum ya da bizi gözettik-
lerini! Onun için ‘kalemlerimiz’ ile bir çığlık da
biz olmalıyız…” Zeynep Badıllı– 7/A
Hikâyeye göre günün birinde Franz
Kafka rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta
küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş.
Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu
oldukça üzmüş.
Kafka bebeği onun yerine aramayı öner-
miş ve ertesi gün aynı noktada buluş-
mak üzere sözleşmişler. Bebeği bulama-
ması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin
ağzından bir mektup yazmış ve buluş-
tuklarında kendisine okumuş:
“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı
görmek için uzun bir yolculuğa çıktım.
Sana başımdan geçenleri anlatacağım.”
Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka kü-
çük kızla her buluştuğunda sevgili oyun-
cak bebeğin hayali maceralarını özenle
yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük
kız da bu şekilde avunurmuş.
Derken gün gelmiş,
görüşme-
lerin artık sonu
gelmiş. Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak
bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı
olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe
iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş:
“yolculuğum beni çok değiştirdi…”
Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük
kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçır-
dığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur.
Kısaca şöyle yazmaktadır: “Sevdiğin her şeyi er ya da
geç kaybedeceksin, ama sonunda sevgi başka bir
surette geri dönecek.”
bereket cebine ama gönlüne değil bilesin, insanlara ne
sattığının farkında ol efendi!' dedim. Bir müddet baktı,
baktı sonra dedi:
“Ey Gönül, insanlara aşk afyon imiş, kalplere zarar, kim
alırsa da ona cefa imiş. Herkes ucuzun ve kolayın peşin-
de, artık kimse Mecnun gibi Cünun( deli) olmak, Kerem
gibi yanmak istemiyor dost !”
Boynumu büke büke ve de kendime kıza kıza çekip gittim. Sonra huzurunuza
gelmeye karar verdim, geldim çünkü Sabır Ülkesinin Sultanısınız, çare olsa siz de
vardır, dedim." diyerek ağlamaya başladı. Başını yerden kaldırdım gözyaşlarını
sildim. Sonra dedim:" Ey kalp dükkanının sahibi, biz de senden alırdık şifamızı,
özümüzü. Kimse itibar etmez ise benim de acizliğim senle başlar. Halkım gaflette
ise ilacı Sabır'dır. Sabır ise Zaman leşkerlerinin (askerlerinin) komutanıdır. Olur ki
Can Sarayına da tesir eder ise tek çaresi cihattır...
Vaktiyle bir 'kelime' geldi huzura,
hayli yıpranmış ve dağılmış vazi-
yette. Derdi vardı besbelli, huzurday-
ken titriyor ,konuşamıyordu çünkü.
Anlat dedim, “Kimsin nesin; ne iş
yapar ne gezersin?” Mahcup ve ür-
kek bir sedayla başladı :" Gönül der-
ler bana, kalpte yaşar, insanlara sev-
gi satarım, geçimimi aşık ve maşuk-
lardan sağlarım. Lakin hiç mecalim
kalmadı, çaresiz ve bitkinim. Ne eski-
si gibi mana ikliminin muhabbeti var
insanlarda ne bunu söyleyecek dil!
Hatta âşık da kalmamış belli, artık
satmıyor sevgi. Ne vakit açsam kalp dükkânını kimse-
cikler uğramaz, selam vermez olur. Bir komşum var
karşımda 'Hicran (ayrılık)’ adında, ne zaman önünden
geçsem tıklım tıklım, tıkış tıkış. Baktım insanlara her-
kes avuç avuç, torba torba ‘Hüzün’ almakta, şaşırdım,
yutkundum… Ne derdi var bu insanların dedim kendi
kendime? Usulca komşum Hicran'a yaklaştım, 'bu
“Hayatta iki yol vardır. Siz az
kullanılmış olanı seçin: YAŞAMAYI”
GÖNÜL-HÂNE
KAFKA’NIN GÜNLÜĞÜ
Temel konsepti medeniyetleri buluştur-
mak olan Anadolu Ateşi, Mustafa Erdoğan
önderliğinde Doğu ile Batı kültürlerini har-
manlayarak evrensel barış mesajları veren
bir portreye sahip… Halk danslarını bale,
modern dans ve dansın diğer disiplinleriyle
sentezleyerek Anadolu’nun bin yıllık değer-
lerini kültür şöleni haline getiren ve her
yöreden derlenmiş 3000 halk dansı figürü-
nü/dansını barındıran bu eşsiz ekip Şanlıur-
fa Doğa Kolejini ziyaret ettiler. Öğrencilerle
birlikte keyifli saatler geçirip merak edilen-
leri cevapladılar. Ekibin oluşumunu, misyo-
nunu, çalışmalarını, etkinliklerini ve kısacası işin mutfağı ile ilgili soruları yanıtladılar.
