Top Banner
60

Efor Dergi 3. Sayı

Apr 08, 2016

Download

Documents

Efor Dergi

Türkiye'nin Faaliyette Olan Tek Spor Kültürü Dergisi
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Efor Dergi 3. Sayı
Page 2: Efor Dergi 3. Sayı
Page 3: Efor Dergi 3. Sayı
Page 4: Efor Dergi 3. Sayı
Page 5: Efor Dergi 3. Sayı
Page 6: Efor Dergi 3. Sayı
Page 7: Efor Dergi 3. Sayı
Page 8: Efor Dergi 3. Sayı
Page 9: Efor Dergi 3. Sayı
Page 10: Efor Dergi 3. Sayı
Page 11: Efor Dergi 3. Sayı
Page 12: Efor Dergi 3. Sayı
Page 13: Efor Dergi 3. Sayı
Page 14: Efor Dergi 3. Sayı
Page 15: Efor Dergi 3. Sayı
Page 16: Efor Dergi 3. Sayı
Page 17: Efor Dergi 3. Sayı
Page 18: Efor Dergi 3. Sayı
Page 19: Efor Dergi 3. Sayı
Page 20: Efor Dergi 3. Sayı
Page 21: Efor Dergi 3. Sayı
Page 22: Efor Dergi 3. Sayı
Page 23: Efor Dergi 3. Sayı
Page 24: Efor Dergi 3. Sayı
Page 25: Efor Dergi 3. Sayı
Page 26: Efor Dergi 3. Sayı
Page 27: Efor Dergi 3. Sayı
Page 28: Efor Dergi 3. Sayı
Page 29: Efor Dergi 3. Sayı
Page 30: Efor Dergi 3. Sayı
Page 31: Efor Dergi 3. Sayı
Page 32: Efor Dergi 3. Sayı
Page 33: Efor Dergi 3. Sayı
Page 34: Efor Dergi 3. Sayı

Bundan yaklaşık 45 sene önce sokaklarda İtfaiye Voleybol Müdürlüğünün hopörlerinden şu anons geçiyordu: “Dikkat, dikkat! İtfaiye Voleybol ta-kımının yarın 20.30’da Spor ve Sergi Sarayında maçı var. Bütün arkadaşlara duyurulur.”

Bu anons, bir anda etrafa dalga dalga yayılmış, insanlar arasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Bambaşka bir heyecandı bu. Yangın ihbarını bile gölgeleyecek kadar etkili bir heyecandı. İşte bu anons itfaiyeciler tarafından kurulan, birinci lige çıkar çıkmaz şampiyon olan ve gecesini gündüzü-nü voleybolla geçiren İtfaiye Voleybol Takımının maçlarından önce cadde aralarında yankılanıyor-du.

1964 senesiydi. İtfaiyecilerden oluşan grub ve müfrezeler toplanmıştı. Toplananlara, birer voley-bol ağı ile birer top verilmişti. Bu malzemeler, her-keste bir heyecan yaratmıştı. İtfaiye teşkilatında, 8 grup ve 12 müfreze arasında id-dialı voley-bol maçları yapılmıştı. Teşkilatta, voleybol sev-gisi doğ-muştu. Bu sevgi ile İt-faiye Voley-bol Kulübü kurulmuştu.

Takım 1966-67 sezonu-nu 3’üncü kümede oynadı. Şampiyon oldu. 2’inci kümeye terfi etti. 2’inci kü-mede amaç şampiyon olmaktı. Daha sonra 1’inci lige çıkılacaktı. Ancak İtfaiye Voleybol Takımı, ligi

Beşiktaş’ın ardından ikinci bitirmişti. Lige çıkan Beşiktaş olmuştu. 1968-69 sezonunda hedef birinci lige çıkmaktı. O dönemler uygulama gereği aynı kümede oynayan takımlar, aralarında voleybolcu transferi yapamı-yorlardı.Bu nedenle henüz ikinci ligdeyken 1’inci ligdeki takımlardan voleybolcu, transfer etmişler-di. Fenerbahçe’den Tanzer’i, Beşiktaş’tan Aras’ı, Levent’ten Oktay’ı, Muhafız Gücü’nden Bahattin’i, takıma dâhil etmişlerdi. Oyuncular, transfer ol-duklarında temsili olarak ellerine hortum alırlardı. Yangın söndürürlerdi. O sezon takımda 8 itfaiyeci ve 5 sivil oynamıştı.

İtfaiye Kulübü, yapılan önemli transferlerle ikin-ci ligde şampiyon olmuştu. Takım artık birinci ligdeydi. İşleri zordu. Yıllarca Türk voleybolunda saltanatlarını sürdürmüş güçlü ekiplerle karşıla-şacaklardı. Bunların arasından sıyrılıp, şampiyon olmak çok güçtü. Ligde Galatasaray, Beşiktaş,

Fenerbahçe, Rasimpaşa ve İ.E.T.T çok güçlü ekiplerdi.

Amaçları ilk sezon-da kümede tutunmaktı. Sabahın ilk ışıklarıy-la birlikte gözlerini açan İtfaiye-ciler, soluğu voleybol sahasında alıyorlardı. Gecenin

karanlığına kadar devam eden amansız çalışma, itfaiyecilerin kanına işlemişti. Günün 12 saatini voleybol sahalarında geçiriyorlardı.

TÜRKİYE VOLEYBOL LİGİ’NDE YANGIN VAR!

İTFAİYE VOLEYBOL KULÜBÜEmrullah ECER@emrullahecer

ÖZEL DOSYA

EFOR-Mart 201529

Page 35: Efor Dergi 3. Sayı

İTFAİYE VOLEYBOL KULÜBÜ1’inci Ligdeki ilk maçlarında güçlü Rasimpaşa’yı 3-1 mağlup etmişlerdi. İkinci karşılaşmada rakip, son üç yılın İstanbul şampiyonu Fenerbahçe’ydi. Sarı lacivertlileri de 3-2 yenmişlerdi. Alınan başa-rılı sonuçlarla herkes İtfaiye Kulübünü konuşma-ya başlamıştı.

İMKÂNSIZI BAŞARDILARLigin ilk yarısını lider bitirmişlerdi. Başarıları tesadüf değildi. Sistemli bir çalışmanın ürünüydü. Ve sporcular, voleybol oynamayı çok seviyorlardı. Amatör ruhla mücadele ediyorlardı. Ligin ikinci devresi başladığında bütün algı “ Yaşlı takım, başarının devamı gelmez” yönündeydi. Ama öyle olmamıştı. Takım 1’inci ligdeki ilk sezo-nunda adım adım şampiyonluğa gitmişti. Şam-piyonluğa giderken İstanbul İtfaiye Müdürlüğü hopörlerinden duyulan;

“Dikkat, dikkat! İtfaiye Voleybol takımının yarın 20.30’da Spor ve Sergi Sarayında maçı var. Bütün arkadaşlara duyurulur ”anonsu büyük bir heyecan yaratmıştı. Bu anons, bir anda etrafa dalga dalga

yayılmıştı. Bambaşka bir heyecandı bu. Yangın ihbarını bile gölgeleyecek kadar etkili bir heyecan-dı. Bu coşku ile beraber İtfaiye Voleybol Takımı, imkânsızı başardı. Birinci ligdeki ilk sezonlarında Milli Kümede şampiyon olmuşlardı.

