Top Banner
40

EG 127. sayı

Mar 29, 2016

Download

Documents

Ekim Gençliği

Ekim Gençliği 127. sayı / Ekim 2010
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: EG 127. sayı
Page 2: EG 127. sayı
Page 3: EG 127. sayı

Oldukça hareketli bir yaz döneminin ardındanokulların açılmasıyla birlikte yeni dönemegiriyoruz. Yeni dönem gündemlerimize geçmedenönce geçirilen yaz dönemini değerlendirebilmek,ders çıkarabilmek günün sorumlulukları açısındanbir çerçeve sunacaktır. Referandum oyununun ardından…

Referandum süreci siyasal gündem açısındanrejim krizinin göstergesi olarak yaz sürecininsonuna denk geldi. Düzen, iç dalaşmalarının birçıkış yolu olarak göstermelik bir referandumoyununu ortaya attı. Bunu yaparken de“demokrasi” sosuna bulandırılmış sloganlarkullandı. 12 Eylül döneminde idam edilendevrimcileri dillerine alma yüzsüzlüğü ileyalanlarını anlattılar.

AKP hükümeti ve yandaşları referandumoyununu ve yapılacak anayasal değişiklikleri 12Eylül ile hesaplaşmak adı altında sundular. Düzeniçi iktidar mücadelesinin gereği olarak da busüreçte sistematik baskı ve zor kullanıldı.Referandum süreci özellikle Kürt halkına yönelikbaskı ve tehdidin katlanarak artmasına sahne oldu.Referandum sürecinin kazananı AKP olsa daKürdistan illerinde belirli bir başarıya ulaşanboykot egemenlerin baskı ve zorbalıklarıylakarşılandı. “Demokrasi bayramı” Kürt halkınaoperasyon ve tutuklama şeklinde döndü.

Okulların açılmasından beridir TZP Kurdi’nin(Tevgera Ziman û Perwerdehiya Kurdî - Kürt Dilive Eğitimi Hareketi) 2010-2011 eğitim-öğretimyılının ilk haftası olan 20-25 Eylül tarihlerinde“anadilde eğitim ve resmi dil hakkı” talebiylegerçekleştirdiği okul boykotu gündemde.Egemenler boykota katılımı düşürmeye veetkisizleştirmeye dönük yoğun hazırlık yapıyor.

Sınıf devrimcileri bu süreçte, işçileri-emekçileridüzen içi iktidar mücadelesine alet olmamak,anayasal hayaller karşısında devrimci sınıfmücadelesini büyütmek için boykot çağrısındabulundular,sosyalizm

propagandasını yaygın biçimde gerçekleştirdiler.Bugün referandum sonuçlarından süzülecek enönemli sonuç, işçi sınıfının mücadelesi dışındakalınarak düzenin sınırları içerisinde kullanılacaktaktiklerin hiçbirinin hayatta başarı şansıolmadığıdır.

Yine görüldüğü üzere gençlik düzen içitaraflaşmanın bir parçası oldu. Üniversitelerde veliselerde egemenlerin etki alanı altındaki gençlikile yeni döneme başlanacak. Öğrenci gençliği busahte taraflaşmanın cenderesinden çıkartacak,düzen içi taraflara yedeklenmesinin yerine kendisorunları ekseninde bir mücadele hattı içerisindeolmasını sağlayacak bir müdahale acil birzorunluluktur.

Sınıf hareketinden yansıyanlar…

Yaz süreci sınıf hareketi açısından da oldukçaanlamlı deneyimler ile geçti. Yaz döneminegirerken madenlerde, tersanelerde yaşanan işcinayetlerinin ardından kader açıklamaları yapıldı.Kapitalizm işçi kanı üzerinden kendini üretmeyedevam etti ve cinayetler yüzsüzce kader ilan edildi.Ama buna karşılık Çel-Mer işçileri, UPS işçileriyaz başında direniş ateşini yakarak herkeseizlenecek yolu gösterdiler. Bunu da sınıfın ortakbelleğinden dersler çıkararak yaptılar. Çel- Merişçileri kapı önü direnişlerini fabrika işgal eylemi

ile başarıya ulaştırdılar. UPS işçileri direnişlerinisürdürürken birçok direniş ile

sınıf

Yeni dönemde

gençlik mücadelesini yükseltmeye!

3

Referandum süreci

siyasal gündem

açısından rejim

krizinin göstergesi

olarak yaz sürecinin

sonuna denk geldi.

Düzen, iç

dalaşmalarının bir

çıkış yolu olarak

göstermelik bir

referandum oyununu

ortaya attı. Bunu

yaparken de

“demokrasi” sosuna

bulandırılmış sloganlar

kullandı. 12 Eylül

döneminde idam

edilen devrimcileri

dillerine alma

yüzsüzlüğü ile

yalanlarını anlattılar.

Page 4: EG 127. sayı

4

dayanışmasını yükselttiler.Birçok direniş, işgaldeneyimini geride bırakırkenUPS, Mutaş, Betasan,Paşabahçe direnişleri sürüyor.UPS işçilerinin degösterdikleri yoldandirenişlerin sesini,bulunduğumuz tüm alanlarayaymak başlıcasorumluluğumuzdur.Bulunduğumuzüniversitelerde ve liselerdedirenişleri anlatmak ve bu

direnişlerle dayanışmayı büyütecek etkinlikler,ziyaretler örgütlemekle işe başlayabiliriz.Sistemin yarattığı gelecek hayallerinin

geleceksizliği!

Eğitim sisteminin temel dayanağı elemeci sınavsistemidir. 2010-2011 eğitim ve öğretim yılı dahabaşlamadan sınav sisteminde yaşanan gelişmelereğitim sistemindeki çürümüşlüğü gözler önünesermiştir. Binlerce insanın gelecek umutlarınıbağladığı bir sınavda yaşanan gelişmeleri sadecebirkaç kişinin ya da birkaç kurumun düşüncesizliğiolarak açıklayamayız. KPSS ile başlayarak ÜYSve ALES’e varana dek açığa çıkan kopya şaibesisadece ilgili kurumları değil, bir bütün olarakeğitim sistemini sorgulamamızı gerektirmektedir.Açığa çıkan kopya olayları ile birlikte KPSS’debirkaç sınavın iptal edilmesi eğitim sistemindekiçürümüşlüğün kanıtıdır.

Eğitim sistemi kapitalizmin temel köşetaşlarından biridir. Bu alandaki çürümeningöstergesi elbette tek başına sınav sistemi değildir.Sistemin kendini yenileme çabası neo-liberaldönüşümler olarak emekçilerin hayatlarına bupolitikalar ekseninde yansıyor. Eğitimde de benzerşekilde işleyen sistem değişikliklerini BolognaSüreci adı altında görüyoruz. ’90’lı yılların başındazaten emekçi çocuklarına kapatılmış olan eğitimkurumları ile kapitalizmin ihtiyaçlarına karşılıkveren iş gücü yetiştirmek için gerekli olandeğişikliklerin kesiştirildiği daha kapsamlı birdönüşüm sürecini tanımladılar. Toplamdakapitalizmin ihtiyaçları çerçevesinden bakıldığındaBologna Süreci neo-liberal sürecin eğitim ayağınıoluşturmaktadır. Sosyal yıkım saldırılarınıberaberinde getiren bu süreçler doğal olarak eğitimde yıkımlara yol açan politikaları uygulatacaktır.Elbette bunun yıkım payınıöğrenciler hissedecek, kâryanını ise egemenler. Bupolitikalar karşısındagençliğin birleşik, kitleselbir karşı koyuşunuörgütlemek, bunun sınıfmücadelesi ile bağınıkurmak önümüzdeki dönemtemel politikamız olacaktır. Soruşturma-ceza

terörü devam ediyor…

Sermaye düzeni, eğitimiticarileştirme saldırısınıboyutlandırırken öğrencilerisindirmek, sorunlarkarşısında sessiz kılmakiçin de baskı ve zorunu

devreye sokuyor. Üniversitelerde, geçtiğimiz yıliçerisinde liselerde de gördük ki son yıllardasoruşturma ve uzaklaştırma terörünü en yoğunşekilde kullanıyor. Soruşturma ve uzaklaştırmalarlabu saldırı tufanına karşı duran her bir kişininüniversitelerin, liselerin dışına atılması ilekalelerini güçlendirmeye çalışıyorlar. İçinegirdiğimiz eğitim dönemindeki soruşturma listeleribir kez daha bu saldırının geleceği boyutugösteriyor. Geçen seneden devam edenuzaklaştırmalarla, yaz döneminde kesilen cezalarlaüniversitelerine giremeyecek öğrencilerin sayısıartıyor.

Bu saldırıya karşı sorumlulukla davranmakgençlik hareketinin önündeki tıkanıklığı açmanınen temel yanını oluşturmaktadır. Önümüzdekisüreçte bu saldırıya karşı bu sorumlulukladavranılmadığı, saldırıyı püskürtmek için birleşikbir hat oluşturulmadığı takdirde gençlikhareketinin bugüne kadarki kazanımlarınınüzerinin çizileceğinin görülmesi gerekmektedir.Geçtiğimiz sene bu açılardan birçok eksiğibarındırmaktadır. Soruşturma ve ceza saldırısınakarşı birleşik bir hat oluşturma imkanları süreçilerledikçe tükenmişti. Bu saldırı açıktır ki hakarama mücadelesine, düşünce özgürlüğüne, gençlikhareketine dönüktür.

Önümüzdeki süreçte de soruşturma veuzaklaştırma terörüne karşı gerek üniversiteleriniçerisinde gerekse de üniversite kapılarınınönündeki direnişlerle mücadeleyi büyütmesorumluluğu omuzlarımızdadır. Öğrenci gençliğinkarşısındaki gündemlerle bağını kurarak, yani busaldırının arka planını anlatarak işlemeli ve buterörü püskürtmeyi öncelikli hedefe koymalıyız.Tek yol devrim kurtuluş sosyalizm!

Bütün bunlarla birlikte sistem gençliğe hiçbirgelecek sunmamaktadır. Sürekli olarak yaydığısadece gelecek hayalleridir. Bu gerçekleşmeyecekhayaller bile bir avuç azınlık dışındakilerikapsamamaktadır. Tüm bu gerçekler gençliğingelecek mücadelesinin işçi sınıfının kurtuluşundanbağımsız gerçekleşmeyeceğini göstermektedir.

Geleceksizlik dışında bir şey vaat etmeyen busistemin bilimsel alternatifinin, yani sosyalizmmücadelesinin yakıcılığının güncel önemiburadadır. Yeni bir döneme başlarken tüm bunlarınyönlendiriciliğinde işçi sınıfının kızıl bayrağınıngençlik içerisinde dalgalandırıldığı bir hat

izlenecektir.6 Kasım’a ilerlerken…

Önümüzde duran 6Kasım sürecini bu hedeflerdoğrultusunda örmeliyiz.Bologna Süreci eksenlikarşımıza çıkan saldırılar,soruşturma-ceza terörü budönemde üzerine eğilinmesigereken gündemlerdir. 20106 Kasım’ına gençlikgündemlerinin dönembaşından itibaren işlenerekyürünmesi gerektiği gibi,arçalı tablonun aşıldığı birsüreç olması yönlü deyüklenmek gerekmektedir.

Ekim Gençliği

Sermaye düzeni, eğitimi

ticarileştirme saldırısını

boyutlandırırken

öğrencileri sindirmek,

sorunlar karşısında

sessiz kılmak için de

baskı ve zorunu devreye

sokuyor. Üniversitelerde,

geçtiğimiz yıl içerisinde

liselerde de gördük ki son

yıllarda soruşturma ve

uzaklaştırma terörünü

en yoğun şekilde

kullanıyor.

Page 5: EG 127. sayı

5

1980 askeri faşist darbesinin ardından hızla inşaedilen, sessiz, korku toplumunun üniversitelerdeki enaçık mimarıdır Yükseköğretim Kurulu, nam-ı diğerYÖK. Üniversitelerin bilim üreten kurumlar olmaktançıkıp, birer ticarethane mantığında yönetilen kışlalaraçevrilmesinde en büyük role sahiptir. Kuruluş tarihiolan 6 Kasım 1981’den günümüze bizden götürdükleriise aslında sayılamayacak kadar fazladır.

Kuruluşunun ardından YÖK’ün başına Paris’teöğretim görevlisi olan Prof. İhsan Doğramacı getirildi.YÖK’te tüm yetkinin 4 yıllığına cumhurbaşkanıtarafından seçilen bir başkanda toplandığı demokratik(!) ortamda 11 yıl görevde kalan Doğramacı veardından gelen diğer tüm başkanlar kendilerine biçilen,üniversitelerin neo-liberal politikalar doğrultusundayeniden yapılandırılması misyonunu layıkıyla yerinegetirdiler.

Sürece kısaca bakarsak…

1970’lerde kapitalizmin içine girdiği krizdenkurtulma yolu olarak başvurduğu neo-liberal ekonomipolitikaları, Türkiye’de ’70’lerde yükselen muhalefetin1980 darbesiyle bastırılmasıyla hız kazandı.Üniversiteler ise 1980 öncesi dönemde yükselentoplumsal muhalefette en önde bulunan üniversiteöğrencilerini yetiştiren kurumlar olarak darbesonrasında hızla yeniden yapılandırılması gerekenkurumların başında geliyordu. Bu doğrultuda YÖK’ünkurulmasının ardından öncelikle üniversiteler disiplinyönetmelikleri ile muhalif öğretim görevlileri veöğrencilerden arındırıldı. Gidenlerin yerine yenileriningelmemesi için de gerekli önlemler (!) itina ile alındı.Böylece düzenin üniversitelerdeki eli ayağı haline gelenYÖK yeni ekonomi politikalarının üniversitelerdeuygulanması için uygun zemini yaratmış oldu.

Sermayenin üniversitelerden beklentilerini en iyikavrayan ve formüle eden YÖK başkanlarından biri de1995 yılında seçilen Kemal Gürüz oldu. KemalGürüz’ün 1994 yılında TÜSİAD için hazırladığıraporda üniversite “modern işletmecilik teknikleri ileyönetilen bir kurum” olarak tanımlanıyor ve pazarekonomisine, arz ve talep koşullarına uymak zorundaolduğu belirtiliyordu.

1996 yılına gelindiğinde YÖK başkanı olarak Gürüzüniversitelerin kaynak sorununa çözümleri de formüleetmişti. Bu çözümlerden ilki yüksek öğretimin,ihtiyaçları olana burs verilmesi kaydıyla, paralı halegetirilmesi, ikincisi denetim şartı ile özel ve yabancıüniversitelerin kurulmasına izin verilmesi, üçüncüsü iseüniversitelerin kaynak yaratmalarının teşvikedilmesiydi. Gürüz’ün bu önerileri gerçekten deüniversitelerin temel işleyiş mantığını özetlernitelikteydi. Bu formüllerin hayata geçerken en somutyansımaları ise üniversite kapılarının işçi ve emekçiçocuklarına kapanması, öğrencilerin müşteri, tümkamusal hizmet alanlarında olduğu gibi üniversitelerinde sermayenin arka bahçesi haline getirilmesi oldu.

YÖK’ten farklı formüller, aynı çözümler…

YÖK’ün icraatları karşısında toplumda oluşanrahatsızlığa karşılık üretilen çözümler ise aynı mantığınfarklı formüllerle, “yükseköğretimde reform”aldatmacasıyla tekrarlanması ve sonuç olarak daha dasağlam adımlarla hayata geçirilmesi şeklinde oldu. 1996yılında Gürüz’ün üniversitelerin kaynak sorunu içinürettiği formül 2007 yılında karşımıza “Türkiye’ninYükseköğretim Stratejisi” kitabında “mali özerklik”,“esnek bütçe uygulamaları”, kaynak yaratmak için harçmiktarlarının arttırılması olarak çıkıyor.

Kitapta mali özerklik şöyle ifade ediliyor:“Kurumların verimli çalışabilmesi ve kaynaklarını etkinkullanabilmesi anlamlı bir mali özerkliğe sahip olmaklamümkündür. Mali özerklik kavramı, kurumların farklıkanallardan gelir yaratabilmelerini, gelirlerini vevarlıklarını kendi amaçlarına uygun bir biçimdekullanabilmelerini ve esnek bir bütçe sistemine sahipolmalarını öngörür.” Ayrıca kaynak yaratma noktasındada “Devlet bu düzeyde bir kaynağı harekete geçirmektezorlukla karşılaşıyorsa bu miktardaki kaynağınyükseköğretim alanına akımını alternatif kanallarıkullanarak, örneğin yükseköğretimden yararlananlarınkatılım payını (bu miktarı ödeyemeyenleri burs ve kredisistemleriyle destekledikten sonra) artırarakgerçekleştirmelidir” önerisi getiriliyor. Kısacası baştada belirttiğimiz gibi reformlarla (!) üniversitelerdesermayenin talepleri ve ihtiyaçları doğrultusundadönüşümler daha da sağlam şekilde formüle ediliyor.

YÖK’e karşı mücadele

üniversite gençliği açısından

güncel bir görev olarak durmaktadır

KPSS sorularının çalınması ile başlayan elemesınavları krizi ve 2547 sayılı YükseköğretimKanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik öngören sonkanun taslağı ile YÖK son günlerde yoğun olaraktartışılmaktadır. KPSS krizi ile rezilliği bir kez dahatescillenen YÖK bu durumdan ÖSYM’de başkandeğişikliği ile çıkmaya çalışmaktadır. YükseköğretimKanunu’nda yapılması önerilen değişikliklerse eğitiminticarileşmesine yeni bir boyut kazandırmaktadır.

Birer ticarethane mantığı ile yönetilen kışlalaraçevrildiğini söylediğimiz üniversitelerde tüm bu yıkımpolitikaları karşısında sessiz kalmayan, işçilerin,emekçilerin sesini üniversitelerine taşıyan, gerçekkurtuluş yolu için mücadele eden öğrencilerin, öğretimgörevlerinin sesi ise disiplin yönetmelikleriyle kesilmekistenmektedir. Düzene muhalefet eden en ufak bir sözöğretim görevlileri açısından kapının önünekonmalarına, maaş kesintilerine uğramalarına,öğrencilerin uzaklaştırmalarla eğitim haklarınınengellenmesine sebep olmaktadır. Ancak tüm bubaskılara rağmen, gençliğin geleceğini elinden alanYÖK’e karşı mücadele etmek biz üniversite gençliğiaçısından yaşamsaldır.

B. Bahar

YÖK’ün gençliğimizden götürdüklerine

karşı mücadeleye!

Kuruluşunun

ardından YÖK’ün

başına Paris’te

öğretim görevlisi olan

Prof. İhsan

Doğramacı getirildi.

YÖK’te tüm yetkinin 4

yıllığına

cumhurbaşkanı

tarafından seçilen bir

başkanda toplandığı

demokratik (!)

ortamda 11 yıl

görevde kalan

Doğramacı ve

ardından gelen diğer

tüm başkanlar

kendilerine biçilen,

üniversitelerin neo-

liberal politikalar

doğrultusunda

yeniden

yapılandırılması

misyonunu layıkıyla

yerine getirdiler.

Page 6: EG 127. sayı

6

Türkiye’de ve dünyada son iki yıla damgasınıvuran ekonomik krizi kavrayabilmek bugün yaşananbirçok gelişmeyi yorumlarken tablonun en belirleyiciparçasını yerine oturtmamıza yardım eder. Kapitalistsistemin krizi, onun doğasının ürünüdür. Yapısal birsorun olan krizler çeşitli biçimleri ile farklılaşsalar daözlerinde özel mülkiyete dayalı kapitalist üretimbiçiminin dizginsiz kâr hırsında ortaklaşırlar.Kapitalizmin tarihinde yer alan üç büyük krizinsonuncusu her ne kadar 2008 ile patlak vermiş gibigözükse de, esasen 1970’lere uzanan bir geçmişivardır. Ve uzun gibi görünen bu süre içinde birgelişimi söz konusudur.Kapitalizmin krizi yapısaldır ve kendi

sınırları içinde bir çözümden yoksundur!

Ekonomik krizlerin kapitalist üretim biçimi içindekesin bir çözüme kavuşabilmeleri mümkün değildir.Çünkü sistemin yapısal olarak ürettiği bir sorununçözümü ancak sistemin aşılması ve bilimsel biralternatif ile yer değiştirilmesi ile olanaklıdır. Busebeple krizler kapitalist üretim biçimindesüreklidirler. Ancak sözünü ettiğimiz üç büyük krizdeyerel sorunların birbirleri arasındaki bağlardan ötürüküresel bir etki kazandıklarını görüyoruz. Çeşitliulusal ekonomilerin bağlı oldukları emperyalist zinciriçinde böyle bir etkinin yayılmasının önünde birengel de bulunmamaktadır.

Bu süreç içinde yıllara yayılmış bir dizi müdahaleile kapitalistler ekonomilerine rahat bir nefesaldırmanın yollarını aramışlardır. Sosyalizminetkisinin yıkıma uğradığı, sınıf mücadeleleriningerile(til)diği bir dönemde emperyalistlerin eli de bukonuda olabildiğince rahatlamıştır. Krizin ‘70’lerdepatlak vermesi ile birlikte ortaya atılan neo-liberalekonomi politikaları üçüncü büyük krizin 2000’leredeğin uzanması ile sonuçlanmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada ise kriz tüm birikimiile yıkıcı bir boyuttadır. Zira ABD’de bir banka aynızamanda bir orta kuşak ülkede yapılan yatırımıfinanse etmekte veya Avrupalı bir üretici için Asyatemel bir pazar olabilmektedir. Dolayısıyla dasorunlar ve soruna müdahaleler çağımızda doğrudanya da dolaylı olarak küresel bir niteliktedir. Sonuçolarak ise kapitalizmin kaleleri çeşitli şirketlerbatmıştır. Hatta bu dalganın kontrol edilmesi içindevletlerin kamu kaynaklarını devreye sokmalarıardından bugün devletlerin iflasları söz konusudur.

12 Eylül’ün çocuğu YÖK kapitalist

sömürünün ve geleceksizliğin garantisidir!

Kapitalizm yapısal sorunlarına gerçek bir çözümgetiremese de, onlar içinde debelenir. Sorunlarınboyutu ve kapsamı bize, müdahalelerin de genişliğikonusunda fikir verir. Neo-liberal ekonomipolitikaları bu müdahalenin temel eksenini

belirlemiştir ve birçok ülkede özgün biçimlerde vedeğişen zaman aralıklarında hayata geçirilmeyebaşlanmıştır. Türkiye’de ise buna 12 Eylül 1980askeri faşist darbesi ardından başlanmıştır. Ve yinetüm dünyada olduğu gibi bu kapsamda Türkiye’de dekapitalizm üretim rejimlerine yeni bir yön vermiş,kamusal hakların yıkımında önemli eşikler atlanmışve emperyalizm ile kurulan siyasi bağlar pekişmiştir.Eğitim de bu kapsama girmiş, YÖK bu alanda kendiyapısal krizinin faturasını emekçilere ve dolaysızolarak gençliğe yıkmak isteyen kapitalist düzeninhizmetine atanmıştır.

Bologna Süreci kapitalist tekellerin

hizmetindedir, tüm planlarının harcını ise

gençliğin geleceğini öğüterek karmaktadır!

Eğitim alanı kapitalist egemenlerin ilgisini hem işgücünün eğitimi üzerinden hem de bir pazar olarakçekmektedir. Bu nedenle de bu alan da neo-liberaldönüşümlerin doğrudan kapsamındadır. Onun birparçası olan yüksek öğrenimde birçok farklı çıkarlarıkesişen kapitalistler bu sebeple bu alana daeğilmektedirler. Burada neo-liberal politikaların“Bologna Süreci” yüzünü görürüz. Bu kapsamdaeğitime ulaşmak zorlaşmış, üniversitelerin kapılarıemekçi çocuklarına kapanmıştır.

Öte yandan ise çalışma rejiminde gerçekleşendönüşümler halihazırda istihdam edilecek iş gücününyetiştiği eğitim kurumlarına etkimekte ve yıllardır“kendini geliştirme”, “rekabet”, “esnek çalışma” ve“pazarın ihtiyaçlarına karşılık veren” müfredatlar ileeğitim kapitalizmin baskısı altında dönüşmekteydi.Ne var ki tüm bunların çok daha kapsamlı ve dahaverimli bir biçimde olabilmesi de temel bir ihtiyaçtı.’90’ların sonuna doğru bu kapsamda eğitimkurumlarının verimliliğini yükseltmek hedefiyle yolaçıkan kapitalist egemenler Bologna Bildirgesi’ndemüdahale eksenlerini belirlediler. Sözkonusu bildirgeile şekillenmeye başlayan Bologna Sürecikapsamında gerçekleşen tartışmalara rengini verentemel tanımların başında “pazarın ihtiyaçları” ve“verimlilik” gelmektedir. Bu iki yaklaşım noktasıbizlere fazla söz bırakmadan eğitime ve istihdamaolan bakışın şirketlerin kâr oranları üzerindenolduğunu göstermektedir.

Emperyalizm zincirinin kopmaz bir halkası olanTürkiye’nin sürecin dışında kalması kapitalizminyasaları sınırında imkansızken, zaten Türkiyelikapitalistlerin de böyle bir eğilimi olamazdı. Onlar daçeşitli imkanlar yaratabilmek adına sürecin aktif biröznesi olmayı tercih edip anlaşmalarda yerlerinialdılar. Bu sayede hem uluslararası pazar ile bağlarıgüçlenecek hem de ülke içinde ihtiyaçlarına dahadoğrudan karşılık bulabileceklerdi. Bu ihtiyaçlarneler diye baktığımızda aslında Bologna Süreciöncesinde on yıllardır süregelenlere sadece

Bologna Süreci’nin omurgası paralı eğitim üzerine kurulmuştur...

Geleceksizliğe karşı birleşik ve kitlesel

mücadeleyi yükseltelim! P. Mete

Eğitim alanı kapitalist

egemenlerin ilgisini

hem iş gücünün eğitimi

üzerinden hem de bir

pazar olarak

çekmektedir. Bu

nedenle de bu alan da

neo-liberal

dönüşümlerin

doğrudan

kapsamındadır. Onun

bir parçası olan yüksek

öğrenimde birçok farklı

çıkarları kesişen

kapitalistler bu sebeple

bu alana da

eğilmektedirler. Burada

neo-liberal politikaların

“Bologna Süreci”

yüzünü görürüz. Bu

kapsamda eğitime

ulaşmak zorlaşmış,

üniversitelerin kapıları

emekçi çocuklarına

kapanmıştır.

Page 7: EG 127. sayı

7

yenilerinin eklendiğini görüyoruz: Eğitim alanınınpazara açılabilmesi yeni yatırımlara hazırlanması,ucuz ve ihtiyaca göre eğitilmiş iş gücü ve bilgiüstünlüğü... Avrupa'da yüksek öğrenimkurumlarının, şirketlerin önemli ölçüde özverisi veilgisi ile yükselişinin de geniş yığınlar içindeeğitimin yaygınlaşmasının da, kamukaynaklarından bu alana aktarımlarının olmasınında ardında bunlar yatmaktadır.

Kapitalizmin ve sermayenin yıllara yayılmışmüdahaleleri ardından günümüze gelindiğindeeğitim tüm kademelerinde paralılaştırılmıştır. İlköğretimden yüksek öğretime, kurslar, kömürparaları, okul aile birliği aidatları, harçlar, karneparaları ve fotokopi ücretleri ile sermaye düzenieğitimin her parçasını kuruşu kuruşunaöğrencilerden çıkarmakta kararlıdır. Tüm bunlarınüzeri kalite vb. örtülerle kapatılmak istenirken,dershanelerde öğrenciler cahilleştirilmiş, özelleşenyemekhanelerde at ve eşek eti yemişler, kömürparası ödedikçe üşümüş ve fotokopi ücreti öderkensınavlarına giremez olmuşlardır.

Kapitalist üretim biçimi yapısal olarak işsizliğibüyütür. Bu bakımdan işsizler ordusu kapitalizmdehep vardır. Ve yine işsizlik kapitalistlerin ucuz işgücü havuzuna aktığı için de hep çıkarlarıdoğrultusunda beslenir. Ancak bugün bu havuzdolup taşmaktadır... Bu nedenle de artık eğitiminkitleselliği onun sırtında bir kamburdur.

Egemenler haykırıyor:

Paran kadar oku, paran kadar yaşa!

Bologna Süreci eğitimde yaşanan dönüşümlerinyüksek öğrenim alanındaki boyutu olarak Neo-liberal dönüşümler kapsamında yüksek öğreniminkendi içinde bir pazar ve toplam pazarın da birparçası haline gelmesini sağlamaktadır. Yanibeslenme, temizlik gibi temel ihtiyaçlarınşirketlerce satılan hizmetlere dönüştürülmesi,bölümlerin ve derslerin pazardaki yerine göreücretlendirilmesi, pazarda yeri olmayan kimi sosyalbölümlerin gerektiğinde kapatılması ya da pazarınpopüler bölümlerinin ikinci öğrenim gibibiçimlerde çok daha yüksek ücretlere satılmasıgerçekleşecektir. Sermayenin emir kulu YÖK busürecin oyun kurucusudur. YÖK başkanı“Üniversite eğitimi paralı olmalıdır” diyerek görevbilincini kanıtlamıştır.

Eğitim bugün bireysel bir ihtiyaç olarakgösterilmek istenmektedir. Oysa ki üretimintoplumsallaştığı günümüzde bireyineğitimi/eğitimsizliği tamamen toplumsal birmeseledir. Şirketlerin müfredatlardan burslaraburunlarını her yere sokmaları da bundan ötürüdür.Eğitim sistemin toplam bir zorunluluğu iken,şartların geniş yığınlar lehine olması gerekir. Bugünbu başka türlü gösterilmek istenmektedir. Eğitimbireysel bir tercih/ihtiyaç, entelektüel bir çaba, dahaiyi yaşam koşulları için manivela, özetle bir şanskapısı olarak gösterilmektedir. Bu sayede imkanıolan okur, olmayan tercihini sözde başka türlükullanır. Bologna Süreci bu kılıf içinde bir süredireğitim kredileri, yarı zamanlı çalışma gibiuygulamalar ile gelecek vaatlerine bir adım dahayaklaşmak isteyenlere yol göstermektedir. Arkasınada icra davalarını, güvencesiz çalışmayı ve işcinayetlerini alarak...Sorunlar yumağı eğitim sistemi tümüyle

çürüyen düzenin aynasıdır...

