Top Banner
1

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Feb 14, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıİkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası - Edward Weisband——————————————————————

  İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA  İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI 

  Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır. 

  Dizgi - Yayımlayan:  Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.  Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.  Temmuz 2000 

  EDWARD WEISBAND 

  İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA  İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI 

  Çeviren M. Ali Kayabal 

  Kaynak:  http://ekitap.kolayweb.com/  [email protected] 

 

  İÇİNDEKİLER 

  I. Cilt 

  Özet 7  Teşekkür 11 

  BİRİNCİ BÖLÜM 15  I. Politika Tespit Usulü 17  İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının Değişmez  Unsurları 17  Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı 32  Bakanlar Kurulu 41  BMM ve CHP Parlamento Grubu 47  Türk Tarih Kurumu 58 

  II. Türkiye'de Basın ve Kamuoyu 61  Savaş Yıllarında Türkiye'de Basın 61  Savaş Yıllarında Türkiye'de Kamuoyu 77 

  III. Ekonomik Yapının Kısa Bir Çözümlemesi 81  Enflasyon Afeti 82  Önleyici İç Tedbirler 87  Türkiye'nin Almanya'yla Ekonomik Bağımlılığı 90  Almanya'dan Kopma Teşebbüsü 96  İngiliz-Amerikan Tercihli  Satın Alma Programı 102  Krom Sorunu ve Türk Tepkisi 107  Türk Pazarlıkçılığının Sonu 112 

Sayfa 1

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 2: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  II. Cilt 

  İKİNCİ BÖLÜM 7  IV. Müttefik Tırmanışı Başlıyor 9  Kazablanka Toplantısı 9  Kazablanka Anlaşması ve Sonuçları 15  Kayıtsız Şartsız Teslim İlkesi 22 

  V. Adana Konferansı:  Bir Anlaşmazlıklar Toplantısı 27  Adana Görüşmeleri 27  Adana'dan Sonraki Şüpheli Hava 36 

  VI. Yokuşa Sür Harekâtı 45  İngilizler Rusya ile Türkiye Arasında Bocalıyor 45  Türkler İşi Yokuşa Sürüyor 54  Churchill Kozunu Oynuyor 65  Türklerin Çekilme ve İkmal Yolu 69 

  VII. Türkiye'ye Yapılan Baskı Artıyor 71  Moskova Konferansı: Ruslar Türkiye'yi Savaşa  Katılması İçin Zorlamayı Deniyor 71  Menemencioğlu ve Eden Kahire'de:  İngilizler Rus Kozunu Oynuyor 82  Yeni Türk Stratejisi: Taktik Yer Değiştirmeler 93 

  VIII. Zirvede Türkiye'ye Yapılan Baskılar 101  Birinci Kahire Konferansı: Kısa Bir El Sıkışma 101  Tahran Konferansı: Sovyet Dönüşü 104  İkinci Kahire Konferansı: İnönü, Roosevelt  ve Churchill'le Karşı Karşıya Geliyor 112 

  III. Cilt 

  ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 7 

  IX. Uzaklaşma Çağı 9  Türk-İngiliz İlişkilerinin Bozulması 9  Menemencioğlu Ruslara Yanaşıyor 20 

  X. İç Politikada Değişiklik 23  Varlık Vergisi 24  Turancılık Sorunu 31  Pan-Turancı Unsurlar 33  Hükûmet İçindeki Turancılar ve  Kararlardaki Etkileri 40 

  XI. Türk Dış Politikasının Yeniden  Düzenlenmesi 53  Almanya'ya Krom İhracının Sona Ermesi 53  Menemencioğlu'nun İstifası ve Mihver  Savaş Gemilerinin Boğazlardan Geçişinin  Durdurulması 58  Almanya ile İlişkilerin Kesilmesi 66  XII. Türkiye, Yeni Ortaya Çıkan Kutuplar  Arasında 73  1944 Yılı Yaz ve Sonbahar Aylarındaki  Müttefik Zaferleri 73  Sovyetlerin Bulgaristan'ı İşgali ve Türk Tepkisi 76

Sayfa 2

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 3: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  İngilizlerin Yunanistan'ı İşgali: Bunalım Dönemi 85  1944 Ekim'inde Churchill-Stalin Görüşmesi 90 

  XIII. Savaş Sonrası Güvenli Ardında 99  Dumbarton Oaks Konferansı 99  Kırım Konferansı: Savaş Sona Eriyor 102  Türkiye Savaş Açıyor 107  19 Mart 1945 Tarihli Sovyet Notası 110  San Francisco Konferansı: Türkiye'nin Umutları 115 

 

  ÖZET 

  İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk dış politikasının hedefi, savaşa katılmadanTürkiye'nin toprak bütünlüğünü korumak oldu. Türk politikasının yönünü çizenler,yabancı askerleri Türk sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de yabancı sınırlardan uzakta tutmaya yönelmiş bir tarafsızlık siyaseti izlediler. Türk önderleri, ne bir karış toprak vermeyi, ne de bir karış daha toprak edinmeyi düşünüyordu. Türkiye'yi savaşa sürükleyecek serüvenci bir politika izlememiş, bunun yerine, bir ''Müttefik'' ya da ''Mihver'' zaferine karşı ağırlık olarak Türkiye'nin güvenliğini sağlamayı uygun bulmuşlardı. Türkiye'nin tarafsızlığı, bu bakımdan, küçük bir devletin bağımsız bir güç olarak kendisini saldırıdan koruyup, dev ülkeler arasında bir denge unsuru olma politikasının uygulaması olmuştur.  Devlet Başkanı ve tek siyasal partinin önderi olarak oynadığı rolle, Ankara'nın mutlak egemeni İsmet İnönü, bu uygulamanın başyöneticisi olmuştur. Enönemli yardımcısı ise, dışişlerinde görevli Numan Menemencioğlu'ydu. Sınırlı birmuhalefete izin veriliyor ve Cumhuriyet Halk Partisi Parlamento grubu, Bakanlar Kurulu'ndaki öbür üye bakanlarla, basında ve üniversitede ileri gelen kişiler, danışmanlık görevlerini yerine getiriyorlardı.  Bu kişilerce çizilen politikanın yönü, Atatürk'ün yönetimi altında girişilen tarihsel denemenin geleneklerini yansıtıyordu: Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünün dokunulmazlığı, Avrupa'daki güçler dengesinin korunması ve her türlü serüvenci politikadan uzak durulması.  Ancak, tek bir kuşku bu geleneği bozdu. Atatürk, Sovyetler Birliği'yle bir modus vivendi (1) sağladığı halde, İnönü ve yardımcıları bunu olanaksız gördüler. Bunun sonucu olarak da Türk önderleri, savaşın gidişi Müttefiklerden yana gülmeye başladıktan sonra, şunlardan korkmaya başladılar:  1) Müttefikler, Almanya'yı bir güç olarak Avrupa'dan silmeye kalkışacaklardı; 2) İngilizler, Ruslarla etki alanları anlaşmalarına girişecek ve bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'yla Balkanlara egemen olabilecekti; 3) İngiltere, Türkiye'yi savaşa girmeye zorlayacaktı; 4) Sovyetler, Türk havaalanlarının kullanılması da içinde, İngilizlere tanınan hakların, Türk hükûmetince kendilerine de tanınmasını isteyeceklerdi.  1943 yılında olaylar geliştikçe, Türk politikasını çizenler bu görüşlerin geçerliğine daha çok inandılar ve Türkiye savaşa girecek olursa, Sovyet Rusya'nın ülkelerini Mihver'e karşı koruma bahanesiyle istila edebileceği görüşünü savundular.  Bu nedenle, İnönü ve Menemencioğlu, İngilizlerle işbirliğine yanaşmayı kabul etmediler. Çeşitli nedenlerle İngiliz ve Amerikalıları, Sovyetler Birliği'nin savaş sonrası niyetleri konusunda uyardılar. Bu alanda başarısızlığa uğrayınca da, İngilizlerin kendilerini savaşa sokma çabalarına ve Türk topraklarında hava üsleri kurma isteklerine set çektiler. Bu alandaki görüşmeler, adım adım ilerlediği halde, dış bakanları düzeyinde hatta zirve toplantılarında bile başarısızlıkla sonuçlandı. Türkler, İngilizlerin Stalin'in ekmeğine yağ sürdüğüne, gittikçe daha çok inanıyordu. İngilizler de, Türklerin Müttefiklerdenyana oldukları üzerine söylenenleri politik oyun sayıyordu. Sonuç olarak bu durum, 1944 yılı başlarında bir güvensizlik bunalımına yol açtı.  Fakat Müttefiklerin savaşı kazanacakları kesinleşince, İnönü, Türkiye'nin tek başına kalmakta olduğunu anladı; özellikle, ülkesinin Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakılmasından kuşkulandı. Bu kuşku, 1944 yılı ortalarında yeni bir dönüşe yol açtı. Türk dış politikasını yeniden Müttefiklerin çizgisine sokma çabası içinde Türkiye, Mihver devletleriyle olan diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sertleştirdi, bunu da Numan Menemencioğlu'nun görevinden ayrılması izledi. Türkiye, San Francisco Konferansı'na katılabilmek için 23 Şubat 1944'te

Sayfa 3

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 4: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıMihver devletlerine savaş açtı. Savaş, Türk sözcülerinin Sovyetler Birliği'yle pek sıkı bir biçimde ilgilendikleri, fakat, endişelerini umut dolu bir güven maskesi ardında sakladıkları hava içinde sona erdi. 

 

  TEŞEKKÜR (1) 

  Araştırmamın hazırlanışı sırasında bana vakitlerini ayıran, görüşlerini ve bildiklerini cömertçe aktaran birçok kişiye, burada en içten teşekkürlerimi ifade etme fırsatı bulduğum için kıvanç duyuyorum.  Benim, Türk dış politikasıyla ilgilenmeme neden olan Stanford Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölümü'nden emekli Profesör Christina Phelps Harris'e özel teşekkür borçluyum. Stanford Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Enstitüsü Direktör Yardımcısı Profesör Jan Triska ile Profesör Robert C. North da bana dışpolitika çözümlemelerinin dolambaçlı yollarını ilk kez tanıtan, değerli kişilerdir. İkisini de burada anmam gerekir.  Türkiye'de de pek çok kimse bana karşı çok kibarca davrandı ve yardımcı oldu. Dış sorunlarda en eski Türk uzmanı Profesör Ahmet Şükrü Esmer'le Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı Profesör Fahir Armaoğlu da benim için çetin olan birçok sorunu çözdüler. Türk Dışişleri Bakanlığı Hukuk Dairesi Şefi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi, Uluslararası Hukuk Profesörü A. Suat Bilge ile Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden Mehmet Gönlübol ve Haluk Ülman da, bana değerli bilgiler sağladılar. Benimle birlikte geçirdiği uzun ve aydınlatıcı saatler için Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Profesör Enver Ziya Karal'a da teşekkür etmek isterim. Profesör Karal, Türk kültürü ve tarihini aydınlatmak için o kadar çok şey yapmıştır ki, Türkiye ile ilgilenen hepimiz kendisine minnet borçluyuz.  Diplomatlarla hükûmet memurlarına gelince: Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği'nden yeni ayrılan ve bugün Londra'da Türkiye Büyükelçisi olarak görevli bulunan Zeki Kuneralp, anlatılan dönemde Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan Cevat Açıkalın ile Büyük Millet Meclisi'nden bir Tabii Senatör, savaş yıllarındaki Türk dış politikasının çözümlemesinde bana cömertçe vakit ayırarak yardımcı olmuşlardır. Kendilerine en derin teşekkürlerimi sunarım. EskiTürk Dışişleri Bakanı ve savaş yıllarında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Feridun Cemal Erkin, yine 1943 yılı Mart ayında Moskova'ya Büyükelçi olarak atanan savaş yıllarındaki Matbuat Müdürü Selim Sarper de, bana çok yararlı bilgiler sağlamışlardır.  Türk Dışişleri Bakanlığı'nda ve Uluslar Cemiyeti'nde (1) uzun yıllar yararlı hizmetlerde bulunan ve özellikle 1930'larla 1940'ların Türk devlet adamları arasındaki kişisel ilişkilerin değerlendirilmesinde büyük yardımları dokunan yakın dostum Tevfik Erim'e de teşekkür ederim. Cumhuriyet Halk Partisi eski GrupBaşkanı Kâzım Özalp'a, Türk Tarih Kurumu Başkanı Uğur İğdemir'e, bana Türk Siyasal kuruluşlarını, kişiliklerini ve politikasını az rastlanacak bir anlayış ve sabırla anlattıklarından ötürü teşekkür borçluyum.  Türk gazeteciliğinin en eski üyelerinden ve bugün doksanına yaklaşan Ahmet Emin Yalman da, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ankara'nın dramatik havasını ve siyasal yaşantısını yansıttı. Bu alanda, savaş sırasında Ankara kordiplomatiğinin duayeni olan Polonya'nın Ankara Büyükelçisi'nin eşi Bayan Irena Sokolnickia'ya da, teşekkür etmem gerekir. Kendi anıları ilginç olduğu gibi, bana kocasının yayınlanmamış günlüğünden bölümler okuyarak, kocasının özelbelgelerini incelememe izin vererek de yardımlarına katkıda bulunmuştur.  Bütün bu teşekkürler, Bay ve Bayan Seyfullah Turan'ın adlarını anmadan tamamlanmış sayılamaz. Turan'lar, Ankara'da bulunduğum sırada beni ağırlamışlardır. Türlü nezaketlerini hep övgüyle anacağım.  Sir Huge Knatchbull-Hugessen'e de, İngiltere'de, Barham'daki evinde bana ayırdığı bir bütün öğleden sonrası için teşekkür etmek isterim. Savaş sırasında Birleşik Krallık'ın Ticaret Kurulu Başkanı olan Lord Swinton da, çok cömert davranmıştır. Gerek Profesör W.H. Medlicott'la Profesör Bernard Lewis, gerekse eski hocam Dankwart A. Rustow ve eski meslektaşım Kemal Karpat, bana ilginç görüşler aktarmışlardır. Uyarıcı önerileri için Profesör Walter Weiker ve Profesör Victor Swenson'a, yine Harry N. Howard'a da içtenlikle teşekkürlerimi sunarım.  Uluslararası İlişkileri Araştırmalar Okulu Yazmanı Bayan Miriam de Grazia ile Okutman Bey Semih Üstün de, yıllarca süren bu araştırma sırasında dostluklarıylabeni cesaretlendirmekten geri kalmamışlardır.  New York Üniversitesi Siyasal Bilgiler bölümündeki meslektaşlarıma, özellikle

Sayfa 4

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 5: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıNew York Üniversitesi Uluslararası Araştırmalar Merkezi Direktörü Profesör Thomas M. Franck'a, bu araştırmanın tamamlanması sırasında gösterdikleri güven ve nezaket için minnetle teşekkür ederim.  Bu fırsattan yararlanarak, sekreterlik görevlerini yerine getirirken ispatladığı dikkati, sabrı ve etkili çalışması için de Bayan Margaret A. Wormser'e teşekkür etmek isterim.  Başta, Nevin Menemencioğlu ve Turgut Menemencioğlu ile Bayan Nermin Streater olmak üzere, Menemencioğlu ailesi, Numan Menemencioğlu'nun yayınlanmamış olan anılarından yararlanmama izin verme inceliğini göstermişlerdir. Bayan Streater ve Elçi Turgut Menemencioğlu, ayrıca olağanüstü bir kimse olan amcalarının kişiliği ve politikası üzerine son derece değerli katkılarda bulunmuşlardır. Onların yardımları olmasaydı, araştırma hiçbir zaman bugünkü durumuna erişemezdi.  Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye de teşekkür etmek isterim. Türkiye'nin siyasal geleceğini çizmek için çok şeyler yapan bu büyük önder, bir sürü soruma karşılık verme nezaketinde bulunmuştur. İki uzun görüşme sırasında, savaş yıllarındaki Türk dış politikasının ana çizgilerini ortaya koyarken, kendi görüşlerinin ve varmak istediği noktaların ne olduğunu anlatmıştır.  Son olarak, Uluslararası İlişkileri Araştırmalar Okulu profesörlerinden Macid Khadduri'ye de en içten minnet duygularımı ifade etmek isterim. Kendisini öğretim kurumuna adayışı, bütün üniversite çevrelerince övgüyle anılan Profesör Khadduri, yıllarca bir kılavuz gibi çaba göstermiş ve benim İslamiyet kuruluşlarıyla İslam kültürünü ve çağdaş Orta Doğu sorunlarını anlamama yardımcıolmuştur. Bu araştırmaya beni ilk olarak iten ve gerçek bir bağlılıkla ilerleyişini izleyen profesöre, her zaman için minnet duyacağım. 

  E.W.  New York City  BİRİNCİ BÖLÜM 

  Savaş Yıllarında Türkiye 

  I 

  POLİTİKA TESPİT USULÜ 

  Savaş yıllaında Türkiye'nin izlediği dış politika, bir tarafsızlık politikasıydı. Bu politikanın geniş boyutlu sonuçları ve olayların gerektirdiği değişiklikleriyle birlikte kapsamı, her şeyden önce bir tek adamın çabalarına dayanıyordu: İsmet İnönü'nün. Devletin politikasını çizerken, İnönü yine de yalnız değildi. Düzenli olarak Bakanlar Kurulu'na, Parti'ye, Parlamento'ya (TBMM) dayanan, küçük, sınırlı, fakat oturmuş bir dış politika ''kadro''suna, basında birtakım kişilere ve Türk Tarih Kurumu gibi bazı derneklere danışıyordu.Dış politika alanında alınacak kararlarda İnönü'nün güvendiği bu kişiler içinde en önümlisi, Dışişleri Bakanı Numan Menemenoğlu'ydu.  İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının değişmez unsurları - İncelenmekte olan çağda, Türkiye'nin her türlü politikasına egemen olan başlıca unsur, İsmet İnönü'nün etkisidir (1). 1943'le 1946 yılları boyunca, bir yanda Cumhurbaşkanı ile, öte yanda Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri arasındaki statü ve etki sınırları bakımından ara gittikçe artmıştır. Frederick Frey'in özlü bir biçimde belirttiği gibi, ''iğneleyici bir gözle bakılırsa, İnönü'nün İnönü'den başka kimsesi yoktu'' (2). Başka türlü söylersek İnönü, hükûmetin çarklarını sıkı bir denetim altına almıştı.  Gerek devlet başkanı, gerekse tek siyasal partili bir sistemde parti başkanı olarak sağladığı güçle, denetimini otoriter bir biçimde yürütebiliyordu. Türk devlet gemisinin çarkı, İnönü'nün biyografisini yazan Şevket Süreyya Aydemir'in de belirttiği gibi, tüm sonuçları ile birlikte, bütünüyle İnönü'nün elindeydi (3). İleri sürülen bu savlar, dış sorunları konusu için doğrudur. İnönü, hükûmetpolitikasının her alanında eşit biçimde etkili olmaya kalkışmamıştır. Doruğa erişen bütün politikacılar gibi, o da bazı sorunlarda başkalarına öncelik tanımayı, gerekli görmüştür. Bir asker olarak yetiştiği ve başarılı bir enerjisini en büyük bölümünü dış sorunlara ayırmış ve bir bakıma da, ''hükûmetinkendi başının çaresine bakmasına izin vermiştir'' (4).  İnönü, çeşitli fırsatlarda, dış politikanın dışındaki gelişmelere özel bir

Sayfa 5

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 6: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıdikkat göstermiştir. örneğin, basını ve öbür kitle haberleşme araçlarını sıkı bir denetim altına alma konusuna kişisel olarak karışmıştır. Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal aracılığıyla sıkıyönetimi yürütmüş, 1942 yılı sonunda konan Varlıkvergisi uygulamasını, dikkatle izlemiştir (5). Fakat, bu dönemde dış politika, yine de İnönü'nün, başlıca uğraşısı olmuştur genellikle.  Bu konuda kanıtlar çoktur. Sözgelişi, o zamanlar Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı olan Feridun Cemal Erkin, Cumhurbaşkanı ile beş ya da altı haftalık toplantılar yaptığını, bu toplantılar sırasında İnönü'nün o hafta alacağı kararların ana çizgilerini çizdiğini hatırlamaktadır (6).  Cevat Açıkalın'ın Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine atandıktan sonra getirdiği ilk yeniliklerden biri, her türlü diplomatik yazışmanın ve telgraf mesajlarının hemen İnönü'ye verilmesi olmuştu (7). Bu durum, Cumhurbaşkanının, diplomatik mesajları ve haber alma dairesi raporlarını daha gelir gelmez değerlendirmesine fırsat hazırlıyordu. İnönü böylece, gelişmeler üzerine, Menemencioğlu ya da Dışişleri Bakanlığındaki öbür yüksek memurlar kadar çabuk bilgi edinebiliyordu. İnönü, bu yöntemin dışişlerini yönetmekte kendisine büyük kolaylıklar sağladığını kabul etmektedir (8). Görevleri başındaki elçilerinin gönderdikleri raporlar ve verdikleri salıklar, ileri sürdüğüne göre, İnönü'nün karar alırken dayandığı tek kaynaklardı.  İncelenmekte olan çağın Türk dış politikasını anlamak için, bu değişmez unsurların belirtilmesi ve İnönü'nün savaşta Türkiye'nin yolunu çizerken dikkatealdığı fikirlerin kavranması gerekir. Böyle bir listenin başında, İnönü'nün çok iyi bilinen doğuştan ölçülüğü gelir. İnönü, dış ilişkileri, askerlik stratejisinin ilk ilkesi olarak nitelendirdiği ''ölçülük''le yönettiğini ileri sürmektedir. ''Savaşta izlediğim dış politikayı kararlaştırırken benimsediğim temel ilke, daha başlangıçta işlenecek bir hatanın düzeltilmesinin zor olduğunu bilmekti '' (9). Bunun sonucu olarak da Türkiye, İnönü döneminde hep savaşa girmeye hazır durumdaydı; ama, ancak İnönü'nün kendi koyduğu bazı şartların gerçekleştirilmesi halinde... Aceleci ve atak eylemlerden ya da gözüpek davranışlardan hep uzak kaldı. Bu tür davranışlar, Türkiye'yi göz göre göre ateşe atmak demektir (10).  İnönü'nün kişiliğindeki bu unsur Türk topraklarını kanlı savaşlardan kurtarmakla birlikte, eski Cumhurbaşkanı'nı savaş yıllarında da, daha sonra da, sert eleştirilerden kurtaramamıştır. Sözgelişi;  ''Savaş yıllarındaki Türk politikası neydi?'' sorusuna verdiği karşılıkta Nadir Nadi:  ''Biz (Nadir Nadi ve Türk basınındaki dostlarından oluşan bir klik) diyor; yönetimimize 'kaypak rejim' adını takarak eleştirmeye alışmıştık; çünkü, bu yöntemi dilediğimiz yöne çekebilirdiniz (11). Daha sonraları bu konuda İnönü'ye daha başka eleştiriler de yöneltildi, çekingen davranışının, ihtiyatlığının ''Türk ulusunun erkekliğini öldürdüğü'' bile ileri sürüldü (12). Türkiye dışındabaşkaları ise, savaş yıllarındaki Türk dış politikasını ''çekingen'' (13) ya da ''korkak'' olarak nitelendirdiler (14).  Ancak, İnönü, savaş yıllarında dış politika kararlarını alırken gösterdiği titiz ölçülükle, Türkiye'yi büyük bir yıkıma uğramaktan ve acılardan kurtardığına hâlâ inanmaktadır (15). O önemde halkın duygularının kendisinden yana olduğu anlaşılıyor. İnönü, 1943 yılı Mart ayında Türk Dışişleri Bakanlığınca hazırlanan bir durum raporu almıştı. Bu raporda halkın her tabakasının, ordu da içinde olmak üzere, daha saldırgan bir tutuma karşı olduğu,özellikle ülkeyi savaşa sürükleyecek atılımlardan çekindiği gösteriliyordu (16).  Demek ki, Türk tarafsızlığı, İnönü'nün yönettiği durumuyla bir bekleme politikasıydı aslında (17). İnönü'nün uyguladığı ölçülülük felsefesi, günden güne değişen özel bir karar verme tarzı geliştirmişti kendisinde. Aydemir, savaşsırasında olaylar her saat değişmekteyken İnönü'nün aşırı bir dikkat gösterip vakit kazanmaya çalıştığını yazarak bu durumu belirtmiştir (18). İnönü de bir seferinde kendisi şöyle söylemiştir: ''Bırakın, önce geceyi geçirelim, bırakın, önce sabaha çıkalım; yılları, ayları ya da haftaları düşünmeyelim'' (19).  Bu, İnönü'nün Türk dış politikasını dile getirdiği ya da amaçlarla doldurmayı başaramadığını söylemek anlamına gelmez. Tersine, politika tespitine derin bir inanç duygusu getirmiştir. Her günün üzerni'de dikkatle, ayrı ayrı çalışması, uzun vadeli amaçları olmadığı anlamına da gelmez. Üstelik, şu temel amaç için her zaman inançla çaba göstermiştir: ''Türkiye yalnız Türklerindir.'' (20)  Atatürk devriminin Türkiye'de kök salmasından bu yana Türk dış politikasının temeli, Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve Türklerin kendi toprakları üzerinde kendi kaderlerini çizme hakkına sahip çıkmaları olmuştu (21). Savaş yıllarında da İnönü bu hakka ve Türk topraklarının bütünlüğüne, Türk dış politikasının temel ilke ve amaçları olarak bakmıştı. Atatürk, halkına, imparatorluğu yıkıp bağımsız bir ülke durumuna geçişleri sırasında, toprak bütünlüğüne dayanan modern bir devlet kavramını öğretmişti ama, 1923'te Lausanne'da, Türk