ÖNEMLİ OLAN RENKLERİN SEVİLMESİŞampiyon olduktan sonra alt yapıya odaklanmak istemişlerdi. Ellerinde fazla sporcu yoktu. Kulü-bün devam etmesi için genç jenerasyona ihtiyaç-ları vardı. Bu amaçla kızlardan oluşan bir voleybol takımı kurma fikri ortaya atılmıştı. Takım, İtfaiye adını alacaktı. Okullara, sporcu kızların müracaat etmesi için bildiriler dağıtılmıştı.Ama İtfaiye Kulübü, gereken desteği alamamıştı. Erkek takımı, genç oyuncular çıkaramamış, kadın takımı kurulamamıştı. Takım, yaşlandıkça yaş-lanmıştı. Buna rağmen 1970-71 sezonunda uygu-lamaya geçirilen deplasmanlı lig usulüyle birlikte dört sezon 1’inci ligde mücadele etme başarısı göstermişlerdi. Ancak takım daha sonra İstanbul Mahalli Ligine düşmüştü.

1968 - 69 sezonu İtfaiye Voleybol Kulübü

Foto

ğrafl

ar: T

anze

r U

çak

Arş

ivle

ri

EFOR-Mart 2015 30

Page 36: Efor Dergi 3. Sayı

1974-75 sezonunda sahaya çıkan ilk altı oyuncu-nun toplam yaşı ise 222 idi. Yaş ortalaması 37’yi buluyordu. Takımın kilo ortalaması ise 96 idi. Hem yaşlı hem de kilolu bir takımdı. Ancak yine de başarılı bir şekilde mücadele etmişlerdi.Kurulduğundan o yana sekiz sene geçmişti. Ama dört sporcu hala değişmemişti. Amatör ruhla vo-leybol oynamışlardı.

O dönemler hem Milli Takımın hem de İtfaiye Kulübünün Antrenörü olan Değer Eraybay, “ Bizim için sporcunun yaşı önemli değil. Mühim olan renklerin sevilmesi. Bu renklerle gönül bağı kurulması. Takımımız, bu özelliklere sahip olan herkese açıktır” diyordu.

“Dikkat, dikkat! İtfaiye Voleybol takımının yarın 20.30’da Spor ve Sergi Sara-yında maçı var. Bütün arka-daşlara duyurulur ”

SADECE ARŞİVLERDE KALDILARİtfaiye Voleybol Takımının Oyuncuları, oğulları yaşındaki takımlara karşı maçlar oynamışlardı. Diğer takımların göbekli amcaları, bıyıklı abileri olmuşlardı. Deniz Harp Okulu da böyle bir takım-dı. Ama salondan 3-0’lık skorla galip ayrılmışlar, yaşlarının fazla olmasının hiç bir önemi olmadığı-nı kanıtlamışlardı.

İtfaiye’nin kaptanı Oktay, 42 yaşındaydı. Bir ilaç fabrikasında müdürdü. 43 yaşındaki Tanzer, 2 oğlu ve eşiyle beraber çalışmalara katılmıştı. Tüm sporcular voleybolu, bir sevdaya dönüştürmüş-ler, genç oyunculara amatör ruhun ne olduğunu, sporcunun nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Bunun en güzel kanıtı, kazanılan Tekel maçından sonra Kaptan Oktay’ın döktüğü gözyaşlarıydı.

Amaçları tekrar üst lige çıkmaktı. Tekelle beraber amansız mücadele vermişlerdi. Ama olmamıştı. Tekel ligi birinci, İtfaiye kulübü ikinci bitirmişti. Yaşlananlar daha da yaşlanmıştı. Arkadan genç oyuncular da gelmemişti. Takım, 1982-83 sezo-nunda İstanbul 1’inci Küme’den de düşmüştü. Ve daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çatısı altına giren kulüp sadece arşivlerde kendine yer bulmuştu.

İTFAİYE VOLEYBOL KULÜBÜ

1974 İtfaiye Voleybol Kulübü

EFOR-Mart 201531

Page 37: Efor Dergi 3. Sayı

BRİAN CLOUGH Sedat İLTER@sedatilter

BİR EFSANENİN DOĞUŞU

Bir antrenör düşünün. Bir takımı ikinci ligden alıp şampiyon yapıyor. Peki, bir antrenör düşü-nün ki, başka bir takımı yine ikinci ligden alıyor ve çıktığı sezon şampiyon yapıyor. Şimdi aynı antrenörün yine aynı takımla Şampiyon Kulüp-ler Kupası’nı aldığını düşünün. En son olarak da aynı adamın Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üst üste iki kere aldığını düşünün. Gerçekten etkileyici ve tekrarı zor bir başarı!Evet, bahset-tiğimiz adam Brian Howard Clough’tu.Lafı daha fazla uzatmadan gelin hep beraber bir efsanenin doğuşuna şahit olalım.

Middlesbrough alt yapısında yetişen Brian Clou-gh, iki sene profesyonel olarak Billingham’da oynamıştı. 1955’te askerden döndüğünde, tekrar Middlesbrough’a katıldı. Middlesbrough’da oynadığı 6 sezonda 213 maçta toplam 197 gol kaydetti. Bu yıllar içerisinde üst düzey oynama-sına rağmen sadece 2 kez milli oldu. 1961’de Sunderland’e transfer oldu ve 61 maçta 54 gol attı. 1964 yılında 29 yaşındayken geçirdi-ği talihsiz diz sakatlığı yüzünden futbolu erken bırakmak zorunda kaldı. Ancak Brian Clough, toplamda çıktığı 274 maçta 251 gol atarak antre-nörlüğünün yanında futbolculuk kariyerinin de çok iyi olduğunu herkese göstermişti.

MUHTEŞEM İKİLİ

Brian Clough, futbol ya-şantısını noktaladık-tan sonra 30 ya-şında Hartlepool United’ın başına geçti. Takım o zamanlar dör-düncü ligde yer alıyordu. Sezon sonunda ise takım ligi sekizinci sırada bitirdi ancak sezon sonu yönetim değişti. Yeni gelen yönetim ilginç bir şekildeBrian’ı takımdan gönderdi. Brian Clough ve yardımcı antrenör Peter Taylor, ülkenin en iyi futbolcu gözlemcisi,zaman kay-betmeden ikinci ligde oynayan Derby’nin başına geçtiler.

Peter Taylor-Clough ikilisi burada adeta ligin dibine demir atmış takımla büyük başarılar elde edecekti.Geldikleri 1967-68 sezonunda Derby’de başarılı bir grafik çizemeyen ikili, yeni sezon için takımın transfere ihtiyacı olduğunu ve bir an önce gerekli bölgelere takviye yapılma-sını öngördüler. Yönetimden habersiz getirdik-leri O’Hare, McFarland, Hinton ve McGovern gibi oyuncularla kadrosunu güçlendiren takım rakiplerine de yeni sezon için gözdağı vermiş oldu.