Kendilerine buradan bir kez daha teşekkür ederiz...
DOĞA KOLEJĠ
Meclis öğrencilerinin hazırlamış olduğu organizasyon kapsamında ünlü sinema oyuncusu Ahmet Özyavuz Şanlıurfa Doğa Koleji öğrencileri ile bir araya gelerek hem öğrencilerimizin sorularını cevapladı hem kariyer sürecini hakkında bilgi verdi. Ünlü Oyuncu Kurtlar Vadisi, Akasya Durağı, Arka Sokaklar gibi dizilerde aldığı rolleri ve sinemaya dair deneyimlerini paylaştı: Öncelikle hoş geldiniz ... Hoş bulduk çocuklar. Burada olmak benim için büyük bir mutluluk. Urfalı olduğunuz hemen hemen herkes biliyor. Neden Urfa’dan gitmeyi tercih ettiniz? Çeşitli nedenlerden dolayı gittim ama Urfa’yı bırakmadım. Öğrencilik hayatım burada geçti. Burada iş imkânları yoktu. Ve bu şartlar beni oraya götürdü. Tekstille uğraştım yaklaşık 15 sene. İstanbul’da ilk Osman Sınav’la başladım. 3 tane sinema filminde yer aldım. Peki, İstanbul’da olmanıza rağmen Ur-fa’dan kopmadınız. Sizi buraya bağlayan şey ne? Harbi Urfalıyım. İçimde Urfa sevgisi var. Urfa’yı tanıtmaktan da zevk alıyorum. Çünkü Urfa bir değer, bir tarih, bir medeniyet... Doğa Koleji ailesi olarak bizi takip ediyorsunuzdur?
Aa, evet sizleri takip ediyorum. Ve beğeniyo-rum. Eğitime katkısı çok büyük. Peki, genelde hep ağır baba rollerinde yer alarak oyunculuk yaptınız. Sizi bu mesleğe çeken neydi?
İçimde varmış. Yaklaşık 19 yıl Urfa’da yaşadım ve arkadaşlar ara-sında lakabım Artist Ahmet/Ahmo’ydu. Bu meslekte ilerletti beni. Peki, buradan öğrencilere ne gibi mesajlar vermek istersiniz? Ders çalışın, ilerde Urfa’ya katkıda bulu-nun. Burayı değiştirip geliştirmek sizlerin ellerinizde.
Bu değerli röportajı bizlerle yaptığınız için teşekkür ederiz...
ANADOLU ATEġĠ
AHMET ÖZYAVUZ
RÖPORTAJ
Mustafa Erdo-
ğan, 15 yıllık
süreçte 89 ülke-
ye ulaştıklarını
belirterek, "Bizim
sahnelediğimiz
dansların için-
de Şanlıurfa kültür
ünü yansıtan dans-
lar da var. Ama bu
gösterimiz özel bir
gösteri çünkü
15'inci yılımızı
kutluyoruz. Geride
kalan süreçte 89
ülkede 40 milyo-
nun üzerinde seyir-
ciye ulaştık" dedi.
İnci Küpeli Kız
Hollanda-
lı ressam Johannes Ver-
meer'in başyapıtlarındandır.
Adından anlaşılacağı gibi
odak noktası
bir “inci küpe”dir. Bir küpe-
nin, bir hizmetçi kızın statü-
sünü nasıl yükseltebileceği-
nin kanıtı niteliğindedir. Ve
güzel bir kadının sınıflara
ayrılamayacağının manifes-
tosudur. "Hollandalı Mona
Lisa" olarak da adlandırılır.
Sözcüklerin yarım kalmışlığı arasında gözyaşları sü-zülürken soluk yanaklarımdan, Zaman bitti ve soldu yine gözlerimdeki minik ışık… Gidişler yine ve yeniden bekleyişlerimin haberini getirdi. Bekleyişime doğru gidiyorum yeni ve yineden... Ah bu gözyaşlarım ve Ah bu mahiyetini bilemediğim ben ve öteki benler… Gidişler eşliğinde melodik bir hüzün var dünyamda. Kahve’rengidir ağlayan dünyam! Kalbim üç ateştedir… Dilimde bembeyaz dualar, ruhuma ışıklar saçar.