Sayfa 6

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 7: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasısınırlarına dokunmanın buna kalkışacaklara çok pahalıya oturacağını Lord Curzon'a inandıran, İnönü olmuştu (22). Bu konuda Mussolini'yle Hitler'i de iknaettiği anlaşılmaktadır. Buna ayrıca dikkat edilmelidir.  İnönü, Nazi Almanyası'nın tehdidinden korkmaya başlamadan çok daha önce, Mussolini'nin İtalyası'ndan çekinmişti; Türk sınırlarını ilk tehdit eden Hitler değil, Mussolini olmuştu. 1935'te İtalyanların Habeşistan seferinden sonra İnönü, Mussolini'nin Antalya bölgesindeki verimli toprakları ülkesine katmak isteyeceğini tahmin etmişti. Bu, Mussolini'nin sık sık ileri sürdüğü bir istekti(23). Öte yandan Alman halkının yeniden birleşmeyi istemesini 1935'te son dereceanlayışla karşılamak mümkün görülüyordu (24). İnönü'nün tutumu, Almanlar ancak Doğu Avrupa'yı ve Balkanları istila ettikten sonra değişti; Südetler bir başka sorundu, Polonya ve Bulgaristan başka (25). Savaş boyunca İnönü, özellikle Mihver kuvvetlerinin dört bir yanda hızla ilerledikleri sırada, gerek Almanlara gerekse İtalyanlara, Türkiye'nin sınırlarının bozulmasına asla izin vermeyeceğini belirtmekten hiç geri kalmamış, her türlü istila teşebbüsüne olanca gücüyle karşı koyacağını belirtmiştir.  Bunun Berlin üzerinde etkili olmadığı söylenemez. Sözgelişi, Ribbentrop bir seferinde Von Papen'e, Komuta Kurulu, Türkiye'nin istilası için yeter derecede güce sahip olduğunu kesinlikle belirtinceye kadar, Türkiye'ye yalnız diplomatik baskı yapılması konusunda talimat vermişti (26). Türk sınırlarına dokunulamayacağı konusunda İnönü'nün gösterdiği azim, Hitler'in 3 Mart 1941'de kendisine gönderdiği mektubun anlaşılmasına da yardımcı olabilir. Alman birliklerinin Bulgaristan'ı istila ettikleri bir sırada gönderilen bu mektup, Bulgaristan'ın istila edilmesinin Türkiye'yi hiç bir biçimde tehdit etmediği üzerine garanti veriyordu (27). Hitler, İnönü'ye ordularını Türk sınırından 60 kilometre uzaklıkta durduracağını, böylece Almanya'nın Türk sınırlarına karşı harekete geçmek gibi bir niyet beslemediğini ispat edeceğini bildiriyordu (28). Dolayısıyla bu mektup, İnönü'nün Türk sınırlarını savunmak için gösterdiği kararlılık ve azmin, Hitler'ce kabulü olarak anlaşılabilir.  Hitler de buna karşılık bir bedel koparmak istemiştir. Türkiye, Almanya'ya karşı açıkça hiç bir yıkıcı etkinliğe girişmeyecektir. Hitler'in 1941 yılı Mart ayında gönderdiği mektubundaki tehditler, İnönü'nün gözünde, ölçülü olmanın önemini bir kat daha artırmıştır. Gerçekten de, bütün savaş süresince İnönü ve Hitler, karşılıklı olarak ülkelerini bir çatışmaya sürükleyecek davranışlardan özellikle kaçınmışlardır (29). Her ikisi de, önce kendisini gemleyerek, ötekini durdurabilmiştir.  Hesaplarına göre, her ülkenin ötekine zorla yaptırmak isteyeceği şey, onun yapamayacağını umdukları şeyden daha az önemliydi. Her ülke bunun içni birtakım olumsuz teşebbüsleri tercih etti. Sözgelişi, Türklerin, İngilizlere topraklarında havaalanları yapmalarına izin vermemeleri, yani, karşı yanın saldırısından sakınma amacını güdüyordu.  Dolayısıyla İnönü, savaşta Türk dış politikasını, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü koruma açısından yönetti. Bu görüş açısı, ''Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var, ne de başkasına bir karış toprak veririz'' diye özetleniyordu. Bu görüşün çifte anlamı vardı. İnönü, Türkiye'nin sınırlarına saldırılamayacağını hesaplarken, bunun bedelini de kabul etmişti. Türk topraklarının bir karışını bile vermemeye kararlıydı, ama herhangi bir başka ülkenin topraklarına göz dikilmemesi de şiddetle karşıydı. Bu ilke Rusya için degeçerliydi. Almanya'nın, Stalin Rusyası'na karşı 1942 yılı sonunda kazandığı ilkzaferlerden başlayarak Alman diplomasisi, Sovyetler Birliği'nden alınan bazı bölgeleri ganimet diye kabul etmesi için İnönü'yü sıkıştırmışsa da, başarısızlığa uğramıştı (30). İnönü'nün, serüvenci ve ırkçı kavramlara karşı direnişi, ilerde de göreceğimiz gibi, o zamanlar var olan Turancılık akımının Türk dış politikasını etkilemesini kesinlikle sınırlamıştır (31).  Aslında, Türkiye'nin Rusya'dan toprak almaya kalkışması dahice bir buluş değildi. Asıl düşündürücü sorun, Sovyetler Birliği'nin Türk topraklarına göz dikmesi ihtimaliydi. Kuşkusuz, bu da İnönü'yü en çok düşündüren sorunlardan biriydi. Cumhurbaşkanlığına seçildiği dönemde, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında, o zamana dek eşi görülmemiş yirmi yıllık bir iyi niyet dönemi yaşanmışolduğu halde, İnönü kişisel deneylerine dayanarak, Rusların tutkuları karşısındatetikte bulunmak gerektiğini öğrenmişti. Sözgelişi, İnönü 1930'da, Türkiye'nin Rusya'yı kızdırmadan Batılılarla daha sıkı ilişkiler kurmak istediği sıralarda, Sovyetler Birliği'ne bir gezi yapmıştı (32). İnönü bu geziden dönüşünde, CHP parlamento grubunun seçme üyelerinin önünde, Atatürk'e aşağıdaki çözümlemeyi sundu: Ruslar, özellikle Batılılarca uzaklaştırılıp sarıldıklarını hissediyor, bunun sonucu olarak da, Batı sınırlarının güvensizliği kendilerinde bir tutku biçiminde. Türkler kendilerine doğrudan bir baskı unsuru olmadıkları sürece, Türkiye'yle dostça ilişkiler sürdürüyorlar ve sürdürmek de isteyecekler. Ruslar,Batı sınırlarını güçlendirmek için zaman kazanmak amacıyla, Doğu sınırlarının

Sayfa 7

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 8: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgüvenlik içinde olması isteğindedir.  İnönü, Sovyetler Batı sınırlarına güvenilir gözüyle bakmaya başladıktan sonra,''Artık bizimle dost olmaya önem vermeyeceklerdir'' biçiminde görüşünü açıklamıştır. Sovyetler, Batılı devletlerin tehdidinden kurtulmaya başladıklarını hissettikleri anda, Doğu'da çok daha saldırgan duruma gelecek, umulur ki, Türkiye'ye de aynı biçimde davranacaktır. İşte bu nedenle İnönü, Sovyetlerin kendilerini Batı karşısında tam anlamıyla güvenlik içinde görmelerini istemiyordu. 1939 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İngiliz ve Fransız diplomatları, bir Türk-İngiliz-Fransız-Sovyet paktı için uygun zemin kollarken, Sir Alexandre Cadogan'ın ifadesine göre İnönü, ''Sovyet ordusunun kara savaşlarına katılmasının gerekli olduğunu, çünkü bir Avrupa savaşından Rus ordusunun hiç zarar görmeden çıkmasının felaketler doğuracağı görüşünü üsteleyerek savunmuştur. Rusya'nın Batı sınırlarının güvenilir duruma gelmemesi,Türkiye için en iyi korunma amacıydı. Batı Avrupa'da Rus egemenliğine yol açacakbir savaş, bu korunma aracını ortadan kaldırmaya yeterdi. İnönü 1930'da, aradan en az yirmi beş yıl geçmeden böyle bir güvenliğin sağlanacağını sanmıyordu. İnönü'nün umduğu gibi, Rusya savaşa katıldı; ancak, 1943'te Alman ordularına karşı kazandıkları kesin zafer, İnönü'nün tahmin ettiğinden on iki yıl daha önce, Sovyetlerin Batı'da aradıkları güvenliğe kavuşacaklarını ortaya koydu (33).  Belki de İnönü'nün Sovyet politikası üzerindeki bu görüşleri, Stalin'in 1941 yılı sonunda İngilizlerle birlikte Yunanistan'a ait bazı toprakların Türkiye'ye verilmesi önerisi karşısında Türkiye'nin gösterdiği sert tepkiyi açıklayabilir. İnönü, belki de Türkiye'nin doğusundaki bazı toprakları Stalin'in kendi ülkesineeklemek istemesinden çekiniyordu. Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sırasında İnönü'nün kararlarını etkileyen unsurlardan biri Türkiye'nin toprak bütünlüğü ise, ağırlığını en çok duyduğu karşı unsur da, Sovyetler Birliği'nin siyasal tutkularıydı (34). Alman ordularının ilerlediği dönemde İnönü, görüşlerini açık seçik İngiliz ve Amerikan diplomatlarına anlatmakta kararsızlık göstermedi. Birleşik Amerika Büyükelçisi Lawrence A. Steinhardt'ın güven mektubunu sunuşu sırasında kendisiyle yaptığı ilk resmî görüşmede, savaş sonrası dünyasında Sovyet etkisi sorunu büyük bir yer almıştı. Alman orduları büyük bir hızla Stalingrad'a doğru ilerledikleri halde, Türkiye Cumhurbaşkanı, eğer Rusya, Almanya'yı yenecek olursa, Sovyet emperyalizminin Avrupa'yı ve Orta Doğu'yu ''silip süpüreceği'' konusunda Steinhardt'ı uyarıyordu. İnönü bu arada Rusya eğer imkân bulursa Boğazlara da el koymaktan çekinmeyecektir, endişesini beslediğini de belirtti (35).  Savaş sırasında İnönü, yanına aynı inançta olan adamları almıştı. Gerek kararları hazırlarken, gerekse uygulama sırasında, sayıları bir epeyce kabarık olan bu yardımcılarına dayanıyordu.  Kendisi, dünya sorunlarına iyice daldığı için, yardımcılarına hatırı sayılacakkadar yetki tanıyor, bağımsız olmasa bile, serbestçe iş görmelerine izin veriyordu. Yine de, bu adamların oynadıkları rolü çözümlerken şu unsuru akıldan çıkarmamalıyız: Hareket özgürlüğü ve dış politikaya katkıda bulunmak, ancak İnönü'nün bir lütfuydu; burada incelenmekte olan dönem ancak İnönü'nün egemen olduğu Türk politikası çerçevesinde içinde anlaşılmalıdır (36).  İnönü'nün göz yumuşunun sonucu olarak karar alma konusunda kendisine hizmet eden yetkililerden en önemlisi de Numan Menemencioğlu'ydu.  Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı - Epeyce karmaşık bir kişiliği vardır. Hukuk öğrenimi yapmış, fakat doğal yatkınlığı nedeniyle diplomatlıkta karar kılmıştır. Numan Rifat Menemencioğlu, 1942 yılı Ağustos ayında Türkiye Dışişleri Bakanlığı'na atandı ve 1944 yılı Haziran'ında istifa edinceye kadar dabu görevde kaldı (37).  Namık Kemal'in torunu olan Numan Menemencioğlu, Birinci Meclis'te Menemen eyaletini temsil eden Refet Paşa'nın ikinci oğluydu (38). Öğrenimini İsviçre'ninLausanne şehrinde yapmış, 1914'te Dışişleri Bakanlığı'na girmişti. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yükseldi ve olağanüstü yetenekleri pek çabuk Atatürk'ün gözünde değer kazandı. 1933'te Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri oldu. Bir politikacıdan çok bir aydın olan, halktan çok fikirlerle ilgilenmekten hoşlanan Numan Menemencioğlu, dış politika üzerinde çalışmaktan ve bunun uygulamasından çok zevk alıyordu (39). Dışişleri Bakanlığı'na atanması dolayısıyla şöyle yazmaktaydı: ''Bu görev için bir çıraklık dönemi geçirmemin gereği yoktu; 13 yıldan beri bakanlığın çeşitli dairelerinin başında bulunmuş ve bu görevler sırasında Türkiye'nin dış politikasını yönetmeyi kavramıştım. Şimdi ise sorumluluğum yalnızca başka bir biçime bürünmekteydi.'' (40)  Gerçekten de, aradan geçen yıllar boyunca Dışişleri Bakanlığı'nın, Menemencioğlu'nun yaşantısının merkezi durumuna geldiği söylenebilir.  Menemenciolu 1942'de Dışişleri Bakanı olduğu zaman, Bakanlığın personelini çoktan avcunun içine almıştı. Daha Genel Sekreterliği sırasında diplomatik

Sayfa 8

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 9: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgörevlerdeki ve Dışişleri Bakanlığı'ndaki adamların değerli kişiler olmasını sağlamıştı. Bakanlığın, Birinci ve İkinci Daire başkan yardımcıları olan Abdullah Zeki Polar ile Muharrem Nuri Birgi, İkinci Daire Başkanı Nurettin Vergin, Menemencioğlu'nun Özel Sekreteri Şadi Kavur, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği Özel Kalem Müdürü Turgut Menemencioğlu, Protokol Dairesi Başkanı Kadri Rizar, 1944'te Beyrut'ta genç bir başkonsolos olan Fatin Rüştü Zorlu gibi adamlar, Menemencioğlu'nun yanına aldığı kişilerdi hep (41). Bakanlıktaki görevlerine en iyi biçimde uyabilmeleri için Menemencioğlu, evinde ya da bakanlıkta sık sık seminerler düzenler, onların çeşitli sorunlar ve durumlar karşısındaki tepkilerini incelerdi.  Menemencioğlu, Bakanlık üzerindeki denetleyici durumunu korumak için ''zalimane'' davranmaktan çekinmemiştir (42). Bakanlığın asıl ''çalışan çarkı'' ya da yüreği (43), dünyanın çeşitli bölgelerini ele alan üç siyasi daireydi. Birinci Siyasi Daire, Batı Avrupa, Fransa, İngiltere, Almanya ile uğraşıyor, Birleşik Amerika ile öbür Kuzey Amerika ülkeleri de bu dairenin alanına giriyordu; İkinci Siyasi Daire, Doğu Avrupa'dan, Balkanlardan, Yunanistan ve Sovyetler Birliği'nden sorumluydu. Seyfullah Esin'in yönettiği Üçüncü Daire ise,Orta Doğu ve Uzak Doğu sorunlarıyla ilgileniyordu.  Menemenciolu, adı geçen daireleri etkili bir biçimde yönetiyor ve tümüne kendietkinlik alanı gözüyle bakıyordu (44). Kesinlikle anlatmak zor olmakla birlikte,İnönü'nün dışişleri sorunlarına kişisel merakı oluşunun, başka bazı etkenlerle birlikte, Menemencioğlu'nun Dışişleri Bakanlığından istifasını istemesine yol açtığı düşünülebilir. Yine de İnönü, Menemencioğlu'nun yargılarını ve görüşmelerdeki ustalığını beğenmiştir: ''Numan işini biliyordu; çabuktu ve gelişen olaylar karşısında, ileri görüşlülükle tepki gösterirdi'' (45).  Menemencioğlu'nun, Dışişleri Bakanlığını sıkı denetim altında tutuşu kadar önemli bir başka konu da, Bakanlar Kurulu'ndaki arkadaşlarına karşı durumuydu. Öbürleri ona genellikle perde arkasındaki başbakan gözüyle bakarlardı. Bu bakımdan Frederick Frey, Dışişleri Bakanı'nın o dönemde ''Bakanlar Kurulu piramidinin en üst noktasına çıktığını söylemektedir (46). Menemencioğlu'nun, Türk hükûmetinin geri kalan üyeleriyle olan ilişkilerinde oynadığı rolü anlamak için, bakanlığının her gün gayrı resmî toplantılara sahne olduğunu hatırlamak yeter. Her sabah saat 9'da Başbakan Şükrü Saraçoğlu, gündelik resmî programına, Dışişleri Bakanlığı odasında, Menemencioğlu'yla bir toplantıyla başlardı. Böylece, bütün dünyaya karşı birleşmiş bir cephe durumunda çıkabilirler, etkinliklerini düzenleme yeteneğine kavuşurlardı. Toplantıya başka bakanlar da katılırdı. Sık sık aynı toplantılarda hazır bulunan Cevat Açıkalın, bu görüşmelerde çıkan bütün tartışmalar sırasında Menemencioğlu'nun başrolü oynadığını hatırlamaktadır (47).  Savaş döneminde Menemencioğlu'nun izlediği politika üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Anthony Eden'la daha başkaları, savaş sona ermeden önce, Menemencioğlu'nun Mihver davasından yana olduğuna inanmıştı (48). Şimdi bukonuda iki şey söylenebilir. Bir: Menemencioğlu'nun Dışişleri Bakanı olarak güttüğü ilk hedef, Türkiye'yi savaşın dışında tutmaktı. İnönü gibi o da, Türkiyehangi gruptan yana savaşa katılırsa katılsın, ülkenin baştan aşağı yakılıp yıkılacağına, hatta belki de işgale uğrayacağına inanmıştı. Menemencioğlu, ''Dışpolitikamızın hedefi, sonuna kadar geleceğimizi kendi kendimize belirlemek amacını korumaktır. Savaşa katılsaydık, geleceğimizi kendi kendimize belirleme hakkını yitireceğimizden, ülkemin bundan hiç bir şey kazanamayacağından eminim'', derken, kararlılığının ardındaki mantığı açıklamış oluyordu (49). Bir başka gün de Menemencioğlu, şöyle bir konuşma yapmıştı: ''Biz benciliz ve sadecekendi çıkarlarımız için savaşırız'' (50). Menemencioğlu, savaşta Türkiye'nin hiçbir şey kazanmadan, çok şey yitireceğine inanmıştı. Toprak isteği yoktu, uluslararası durumunun radikal bir biçimde gözden geçirilmesini de istemiyordu. Menemencioğlu'nun inancına göre Türkiye'nin savaşa girmekten elde edeceği tek şey, büyük devletlerin ordularına savaş alanı olmakla kalacaktı.  Buradan ikinci konuya geçilebilir. Menemencioğlu, okuduğu tarihi eserlerden, küçük ulusların kendi kaderlerini çizme konusunda, en iyi biçimde, ancak büyük devletler arasındaki güç dengesi sayesinde korunabileceklerine inanmıştı. Bu nedenle de Büyük Britanya ile bir anlaşma, Nazi Almanyası ile de bir dostluk paktını hedef tutan politikada yanlış bir yön göremiyordu. Bunların her ikisi deTürkiye'nin ''etken tarafsızlık'' politikasının belirtileriydi. Bu tarafsızlık, Türkiye'yi korumayı gözetirken, Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası'nın aşırı derecede güçlenmelerini de engelliyordu (51). Menemencioğlu bir seferinde de şunları söylemişti: ''Buna göre biz, bu savaşın, karşıt yanlardan birinin ya da öbürünün kesin yenilgisiyle sonuçlanmasını istemiyoruz... Türkiye'nin çıkarları,görüşme yoluyla varılacak bir barışa yönelmiştir'' (52).  Menemencioğlu, bütün bu ülkelerin, küçük devletlere karşı saldırgan emeller beslediğini düşünüyordu; bunlar ancak birbirlerine düşürülerek gemlenebilirdi.

Sayfa 9

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 10: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıSavaşın sınır boylarında sürüncemede kaldığı ilk döneminde, Menemencioğlu da, İnönü'nün görüşünü paylaşmaktaydı. Buna göre savaş, Rusya'nın tarafsız ve dokunulmadan bir yanda kalmasıyla verilecekti. Yine Menemencioğlu da, olup bitenlerden sonra Almanya'nın tutkularının sınırsızca yayılmasından çekiniyordu.Alman ordularının ilerlemesi sürüp giderken, şöyle bir konuşmada bulunmuştu: ''Yeni düzenle (Üçüncü Reich), sıkı bir alışverişimiz olsun istemiyoruz. Bize göre, her ülkenin kendi bağımsızlık ve var oluş biçimini seçmesi, en doğal hakkıdır.  Mihverin yaydığı yeni düzen üzerine pek az şey bilinmektedir'' (53). Menemencioğlu aynı düşünceyle,  Türkiye'nin herhangi bir büyük ülkenin ardından gitmemesi gerektiğine inanıyordu. Alman ordularının bütün cephelerde ilerledikleri dönemde ve savaştanönce Menemencioğlu, Türkiye'nin ekonomik ve askerî yönlerden Almanya'ya çok bağımlı kalmaması için büyük çaba göstermişti. 1938'de Ribbentrop'a, Türkiye'ninbir tarafsızlık politikası izlemek istediğini belirten de oydu. Böylece, Türkiye'nin askerî araç ve gereçlerinin tamamını Almanya'dan almak istemediğini;hava kuvvetlerini, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (R.A.F.) modeline uyduracağını anlatmıştı (34). Menemencioğlu'nun, Türkiye'nin büyük devletlerden herhangi birine aşırı derecede bağımlı olmamak için gösterdiği çaba, titizlik vebüyük devletler arasında bir güç dengesi kurma inancı, küçük bir devletin en iyisavunma aracıydı. Yine İngiltere'yi de, Almanya'yı Avrupa politikasından uzaklaştırma niyetine karşı uyarmaktan geri kalmamıştı. Menemencioğlu, bu konudaEden'e: ''Savaşı kazanacak ve Almanya'yı yıkmak isteyecek olursanız, Avrupa'da müthiş bir boşluk meydana gelecek, doğacak girdap bizi, yani, Türkiye'yi de silip süpürecektir'' demişti (55).  Rusların Almanlara karşı kazandıkları zaferlerin sayısı arttıkça, Menemencioğlu'nun da Almanya'nın artık Rusların tutkularını gemleyemeyeceği üzerine korkuları çoğaldı. ''Politikamızın temel ilkesi, daima Avrupa'nın merkezinde kuvvetli bir Almanya'nın bulunmasına dayanıyordu'' (56).  Bu görüş, kendisini İngiliz politikası ile anlaşmazlığa düşmeye yöneltmiş, özellikle Menemencioğlu için Avrupa üzerinde Sovyet egemenliğinin kurulması anlamına gelen Türkiye'den yardım isteği, anlaşmazlığı iyice su üstüne çıkarmıştır. Bu konuda da, şu biçimde bir konuşma yapmıştır:  ''Kendileriyle müttefik oluşumuzu, güttüğümüz politikayla ispatladığımızı İngilizler bilirler; ama, buna rağmen üçüncü bir gücün (Sovyet Rusya) yararına sömürülmeye göz yummayacağımız da bilinmelidir.'' (57). Kısacası Menemencioğlu, yapmacık bir içtenlik gözüyle baktığı bir şeye araç olmak istemiyordu. İnönü dışpolitika kararlarında nasıl ölçülü bir yol izliyorsa, Menemencioğlu da katı bir pragmatik (olaylara dayanan) gerçekçilik uyguluyordu. Bir seferinde;  ''Bırakın da siyasette hissiyattan, eski dostluklardan, silâh arkadaşlığından değil de... gündelik çıkarlardan bahsedelim...'' demişti. Bu dediğini de yoğun bir inançla yerine getirmekteydi.  Bakanlar Kurulu - Bozulan sağlık durumu nedeniyle Menemencioğlu 1943 yılı başlarında Moskova'da elçi olarak bulunan Cevat Açıkalın'ı geri çağırarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine atadı (58). Açıkalın, İsviçre'de Menemencioğlu'yla birlikte öğrenim yapmıştı; ama, o dönemde pek sıkıfıkı olmamışlardı. Buna rağmen aralarında sağlam bir dostluk kuruldu. 1943'ten başlayarak Menemencioğlu, Açıkalın'a en güvenilir dost ve meslektaşlarından biriolarak bakmaya başlamıştı (59). Açıkalın'ın Menemencioğlu üzerine yargısı, İnönü'nünkinin doğrultusundadır: ''Bir kaptan, parlak bir müzakereci, usta bir tartışmacı'' (60).  Dolayısyla Cevat Açıkalın da, incelenmekte olan dönemde karar alma konusunda rol oynamıştır. Bunu dikkate almak gerekir. 1943 yılı mart ayında Genel Sekreterolmak üzere Moskova'dan döndüğü zaman,  Dışişleri Bakanlığının kordiplomatik kadrosunda 23 yıllık hizmetini tamamlamışbulunuyordu. Atatürk'ün ayrıldığı eşinin kız kardeşi ile evlenmiş, Menemencioğlugibi, o da genç yaşında Atatürk'ün takdirini kazanmıştı. Menemencioğlu'ndan çok daha genç olduğu halde, yalnız Dışişleri Bakanı'nın yakın arkadaşı olarak değil,ayrıca İnönü'nün kişisel güvenini de kazanarak Genel Sekreterlikte önemli rolleroynamıştır. İnönü onun için: ''Cevat Açıkalın bana daima yararlı ve yakın olmuştur'', demiştir (61). Açıkalın, Moskova'da bulunduğu sırada, Rusların Türkiye'nin savaşa girmesini bahane ederek ordularıyla Türkiye'ye yerleşmeye kalkışmalarından çekinmeye başlamıştı (62). İnönü ve Menemencioğlu'ndan bağımsızolarak politikada yön çizecek biri olmadığı halde, 1943'le 1946 yılları arasındaalınan belli başlı önemli kararlarda, o da etkili olmuştur.  Müttefik ordularının cephelerde ilerlemeye başladığı dönemde, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Alman ordularının cephelerde zaferden zafere koştuğu dönemde, Refik Saydam kabinesinde Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuştu (63). Bu nitelikle gittiği ve bir aya yakın süre kaldığı Nazi Almanyası'nın beklenmedik müttefiki

Sayfa 10

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 11: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıSovyet Rusya'yla da bir ittifak yapmaya çabalarken, 1939 yılı Eylül ayının 26'sından Ekimin 17'sine kadar Moskova'da bulunduğu dönemde, oyalanmanın ve aldatılmış olmanın büyük acısını tatmıştır (64). Bu dönemde Ruslarla bir anlaşmaya varmakta gösterdiği başarısızlık. Molotov'un davranışları, ilerde tanık olacağımız gibi, Saraçoğlu'nun Rusya'nın savaş sonrası niyetleri üzerine etkili bir biçimde aydınlatmıştır. Saraçoğlu, Menemencioğlu'nun istifasından sonra üç ay süreyle başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini birlikte yürütmüştür.  Bakanlar Kurulu'nun öbür üyelerinin, dış politika konusundaki kararlarda etkileri son derece sınırlı olmuştur. Statüleri ve etkileri bakımından Maliye veİçişleri Bakanları, Yedinci Meclis dönemi olan 1943-1946 yıllarında, önem sırasıbakımından Dışişleri Bakanı'ndan sonra gelmişler (65): İncelemekte olduğumuz dönemde Maliye Bakanlığı görevini Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sümer yüklenmişlerdi. 17 Ağustos 1942'ten 25 Mayıs 1943'e kadar İçişleri Bakanlığı yapan Recep Peker ise, Mihver'e daha yakın bir politikanın savunucusu olmuştur (66). Daha sonra Peker'in yerini Hilmi Uran almış (67), Uran'la birlikte Millî Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal (68) ve özellikle İnönü'ye yakınlığı ile tanınan Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel (69), 1944 yılı Mayıs ayından sonra Turancılık akımı eylemlerinin ezilmesinde etkili olmuşlardır.  Ünlü general Ali Fuat Cebesoy da savaşın büyük bir döneminde Uluştırma Bakanı olarak görev almıştır.  Söylendiğine göre, Peker gibi, o da İkinci Dünya Savaşı'na, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin egemenliğini kırmaya yarayacak bir fırsat gözüyle bakmaktaydı (70).  Yine de, Peker gibi körü körüne bir Mihver yanlısı değildi (71).  Son olarak bir ad daha anmak gerekir ki, o da Hasan Şaka'dır. İncelenen konudaMenemencioğlu kadar önemli bir rol oynamadığı halde, Hasan Saka, 15 Eylül 1944'te onun yerane Dışişleri Bakanlığı'na atanmış ve San Francisco Konferansı'nda Türkiye'yi temsil etmiştir. Bu göreve gelişinde, dış politika sorunlarında yasama ve yürütme organları arasında oynadığı bağdaştırıcı, başarılı rol etkili olmuştu (72).  Şimdi de, Meclis'in, savaşın son döneminde dış politikanın saptanması konusunda oynadığı rolü inceleyelim.  Büyük Millet Meclisi ve C.H.P. Parlamento Grubu - İnönü'nün, Ankara siyasal çevrelerine egemen olması, kendisini Meclis'in üstünde gördüğü anlamına gelmez. Tersine, İnönü, Büyük Millet Meclisi üyeleriyle düzenli olarak bağlantı içinde kalmayı âdet edinmişti.  İnönü, yalanlamak istercesine, ''Halk benim savaş yıllarında mutlak otoriteye sahip olduğumu düşünür,'' demiştir. ''Oysa benim sadece menevî ya da yönetici bir etkim olmuştu ve ben daima Büyük Millet Meclisi'ne teklifler götürmüşümdür.'' (73) Dolayısıyle bizim de, Meclis'i, savaş yıllarında dış politika kararlarının alınışıyla olan ilişkisini, C.H.P. Meclis Grubu'nun ya da C.H.P. Grubu'nun tutumunu ve özellikle can alıcı rol oynayan milletvekillerini tartışmamız gerekir.  1924 Türk Anayasası'na göre Türkiye Cumhuriyeti'nde egemenlik, onun temsilcisiolan T.B.M.M. aracılığıyle, ulusundur (74). Meclis de, yürütme yetkisini, T.B.M.M. üyeleri arasından dört yıl için seçilen Cumhurbaşkanına verir. Cumhurbaşkanı yine Meclis üyeleri arasından bir başbakan atar, Başbakan'ın atadığı bakanları onaylar ve isterse Bakanlar Kurulu toplantılarına başkanlık daedebilir (75). Demek ki Meclis, yürütme gücünü, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluaracılığıyle uygulamaktadır. Bu temel yapının da üstünde, elbette bir de siyasalyaşantının gerçekleri vardır. Türkiye'de iki partili bir demokrasiyi geliştirmekiçin gösterilen çeşitli çabalara rağmen, o dönemde C.H.P. tek başına varlığını sürdürmekteydi.  Siyasal gücü yalnız bu parti temsi ediyor, hükûmetin siyasetini yalnız bu parti etkiliyordu. Daha 1923'ün başlarında C.H.P.'nin bir Meclis Grubu kurularak, hükûmetle parti siyasetinin bağdaştırılması amacı güdülmüştü (76). Savaş patlak verdikten sonra, devletin izlediği siyaseti onaylama sorumluluğu, Meclis Genel Kurulu içindeki C.H.P. Meclis Grubu'nun üzerine kalmıştı (77). A.C.Edwards'ın belirttiği gibi, Ankara'da ''İkili bir parlamento türü'' vardı (78).  Özellikle savaş yıllarında bu yöntem çok uygun düşmekteydi. Gelenek gereğince,Meclis'teki tartışmalar halka açıktı. Meclis Grubu'nun siyasal toplantıları ise kapalı oluyordu. Meclis'in pazartesi, çarşamba ve cuma günleri yapılan olağan toplantıları, sıradan bir biçimde geçiyor, hükûmetin ne istediğini ve neyin oybirliğiyle kararlaştırılmasını dilediğini ortaya çıkarıyordu (79). Gerçek Parlamento çalışmaları ise - oylamalar ve soru önergelerinin görüşülmesi, Bakanlar Kurulu'nun izlediği politikanın gözden geçirilmesi, kararların tartışılması ve yapıcı yeni tasarıların ele alınması - düzenli olarak salıları toplanan Meclis Grubu'nun oturumlarında yapılıyordu. Savaş yıllarının büyük bir

