Top Banner
1 FATİH KERİMİ ve İSTANBUL MEKTUPLARI Vahdettin IŞIK Giriş 19. yüzyılı tanımlamak için çeşitli söylemler bulunmaktadır. Rahatlıkla ifade edebiliriz ki; bizim açımızdan 19. Yüzyıl, Müslümanlar üzerinde Avrupa nüfuzunun pekişmesi demektir. 1 Avrupa’nın nüfuzu birbirini etkileyen üç farklı alanda temayüz etmişti. 2 Bunlardan birincisi, toprakların çok önemli bir kısmının işgale uğraması ve kapitalist sistemin bir parçası haline gelmesi, ikincisi; bir yandan işgallerin oluşturduğu kuşatma hali diğer yandan da içyapıya yönelik müdahalelerle hukuk, maliye, eğitim gibi alanlarda, Avrupa’nın siyasi nüfuzu altına girme, üçüncü olarak da Avrupa ideolojilerinin Müslümanlar arasında gittikçe artan etkisidir. Nitekim Fransız Devrimi 1789 da gerçekleşmiş, devrimden 10 yıl kadar bir zaman geçmemişti ki; özgürlük, kardeşlik, eşitlik sloganlarının muzaffer komutanı olan Napolyon Mısır’ı işgal etti(1798). Aynı Napolyon 7 Ekim 1798 tarihinde Direktuvar hükümetine yazdığı mektupta şöyle diyor: Mısır’a hakim olan Avrupa kuvveti Hindistan’a da hakim olur”. 3 Bu mektubuyla O, kendi içinde paylaşacak bir şey kalmayan Avrupa için hedefi, Doğu’ya yürüyüş olarak belirlemişti. Nitekim 1798’de giriştiği Mısır seferi, Avrupa’nın ve bütün dünyanın kaderini değiştirmeye yönelik büyük projenin ilk adımını oluşturdu. Edward Said’in belirttiği gibi, Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle çağdaş kültürel ve politik bakış açılarımıza hala hükmeden Doğu ile Batı arasındaki süreçler harekete geçirilmiş olacaktı. 4 1 Erik Jan Zurcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Y., İst., 2002, s.12 2 E. Zurcher, a.g.e., s. 13 3 S. Abu İzzeddin, İbrahim Başa fi Suriyye, Beyrut, 1929, S. 2-3 (aktaran, Dr. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı Mısır Meselesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, 2. Bs. S. 23 4 Edward Said, Oryantalizm, Pınar Yayınları, ..., 2. Bs. S. 27
15

Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

Mar 29, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

1

FATİH KERİMİ

ve

İSTANBUL MEKTUPLARI

Vahdettin IŞIK

Giriş

19. yüzyılı tanımlamak için çeşitli söylemler bulunmaktadır. Rahatlıkla ifade edebiliriz

ki; bizim açımızdan 19. Yüzyıl, Müslümanlar üzerinde Avrupa nüfuzunun pekişmesi

demektir.1

Avrupa’nın nüfuzu birbirini etkileyen üç farklı alanda temayüz etmişti.2 Bunlardan

birincisi, toprakların çok önemli bir kısmının işgale uğraması ve kapitalist sistemin bir parçası

haline gelmesi, ikincisi; bir yandan işgallerin oluşturduğu kuşatma hali diğer yandan da

içyapıya yönelik müdahalelerle hukuk, maliye, eğitim gibi alanlarda, Avrupa’nın siyasi nüfuzu

altına girme, üçüncü olarak da Avrupa ideolojilerinin Müslümanlar arasında gittikçe artan

etkisidir.

Nitekim Fransız Devrimi 1789 da gerçekleşmiş, devrimden 10 yıl kadar bir zaman

geçmemişti ki; özgürlük, kardeşlik, eşitlik sloganlarının muzaffer komutanı olan Napolyon

Mısır’ı işgal etti(1798).

Aynı Napolyon 7 Ekim 1798 tarihinde Direktuvar hükümetine yazdığı mektupta şöyle

diyor: “Mısır’a hakim olan Avrupa kuvveti Hindistan’a da hakim olur”.3 Bu mektubuyla O,

kendi içinde paylaşacak bir şey kalmayan Avrupa için hedefi, Doğu’ya yürüyüş olarak

belirlemişti. Nitekim 1798’de giriştiği Mısır seferi, Avrupa’nın ve bütün dünyanın kaderini

değiştirmeye yönelik büyük projenin ilk adımını oluşturdu. Edward Said’in belirttiği gibi,

Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle çağdaş kültürel ve politik bakış açılarımıza hala hükmeden Doğu

ile Batı arasındaki süreçler harekete geçirilmiş olacaktı.4

1 Erik Jan Zurcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Y., İst., 2002, s.12

2 E. Zurcher, a.g.e., s. 13

3 S. Abu İzzeddin, İbrahim Başa fi Suriyye, Beyrut, 1929, S. 2-3 (aktaran, Dr. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed

Ali Paşa İsyanı Mısır Meselesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, 2. Bs. S. 23 4 Edward Said, Oryantalizm, Pınar Yayınları, ..., 2. Bs. S. 27

Page 2: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

2

Daha sarsıcı olan şudur ki, sözünü ettiğimiz işgalle, Batı kendi iç sorunlarını da

evrenselleştirmiş oldu.5

Batı işgalleri ve sorunlarının evrenselleşmesi, sürecin içerisinde yer almayan Batı-dışı

dünyanın insanlarının gündelik hayatlarına kadar yansıyan kuşatıcı sorunlarla yüzleşmek

anlamına da geliyordu. Mamafih, bu sorunlardan en çok etkilenen insanların Müslümanlar

olduğunu söylemek mümkündür.

Bu iddiamızın anlaşılabilir kılınması için 17. yy sonunda, hatta hatta 18. yy da nasıl bir

dünya olduğunu hatırlamak yeterli olabilir. Hatırlanabileceği gibi, sözü edilen tarihte dünyada

üç büyük Müslüman devlet bulunmaktaydı. Bu devletler; Osmanlı-Safevi ve Hind-Babür

Devletleriydi.

