-
Dikkat: Bu e-Kitabı görüntü ayarınızı %100 ’e ayarlayarak
okumanız tavsiye edilir .
Sunu
Hologram tekniğinin izahı, "evren" ismiyle tanımlamaya
çalıştığımız sınırsızve sonsuz tek varlık, yani "BÜTÜN’e" ait tüm
bilginin hologramik bir biçimde her
zerrede mevcut olduğunu anlamamızı kolaylaştırmıştır. Buna göre,
evreninholografik yapısında, bizim gözlemlediğimiz evrenimizde,
olmuş veya olacak diye
bildiğimiz her olay, her oluşum, zaten bilgi olarak yüklüdür...
—Ahmed Bâki
Bilincinizle, evren arasındaki dinamik ilişkiyi keşfetme
yolculuğunahazır mısınız?..
-
HOLOGRAFİK BAKIŞAhmed Bâki
www.yorumsuz.net.tc
tarafından derlenerek size e-kitap olarak sunulmuştur. Kaynak:
http://ahmedbaki.comBasım: Ağustos 2006
Zamansız-Sonsuz Boyutun kapısını açmak için . . Kozmik Bilinç
için . .
Olanların ÖTESİNEÖTESİNEÖTESİNEÖTESİNE gitmek için . . Olanların
ardındaki ŞİFRELERİŞİFRELERİŞİFRELERİŞİFRELERİ çözmek için . .
Yayın Listemiz >>> Sayfa 85
2
-
- yorumsuz bildiri -İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız
düşünürlerin,
yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerinisizlerle
paylaşmaktan başka bir arzumuz yoktur.
Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız.Bizim
yapabileceğimiz tek şey;
değişim-dönüşümün meydana gelebileceği,hoşgörü ve sevginin
girebileceği bir alan, bir boşluk yaratmaktır.
Dileğimiz size yararlı olabilmek...Evreni (algılayamadıklarımız
dahil) yöneten ve
farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün,bu arzumuzu yerine
getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;
‘Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en
iyisi olacaksa...’
www.yorumsuz.net.tc
3
-
HOLOGRAFİK BAKIŞ
Ahmed Bâki
Sayfa
5 - GİRİŞ
8 - HOLOGRAFİK EVREN VE ZAMAN
11 - EVRENSEL BÜTÜNLÜK VE BİZ
16 - EVREN VE KOZMİK ZAMAN (Evrendeki Yerimiz - I)
20 - İNSAN VE KOZMİK BİLİNÇ (Evrendeki Yerimiz - II)
24 - MODERN FİZİK VE TASAVVUFUN BULUŞMASI
31 - KUANTUM FİZİĞİNE GÖRE "BU DÜNYA BİR HAYAL"
Sayfa
38 - HOLOGRAMDA SEYAHAT
42 - ASTROLOJİ: Yeni Millennium’un Popüler Bilimi
52 - CHIRON’UN GETİRDİĞİ YENİLİKLER
60 - UZAYLILARIN İÇYÜZÜ
78 - EK: Dünyanın Kaderini Kayıp Gezegen Şiron MuBelirliyor?
85 - Yayın Listemiz
www.yorumsuz.net.tc
4
-
HOLOGRAFİK BAKIŞ
Giriş
“Evren” ve “insan”ın anlaşılmasında, görünen veya varsayılandan
çok daha farklı birgerçeklik olgusunun farkına varılmış olması,
bilimsel gelişmelere tarihinin en muhteşemufkunu açmıştır. Henüz
geniş kitleler tarafından bilinmese dahi, bilimin çağımızda
ortayakoyduğu bu yeni model, düşünen insanı yepyeni anlayışların
eşiğine getirmiştir veinsanlık boyutunda önemli gelişmelere öncülük
edecektir.
Modern bilimin bulguları, şimdiye kadar bakışını genelde
birbirinden ayrı ve bağımsızvarlıklar kabulüne göre geliştirmiş
olan insan bilincini, artık bu alışkanlığını terkederek “birlik” ve
“bütünlük” anlayışına doğru bir sıçrama yapmaya yöneltmektedir.
Bugelişmelerin en heyecan verici yanı ise, özellikle Fizik,
Nörofizyoloji, Genetik gibi evreni veinsanı inceleyen bilim
dallarının açtığı yeni ufuklarda Tasavvuf öze erenlerinin
izlerininfarkedilmeye başlanmasıdır...
Klasik Fizikte uzun yıllar maddenin yapı taşının “atomlar”
olduğu öğretilegelmişken, bugünartık Modern Bilim de, tıpkı
yüzyıllardır Tasavvuf’un vurguladığı şekilde açıklamaktadır
ki,maddenin esas yapı taşı “bilinçtir”. Atomaltı düzeydeki titreşim
ve zerreciklerden itibarenherşeyi meydana getiren, evrensel
bilinçtir ve bilinci işin içine katmadan evrendenbahsedemeyiz.
Dolayısıyla, insan ve evren aynı bütünün tezahürleridir ve özde
birdir.
Bu temel gerçeklik yanısıra, gördüğümüz tüm bu varlığın
holografik düzenlenmiş bir yapıolduğuna ve insan beyninin
holografik esaslara göre çalıştığına dair bulgular, birçok
5
-
bilinmezin açıklamasının kolay hale gelmesini sağlamıştır. Bu
sayede, geçmişte mecazlarve benzetmelerle farkettirilmeye çalışılan
sırlar, hakikatler yansıra Allah’ın tekliği, kadereiman, ölümötesi
yaşam gibi dinin temel gerçeklerinin açıklanması ve çeşitli
bağlantılarınkurulması da kolaylaşmıştır.
Holografik olarak düzenlenmiş bir evreni, holografik esaslara
uygun şekilde çalışanbeyinlerimizle algıladığımıza göre, o halde,
doğru değerlendirmelere ulaşabilmek içinyapmamız gereken şeyin de,
yaşama bakışımızı, yani düşünce ve değerlendirmesistemimizi de bu
holografik esasa uygun şekilde yeniden yapılandırmamız
olduğukendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Holografik bakışa erişebilmek, Rasûlullah aleyhisselâm
tarafından bize bildirilmiş olan,başta “ALLAH”a ve “KADER”e olmak
üzere iman edilmesi gereken konuların hikmetineerebilme yolunda
önemli bir anahtardır. Bununla birlikte, ALLAH’a ve KADER’e imanlı
bakışile yaşamı değerlendirebilmek, insanı, holistik bakış yoluyla
evrenin gerçeğini anlamayaerdiren en büyük hazinedir.
Aslında biraz derin düşünürsek, “Allah’ın her an her yerde
mevcudiyetini, kudreti ve ilmiyleherşeyi kapsadığını, her birimin
sadece O’nun takdirini yaşamakta olduğunu, hiçbir yerde O’nun
dilediğinden başka birşeyin yerine gelmediğini, her işte bir hayır
olduğunu” ve bunlar gibiolguları kabul ederken, hep otomatikman
holografik gerçekliği müşahedeye yönelmekteolduğumuzu; öte yandan,
holografik bütünlüğün sonuçlarını kavradıkça da, Din’deönerilen
sevgi, paylaşma, dostluk, cömertlik, şükür, hizmet, huzur ve barış
gibi birlikbütünlüğe yönelten erdemlerin anlam ve değerini kavrama
imkânına ulaşmaktaolduğumuzu görebiliriz.
6
-
Evrenin holografik esasa göre varolduğu gerçeği, aynı zamanda,
evrende çeşitli isimlerleişaret edilen tüm kuvvelerin insanın
varlığında boyutlar olarak yeraldığı şeklindekiTasavvuf öğretisinin
farklı bir şekilde dile gelişidir.
Görüldüğü üzere, modern bilimin bu alanlardaki tespitlerini iyi
değerlendirebilirsek,geçmişte benzetme ve mecazlar yoluyla
açıklanmaya çalışılmış olan gerçekleri çok farklıyönleriyle
anlayabilmemiz ve kavramamız mümkün olacaktır.
Bu kitabımız, çoğunluğu 1990’lı yıllarda birkaç dergide
yayınlanan ve tüm eserlerimizidünyanın her yerinden
okuyucularımızla karşılıksız paylaştığımız “Tasavvuf &
Bilim”başlıklı web sitemizde (www.ahmedbaki.com) yer alan,
yukarıdaki açıklamalara temelteşkil eden düşüncelerimizi kaleme
aldığımız yazılardan oluşmaktadır. Bu yazılarda,Tasavvuf öze
erenlerinin Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın öğretisi ışığında
yüzyıllardıraçıklamakta olduğu, evrenin ve içindeki herşeyin “Allah
ilminden”, yani “evrenselşuurdan” meydana gelmiş olduğunu ve bu
şuurun, varlığın özünde, her zerrede mevcutolduğunu, çağdaş
bilimlerin ortaya koyduğu tespitler beraberinde farklı bir
gözledeğerlendirme imkânı bulacaksınız.
Kendimizde de mevcut olan bu evrensel şuur boyutunun ve onun
özelliklerinin ne kadarbilincindeyiz? Takibeden sayfalarda bu
sorunun cevabını hep birlikte arayalım!..
7
-
HOLOGRAFİK EVREN VE ZAMAN
Zaman, asla bizlerin düşündüğü gibi birşey değildir. Çünkü bizim
"zaman’ımız", bizlerin,yani insanın algılama kapasitesinden doğan
bir şekilde anlaşılmaktadır. Zaman, insanın,evreni algıladığı beş
duyusunun eseri olan bir biçimde zihinlerimizde şekillenir.
Grerçekte ise, sınırı, sonu olmayan "evrensel tek bir an"
mevcuttur ve bu "tek an",değerlendiricinin algılama kapasitesinden
doğan bir biçimde "zaman" şeklinde algılanır.
8
-
Hologram tekniğinin izahı, "evren" ismiyle tanımlamaya
çalıştığımız sınırsız ve sonsuz tekvarlık, yani "BÜTÜN’e" ait tüm
bilginin hologramik bir biçimde her zerrede mevcutolduğunu
anlamamızı kolaylaştırmıştır. Buna göre, evrenin holografik
yapısında, bizimgözlemlediğimiz evrenimizde, olmuş veya olacak diye
bildiğimiz her olay, her oluşum, bilgiolarak yüklüdür. Ve yine,
evren içi olan her bir varlık, bu "holografik düzenlenmiş bilgi’yi"
kendi algılama kapasitesi ölçüsünde değerlendirir. Çünkü "evrensel
tümel bilgi’nin" birsınırı ve dolayısıyla bir merkezi olmaması
dolayısıyla, algılamanın oluştuğu, ortaya çıktığıher noktada,
algılayıcıya "bütüne ait tüm bilgi" açıktır. Ancak, algılayıcı,
kendi algılamakapasitesince bu bilgiyi değerlendirebilir. Yani,
algılanan bilgi, tamamen algılayıcınınalgılama kapasitesinin bir
eseridir. Zaten, algılayıcının kendisi de oradaki bilginin
özdenaçığa çıkışından başka birşey değildir.
"Evrensel tek an’da" evrene ait tüm oluşumların bilgi olarak
mevcut olmasından dolayı, oboyutta herşey olmuş-bitmiş hükmündedir.
Yani, evrenimizde ortaya çıkacak herşey "evrensel tek an’ın"
kapsamında olup, bitmiştir. Ancak, sınırlı algılama kapasitesine
sahipbirimler, "bütüne ait bu tüm bilgi’nin" ancak kendi
kapasiteleri elverdiği ölçüsünüdeğerlendirebilirler. O halde
bizler, hologramik düzenlenmiş evrenin sadece içindebulunduğumuz
kesitine (boyutuna) ait bir bilgiyi algılamaktayız ki bu da
içindebulunduğumuz "bizim evrenimiz’dir". Algılamakta olduğumuz tüm
bu bilgi, -sınırsız biryapıdan alınan kesitsel veriler-, yani
"bizim evrenimiz", kendi kapasitemizden doğanbir biçimde
duyularımız önüne serilmektedir. Böylece de holografik evreni
kapsayan "tekkozmik an’ı", kendi kapasitemizden doğan bir biçimde,
yıllarla, aylarla, günlerle vs. ifadeedilen bir biçimde
şekillendirmekteyiz. Eğer holografik evreni bir başka kesitinden
algılıyorolursak (farklı bir kapasiteyle), "şu anda içinde
bulunduğumuz zaman" o boyuta görebelki birkaç saniyelik bir değer
ifade edecektir. Çünkü, "bizim zamanımız", holografikevrenin sadece
belirli bir kesitidir ki bu kesit belki de "kozmik tek an’a"
nisbetle
9
-
okyanusta bir damla bile değildir. Öyleyse, "kozmik tek an’ı" ne
şekillendiriyor isek, oboyuta ve algılama kapasitesine göre bir "
zaman değerlendirişi" içinde oluruz. Başka birhaldeki "zaman"
algılayışımız, şimdikiyle hiç mi hiç bağdaşmayacaktır...