Sayfa 11

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 12: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbölümünde Ticaret Bakanı olan Fuat Sirmen, Meclis Grubu toplantılarında BakanlarKurulu üyelerinin, kendilerine yöneltilen sorular karşısında ürkek ve çekingen olduklarını, bazı toplantılardan çok yorgun, ya da görevlerinden uzaklaştırılmışolarak çıktıkları bile belirtmiştir (80). Anlaşılıyor ki, Bakanlar Kurulu, Meclis Grubu'nun salı günkü toplantılarından aldığı direktiflerle yönünü çizer ve bütün bir hafta boyunca da grubun kilit noktalarındaki yöneticilerle sıkı ilişkide olurdu (81). İşte, bizi burada özellikle ilgilendiren de budur.  Dış politika kararlarında yasama ve yürütme organlarının işbirliğinin incelenmesinden çıkan gerçek; Türkiye'yi ilgilendiren siyasal bir karar alma konusunda asıl güç ve otoritenin hiç de yürütme organının yararına ağır basmadığının anlaşılmasıdır. Meclis grubundaki bu coşkulu tartışmalar, aslında parlamentenon (82). Menemencioğlu ve ondan daha seyrek olarak da Saraçoğlu, kararları Meclis'e, onaylanması için değil, -çünkü, bundan nasıl olsa kuşkuları yoktu- meşruluğunun onaylanması için sunuyorlardı. Bu meşruluğu gözetme ve dış politika sorunlarında soru önergeleriyle tartışmaları kolalaştırmaya çalışmakla,tartışmalara katılamayan ve Parlamento'da oy kullanmak yetkisi olmayan İnönü, 1924 Anayasası'nın temel mekanizmasını korumuş oluyordu (83).  Hükûmetin yasama dalında görevli olanların büyük bir çoğunluğu, hem Meclis'te milletvekili, hem de C.H.P. Meclis Grubu üyesi niteliğiyle İnönü ve yardımcılarının dış politikaya yön vermesinden hoşnuttular. Zamanın etkili Meclis ve Meclis Grubu üyelerinden olan Cavit Oral, Menemencioğlu ve öteki Bakanlar Kurulu üyelerinin, ancak temel kararlar alındıktan sonra, güdülen siyasetin tartışılmak üzere Meclis'e getirilmesi görüşünü savunduklarını söylemektedir (84). Grubun, İnönü'nün ya da Menemencioğlu'nun aldığı bir kararı kabul etmemesi düşünülemezdi. Oral, böylece dış politikayla ilgili soru önergeleri üzerinde açılacak tartışmaların, Grup üyelerine Bakanlar Kurulu'nun güttüğü politikadan yana ya da ona karşı konuşmaya fırsat vermesini öneriyordu. Bu yoldan hem yoğun bir biçimde Menemencioğlu, Saraçoğlu ve öteki bakanları sorguya çekebiliyorlar, hem de hükûmetin en basit konulara kadar, çeşitli görüşte kişilere danıştığı yolunda kendi kendilerini tatmin ediyorlardı. Bunun sonucunda İnönü ve hükûmeti, oybirliğiyle alınması garantiye bağlanmış ve onayı almaktaydı; ama bu oybirliği pekâlâ serbestçe sağlanmış da olabilirdi. Daha başka kanıtlar da, Oral'ın ifadesini doğrulamaktadır. Sözgelişi, Prof. Mümtaz Soysal, İnönü'nün 1 Kasım nutuklarının gelecek yıl içinde Meclis grubundaki tartışmalara ışık tutan bir kılavuz işi gördüğünü keşfetmiştir (85). Sosyal, ayrıca 11 Mayıs 1945'te Meclis'e verilen bir önergeyle milletvekillerinin, dış politika sorunlarını yönetimindeki berecerikliliği için İnönü'ye minnet ve teşekkürlerini sunuşunu, bu konularda Meclis'in, Bakanlar Kurulu'nun nasıl kopyası gibi davranmadığının başlıca kanıtı olarak göstermektedir.  Gerek Profesör Esmer, gerek Profesör Armaoğlu, Meclis Dışişleri Komisyonu'nun da, hem statüsü, hem de politika üzerindeki etkisi bakımından hiç de önemli bir rol oynamadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Meclis Dışişleri Komisyonu, hükûmetin ve onun asıl başının, yani İnönü'nün, çizdiği politikayı sürekli izleyen bir komiteden başka bir şey değildi aslında (86).  Kısacası, anlaşıldığı kadarıyla gerek kendisi, gerekse Cumhuriyet adına kullanmak üzere, Cumhurbaşkanına emanet etmişti; buna karşılık İnönü de dış politika kararlarında Meclis'in onayını aramaktaydı. Meclis, gerçek oturumundan önce, Meclis Grubu olarak kendi arasında bir anlaşmaya varıyordu; böyle olunca da, hiç şaşmaz bir biçimde hükûmetin güttüğü siyaseti onaylıyordu.  Yine de Meclis Grubunda kilit noktalarını tutan bazı kişilerin dış politika konusundaki etkilerini görmezlikten gelmemeye dikkat edilmelidir. İnönü, C.H.P. ve Meclis'te bazı kimselerle temel konularda anlaşmadan hiç bir politik karar almaya yanaşmadığını ileri sürmektedir (87). Bunların içinde en önemlisi de, özellikle Alman ordularının bütün cephelerde ilerledikleri dönemde, Ali Fethi Okyar'dı. İnönü, Okyar'ın görüşlerine özellikle değer veriyordu. Profesör A. Suat Bilge, ''Dış politika konusunda İnönü'nün dinlediği tek kişi Fethi Okyar'dı'' diyecek kadar ileri gitmektedir. Her ne kadar bu Okyar'ın savaştan önce ya da savaşın başında oynadığı rolü biraz büyütmek olursa da, savaştan önceTürkiye'nin, Büyük Britanya'nın yanında yer almasını İnönü'ye kabul ettirenin Okyar olduğu da gerçektir. Türkiye'nin eski Londra Büyükelçilerinden ve Saydam kabinesinden Adalet Bakanı olan Okyar, Britanya'nın savaşı kazanacağından emin görünüyor, Türkiye'nin bu ülkeyle karşılıklı bir savunma paktı imzalamasını istiyordu. Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında 19 Ekim 1939'da imzalanan üçlü karşılıklı yardım paktı, büyük çapta Fethi Okyar'ın etkisiyle gerçekleşmiştir (88).  İnönü'nün hemen çevresindeki bakanlardan sonra, yazara kendisinin ifade ettiğigibi, savaş yıllarında en çok değer verdiği kişilerden biri de, Kâzım Özalp'tı. Başarılı bir asker, Meclis'in yedi döneminde Savunma Bakanı (89) olan Kâzım Özalp, savaş yıllarında C.H.P. Meclis Grubu Başkanıydı.

Sayfa 12

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 13: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Böylece İnönü, Bakanlar Kurulu ve Meclis Grubu üyeleri arasında elçi rolü oynamaktaydı (90). Meclis'e sunulacak dış politikayla ilgili yasama kararları vemeclis Grubu'nda tartışılan dış politika sorunları üzerine oturumları, Kâzım Özalp ele alır, bazen doğrudan doğruya yönetirdi de (91). Özalp, savaş sırasındailk defa kendisinin ''Rus tehdidi'' üzerine eğildiğini kabul etmekte, savaş sürecince Türk dış politikasının ''yönetici ilkesi''nin ''her ne pahasına olursaolsun Ruslarla silâhlı bir çatışmaya girmemek'' olduğunu, ''özellikle AlmanlarınKırım'da yenilmeye başlamaları üzerine'' bu ilkeye daha çok sarıldıkları söyyenmektedir (92).  C.H.P. Meclis grubu toplantılarında, dış politika sorunlarında açılan tartışmaların aslında hissî bir görev olduğunu önce de ileri sürmüştük. Bu yol, üyelere görüşlerini açıkça ifade etme imkânı veriyor, hükûmetin de yasama organının duygularını ve tutumunu anlamasına yarıyordu. Toplantılar bazen sert geçmekle birlikte, İnönü ve Menemencioğlu'nca saptanan politikanın yönünü, hiç demeyelim ama, pek az değiştirebiliyordu. Bu da, o dönemde Meclis Genel Kurul veMeclis Grubu üyeliğinin ne kadar sınırlı bir görev olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Üyeler, dış politika kararlarında genellikle hiç bir rol almamayıtercih ediyor ya da sözün gelişi, İnönü'nün avcu içinde bulunuyordu. Bunu belirttikten sonra, bu ''hissî görev''in önemini küçümsememe konusunda dikkatli olmalayız. Gerek İnönü gerekse Menemencioğlu, izledikleri politikanın onaylanması için çeşitli görüşlerin serbestçe dile getirilmesinin önemini bilmiyor değillerdi. Yasama Meclisi'ndeki en güçlü muhalefetin bile ancak bir onaylama biçiminde ortaya çıkmasına rağmen, yine de bu tartışmaların akademik nitelikte olduğu sonucuna varamayız. İnönü, Meclis Grubu'nun görüş ve düşüncelerini düzenli olarak alıyordu; çünkü, böylece ülkenin nabzını dinlemiş olmaktaydı (93). Meclis Grubu üyeleri ancak, İnönü'yü, ulusun neyi kabul edip, neyi etmeyeceği konusunda etkileyebildikleri ölçüde dış politika kararlarında etkili olmuş sayılırlardı.  Bu konuda iki kişi daha anılabilir: Ali Rana Tarhan ve Hasan Saka. Bunların ikisi de gerek Meclis grubunun, gerekse Meclisin toplantılarında etken bir rol almışlardır. İncelemekte olan döneme ait Büyük Millet Meclisi tutanaklarına şöyle bir göz atmak, Ali Rana Tarhan'ın, çağının yaşama tartışmalarına ne dereceetkili bir biçimde katıldığını göstermeye yeter. Tarhan, Varlık Vergisi, Almanyaile dipolomatik ilişkilerin gerginleşmesi, Almanya'ya savaş açılması ve San Francisco Konferansı'nda formüle edilen beyanname gibi belli başlı yasama konularında söz alıp görüşlerini açıklamıştır. Tarhan'ın, yirmi bir kişilik C.H.P. içindeki ''Müstakil Grup''un başkan yardımcısı oluşu, hükûmetin, güttüğü politikayı onaylamasını önemli bir duruma getirmekteydi (94). Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra, bir muhalefet partisi ihtiyacı yine hissedilmişti. 1939'da, Frey'in belirttiği gibi, ''açıkça değil de, sözde muhalefet yapmak için'' C.H.P içinde bir ''müstakil grup'' kurulmuştu (95). Tarhan işte bu sözde muhalefetin gayri resmî önderiydi ve dolayısıyla dış politika sorunları üzerindeki yorumları, yasama organının ''hissî görev''ini yerine getirmesinde başlıca unsur olmuştu. Fakat, Tarhan'ın uyarıları dış politika sorunlarına yeni ya da karşı görüşler getirmiyordu. Profesör Soysal, haklı olarak Tarhan'ın izlediği tutumla C.H.P.'nin üyeleri arasında ''görüş ayrılıkları bulmaya imkân olmadığını'' belirtmektedir (96). Buna rağmen Tarhan, fırsat buldukça Meclis Grubu'nda beliren ana görüşleri ve düşünceleri eleştirmiştir (97). Ama, resmen İnönü, müstakil grubun başı olarak kalmış ve İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ın da belirttiği gibi, ''Tarhan, emirlerini ondan almaya devam etmiştir.'' (98).  Hasan Saka'nın oynadığı aracı role, önceden de değinmiştik. Fakat, bu konuda Saka'nın, hükûmetin iki eşit dalı arasında gidip gelmediğini belirtmek önemlidir. Tersine, zaman zaman oyndığı rol, sadık bir yasama organı üyesinin davranışına dönüşmüştür (99).  Son bir belirleme daha: İnönü'nün her türlü karşı görüşü ortadan kaldırmaya çalıştığı ya da bunu başardığını ileri sürmek, doğru ve dürüst bir iddia olamaz.General Kâzım Karabekir, Refet Bele, Yusuf Hikmet Bayır, (100) Recep Peker, Şükrü Sökmensüer, Rasih Kaplan, Mahmut Şevket Esendal, Şinasi Devrim, Faik Öztrak ve Şemsettin Günaltay gibi kişiler, pek de hükûmet politikasıyla uyuşmayan görüşlerini ifade etmişlerdir. Bir bölüğü, çok daha saldırgan ve daha az ölçülü bir politika izlenmesini görmek istediklerini belirtmişlerdir; bazıları da, Almanların Sovyet Rusya'yı istilâ etmesinden yararlanılarak, Türkiye'nin Mihver'in yanında savaşa girmesini savunmuştur (101).  İnönü, bazı sınırları aşmamak ve kendi politikasını tehdit etmemek şartıyle butür karşı görüşlerin var olmasına hep izin vermiştir. Görüş ayrılıklarına da, ciddi bir siyasal muhalefet cephesi yaratmadığı ya da dışta talihsiz siyasal suçlamalara yol açmadığı sürece göz yummuştur.  Türk Tarih Kurumu - İnönü'nün bütün bunlardan başka, halkın daha seçkin unsurlarıyla da ilişki kurma olanakları vardı. Türk Tarih Kurumu Yönetim

Sayfa 13

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 14: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıKurulu'nu sık sık bilgi almak için Çankaya'daki evine çağırırdı. (102). Savaş yıllarında Kurul üyeleri arasında bulunan Enver Ziya Karal şöyle demektedir:  ''O zamanlar bunu anlayamamıştık ama, İnönü bizi 'Ne dersiniz, savaşa katılmamız gerekir mi?' türünden ya da buna benzer, sık sık jestler de kattığı sorularla yoklarmış.'' (103).  Bazen Kurul üyeleri kendi aralarında uzun tartışmalara girer, bu arada İnönü hiç bir şey söylemezdi. Kişiler, özel politik görüşlerini savunurlardı. Türk Tarih Kurumu üyelerinin çoğu, 1943'ten sonra İnönü'ye savaşın dışında kalmasını salık vermişlerdir. Ancak, savaşın başında bir üye, Türkiye'nin Mihver'in yanında savaşa katılmasını savunmuştur. Karal, ''Türk sınırlarını yeniden Viyanasurlarına kadar genişletmekten'' söz eden bir üyeyle İnönü'nün alay ettiğini de hatırlatmaktadır. Yine, Karal'ın belirttiğine göre, Türk Tarih Kurumu'ndakilerinduyguları, her şeye rağmen Müttefiklerden yanaydı. Ayrıca, Rusların cephelerde kazandıkları zaferler, üyelerin pek çoğunu sarsıyordu.'' 1940,1945 yılları arasında Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu üyeleri şunlardı: Kurum Başkanı Şemsettin Günaltay, Yönetim Kurul Genel Sekreteri Uluğ İğdemir, Afet İnan, EnverZiya Karal, Şevket Aziz Kansu, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Hamit Ongunsu (104).  Bu kişiler, savaş yıllarında İnönü'nün sık sık danıştığı ve güvendiği ''beyin takımı''ydı. Fakat, Türkiye'de hükümet dışında en önemli yeni fikirler ve öğütler, basından geliyordu. Bu alanda da, sansürcü görevini omuzlarına İnönü yüklenmekteydi (105). 

 

  II 

  TÜRKİYE'DE BASIN VE KAMUOYU 

  Savaş Yıllarında Türkiye'de Basın 

  Türkiye'nin yüreğinin nasıl attığını, beyninin nasıl çalıştığını derinliğine anlatan bir kaynakda, Türk basınında çıkan yazılar ve yorumlardır. Savaş boyuncabasın, Türkiye'yi saran tehdit ve itelemeler karşısında ülkenin tepkisini yansıtmıştır. Türk gazetelerinde yer alan başmakaleler, Mihver'den yana olanlardan Sovyetler'den yana olanlara kadar, geniş bir yelpaze içinde bunu gerçekleştirmiştir.  Buna rağmen Türk hükümeti, savaş boyunca basında yayınlanan yazıları sıkı bir denetim altında tutmuştur. Birtakım basın kanunları ve tüzükleri bu konuda hükümete geniş yetkiler vermekteydi (1). Bunlar arasında en önemlisi, ''halkın devlete karşı güvenini sarsacak'' yazılar yazan yazarlara, para ve hapis cezaları öngören 1881 sayılı kanundu (2). Nadir Nadi, gazate başyazarlarının dünya sorunlarına öbür konulardan daha çok eğilmelerini, ''Millî Şef'i (İnönü), hükümeti ve CHP'ni eleştirmenin kesinlikle yasaklanmasına'' bağlamaktadır (3). Buradaki iddia bir bakıma yanlıştır; Türkiye'nin belli başlı makale yazarlarınınçoğu, dış sorunlarla yakından ilgiliydiler: Ancak, gazetelerin, sık sık hükümetieleştirdikleri için kapatıldıkları doğrudur. Nadir Nadi, İnönü'nün basını denetlemesinden söz ederken, ''Bir telefonla gazeteleri kapatıvermek ve alarca kapalı tutmak moda olmuştu'', demektedir (4). Yazar ayrıca, makalelerdeki fikirlerin Basın ve Yayın Umum Müdürlüğün özellikle özellikle gerek Sovyetler Birliği'ne, gerekse Mihver devletlerine karşı saldırıda bulunmamalarına dikkat ettiğine değinmektedir (5).  1943 yılına kadar Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü'nün başında olan Selim Sarper,örgütünün, siyasal saldırganlık yazıları yayınlamaması için gazeteleri dikkatle izlediğini doğrulamıştır (6). Her şeye rağmen Yunus Nadi, Yalman, Sertel gibi yazarların dışpolitikayı eleştiren yazılar yazmaları mümkün oluyordu; bu da, kısıtlamaların, bütün sertliğine karşılık asla boğucu olmadığını göstermektedir.Tersine, burada örnekleri de geniş olarak alındığı gibi, basına tanınan özgürlük, eleştirici yorumlara pekâlâ izin veriyordu.  1943'te, Türkiye'de 131 gazeteyle 172 haftalık, on beş günlük ya da aylık dergi yayınlanmaktaydı (7). Buna rağmen Türkiye'de okuma yazma bilenlerin sayısıazdı. Hele politikaya girmeyen, fakat, politika sorunlarına etken bir biçimde ilgi duyan dikkatli okuyucu sayısı daha da azdı (8). Sözgelişi, İstanbul'daki enbüyük gazetenin toplam tirajı, yaklaşık olarak 16.000'di. 1943 ile 1943 ile 1945yılları arasındaki dönemde İstanbul ve Ankara'da yayınlanan on bir büyük gazete vardı.

Sayfa 14

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 15: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası 

  Tirajlarına göre bu gazeteler şunlardı:  Cumhuriyet : 16.000  Ulus : 12.000  Tan : 12.000  Yeni Sabah : 10.000  Akşam : 10.000  Son Posta : 10.000  Vatan : 7.000  Tasviri Efkâr : 6.000  Son Telgraf : 4.000  İkdam : 4.000  Vakit : 4.000 (9) 

  1943 yılı sonlarında ''Yeni Sabah''ın sahibi, gazeteyi yeni bir hamleyle canlandırdı; on beş yıldan beri yayınına son vermiş olan ''Tanin''le birlikte, başlıca gazetelerin sayısı bir düzineye ulaştı.  Bütün bu gazetelere servis yapan haber ajansı da bir taneydi: Anadolu Ajansı. Bu Ajansı 6 Nisan 1920'de, Kemalist devrim haberlerini yaymak üzere Atatürk kurdurmuştu (10). Anadolu Ajansı, 1 Mart 1925'te bir şirket durumuna girişerek haber servislerini genişletti. 1944 yılı kasım ayında İnönü, Numan Menemencioğlu'nun ağabeyi olan Anadolu Ajansı Umu Müdürü Muvaffak Menemencioğlu'ndan istifa etmesini istedi. Menemencioğlu'nun genel müdürlüğü zamanında yabancı ülkelerde muhabir bulunmamasından ve yabancı haber servislerinden yararlanılmaması yüzünden ajansın genel haber alma işlevi çok daralmış, bu da Ahmet Şükrü Esmer'in eleştirilerine yol açmıştı. Esmer, 1 Kasım 1944'te ''Ulus'' gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Anadolu Ajansı'nın bütünüyle yabancı basın ajanslarına bağımlı olduğunu ileri sürdü (11). Esmer, ajans kendi simgesi olan A.A. ile bu haberleri verdiği için, bunun bir aldatmacaolduğunu yazdı. Ajansın yabancı ülkelere muhabirler göndererek etkinlik alanını genişletmesini ve bundan böyle kaynaklarının ne olduğunu açıklamasını istedi. Esmer'in eleştirileri savaş boyunca bütün Türk gazetelerinin ne kadar sınırlı imkânlarla çalıştıklarını gürültülü bir biçimde yansıtmaktaydı. O zamanlar Anadolu Ajansı, Türk basınını besleyen başlıca haber kaynağıydı. Gazetelerin doğrudan doğruya yabancı basın ajanslarından haber alıp kullanmaları zaman zamanyasak ediliyordu. Anadolu Ajansı da dış haberler konusunda yabancı basın ajanslarına bağımlı olduğundan, çok defa verdiği haberler ikinci elden gelmiş oluyordu. Türk gazetelerine, özellikle Müttefiklere ait: yabancı haber ajanslarından ve telgraf servislerinden yararlanmaları için izin verilse bile, yine de bunları doğru dürüst elde etmeyi başaramıyorlardı. Bu durum, Fritz Fiala'nın başında bulunduğu Alman Haber Ajansları Birliği Transkontinent Press'in etkenliğini artırmaktaydı (12).  Nadir Nadi basında sağ, sol, merkez akımları ya da ideolojileri savunan belirli gruplaşmalar olmadığını belirtmektedir. Bu konuda, ''Her gazetede zıt fikirlere adanmış imzalar görmek mümkündü'' diye yazıyor: (13). 12 Mayıs 1939'daİngiliz- Türk karşılıklı yardımlaşma anlaşmasının ilânından sonra, bütün gazetelerin ''Mussolini ve Hitler'i mahkûm etmek için birbirleriyle yarıştıklarını'' ileri sürüyor. Ancak, Almanların Sovyetler Birliği'ni istilâya başlamasından sonra, gazetelerin çoğu svaşın ''teknik'' yönlerini açıklayabilmekiçin bir emekli generalle anlaşma yoluna gitmiştir (14). Nadir Nadi şöyle diyor:''Çoğunluğu Mihver'den yana olan bu generaller, Almanların falanca ya da filancaşehri almalarının bir gün meselesi olduğunu yazarlar, tahminleri yanlış çıkınca da, durumun neden öyle değil de böyle olduğunu açıklamak için uzun izahlara kalkışırlardı...'' (15) Nadir Nadi'nin savaş yıllarında Türk gazeteleri arasındaanlamlı anlaşmazlıklar olmadığı, hemen tümünün kadrolarında birkaç Mihver yanlısı bulunduğu, hiç birinin inatla bir siyasal görüşü benimsemediğini söylemesi, kuşkusuz, savaş döneminde yayınlanan gazeteler arasında var olan önemli anlaşmazlıkları küçümseme amacını gütmektedir. Bu gazetelerin çoğunluğu farklı kişilerin yönetimi ve denetimi altındaydı; hepsinin ayrı ayrı bağlılıkları, inançları vardı; bu nedenle de, siyasal görüşleri ve olayları birbirlerine karşıt çözümleyişlerle sunuyorlardı.  Gazetelerin önem bakımından en başta geleni, CHP'nin resmî organı olan ''Ulus''tu (16). İnönü'nün güvenilir arkadaşı Falih Rıfkı Atay'ın (17) yönetimindeki bu gazete, hükümetin siyasetini yansıtıyordu. Atay ve ''Ulus'' gazetesi, İnönü'nün başka bir sesiydi sanki. Savaş yıllarında ''Ulus''un dış haberlerden sorumlu müdürü de, Ahmet Şükrü Esmer'di (18). Savaş sırasında Atay kadar olmamakla birlikte, Esmer, yine de iç kabinedeki dış politika çizgisini

Sayfa 15

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 16: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasısaptayan danışmalara ve CHP'nin Parlamento grubuna yakındı (19). Bu nedenle makalelerindeki yorumlara özel bir önem verilmeliydi.  Nadir Nadi'nin kendi gazetesi olup 7 Mayıs 1924'te babası Yunus Nadi Abalıoğlu'nca (20) kurulan ''Cumhuriyet''e ise, savaş yıllarında genellikle Mihver yanlısı gözüyle bakılırdı (21). Nadir Nadi, babasının ''Cumhuriyet'' gazetesindeki makalelerde izlenen politikasını, Alman yanlısı yazılarını, Türkiye'nin ulusal çıkarları bakımından politik gerçekçilik diye yorumlayarak savunmak istemiştir (22). Sözgelişi, 30 Temmuz ve 31 Temmuz 1940 yıllarında yayınlanan iki başyazıda, Almanya'nın kabul edilmesi gereken bir güç olduğunu ileri sürüşünü, hükûmetin tarafsızlık politikasına yardımcı olmak için kaleme aldığı biçiminde yorumlamaktadır. Amacı, Türk kamuoyunda dengeyi sağlamak, körü körüne bir Müttefik yanlılığından, savaşan yanlar arasında, orta bir yola çekmekti. Yunus Nadi, 31 Temmuz tarihli makalesinde tek bir ulusun bütün Avrupa'ya egemen olmasına karşı çıktığını ileri sürmektedir. ''Bir tek ulusun hegemonyası bir hayaldir'' diyor, bu hayali Büyük Britanya adına sempati yaratmak amacıyla, Türkiye'de Alman korkusu yaymak isteyenlerin ortaya attığını ileri sürüyordu (23). Nadir Nadi, bu satırların Almanya'yı savunmak için değil, tarafsızlık havasını güçlendirmek için kaleme alındığında diretmektedir. buna karşılık hükûmet, 12 Ağustos 1940'ta, ''Cumhuriyet''in yayınını 9 Kasım 1940 tarihine kadar yasaklamışır (24). Nadir Nadi'nin kendisinin de kabul ettiği gibi, gerek İnönü, gerekse o zamanki Başbakan Refik Saydam, bunu ve aynı amaçla yazılmış daha başka makaleleri, kamuoyunu yansıtmak için çizdikleri sınırı aşan görüşler olarak kabul etmişlerdir. Nadir Nadi, İnönü'nün, ''Bu çocuklar başıma iş açacaklar. Kapatın gazeteyi'' dediğini de anlatmaktadır (25).  Nadir Nadi'nin tersini ileri süren görüşlerine rağmen, kanıtlar Yunus Nadi ve ''Cumhuriyet''in savaş yıllarında Alman çıkarlarını desteklediğini göstermektedir. Sözgelişi, Peyami Sefa ve savaşın büyük bir döneminde ''Cumhuriyet'' gazetesi yazı kadrosunda bulunan emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, kesinlikle Mihver'e sempati besleyen kişilerdi (26). Ayrıca, 28 Haziran 1945'te İsviçre'de ölünceye kadar ''Cumhuriyet''in sahibi olarak görünenYunus Nadi de, ekonomik nedenlerle, Mihver'e karşı hep anlayışlıydı (27). Transkontinent Press'in müdürü ve savaş döneminde Alman istihbaratı adına Türkiye'de çalışmış en önemli ajanlardan biri olan Fritz Fiala, 1944 yılı Eylül ayında Batı'ya sığındığı zaman, bu yönde doğrulayıcı ifadeler vermiştir. Birleşik Amerika Savaş İstihbaratı Dairesi Baştemsilclisi George W. H. Britt, görevli memurlarından biri olan Leo Hochstetter'den, Fiala'nın sorgusu sırasındaverdiği bilgileri kapsayan bir rapor almıştır. 2 Eylül 1944'te Britt, Hochstetter raporunun bir kopyasını, Türkiye'deki  Amerikan elçisine göndermiş, ancak ''bunları Fiala'nın ileri sürmüş olmasındanbaşka, doğru olduğunu garanti edecek bir kanıt yoktur'' diye belirtmiştir. Bu rapor, Elçi Steinhardt'ın Kongre Kitaplığı'ndaki kişisel belgeleri arasında bulunmaktadır (28). Fiala, ''Cumhuriyet'' gazetesinin Alman yeraltı örgütünce beslendiğini ileri sürmekteydi (29). Fiala, ''Cumhuriyet'' ve ''Tasviri Efkâr'' gazetelerinin çok düşük fiyatlarla ve gazete kâğıdı olarak maddi yardım aldıklarını söylemekte, fakat gerek Abalıoğlu'lara, gerekse Ebüzziya'lara doğrudan doğruya maddi yardım yapılmadığını, Peyami Sefa ve onun gibi düşünen başka kimselerin de aslıdna Turancı ve ırkçı oldukları için, maddi yardıma ihtiyaçları olmadığını eklemektedir (30). Ahmet Emin Yalman da, daha sonraları Yunus Nadi'nin ''Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili olmasından yararlanarak bir dizi savaş faaliyetinden çıkar sağladığını'' ileri sürmüştür (31). Nadir Nadi, bu suçlamalara doğrudan doğruya karşı çıkmamaktadır. Tersine, ''Cumhuriyet''in 1940'ta kapatılışını anlatırken, İnönü'nün bile bu suçlamalarındoğruluğuna inandığını söylemiştir. 7 Ağustos 1940'ta İnönü, trenle Ankara'ya dönerken bir ara istasyonda, aralarında Yunus Nadi'nin de bulunduğu kalabalık bir grup kendisini karşılamıştı. İnönü, karşılayıcılar gidinceye kadar Yunus Nadi'ye kalmasını söyledi. Derken Yunus Nadi'ye dönerek, ''Ticari amaçlarla siyasi yazılar yazılmasına tahammül edemem'' dedi. Yunus Nadi'nin itirazları karşısında İnönü tekrar etti: ''Kesinlikle tahammül edemem buna!'' (32). Yunus Nadi, Mihver'i ister mali, ister başka nedenlerle desteklemiş olsun, ''Cumhuriyet'' gazetesinin başyazılarındaki düşünceler incelendiği zaman, ancak savaşın kaderinin müttefikler yararına ağır basmaya başlamasından, birkaç ay sonra değişecek bir Alman yanlısı olduğu ortaya çıkar.  Uzun ve parlak bir geçmişi bulunan, Ziyat Ebüzziya'nın (33) sahipliğiyle yöneticiliğini yaptığı ''Tasviri Efkâr'' gazetesi (34) de, Fiala'nın ileri sürdüğü gibi, 1943'te kesinlikle Mihver yanlısıydı. Belirli biçimde Nazileri tutan Ali İhsan Sabis, gazetenin genel yayın müdürlüğünü yapıyordu.  Peyami Sefa ise, gazeteye makaleler yazmaktaydı. ''Tasviri Efkâr'' savaş döneminde kapatılmış, ancak 1945'te ''Tasvir'' adıyla yeniden yayın hayatına atılmıştır.