Gerek nüfusu gerekse de temsil ettiği dünya görüşü itibariyle, dünyanın en geniş kayda

değer devletleri olan bu ülkeler, sözünü ettiğim Batı-nüfuzu ile tarih sahnesinden çekildiler.

Elbette olay, ifade ettiğimiz kadar yalın bir şekilde tasvir edilerek geçiştirilemeyecek kadar

önemli ve karmaşık süreçlerle şekillendi ve yine bir o kadar karmaşık sorun bıraktı ardında.

Toprak kayıpları demek, insanların işgal altında kalması, ölmesi, dul-yetim-öksüz ve sakat

kalması, yoksullaşması demektir. Hayatını şekillendiren dini ve sosyolojik mirası tevarüs

ettirememesi demektir. Kendine ve değerlerine gittikçe müdahale edilmesi demektir. Göç

demektir.

Hayatın bütünlüğü içerisinde vücut bulmuş kurumların işleyememesi, velhasıl her

anlamda ‘yoksullaşmak/ yoksunluklara maruz kalmak’ demektir.

19. yy’ın ikinci yarısı ile 20. yy’ın ilk yıllarında Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan Anadolu’ya

gelmek üzere yola çıkan göçmen sayısının yedi milyon civarında olduğu ve bunların sadece üç

milyonunun Anadolu’ya ulaşabildiği sanılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu

zamanki nüfusunun -13 milyon civarında olduğunu düşündüğümüz zaman bu sayının

büyüklüğü daha iyi kavranabilir.

5 B. Gencer, İslam’da Modernleşme, Lotus Y., Ank. 2008, s.40

Page 3: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

3

Fatih Kerimi Kimdir

1870 yılında Tataristan'ın Samara eyaletinin Bögülme kazasına bağlı Minğlibay köyünde

doğmuştur. İlk eğitimini köyün mollası olan babası İlman Kerimi'den alan Fatih Kerimî, daha

sonra Çıstay (Çistapol) medresesine devam ederek burada 11 yıl eğitim görmüştür. Çıstay

medresesindeki eğitimi sırasında iki yıllık Rus mektebini de tamamlamıştır. 1890 yılında

Ufa'da ruhani meclis huzurunda imtihan vererek müderrislik icazetnamesi almıştır.

Babası İlman Kerimi, klasik usulde yaptığı derslerin verimsizliğini görür ve bu sorunu

dert edinir. İsmail Gaspıralı’nın ‟usul-i cedid„ adıyla başlattığı yeni öğretim tarzından haberi

olur ve Kırım’a giderek Gaspıralı ile tanışır. Konu hakkında müzakerelerde bulunarak yeni

usulü benimser. Ardından da bu usulü tatbik etmek amacıyla bir mektep açar. Devam eden

çalışmaları neticesinde de ceditçilik hareketini başlatan kişi olarak Tatar maarif tarihinde

önemli bir yere sahip olur.6

Rus sisteminin yanısıra ortaya çıkan modern Müslüman okul sistemi, milliyetçi Rus

okullarının yapısını ve ruhunu adeta kopya etmiş ve sadece ders kitaplarındaki “Rus”

tabirinin yerine “Müslüman”, “Tatar” ve “Kazak” vb. tabirini koymuştur. Yeni okullardaki

Müslüman öğrenciler, Rus ders kitaplarından alınan din, etnisite, tarih ve anavatan gibi

kavramları benimseyerek filizlenmeye başlayan kendi siyasi kültürleriyle bütünleştirdiler ve

Panslavizm’i kendi Panislamizm ve Pantürkizmleri için örnek aldılar. Sonunda da bu

kavramları Rus milliyetçi propagandasına karşı bir panzehir olarak kullandılar ve modern

Müslüman okullarında okutulan İslami ve yerli konulara gittikçe artan milliyetçi bir renk

kattılar.7

Fatih Kerimi’nin meseleleri ele alışına yakından bakıldığında, Rusya’daki Müslüman

entelektüel uyanış hareketi içerisinde yer alan ana çizginin derin izlerini görebiliriz. Kemal

Karpat’ın da belirttiği gibi, Rusya’daki Müslüman entelektüel uyanış hem modernizm hem de

milliyetçilik kisvesi altında görünmüştür. Milliyetçilik “manevi ve kültürel bir Rönesans ile

6 Fazıl Gökçek, İstanbul Mektupları kitabı için yazdığı giriş, Çağrı Yayınları, İst.2001, s. IX

7 Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, Bilgi Ünv. Yay., İst. 2004 s. 539,

Page 4: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

4

gerçekleştirilecek bir siyasi amaç olarak görülmüştür. Bundan böyle milliyetçilik

reformculukla ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlanmıştı.8

Babası, tahsilini devam ettirmesi için aynı yıl onu İstanbul'a göndermiştir.9

İstanbul'da hangi okula devam ettiği hususunda kesin bir bilgi yoktur. İstanbul'da

Mülkiye Mektebi'nde okuduğu yazılmaktadır.10

İstanbul'daki eğitiminin ardından Kerimî, Kırım'a giderek Yalta şehrindeki bir Tatar

köyünde iki yıl kadar öğretmenlik yapar. Yine Bahçesaray'da öğretmen yetiştirme kurslarında

dil, edebiyat ve pedagoji dersleri vermiştir. İlk hikâyesi olan Salih Dedenin Evlenmesi'ni de

(1897) Kırım'da bulunduğu sırada yazmıştır. Ayrıca Mirza Kızı Fatma adlı hikâyesini de bu

dönemde yazdığı sanılmaktadır.11

1896-1898 yıllarının yaz günlerinde Orenburg'a bağlı Kargalı'da meşhur Tatar

zenginlerinden Gani Bay (Hüseyinov)'ın finanse ettiği yaz kurslarında usûl-i cedit

öğretmenleri yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur. Onun Gani Bay'la tanışması Kerimî

ailesinin Orenburg'a göç etmesine de vesile olmuştur (1899). Babasının çağrısı üzerine

Kırım'dan Orenburg'a dönen Kerimî, burada yapacağı çalışmaları planlarken, altın ocakları

işleten zengin Şakir Remiev'in daveti üzerine onunla birlikte Almanya, Belçika, İtalya, Fransa,

Avusturya, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye gibi çeşitli ülkeleri içine alan dört aylık bir

seyahate çıkmıştır. Bu seyahat, Türkiye'de eğitim görmüş Kerimî'nin ufkunun daha da

genişlemesine neden olmuştur. Gittikleri ülkelerde eğitim kurumlarını, müzeleri,

kütüphaneleri, matbaaları, sanayi tesislerini ve Şakir Remiev'in altın madenleri için gerekli

olan makina ve teçhizat fabrikalarını gezmişlerdir. Kerimî bu seyahatinin izlenimlerini 1902

yılında Avrupa Seyahatnamesi olarak ta bastırmıştır.

