1 FATİH KERİMİ ve İSTANBUL MEKTUPLARI Vahdettin IŞIK Giriş 19. yüzyılı tanımlamak için çeşitli söylemler bulunmaktadır. Rahatlıkla ifade edebiliriz ki; bizim açımızdan 19. Yüzyıl, Müslümanlar üzerinde Avrupa nüfuzunun pekişmesi demektir. 1 Avrupa’nın nüfuzu birbirini etkileyen üç farklı alanda temayüz etmişti. 2 Bunlardan birincisi, toprakların çok önemli bir kısmının işgale uğraması ve kapitalist sistemin bir parçası haline gelmesi, ikincisi; bir yandan işgallerin oluşturduğu kuşatma hali diğer yandan da içyapıya yönelik müdahalelerle hukuk, maliye, eğitim gibi alanlarda, Avrupa’nın siyasi nüfuzu altına girme, üçüncü olarak da Avrupa ideolojilerinin Müslümanlar arasında gittikçe artan etkisidir. Nitekim Fransız Devrimi 1789 da gerçekleşmiş, devrimden 10 yıl kadar bir zaman geçmemişti ki; özgürlük, kardeşlik, eşitlik sloganlarının muzaffer komutanı olan Napolyon Mısır’ı işgal etti(1798). Aynı Napolyon 7 Ekim 1798 tarihinde Direktuvar hükümetine yazdığı mektupta şöyle diyor: “Mısır’a hakim olan Avrupa kuvveti Hindistan’a da hakim olur”. 3 Bu mektubuyla O, kendi içinde paylaşacak bir şey kalmayan Avrupa için hedefi, Doğu’ya yürüyüş olarak belirlemişti. Nitekim 1798’de giriştiği Mısır seferi, Avrupa’nın ve bütün dünyanın kaderini değiştirmeye yönelik büyük projenin ilk adımını oluşturdu. Edward Said’in belirttiği gibi, Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle çağdaş kültürel ve politik bakış açılarımıza hala hükmeden Doğu ile Batı arasındaki süreçler harekete geçirilmiş olacaktı. 4 1 Erik Jan Zurcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Y., İst., 2002, s.12 2 E. Zurcher, a.g.e., s. 13 3 S. Abu İzzeddin, İbrahim Başa fi Suriyye, Beyrut, 1929, S. 2-3 (aktaran, Dr. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı Mısır Meselesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, 2. Bs. S. 23 4 Edward Said, Oryantalizm, Pınar Yayınları, ..., 2. Bs. S. 27
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
1
FATİH KERİMİ
ve
İSTANBUL MEKTUPLARI
Vahdettin IŞIK
Giriş
19. yüzyılı tanımlamak için çeşitli söylemler bulunmaktadır. Rahatlıkla ifade edebiliriz
ki; bizim açımızdan 19. Yüzyıl, Müslümanlar üzerinde Avrupa nüfuzunun pekişmesi
demektir.1
Avrupa’nın nüfuzu birbirini etkileyen üç farklı alanda temayüz etmişti.2 Bunlardan
birincisi, toprakların çok önemli bir kısmının işgale uğraması ve kapitalist sistemin bir parçası
haline gelmesi, ikincisi; bir yandan işgallerin oluşturduğu kuşatma hali diğer yandan da
içyapıya yönelik müdahalelerle hukuk, maliye, eğitim gibi alanlarda, Avrupa’nın siyasi nüfuzu
altına girme, üçüncü olarak da Avrupa ideolojilerinin Müslümanlar arasında gittikçe artan
etkisidir.
Nitekim Fransız Devrimi 1789 da gerçekleşmiş, devrimden 10 yıl kadar bir zaman
geçmemişti ki; özgürlük, kardeşlik, eşitlik sloganlarının muzaffer komutanı olan Napolyon
Mısır’ı işgal etti(1798).