Sayfa 16

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 17: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Savaş sırasında ideolojik durumunu sürekli koruyan tek gazete ise, politika yelpazesinin sağında değil, solundaki bir yayın organı, yani ''Tan'' olmuştur (35). ''Tan''ın ilk kurucuları Halil Lütfi Dördüncü, Zekeriya Sertel, Ahmet EminYalman ve Rifat Yalman olduğu halde, gazetenin yayın politikası 1943'te bütünüyle Sertel ve eşi Sabiha Hanım'ın eline geçmişti (36). Savaş yılları birbirini kovaladıkça, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel'in sosyalist felsefe görüşünü bir Sovyet komünizmi anlayışına çevirmeyi başarmıştır (37). ''Tan'' gazetesi 4 Aralık 1945'te komünist karşıtı bir öğrenci gösterisi sırasında tahrip edilmiş, Serteller ise Sovyetler Birliği'ne gitmiştir.  Bir yanda ''Cumhuriyet''le ''Tasviri Efkâr'', öte yanda da ''Tan''ın temsil ettiği aşırı uçlar arasında, orta yeri de ''Akşam'' gazetesi (38) dolduruyordu.  1918'de, Kâzım Şinasi Dersan, Ali Naci Karacan ve Necmettin Sadak'ın kurduğu ''Akşam'', başyazı politikası konusunda ''Ulus''a çok yakındı. Bir noktada FalihRıfkı Atay, yazı işlerinde gazeteye yardımcı oluyordu. Savaş yılları boyunca ''Akşam'' gazetesi, tıpkı ''Ulus'' gibi, ölçülü bir Müttefik yanlısı yazı politikası izlemiş, arada sırada Müttefik politikasını eleştirmekten de geri kalmamış, fakat bunu hep bir dost tavrıyla yerine getirmiştir (39).  Savaş yıllarında Türkiye'deki en önemli makale yazarlarından biri de, Hüseyin Cahit Yalçın'dı (40). Yalçın, Müttefik davasına sıkı sıkıya sarılı olduğu halde,Sovyetler Birliği'ne hiç güvenemiyordu (41). Bu da birtakım çatışmalara yol açmış, Müttefik politikasından hoşnut kalıp kalmamasına göre Yalçın bu çatışmaları çözümlemekte güçlüklerle karşılaşmıştır.  Sözgelişi, İngiliz ve Amerikan devlet adamlarının, muzaffer Rusya'nın yarattığı tehlikeleri yeterince anlayamadıklarını ileri sürmüştür. Ama bu da, Türkiye'nin İngiltere'yle olan ittifakını onurlandırmak için savaşa katılması yolunda diretişini engelleyememiştir (42). Alman ordularının cephelerde ilerledikleri dönemde Yalçın, 1938'de Cemalettin Saraçoğlu'nca kurulan ve Reşat Mahmut Yanardağ ile Tevfik Erol'un yönettikleri Yeni Sabah gazetesinde yazılar yazmış, 1943'te ise yeniden ''Tanin''i çıkarmıştır (43).  Yalçın sevimli olmayan davaları savunmakta tek başına değildi. Ahmet Emin Yalman da sık sık böyle şeyler isterdi (44). Yalman'ın, bu araştırmanın yazarına, ''Yakın arkadaşlar Vatan'ı kontrolleri altına aldığından beri (45), istediğim rizikolara atılmakta kendimi serbest hissettim. Hoşuma ne gidiyorsa onu yazdım, onu söyledim'' demiştir (46). Yalman, İnönü ve Saraçoğlu'nun, 11 Kasım 1942'de kabul edilen Varlık Vergisi'ni (47) eleştirdiği için gazetesini kapattıklarını kesinlikle söylemektedir.  Basında daha başka anılması gereken kişiler de vardı. Meslektaşlarınca, askerîdeniz harekâtına gösterdiği ilgi yüzünden ''Sivil Amiral'' diye ad takılan Abidin Daver, bunlardan biriydi (48). Savaş döneminde ''İkdam'' gazetesinin (49)yazı işleri yönetmenlerindendi.  1943'te Review of the Foreign Press (Dış Basından Görünüşler), ''İkdam gazetesi Mihver'i desteklemekten uzaktır, ama öbürleri gibi Mihver politikasını mahkûm etmeye yakındır denemez...'' diye yazıyordu (50).  Asım Us da (51), İstanbul'da yayınlanan ''Vakit'' gazetesinin sahibi ve başyazarı olarak anılmaya değer. ''Vakit'' (52) gazetesi, genellikle ılımlı ya da orta yolda bir yayın politikası izlenmekteydi. Savaş döneminde Türkiye'de yayınlanan başlıca on iki gazeteden geriye kalan ikisi ise, ''Son Posta'' ve ''Son Telgraf'' gazeteleriydi. 1930 yılında Halil L. Dördüncü, Ekrem Uşaklıgil, Zekeriya Sertel ve Selim Ragıp Emeç'in kurduğu ''Son Posta'' gazetesi (53) pek çabuk C.H.P.'ye karşı çıkmakla ün salmıştı (54). Gazete, sert eleştirileri yüzünden savaştan önce ve sonra sık sık kapatılmıştır. Dolayısıyle, bu araştırmada yeri çok önemli değildir. ''Son Telgraf'' gazetesi için de durum aynıdır. Gazetenin sahip ve başyazarı Ethem İzzet Benice (55) bir zamanlar Ulus gazetesinde dış politika yazarı olarak çalıştığı halde, savaş döneminde kendi gazetesinde yayınlanan makalelerin genellikle bu incelememizi ilgilendiren yönleri pek yoktur.  Birkaç tane de yabancı dille yayın yapan gazete vardı ve bunların çoğunluğu Fransızca ve İngilizce olarak yayınlanan, Mihver yanlısı yayın organlarıydı. Bunların içinde en önemlli üçü, ''Türkische Post'', ''İstanbul'' ve ''Beyoğlu'' gazeteleriydi. Ali İhsan Sabis'in yönetiminde ve Alman yardımları ile yayınlanan''Türkische Post'' gazetesi, savaş döneminde Ankara'daki geniş Alman kolonisinceokunuyordu (56). 18 Şubat 1944 tarihli Balkanlar Kurulu kararı ile yayını durdurulmuştur. Öte yandan, ''İstanbul'' gazetesi, maddî yönden Türkiye dışındaki çıkar gruplarınca desteklenmiyordu.  1943 yılı Nisan ayında kuruluşunun yetmiş altıncı yılını kutlayan Türkiye'nin en uzun ömürlü yayın organı ''İstanbul'' gazetesi, savaş döneminde esen dalgalara göre makalelerini düzenlemekteydi (57). Müttefiklerin Güney Fransa'yı işgaline kadar ''İstanbul'', Vichy hükûmet ini desteklemişti. Bunun sonucu olarak da, Almanlarla işbirliğine karşı olan Türkiye'deki Fransızların

Sayfa 17

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 18: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıçoğunluğunun sempatisini yitirmişti. Fakat, bütün Fransa'nın işgali, General Giraud'nun Kuzey Afrika'daki çabaları ve malî baskılar sonunda, gazete bir ''kalp nakli''ne baş vurma zorunda kalmıştır (58). 1943 Nisanından sonra ''İstanbul'' gazetesi, haberleri Müttefiklerden yana bir hava içinde vermeye başladı. İtalyan çıkarlarını temsil ettiği halde Fransızca olarak yayınlanan ''Beyoğlu'' gazetesi, daha çok ekonomik haberler veriyordu. Türkiye'de yine, birde yabancı dille yayın yapan komünist yanlısı gazete vardı: ''La Turquie''. Baykurt ailesinin sahibi olduğu ''La Turquie'' gazetesi, genellikle gerek Marksist felsefenin aydın önerileri, gerekse Sovyetler Birliği'ne siyasal bağlılıkla yönetilmekteydi (59). 1945 yılı Aralık ayındaki öğrenci gösterileri sırasında bu gazetenin yönetim yeri de ''Tan'' gazetesiyle birlikte tahrip edilmiştir.  Savaş yıllarında Türkiye'de Kamuoyu - Bütün bu gazeteler, halkı etkilemeye çalışıyordu. Fakat bu arada, savaş döneminde Türkiye'de esen fikir akımlarına bir göz atmak gerekir. Ülkede belirli iki tutum vardı: Savaşa karşı isteksizlik ve Sovyet Rusya'ya karşı beslenen genel bir güvensizlik.  Sözgelişi, 1943 yılı mart ayında Dışişleri Bakanlığınca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için hazırlanan bir durum Raporu, ülkedeki savaşa karşı akımları etken unsur olarak belirtmekteydi:  Halkın her sınıfı, hatta her devlette savaşa en meraklı olan ordu bile, savaşakarşıdır. Bugün her Türk vatandaşı, Türkiye'nin savaşa katılmasıyle bir şey kazanamayacağını anlamıştır. Ancak kendi bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde savaşa girmeyi düşünmektedir. Bir saldırıya uğramadan ya da özgürlüğü doğrudan doğruya tehdit edilmeden, yani, kışkırtılmadıkça savaşa girmenin, ülkesine daha büyük bir yoksulluk, açlık, hastalık, hatta ölüm ve yıkım getireceği kanısındadır (60).  Michel ve Irena Sokolnicki'nin özel belgeleri arasında bulunan bir memorandum da, Türk kamuoyunun görüşünü aşağı yukarı bu biçimde belirlemektedir (61).  Türkler savaşa katılmaya kesinlikle nasıl karşıysalar, Sovyetler Birliği'ni deen büyük tehdit unsuru olarak görmekteydiler. Savaş döneminde Soyvetler Birliği'ne karşı Türk tutumunda en ilginç olan yön, yirmi yıldır çok iyi gelişenSovyet-Türk ilişkilerinin, Türklerin Sovyetler Birliğini saldırgan olarak gören geleneksel inançlarını ne kadar az etkilediğidir (62). Sözgelişi, Daniel Lerner yaptığı araştırmada, bilgilerine baş vurduğu Türkler arasında % 80'inin Sovyetler Birliği üzerine görüşünü açıkladığını, ancak bunlar arasında yalnızca % 2'sinin görüşlerini yeni bilgilere dayandırdığını, geri kalanının ise ''eski Türk folklorundan bildikleriyle'' hareket ettiğini söylemiştir (63). Lerner, Türk kamuoyunun XX. yüzyıl olaylarından çok, XVIII. ve XIX. yüzyıl olanlarıyle yönetildiğini de ileri sürmektedir. Feridun Cemal Erkin de, ''Üç yüzyıl boyunca girişilen onüç savaş, Türklere hiç şaşmaz bir tehlikeyi sezme yeteneği kazandırmış, Rus tehdidinin ne olduğunu öğretmiştir,'' diye yazarken, bu fikirlebağdaşmaktadır (64). Bu görüş, köylüler için geçerli olduğu kadar şehirli öğrenciler için de böyledir. ''Tan'' gazetesinin tahrip edilmesi, Sovyet yanlısıpartizanlar olarak gördükleri Sertellere karşı öğrencilerin ansızın bir öfke patlaması eylemini temsil etmektedir.  Savaş yılları boyunca ekonomik kısıntılar, istifçilik, karborsa ve bunlara karşı hükûmetin gösterdiği sert tepkiler, Türkiye'de bir moral kırıklığına ve öfkeye yol açmıştır. Bu da, ilerde ekonomik durum incelenirken geniş olarak tartışılacaktır. 

 

  III 

  EKONOMİK YAPININ KISA BİR ÇÖZÜMLEMESİ 

  Savaş dönemindeki Türk dış politikası, ekonomik değerlerin ve kısıtlamaların büyük etkisi altında kalmıştır. İnönü, Menemenciğlu, Saraçoğlu ile Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sümer gibi öbür yetkililer, günün şartlarının oluşturduğu ekonomik durumun tehditleri üzerine dikkatle eğilmişlerdir. Türkiye savaş dışında kalmıştı ama, müzmin dertlerinden, ihtiyaç maddeleri yokluğundan, enflasyon ve benzeri bunalımlardan yakasını kurtaramamıştı. Türk politikasını çizenler, özellikle Menemencioğlu, bu tür sıkıntıların etkilerini en aza indirmek için Türkiye'nin malik olduğu sınırlı ekonomik avantajlardan, görüşme yoluyle, tam verimle yararlanmaktan yanaydı (1).  Onun amansız pazarlıkçılığı, gerek Müttefikleri, gerekse Mihver devletelrini

Sayfa 18

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 19: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıçileden çıkarıyordu. W.H. Medlicott'un ileri sürdüğü gibi, ''sıkı pazarlıkçılık'', Menemencioğlu ve öbür Türk devlet adamlarının gözünde ''yurtseverliğin en yücesiydi'' (2). Türk devlet adamlarının bu konudaki çabaları karşılıksız kalmamıştır. Türkler, ihraç malları karşılığında gittikçe daha yüksek fiyatlar elde etmiş, bu da savaş sonunda oldukça elverişli bir ekonomik duruma erişmeleri sonucunu doğurmuştur (3). Türk devlet adamlarının zihninden çıkmayan şey ise, temel siyasal ilişkileri tehlikeye düşürmeden, en büyük çıkarları sağlama olanağını olgunlaştırmaktı. Bu bölümde, Türkiye'nin savaş dönemindeki ekonomik durumu kısaca anlatılmakta ve Türklerin bu durum karşısında nasıl bir ticarî ve malî politika izledikleri açıklanmaktadır.  Enflasyon Âfeti - Yüzölçümü 780.623 km2 ve 1940'ta nüfusu 17.869.901 olan Türkiye, savaş döneminde bir tarım ülkesiydi (4).  Topraklarının ancak % 10'u işlendiği halde, nüfusun % 70'i tarım alanında çalışıyordu (5). Tarım ürünleri 1935 ile 1945 yılları arasındaki dönemde Türkiyeihracatının % 91'ini ve ulusal gelirin % 70'ini sağlıyorsa da, çiftçilik genellikle ilkel yöntemlerle yapılıyordu (6).  Türkiye'de fiyat düzeyi daha savaş patlamadan önce yüksekti; 1940'tan sonra daartması sürmüştür. Yetersiz bir enfrastrüktür (ekonomik yapı) yolculuk ve ulaşımimkânlarını çok güçleştiriyor, bu yüzden taşıt ücretleri, üretim giderlerini artırıyordu (7). Pek az gelişmiş bir sanayi, yüksek üretim giderlerinin sıkıntısı içinde kıvranıyor, bu sektör de ancak yüksek fiyatlarla mal üretebiliyordu (8). Türkiye, savaş patlayıncaya kadar sanayi ürünlerini ülkesinde üretme yerine, bunları hazır olarak dışardan ithal etmeyi çok daha ekonomik bulmuştu.  Fakat, savaş ticareti aksatınca, Türkiye çok önemli sıkıntılarla karşı karşıyakaldı. Bu, fiyatların daha da yükselmesine yol açtı. Ayrıca, savaş döeminde büyük bir orduyu besleme zorunluluğu, savunma giderlerinin artmasını sağladı; buda enflasyon girdabının hızlanması sonucunu yarattı (9). Müttefiklerin ve Mihverdevletlerin bazı Türk ürünleri için önerdikleri gülünç fiyatlar, gariptir, ''birsürü paranın pek az mal sağladığı'' bir durum yaratarak, önceki durumu iyice kötüleştirdi (10).  1941 ve 1942'de özellikle buğday ürününün çok az oluşu, ana besin maddelerininbile kısıtlanmasını zorunlu kıldı. Hükûmetin aldığı denetleme tedbirlerinin gerektiği biçimde uygulanmaması sonucunda, bu maddelerin fiyatlarında da artışlar önlenemedi (11).  Savaş döneminde resmî döviz kuru, 1 dolar=1 lira 80 kuruş olarak kaldı. Oysa, liranın gerçek satın alma gücü, sınırsız bir oranda düşmeye başladı. Yabancı ekonomilerle olan ilişkileri bakımından, savaş sona erdiği zaman Türk lirasının değeri, savaştan önceki değerinden % 30 ile % 70 arsında daha düşüktü (12). Türklirasının altına oranla değre yitirişinin oranı ise, % 233'e kadar varıyordu. Budüşüş, İngiliz, Amerikan ve İsviçre paralarının uğradığı değer yitirişinden üçteiki oranında daha çoktu (13). Ülke içindeki paranın alış gücünü yitirme oranı dahayat pahalılığı alanında % 254'e toptan satış fiyatlarında ise % 344'e ulaşmıştır (14).  Sözgelişi, sebzelerde 1938 yılı 100 sayısı birim alınmak üzere fiyat artışı 1942'de 424.9'a varmıştır (15). Bir sonraki yıl, yani 1943'te ise, bu sayı 894.5'i bulmuştur. 1944 ve 1945 yıllarında da toptan satış fiyatlarında yükselmedurmamış, önce 539.4'e, sonra da 595.9'a ermiştir. Hayvansal besin maddeleri de aynı istatistik eğrisini izlemiştir. 1938 yılının 100 sayısı birim alınmak üzerebu alanda da fiyatlar 1942'de 386,6'ya, 1943'te 752,8'e fırlamış, 1944'te 520.9 ve 1945'te 492.1 olarak saptanmıştır.  Sanayi hammaddeleriyle yarı işlenmişlerin toptan fiyatları da satış yıllarındasürekli artış göstermiştir (16). Hayat pahalılığının artış grafiği belki bunlardan daha iyi bir biçimde durumu yansıtmaktadır. 1938'de Ankara'da besin veiçeceklerin toptan fiyat düzeyi 100 iken, bu sayı 1942'de 262.1'e ulaşmıştır. 1943'te 400.6'ya çıkmış, 1944 ve 1945 yıllarında ise pek az bir düşüş göstermiştir (17).  Akaryakıt ve aydınlatma araçları bunlardan pek az değişik bir çizgi izlemiştir. Bu alandaki sayılar 1942'de 141.2; 1943'te 197.6; 1944'te 229.3; 1945'te de 227.2'dir (18).  Giyim fiyatları 1943'te 508.0'a varmış, savaş süresince de 500 çevresinde dolaşmıştır (19). Ankara'da savaş yıllarında toptan fiyatlarda hayat pahalılığı düzeyi 1942'de 220.9'a; 1943'te 322.0'a; 1944'te 330.1'e; 1945'te de 331.1'e inmiştir (20). Bu sayılar genellikle ülke çapındaki hayat pahalılığı düzeyini deyansıtmaktadır. İstanbul'daki fiyat artışları ise, Ankara'daki artışlyara oranlabiraz daha yüksek bir düzeye ulaşmıştır (21).  Küçük esnafça satılan mallar da öbürlerini izlemiş ve tüketiciyi alışverişe çıkmaktan bezdirecek oranlara ermişti (22). Sözgelişi, Ankara'da ibr kilo ekmeğin satış fiyatı 1941'de 12 kuruş, 1942'de 25, 1943'te 41, 1944'te 32,

Sayfa 19

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 20: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası1945'te ise 33 kuruştu. Trabzon'da ise ekmeğin kilosunun fiyatı 1941'de 14 kuruşken, 1943'te 70 kuruşa fırlamıştı (23). resmî makamlar, 1942'de İstanbul'daekmeğin kilosunun 23 kuruşa satıldığını belirtmekle birlikte karaborsada ekmeğinkilosunun 60 kuruşa kadar satıldığını hatırlayanlar çoktur (24). Savaş yılları gelip geçtikçe, kuzu ve koyun etinin, kesme şekerin, zeytinyağı ve pirincin de fiyatlarında artışlar oldu.  Ankara'da koyun etinin kilosu 1941'de 39 kuruşken, 1944'te 129 kuruşa çıktı; İstanbul'da ise fiyatlar 1941'de 46 kuruşken 1944'de 182 kuruşu buldu (25). Bunaparalel olarak kesme şekerin kilosunun fiyatı 50 kuruştan (26) 345 kuruşa çıktı (27). Zeytinyağının kilosu 1941'de 85 kuruştu, 1944'te 250 kuruşu buldu (28). 1941'de kilosu 56 kuruş olan koyun etinin 1944'teki fiyatı 176 kuruştu. 1941'de kilosu 38 kuruştan satılan pirincin kilosu ise 1943'te 149 kuruşu bulmuştu (29).  Önleyici İç Tedbirler - Bütün bunların toplu sonuçları pek yıkıcı oldu. İnönü 1 Kasım 1944'te bunu, ''Geçen yıllar içinde, memleket içinde başlıca uğraşımız beslenme güçlükleri ve enflasyonun zararlarıyle oldu (30) sözleriyle belirtmiştir.  Hükûmet daha savaşın başlangıcında duruma bir çare bulabilmek için birtakım içve dış tedbirlere baş vurmuştu. Dış tedbirlerin en önde geleni, ilerde de göreceğimiz gibi, bütünüyle Türk ekonomisinin çıkarları gözetilerek alınmıştı. İçtekilere gelince, bunların arasında önleyici ve kısıtlayıcı bazı sert tedbirler de bulunmaktaydı ki, vatandaşlar, özellikle köylüler, acısını çok çekmişlerdir. Bu acı ve kırgınlık, daha sonra İnönü'nün siyasal yenilgisini hazırlamıştır.  Savaş döneminde Türk hükûmetinin aldığı en önemli iç tedbir, Büyük Millet Meclisi'nin 18 Ocak 1940'ta kabul ettiği Millî Koruma Kanunu'dur (31). Bazı durumlarda hükûmet kanunla kendisine tanınan yetkileri uygulamakta duraksamıştır. Sözgelişi, insan gücü eksikliğini çözümlemek için, köylü vatandaşlara sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü koymuştur. Mahallî memurlargörevlendirilerek, askerlik hizmetinden bağışık ya da hizmetlerini yapmış, erkeklerin stratejik önemi olan sanayi dallarında, özellikle madenlerde, bir yılsüreyle ve düşük ücretle çalıştırılmaları sağlanmıştır (32). Bu uygulama ''köylüler arasında büyük hoşnutsuzluğun yayılmasına sebep olmuştur'' (33).  Sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü öncelikle maden merkezlerine yakın yerlerde yaşayan köylüler için uygulanmıştır. Toprak Mahsulleri Ofisi'nin kararları ise çok daha geniş kitleleri etkilemiştir. Ofis, köylülerin ellerindeki ürünü piyasa değerinden daha aşağı fiyatlarla kendisine satmalarını istemiştir. Köylüye kendisi ve ailesi için yetecek kadar ekmeklik buğday bıraktıktan sonra geri kalan ürününün tümünü elinden almak böylece mümkün olmuştur (34). Bu kararların amacı, besin maddelerinin halk arasında eşit dağıtımını sağlayarak, yoksulluk ve açlığın yayılmasını önlemek, besin maddeleri, özellikle ekmek fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmaktı.  Ancak, kararlar yanlış uygulanmış ve bir bakıma çare yerine daha büyük dertlerin açılmasına yol açmıştır. Köylüler, tedbirler karşısında ürünlerini daha büyük bir inatla saklamaya ve kaçırmaya başlamış, bazı zengin toprak sahipleri ise, ürünlerini karaborsacılara satarak büyük kazançlar sağlamıştır. Bu tür yolsuzluklara çok kez zengin toprak sahiplerinden gereken sus payını alanToprak Mahsulleri Ofisi'nin bazı memurları da aracı olmuştur. 1943'te, Ofis'tekiyolsuzluklar üzerine birçok gazete, geniş ölçüde yayın yapmıştır (35).  Fakat, Türkleri büyük kitleler halinde etkileyen ve öfkelendiren tedbirler, özellikle gelirleri vergilendirme alanında alınmıştır. Savaş döneminde Türkiye'de kazançların vergilendirilmesi büyük eşitsizliklere yol açmıştı. Maaşlı ve ücretli olanlar, hükûmete vergi borçlarını tam olarak öderken, çok sayıda özel kuruluş sahibi -ki bunların sayısı savaş yıllarında hızla artmıştı- kazançlarını gizleyerek çok az vergi ödeyebiliyordu (36).  Bu da birtakım savaş zenginlerinin elinde büyük çapta sermaye birikimi doğurmuştur (37). Bu adamlar paralarını açık açık harcamaktan çekinmemiş, lira üzerindeki enflasyoncu baskıyı tutumlarıyla körüklemişlerdir. Sözgelişi, İnönü 1Kasım 1942'de şöyle diyordu:  Siyasi çıkarları için her bunalımı büyük bir fırsat belleyen ve kim bilir hangi yabancı ulusun çıkarları için çalışan vurguncular, toprak ağaları, açgözlüve fırsatçı tüccar... ve bazı politikacılar, büyük bir ulusun bütün yaşantısını mayınlamayı denemektedirler (38).  İnönü bu kötü insanları ayıklamanın bir bakıma kolay olacağını söylemiştir. Fakat, durumun hiç de böyle olmadığı kısa zamanda anlaşılmıştır (39). Savaş yılları boyunca Türkiye'de uygulanan vergilendirme politikası, zenginliklerin eşitliksiz dağılımını körüklemiş, enflasyonu önlemeyi başaramamıştır. Varlık ve Toprak Mahsulleri vergileri, mutlu azınlığı ve köylüleri vergilendirmişse de, enflasyonu önlemekte yine etkili olamamıştır (40). Bu iki vergi üzerine kopartılan çığlıklar daha dinmeden, sonuçları para piyasasında kendini