Nitekim, "bizim evrenimizin başlangıcı" diye kabul edilen
big-bang anından şimdiye dekgeçen zamanı kapsayan "kozmik yıl’a"
nisbetle bir insan ömrü 10 saliselik bir anlam ifadeetmektedir.
Eğer bilinç boyutunda, bizde bir üst boyuta sıçrama gerçekleşirse,
yani oboyutun bilgileriyle rezonansa girebilirsek veya bir diğer
ifadeyle o boyutun bilgileri bizdeaçığa çıkarsa, içinde
bulunduğumuz "kendi evrenimiz boyutu", bir rüya misali değeresahip
olacaktır. Acı, tatlı günlerle, yıllarla geçen bir ömrün tamamı
sanki uykuda yaşanmışbir rüya gibi hatırlanacaktır...
O halde, bizlerin olageldiğini gözlemlediği herşey, sınırsız
evrenin holografik yapısındamevcut bilginin kesitsel örnekleridir.
Ve bizler, "tümel bilgi’nin" bizde açığa çıkanboyutunu "yaşadığımız
zaman" olarak kabul ediyor, buna göre de geriye
kalanınıdeğerlendiriyoruz.
"Kozmik tek an’a" göre ise HERŞEY, KENDİNDE, hologramik
düzenlenmiş BİLGİ’denibarettir, yani tüm zamanlar yaşanmıştır.
Çünkü herşey, O’nun bilgisinde mevcuttur.Bizler dahi, O’nun
bilgisinden oluşmuş, yeralan birimsel görüntülerden başka
birşeydeğiliz!.. Fakat, aynı zamanda sahip olduğumuz bilinç yönüyle
"tümel bilgi" sınırsız birbiçimde bize açıktır. Bilinç boyutunda
bizde oluşacak derinliğine bir sıçrama ile, özvarlığımız, "evrensel
Öz’de" mevcut tümel bilgiye vakıf olabilir. Yani, "BÜTÜN",
kendibilgisini bizde seyretmekte olur ki bu, şu anda da böyledir ve
gerçek budur! Çünkü, oboyutta "tek bir an" ve "tek bir varlık"
sözkonusudur. Holografik evren ise, tüm bunlarıkendi bilincinde
oluşturan "Bilgi Sahibi’nin", diğer bir yönüyle "Sınırsız An’ın"
sahip
10
-
olduğu ve kendinde ortaya çıkan özelliklerinin görünür
olmasından başka birşey değildir...
Acaba, mistiklerin "bütün alemlerin aslı hayaldir, çünkü herşey
ALLAH’ın ilmindeolmuş-bitmiştir" şeklindeki ifadeleriyle
kasdettikleri Bilgi’nin "hologramik düzenlenmişevrenleri", yani
"varlığın gerçeği ve özü" müdür!.. Ve acaba,"tayyi mekan" ve
"tayyizaman" olayları, bu "hologramik bilgi’nin" değişik
boyutlarına bilinç sıçramalarıylagerçekleştirilen mekan ve zaman
seyahatleri midir?..
Eğer insanlık, "Evrensel Bilinci" tanımak suretiyle günü
geldiğinde kendindeki "özdeğerlere" erişebilirse, belki de bu
"holografik bilgi evreni’nde" değişik zaman vemekan boyutlarına
bilinç sıçramalarıyla seyahatler gerçekleştirebilecek
güceerişecektir!.. Bütün bu anlatılanlar gibi, her sorunun cevabı
da gerçekte evrenselhologramik bilgide mevcuttur; ancak, gerçeği,
tabii ki bize "ZAMAN" GÖSTERECEKTİR...
EVRENSEL BÜTÜNLÜK VE BİZ
Evren ve onun yaşamı, asla bizlerin varsaydığı gibi bir oluşum
değildir. Çünkü bizimgözlemlediğimiz "evrenimiz", sadece insanın
algılama araçlarının duyarlı olduğu sınırlariçerisinde kalan küçük
bir kesitdir.
Aslı itibariyle ise, başlangıcı ve sonu olmayan, görünen ve
görünmeyen diye ayrılmamış,her yönüyle sınırsız "bir bütünlük"
sözkonusudur. Gözümüzle tesbit ettiğimiz sayısıznesnelerden oluşmuş
dünya ise, bu temel bütünlüğün, algılama araçlarımız olan
beşduyumuza karşılık gelen kesitsel bir görüntüsüdür.
11
-
Duyu araçlarımızın duyarlılık sınırlarından dolayı, yaşamımızı,
evrenin özünde işleyen bubütünsel sisteme göre değil, genelde
gözümüzün verilerine göre sürdürürüz. Ve biz buyaşam sistemini
olduğu gibi değil, şartlandığımız ve olmasına alıştığımız bir
şekildedeğerlendiririz.
Eriştiğimiz yaşam standartlarına rağmen, insanlığın hala kavga,
kin ve nefret gibi ilkellikve cehaletin eseri olan davranışlardan
ve bunların karşılığı olan "mutsuzluktan"kurtulamamış olmasının
nedenlerinden en önemlisi, evrenin aslını, kendini ve sahipolduğu
orijinal özelliklerini yeterince tanıyamamış ve benimseyememiş
olmasıdır.
Oysa, sonuna yaklaştığımız bu yüzyılda, özellikle de 70’li
yıllardan sonra, evrenin veinsanın gerçeğinin anlaşılması
konularında öylesine şaşırtıcı bilimsel bulgular keşfedildi
ki,bunların yaşama geçirilmesi için, kendimize ve dünyaya
bakışımızda tümel bir düşünselreformu benimsememizin gerekliliği
ortaya çıktı. Herşeyden öte, bu sonuçlar, çağdaş vedüşünen insanın,
artık dış dünya yerine, yaşamını tamamen kendi düşünsel
dünyasınadönerek değerlendirmesi gerektiğini ortaya çıkardı...
İk bakışta göründüğü gibi bu sonuç, dış dünyanın ihmal edilmesi
anlamına gelmiyor. Tamaksine, dış dünyayla aramızda var kabul
ettiğimiz ayrılığın, dahası sen ve ben, o ve bizayrımının ortadan
kaldırılması, iç ve dışın bütünlüğünün kavranılmasının
gerekliliğianlamına geliyor.
Quantum fiziğinin son bulgularına göre, evreni, şu anki
alışageldiğimiz bakış açımıza göredeğerlendirişimiz tamamen bir
yanılgıdan ibaret. Yaşamı onun özünde işleyen sistemdenhabersizce
değerlendiriyoruz. Çünkü, evreni yalnızca birbirinden ayrı
"parçaların"oluşturduğu bir yapı şeklinde gözlemliyoruz ve herşey
hakkında bu gözlemimize göre
12
-
yargıya varıyoruz. Aslında düşüncemizin bu görüşümüzle bloke
olması, yaşamın gerçekyüzünü farkedemeyişimiz anlamına gelmektedir.
Orijinal evren, gözümüzün yanıldığı gibibirbirinden ayrı
“parçalardan” oluşmuş bir kütle değildir.
Eğer evreni quantum düzeyinde gözlemleyebilecek aracımız olsa
veya onu atomaltıdüzey özellikleriyle idrak edebilsek, canlı ve
cansız ayrımının olmadığı boşluksuz vesınırsız bir yaşam
okyanusuyla karşılaşırız. Bu yaşam bir bütündür ve her şeyi
kapsar.Bizim duyularımızla algıladığımız veya algılayamadığımız
herşey, bu "Sınırsız Bütün’den"meydana gelmiştir.
Evrensel Bütünü, ayrı ayrı parçalara bölmek ve bu parçalara
"BÜTÜN’den" ayrıymış gibiisimler takmak, tamamiyle görme
araçlarımızın algı kapasitesinden doğmaktadır. Bunesneler dünyası,
gözlemcinin, yani bizlerin algı biçiminin bir ürünüdür ve
GÖRESEL’dir.Çünkü, algı araclarımızın kapasitesi değiştikçe,
algıladığımız nesnelerin biçimleri veözellikleri de değişmektedir.
Oysa, quantum düzeyinden bakıldığında evrende hiçbir şeyasla bir
diğer şeyden ayrı veya kopuk değildir. Quantum düzeyinde evrendeki
herşey birkumaşın dokuları gibi birbiriyle ilintilidir.
Biraz daha ileri gidersek: Görünürdeki ayrılıklara rağmen,
varolan herşey, bir başka şeyinuzantısı, hatta aynısıdır.
Dolayısıyla ister görünen ayrılıklar olsun, ister
görünmeyenbütünlük olsun, gerçekte evrende TÜMEL TEK’ten başka
hiçbirşey yoktur. O TÜMEL TEK,asla parçalara ayrılmamıştır ve de
parçalardan meydana gelmemiş bir BÜTÜNdür.Kısacası, evrende
birbirinden bağımsız iki ayrı şey yoktur, sadece orijin TEK vardır.
“Senve ben,” veya “siz ve biz” ayrımı, quantum düzeyinde
geçerliliğini yitirmektedir. Bu evren,sadece onu oluşturan TEK’in
yaşamının eseridir.
13
-
Bunu şöyle bir örnekle algılamaya çalışabiliriz: Elinizdeki bu
sayfaya bakın! Sonra elinize,sonra oturduğunuz koltuğa ve
bulunduğunuz mekanın duvarına! Aslı itibariyle, her birşeye
verilmiş “ben, sen, bu, şu, o” gibi ayrı ayrı isimleri ortadan
kaldırdığınızda, geriye tekbir şey kalır. Dikkat edin! "Herbiri
aynı şeyden meydana gelmiştir," değil; tümümüz aynışeyiz. Tek
birşey. İsimlendirme dışında, aslen bölünmemiş ve parçalara
ayrılmamış.Parçalardan meydana gelmemiş. Öylesine sınırsız bir
bütün ki, sizinle ben aynı olduğumuzgibi, uçsuz bucaksız gökyüzünde
gece göz kırpan yıldızlar dahi aynı...
Ne var ki, insanoğlu günümüz biliminin vardığı bu gerçeği
farketmekten ve yaşamaktanhala çok uzak!
Parçalardan oluşmamış bir BÜTÜN’ün, parçaları(!) gibi görünen
nesneler ise gerçektesadece ve sadece gözlemciye GÖRE öyledir. Ve
yine her nesnede gözlenen özellik,BÜTÜN’e ait özelliklerin
gözlenmesinden başka birşey değildir. Nesneler
arasındakifarklılıklar ise, bu özelliklerin farklı bileşimler
şeklinde gözlenmesi demektir.
Yani, evrende ayrı ayrı parçaların gözlenmesi ve yine her
birimin kendine has özelliklerininolması da anlamsız değildir.
Ancak bütün bunlar bir algıdan, tabir yerindeyse “gözlemcibilincin
varsayımından” ibarettir ve gözleyene, yani size GÖRE’dir.
O halde, her an farkında olmamız gereken bir gerçek var ki, o
da, var kabul ettiğimizherşeyin sadece bizim algılama şeklimizden
doğan "göresel şeyler" olduğu ve herşeyinaslının Tek’e
dayandığı.
Aslında, insanlığın yaşadığı problemlerin altında da bu gerçeğin
farkında olamayışımızyatar. Yaşanan her “mutsuzluğun” altında,
evrenin temelindeki bütünlüğü, nesneler ile
14
-
olaylar arasındaki dinamik bağlantıyı olduğu gibi göremeyişimiz,
bilemeyişimiz ve kabuledemeyişimiz yatar. Böyle olunca,
karşılaştığımız olayları, bizimle bütün olan tümelsistemin orijinal
işleyişine değil, kafamızda yarattığımız göresel sebeplere
bağlarız. Bilimdünyası için de, kendi yaşamımız için de, toplumsal
yaşam için de bu böyledir.
Örneğin, vücudumuzun bir organında bir rahatsızlık teşhis
ettiğimizde, onunvücudumuzun bütününe ait bir sorun olduğunun
farkında değilizdir. Dünyanın bir kısmınamüdahale ettiğimizde,
aslında tümüne ettiğimiz müdahalenin farkında değilizdir...Dünyanın
bir yerindeki zulme sessiz kalarak, diğer bölgelerdeki barışı
koruyabileceğimizive tüm insanlığın zarar görmeyeceğini sanırız.