Sermayenin eğitim üzerindeki ilgisinin bir başkaboyutu, yüksek öğrenim öğrencilerinin kısa süredeiş gücü içinde yer alacak olmalarıdır. Bu bakımdanucuz iş gücüne ihtiyaç duyan kapitalistler, eğitimsürecini tamamlayan mezunların elinde bir hakgörmek istememektedirler. Son dönemde süratletamamlanan mimarlık, mühendislik ve avukatlıkalanını kapsayan yetkinlik/yeterlilik ve sözleşmelidoktorluk/öğretmenlik düzenlemeleriyle elinediplomasını alanı sistemin güvencesiz, geleceksizemekçisi haline getirmektedir. Bu ise beyazyakalılarda da mavi yakalıların mahkum edildiğiçalışma şartlarının gerçekleştirilmesi demektir.

Bologna Süreci bu kapsamda üniversiteleridenkleştirmek gibi bir iddiaya sahiptir. Buradahedeflenen ise öğrencilerin eşit imkanlarla dahageniş bir yüksek öğrenim kurumları yelpazesindekendilerine uygun bir tercih yapabilmeleri gibigösterilirken, esasında tüm ulusların gençemekçilerinden süzülen işsizlik nehrini sermayeninher türlü sınırdan arındırılmış iş gücü havuzundatoplayabilmek ve içlerinden dilediğini dilediğikoşullarda çalıştırabilmektir. Bu yolla aynızamanda yetkin/yeterlilik, pazarın genişlemesi,sürekli gelişim programları, ek sınavlar ve kurslaranlamına gelmektedir.

Sınav olgusunun ise KPSS’de yaşananlarardından anlamı açıktır. Para tuzağı dershanelerdegeleceksizlik örtüsü sınavlara mahkum edilenmilyonlar her türlü umudunu yitirmiş bir haldesistemin karşılarına çıkardıklarına razıolmaktadırlar. YÖK başkanı ise sürecin kuklasıolarak durumu “Herkes iş bulmak zorunda değil”diyerek özetlemiştir. Sınavları kazanamadığı veyaeğitim borçlarını ödeyemediği için intihar edenlerinsayısındaki artış ise bu zorunluluğun bir başkayüzüdür.

Bologna Süreci ile açıktır ki milyonlarınsefaletini derinleştiren neo-liberal dönüşümlerineğitim ayağını izlemekteyiz. Öncelikle burada buyıkım politikalarına karşı ortaya konulacakların birbütünlük içinde olmaları gerektiğini görmeliyiz.Öyle ki halihazırda tüm neo-liberal dönüşümlerzaten bir bütünlük içinde yürümekte ve kapitalistdüzenin devamlılığına hizmet etmektedir. Vegörmemiz gereken bir başka nokta bu sosyal yıkımsaldırılarının toplumsal muhalefetin zafiyetindengüç alıyor ve daha da pervazsızlaşıyor oluşudur. Bubakımdan Bologna Süreci kapsamında eğitimdeyaşanan saldırılar karşısında öğrenciler cephesindenbirleşik ve kitlesel bir mücadeleninyükseltilebilmesi, geniş kitlelerin örgütsüzlüğündencesaret alan kapitalistlerin karşısında gençliğingelecek özlemlerinin beslediği gücün örgütlenmesidemektir. Genç komünistler açısından belirleyici birbaşka boyut ise bu dinamik ile sınıfın bağımsızmücadele ekseninin bağının su yüzüne çıkarılmasızorunluluğudur. Zira ifade edildiği gibi bugüneğitim alanındaki dönüşümlerin omurgasıkapitalistlerin toplam yıkım politikasıdır. Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim,

kapitalizme karşı sosyalizm!

Bugün bu bağlamda da gençliğe ve emekçileregeleceksizlikten başka bir şey vaat edemeyenkapitalizmin karşısında onun bilimsel alternatifisosyalizmin mücadelesi, kapitalist sınıfın karşısındaişçi sınıfının yanında devrim mücadelesi çağrısıgiderek yakıcılaşmaktadır.

Kapitalizmin ve

sermayenin yıllara

yayılmış müdahaleleri

ardından günümüze

gelindiğinde eğitim tüm

kademelerinde

paralılaştırılmıştır. İlk

öğretimden yüksek

öğretime, kurslar, kömür

paraları, okul aile birliği

aidatları, harçlar, karne

paraları ve fotokopi

ücretleri ile sermaye

düzeni eğitimin her

parçasını kuruşu

kuruşuna öğrencilerden

çıkarmakta kararlıdır.

Tüm bunların üzeri kalite

vb. örtülerle kapatılmak

istenirken, dershanelerde

öğrenciler cahilleştirilmiş,

özelleşen

yemekhanelerde at ve

eşek eti yemişler, kömür

parası ödedikçe üşümüş

ve fotokopi ücreti

öderken sınavlarına

giremez olmuşlardır.

Page 8: EG 127. sayı

8

Eğitimin ticarileşmesi üzerinden bugüne kadarkarşımıza çıkan saldırılar, “Yükseköğretim Kanunuile Bazı Kanun ve Kanun HükmündeKararnamelerde Değişiklik Yapılmasına DairKanun Tasarısı” ile yeni bir boyuta taşınmakisteniyor. Madde değişiklikleriyle Yüksek ÖğretimKanunu’na geçirilmeye çalışılan uygulamalaraslında eğitim alanında yıllardır fiilen sürüyor.Aynı şekilde kanun değişikliği de uzun yıllardırkarşımıza çıkan bir tartışma.

Dünyadaki neo-liberal dönüşümler eksenindeTürkiye’de de saldırılar ardı arkası kesilmeden’80’li yıllardan bugüne dek yoğunlaşarak sürüyor.En kapsamlı saldırılar ise insanın temelihtiyaçlarına dönük yaşanıyor. Eğitim alanı“dönüşüm”lerin en çok yaşandığı alanlardan biri.2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu,yükseköğretim için bu dönüşümler çerçevesindetasarlananların ilk aşamasıdır.

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile eğitimalanında maddeleşmiş saldırılar, sermayetarafından ardı arkası kesilmedenboyutlandırılmaya çalışılıyor. 1994 yılındaTÜSİAD, Kemal Gürüz’ün koordinatörlüğündekidört kişilik gruba “Türkiye’de ve DünyadaYükseköğretim, Bilim ve Teknoloji” adlı bir raporhazırlattı. Bundan iki yıl sonra da “2547 sayılıYükseköğretim Kanununda Değişiklik YapılmasıHakkında Kanun Taslağı” hazırlandı. Bugüntartışmaları yürüyen kanun değişikliğindehedeflenenler, Kemal Gürüz ve arkadaşlarınınhazırladığı raporun kapsamıyla benzerdir.

Yürüyen tartışmalarla görülmektedir kiüniversite-sermaye işbirliği resmileşecek, paralıeğitim uygulamaları artacak, üniversiteler sermayeeksenli yeniden yapılandırılacaktır. Ama buticarileştirme adımlarıyla birlikte “disiplinsorunları”, atama ve yükselme konuları, öğrenciörgütlenmesi gibi başlıklar üzerinden gençliğiapolitikleştirme-örgütsüzleştirme de saldırınıntemel bir hedefi olarak karşımızda durmaktadır.

Eğitim, sermayenin en temel rant

alanlarından birine dönüştürülmektedir!

İnsanın en temel ihtiyaçlarından ve haklarındanbiri olan eğitim, sermayenin neo-liberal saldırılarıçerçevesinde temel bir gereksinim olaraktanımlanmaktan çıkarılmıştır. GATS (HizmetTicareti Genel Anlaşması) ile birlikte ise eğitiminkişisel gelişim sağladığı, toplumsal değil kişiselgetirisinin yüksek olduğu öne sürülerek, yükseköğretim masraflarının bir kısmının kişinin kendisitarafından karşılanması karara bağlanmıştı.

Son dönemde Bologna Süreci ile sermayeninüniversiteler üzerindeki tahakkümünün doğrudanaçık kurumlar eliyle artırılması, mesleklerin veeğitimin yeniden yapılandırılması vb. noktalarda

yeni adımlar atılması hedefleniyor. Kanundeğişikliği tüm bu hedefler gözetilerekhazırlanmıştır. Bu şekilde eğitim çoğu insan içinartık ulaşılmaz, “satın alınamaz” hale getiriliyor.Üniversiteler ise “mali özerklik” tartışmasıylakendi “kader”lerine terk ediliyor. AR-GEçalışmaları, KOSGEB, teknopark vb. aracılığıylasermayeye projeler üreterek, kısacası sermayeyeteknoloji pazarlayarak ihtiyaçlarınıkarşılayabilecekleri ileri sürülüyor.

Temel bir hak olmaktan çıkarılmaya çalışılaneğitim, böylelikle sermayenin en temel rantalanlarından birine dönüştürülmüştür. Son bir seneiçerisinde bu yönlü iki temel saldırıyla karşıkarşıya kaldık. Bir tanesi harçlara %500’lere varanzam yapılmasının planlanması, bir diğeri de kanundeğişiklik taslağıdır. Harç zamları geçen yılöğrencilerin tatilde olduğu bir dönemde sessizsedasız çıkarılmaya çalışılmıştı. Şimdi YüksekÖğretim Kanunu’nda yapılacak değişikliklerleparalı eğitim uygulamaları, harç sürecinde %8’ekadar attıkları geri adımın acısını çıkartmakistercesine tırmandırılıyor.

“Üniversitelerden atılma dönemi sona

eriyor!”

Fakat sadece parası olanlar eğitim

hayatına devam edebiliyor…

Kanun değişikliği üniversiteden atılma diye birşey kalmadığı propagandasıyla gündemegetiriliyor. Şu an geçerli olan uygulamaya göreüniversitede her sürecin (önlisans, lisans, yükseklisans programlarının) belli seneler içerisindebitirilmesi gerekiyor. Hedeflenen değişikliklebirlikte üniversiteyi bitirmekte zaman sınırıkaldırılıyor. “Zaman sınırı kaldırılarak üniversiteyibitirme olanağı” gibi lanse edilmeye çalışılan budeğişiklik, ekstra yıllar için istenilen astronomikfiyatlarla aslında sınırlı sayıda öğrencininyararlanabileceği bir “imkan” olmanın ötesinde biranlam ifade etmemektedir. Düzenlemeyebaktığımızda getirilmeye çalışılan bazıdeğişikliklerle standart harç miktarının ötesindezamlı olarak para alınmasının yolu düzlenmeyeçalışılıyor.

Değişiklik taslağında, “Aynı yükseköğretimkurumundaki öğrenimi sırasında bir derse üçüncükez kayıt yaptıran öğrencilerin kredi başınaödeyecekleri katkı payı, ders alacağı yılda oprogram için belirlenen katkı miktarının yüzde 100fazlasıyla alınacak. Bir derse dört veya daha fazlakez kayıt yaptıran öğrencilerden alınacak katkıpayları, aşamalı olarak öğrenci başına o yıl içinbelirlenen cari hizmet maliyetinin tamamının ikikatını aşmayacak şekilde, üniversitelerden gelenöneriler de değerlendirilerek YÖK tarafındanbelirlenecek.” şeklinde geçiyor.

Yüksek Öğretim Kanunu’ndaki değişiklikle

paralı eğitim uygulamaları katmerleniyor,

öğrenciler rekabet dünyasına hapsediliyor!

Dünyadaki neo-liberal

dönüşümler ekseninde

Türkiye’de de saldırılar

ardı arkası kesilmeden

’80’li yıllardan bugüne

dek yoğunlaşarak

sürüyor. En kapsamlı

saldırılar ise insanın

temel ihtiyaçlarına

dönük yaşanıyor.

Eğitim alanı

“dönüşüm”lerin en çok

yaşandığı alanlardan

biri. 2547 sayılı

Yükseköğretim

Kanunu,

yükseköğretim için bu

dönüşümler

çerçevesinde

tasarlananların ilk

aşamasıdır.

Page 9: EG 127. sayı

9

Demek oluyor ki dört yıllık bir fakültede eğitimgören bir öğrenci eğitimini dört yılda bitirmiş olsada eğer bir dersten üçten fazla kez kaldıysa standartödemesi gereken harcın kat be kat fazlasınıödeyerek mezun olmuş olacak.

Har(a)ç üzerinden yapılan hesap bununla sınırlıdeğil. İnsanları tek kişilik dünyalarına hapsedenkapitalizm, eğitim sistemiyle de bireyselleşmiş vebencil insanı yaratır. Üniversitelerde not sistemibile bireysel çıkarları için koşturan bir kişilikoluşturur. Rekabete dayalı sistemin notlandırmasıve eleme sınavları bu mantığa göreayarlanmaktadır. Kanun değişikliğinde harçlarüzerinden gündeme gelen değişikliğin bir yanı dabu rekabeti körüklemektedir. Başarıya göre harçindirimi uygulaması da hayata geçirilmeyeçalışılıyor.

Örneğin, ikinci öğretimde okuyan bir öğrenci -hazırlık sınıfı hariç- bütün derslerini verdiyse venot ortalamasına göre başarı sıralamasında %10’agirdiyse bir sonraki sene birinci öğretimlerinödediği kadar harç parası ödeyecek. Eğer ki birinciöğretim öğrencisi ise ve aynı kriterlere uygunsaharç parasında indirim uygulaması yapılacak.

Özel üniversitelere

devlet bursuyla öğrenci girebilecek…

Taslakta, özel üniversitelerde devlet bursuylaöğrencilerin okuyabilmesi de öngörülendeğişikliklerden birisi. Her yıl devletüniversitelerine bütçe ayrılmazken özelüniversitelere bütçe ayrılabiliyor. Mantar gibi hersene yeni yeni özel üniversiteler açılıyor. Bu yeniuygulamayla da devlet bursuyla özel üniversitedeokuma imkanı sağlanıyor. Böylece hem başka birkanaldan doğru özel üniversitelere para akıtılmışhem de öğrenciler özel üniversitelereyönlendirilmiş olacak.Öğrencilere part-time çalışma “imkanı”yla

sömürü dayatılıyor!

Taslaktaki bir diğer değişiklik de öğrencilerinkısmi zamanlı çalışması üzerine. Üniversiteler,Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu(YURTKUR) tarafından burs verilmekte olan veyaburs alma şartlarını taşıyanlara öncelik tanıyarak,kısmi zamanlı olarak geçici işlerde öğrenciçalıştırabilecekler.

SSGSS’nin yürürlüğe girmesiyle birlikte kısmizamanlı çalışan öğrencilerin çalışma haklarıellerinden alınmıştı. Yeni düzenlemeyle öğrencileriucuz iş gücü olarak çalıştırmayı planlıyorlar. Kısmizamanlı çalışacak öğrenciler işçi olarak kabuledilmeyecekler, böylece birçok haktan da yoksunkalmış olacaklar. Bir saatlik çalışma karşılığındaöğrencilere, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında 16yaşından büyük işçiler için belirlenmiş günlük brütasgari ücretin dörtte birini geçmemek üzereüniversite yönetim kurulu tarafından belirlenenücret ödenecek. Haftalık çalışma süreleri ile diğerusul ve esaslar Maliye Bakanlığı’nın görüşüalınarak YÖK tarafından belirlenecek.

YÖK Başkanı konuşmalarında bir

üniversite değil ticarethane tarifliyor!

YÖK tarafından hazırlanan bu saldırı taslağıtartışılırken YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan dayaptığı açıklamalarla nasıl bir üniversite yaratmak

istediklerini tarifliyor. Özcan üniversitelerdekiseçimler üzerine yaptığı bir konuşmada, “Biz dedevlet üniversitelerinde seçici bir kurul olsunistiyoruz. Bunu da yaratacağız. Adına seçici kuruldenir, mütevelli heyeti denir. Ne derseniz deyin.Üniversite bu seçici kurulu kendisi yaratacak.İsterse sanayi odasından biri alınsın, istersebelediye başkanı veya sivil toplumdan isimler. Buheyet rektörü belirlesin. Rektör adayı ile görüşecek,mülakata çağıracak. Adayın yönetim potansiyelinideğerlendirecek. Üniversiteye katacaklarını şehreolan katkılarını değerlendirecek. Daha sonra daisim belirleyip bizden onay alacak. Böyle olmazsaüniversiteleri bölüyoruz. Bakın son olarakMarmara Üniversitesi’nde seçim yapıldı. 3adaydan biri 490, biri 380, biri de 300 oy aldı. Neoldu şimdi üniversite 3'e bölündü. Kim atansa diğertaraftakiler küsecek. Bundan sonra nasıl tamiredeceksiniz o üniversiteyi. Rahmetli İhsanDoğramacı seçim sistemi geldi diye istifa etmişti,çok haklıymış. Acilen seçim sistemi kaldırılacak.”şeklinde düşüncelerini ifade ediyor.

Tam da bu noktada daha da pervasızlaşarakkonuşmasının ana temasına geliyor. Vekonuşmasına, “Türkiye’de rektörler illa profesörolacak diye bir şey var. Bu inanç yıkılmıyor.Akademi dışından bir insanın rektör olacağınakimse inanmıyor. Sanılıyor ki akademiden gelirsebir hikmet var. İşletme özellikleri olan bir insangelse daha iyi idare edebilir. ABD’de birçok dünyaülkesinde bu iş böyle yürüyor. Her okulun başındaprofesyonel işletmeciler var. En önemli işimiz şimdibu. Rektörlük konusunu değiştiriyoruz. Yakınzamanda tamamlanacak çalışma ile artık seçimolmayacak. Bakın vakıf üniversitelerinde kavgaçıkıyor mu? Mütevelli heyetinin istediği isim rektöroluyor. YÖK’ten sadece onay alınıyor.” diye devamediyor.

Konuşmada bahsedilen mütevelli heyeti veyadiğer bir adıyla danışma kurulları Bologna Sürecikapsamında çokça karşımıza çıkan bir tanımlama.Sermaye patronlarının, sermaye kuruluşlarından vebelli sivil toplum örgütlerinden temsilcilerinkatılımıyla oluşacak bu heyetlerin üniversiteleriyönetmesi hedefleniyor. YÖK’ün hazırladığı taslakda YÖK başkanının yaptığı konuşma dasermayenin hedeflerini bir kez daha ve açıktanortaya koymuş oldu.Saldırılara karşı birleşik ve militan bir

mücadele hattı örmeliyiz!

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’ndayapılması planlanan değişiklikler çerçevesindehazırlanmış taslağa baktığımızda, paralı eğitimuygulamalarının katmerlenmesinden veöğrencilerin ilkokul sıralarından itibarenkoşturuldukları rekabet dünyasının girdaplarındaboğulmasından başka bir şey ifade etmemektedir.

Yaz döneminde sessiz sedasız geçirilmeyeçalışılan bu taslak, haber bültenlerinde allı güllücümlelerle tanımlamaya çalışılsa da eğitimhakkının gaspından, ucuz emek sömürüsünden,geleceksizlikten başka bir şey değildir.

Bu taslak değişikliği başta olmak üzere,Bologna Süreci kapsamında karşımıza çıkacakbuna benzer saldırılara karşı birleşik bir mücadelehattı örerek, gaspedilen tüm haklarımızı geri almabilinciyle hareket etmeliyiz.

2547 sayılı Yüksek

Öğretim Kanunu’nda

yapılması planlanan

değişiklikler

çerçevesinde

hazırlanmış taslağa

baktığımızda, paralı

eğitim

uygulamalarının

katmerlenmesinden

ve öğrencilerin ilkokul

sıralarından itibaren

koşturuldukları

rekabet dünyasının

girdaplarında

boğulmasından başka

bir şey ifade

etmemektedir.

Page 10: EG 127. sayı

10

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2009 yılında81 milyon 14-25 yaş arası genç işsizle dünyada gençişsizlik oranının rekor seviyeye ulaştığını, 2010yılında bu oranın daha da artmasının beklendiğiniaçıkladı. Araştırmayı yapanlardan ekonomist SarahElder, bu gençlerin “tüm girişimleri yaptığını ancakkapıların yüzlerine kapandığını” belirtti. ILO, artangenç işsizlik oranın “kayıp bir kuşak” yaratmatehdidi oluşturduğunu açıkladı.

Şimdilik nüfusu 81 milyon olarak açıklanan“kayıp kuşak”ın Türkiye’de de hatırı sayılır üyesibulunuyor. Dünya genelinde genç işsiz oranı %13’lerekor seviyeye ulaşırken Türkiye’de bu oranyaklaşık iki kat daha fazla. İşsizlik oranları düştü, kriz bitti yalanları…

Dünyada ve buna paralel olarak Türkiye’dekapitalizmin krizinin faturasının işçilere, emekçilereödetilmesinden en çok etkilenen genç nüfus içintablo her geçen gün kötüleşirken, düzen cephesindenişsizlik oranlarının düştüğü, bunun da krizinbittiğinin göstergesi olduğu masallarıanlatılmaktadır. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)Başkanı Mehmet Büyükekşi “Türkiye’nin 2010 yılıMayıs döneminde, 2008 Mayıs dönemi rakamlarınagelmesi krizin Türkiye açısından bittiğinin en güzelgöstergesidir. Bundan sonra işsizliği daha da aşağıçekmek için yapısal reformların devam etmesi,üretim ve ihracat için daha uygun bir ikliminsağlanması gerekir” açıklamasıyla krizin bittiğinimüjdelemektedir.

İşsizlik oranlarının düştüğü, krizin bittiğisafsatası ise dikkatli incelendiğinde Türkiye İstatistikKurumu (TÜİK) verileri bile yalanlanmaktadır. 2010Ocak ayında 476 bin kişi, Şubat’ta 402 bin kişi,Mart’ta 360 bin kişi, Nisan’da 355 bin kişi işsizkalırken bu rakam Mayıs ayında tekrardan yükselişegeçmiş ve 381 bin kişiye çıkmış, Haziran ayında ise405 bin kişiyi bulmuştur. Ayrıca TÜİK’in işsizlikoranlarını belirlerken, iş aramayıp çalışmaya hazırolanlar ile mevsimlik çalışanları eklemediği dedikkate alınmalıdır. Örneğin TÜİK 2010 Nisanayında işsiz sayısını 2 milyon 846 bin kişi olarakaçıklamıştır. Ancak bu sayıya iş aramayıp, çalışmayahazır olanlar ile mevsimlik çalışanlar eklenince 4milyon 716 bini bulduğu belirtilmektedir.

TÜİK verilerinde işsizlik oraları ile ilgili düşüşüdeğerlendiren DİSK-AR’ın 2010 Haziran AyıDönemi İstihdam Raporu’nda ise “Buna karşı krizinyarattığı olumsuz tablo izlerini hala sürdürüyor.Mevsimsel nedenlerle artan istihdam, işsizlikverilerine yansırken, işsizlik oranı kriz öncesinin 1.5puan üzerinde. İşsiz sayısı ise kriz öncesine göre 454bin fazla. Yani Türkiye teğet geçen krizin etkileriniyüksek büyüme oranlarına rağmen hala telafiedebilmiş değil” açıklaması yapılmaktadır.

Rakamlar incelendiğinde her ne kadar reel tablo

ile ilgili net veriler ortaya koymasa da önümüzdeduran işsizlik gerçeği ve bizleri bekleyengeleceksizlik hakkında bir fikir vermektedir.Büyükekşi’nin verdiği müjdeli tabloyu; KPSSsonucuna rağmen ataması yapılmadığı için intihareden öğretmenler, asgari ücretin altında maaşlaücretli öğretmen olarak çalışan ve ek gelir eldeetmek için kendi okulunda 40 TL yevmiye ilehamallık yapan Ahmet Fazlı Elçi öğretmen, harçparasını yatırmak için günde 30 TL yevmiye ileçalıştığı inşaatta düşüp hayatını kaybeden MuğlaÜniversitesi öğrencisi Ömer Çetin ve 2010 Ağustosayı için tek kişinin yoksulluk sınırı 1472 TL, açlıksınırı 1124 TL (Türkiye Kamu-Sen) iken 600 TL’likasgari ücretle geçinmeye çalışan yüz binlertamamlamaktadır.

Geleceksizliğin bir yüzü gençleri bekleyenişsizlik ise, diğer yüzü şanslı azınlık olaraktanımlanan çalışanların düşük ücret, güvencesizçalışma koşulları, ücretsiz mesailer gibi azgınsömürü koşullarına maruz kalmasıdır. ÖrneğinTürkiye ile birlikte dünyada genç nüfusun %90’ınıbarındıran az gelişmiş ülkelerde 2008 yılındaistihdam edilen gençlerin %30’unun günde 1,25dolardan daha az gelir giren hanelerde yaşamaktaolduğu belirtilmektedir. Ayrıca pek çok genç içinkurtuluş yolu olarak görülen, iyi bir gelecek içinteminat olarak kabul edilen üniversite eğitimialmanın da geleceksizleştirme saldırıları karşısındaartık pek de büyük bir anlamı kalmamıştır.Mühendislik, mimarlık alanında mesleki yeterlilikuygulamaları, hukukta stajyer avukatlık ve mesleğekabul için uygulamaya konulması düşünülen HukukUzmanlık Sınavı, tıp alanında TUS uygulaması vesoruların çalındığı açıklanan son sınavla birlikterezilliği bir kez daha tescillenen KPSS bize sadecebirkaç küçük örnek vermektedir. Kapitalizmin geleceksizleştirme saldırıları

karşısında kurtuluş yolu mücadeleyi

büyütmekten geçiyor…

Kapitalizmin krizi derinleşirken sermayesınıfının bu açmazdan çıkarken gücünü daha dabüyütmek için geleceksizleştirme saldırılarınıarttırdığı açıktır. Kriz pek çok işten çıkarmanıngerekçesi olurken, aynı patronların kriz dönemindekâr oranlarını büyütmeleri yaşanan çelişkiyi iyi birşekilde göstermektedir. Bu çelişki karşısındayapılması gereken ise sermaye sınıfının bizlerekesmeye çalıştığı faturayı reddetmektengeçmektedir. Bunun en güzel örneklerini UPS’de,Çel-Mer’de, Betesan’da, Paşabahçe’de özlük vesendikal hakları için direnen işçiler göstermektedir.Bizlere düşense “kayıp bir kuşak” olmayı reddedip,tüm geleceksizleştirme saldırılarının asıl kaynağıolan kapitalizmi tarihin çöplüğüne gönderene kadarbirleşik bir mücadele hattı ortaya koymaktır.

İLO genç işsizlik oranını açıkladı:

“Kayıp bir kuşak”

geliyor!

Geleceksizliğin bir yüzü

gençleri bekleyen

işsizlik ise, diğer yüzü

şanslı azınlık olarak

tanımlanan çalışanların

düşük ücret,

güvencesiz çalışma

koşulları, ücretsiz

mesailer gibi azgın

sömürü koşullarına

maruz kalmasıdır.

Örneğin Türkiye ile

birlikte dünyada genç

nüfusun %90’ını

barındıran az gelişmiş

ülkelerde 2008 yılında

istihdam edilen

gençlerin %30’unun

günde 1,25 dolardan

daha az gelir giren

hanelerde yaşamakta

olduğu belirtilmektedir.

Page 11: EG 127. sayı

11

Ekim Gençliği: Mimar olarak çalıştığınBeyoğlu Belediyesi’nde bir çalışan tarafından dilegetirilen birkaç söyleme karşı geldiğin için öncetemizlik bölümüne sürgün edildin, ardından daişine son verildi. Bizler de üniversitelerimizdedüşüncelerimizi ifade ettiğimiz için soruşturmaterörüne maruz kalıyoruz. Bir yılı bulanuzaklaştırma cezaları ile eğitim hakkımız gaspediliyor. Düşünce ve ifade özgürlüğününkısıtlanmasını nasıl değerlendiriyorsun, bunakarşılık ne yapılabilir?

Özlem Aydın: Benim başıma gelen birörgütlülüğün içinde olmamaktan kaynaklanıyor.Mezun olduktan sonra odaya kaydolsaydım busüreç şimdiki gibi gelişmezdi. Daha bilinçliolurdum diye düşünüyorum. İnsanların işyerlerinde bu kadar baskı altında olmalarını vehaklarının gasp edilmesini de örgütlenmeeksikliğine bağlıyorum. Ayrıca insanlar Türk-Kürt,modern-muhafazakar, laik-dinsiz gibikutuplaştırılıyor ve korku toplumu yaratılmakisteniyor. Kutuplaşmanın güçlenmesi saldırılarkarşısında verilen mücadeleyi de etkiliyor.Karşımıza çıkan her türlü saldırı karşısında tekçözüm güçlü bir örgütlenme. Haklarımızı ararkenhepimizin çalışan olmaktan kaynaklanan ortaknoktamız var, ama bu kutuplaşma sebebi ile hakarama mücadelesinde yan yana gelmemizengelleniyor.

EG: Bugün üniversitede okumak halen pek çokgenç için geleceğini garanti altına alma yoluolarak görülüyor. Ancak bin bir güçlüklekazandığımız üniversitelerimizden mezunolabildiğimiz takdirde de bizleri hayal ettiğimizgibi bir geleceğin beklemediği açık. Bunu seninyaşadıkların da kanıtlar nitelikte. Üç buçuk yılçalıştığın Beyoğlu Belediyesi’nde sözleşmenyapılmadığı için belediyeye temizlik ve güvenlikhizmeti veren taşeron firmanın çalışanı olarakgösterilerek sigortanın yatırılması teklifini kabulettin. Bize çalışma koşullarını değerlendirir misin?

Ö.A.: Mezun olduğumda geleceğimle ilgiligüzel hayallerim vardı ve böyle bir durumlakarşılaşacağım aklımın ucundan geçmezdi.Çalışmaya başlamadan önce de ben bu koşullardaçalışanları kınardım. Daha iyi koşullarda işbulabileceklerini düşünürdüm. Ancak bana taşeronfirma üzerinden sigorta yapılması teklif edildiğindeiçinde bulunduğum şartlar sebebi ile kabul etmekzorunda kaldım. Çünkü yapmış olduğum birçok işbaşvurusundan sonuç alamamıştım. Çalışanarkadaşlarım da kendi koşullarından rahatsızlar.Yani sadece ben değil, pek çok arkadaşım benzerkoşullarda çalışıyor. Üniversitede bize sunulan ileiş hayatında karşı karşıya kaldığımız gerçeklikarasında uçurumlar var. Örneğin on ikilere kadar

çalışan, cumartesi, pazar çalışan, maaşları asgariücret üzerinden sigortalanan pek çok kişi var. Krizde bunu en iyi bahanesi olarak sunuluyor.Tamamen işe odaklı, köleleştirme mantığı ileçalıştırılıyoruz.

EG: Bugün senin yaşadığın sorunları ve dahabirçok başka sorunu yaşayan pek çok kişi var.Üniversitelerine alınmayan öğrenciler,sendikalaşması engellenen işçiler, güvencesizçalışma koşulları gibi. Ancak direniş ve mücadelegeleneği daha çok mavi yakalalılar arasındayaygın. Buna rağmen son dönemlerde ATV, IBMörneklerinde olduğu gibi direniş ve mücadelebeyaz yakalılar arasında da yayılmaya başladı.Sen de yaşadıkların karşısında sessiz kalmayan birbeyaz yakalı çalışan olarak nasıl bir mücadelehattı örülmesi gerektiğini düşünüyorsun?