Sayfa 20

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 21: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgöstermiştir (41). Fakat, deflasyoncu tedbirler olarak, yine de yarar sağlayamamıştır. Ayrıca sosyal birer kurum olarak çeşitli yolsuzluklara yer hazırlamıştır. Karpat bu konuda şu sonuca varıyor:  ''Sermayenin bazı 'görünmeyen' ellerde toplanması ve cömertçe çarçur edilmesi... İkinci Dünya Savaşı sonunda gerçekten o kadar çarpıcı bir hal almıştı ki, Büyük Millet Meclisi'nde bile bir şikâyet kaynağı olmuştur.'' (42)  Türkiye'nin Almanya'ya Ekonomik Bağımlılığı - Türkiye'nin savaş döneminde çektiği ekonomik sıkıntıların ve yoklukların, öncelikle Almanya'ya bağımlı olmasından ileri geldiği kesindir. Savaşın yaklaştığının belirtileri, Türk devlet adamlarını, Büyük Britanya, Birleşik Amerika ve Fransa ile daha sıkı ekonomik ilişkiler kurmak için, ekonomik dengeyi geçici olarak bozma rizikosunu göze almaya zorlamıştır.  1930-1945 yılları boyunca Türkiye ile Almanya arasındaki ticarî ilişkiler, çıkış ve inişleriyle, denizin dalgalanmasına benzeyen bir eğri izlemiştir. Sözgelişi, 1931'de Almanya, Türkiye'nin toplam ihracatının % 10,7'sini almış, Türkiye ithalâtının da % 21,3'ünü karşılamıştır (43). Beş yıl sonra, 1936'da da,Türkiye toplam ihracatının % 51'ini Almanya'ya yöneltmiştir (44). Toplam ithalâtının % 45,1'ini de Almanya'dan yapmış olması, belki çok daha anlamlıdır (45).  1948'de Türkiye, toplam ithalâtının % 46,9'unu Almanya'dan yaparken, İngiltere'den % 11,2, Birleşik Amerika'dan da % 10,4 oranında ithalât yapmıştı (46). Aynı yıla ait ihracat sayıları ise çok daha çarpıcı bir karşıtlık ortaya koymaktadır: Türkiye, toplam ihracatının % 42,9'unu Almanya'ya, yalnızca % 3,4'ünü de İngiltere'ye yöneltmiştir. Birleşik Amerika ise Türkiye'nin toplam ihracatından % 12,2'sini almıştır (47). Almanya savaştan önce inşaat demiri, çelik, işlenmiş bakır, her türlü motorlu araç, ağır makineler, otomobil lastiği ve daha başka her türlü işlenmiş lastik, cam, gazete kâğıdı, ilâç vb. gibi maddeler bakımından Türkiye'nin başlıca ve vazgeçilmez kaynağıydı (48). Türkiye de buna karşılık tarım ürünlerinin büyük bir bölümünü Almanya'ya ihraç ediyordu.  1942'de Barbara Ward'un vardığı gözlem şuydu:  ''...Türkiye'nin dış ticaret eğrisinin, dış ilişkilerindeki iniş çıkışları izlemesi, bir rastlantı değildir.'' (49).  Türk dış politikasının 19 Ekim 1939'da Büyük Britanya ve Fransa ile karşılıklıbir savunma anlaşmasına vardığı dönemde, Türkiye'nin Almanya ile olan ticareti büyük bir düşüş göstermiştir.  1940'ta 8 milyon lira değerindeki Alman ihracatından sağlanan döviz Türk devletinin kasalarına girerken, bu oran, toplam ithalâtın ancak % 11,7'sini buluyordu (50). Ertesi yıl da Almanya'nın Türkiye'ye yaptığı ihracat, bu ülkenintoplam ithalâtının ancak % 12,2'sini bulabildi (51). İhracat sayıları da ilginçtir. 1940'ta, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatın değeri 9 milyon lirayı buluyordu ve bu, Türkiye ihracatının toplam değerinin sadece % 8,6'sını oluşturmaktaydı (52). 1941'de ise, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatın değeri 26 milyon liraya, oranı da toplam ihracatının % 21,8'ine yükselmişti (53).  Fakat, asıl sıçrama bundan sonraki üç yıl içinde görüldü ve Almanya'yı âdeta eski gözde yerine getirdi. 1943'te Almanya, Türkiye ithalâtının % 37,7'sini karşılarken, Türkiye ihracatının % 23,7'sini de satın aldı (54). Almanya'dan yapılan ithalât 1944'te hafif bir düşüş göstererek toplam ithalâtın % 30,4'üne indi; ancak, Almanya'ya yapılan ihracat, toplam iracatın % 78,2'sine fırladı (55). Aynı yılın başında Türkiye, Almanya ile olan ekonomik ilişkilerini sertleştirdiği halde, elde edilen bu sayı, özellikle ilginçtir. Bunu da, Almanların Türk malları için çok çekici fiyatlar vermeleri, Almanların Türk ticaret yollarını denetimleri altında tutmaları ve Türklerin ürünlerini başka yere satma imkânsızlığı, bir de hükûmetin 1940'ta Almaya ile imzalanan anlaşmayauymaktaki kararlılığı ile açıklamak mümkündür. Dalgalanmaların durulması ise 1945'te Türkiye ile Almanya arasındaki ticaretin hemen hemen sıfıra indiği dönemde oldu.  Almanya'nın savaştan önce Türkiye'yle ticaretini çok geliştirmiş olması bir şans eseri değildir (56). Bu, Hjalmar Schacht'ın ''Yeni Plan'' denilen Alman ekonomik kalkınmasının sonucudur (57). Schacht, 2 Ağustos 1934'te Ekonomi Bakanlığının başına gelince, hemen hiç gecikmeden, hesaplarla yeni bir ödeme yöntemi uygulamaya başladı. Bu yöntem, Schacht'ın deyimiyle şöyle açıklanmaktadır: ''Bize (Almanya'ya) mal satan yabancı ülkeler, satın aldıklarımızın karşılığını hesaplarına Alman parası olarak geçirmelidir. Bu parayla da Almanya'dan her istedikleri şeyi satın alabilirler (58). Bu yöntemin gerek Türkiye, gerekse Almanya açısından avantajı, ender bulunan yabancı dövizleri, dışardan gerekli malları satın alma ihtiyacını karşılamakta rahatça kullanabilmekti (59). Hammaddelerini ve tarım ürünlerini elden çıkarmak isteyen Türkiye ile, uluslararası para piyasasında daha çok borca batmadan sanayi

Sayfa 21

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 22: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıürünlerini satmaktan son derece memnun olan Almanya, bu takas sistemine gidersizbir harcama gözüyle bakmışlardır (60).  1939'da Türk politikasını çizenler, Türkiye'yi ekonomik bakımdan Almanya'ya çok bağımlı duruma getirmiş olmaktan korkmaya başladılar ve bu durumun yapmak isteyecekleri siyasal manevraları tehdit edebileceğini düşündüler. 14 Aralık 1939'da Şükrü Saraçoğlu şöyle diyordu:  Ortada başka gerçek daha var ki, bir ülkenin bağımsız bir ulusal politika izleyebilmesi için, dış ticaretinin büyük bölümünün yalnızca bir tek ülkeye yönelmemesini zorunlu kılmaktadır. Dış ticaretin tek bir ülkenin tekeline girmesi, bunun ölçüsü ne kadar küçük olursa olsun, hatta bu ülke müttefik bile olsa, ulusal bir politika izlemeyi çok zorlaştırır. Amacı bağımsızlık olan ulusal politika ile, hedefi kazanç olan ulusal ticaret yan yana yüreyemez durumagelince, ulusal ticaret fedakârlık yapmak zorundadır (61).  Türkiye, Almanya ile ticaret yapmaktan vazgeçecekse, bunun fedakârlıkları en aza indirecek bir biçimde gerçekleştirmeliydi. Türkler de İngiltere'ye kanca atmakta hiç vakit geçirmediler.  Almanya'dan Kopma Teşebbüsü - Türkiye ile Almanya arasındaki ödeme anlaşması 31 Ağustos 1939'da sona erdiği zaman, Türk hükûmeti Büyük Britanya ve Fransa ileticarî ilişki kurduğu için, bunu uzatmayı kabul etmedi. 19 Ekim 1939 tarihli üçlü Türk-İngiliz-Fransız ittifakına eklenen malî anlaşma, bu üç ülke arasında çok daha sıkı ticarî ilişkiler kurulmasını öngörüyordu (62). İngilizler, 19 Ekim1939 tarihli itifakın cömert millî şartları içinde Türklerle yeni bir ticaret politikası üzerine görüşmeler yapmanın kolay olacağını sanmışlardı. Bu konuda enönemli sorun krom ihracatıyle ilgiliydi. Görüşmeler hemen hemen 19 Ekim'in ertesi günü başladı. Türkler, İnglitere'nin iki yıl içinde, yılda 200.000 ton krom almayı kabul etmeleri için diretiyordu (63). Buna karşılık, Almanya'ya hiç krom ihraç etmemeyi üstlenmekteydiler.  İngilizler, sonunda ''peki'' dedi; fakat, bu arada Türkler yeni bir şart daha koştu. 16 Kasım 1939'da Londra'daki Türk Büyükelçisi, İngiltere hükûmetine, hükûmetinin Almanya'ya krom ihraç etmeme kararını, ancak İngiltere de Türkiye'den incir, fındık, üzüm ve tütün ürünleri ithal etmeyi kabul ederse yerine getirebileceğini bildirdi. Bu istek Londra'da kızgınlık uyandırdı ve Batılı Müttefiklerin ''Türklere çok iyi ettikleri'' (64) havası esti.  İngilizlerin tutumu, Türkiye pazarından Almanya'yı silecek kadar çok Türk ürünleri almalarının imkânsızlığı karşısında, daha da belirli bir duruma geliyordu. Türkler ise, ihraç edilmeyi bekleyen üretim fazlalıkları olduğu sürece Almanya'ya krom satmayı sürdürecekleri konusunda üsteliyordu. Görüşmelerin ölü noktaya varması üzerine, Menemencioğlu Londra ve Paris'e bir yolculuk yaptı (65).  Menemencioğlu, Londra'da da, İngilizlerin iki milyon sterlin değerinde Türk tarım ürünleri ithal etmeleri yolundaki görüşünü sürdürdü. İngilizlere krom satmaya karar verdiklerinde, Almanların bu tür ürünlerini almak istemeyeceklerini ileri sürdü. Eğer İngilizler Türk kromunun Almanya'ya akmasınıönlemek istiyorlarsa, Türklerin çabuk bozulan tarım ürünlerini satın almayı kabul etmeleri gerekiyordu.  Menemencioğlu, kuru meyvelerin satışı konusunda bir anlaşmaya varılmadıkça, görüşmelere katılmayacağını da bildirdi. W.H. Medlicott: ''Kuru meyve anlaşmasını kabul etmeyen Bay Menemencioğlu'nun blöf yaptığını düşünmek mümkündü; ancak, blöf yaptığı yüzde yüz doğrulanamıyordu,'' diye yazmaktadır (66). İngilizler sonunda Menemencioğlu'nun önerilerini kabul etti. Menemencioğlubunun üzerine hemen Paris'e geçti ve burada da İngilizlere karşı desteklendiğinihayretle gördü. Aralık ayı ortasında Londra'ya döndüğünde, yeni bir istekte bulundu. İngiltere hükûmetinin Türk kromunu iki yıl değil, yirmi yıl süreyle satın almayı garanti etmesini istedi. İngilizlerce isteği geri çevrildi. Buna rağmen 8 Ocak 1940'ta Fransızların da katıldığı bir anlaşma imzalandı (67). İngilizler, çarpışmaların kesilmesinden sonra, ihracat mevsiminin sonuna kadar Türk kuru yemişlerini satın almak için söz verdiler. Fakat, bu garantinin kendilerini 1942-1943 ihracat mevsiminden sonra bağlamayacağını da belirttiler. İngilizler ayrıca, gelecek iki yıl içinde her yıl 50.000 ton krom satın almayı, 1943'ten sonra da krom konusunda kendilerine öncelik tanınmasını istediler.  İleride göreceğimiz gibi, Menemencioğlu'nun Türk kromunu yirmi yıl süreyle İngilizlere verme önerisini geri çevirdikleri için, İngilizler sonradan büyük pişmanlık duyacaklardır.  Menemencioğlu Ankara'da bulunmadığı sırada, Türkiye ile Mihver arasındaki görüşmeler kesilmemişti. Dışişleri Bakanının Ankara'ya dönüşünden sonra İngilizlere, Türkiye'nin Türk fabrikalarında kullanılan Alman üretim maddelerinekarşılık, Almanya'ya yaklaşık olarak beş milyon lira değerinde pamuk, susam, fındık, tütün ve Alman ekonomisi bakımından çok önemli bir madde olarak zeytinyağı ihraç edeceği bildirildi (68). İngilizler, Türk hükûmetinin Almanya

Sayfa 22

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 23: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıile Türkiye arasında her türlü ticarî ilişkileri kesmeye yol açacak bir savaş ticareti anlaşması yapmak istemediğini bu sefer daha da açık bir biçimde anlamıştı (69).  Gerçekten de, 8 Ocak 1940 anlaşmasından sonra Türk diplomasisi, Mihver devletleriyle Müttefikleri birbirlerine karşı koz olarak oynamayı sürdürdü. Türkler, 1940 yılı Şubat ayında Almanya ile ticaret ilişkilerini kesmeyi düşünmeden önce, istedikleri bazı malların listesini İngilizlere sundular (70). Aynı zamanda Almanya'dan da kamyon, yedek parça, silâh, fabrika kurma kolaylıkları, demiryolu araçları, lokomotif ve buna benzer isteklerde bulundular(71). En sonunda, 25 Temmuz 1940'ta Türkiye ile Almanya arasında bir ticaret anlaşması imzalandı (72). Bu anlaşmada, yaklaşık olarak 25 milyon lira değerindeihracat ürününün Türkiye'ye ihraç edileceği belirtiliyordu. Almanlar, 39 lokomotif, Sıvas çimento fabrikasının kurulması için gerekli araç, yedek parça, tıbbî malzeme, ilâç vb. mallar göndereceklerdi. Türkler de buna karşılık Almanya'ya tiftik yünü ve zeytinyağı da içinde türlü tarım ürünleri sağlayacaklardı (73). Bunlar arasında İngilizlerin, Almanların yoksun kalmasını istedikleri birçok stratejik değerde madde de vardı.  Türk-Alman Ticaret Anlaşması'nın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra, Almanya'dan Türkiye'ye ancak 9 milyon lira değerinde Alman mamulü gönderilebilmişti (74). Bu ise, Türkiye'nin makine ve silâh ihtiyacını daha geciktirilmeye gelmez bir duruma sokuyordu. Öte yandan Almanya, Türk kromuna gittikçe daha açgözlü bakmaya başlamıştı. En sonunda, 18 Haziran 1941 tarihli Türk-Alman Dostluk İttifakı'nın imzalanmasından sonra, durumu aydınlığa kavuşturmak için Alman ticaret görüşmelerinin başyöneticisi Karl Clodius'un Eylülde Ankara'ya gideceği açıklandı (75). Almanya'ya krom ihracı konusunda görüşmeler, 9 Ekim 1941'e kadar sürdü ve o tarihte de Ankara'da, sözde Clodius anlaşması denen ittifak imzalandı (76). Türkler bu anlaşma uyarınca Almanya'ya 15 Haziran 1943 ile 31 Mart 1943 tarihleri arasında, yani, İngilizlere tanınan önceliğin sona ermesinden hemen üç ay sonra, 45 bin ton krom göndermeyi kabul ediyordu. Almanya, Türkiye'ye 18 milyon lira değerinde askerî malzeme göndermeyikabul ederse, Türkiye de Almanya'ya 1943'te açıktan 45.000 ton krom, 1944'te de 90.00 ton krom daha ihraç edecekti (77). Bu anlaşma, Almanların hoşuna gitmedi. Türklere, krom isteklerini hemen karşılamayı kabul ettirebileceklerini umdular (78). Öte yandan anlaşma, İngilizlerin de hiç hoşuna gitmemişti. Türklerin bir kez daha ekonomik yönden Almanlara bağımlı duruma düştüklerini sanıyorlardı. Bunun üzerine İngilizlerle Amerikalılar anlaşmayı engelleme çabalarına giriştiler.  İngiliz-Amerikan Tercihli Satın Alma Programı - 1940 yılı başlarında Başbakan Churchill, Philip Swinton'dan Birleşik Krallık Ticaret Birliği'nin (U.K.C.C.), Müttefiklerin tercihli satın alma yoluyle Mihver'e stratejik değeri olan ithal malların ulaşmasını sağlamak için birtakım tedbirler hazırlamasını istemişti. Buprogram uyarınca İngilizler, 1941'de aşağıdaki oranda malları Türkiye'den satın aldılar: 

  Ton  Krom :151.066  Tiftik :3.350  Zeytinyağı :5.091  Meşe palamutu :5.000  Pamuk tohumu :1.622  Pamuk yağı :8.000  Keten tohumu :124  Susam. :132,5  (79)  Amerikalılar da 1942'de Birleşik Amerika Ticaret Birliği'ni (U.S.C.C.) kurarakTürk mallarını açık pazardan sağlama çabalarına katıldılar (80).  Yine de, önemli Türk ürünlerinin Almanya'ya ulaşmasını engelleme amacını güdenprogram, geniş çapta başarısızlığa uğradı. Türkler Clodius Anlaşması'yle üstlendikleri şeylere titizlikle bağlıydı. Sözgelişi, 1943 yılında Türkiye'nin Mihver ülkelerine ihracatı şu oranları buluyordu: 

  Metreküp  Krom :46.783  Yağ tohumları :.17.942  Balık :17.597  Sepicilik maddeleri :13.756  Pamuk :10.247

Sayfa 23

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 24: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Pik demiri :9.508  Bakı :7.384  Kuru meyveler :6.445  Deri :.2.894  Bitkisel yağlar :.2.068  Tiftik :1.438  Demir ve çelik çevheri :966 (81)  Türkler her iki yanla da yaptıkları ekonomik anlaşmalara hiç şaşmadan bağlı kalmakta direttiler. Tıpkı Müttefikler gibi, Almanya da söz verilen malları aldı. Türkler, 1943'ten önce Almanlara krom satmadıkları gibi, Müttefiklere de, Almanya'ya ihracat yapmalarını imkânsız duruma getirecek ihraç izinleri vermeye yanaşmadılar. Bu durum, 18 Nisan 1943'te imzalanan ikinci Clodius Anlaşması ile sessiz sessiz onayladı (82). Profesör Medlicott'un belirttiği gibi, ''Türler, Almanların en çok ihtiyaç duydukları maddeleri çekinmeden onlara sağlama görüşündeydiler.'' (83). Çünkü Türkler, Almanya'ya ihraç edilmek üzere geniş malstokları yapmıştı. Türkiye, anlaşmanın imzalanmasını izleyen on dört ay içinde yani 1944 yılı Mayısına kadar, Almanya'ya 40 milyon lira tutarında stratejik değeri olan mal ihracını kabul etmişti.  Bu anlaşmayı harfi harfine uygulama politikasının ardında, İnönü ile birlikte Menemencioğlu da vardı (84). İkisinin de neden önce Almanlarla ve Müttefiklerle bir dizi anlaşmalara giriştiklerini, her iki yanın da tepkisi ne olursa olsun, bu anlaşmanın şartlarına dayanarak işleri yürüttüklerini açıklayacak çeşitli nedenler vardır. Önceden de belirtildiği gibi İngiltere'nin, Türkiye'nin bütün ihtiyacını karşılamasına imkân yoktu. Almanya ise, ancak kendi istediğini aldığında, Türkiye'ye gerekli olan malları verebilirdi. İşte Menemencioğlu'nun, Türkiye'nin elindeki stratejik ürünleri, Alman mamullerini elde etmek için Almanların ağızlarını sulandırmak amacıyle kullandığı anlaşılmaktadır. Bu politika, Türkiye'nin maden kaynaklarının tümüne sahip olma ya da dilediği gibi kullanma yeteneğini elinden alma konusunda Alman hükûmetinin beslediği niyetleriortadan kaldırmaya da yaramıştır. Son olarak, Türk ürünlerinin fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmaya da yardım etmiştir (85). Demek ki Türkler, İngilizlere ve Amerikalılara, Almanya'ya vaat ettiklerinden daha çok mal satmaktan hoşnuttular. Ancak, Müttefiklerin kendilerine bir olta gibi uzattıkları tercihli satın alma yemini yutmaya ya da Alman isteklerini geri çevirmeye pek yanaşmıyorlardı (86). Türklerin yaptıkları tek şey, İngiliz ve Amerikalılara Türk ürünlerini yüksek fiyatlarla satmak olmuştu ki, bunun nedeni,Almanya'nın bazı Türk ürünlerini elde etmek içn olağanüstü fiyatlar önermesindendoğan fiyat yükselişleridir (87). Böylece, Birinci Clodius Anlaşması ile, 1944 yılı Nisan ayında Türkiye'nin Almanya ile olan ekonomik ilişkilerinin bozulmaya başladığı zamana kadar geçen döneminde, Almanların Türkiye'ye vaat ettikleri mamulleri gönderememesinin, Türk ürünlerinin Almanya'ya ihracını önleme bakımından daha etkili bir unsur olduğu söylenebilir. Savaş döneminde krom, bakır, tiftik, pamuk gibi maddeler üzerinde yapılan görüşmeler, bunu geniş biçimde göstermekte ve doğrulamaktadır.  Krom Sorunu ve Türk Tepkisi - Savaş döneminde Türkiye'nin elindeki mallar ve ürünler arasında en önemli olanı kromdu. Bir yazarın dediği gibi, ''Ekmek için maya neyse, modern sanayi için de krom odur; pek az miktarda gerek duyulur, fakat, onsuz da olmaz; tıpkı, mayasız ekmek olmayacağı gibi.'' (88). 1939'da Türkiye, Dünya krom üretiminin %16,4'ünü, yani yaklaşık olarak 190.000 tonunu sağlamıştı (89). Savaş boyunca da üretim hep böyle yüksek düzeyde kaldı. Savaş yıllarında Türkiye'nin krom üretimi, ton olarak şöyledir:  1939 : 183.300  1940 :169.800  1941 :135.700  1942 :116.300  1943 :154.500  1944 :182.100  1945. :148.100 (90). 

  Bu durum, umutsuzca, kroma ihtiyaçları olan savaşan yanları, maden üretiminin aslan payını elde etmek için Türkiye üzerinde alışılmamış baskılar yapmaya zorlamıştır. Bu bakımdan Türkiye, âdeta bir ip cambazı gibi, gerili halat üzerinde yürümek zorunda bırakılmıştır (91).  İp üzerinde yürüme görevi öncelikle Menemencioğlu'nun omuzlarına yüklenmiştir.Önceden de belirtildiği gibi, Menemencioğlu'nun 1939 yılı Aralık ayında Londra'ya yaptığı gezi sırasında İngilizlere Türk kromlarını satın almaları için20 yıl süreli ve öncelik tanıyan bir anlaşma önerdiği hatırlardadır. İngilizler bunu kabul etmiş olsalardı, işler çok daha basitleşecekti. Menemencioğlu daha

Sayfa 24

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 25: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasısonra da, 1943'te en çok 90.000 ton, 1944'te 45.00 ton kromun Mihver'e ihracını öngören Clodius Anlaşması'nın görüşmelerini yürütmüştü. Bu kadar kromu alabilmekiçin, Almanya'nın Türkiye'ye belirli bazı maddeleri, araç ve gereçleri göndereceğine dair yaptığı vaadi yerine getirmesi gerekiyordu. 1942 Ekiminde İngilizler, arkasından da Amerikalılar, Türk kromlarının Almanya'ya ihracını önlemek için çaba harcamaya başladılar. Memencioğlu, 18 milyon lira değerindeki Alman askerî malzemesi alınmadıkça, bu miktarın Mihver'e ihraç edilmeyeceği konusunda Müttefiklere güvence vermeye çlaıştıysa da, Türkiye'nin Almanya'ya vaat ettiği miktarda kromu göndermesini imkânsız kılacak ihracat izinlerini İngiltere'ye tanımaya inatla yanaşmadı (92). İngilizler bunu ''acı bir sınav'' (93) ve ''Türkiye'nin Müttefiklere karşı tutumunun mihenk taşı'' (94) olarak kabul ettikten sonra, öfkeden küplere bindiler. Medlicott bu konuyu: ''Bakanlık (Ekonomi) öfkeyle 'Türkler en sonunda içlerindekini açığa vurdular ve iki yüzlülüklerini olanca haşmetiyle ortaya koydular' demektedir,'' diye belirtiyor (95).  Müttefiklerin tercihli satın alma programında bulunan öbür maddelerde olduğu gibi, Türkiye'den Almanya'ya krom ihracatının sınırlandırılmasının nedeni, İngilizlerin kendi çabalarından çok Almanya'nın pazarlığın kendi payına düşen bölümünü yerine getirmeyişidir. 31 Mart 1943'e kadar Almanya, 18 milyon lira değerindeki silâhlardan ancak pek az bir bölümünü Türkiye'ye gönderebilmişti; bunun karşılığında da Türklerin Mihver için ayırdıkları 45.000 ton kromun tamamını alamamışlardı. 15 Ocak ile 31 Mart 1943 tarihleri arasında Almanya'ya ancak 1000 ton krom gönderilmişti (96). İkinci Clodius Anlaşması ise, Almanlara vaat ettikleri askerî malzemeyi göndermeleri için 31 Aralık 1943'te sona erecek son bir süre tanımaktaydı. 1943 Haziranından sonra ticaret hızla gelişti ve Almanlar, Türkiye'nin istediği savaş malzemesini aldıklarına tanık oldular. Türkler de bunun karşılığını vererek yıl sonuna kadar Almanya'ya ihraç edilen kromun miktarını 46.783 tona çıkardılar (97). Bu hızlı artış , daha sonra görebileceğimiz gibi, İngiliz ve Amerikalıların, Türk hükûmetine bir dizi uyarıda bulunmalarına yol açtı (98). Türklerin buna karşı ilk tepkisi Almanlarınyalnızca ilk Clodius Anmlaşması uyarınca almaları gereken miktarı aldıklarını söyleyerek davranışlarını haklı göstermeye çalışmak oldu. Ancak, 1944 yılı Nisanayında Türk hükûmet i, Müttefik baskılarına boyun eğerek Almanya ile ekonomik ilişkilerini kısıtladı.  Anette Baker Fox, görüşmelerin tartışmasını yaptıktan sonra, şu sonuca varıyor: ''Askerî terazi birbirlerine karşı güçler arasında sallantıdayken ve kimin kefesinin daha ağır basacağı anlaşılmadan, Türkiye, karşıt gruplardan biriyle yapılan ittifakla, küçük bir devletin, âdeta tekelinde tuttuğu stratejikdeğeri olan bir hammadeyi pazarlık konusu haline getirip bundan yararlanabileceğini göstermiştir.'' (99). 19 Mayıs 1943'te İngiltere hükûmet inin Türk kromunu 8 Ocak 1943'le 31 Aralık 1944 arasındaki dönemde tonu 270 şiling gibi yüksek bir fiyattan almayı kabul ettiğini belirtmeden, varılan bu yargı tam olarak ifade edilmiş sayılmaz. İngilizler 1940'ta kromun tonu için 140şilingi yüksek bulmuşlardı. 1943 yılı Mayıs ayının ortasında ise aynı İngilizler, Almanların Türkiye'ye önerdiği fiyatı kabul etmekteydi (100).  Türk Pazarlıkçılığının Sonu - Menemencioğlu'nun bir ip cambazı gibi gösterdiğiçabalar, Türkiye'nin savaş sonrası dönemine ekonomik bakımdan rahat çıkmasını sağlamıştır. Sözgelişi, Türkiye'nin ticaret dengesi savaşın başlangıcında yararınayken, savaş boyunca da dikkate çekecek biçimde böyle kalmıştır. 1939'da,Türkiye'nin ticaret dengesi 2 milyon sterlindi; 1946'da ise Türkiye'nin ticaret dengesi yararına olarak 25 milyon markı aşmıştı (101). Ticaret dengesinin bu biçimde oluşu, doğrudan doğruya Türkiye'nin ihraç ürünleri karşılığında elde ettiği yüksek fiyatların sonucuydu. Oysa, devlet borçları, altı yıl süren savaş boyunca iki katının biraz daha üstüne çıkmıştı (102). Yine de, öbür ulusların borçlarıyle karşılaştırıldığında bu artış bir bakıma ''ölçülü'' sayılabilirdi (103). Bir de A.C. Edwards'ın belirttiği gibi, Türkiye'nin ulusal borcu 1946'da hükûmetin yıllık giderlerinin %20'si ile karşılanabiliyordu. Yine, başkalarıyle kıyaslanacak olursa, bu da ölçülü birorandı (104). Ancak, Türkiye'nin savaş döneminde izlediği politikanın başarısı ya da başarısızlığı, ekonomik kavramlar ve deyimler içinde ölçülemez. Böyle bir şey için, yeniden ve siyasal-askerî sorunlar açısından Türk dış politikasına dönmemiz gerekir. 