Bunlardan daha önemlisi, karşımızdakineyaptığımızı, aslında tümden
dolayı kendimize yaptığımızın bilincinde değiliz...
Oysa, evren ve onun yaşamı boşluksuz bir bütün olduğu için,
yapılan hiçbir fiilin neticesikaybolmaz ve sistemde mutlaka yerini
bulur ve ortaya çıkar. Yaptığınız her şeyle, eldeedeceğiniz
karşılığı oluşturursunuz. Değerli fizikçi David Joseph Bohm’un
dediği gibi, “dünyayı ayrı ayrı parçalar şeklinde kabul ederek
verdiğimiz uğraşlar sadece işe yaramazsonuçlar vermekle kalmıyor,
aynı zamanda kendi neslimizi imha etmemize de sebep oluyor.”Zaten
her sorun ve her mutsuzluk, “sen ve ben” kavgasından, “biz ve o”
ayrımındankaynaklanmıyor mu?..
Öyle ise, gerçekçi olmak istiyorsak ve bilimin, insanlığın
mutluluğuna katkıda bulunmasınıamaçlıyorsak, bu bulgular ışığında
kendi düşünce sistemimize dönmeliyiz. Herşeydenönce, evreni ve
kendimizi algılayış biçimimizdeki yanılgıdan kurtulmalıyız. Dünyayı
ayrı,ayrı parçalardan ibaret olarak kabul edip te bu yanılgı
üzerine fikirler üretmek yerine,bütünlüğü ve birliği idrak etmeye
gayret edip, bunu görmemize engel olan önyargı veşartlanmalarımızı
ortadan kaldırmalıyız. Bunun için önce TEK’i anlamak ve TEK’in
yaşam
15
-
sistemini öğrenmek zorundayız. Ancak böylece, beynimizi,
duyularımızın veri kapasitesiylebloke etmekten kurtarıp, daha üst
düzeyde değerlendirebilme imkanına ulaşabileceğiz.Sonuçta bu,
dünyayı bireysel değer yargılarımız yerine, evrensel sistemin
gerçeğine göredeğerlendirebilmemizi kolaylaştıracaktır. TEK’i
bilemediğimiz sürece, yanılgıdankurtulamayız ve bunu
başaramadığımız sürece de, tarih tekerrürden ibaret olmayadevam
edecektir...
Aslında insanlığın ulaşması gereken bu erdem, tarih boyunca
değişik tarzlarda, zamanınşartlarına göre açıklanmaya
çalışılmıştır. Çağdaş bilimsel bulgularla, dinsel öğretilerin
vemistiklerin mesajlarının benzer içeriklerinin ve
paralelliklerinin keşfedilmesi bunudoğrulamaktadır. Bunun
farkedilmiş olmasından dolayıdır ki, bilimin gözünde dini ve
mistiköğretiler artık yeni bir anlam kazanmıştır. Bakın, Bugün
Fizikçi Bohm’un, atomaltı dünyayıinceleyerek ulaştığı sonucu ve
ifade ettiği gerçeği, büyük mutasavvıf Yunus Emre’miz şudörtlüğüyle
nasıl vurguluyor:
"Sen sana ne sanırsan,Ayrıya da onu san,Dört kitabın
manasıBudur, eğer var ise..."
EVREN VE KOZMİK ZAMAN (Evrendeki Yerimiz - I)
Bir gece başınızı kaldırıp ta hiç gökyüzüne baktınız mı? Uçsuz
bucaksız karanlıkta kıpırdayanmilyonlarca yıldızı ve onlarla
aramızdaki mesafeleri düşünmeye çalıştığınızda, ne kadar büyükbir
ıssızlıkta yapayalnız olduğumuz hissi mutlaka içinizi
kaplamıştır...
16
-
Üzerinde yaşadığımız şu koca gezegen Dünyanın büyüklüğünü bir
hayal etmeye çalışın!Sonra da, Dünyadan 1 milyon 303 bin kez daha
büyük, uydusu üzerinde yaşadığımızyıldızımız Güneşi: Hani şu
başımızın üzerinde bir ateş topu gibi parlayan yıldızı! Bubüyüklüğü
hissetmeye kimsenin hayal gücü yetmeyecektir. Onun için de Güneşi
buradanseyrettiğimiz büyüklüğünde düşlemeye devam etmeyi
seçeriz...
Acaba, üzerinde yaşayan biz sakinlerinin gözünde bu kadar
heybetli olan şu gezegeninve çevresinde dönüp durduğu Güneşin,
Evrende yeri ne?
Hemen şunu söyleyeyim: Evreni bir yana bırakın, içinde
bulunduğumuz Samanyolugalaksisinin bir başka köşesinden
bakıldığında, ne bizler, ne dünyamız, ne de Güneş ismianılır bir
şey bile değil!..
İnsanın dünyadan gözlemleyebildiği, yani bizlerin gökyüzünde
görebildiğimiz yıldızlarınsayısı yaklaşık 80 bin civarında
hesabedilmiş! İçinde yeraldığımız Samanyolu Galaksisindebulunan
yıldızların sayısı ise, son bilimsel bulgulara göre yaklaşık 400
milyar civarında...400 milyar, insanın algısı için sadece bir rakam
olmaktan ibaret; çünkü hiç bir idrak,bunun ne anlama geldiğini
kapsayabilecek güçte değildir... Ve bu 400 milyar akıl
almazbüyüklükteki yıldızların arasında, yüzlerle, binlerle ışık
yılı olarak ölçülen mesafeler var...
Güneşten dünyaya ışık 8 dakikada ulaşıyor. Galaksi içerisindeki
Güneşlerin birbiriarasındaki uzaklığı katetmesi ise yüzlerce, hatta
binlerce yılı alıyor. Peki bu Galaksiiçerisinde Güneş sistemimiz ne
kadar bir yer tutuyor dersiniz? Kozmolog Profesor CarlSagan’ın
ifadesine göre, bulunduğunuz mekanda, havada uçuşan bir toz tanesi
kadarbirşey!... Bu toz tanesi içinde, gezegenler, bunlardan birisi
Dünya ve onun üzerindeyaşayan bizler!...
17
-
İş bu kadarla bitmiyor: Dahası var! Bu bahsettiğimiz büyüklük
sadece Samanyoluna ait;ve bu Galaksi ise, Evrende mevcut,
milyonlarca galaksi içerisinde belki varlığı bilefarkedilmeyen
yalnızca bir gökada! Biz şimdilik bu kadarını bir yana bırakalım,
yinedönelim Galaksimiz Samanyoluna!
Bizim Güneşimiz ve onunla birlikte çevresinde yeralan komşu
yıldızlar, yapılanhesaplamalara göre bu galaksi merkezinin
etrafında, varolduklarından beri ancak 8 turtamamlayabilmişler.
Güneşin bu merkez çevresindeki bir kez dönüşünü, onun bir
yılıolarak kabul edersek, bu takvime göre Güneş henüz 8. yaşını
doldurmak üzeredir...
Her birimsel yapının kendi algılama kapasitesine göre bir zamanı
ve ona karşılık gelen birtakvimi hesap edilir. Dünya üzerinde
yaşayan insanların bir günü veya bir yılı ile, Jüpiterüzerinde
varsayacağımız bir birimin günü veya yılı birbirinden tamamen
farklıdır. Dünyatakviminde bir insan 60-70 yıl ömür geçirdiğinde,
Jüpiter takvimine göre ancak 5 yıl gibibir yaşam sürmüş olur. Çünkü
Jüpiter, Güneş çavresinde bir turunu 12-14 dünya
yılındatamamlar...
Tüm bu değişen ölçümlerin yansıra, kozmolojide kabul edilen bir
KOZMİK TAKVİMsözkonusudur. Bu Kozmik Takvime göre, Evrenin
varolduğu kabul edilen Big-Banganından yaşadığımız şu ana kadar
geçen 15 milyar dünya yılı, bir "Kozmik Yıl" demektir.Dolayısıyla,
biz bu "Kozmik Yılın, Aralık ayının son gününün son saatlerini"
yaşamaktayız.
Yani eğer dünyayı değerlendiren değil de, Evreni gözlemleyebilen
bir algıyla bakabiliyorolsak, Evrenin varoluşundan şu ana kadar
geçen, seyrine daldığımız 15 milyar yıllık süre,bize "bir kozmik
yıl" ifade edecektir...
18
-
Peki bu "kozmik yıl" içerisinde, "güneş," "dünya" ve "insan" ne
zamandan beri var?..Hepsi de pek yaşlı sayılmaz. Güneşin "kozmik
takvime" göre yaşı, henüz 4 ay kadar. Yani"kozmik yılın" Eylül
ayının başlarında varolmuş. İnsan ise Aralık ayının son gününün
sonüç saatinde: Çünkü insanın Dünya üzerinde varolmasından buyana
geçtiği kabul edilen 5milyon yıllık süre, "kozmik takvime" göre 3
saat kadar birşey...
Ya yaşadığımız şu günler, bir insan ömrü, "kozmik takvimde" ne
ifade ediyor dersiniz?..Nerdeyse bir hiç! Bir nefes verişinizde
"Hu" deyişinizin alacağı süreden fazla bir şeydeğil!.. Belki 10
veya 15 salise! Kozmik takvimde 1 saniye ifade edebilmesi için
isedünyada asırlar geçmesi gerekiyor.
Evet, işte dünyadaki tüm yaşamınız, evrensel zaman birimi kabul
edilen, kozmik yıla göre,bir nefeste "Hu" deyişiniz kadar bir süre!
Bu süre içerisinde doğumunuz, çocukluk, gençlikyıllarınız, acı,
tatlı günleriniz, eşiniz, dostunuz, sevgileriniz, nefretleriniz,
sağlık, hastalıkzamanlarınız, dünyadaki tüm anılarınız, varınız,
yoğunuz herşeyiniz ve nihayet dünyayıterkedişiniz, hepsi oldu ve
bitti!... Hepsini bir "Hu!" da yaşadınız ve tamamladınız...
Belki inanılır gibi değil ancak, bir insanın dünya yaşamının
"evrensel gerçekler" karşısındagerçek yeri işte bu!.. Tamamen
şartlanmalarımız ve bireysel dürtülerimiz yüzünden körükörüne
sarıldığımız, uğrunda canlara kıyılan, günümüzde olduğu gibi kan ve
gözyaşınındurmak bilmediği dünya ve onun "geçici değerleri" evrende
en fazla bu kadar bir yer vezaman tutuyor? Belki bu bilimsel
bulgular ışığında düşünmeye hiç vakit ayırmadık!..
Ne var ki yine de, henüz "alışkanlıklar ve toplumsal
şartlanmalardan" çıkamamış,"dünyasal değerlerin" bile boyutlarını
kavrayamaz bireylerken, dilimizden düşürmeyiz"EVRENSEL"
kelimesini... Oysa, nerede, bilimsel gerçekçi düşüncenin "evrensel
değerleri",
19
-
nerede sadece adına "evrensel" denen geçici dünyasal değerler!..
Ne güzel söylemişbüyüklerimiz, "En büyük erdem haddini bilmektir,"
diye! Tıpkı bilimsel düşüncenin işaretettiği gibi!
Eğer bu noktayı idrak ile yaşamayı başarabilirsek, o zaman
"yaşam" bize yeni ufuklaraçacaktır: Ve o zaman sormaya
başlayacağız: Peki, tüm bu gerçekleri kavrayabilen"insanın," gerçek
yaşamı ve gerçek değerleri bu kadarla mı kalıyor?.. Elbette tüm
bunlarıkavrayıp, yaşayabilen bilinç, bu kadarla kayıtlı
kalamaz...
Öyleyse, elimizden geliyorsa, evrende bilinç olarak yerimizi
anlamaya çalışalım...
İNSAN VE KOZMİK BİLİNÇ (Evrendeki Yerimiz - II)
İnsanın evrendeki yeri ve varlığının anlamı ne?
Fiziksel bedenimiz itibariyle değerlendirdiğimizde, evrendeki
sayısız galaksi içerisindeyeralan, bir galaksi içerisindeki,
milyarlarca yıldızdan sadece biri olan Güneşin çevresindedönüp
duran gezegenlerden, biri üzerinde yaşayan canlı varlık; insan.
Aslında çokuzaklara gitmeye gerek yok! Evren, galaksiler veya
yıldızların büyüklüğü bir yana,yalnızca gezegenimiz dünya üzerinde
bir insanın yerine bakınca, bir bedendeki bir hücregibi bile değil,
belki bir atom nisbetinde! Varın, öyleyse, güneşin yanında bir
insanın yerinisiz düşünün, sonra da düşünebiliyorsanız, Samanyolu
galaksisinin yanındaki yerini...