Brian Clough, 1968-69 sezonunun başında iseyine yönetimden habersiz Carlin ve tecrübeli Dave Mackay’i transfer etti. Brian Clough ve Peter Taylor ile beraber yeni bir takım haline gelen Derby County takımı ligde üst üste 22 maç boyunca yenilgi yüzü görmedi ve kulüp ikinci lig şampiyonu olarak Birinci Lig’e yüksel-di. (Günümüzde ki Premier Lig)

ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARTIYOR1. Lig’e çıkarak tüm dikkatleri üzerine çeken Derby, ilk sezonunda(1969-1970)başarılı maç

EFOR-Mart 2015 32

Page 38: Efor Dergi 3. Sayı

lar çıkartarak ligi dördüncü sırada bitirdi. Brian Clough ve Taylor ikilisinden gelen bu başarı 20 yıldan beri Derby’nin elde ettiği en iyi sonuçtu. Bir sonraki sezon için kolları sıvayan Brian Clou-gh, özellikle o dönem ülkenin en iyi teknik direk-törü olarak gösterilen Don Revie(Leeds teknik direktörü) ile karşılaşmayı dört gözle bekliyordu.

Lige bomba gibi giren Clough ve Taylor’ın takı-mı, üst üste galibiyetler aldı ve ligde üst sıralarda yer aldı. Nihayet Clough’un iple çektiği maç gelip çatmıştı. Leeds ile oynanan maçta Derby maçı 5-0 kaybetmişti ve bu maçtan sonra açık sözlü ve sivri dilli olarak bilinen Clough, Leeds’li oyuncu-ların maçta hakemle oynadıklarını çirkef ve sert oynayarak maçı kazandıklarını söylemişti. Bu konuşmalar iki takım arasında soğuk rüzgârların esmesine neden olmuştu.

Aslında Brian Clough,aşırı egosu ve zaman za-man konuşmasından dolayı çok eleştirilmekteydi ancak takımdaki üst düzey başarıları bunu bir nebze olsun kapatmaktaydı. Leeds ile oynanan rövanş maçını 2-1 kazanan Derby takımı, (Clough maçı soyunma odasından takip etmişti)şampiyonluğu son haftaya kadar kovaladıve rakiplerinin puan kaybetme-siyle 88 yıllık tarihinde ilk kez şampi-yon oldu.

ELEŞTİRİLERİN

ODAĞI HALİNE GELDİClough ve Taylor,1972-73 sezonu başladığında-daha önce de yaptıkları gibi yönetimden habersiz bir şekilde Liecester City’den Nish’i 225.000 sterlin karşılığında transfer ettiler. Bu davranı-şı nedeniyle yönetim ve başkan ile arası açılan Clough’un, bir demecinde yönetimin parayı futbolculara değil localara ve şeref tribününe harcadığını söylemesi adeta başkanı ve yönetimi çileden çıkarmıştı.

Bir önceki sezonu aratan ve istikrarsız bir grafik çizen takım orta sıralarda yer almaktaydı. Yine de Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale kadar gelmişti. Ancak yarı final maçı öncesinde oynanan Leeds maçında çoğu futbolcunun sa-katlanması takımın Juventus karşısına yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkmasına ve maçı da 3-1 kaybetmesine neden olmuştu. Maçtan sonra Don Revie ve takımı hakkında konuşan Clough, Leeds’in Revie yönetiminde sert ve gaddarca oynadığını, oyunu çirkinleştiğini, güzel futbolla

değil kötü futbolla ligde şampiyonluk

kupası kazandığını söyledi.

BRİAN CLOUGH

EFOR-Mart 201533

Page 39: Efor Dergi 3. Sayı

GÖREVLERİNE SON VERİLDİBrian Cloughve Peter Taylor’un yaptıkları giz-li saklı işlere daha fazla dayanamayan Başkan Longson, ikilinin kovulması istedi ancak destek alamadı.Başkan, Clough’a televizyonlara çıkma-yı bırakmasını ve sadece işine odaklanmasını, aksi takdirde işine son verileceğini belirtti. İpler kopma noktasına gelmişti. Clough, Taylor (istifa mektubundan haberi yoktu)ve kendisinin istifasını yönetime sundu.

Bu kadar başarıdan sonra yönetimin istifaları kabul etmeyeceğini düşünen Clough, büyük bir yanılgıya düştü ve yönetim her ne kadar istemese de istifalarını kabul etti. İkiliyi geri getirmek için futbolcular ve taraftar tarafından bir protesto yü-rüyüşü başlatıldıysa da sonuç değişmemişti. Brian Clough yerine Dave Mackay (takımdaki en yaşlı oyuncu) göreve getirildi.

ETLE TIRNAK AYRILIYORClough ve Tay-lor, tüm ekibi-ni de yanında götürerek birinci lig maaşına ikinci lig takı-mı Brighton & Albion Hove’un başına geçtiler. Takım son anda küme düşmek-ten kurtulmuştu.(1973-74)

1974 sezonun hemen başında Clough,13 yıllık Leeds teknik direktörü Don Re-vie’nin milli takımın başına geçmesiyle Leeds’in yeni antrenörü olmuştu.Taylor ise Brighton yöne-ticilerine karşı kendini borçlu hissediyordu. Ayrıca Leeds takımında başarılı olmaları durumunda bunun kendi başarıları değil Don Revie’nin başa-rısı olacağını düşündüğü için Brighton’da kalmaya karar vermişti. Ve bu olaylar da ikilinin birbirleri

ile küsmesine sebep olmuştu.

Etle tırnak gibi olan ikili için artık ayrılma zamanı gelmişti. Clough, geçmiş yıllarda Leeds’in küme düşmesi gerektiğini, futbolu çirkinleştirdiğini söylemişti. Clough, ilk antrenmanda Leeeds’li oyunculara; “Tüm madalyalarınızı çöp kutusuna atabilirsiniz, çünkü hiçbirini adil şekilde kazanma-dınız!” diyerek adeta takımı topa tutmuş ve hedef haline gelmişti.

Özellikle Revie’nin, manevi çocuklarım dediği Hunter, Bremner ve Giles ile sorunlar yaşaması ve takımın son 20 yılın en kötü sezon başlangıcını yapması (6 maçta 1 galibiyet) yönetim tarafından görevden alınmasına neden oldu.

NOTTİNGHAM FOREST HANEDANLIĞIBrian Clough,5 Ocak 1975’te Nottingham Forest’in menajerliğine getirildi. İlk sezonunda takım ligi sekizinci sırada tamamladı. Taylor olmadan başa-

rılı olamayaca-ğını düşünen Clough,1976-77 sezonu ön-cesinde eski dostu Peter Taylor’dan özür diledi ve yeni sezonda birlik-te çalıştılar.

İkisi de adeta birbirlerini tamamlayan bir puzzle gibiydi. Müthiş ikili ile

beraber takım aynı sezon Birinci Lig’e yükseldi.

İkili 1977-1980 yılları arasında Nottingham Forest ile 1 Lig Şampiyonluğu, 2 Şampiyon Kulüpler Ku-pası, 1 Avrupa Süper Kupası,4 Lig Kupası 1 İngil-tere Süper Kupasıkazandı ve muazzam bir başarı elde etti.(Bugüne dek hiçbir İngiliz teknik adam bu başarıya ulaşamadı)

BRİAN CLOUGH

EFOR-Mart 2015 34

Brian Clough, İngiltere Milli Takı-mı’nı çalıştırmamış

en iyi teknik direktör olarak anılmakta-

dır.