 

 

  II. Cilt 

Sayfa 25

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 26: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası

 

  İKİNCİ BÖLÜM 

  Kazablanka'dan Kahire Konferansı'na Kadar Türk Tarafsızlığı:  Savaş Dönemi Stratejisi 

  IV 

  MÜTTEFİK TIRMANIŞI BAŞLIYOR:  KAZABLANKA KONFERANSI 

  Kazablanka Toplantısı - 

  1942 yılı sonunda ve 1943 yılı başında Müttefiklerin zaferini önceden haber veren iki olay geçti: Rommel'in kuvvetlerinin Kuzey Afrika'daki yenilgisi ile Stalingrad kuşatmasının kaldırılması (1). 1944 yılı ocak ayı ortalarında İngiliz-Amerikan kuvvetleri Kuzey Afrika'da zaferi garantiye almış görünürken, Rus kuvvetleri de Don nehri boyunca General von Paulus'un ordularını yarmayı başarmış ve son saldırıya hazırlanmaya başlamışlardı.  Bu gelişmeler, Amerikan ve İngiliz kurmay heyetlerini birtakım yeni sorunlarlakarşı karşıya getirmişti. Bu sorunlar arasında öncelik, zaman sıralaması, uzun süreli planlama da vardı ki, aslında bunlar hep siyasal yönleri olan sorunlardı.İşte bundan dolayı ABD Başkanı ile İngiltere Başbakanı 1943 yılı ocak ayının 12-25 günleri arasında Kazablanka'da buluşmayı gerekli gördüler (2).  Başkan, Stalin'in de Kazablanka'da kendilerine katılacağını coşkuyla umuyordu.Üç defa Sovyetler Birliği önderine yazarak bir araya gelmek üzere onu da sıkıştırmıştı. Stalin bu sırada Üçüncü Reich'ın 6. Ordu'sunu yok eden yarma hareketini yönetmekte uğraşıyordu ya da konferansa katılmamak için bunu özür olarak ileri sürdü. Stalin, Roosevelt'e yazdığı karşılıkta, ''İşler şimdi pek kızışmış bir dönemde; bu nedenle bir gün bile ayrılmam imkânsız'', diyordu (3). Churchill ise, Stalin'in konferansa katılmayışına için için sevinmişti. Her ne kadar Sovyet önderiyle buluşma konusunda Roosevelt'in isteğini paylaşmaktaysa da, bunun ortak kurmay başkanlarının İngiliz - Amerikan stratejisi üzerinde anlaşmalarından sonra gerçekleşmesini istiyordu (4).  Churchill, 12 Ocak günü Kazablanka'nın birkaç kilometre uzağındaki dinlenme kenti Anfa'ya vardı. Roosevelt de iki gün sonra geldi. Konferansın merkezi, Anfa'daki Anfa oteliydi. Burası, Amerikan ve İngiliz kurullarının yerleştikleri geniş bir yapıydı. Otelin çevresindeki vilların bir bölümü de Başkan'a, Başbakan'a, General Giraud'ya ve eğer gelirse yerleşmesi için General de Gaulle'e ayrılmıştı. Güvenlik tedbiri olarak bütün çevre Amerikan askerî birliklerince kuşatılmıştı. Konukları ağırlama görevi de onlara aitti. Robert Murphy'nin yorumladığı gibi, konukların her biri ''kendi alanlarında en yüksek mevkilere yükselmiş, etkili kişilerdi'' (5).  Toplantılar iki salonda yapılıyordu. Aralarında George C. Marshall, Amiral Ernest J. King, Henry H. (Hap), Arnold, Mark W. Clark, Albert C. Wedemeyer ile, İngilizlerden de Filo komutanı Amiral Sir Dudley Pound, Sir John Dill, İngiltereGenelkurmay Başkanı General Alan Brook, Hava Mareşali Charles Portal, Sir HaroldAlexander, Hastings İsmay, Lord (Louis)  Mountbatten ve Lord Leathers'in bulunduğu askerî şefler, Anfa otelinin şölen salonunda, onların sivil şefleri de Roosevelt'in görkemli villasının oturma odasında toplanıyordu (6).  İngiliz ve Amerikan kurullarının üyeleri, Kazablanka'da bir araya geldiklerinde, Mihver ordularına karşı kazandıkları ortak zaferlerden ötürü çok kıvançlı oldukları halde, gelecekteki stratejileri üzerine oldukça garip bir tutum içindeydiler (7). Churchill ise, kendi açısından, zaferin çabuklaştırılması için ''ücretli bir plan'' (8) tasarlamıştı: Kuzey Fransa'daki Alman kuvvetlerine karşı bir saldırıyı yönetecek Amerikan kuvvetlerinin Manş'ı geçmek üzere hazırlanmaları için İngiltere adalarındaki sayılarını artırmak; Akdeniz'de İtalya'yı etken bir saldırgan olarak saf dışı bırakmak amacıyla bir harekât düzenlemek ve Türkiye'yi savaşa sokmak için gerekli şartları yaratmak (9) Churchill,  Amerikalıların önerilerini kabul etmelerini o kadar candan istiyordu ki,

Sayfa 26

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 27: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbuyruğu altındakilere, Amerikalılara kendilerini zorla kabul ettirmeye çalışmamalarını, tersine, ''Damlaya damlaya taşı bile delen su gibi'' (10) sabırlı davranmaları talimatını vermişti.  Amerikalılara gelince, onlar da Kazablanka'ya vardıklarında çeşitli alternatifler yüzünden ''bölünmüş ve çaresiz'' durumdaydılar ve bunların hiç birini kabul edilir türden görmüyorlardı (11).  Bir yandan Amerikan kuvvetlerinin İngiltere adalarında sürekli olarak hazır bekletilmesini destekliyorlardı. Öte yandan da, Manş'ı aşarak girişilecek bir çıkartmadan çok daha önce adada çok büyük sayıda asker toplamanın pek avantajlı bir şey olmayacağını hissediyorlardı. Amiral King ile General Arnold, Churchil'in Akdeniz'le ilgili tasarısıyla ilgilenmişti. General Marshall ise buna şiddetle direniyordu. Çünkü, Başbakanın salık verdiği yolun kendilerini Akdeniz'de ''sonu gelmeyecek'' bir harekâta sürüklemesinden ve bunun sonucu olarak da ikinci cephenin açılmasının sürekli ertelemeye uğramasından korkuyordu(12). Marshall, yine aynı nedenlerle, Churchill'in ortaya attığı, Türkiye'nin savaşa girmesi için gerekli şartları yaratma fikrine de tepki gösterdi.  Türkiye'yi savaşa sokmak, Churchill'in tasarılarının merkeziydi ve daha Müttefiklerin Kuzey Afrika'daki ilk başarılarından hemen sonra gösterdiği tepki arasında, böyle bir ihtimale yer vermişti. Churchill, 18 Kasım 1942'de İngiltereGenelkurmay Başkanlığı'na gönderdiği bir notta, Türkiye'yi savaşa sürüklemek amacıyla ''elden gelen çabaların'' gösterilmesi çağrısında bulunuyordu (13). Churchill, bu konuda gerekli aşamaları bile çizmişti. Türkiye'nin toprak bütünlüğünü garantiye alacak üç müttefikin vaatleri Türkiye'yi askerî bakımdan donatmak; güney kanatlarını güçlendirmek için Rusları sıkıştırmak ve böylece Türklerin bir Mihver saldırısından çekinmelerini önlemek. Bir gün önce, 24 Kasım'da, tutumunu Stalin'e de açmıştı. Stalin sonradan, Türkiye'nin savaşa katılmasının ''çok istenen'' bir şey olduğunu belirttiğini kabul etmiştir (14). Churchill, Kazablanka'da Amerikalıları Türk topraklarını bir harekât üssü olarakkullanmak ve Akdeniz'de Türk savunmasını hazırlamak için inandırmaya çabalamaktan hiç geri kalmadı. Ancak, bu konuda da Marshall'ın güçlü direnişiylekarşılaştı.  Yine de Amerikalılar ''Türkiye'nin etken bir biçimde savaşa katılma ilkesi''nikabul etti (15). Ayrıca, Sicilya'nın işgali ile ilgili İngiliz önerisine de ''peki'' dediler. Öte yandan COSSAC dairesi Müttefik Yüksek Komutanlığı Kurmay Başkanlığı kurularak, Manş'ı aşarak gerçekleştirilecek bir saldırının hazırlıklarının planlanması sorumluluğu bu komutanlığa verildi. Böylece Kazablanka Konferansı, katılanların istedikleri her unsuru kapsamış oluyordu. Amerikalılar ve İngilizler konferanstan ayrılırlarken, geldiklerinden çok daha belirli bir biçimde nereye gittiklerini bilir durumdaydılar kuşkusuz. Buna rağmen kendi kişisel amaçlarını kollamakta - gerektiğinde farklı yö lere sapma pahasına - kararlı kaldılar.  Kazablanka Anlaşması ve Sonuçları - Churchill'le Roosevelt arasındaki tartışmalardan çıkan anlaşmaya, Kazablanka Anlaşması denmiştir. Başbakan, ''Türklerle uğraşma işini'' İngilizlere bırakması için Başkanı ikna etmiş (16), bu ülkenin İngiltere'nin geleneksel çıkar alanı içinde olduğunu savunarak, ''Türkiye'nin güçlendirilmesi için gönderilecek birliklerin çoğunluğunun İngilizbirlikleri olacağını...'' eklemişti (17).  Başkanın bu duruma ''peki'' demesi, kendisinin Müttefiklerin çıkarlarını Türkiye'de İngiltere'nin koruması eğilimiyle de bağdaşmaktaydı. 1941 yılı mart ayının başlarında Washington'daki İngiliz Büyükelçisi Cordell Hull'a, Türkiye'yeKiralama ve Ödünç Verme Anlaşması uyarınca ayrılan tüm malzemelerin, Birleşik Krallık aracılığıyla gönderilmesini Başbakan'ın desteklediğini haber vererek kendisini oldukça şaşırtmıştı (18).  Bundan önceki olaya göz yumduğu halde, Kazablanka Konferansı'nda Başbakan'ın İngilizlerin her şeyine ''peki'' demesi yüzünden Hull'ın epeyce canı sıkılmıştı.1943 yılı mart ayında, Eden'in Washington'a yaptığı ziyaret sırasında, Türkiye'yle olan ilişkilerde İngiltere'nin birinci derecede rol oynamasını Başkanın kabul ettiği izlenimi uyanınca, Hull'da yeni korkular belirmişti. Başkan, Türkiye'deki bütün Müttefik çıkarları İngiltere'nin kollamasını kabul ettiği gibi, gönderilen yardım malzemelerinin denetimini de onlara bırakmaya gözyummuştu (19). Siyasal sorunlar üzerinde Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından olan Wallace Murray, durum gerçekten böyleyse, ''ne... Ankara'da bir Amerikan Elçiliği bulunmasına gerek var, ne de Washington'da bir Türk elçiliğine'' diye yazmıştı (20)  Kazablanka Anlaşması'nı anlamakta gösterdiği çabalar Hull'ı şaşkınlığa düşürüyordu. Amiral William D. Leahy bu konuda şöyle yazmaktadır: ''Başkan, her seferinde kendi özel onayı olmadan konferans üzerine bir haber sızdırmamamı buyurmuştu.'' (21)  Bunun sonucu olarak da, İngiltere Elçiliği'nden bilgi isteyen Hull'a verilecek

Sayfa 27

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 28: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası''bir anlaşma kopyası'' bulunamamıştı (22). İngiliz Elçiliği Birinci Kâtibi Bay Michael Wright, Hull'ın Murray'e: ''...İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Kazablanka'da Başkan'ın, Türkiye'ye karşı 'kozlarını oynaması' için Başbakan'a sorumluluk verişini anladığını'' bildirerek endişe duyduğunu doğrulamaktadır (23). Hull bundan sonra da uyarmalarını sürdürdü.  16 Temmuz'da Başkan yumuşadı ve Amiral Leahy, anlaşmanın bir kopyasını kâtipliğe gönderdi. Anlaşmanın bir bölümünde şöyle deniyordu:  a. Türkiye topraklarının İngiltere'nin sorumluluk alanında kalması ve Türkiye'yle ilgili bütün sorunların İngilterece yürütülmesi, yine Çin'le ilgili sorunları da Birleşik Amerika'nın yürütmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır (24).  Ortak Kurmay Başkanlarının 20 Ocak tarihli altmış üçüncü toplantısında imzalanan bu anlaşmanın son bölümünde, Başkan ve Başbakanın, ''...Türkiye ile ilgili tüm sorunların İngilterece yürütülmesi kararının uygulanması için gerekliidari kararların alınmasında anlaşmaya vardıkları'' da belirtilmektedir (25). Hull, Türkiye'ye karşı Amerika'nın bağımsız davranışı konusunda hemen harekete geçti. İngiltere Elçiliği'ne ve Ortak Kurmay Başkanlarına gönderdiği mesajlarda,Ankara'daki Amerikan misyonunu, Türk hükûmetiyle olan ilişkilerinde bağımsız hareket etme yetkisine sahip bulunduğunu söyledi. Sözgelişi Hull, 22 Temmuz 1943'te Leahy'a şöyle yazıyordu:  Tutanaklar, bakanlığın anlayışını onaylamaktadır... Ve böylece Kazablanka'da varılan anlaşma, Amerikan hükûmetinin Türkiye ile olan ekonomik ve politik ilişkilerinde tam bağımsız davranışını hiçbir biçimde sınırlandırmayacaktır (26).  Kazablanka Anlaşması'nın sonuçları, askerî araç ve gereçleriyle Kiralama ve Ödünç Verme Anlaşmalarını yürüten taraflar için son derece açıktı. 22 Ocak 1943'te, yani Kazablanka Anlaşması'ndan iki gün sonra, Askerî Gereçler İkmal Dairesi Ortak Sekreterliği'nden, Kiralama ve Ödünç Verme Dairesi'ne gönderilen bir memorandumda, Kazablanka Anlaşması'nın sonucu olarak, ''...Türkiye'nin her türlü donatım isteklerinin karşılanıp gönderilmesinden İngiltere sorumlu olacaktır'' deniyordu (27). Böylece, Türkiye'ye ''ileride yapılacak yardımlar''la donatım araçlarının teslimi, bundan böyle Orta Doğu'daki İngiliz Askerî Komutanlığı'nın ''komuta görevi'' durumuna geliyordu.  Bu direktif üzerine ABD Harbiye Bakanlığı temsilcileri 29 Ocak'ta Türk Elçiliği'ne gelecekte Türklerin askerî donatımla ilgili isteklerini İngiliz askerî makamlarının Askerî Gereçler İkmal Dairesi'ne aktaracaklarını bildirdi.  Türkler, bu haberleri ''ağır bir darbe'' (28) ve ''müthiş bir şok'' (29) olarak karşıladılar. Türk askerî ataşesi, Türkiye'ye yapılacak yardımın ''denetimini'' İngilizlere vermenin, ''Büyük Britanya'nın bir başka Müttefikine (Rusya'ya) karşı Türkiye'yi zayıf bırakmak için verilmiş sözünü yerine getirme amacını güttüğünü'' belirterek, hükûmetinin kuşkularını dile getirdi (30).  Türk hava ateşesi de, ''Türk hükûmetinin hemen İngiliz ve Amerikan hükûmetlerine gereken bilgiyi vererek, Türkiye'nin bundan böyle ne Birleşik Amerika'dan, ne de Büyük Britanya'dan yardım isteyeceğini'' söyledi (31). O sırada Dışişleri Bakanı Yardımcısı olan Dean Acheson, Türk tepkisini öğrenince, ''Türklerle haberleşmenin kesilmesi''nin nedenini araştırdı (32). Yardımcıları, Acheson'a Türklerle önceden girişilen bazı işbirliği denemelerinin süreksizliğinden dolayı, ortak liderlerin bu kararının kaçınılmaz duruma geldiğini söylediler.  Bu coşkulu anlaşmazlık, sonradan hasıraltı edildi, 29 Ocak tarihindeki gürültülü görüşmelerden sonra, Türk resmi memurlarının, istekleri karşılığında İngilizlerce yapılarak yardımlar konusunda Amerikan temsilcileriyle danışmalarına göz yuman bir yol benimsendi. Fakat, İngilizler savaş sona erinceye kadar ''Türklerle didişmeyi'' sürdürdü. Yardımları kısacakları yerde -ki Türklerin asıl korkusu buydu- Türkiye'nin enfrastrüktürünün kaldıramayacağı ya da güttükleri tarafsızlık politikasının kabul edemeyeceği kadar geniş, belki de Türkiye'nin de istediğinden çok yardım göndermeye çalıştılar.  Türk ilgilileri her şeye rağmen Amerikalılarla doğrudan doğruya ve aracısız ilişkide kalmayı tercih etti. George V. Allen, 16 Mart 1943'te Türkiye üzerinde yaptığı genel bir özetlemede şöyle yazıyordu:  ''Zaman zaman burada görevli... Türk memurları bizimle doğrudan doğruya ilişkikurmak istediklerini belirttiler... Nereye daha iyi dayanabileceklerini... Özellikle kime borçlandıklarını bilmek istemekte ve daha geniş bir denetim hakkıiçin...'' (33).  Allen, bakanlıktaki üslerine Türk hükûmetinin, Birleşik Amerika'nın ilgisini çekme konusunda umutsuzluğa kapılmaya başladığını bildirmişti. Bunu Müttefik zaferlerinin üzerlerindeki ''heyecanı kırbaçlaması''yla yorumluyordu. ABD'nin, İngilizlerin aracılığı dışında kendileriyle doğrudan doğruya ilişki kurmaktaki çekingenlikleri karşısında Türk önderleri Birleşik Amerika'nın kendilerini ne

Sayfa 28

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 29: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıderece destekleyeceği, ne kadar koruyacağı, daha açık bir deyimle, nasıl savunacağı konusunda ciddi bir kararsızlık ve tedirginlik içindeydiler.  Kazablanka Anlaşması'nın sonuçları, özellikle 22 Ocak tarihli Askerî Gereçler İkmal Dairesi direktifinin yankıları, Ankara'da derin bir biçimde kendini duyurmuş ve büyük anlam kazanmıştı. Bu elbette ki, Türkiye'ye yapılacak bir yardımın şu hesaba değil de, bu hesaba geçirilmesi sorunu değildi yalnızca. Türklerin düşüncesine göre Amerikan politikasını çizenler, Güneydoğu Avrupa'da oynayacak bir rolleri olmadığını düşünmekteydiler. Roosevelt, Churchill'in görüşünü kabul etmiş ve İngilizler ''Türklerle diledikleri gibi oynama'' fırsatını kazanmışlardı. Üstelik bu, bütünüyle İngiltere ile Amerika'yı karşılıklı ilgilendiren bir sorun gibi görünüyordu. Amerikalılar Çin'e karşı nasıl davranacaklarsa, İngilizler de Türkiye'de öyle at oynatacaklardı. Türkler içinse böyle bir denklem, hiç de istenilir türden bir şey değildi. Türk politikasını çizenler, Güneydoğu Avrupa'da Amerikan varlığından yanaydılar (34).Bu biraz da, Rusya'nın savaştan sonra Avrupa'yı ''Bolşevikleştirmeye'' kalkışmalarından korktukları içindi. Ankara'nın Washington'la ilişkilerini kesmeyi hedef tutan her türlü anlaşma ya da Washington'un Türkiye'ye karşı doğrudan doğruya sorumlu olmasını engelleyen kararlar, Türk devlet adamlarını endişelendiriyordu (35)  Kazablanka Anlaşması'na karşı gösterdikleri tepki de, uzun tarihsel deneylerinin sonucuydu. Sözgelişi, Menemencioğlu zihninde, Osmanlı İmparatorluğu'nun ''Avrupa'nın hasta adamı'' diye anıldığı dönemin hatıralarını canlandırıyordu (36). Türkiye'nin tek bir Avrupa devletinin etki alanına girmesiihtimali, kendisini çileden çıkartmaya yetiyordu (37). Belli başlı Türk yöneticilerinin tümü için durum böyleydi. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizişgalinden edindikleri deneyler, şimdi gerçek bir işbirliği konusunda Türkleri haklı olarak kuşkulandırmaktaydı.  13 Temmuz 1943'te Menemencioğlu, Kazablanka Anlaşması karşısında tepkisini açıkça von Papen'e duyurdu. Alman Büyükelçisi kendisine, Türkiye'yi İngiliz etkialanına aldıklarını düşündüğünü söyleyip, ''Öyle değil mi?'' diye sorunca, Türk Dışişleri Bakanı da, ''Bütünüyle böyle oldu'' karşılığını verdi. Ve ardından şöyle ekledi: ''Türkiye, İngiliz etki alanı içindedir, tıpkı Rusya'nın Amerikan etki alanı içinde bulunduğu gibi.'' (38)  Menemencioğlu, haklı olarak Kazablanka Anlaşması'nı, ABD'nin sağladığı gereçlerin yorumlanmasının kararlaştırıldığı bir anlaşma olarak nitelemişti. Menemencioğlu'nun öfkesi artık belirgindi. Amerikan Elçisi Steinhardt'ın, Amerika'dan gelen bir gemi dolusu buğday için Türk yetkililerin İngiltere'ye teşekkür etmek zorunda kalışlarından yakınmalarına üzerine verdiği karşılıkta, ''Bu 62.000 ton buğdayı kendi hesaplarına geçirmeniz için İngilizler beni her gün sıkıştırıyor'' demişti (39). Menemencioğlu ayrıca Steinhardt'a şikayetini yazılı olarak bildirmesini hatırlatmıştı. Türk Dışişleri Bakanı, ''Tabii, bu yazılı şikayet hiçbir zaman gönderilmedi'' demektedir.  Dolayısıyla Kazablanka Anlaşması Türk önderlerine iki şey göstermekteydi: Birincisi, Amerika'nın Türkiye'den yavaş yavaş elini eteğini çektiği; ikincisi de, İngiltere'ye, sömürgeci bir devlet gibi davranma hakkının tanındığı. Böylece, Menemencioğlu'nun savaştan sonra Avrupa devletleri arasındaki ilişkilerde güçler dengesi yoluyla durulmaya varılacağı üzerine umutları sarsılmış oluyordu. Ancak, Kazablanka Anlaşması'nda kayıtsız şartsız teslim ilkesi olmasaydı, herhalde Türklerin gözünde önemi yine de bu kadar büyük olmayacaktı.  Kayıtsız şartsız teslim ilkesi. - Roosevelt'in 24 Ocak'ta barış görüşmeleri için ancak kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul ederlerse Almanları muhatap kabul edebileceğini açıklaması, Türk önderleri üzerinde tam bir şok etkisi yaratmıştı. Bu ilkeyi, Almanya'nın bir güç olarak Avrupa'dan silinmesi diye kabul ediyorlardı. Türkler bu önerinin sonuçlarının neler olabileceğini mantık yoluyla hesaplayabilmekteydiler: Almanya bütünüyle ortadan kaldırılırsa, Ruslar Avrupa'ya egemen olabilmek için artık serbest kaldıklarını düşünebileceklerdi.  O zamanlar Feridun Cemal Erkin de bunu ileri sürmüş, ''Güçlü bir Almanya'nın varlığının, Avrupa'daki denge ve barış için şart olduğu, Türklerin şaşmaz bir inancıydı'' demiştir (40).  Türk önderleri kayıtsız şartsız teslim politikasını acı sonuçlarından kurtarmak şartıyla benimsenmeye yaraşır görmüşlerdi. Böylece, Almanya'yı yenidengüçlendirmek ve ''Rusların Orta Doğu'ya doğru ilerlemelerini durdurmak içni savaşın sona ermesine bir engel hazırlamak'' mümkün olabilecekti (41). Türk devlet adamları, kayıtsız şartsız teslim ilkesinin işgal bölgeleri sınırlarının çizilmesini nasıl etkileyeceğini de çok iyi tahmin edebiliyorlardı. Adana'da ve daha sonra çeşitli zamanlarda Türk politikasını çizenler, Müttefik yetkililerinisık sık uyarmış, ''Sovyet kuvvetlerinin... Müttefik ordularıyla buluşacakları...Almanya içindeki hattın, özgür Avrupa ile, Sovyetleştirilmeye bırakılacak Avrupa

Sayfa 29

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 30: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıtoprakları arasındaki sınır olacağını'' tekrarlamışlardır (42). Türk önderleri, Müttefiklere bu sınırın ''mümkün olduğu kadar doğuda bir yerde olması'' konusunda sürekli uyarılarda bulunmuştur (43). Ancak, Türk devlet adamlarının ifade ettiklerine göre, Batılı Müttefikler bu uyarmaları dinlemek istememiştir. Bir seferinde Menemencioğlu durumdan şöyle yakınmıştır: ''Şunlara (İngilizlere ve Amerikalılara) Rus çığına karşı koyabilecek tek güç olan Alman askerî potansiyelini yok etmeye fırsat bulamadan önce, Ruslarla savaşmaya başlayacaklarını anlatmak için kendimi helâk ettim'' (44).  Türkler yavaş yavaş İngilizlerin uyarılara kulak asmamaktaki inatlarını, bu uyarıları dinlemeye niyetli olmadıkları biçiminde yorumlamaya başlamışlardı. İngiltere'nin koruyucu tavrından sinirlenen Türk önderleri, İngilizlerin bu kez de Rusların yararına Türkiye'nin sorumluluğunu taşımaktan caymasından korkuyorlardı (45). Türk önderleri, İngilizlerin Rusya ile gizli bir anlaşma yapmış olmalarından ve Stalin'in sonuna kadar savaşmayı kabul etmesi şartıyla, Ruslara Türkiye'de rahatça at oynatma hakkını tanıdıklarından kuşkulanmaktaydı. Eğer öyle olursa, Türkiye, Sovyetler Birliği'nin karşısında tek başına bırakılacaktı (46). Üstelik, kayıtsız şartsız teslim ilkesinin açıklanması da butahmini doğruluyordu.  Türklere göre, Erkin'in deyimiyle ''Kayıtsız şartsız teslim ilkesi, Müttefik politikasının yaptığı en büyük yanlış''tı (47). Savaşın ''fanatik bir yön''e sapmasına yol açmıştı. Ve ''Almanya'nın kaderini düzene koyma amacı düşünülürken, bütün Avrupa'nın kaderini düzene koymuştu (48). Böylece Türk önderleri Kazablanka'dan sonra son derece tehlikeli yeni bir durumla karşılaştıklarını kabul ettiler. Müttefikler, Almanya'nın gücünün ''kayıtsız şartsız teslim'' ilkesiyle yok edilmesine karar vermişlerdi. Rusya açıkça avantajı duruma geçiyor ve Almanya'nın yok olmasıyla birlikte karşısında GüneyDoğu Avrupa'ya beslediği iştahı gemleyecek hiçbir ciddi güç kalmıyordu. İngilizler ise, ya tehlikeyi görmek istemiyor, ya da görmek ellerinden gelmiyordu; ama, bir yandan da Ruslarla sıkı işbirliği yapıyor, mümkün olursa Türkiye'yi de Almanya'ya karşı savaşa girmeye zorlayarak kendi çukurlarını kazıyorlardı. Amerika'ya gelince, her zamandan da çok Türk önderlerine karşı umursamaz ve uzaktı. İşte Türkler bu düşünceler arasında bocalarken, Başbakan Churchill'in, Türkiye'ye gelmeyi tasarladığını öğrendiler. 