Avrupa seyahati dönüşü bir müddet Moskova'da kalan Kerimî, babasının ileriye dönük

planları (babası eskiden beri Tatarca bir matbaa açarak halkına bu yolla daha iyi hizmet

8 Nitekim bahsi geçen entelektüellerin en ünlüsü Şihabeddin Mercani (1818-89) idi. Kazanlı bir Tatar ilahiyatçı

ve tarihçi olan Mercani geleneksel İslami öğretim yöntemlerini şiddetle eleştirmiş, özellikle ictihad’ı, İslami

kaynaklara dönüşü(Kur’an ve Sünnet), Avrupa bilgisinin edinilmesini ve Rusça öğrenilmesini savunmuştu. Bkz. K.

Karpat, age., s.544 9 Kerimi ile ilgili yazılan bütün eserlerde onun 1892 yılında İstanbul'a geldiği yazılsa da, o kendi ifadesi ile 1890

yılında tahsil için İstanbul'a geldiğini yazmaktadır. Bkz. Fatih Kerimi, "Merhum Ahmed Midhat Efendi", Türk

Yurdu, cilt III, s.163. 10

Fazıl Gökçek, İstanbul Mektupları, s. IX 11

Fatih Kerimi’nin yazmış olduğu tüm eserler için bknz. Fatma Özkan, “Fatih Kerimî’nin Türk Kadınına Bakışı”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Yıl : 2006.

Page 5: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

5

edeceğini düşünüyordu) için burada muhasebe ve Almanca kurslarına devam ederek bilgisini

arttırmıştır. Moskova'da bulunduğu sırada zaman zaman Rusya'nın başkenti Petersburg'a

giderek burada büyük bir matbaa açmış olan Kırımlı Mirza Boraganski'nin matbaasında baskı

usulleri konusunda bilgi de edinmiştir.

1900-1901 yılları arasında Orenburg'da gayri resmi olarak yine Gani Bay'ın maddi

yardımlarıyla Ural bölgesi ve Sibirya için yaklaşık 300 usul-i cedid öğretmeni yetiştirilmesine

katkıda bulunmuştur. İki yaz devam eden bu kurslar mahalli hükümet tarafından

kapatılmıştır.

1901 yılından sonra, babasının Orenburg'da bir matbaa ve kitabevi (Kütüphaneyi

Kerimîye) açması (1901) nedeniyle bu alanda yoğunlaşmıştır. Babasının matbaanın

kuruluşundan kısa bir süre sonra vefat etmesi (1902) nedeniyle bütün işlerle Kerimî ve

kardeşleri (Kerimî'nin ikisi erkek, üçü kız toplam beş kardeşi vardı) ilgilenmek zorunda

kalmışlardır.

1901 yılında Duhovni Sobraniye'nin (Rusya Müslümanlarının Ruhani İdaresi) yarı resmi

olarak yaptığı toplantıya, Fatih Kerimî ile birlikte Hadi Maksudi, Abdurreşid İbrahim,

Rızaeddin bin Fahreddin ve Abdullah Bubi gibi dönemin önemli aydınları da katılmıştı.

Toplantının gayesi; halk arasında bilimin yaygınlaştırılması için yapılacak çalışmaların

planlanması, ders kitapları yazımı meselesi (bu konu toplantıya katılanlara havale edildi) ve

bazı imla problemleri gibi önemli konulardı.

1905 I. Rus ihtilalinin getirdiği yumuşama döneminden İdil-Ural bölgesinde yaşayan

Tatar ve Başkurt halkının azami derecede faydalanması için mücadele eden aydınlar arasında

önemli bir yeri olan Kerimî, bu dönemde yapılan hemen hemen bütün siyasi toplantılara

gerek delege ve gerekse gazeteci olarak katılarak, üstüne düşen vazifeyi en iyi şekilde

yapmaya çalışmıştır. Uzun yıllar Orenburg Müslüman cemaatinin reisliğini ve Cemiyet-i

Hayriye'nin üyeliğini de yapmıştır.

Rusya Müslümanlarının ikinci toplantısından (13-23 Ocak 1906) sonra Orenburg'da bir

toplantı düzenleyen Fatih Kerimî II. Müslüman kongresinin aldığı karar doğrultusunda

Rusların Kadet partisi ile işbirliği yapılmasını toplantıda hazır bulunanlara kabul ettirdi.

İstanbul'da eğitim görmesi ve halkının problemlerine çok fazla duyarlı olması, Rus

parlamentosu Devlet Duma'sına vekil seçilmesini engellemiştir. Hükümet çeşitli desiselerle

onun da aralarında bulunduğu bazı Tatar aydınlarının (Abdürreşid İbrahim, Yusuf Akçura vs.)

Page 6: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

6

II. Devlet Duma'sına seçilmelerine engel olmuştur. Buna rağmen o, II. Devlet Duma'sına (20

Şubat- 2 Haziran 1907) seçilen dostu ve aynı zamanda Derdmend mahlasıyla şiirler de yazan

Zakir Remiev'in yardımcılığını üstlenerek Petersburg'a gitmiş ve dumadaki Müslüman

vekillere yardımcı olmaya çalıştığı gibi Vakit gazetesine de duma ve hükümet ahvali

konusunda haberler yazmıştır.