Page 40: Efor Dergi 3. Sayı

EFSANENİN SON YILLARI VE PETER TAYLOREski günlerini arayan ve istikrarsız bir görüntü çizen Clough, düşüş sürecine girmişti. Oynadığı sezonlarda orta sıralarda mücadele eden Nottin-gham Forest özellikle 1982’de Taylor’ın takımdan ayrılması ile büyük bir darbe almıştı.Taylor’ın Derby’nin başına geçmesi Clough ile arasını tekrardan açmıştı. Nottingham Forest, 87-88 ve 88-89 sezonunda üçüncü oldu. Sonraki üç sezon alt sıralara doğru düşen takım 92-93 döneminde küme düştü.Clough sezon sonunda antrenörlüğü bıraktı.

Brian Clough, Ekim 1990’da Taylor hayatını kaybettiğinde ailesi ile birlikte cenaze törenine katıldı. Forrest’teki yardımcısı telefonda Clough’a Taylor’ın ölüm haberini verdikten sonra Clough hiçbirşey söylemeden telefonu kapatmıştı.Ayrı-ca yazdığı otobiyografik kitabı da ona adamıştı. Clough, 20 Eylül 2004 tarihinde mide kanserin-den hayatını kaybettiği zaman 69 yaşındaydı.

CLOUGH VE MOURİNHO BENZİYORLAR MI?

Son yıllarda tartışılan ve merak edilen bir konuyu karşılaştırmalı olarak yazımın son kısmında yaz-mak istedim.Gelin hep birlikte Brian Clough ve Jose Mourinho arasındaki farklılıkları ve benzer-likleri gözler önüne serelim.

1.Clough’un otoritesinin yanında Peter Taylor’u vardır; Mourinho’nun ise mutlak otoritesi vardır.2.Clough sportmenlikten ve güzel oyundan yana-dır, Mourinho ise kazanmak için her şeyi mübah sayar.3.Clough birçok kişi için sempatiktir, Mourinho ise birçok kişi tarafından aşırı antipatik.4.Clough klasik uzun top futbolunu oynatır. Bunu “Tanrı futbolu bulutların üzerinde oynamamızı isteseydi çimleri oraya koyardı” sözleriyle açık-lar. Mourinho ise etkili ara paslarıyla, hızlı duvar paslarıyla takımını sonuca götürmek ister. 5.Clough iğneleyici sözler sarf eder, Mourinho ise adeta yerden yere vurur.6.Clough sıfırdan yıldız yaratır, Mourinho ise aldığı yıldızları daha da geliştirir.7.Clough kendi stilini yansıtıp uygular. Mourinho ise uyum sağlayarak stilini benimsetmeye çalışır.Bu yüzden iki teknik adamın birçok konuda bir-birinden farklı özelliklere sahip olduğunu gör-mekteyiz. Her ne kadar açık sözlü, sivri dilli ve sert çıkışla-rı ile polemik yaratıp birbirlerine benzeseler de kişilik ve başarı anlayışlarının tamamen birbirin-den farklı olduğunu söylemeliyim.

BRİAN CLOUGH

EFOR-Mart 201535

Brian Clough’un elde ettiği başarılara

bugüne dek hiçbir İn-giliz teknik direktör

ulaşamadı.

Page 41: Efor Dergi 3. Sayı
Page 42: Efor Dergi 3. Sayı
Page 43: Efor Dergi 3. Sayı
Page 44: Efor Dergi 3. Sayı
Page 45: Efor Dergi 3. Sayı
Page 46: Efor Dergi 3. Sayı
Page 47: Efor Dergi 3. Sayı
Page 48: Efor Dergi 3. Sayı
Page 49: Efor Dergi 3. Sayı
Page 50: Efor Dergi 3. Sayı

SATRANÇ Ata ATEŞ@ Ataates16

EFOR-Mart 201545

TÜRKİYE’DE SATRANCIN GELDİĞİ NOKTA

Şimdi sizleri, İstanbul Üniversitesi Satranç Takı-mı Antrenörü Uğur Şen ile buluşturacağız. Ken-disini tanıtmakla başlayacağımız röportaj, birkaç özel soru, satranca bakış açısı, satrancın Türki-ye’de şimdiki ve gelecekteki durumu hakkında konuşacağız.

Merhabalar, İstanbul Üniversitesi Satranç Takımı antrenörü olduğunuzu biliyoruz. Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

-1991doğumluyum. Yaklaşık 1.5 yıldır İ.Ü.Satranç Takımının antrenörlüğünü yapıyorum. Ondan önce 3 sene kadar İ.Ü. Satranç Kulübü Başkan-lığı yaptım. Endüstri mühendisiyim, İstanbul Üniversitesi’nden mezun oldum 2013 yılında. Aynı yıl İ.Ü. İşletme Fakültesi’nde yüksek lisansa başladım.

Peki. İlk sorumu sormak istiyorum size. Satranç oynamaya nasıl başladınız? Sizi ne sevk etti?

-Benden 8 yaş büyük bir abim var. O ortaokul-dayken okulunda herkes satranç oynuyormuş. O da hemen hemen herkese yeniliyormuş. Kendisi de yenebilecek bir adam bulmak adına henüz 5 yaşındayken bana satrancı öğretti. Tabi başlarda sürekli yeniyordu; ama sonrasında ben yenmeye başladım. 90’lı yıllar düşünüldüğünde 5-6 yaşla-rındaydım ve oynanacak pek de oyuncak, bilgisa-yar ürünleri olmadığı göz önünde bulundurulursa satranç gerçekten ideal ve zevkli bir oyundu bir çocuk için, ki günümüzde de böyledir esasen.

İlginç bir anıymış. “Boynuz kulağı geçti” ye hayli uygun bir örnek olarak gözükü-yor. İlk karşılaşmanızda ne hissettiniz?

-İlk resmi karşılaşmamda heyecandan dizlerim titriyordu. Bugün son turnuva karşılaşmamdaki

ilk maçıma çıkarken dahi dizlerim titriyor. İlk maçım ile son maçım arasında hiçbir fark yok. İkisinde de aynı heyecana sahibim. İnanılmaz bir heyecan.

Anlatılmaz, yaşanır heyecanlardan diyor-sunuz. Oyunda yenmek de yenilmek de var bildiğiniz gibi. Yenildiğinizde neler hisse-diyorsunuz? Umutsuzluğa düşüyor musu-nuz?

-Birincisi satrançta hiçbir zaman umutsuzluğa düşmedim. Ne oyun içerisinde, ne oyunu kaybet-tikten ne de berabere kaldıktan sonra. Satrançta yenilmek çok doğal. Yenilmek insanlara birşeyler öğretebiliyor. Bu alanda diğer sporlara benzemi-yor. Mesela futbolda, yenilirsiniz, puan kaybe-dersiniz, belki de en sonunda küme düşersiniz. Satrançta bu tip bir şey yok. Sürekli turnuvalara katıldığınız için hatalarınızdan ders çıkarıp bir sonraki turnuvaya hazırlanabiliyorsunuz. Bu bağlamda yenilmek çok kötü hissettirmiyor. Fakat şöyle bir şey var; iyi oynadığım, kazanmayı hak etmeme rağmen kaybettiğim oyunlarda çok üzülüyorum. İçimde kalır yıllarca o tarz oyunlar. 4-5 sene önceki oyunlarımdaki konumlara dahi üzülürüm aklıma geldikçe. O tarz yenilgiler kötü oluyor.