Eğilir boynum kılıç iner ben düşerim. Ölüm tatlı bir çörek gibi önüme gelir. Tanrının adaletine bırakırım bedenimi. Ah karalar bağlamış yaralarla dolu kal-bim! Gözyaşı dolu yakarış ve hıçkırıklar eşli-ğindeki ben... Göz kapakları ağırlaşmış, Acının yön verdiği ve acıya doymak bil-meyen ruhumun paramparça olmuş aynaları BEKLE...
SANAT ve KADIN
BEKLEYĠġ
Salvador Dali’nin anlatımıyla ”erkeksi kozmik kıyamet canavarıdır.”
Zürafa Dali’ye göre savaşın önsezisidir. Öndeki ve arkadaki kadın figürü-
nün sırtını iskelet benzeri bir yapıyla destekleyerek toplumun hatalarını ve
zayıflıklarını anlatmak istemiştir. Salvador Dali insan vücudu-
nu psikanaliz ile açılabilen
tamamen gizli çekmeceler
olarak görüyor. Bazı yo-
rumlarda ise bu figürlerin
uzun boylu mankenler
olduğunu ve savaşın yak-
laştığını duyuran ölüm
melekleri olduğu söyleni-
yor. Kadının birey olarak
kendini gerçekleştirmesiyle
toplumsal özgürlüğe ka-
vuştuklarının analizidir bir
nevi.
YANAN ZÜREFA SYLVETTE
Ruhun var mı? -Anlamadım? - Şiir sever misin? -Yani. Okurum arada. -Sever misin? -Güzel şiirler var. -Kötü şiirler var mıdır? -E yani. Güzeli varsa… -Bence kötü olan şey şiir olamaz. -Ama piyasada/ -Piyasa? -Kitapçılarda filan kötü şiir kitapları yok mu? -Şiir olan kötü değildir. -Peki, nasıl anlayacağız? -Neyi? -Şiiri ve şiir olmayanı. -Çok basit. Dizelerin sana dokunmasına izin vereceksin. -Nasıl? Gözünle değil, ruhunla okuyacaksın. -Nasıl? -Seveceksin dizeleri. Nefret edeceksin onlardan. Kıskanacaksın bazen. Bitince derin bir soluk alma ihtiyacın olacak. -Sanırım bana göre değil. -Ruhun var mı? -Anlamadım? Şiir sever misin? -A yok! Ben almayayım. Hengami
Ekmek deyip geçme bir gün muhtaç olursun Sokak sokak arar, yine çöpte bulursun Buğdayda başak başak umudun sesidir Ekmek Allah’ın kuluna hediyesidir. Nankörlük yapma rızkını çöpe atma Çok israf edip de helaline haram katma Gün olur dersin eyvah, Başını taşlara vurursun ah ah..! Yıllar çabuk geçer zamana aldanma Kuş misali uçup gider elinden paran da Ekmek çalışmakla kazanılır Emeğine yürek katıp hızlandır. Kaç buğday tanesinin adı Ekmek milli servetin damaktaki tadı Ekmek binlerce rızkın başı demek Tek seçenek onu israf etmemek… Kadriye Kirişçi– 9/A Milli Eğitim Bakanlığı Şiir Yarışmasında İl Birinciliği
EKMEĞĠN EMEĞE KATTIĞI DEĞER
PARDON, BAKAR MISINIZ?
Bülten Başlığı
Ş İİR
Mona Lisa
Floransa'da Leonardo da Vinci
tarafından kavak bir pano
üzerine Sfumato tekniği ile
resmedilmiş 16. yüzyıl yağlıbo-
ya portresidir. Resim ha-
len Paris'teki Louvre Müzesi'nde
sergilenmektedir. Tabloda
oturmuş bir kadın resmedilmiş-
tir, kadının yüzünün kime ait
olduğu hala gizemini korumak-
tadır. Yüz ifadesindeki belirsiz-
lik, kompozisyonundaki anıtsal-
lık, atmosferdeki ilginçlikler,
tablo hakkındaki çalışmaları
devam ettirmektedir
“Gözden
Her zaman
Gözyaşı düşmez Azizim!