1906 yılında yukarıda adı geçen Remiyev kardeşlerin Vakit adlı bir gazete kurmaları ve

baş muharrirliğe Fatih Kerimî'yi getirmeleri, onun hikâye yazarlığından gazeteciliğe

geçmesine vesile olmuştur. Bu dönemde bir müddet Orenburg'daki Medrese-i Hüseyniye'de

muallimlik de yapan Fatih Kerimî çeşitli ders kitapları ve ders programları da hazırlamaya

başlamıştır.

1917 Ekim ihtilaline kadar gazetecilik görevinin yanısıra çok sayıda eser yazmış ve

Rusya Müslümanlarının meseleleriyle aktif olarak ilgilenmiştir. Ayrıca matbaasında çok sayıda

ders kitapları ve çeşitli eserler de bastırmıştır.

1917 Ekim İhtilali'nden sonra bir müddet Orenburg'da mektep-maarif ve kültür

meseleleri ile ilgili çalışmalarda bulundu. Öğretmen yetiştirme kurslarında dersler verdi.

Uzun yıllar çalıştığı Vakit gazetesinden ayrılarak 1 Kasım 1917 tarihinde Yaña Vakit (Yeni

Vakit) adlı gazetesini çıkarmaya başladı ve bu şehirde çıkan İşçiler Dünyası, Yol gibi çeşitli

gazetelerin yayın kurulunda çalıştı. Sosyalizm Tarihi adlı bir eser hazırladığı da belirtilmesine

rağmen bu eseri basılmamıştır. 1925 yılında Rusya'nın (Sovyetler Birliği) yeni başkenti olan

Moskova'ya göç etti. Bir müddet SSCB halklarının merkez neşriyatında çalıştıktan sonra

Nerimanov ismindeki Doğuyu Öğrenme Enstitüsü'nde 1937 yılına kadar Türkçe öğretmeni

olarak görev yaptı. Lenin'in toprak meseleleriyle (Agrarya Meselesi/Agrarnaya Vopros) ilgili

makalelerini Tatarcaya tercüme etti.1937 yılında Türkiye lehine casusluk (kızıl ordu ile ilgili

bazı askeri sırları 1936 yılında Moskova'da bulunun Türk Milli Futbol Takımı antrenörü Kerim

Bey'e verdiği iddia edilmektedir) ve Stalin'e suikast hazırlığı gibi çeşitli uydurma suçlardan,

suçlu bulunarak Stalin dönemindeki Tatar aydınlarını imha etme politikasının gereği olarak

kurşuna dizilmesine karar verildi (1990'lı yıllara kadar yazılan eserlerde, makalelerde, Kerimî

ve diğer katledilen Tatar aydınlarının ölmüş olduklarını yazmak yeterli görülüyor ve bu

insanların hayatlarını nasıl sona erdirdikleri üzerinde hiçbir açıklama yapılmıyordu). Fatih

Kerimî'nin kardeşi Muhammed Arif te 1934 yılında Varşova'da (muhtemelen Sovyet ajanları

tarafından) pencereden atılarak öldürülmüştür.

Page 7: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

7

Bazı eserlerde Kerimî'nin 1945 yılına kadar yaşadığı belirtilse de 1937 yılında kurşuna

dizildiği arşiv belgeleriyle kesinleşmiştir. 1959 yılında Sovyetler Birliği Yüksek Mahkemesi

tarafından suçsuz olduğu kabul edildi ve itibarı iade edildi.12

İstanbul Mektupları

Vakit gazetesinin sahibi Zakir Remiyev’den 29 Ekim 1912 tarihli bir mektup alan

Kerimî’ye söz konusu mektupta İstanbul’a giderek Balkan Savaşını takip etmesi rica

edilmekteydi. Kerimî, daha önce İstanbul’da okuduğu ve İstanbul’u yakından tanıdığı ve

Türkçesi çok iyi olduğu için bu göreve seçilmiştir. Teklifi kabul eden Kerimî, Vakit gazetesinin

muhabiri olarak 1 Kasım 1912 tarihinde Orenburg’tan yola çıkmış, 9 Kasım’da İstanbul’a

ulaşmıştı. Kerimi İstanbul’da dört ay kalır ve 1913 yılının Mart ayında Orenburg’a döner.

Kerimi, mezkûr sure içerisinde gazeteye 70 yazı(mektup) gönderir. Bu yazıların 67’si

Vakit, “İstanbul Teessüratı I, II, III” başlıklı üç yazısı da yine Orenburg’da çıkan Şura

gazetesinde yayınlanır. 1913’de Kerimî’nin yazmış olduğu yazılar, “İstanbul

Mektupları” isimli kitap halinde Orenburg’da Vakit Matbaası’nda basılır.

Rusya’da 1913’te basılan eser Türk okuyucusunun karşısına maalesef 88 yıl sonra

keşfedilerek 2001’de çıkar. Kitap; 70 mektubun dışında, Çağrı Yayınevi’nin editörü Şaban

Kurt’un ve eseri günümüz Türkçesine uyarlayan Fazıl Gökçek’in “Fatih Kerimî ve İstanbul

Mektupları” isimli takdim yazısı, Rahmetli Fatih Kerimî’nin yazdığı Önsöz, Kerimî’nin

Orenburg’a dönmesinden sonra Rıza Tevfik’in kendisine gönderdiği Türk dünyası hakkındaki

duygu ve düşüncelerini ihtiva eden ilginç bir mektup ve yine Süleyman Nesib’in

gönderdiği “Hakikâte Doğru” başlıklı bir şiir ve Kerimî’nin görüştüğü ve bahsettiği kişilere ait

53 adet fotoğraftan oluşmaktadır.

Kerimî'nin İstanbul'dan Vakit gazetesine gönderdiği haberler Rusya Müslümanları

tarafından ilgiyle karşılanmış ve bu haberler daha sonra ayrı kitap (İstanbul Mektupları)

olarak yayınlanmıştır.

İstanbul Mektupları’nın ilk yayınlandığı tarihlerde; Türk dili o kadar yaygındı ki Çin

12

Mesgut Gaynettinov, Magrifetçi Edib-Fatih Kerimi’nin Tuıvına 125. Yıl, Miras .S. 7-8, Temmuz-Ağustos 1995s.