Anlıyorum. Daha içsel bir soru olarak satranç size nasıl düşünmeyi öğretiyor? Beyninizi nasıl çalıştırdığınızı düşünüyor-sunuz?

- Birincisi, analitik düşünceyi, bakış açısını ger-çekten geliştiriyor. Şöyle ki iş hayatında da büyük faydalarını gördüm. Bir kere herkesin baktığı gibi bakmıyorsunuz olaylara. Daha farklı açılar-dan bakabiliyorsunuz. Tabii sıradan bir şekilde cafede, internette satranç oynamak değil kastım. Satranç kültürüne sahip olmak ayrı bir şey. Bu

Page 51: Efor Dergi 3. Sayı

kültüre sahip olduktan sonra, söz konusu bakış açısı kazanılabilir. Sürekli turnuvalara katılacaksı-nız, sürekli ciddi maçlar yapacaksınız ve hayatını-za da yansıtmayı başarabileceksiniz.

Mesela ben lisedeyken, hiç unutmam çok zor bir geometri sınavım vardı. Sınava hiç çalışmadım. Koca gece satranç çalıştım ve sınıf ortalamasının çok üzerinde bir not aldığımı hatırlıyorum. Ger-çektende matematik, geometri olur veya günlük olaylar olur, farklı yönlerde bakış açısını değişti-ren, geliştiren bir oyun. Okul hayatımda da pek çok faydasını gördüm. Turnuvalara gittiğin zaman birçok farklı insanla tanışırsın, diyaloga girersin. Mesela birçok kişi hiç tanımadığı bir hocanın veya amirinin karşısına çıktığında kekeleyerek, titre-yerek konuşur; ama satrancın verdiği özgüven işe yarıyor. Analitik ve güven bazlı değerlendirebiliriz öyleyse. Peki, satranç oynarken tüm dü-şüncelerinizden arınmak suretiyle sadece oyuna mı odaklanıyorsunuz?

-Aslında bu karışık bir konu. Çünkü yeri geldi-ğinde oyuna “tam odaklı” oluyorum; ama oyun esnasında içimden birçok şarkıyı söylediğim de oluyor. Örnek vermek gerekirse, Candan Erçe-tin’in “Elbette” şarkısını çok sık söylüyorum. Çünkü şarkıda, “Elbette bazen çiçek açıp, bazen solacağım” deniyor. Oyunun içi de böyledir. Bazen çiçek açar, bazen solar. “Elbette daldan dalda konup sonra uçacağım” deniyor. Orada da mesela, bir atağa başladığınızda taşlarınızla koordine bir şekilde gelirsiniz yani bu “daldan dala konmaktır”. Sonrasında rakibin işini bitirdiğiniz anda “uçmak” oluyor tabi.

Çok haklısınız vallahi. Bu bağlamda örnek aldığınız, küçükken “İşte ben tam böyle olmak istiyorum” dediğiniz biri var mı?

-İdolümüz hep vardı. Mihail Tal kendisi. “Riga Sihirbazı” olarak tanınıyor. Satrançta “feda”nın en büyük oyuncusu olarak kabul ediliyor. Günümüz-

de yazılan “feda” ve “agresif” oyunların yaklaşık olarak yüzde 90’ı Tal’a ithaf edilerek yazılıyor. Ne yazık ki 1992 yılında böbrek yetmezliğinden dola-yı vefat etmiştir. Tabi her oyuncu gibi Kasparov’a olan bir hayranlığım var. Onun yanı sıra, Robert James Fischer “Bobby Fischer” olarak bilinir, ona bir hayranlığım var. Bu isimleri söyleyebilirim.

Konunun detayına inecek olursak Alexan-der Alekhine ve Jose Paul Capablanca hakkında ne düşünüyorsunuz? Tal’in oyun stiline benzer özellikler gösterdikleri için sordum kendilerini.

-Alexander Alekhin, Tal piyasaya çıkmadan önce atak oyunuyla fazlasıyla popülerdi. Tal ve Alek-hin’in maçlarını içeren güzel “kombinezonlar” mevcut hala. İkisinin maçlarını ele alan kitaplarda var piyasada. Dolayısıyla idolüm olan Tal’a çok benzediği için Alekhin’i de çok severim. Capablan-ca’ya gelecek olursak, o da dönemin satranç koşul-ları içerisinde kendi tarzını yaratabilen “aktif” oyunu iyi oynayabilen bir oyuncuydu. Capablanca ve Alekhine de saygımız çok büyük tabi ki bir sat-ranç oyuncusu olarak.

Saygı duyuyoruz kesinlikle. Biraz ülkemi-ze dönecek, bizim satrancımız hakkında konuşursak, İş Bankası başta olmak üzere belediyelerin, şirketlerin ve çeşitli kurum-ların yaptıkları çalışmaların Türkiye’deki satrancın farkındalığını arttırmak adına, birşeyler katacağını düşünüyor musunuz?

-Tabi ki düşünüyorum. Yanılmıyorsam 2005 ya da 2006 yılında İş Bankası Türkiye Satranç Fe-derasyonu’na sponsor oldu. Bu tarihten itibaren inanılmaz derecede turnuva sayısı arttı ve her geçen yıl artmaya da devam ediyor. TSF’nin site-sinde istatistiklere bakarsanız, her geçen yıl bir önceki yıldan en az 100 turnuva daha fazla yapılı-yor. Bu inanılmaz bir rakam. 2013-2014 yıllarında 1000’in üzerinde turnuva oldu Türkiye’de. Gün bazına vurduğunuzda her gün 3 turnuva oluyor demektir.

SATRANÇ

EFOR-Mart 2015 46

Page 52: Efor Dergi 3. Sayı

SATRANÇ

EFOR-Mart 201547

Avrupa rakamlarından söz edebilir misiniz bu bağlamda?

-Birincisi karşılaştırma yapmamız doğru olmaz. Çünkü nüfus çok önemli. Karşılaştırma yapabilme-miz için turnuvanın nüfus oranına bölünüp, farklı bir istatistiğin ortaya çıkarılması lazım. Mesela Yunanistan’ın İstanbul kadar bir nüfusu var. Yıl bazında İstanbul 200 turnuva düzenliyor olsun. Aynı şekilde Yunanistan’da 200 düzenliyorsa bu bir başarıdır. Veya Sırbistan, çok küçük bir ülke. Onların düzenlediği turnuva sayısı bizden fazlaysa zaten onu sorgulamak gerekiyor. Ama son yıllarda İş Bankası’nın desteği, hem de okullara ders olarak konulması satrancı oldukça geliştirmiş vaziyette. Çok sayıda belediye de destekliyor aslında. Özel-likle yaz aylarında Ege ve Marmara Bölgesi’nde yoğun olarak görebilirsiniz. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin en prestij-li turnuvaları, “Çanakkale Troya Open”, Edirne Keşan’da “Keşan Open”, “İzmir Open” çok değerli organizasyonlar. Orada bulunan küçük belediyeler de, Ayvalık, Kuşadası, Söke gibi belediye destekleri de çok önemsenecek düzeydeler. Çok yüksek para ödülü veriyorlar ve katılımın artmasını sağlıyorlar. Ayrıca çocukları da yaş kategorilerinde ödül ver-mek gibi çok güzel teşvik edebiliyorlar. Bu yüzden kesinlikle belediyelerin satrancın arkasında olması lazım.