Ö.A.: Özellikle üniversite mezunu olanlarınhatası bu iş olmazsa başka iş bulurum mantığıylahareket etmeleri. Bizim krizden önce iş bulmaimkanımız daha fazlaydı. Ama artık iş bulmaimkanı o kadar azaldı ki bunun bilincinde olanişverenler bizleri de rahatlıkla sömürebiliyor. Busömürüyü kolaylaştıran bir sebep de bizlerinsendikal yapıların içinde yer almamamız. Çabalarbireysel kalıyor. Bu da çabaların sonuçsuzkalmasına sebep oluyor. Çalışma koşullarınınağırlaşmasından kaynaklı bunun doğal bir sonucuolarak beyaz yakalılar arasında da direniş,mücadele yayılmaya başladı. Bunu da işçilerlebirlikte örgütlemek bütün çalışanlar için faydasağlayacak. Bana da tersanede direnen Zeynelarkadaşımız, işten atılan avukat Cem Gökarkadaşımız destek oldu. Ayrıca bu mantalite işebaşlamadan daha öğrenciyken başlamalı.Üniversite öğrencileri çalışanlarla, işçilerlebağlarını koparmazlarsa daha bilinçli hareketederler diye düşünüyorum. Hayat derse gir çıktanibaret değil...

“Karşımıza çıkan her türlü saldırı karşısında

tek çözüm güçlü bir örgütlenme..."

Üniversitede bize

sunulan ile iş

hayatında karşı

karşıya kaldığımız

gerçeklik arasında

uçurumlar var.

Örneğin on ikilere

kadar çalışan,

cumartesi, pazar

çalışan, maaşları

asgari ücret

üzerinden

sigortalanan pek çok

kişi var. Kriz de bunu

en iyi bahanesi

olarak sunuluyor.

Tamamen işe odaklı,

köleleştirme mantığı

ile çalıştırılıyoruz.

Page 12: EG 127. sayı

12

Kapitalist düzende, büyüme ve gelişmeçalışanların sömürülmesi üzerine kuruludur. Böylesibir sistemde insanca yaşamın herkese eşitçe payedilmesi asla mümkün değildir. Yani kapitalizmtopluma insanca bir yaşam sunmaktan yoksundur.Bu düzenin özü küçük bir azınlığın servet ve lüksiçinde yüzmesi pahasına milyonlarca işçi veemekçinin insanlık dışı yaşam ve çalışma koşullarınaitilmesidir. Bu adaletsizlik yaşamın her bölümündeçeşitli biçimlerle örtülür. Gençlik için geleceğeözlemle bakan gözlerin önüne çekilen perdeyeçoklukla sınavlar yansıtılmaktadır. Sınavsonuçlarının açıklanması sonrasında kesin olarakaçılan perdenin ardından ise çekilmez bir tablo ileyüzleşme gelir. Gençliğin ezici çoğunluğu için bu,genellikle sosyal ve/veya psikolojik bir travmaolarak yaşanmaktadır.Kapitalizm; ödenemeyen faturalar, kötü

eğitim, eksik sağlık hizmeti, geleceksizlik...

İnsanlığın ihtiyaçlarının gözetilmediği, üretilenzenginlikleri eşitçe paylaşmanın söz konusuolmadığı bir sistemde yaşıyoruz. Bu koşullardakapitalist sömürü düzeninde ne kadar didinirsekdidinelim içimizden ancak bazıları insanca biryaşama ulaşır. Diğerleri için ise beslenme, sağlık,barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak bileimkansızlaşır. Bugün bundandır ki, her yerdegeçinme koca bir dert durumundadır. Emekçiler nekadar ince eleseler de sadece kendileri için yaşamkoşullarını düşürmeye razı olmaktan başka bir çarebulamamaktadırlar. Sınavlar ise bu adaletsizliğineğitim kurumlarında bir yanıltmaca ile örtülmekistenmesidir. Zira sınavlara ya da daha genelanlamıyla bu kapitalist sömürü düzeninindeğerlendirmelerine tüm gençlik tam bir eşitsizlikiçinde hazırlanmaktadır. İyi okullar, dershaneler,daha iyi dershaneler, özel dersler derken elemeesasında daha sınav kitapçıkları dağıtılmadanbaşlamakta, yüzbinlerce genç aslında daha sınavsalonlarına giremeden elenmektedir.

Sınav sitemi, eğitim sistemini

sorun yumağı olarak var eden

çürümüş düzenin yüzüdür!

Tam bir eşitsizlik üzerine kurulmuş eğitimsisteminde öğrenciler paraları kadar eğitimalabilmektedirler. Sınavların ardından yoksul amabaşarılı öğrenciler için biraz daha fazla kırıntı vaatedilmektedir. Oysa esasen sınavlar büyük birçoğunluğun mahkum edildiği geleceksizliğinmeşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Bugün iyiokullar, geleceği olan meslekler ve başarılıkariyerler adına atılan nutukların bizler içintercümesi bellidir. Öyle ki sağlıklı beslenebilmenin,sağlık hizmetinden yararlanabilmenin ve hijyenikkoşullarda barınabilmenin anlamı, ancak büyük birçoğunluğun başarısız olduğu sınavlardan yüksek

puanlar almaktır. Bugün 6,5 milyar insanın tümgereksinimlerini karşılayabilmek elimizdekiimkanlarla mümkündür, hem de önümüzdeki yıllarboyunca da! Ama bunun aksine tüm zenginlik küçükbir azınlığın elinde birikirken sınavlar buna açıklamagetirmektedir: Sen yeterince soru çözemedin!"Çalınan sorular" değil, milyonların önüne

hala sınav koymak skandaldır!

Çürümüş kapitalist düzenin tüm çarpıklıklarınageçtiğimiz günlerde çalınan sorular eklendi. Aslınabakarsanız soruların pazarlandığını ya da düzmecesınavlar yapıldığını söylemek daha doğru olur. Zirabirçok sınavda binlerce kişiye sınavlarda kolaylıksağlanmış, geriye kalanların ise içinde bulunduğuçaresizlik derinleşmiştir. Bu sınav sistemi zaten biradaletsizlik üzerine kuruludur. Sorularınpazarlanıyor olması ise bunun sadece daha ne kadarçürüyebileceğini gösterir. Esas olarak kabuledilemez olan ise eğitim alan milyonları sınav sınavelemek ve işsizliğe, ne iş olsa yapacağımçaresizliğine hapsetmektir! Bir yanda aldığı eğitimyetersiz olduğu için istihdam edilmeyen yüzbinler,diğer yanda istihdam edilen ancak aldığı eğitimdenhiç yararlanmayacak olan milyonlar...Çözümsüzlük geleceksizliğe sürüklüyor,

geleceksizlik ölüme...

Gençlik bugün toplumun geniş kesiminin üzerineçöken umutsuzluk içinde kıvranmaktadır. Ne kadaruğraşırsa uğraşsın, burjuvazinin tüm yalanları onu nekadar aldatırsa aldatsın, kapitalizmin kendisi için birgelecek veremediğini gören her birey bu çıkmazkarşısında bir bunalım içinde bulmaktadır kendini.Son dönemde gündeme daha sık yansıyan cinnet,cinayet ve intihar haberleri bunun nesnel sonucudur.Daha yaşamının başında 14 yaşında bir çocuk...Gördüğü, kavrayabildiği kadarıyla sınavda başarısızolmanın ölümden ağır olduğunu düşünecek derecedeağır bir psikolojik baskıdan geçiriliyor. 14 yaşındaliseye hazırlanan bir öğrenciden, kurtuluşunu KPSSsonucunda arayan üniversite mezunlarına, atamabekleyen öğretmenlere birçok kişinin bu düzendekesin olarak bir yaşam şansının bulunmadığınakanaat getirip hayatlarına son verdiklerinigörüyoruz. Gençlik gelecek, gelecek sosyalizmdir!

Sınavlara endeskli yaşamlar ve kötü sınavların,işsizliğin sonrası karşımıza çıkan intiharlar eğitimsisteminin çürümüşlüğünü, düzenin geleceksizliktenbaşka bir şey olmadığını gösteriyor. Bu tabloçürümüş kapitalist sistemin yıkılmasının ve yerinebilimsel alternatifi sosyalizmin kurulmasının nebüyük bir ihtiyaç olduğunu özetlemektedir.İnsanlığın gereksinimlerine ve taleplerine merkezineinsanı koyan sosyalizm yanıt olabilir ancak. Bugüngençliğin gelecek özlemlerinin anahtarısosyalizmdedir, devrim mücadelesindedir.

Sınav sistemi ile elenen gençliğin geleceğidir...

İnsanca bir yaşamın kapısını, aydınlık bir

geleceğe vurulan zincirleri cevap

anahtarları değil birleşik mücadele açar!

İyi okullar,

dershaneler, daha iyi

dershaneler, özel

dersler derken eleme

esasında daha sınav

kitapçıkları

dağıtılmadan

başlamakta,

yüzbinlerce genç

aslında daha sınav

salonlarına

giremeden

elenmektedir.

Page 13: EG 127. sayı

Yeni öğrenim döneminin başlamasıyla birlikte önceki yıllardan daalıştığımız bir biçimiyle bir yanda eğitim sistemindeki değişiklikler,diğer yanda da bir dizi yakıcı sorun yaşanıyor. Her kayıt dönemimilyonlarca emekçi çocuğu için ödenecek har(a)çlar ve okulmasrafları baş ağrıtıyor. Her yıl tekrarlanan bu tabloya bu sefer bir desınav sisteminde patlak veren skandal eklendi. Çürüyen düzeninçaresiz bir uzantısı olan eğitim sistemine ve yakın zamanda sıkçamedyaya yansıyanlara şöyle bir bakarsak, şiddet, tecavüz veuyuşturucu ile yozlaştırılan bir toplum görüyoruz.

Ortaöğrenime dair bugün hemen herkesin aklına "önce bağış, sonrakayıt" okullar gelebilir. Birçok okulda öğrenciler kömüre, temizliğe vekırtasiyeye ek paralar ödemektedir. Buokullarda ise öğrenciler aksine üşümekte,bakımsız dersliklere eksik ders araçgereçlerine mahkum edilmektedirler. Tümbunların eğitim sisteminin tablosunuaçıkça çizdiği bir dönemde KPSS ileortaya çıkan ancak ardından ALES dedahil birçok sınavı kapsayan skandal ilebirlikte toplamda sınav sistemi toplumungözünde tartışılır oldu. Toplamda eğitimsisteminin çarpıklığının sebep olduğuancak uyduruk elemeci sınavlar ardındanyaşanan intiharlar sayıca arttı.

Henüz başında olduğumuz öğrenimdöneminde yansıyanların bir kısmısözünü ettiklerimizdir. Ancak bir başkaköşede ise karşı karşıya oldukları tabloyudeğiştirmek isteyen öğrenciler vardır.Toplumun hedef olduğu yozlaştırmasaldırıları altında kendineyabancılaştırılmak, sorunlarına veçevresine duyarsızlaştırılmak istenengençlik içinden her yıl olduğu gibigeçtiğimiz yıl da işçi sınıfının sorunlarını,devrimci mirası ve gençliğin gelecek taleplerini sahiplenenler çıkar.İşte tam da burada soruşturma ve ceza terörünün öğrencilerin üzerineçöktüğünü görüyoruz.

Düşünene, sorgulayana tahammül yok:

Ya boyun eğersin ya da okulda yerin yok!

Alışa geldiğimiz bir şekilde her öğrenim dönemi kayıt parasınıödeyemeyen, harçlıkları için insanlık dışı çalıştırılmaya razı olanöğrencilerin haberleri ile başlıyor. Bir süredir bu tabloyaarkadaşlarının ve kendilerinin mahkum eidlmek istendiği bu çürümüşdüzeni değiştirmek istedikleri için eğitim hakları gasp edilenöğrenciler de katılmaktadır. Kokuşmuş eğitim sistemi içinde kimiöğrenciler ifade ettikleri düşüncelerinden ve dile getirdikleritaleplerinden ötürü yeni öğrenim yılına da soruşturularak,uzaklaştırma cezaları alarak giriyorlar. Milli Eğitim Bakanı NimetÇubukçu'nun ifadesine göre yüksek öğrenim kurumlarında öğrenimgören tam 2.626 öğrenci hakkında açılan soruşturmalar sonucunda1.083 öğrenci uzaklaştırma cezası alarak eğitim hakları gaspedilmiştir.

Geleceğe uzanan ellerimizden korkuyorlar!

Bugün gençlik emperyalist barbarlık ile kana bulanan, yoksulluğunpençesinde ölüme sürüklenen bir dünyada kapitalistlerin gelecek

masalları ile uyutulmak isteniyor. Oysa her gece 1 milyardan fazlainsanın aç yattığı bu dünyada hergün insanlık büyük bir trajediyiyaşamaya mahkum ediliyor. Bunun kader olmadığını, açlığın ve salgınhastalıkların ardındaki tek aktörün asalak burjuvazi olduğunugörmenin önünde incecik bir perde durmaktadır. Üniversitelerdeöğrencilerin düzenlediği her etkinlik, söylediği her türkü, dağıttığı herbildiri bu perdeyi ürpertmektedir ki böylesi büyük bir baskı ilekarşılanmaktadır. Gelecek masalları ellerinde olmadan bugün içimizdebu yalanı parçalayacak öfkeyi büyütürken uykunun ağırlığını bozacakher hareketimize karşı saldırıya geçilmesi boşuna değildir. Ancak birdiğer yandan o kadar da açıktır ki, bugün gerçek gelecek gençliğeanlatılan yalanların adi bir yanılsaması değil, ellerimizin eseri

olacaktır. Her bir bireyin geleceği öncetüm bireylerin geleceğini onlardan çalandüzenin yıkılması ile gerçekleşecektir.Susturulmak istendiğiniz her

yerde sesiniz daha gür çıksın,

ta ki haramilerin yalanları

boğulana dek!

Son yıllarda toplumun geniş yığınlarıgiderek artan bir abluka altında maruzbırakıldıkları her türlü baskıya veyoksulluğa boyun eğdirilmek isteniyor.Üniversitelerde bu abluka soruşturma veceza terörü oluyor. Bu şekilde eğitimhakları gasp edilmekle tehdit edilenöğrenciler kapitalistlerin ve onlarınuşaklığına soyunan haramilerin her türlüzorbalığına mahkum edilmek isteniyor.Bugün her düşünen ve sorgulayan,ellerimizden alınan geleceğimizkarşısında bir sorumluluk duyan herkesiçin gelecek demek, saldırı karşısında dizçökmeyenlerle bir araya gelmek ve dahagür bir şekilde gelecek özlemlerimizi

haykırmaktır. Üniversitelerimizde soruşturma-ceza terörü her türlü talebimiz ve

demokratik hakkımız için öncelikle savuşturulmalıdır. Buyapılamadığı müddetçe sesimiz daha çok boğulacak, tepemizdekiabluka ağırlaşacaktır. Bugün sahip olduğumuz özgürlük çemberlerişimdiki en güdük halini bile gelecekte mumla aratacaktır.

Soruşturma-ceza terörü karşısında özgürlükler

birleşik ve kitlesel bir hareket ile kazanılacaktır!

Yeni başlıyor olduğumuz öğrenim döneminde soruşturma-cezaterörü karşımızda dikilmektedir. Bugün bu saldırı karşısında tutumalabilmek tüm hak ve taleplerimiz için can alıcıdır. Önümüzdekidönemde bu saldırı biçiminin kitlelerin gündemleri ile bağını açığaçıkarabilmeli, birleşik bir mücadele hattı örmenin adımlarınıatabilmeliyiz. Soruşturma-ceza terörünü dağıtabilmek mücadeleyibüyütmek ile olanaklıdır. Ancak son derece açıktır ki, mücadeleninbüyütülebilmesinin önünde bu terör durmaktadır ve ikisi arasındakiilişkiyi kavrayabilmek, güç gibi görünen bu durum karşısında etkilimüdehaleleri olanaklı kılacaktır. Gençlik hareketini büyütmeninönündeki bu yakıcı sorunu çözmek, mücadele bayrağınıyükseltmek için ileri!

Ekim Gençliği

Korkulan emperyalist barbarlık ve

yoksulluk karşısında gençliğin gelecek

özlemi, özgür bir dünya talebidir!

13

Page 14: EG 127. sayı

14

Eğitim dönemi başlarken “Anadilde eğitimboykotu” burjuva siyasetçileri bir anlığına da olsaoynadıkları demokrasicilik oyunlarını bir kenarabırakmak zorunda bıraktı. Burjuva rejiminin tüm gericiaktörleri eğreti duran rollerini bir kenara attılar. ABDemperyalizmi patenti ile hazırlanan ve son rötuşlarıdevlet katında atılmak durumunda olan “açılım” ileesasında sermaye devletinin bölgede daha etkin birtaşeron olabilmesinin önündeki engellerden birigiderilmek istenmektedir.

Kürt sorunun mevcut haliyle varlığı ve Kürthareketinin silahlı gücü, emperyalizmin bölgesiyasetindeki taleplerinin cevaplanmasını zorasokmaktadır. Artık yıl deviren açılım balonunun tümesprisi neredeyse kırıntı dahi vermeksizin silahlı Kürthareketini tasfiye etmektir. Ne var ki gelinen noktadatüm gerici çıkarları ile ulusalcı siyasal akımlarındanorduya ve TÜSİAD'a, sosyal demokratlarından ırkçırejim partilerine kadar toplumun ve egemenlerin tümkesimleri bir hoşnutsuzluk içindedir. Sorunun diğeryanında talepleri ile duran Kürt halkı da dişe dokunurbir cevap alamamaktan dolayı bir tepki içindedir.Bugün bu tablo bir rejim krizi biçiminde cereyanetmektedir ve gündeme oturmuş durumdadır.

Açıkça görüldüğü üzere “açılım” siyasal rejiminkronik bir soruna getirdiği bir sözde çözüm formülüdür.Kapsamı ise Kürt ulusal sorunu üzerinden çizilmekte,emperyalizmin ve işbirlikçi egemenlerin çıkarlarına tersbir ihtimale mahal vermemek üzereşekillendirilmektedir. Bu açıdan bugün ulusal soruntüm tartışmaları kesmektedir. Anadilde eğitim talebi debu bağlamda ele alınmalıdır. Bundan ayrı bir yaklaşımtam anlamıyla temelsiz olacaktır. Zira demokratik birsorun olan ulusal sorun anadilde eğitim talebini resmidil üzerinden kapsamaktadır. Talep bugün basitçe birbiçimde dil kursları veya Kürdoloji Enstitüleri ile ifadeedilemez. Esas kapsamına eğitimin tüm sürecindekatılması ile ulaşır. Bu siyasal anlamı ile birlikte ise birresmi dil olarak tanınmayı zorunlu kılar. Zira heranadilde eğitim bir bütünlük içinde anlamlı olmaklabirlikte hiçbir biçimde seçmeli bir ders iletanımlanmaz. Bu bakımdan tüm derslerin eğitiminikapsar.

Ayrıca bu eğitimin bir resmi tanımlamasınınzorunluluğu da dolaysız olarak resmi dil ilekarşılanabilir. Bugün bir dizi siyasal coğrafyada birdençok resmi dile sahip burjuva devlet mevcuttur. Yine budevletlerde birden çok dilde eğitim verilmektedir.Türkiye egemenleri ise buna kesin olarak kapılarınıkapamaktadırlar, çünkü siyasal rejimleri bunlarıgerçekleştirebilecek olanaklardan bugün içinyoksundur. Bunu gerçekleştirecek siyasal gücün(halihazırda AKP hükümetinin) ise gereken bedelleriödemek işine gelmemektedir. Açıktır ki, yıllardırbölücülük/terör üzerinden siyasal rant sağlayan, kanüzerinden siyaset yapanların bugün seçmen tabanlarınıkaybetmekle yüz yüze olmaları şaşırtıcı değildir. Bu

bağlamda onların düzleminde bir talep çözümü onlarıninsafına bırakmaktadır ve bir gerçeklikten yoksundur.Burjuva iktidarı bugün demokratik taleplerin

karşısındakesin olarak

aşılması gereken bir engeldir!

Bugün kapitalist rejim ara vermeksizin“demokratikleşme” manevraları yapmak ihtiyacıduyuyor. Yıllardır sürüyor bu manevralar. Bunlar,toplumun çeşitli katmanlarının düzeni yıkacakhoşnutsuzluklarını dizginlemenin bir yoludur. Ne varki, bağımlı ülkeler söz konusu olduğunda kaba bir baskıve yasak rejiminden başka bir şey yoktur ortada. Bununsebebi ise kapitalist rejimlerin bu ülkelerde kitlelerkarşısında gemi azıya almak zorunda olmalarıdır.

Bugün kapitalizmin demokratikleşmesindenbahsetmek koyunun olmadığı yerde keçiyiabdurrahman çelebi sanmaktan başka birşey değildir.Zira açıkça görülür ki, kapitalizmin demokrasiçeperlerinin genişletildiği siyasal coğrafyalarda bugündemokratik kazanımlar hızla geri alınmaktadır, çünkükapitalizm oralarda da giderek derinleşen bir batağıniçindedir. Hal böyleyken, kapitalist düzeninefendilerinin coğrafyamızda böyle bir kıyak yapmaimkanları yoktur. Başka bir deyişle bugün demokratiktaleplerin önünde gerici burjuva rejimler durmaktadır.Bu da demokratik talepler uğruna verilecekmücadelenin en etkili biçime dönüşebilmesi için ufkunburjuva düzeni aşmasını, devrimci bir nitelikkazanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevedeyaklaşıldığında Kürt halkının kültürel talepleri, ancakkapitalist sömürü düzenini hedef alındığı ölçüdebaşarıya ulaşacaktır. Aksi taktirde gerici siyasal rejimingünü kurtarmaya yönelik oyalamalarından başka elinebir şey geçmeyecektir.

Demokratik talepler bugün,

düzeni karşısına alan devimci bir

mücadelenin ardında uzanmaktadır!

Kürt halkının taleplerinin karşısında duran burjuvazibu coğrafyanın tümünde emekçileri sömürmekte vebaskı altında tutmaktadır. Bu gerçekle birlikte Kürthalkının mücadelesi tüm emekçi katmanlar ilebirleşmek zorundadır. Karşısında dikilen burjuvadiktatörlüğü yıkmak, ele geçecek tüm kazanımlar içinkesin bir anahtardır. Ve bu ancak Türkiye işçi sınıfınınönderliğinde, bu siyasal coğrafyada tüm uluslardanemekçilerin ortak eseri olabilir. Bu bağlamda Kürtemekçilerinin ve gençliğinin ufkunun burjuva düzensınırlarını aşması ve onun iktidar aygıtlarındanbağımsız hareket etmesi oldukça önemlidir. Bugün budinamik kitle yüzünü ne AB kriterlerine, ne emperyalistakıla, ne de gerici rejimin demokrasi sahnesinedönebilir. Onun tüm talepleri işçi ve emekçilerinbirleşik devrimci mücadelesinin ardında uzanmaktadır.Bu köhne kapitalist düzen yıkılmadan, Kürt işçi veemekçileri için gerçek ve kalıcı bir kazanımdanbahsedilemez.

Demokrasi sahnesinde anadilde eğitim yok!

Burjuva demokrasisinin sınırlarını aşmak,

sadece bir hedef değil yakıcı bir ihtiyaçtır...

Kürt halkının

taleplerinin karşısında

duran burjuvazi bu

coğrafyanın tümünde

emekçileri

sömürmekte ve baskı

altında tutmaktadır.

Bu gerçekle birlikte

Kürt halkının

mücadelesi tüm

emekçi katmanlar ile

birleşmek zorundadır.

Karşısında dikilen

burjuva diktatörlüğü

yıkmak, ele geçecek

tüm kazanımlar için

kesin bir anahtardır.

Page 15: EG 127. sayı

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin sosyal, kültürel, sanatsal vesiyasal gereksinmelerini karşılayacağı bir zemin olan Öğrenci KültürMerkezi bir kez daha kapatılmak isteniyor. Yerine ise “Açık veUzaktan Eğitim Fakültesi” binası yapılmak isteniyor. Önce fısıltıgazetesiyle yayılan haber rektörlük tarafından sözlü olarak dadoğrulandı. Bu girişimde bulunmak için sene sonu tatilini beklemişolmaları ise şaşırtıcı değil. Peki, neden ÖKM hedefe konuldu?

ÖKM büyük bir emeğin ürünüdür.

Öğrenci Kültür Merkezi 1990 senesinde duyarlı ve ilericiöğrencilerin yoğun emek ve uğraşları sonucu kuruldu. Yaklaşık yirmiyıllık geçmişi boyunca sayısız konsere, tiyatro oyununa, filmgösterimine, sergi, söyleşi ve etkinliğe ev sahipliği yaptı. Konferans vesinema salonu, tiyatro salonu, karanlık odası, sergi salonu ve kulüpodaları gibi birçok olanağı bünyesinde barındırmaktadır. Ve bizöğrencilerin ders dışı faaliyetlerimizi yaptığımız biricik kültürelalandır, elimizden alınmak istenen.

Peki, rahatsız olunan ne?

Bu, rektörlüğün ÖKM’yi kapatma yönündeki ilk girişimi de değil.Daha önce birçok defa, gerekçeli ya da gerekçesiz, çeşitli denemeleriolmuştu. Bu hevesleri her seferinde duyarlı öğrencilerin karşı çıkmasıve mücadelesi sayesinde boşa düşürülmüştür.

Kurulduğu günden bu yana Öğrenci Kültür Merkezi, rektörlüğüngözünde hep kapatılması gereken bir yer olmuştur. Çünkü kısazamanda, farklı bölümlerden insanların bir araya gelip paylaştığı,sorunlarını konuştuğu ve ortaklaşa etkinliklerde bulunduğu müşterekbir ortam olabilmiştir. Dersler dışında harçlar, eğitimin niteliği, yurt vebarınma sorunları, yemekhanenin durumu gibi özgün üniversitegündemlerinden ülke ve dünyadaki meselelere kadar pek çok konuyabiz öğrencilerin de kafa yormamız, düşünüp sorgulamamız üniversiteyönetimi açısından oldukça “can sıkıcı”dır. Çünkü bunlar düzeninbekası açısından “tehlikeli” şeylerdir. İşte ÖKM de tam anlamıyla birdüzen kurumu olan YÖK ve rektörlüğün gözünde, özgür düşünceninyeşerebileceği (onlara göre muzır fikirlerin yuvalanabileceği)ortamlardan biridir.

ÖKM’de yaratılan paylaşım ruhu onların kâr hırslarını rahatsızediyordu. Çünkü yaratılan kültür, paylaşılan yaşam onların değeryargılarıyla taban tabana zıttır. İnsanları nesneleştiren bir sisteminnesneleştiren ve her türlü özgünlüğü tek tipleştiren üniversitelerindepara ile ölçülemeyen, öğrencilerin öznesi olduğu bir kültüryeşertiliyordu. Kültür ve sanat para ve rant kaygısından uzakpaylaşarak üretiliyordu. Düşünen, üreten, birlikte hareket eden vemücadele veren bir gençlikten korkuyorlar. Bir kültür merkezine biletahammülsüzlüklerinin sebebi bu korkularıdır. Ayrıca, ÖKM birçokbölümden öğrenciler için bir ortak alandır ve rektörlüğün “fakültelerarası geçiş yasağı” uygulamasıyla da uyuşmamaktadır. Yönetimin, bizibirbirimizden yalıtma, ders dışında bir şeye kafa yormayan “ideal”öğrenci tipini yaratma ve üniversitede bir “yüksek lise” karakterinikalıcılaştırma amaçları, ÖKM’yi de “sakıncalılar” listesine sokuyor.

İstanbul 2010 - Avrupa “Rant” Başkenti

Bir yandan devlet, yaygın duyuruları ve “gösteriş” amaçlıetkinlikler ile sanata ne kadar değer verdiğini kanıtlamaya ve tabiİstanbul’u pazarlamaya çalışıyor. Öte yandansa “iştahı” gerçekniyetini ele veriyor. Bildiğimiz gibi Muhsin Ertuğrul Sahnesi, baştadevlet “büyüklerimiz” ve iş dünyası olmak üzere bizim dışımızdaherkesin kullanacağı Kongre Vadisi’ne dönüştürüldü. (Hatırlayacakolursak 2009 senesinde IMF-DB toplantıları da burada yapılmıştı.)

TarihiEmekSineması iseyıkılıp alışveriş merkeziyapılmaya çalışılıyor. Ve şimdi de“2010 Avrupa Kültür Başkenti” İstanbul’daİstanbul Üniversitesi, bünyesindeki kültür merkezinikapatıyor. ÖKM binası yerine yeni kurulacak “Açık veUzaktan Eğitim Fakültesi”nin binasına dönüştürülmek isteniyor.

Bize göre burada sorun, basit bir kültür-sanat karşıtlığı değil.Meselenin iki yönü var. Birincisi yoksul, emekçi ailelerin çocuklarınınbu alandan ve “medeniyet”in nimetlerinden yoksun bırakılmasıdır.Yoksa, parası olana -bir fabrikatörün çocuğuna mesela- isterse, onuniçin kültür de vardır, sanat da, bilim de, eğitim de. Hem de en âlâsı.Fakat nasıl ki işçiler kendi emek ürünlerinden mahrum bırakılıp onlarayabancı hale getiriliyorsa, toplumun büyük kesimi de kültür, sanat,siyaset gibi alanlardan dışlanmıştır. Bu ise kabul edilemez.

Sorunun ikinci yönü ise eğitimin ticarileştirilmesi ile ilgili olanıdır.Çoğunluğu dişe diş mücadeleler sonucu elde ettiğimiz haklarımız vekazanımlarımız bir bir sermayenin rant ve kârlılık alanı halinegetirilmiştir ve bu durum devam etmektedir. Bu bakımdan ÖKM’ninkapatılması İstanbul Üniversitesi’nde yemekhanenin 2006 baharındakiözelleştirilmesi sürecinin bir devamı niteliğindedir.

Şöyle anlatalım:

Açılması planlanan “Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi”ne kayıtyaptıracak öğrencilerin yerleştirildikleri bölümün “Katkı PayıÜcretleri”ne ek olarak “yazılım ve sınav hizmetleri” bedeli adı altındabir para daha talep ediliyor. İ.Ü.’nün resmi internet sitesindenduyurulduğuna göre bu miktar ön lisans programı öğrencileri içinyıllık 2000 TL, lisans programları için ise 2500 TL olarak açıklandı.Ve çok yüksek ihtimalle bu bedel, arkadaşlarımıza okula kayıtyaptırmanın bir ön koşulu olarak dayatılacak. Bu elbette bir başkamücadele başlığı daha demek. Fakat işin konumuzla doğrudan ilintilibir yönü daha var.