65-76’dan aktaran, Fazıl Gökçek, age., s. XII.

Page 8: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

8

Denizi’nden Adriyatik’e, Sibirya’dan Yemen’e kadar Türkçe okunup yazılmaktaydı. Tiran’da

yayınlanan bir gazeteyi Doğu Türkistan’daki okur-yazar birisi rahatlıkla anlamakta,

Yakutistan’dan yazılan bir mektubu Saraybosna’da yaşayan bir aydın kolayca

cevaplayabilmekteydi.13

O, İstanbul'da kaldığı dört ay içerisinde yazdığı mektuplarda sadece olayların seyrini

yazmakla yetinmez, İstanbul'daki sosyal hayatı, halkın meydana gelen felaketler karşısındaki

tutumunu, savaşın sivil halk üzerinde yaptığı tahribatı, aydınlar ve devlet adamları arasındaki

siyasi ve fikri münakaşaları, Osmanlı haricinde yaşayan Müslümanların Osmanlı’da olup

bitene duyduğu yakın ilgiyi ve sürdürdüğü ilişkiyi, savaşın acımasızlığının yol açtığı insani

dramları da kaleme alır. O’nun mektuplarını okuyan okuyucu bir edebi metin türünden

ziyade, keskin bir gözlemci ve tarihi olayların sosyolojik-dini ve uluslararası ilişkiler

bağlamında ne anlama geldiğine dair canlı bir film ile bir yolculuk içerisinde kendini hisseder.

İstanbul'da Mülkiye eğitim alan Kerimi, uzun yıllar geçirdiği bu şehirde hem entelektüel

çevre ile hem de askeri ve siyasi erkân ile yakın ilişkiler kurmakta zorlanmaz. İstanbul'da

bulunduğu sırada dönemin devlet adamları ve aydınlar ile Balkan savaşları ve Türk-İslam

dünyasının meseleleri üzerine mülakatlar yapar. Kerimi, görüştüğü kişilerin birer

fotoğraflarını ve hususi olarak kendisi için yazdıkları birkaç satırlık el yazısı örneklerini almış

ve İstanbul Mektupları kitabında bunlara yer vermiştir.

Yazarın İstanbul’da görüştüğü aydınların listesi şöyledir: Mehmet Akif (Ersoy), İttihat ve

Terakkî’ nin Reisi Prens Sait Halim Paşa, Trablus Kahramanı Enver Bey(Paşa), Eski Şeyhülislam

Musa Kâzım Efendi, Mardinzâde Ebulula Efendi, Yazar Babanzâde Naim Bey, Sebilürreşat

Mecmuasının Müdürü Eşref Bey, Sosyolog Ziya Bey(Gökalp), yazar Ahmet Agayef(Ağaoğlu),

Doktor Abdullah Cevdet(Karlıdağ), Hikmet Gazetesi’nin muharriri ve Müslüman

Terakkiperver Partisi’nin başkanı, Darülfünun Felsefe hocası Hilmi Bey,), Yazar Halide Edip

Hanım, İstanbul Kız İdadi Mektebi Müdiresi Nakiye Hanım, Maliye Mektebi Müdürü ve birçok

mektep de ilm-i İktisat hocası Mustafa Zühtü Bey, Sâtı bey, Mizancı Murat Bey, Sadrazam

Hakkı Paşa, Cevdet Paşa’nın kızı yazar Fatma Aliye Hanım, yazar Ali Faik (Ozansoy), Tanzimat

Gazetesi’nin sahibi eski Dersim mebusu Lütfü Fikri, Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin Reisi Doktor

Besim Ömer Paşa, Dahiliye Nazırı Hacı Adil Bey, Eski Maarif ve Dahiliye Nazırı ve Sadrazam

Hakkı Paşa, Şair Nigar Hanım, Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Defter-i Hakanî Nazırı Mahmut

13

F. Gökçek, age., s.

Page 9: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

9

Esat Efendi, şair Abdülhak Hamit (Tarhan), Şeyhulislam Esat Efendi, Maarif Nazırı Şükrü Bey,

Darülfünun müdürü Sami Bey, Akçuraoğlu Yusuf Bey, Hamdullah Suphi(Tanrıöver), Selim Sırrı

(Tarcan), Doktor Akil Muhtar, Kazım Nami Bey, Şair Mehmet Emin (Yurdakul), Şair Celal

Sahir(Erozan)

İstanbul Mektuplarını yayına hazırlayan Dr. Fazıl Gökçek’in belirttiğine göre, önceden

hazırladığı ve görüştüğü kişilere sorduğu sorular ise şunlardır:

‟ 1- İttihat ve Terakki Cemiyeti bir vakitler dâhilde o kadar kuvvet ve nüfuza,

hariçte o kadar hüsn-ü teveccüh ve hayırhahlığa sahip olduğu halde bu mevkiini niçin

koruyamadı?

2- Türk askeri Balkan savaşında niçin bu kadar kolay yenildi? Türkiye’nin devlet

adamları bunun böyle olacağını önceden niçin kestiremedi?

3- Türkiye’nin, elinde kalan toprakları koruyabilmesi umudu var mıdır? Bundan

sonra nasıl bir siyaset takip edilmelidir?”14

Fatih Kerimî, mektuplarında İstanbul’un genel durumu, siyasî, iktisadî şartları ve kültür

yapısı, idarecilerle muhalefetteki İttihat ve Terakki Partisi mensuplarının çekişmeleri, savaşa

taraf olan ülkelerin tutumu, Türk halkının ve ordusunun içine düştüğü durumu sıra dışı bir

gerçekçilik ile gözlemlemiş, bu gözlemlerini canlı bir şekilde tasvir etmiş ve dile getirmiştir.

Kitapta işgal ve saldırılara direnen kahramanlar ile düşmana direnmeden teslim olanlar,

gelen iç ve diş yardımlar, topluma sinmiş tembellik ve miskinliğin resmi (s.253),

Müslümanların ahlakî durumu (s. 305), kadınların eğitimi ve modernleşme hakkındaki fikirler

(s.216, s.14), ittihatçı-itilafçı çekişmesi hakkındaki gözlemler ve değerlendirmeler(s.200),

gazete ve mecmuaların durumu (s.297,238-239), Meşrutiyet’e dair müslim ve gayri müslim

tebaanın tutumları, sivil toplum kuruluşları ve kurucuları ve etkileri (s.209-210), Ermeni

sorunu hakkında gözlemler ve değerlendirmeler (s.129-130) bütün açıklığıyla yer almaktadır.