Kaldı ki, şöyle bir şey var. Nüfus olarak küçük bir ilçeyi ele alalım: Sapanca. Nüfusu yaklaşık 30-40 bin civarındadır. Orada 500 kişilik bir turnuva yaptığınızı düşünün ve bu turnuva bir hafta sür-sün. En basit mantıkla bir hafta boyunca velilerin de yanında bulunduğu yaklaşık 700 kişi, o ilçede kalacak ve inanılmaz derecede getiri sağlayacak. Bir hafta boyunca yemek yiyecek, otelde kalacak, birşeyler satın alacak. Yani demem o ki, belediye-ler harcadığından daha fazlasını şehrine getiriyor-lar.

Bakalım, izleyip göreceğiz. İstanbul Üni-versitesi Satranç Takımı Antrenörüsünüz. Gerek oyuna yeni başlayan, gerekse de oyu-nuna birşeyler katmak isteyen oyunculara, neler tavsiye edersiniz?

-Birincisi satrancı geliştiren şey “satranç oynamak” değildir. Satranç geliştiren etmenleri sıralamak isterim. İlk olarak maç analiz etmek. Oyun anali-zi yapmak çok önemlidir. Başta büyük oyuncular olmak üzere, maçları analiz ettiğiniz takdirde; on-ların neler yaptığını, bir nevi doğru olanı görüyor-sunuz. Dolayısıyla bir turnuvaya gittiğiniz zaman problem yaşamıyorsunuz.

İkinci önemli etmen olarak turnuvaya katılmak. Oyuncu ne kadar ciddi turnuvaya katılırsa, o kadar kendini geliştirir. Fakat turnuvanın ardından, “Maçlar bitti, turnuva bitti” mantığı yerine, maç-lar esnasında tutulan rotasyonlarla maç analizi yapmak zorundalar. Önemli hususlardan üçün-cüsü, her zaman dikkat edilmeyen bir konudur satrançta: “Oyun sonu çalışmak”. Herkes açılış biliyor ezbere, bir şekilde “feda”yapıp taktik oyna-yabiliyor, fakat oyun sonu gerçekten çok kötü çoğu oyuncunun. Bunun için örnek oyunları barındıran çok güzel kitaplar var.

Page 53: Efor Dergi 3. Sayı

EFOR-Mart 2015 48

SATRANÇ

Page 54: Efor Dergi 3. Sayı

SATRANÇZaten “ekol”olarak nitelenen ülkelerinde oyun sonu çalıştıkları, bu sayede başarılı oldukları betimleniyor. -Orada çok farklı bir durum var aslında. Satranç üniversiteleri var. küçük yaştan itibaren çok ciddi şekilde ailelerinin yanında evriliyorlar. Mesela biz burada dizi takip ederiz ailecek. Orada satranç programları izlenir. Oradan kastım Sovyetler Bir-liği’nden dağılma ülkeler diyebilirim genel ola-rak. O tip ülkelerde “Arkası yarın, arkası haftaya” programları takip edilir. Bizim ülkemizde yüzde 90’ı futbol olmak üzere spor programları aynı muameleyi görür. Bu bağlamda futbola yapılan yatırımın yüzde 1’i, futbol adına konuşulanların yüzde 1’i satranç adına konuşulsa zaten dünyada açık ara lider bir ülke oluruz satranç alanında.

Bunu bir dayanak üzerinden mi söylüyor-sunuz? Yoksa kendi ön sezinizle mi Tür-kiye’nin bir ekol olup, yükselebileceğini düşünüyorsunuz?-Bir dayanağım var bunu söylerken. Son yıllar-da satranca yapılan yatırımın artmasıyla küçük çocuklarımız 7-9-11 yaş kategorilerinde Avrupa çapında dereceler, Dünya Şampiyonası’nda de-receler alıyorlar. Dereceden kastım 8.lik, 9.luk değil, 1.,2.,3. bu arada. Yakın zamanda gördük biz bunları çocuklarımızdan. Artı hemen hemen her yaş kategorisinde dereceye giremese de kafa kafaya oynayan küçük yeteneklerimiz var. Ben inanıyorum ki 15-20 sene içerisinde Türkiye’den bir dünya şampiyonu çıkacaktır.

Bunda ciddi misiniz? Çünkü Dünya Şam-piyonluğu satrançta hayli zor bir unvan ve dünya tarihinde 15’e bile varmayan bir şampiyon sayısından bahsediyoruz. -Çok ciddiyim. Çok zor bir olay. Ama veliler artık satranca eğilmeye başladı. Velilerin de desteğiyle birlikte çok ciddi eğitimler alıyor çocuklarımız. Çok yetenekli çocuklarımız var ve ben tekrar 10-15-20 sene içerisinde Türkiye’den bir dünya şampiyonu çıkacağına inanıyorum.

İnşallah, umarım dediğiniz gibi olur. Bu değerli röportajınız için çok teşekkür ederim. Başarıları-nızın devamını diliyorum.

EFOR-Mart 201549

Page 55: Efor Dergi 3. Sayı

ALLEN IVERSON Kasım BALTACI@ KasimBaltaci

VAROŞLUKTAN SÜPER STARLIĞAHepiniz Slumdog Millionaire filmini izlemişsi-nizdir, Hindistan’ın varoş kesimlerinde büyüyen bir çocuğun zorluklarla yılmadan savaşarak kendi ayakları üzerinde nasıl durduğu, tek başına nasıl savaştığı ve kendine yüksekten bakıp onu aşağıla-yanlara nasıl bir cevap verdiğini anlatan bir film. Bu müthiş hikayeyi spor sahnelerine uyarladığı-mızda karşımıza eminim birçok hikaye çıkacaktır. Ama bana göre filmdeki Jamal karakterinin spor sahnelerindeki karşılığı Allen Iverson’dır. Çünkü Iverson; azmin, hırsın, cesaretin, dayanıklılığın, gücün, zorluklarla mücadelenin siyahi bir şekilde vücut bulmasıdır.

ABD’nin ıssız sokaklarından hapishaneye, hapis-haneden sıkıntılarla dolu bir üniversite yaşamı-na, sefalet içinde geçen çocukluğunun ardından NBA’e… Basketbolun ”The Answer” lakaplı aykırı çocuğu Allen Iverson’a her yönüyle göz atalım…

Allen Ezail Iverson, 7 Haziran 1975 günü Virgi-nia’da dünyaya geldi. Yıldız oyuncu doğduğunda annesi Ann sadece 15 yaşındaydı. Babasının Allen doğmadan aileyi terk etmesi, genç anne ve bebe-ğinin tek başlarına yaşam mücadelesi vermesine

sebep oldu. Dönemin fakir ve suç oranı yüksek bölgesi Virginia’da büyüdüğü yıllarda birçok ar-kadaşının ölümüne şahit olan Allen Iverson, son-rasında hayatına giren iki kardeşinin de sorum-luluğunu üstlenmek durumunda kaldı. Ivy’nin hayatında bir dönüm noktası olarak kabul edilen en önemli olay annesinin spora teşviki oldu. Ann Iverson oğlunun hem beladan uzak durması, hem de spora olan yeteneğini kullanabilmesi için bas-ketbol oynamasını istiyordu.