Bir insanın dünya üzerindeki yaşam süresini ele alınca ise,
evrenin yaşam süresiiçerisinde, bir saniye kadar dahi bir değer
tutmuyor. Tüm bu verileri bir önceki yazımızda
20
-
genişçe incelemiştik.... Ve şunu sormuştuk: İnsanın varoluşunun
gerçek manası nedir?..
Fiziksel bedeni itibariyle, daha güneş sistemi içerisinde bir
"hiç" olan insan, biliyoruz ki,öylesine özelliklere sahip ki,
kendisinde öylesine bir BİLİNÇ, bir irade gücü, bir algımevcut ki;
bu onu, fizik bedenin ötesinde, yaşadığı çevreyi, dünyayı, hatta
diğergezegenleri, diğer güneş sistemlerini, kavrayabilecek düzeye
ulaştırıyor. Bu kavrayış,yani bilinç, insanın fizik bedeninin
sınırlarıyla kayıtlı olmayıp, beden boyutunun çokötelerine,
galaksilere, evrene ulaşabiliyor... Buradan ortaya çıkan gerçek şu
ki, insan diyeisimlendirdiğimiz varlık, sadece fizik bedenle
kayıtlı, fizik bedenden ibaret bir varlık değil!O halde, gelin, bu
kez de, insanın bilinç yönüyle yerini ve varlığının anlamını
farketmeyeçalışalım ve bu yöndeki bilimsel verilere bir göz
atalım...
Bilinci itibariyle insanın, Evrendeki yeri ne? İnsan bilinciyle,
evreni meydana getirenbilincin bağlantı noktası var mı, varsa ne
şekilde?
Fizik bedenin yer ve zaman olarak evrende bir sınırı
düşünülebilir. Oysa, bilinç için nemekansal, ne de zamansal bir
sınır tanıyamıyoruz. Yani, bilinç, fizik evrenle kayıtlı bir
yapıdeğil! Bu demek ki, bilince göre evren, yani bilincin kendi
evreni, gözün evreniyle, gözlealgıladığımız maddelerden oluşmuş
yapıyla sınırlı değil. O halde önce, evrenin gerçekyapısı hakkında
düşünmemiz gerekiyor. Nedir, evren, gerçekte?
Hemen hatırlayalım. Aslında bizim, evren diye isimlendirdiğimiz
nesnelerden ibaret olanşu içinde olduğumuz yapı, sadece 5 duyumuzun
duyarlılık kapasitesine görealgılayabildiğimiz bir kesittir. Tüm bu
nesneler ve tüm bu dünyamız, duyularımızın sınırlarıiçerisinde
kalan kesitsel yapıdır. Duyularımızın duyarlılık sınırları dışında
kalan yapıdan isehabersiziz. Örneğin gözün algılayabildiği, gözün
duyarlılık sınırları içerisinde kalan
21
-
dalgaboyları, gerçekte varolan sayısız dalgaboyları içerisinde
çok çok küçük bir kesittir.Öyle ki, gözün tesbit edebildiği ve şu
anda görmekte olduğumuz nesneler, aslında,evrende varolan sayısız
dalgaboyları, sayısız imajlar içerisinde, çölde bir kum tanesi
misalikadardır. (Gözümüz, şu anki yerine ultraviyole ışınlarını
algılayabilen bir duyarlılıkkapasitesine sahip olsaydı, dünyayı
resimdeki görüntüsüyle algılıyor olacaktık.)
Oysa, 5 duyu verilerinden yola çıkmak suretiyle, bilimsel
veriler ışığında evrenin gerçekyapısını düşüncemizle keşfetmeye
başladığımızda, görüyoruz ki evren, gerçekte içindeboşluğu olmayan
tümel bir enerji kütlesi. Orijinal yapıda öylesine bir bütünsellik
var ki,gözünüze göre, sizinle, şu anda elinizdeki bu sayfalar (veya
ekran) arasında bir boşlukvar gibi görünse de, gerçekte böyle bir
boşluk yok! Çünkü bu sayfalar da, ekran da, sizinbedeniniz de,
aradaki hava da, sırf atomlardan oluşmaktadır ve atomsal
düzeydebirbirleri arasında bir sınır, bir ayrılık yoktur...
Eğer daha da ileri giderek evrenin atomaltı yapısını düşünmeye
çalışırsak,karşılaşacağımız sonuç, bölünüp, parçalanması sözkonusu
olmayan, salt bir enerji kütlesiolacaktır...
Beş duyu evrenimizde algıladığımız kesitsel imajlardan yola
çıkarak gördük ki, evreninorijinal yapısı bütünsel bir enerji
kütlesidir. O halde düşünelim: Varolan herşey, buevrensel enerjiden
oluştuğuna göre, içinde yaşadığımız kesitte de gözlenen düzen,
buevrensel enerji boyutunda yürürlükte olan bir düzendir. Yani, bu
evrensel enerji de, aynızamanda, varolan düzeni yürüten evrensel
bilinç orjinlidir...
Evrenimizde varolan herşey, her an, her zerresinde Evrensel
Bilincin hükümlerininyürürlükte olduğu, enerjiden oluşmuştur...
22
-
İnsan bilincine gelince... Evren tümel bir enerji yapı olduğuna
göre ve evrende hükmüyürümekte olan Tek bir bilinç varolduğuna
göre, hiçbir insanın, hatta hiçbir nesneninorijinal bilinci, bu
evrensel bilinçten ayrı değildir. Dolayısıyla insandaki bilinç,
orjiniitibariyle Evrensel Bilinçle aynı özden meydana gelmiştir ve
dahi O’dur.
Kendini tanımak gayesiyle varolmuş insana açılan ufuk burasıdır:
Bilincini madde evreninbağımlılıklarından soyut bir şekilde
tanıyabilmek ve böylece kendini, zaman ve mekanlakayıtlı olmayan
evrensel bilinç boyutunun değerleriyle bilmek. Çünkü, evreni
meydanagetiren O’na giden yegane yol, insanın kendi özünden
geçmektedir...
Demek ki insan, evrendeki sayısız yıldızlardan biri çevresinde
dönen bir kütlenin üzerindeyaşayan, bedenden ibaret madde yapılı
bir varlık değil; gerçekte, Evreni meydana getirenBİLİNÇ ve GÜÇ’ün
varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendinde
bulabilecekkapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Evren, bir
galaksi veya bir insan bilinci aynıorjinlidir.
Madde boyutundaki yaşamın terkedilmesiyle, kaçınılmaz bir
biçimde insan, kendisini buorijinal bilinç boyutunun değerleriyle
bulacaktır. Ancak bu boyutu ne şekildedeğerlendirebileceği, dünya
yaşamındayken kendini tanıyabilmesi ve hazırlayabilmesiölçüsünde
olabilecektir.
Bilinç, eğer kendi evreninin değerlerini ortaya koyabilirse,
sınırsızlıkta her an yeni birözelliğini gözlemleyerek kendi
sonsuzluğunu yaşayabilecektir. İnsan için en büyük felaketise, beş
duyu verileriyle bloke olmuş bir bilinçle, kendisini aynada gördüğü
bir bedendenibaret sanarak dünya yaşamının sona ermesidir...
23
-
Sonsuzluğu yaşamak üzere varken, toplumsal şartlanmalar ve
bedensel bağımlılıklardankurtulamamış bir bilinçle, yaşamın
sonluluğa mahkum olması ne acıdır. Eğer ifade etmekistediğimiz
değer, zaman ve mekana bağlı olarak değişim göstermiyorsa, onun
EVRENSELoluşundan sözedebiliriz. Aksi halde, şartlanma ve
bağımlılıklar blokajından kurtulamamış,bilinç boyutunun sınırsız
değerleriyle yaşamaktan uzak bir haldeyken, bireysel, geçicidünya
değerleri için "sonsuz," veya "evrensel" gibi tanımlamaları
kullanmakla, sadece
kuru bir lakırdı etmiş oluruz...
MODERN FİZİK VE TASAVVUFUN BULUŞMASI
Tasavvuf eserlerine göz atmış olanlarımız bilirler: Değişik
alemlerden, farklı evrenlerdenve o boyutların farklı fizik
yasalarından sözedilir. Bunlar, çoğu zaman bizim alıştığımız
veşartlandığımız fiziksel yasalardan çok, çok farklıdır. Onun için
de kimimiz bunları sadeceinanç meselesi kabul etmiş, kimimiz ise bu
açıklamaların sırlarını araştırıp, onlarıkeşfetmeye çalışmıştır.
Günümüzde ise, artık konu bir inanç sorunu olmanın
ötesinde,açıklanabilir bir bilimsel gerçekliğe dönüşmüştür.
Önce, yaklaşık 7 yüzyıl önce yazılmış, El-İbriz isimli eserden
buraya örnek olarak aldığım,şu paragrafı okuyalım:
“Bir gün henüz fetih yapılmadan önce bir yere uğradım. Yolumun
üzerinde ancak gemiylegeçilebilecek ölçüde bir deniz beliriverdi.
İyice baktım ona. Yeryüzündeki denizlerden biri idi.Zatımda bu
denizin üzerinde yürüme azmi (şüphesiz dileği) ve cezmi (kesin
kararlılığı) doğdu,boğulmayacağım hakkında içimde kesin bir bilgi
meydana geldi. Bir şey dokunamayacağını da
24
-
aynı kesinlik içinde düşündüm. Derken ayağımı bu kesin bilgi
havası içinde suyun üzerinekoydum. Batmadım. Azmim ve cezmim arttı.
Yürümeye devam ettim, neticede öbür sahileulaştım...
Başka bir defa ise yine o denize uğradım, ama bendeki eski azim
ve cezim yoktu. Yürümekteşüphe ettim. Bir ara denemek için ayağımı
bastım, derhal suyun dibine indi, hemen çekipçıkardım. Anladım ki
bu durumda suyun üzerinde yaya yürümem mümkün değildir. Yani
bunagüç getiremeyeceğim... "
Asırlar önce yazılmış bir Tasavvuf eserinde yeralan bu satırlara
yakın geçmişe kadar biranlam vermek çok zordu. Onun için de kolayca
gözardı edilebilirdi. Oysa şimdi QuantumFiziğinin bulguları
ışığında artık bunların ne masal, ne de bilim-kurgu hikayeler
olmadığıanlaşılıyor!..
Sonuna yaklaştığımız bu yüzyılın başında Einstein’in açıkladığı
izafiyet kuramı ile "madde"hakkındaki klasik görüş tamamen alt üst
olmuş ve 70’lerden sonra iyice yaygınlaşanQuantum Kuramıyla da
"maddenin varlığının kabulü" bilim dünyasında geçerliliğinitamamen
yitirmiştir. Maddenin varlığının, ancak onu algılayan gözlemci için
geçerli birvarsayımdan ibaret olduğu kanıtlanmıştır.
Sufilerin ifade ettiklerine göre, evrenin gerçek yüzü, gözün
şartlandığı gibi, maddelerdenoluşmuş, cansız bir dünya değildir.
Gerçekte evren, herşeyin canlı olduğu bilinçli biryapıdır. Ve
Evrenin gerçek yüzünün tecrübe edilişi, insanın algı biçimini alt
üst eden,muazzam, ani bir yaşayıştır. Yer ve gök algısı başka bir
hale dönüşmekte, eşyahakkındaki tüm değerler geçerliliğini
yitirmekte ve keskinleşen bir görüşle, tümel bir canve bilincin,
her an, her yerde kendini ifade edişine şahit olunmaktadır...
25
-
Yüzyıllar boyunca, klasik fizikte, madde, onu meydana getiren
yapı taşlarının bileşimiolarak kabul edilmiştir. Yani, daha küçük
parçacıkların biraraya gelerek, gördüğümüz,dokunduğumuz nesneleri
meydana getirdiği varsayılmıştır.
1900’lü yılların ilk çeyreğinde, Einstein tarafından, gördüğümüz
nesnelerin, onlarımeydana getiren enerjinin birer yoğunlaşması
olduğunun açıklanması yerleşik klasikvarsayımı ilk kez yerinden
sarstı. Çünkü, gördüğümüz nesnelerin, gerçekte "maddikütleler"
olarak var olmadığı anlaşılmaya başlanmıştı. İzafiyet kuramı,
kütlelerin dahaküçük kütlelerden meydana gelmediğini, sadece
enerjinin bir beliriş biçimi olduğunuortaya koyuyordu. Bu durumda,
Einstein, bir nesnenin kütlesinin belirli bir enerjiyeeşdeğer
olması sonucunu ortaya çıkarmıştı. Bunu, E=mxc2 ile formüle etti.