Aynı Napolyon 7 Ekim 1798 tarihinde Direktuvar hükümetine yazdığı mektupta şöyle
diyor: “Mısır’a hakim olan Avrupa kuvveti Hindistan’a da hakim olur”.3 Bu mektubuyla O,
kendi içinde paylaşacak bir şey kalmayan Avrupa için hedefi, Doğu’ya yürüyüş olarak
belirlemişti. Nitekim 1798’de giriştiği Mısır seferi, Avrupa’nın ve bütün dünyanın kaderini
değiştirmeye yönelik büyük projenin ilk adımını oluşturdu. Edward Said’in belirttiği gibi,
Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle çağdaş kültürel ve politik bakış açılarımıza hala hükmeden Doğu
ile Batı arasındaki süreçler harekete geçirilmiş olacaktı.4
1 Erik Jan Zurcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Y., İst., 2002, s.12
2 E. Zurcher, a.g.e., s. 13
3 S. Abu İzzeddin, İbrahim Başa fi Suriyye, Beyrut, 1929, S. 2-3 (aktaran, Dr. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed
Ali Paşa İsyanı Mısır Meselesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, 2. Bs. S. 23 4 Edward Said, Oryantalizm, Pınar Yayınları, ..., 2. Bs. S. 27
2
Daha sarsıcı olan şudur ki, sözünü ettiğimiz işgalle, Batı kendi iç sorunlarını da
evrenselleştirmiş oldu.5
Batı işgalleri ve sorunlarının evrenselleşmesi, sürecin içerisinde yer almayan Batı-dışı
dünyanın insanlarının gündelik hayatlarına kadar yansıyan kuşatıcı sorunlarla yüzleşmek
anlamına da geliyordu. Mamafih, bu sorunlardan en çok etkilenen insanların Müslümanlar
olduğunu söylemek mümkündür.
Bu iddiamızın anlaşılabilir kılınması için 17. yy sonunda, hatta hatta 18. yy da nasıl bir
dünya olduğunu hatırlamak yeterli olabilir. Hatırlanabileceği gibi, sözü edilen tarihte dünyada
üç büyük Müslüman devlet bulunmaktaydı. Bu devletler; Osmanlı-Safevi ve Hind-Babür
Devletleriydi.
Gerek nüfusu gerekse de temsil ettiği dünya görüşü itibariyle, dünyanın en geniş kayda
değer devletleri olan bu ülkeler, sözünü ettiğim Batı-nüfuzu ile tarih sahnesinden çekildiler.
Elbette olay, ifade ettiğimiz kadar yalın bir şekilde tasvir edilerek geçiştirilemeyecek kadar
önemli ve karmaşık süreçlerle şekillendi ve yine bir o kadar karmaşık sorun bıraktı ardında.
Toprak kayıpları demek, insanların işgal altında kalması, ölmesi, dul-yetim-öksüz ve sakat
kalması, yoksullaşması demektir. Hayatını şekillendiren dini ve sosyolojik mirası tevarüs
ettirememesi demektir. Kendine ve değerlerine gittikçe müdahale edilmesi demektir. Göç
demektir.
Hayatın bütünlüğü içerisinde vücut bulmuş kurumların işleyememesi, velhasıl her
anlamda ‘yoksullaşmak/ yoksunluklara maruz kalmak’ demektir.
19. yy’ın ikinci yarısı ile 20. yy’ın ilk yıllarında Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan Anadolu’ya
gelmek üzere yola çıkan göçmen sayısının yedi milyon civarında olduğu ve bunların sadece üç
milyonunun Anadolu’ya ulaşabildiği sanılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu
zamanki nüfusunun -13 milyon civarında olduğunu düşündüğümüz zaman bu sayının
büyüklüğü daha iyi kavranabilir.
5 B. Gencer, İslam’da Modernleşme, Lotus Y., Ank. 2008, s.40
3
Fatih Kerimi Kimdir
1870 yılında Tataristan'ın Samara eyaletinin Bögülme kazasına bağlı Minğlibay köyünde
doğmuştur. İlk eğitimini köyün mollası olan babası İlman Kerimi'den alan Fatih Kerimî, daha
sonra Çıstay (Çistapol) medresesine devam ederek burada 11 yıl eğitim görmüştür. Çıstay
medresesindeki eğitimi sırasında iki yıllık Rus mektebini de tamamlamıştır. 1890 yılında
Ufa'da ruhani meclis huzurunda imtihan vererek müderrislik icazetnamesi almıştır.