Bu fakülteye ortalama 1000 öğrencinin kayıt yaptıracağınıvarsayalım. Kaba bir hesapla bu 2 ile 2,5 milyon liraya denk düşen birgelir anlamına geliyor. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre 2009senesinde İ.Ü.’ye ayrılan ödeneğin 10 milyon TL olduğudüşünüldüğünde miktarın büyüklüğü anlaşılacaktır. Rektörlüğün bututkusunun arkasında yatan önemli bir ticari etken de budur. Alışverişmerkezi kurmaktan daha kârlı, öyle değil mi?

Ve sürecin getirdiği yerde...

Rektörlük, tiyatro kulübü dışındaki bütün öğrenci kulüplerininfarklı fakültelere dağıtılacağını söylüyor. “Öğretim görevlilerine bileoda bulunamadığı yerleşkede kulüpler için yer var mı?” ya da“uzaktan eğitim için Beyazıt Kampüsü’ne bu kadar yakın bir binagerekli miydi?” gibi sorular ikinci plandadır. Yapılan iki basınaçıklaması ve ÖKM’de tutulan nöbetler rektörlüğü telaşlandırmışolmalı. Yönetim geçtiğimiz haftalarda yeni fakültenin tabelasını ÖKMbinasına astı. Haftasonu giriştiği bu apar topar operasyonla kendince“nikahı kıydı”. Ve tasarladıklarını hayata geçirmeyi kafalarınakoymuş görünüyorlar. Biz öğrenciler ise henüz son sözümüzüsöylemiş değiliz. Kesin olan bir şey varsa dişimiz tırnağımızlakazıyarak elde ettiğimiz mevzileri savaşmadan terketmeyeceğimizdir.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

İstanbul Üniversitesi.

Öğrenci Kültür Merkezi

yine kapatılmak isteniyor

15

Page 16: EG 127. sayı

ÖKM’ye sahip çıktılarİstanbul Üniversitesi

Öğrenci Kültür Merkezi(ÖKM) okulların kapalı olduğuyaz döneminde alınan birkararla kapatılıp DışarıdanEğitim Merkezi halinegetirilmişti. Bu durum, 16Ağustos’ta ÖKM kulüpleritarafından gerçekleştirilenbasın açıklamasıyla protestoedildi. Beyazıt Meydanı’ndatoplanan 150’ye yakın kişi anakapı önünden “ÖKM’yeDokunma! Sanatıma Dokunma! ÖKM kulüpleri” anapankartı arkasında yürüyüşe geçti. MİFTOK, LiseÖğrencileri, Beyoğlu Kumpanya ve MSGSÜ SinemaKulübü de pankart ve dövizlerle destek verdi. Eylemdetiyatro sanatçısı Mehmet Esatoğlu, ressam SolmazAksoy, tiyatro sanatçısı Orhan Aydın da destekkonuşması gerçekleştirdi.

Kürt halkı baskı ve teröre rağmen boykotta!

Kürt Dili ve EğitimiHareketi'nin (TZPKurdî) anadildeeğitim ve resmi dil hakkıtalepleriyle gerçekleştirdiğikampanyayla birlikte okullarınaçıldığı hafta başlayan boykotlaŞırnak ve Hakkari'de okullartamamen boş kalırken,Diyarbakır, Urfa, Van, Bitlis,Muş, Batman, Ağrı'da da boykotakatılım oranı yüksek oldu. Düzencephesi ise boykotu boşaçıkarabilmek için yoğun bir baskıve terör uyguladı.

BDP, boykotla ilgili Diyarbakır, Batman, Cizre, Silopi, Patnos'dabasın açıklamaları gerçekleştirdi. Ayrıca Şırnak'ta Emek Platformu,Urfa'da TZPKurdî üyeleri, Van'da TZPKurdî üyeleri ve KURDİ-DERboykot ile ilgili açıklama yaptı.

Genç-Sen’den cezalara tepkiGenç-Sen Eskişehir Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü tarafından

verilen cezalara ilişkin 7 Eylül günü bir basın toplantısı gerçekleştirdi.Geçen sene, demokratik haklarını kullanan öğrencilere ÖGBsaldırmış, üniversite rektörlüğü de 50'den fazla öğrenciye soruşturmaaçmıştı. Rektörlük biri Ekim Gençliği okuru 3 kişiye birer dönem,diğer 8 öğrenciye de birer hafta ceza verdi.

Basın toplantısında, AÜ rektörlüğünün gerçekyüzünü bir kere gösterdiğini belirtildi. Verilen cezaların

AÜ'deki siyasal faaliyeti engelleyemeyeceği ve Genç-Sen'in busürecin takipçisi olacağının belirtilmesinin ardından verilen cezaların

derhal durdurulması talep edildi.

Ege Üniversitesi'nde formasyon eylemi

YÖK’ün getirdiği son değişiklikle formasyon haklarıtamamen gasp edilen Ege Üniversitesi Fen-EdebiyatFakültesi ve Konservatuar bölümünde okuyan 4. sınıföğrencileri, bir hafta sürecek oturma eylemine 27 Eylül’debaşladılar. Eylemin ilk iki gününde Edebiyat Fakültesi

önünde öğle arası bir saat oturmaeylemi yapan öğrenciler, davul zurnaeşliğinde çektikleri halaylarla YÖK’eve kararın altına imza atan üniversiteyönetimine seslendiler.

29 Eylül’de Fen Fakültesi’ndenbaşlanıp kampüsün dolaşıldığı veEğitim Fakültesi önünde bir saatlikoturma eylemi ile son bulan biryürüyüş gerçekleşti. Bu esnadaöğrencilerden bir kısmı EğitimFakültesi Dekanı’yla görüştü.Görüşme sırasında, kararın YÖK’leilgili olduğunu ifade eden dekan

sorumluluğu üzerinden attı. Ancak YÖK kararınınaltına atılan 9 kişilik kurulun imzaları, dekanlığınöğrencileri oyalamak istediğini gösterdi. Ege’liformasyon mağdurları, eylemlerini duyurabilmek vediğer formasyon mağdurlarıyla iletişime geçebilmekiçin “facebook/ege üniversitesi formasyonmağdurları” adlı grubu kurdular.

İstanbul Üniversitesiceza terörüyle açıldı

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yeni eğitim-öğretim yılı öncesinde baskıcı ve antidemokratik yüzünü bir kez dahagösterdi. Rektörlük okulun ilk günü 8 öğrenciye ceza verildiğiniaçıkladı. İstanbul Üniversitesi'nden yapılan açıklamada 2 kişinin birerhafta, 5 kişinin birer ay, 1 kişinin de 2 dönem uzaklaştırma cezasıaldığı duyuruldu.

İÜ Rektörlüğü; slogan atmak, 1 Mayıs'a katılmak, üniversitekapısından zorla girmek gibi keyfi gerekçelere dayandırılan cezalaraek olarak fişleme uygulamasını da devreye soktu. Rektörlük,İstanbul'da toplu taşıma ücretlerinde öğrenci indirimindenfaydalanacak olan öğrencilerin İETT'ye vermeleri gereken belgelerede verdiği cezaları ekleyerek fişleme uygulamasını devreye soktu.

Yıldız Teknik Üniversitei direnişle açıldıGeçtiğimiz yıl öğrencilerin meşru haklarına pervasızca saldıran

YTÜ yönetimi onlarca öğrenciye uzaklaştırma cezası vermişti.

Gençlik haberlerinden...

16

Page 17: EG 127. sayı

17

Ardından ise yönetimin bu saldırısına öğrenciler direnişle yanıtvermişlerdi. Cezası bu dönem de süren bir Ekim Gençliği okuru iseYTÜ kapısı önündeki direnişine devam ediyor. Direnişçi öğrenci,öğrencilerin okula yoğun olarak girdiği sabah saatlerinde üniversiteninaçıldığı günden itibaren bildiri dağıtımı gerçekleştirdi.

“Üniversiteler yeni döneme soruşturma-ceza terörü ile başladı” başlıklı bildiride,devrimci faaliyetin üniversite kapısında daolsa ısrarla sürdürüleceği, bugününiversitelerde yükselebilecek herhangi birmuhalefetin sermaye düzenini korkuttuğubelirtildi. Ayrıca soruşturma-ceza terörününsadece YTÜ de değil diğer pek çoküniversitede de yaşandığı, toplumu çok yönlüsindirme politikalarının izlendiği ifade edildi.

30 Eylül’den itibaren dağıtılan“Üniversitelerde düşünce ve ifadeözgürlüğünün önemi üzerine…” başlıklı bildiride ise,üniversitelerdeki düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesiniteşhir edildi. Hafta boyunca dağıtım sırasında yapılan sohbetlerdeüniversitedeki sorunlar üzerine tartışıldı.

YTÜ’de 4 öğrenciye kayıt haftasında masa açmaktan ve bildiridağıtmaktan soruşturma açıldı. Bu soruşturmalardan bir tanesiüniversite yönetiminin izin verdiği Genç-Sen masasını açmaktandolayı devreye sokuldu. YTÜ'de kayıt döneminde kayıt destekmasası açan Genç-Sen üyesi "İzinsiz masa açmak, bildiri dağıtmak"gibi gerekçelerle soruşturma açıldı. YTÜ direnişçisi tüm öğrencilerive toplumun tüm kesimlerini eğitim hakkının gaspına ve siyasetyapma yasağına karşı YTÜ direnişiyle dayanışmayı büyütmeyeçağırıyor.

GençlikFederasyonu’na

Beşiktaş'ta polis saldırdıİstanbul'da 14 Mart

2010'da yapılan RomanAçılımı toplantısında“Parasız eğitim istiyoruz–Alacağız / Gençlik Federasyonu” pankartıaçtıkları için gözaltına alınarak tutuklanan Gençlik Federasyonuüyeleri Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer 30 Eylül günü ilk kez hakimkarşısına çıkarıldı. Dava duruşmasında mahkeme, Ferhat ve Berna’nıntutukluluk hallerinin devamına karar vererek sonrakiduruşmayı 14 Aralık 2010 tarihine erteledi.

Berna’ın ve Ferhat’ın serbest bırakılması talebiyle 20Eylül günü Bakırköy Cezaevi önünde 10 günlük açlıkgrevi başlatan Dev-Gençliler Beşiktaş Meydanı’ndabasın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını okuyanSerkan Fikir “Eğer parasız eğitim istemek suçsa bizlerher gün bu suçu işliyoruz, gelin bizi de tutuklayın”diyerek destek çağrısında bulundu.

Adliye slogan atarak karara tepki gösteren Dev-Gençliler, polisin biber gazlı coplusaldırısına maruz kaldılar.

Genç-Sen 6 Kasım'daAnkara'da

Genç-Sen, YÖK'ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım günü Ankara'da"Büyük Öğrenci Mitingi"gerçekleştirecek. Genç-Sen, İstanbulÜniversitesi Beyazıt Kampüsü önünde 1

Ekim’de gerçekleştirdiği yürüyüş ve basın açıklaması ile mitinge vemiting öncesinde gerçekleştirecekleri haftalık eylemlere çağrı yaptı.Eylemde "Sınavlar kalkacak YÖK dağılacak / Genç - Sen" pankartınınaçıldı.

Basın açıklamasında YÖK'ün kuruluş amacınadeğinerek, üniversitelerin; 29 yıldır yarattığıkaranlıkta gün be gün daha da çürüdüğünüsöylendi. YÖK'ün üniversiteleri birerticarethaneye çevirerek sermayedarların kanlıbirer pazarı haline getirdiğini ifade edildi.Yıllardır üniversiteli öğrenci gençliği kıskacınaalan ve dershane boyunduruğuna tekrardan sokanişsizlik kabusunun ürettiği KPSS ve onu organizeeden ÖSYM'nin çöküşünün, bu durumun engüncel örneği olduğu söylendi, YÖK'ün diplomalıişsizlik, güvencesizlik, geleceksizlik anlamınageldiği dile getirildi.

DevrimciGençlik Köprüsü

yeniden açıldı1969 yılında Deniz

Gezmiş ve yoldaşlarıtarafından yapılan ve ''BarışaKöprü Ol'' projesikapsamında yeniden inşa

edilen Devrimci Gençlik Köprüsü'nün açılışı, 1 Ekim’degerçekleştirilen bir törenle yapıldı. KESK, DİSK, TMMOB, yazar

Cezmi Ersöz, Ragıb Zarakolu, İlkay Akkaya, MuzafferÖzdemir, Mazlum Çimen, Nur Sürer, Rojda, Suavi, BurhanBerken ile birçok aydın ve sanatçının katıldığı açılışı BDPHakkari Milletvekili Hamit Geylani yaptı.

Hamit Geylani, baskılara karşı barış ve kardeşlik köprüsünüikinci kez inşa ettiklerini dile getirdi. Cezmi Ersöz ise 81 ildengençlerin barış ve kardeşlik için Hakkari”de olduğunu ifadeederek köprüyü barış ve kardeşliği savunan Kürt ve Türkhalkının evlatlarının, aydınlarının, yazarlarının, barışseverlerinin inşa ettiğini belirtti. Yapılan konuşmaların ardındanGeylani ve Ersöz tarafından köprünün açılışı yapıldı. Ardından

törene katılanlar hep birlikte köprünün üzerine Zap vadisinin karşıtarafına geçerek geri döndüler. “Çerxa Şoreşê” ile “Yurdumuza faşistdolmuş vurun kardeşler vurun” marşları hep bir ağızdan söylendi.

AnadoluÜnivrsitesi’nde

kapı önü direnişibaşladı

Verilen uzaklaştırma cezalarınardından yeni dönem AÜ’de deEkim Gençliği’nin başlattığıdireniş ile açıldı. Cezalar ileüniversitede siyasal faaliyeti

engellemek isteyen idareye cevap başlayan direniş ileverildi.

Yunus Emre kampüsü girişinde öğrencilerin yoğunolduğu sabah erken saatlerde, başlayan faaliyettebildiri dağıtımı gerçekleştiriliyor.

Üniversite içindeki bütün gençlik örgütlerininsoruşturma-ceza terörüne karşı suskunluklarınarağmen yapılan faaliyet ilerleyen günlerde kapıönünde zenginleşerek sürecek.

Page 18: EG 127. sayı

18

12 Eylül’de gerçekleştirilenreferandum oylaması, ardındanAKP ve devlet cephesindenyapılan manevralar ve bu süreçlebirlikte Kürt hareketi tarafındangiderek yoğunlaştırılan“Demokratik Özerklik”tartışmaları Kürt sorununugündemin baş köşesine taşıdı.BDP’nin aldığı boykot kararı, sonsüreçte yoğun olarak tartışılan“Demokratik Özerklik” vebununla birlikte sorunun çözümüiçin Öcalan’la resmi görüşmezemini oluşturma çabaları burjuvamedya tarafından neredeyse hergün gündeme taşındı.

Öte yandan geçen bir yılda devletin“demokratik açılımı”nın fiyaskoya dönüşmesi, busüreçte BDP’ye ve KCK’ya dönük operasyonlar,bununla birlikte toplumda yükseltilen şovenisthisteri ve Bursa-İnegöl, Hatay-Dörtyol’daki linçolayları düzenin bu sorunda nasıl bir açmazdadebelendiğinin göstergeleriydi.Kürt hareketinin sınırlı boykot tavrı…

Anayasa değişikliği kapsamına girenmaddelerin beklenen “Kürt reformu” konusundabir içerikten yoksun olmasının netleşmesi ardındanBDP, Kürt halkının taleplerini hiçbir biçimdekarşılamadığı gerekçesiyle boykot yolunu seçti. Biryandan da “Demokratik Özerlik” eksenindesürdürülen çalışmalar kapsamında kendi taslaklarıüzerinde çalışan BDP’liler maliye, dışişleri,savunma ve adalet alanları dışındaki alanları yerelyönetimlere ve bölge meclislerine bırakmayıöngören, Kürtçe eğitim ve vicdani ret haklarınıtalep eden maddeler üretti.

Bir an için bu taleplerin Kürt sorunun çözümünoktasında ileri veya geri talepler olmasını bir yanabırakalım. Kürt reformist hareketinin bu taleplerimevcut anayasal format içerisinde bir değişiklikönerisi olarak sunması, her şeyden öteye Kürthalkının dikkatini egemen sınıfın tartışmadüzlemine çekecek ve ufkunu burjuva düzeniçerisinde tutacaktır. Başka bir deyişle sorunununçözümü veya herhangi bir demokratik hakkınkazanılması noktasında boş hayallerin besleneceğibir ortamı mayalayacaktır.

Anayasa, hukuk, demokrasi, eşitlik gibikavramlar sınıfsal karakterlerinden bağımsızdüşünülemez. İnsanlığın sınıflı topluma geçişi ileortaya çıkan bu kavramlar, insanlık tarihi boyuncaezen-ezilen, yaşadığımız toplumda da emek-sermaye çelişkisini gizlemek için bir şal örtüsüolarak egemenlerce kullanılmıştır. Bu kavramlaregemen sınıfların belirleyiciliğindeüretildiklerinden beri de toplumun geniş

kesimlerince ancak sınıf mücadelesi ile kendilehlerine çevrilebilirler. Başka bir deyişle egemensınıf ile çıkarları çelişen bir sınıf adına demokratikbir kazanım ancak ezilen sınıfın vereceği mücadeleardından gelecektir.

Bu tarihsel bakış açısı bize yaşadığımız butoplumda da en küçük demokratik taleplerdentutun da Kürt sorunun çözümü konusunda atılacakbir adıma kadar her hakkın bir anayasaldeğişiklikle değil, bu coğrafyadaki işçilerin,emekçilerin ve Kürt halkının vereceği mücadele ilegaranti altına alınacağını göstermektedir. Tüm busorunlarımızın kalıcı çözümü ise ancak büyük birtoplumsal altüst oluşla, yani ezilen ve ezen sınıflararasındaki dengenin değişeceği bir devrimlesosyalizmde gerçekleşecektir. Çünkü bu sayedeezilenleri demokratik haklarından mahrum edenezen sınıfın, ona bu zorbalığı yapma gücünü verenayrıcalıkları ellerinden alınacaktır. Bugün Kürthareketinin unutmuş olduğu ise bu tarihsel bakışaçısıdır. Bu güç ezenlerin ellerinde olduğu sürecehiçbir kazanımın garantisinden bahsedemeyiz.Hatta bugün yaşandığı gibi sınıf hareketinin henüzcılız olduğu bir dönemde burjuvaziden demokratikhaklar adına küçük bir adım atmasını beklemekbile hayalcilik olur.

“Demokratik Özerklik”

Kürt hareketi gelinen nokta itibariyle Kürtsorunun çözümü için son günlerde “DemokratikÖzerklik” talebini yükseltiyor. “DemokratikÖzerklik Projesi” 2007 yılında DemokratikToplum Kongresi’nde (DTK) tartışılmış, ardındanDTP’nin 2. kongresinde bir karara bağlanmıştır.Her ne kadar kavram bakımından radikal bir ifadegibi dursa da içeriğine baktığımız zaman, budüzenin sınırlarına dokunmayarak, demokratikulus, demokratik toplum gibi dünyanın dört biryanında emperyalistlerin burjuva lafazanlarıncasıkça dillendirilen altı boş söylemlerini bizehatırlatan eğreti eklektik bir “çözüm” öne

Kürt sorunu

ve güncel gelişmeler

V. Bilir

Anayasa değişikliği

kapsamına giren

maddelerin beklenen

“Kürt reformu”

konusunda bir içerikten

yoksun olmasının

netleşmesi ardından BDP,

Kürt halkının taleplerini

hiçbir biçimde

karşılamadığı

gerekçesiyle boykot

yolunu seçti.

Page 19: EG 127. sayı

19

sürülmektedir. Öncelikle bu “çözüm”, Kürt hareketinin

düzenle bütünleşmesi noktasında Öcalan’ın dilegetirdiği bir proje olarak karşımızda durmaktadır.Burada mevcut egemenlik ilişkisi ile bir çelişkiifade edilmemekte, onun kapsamında demokratikalanlar talep edilmektedir. Dahası yine burjuvadiktatörlüğünün iktidar aygıtı sermaye devleti ilede uzlaşma yönünde bir eğilim açıkçagörülmektedir. Bunun anlamı ise bu kapitalistsömürü düzenine sığabilecek, onun katı şoven veırkçı temellerini sarsmayacak ve de egemenlerinrazı olacakları bir çözümdür. Bugünün koşullarındaise bu tamamen egemenlerin baskı koşullarınaboyun eğmek ya da düzenin karşısında devrimcitalepleri sahiplenmek kadar yalın bir ikilemgetirmektedir. Bu sözde “çözüm” hiçbir biçimdeKürt halkının eşitlik ve özgürlük istemlerinikarşılamamakla birlikte, onu ilk seçenektenitmekte, ancak bir yandan da ikinci seçeneğiseçmediği takdirde düzenle barışmaya davetetmekte ve kendisine bu sistem içerisinde bir alanaçmaktadır.

Bu proje kapsamında gündeme gelen en temeltalep, Kürt halkının ve diğer ezilen halklarınbirtakım kısmi haklarının anayasal güvence altınaalınmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’nin veKürdistan’ın tanımlanan çeşitli yerlerinde, özerkbölgelerinde yerel yönetim merkezlerininoluşturulması ve merkezi iktidarın buralardakiyetkilerinin kısmen sınırlandırılması,devredilmesidir. Dışişleri, maliye, savunma, adaletgibi organları merkezi iktidara havale ederek sınırlıbir takım değişimler isteniyor.

İçeriğine geçtiğimizde ise “demokratik ulus”,“demokratik vatan”, “demokratik cumhuriyet” ve“demokratik anayasa” gibi ifadelere başvurulupprojenin temeline 4 başlık konulmaktadır:“Örgütlü toplum ve demokratik katılımcılık”,“Ekolojik yaklaşım”, “Cinsiyet özgürlükçüyaklaşım” ve “Katılımcı topluluk ekonomisi”. Bubaşlıkların muğlâklığını bir yana koyarsak özerkbölgelerin temel yürütme işlemlerinin merkeziiktidara bırakılması, hedef gösterilen özerkliğibugünden gösteriyor. Bununla birlikte Kürt

hareketi bu projeye Türkiye’nin AB yolculuğundaatması gereken adımlardan biri olan “Avrupa YerelYönetimler Özerklik Şartı”nı temel dayanak olaraköne sürüyor. Dönem dönem sermaye hükümetinehatırlatılan bu şartnameyle arzulanan çözümdeemperyalist odaklara bel bağlanıyor.

Bir diğer temel dayanağı ise “DemokratikÖzerkliğin” üniter devlet yapısıyla ve devletintemel yapıtaşlarıyla çelişmediğidir. 1921Anayasasının “demokratikliği” üzerine methiyeler,Kürt halkını bugüne kadar yok sayan, tanımayanT.C. rejimin mimarı olan M. Kemal’in aslındaKürtlere özerklik vermek istediğine kadar gidiyor.Kürt halkının gerçek kurtuluşu kendi

ellerindedir!

Genel anlamda bu süreci değerlendirdiğimizzaman Kürt hareketi noktasında diyebileceğimiz,’93’lerden itibaren çözümü mevcut burjuva düzensınırları içerisinde çözme yöneliminin bugünyoğunlaşarak anayasal bir takım değişikliklereindirgenmesi ve burjuva iktidarın taktirine belbağlanmış olmasıdır. Eylemsizlik kararınınbozulması, kitlesel ve militan eylemlilikler radikalbir biçim alabilseler de özü itibariyle mücadeleufkunun düzen sınırlarına sığmış olduğu gerçeğinideğiştirmemektedirler.

Kürt halkı için gerçek ve kalıcı çözüm ne sahteanayasal hayallerde ne düzen içi bir “çözüm”platformundadır. Bugün ortaya atılan “demokratikaçılım” veya “demokratik özerklik” tartışmalarıbugüne kadar uğruna bedel ödenen özgürlük veeşitlik taleplerini hiçbir biçimdekarşılamamaktadır.

Bugün Kürt halkının ve toplamda Türkiye’dekiişçi ve emekçilerin görmesi gereken gerçek,yaşadığımız bu coğrafyada eşitsizliğin, emeksömürüsü ve ulusal sömürünün kaldırılmasının işçisınıfının kızıl bayrağı altında devrim mücadelesiniyükseltmekle gerçekleşeceğidir. Tüm eşitsizliklerive sömürüyü yaratan koşullar ancak bu yollaortadan kaldırılacak ve sınıfsal ve ulusal baskılarbaşta olmak üzere, diğer tüm ayrımcılıklarınortadan kaldırılması için gerçek bir adımatılacaktır.

Kürt halkı için gerçek

ve kalıcı çözüm ne sahte

anayasal hayallerde ne

düzen içi bir “çözüm”

platformundadır. Bugün

ortaya atılan

“demokratik açılım” veya

“demokratik özerklik”

tartışmaları bugüne

kadar uğruna bedel

ödenen özgürlük ve

eşitlik taleplerini hiçbir

biçimde

karşılamamaktadır.

Page 20: EG 127. sayı

Yeni döneme başlarken, gençlik çalışmamızın ve

örgütlenmemizin içe dönük sorunlarına da eğilmek

gerekiyor. Bu sorunların başında örgütsel

durumumuz geliyor. Bugüne kadar

sergilediğimiz faaliyet kapasitesine rağmen

gençlik örgütlenmemiz hala oldukça dardır.

Örgütlerimizi büyütmek, örgütlü

güçlerimizin niceliğini ve niteliğini

arttırmak yeni dönemdeki en önemli

sorunlarımızdan biridir. Örgütlenme

ve kadrolaşma siyasal çalışmanın

akışı içinde kendiliğinden çözüme

kavuşacak sorunlar değildir. En

deneyimli ve yetkin kadroların

yakın müdahalesini, tutku

düzeyinde ilgisini gerektirir.

Aslolan siyasal çalışmadır

ilkesel yaklaşımımız, bu

konudaki görevlerin boşa

çıkmasına yol açmamalıdır.

Nihayetinde siyasal

çalışmanın verimi/başarısı

için olduğu kadar

sürekliliği için de her

düzeyde yeterli nitelik,

güç ve olanak, demek

oluyor ki yetkin

örgütlenme ve

kadrolar gerekiyor.

Yeni eğitim dönemiyle birlikte gençlik çalışmamız yeniden yoğungünlere girmiş bulunuyor. Son yılların verileri ve gidişatı üzerindenbakıldığında, gençlik alanında olağandışı bir gelişmeden söz edebilecekdurumda değiliz. Uzun yılların biriktirdiği sorunlar bu yıl da devam ediyor.Dolayısıyla, Parti’nin gençlik alanı ile ilgili değerlendirmelerindeki belli başlıvurgular güncelliğini, işaret ettiği görevler yakıcılığını koruyor. Gençkomünistlerin, gerek partiye sunulmuş kapsamlı metinleri, gerekse geçtiğimizeğitim döneminin sonunda gençlik yayın organında yer alan genişdeğerlendirmeleri de bunu teyid ediyor.Uzun yıllardır gençlik alanını ve hareketini hemen hemen benzer sorunlarüzerinden tartışıyoruz. Arada, geçtiğimiz eğitim yılında olduğu gibi, harç zammı,TEKEL Direnişi, Taksim 1 Mayıs’ı gibi gelişmelerin yarattığı dönemselcanlanmaları saklı tutarsak, her yeni yılda daha da derinleşen bir dağınıklık, çözülmeve geriye gidiş süreci yaşanıyor. Parti değerlendirmeleri bunun 2000’lerin ilkyarısından beri böyle olduğuna dikkat çekiyor. Düzen, devrimci harekete yönelik ağırF-tipi darbesinde sağladığı başarı ölçüsünde ve eşzamanlı olarak, toplumsalmücadelenin tüm temel dinamiklerine geniş çaplı bir saldırı dalgası yöneltmişti.Bundan gençliğin payına üniversitelerde siyaset alanlarının tümden gaspedilmesidüşmüştü. Temel saldırı yöntemi soruşturma-cezalandırma-uzaklaştırma olarak gündemegetirildi. Gençlik hareketinde 2000’lerin başındaki nispi canlanmanın öne çıkardığı ilerigüçler bu saldırı dalgasıyla büyük bir kırılmanın içine itildiler. Sonrası giderek kitleselmücadele umudunun tükendiği, üniversitelerde siyaset hakkının keyfi biçimde çiğnendiği,hatta bunun eğitim hakkının gaspıyla birleştirildiği bir gerileme dönemi olarak yaşandı.

Bu dönem düzenin toplumsal yapıda/dokuda ciddi bozulmalar yarattığı bir süreç oldu aynızamanda. Gençlik gelecekle ilgili büyük ideallerin taşıyıcısı olmaktan tümüyle uzaklaştırılıp,kendi bacağından asılma sevdası peşinde koşan piyasa oyuncağına dönüştürüldü. Hiç deazımsanmayacak bir kesimi sanal bir dünyanın bunalımlı, daha baştan umutlarını tüketmiş, neyapacağını bilmez tutsağı olarak sürüklenip duruyor. Solda tasfiyeci legalizmin ve reformizminbaskın olduğu bu süreç, devrimci nitelikte, kültürde ve değerlerde de derin bir erozyon olarakyansımasını buldu. Solda ayrım çizgileri büyük oranda kaybedildi. Bu dönem boyunca gençlikkitlesine eklenen yeni kuşaklar, doğal olarak ilk kimliksel şekillenmelerini bu koşullarda yaşadılar.Bunun gençlik alanına ve mücadelesine yansıması, ileri kesimlerinde her zamankinden daha derin birapolitizm ve ideolojik ilgisizlik ya da gerilik oldu. Yine geçmiş değerlendirmelerde altı çizildiği üzere, alt sınıflar gençliğinin büyük kentlerinüniversitelerine akışı engellenerek gençlik hareketi bir başka yönden daha kötürümleştirildi. Özelüniversitelerin önü alabildiğine açılırken, her ile üniversite propagandası ile büyük kentlerdeki köklü olanlarda dahil üniversitelerin düzeyi epeyce geriletildi. En kötü dönemlerinde dahi entellektüel mayalanmanınkaynağı olabilmiş üniversiteler, giderek inanılmaz bir cehalet merkezleri görünümü kazanıyor.

Yakın geçmişte de sıkça ifade edilen bu gelişmeler, gençliğin bugününü anlamak için yeterli bir fikirvermektedir. Elbette burada gençlik alanı ile ilgili daha bir dizi saptama yapılabilir. Fakat yukarıda vurgulamakihtiyacı duyduklarımız da dahil her biri değişik vesilelerle tekrarlanan sorunlar olduğu için uzun bir döküm yapmakgerekmiyor.