Bir kütleninbelirli bir enerjiye eşdeğer olması, o kütlenin,
zannedildiği gibi durağan bir nesneolmadığı gerçeğinin de
ıspatıydı. O halde aslında maddeler değil, onları meydana
getirenevrensel bir enerjinin varlığı sözkonusuydu. Enerji
kütlesinin madde diye gözlenmesi,sadece bizim algı biçimimizin bir
ürünüydü...
Şimdi sıra, maddeyi meydana çıkaran bu enerji yapının
incelenmesine ve onun aslınınaçıklığa kavuşturulmasına
gelmişti.
Evrende gözlemlediğimiz ve madde adını verdiğimiz nesneleri,
atomaltı düzeydeinceleyen fizikçiler, içinde bulunduğumuz şu evrene
atomaltı düzeyden bakıldığında,herşeyin karşılıklı bir ilişkiler
dokusu olarak gözlendiğini ortaya çıkardı. Hatta, o boyuttagözlenen
evren, içinde boşluğun olmadığı, her noktasının birbiriyle ilintili
olduğu, sınırsızve bütünsel tek bir enerji yapı olarak
gözlenmektedir. Bu tek ve homojen bütünsel yapı,parçalardan meydana
gelmiş değildir. Bizim şu anda gördüğümüz nesnelerin veya
boşlukdiye algıladığımız alanların, atomaltı düzeyde birbirinden
hiçbir farklılığı yoktur. Aralarında
26
-
onları ayıran, farklı kılan bir sınır sözkonusu değildir. Artık
o düzeyde ayrı ayrı birimselyapıların, parçaların varlığı
tükendiğinden, ayrı ayrı parçalara bölünemeyen, parçalardanmeydana
gelmemiş, Tümel ve sınırsız bir BÜTÜNLÜĞÜN sözsahibi olduğu
kanıtlanmıştır.
Klasik inanışta "madde" diye isimlendirilen "yapılar", Quantum
Fiziğinde, atomaltıboyutlarına inildiğinde, tamamen karmaşık bir
ilişkiler dokusuna dönüşmektedir.Gözlediğimiz Evrendeki hiçbir
nesnenin, atomaltı boyutta kesin bir şekli yoktur. Hiçbir şeyo
boyutta belirli bir sınır ve kesinlik kazanmış değildir, ancak
herşey ’olabilir’görünmektedir. Yani, madde diye kabul ettiğimiz
"ayrı ayrı şeylerin" atomaltı düzeyde neismi, ne de bir işareti
henüz hiç yoktur. Oysa bu gerçeğin gözlemlendiği evren, işte şuanda
içinde bulunduğumuz evrenin ta kendisidir. Burada insan bedeniyle,
bir duvar veyabir su birikimi arsında bir sınır, bir ayrılık
gözlense bile, atomaltı düzeyde böyle bir ayrımkaybolmaktadır.
Bu tesbitlerden sonra, fizikçileri düşündüren yeni bir soru
ortaya çıkıyordu. O halde, nasıloluyor da insan, gerçekte sınırsız
bir BÜTÜN olan TEK’i, ayrı, ayrı parçalar şeklindegözlemliyor?
Evet, nasıl oluyor da TEK’i, çokluk görüntüsünde yaşıyoruz?..
İşte bu sorunun cevabını QUANTUM TEORİSİ açıklığa
kavuşturdu...
Quantum fiziği, yüzyıllardır devam edegelen inanışa göre,
maddeyi oluşturduğu kabuledilen parçacıkların, "temel yapı taşları"
olmadıklarını, hatta bu parçacıkların "temel" olmaözelliğine dahi
sahip olmadıklarını tesbit etti... Nasıl mı?..
Şöyle ki: Atom fiziğinde, maddenin derinliğine inildiğinde
gözlemlenen nihai parçacıkdünyası, daha alt, daha mikro düzeyde
başka parçacıklara ayrıştırılamaz duruma
27
-
gelmiştir. İş tamamen insan düşüncesine kalmıştır. Bahsedilen
atomaltı öğeler çoğuzaman soyut varlıklar gibidirler, hatta
birçoğunun kütlesi yoktur; nesnel değil, tamamenkuramsal ve
düşünsel varlıklardır...
Çünkü, atomaltı düzeyde herşey homojen tek bir BÜTÜN olarak var
olduğundan dolayı,sözü edilen parçacıkların, BÜTÜN’den ayrı olarak,
kendi başlarına hiç bir anlamı yoktur.Bunun sebebi, o düzeyde
parçacık diye birşeyin gözlemlenmemesidir. Hiç bir anlamasahip
olmadıklarından, aslında o haldeyken, "parçacık" olarak henüz bir
varlıkları dayoktur! Bu düzeyde herşey, sadece "olasılık
dalgalarından" ibaret gibi görünür... Peki,çokluk görüntüsü ve
parçacıklar ne zaman var olmaktadır?.. İşte işin, üzerinde
durulmasıgereken en ilgi çekici yanı burasıdır...
Bu parçacıklar, ancak gözlemci tarafından, ölçümler arasındaki
ilişkinin bir sonucu olarakKAVRANINCA bir ÖZELLİK kazanmaktadırlar.
Ne zaman ki yapılan gözlemler arasında birkarşılaştırma sözkonusu
olur, o zaman her bir özellik belirmeye başlar. Her
özellik,gözlemcinin kavramasıyla bir anlam kazanmakta ve buradan
sonra da o özelliğinatfedildiği parçacığın varlığından söz
edilmektedir...
Dolayısıyla, nesnelerin, gözlemcinin düşünceleriyle, gözlenen
yapı arasındaki karşılıklıilişkinin bir ürünü olduğu anlaşılmıştır.
Bu durumda ortaya çıkan bir gerçek şudur:Gözlemcinin kendisi de bu
gözlem zincirinin bir ögesidir ve ondan ayrı değildir.
Eğergözlemcinin KAVRAYIŞI olmasa, gözlenen yapının bir ANLAMI
olamayacak ve parçacığınvarlığından da söz edilemeyecektir. Her bir
nesnenin yapısı ve özellikleri, gözlemcininkavrayış biçiminin
ürünüdür.
İşte 2000’li yılların eşiğinde, Atom fiziğinin ortaya çıkardığı
net gerçek şudur: İşin içine
28
-
insanı koymadan bu evrenden bahsetmemiz asla mümkün değildir.
Fizik evren, ancakinsanın kavrayışıyla birlikte var kabul
edilmektedir. Her bir nesnenin var olması, bir özellikve anlam
taşıması, bilinç tarafından KAVRANMASINA bağlıdır. Gözlenen bu
evren ve onunfiziksel yasaları, bilincin kavramasıyla anlam
kazanmakta ve böylece de "var" kabuledilmektedir. Açıkçası, herşeyi
ve kendinizi ne olarak kavrıyorsanız, şu anda öylesiniz. Vebu da
tamamen size göre öyle!
Evrenin meydana gelişinde, "temel yapı taşlarının" varlığı söz
konusu olmadığı için, içindeyaşadığımız evren, nesneler ve fiziksel
yasalar, tamamen gözlemi yapan bilince GÖRE’dir.Herşey tamamen
düşünsel bir kavrayıştan ibarettir. "Maddenin" varlığını belirleyen
esasfaktör, gözlemcinin algı kapasitesi ve kavrayış biçimidir.
Başka bir ifadeyle, bulguların neşekilde olacağı, yani nesnelerin
varlığı ve onların özelikleri, olayın dışında olmayan,onunla
birlikte olan, insanın kavrayış biçiminin ürünüdür. Gözlemci NASIL
kavrarsa vene anlam verirse, evren, onun yasaları, nesneler ve
özellikleri ÖYLE görünmektedir.
Bu bulgular ışığında düşündüğümüzde, şu an içinde bulunduğumuz
fiziksel yasaların,bilincimizin kavrayış biçiminin KARŞILIĞI olduğu
anlaşılmaktadır. Yani, içindebulunduğumuz ortam ve onun yasaları,
aslında bilincimizde ortaya çıkan anlamlarınbir sonucudur... Fizik
nesnelerin özelliklerini ve evrensel yasaları tayin eden birBİLİNÇ
ile bakmakta, Onun ile görmekte, Onun ile dokunmakta, kısacası Onun
ilevarolmaktayız. Gözlemci ve algı araçları neyi tesbit edebilecek
düzeydeyse, sonuçolarak o tecrübe edilmektedir.
Evrende gördüğümüz tüm bu fiziksel nesnelerin meydana çıkışında,
bizim düşünseltesbitlerimiz, yani bilincin varsayımı sözsahibidir.
Biz NASIL bakarsak, evren bize ÖYLEgörünür ve şu anda öyle
görünmektedir. Tasavvufi ifadesiyle, biz ne isek, dünyamız da
29
-
ona göre olmaktadır. Ve içinde bulunduğumuz bu evreni, bu
fiziksel nesneleri, tamamenbizim algılama ve kavrayış biçimimizden
dolayı bu şekilde gözlemlemekteyiz.
O halde, bunları kavrayan bilincin VARSAYIMI değiştikçe, yani
evrenin atomaltı boyutlarınainildikçe, veya üstmadde boyutlarına
çıkıldıkça, maddenin kabulünden doğan fizikselyasalar geçerliliğini
yitirecektir ve yitirmektedir.
Fiziksel yasalarla kayıtlanmamış bir "varsayım duvarın" veya
"düşünsel duvarın" içindengeçilebilecek, "düşünsel suyun" üzerinde
yürünebilecektir. Ancak tabi bunları başaranın,kendi özbilinci
yanında, maddeden ibaret bireysel varlığının da bir varsayımdan
fazlabirşey ifade etmemesi halinde... Atomaltı boyutta sınırılı
yapısı olmayan bir duvarınötesine düşünsel bir bedenin geçememesi,
tamamen bilincin bir varsayımı ve insanın öyleşartlanmasıdir. Fizik
dünyaya ait şartlanmalar kayboldukça, bilincin evrensel
değerleriortaya çıkacak; şüphesiz bir dilek ve kesin kararlılık,
kendiliğinden ortamını bulacak ve herdilenen
gerçekleşecektir...
Evet... Artık bilimin ışığında inkar edilecek hiçbir yanı
kalmamıştır ki, Sufilerin eserlerinderastladığımız, "şöyle bir
aleme ve zamana gittim, şöyle şöyle işlerle karşılaştım",
gibi,önceleri kabul etmekte güçlük çekilen ifadeleri, kendimizde
mevcut Evrensel Bilincin vegizli kalmış güçlerin
müjdeleridir...
30
-
KUANTUM FİZİĞİNE GÖRE "BU DÜNYA BİR HAYAL"
Beş duyumuz sınırlarında algıladığımız dünya, elle tutulur,
gözle görülür katı bir maddekütlesi!.. Ancak acaba, beş duyu
sınırlarının dışında, başka duyularla bakabilseydik nasılbir
dünyada yaşıyor olacaktık? Gözlemleyen bilincimiz aynı kaldığında,
tam şu andabulunduğumuz yerden, algıladığımız dünya ne tür bir
ortam olacaktı ve o dünyada --eğerhala varsa--, bizim kendi yerimiz
ne olacaktı? Belki bambaşka kavramlarla dolu şimdikinehiç
benzemeyen bir boyutta olacaktık, diyenleriniz olabilir. Şu anda ve
burada... Peki,tüm bu kesitsel görüntülerin ötesinde dünyanın aslı
ve gerçeği ne?
31
-
Aslında, eskilerin, yalan mı, gerçek mi, yoksa rüya mı olduğunu
bir türlü çözemediği garipbir dünyada yaşıyoruz. O kadar garip ki,
kiminin umursamaya değmez sayıp adetasefasını sürdüğü ile, kimine
adeta meydan okuyan; kiminin de onunla mücadele ettiği,adeta
boğuştuğu, hep aynı dünya. Oysa, bilimin ve bilimsel düşünen
insanıngözünde herşey artık çok farklı!..