Babası İlman Kerimi, klasik usulde yaptığı derslerin verimsizliğini görür ve bu sorunu
dert edinir. İsmail Gaspıralı’nın ‟usul-i cedid„ adıyla başlattığı yeni öğretim tarzından haberi
olur ve Kırım’a giderek Gaspıralı ile tanışır. Konu hakkında müzakerelerde bulunarak yeni
usulü benimser. Ardından da bu usulü tatbik etmek amacıyla bir mektep açar. Devam eden
çalışmaları neticesinde de ceditçilik hareketini başlatan kişi olarak Tatar maarif tarihinde
önemli bir yere sahip olur.6
Rus sisteminin yanısıra ortaya çıkan modern Müslüman okul sistemi, milliyetçi Rus
okullarının yapısını ve ruhunu adeta kopya etmiş ve sadece ders kitaplarındaki “Rus”
tabirinin yerine “Müslüman”, “Tatar” ve “Kazak” vb. tabirini koymuştur. Yeni okullardaki
Müslüman öğrenciler, Rus ders kitaplarından alınan din, etnisite, tarih ve anavatan gibi
kavramları benimseyerek filizlenmeye başlayan kendi siyasi kültürleriyle bütünleştirdiler ve
Panslavizm’i kendi Panislamizm ve Pantürkizmleri için örnek aldılar. Sonunda da bu
kavramları Rus milliyetçi propagandasına karşı bir panzehir olarak kullandılar ve modern
Müslüman okullarında okutulan İslami ve yerli konulara gittikçe artan milliyetçi bir renk
kattılar.7
Fatih Kerimi’nin meseleleri ele alışına yakından bakıldığında, Rusya’daki Müslüman
entelektüel uyanış hareketi içerisinde yer alan ana çizginin derin izlerini görebiliriz. Kemal
Karpat’ın da belirttiği gibi, Rusya’daki Müslüman entelektüel uyanış hem modernizm hem de
milliyetçilik kisvesi altında görünmüştür. Milliyetçilik “manevi ve kültürel bir Rönesans ile
6 Fazıl Gökçek, İstanbul Mektupları kitabı için yazdığı giriş, Çağrı Yayınları, İst.2001, s. IX
7 Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, Bilgi Ünv. Yay., İst. 2004 s. 539,
4
gerçekleştirilecek bir siyasi amaç olarak görülmüştür. Bundan böyle milliyetçilik
reformculukla ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlanmıştı.8
Babası, tahsilini devam ettirmesi için aynı yıl onu İstanbul'a göndermiştir.9
İstanbul'da hangi okula devam ettiği hususunda kesin bir bilgi yoktur. İstanbul'da
Mülkiye Mektebi'nde okuduğu yazılmaktadır.10
İstanbul'daki eğitiminin ardından Kerimî, Kırım'a giderek Yalta şehrindeki bir Tatar
köyünde iki yıl kadar öğretmenlik yapar. Yine Bahçesaray'da öğretmen yetiştirme kurslarında
dil, edebiyat ve pedagoji dersleri vermiştir. İlk hikâyesi olan Salih Dedenin Evlenmesi'ni de
(1897) Kırım'da bulunduğu sırada yazmıştır. Ayrıca Mirza Kızı Fatma adlı hikâyesini de bu
dönemde yazdığı sanılmaktadır.11
1896-1898 yıllarının yaz günlerinde Orenburg'a bağlı Kargalı'da meşhur Tatar
zenginlerinden Gani Bay (Hüseyinov)'ın finanse ettiği yaz kurslarında usûl-i cedit
öğretmenleri yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur. Onun Gani Bay'la tanışması Kerimî
ailesinin Orenburg'a göç etmesine de vesile olmuştur (1899). Babasının çağrısı üzerine
Kırım'dan Orenburg'a dönen Kerimî, burada yapacağı çalışmaları planlarken, altın ocakları
işleten zengin Şakir Remiev'in daveti üzerine onunla birlikte Almanya, Belçika, İtalya, Fransa,
Avusturya, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye gibi çeşitli ülkeleri içine alan dört aylık bir
seyahate çıkmıştır. Bu seyahat, Türkiye'de eğitim görmüş Kerimî'nin ufkunun daha da
genişlemesine neden olmuştur. Gittikleri ülkelerde eğitim kurumlarını, müzeleri,
kütüphaneleri, matbaaları, sanayi tesislerini ve Şakir Remiev'in altın madenleri için gerekli
olan makina ve teçhizat fabrikalarını gezmişlerdir. Kerimî bu seyahatinin izlenimlerini 1902
yılında Avrupa Seyahatnamesi olarak ta bastırmıştır.