Gençlik içinde solun durumu ve komünist gençliğin misyonu

Gençlik alanındaki bu sorunlu durum derinleştikçe gençlik hareketindeki parçalanma da uç boyutlara varıyor. Halihazırda genelbir gençlik hareketinden ziyade ileri kesimleri üzerinden son derece daralmış bir hareketten bahsettiğimiz ölçüde, bu parçalılıksolun kendi içinde dağınıklık olarak yansıyor. Bir döneme kadar güç ve eylem birliği olmadan düşünülemeyen 6 Kasım, 16 Martgibi takvimsel eylem günleri dahi 4-5 farklı eyleme tanıklık edebiliyor. Bunun yalnızca solun gençlik alanındaki durumundankaynaklı bir tablo olmadığı açık. Bu tablonun oluşmasının bir yanında genel olarak gençlik alanının verili durumu varsa, diğeryanında solun genel olarak toplum düzeyindeki durumu var. Bugün Türkiye’de siyasal yaşamın sol cephesinde yalnızcadevrimcilik-reformizm, ihtilalci örgüt-tasfiyeci legalizm gibi ayrımların silikleşmesi yaşanmıyor. Aynı zamanda taktik ittifaklarpolitikasında dünün temel muhatapları olarak kabul ettiğimiz devrimci parti ve örgütlerde de her alanda bir ciddiyetsizleşme gözeçarpıyor. Bu boşlukta sol içindeki bazı reformist odaklar siyasal mücadelede çok daha ciddiye alınması gereken bir yer kaplamış20

Yeni dönem

ve genç komünistlerin görevleri

Page 21: EG 127. sayı

durumdalar. İlkin, siyasal etkinlik bakımından işyapılabilecek muhataplar ve ikinci olaraksa etkilibir ideolojik-politik mücadelenin hedefleri olarakkarşımızda daha çok bunlar duruyorlar. Gençlik alanında bu çok daha belirgin olarakböyledir. Genelde dar ulusal sınırların ötesinegeçemeyen Kürt hareketini bir yana bırakırsak,ideolojik-politik mücadelenin konusu olduğukadar, birlikte iş yapmanın muhatapları da TKP,Kolektifler vb. gibi çevrelerdir. Farklı yerellerdeöne çıkan grup ve çevreler olsa da, bunlarbulundukları yerelliklerden ibaret iğreti bir gücütemsil ediyorlar. Bağımsız siyasal varoluşlarını birkitle örgütü olma iddiasıyla ortaya çıkmış Genç-Sen’de varolmaya tahvil eden grup ve çevreler ise,gençlik hareketi açısından belirleyici üniversitelerde dahil çoğu alanda zaten ciddiye alınabilirolmaktan çıkmış durumdadır. Bunda, bağımsızsiyasal faaliyet yürütme iradelerini yitirmeleriylebirlikte, Genç-Sen’in gerçekten tabanını ören birkitle örgütü olarak işletilememesinin, sürekliliğiolmayan çıkışlar dışında Genç-Sen’in (dolayısıylakendini Genç-Sen üzerinden varettiğini iddia edenher çevrenin) atalet içinde kalmasının önemli birpayı var. Bu tablo içinde partimizin gençlik çalışmasıözel bir önem kazanıyor. Çünkü tasfiyecireformizm karşısında devrimci örgüt iddia veiradesini komünist gençlik temsil ediyor. Gençliğindevrimci enerjisinin işçi sınıfı ve emekçi kitlehareketiyle devrimci temellerde birleşmesini deyalnızca komünistlerin gençlik çalışmasısağlayabilir. Ne kadar kitlesel görünürsegörünsünler, devrimci iktidar perspektifleri, bunayaşama geçirecek devrimci bir örgütsel varlıklarıolmayanların, gençliğin dinamizmini devrimmecrasına akıtmak gibi bir niyetleri ve sorunlarıyoktur. Tüm tarihsel deneyime ve günümüzdünyasının açık gerçeklerine rağmen devrimciörgüt/parti fikrine dudak bükerek, geçici olmayamahkum eylemsellik üzerinden “pekala partisiz deolabiliyor” diyenlerin, devrimle tek alakaları düzenbataklığında oyalanarak devrimi istismar etmekolabilir. Gençliğin devrimci dinamizmi isedevrimci mücadele için paha biçilmezdir. Buenerjinin kabul edilemez bir ikiyüzlülükle düzeniçisaflarda heba olup gitmesini önleyecek yegane güç,gençlik alanında işçi sınıfının devrimci iktidarperspektifini temsil edenlerin yürütecekleri siyasalfaaliyet ve devrimci örgütlenmedir. Geçtiğimiz dönemin pratiği üzerindenbakıldığında, genç komünistlerin bu misyonunhakkını verme çabası içinde oldukları, buna uygunbir faaliyet kapasitesiyle güne yüklendikleri,devrimci ilkelerden taviz vermemeyi politikesneklikle birleştirmeye çalıştıkları görülecektir.Yeni dönemde bunu, partimizin sol hareket

değerlendirmeleriyle daha sıkı bir uyumakavuşturma sorunundan sözedilebilir. Bu çerçevedegençlik örgütlenmemizin, alanda ciddiyeti olanodaklarla birlikte iş yapmayı, bunu onlara karşıilkeli bir ideolojik-politik mücadeleylebirleştirmeyi başarması temel bir sorumluluktur.Verili koşullarda gençlik hareketindeki parçalı yapıkimseye bir şey kazandırmadığı gibi, sola eğilimlikitlede sürekli bir kırılma, umutsuzluk veinançsızlığın kaynağı oluyor. Öte yandan birleşik-kitlesel-devrimci bir gençlik hareketiningeliştirilebilmesi, büyük ölçüde alandaki ilerikitlenin eylem birliğini gerektiriyor. Bu çerçevedegençlik alanındaki devrimci komünist kanalı temsileden güç olarak, ilkesel yaklaşımlar ve mücadelebirliği temelinde en geniş eylem birliklerinioluşturmak çabasını yeni dönemde desürdürmeliyiz. Ayrışma, politika-taktiğin taliöğeleri değil ilkesel boyutları üzerindenyaşanmalıdır. Bu noktada, birçok akım tarafından ajitasyon-propagandada (ve bunun bir bileşeni olarakeleştiride) özgürlük, eylemde birlik yaklaşımının,geriliği ve gericiliği perdeleyen ucuz demagojilerekurban edildiğinin altını çizmeliyiz. Yeni dönemdeher türlü ilkeli birliğin mayası olan bu temelyaklaşımın gençlik hareketi ve özneleri içindeyeniden belirleyici olması, gençlik alanındakimisyonumuzun temel bir boyutu olarak elealınmalıdır. Sözkonusu ilkeye bağlılık, hiçbirgündelik politik çıkara değiştirilemez.

Yeni dönem

ve genç komünistlerin görevleri

Yeni dönemle birlikte

daha fazla

gündemimizde olması

gerektiğini belirttiğimiz

ideolojik-politik mücadele,

yalnızca gençlik alanında

burjuva, küçük-burjuva

ideolojilerin etkilerine

barikat örmek açısından

gerekmiyor. Aynı

zamanda ileri gençlik

kitlesinin bu alandaki

geriliğine, hem de

saflarımızdaki

eğitimsizliğe bir

müdahale olacaktır.

21

Page 22: EG 127. sayı

22

İdeolojik-politik mücadele konusunda genelolarak gençliğin, özelde ise gençlik hareketinioluşturan ileri kitlenin ideolojik-politik geriliği birengel olarak görülebilir. Bu hiç deküçümsenemeyecek bir engeldir ve yıllardırsüregelen bir zayıflık alanıdır. Partinin ideolojik-teorik birikimi veri alındığında, komünist gençlikgüçlerini de kesen bir boyutu vardır bu sorunun.Çeşitli düzeylerde eğitim grupları, dönemselkamplar, iç seminerler vb. üzerinden örgütlenençalışmaların bizzat kendisi, marksist teorininesasları noktasında ciddi yetersizliklerimiz olduğugerçeğiyle karşı karşıya getirmektedir bizi. Yenidönemle birlikte daha fazla gündemimizde olmasıgerektiğini belirttiğimiz ideolojik-politik mücadele,yalnızca gençlik alanında burjuva, küçük-burjuvaideolojilerin etkilerine barikat örmek açısındangerekmiyor. Aynı zamanda ileri gençlik kitlesininbu alandaki geriliğine, hem de saflarımızdakieğitimsizliğe bir müdahale olacaktır. Solun gençlik içindeki durumuna en iyigöstergelerden biri olan Genç-Sen’e ilişkin olarakda şunları söylemeliyiz. Birleşik gençlikmücadelesi için hala da bir anlam taşıyan Genç-Sen, kendini bu araç üzerinden ifade eden ve dahabaştan yönetimi tutan sol çevrelerce hala dabürokratik bir ataletin dayanağı durumundatutuluyor. Son Genel Kurul’daki özeleştirelaçıklamalara ve genç komünistlerin bugünekadarki eleştirilerini doğrulayan sözlere rağmendurumda esaslı bir değişiklik olmamıştır. Genç-Sen’e dair yaklaşımlarımız değişik vesilelerleyayınlarımızda işlenmiş olduğu için tekrar etmekbelki gereksizdir. Fakat saflarımızda hala da birdavranış birliği ihtiyacı olduğunu vurgulamalıyız.Partinin geçen sonbaharda Ekim’de yayınlanandeğerlendirmesi, bu araca yaklaşımın özünü ortayakoymaktadır. Genç-Sen bizim için bir kitleörgütlenmesi aracıdır ve bunun mantığına uygunolarak tabanın söz ve karar süreçlerine etkincekatıldığı bir demoktarik işleyişe kavuşturulursa,gençliğin birleşik mücadelesinde belli bir roloynayabilecek potansiyeli hala da taşımaktadır. Buçerçevede bulunduğumuz tüm alanlarda yalnızcadevrimci siyasal çalışmamızın bir alt öğesibiçiminde ele alarak, Genç-Sen’i örgütlemek vetaban demokrasisi temelinde işletmek yenidönemde de güncelliğini koruyan bir hedefolmalıdır.Bununla birlikte, şu temel önemdeki noktaunutulmamalıdır: “Yalnızca birleşikliksağlanmasında değil, gençliğin kitleselörgütlenmesinde de işlevsel olabilecek bu tür biraracı etkin hale getirmek bile, politik faaliyette

olduğu gibi, kitle tabanı ve örgütlenmede de büyükbir kuvvet olabilmeyi gerektiriyor. Bugün boğucubir bürokrasinin hakimiyetindeki Genç-Sen ilepolitik-taktik çizgilerin taban inisiyatifi vedemokratik temelde yarıştığı bir Genç-Senarasında tam bir karşıtlık vardır. Bu koşullardaikincisine ulaşabilmenin ve birleşik, kitlesel,devrimci bir gençlik hareketi politikasına itilimkazandırmanın yolu, bağımsız bir güç olarak etkinbir faaliyet yürütebilmekten ve örgütlü bir temeldepolitik kitle tabanını büyütmekten geçiyor.”(Gençlik Çalışmasının Güncel Sorunları, Ekim,Sayı: 259, Ekim 2009).

Gençlik çalışmasında güncel siyasal

sorunlar

Solun ve Genç-Sen’in durumundan öteye,özellikle son cümledeki vurgular komünist gençlikçalışmasının önceliklerini ve sorunlarını da veriyor.Geçtiğimiz yıl “bağımsız bir güç olarak etkin birfaaliyet yürütmek” çabası, yine aynıdeğerlendirmede hayati bir sorun olarak işaretedilen soruşturma karşıtı mücadele üzerindengeçmiş deneyimlerimizi geliştiren, saflarımızıtoparlayan bir rol oynadı. Bu mücadeleyi bizzatsoruşturma saldırısına maruz kalanlar başta olmaküzere sol çevrelerin gündemine taşımış, birliktelikyaratmaya çalışmış, ancak elle tutulur bir karşılıkalamamıştık. Buna rağmen gençlik güçlerimiz,özellikle temel bir kentte buna takılmadan, partininsiyasal hattı üzerinden yol yürüme iradesi ortayakoyabilmişlerdi. Yine, eğitim yılının ikinciyarısında ortaya çıkan sonuçlar, gençlik hareketininönünde önemli bir barikat olan soruşturma-uzaklaştırma saldırısına karşı mücadelekonusundaki inançsızlık ve kırılmaya çarpıcı biryanıt oldu. Soruşturma-uzaklaştırma saldırısı yenidönemde de hız kesmeyeceğine göre, geçtiğimizyılların deneyimlerini gözeterek ve eksikliklerimizitamamlayarak mücadeleyi derinleştirmek, yenidönemin de öncelikli görevlerinden biridir.Soruşturma-uzaklaştırma saldırısının gündemegeldiği her okul kapısını, “tek başına bile direniş”geleneğini yaratan işçi sınıfından öğrenerek,duraksamaksızın direniş yerine çevirmeliyiz. Bumücadele ile işçi-emekçi direnişleri, örgütlülükleri,kitleleri arasında daha yakın ve sıkı bağ geçendönemin pratiğinde zayıf bırakabildiğimiz birhalkaydı. Bunu mutlaka gidermeliyiz. Gençliğin siyaset yapma hakkı, bunun biruzantısı olarak eğitim hakkının gaspına karşı hiçdeğilse ilerici kamuoyu üzerinden bir mücadelehattının örgütlenmesinin önemi açıktır. Bu alandakitemel zayıflıklardan biri sendikalar, demokratikkitle örgütleri, aydın ve ilerici çevrelerinduyarlılığını harekete geçirmekte yaşanıyor.Burjuva basındaki imkanların değerlendirilmesialanında da ısrarla yüklenen bir tarzı hayatageçirmek gerekiyor. Bu imkanların kullanılmasınınne tür sonuçlar yarattığını geçtiğimiz dönemindeneyiminden görmüş bulunuyoruz.Geçen dönemin deneyimi bize, soruşturmakarşıtı mücadelenin toplumsal-siyasal gelişmesüreçlerinden kopuk ele alınamayacağını dagöstermiş bulunuyor. Zaten bu mücadelede başarısağlamanın temel koşullarından biri, genel veözgül tüm süreç ve gelişmeler üzerinden birfaaliyet hattı örgütleyebilmektir. Örneğin bugüneğitimde özelleştirme üzerinden sistemli birticarileştirme karşıtı faaliyet yürütmeksizin,gençlik yığınlarındaki potansiyel duyarlılıklarıaçığa çıkaramayız. Genel olarak sistemli ve süreklibir anti-emperyalist, anti-kapitalist devrimpropagandası yürütmeksizin de gençliğin ilerikitlesinin devrimci duyarlılığını kucaklayamayız.Ya da her bir yerelin kendine özgü gündem ve

Soruşturma-

uzaklaştırma saldırısı

yeni dönemde de hız

kesmeyeceğine göre,

geçtiğimiz yılların

deneyimlerini gözeterek

ve eksikliklerimizi

tamamlayarak

mücadeleyi

derinleştirmek, yeni

dönemin de öncelikli

görevlerinden biridir.

Soruşturma-

uzaklaştırma saldırısının

gündeme geldiği her okul

kapısını, “tek başına bile

direniş” geleneğini

yaratan işçi sınıfından

öğrenerek,

duraksamaksızın direniş

yerine çevirmeliyiz.

Page 23: EG 127. sayı

23

ihtiyaçlarını gözeten yöntem ve araçlarlayerelleştirilmiş bir çalışma örgütleyemezsek,kitlelerin hiç değilse ileri kesimlerini herhangi birgelişmeye karşı, bu arada soruşturma vb. saldırılarakarşı da yerinden kıpırdatamayız. Sorun daha baştan, varılacak hedefler ve burayataşıyacak yol, yöntem ve araçlar konusunda birnetliğe sahip olmaktır. Bu bizi sürecin herhangi birevresinde karşımıza çıkacak saptırıcı her tür etkenekarşı dirençli kılacak, diyelim ki soruşturma karşıtımücadele gibi bir esaslı görevi asla ihmaletmememizi, vb.’ni sağlayacaktır. Bu çerçevedegençlik örgütlenmemizin önünde yeni dönemde,genel çizgileri tanımlanmış, hedefleri saptanmış,yerel ayaklar için genel pratik çerçevesi ortayakonulmuş bir dönemsel planlama görevidurduğunu hatırlatmış olalım.

Gençlik örgütlenmemizin durumu ve

sorumlulukları

Yeni döneme başlarken, gençlik çalışmamızınve örgütlenmemizin içe dönük sorunlarına daeğilmek gerekiyor. Bu sorunların başında örgütseldurumumuz geliyor. Bugüne kadar sergilediğimizfaaliyet kapasitesine rağmen gençlikörgütlenmemiz hala oldukça dardır. Örgütlerimizibüyütmek, örgütlü güçlerimizin niceliğini veniteliğini arttırmak yeni dönemdeki en önemlisorunlarımızdanbiridir. Örgütlenmeve kadrolaşmasiyasal çalışmanınakışı içindekendiliğindençözüme kavuşacaksorunlar değildir.En deneyimli veyetkin kadrolarınyakınmüdahalesini, tutkudüzeyinde ilgisinigerektirir. Aslolansiyasal çalışmadırilkeselyaklaşımımız, bu konudaki görevlerin boşaçıkmasına yol açmamalıdır. Nihayetinde siyasalçalışmanın verimi/başarısı için olduğu kadarsürekliliği için de her düzeyde yeterli nitelik, güçve olanak, demek oluyor ki yetkin örgütlenme vekadrolar gerekiyor. Gençlik örgütlenmemizi genişletip güçlendirmesorumluluğunun burada ancak güncel bazıgereklerine işaret edebiliriz. Bunlardan birincisi; organ, kolektif, birimdüzeyindeki işleyişi aksatmadan sürdürebilmek,kolektif işleyişi en ileri düzeyde hakim kılmaktır. İkincisi; çevre-çeper güçlerimizi mutlaka çeşitlidüzeylerde tanımlı örgütlenmeler içine çekerek,siyasal çalışmanın aktif bileşenleri halinegetirmektir. Gençlik alanı sözkonusu olduğunda,bu yönde en işlevsel olanı eğitim grupları, kimiyerlerde düzenli siyasal tartışma çevreleridir.Bunun bazı yerellerimizde gündeme gelen anlamlıörneklerini genelleştirmeyi başarmalıyız.Çalışmanın yerel araç ve olanakları (gençliksendikasının örgütlenmesi, platformlar,inisiyatifler, bültenler, kollar, kulüpler, kültür-sanatçalışmaları vb.) genel olarak etkin bir siyasalçalışma için olduğu kadar, çevre-çeper güçlerimiziaktifleştirip kazanmak için de benzersiz önemdedir. Üçüncüsü ise, her bir yoldaşımızın veilişkimizin gelişimiyle bire bir ilgilenmeyi hiçbirkoşulda ihmal etmemektir. İdeolojik-politik eğitimve donanım bu açıdan da belirleyici bir yerdeduruyor. Gençlik güçlerimiz bu alandakiyetersizliklerin bilincindedirler. Partinin sık sık

altını çizdiği üzere eğitim, kolektif bir zeminde,fakat son tahlilde yoğun bir bireysel çabasorunudur. Şüphesiz eğitim grupları ve kolektifçalışmalar, ilerleme için belli bir çerçevesunacaktır. Bununla yetinilmemeli, her yoldaşınbirikim düzeyi ve eğitim ihtiyacına karşılık gelenkişisel bir eğitim planı çıkarılmalı ve mutlakakolektif denetimin konusu yapılmalıdır. Eğitim-birikim-donanım, ideolojik-politikalanın ötesinde, devrimci örgüt kültürününyerleştirilmesi, örgüt kimliğinin yayılması,devrimci kimliğin şekillendirilmesi, savaşçımilitanlığın kazandırılması alanlarında da birihtiyaçtır. Bunun karşılanması elbette öncelikleörgütsel-siyasal pratiğe bağlıdır. Fakat teorik vepratik boyutlarıyla eğitim politikasının içeriği vekapsamı da belirleyici bir etkendir. Kuşkusuzgelişme ve ihtiyaçlar temelinde partinin ileridüzeyde örgütlü ve çok yönlü devrimci bir kimlikgerektiren faaliyetlerine katılımının sağlayacağıeğitimi, yığınla kitap, seminer, verili döneminkoşulladığı rutin siyasal çalışmalar sağlayamaz.Yine illegal-ihtilalci örgüt bilinci ve işleyişiüzerinden bir çalışmanın yaratacağı kimliklerbaşka bir zeminde şekillenemez, vb... Gençlik örgütlenmemizin darlığı ölçüsündeönemli ve onunla sıkı sıkıya bağlantılı ikinci birtemel sorunumuz ise, kitle tabanının darlığı ve kitleçalışmasındaki yetersizliklerimizdir. Bu konu partibasınımızda çeşitliyönleriyle tartışılmakta,daha da tartışılmayıgerektirmektedir.Gençlik alanında sorunancak alışılmış kalıplarıve rutinlerimizikırmayı, yerellerde hertürden kitleörgütlenmesiaraçlarından devrimcibir temeldeyararlanmayı, hedeflerçerçevesinde ısrarla,sistemli olarak vekesintisiz bir şekildekitlelerle doğrudan temaslar sürdürmeyi, yani dönedöne kitlelere gitmeyi başarmakla adım adımgeride bırakılabilir. Salt kampüslerden ibaret birtartışma değil bu. Örneğin öğrencilerin tüm yaşamalanları, aile ve sosyal ilişkileri gençliğin kitleçalışmasının hedefi olmalıdır. Bir sorun olarak değil belki ama önemitartışmasız bir vurgu olarak sınıf ve emekçikitlelerle, sınıf hareketiyle kurulacak bağın herzaman olduğu gibi yeni dönemde de gençlikörgütlenmesi ve çalışmamızın ayırdedici birniteliği olması gerektiğini belirtelim. İşçi direnişlerinden sınıfı yakından ilgilendirenher tür gelişmeye kadar sınıf sorunlarına herdüzeyde ve her alanda özel bir ilgi ve işçi-emekçilerle kurulacak somut bağ, komünist gençlikçalışmasının daima asli bir boyutu olmalıdır. Bu,sınıf intiharını gerçekleştirmeyi, sınıf devrimciliğikimliğini geliştirmeyi henüz gençlik alanındaykenbaşlatmanın zorunluluklarından biridir. Öte yandanise, genel olarak sol hareketin, bunun bir parçasıolarak da gençlik hareketinin derin bir savruluşasürüklendiği bir dönemde, devrimci örgüt iradesinigençlik alanında diri tutmanın da en hayatidayanağıdır. Son olarak, Ekim’in bir yıl önceki çağrısının,gençliğin Ekim’e düzenli katkı sorumluluğunun,tüm yakıcılığı ile genç komünistlerin önündedurduğunu bir kez daha belirtelim. Gençkomünistler payına yeni eğitim yılında zincirinkavranacak halkalarından biri de bu sorumluğunyerine getirilmesi olmalıdır.

(www.tkip.org sitesinden alınmıştır)

İşçi direnişlerinden

sınıfı yakından

ilgilendiren her tür

gelişmeye kadar sınıf

sorunlarına her düzeyde

ve her alanda özel bir ilgi

ve işçi-emekçilerle

kurulacak somut bağ,

komünist gençlik

çalışmasının daima asli

bir boyutu olmalıdır. Bu,

sınıf intiharını

gerçekleştirmeyi, sınıf

devrimciliği kimliğini

geliştirmeyi henüz

gençlik alanındayken

başlatmanın

zorunluluklarından

biridir. Öte yandan ise,

genel olarak sol

hareketin, bunun bir

parçası olarak da gençlik

hareketinin derin bir

savruluşa sürüklendiği

bir dönemde, devrimci

örgüt iradesini gençlik

alanında diri tutmanın da

en hayati dayanağıdır.

Page 24: EG 127. sayı

Son yılların 6 Kasım süreçlerine vedeğerlendirmelerimize baktığımızda aşmamızgereken iki nokta olduğu görülüyor. Birinci nokta 6Kasım’ların bir süreç olarak örülememesidir.Genelde son haftaya kadar devam edentartışmaların neticesinde üniversitelerdegerçekleşecek eylemin ön sürecinde YÖK’ün,YÖK uygulamalarının, YÖK düzenininanlatılamadığı, kısa süreli bir propaganda ve eylemçağrısını aşmayan bir süreç yaşanıyor. 2010 6Kasım’ı YÖK’ün kuruluşunun protesto edildiğibasın açıklamaları ve yürüyüşleri aşan bir hattaörülebilirse, bu zaafiyeti aşmanın ilk adımı atılmışolur. Bunun için 6 Kasım’a gençliğin sorunlarınakarşı mücadeleyi yükseltmek, gençlik hareketiniileriye taşımak iddiasıyla bir süreç olarakbakılmalıdır.

Aşılması gereken ikinci nokta ise 6 Kasım’ınparçalı eylemlerle dağınık bir tablodayaşanmasıdır. Politik veya biçimsel ayrımlarlabirlikte hemen hemen tüm illerde aynı gün ard ardaeylemler gerçekleşti. 6 Kasım süreçlerinin bueksikliklerini görerek bunları aşmak yönlü birbakışla hareket etmemiz gerekiyor. 2010 6 Kasım’ıgençlik hareketinin önündeki sıkışma noktalarınınve daralmanın aşılması hedefiyle örgütlenmelidir.

Referandum aldatmacasından

seçim oyununa

YÖK düzeni sürüyor!

Yaz döneminin sonunda anayasa referandumuüzerinden düzen güçlerinin dalaşmasına tanıkolduk. Yeni eğitim döneminin sonunda da seçimlergerçekleşecek. Sermaye güçlerinin oyunları,aldatmacaları durmaksızın devam edecek.Egemenler sahte taraflaşmalar ekseninde toplumuevet-hayır kutuplarına yedeklemeye çalıştılar. Bunoktada gençlik temel hedef noktasıydı. Ve busüreçte gençliğin büyük kısmının bu

yedeklenmenin peşinde sürüklendiğini gördük.Reformist gençlik örgütleri hayır cephesindeyerlerini alarak düzen güçlerine kan taşıyan birtutum sergilediler.

Gençlik kitleleri hala da gerici bloklaşmanınetkisi altındadır. Seçim öncesi bir dönemdeolduğumuzu da göz önüne alırsak düzen güçleri buetki alanını genişletmek için çabalarınısürdüreceklerdir. Düzenin bu sahte taraflaşmasınınteşhirini yaparak gençliği düzene karşımücadelenin parçası haline getirmeliyiz. Düzengüçlerinin dalaşmasında taraf olmamalı, haklarımıziçin mücadeleyi yükseltmeliyiz. Önümüzdeki seneboyunca gençlik kendi sorunlarına sahip çıkmalı,gasp edilen haklarını geri alma bilinciyle hareketetmelidir. Referandum sürecinde reformistörgütlerin tutumu ve durdukları yer orta yerdeduruyor. Bu devrimcilerin omuzlarında duransorumluluğu daha da artırmaktadır. YÖK düzeni, soruşturma-ceza terörüyle

devam ediyor!

Yeni dönem soruşturma-ceza saldırısı açısındanda yoğun bir saldırı bombardımanı ile başladı. Yazdöneminde saldırı kesintisiz şekilde devam etmişti.Dönem sonunda açılan soruşturmalar yazdöneminde birçok üniversitede cezaya dönüştü.Döneme geçen seneden kalan cezalara dönem başıyeni cezaların eklenmesiyle başlandı. Eskişehir’deyazın 3 kişiye uzaklaştırma cezası verilmişti.İstanbul Üniversitesi de 8 uzaklaştırma ile dönemebaşladı. YTÜ’de de bir dönem cezası devam edenbir öğrenci var. Somutlanan cezaların yanı sırasoruşturma yağmuru devam ediyor. Kayıtdöneminden başlayarak izinli açılan masalara dahisoruşturmalar açıldı. Bunlar göstermektedir kisoruşturma ve ceza terörü yoğunlaşarak devamedecektir.

Son yıllarda üniversitelerde yürütülen devrimci

Soruşturmalar, paralı eğitim, işsizlik, geleceksizlik... YÖK

düzeni sürüyor…

YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleyi

yükseltmeye!

24

Yaz döneminin sonunda

anayasa referandumu

üzerinden düzen

güçlerinin dalaşmasına

tanık olduk. Yeni eğitim

döneminin sonunda da

seçimler gerçekleşecek.

Sermaye güçlerinin

oyunları, aldatmacaları

durmaksızın devam

edecek. Egemenler sahte

taraflaşmalar ekseninde

toplumu evet-hayır

kutuplarına yedeklemeye

çalıştılar. Bu noktada

gençlik temel hedef

noktasıydı. Ve bu süreçte

gençliğin büyük kısmının

bu yedeklenmenin

peşinde sürüklendiğini

gördük.

Page 25: EG 127. sayı

2525

faaliyete dönük en temel saldırı soruşturmalardır.Birçok gençlik örgütünün üniversitelerdesistematik faaliyet yürütmediği, gençlikhareketinin bir gerileme içerisinde olduğu birdönemdeyiz. Üniversitelerde sistematik bir şekildefaaliyet yürüten, hakkını arayan öğrencilerinkarşısına da soruşturma terörü çıkıyor. En kısazamanda kesilen cezalarla bu öğrencileri deüniversitelerin dışında bırakarak devrimci, solsiyaseti üniversitelerden kazıma çabasındalar. Busaldırı sadece öğrencileri de kesmiyor. Birçokakademisyen de bu saldırının hedefi oldu. Bir“özgürlük” alanı olan üniversitelerdeakademisyenlerin bile düşüncelerini ifade etmeleritehlikeli ve yasak ilan ediliyor.

Bu saldırının karşısında topyekün durabilmek,geri püskürtene kadar irade koyabilmek önemli.Üniversitelerde faaliyet yürütmeye devam etmek,uzaklaştırma ile karşı karşıya kalındığındaüniversite kapılarında direnişler başlatmak tümsaldırılara karşı mücadeleye devam edileceğininısrarını ortaya koyacaktır. YÖK’ününiversitelerdeki saldırısının soruşturmalarladevam ettiği teşhiredilmeli, kapıönündekidirenişler,yürütülenfaaliyetler 6Kasım sürecininparçasınadönüştürülmelidir.2010 6 Kasım’ınagiderkensoruşturma-cezakamplarınadönüştürülenüniversitelerreddedilerek,“özerk-demokratiküniversite” talebi yükseltilmelidir!YÖK düzeni, eğitimin ticarileştirilme-

siyle, işsizlikle,

geleceksizlikle devam ediyor!