Kerimi, bir gazetecinin gerçekçiliği yanında, iyi bir gözlemci, dünyanın gidişatının ciddi

şekilde farkında, entelektüel tartışmaların doğrudan içinde ve üyesi bulunduğu

Müslümanların çözüme ilişkin yaklaşımlarında da doğrudan fikirleri bulunan bir

entelektüeldir. Bu yüzden de mektuplarını yazarken kendi değerlendirmelerini de açık bir

şekilde belirtmekten geri durmaz.

14

Fazıl Gökçek, age., s. XIII.

Page 10: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

10

O’nun değerlendirmelerinden bir kısmını paylaşmak hem dönemi daha yakından

anlamaya hem de yazarın bu meselelerdeki duruşunu görmeye yarayacağı için, tebliğin bu

kısmını O’nun değerlendirmelerine ayıracağım.

Fatih Kerimî’nin Gözüyle Balkan Harbi ve Osmanlı’nın Hal-i Pürmelâli

Balkan Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin mağlup olmasının en önemli sebeplerinden

birinin orduya siyasetin karışması ve komuta kademelerinde siyasi fırkacılığın had safhada

olduğu hususunda yaygın bir fikir birliği bulunmaktadır. Fatih Kerimi de aynı kanaattedir.15

Yazar bu konuda özellikle cephe gerisinde, İstanbul’da toplumun kamplaşmasını,

bölünmesini, her iktidar değişikliğinde sil baştan kadroların yenilendiğini şu cümlelerle ifade

eder: “Bugün İstanbul’da kaldırım taşı sayısınca sabık nazır, sabık vali, sabık mutasarrıf var.

İşsiz güçsüz dolaşıyorlar”(s.200).

O’na göre Balkan Meselesi, aslında Üçlü İttifak’la Üçlü İtilaf’ın Avrupa’daki

rekabetinden başka bir şey değildir.16

Kerimî, kitabın birkaç yerinde sosyo-ekonomik durumu iyi olan insanlarda ümitsizlik ve

yeisin daha fazla, alt ve orta sınıf halkta ise savaşmaktan yana ve galip geleceklerine dair

inancın daha fazla olduğunu belirtir (s.176). Yazar, zenginlerin pek fedakârlık yapmadığını

fakirlerin, garibanların ise gösterdiği unutulmaz gayretleri şöyle anlatır: “İstanbul’un

zenginleri, paşaları yardım verme konusunda hiç de acele etmiyorlar. Daha çok fakir fukara

son kuruşlarını verip memleketteki fakirlerin sayısını arttırıyorlar”(s.209). Askerlerin içinde

dahi birçok kişinin “Bir an önce barış gerçekleşsin de memleketime döneyim.” dediğini;

esnafın bir kısmının, savaş yüzünden ticaretinin durduğunu, işlerinin bozulduğunu,

Bulgarlarla savaşmanın Türkiye için bir fayda getirmeyeceğini, Türkiye yense dahi

Avrupalıların Hristiyanları kollayacağını söylediklerini belirtir. Özellikle binlerce Darülfünun

(üniversite) gençliğinden yüz küsur gencin cepheye gittiğini, bunun dışındakilerin kendi

memuriyetlerini düşündüğünü belirtir.

O’na göre hükümeti zora düşüren işlerin birisi de Balkan devletlerinin eline geçen

yerlerden kaçıp gelen muhacirlerdi. Kerimi’nin belirttiğine göre, İstanbul’un büyük

15

Bkz. F. Kerimi, aynı eser, s. 8, 21 16

F. Kerimi, aynı eser, s. 73

Page 11: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

11

camilerinden Şehzadebaşı Camii ve Sultanahmet Camii başta olmak üzere, pek çok cami bu

muhacirler için barınak yapıldıkları için ibadete kapatılmışlardı.17

Kerimî’nin gönderdiği mektuplara yansıyan gerçekçilik dikkat çekicidir. Mektuplarındaki

“dost acı söyler” tutumundan kaynaklanan tespit ve gözlemlere Türkistan bölgesindeki

insanlar başlangıçta inanamazlar. Yazara tepki gösteren önemli bir okur kitlesi vardır. Bu

yüzden onun gazetesini boykot edenler ve Kerimî’yi Türk düşmanı olmakla suçlayanlar dahi

vardır (S.360-1).

Kerimî, barış müzakerelerinin yeniden başladığı günlerde İstanbul’dan ayrılır. 9 Mart

1913’te memleketine gönderdiği “Ba’sü ba’delmevt” isimli son yazısı adeta kitabın özeti ve

değerlendirmesi diyeceğimiz tahlillerle son bulur.

O Balkan Savaşları’nı sonuçlandıran antlaşma imzalamadan önce birçok öngörüde

bulunur. Edirne’nin elden çıkacağını, Adalar Denizi’ndeki adaların Avrupa devletlerinin

gözetimine bırakılacağını, şayet Türkiye harp tazminatı ödemek mecburiyetinde kalmazsa,

Bulgarlar Marmara sahillerine inmezse yukarıdaki bahsedilen şartlarla kurtulursa iki tarafın

da bunu başarı olarak addedeceğini söyler. Son yaşanan gelişmelerden sonra, ‘Osmanlılık’ ve

‘İttihâd-ı enâsır’ fikirlerinin ne kadar boş ve hayal olduğunu açıkça ortaya çıkardığını

söyleyerek, Türkiye’nin istikbalinin Türklük için sa’y u gayretten geçtiğini belirtir.