Avrupa seyahati dönüşü bir müddet Moskova'da kalan Kerimî, babasının ileriye dönük
planları (babası eskiden beri Tatarca bir matbaa açarak halkına bu yolla daha iyi hizmet
8 Nitekim bahsi geçen entelektüellerin en ünlüsü Şihabeddin Mercani (1818-89) idi. Kazanlı bir Tatar ilahiyatçı
ve tarihçi olan Mercani geleneksel İslami öğretim yöntemlerini şiddetle eleştirmiş, özellikle ictihad’ı, İslami
kaynaklara dönüşü(Kur’an ve Sünnet), Avrupa bilgisinin edinilmesini ve Rusça öğrenilmesini savunmuştu. Bkz. K.
Karpat, age., s.544 9 Kerimi ile ilgili yazılan bütün eserlerde onun 1892 yılında İstanbul'a geldiği yazılsa da, o kendi ifadesi ile 1890
yılında tahsil için İstanbul'a geldiğini yazmaktadır. Bkz. Fatih Kerimi, "Merhum Ahmed Midhat Efendi", Türk
Yurdu, cilt III, s.163. 10
Fazıl Gökçek, İstanbul Mektupları, s. IX 11
Fatih Kerimi’nin yazmış olduğu tüm eserler için bknz. Fatma Özkan, “Fatih Kerimî’nin Türk Kadınına Bakışı”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Yıl : 2006.
5
edeceğini düşünüyordu) için burada muhasebe ve Almanca kurslarına devam ederek bilgisini
arttırmıştır. Moskova'da bulunduğu sırada zaman zaman Rusya'nın başkenti Petersburg'a
giderek burada büyük bir matbaa açmış olan Kırımlı Mirza Boraganski'nin matbaasında baskı
usulleri konusunda bilgi de edinmiştir.
1900-1901 yılları arasında Orenburg'da gayri resmi olarak yine Gani Bay'ın maddi
yardımlarıyla Ural bölgesi ve Sibirya için yaklaşık 300 usul-i cedid öğretmeni yetiştirilmesine
katkıda bulunmuştur. İki yaz devam eden bu kurslar mahalli hükümet tarafından
kapatılmıştır.
1901 yılından sonra, babasının Orenburg'da bir matbaa ve kitabevi (Kütüphaneyi
Kerimîye) açması (1901) nedeniyle bu alanda yoğunlaşmıştır. Babasının matbaanın
kuruluşundan kısa bir süre sonra vefat etmesi (1902) nedeniyle bütün işlerle Kerimî ve
kardeşleri (Kerimî'nin ikisi erkek, üçü kız toplam beş kardeşi vardı) ilgilenmek zorunda
kalmışlardır.
1901 yılında Duhovni Sobraniye'nin (Rusya Müslümanlarının Ruhani İdaresi) yarı resmi
olarak yaptığı toplantıya, Fatih Kerimî ile birlikte Hadi Maksudi, Abdurreşid İbrahim,
Rızaeddin bin Fahreddin ve Abdullah Bubi gibi dönemin önemli aydınları da katılmıştı.
Toplantının gayesi; halk arasında bilimin yaygınlaştırılması için yapılacak çalışmaların
planlanması, ders kitapları yazımı meselesi (bu konu toplantıya katılanlara havale edildi) ve
bazı imla problemleri gibi önemli konulardı.