Lise ve Üniversite YıllarıLise yıllarında Amerikan futboluna duyduğu ilgi ve çevresindekilerin basketbola yönlendirmesiyle okulunun hem futbol hem de basketbol takımı-na girmeyi başardı Ivy. Bethel Lisesi’nin her iki takımını da tabir-i caizse tek başına şampiyon yapmasının ardından Virginia’da liseler arası en iyi sporcu ödülünü kazandı. Kısa zamanda böl-gede ünü tavan yapmış, ülke çapında da ismini duyurmaya başlamıştı. Artık Allen’ı izlemek için çevre eyaletlerden de önemli gözlemciler ve seyir-ciler geliyor, genç yeteneğin her iki spor dalında da hünerlerini zevkle takip ediyorlardı. Kazanılan bu popülarite ve elde ettiği başarılarla geçen 1992

yılının ardından kabus tekrar baş-layacaktı Iverson için.

1993 yılında Ivy, arkadaşlarıyla bowling oynamaya gittiği esnada bir grup ırkçı beyaz tarafından çevrile-rek kavgaya karış-tı. Kavga sonucun-da tutuklanan dört siyahtan biri olan bu genç adam için 15 yıl hapis iste-

EFOR-Mart 2015 50

Page 56: Efor Dergi 3. Sayı

ALLEN IVERSON

niyordu. Büyük yankı uyandıran bu tutukla-ma kararının ardından 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Iverson’ın suçsuz olduğunu düşünen birçok sivil toplum örgütü cezayı protesto ederek Vir-ginia valisini yeni bir duruşmaya ikna etti. Duruşma sonrasında 5 yıllık hapis cezası 4 ay çiftlikte çalışma ceza-sına dönüştürülen The Answer’ın özgürlük günlerinde adım attığı kolej, hapishane günle-rinde kendisine büyük destek veren John Thom-pson’ın basketbol takımı antrenörlüğü yaptığı Georgetown Üniversitesi oldu. Üniversite yılla-rında da çoğu deplasmanda hapishane hayatının yüzüne vurulmasıyla ve ırkçı ithamlarla karşı karşıya kalmasına rağmen hiçbir saha dışı olaya karışmayan Allen’a ” The Answer ” lakabının layık görüldüğü ilk dönem de kolej yaşantısı oldu.

Saha içinde ve tribünde kendisine karşı oluşturu-lan kötü algıya müthiş performansıyla cevap ver-mesi onu daha ilgi çekici kıldı. Nihayetinde 1996 NBA draftının 1. sırasında seçim yapan Phile-delphia 76Ers, draft seçimi olarak Allen Iverson’ı açıklıyordu…

Halen NBA’de kariyerle-rini sürdüren Steve Nash, Peja Stojakovic, Ray Allen gibi isimlerin ve aralarında Michael Jor-dan ile kıyaslanan Kobe Bryant’ın da bulunduğu draftta 1. sırada seçildi.

2001’de En İyi Oldu !Philadelphia, Iverson için büyük başarıların kazanı-lacağı ve en iyiler arasına adını altın harflerle yaz-

dıracağı yerdi. Buradaki ilk döneminde 1996’dan, 2006’ya kadar forma giydi. Bu süre içinde Yılın Çaylağı (1997) ve 11 kez All-Star (2000-2010 arasında) olurken, 2 All-Star’da ise MVP (2001, 2005) seçildi. 4 kez NBA’in en skorer oyuncusu (1999, 2001, 2002, 2005), 3 kez NBA’de Yılın Takımı’nın oyuncusu (1999, 2001, 2005) olan Iverson, 2001’de ise NBA’de MVP ödülüne layık görüldü.

Özel hayatı fırtınalı...Aynı yıl lise aşkı Tawanna ile evlendi. Ve bu beraberlikten 5 çocukları oldu. Ancak bu beraber-liğinde eşini silahla tehdit ederek evden kovması gibi olaylar da yaşadı. Disipline daima önem veren Larry Brown’la arası ise tam anlamıyla hiçbir zaman iyi olmadı. Ancak ikisi de takımın Play-Offlar’da LA Lakers’la final oynamasında büyük pay sahibiydiler. Iverson, 2000-2001’de normal sezonu 71 maçta, 42 dakika ortalama ile oynayarak 31.1 sayı ile tamamladı. Play-Off’ta ise 22 karşılaşmanın tamamında sahaya çıkıp, 46.2 dakika ortalamayla maç başına 32.9 sayı üretti. Doğu Konferansı’nda sırasıyla Reggie Miller’lı Indiana Pacers’ı, Vince Carter’lı Toronto Raptors’ı ve ardından da Ray Allen’lı Milwaukee Bucks’ı devirip, Shaq ve Kobe’li Lakers’ın karşısına çıktı. 2’ye karşı tek olan Iverson’lı Philadelphia, rakibi-ne 4-1 yenilerek final serisini kaybetti.

EFOR-Mart 201551

Page 57: Efor Dergi 3. Sayı

52

Ve düşüş dönemi başladı2002 NBA Play-Off’unda ilk turda elenen ekipte coach Brown, Iverson’ı idmanları kaçırdığı için sert bir şekilde eleştirdi. 2003’te ise Mehmet Okur’lu Detroit Pistons’a bo-

yun eğdiler ve Brown da takım-dan ayrıldı. Yerine gelen Chris Ford ve sonrasında Jim O’Bre-in’la da anlaşamayan Iverson, Mourice Cheeks döneminde 2006’da ait olduğu yerden ayrıldı ve Denver Nuggets’a takas edildi. Burada 2 se-zon kaldıktan sonra Detroit

Pistons ve ardından Memphis Grizzlies’e geçti. Memphis’te

benchten gelerek sadece 3 maça çıkınca, sözleşmesini karşılıklı ola-rak fesh etti. Son bir ümit, 2010’da tekrar yuvasına yani Philadelp-hia’ya dönen Iverson, 22 Şubat’ta 4 yaşındaki kızının sağlık problem-leri nedeniyle 5 maç kaçırdı. Bir de buna eşi Tawanna’nın açtığı boşanma davası eklenince, büyük bir çöküntü yaşadı. Aynı dönem-de alkol ve kumar bağımlılığına kapıldı, bazı kumarhanelere girişi bile yasaklandı.

Yeni bir sayfa açtıSezonun geri kalanında oyna-

madı ve NBA kapıları da ona kapanınca, şansını ABD sınırları dışında denemek istedi. Dünyanın 7 kıtasında da tanınan yıldız için artık son durak Beşiktaş oldu.

Gelişiyle sadece Türkiye ve Av-rupa’da değil, dünya spor basınında büyük yankı uyandıran Allen Iverson henüz hiçbir resmi maça çıkmadan taraftarın sevgilisi haline gelmişti. Kara Kartal’da ilk resmi maçına 16 Kasım 2010 günü Hemofarm karşısında çıkan Iverson siyah-beyazlı ekipte inişli çıkışlı bir grafik sergiledi.Beşiktaş’ta toplam 10 maça çıktı ve 14.3 sayı ile

4.7 asist ortalamalarıyla fena da olmayan bir per-formans sergiledi ancak sakatlıklar tekrar yakası-nı bırakmadı ve tedavi için gittiği Amerika’dan bir daha dönmedi. Bu şekilde de Türkiye’deki kariyeri son buldu.