Bir yanda bizim gibi toplumlar ve aydınları, sadece geçmişle
meşgul olup, sorunlar bulup,onları bugün tartışmakla, sözümona,
çağdaşlaşma yolunda adım attıklarıylaavunadursunlar; geçmiş yerine
geleceğin inşası görevini üstlenmiş, ’evrensel insanın’gerisinde
kalmamaya çalışan bilim çevreleri, yepyeni dev bulguların
heyecanıyla kabınasığmaz hale gelmiştir. Siz istediğiniz kadar
algıladığınız bu yaşamla, dünyaylamücadelenize devam edin, düşünen
insan, kendi varoluş gayesini, yaşamın ve evreningerçeğini nerdeyse
çözmüş olmanın verdiği rahatlıkla, adeta sizin ve dünyanın
halinibaşka bir boyuttan gizli bir tebessümle seyre dalmış durumda.
Bu ifadenin üzerindeduralım lütfen: Hala beş duyusuyla algıladığı
dünyayla mücadele eden, veya bualgıladığı yaşamın NE olduğunu,
ASLINI araştıran, gören ve ona göre seyre dalangünümüzün farklı
insanı.
Medya aracılığıyla haberdar edildiğimiz dünyada olup-bitenler
bir yana, birazcık okuyanve araştıran kimsenin gözünden kaçmayan
güncel bir konu var: Birçok bilim dalı, özellikleAstrofizik,
Kuantum Fiziği, Gen Mühendisliği gibi popüler bilim dalları,
geldiği noktadaartık, insanın içinde olduğu evrensel sistemi, insan
düşüncesinin ‘Yaratıcı Düşünce’ ileolan bağlantısını ve dahi
’Tanrı’ diye bilinen kavramın ne olduğunu çözmekle meşgul.Piyasada
hiçbir yeni fizik veya genetik kitabı yoktur ki Tanrının ve insanın
bilincindenbahsediyor olmasın, hatta tamamen konusu bunlar olmasın.
Astrofizikçi StephenHawking’in dediği gibi, insanlık kendi
gerçeğini açıklayan ‘Tek Tümel Kuramı’ buluncaya
32
-
kadar bilimin içine girdiği bu hızlı arayışının sonu
gelmeyecek...
A.B.D.’nde görüştüğüm gen mühendisinden işittiğim ve beni en çok
şaşırtan bir ifade şuoldu: Artık bulgularımız sürekli olarak,
beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşmekte!Dahası, diiyordu,
şaşırtıcı olan o ki, gen mühendisliğinde öyle bir yerdeyiz ki,
şimdibulgularımızı, beklentilerimiz belirliyor! Sayısız
diyebileceğimiz ihtimaller içeren birsarmalda, hangi muhtemel
genetik dizilimin etken olmasından şüpheleniyorsak,
karşımızamutlaka o dizilim çıkıveriyor. Bilincimiz neyi keşfetmek
üzere bizi harekete geçiriyorsa,sonunda o şeyi keşfediyoruz. Bu
ifadelerin anlamı şuydu: Düşüncemiz, bulgularımızıbelirleyici
olduğundan; sorumuz, bilginin yarısı anlamına geliyor. Buradan şu
sonucavarıyordu: Bu demek ki, deney, deneyin sonucu ve bilincimiz
aslında aynı bütününbirbiriyle ilintili elemanları gibi,
birbirinden ayrı değiller ve moleküler düzeyde dahi buçözülmemiş
bağlantının eserleri gözlemlenebilmektedir.
Gen mühendisliği konu olurken, biz henüz tüp bebekleri
hatırlıyoruz. Klonning gibi değişiktarihlerde aynı bebeğin
kopyelerini dünyaya getirme çalışmalarını bilenler ise biraz
dahailgili olanlarımız. Oysa, gen mühendisliği araştırmalarını
yakından takip edenler, yukardakidüşüncelerle ve hatta dünyanın bir
organizma olduğu, dahası her organizmanın kendindegizli programını
ortaya koyduğu, suç diye birşeyin omadığı, gibi düşüncelerle
bambaşkagerçeklerle içiçe gelmiş durumdalar...
Paralel şekilde, Atom Fiziğinde de, gözlemci, deneyin bir
parçası kabul edilir. Durumdaha da açıktır. Atom fiziği alanında,
dünyada gözlediğimiz birimsel yapıların, kendibaşlarına, yani
Evrensel Bütünden ayrı olarak hiçbir anlama sahip olmadıkları
ortayaçıkmıştır. Kuantum fiziği, içinde yaşadığımız dünyayı,
gözümüzün yanıldığı gibi,birbirinden kopuk, ayrı ayrı bireysel
elemanlara ayıramayacağımızı göstermiştir.
33
-
Fiziksel olarak madde diye gördüğümüz nesnelerin derinliklerine
inildikçe, karşımıza çıkan,dünyadaki bütün nesneler arasında
varolan karşılıklı bir ilişkiler dokusudur. Yani evreninesasında
her zerresi birbiriyle ilintilidir, hiçbir şey, hiçbir zaman tümden
bağımsızhareket edemez.
Burada dikkatlerden kaçmaması gereken en önemli nokta şudur:
Tesbit edilen builişkilerin en önemli elemanı, gözlemcinin
kendisidir. Çünkü gözlemcinin kendisi de olayınbir parçasıdır ve bu
Evrensel Bütünden ayrı, ya da bağımsız değildir. ‘Ben’ ve
‘evren’ayrımı, hatta ‘madde’ ve ‘mana’ ayrımı atom altı düzeye
inildiğinde,kaybolmaktadır, geçersiz kalmaktadır... Atom fiziği,
işin içine insan bilincini katmadanevren hakkında
konuşamayacağımızı, açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur.
Çünkütüm evren, her zerresine kadar aynı bütünlüğün ve tekliğin
ifadeleridir. Biz ise bubütünlüğü algılayamadığımızdan, gözümüzün
daracık kapasitesi dolayısıyla madde, vemaddelerinin hepsini birden
de evren diye kabul ediyoruz. Oysa, gözün yanılsadığı gibiinsanın
dışında, sayısız parçaların birleşmesinden oluşan bir evren
olmayıp; sadecesonsuz ve tek bir Bütün vardır. Yani, Modern fizik,
evrensel düzeni, birbirine bağlıolan, ayrı ayrı parçalara
bölünemeyen, parçalara ayrılması sözkonusu olmayan birbütünlük
olarak görmektedir. Ayrıca bu bütünlük ile onu gözlemleyen ve
araştıran bilinçarasında da bir birliktelik vardır, ayrılık
yoktur.
İşte bu anlayış çerçevesinde, ’zaman ve uzayın’ kafamızdaki
klasik anlamları geçerliliğiniyitirmiştir. Doğru zannettiğimiz,
Evrenin birbirinden bağımsız nesnelerden oluştuğugörüşü ve klasik
sebep-sonuç ilişkisi gibi kavramlar geçerliliklerini
tamamenyitirmişlerdir. Artık evren, fiziksel ve düşünsel ilşkilerin
birbirini karşılıklı olaraketkilediği büyük bir sistem ağı olarak
algılanmaya başlanmıştır ve bu ilişkiler,yalnızca, tek Bütünle olan
bağlantı aracılığı ile açıklanmaya çalışılmaktadır.
34
-
Fizikçiler, doğal fenomenler olarak kabul ettiğimiz bütün
algıların, aslında insandüşüncesinin ürünleri olduklarını ortaya
çıkarmışlardır. Bu ürünler de gerçekliğinkendisinden çok,
gerçekliğin kavranılmasına yarayan kesitsel imajlar
anlamınagelmektedir. Buna göre yaşadığımız, istisnasız tüm olaylar
ve oluşumlar, evrendekiherşey, kesinlikle birbirleriyle
ilintilidirler. Ve yaşamın gerçeğini anlayabilmek için deönce
’Tümü’ anlamamız gerekmektedir. Zira, gerçekte varolan ve yaşayan O
Tektir.
Bu bulgular sonucunda, Yeni Fizik, insanın bilincinin dışında,
evrenin ötesinde, mekansalveya boyutsal bir tanrı fikrini
reddetmektedir. ’Tanrı’ ismiyle farkettirilmek istenen,insanların
kafasındaki imaj değil, esasında, sadece ve sadece kendisi varolan,
insanbilncini de kapsayan, insan bilincinin birliktelik arzettiği
sınırsız Tek’tir. Dinsel ve Mistikkaynaklarda bildirilen Onun Tek
oluşu, kendisinin sınırsızlığı ve yalnızlığı dolayısıyladır.Çünkü
varolan Bütün, parçalara ayrılamayan sınırsızdır ve kendi dışında
başka hiçbir şeyolmayan Tektir...
Tüm bu bilimsel veriler ışığında, evrenin ve insanın klasik
algılanış biçimi bir reformahazırlanmaktadır. Bu, belki çok yakında
kendimizi içerisinde bulacağımız düşünsel birreform olacaktır. Bu
gördüğümüz madde ve ayrı ayrı nesneler, esasında pratik açıdanyarar
sağlayan birer var kabul edişten ibarettir. Kuantum kuramı gözünde,
serbest veayrı fiziksel varlıklar kavramı, yalnızca bir
idealleştirmeden, yani düşünsel olarak var kabuletmekten başka
birşey değildir. Bu demektir ki fiziksel olarak var kabul
ettiğimizherşey, esasında düşünsel olarak var kabul edişimizden
ibarettir. Gözümüzdolayısıyla yanılsadığımız maddi, nesnel bir
dünyada değil, gerçekte düşünsel birevrende yaşıyoruz. Bu düşünsel
evren kendi sistemine göre, kendi yaşamını kesintisizolarak
sürmektedir.
35
-
Ancak bizler, kendimizi bu öz düşünsel değerlerle tanıyamamaktan
ötürü, orijinal sistemive kendimizdeki evrensel düşünceyi sürekli
olarak algılayamamaktayız. Bu da beynimizinnesnelerden oluşan
görüntüsel dünyayla bloke olmasına sebep olmaktadır.
Bununsonucunda, aslında bir anlamda hayal olan, eskilerin
ifadesiyle yalan bir dünyada,kendimizi şartladığımız, bağladığımız
bireysel isteklerimize göre yaşıyor, onlargerçekleşince mutlu,
gerçekleşmeyeince üzüntülü oluyoruz...
Oysa, insanın bilinciyle birliktelik arzeden Evrensel Bütün
kesintisiz bir şekilde kendiözelliklerini, kendinde yaşamaktadır.
Tamamen bizim şartlanma ve beklentilerimizdenbağımsız biçimde. Ve
eğer biz, algı kapasitemizi bilgimizle ve beyin geliştirme
teknikleri ilegenişletebilirsek ve dünyaya, şartlandığımız nesneler
birikimi olarak değil, gerçekdüşünsel değerleriyle bakabilirsek, o
zaman gerçeği görme imkanına erişebileceğiz. Buda kendimizdeki
evrensel bilinç boyutunun değerleriyle göresel olmayan bir
yaşamıgetirecektir.
Acaba Hawking’in aradığı, anlaşılması gereken Birleşik Kuram, bu
’Tek’ ve ’Tekingözüyle bakış’ mıydı? Buna ’evet!’ demek olası.
Varlığın gerçeğini kavramanın yeganeyolu, ’bedenden ibaret bir
birim olduğumuz inancıyla bakışı’ terk edip, özümüz vebilincimizin
aslı olan Tek’in gözüyle bakma erdemine ulaşabilmektir. Bunun tek
yolu daönce Tek’i ve Onun düzenini bilebilmektir. Doğayı ve
olayları alıştığımız klasik biçimdedeğerlendirişimiz, tamamen bir
yanılgıdır. Bunun için, çevremizde ve doğada olup-bitene,dünyaya,
şartlanılmış klasik gözle, madde yapılı bir birey olduğumuz
zannıyla bakmakyerine, her şeyin yerli yerince olduğu ve görenle
görülenin ayrılığı olmadığı tek birbilinçle bakabilmek gerekir.
Bunu da ancak kendi düşüncemizde yaşamamız gerekenbir reformla
gerçekleştirebiliriz. O an, dünyamız, bir başka dünyaya dönecektir
ki asl olanorijinal yapı da odur...
36
-
Evet, uzağında kaldığımız son bilimsel bulgular ve çağdaş
düşünce bunları söylüyor.Aslında mistik düşünce de yüzyıllardır
aynı gerçekleri vurguluyor. Dememiş mi bir HacıBayram Veli:
’Bayram ÖZÜ bildi / Bileni O’nda buldu / Bulan O Kendi oldu /
Sen seni bil, sen seni!..’