1905 I. Rus ihtilalinin getirdiği yumuşama döneminden İdil-Ural bölgesinde yaşayan
Tatar ve Başkurt halkının azami derecede faydalanması için mücadele eden aydınlar arasında
önemli bir yeri olan Kerimî, bu dönemde yapılan hemen hemen bütün siyasi toplantılara
gerek delege ve gerekse gazeteci olarak katılarak, üstüne düşen vazifeyi en iyi şekilde
yapmaya çalışmıştır. Uzun yıllar Orenburg Müslüman cemaatinin reisliğini ve Cemiyet-i
Hayriye'nin üyeliğini de yapmıştır.
Rusya Müslümanlarının ikinci toplantısından (13-23 Ocak 1906) sonra Orenburg'da bir
toplantı düzenleyen Fatih Kerimî II. Müslüman kongresinin aldığı karar doğrultusunda
Rusların Kadet partisi ile işbirliği yapılmasını toplantıda hazır bulunanlara kabul ettirdi.
İstanbul'da eğitim görmesi ve halkının problemlerine çok fazla duyarlı olması, Rus
parlamentosu Devlet Duma'sına vekil seçilmesini engellemiştir. Hükümet çeşitli desiselerle
onun da aralarında bulunduğu bazı Tatar aydınlarının (Abdürreşid İbrahim, Yusuf Akçura vs.)
6
II. Devlet Duma'sına seçilmelerine engel olmuştur. Buna rağmen o, II. Devlet Duma'sına (20
Şubat- 2 Haziran 1907) seçilen dostu ve aynı zamanda Derdmend mahlasıyla şiirler de yazan
Zakir Remiev'in yardımcılığını üstlenerek Petersburg'a gitmiş ve dumadaki Müslüman
vekillere yardımcı olmaya çalıştığı gibi Vakit gazetesine de duma ve hükümet ahvali
konusunda haberler yazmıştır.
1906 yılında yukarıda adı geçen Remiyev kardeşlerin Vakit adlı bir gazete kurmaları ve
baş muharrirliğe Fatih Kerimî'yi getirmeleri, onun hikâye yazarlığından gazeteciliğe
geçmesine vesile olmuştur. Bu dönemde bir müddet Orenburg'daki Medrese-i Hüseyniye'de
muallimlik de yapan Fatih Kerimî çeşitli ders kitapları ve ders programları da hazırlamaya
başlamıştır.
1917 Ekim ihtilaline kadar gazetecilik görevinin yanısıra çok sayıda eser yazmış ve
Rusya Müslümanlarının meseleleriyle aktif olarak ilgilenmiştir. Ayrıca matbaasında çok sayıda
ders kitapları ve çeşitli eserler de bastırmıştır.
1917 Ekim İhtilali'nden sonra bir müddet Orenburg'da mektep-maarif ve kültür
meseleleri ile ilgili çalışmalarda bulundu. Öğretmen yetiştirme kurslarında dersler verdi.