Sermayenin üniversitelerdeki tahakkümüartıyor ve üniversitelerin sermaye eksenlidüzenlenmesi yapılan konuşmalarda ayan beyanifade ediliyor. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan,geçtiğimiz günlerde katıldığı Tam MaliyetlendirmeTürkiye Çalıştayı’nda, devletin ayırdığı bütçeninyetemediğini, sermayenin üniversitelere daha fazlayatırım yapması gerektiğini söyledi. Ardından da“Üniversiteler bugün iş kollarının ihtiyaç duyduğubilgi ve becerilere sahip öğrenciler yetiştirmekzorundadır” diyerek üniversitelerin “yüklenmesigereken misyonunun” altını çizdi. Bugün yeterliseviyede görmediği sermaye ile üniversiteninişbirliğini daha ileri seviye taşımak gerektiğinivurguladı.

Üniversite yönetimine sermayenintemsilcilerinin katılmalarına dair düzenlemeleryapılırken, eğitimin çürümüşlüğü her geçen gündaha fazla ortaya serilirken, paralı eğitimuygulamalarının sonucunda yüzlerce öğrencieğitim hakkından mahrum kalırken, mezunolanların karşısında işsizlik veya güvencesizçalışmadan başka bir şey yokken bu düzende

gelecekten bahsetmek çoktan mazi olmuştur.Üniversite kapısının artık bilekteki altın bilezik,ekmek kapısı olmadığı ayan beyan ortadadır.İnsanlar sınavları istediği gibi geçmedi diye,ataması yapılmadı diye intihar etmektedir. İnsanlaryoğun çalışma koşulları altında kadrosuz,güvencesiz çalışmaktadır. İnsanlar işgüvencesinden yoksun bir şekilde ölümüneçalışmayı tercih etmek zorunda bırakılmaktadır.

2010 6 Kasım’ına giderken neo-liberaluygulamaların hızlandırılmış bir şekilde hayatageçirildiğini, YÖK düzeninin gençliğe işsizlik vegeleceksizlikten başka bir şey veremeyeceğinianlatan çalışmayla birlikte,“insanca bir yaşam,güvenceli çalışma koşulları” talepleriyükseltilmelidir.YÖK düzeni, Kürt halkının anadilde

eğitim hakkını

gasp etmeye devam ediyor!

Yeni döneme “anadilde eğitim” talebiyükseltilerek girildi. İlk ve orta öğretimlerde okulboykotu gerçekleştirildi. Tüm engellemelere,

saldırılara,tehditlere rağmenKürdistan illerindeboykot yüksekoranda katılımlarlahayata geçirildi.Anadil kursları,KürdolojiEnstitüsünoktasında adımlaratarak “açılım”yaptığını iddiaeden sermayedevleti hem buhakkı gasp etmeyehem de Kürthalkına dönüksaldırganlığa

devam ediyor. 2010 6 Kasım’ına giderken Kürthalkının haklı ve meşru taleplerinin yanındaolduğumuzu göstermeli, “anadilde eğitim” talebinigüçlü bir şekilde yükseltmeliyiz.

YÖK’e ve YÖK düzenine karşı

6 Kasım’da alanlara!

Üniversiteleri denetim altına almak, neo-liberalsaldırıların eğitim alanındaki adımlarını hızlıcahayata geçirebilmek için 6 Kasım 1981’de YÖKkuruldu. 80 darbesinin bağrında dünyaya gelmişYÖK, uygulamalarıyla karşımızda duruyor.Kurulduğu günden bugüne görevini en iyi şekildeyapmaya çalışan düzenin sadık kurumlarındanbiridir. Her geçen gün sermayeye hizmetini en iyişekilde yapabilmek için sadık bir uşak gibidavranmaktadır.

YÖK düzeni, ticari eğitimle, soruşturmalarla,anadilde eğitim hakkının gaspıyla, ÖGB-polisterörüyle, işsizlikle, geleceksizlikle devam ediyor.2010 6 Kasım’ı artan saldırganlıkların karşısındamücadele mevzisi olabilmelidir. 2010 6 Kasım’ıparçalı eylemler bütünü olmayı aşmalıdır. 2010 6Kasım’ı gençlik kitleleriyle bütünleşmeyi önünekoyabilmelidir. 2010 6 Kasım’ı birleşik ve kitleselbir gençlik hareketi oluşturma iddiasıylabakabilmelidir.

Ekim Gençliği

Üniversiteleri denetim

altına almak, neo-liberal

saldırıların eğitim

alanındaki adımlarını

hızlıca hayata

geçirebilmek için 6 Kasım

1981’de YÖK kuruldu. 80

darbesinin bağrında

dünyaya gelmiş YÖK,

uygulamalarıyla

karşımızda duruyor.

Kurulduğu günden

bugüne görevini en iyi

şekilde yapmaya çalışan

düzenin sadık

kurumlarından biridir.

Her geçen gün

sermayeye hizmetini en

iyi şekilde yapabilmek için

sadık bir uşak gibi

davranmaktadır.

Page 26: EG 127. sayı

Burjuva partiler referandum öncesinde zamanlarının sonuna dektüm kozlarını oynadılar. Bu sürede oluşan politik atmosfer ise belediyeotobüslerinden, kahvelere her yaştan insan tarafından hissedildi. 12Eylül günü alınacak tutum her yerde tartışılır oldu. Gündelik burjuvasiyasete bakıldığında ortaya saçılanların burjuva gericiliğinden başkabir şey olmadığını açık bir şekilde gördük.

Sonuçtan bakılınca Türkiye egemen sınıfının, kendi çıkarlarınıemekçi kitlelerin çıkarlarıymış gibi göstermekte oldukça başarılıolduğu görülecektir.

Dinci faşist AKP’nin yalanı:

‘Sivil Anayasa ve Sivilleşen Türkiye!’

Sermayenin has partisi AKP 12Eylül’deki referandumun Türkiyedemokrasisi açısından bir eşikolduğunu, 12 Eylül’de sandıktan “Evet”çıkması halinde askeri vesayetle, ’82anayasasının anti-demokratikyaptırımları ve cuntanın gayri insanimuameleleri ile hesaplaşılacağınıduyurdu.

Demokrasi havarisi kesilen Tayiphızını alamayıp bir de Nevzat Çelik’in12 Eylül’ün ilk idamı olan NecdetAdalı’ya yazdığı Şafak Türküsü’nü gruptoplantısında söyledi, ardından idamedilen ülkücünün ailesine yazdığımektubunu da okudu ve ağladı. Hemağladı hem de 12 Eylül karanlığından bahsetti. Malum, kendisi de“minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz” diyerek şiir okuduğundayargılanmış ve cezaevine gönderilmişti. Bu örneği de her fırsatta verenTayyip, askeri vesayetle hesaplaşmanın boynumuzun borcu olduğunuifade etti. Bütün bu sahtekarlıklar yetmezmiş gibi, partisininDiyarbakır mitinginde, Kürt uslunun demokratik ve ulusal taleplerinide kendi gerici hesapları doğrultusunda seçim malzemesi yaptı.

“Cezaevine açık görüşe giden anne neden oğlu ile anadilindekonuşamıyor?”, “Diyarbakır cezaevinin dili olsa da o insanlık dışımuameleleri bir anlatsa...” diyerek insanların acılarını ve talepleriniistismar etmeye kalkan Tayyip Erdoğan sanki bugün süregiden tüm buuygulamalarda hiç parmağı yokmuşçasına bol keseden dağıttı.Yıllardır varlığı inkar edilen, kültürü yok edilmeye ve hatta bunlar işeyaramadığı zaman kendisi de yok edilmeye çalışılan bir halk buhamaset dolu nutukları, bu zokayı elbette yutmazdı.

AKP’nin bu iki yüzlü tutumunu en iyi 7 yıllık iktidarına bakarakanlayabiliriz. Zira yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. 7 yıllık busüreçte, TMY’de ve PVSK’da yapılan değişikliklere paralel olarakpolis tarafından onlarca insan karakollarda ve sokak ortasındakatledildi. 2000 başında bütün dünyada adım adım polis devletinegeçiş süreci Türkiye’de AKP iktidarında hızlandırıldı. Sayıları sadeceİstanbul’da 4 bini aşan MOBESE kameraları ile toplum an be anizlenmekte. Telefon ve ortam dinlemeleri, yeni çıkacak kimlik kartlarıile parmak izi örneklerinin mobil ortamda kendi hüviyetine işlenmesi,gözaltılarda DNA örneklerinin alınması ve 80 yıla kadar saklanmasıgibi işlemler, temel hak ve hürriyetleri hiçe sayan uygulamalardanbazıları... Ayrıca keyfi gözaltılar, operasyonlar, gözaltı süresini

uzatma…

Özellikle DNA ve parmak izi uygulamaları seçim sloganlarındanbiri olan “Fişlenmeye son!” yalanının ipliğini pazara çıkarırken, buuygulamalar ile artık 70 milyonun fişlenmesinin önü deaçıklamaktadır. Demokrasi meraklısı AKP zaten 1 Mayıslarda, TEKELeylemlerinde ve başka birçok yerde emekçilere dizginlerinden boşalanfaşist terör uygulayarak demokrasi kavramının sınıf temelini ortayakoymuştur. Sermayenin değil halkın egemen olduğu bir ülke dese deTayyip, sosyal yıkım saldırıları bir bir hayata geçirilmiş, sermayeninçıkarları çerçevesinde bir denilen iki edilmemişti. SSGSS yasası ileemeklilik kavramını emekçilerin lügatinden silmiş, sağlık hizmetlerinive sayısız KİT’i özelleştirmiştir. Bütün bu icraatlar AKP’ninsermayenin safında olduğunu ve bugün dillendirilen demokratikleşme

vaazlarının gerçek mahiyetinigörmemize yardım edecektir.Referandum çerçevesinde AKP eliile onun temsil ettiği sermayegrubunun ve emperyalist odağınkonumu daha da güçlendirildi veanayasal düzlemde yüksek yargıyıda kapsayan bir biçimde güvencesipekiştirildi. Hayır cephesinde yeni bir

şey yok!

Türkiye’de yıllardır egemenlerarasında süren gerici iç çekişmeleranayasa değişikliğini öngörenreferandum ile yeni bir dönemecegirmiş oldu. Bu iktisadi ve siyasi

güç olma/mevzi kaybetmeme dalaşı özellikle son yıllarda Türkiyebürokrasisi içerisinde bir çözülmeye ve siyasi olarak istikrarsızlığa yolaçtı ve 80 yıllık statükoyu temsil eden güçler bugün emperyalizmindirektifleri ile AKP tarafından iyice kötürümleştirilmektedir.

Burjuva demokrasisinin her düzleminde olduğu gibi, düzen içigerici taraflaşmalar referandumda da emekçi yığınların sorunu gibigösterilmek istendi. İşsizlikten ve yoksulluktan bunalmış milyonlarcaemekçinin karşısına “grevsiz TİS” gibi referandum maddelerinden decesaret alarak çıkan CHP bir çırpıda tüm kapitalist sömürünün ve neo-liberal yıkımın yarattığı öfkeyi “Hayır!”a bağlamak istedi. Bilindikson kale edebiyatına yaslanan CHP referandumda kendini kurtaramasada irtica tehdidini ensesinde hisseden milyonlarca kişinin seçiminibelirledi.

Irkçı parti MHP ise, şovenist histeri ile zehirlenmiş emekçiyığınları bir kez daha terör edebiyatına sarılarak kandırma peşinedüştü. Hükümeti hainlikle, PKK’yle işbirliği içinde olmaklasuçlayarak geleneksel imha-inkarın radikal temsilcisi konumunda kanüzerinden siyaset yapmaktan vazgeçemeyen MHP, terör edebiyatıyla“Hayır!” oyuna çağırdı. Fakat kendi kalelerinde bile tam bir hezimetyaşadı.

Maalesef, emekçilerin geniş kesimi ‘siyasal tercihlerini’ “Evet”veya “Hayır” olarak burjuvazinin gerici nüfuz çekişmesi düzleminiaşamayacak bir şekilde kullandılar. Oysa burjuva bir anayasayaneresinden bakarsanız bakın son kertede, burjuvazinin işçi veemekçileri fütursuzca sömürmesinden, baskı ve denetim altında tutmahukukundan başka bir şey göremezsiniz. Dolayısıyla ve ülkenindörtbir yanında olduğu üzere en ufak kalıcı hak kırıntısı dahi sermayeanayasası sınırlarını aşan bir mücadeleyi gerektirir.

Referandum oyunu

ya da

düzen cephesinin dalaşı...

26

Page 27: EG 127. sayı

2727

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi yükselentoplumsal muhalefetti durdurmak için emperyalistefendilerin yönlendirmesiyle gerçekleştirildi. İşçive emekçilerin gündüzlerinde sömürülmeyen,gecelerinde aç yatılamayan bir dünya için grevlerleve kitle eylemleriyle mücadele bayrağınıyükselttiği o dönemde öğrenci gençlik deüniversiteleri işgal etmekte ve kitlesel gösterilerekatılarak militan bir mücadele sergilemekteydi.Kitleleri hedef alan baskı ve terörün egemenlerinhesaplarının aksine hareketin büyümesiniengelleyemediği günlerdi. Her saldırınınmücadelenin büyütülmesiyle cevaplanmasıburjuvazinin gözünü daha fazla korkutuyordu.Egemenler iktidarlarının giderek tehlikeyegirdiğini gördüler ve bunu vahşice durdurmak içinülkeyi acımasız bir kışlaya çevirdiler. Böylece odönem ordunun başındaki Kenan Evren vekurmaylarına emperyalist efendilerden bol boltebrik yağdı.

“Bizim çocuklar başardı!”

Devlet (elbette CIA’dan her tür desteği alarak,MHP gibi cinayet şebekelerini kullanarak)darbeden önce bu vahşi saldırının zemininidüzlemek için elinden geleni esirgemedi.Toplumsal muhalefetin sindirilmesi amacıylakontrgerilla eliyle Çorum, Maraş, ’77 1 Mayıs ve’78 Beyazıt katliamları gibi kanlı katliamlartezgahlandı. Ancak yapılan katliamlar kitlelerinmücadelesini engelleyemedi. İşçiler hakları içinfabrikaları işgal ediyor, kitlesel grevlergerçekleştirmeye devam ediyorlar, böylece düzeninbaskılarına kendi silahları ile karşı duruyorlardı.

Üniversite gençliği bu dönemlerde mücadelealanlarında militanca yerini almıştır. Üniversitelerişgal ediliyor, ders boykotları gerçekleşiyordu.Gençlik üniversitelerdeki mücadelesinin yanındaişçi eylemlerine de en ön saflarda katılarak, hattaişçi eylemlerini örgütleyerek mücadele bayrağınıyükseltmişti. Bu koşullarda iyice köşeye sıkışmışolan sermaye devleti çareyi darbeyigerçekleştirmekte buldu.

12 Eylül 1980 askeri faşist cuntası toplumunüzerinden bir silindir gibi geçti. Darağaçlarıkuruldu, öncü işçiler cezaevlerine gönderildi,ilerici akademik kadrolar ve devrimci öğrencilerüniversitelerden atıldı. Toplumun genelinin olduğugibi üniversite gençliğinin geleceği de kontrolaltında tutulabilsin, her türlü hak mücadelesiezilsin diye, cuntanın üniversitelerdeki ayağı,darbenin öz çocuğu YÖK kuruldu. BöyleceTürkiye’de bir dönemin sonuna gelinmişti.

Bu yıl darbenin yıl dönümünde referandumgerçekleşti. Ve sermaye devletinin temsilcisi AKP,

referandumdan evet oyu çıkarsa askere yargıyolunun açılarak 12 Eylül 1980 askeri faşistcuntasıyla hesaplaşılacağı yalanını söyledi. Evet,bu bir yalandı. Çünkü darbenin üzerinden 30 yılgeçtiği için zaman aşımı gerçekleşecek vedarbeciler yargılanamayacaktı. Gerçekte AKP,darbeyle hesaplaşacağız yalanına sarılarak işçi,emekçi ve gençliğin gözlerini kapatarak devrimcimücadelenin yükselmesinin önünü kesmeyeçalışıyor. Hatırlanacağı üzere burjuvazi “bugünekadar işçiler sevindi, sevinme sırası bizde” diyerekdarbeyi büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Şimdiburjuvazinin temsilcisi sermaye hükümetinindarbeyle hesaplaşacağını söylemesi safsatadanbaşka bir şey değildir.

AKP ve diğer düzen partileri ağız birliğiyapmışçasına darbeden iki tarafın da zarargördüğünü söyleme yüzsüzlüğünü de gösteriyorlar.Oysa devrimci önderler ve militanlarişkencehanelerde katledilirken, sokaklarda infazedilirken ülkücü şefler üstün hizmetlerinden ötürüdevletin üst mevkilerine getirilmişlerdir. 17yaşındaki Erdal’ı “asmayalım da besleyelim mi!”diyerek dar ağacında katledenler birkaç miadınıdoldurmuş faşist beslemeyi de göstermelik olarakcezalandırmıştır. Devrimci örgütlerin üzerinegidilmesi, sayısız devrimcinin katledilmesi ya datutsak edilmesine karşın, tetikçi beslemelerindevlette yeni görevlerine terfi ettirilmeleri vebirçoğunun özgürce sokaklara geri salınmasıdarbenin neye hizmet ettiğini açıkça göstermiştir.Türkeş’in “biz içeride olabiliriz, amadüşüncelerimiz iktidarda” sözü asıl bedelindevrimciler tarafından ödendiğinin kanıtıdır.

Bu gerçekler orta yerde duruyorken kendisi 12Eylül askeri faşist cuntasının öz be öz çocuğu olanAKP gibi faşist bir partinin darbeylehesaplaşacağına inanmak ahmaklıktan başka birşey değildir. Kaldı ki bugün polislere sokakortasında devrimcileri katletme ve emekçilericoplama yetkisini verenlerin, dün akıtılan kanınhesabını sormaları beklenemez. Necdet Adalıların,Erdal Erenlerin yolundan giden komünist devrimciişçi Alaattin Karadağ’ı da katledenler bu düzeninbekçileridir.

Darbeyle hesaplaşmanın yolu

devrimci sınıf mücadelesini yükseltmekten

geçiyor!

12 Eylül askeri faşist cuntasıyla hesaplaşmanınyolu düzen güçleri arasındaki tepinmeye oyuncakolmak değildir. Darbeyle hesaplaşmanın yoludevrimci sınıf mücalesini yükseltmekten, militanmücadeleyi fabrikalarımızda, okullarımızda vebulunduğumuz her alanda yaymaktan geçiyor.

Darbecilerden hesabı

işçiler, emekçiler

ve devrimci gençlik soracaktır!

Gerçekte AKP,

darbeyle

hesaplaşacağız

yalanına sarılarak işçi,

emekçi ve gençliğin

gözlerini kapatarak

devrimci mücadelenin

yükselmesinin önünü

kesmeye çalışıyor.

Hatırlanacağı üzere

burjuvazi “bugüne

kadar işçiler sevindi,

sevinme sırası bizde”

diyerek darbeyi büyük

bir mutlulukla

karşılamıştı. Şimdi

burjuvazinin temsilcisi

sermaye hükümetinin

darbeyle

hesaplaşacağını

söylemesi safsatadan

başka bir şey değildir.

Page 28: EG 127. sayı

"Devrim proletaryanın eseriydi, proletaryakahramanca mücadele etti, kendi kanını akıttı,yoksul ve emekçi halkın en geniş kitleleriniberaberinde sürükledi.”

(Lenin, Tüm Eserler, Cilt XX, s 23)Emperyalist-kapitalist barbarlığın hüküm

sürdüğü günümüz koşullarında dünya çeşitlideğişimler yaşıyor. Sovyetler Birliği’nin ’89’dakiçöküşü, iki kutuplu dünyadan emperyalistgericiliğin hükümdarlığına dönüşü simgeliyor aynızamanda.

Emperyalist saldırganlığın burjuva gericiliği ilekol kola girdiği bir dünyada yaşıyoruz. Emekçihalklara kan kusturulduğu; ırkçılığın, şovenizmin,polis devleti uygulamalarının dünyanın dört biryanından yansıdığı bir dönemdeyiz. 11 Eylül 2001sonrasında daha sistemli ve şiddetli hale gelenpolis devleti uygulamaları, “teröre karşı mücadele”örtüsüyle demokratik hak ve özgürlüklerinkısıtlanması burjuva saldırganlığın boyutlarınıgöstermektedir. Burjuva saldırganlığın bir diğeryanı ise emperyalist savaş ve işgaldir.

Öte yandan insanlık neo-liberal sosyal yıkımsaldırılarıyla, sosyal hakların gaspıyla, köleceçalışma koşullarıyla, yani sömürü ve talancehennemi ile yüz yüze bırakıldı. Kapitalizmin 21.yüzyıldaki krizi insanlığı sadece yoksulluk,işsizlik, savaşla değil, düşünsel, kültürel, ahlakiçürümüşlükle de tehtid etmektedir. Örneğinhalihazırda dünya ölçeğinde işsizlerin sayısı en az1 miyardır.

Hatırlanırsa 89’ çöküşü ve Berlin duvarınınyıkılışından sonra Marksizm’e ve sosyalizme karşısaldırıların yoğunlaştığı bir dönemde FrancisFukuyama “Tarihin Sonu”nu ilan etmişti. Amatarih bütün canlılığıyla ilerlemektedir. Emperyalistkapitalist saldırganlığın tüm görünümlerine karşıdünyanın dört bir yanında irili ufaklı direnişlergösterilmektedir. Tarihin sonunu ilan edenlererağmen tarih ilerlemekte, 89’ çöküşü ile birlikte“sosyalizm öldü” nidaları atanlara rağmensosyalizm hala güncelliğini korumaktadır.

Giderek daha da netleşen şey sadece en ileriülkelerde bile servet-sefalet kutuplaşmasınıngiderek artması ve sistemin içerisinde bulunduğubunalımdır. 89’ çöküşü, emperyalist kapitalistsistemin krizde olduğu gerçeğini gizleyemez. Herkriz anında olduğu gibi bu süreçte de kiliselerdenbile Marksizm’in haklılığı açıklamaları geldi.Marksizm’in haklılığını onların kabul edipetmemesinden bağımsız olarak Marksist fikirlerindünya ölçeğinde yarattığı etki azımsanmayacaktürdendir. Yalnızca politik olarak değil, insanlığıntüm gelişim evrelerine yaptığı katkı dabelirleyicidir. Bugünkü durumun ne olduğundanbağımsız şu çok net ortada durmaktadır ki Ekim

Devrimi ve yarattığı etki, üzerinden 93 yılgeçmesine rağmen hala capcanlıdır. Komünistlerinvurguladığı gibi tarih Lenin’in haklılığını dönedöne kanıtlayacaktır!

Komünist Manifesto’nun ilanı 1848devrimlerine denk gelmiş, Paris komünü ile göğünfethine çıkılmış ve sonunda Ekim Devrimi iledevrimci kasırga esmiştir. 20. yüzyıl ispatlamıştırki proleter devrimler çağı başlamıştır. Ve tam dabugün, yani Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 93.yılında, emperyalist-kapitalist sistemin barbarlıkkustuğu bir evrede Ekim Devrimi’ni anlamak, dersçıkartmak ve anlatmak her zamanki güncelliğiyletemel bir ihtiyaçtır.

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi

ve Bolşevik Parti

1890’ların sonu ile 1904 döneminde devrimciişçi hareketinin gelişmesi temelinde Rusya’dakiMarksist sosyal-demokrat örgütler güç kazandı. Odönem Lenin’in öncülüğünde çıkartılan “Iskra”yayını aracılığıyla dağınık gruplar arasında bağkuruldu ve 1903’te Rusya Sosyal-Demokrat İşçiPartisi 2. Kongresi toplandı. Parti içerisinde“Iskra” yönetiminin kesin zaferi için verilenmücadelede iki grup ortaya çıktı: Bolşevikler veMenşevikler. İki grup arasındaki en temel ayrımörgüt sorununa bakıştaki temel farklılıktı.Bolşevikler kurulu düzeni Marksizm’in bilimseltemellerine dayanarak zora dayalı bir devrimleyıkmak amacının, ancak buna uygun bir örgütselşekilleniş ile gerçekleşeceğini savunuyordu. Buşekillenişin somuta dökülmüş hali ise işçi sınıfınınçelik disiplinine sahip, tek vücut halinde, illegal,merkeziyetçi bir örgüt oluyordu. Tarih bu noktadaBolşevikleri haklı çıkardı.

Ekim Devrimi sürecinde Bolşevikler 1905devriminden çok önemli dersler çıkardılar. 1905Rusya tarihinde yeni bir aşamayı oluşturur. Bu yeniaşama iki dönemden oluşur. Birinci dönem devrimdalgasının kabarmakta olduğu, Ekim’deki siyasalgenel grevden, Aralık’taki silahlı ayaklanmayayükseldiği dönemde Bulygin Duma’sının Çar’dantavizler kopardığı dönemdir. İkincisi ise Japonyaile barış imzalandıktan sonra Çar’ın işçi sınıfına vedevrime karşı saldırıya geçtiği dönemdir. 1905-1907 arasındaki devrim yılları bir yenilgiylesonuçlansa da aslında işçi sınıfı ve köylülükarasında bir ittifak kurulabileceğinin en önemlikanıtıydı. Bolşevikler devrimin geliştirilmesini,Çarlığın silahlı ayaklanma ile devrilmesini veköylülük ile işçi sınıfının ittifak kurmasınısavunuyorlardı. Menşevikler ise devrim yerinereformdan geçirip, liberal burjuvazininhegemonyasını savunuyorlardı. Bu süreçBolşeviklerin Rusya’daki gerçek Marksistlerolduklarını kanıtlıyordu.

“Ya barbarlık, ya sosyalizm!”

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin

93. yılında şan olsun

Ekim Devrimi’ni yaratanlara!

28

Emperyalist

saldırganlığın burjuva

gericiliği ile kol kola

girdiği bir dünyada

yaşıyoruz. Emekçi

halklara kan

kusturulduğu; ırkçılığın,

şovenizmin, polis devleti

uygulamalarının

dünyanın dört bir

yanından yansıdığı bir

dönemdeyiz. 11 Eylül

2001 sonrasında daha

sistemli ve şiddetli hale

gelen polis devleti

uygulamaları, “teröre

karşı mücadele”

örtüsüyle demokratik hak

ve özgürlüklerin

kısıtlanması burjuva

saldırganlığın boyutlarını

göstermektedir. Burjuva

saldırganlığın bir diğer

yanı ise emperyalist

savaş ve işgaldir.

Page 29: EG 127. sayı

29

1908-1912 yılları Rusya’nın zorludönemleriydi. Devrimin yenilgisinden sonrakitlelerin durgunlaştığı bir dönemde Bolşeviklerdevrimci hareketin yükselişi için tüm olanaklarıdeğerlendirdiler. En küçük legal olanaktan bileyararlanarak güç topladılar. Tam da bu dönemlerpartiyi bırakan aydınların Marksizm’in teoriktemellerine saldırılarının olduğu bir süreçti.Bolşevikler Marksizm’in teorik temellerine sıkısıkıya sarılarak ideolojik saldırılara karşı koydular.Lenin bu dönemde “Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm” isimli eserini kaleme aldı.Marksist-Leninist ideolojik sağlamlılıkBolşeviklerin partiyi ve ilkelerini korumasınıntemel nedenidir.

Devrimin tekrar yükseliş dönemi (1912-1914)Bolşeviklerin işçi sınıfı hareketinin başını çektiğive devrime doğru yürüdüğü bir dönem oldu. Partiillegal ve legal çalışmasını birleştirdi. İşçi sınıfı ilebağlarını sağlamlaştırdı. Emperyalist savaşınyıkıcılığının giderek hissedildiği, 2. Enternasyonalpartilerinin bulundukları ülkelerin burjuvazileri ileyan yana yürümeye başladıkları günlerde işçisınıfının enternasyonalist bayrağınıdalgalandırdılar.

1917 Şubat’ına gelindiğinde Çarlık devrilipGeçici Hükümet ve İşçi-Asker TemsilcileriSovyetleri kuruldu. 1917 Şubat’ı ve Ekim’iarasındaki sürede Bolşevikler işçi sınıfını,sovyetleri, milyonlarca köylüyü sosyalistdevrimden yana çekti. Bolşevik Parti önderliğindeişçi sınıfı, yoksul köylülük ve askerlerin desteğinide alarak burjuvazinin iktidarını devirdi ve işçileriniktidarını kurdular. Büyük çiftlik sahiplerinintoprak mülkiyetini ortadan kaldırdı, toprağıkullanmaları için köylülere devretti, kapitalistlerimülksüzleştirdi, Rusya’nın savaştan çekilmesinibaşardı. Sosyalist inşayı gerçekleştirmek için yoluaçtı. Ve aynı zamanda Büyük Sosyalist EkimDevrimi insanlık tarihinde proleter devrimlerçağını başlattı.

Ekim Devrimi sürecinde elbette Bolşevikleringücü sadece devrimi hazırlamakta değil, kitlelerinumutlarını, ruh hallerini, isteklerini kavramayı veifade etmeyi başarabilmesinde, bunları anlaşılırşiarlara dönüştürmesinde, işçi sınıfının veköylülüğün iradesini örgütlülüğeyönlendirebilmesinde yatıyordu.

Bolşevikler güçlerini Marksizm’in bilimseltemellerinden alıyorlardı. Marksist perspektifpartiyi sosyalizm ile sınıf hareketinin birliği olarakele alıyordu. Lenin ve Bolşevikler bu perspektifinyönlendiriciliğinde ısrarla sınıfa yönelerekyürüyüşlerini başarılı bir devrimletaçlandırmışlardır.

Lenin’in öğretisinin ve Ekim Devrimi’nin tümdünyayı kasıp kavuran deneyiminin bize gösterdiğien önemli noktalardan biri devrimci bir teoriyedayanarak devrimci bir program eşliğinde ısrarlıbir sınıf yönelimidir. Yani hedefe kilitlenerekgüncel olanakları bu hedef doğrultusunda seferberetmektir. Devrime hazırlık Marksizm’in sağlamtemelleri üzerinde teori ile silahlanmış bir devrimciörgütün işçi sınıfı ile et ile tırnak gibi kaynaşmasıdemek oluyor. Tıpkı Bolşevik Parti’nin pratiği gibikoşulların da olgunlaştığı bir evrede devriminzaferini ancak işçi sınıfının illegal-ihtilalci partisigüvence altına alabilir.