Ülkedeki azınlıkların faaliyetlerini ve Arnavutlar gibi Müslüman bir tebanın yaptıklarını

gören ve doğru bir şekilde müşahede eden Fatih Kerimî Türklerin bu hallere düşmesine çokça

üzülmektedir. Türkler’in dışında kalan bütün Osmanlı milletlerinin sürekli hak talep etmeleri

karşı şöyle demektedir Kerimî:

“Türkiye’de hürriyet, musavat ve adalet istemeyen sadece bir halk var. O da

memleketin asıl sahibi olan Türklerdir. Bu biçareler bu memleketi ele

geçirdiklerinden beri bir gün rahat yüzü görmediler. Vatanı korumak için tüfeklerini

omuzlarına asıp hudut boylarında ömür tükettiler. Gençliklerini askerlikte

geçirdikleri gibi aileleri fakir ve perişan oldu. Buna karşılık Türklerin dışındaki

milletler rahatça ticaretle uğraştılar. Hüner ve sanat öğrenip zenginleştiler.”18

17

F. Kerimi, aynı eser, s.129 18

F. Kerimi, a.g.e., s. 153

Page 12: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

12

Kerimî Türkiye’de ticaretle iştigâl eden Tatarlar’dan da bahsetmektedir. Mirza Salih

Kerimof, Hacı İsmail Abduşof, Haris Sultanef gibi Tatar tüccarların İstanbul’da çok muteber

esnaftan kabul edildiğini belirten Fatih Kerimî bunların mallarını yalnız Müslümanlara değil

yabancılara da kabul ettirdiğini ve sattığını da söylemektedir.19

Eski imtiyazlarla siyasî ve iktisadî cihetlerden Türkiye’nin Avrupa devletlerinin nüfuzu

altında bulunması, umum Türk halkında uyanış ve maarif bulunmayışı, dini taassubun güçlü

olması, Türklerin kendi ellerinde ticaret, sanat bulunmayışı, ziraat işlerinde çok geride

kalmaları, Avrupa’daki manasıyla milli hissiyata sahip olmamaları ve yabancı devletlerin

menfaatlerinin Türkiye’nin istiklâl ve kuvvetini yok etmekte olması gibi faktörleri dikkate

alarak Osmanlı Devleti’nin müstakil olarak yaşamasını ve istiklâlini korumasını imkânsız

olarak görür. Balkan Savaşları’ndan gerekli derslerin çıkartılmadığını, muhtemel sorunlara

karşı soğukkanlı hareket edilmediğini ve sorunu yok farz ederek yaklaşıldığını, Arnavut ve

Makedonya meselelerinin yerine Ermeni, Kürt, Arap, Yemen ve Boğazlar meselesinin

çıkacağını bunda da aynı metotların izleneceğini bunun sonucunda Avrupa devletlerinin

müdahale edeceğini söyler. Fransa Suriye bölgesinden, İngiltere Basra Körfezi ve

Mezopotamya civarından kendilerine hisse alacağını, İtalya Trablusgarp’ın üzerine Adalar

Denizi’nde birçok adayı alacağını, Haydarpaşa- Bağdat Demiryolu’na ve muhtemelen

Boğazlara da Almanların hâkim olacağını belirtir. Bu değerlendirmelerin ardından da şunu

söyler:

“İşte bunları düşününce “ba’sü ba’delmevt” akla geliyor. Hint, Mısır, Rusya

Müslümanlarının dirilmeye başlamaları kendi devletleri yıkıldıktan ve yabancı

devletlerin idaresine düşerek bir müddet ezildikten sonra başladığı gibi Osmanlı

Türklerinin de bu halden müstesna olmamaları büyük ihtimaldir ve benim hususi

fikrim de budur.” 20

Kerimî’nin İstanbul’dan gönderdiği haberler içerisinde İttihat ve Terakki’ye olan sevgisi

dikkat çekmektedir. Ona göre İttihatçılar memlekette Türk’ün hakim olması

19

F. Kerimi, a.g.e., s. 328 20

F. Kerimi, aynı eser, s. 356

Page 13: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

13

düşüncesindeydiler ve bu uğurda çalışıyorlardı. Bazen bu hususta aşırıya gitmiş olabilirlerdi

ancak neticede doğru bir yolda ilerliyorlardı.21

Sonuç

Bir yandan Türk ve Müslüman bir yazar, öte yandan meselelere Osmanlı coğrafyası

dışından bakan birisi olan Fatih Kerimi'nin gözlemleri bir devrin anlaşılması açısından büyük

önem taşıyor. Çağrı Yayınları arasından çıkan 'İstanbul Mektupları' aynı zamanda 1912 yılında

Osmanlı coğrafyası dışında kalan Türkler ile Osmanlı Türkleri arasındaki ilişkiler hakkında

birinci elden kaynak niteliğinde.

Fatih Kerimî İstanbul’da 4 ay kaldı. Bu süre içinde devlet adamlarıyla, aydınlarla,

gazetecilerle, yazarlarla, sade vatandaşlarla, tutuklularla, muhacirlerle görüştü. Hepsinin

görüşlerini aldı. Gazeteleri çok iyi ve muntazaman takip etti. Bazen bazı muharrirlerin

yazılarının bir kısmını olduğu gibi yazdı. Ancak, tüm bunları yaparken kendi fikrini de her

zaman belirtti. Son tahlilde, İstanbul’dan ayrılırken içinde Türkiye ile ilgili ümitsizlik vardı.22

O’nun Ahmet Midhat’ın vefatı sırasında karşılaştığı tabloyu değerlendirdiği sarsıcı ifade

ve değerlendirmeler, kitabın her sahifesine sinmiş olan düşüncelerinin özeti gibidir.23

Kerimi, Ahmet Mithat Efendi’nin cenazesine katılmak için zahmetli ve gerilimli bir

uğraşı vererek Fatih’te bulunan Daru’ş-şafaka Lisesi’ne ulaşır ve cenazenin Fatih Camii’ne

götürüldüğünü öğrenince hemen camiye gider. Karşılaştığı manzarayı Kerimi’nin kendi

kaleminden aktarmak istiyorum:

‟Saat bir buçuk civarında oraya varınca ‘cenazeyi Fatih Camii’ne götürdüler.