Bizim aydınımız, kitaplığını dolduran ’Mezhebler ve Sorunları’,
’Başkan Nereye Koşuyor’,’Nasıl Giyinmeliyim’, ’Bastırılmış
Kadınımız’, ’Ekonomik Darboğazımız’ gibi eleştiri ve
tarihkitaplarıyla övünedursun, nesnel sorunlarından biraz olsun
düşüncesini soyutlayabilmiştoplulukların kitapçılarında , ’Evrenin
Gerçeği’, ’Tanrının Aklından Geçenler’, ’İnsanBeyninin Bilinmeyen
Güçleri’, ’Evrensel Sırlar’, ’Atom Fiziği ve Tanrı’, ’Holografik
Evren’ gibikitaplar satışta ilk sıraları almakta. Düşünen insan bu
bulgular ışığında herşeyden öncekendini anlamaya çalışmakla ve
geleceğini şimdiden kavrayabilmekle meşgul. Sizisterseniz, ’bu
kadar ekonomik, siyasi sorunumuz varken bunları çözmeyi bir yana
bırakıpta atom fiziğinin bulgularına göre yaşamaya çalışmakla mı
ömrümüzü geçirelim, busıkıntılar nasıl çözülecek?’ diye karşı
çıkın. Size sadece, "Haklısın dostum, senin varoluşgayen de bu
olmalı," diyor ve ekliyor, "Ancak unutma, bütün bunlarla
uğraştığınısöylerken beyin kapasitenin sadece maximum %7’si gibi
bir kısmını kullanıyorsun.Dahasını, dünyanın aslını kavramak için,
biraz da geriye kalanını kullanmaya çalışsan!Kendini sadece fizik
dünyayla kayıtlamayı biraz aşsan! Unutma, herşeye rağmen,
seninkendin kadar kıymetli bir hazinen yoktur ve kendinden başkası
için de var değilsin..." Vehatta bizim Türkmenoğlu Yunusumuzun bir
dörtlüğüyle bulunduğu boyuttangülümsemesine devam ediyor::
‘Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan,
mülkte yalan / Var,biraz da sen oyalan...’
37
-
HOLOGRAMDA SEYAHAT
Çağdaş bilimsel keşiflerle, mistik Sufi öğretilerinin en önemli
ortak uyarısı şudur: İnsan,özüne dönerek, kendini, öz bilincinin
değerleriyle tanıyamadığı sürece, evrendeki yegânesermayesi olan
"dünya yaşamını", fizik dünyanın şartlarına bağımlı olarak
yanılgılariçerisinde tüketir gider...
İnsanlığın büyük bir çoğunluğu, dünyayı ve yaşamı sadece beş
duyuylaalgılayabildiğimizden ibaret zannedip, sadece burası için
herşeyi elde etmeklemeşgulgen, bakın bilim dünyasında neler oluyor
ve bunlar Tasavvuf eserlerinde nasılkarşılık buluyorlar:
"Ölünce Yaşam" isimli eserinde ünlü bilimci Kenneth Ring, Ph.D.
şunları yazıyor:
"Eğer bilinciniz, fiziksel bedeninizin sınırlarına bağımlılıktan
kurtulabilirse, holografik dünyayagirip, o boyutu tecrübe
edebilirsiniz. Bedeninize ve bedensel algılama araçlarına
bağımlıkaldığınız sürece, holografik alem ve boyut gerçeği sizin
için sadece entellektüel bir konu gibikalır. Oysa, eğer
bedeninizden ayrılabilirseniz, o boyutu direkt tecrübe
edebilirsiniz. Butecrübeden dolayıdır ki, mistikler, gördükleri
şeyler hakkında bu kadar kesin ve inandırıcıkonuşmaktadırlar. Ama
orayı tecrübe edemeyenler ne şüphelerini üzerlerinden
atabiliyorlar,ne de, yaşamı anlayışlarında bir değişime ihtiyaç
hissediyorlar."
Evrenin, esasta dev bir hologram olduğu gerçeğinden hareketle,
zaman ve mekanınduyularımıza izafeten belirdiğini biliyoruz. Yani
fizik dünyanın nasıl göründüğü ve budünyada geçen zamanın hangi
biriminde olduğunuz, fiziksel duyularınızın algılamasının bir
38
-
ürünü...
Mekânın varlığından şüphe etmeyecek derecede ona öylesine
bağımlı halde düşünürolmuş ve şartlanmışız ki, mekanın olmadığı bir
boyutun ve alemin nasıl birşey olduğunuhayal bile edemiyoruz. Oysa,
bilinç olarak, mekana bağlı olmadığımız gibi, zamana
bağlıolmadığımızı da kanıtlayan veriler var:
Bunun en güçlü göstergesi, OBE (Out of Body Experience) denen,
bireysel bilincin fizikbedenden ayrılıp farklı alanlara seyahat
ettiğinin gözlendiği "beden dışı yaşamtecrübeleridir." Dünyanın her
yerinde ve tarihin her döneminde insan bilincinin bedendışına
çıkabildiği çeşitli şekillerde sürekli anlatılmıştır. Jack
London’dan, Goethe’ye kadarbirçok tanınmış kişi dahi kendi
başlarından geçen OBE lerinden eserlerindebahsetmişlerdir. Eğer
küçük bir araştırma yaparsanız, Amerikan yerlilerinden,
Mısırlılara,Yunanlara, Hindulara, Müslümanlara kadar her topluluk
tarafından da bu gerçeğin bilinmişolduğunu kolayca
keşfedersiniz...
Batılı olmayan 44 ülkede bu konuda yapılan bir araştırma sonucu,
41 ülke insanının,beden dışı yaşam tecrübelerine normal olarak
inandığını ortaya çıkarmıştır. Yine dünyanın488 topluluğu arasında
437’sinin beden dışı tecrübelere dayalı benzer gelenekleri,
anmatörenleri ve kutlamaları olduğu ortaya çıkmıştır...
Değişik üniversitelerde, öğrenciler üzerinde sayısız anketler
yapılmış ve örneğinSauthompton Universitesinde ankete katılan 115
öğrenciden 19’unun; Avustralya NewEngland Üniversitesinde 177
öğrenciden 36’sının başından beden dışı yaşam tecrübesigeçtiği
belirlenmiştir. Yapılan anket sonuçlarının ortalaması alındığında,
kabaca, bu yazıyıokuyan her beş kişiden birinin er veya geç, birgün
bir yerde, yaşarken fizik beden dışına
39
-
çıkma tecrübesi yaşamış olduğu veya bunu yaşayacağı ortaya
çıkıyor. Bu oran 10 kişide 1bile olsa, aslında sanıldığından çok
yaygın bir gerçekle iç içe olduğumuz anlaşılıyor...
Tipik bir OBE, herhangi bir anda kendiliğinden yaşanabileceği
gibi, sıkça, "yakaza" denen,uyku ve uyanıklık arası, uykuya geçme
sırasında veya uyurken, zikir yapma sırasında,hastalık ve anastezi
sıralarında, ayrıca şiddetli bir travma veya kaza
geçirildiğindegörülüyor. Kaza geçiren bazı kimselerin, koma halinde
olmalarına rağmen, sonradanolup-biteni anlatmalarının sebebi bu
tecrübedir. NDE (Near Death Experience) olarakbilinen ve özellikle
şiddetli kaza veya krizler esnasında ve sonrasında başından geçen
butür "ölümötesi yaşam tecrübesini" anlatan kişilerin yayınlanmış
yüzlerce kitabı şu andapiyasada mevcuttur. Bunların bir kısmı
Türkeçeye de çevrilmiştir.
Yüksek ruh gücüne sahip tasavvuf ehli zevat, beden dışı yaşam
boyutuna geçişlerini,iradi olarak kontrol altına alabilirler. Bu
tür tecrübelerde, kişi eskisinden daha güçlü bir"farkında oluş"
haliyle, kendisinin aniden bedenden ayrı bir yerde olduğunu görür.
Kapalıbir yerdeyse, genellikle tavana yakın bir konumda, aşağıdaki
bedenini seyretmeyebaşlar. Uçuyor veya havada yüzer bir haldedir.
Çoğunlukla ilk anda bir ferahlık vegevşeme hissi hakimdir. Bundan
sonrasında kişiden kişiye değişen çok farklı şeylerolabilir. Burada
tecrübe biçimlerinde kişinin kendine bakışı, yetişme şekli, bilgi
birikimi vekendi gerçeğini tanıma düzeyi önem taşır. Zamansız ve
mekansız bir şekilde, bilinç,holografik özellikler taşıyan bir
bedenle, istenen yerde anında kendini bulabilir. TıpkıGHOST
(Hayalet) ve benzeri bir çok filmde seyrettiğimiz gibi mekan
kayıtlarındanbağımsız hale gelir, fiziksel duvarlardan veya
kapılardan geçebilir. Zamanın fizikselboyutuna tabi olmadığı için,
düşünsel olan bir algıya geçer; isteği oluştuğu anda,
kendini,düşündüğü yerde ve halde bulur. Bilinç kendini fizik
bedenin kayıtlılıklarından bağımsız birhalde, beynin ürünü olan çok
ince titreşimlerle yapılanmış hologramik bir bedenle bulur.
40
-
OBE tecrübelerinden elde edilen verilere göre, fizik bedenle
yaşamın son bulmasıylabirlikte girilen boyut, şu an bilim
dünyasının meşgul olduğu hologram tekniğiyle tesbitedilen
özelliklerin yaşandığı boyuttur. Yani, evrenin holgramik boyutu.
Ancak bu boyut,kendi yapısına uygun hologramik bir bedenle tecrübe
edilebilmektedir. İşte OBE veyaNDE denen ölüm ötesi tecrübeleri
yaşayan kişiler, Din’de "ruh" ismiyle tanımlanan,bugünün lisanıyla
"ışınsal hologramik beden" diyebileceğimiz bir bedenle bu
evrenselhologramda seyahat etmektedirler. Bugün onlarca dile
çevrilerek okunan, Muhyiddin IbnArabi, İbrahim Hakkı Erzurumî,
Mevlâna Celaleddin, Abdulkadir Geylani gibi birçokTasavvuf ehlinin
eserlerinde bahsettikleri "göğe yükselme, başka bir alemi
ziyaretetme" veya "tayyi mekan, tayyi zaman" gibi dünyanın zaman ve
mekan kayıtlılıklarınabağımlı olmayan seyahat tecrübeleri, bugünün
bilimsel verileri ışığında baktığımızda,"evrenin holografik
boyutunda" yaşanan bilinç tecrübeleri ve bilinç seyahatleridir.
Ölüm ötesinde yaşamın devam edebileceğine ihtimal vermeyen
birçok kişi, başındangeçen bu tür beklenmedik bir tecrübe
sonrasında, ölüm diye bir sonun sadece fizik bedeniçin geçerli
olduğunu farketmiş ve çok farklı bir yaşam tarzı sürmeye
geçmişlerdir. "MaviTüy" ve "Martı" gibi tanınmış eserlerin yazarı
"Richard Bach" ve benzer eserler verenbirçok kişinin, Tasavvuf
ehlinin yaşama bakışındaki farklılık, başlarından geçen
butecrübelerinden kaynaklanmıştır. Bu şekilde tecrübelere dayalı
olarak yazılmış yüzlercekaynak kitap bulmak mümkündür...
Ve dünyanın neresinde olursanız olun, hangi zamanda yaşıyor
olursanız olun, her insaniçin kaçınılmaz olan bir gerçek çıkıyor
ortaya: Ölümün tecrübe edilmesiyle birlikte"holografik evren"
boyutunda, "hologramik bir bedenle," düşünsel bir
yaşamınbaşlangıcı... Bununla beraber; kendisini bekleyen bu sonsuz
geleceğe ilgisiz,araştırmayan, fizik dünyayla kayıtlanmaktan
kurtulamamış insanların çoğunluğu...
41
-
ASTROLOJİ: Yeni Millennium’un Popüler Bilimi
İnsan düşüncesinin eseri olan her bilginin değeri olduğunu kabul
ederek, inkarı bir yanabırakıp, bu günün bilimsel verileriyle bize
ulaşan bilgilerin esrarını çözme yürekliliğinigöstrebildiğimizde,
sayısız bulgular ve değerlere erişebilmekteyiz.
Binlerce yıl öncesinden beri mistik düşünürlerin ve bilginlerin
eserlerinde değindiği,günümüzün ise özellikle gelişmiş ülkelerinde
popüler hale gelen, onlarca üniversitedeöğrenimi yapılan konusu
“BURÇLAR İLMİ” veya güncel ismiyle “ASTROLOJİ” neyianlatmaktadır?