Ekim Devrimi’nin oluşum

sürecinde dünyanın

durumu ve sonrasındaki

etkileri

“20.yüzyıl… Bunalımlar,savaşlar ve devrimler yüzyılı!..Yüzyılın başlangıcı, kapitalizminemperyalist aşamasına geçişiişaretliyor. Emperyalizm çağı ilebirlikte kapitalizmin genelbunalım aşaması başlıyor.Sistemin yapısal sorunlarıağırlaşıyor, çelişkiler her alanda keskinleşiyor.1904 Rus- Japon savaşı gerici emperyalist savaşlardönemine, 1905 Rus Devrimi devrimler dönemineilk açılışlar oluyor. Ekonomik bunalım veemperyalist egemenlik mücadelesi militarizmi vesilahlanmayı azdırıyor, sonuçta emperyalist birdünya savaşını hazırlıyor. İnsanlık, yüzyılın dahaikinci on yılı içinde, 1914 yılında, ilk emperyalistdünya savaşının büyük yıkımı ile tanışıyor. Savaşsistemin bunalımını ağırlaştırıyor ve bu Rusya’daBüyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin zaferinihazırlıyor. Bolşevik partisinin devrimci önderliğialtında birleşmiş işçi sınıfı, yoksul köylülüğündesteğini de kazanarak, burjuvaziyi deviriyor veiktidarı ele geçiriyor. Burjuvazi mülksüzleştiriliyorve devrimci Sovyet iktidarı altında yeni birtoplumun inşasına geçiliyor. Sosyalist EkimDevrimi yeni bir çağı proleter devrimler çağınıbaşlatıyor. Yarattığı büyük sarsıntı, çok geçmedentüm dünyada yankılanıyor. Kıta Avrupası yıllarcasüren bir devrimci çalkantılar dönemi yaşıyor.Sömürüye ve yarı-sömürge ülke halklarının uyanışıhız kazanıyor. Doğu’nun ezilen halklarıemperyalist köleliğe başkaldırarak tarih sahnesineçıkıyorlar. Olgunlaşmakta olan Çin Devrimi, EkimDevrimi’nin ardından yeni bir itilim kazanıyor.”(Parti değerlendirmeleri 4, Büyük SosyalistEkim Devrimi: 20. Yüzyılın büyük fırtınası!Eksen yayıncılık, sf. 157)

Bolşevizm Ekim Devrimi sürecindeMarksizm’in ilkelerine sarılarak yol yürüyor. Bubütün dünya ölçeğinde sosyalizme ve Marksizm’egüç kazandırıyor. Sosyalizm dünya ölçeğinde birumut oluyor. Ezilen halklar ile işçi sınıfı arasındaemperyalizme karşı devrimci bir birliktelik oluyorve Ekim Devrimi burada özel bir rol oynuyor.Elbette Ekim Devrimi’nde proletaryanın örgütlüdevrimci hazırlığını inançla, özenle, iradeyle,inatla, sabırla ören Bolşevik parti sayesinde oluyor.

Ekim Devrimi insanlığın ulaştığı en yüksekevredir ve bugüne kadar daha yükseğineulaşılamamıştır. Ekim Devrimi gelecek güzelgünlerin umudunun hala dipdiri olduğununkanıtıdır. İnsanlığın kurtuluşu için verilenmücadelenin tarihine altın harflerle kazınmıştır.Rus proletaryasının Bolşevik parti önderliğindegerçekleştirdiği muazzam günden bu yana 93 yılgeçti. Komünistler Ekim Devrimi’nin açtığı yoldaproleter devrimler çağında sosyalizm umudunubüyütmeye devam ediyor.

Ekim Devriminin 93. Yılında Şan olsun EkimDevrimi’ni yaratanlara!

Yeni Ekimler için ileri!İ.Ü.’den bir EG okuru

Bolşevikler güçlerini

Marksizm’in bilimsel

temellerinden alıyorlardı.

Marksist perspektif

partiyi sosyalizm ile sınıf

hareketinin birliği olarak

ele alıyordu. Lenin ve

Bolşevikler bu

perspektifin

yönlendiriciliğinde ısrarla

sınıfa yönelerek

yürüyüşlerini başarılı bir

devrimle

taçlandırmışlardır.

Page 30: EG 127. sayı

Sermaye devleti cezaevlerinde bulunan devrimci tutsakları teslimalmak ve esasen toplumsal muhalefeti dizginlemek için F tipicezaevlerini gündeme getirdi. Bu politikayı meşrulaştırmak ve Ftiplerine geçişte oluşacak direnişi kırabilmek için ise UlucanlarKatliamı gerçekleştirildi.

26 Eylül 1999’da “Kaçmak için tünel kazıyorlardı”, “Koğuşlarhücre evi gibi” söylemlerin arkasına sığınılarak Ulucanlar Cezaevi’neoperasyon yapıldı. Ancak devlet Ulucanlar’da ölümüne bir direnişlekarşılaştı. Canları pahasına direnen Habip Gül, Ümit Altıntaş, ZaferKırbıyık, Önder Gençaslan, İsmet Kavaklıoğlu, Aziz Dönmez, AhmetSavran, Abuzer Çat, Mahir Emsalsiz ve Halil Türker adlı 10 yiğitdevrimci şehit düşerken, onlarca devrimci tutsak yaralandı. Sermayedevleti bu faşist katliamla Ulucanlar Cezaevi’nde istediği koşullara biradım daha yaklaşsa da kazanan bir kez daha siper yoldaşlığı vedevrimci direniş geleneği oldu.

Tarihsel bir ölçekte ele aldığımızda Ulucanlar Direnişi’nin büyükbir anlama sahip olduğunu görürüz. Çünkü devletin gerçekleştirdiğibu katliamın hedefinde yalnızca zindanlara hâkim olmak yoktu. Aynızamanda toplum ve özelde devrimci hareket kontrol altında alınarakideolojik-politik üstünlük kurulmak isteniyordu. Dönemin başbakanıBülent Ecevit’in ABD gezisi sırasında “İçeriyi teslim almadandışarıyı teslim alamayız” açıklaması aslında neyin hedeflendiğiniaçıkça gözler önüne sermektedir.

Ayrıca o dönemin toplumsal-siyasal durumuna baktığımızda

Türkiye kapitalizminin krizde olduğunu görürüz. Bu krizi atlatmakiçin uygulanmak istenen IMF reçeteleri, işçi-emekçilerin Temmuz-Ağustos hareketliliği, İmralı teslimiyeti, 17 Ağustos depremi vetoplumun devlete yönelmiş öfkesi Ulucanlar Katliamı’nın nedenlerinive sonuçlarını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. İmralı teslimiyeti veyoğun tasfiyeci dalgadan cesaret alan devlet devrimci hareketi buzayıf anında bitirmek istemiş ve aynı zamanda devrimcileri katlederektopluma diş göstermiştir.

Ancak sermaye devletinin bu planı devrimci tutsakların destansıdirenişiyle bozulmuştur. Ulucanlar direnişi zindanlardaki devrimcitutsaklar üzerinde büyük bir moral güç yaratmıştır. Bu direniş sadeceiçeride değil, dışarıda da toplumsal muhalefet üzerinde benzeretkilerde bulunmuştur. Katliam sonrasında gerek devrimcicenazelerinin sahiplenilmesi gerekse Ulucanlar davalarındakatliamcılardan hesap sorma ruhu oldukça dikkat çekicidir. Ulucanlardirenişinin yarattığı bu etkiyle devlet hücre saldırısını ertelemekzorunda kalmıştır.

Yitirdiklerimizle tarihin kanlı sayfalarına yazılan bu direniş moralkazanımlarıyla hala mücadele azmimizi körüklemektedir. Üzerinden11 yıl geçmiş olmasına rağmen ne faşist katliam ne de bu katliamkarşısında sergilenen büyük direniş unutulmuştur.

Ulucanlar Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!Şan Olsun Ulucanlar Direnişine!

Ankara’dan Genç Komünistler

Ulucanlar katliamını unutmadık,

unutturmayacağız!

İstanbul Ekim Gençliği’ndenUlucanlar anması

İstanbul Ekim Gençliği, 26 Eylül’de BDSPtarafından Karacaahmet Mezarlığı’nda ki anmaardından bir etkinlik gerçekleştirdi.

Etkinlik, Ulucanlar’da 11 yıl öncegerçekleşen katliam ve direnişinin anlatıldığıbir açılış konuşmasıyla başladı. Sermayedevletinin toplumsal muhalefeti bastırmak,devrimci mücadeleyi geriletmek için her türlüsaldırıya başvurduğu ifade edilirken, devrimcimücadele ile işçi-emekçilerin bağınızayıflatmak için devrimci, ilerici güçlericezaevlerine sokarak denetim altına alınmayaçalışıldığı dile getirildi. Ulucanlar sürecininzindanda da devrimci iradenin teslimalınamayacağını bir kez daha gösterdiğibelirtildi.

Konuşmanın ardından cezaevlerindekisaldırılara, F tipi uygulamasına,Ölüm Orucu sürecine dair

tartışmalar gerçekleşti. Tartışmaların diğer birbaşlığı da devrimci kimlik ve devrimci yaşamüzerineydi. Habip, Ümit, Hatice ve Alaattinyoldaşların yaşamlarından örnekler verilerek,bıraktıkları mirasların devrimci sınıfmücadelesine, partinin tarihine neler kattığınıve üzerine konuşmalar gerçekleşti.

Ulucanlar Direnişi çeşitliillerde selamlandı

26 Eylül günü Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu (BDSP), Ulucanlar katliamının 11.yılında, katliamı lanetlemek ve büyük direnişiselamlamak için Ulucanlar'da şehit düşen TKİPMK Üyesi Ümit Altıntaş'ın İstanbulKaracahmet Mezarlığı'ndaki mezarı başında biranma etkinliği gerçekleştirildi.

On’ların devrimci anılarının selamlandığıanmada, katil devlete karşı mücadele etme vehesap sorma çağrısı yükseltildi. Devrim vesosyalizm mücadelesini yükseltme çağrısınınyapıldığı eyleme Devrimci Proletarya destekverdi.

Ankara’da BDSP, DHF, DevrimciProletarya, Halk Cephesi, KÖZ, Partizan ve78’liler Derneği tarafından örgütlenen anmada“Ulucanlar’da ON canımızı katlettiler, amateslim alamadılar. ON’lar: Devrimciydi, işçiydi,öğrenciydi, kamu çalışanıydı, emekçiydikısacası dostlar, ON’lar BİZ’dik. BİZ’leri teslimalamayacaksınız” denildi.

İzmir’de BDSP ile Partizan tarafındanörgütlenen anma ise Habip Gül’Ün mezarındagerçekleşti. Habip Gül’Ün ağabeyinin de kısabir konuşma yaptığı anmaya Alınteri, ESP veİHD destek verdi.

Bursa’da katliam Buca ve Dİyarbakırkatliamları birlikte bir açıklama ile lanetlendi.Açıklama “Buca’da, Diyarbakır’da veUlucanlar’da ölümsüzleşen devrimcilerşahsında tüm devrim şehitlerinin anıları önündebir kez daha saygıyla eğiliyor, zafer sözümüzüyineliyoruz” sözleriyle bitti.

Adana’da gerçekleştirilen anmada “On’larasözümüz var. Unutmadık, unutturmayacağız”pankartı açıldı. Yapılan açıklamada başeğmeyenbir direniş geleneğinin gelecek kuşaklaraemanet edildiği vurgulandı.

Ulucanlar direnişi selamlandı...

30

Page 31: EG 127. sayı

Habip Gül ve Ümit Altıntaş 26 Eylül 1999’da Ulucanlarkatliamında siper yoldaşlarıyla birlikte ölümsüzleşen komünistdevrimcilerdir. 90’lı yıllar içinde komünist partisi inşa hareketiolan Ekim’in saflarında yetişmiş, sınıfın devrimci partisi TKİP’ninkuruluşunda büyük emekleri geçmiş düşünen ve savaşanönderlerdir. Faşist baskı ve terörün zirveye tırmandığı, anti-komünist propagandanın karşısında solda reformizm ve tasfiyecilikrüzgarının estiği yıllarda illegal devrimci mücadele sürdüren ikikomünist, yarattıkları kültürle devrim ve sosyalizm davasınayürekten bağlılığın örnek temsilcileridir.

Uğruna ölümsüzleştikleriParti’nin açıklamalarında, onlar“Partinin özü ve özeti” olaraktarif ediliyor. Habip Gül proleterkökenli bir militan olarak gerçekbir sınıf devrimcisiydi. Komünisthareketin saflarına ilk kez1987’de İzmir’de katıldı. Sınıfçalışmasında öncü demir-çelikişçisi olarak etkin bir biçimdeyer aldı. Habip Gül ilk kez1991’de bir grup işçi arkadaşı iletutuklandı, bu süreçte direngentutumuyla ön plana çıktı. Hapiscezası bitmişken ve para cezasınedeniyle yatıyorken firareylemine girişti ve özgürlüğünekavuştu. Firardan kısa süre sonraAdana’da sınıf çalışmasındagörev aldı. Çok geçmeden tekrar tutuklandı. Sermaye düzenininişkenceci takımına karşı militan bir direniş sergiledi. Tahliyeolduktan sonra bu kez İstanbul’da sınıf çalışmasını yönetti veyürüttü. İlk kez Mart 1995’de EKİM Merkez Komitesine seçildi.Bu dönemde toplu bir operasyonla tekrar tutuklandı. Tahliye oluncabu kez Ankara’da faaliyet yürüttü ve tekrar sınıf çalışmasınıyönetti. Çok geçmeden yeniden tutuklandı ve bu süreçte kendinibüyük zindan direnişlerinin içinde buldu. Buradan zindandirenişlerinin militan bir temsilcisi olarak öne çıktı. Komünistbasına sürekli teorik, politik ve örgütsel yazılar gönderdi. 1998sonbaharında toplanan TKİP Kuruluş Kongresi’nde MerkezKomitesi üyeliğine seçildi. 26 Eylül 1999’da faşizmin UlucanlarZindanı’nda katledildi.

Ümit Altıntaş ordu mensubu bir ailenin çocuğu olmasınarağmen devrimci düşüncelere çocuk yaşta ilgi duymaya başladı.Üniversiteye devrimci bir militan olarak başladı ve gençlikçalışmasını yürüttü. Şubat 1991’den itibaren komünist hareketinkitaplarını, yayınlarını incelemeye başladı ve çok geçmeden EkimciGenç Komünistler’den yana safını belirledi. Ümit Altıntaş kısazamanda EGK çalışmasında öne çıktı ve İstanbul gençlikçalışmasında aktif bir biçimde faaliyet yürüttü. İlk kez 1995’deEKİM İstanbul İl Komitesinde görev aldı. Bu tarihten itibarengençlik ve işçi çalışmasında belirgin bir yer tuttu. Kasım 1997’deİstanbul’da tutuklandı, bu süreçte militan bir direniş sergiledi.Sonrasında TKİP Kuruluş Kongresi’ne katıldı ve Merkez Komitesiüyeliğine seçildi. 21 Aralık 1998’de Ankara’da tutuklandı, burada

da militan bir direniş sergiledi. 26 Eylül 1999’da faşizminUlucanlar zindanında partili yoldaşı Habip Gül ile beraberkatledildi.

Sarsılmaz bir devrimci irade…

Habip Gül ve Ümit Altıntaş hakkında yapılacak en anlamlıtanımlama bu yoldaşların sarsılmaz dava insanları olduklarıdır.Devrimci mücadeleye bütün varlığı ve benliği ile katılmak,yaşamını devrimin zaferine adamak; çelikten bir iradeye, tükenmezenerjiye ve sarsılmaz bir inanca sahip olmak… Hiçbir koşuldaboyun eğmeye, uzlaşmacılığa ve fırsatçılığa yanaşmayan iki yoldaş

devrimin çıkarlarını vedevrimci onuru her şeyinüstünde tutmuşlardır. Bütünbunlar profesyonel devrimcikişiliğin tipik özellikleridir veHabip ile Ümit yoldaşlarınyaşamları da, özelliklerinincanlı tanığıdır.

Habip Gül pratikten teoriyegelmiş militan bir sınıfdevrimcisidir. Fabrikada ağırçalışma koşullarında kapitalistsömürü düzenini kavramış,sınıf bilincini geliştirmiş vetüm bunlarla bağlantılı olaraktercihini çelikten disiplinli,sarsılmaz iradeli ve illegaltemellere dayanan komünist

hareketten yana tereddütsüzce yapabilmiştir.Ümit Altıntaş’a gelince, o devrimci düşüncelerle çocuk yaşta

tanışmış ve bilimsel sosyalizmin teorik temellerini incelemeyebaşlamıştır. Ümit Altıntaş, Habip Gül’ün tersine teoriden pratiğegelmiş bir militandır. Yanı sıra Ümit Altıntaş örgütlü yaşamındadevrimci illegal örgütün görevini kavramış ve illegaliteninyaşamsallığının farkına varmıştır. Bu bilinçle hareket eden Ümit,tasfiyeci ceryanın etkisinde legalizm eğilimlerinin karşısındadurmuş, vakitsiz gelen legal çalışma önerilerini illegal çekirdeğinolgunlaştırılması vurgusunu yaparak eleştirmiştir. Bu bile yoldaşınillegal örgüt bilinci konusundaki titizliğinin en açık birgöstergesidir. Habip ve Ümit yoldaşlar farklı örgütsel değişimlergeçirseler de neticede her iki yoldaş da partinin her zaman düşünenönderleri ve savaşan neferleri olmuşlardır. Zindan direnişlerindedevrim ve sosyalizm davası uğruna bedel ödemekten hiçbir zamankaçınmamışlardır. Yeraltı mücadelelerinde olsun, tutsakyaşamlarında olsun hiçbir zaman parti bayrağına lekesürmemişlerdir.

Habip ve Ümit yoldaşlar Ulucanlar saldırısında partinin direnişbayrağını göklere çektiler, sermaye diktatörlüğünün faşistcellatlarına karşı direnişleriyle Partiyi onurlandıran komünistönderler olarak ölümsüzleştiler. Habiplerden Ümitlere,Haticelerden Alaattinlere büyüyor kavga!

Kocaeli’nden bir Ekim Gençliği okuru

Parti bayrağına leke sürmeyen devrimciler…

Habip ve Ümit:

Partiyi onurlandıran komünist önderler…

31

Page 32: EG 127. sayı

Geride bıraktığımız yaz dönemi sınıf hareketliliği açısındanişgaller, grevler ve direnişlerle birlikte dolu dolu geçen bir dönemoldu. UPS ve Samka Metal direnişi, Çel-Mer işgali, Belediye grevlerihemen ardından Paşabahçe, Mutaş ve Betesan direnişlerinin başlamasısınıf tarihimiz açısından kazanımıyla ve kaybıyla anlamlı ve dersçıkarılacak örnekler bıraktı ve bırakmaktadır. Yazboyunca Avrupalı işçi ve emekçiler krizin etkilerinekarşı eylemli bir süreç ördüler.

Avrupalı emekçiler “Krizinfaturasını ödemeyeceğiz!”

diyerek ayağa kalktı...29 Eylül tarihinde, Avrupa'nın birçok yerinde

işçi ve emekçiler, kapitalistkrizin faturasına ve sosyalyıkım programlarına karşıalanlara çıktı. Avrupa İşçiSendikalarıKonfederasyonu'nun(ETUC) çağrısıylaörgütlenen eylemler vegrevler birçok Avrupaülkesinde hayata geçirildi.İspanya, İrlanda, İtalya,Fransa, Polonya, Kıbrıs,Yunanistan ve Macaristan'labirlikte 30 Avrupa ülkesindeprotesto gösterileridüzenlendi.

Eylemlerin başkentikonumundaki Brüksel'de100 bini aşkın işçi ve emekçialanlardaydı. Brüksel'dekiyürüyüş sırasında polissaldırısı gerçekleşti ve 148kişi gözaltına alındı.

İspanya'da 8 yılınardından ilk defa genel grevegidildi. 24 saatlik genel grev,parlamentonun onayladığı işreformuna karşı başlatıldı.Sendikalar, hükümetinkatılımı düşürme çabasınarağmen greve katılımınyaklaşık 10 milyon kişiyleyüzde 70'in üzerinde olduğunu duyurdu.

Yunanistan'da doktorlar, liman, telekomünikasyon,toplu taşıma araçları çalışanları grev ve iş bırakmaeylemleri gerçekleştirdiler. Yunanistan İşçi SendikalarıFederasyonu, Atina'da protesto eylemi gerçekleştirmeyeçağrı yaptı.

Almanya'nın Berlin şehrinde “Tasarrufpaketlerini durdurun, burada ve tüm

Avrupa'da” sloganıyla protesto yürüyüşü gerçekleştirildi. Berlin'de 5bin kişinin katıldığı yürüyüş mitingle sona erdi. Almanya'da Berlin'indışında da birçok kentte eylemler gerçekleştirildi.

UPS direnişiyle uluslararası dayanışmaörnekleri sergilendi…

Uluslararası kargo tekeli UPS’ninsendika düşmanlığına ve işten atmasaldırısına karşı UPS’nin Türkiye’dekiaktarma merkezlerinde ve şubelerindemücadelelerini sürdüren Türk-İş’e bağlıTürkiye Motorlu Taşıt İşçileriSendikası (TÜMTİS) üyesi işçilerle

dayanışma amacıyla dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de1 Eylül günü eylemler gerçekleştirildi.

Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu’nun (ITF) 5-12Ağustos 2010 tarihlerinde toplanan genel kurulunda alınankararlar çerçevesinde 1 Eylül’de gerçekleştirilen eylemlerdeTÜMTİS’in UPS’de yetkili sendika olarak tanınması ve atılanişçilerin geri alınması talep edildi.

Dünyada Asya, Avustralya, Avrupa ve daha birçok kıtadagerçekleştirilen protestolarda UPS yönetiminin sendika düşmanıtutumu kınandı. Avustralya, Japonya, Hollanda, Güney Kore,Hong Kong, Tayland, Filipinler, Ürdün, Belçika, GüneyAfrika, Hindistan, Norveç, Estonya, Letonya, İsveç,Finlandiya, Litvanya, Ukrayna, Bulgaristan gibi. birçok ülkedeprotesto eylemleri, basın açıklamaları, UPS binasının önünekum dökme eylemleri, protesto mektupları gönderildi ve işyavaşlatma eylemleri yapıldı.

Türkiye’de ise başta İstanbul olmak üzere İzmir, Ankara,Bursa, Adana, Balıkesir, Gaziantep, Mersin’de kitlesel gösterilerve basın açıklamaları düzenlendi.

Türkan Albayrak tek başınadirenişini büyütüyor...

Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik işlerini yapanPiramit AŞ’de çalışan Türkan Albayrak, sendikal örgütlenmeçalışmaları nedeniyle 8 Temmuz 2010 tarihinde işten atıldı. İştenatılmasının ardından direnişe başlayan Türkan Albayrak’ı üyesiolduğu Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası da sahiplenmemiş,

direnişe destek veren diğer işçileri detehdit etmişti.

Türkan Albayrak direnişinin 83.günü olan 29 Eylül'de bir destekeylemi gerçekleşti. PaşabahçeBaşhekimliği'ne gerçekleştirilenyürüyüşle Türkan Albayrak'ın işe gerialınması için toplanan imzalar teslimedildi.

İşçi sınıfının güncesi

32

Page 33: EG 127. sayı

ÇEL-MER işçileri: “Direne direne kazanacağız!Emeğimize sahip çıkacağız!”Çel-Mer Çelik Fabrikası’nda Birleşik Metal-İş’te

örgütlenmeleri üzerine Çel-Mer patronunun iştenatma saldırısıyla karşı karşıya kalan işçilerin, sendikalhakları için gerçekleştirdikleri fabrika işgali eylemidördüncü gününde sona erdi. .

İşten atılan 23 işçiden 12’si işe geri alınacak vefabrikada sendikal örgütlülük tanınacak. Taraflararasında imzalanan protokole göre direnişe geçenişçilerin iştenatılma gerekçesiolarak sunulan işkanununun 25/2.maddesi iptaledilirken, diğer 11işçinin dava açmahaklı saklıtutulacak.

Polis-patronişbirliğindegerçekleştirilentürlü baskı vesaldırıya rağmen 4gün boyunca işgaleylemlerinisürdüren işçiler isesendikacılarıfabrikadançıkararak görüşmeyi değerlendirdi. İşçilerin genel eğilimi eylemibitirmek yönlü olduğu için direniş komitesi de kararını bu şekildeaçıkladı.

Kazanımla biten işgal eyleminin ardından fabrikada direnişi bitirenÇEL-MER işçileri 2 Ekim'de 37gündür kararlı direnişlerini sürdürenMutaş işçilerine destek ziyaretindebulundular. ÇEL-MER işçileri ziyaretinardından patron-sendika-valilikarasında imzalanan protokolsözleşmesine uyulmamasını protestoetmek için Gebze'den Bostancı'dabulunan BMİS Genel Merkezi'ne E-5karayolu üzerinden yaya olarakyürüyüşe geçtiler. ÇEL-MERişçilerinin tek sıra halindeki sessizyürüyüşleri çevredeki işçi veemekçilerin ilgisine konu olurken polistehdidi de işçiler tarafından boşadüşürüldü. Yaklaşık 7 km yol katedenÇEL-MER işçileri BMİS Gebze ŞubeMali Sekreteri Necmettin Aydın'layaptıkları görüşmede kendilerine verilen sözlerin tutulmadığınıbelirttiler. İişçiler, taleplerinin karşılanmaması halinde gerekirseAnkara'ya yürüyeceklerini vurguladılar.

Net Cıvata'da iş durdurma...29 Eylül'de, Türk Metal üyesi Net Cıvata'da iş durdurma eylemi

gerçekleşti. 2010-2012 MESS Grup Toplu Sözleşme sürecinde TürkMetal'in %5'lik zam teklifinin duyulması, maaşların parça parça vegeç ödenmesi üzerine işçiler eyleme geçti. Patronla yapılangörüşmelerin sonucunda istedikleri sonucu alamayan işçiler,alacaklarının tamamı ödenene kadar eylemlerine devam edeceklerinduyurdular.

BETESAN’da direniş

sürüyor...Tuzla tersaneler

cehenneminde köleceçalışma koşulları hükümsürerken, işçilere deörgütsüzlük dayatılıyor.Uzun bir süredir, Tersaneİşçileri Birliği Derneği’nin(TİB-DER) çalışmasınınbulunduğu BETESANelektrik firmasında çalışan

TİB-DER Derneği Başkan Yardımcısı ZeynelKızılaslan’ın işine, örgütlenme çalışmasındandolayı 6 Ağustos tarihinde son verildi. Bununüzerine direnişe başlayan Kızılaslan, direnişinikararlılıkla sürdürüyor.

Kızılaslan'ın direniş alanı her gün birçok kişitarafından ziyaret ediliyor. Tersane işçileri güniçerisinde çokça uğruyorlar. Torlak Tersanesipatronu da direniş çadırına gelerek süreçleilgileneceğini söyledi, tüm sahteliğini gizlemeyeçalışan Torlak, iyimser pozlara büründü. Tersaneişçilerinin yanı sıra birçok meslek odasından,kitle örgütünde de ziyaretler gerçekleşti.

2 Ekim'de ise Tuzla'da Ç-151 süratli amfibigemisinin denize indirme törenine ve Türkiye'deinşa edilen en büyük kuru yük gemisi olanKaptan Arif Bayraktar Gemisi'nin teslim törenine

katılan Başbakan Tayyip Erdoğan'ı BETESAN direnişçisi ve TİB-DER protesto etti. Protesto sırasında TİB-DER Başkan Yardımcısı veBETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan ile TİB-DER Başkanı ZeynelNihadioğlu gözaltına alındı.

Mutaş'ta direnişsürüyor...

Kocaeli’nin Gebze ilçesiçıkışı E-5 karayolu üzerindeBayer, Sarılar Nakliyat, YücelBoru fabrikaları yanında kuruluMutaş Demir Çelik Sanayi veTicaret AŞ’de sendika üyesi 7işçinin, Mutaş patronu TuranNecdet Mutlu tarafındantazminatsız işten atılmasınınardından fabrika önünde direnişbaşladı.

Yaklaşık 50 işçinin çalıştığıfabrikada 30 işçi geçtiğimiz Haziran ayında DİSK’e bağlı BirleşikMetal-İş Sendikası Gebze Şubesi’nde örgütlendi, Temmuz ayı sonundaÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetki tespiti yapılanfabrikada Mutaş patronu yetkiye itiraz etti.

7 işçinin fabrika önünde başlattıkları kararlı direnişleri sürerkendirenişçi işçilerle sınıf dayanışması da yükseltiliyor. Bunun yanısıraMutaş işçileri de sınıf dayanışmasını büyütüyor.

Hacettepe işçileri kazandı!Maaşlarını alamamaları üzerine iki gün süren iş bırakma eylemi

örgütleyen Hacettepe Üniversitesi hastanelerinde çalışan taşeronişçiler, eylemlerini kazanımla sonuçlandırdılar. İşçiler toplu olarak Dev Sağlık-İş’te örgütlendiler. 33

Page 34: EG 127. sayı

Kitleleri sınıf mücadelesine kazanabilmek, mücadeleyi çok yönlübir biçimde geliştirmek her devrimcinin omuzlarına büyük birsorumluluk yüklemektedir. Hayatın akışına seyirci kalmayı ve en ufakbir anı bile değerlendirebilmeyi bir zorunluluk olarak önümüzekoymamız gerekiyor. Böylesi bir kavrayışla, yıl boyunca, boşbıraktığımız her alanın düzen tarafından doldurulacağı bilinciyleyürüttüğümüz faaliyeti yaz döneminde gerçekleştirebilmek bizleraçısından son derece yakıcıydı. Genç komünistler olarak 2010 yazınada bu bilinç ile yaklaştık.

“Zaman devrime akıyor” cümlesi anlamını, hayatın her anınıdevrim için değerlendirebilmekte bulacaktır. Genç komünistler için demücadele ne eğitim dönemi ile ne de faaliyetin planlandığı tekil birzaman dilimi ile sınırlanmaktadır. Öznenin devrimcileşme sürecindekesinti olamayacağı gibi, kitlelere gitmek için de mola olamaz. Ziratatil ancak memnun olmadıkları bir hayatı sürdürenler için,yaşamlarını oluşturan düzeni -iş, okul gibi- askıya almak olabilir.Yaşamı çekilmez hale getiren nesnellikle yüzleşmek ve onudeğiştirmek cüretini gösterenleriçin ise bu zaman dilimihedeflerine hizmet edecekönemli bir olanağadönüşecektir. Yıl boyunca işçisınıfının bayrağını vemücadelesini kampüslerinetaşıyan genç komünistler, bubakışla, yaz çalışmasıkapsamında işçi sınıfının üretimve yaşam alanlarında yerlerinialdılar.

İşçi sınıfının ideolojisisosyalizm, somut sınıfsaltemeline oturmadan, yani işçisınıfı ile buluşmadan gerçekanlamını bulamaz. Hak ettiğibiçimiyle işçi sınıfının elindeyaratıcı bir silaha dönüşmesi iseısrarlı bir çaba ile mümkünolacaktır. İşçi sınıfınısosyalizme ve devrim mücadelesine kazanmayı önüne koyankomünistler, çabalarını bu bağlamda sınıf ile organik bağlarınıgüçlendirmek ve bu yönde kendi yeteneklerini geliştirmek konusundayoğunlaştırmaya ayrı bir önem verirler. Her yıl olduğu gibi bu yıl dayaz dönemini, işçi sınıfının üretim ve yaşam alanlarında değerlendirengenç komünistler farklı alanlarda sürdürdükleri çalışmalarıyladeneyimlerini ve birikimlerini güçlendirdiler.