 

  V 

  ADANA KONFERANSI: BİR  ANLAŞMAZLIKLAR TOPLANTISI 

  Adana Görüşmeleri - Churchill, Sicilya'nın işgaliyle ilgili İngiliz planlarının Amerikalılarca kabul edilmesi karşısında iyice cesaretlenmişti. Bunun üzerine Akdeniz'deki stratejisinin kilit noktası olan Türkiye'yi savaşa sokma planlarını da gerçekleştirmek için, ise Türk devlet adamlarını ziyaret etmekle başlamayı kararlaştırdı (1). Churchill'in savaş kabinesi bunu pek hoş karşılamamıştı. Bunun üzerine Başbakan'a, ''1941'de edindiğimiz deneye göre onlardan (Türklerden) Kıbrıs konusunda aldığımız söz, Ankara'da hemen geri çevrildi. Bu nedenle sizin yeniden bir terslenme ya da başarısızlıkla karşılaşmanızı istemiyoruz'', dediler (2).  Eden de o günleri anarken şöyle söylemektedir:  ''İşin Türkleri ilgilendiren yönü canımı sıkıyordu. Bu inatçı bölgede bir sonuç elde edebileceğimizi sanmıyorum'' (3).  Churchill bunlara hiç kulak asmayınca, Eden: ''Biz de feryadı bastık'', diyerek şunları ekliyor: ''Kanıtların en iyisi bizde ama, alacağımız sonuç en kötüsü olacak, dedik'' (4).  Cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Churchill'le buluşmak için Adana'ya giderken, aklında iki düşünce vardı: Churchill'i, Rusların savaş sonrası niyetleri üzerineuyarmak ve İngilizlerin savaş gereçleri ve silâh yardımlarını artırmalarını sağlamak (5). İnönü hâlâ bir Alman saldırısından korktuğu halde, Adana'da zihnini asıl uğraştıran sorun, Rus tehdidi ile, İngilizlerin buna karşı ne yapabilecekleriydi (6). Bütün Türk delegasyonu için aynı sorun söz konusuydu. Saraçoğlu'nun 1939'daki talihsiz Moskova ziyareti ''kuvvetli bir hatip'' olarak ortaya çıkmak için kendisine iyi bir fırsat hazırlamıştır (7). Saraçoğlu da, Churchill'in kendisi  ''Rusya bir emperyalist kuvvet olabilir görüşünü ifade etmemiş miydi?'' diye

Sayfa 30

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 31: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasısordu. Bu ihtimal, ''Türkiye'nin çok ihtiyatlı olmasını gerektiriyordu.'' Müttefiklerin zaferinden sonra Türklerin toprak bütünlüğünü kim garantiye alacaktı? Saraçoğlu, uluslararası bir güvenlik örgütünden ''çok daha gerçek bir şey'' aradıklarını söyledi. Bütün Avrupa, Slavlar ve Komünistlerle doluydu. Almanya yenilenecek olursa, yenilgiye uğrayan ülkelerin hepsi Bolşevik olacak veSlavlaşacaktı (8). Tıpkı şefi gibi, Erkin de bunları hissediyordu. Adana'ya hareketinden önce Erkin'in, ''İngiltere ve Amerika bir gün, en seçme gençlerini Avrupa'yı Bolşevik tehdidinden korumak için feda ettiğinden Almanya'ya minnet borçlanacaklardır'', dediği söylenir (9).  Erkin sonradan, Türk delegasyonunun, Rusların kendilerini hazırlıksız savaşa girmek için sıkıştırmalarından korktuğunu, böylece bir Rus istilâsına karşı çanak açılmasından çekindiğini ileri sürmüştür. Türkler, Polonya'dan örnek alarak bunu sezinlemişlerdir. Polonya örneği, dramatik bir biçimde, ''Rusların, savaş felâketi nedeniyle Türklerin düşeceği zayıf durumdan yararlanmak için ellerinden geleni yapacaklarını'' göstermekteydi (10).  Tabiî bütün bu sorunlar, içi kaynayan ateşli Başbakanın Adana'ya vardıktan sonra dinlemeye niyetli olduğu şeyler değildi elbette. Bu nedenle de ilk işi, evsahiplerine güven duygusu aşılamaya çalışmak oldu. ''İşler hiç de beklendiği kadar kötüye dönüşmez'', dedi (11). ''Rusya'da Almanya'nın yolundan gitseydi, ben onların da dostu olmazdım. Böyle bir şey yapacak olursa, Rusya'ya karşı en iyi çareyi bulup yaratırız ve bunu Stalin'e de söylemekten çekinmem'' (12). Churchill daha başlangıç konuşmalarında, Müttefikler koalisyonu adına harket ettiğini açıkça belirtmekten geri kalmamıştı. Adana'ya gelişi gerek Birleşik Amerika, gerekse Sovyetler Birliği'nce desteklenmekteydi. Rusların, Stalingrad'da kazandığı zafer, Müttefiklerin talihinde dönüm noktası olmuştu. Stalin'in, Türklerden yapmalarını istediği şeye, Ankara omuz silkmemeliydi. Churchill en sonunda: ''Ben Başbakan Stalin'in, Türkiye'yi silâhlanmış ve kendisini saldırıya karşı hazır görmek istediğini biliyorum'' diye görüşlerini özetledi (13), Aydemir haklı olarak, Churchill'in, ''Türk devlet adamlarının bu tür garantileri ciddiye almayacaklarını bilmesi gerekirdi'', demektedir (14).  Churchill, Almanya'nın yenilgisini çabuklaştırmak niyetiyle Adana'ya gelmişti.Türkiye'nin Mihver'e karşı bu konuda oynayacağı rolü çabuklaştırmak için baskı yapmaktan çekinmeyecekti. Churchill'in mantığına göre doğacak yeni bir durum karşısında Türkiye, kendisini Doğu'ya yönelmiş bir Alman tehdidine karşı savunmak zorunda kalabilirdi. Özellikle Almanya'nın petrole ve öbür madenlere karşı ihtiyacı daha da artarsa, bu ihtimal gerçekleşebilirdi: ''Yaz aylarında Almanların merkezden bir yarma hareketine kalkışmaları mümkündür.'' Türkler çok geçmeden karşı saldırıya geçecek duruma gelebilirdi. Özellikle, ''duvarın tuğlalarından birini altından çekmek için'' harekete geçebilir ve böylece bütün yapının çökmesini hazırlayacak ülkelerden biri olabilirdi. Başbakanın söylediklerine göre, Türklerin tanka, cephaneye ve silâha ihtiyacı vardı; bir debunları kullanmayı öğrenmek için eğitime ''Türk ordusunun görüntüsü karşısında hayal kırıklığına uğradım'', diyen Churchill, ''Savaş alanında kesin sonucun alınmasında çok önemli olan'' modern donatımdan yoksun ordunun, savaşa giremeyecek durumda olduğunu söylüyor ve: ''Bu benim, Türkiye'nin tutumunu çok iyi anlamama yaradı'', diye ek liyordu. ''Bizler (İngilizler) bu konularda boş gurura kapılmayız...'' Amerikalılar, diyordu. Churchill, İngilizlere çok daha modern araçları kullanmayı öğrenmişlerdi. Şimdi de aynı şeyi İngilizler, Türklere öğretebilirdi. Özellikle bu görüş, havaalanları yapımı açısından geçerliydi. ''Yuvalar hazırlanınca'' ve Türkiye savaşa hazır duruma gelince, Churchill, en az yirmi bir İngiliz hava filosunun gönderileceği üzerine söz verdi (15).  Türkler yine de kuşkulanıyordu. İstanbul yapılarının ahşap olduğunu, Almanlar öç almak için burayı hedef seçerlerse, Belgrad gibi acı bir sona uğrayacaklarınıilerir sürdüler (16). Almanya, belki artık Müttefikleri amansız bir hava ablukasına alacak güçte değildi, ama, Cumhuriyet rejiminin yirmi yıllık çabalarını kül yığını durumuna getirebilecek gücü vardı herhalde. Naziler Boğazlara egemen olabilir, Müttefiklerin Ege'deki çıkarlarına büyük zararlar verebilirlerdi. Türkiye'nin tek kömür bölgesi Zonguldak, Bulgaristan'daki Alman hava üslerinden en çok yarım saat uzaktaydı; dolayısıyla, kolayca tahrip edilebilirdi (17). Türk sanayi kuruluşları da ancak''Bir elin parmaklarıyla sayılacak kadardı: (18) Asla tam randımanla çalışamayan üç petrol rafinerisi, bir de Çatalağzı elektrik santralı... ''Tek bir darbe''yle (19) Türk sanayi kapasitesi ortadan kaldırılabilirdi. Türk önderleri bu sefer ve yeniden acele silâha ihtiyaçları olduğu konusunda Churchill'i etkilemeye çalışıyorlardı.  İngiltere Başbakanı'nın saat birde görüşmelerden ayrılmasıyla, birinci gün görüşmeleri sona ermiş oldu. Churchill, sabah erkenden kalkıp Türklerin kabul edeceklerini umduğu bir öneriler listesi hazırladı. Pensees Matinales ya da ''Sabah Düşünceleri''ne, daha sonra ''Savaş Sonrası Güvenliği Üzerine Notlar''

Sayfa 31

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 32: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıadını verdi (20). Churchill'in listeyi Türklere sunuşundan bir gün sonra, Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi'nce Büyükelçi Steinhardt'a verilen bu düşüncelerin bir özeti şöyleydi:  1. İngiltere, Türkiye'den bu ülkenin çıkarlarıyla bağdaşmayan hiçbir şey istemeyecek ve eğer felâketle sonuçlanacak gibiyse, Türkiye'den savaşa girmesinide istemeyecektir. Buna uygun olarak Türkiye'nin geçerli taahhütlerine de karşı çıkmayacaktır.  2. Almanya'nın petrol ihtiyacı ve doğuya doğru genişleme isteği, Mihver'i, düştüğü umutsuzluk içinde Türkiye'ye saldırma zorunda bırakabilir. Bu tehdit karşısında Türkiye güçlü olmalı ve silâh durumu gelecek aylar içinde düzeltilmelidir.  3. Almanya, Türkiye'ye saldırmayacak olsa bile, Türkiye'nin çıkarları, Balkanlar'da anarşiyi önlemek için savaşa girmesini zorunlu kılabilir. Bu şartlar, Almanlar'ın gittikçe artan düşkünlüğü, Bulgaristan'daki kargaşalıklar, Transilvanya yüzünden Romanya ile Bulgaristan arasında çıkabilecek bir çatışma ya da daha yoğun bir Yunan ve Yugoslavya direnişiyle doğabilir. Dolayısıyla Türkiye'nin savaşa girmek zorunda kalan bir devlet olması ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.  4. Türkiye savaşa girmeden de Birleşik Amerika'nın savaşa girmeden önceki durumuna benzer bir duruma, yani ''katı bir tarafsızlıktan ayrılma''ya yönelebilir. Sözgelişi, Romanya petrol tesislerinin, on iki adanın ve Girit'in bombalanması için Türk havaalanlarının kullanılmasına izin verebilir. Almanya veBulgaristan ''Türkiye'nin daha etken bir biçimde savaşa katılmaması için'' buna ses çıkarmayabilirler.  5. Rusya, Haziran 1941 sınırlarının ötesinde herhangi bir toprak isteğinde bulunmaktan vazgeçmiştir. Türkiye, savaşta tam tarafsızlıktan ayrılırsa büyük çapta yardım görecek ve savaştan sonra toprak bütünlüğü için gereken bütün garantileri alacaktır. Büyük Britanya da, savaştan sonrası için Türkiye'ye, öbürdevletlerden ayrı olarak güvence verecektir. Bu tür anlaşmalarda Başkan Roosevelt de kendisiyle seve seve işbirliği yapacak, Birleşik Amerika, barışta sorunların çözümlenmesi için bu yönden olanca ağırlığını koyacaktır. Aynı zamanda, Birleşik Amerika Anayasası'nın Avrupa için daha geniş yükümlülüklere girmeye uygun olmadığı görmezlikten gelinmelidir.  6. Savaştan sonra güvenliğinin korunması için Türkiye'nin ''galip ülkeler yanında'' bulunması önemlidir. Almanya ezildikten sonra da, Türklerle işbirliği gerekli olabilir.  7. Savaşın sonunda Birleşik Amerika dünyanın en güçlü ulusu durumuna gelecek ve Birleşik Amerika'nın bir daha Avrupa savaşlarına katılmamasını sağlamak için,uluslararası sağlam bir örgüt kurmayı isteyecektir. Bu örgüt, saldırganların silâhsızlandırılmasını isteyecek ve öncekinden de güçlü bir uluslar birliği çağrısında bulunacaktır (21).  Bu noktalar ve askerî bir görüş birliği üzerinde 31 Ocak sabahı geç saatlerde anlaşmaya varıldı.  Adana'da, iki askerî karar alınmıştı. Müttefikler, Türkiye'nin savunma güçlerinin bir yıllık hedef ihtiyacını karşılayacak olan silâh stoklarını hemen gönderecekti; bir de, Türkiye savaşa katılırsa, İngiltere, aralarında İstanbul ve İzmir'de olan bazı özel bölgelerin korunması için hava savunma gücüne katkıdabulunacaktı. İngilizler ayrıca, bazı kara birlikleri göndermeyi de vaat etti. Türkler savaşmaya başladıktan sonra, İngiliz komutası altındaki bağımsız bir hava filosuyla Türk komutası altına verilecek birer İngiliz tanksavar ve uçaksavar birliği de gönderilecekti. Türkiye'ye yollanacak araç ve gereçlerin bir listesi de hazırlanmıştı. Bunlara sonradan ''Adana Listesi'' adı verilmiştir(22).  Adana'dan Sonraki Şüpheli Hava - Churchill, 2 Şubatta Stalin'e gönderdiği telgrafta, ''Türklerin bize yaklaştıklarına hiç şüphe yok'' diyor ve ardından şöyle ekliyordu: ''Fakat, bizim yanımızda savaşa katılmalarına karşılık kendilerinden, kesin hiçbir siyasal vaat istemedim.'' Ayrıca, Türkiye'nin yıl sonundan önce Müttefiklerin davası yanında yer alabileceğini, bunun için de Amerikalıların kullandığı ''tarafsızlığın sınırlı yorumlanışı'' yolunu seçeceklerini söylüyordu.  ''İngiliz ve Amerikan bombardıman uçaklarının saldırılarında ikmal amacıyla havaalanlarını kullanmamıza izin verebilirler'' diye yazmış, ''Kendilerini Anti-Hitler sistem içinde öncekinden daha iyi bir yere yerleştirmeniz için size bu telgrafı gönderiyorum'' demişti (23). Her şeye rağmen Cumhurbaşkanı İnönü'nün, Stalin'in savaş sonrası niyetleri bakımından bir dereceye kadar Churchill'i uyarmış olduğu anlaşılmaktadır. Churcill, Rus başbakanına, TürklerinSovyetler Birliği'nin büyük gücü karşısında güttükleri politikada çekingen olduklarını bildirmişti. Churchill, ''SSCB''nin göstereceği her türlü dostluk belirtisini hoşnutlukla karşılayacaklarından da eminim'' diye ekledi (24). Fakat

Sayfa 32

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 33: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıStalin ne Churchill'in İnönü'yle yakın kişisel ilişki kurması, ne de Türklere güvence vermesi konularından pek etkilenmişe benzemiyordu.  Türkiye'nin uluslararası durumu nezaketini koruyor... Bugünkü şartlar altında Türkiye'nin, SSCB ve Büyük Britanya'ya karşı yüklendiği taahhütleri, Almanya'ya karşı yüklendiği taahhütlerle nasıl bağdaştırmayı düşündüğünü bir türlü açıkça göremiyorum. Yine de Türkiye, SSCB ile daha dostça ve içten ilişkiler kurmak istiyorsa, bırakın, ifade etsin bunu. Bu durumda Sovyetler Birliği, Türkiye'yle yarı yolda karşılaşmak ister (25).  Stalin, Başbakan'ın, Türklerin Müfettik davasına ne gibi bir katkıda bulunacakları konusundaki düşüncelerine karşı çıkmakta hiç kararsızlık göstermedi. Ancak, Churchill'in Stalin'e gönderdiği telgraftan, Adana'daki görüşmelerine hiç olmazsa ölçülü bir başarı gözüyle baktığı belli olmaktadır. Bualanda umulan başarı, Churchill'in ifadesine göre Türkiye'yi doğrudan doğruya savaşa sokmak değil, fakat yardımcı olmasını sağlamak, güçlerini hemen seferber edebilecek, havaalanlarının kullanılmasına izin verecek Batılı Müttefiklerin Balkanlar'da güvenebileceği gerçek bir ortak olarak hazırlamaktı. Stalin'in bu alandaki görüşü, aslında daha da gerçekçiydi. Türkler Adana'dan, bu eylemlerden hiçbirini, gerek moral, özellikle de siyasal yönden yerine getirmeyi yükümlenmedikleri duygusuyla ayrılmışlardı (26).  Türk politikasını çizenler, Churchill'in kendilerine içlerinden bir seçme yapabilecekleri birtakım öneriler bıraktığı inancıyla Ankara'ya döndüler. Bu seçmeyi de, askerî ve siyasal durumlardaki gelişmeleri değerlendirip bunların ışığında yapabilecekleri kanısındaydılar. Aslında Churchill'in, Türkleri belirlibir eyleme zorlamamış olması, Türk politikasını çizenlerle Türk kamuoyunda genelbir ferahlık yaratmıştı (27). Churchill de Londra'ya döndükten sonra Türklerin İngilizlerle özel bir gizli anlaşma yaptıkları üzerine çıkartılan söylentileri bastırmaya çalıştı. ''Times'' gazetesi, Ege adalarını ve Yunanistan'ı kurtarmak için Adana'da gizli bir Türk-İngiliz ittifakı imzalandığını yazdığı zaman (28), 11 Şubatta Parlamento'da konuşan Churchill, bu tür spekülasyonların ''Türkiye'nin başını derde sokmaktan başka'' bir şeye yaramayacağını söyledi (29). ''Türkiye'nin müttefikimiz olduğu''nu belirtip, müttefiklerin ''hikâyenin bölüm bölüm gelişmesini beklemeleri gerektiğini, işi aceleye getirmeye kalkışmanın çılgınlık olacağını'' (30) ekledi. Türk yorumu da buna benzer bir çizgi izledi. Türk gazeteleri, Basın-Yayın Umum Müdürlüğü'nün ağzından, ''Türkiye'den hiçbir istekte bulunulmadığını, Türkiye'nin de hiçbir taahhüde girmediğini'' belirtti (31).  Öbür meslektaşları gibi Asım Us da, İngiltere Başbakanı'nın Adana'ya Türkiye'nin 1943'te çarpışacağı savaş alanlarını tespit etmeye geldiği yolundakispekülasyonları yalanlamak için yazmaktan geri kalmadı (32). Us, eğer böyle bir şey olsaydı, Adana toplantısının Kazablanka Konferansı'ndan önce yapılması gerekeceğini, çünkü Müttefiklerin 1943 yılı saldırı planlarını ''en ince ayrıntılarına kadar'' bu konferansta tespit ettiklerini ileri sürdü. Böylece Türk politikasını çizenler, zaman kazandıklarına ve hiçbir yükümlülük altına girmeden gerekli araç ve gereçleri sağladıklarına inanarak Adana'dan ayrıldılar.Nadir Nadi'nin de ileri sürdüğü gibi, Adana Konferansı ve bunu izleyen olaylar, ''ilginç bir satranç partisi''ne benzemekteydi ve İnönü'yle öbürleri, Batılı Müttefikler büyük fedakârlıkta bulunmayı kabul etmişti (33). Şimdi geriye bakılınca, gerek Türk, gerekse İngiliz açısından Adana Konferansı'nın hiç de başarılı olmadığı anlaşılmaktadır. Churchill, Türkleri daha etken bir biçimde müttefiklere yardımcı olacakları bir politika izlemeye razı edememiştir. Türklerde, Rusların gerçekten saldırgan bir genişleme politikası eğiliminde olduklarınaİngilizleri inandıramamışlardır. Fakat, her iki yan da, eskisine oranla karşı yanı biraz daha aydınlattığı düşüncesindeydi. Bu da, İngiltere'yle Türkiye arasında anlaşmazlıkların artmasına ve daha çok karşılıklı diş bilemeye yol açmıştır (34).  Adana Konferansı'ndan sonra Adana'da can alıcı iki konuda beslenen duygular, her şeye rağmen durumunu koruyabildi. Türk politikasını çizenler, karşılaşacakları en büyük tehlikenin Sovyet tutkuları olacağına inanmayı sürdürdüler; bu tutkuları gemlemek için İngilizlerin de hiçbir şey yapmayacaklarına olan inançları sarsılmadı (35).  Churchill'in, Sovyetlerin Türklere karşı, yalnız iyi niyetler besledikleri üzerine acemice diretişi, İngilizler'in Avrupa'daki durumlarını güçlendirmek için ''Rusya ile ayrı bir anlaşma''ya yanaşacakları korkusunu daha da artırmıştı(36). Elbette, böyle bir anlaşma da ancak ''Türkiye'nin çıkarlarına ters düşen bir gelişme olarak gerçekleştirilebilirdi (37).  Adana Konferansı'nın bir tek olumlu sonucu olmuştu; o da, Churchill'in, Türkleri Rusya'ya karşı yeni bir diplomatik anlayışı uygulamaya ikna edebilmesiydi (38). 13 Şubat'ta Dışişleri Bakanı Menemencioğlu, Ankara'daki Sovyet Büyükelçisi Vinogradov'a, hükûmetinin Sovyet-Türk ilişkilerini

Sayfa 33

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 34: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgeliştirmek amacıyla görüşmelere başlamak istediğini bildiriyordu. Adana Konferansı ile ilgili olarak Churchill'le Stalin arasındaki haberleşmeden sonra,Türkiye'den o zamanki Moskova Büyükelçisi olan Cevat Açıkalın, hükûmetinden Türk-Sovyet ilişkilerini geliştirmek için yeni bir formül bulunması konusunda Molotov'u işbirliğine çağırma talimatı almıştı. Açıkalın, özellikle Adana Konferansı'ndan sonra yayınlanan İngiliz-Türk bildirisine benzeyen bir Rus-Türk ortak bildirisi yayınlanmasında diretiyordu (39). Stalin, 2 Mart'ta Türklerin yeni diplomatik çabaları üzerine Churchill'e bilgi verdi (40). Ancak, Türklerin Adana'da korktukları şey, konferansı izleyen aylar içinde gerçekleşti. SovyetlerBirliği'nin savaştaki kaderi değiştikçe, kendilerini daha kuvvetli hissetmeye başladıkça, Türklere karşı tutumları da olumsuz yönde değişmeye hatta tehdit edici bir niteliğe bürünmeye başladı (41). Molotov, Türklerin yanaşma önerilerini geri çevirdi, Türk-Sovyet ilişkilerinin ancak Türkiye'nin savaşa girmesiyle düzelebileceği gerekçesiyle bunu yersiz ve zamansız buldu (42). Böylece, Türklerin, Churchill'in de önerdiği gibi, Ruslarla bir ''modus vivendi'' (geçici uzlaşma) için yaptıkları diplomatik teşebbüs geri çevrilmiş oluyordu (43). Stalingrad savaşından sonra ve özellikle Adana Konferansı'nı izleyen dönemde Sovyetler Birliği hiç çekinmeden, Türklerin savaşa katılmayışlarını eleştirmeye başladı (44).  Rusların, Adana Konferansından sonra Türk tarafsızlığını eleştirmeleri ve Türklerin Sovyetlerle aralarındaki diplomatik ilişkileri düzeltmek için yaptıkları teşebbüsleri geri çevirmeleri, Türkiye'nin özellikle Rusya'ya karşı güçlendirildiğini belirten Alman kaynaklı raporlarla da desteklenmiş olabilir. Alman Büyükelçiliği'ne ulaşan haber alma raporlarına göre ''Adana Konferansı Sovyetler Birliği'ne karşı düzenlenmiş''ti; hatta ''Alman orduları Dnieper nehrinin ardına atılacak olursa, Türkiye etken bir biçimde Müttefiklerin yanındasavaşa katılacaktı.'' (45).  Erkin, Sovyetler'in bu raporlardan haberli olduklarını ve endişelerinin gittikçe arttığını ileri sürmektedir (46).  Erkin ayrıca, Sovyetlerin Balkanlara Sovyet sızmasını önleyecek bir Balkan federasyonu için Türkiye'nin teşebbüsleri olduğuna inandıklarını da ileri sürmektedir. Alman haber alma servisi de, Adana Konferansı'ndan sonra Berlin'e buna benzer raporlar göndermiştir. Oysa gerçek böyle değildi. Turgut Menemencioğlu'nun deyimiyle, ''Savaşı Balkan sınırlarında durdurma fikri, Saraçoğlu ve Türk hükûmetince, savaşın patlamasından hemen önce içtenlikle benimsenmiş bir fikirdi''; ama, ''1942'de bir Balkan federasyonu kurulması görüşü, hayalden başka bir şey olamazdı (47).  Menemencioğlu, haklı olarak Türklerin, Balkan ülkelerinin ve Türk sınırlarınınbütünlüğünü Balkan ülkesi olmayan devletleri dışarda tutacak bir federasyonla korumasını istediklerini belirtmektedir. Türkiye de ''on yıldan beri güdülen birfikrin sonucu'' sayılacak böyle bir federasyona elbette katılırdı. Oysa bir şeyisoyut olarak istemekle bunu gerçekleştirmek arasında belirli bir fark vardır. Adana Konferansı'ndan sonra ortaya çıkan yeni şartlar, Rusya'ya karşı bir federasyon kurulmasının imkânsızlığını Türk önderlerinin sezinlemesine yetmiştir. Dolayısıyla, Kremlin'in Türk niyetlerini anlamış olması bile önemli değildir.  Churchill'in Stalin'e, Türkleri Müttefiklere daha çok yaklaştırdı diye söz ettiği Adana Konferansı, aslında Türk-Sovyet ve İngiliz-Türk ilişkilerine egemenolan güvensizliği ortadan kaldırmaya pek az katkıda bulunabilmiştir. Kendisini gittikçe daha çok duyurmaya başlayan Sovyet hıncı karşısında Türkler, Stalin'in,Türkiye istilaya uğrayacak olursa, ''Rusya'nın yardıma koşacağı'' sözünü hatırlamışlardır (48). Rus Başbakanı, Sovyet ordularının Almanlar karşısında yenilgi üzerine yenilgiye uğradıkları bir dönemde, bunu dostça bir tonda söylemişti. Ama Sovyetler'in zaferden zafere koşmaya başladığı ve Stalin'in gittikçe sesini yükselttiği bu durumda yardıma koşmak, düpedüz istilâ anlamına gelebilirdi. Türk önderleri ise Sovyetlere istilâ fırsatı vermemeye kararlıydı. Bunun için de savaşın Türk topraklarına sıçramaması için her zamankinden daha azimli görünüyorlardı. Bu durum ise kendilerini İngilizlerle işbirliği konusundaçok daha çekingen ve isteksiz bir duruma getiriyordu. 