Adına birçok biyografi yazılan Iverson’ın bir de rap albümü vardır. Adı “Allen Iverson aka Jewels : 40 Bars”dır ancak tartışmalara yol açan şarkı sözlerinden dolayı albüm piyasaya çıkamamıştır. Ünlü medya devi ESPN Iverson adına bir de bel-gesel hazırlamıştır.

Hayat hikayesinin anlatıldığı ‘Allen Iverson Efsa-nesi’ adlı kitabı Larry Platt yazmıştır. Türkçeye de çevrilmiştir. 2013-2014 sezonunda da efsaneleşmiş 3 numara-lı forması Philadelphia 76’ers tarafından emekli edilmiştir.

Iverson’ı özel kılan şey sadece hayat hikayesi ve yaptığı istatistikler değildi hiçbir zaman. O, NBA’in en özel tarzlarından birine sahipti. Topla yapabileceklerinin sınırını neredeyse kimse kesti-remiyor ve top hakimiyetinin gücü hala benzersiz olarak lanse ediliyor. Özellikle ” crossover ” hare-ketine başka bir boyut getirdiği herhalde kimse-nin inkar edemeyeceği bir gerçek. Öyle ki, yıllardır spor programlarında ‘’Tarihte yapılmış en güzel crossover’’ konulu videoların baş aktörü Allen Iverson oluyor. 1.83 boyundaki küçük dev adam, fiziğine aykırı bir atletizme sahip aynı zamanda.

Game-winner’larıyla fazlasıyla hafızala-rımızda yer edinen Iverson adına ga-me-winner’dan ziyade ‘’clutch time performan-sı’’ hakkında bir analiz yapılsa, tarihteki en başarılı oyunculardan biri olduğu da çıka-caktır ortaya. Mental olarak rekabetten ve mücadeleden asla kaçmayan bir oyuncunun da maç sonlarında başarısız olması beklenemezdi zaten.

ALLEN IVERSON

EFOR-Mart 2015

Page 58: Efor Dergi 3. Sayı

ALLEN IVERSON

Rekabet reaksiyonu öyle güçlüydü ki, kariyerinin unutulmaz performanslarının ve hareketlerinin büyük bölümünü zorlu rakiplere karşı sergi-lemeyi başarıyordu. Lakers serisinde attığı 48 sayı, Bucks karşısındaki 52 sayılık performansı, kariyer rekorunu kırdığı 60 sayılık Orlando maçı bunlara sadece birer örnek.

Vücudunda onlarca dövme bulunan Allen Iver-son’ın NBA’e ilk adımını attığı dönemlerde sahip olduğu tek dövme, sol kolunda yazan ‘’Sadece güçlüler hayatta kalır’’ yazısıydı.

Iverson NBA’de bir çığırdı, NBA’de bazı şeyle-rin değişebileceğini, sayı yapmak için kuvvete o kadar ihtiyaç olmadığını gösterirken, NBA yö-netiminin crossover’larıyla o kadar uğraşmasına sebep olurken, hep başkaldırmayı gösteriyordu.

‘’Ne Barkley ne de Jordan olmayacağım. Ben Iverson olacağım.’’ İleride Iverson anlatılırken kullanılacak olanlar bu sözler olmalı.

‘’Eğer biri beni savunması ile durdurmayı başa-rabiliyorsa işte o zaman sakat olduğumu anlıyo-rum yoksa normal koşullarda beni kimse durdu-ramaz.’’ sözüyle de kendisine olan güvenini ve patlayıcı gücünü ortaya koyuyor.

EFOR-Mart 201553

Page 59: Efor Dergi 3. Sayı

TENİS KÜLTÜRÜ Baran GÜVEN

BİTMEYEN SEVDATenisle tanışmam 87-88 yıllarında olmalı. Okul-dan gelmiştim, televizyonun karşısına geçtim, gündelik programlar yerine 15-0 gibi fantastik bir skoru olan, o güne kadar görmediğim bir sporla karşılaştım. 15-0’lık farkın nasıl kapanaca-ğını anlayabilmek için oturdum karşısına. Sonra 30’dan sonra neden 45 değil de 40 olduğuna kafa yordum. Bunları çözmeye çalışırken tenisçilerin neden topu bomboş kort dururken rakibinin üstüne attığını anlamaya çalıştım. Onu çözmeye çalışırken tenis beni avcunun içine almıştı bile.

İlk izlediğim maçta kim vardı hatırlamıyorum. Wilander ya da Becker olabilir, emin değilim. Oyunu izlerken bir anda Çekoslovak Lendl’a, İsveçli Edberg ve Wilander’e, muhtemelen ülke-lerinden dolayı sempati duyduğumu fark ettim. Lendl ve Wilander tenisi bırakmaya yakındı. Edberg ise Becker ile birkaç sene sürecek bir rekabetin henüz başındaydı.

İlk boşluğu da orada yaşadım, Edberg bıra-kırken. Favorileri değil, sürprizleri sevdiğim-denSampras bana göre değildi, Agassi, Chang, Ivanisevic, Rafter ise istikrarlı olamadılar. Yıllar ilerlerken(19??) Marat Safin imdadıma yetişti, o ara Agassi toparladı, Ivanisevic “Bitti” denirken Wimbledon kazandı, hep birlikte tenis zevkine doyurdular.

Sampras’ı o kadar sevmiyordum, ama hakkını vermeyecek de değildim. 2001’de ABD Açık’ta ikisi de kariyerinin son demlerini yaşarlarken Agassi ile oynadıkları, dört seti de tie-break ile biten çeyrek finallerinden önce, bu rekabet de biteceği için kara kara düşünür oldum.

Derken Federer geldi. Safin’in, Ferrero’nun, Kuerten’in, Roddick’in, Hewitt’in kısa süreli dö-nemlerine son verdi, 4 sene 1 numarayı kimseye kaptırmadı. Böyle olunca favori sevmeyen ben, bir süre sonra Federer’e karşı koyup, rekabeti tekrar getiren atletli İspanyol Nadal’ı çok seve-cektim.

Sonrası çok saçma bir hal aldı. Federer ve Nadal öyle bir seviye oluşturdular ki, Djokovic onları zorlamak için adeta makineleşti. Sampras sonra-sı, Federer öncesi dönemde gelse kral olacak olan Ferrer, Murray gibi adamlar kariyerlerini gölge-de geçirdiler.

Şimdi tenis rekabetinin ve zevkinin zirvesinde-yim. Ama tepedeki dörtlününyaşları minimum 28’e dayanınca gene bu adamlardan sonra ne izleyeceğimizi kara kara düşünmeye başladım. Raonic, Nishikori heyecan yaratmıyor, Dimitrov yaratıyor, ama o da istenen seviyeye bir türlü gelemiyor. Endişeliyim.

Ama tenis böyle işte, “Çocukluktan beri Real Madrid taraftarıyım” diyerek yoluna devam edemiyorsun. Sevdiğin adamlarla en fazla 15-20 sene geçirip vedalaşmak zorundasın. Kimseyi sevememe riski var, ama sevilecek adamlar hep geliyor, hep de gelecek galiba. 16 yaşındakilerin dünya sıralamasındaki lideri Duckhee Lee’nin doğuştan duyma engelli olduğunu duyuyorsun, kazansın istiyorsun. Hayat böyle geçiyor…

EFOR-Mart 2015 54

@ molosztash

Page 60: Efor Dergi 3. Sayı