Direnişlerden öğrenilen bir yaz süreci

Bu kapsamda çeşitli yönleriyle gelişen direnişler genç komünistleriçin önemli bir deneyim alanı oldu. Krizin derinleşmesiyle işçi sınıfıda direnişler ve işgallerle kendini hissettirirken, ÇEL-MER ve UPSgibi direnişlerle, sınıf bilincinin mücadele içerisinde nasılşekillendiğine tanık olduk. Direniş alanlarında işçilerle yan yanaolmak, sınıf çalışmasının sorunları hakkında da fikir sahibi olmaknoktasında bizler açısından oldukça öğretici oldu. Bu direnişlerinolabildiğince içerisinde yer alabilmek de sınıf mücadelesinin

sorunlarını içselleştirmemize olanak sağladı.Direnişlerin ihtiyaçlarını birlikte tartıştığımız,

mücadeleyi büyütmek için emek harcadığımız bu süreç gençkomünistler üzerinde güçlü bir ideolojik-politik-örgütsel bir gelişimanlamına gelmektedir.

Sınıfı her alanda kuşatabilmek için

Bununla beraber hayatın tüm alanlarını doldurabilme ihtiyacı yazdönemi içerisinde, emekçilerin yaşam alanları olan emekçisemtlerinde de sürekli bir siyasal faaliyetin parçası olmamızıkoşulladı.

Düzenin referandum oyununu boykot etme çağrımızı çeşitli araç veyöntemlerle emekçilerin yaşam alanlarında taşıdık. Emekçilerinreferandum oyunu ile düzen içi taraflara yedeklendiği bir dönemdesınırlılıklarımıza rağmen ideolojik çizgimizi sınıfa ulaştırdık. Emekçisemtlerinde komünistlerin çok yönlü, sürekli ve düzenli faaliyetlerinitamamlamak noktasında harcanan çaba, genç komünistler için direnişalanlarında kazanılan deneyimlerle bütünlük oluşturmuştur. Kuşkusuz

ki, burada genel bir ajitasyonve propaganda faaliyetini aşantemaslarımız belirleyicidir.Fabrika deneyiminin

önemi

Genç komünistlerin bu yazdöneminde ortaya koyduklarıiddiayı tamamlayan diğer birnokta ise fabrika deneyimioldu. Bu konudahedeflediğimiz mesafeyikatetmiş bulunuyoruz. Bualanda sınıf devrimcilerinindisiplinine, mücadele azmine,yaratıcılıklarına bir adım dahayaklaşırken bizler için heranlamıyla kendine özgüzorluk alanlarını barındıran busüreçte, işçi sınıfı ilekaynaştık. Kişisel birtakımideolojik ve sosyal

yeteneklerimizin sınandığı bu konuda katettiğimiz mesafenin tek tekbireyleri aşan anlamı ise, şüphesiz ki, toplamda sınıf yönelimimiziniçeriği göz önüne alındığında gerçek anlamını ortaya koyacaktır.İhtiyaçlarımız ve hedeflerimiz doğrultusunda aştığımız bu mesafeelbetteki eksiklerimizi ve üzerine eğilmemiz gereken yönleri de bizegösterdi.

Sınıf yönelimimiz, bugün ideolojik çizgimize olan güvenimizdengüç alırken hayatın içinde de sınanmaktadır. Bu sınama alanında sınıfdevrimciliği yapma iddiasında olan komünistler için, bu iddianıntemellendiği yer ise şüphesiz ki üretim alanlarıdır. Bugün insanlığıngelişiminin önünde büyük bir engel olan kapitalist üretim biçiminintemeli olan fabrikalar, deneyim kazanmak için bu anlamıyla sonderece eşsiz imkanlarla doludur. Bizler açısından ise fabrikadeneyimimiz bu bağlamda çok yönlü bir okul oldu. Günlerinin enüretken anlarında emekçilerin yanında olmak, düzene yönelecekhoşnutsuzluklarını birlikte yaşamak, sınıfın kolektif bilincinioluşturmak... Bu elbetteki bireysel bir gelişim olarak görülmemeli,çizgimizin sınıf vurgusu ile kavranabilinmelidir.

Genç Komünistler

Genç komünistlerin sınıf ile iç içe geçirdikleri bir yaz döneminin ardından...

Mücadeleyi büyütmek ve siyasal sınıf

çalışmasını ileri taşımak için!

34

Page 35: EG 127. sayı

35

Ekim Gençliği: Öncelikle bize kendini tanıtırmısın?

Zeynel Kızılarslan: 4,5 yıldır tersanelerdeçalışıyorum. İşçilik hayatım ilk tersanelerdebaşladı. Öğrenciyken sorunların benibulmayacağını zannediyordum. Yaşamın çok iyiolduğunu düşünüyordum. Okulu bitirdikten sonrabir süre iş bulamadım. Çünkü “dayı”mız yoktu.Sonra tersanelerde çalışmaya başladım. O günanladım ki mücadeleden kaçış yok. Dernekgirişiminde bulunan arkadaşlarla tanıştım. Ogünden beri tersanelerde mücadele yürütüyorum.

EG: Direnişe çıkma süreci nasıl gelişti?Z.K: Tersane İşçileri Birliği Derneği’nin (TİB-

DER) başkan yardımcısı olduğum için tersanelerdeyaşanan sorunlara karşı tersanelerde mücadeleyürütüyorum. Tersanelerde mücadele ettiğim içinbeni işten attılar ve direnişe başladım. Kriz veperformans düşüklüğü bahanesiyle üstünü örtmeyeçalıştılar. 2008 kriziyle birlikte daha yoğun sermayesaldırıları var. Çalıştığım zaman diliminde birçoktersanede bulundum. Yanımda işçi arkadaşlarımöldü. Pek çok haksızlıkla karşılaştım.

EG: Bizlere tersanelerde çalışma ve yaşamkoşullarını anlatır mısın?

Z.K: Zaten tersanelerde düzgün hiçbir şeybulamazsınız. Kölece çalışma, sağlıksız, güvencesizçalışma koşulları... Çok yoğun bir şekilde yaşıyoruzsömürüyü. İnsanlar burada işçilerin çok iyi ücretleraldığını düşünüyor. İşçiler burada asgari ücretalıyor. Ben 750 TL alıyordum. 5 senedirtersanedeyim. Krizle birlikte ücretler düşürüldü,zam yapılmadı. Aynı süreçte daha fazla çalışmayabaşladık. Bu haksızlığa karşı, tersane patronlarınayanıt olsun diye direniş çadırını kurdum. SelayTersanesi’nde çalışıyordum. İş kazası meydanageldi. İşçi arkadaşın kafasına vinç boğumudüşmüştü. Biz arkadaşa yardım için koştuk. O andaçalıştığımız geminin armatörü, “Bırakın ölsün, boşverin. Siz kendi işinize bakın” diye bizi uyardı.Gemiye bakıp, çalışmaya devam etmemizi söyledi.Zaten işçi arkadaşı kanlar içinde görünce beynimizekan sıçramıştı. Bu aşağılığın bize böylesöylemesine karşı biz de üzerine yürüdük. Kaçtıbizden. Biz yaralı arkadaşın yanına gittik. Yapacakbir şey kalmamıştı, hayatını kaybetti. İşte böyle kansaltanatı üzerinde kurulu düzenleri.

EG: Geçtiğimiz yıllarda tersanelerde çok yoğunbiçimde iş cinayetleri yaşanmıştı. Ve tersanelerdeyaşanan iş cinayetleri burada oluşturulantepkisellik ile kamuoyunun gündemine taşınmıştı.Sonrasında gelişen süreçte hükümettekiler bir dizi

açıklamada bulundu ‘koşullarıdüzelttik’ diye. O süreçten bu günetersanelerde ne değişti?

Z.K: Devletin herhangi biryaptırımı olmadı. Öncü işçilerinçabaları sonucu kamuoyuna taşınangündem az da olsa tersane patronlarınıönlem almaya zorladı. Burada her şeygöstermelik yapılıyor. Her şey fiili-meşru mücadeleyle çözülüyor. Sonyaşanan iş kazaları da üretimden değil,üretim araçlarının eski olmasındankaynaklanıyor. Bunları değiştirmekbile zorlarına gidiyor. En son Torlak Tersanesi’ndeyaşanan iş kazasında sapan kopması,Yalavo’dakinde ise kurt ağzının kopması, SelahattinArslan Tersanesi’nde vincin halatının kopması bileüretim araçlarından kaynaklandığını kanıtlıyor.Egemenlerin en çok sığındıkları bahane iseüretimin çok yoğun olması. Bu da bir bahane.Tersanelerde artık çok fazla üretim yok ama yine deiş cinayetleri yaşanıyor. Aslında toplamda birsistem sorunu. Alınacak önlemler, yani üretimaraçlarının yenilenmesi gibi adımlar onların kârınadokunduğu için bunu yapmayı tercih etmiyor ve birişçinin canını tercih ediyor. Ne de olsa onunzararına olan bir şey yok. Tabi ki en büyük etkentaşeronluk sistemi.

EG: Tekrar direniş sürecine dönersek taleplerinneler?

Z.K: İşe geri dönmek. Yaşanan krizin faturasınıişçinin ödememesi gerekir. Bir de verilenmücadelenin meşruluğunu korumak için kazananakadar devam etmek gerekir.

EG: Direnişine destek ziyaretleri nasıl?Z.K: Devrimcilerin gündemleri biraz meşgul

herhalde. Sınıf mücadelesiyle ilgilenmiyorlar. Dışkamuoyu, duyarlı sendikalar desteklerinisunuyorlar. Ama yeterli değil. Tersanelerdekazanılacak bir mücadele bütün işçi sınıfı içinkazanılmış olacaktır. Onun için herkesin desteğinibekliyoruz.

EG: Tersaneler cehenneminde direnen bir işçiolarak son olarak gençliğe ne söylemek istersin?

Z.K: Gençlik gelecek gelecek sosyalizm! İşçi-emekçi çocuklarını mücadeleye davet ediyorum.İşçi sınıfının izinden gitmelidirler. Düzeninaldatmacalarına, sahte gelecek hayallerinekanmasınlar. Gelecekte onları işsizlik, yoksulluk,açlık, sefalet bekliyor. Öğrenci arkadaşlarımızkendi gelecekleri için mücadele etmelidirler.

43. gününde Betesan Direnişçisi Zeynel Kızılarslan ile

röportaj gerçekleştirdik…

“Tersanelerde mücadele ettiğim için

beni işten attılar ve direnişe başladım.”

TİB-DER’in başkan

yardımcısı olduğum için

tersanelerde yaşanan

sorunlara karşı

tersanelerde mücadele

yürütüyorum.

Tersanelerde mücadele

ettiğim için beni işten

attılar ve direnişe

başladım. Kriz ve

performans düşüklüğü

bahanesiyle üstünü

örtmeye çalıştılar. 2008

kriziyle birlikte daha

yoğun sermaye saldırıları

var. Çalıştığım zaman

diliminde birçok

tersanede bulundum.

Yanımda işçi

arkadaşlarım öldü. Pek

çok haksızlıkla

karşılaştım.

Page 36: EG 127. sayı

36

Yaz sürecinin ortalarında Gebze’de Çel-Mermetal fabrikasında 11 işçi işten çıkartıldı.Çıkartılma nedenleri sendikaya üye olmak.Fabrikanın kapısı önünde bir hafta direndiler veişlerine geri alındılar. Bu süre içerisinde içerideçalışan işçiler dışarıda direnen arkadaşlarına hertürlü desteği sundular. Öğle paydoslarındafabrikanın içerisinde sloganlarla yürüyerek dışarıyıziyarete gelmekten, metallere iş aletleri vurarak sesçıkartma eylemine kadar onların yanlarındaolduklarını gösterdiler. İşçilerin dayanışmasıpatrona geri adım attırdı. İşten atılan işçilerin işegeri alınmalarında bu nokta önemliydi.

İşten atılan işçilerin geri alınmasıyla birliktefabrika içerisinde başka bir dönem başlıyordu.Patron geri adım atarak işçileri geri alsa da çalışmakoşullarını daha da ağırlaştırmıştı. Bununla birlikteher gün birkaç işçiyi görüşmeye alıp sendikadanistifa etmeleri için basınç oluşturuyordu. Bunakarşı içeride öncü işçilerin başlattığı bir tepkisellikvardı. Ses çıkartma eylemi gerçekleştiriyorlardı.Bu eylemle birlikte patronun tehditleri deçoğalıyordu.

16 Temmuz günü ise 22 kişi işten atıldı. İştenatma saldırısına karşı 22 işçi fabrikanın önündedirenişe geçti. Direniş başladığı andan itibaren ilkbaskı bekleme yerleriyle ilgili geldi. Bulunduklarıalan özel mülk olduğundan kaynaklı işçilerifabrikanın sokağının girişindeki yine “özel mülk”olan bir alana geçirdiler. Bunun nedeni ise yineöğle paydoslarında içeride çalışan işçilerin destekamaçlı sloganlarla dışarıda direnen arkadaşlarınınyanına gelmesiydi. Bu dayanışmayı engellemekamacıyla işçileri fabrikanın girişiningörülemeyeceği bir alana sürdüler. Ama Çel-Merişçileri dayanışmalarının sadece mekan ile ilgiliolmadığını göstermiş oldular. Fabrikanın arka alanıdağlık bir alan. Yolun arka kısmından dağ-bayıraşarak her öğle paydosunda yine içeridekiarkadaşları ile buluştular. Her iş çıkışındaservislerine dışarıda direnen işçilerin beklediklerialanın önünden bindiler ve oraya kadar sloganlarıile geldiler. Artık eylem biçimine dönüşen öğlepaydosunda ve iş çıkışında gösterilen dayanışmadireniş süresince bir kere bile aksamadı.

Sonrasında yol kenarına asılan pankartlarınindirilmesi için baskı yapıldı. İşçiler pankartlarıasmak yerine ellerinde taşımaya karar verdi. Busüre içerisinde içeride çalışmaya devam edenişçiler ses çıkartma eylemleri ile atılanarkadaşlarına destek vermeyi sürdürdü.

Direniş bir yandan devam ederken işçiler ilkişten atıldıklarında bir direniş komitesi kurdular.Direniş süresi boyunca o dönem olan birçokdirenişi ziyaret ettiler. Bu ziyaretler Çel-Merişçileri açısından çok öğretici oldu. Bu noktalaradireniş-işgal sürecini anlattıktan sonra değineceğiz.

Kendi direnişlerini kaleme alıp bir bildiriyedönüştürüp fabrika çıkışlarında, mahallelerde,camilerde dağıttılar.

Ve direnişin ... gününde fabrikayı işgal ettiler.İşgal 4 gün sürdü. 17 metrelik vincin üstünde 4 günboyunca direndiler. İşgal süresince fabrikanın arkakısmındaki alana çadır kuruldu. Aileler, destekveren kurumlar 4 gün boyunca o alanda yaşadı. Buarada içeride işgal sürerken daha öncesindeyazdıkları bir işgal açıklaması basına yollandı.Dışarıda onları süreçlerini anlatan ve işgale desteğeçağıran bildiriler kullanıldı.

İşgalin gerçekleştiği ilk gün aileler yavaş yavaşgelmeye başlamışken içeri ile kurulan irtibat ilekapıların, ışıkların açılmadığını ve sendikatarafından getirilen yemeklerin verilmediğiöğrenildi. Dışarıda bekleyen aileler ve siyasetlersloganlarla basınç oluşturdu. İçeriden de sloganlaratılmaya başlandı. Ve bu basıncın ürünü olarakkapılar açıldı, yemekler verildi, ışıklar açıldı. Buolaylar süresince kapıların açılması geciktiği içinaileler çocukları ile birlikte fabrika ile beklenenalanın arasındaki hendeği, fabrikanın kapısındakipolisleri aşıp kapıları yumruklamaya başladı.Aileleri zar zor yatıştıran polis kapıları açmakzorunda kaldı. Kapıların açılmadığı sürede işgalci-direnişçi işçiler fabrikanın tepesini delerekkendilerine hava alma olanağı yarattılar, fabrikanınçatısına çıkarak sendika önlüğünü diktiler. 4 günboyunca gece de olmak üzere çeşitli saatleraralığında sürekli sloganlar atılıyordu. 4. gününsonunda eylemciler 11 işçinin dışındaki herkesinişe geri alınmasıyla işgalin bitirildiğini söyleyerekfabrikadan çıktılar. Sonrasında ise Çel-Mer İşgal-Direniş Komitesi yaptığı açıklamada “eksiklerimizboynumuzun borcu, kazanımlarımız işçi sınıfınaarmağan olsun” diyordu.

Çel-Mer direnişinden

çıkardığımız dersler…

Ders 1: Sınıfın ortak belleği vardır!Çel-Mer direnişçileri işçi sınıfının ortak tarihsel

belleğinden yararlanarak daha önce de denenen bireylem biçimini hayata geçirdiler. Fabrika işgaleylemleri 80 öncesi Türkiye işçi sınıfının dabaşvurduğu bir biçimdi. Yakın zamanlarda daBrissa, Tezcan, Sinter, Gürsaş deneyimleriyaşanmıştı. Ama genel olarak 2007’den bu yanaufak ufak kıpırdanmaların yanı sıra TEKEL süreciile başka bir evreye geçen ancak sendikalbürokrasinin kurbanı olan bu süreç için de sınıfhareketi açısından da Çel-Mer deneyimi bir çokşey anlatmaktadır.

Ders 2: Direniş süreçlerinin öğretici yanı veMarksizm’in güncelliği!

İşçi sınıfının kitlesel, militan eylemliliklerini

Çel-Mer işçileri öğretiyor,

işçi sınıfı yol gösteriyor!

G.Umut

İşten atılan işçilerin geri

alınmasıyla birlikte

fabrika içerisinde başka

bir dönem başlıyordu.

Patron geri adım atarak

işçileri geri alsa da

çalışma koşullarını daha

da ağırlaştırmıştı.

Bununla birlikte her gün

birkaç işçiyi görüşmeye

alıp sendikadan istifa

etmeleri için basınç

oluşturuyordu. Buna

karşı içeride öncü

işçilerin başlattığı bir

tepkisellik vardı. Ses

çıkartma eylemi

gerçekleştiriyorlardı. Bu

eylemle birlikte patronun

tehditleri de çoğalıyordu.

Page 37: EG 127. sayı

37

kitaplardan okuyan ve buna tanıklık edebilmeşansını yakalamayan bir kuşağın mensubu olarakÇel-Mer işçileri özelinde işçi sınıfının gücüne,değişimine yakından tanıklık etmek ayrı bir bakışaçısı kazandırıyor. Çel-Mer işçileri işçi sınıfına,sendikalara çok şey öğrettiği gibi gençkomünistlere de öğretmiştir. Direniş-işgal sürecinedair hem direnişçi işçilerin ve işgal-direnişkomitesinin hem de sınıf devrimcilerinin yazdığımetinlerin olduğunu belirterek biz gözlemlerimiziaktaralım. Direniş süreci aslında Marksizm’inöğretisinin hayat içerisinde doğduğunu ve buradageliştiğini kanıtlayan anlar ile doluydu. Süreçiçerisinde belirli anların, dönüm noktalarınınaktarımı ile başlayalım.

Ders 3: İşçilerin birliğinin kritik önemi! Öncelikle direnişe dair belirtilmesi gereken yan

şudur ki; bugüne kadar son iki-üç yıl içerisindegerçekleşen direnişlerin hiçbirinde fabrikanınönündeki işçilerle içeride çalışan işçiler arasında bukadar dayanışma olmamasıydı. Birçok direnişardından kaleme alınan değerlendirmelerde sınıfdevrimcileri hep bu yanı vurgulamışlardı.

Ders 4: İşçi sınıfının “lafazanlara” ihtiyacı yok!İlk olarak direniş alanına gittiğimizde

öğrendiğimiz ilk noktalardan biri o sürece kadarneler yaşandığını sormak ve işçilerle diyalogkurmak oldu. Bu noktada önemli olanın şuolduğunu öğrendik. İşçi sınıfının gücünü farketmesi için “çok bilen lafazanlara” ihtiyacıolmadığıydı. Ve biz onları ne kadar anlayabilirsek,bizleri ne kadar parçaları hissederlerse o kadarkendimizi anlatabilirdik. Aslında karşılıklı biröğrenme süreciydi. Çünkü süreci anlayamazsakona uygun politik-pratik hamleler de yapamayız.Direniş alanları Marksizm’in siyaset sahnesindekialanı sınıfa dair politika üretebilmek, süreçlere yönverebilme kabiliyetinin sınandığı alanlardır.Demokrasi mücadelesi işçi sınıfı için bir okulolduğu kadarıyla sınıfın partisinin de gücü veolanakları oranında süreçleri kavrayabilmekte,yönetebilmekte kabiliyetinin gelişmişliğininsınandığı alanlardır. Bu açıdan da önemli noktalarıbarındırdığını belirterek devam edelim.

Ders 5: İşçilerin bilinçlenmesi ve tabanörgütlülüğü sendikal bürokrasiyi tuz ile buz eder!

Sendikalar ne kadar sınıfın öz örgütlülükleriolsa da tepelerine çöreklenmiş bürokrasi nedeniylebugün gelinen noktada işçi sınıfının gerisindekalabiliyor ve hatta engelleyici bir roloynayabiliyorlar. TEKEL süreci bunun en katıksızörneği olarak durmaktadır. Çel- Mer işçilerisendikanın bu tutumuna rağmen sendikalbürokrasiyi fena halde zorlamışlar ve kendisüreçleri açısından peşlerindesürükleyebilmişlerdir. Bunu da elbetteoluşturdukları taban örgütlülükleri ile yapmışlardır.Kendi aralarında oluşturdukları komiteninyönlendiriciliğinde sendikaya basınç oluşturmuşama bunu yaparken de bekler bir pozisyonda değil,sürekli hareket eden, kendi inisiyatifleri ilebildiriler yazıp, dağıtan, çevre yerlerdekidirenişlere destek ziyareti düzenleyen, kendi içmotivasyonlarını ve birliklerini koruyaran birpratik sergilemişlerdir.

Ders 6: Sınıf dayanışmasının önemi! Sınıfınortak kazançları ve kayıpları vardır!

Buradaki ziyaretlerin sınıf dayanışmasınınanlamını bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Çel-Mer işçileri ikinci kez atıldıklarında, işçiler kapıönünde beklemeye başladıklarında çevrede sürendirenişlere destek ziyaretinde bulunma kararıaldılar. Ziyarete sınırlı sayıda işçi gitmesi gibi birkararları vardı. Ziyarete giden işçilerdöndüklerinde işçileri etraflarına toplayıp birkonuşma yaptılar ve kendi direnişlerinin yarattığıetkiyi, sınıfın ortak kazançlarının ve kayıplarınınolduğunu kendi cümleleri ile anlattılar: “Çel-Merkazanırsa Samka kazanır. Çel-Mer kazanırsa UPSkazanır. Ama biz vazgeçersek, herkese, önceliklekendimize ihanet etmiş oluruz.”

Ders 7: Hareketsizlik çürütür! Çel-Mer işçilerisöylüyor, pratik Marksizm’i doğruluyor!

Ve hareketsizliğin çürütücü yanını vurgulayıpsüreci salt beklemekten çıkartıp “bir şeyler”yapmaya karar verdiler. Yine Marksizm’infelsefesinin en temel yasalarından biri öncü birişçinin ağzından dökülüyordu: “Burası peynirekmek yeme yeri değil, biz burada işimize geridönmek için bekliyoruz. Bu yüzden herkes budirenişi nasıl kazanırız onu düşünmeli!”

Bu süreç içerisinde öncü işçilerin ziyarete gelenSinter işçileri ile konuşmalarında işgal deneyiminisoran, sürecin eksik yönlerini ortaya koyan, eskiişgal deneyimlerini inceleyen halleri birçoknoktada işçi sınıfının ortak tarihsel belleğini vedeneyimlerin önemini göstermektedir.

Ders 8: Her şey değişir! Sınıf mücadelesiningerici ideolojiler karşısındaki zaferi...

İşçi sınıfının sınıfsal kimliklerindenkaynaklanan birleştirici yönü yine direnişsürecinde tekrar kanıtlanan bir yön oldu. Öncüişçilerin bir tanesi MHP’li olarak ifade ediyordukendini, hatta direnişin ilk zamanlarındagerçekleştirdiğimiz diyaloglarda “işçi sınıfı”tanımlamasını dahi kabul etmiyordu. Ama direnişiyönlendiren kritik noktalarda hamleler yapan daaynı işçiydi. Yaşanan süreç sınıf mücadelesinindeğiştirici-dönüştürücü yanını göstermekle birlikte,işçi sınıfının ortak çıkarları söz konusu olduğundadüzenin gerici ideolojilerinin nasıl parçalandığınınkanıtıydı.

Ders 9: Dostluk yoldaşlıktır! Dostluk aynıhedefe doğru yürümekten kaynaklı anlamlanır!

Direnişin, paylaşımı arttıran yanındanbahsetmedik bile, çünkü Çel-Mer işçileri kendileri

İşçi sınıfının sınıfsal

kimliklerinden

kaynaklanan birleştirici

yönü yine direniş

sürecinde tekrar

kanıtlanan bir yön oldu.

Öncü işçilerin bir tanesi

MHP’li olarak ifade

ediyordu kendini, hatta

direnişin ilk

zamanlarında

gerçekleştirdiğimiz

diyaloglarda “işçi sınıfı”

tanımlamasını dahi kabul

etmiyordu. Ama direnişi

yönlendiren kritik

noktalarda hamleler

yapan da aynı işçiydi.

Page 38: EG 127. sayı

38

arasında en azından asgari bir paylaşım düzleminesahiptiler. Bunun pekiştirici niteliğini de yaşayarakgördüler. Bu pekiştiriciliği sınamaları hiç de düzbir yolda olmadı. 17 metrelik vincin tepesindesınanmıştı dostlukları. Ve dostu da düşmanı da birkez daha gördüklerini söylüyorlardı.

Ders 10: İşçi sınıfı kendi öncülerini bağrındançıkartıyor!

Aynı şekilde işçi sınıfı mücadele içerisindekendi öncülerini de yaratıyordu. Ki bu öncülerişgal ve direnişin hem ön sürecinde hem de enkritik anlarından önemli roller oynuyorlar. İşgalsırasında işçilerin kendi aralarında da bir gizliliksöz konusuydu ve işgali öncü işçileryönlendiriyorlardı. Fabrikanın arka kısmındakihendekten fabrikayı işgal etmek için geçtiklerindesanki o güne kadar okuduğumuz romanlardakianlar canlanıyordu. Alpagut işgalindeki işçilerden,15-16 Haziran’daki işçi sınıfından Mengenbarikatını zorlayan işçilere, Lyon barikatınızorlayan işçilerden Paris Komün’üne o güne kadarokuduğumuz bütün direniş süreçleri birer birercanlanıyordu gözümüzde.

Çel-Mer’in öncü işçileri “yürüyoruz” dediğindeartık Çel-Mer işçileri o eski Çel-Mer işçilerideğildi. Birazdan bahsedeceklerimizi işgalsonlandıktan sonra işçilerden öğrendik. Bunu daişçi sınıfının kendi yarattığı öncülerin süreçlerdekiönemine dair olduğu için anlatacağız. İşgaligerçekleştirdiklerinde direk olarak vincin tepesineçıkıyorlar. İlk gün içerisinde vinçten sağlıksorunları nedeniyle bir iki işçi ayrılıyor. Öncü

işçilerin iki tanesi koşullardan kaynaklı bitkindüşüyor ve ayakta kalamıyor. Yatarlarken polissoruyor “hasta varmış kim?”. Öncü işçi kafasınıkaldırıyor “ben” diyor. “İnmek ister misin?” diyesoruyor. Öncü işçi “ölümü çıkarırsınız buradan”diyor ve polis gidiyor. Sonra vincin en ucunataşıttırıyor iki arkadaşına kendisini. O halde birkonuşma yapıyor. “Biz buraya ekmeğimiz içinçıktık. Koşulların iyi olmayacağını biliyorduk. Amaonurumuz için buradaysak bizim bahanelerimizolmasın.” Sonrasında birçok işçi gözyaşlarınıtutamıyor ve bir daha vincin tepesinden hastalıknedeniyle inen olmuyor. Bunun üzerine ne yazsakfazla gelir, olay özetliyor durumu.

Ders 11: Ailelerin desteğinin önemi!İşgaldeki işçilerin bahsettikleri bir diğer nokta

ise dışarıdaki desteğin önemi üzerineydi. Onlarınvurguladıkları noktadan devam edersek ailelerinözellikle kadınların gücünü de bir kez daha direnişsüreci göstermiş oldu. Bazı işçilerin aileleri bizimlebirlikte 4 gün boyunca oradaydılar. Küçücükçocukların slogan attırdıkları, işçilerin eşleri olankadınların haklı buldukları noktada polisle karşıkarşıya gelmeyi göze aldıkları bir süreç yaşandı.Önemli bir diğer noktası ise ailelerin onlarla 4 günboyunca orada kalan bizlere dair ön yargılarınınkırılmış olmasıydı. Aynı durum işçiler cephesindende böyleydi. Direniş sürecinde belki bize şüpheylebakan işçiler bile işgalden çıktıklarında ilk bizesarıldılar ve “siz olmasaydınız yapamazdık”dediler.

Ders 12: Komünistlerin tarihsel haklılığı vesınıf devrimciliğinin önemi!

Elbette işgal-direniş sürecinde komünistlerinyarattıkları etkiydi bunu söyleten. Sınıfdevrimcileri zaten bizim yukarıda çıkarttığımızderslere, hem de daha fazlasına deneyim ve birikimolarak sahiptirler. Bizim yaptığımız ise sadecegüncel bir süreç üzerinden buna tekrar değinmek.Sürece komünistlerin müdahalesi azımsanmayacakorandaydı. Bu işçiler tarafından direk olaraksöyleniyordu. Komünistler sınıfın bağımsızprogramını güncel politikayla bağdaştırıp sınıfıngücüne de güvenerek bir rol oynadılar direnişsürecinde. Bu süreçte sınıftan kopuk gruplar isedireniş çadırının üzerine bayraklarını dikmeyitartışıyorlardı. Bırakalım onlar direniş çadırları ileuğraşsınlar; bizler işçi sınıfının, sınıfın partisininöncülüğünde gerçekleştireceği devrim ile işçisınıfın kızıl bayrağını dikeceğiz sermayeninburçlarına! Tarih buna tanıklık edecektir!

Page 39: EG 127. sayı
Page 40: EG 127. sayı