Uzun yıllar çalıştığı Vakit gazetesinden ayrılarak 1 Kasım 1917 tarihinde Yaña Vakit (Yeni
Vakit) adlı gazetesini çıkarmaya başladı ve bu şehirde çıkan İşçiler Dünyası, Yol gibi çeşitli
gazetelerin yayın kurulunda çalıştı. Sosyalizm Tarihi adlı bir eser hazırladığı da belirtilmesine
rağmen bu eseri basılmamıştır. 1925 yılında Rusya'nın (Sovyetler Birliği) yeni başkenti olan
Moskova'ya göç etti. Bir müddet SSCB halklarının merkez neşriyatında çalıştıktan sonra
Nerimanov ismindeki Doğuyu Öğrenme Enstitüsü'nde 1937 yılına kadar Türkçe öğretmeni
olarak görev yaptı. Lenin'in toprak meseleleriyle (Agrarya Meselesi/Agrarnaya Vopros) ilgili
makalelerini Tatarcaya tercüme etti.1937 yılında Türkiye lehine casusluk (kızıl ordu ile ilgili
bazı askeri sırları 1936 yılında Moskova'da bulunun Türk Milli Futbol Takımı antrenörü Kerim
Bey'e verdiği iddia edilmektedir) ve Stalin'e suikast hazırlığı gibi çeşitli uydurma suçlardan,
suçlu bulunarak Stalin dönemindeki Tatar aydınlarını imha etme politikasının gereği olarak
kurşuna dizilmesine karar verildi (1990'lı yıllara kadar yazılan eserlerde, makalelerde, Kerimî
ve diğer katledilen Tatar aydınlarının ölmüş olduklarını yazmak yeterli görülüyor ve bu
insanların hayatlarını nasıl sona erdirdikleri üzerinde hiçbir açıklama yapılmıyordu). Fatih
Kerimî'nin kardeşi Muhammed Arif te 1934 yılında Varşova'da (muhtemelen Sovyet ajanları
tarafından) pencereden atılarak öldürülmüştür.
7
Bazı eserlerde Kerimî'nin 1945 yılına kadar yaşadığı belirtilse de 1937 yılında kurşuna
dizildiği arşiv belgeleriyle kesinleşmiştir. 1959 yılında Sovyetler Birliği Yüksek Mahkemesi
tarafından suçsuz olduğu kabul edildi ve itibarı iade edildi.12
İstanbul Mektupları
Vakit gazetesinin sahibi Zakir Remiyev’den 29 Ekim 1912 tarihli bir mektup alan
Kerimî’ye söz konusu mektupta İstanbul’a giderek Balkan Savaşını takip etmesi rica
edilmekteydi. Kerimî, daha önce İstanbul’da okuduğu ve İstanbul’u yakından tanıdığı ve
Türkçesi çok iyi olduğu için bu göreve seçilmiştir. Teklifi kabul eden Kerimî, Vakit gazetesinin
muhabiri olarak 1 Kasım 1912 tarihinde Orenburg’tan yola çıkmış, 9 Kasım’da İstanbul’a
ulaşmıştı. Kerimi İstanbul’da dört ay kalır ve 1913 yılının Mart ayında Orenburg’a döner.
Kerimi, mezkûr sure içerisinde gazeteye 70 yazı(mektup) gönderir. Bu yazıların 67’si
Vakit, “İstanbul Teessüratı I, II, III” başlıklı üç yazısı da yine Orenburg’da çıkan Şura
gazetesinde yayınlanır. 1913’de Kerimî’nin yazmış olduğu yazılar, “İstanbul
Mektupları” isimli kitap halinde Orenburg’da Vakit Matbaası’nda basılır.
Rusya’da 1913’te basılan eser Türk okuyucusunun karşısına maalesef 88 yıl sonra
keşfedilerek 2001’de çıkar. Kitap; 70 mektubun dışında, Çağrı Yayınevi’nin editörü Şaban
Kurt’un ve eseri günümüz Türkçesine uyarlayan Fazıl Gökçek’in “Fatih Kerimî ve İstanbul
Mektupları” isimli takdim yazısı, Rahmetli Fatih Kerimî’nin yazdığı Önsöz, Kerimî’nin
Orenburg’a dönmesinden sonra Rıza Tevfik’in kendisine gönderdiği Türk dünyası hakkındaki
duygu ve düşüncelerini ihtiva eden ilginç bir mektup ve yine Süleyman Nesib’in
gönderdiği “Hakikâte Doğru” başlıklı bir şiir ve Kerimî’nin görüştüğü ve bahsettiği kişilere ait
53 adet fotoğraftan oluşmaktadır.
Kerimî'nin İstanbul'dan Vakit gazetesine gönderdiği haberler Rusya Müslümanları
tarafından ilgiyle karşılanmış ve bu haberler daha sonra ayrı kitap (İstanbul Mektupları)
olarak yayınlanmıştır.
İstanbul Mektupları’nın ilk yayınlandığı tarihlerde; Türk dili o kadar yaygındı ki Çin