Birçok devlet başkanından, borsa tüccarına kadar, tanışan
hemenherkesin, itibar etmekten kaçınamadığı, hatta bazı ülkelerde
aylık raporlar halindeyayınlanmaya başlayan bu isabetli verilerin
temelindeki bilimsel gerçekler neler olabilir?..İnsanların bütün
davranışlarını düzenleyen beyin yapıları ile, gezegen konumlarının
nasılbir bağlantısı olabilir?..
Bu kısa yazımızda “astrolojinin” sırlarına değinmeye
çalışacağız. Bu konuyla ilgili olarakhem Evrensel Bilinci tanımak
suretiyle “madde ötesi sırlara” eren mistik düşüncenin
42
-
açıklamalarına, hem de beş duyu verilerine dayalı bir sistemle
“yaşam sistemini”açıklamaya çalışan bilimsel bulgulara yer
vereceğiz. Artık çok sıkça gözlemlendiği üzere,günümüz bilimsel
bulguları, mistik düşünür ve öze erenlerin “Evrensel Bilnci”
anlamaksuretiyle getirdiği açıklamalara paralellik göstermekte ve
onların deşifre edilmesine ışıktutmaktadır. Konum itibariyle, Doğu
ve Batı ilimlerinin kaynaştığı bir coğrafyadabulunmamız, böyle bir
incelemeyi yapmamızı kolaylaştırıyor...
Yaklaşık 400 MİLYAR yıldızın oluşturduğu kabul edilen Samanyolu
galaksisi içerisinde ortabüyüklükte bir güneşin uydularından biri
olan Dünya üzerinde yaşayan canlıorganizmadır, bizim gördüğümüz
insanoğlu. Böylesi uçsuz bucaksız bir galaksiyi bir futbolsahasına
uyarlarsak, galaksiye nisbetle güneş sistemimiz, havada uçuşan bir
kıvılcımparıltısı gibidir. Ve o kıvılcım içerisinde Güneşin
çevresinde kendi yörüngelerinde dönüpduran gezegenler. Bunlardan
birisi de uydusu ayla birlikte dünya ve üzerinde bizler...
Galaksi içerisindeki bizim güneşimiz gibi, yüzlerce, binlerce ve
bazen milyonlarca yıldızınmeydana getirdiği her bir yıldız kümesine
BURÇ adı verilir. Samanyolu galaksisi içerisindetesbit edilmiş,
sistemimizi çevreleyen, bu tür, yüze yakın sayıda değişik isimlerle
tanınanyıldız kümesi veya takım yıldız vardır.
Günümüzden 8 yüzyıl önce Astroloji konusunda verdiği eserler ile
İslam alemi yanısıraBatı dünyasında da yakından tanınan ve birçok
eseri bilimsel incelemelere konu olmuş,büyük mutasavvıf Muhyiddin
İbn Arabi, “Fütühat-ı Mekkiye” isimli eserinde “Dünyadaoluşan
herşeyin burçların tesiriyle meydana geldiğini” şöyle ifade
ediyor:
“Şunu da bil ki Hak Taala, daha evvelce anlattığımız Kürsi
(Samanyolu) içerisinde şeffaf,dairevi bir cisim yaratmıştır. Bunu
da 12 eşit parçaya ayırmış ve bu parçalara BURÇLAR adını
43
-
vermiştir. Bu burçlar, toprak, su, hava, ateş gibi unsurlardan
olup, tıpkı dünya ehlininunsurlarına benzerler. Hakk Taala her bir
burçta cennet ehlinden bir meleği orada iskan ettirir.İşte bu
burçlardan, cennetlerde oluşacak şeyler meydana getirilir.. Değişim
ve karışıklılarıntümü bu burçların değişmesiyle ve kurulan düzenin
bozulmasıyla olur. Gerçek olarakalemimizin öncülüğünü bu 12 burçta
bulunan 12 melâike yapmaktadır. Böylelikle bu 12 burç,âlemlerimizin
gerçek olarak imamlığını yapmaktadır...”
Astroloji Neyi Anlatmaktadır?
Günümüzde astroloji, akademik anlamda, tamamiyle kişilerin doğum
anındaki gezegenkonumlarıyla, karakteristik özellikleri arasındaki
bağlantıyı, istatistiki sonuçlara göreaçıklayan bir araştırma
sahasıdır.
Astrolojinin klasik teorisi ise şudur: Kozmos ve insanoğlu,
orjinini aynı özden alanyaratılışın ifadeleri olduğuna göre, her
ikisi de benzer biçimde hareket ederler ve böylece,insanın
yeryüzündeki eylemleri, göklerdekinin bir yansıması olur... Bir kaç
gün ve geceeğer gökyüzüne bakarsanız, bir kaç gök cisminin yer
değiştirdiğini ve hareket halindeolduğunu tesbit edersiniz.
Bunların başında her gün doğup, batan Güneş ve Ay gelir.Onların
yanısıra da beş küçük yıldız gibi görünen Merkür, Venüs, Mars,
Jüpiter ve Satürngezegenleri hareket halindedirler. Öyleyse hareket
eden bunlar olduğuna göre, insanıneylemleriyle bağlantılı olan da
en başta bunlar olmalıdır. Güneş, Ay ve her bir gezegenyörüngesinde
dolaşırken, sistemimizi çevreleyen, 12 eşit parçaya ayrılmış kabul
edilengöğe karşılık gelen sabit takımyıldızların, yani 12 BURCUN
sahasından geçer ve bunlarınkiminde temsil ettikleri enerji
güçlenirken, kiminde ise zayıf düzeye düşer. İşte Güneşinve bu
gezegenlerin sizin doğum anınızdaki konumu, yani bulundukları
burçlardan aldıklarıenerji, sizin programınızı oluşturur ve sizin
alın yazınız, Gökyüzünün o anki yansımasının
44
-
bir ifadesidir. Böylece, gezegenler her bir burcu gezdikçe, siz
de doğum anında oluşanprogramınıza göre gelen enerjiyi değişik
şekillerde değerlendirir ve davranışlar ortayakoyarsınız...
Her gezegen kozmik enerjiyi farklı formlarda yansıtır ve bunun
için herbiri, organizmayımotive eden belirli bir dalgaboyu
bileşimi, yani belirli dürtüler, huylar ve ihtiyaçlar gibikarakter
unsurlarını temsil eder. Bunların en güçlü olanı Güneşin doğum
gününüzdeyeraldığı burç, sizin öz burcunuzdur. Böylece siz, örneğin
bir Oğlak veya Kova burcuinsanı olursunuz. Güneşin bu burçtan
aldığı enerji güçlü bir biçimde karakterinizde ortayaçıkacaktır.
Benzer şekilde, doğum anınızda Doğudan yükselen burç ta Yükselen
burcunuzolacak ve dışa yansıyan yeteneklerinizde gözlemlenecektir.
Diğer gezegenlerin konumuda benzer şekilde kişisel karakterinizde
etkin olacaktır.
Beynin Anne Karnında Programlanışı
Biliyoruz ki insan varlığındaki tüm oluşumlar, onun kişilik
özellikleri beynin eseri olarakortaya çıkar. Biyokimyadan,
psikolojiye kadar insanın yapısını ve çalışma sisteminiinceleyen
birçok bilim dalı ortaya koymuştur ki insan dediğimiz organizmanın
çalışmabiçimi, tamamen fiziksel, biyolojik ve kimyasal kurallara
dayanır. Algılama araçlarınınduyarlı olduğu etkenler, onu değişik
türlerde eylemlere geçirir. Bu eylemlerin ne şekildeolacağını
belirleyen, BEYİN ve onun programıdır.
İnsan beynini meydana getiren ve nöron diye isimndirilen 120
milyar hücre her beyindefarklı bir dizilim oluşturur. Her beyinde
farklı olan bu dizilim modeli, yani beyindekibiyoelektrik
kanallarının dizilimi, beyin ağları, bireyin kişiliğini çizer. İşte
bu dizilim vebağlantı modeli, “beynin programı” diye ifade
edilir.
45
-
Beyin ilk temel programlamaya ana rahminde iken maruz kalır ve
anatomik gelişmesinidoğumdan hemen sonra tamamlar. Nöronlar ile
onların kol ve uzantıları olan aksonlarınbirbirleriyle
bağlantıları, doğumdan önce her beyinde farklı bir biçim alır. Bu
model,doğumla birlikte kesinleşir ve bireyin ömrü boyunca hiçbir
değişikliğe uğramaz. Ayrıca,hiçbir beyin hücresi de yenilenmez.
İşte her birimizin yeteneklerini beyindeki bu biyoelektrik
kanallarının oluşturduğu bağlantımodelleri belirler. Her bireyin
düşünce, anlayış biçiminden, acizlik, beceriklilik, zeka gibitüm
yeteneklerine kadar herşeyin temeli, ana rahmindeyken, normal
şartlarda bir dahadeğişmemek üzere belirlenmiştir. Tüm yaşam
süresince, her birimiz, bu beyinprogramımızın eseri olan bir
biçimde ve kapasitede düşünür, hisseder, öğrenir, sever,kızar,
çalışır, kısacası yaşamımızı sürdürürüz.
Geçmişte yazılan tasavvuf eserlerinde, bireyin “alın yazısının”
tesbit olunması diye ifadeolunan olayla, tibbi araştırmalardan elde
edilen “beynin programlanışı” olayı son dereceenteresan bir
paralelik göstermektedir. Aslında, Sufi kaynaklarında, her kişinin
alın yazısı“FELEKlere” (gezegen yörüngelerine) bağlı olarak ve
“KADER” kavramıyla ifadeedilmektedir. Yine bizim “enerji”
kelimesiyle tanımladığımız şey, “kudret” kelimesiyle
ifadeedilmektedir.
Bu konunun çok geniş bir biçimde ele alındığı, büyük mutasavvıf
İbrahim Hakkı Erzurumi’nin, birçok dile çevrilerek incelenen, 300
yıl önce kaleme alınmış “Marifetname“ isimlieserinden şu paragrafa
değinelim:
“Allahu Taala’nın kudreti ile, gezegenlerin ve burçların maddi
yapılarda çeşit çeşit tesirleridaimi olduğundan, bütün halkın
şekil, hal, ahlak ve tavrı henüz ana rahminde nutfe iken rast
46
-
gelen baht ve tali’leri tesirlerinden meydana gelmiştir.
Hazreti Resulullah şöyle buyurmuştur: “Saadet ehli o kimsedir ki
ana rahminde saadet ehliolmuştur; bahtsız olan da o kimsedir ki ana
rahminde bahtsız olmuştur.” Halkın bütün şekil,sıfat ve mizaçları,
feleki vaziyetler gereğince rahimlerde ayrı, ayrı olunca, eceli
müsemmalarıda mizaçlarına göre orada farklı tayin
olunmuştur...”
Bu açıklamalarla Erzurumi, insanların fiziki yapılarından,
kişiliklerine kadar tüm özelliklerinibelirleyen tesirlerin, enerji
(kudret) sayesinde gezegenlerin konumlarına göre burçlardan(takım
yıldızlardan) geldiğini ve tüm bu özelliklerin anne karnında iken
programlandığınıifade ediyor.
Beyin çekirdeği ve DNA molekülleri
Diğer taraftan bilimsel bulgular ışığında yine biliyoruz ki,
insanın fiziki yapısını ve karakterözelliklerini belirleyen tüm
bilgi, onun genetik yapısında, yani DNA moleküllerini
oluşturanbazların diziliş biçiminde gizlidir. Aynı şekilde, beynin
sahip olacağı program türü —bağlantı modelleri— hakkındaki bilgi
de, beyni meydana getirmek üzere seçilen, yanibeyin çekirdeğini
oluşturan hücrelerde yeralan DNA moleküllerinde gizlidir.
Esasen,bireyin ne tür bir yapıya sahip olacağı, embriyodaki hangi
hücrelerin hangi dokununoluşmasında temel teşkil edeceğinin
tesbiti, anne karnında ceninin dıştan gelen
tesirlerideğerlendirebilecek safhaya eriştiği, dördüncü ayın sonuna
rastlar. Bu günde sonuçlananbir başkalaşımla, çeşitli hücreler
hedeflerini bularak, diğer komşu hücrelerdenfarklılaşmaya başlarlar
ve değişik görevler alırlar. İşte oluşan bireyin yaşlamındaki
enönemli an burasıdır. Zira gelişmenin tümü, bu başkalaşan
hücrelerin etkinliklerinin artmasıile olur. Beyin çekirdeği, yani
beyni meydana getirecek yapı ilk kez bu günde tesbit
47
-
olunmuştur ve beyin dahil sinir sisteminin tüm bedende en yüksek
düzeydekalıplaşmasını bu temel oluşturur. Bu günde belirlenen beyin
çekirdeğinde y