Artık defnetmişlerdir’ dediler. Yürüdük Fatih Camii’ne camiin yanındaki kabristanda

birini defnediyordular. Yirmi otuz medrese talebesi ve birkaç yüz kişi varı. İlk

rastladığımız talebeden kimi gömdüklerini sorduk. ‘Vallahi bilmiyorum efendim’ dedi.

Cenaze defnedilen kabrin yanında kendi hemşehrilerimizden Darülfünun talebesi

Sıbgatullah, Mekteb-i Sultani talebesi Bedrettin ve Darulmuallimin talebesi Nurullah

21

F. Kerimi, aynı eser, s. 24, 22

Fatih Kerimi, a.g.e., s. 355-356 23

Fatih Kerimi, İstanbul Mektupları, s.120-126

Page 14: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

14

Efendiler göründüler. Defnedilen cenazenin Mithat Efendi olduğunu bundan anladık.

Sonra mümkün mertebe kabrin yakınına giderek merhuma son taziyemizi arz ettik.

Bir taraftan cenazeyi defnediyorlar, diğer taraftan kör hafızlar yüksek sesle

Kuran okuyorlar. Cenaze defnedildikten sonar ayak üstü kısa bir dua yapıldı. Sonar

herkes dağıldı. Nutuk filan gibi şeyler olmadı…

Mahmut Esat Efendiyle görüşünce ona’ Bu kadar büyük bir âlimin cenazesi niçin

bu kadar sade ve lüzumu kadar hürmet gösterilmeden defnedildi. Burada bir çok kişi

ve birçok müessesenin temsilcilerinin, hususen mektep talebeleri, muharrirler,

edipler, kitapçılar ve gazetecilerin bulunması gerekmez miydi?’ dedim. ‘ Hayır, öyle

demeyin, çok hürmetle defnedildi. Cenazede hazır bulunmak için saray, sadrazam ve

Maarif Nezareti’ne vekaleten adamlar geldi. Cenazesini Daruşşafaka talebeleri

kaldırdılar’ dedi.

Onlardan ayrıldıktan sonar hemşehrimiz talebelerle konuşarak döndük. Onlar

defin merasiminin Mithat Efendi’nin şanına muvafık surette olmadığını beyan ederek

fevkalade öfkeleniyorlardı. Kınıyorlar, ‘İnsan kıymetini bilmiyorlar’ diye Türklerin

haline teessüf ediyorlardı.”24

Kerimi bu durumdan çıkardığı dersi şu şekilde özetler:

‟Bir zamanlar bana merhum Şeyh Cemaleddin Efgani Hazretleri ‘ilim ve marifet

karşısında diz çöküp hürmet göstermeyen milletin akıbeti hüsrandır. O millet

yaşayamaz, çünkü yaşamaya layık değildir’ demişti. Mithat Efendinin cenazesi

sırasında bu sözleri hatırladım. Türklerin Rumeli’de, Trablus’ta, Yemen’de

yenilmelerinin en büyük sebeplerinden biri bu, yani kendilerine hizmet eden insanları

takdir etmemeleri ve alimlerine hürmet göstermemeleri imiş. Böyle devam ettikçe

bunlar daha çok yenilirler dedim.”25

Netice itibariyle, kitabı okuyup bitirdikten sonra zihnimde kalanları şu şekilde hülasa

edebilirim.

24

F. Kerimi, age., s.123-125 25

F. Kerimi, aynı eser, s. 122

Page 15: Fatih Kerimi ve "İstanbul Mektupları"

15

Kitabın içeriğini esas aldığımızda, aradan geçen 100 yıla karşın, yaşadığımız sorunlar ile

onları değerlendirme ve çözme biçimimiz bakımından bir zihni süreklilik görünmektedir. Bu

çıkarımımız doğruysa, meselenin esaslı bir şekilde yeniden düşünülmesinin elzemiyeti ortaya

çıkmaktadır.

Daha önce okuduğum birincil kaynaklarda da gözlemlediğim gibi, günümüzde yapılan

fikri tartışmaların, ulus-devlet çağının ayartıcı kabullerinin derin etkisinde sürdüğünü görmek

için, Kerimi’nin mektupları uyarıcı bir işlev görebilir. Modernist-gelenekçi, İslamcı-Türkçü,

milliyetçi-ümmetçi vb. kategorik ayrımların günümüz hâkim siyasi ve akademik söyleminin

yanılgıları olduğunu görmek için Fatih Kerimî’ye ve O’nun mektuplarında bahsi geçen

insanların değerlendirmelerine bakmak bile kafi gelebilir. Pek çok yeni çalışmada modernist-

milliyetçi olarak tarif edilen Kerimî’nin, Birinci Meclis’te Dersim mebusu olan Lütfi Fikri Bey

ile görüşmesi esnasında, O’nun din ve siyaset işlerinin ayrılması gerektiğine dair fikrine itiraz

ederken(137-8) de, Halide Edip ve Nakiye Hanımlar ile yaptığı görüşme esnasında çağdaşlığı

kılık-kıyafet, özellikle de tesettürsüzlükle özdeş gören tutuma itirazında da bu kategorik

kabullerin sıhhatini test etme imkânı bulunmaktadır.26

Keza, özellikle Anadolu coğrafyası dışında kalmış Türklerin, dönemin milliyetçi

akımlarından ve Ceditçi akımın modernleşmeye kapı aralayan tutumundan derin şekilde

etkilendiklerini Kerimi’nin mektuplarında görmek mümkündür.

Kanaatimce bu metinler, dönemin küresel ve yerel sorunları bağlamında doğru

anlaşılabilir. Bir yandan işgal ve parçalanma, diğer yandan kendi değerlerinin kifayetini

gözden geçirmeye zorlanan bir coğrafyanın ve tarihin çocuğudur Kerimi. Sahiplendiği her

değer, kurum ve kişi gibi vazgeçtiği, eleştirdiği ve karşısında durduğu şeyleri de bu zemin

içerisinde okumamız gerekir. Döneminde yaşamış pek çok kişi gibi, Kerimi de pratik ve acil

çözümlerin peşinde koşan bir adamdır ve düşünceleri gibi yapıp ettikleri de çelişkiler

barındırmaktadır.

26

F. Kerimi, age., s. 101