Kimi zaman da
İnsan düşer…”
ELVEDA URFA Yediverenlerin eşliğinde, yusuf tutanların masumiyetiyle elveda... Belki yine gelirim, hüznü gözlerinden izlemeye. Şıh Maksut’ta gönlümü teskin etmeye, dağlarına ovalarına içimi dökmeye, belki yine gelirim. İbrahim Halil makamında rahmete gark olmaya gelir ruhum, güvercinlerinle yine hay derim, hak derim, hu derim. Mâlik bin dinar hazretlerine ağızlarında dinarlar taşırdı balıklar, senin balıklarınsa hep dua taşıdı bana, göz göze, ağız dolusu, yürek dolusu dualar yükseltirdik semaya, kimse duymadan bir uçtan bir diğer uca. Hazreti Eyüp makamında teslimiyetin doruğuna yükselirdik, binlerce lâle açardı yüreklerimizde ve tatlı bir hüzün sarardı ruhumu. Şefkati yüreğime her dokunduğunda bir kuyudan kurtulmuşçasına yumardım kirpik-lerimi, bırakırdım şelalelerimi. Bir sevda daha dokunurdu ruhuma, ben ben olurdum, ruhumdaki fırtınalarsa mu-amma... Misk u amber kokulu sevgilim, düşler ülkem, hayalim, elveda! Belki yine gelirim, kokunu ciğerlerime çekmek için, dindirebilmek için yangınlarımı, huzur sokaklarına sere serpe serilmek için... Bir ceylan gibi adımlayamayacağım artık sokaklarını belki, belki yabani bir keklik gibi konacağım kor avuçlarına, bir yabancı gibi, kokuna hasret bir canan gibi geleceğim belki ama hiç dinmeyecek hasretin. Sen ki sevdanın en derini, samimiyetin en masum hali, acılarımın, sevdalarımın, yakarışlarımın en büyük şahidi. Sen ki manası derin, efsunu hoş, yalanı yok şehrim, sadakatim! Gidiyorum senden, ruhum ayrılmışken, bedenimi bir ceset gibi sürüyerek götürüyo-rum... Düğümleniyor sensiz kalacak olmanın acısı hafsalamda, hıçkırıklarımı gülden yatağı-na gömerek gidiyorum. Elveda refahım, peygamber suretini ayında saklayan sevgilim! Göğsümü sır dolduran vefalı, sevdalı şehrim... Fazile Aydınalp
Jeanne
Yahudi kökenli İtalyan
ressam Modigliani, yap-
mayı düşündüğü bir
tablosu için model arar-
ken arkadaşı olan Rus
heykeltıraş Chana Orloff,
onu 19 yaşındaki güzel
sanatlar öğrencisi Jeanne
Hébuterne ile tanıştırdı.
Jeanne Hébuterne'in
tablosunu bitirdikten
sonra çiftin aralarındaki
ilişki bitmedi ve beraber
yaşamaya başladılar.
Picasso, 19 yaşındaki Sylvette
David ile tanıştığında onu birçok
eseri için model olarak kullanıp
ölümsüzleştirdi. Sylvette kasa-
banın çömlekçilerinden birinin
terasında sigara eşliğinde kahve
içerken Picasso’nun yan tarafta-
ki stüdyosundan bir resmini
tutup yukarı kaldırdığını fark
etti. Arkadaşlarıyla birlikte gidip
Picasso’nun kapısını çalıyor.
Onu görünce Picasso hemen
sarılıp “Senin resmini yapmak
istiyorum,” diyor.
Daha sonraki aylarda Picasso
kendisine modellik yapması için
Sylvette’i ikna etmeyi başarıyor ve 28’i resim olmak üzere çizimler ve heykel-
ler de dâhil toplam 60 portre serisi yapıyor. Böylece Picasso ilk kez bir model-
le başarılı bir çalışma yürütüyor. Ayrıca Picasso ilk kez bir kadın üzerine bu
kadar çok sayıda ürün veriyor.
ÖLÜ KELĠMELERE DUALAR Bir Martı’nın bir Vapur’a olan aşkını bırakıyorum sana… Denizin içinde sere serpe uzanan ‘Gelinlik Kızın’ hikâyesini… Rüzgârda dalgalanan saçlarına âşık olan Martı’nın sesine hapsediyorum gidişimi! Bir bankta otur en iyisi mi, Vapur ile Martı’nın aşkına dua eyle… Ve bir Martı’nın düşürdüğü simidin Denize kaptırdığının hüznüne şahit ol İşte o vakit benim senden gidişimi anlayabilirsin! Hengamî