 

  VI  YOKUŞA SÜR HAREKÂTI 

  İngilizler, Rusya ile Türkiye arasında bocalıyor 

Sayfa 34

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 35: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası

  Büyük Britanya 1943'te çıkarlarının birbirlerine karşıt olduğunu kabul ettiği iki ulusu Müttefikleri arasında görmek gibi inanılmaz bir durumda kalmıştı: Bunlar, Türkiye ve Rusya'ydı. Birbirleriyle bağdaşması imkânsız istek ve çıkarlarla cambaz gibi oynamakta büyük deneyi olan İngiliz diplomasisi bile bu yüzden zor durumda kalmıştı.  İngiliz hükûmeti, Churchill, Eden, Parlamento'nun iki kamarasının üyeleri, ayrıca Londra'da yayımlanan ünlü ''Times'' gazetesi gibi gayri resmî ağızların aracılığıyla, Majestelerinin hükûmetinin Rusya'nın Doğu Avrupa'daki haklarını vesavaştan sonra sınırlarının güvenliğini sağlama hakkını kabule hazır olduğunu üsteleyerek belirtti. Stalin'i inandırmak için hesaplanarak söylenen bu sözler, özellikle Almanya'nın parçalanması için yapılan çağrılarla da birleşince, Türkiye'de duyulan kuşkuyu bütün bütün arttırdı.  Bu arada Churchill de savaşa katılmaları için Türkler üzerinde daha çok baskı yapmaya başlamıştı. Bu amaçla, aradığı barış güvenliğini ancak Müttefiklerin yanında savaşmakla elde edebileceğine Ankara'yı inandırmak zorundaydı. Türklere gelince, İngilizlerin Ruslara yönelttikleri sözlere bakarak, Churchill'in öğütlerine karşı gittikçe artan bir direniş gösteriyorlardı. Profesör Fahir Armaoğlu'nun da belirttiği gibi, ''İngilizler Rusya'ya ne kadar çok dostluktan söz ederlerse, Türklerin de İngilizlere karşı besledikleri dostluk duygusu aynı oranda azalıyordu.'' (1).  Türkiye'nin, İngilizlerin savaş sonrası planları ile ilgisi, 2 Aralık 1942'de Dışişleri Bakanı Eden'in Avam Kamarasında, savaştan sonra barışın dört büyük devleti, yani Büyük Britanya, Birleşik Amerika, Sovyet Rusya ve Çin arasındaki sıkı işbirliğine bağlı olacağını söylemesine kadar dayanır (2). Eden pek tumturaklı konuşuyordu. Dört büyüklerin ortak çabalarını taşıyacak araç da, Birleşmiş Milletler olacaktı. Yeni örgüt, ''her şeyden önce bizim, Birleşik Amerika'nın ve Rusya'nın arasında var olacak anlaşma temeline dayanacaktı.'' Eden, gelecekte saldırganlık kaynağı olarak neden söz ettiğini de, kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin açıklıyordu: ''Avrupa'nın muhtaç olduğu ilk şey, Alman saldırganlığını yeniden doğması ihtimaline karşı sürekli bir savunma sistemi kurmaktır.'' (3). Sovyetler Birliği ile ilişkilere gelince, ''Sovyet hükûmetiylearamızda çıkar anlaşmazlığı baş göstereceğine inanmamız için bir neden yok,'' diyordu. Eden, ideolojik görüş ayrılıklarının iki ülke arasındaki işbirliğini imkânsız kılacağı kavramına karşı çıkmaktaydı (4).  Avam Kamarasında bu konuşmaya tutulan alkışlar, Türkiye'de hiç bir yankı bulmadı. Basın da, Üç Büyükler Eylemi'ne karşı ateş püskürmek için pek zaman ayırmadı.  Sözgelişi, Necmettin Sadak ''Akşam'' gazetesinde tumturaklı bir tavırla büyük devletlerden biri saldırgan bir politika izlemeye başlarsa ne olacak, diye bir soru attı ortaya. Emperyalist amaçlar güden bir hükûmetin her zaman için iktidara geçmesinin mümkün olacağını belirtti. Böyle bir durumun gerçekleşmesi, Avrupa'nın mahvolması demekti. Eden'in çizdiği yeni Avrupa politik sistemi, Üç büyükler arasındaki işbirliğine dayanıyordu; ama, düşman yenildikten sonra bu işbirliği acaba sürecek mi, diye soruyordu, Sadak (5). Doğrusu, Türkler bu konuda İngilizleri iyi anlamışlardı. Önceden de gördüğümüz gibi Churchill, Adana'da, Sovyetler Birliği'yle gelecekteki ilişkiler bakımından olumlu görüşlerileri sürülmüştü.  Türkler, Churchill'in ülkelerinden ayrılmasından sonra İngilizlerin Rusya'ya karşı güttüğü politikadaki tahminlerinde yanılmadıklarını görmek için çok beklemediler. ''Times''ta yayınlanan bir makale ve Churchill'in bir konuşması, Ankara'da şaşkınlığa yol açtı. ''Times'' gazetesi, 10 Mart 1943'te yayınladığı makalede şunları ileri sürüyordu:  1. Savaştan sonra dünya barışı, öncelikle dört büyüklerin uğraşısı olacak ve gelecekteki saldırıları önlemek için güç kullanmayı istemelerine bağlı kalacaktı; 2. Dört Büyüklerden yalnız ikisi, İngiltere ve Sovyetler Birliği Avrupa'daydı;  3. Dolayısıyla Rusya, Doğu Avrupa'daki barışı korumakla sorumlu olacak, Büyük Britanya da aynı yükümlülüğü Batı Avrupa'da üzerine alacaktı (6).  Makalede belirtildiğine göre, savaştan sonra Sovyetler Birliği her istediğini yapabilecek bir durumda olacaktı. Önemli olan, Büyük Britanya'nın Rusya ile birlikte ya da ona karşı olmasıydı.  Rusya'nın Avrupa sorunlarına etkin ve etkili bir biçimde katılmasında Britanya'nın da Rusya ile aynı çıkarları vardır. Dolayısıyla, Doğu Avrupa'da güvenlik sağlanmadan Batı Avrupa'nın güvenliği de sağlanamaz; oysa, Rusya'nın askerî gücü olmadan, Doğu Avrupa'nın güvenliği söz konusu edilemez... (7).  Makale, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde şu sonuca varıyordu: ''Rusya, olağanüstü çabalarının katkısıyle kazanılacak zafere ulaşıldığı zaman, sınırlarının güvenliğinin sağlanması bakımından Müttefikleriyle aynı haklara

Sayfa 35

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 36: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasısahip olacaktır.'' (8). Bu görüşe karşı Türkiye'de gösterilen tepki, yine üzüntüve hayal kırıklığı oldu. Türk basını büyük gürültü koparttı.  Sözgelişi, Yalman, ''Vatan'' gazetesinde öfkeyle, İngiltere'nin, Rusya'nın sözcüsü durumuna geldiğini belirtiyor, Rusya adına bir imparatorluk kurmak istediğini söylüyordu (9).  Cevat Açıkalın, yazara bilgi vererek, gerek kendisinin, gerek İnönü'nün, gerekse Menemencioğlu'nun bu makaleden haberli olduklarını ve kapsadığı görüşlerkarşısında çok üzülüp hayal kırıklığına uğradıklarını bildirdi (10).  Türkler bu sırada Washington'da, Dışişleri Bakanı Eden ile Başkan Roosevelt arasında 12 Mart-30 Mart tarihlerinde geçen tartışmaların niteliğini bilselerdi,gelecek üzerine besledikleri kuruntular daha artardı.  Savaş sonrası Avrupa'sının boyutları tartışılırken, Roosevelt yalnız üç büyüklerin, Büyük Britanya, Sovyetler Birliği ve Birleşik Amerika'nın silâhlanmasına izin verileceğini, tarafsızlar da içinde, küçük ulusların ''tüfekten daha tehlikeli silâhlara'' sahip olmalarına göz yumulmayacağını bildirmişti (11). Öte yandan Eden, Başkan'a verdiği güvencede, Rusların ''Polonya'dan pek az bir toprak isteğinde bulunacaklarını, belki Curzon Hattını aşmayacaklarını'' belirtiyor, Stalin'in ''gerçek kişilerin yöneteceği'' güçlü bir Polonya istediği yolundaki inancını açıklıyordu (12). Eden, Başkan'a ayrıca,Sovyetler Birliği'nin Baltık devletlerini kendi topraklarına ekleme konusunda üsteleyeceğini haber vermişti. Bu konu, Başkan'ı, Eden'den daha çok tedirgin ediyordu. Çünkü Eden, bunu hemen hemen bir oldu bitti diye kabul etmeye hazırdı (13).  Genellikle Eden'in, Sovyetlerin savaş sonrası niyetleri üzerine görüşleri, Stalin'in savaştan sonra Rusya'nın ''güvenliği'' için isteklerinde mantıklı ve ılımlı davranacağı ihtimaline dayanmaktaydı. Türklerin de asıl korktukları buydu. Küçük devletlerin güvenliği konusuna gelince, Roosvelt'in Eden üzerinde uyandırdığı ve İngilizleri bile endişelendiren izlenime göre Başkan, ''değil düşman, müttefik ülkelerin topraklarının kaderleriyle bile oynamaya hazırdı.'' (14).  Tartışmalarının sonunda Roosevelt, toprak sorunlarının pek çoğunun askıda kaldığını kabul etti; fakat, ''Barış Konferansına gidip, Polonya ve öbür küçük ülkelerle pazarlık etmek niyetinde olmadığını...'' (15) söyledi. Bu da Türklerin, Müttefiklerin tutum ve niyetlerinden kuşkulanmalarının nedenini yansıtmaktadır (16).  Türklerin tahminlerini doğrulayan bir olay da, Eden'in Washington'dan dönüşünden birkaç hafta sonra, Sovyetlerin sürgündeki Polonya hükûmetini tanımayı kabul etmemeleri oldu. 26 Nisan 1943'te Sovyetler, Londra'daki Sikorskirejimiyle diplomatik ilişkilerini keserek Rus taraftarı komünistlerin ağır bastığı ''Polonya Vatanseverleri Birliği''ni örgütlediler (17). Türkler bunu, Doğu Polonya'yı sınırları içine alma yolunda Sovyetlerin attığı ilk adım olarak kabul ederek derin bir biçimde etkilendiler (18).  Fakat İngilizler, hiç olmazsa Türklerin gözünde tehlikeler karşısında umursamaz kalmayı sürdürüyordu (19) Bu nedenle de, Churchill'in 1943 yılı yazında Kuzey Amerika'daki etkinliklerini derin bir çekingenlik ve hayretle gözlediler.  1943 yılı mayıs ayında Washington'daki Churchill Roosevelt görüşmesinde ve birkaç ay sonraki Quebec Konferansında İngiltere Başbakanı, Türklerin savaşa girmesi konusunda diretti (20).  Bunu yaparken, hedef olarak İtalya'yı seçmişti. 12 Mayıs 1943'te Churchill, İtalya'yı yenilgiye uğratmanın sağlayacağı avantajları sıralamıştı: Mihver'i lojistik çabalarını genişletmeye zorlamak, Rusya'nın ''yükünü azaltmak'', İtalyan birliklerinin Balkanlardan ayrılmasını sağlayarak bu bölgede Mihver'in gücünü azaltmak ve ''Akdeniz'de kendisini hep İtalya ile ölçen'' Türkiye'yi savaşa girme zorunda bırakmak. Churchill, ''Zamanı gelecek... Topraklarındaki üslerin kullanılması Türkiye'den istenecektir...'' diyordu. Churchill'in savunduğuna göre bu istek, ''İtalya savaş dışı edilirse, başarısız kalamazdı.'' (21).  Churchill'in bu sırada kafasının içinde ne planlar kurduğu üzerine hep tartışmalar olmuştur, her halde daha olacaktır da. Bundan çıkan tek sonuç, Churchill'in Türkiye üzerinde baskı yapmak için İtalya'yı işgal etmek istediğidir.  Amerikalılar, pek gönülden olmasa da, İtalya'nın istilâsı konusunda Churchill'le anlaşma yapmaya hazırlıklıydı; ancak bunu, başbakanın nedenleriyle tıpatıp bağdaşan nedenlerden ötürü istiyor değillerdi. Amerikan stratejistleri İtalya'yı, güney cephesinden çok batı cephesi açısından hesaplıyorlardı: Düşman işgali altındaki Avrupa topraklarına karşı ikinci cephenin açılmasıyla birlikte kulanılacak yararlı bir hava üssü olarak görmekteydiler. 1943 yılı temmuz ayındaAmerikan plancıları ''İtalya'yı savaş dışı etmek için en sonunda benimsenen

Sayfa 36

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 37: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıtedbirlerin, Alman denetimi altındaki Avrupa'ya karşı etkili bir hava harekâtınıyürütmeye'' yarayacağı umudundaydılar (22). Amerikalılar İtalyan anavatan topraklarına saldırı kararı aldıktan sonra bile, İngiltere başbakanını şaşırtmaktan vazgeçmedi. Churchill'in umduğunun tersine, Türk savunma yeteneklerinin artırılması yerine, Amerikalılar desteklerini geri çekme kararı alıyorlardı. A.B.D. ağır bombardıman uçaklarının Tükiye'ye gönderilmesine karşı çıkıyor, bunların İtalya'daki üslerinde ve daha yararlı olacakları görüşünü ileri sürüyordu (23). Churchill'in, istilânın Amerikalıları Doğu Akdeniz'de dahaetken duruma getireceği umudu böylece gerçekleşmemiş oluyordu.  Doğu Akdeniz Amerikalılarca gerektiği biçimde önemsenmeyince, İngilizler Türklere oyun oynamayı sürdürmek zorunda kalıyor, üstelik bunu, Amerika'nın stratejik desteği olmadan yapmaları gerekiyordu.  Churchill, Manş üzerinden bir saldırı için girişilen hazırlıklarda İngilizlerin zamanı kullanma çabalarına Amerikalıları da katmaya uğraşırken, biryandan da böyle bir kampanyada Türkleri etken bir rol oynamaları için hazırlamakve inandırmak için didiniyordu. Fakat, ne Amerikalıları, ne de Türkleri inandırmakta başarılı olamıyordu. Ne var ki, Amerikalılar ''Hayır'' diyebilecek kadar güçlüyken, durumu çok daha zayıf olan Türkler açık seçik konuşmaktan dikkatle kaçınıyor, daha başka bir yoldan direniyordu. Önceden de gördüğümüz gibi Churchill, Adana'da, Türkiye'ye daha çok yardım yapılacağını vaat etmişti. Böyle yaparken de, bu yardımın Türkiye'nin savaşa katılmasına yeteceğine -yanlışolarak- inanıyordu. Türkler ve İngilizler bu yardımı başka açılardan değrelendirmekteydi. Bununla birlikte, aralarındaki anlaşmazlık hiçbir zaman açığa vurulmamıştır; çünkü Türkler, çevirdikleri manevralarla sorunu alınacak yardımın hedefi olmaktan çıkartıp, ne kadar miktar yardım alınacağı biçimine sokmuşlardı. Oysa bu, İngilizler için hiç de önemli olmayan ikinci derecede bir sorundu.  Türkler İşi Yokuşa Sürüyor - Adana'da, Türk-İngiliz askerî görüşmelerinin en kısa zamanda Ankara'da yapılması kararlaştırılmıştı. 26 Şubatta İngiliz askerî ateşesi A.C. Arnold ve Türk Genelkurmay Başkanı yardımcısı Asım Gündüz'ün ortak başkanlığı altında iki genelkurmayın temsilcileri toplandı. İngilizler, Türkiye'ye günde beş yüz ile bin tondan daha çok askerî araç ve gereç göndermemekte kararlıydı. Türkiye'yi destekleme işi aşamalar halinde gerçekletirilecekti. İşte bu nedenle, Türkiye'nin savaşa katılması amacını güdenve HARDIHOOD adı verilen donatım harekâtı, dört aşamadan oluşuyordu. Bunlardan biri sona erdi mi, hemen ardından ikincisi izleyecekti:  Birinci aşama: Havaalanlarının savunmasını sağlayacak olan uçaksavar toplarıyla birlikte çoğu avcı olmak üzere 25 Kraliyet Hava Kuvvetleri filosu.  İkinci aşama: Türk havaalanlarının savunasına yardımcı olacak uçaksavar toplarıyla birlikte çoğu avcı olmak üzere 25 Kraliyet Hava Kuvvetleri filosu.  Üçüncü aşama: İki ağır uçaksavar bataryası, iki hafif uçaksavar bataryası, ayrıca iki tanksavar taburu.  Dördüncü aşama: İki zırhlı alay (24).  Birinci aşama hiçbir zaman tamamlanamamıştır.  Bu yetersiz araç ve gereçleri göndermek de ayrı bir sorundu. Hele Türkiye'ye ulaştıktan sonra hizmete sokmak, daha da büyük güçlükler yaratıyordu. Orta Doğu'daki Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı General Henry Maitland Wilson, ''İlerleme, Türklerin yatkın olmayışı, demiryolu şebekelerinin sınırlı imkânlarını takdir etmemekteki inatları, ya da savaştaki sivil ve askerî ihtiyaçlarının ne olduğu üzerine geçerli tahminlerde bulunamamaları yüzünden pekağır oluyordu,'' diye yazmaktadır (25). Wilson ayrıca, ''Türklerle çetin ve bitmek bilmeyen görüşmeler yapmak''tan da yakınıyordu (26). Ancak Wilson'un asılcanını sıkan, Türklerin izledikleri yüksek politika anlayışıydı.  Sözgelişi, 1943 yılı Mart ayı ortalarında, Türkiye'nin askerî kapasitesini yaratacak planları tartışmak üzere, Orta Doğu Müttefik Komutanlığından bir planlama kurmayı Ankara'ya yerleşmişti (27). Savaşa katılmadan önce havaalanlarıyapımının ve bunlara yardımcı tesislerin kurulmasının önemini belirtmek için de Hava Mareşali Sholto Douglas, mart ayında Ankara'ya gelmişti. Türkler, planlama kurmayı ve Douglas'ın taslağını çizdiği önerileri kabul etti (28). Fakat, birkaçgün sonra, anlaştıkları noktalardan dönüp yeni ve çok daha zor isteklerde bulundular. Bunun üzerine Wilson, Ankara'ya gitmeye karar verdi.  1943 yılı nisan ayı ortalarında Wilson, Mareşal Fevzi Çakmak, Gündüz ve kurmayyardımcıları arasında Millî Savunma Bakanlığında görüşmeler yapıldı. Görüşmelerin, Türkiye'nin savunması sorunlarının ötesine aşmasına izin verilmiyordu. Wilson, Türklerin ilerdeki saldırı harekâtı konusunda tartışmalarakatılmamak için önceden uyarılmış olduklarını belirtmektedir (29). Türklerin öncelikle ortaya attıkları sorunalrın başında, Türkiye'deki birliklere kimin komuta edeceği konusu geliyordu. Wilson ise, Ankara'ya bu konuyu tartışmak için gitmemişti. O, birtakım özel savaş planlarını formüle etmek istiyordu: Türkiye,

Sayfa 37

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 38: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıMihver'e karşı en iyi hangi biçimde savaşabilirdi? Ordusu en çabuk nasıl hizmetegirebilirdi? Türkler, İngiltere'den aldıkları donatımı en iyi hangi biçimde kullanabilirdi?  İşte, generalin aklında bu türden sorunlar vardı. Wilson, Çakmak'a Türk savunma hatlarının Çatalca ile Bolayır arasında uzanması gerektiğini söylemişti.İngiliz generali, Türk Genelkurmay Başkanı'ndan, Türk ordusunun durumunu nasıl koruyabileceği üzerine somut öneriler ileri sürmesini istedi (30). Çakmak söylenenleri dinledi, fakat kendine özgü bir tutumla, düşünceli düşünceli oturmasını sürdürdü. Wilson, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'yla ayrı ayrı görüştüğü zamanlarda da, aynı güçlüklerle karşılaştı; ama, bu seferki direnişler çok daha kurnazcaydı. Her ikisi de, Wilson ortaya siyasal sorunlar attığı zaman taktik sorunlarından, taktik sorunları attığı zaman da siyasal sorunlardan söz edilmesini istiyordu. Türk yetkilileriyle görüşmelere katılan gerek Büyükelçi Hugessen, gerekse General Wilson, açık sözlü olup olmamakta kararsızdılar. Wilson gerek kendisi, gerekse Hugessen adına ''Yararlı olmamız için zamanında çağrılmamız gerektiği noktası üzerinde durduk,'' diye yazmaktadır (31).  Wilson, İngiliz tanksavar ve uçaksavar toplarını hemen kabul etmeleri konusunda Türklere baskı yapıyordu. Türkleri özel bazı askerî harekâta razı edebilmek için teşebbüslerde bulunuyordu.  Menemencioğlu ile Saraçoğlu, bütün bu teşebbüsler karşısında kayıtsız kalıyor ve konuşmalar daha sona ermeden konuyu değiştirmeye kalkışıyorlardı.  Türkler savaşın harekât yönüyle ilgilendiklerini gösterdikleri zaman, yine de hiçbir şey ortaya koymamış gibi, İngilizleri çileden çıkartıyorlardı. Sözgelişi,Wilson'un kurmay heyetinden biri, Wilfred Lindsell, 1943 yılı ağustos ayında Türk subaylarından bazılarını manevralara götürmek üzere Ankara'ya gelmişti. Lindsell'in görevlerinden biri de, aldıkları çeşitli yardım araçlarını nasıl kullanacaklarını Türklere öğretmekti. Lindsell sonradan Wilson'a, Türklerin isteksiz öğrenciler olduklarını söylemiştir (32). Wilson bu işin hemen hemen imkânsız olduğunu ileri sürüyor, Türkiye'nin ''çektiği teknisyen sıkıntısı, bir tank mürettebatına motorun nasıl çalıştığını kitabın birinci sayfasından başlayarak öğretmeyi gerekli kılmaktadır,'' diyor (33).  Böylece İngilizler, gerek talim alanında, gerekse kurmay çalışmalarında şaşkına dönüyordu.  Fakat, bütün sorunlar içinde en çetini, araç ve gereçlerin Türkiye'ye taşınmasıydı. HARDIHOOD harekâtının ilk üç aşamasına katılacak savaşçı birliklerin gerektiği biçimde bakımı için, günde yaklaşık olarak 1200 ton çevresinde araç ve gereç taşınması gerekiyordu.  Bu da, Türk demiryollarının ve limanlarının taşıyabileceği yükün en çoğuydu. İngilizler bu sorunu da çözmeye kalkıştılar; ama, çözümledikleri her sorundan sonra karşılarına daha başkaları çıktı. 1943 yılı mart ayında 100 lokomotifle 2500 tane 15 tonluk vagonu göndermeyi kararlaştırdılar. Bunların yarısı hemen teslim edilecek, öbür yarısı ise yedek olarak gönderilecekti. Bu karar taşıt sorununu çözümlemeye yetmediği gibi, üstelik ortaya yeni bir sorunun çıkmasına yol açtı: Lokomotiflerin yakıt sorunu nasıl giderilecekti?  Hebert L. Matthews'ün 14 Mart 1943'te yazdığı gibi, ''en önemli eksiklik, kömürdü.'' (34). Fakat, bu Türkiye'nin kömür sıkıntısı çektiği anlamına gelmiyordu. Asıl sorun, kömürü Türkiye'nin güney bölgelerine taşımak için deniz yolundan yararlanmanın zorluğuydu. Matthews'ün yazdığına göre, ''İngiliz yetkilileri, kömürsüzlükten, çok sayıda lokomotifin güneyde, raylar üzerinde yattığı inancındaydı'' ve bunun nedeni de, gemi yokluğuydu. Duruma bir çare olurumuduyla İngilizler, Türkiye'ye birkaç şilep de göndermişlerdi.  Fakat, savaşa katılması durumunda, ülkesini savunmak için yeteri kadar uçağı barındıracak yeteri kadar hangar, yeteri kadar havaalanı da yapılsa ve yeteri kadar limandan yeteri kadar İngiliz araç ve gereçleri ile tesnisyen gelse, yeteri kadar gemi, yeterli sayıda lokomotifi yeteri kadar kömürle beslese bile, Türk politikasını çizenler, HARDIHOOD harekâtının başarıya ulaşmasını ya da İngilizlerin kafasında kurduğu biçimiyle başarıya ulaşmasını, kuşkusuz, istemiyorlardı.  Yardım harekâtının can damarını, aralarında on altı ağır bombardıman filosununda bulunacağı 45 hava filosunun gönderilmesi oluşturmaktaydı. 1943 yılı ilkbaharında Türk hava üsleri bu çapta bir kuvveti çok zorlukla barındırabileceknitelikteydi. Türk havaalanları, ancak yirmi beş filoyu kaldırabilirdi ve ancak yağışsız havalarda bu alanlardan yararlanılabilirdi. Bu nedenle İngiliz teknisyenleri, Türk havaalanlarının kapasitesini artırmak için birtakım planlar geliştirdiler (35). Bu planlar arasında, Afyonkarahisar yakınlarında bir ileri hava üssü kurulması; ayrıca, her türlü hava şartları altında kullanılabilecek iki havaalanının da Milas ve Muğla'da yapılması öngörülüyordu. İngilizler ayrıca, Ulukışla'da önemli bir istasyon olan Çakmak kavşağına da Kraliyet Hava Kuvvetlerinden bir birlik yerleştirmek için söz vermiş, bu planların

Sayfa 38

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 39: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgerçekleştirilmesi amacıyla, gerekli olan yapı malzemesinin sağlanması için Mersin ve İskenderun liman tesislerinin genişletilmesini de üzerlerine alabileceklerini bildirmişlerdi.  İngiliz yetkilileri bu önerileri ileri sürerken, haziran ayı başında daha çok sayıda İngiliz teknisyeninin de Türkiye'ye gönderilmesinin gerekeceğini belirtmişlerdi. İşte Türkler bunun üzerine, inatla direnmeye başladı. Wilson, bukonuda şunları yazmaktadır:  Türkler ileri bir hava üssü kurulması için Ağustos ayına kadar izin vermedi, sonra da öyle bir şart koştular ki, projenin yıl sonuna kadar tamamlanması imkânsız duruma geldi. İnşaatı Türkler yapacak, yalnız, halen Türkiye'de bulunanİngiliz teknisyenlerinin gözetimi altında yürütülecekti. Ayrıca, çalışmalar ticarî bir inşaat havası içinde yürütülecekti. Limanlarda antrepo yapımı için dearalık ayına kadar gerekli izin verilmedi (36).  Yine Wilson'un yazdığına göre, İskenderun'daki akaryakıt depolarını genişletmetasarıları, hastane yapımı, haberleşmeyi kolaylaştırmak için yeni telefon hatları çekilmesi işlemleri ''sürekli olarak... Türklerce geciktirilmekteydi.'' (37). Bu, Türklerin İngiliz askerî yardımını geri çevirmek istedikleri anlamına gelmiyordu. İngilizler, Amerika'nın da desteğiyle, 1943 yılında Türklere yaklaşık olarak 80 milyon dolarlık askerî yardımda bulunmuştu. 5 Aralık 1943'te,İkinci Kahire Konferansı sırasında General Wilson, Menemencioğlu'nun da hazır bulunduğu bir toplantıda, Harry Hopkins ve Anthony Eden'a, Adana Konferansı'ndanberi Türklerin şu yardımları aldıklarını açıklamıştır:  350 tank, 48 otomatik silâh, 300'e yakın topsavar topu (bunların yüzden çoğu da ağır toptu), 300 sahra ve orta çaplı top, 200 havan topu, 500'e yakın tanksavar silâhı, çok büyük çapta otomatik silâh ve başka silâh türleri (99.000'e yakın), 420 hafif havan topu ve Türkiye'nin savunması için gerekli, bir milyona yakın tank mayını (38).  Demek ki Türkler, İngilizlerden büyük çapta askerî yardım almakta bir sakınca görmemişti. Fakat Zeki Kuneralp'ın da ileri sürdüğü gibi, ''Türkler, İngilizlerin kendilerine bu yardımı, savaşa katılma konusunda özür imkânı bırakmamak için yaptığı görüşünde değildi.'' Türklerin yardım çabalarını çelmeleme harekâtı ya da İngilizlerin kendilerini lojistik yönden savaşa katılacak kadar güçlendirmeyi önleme çabaları, Kuneralp'ın da ifade ettiği gibi,kibarca ''Hayır'' demenin bir başka yoluydu (39).  Türklerin oyalama taktikleri, özellikle havaalanları yapımı gibi çok sayıda yabancı uzmanın Türkiye'ye girmesini zorunlu kılacak tasarılarda daha çok belirginleşiyordu. Ankara'daki Alman Büyükelçiliğinin arşivleri, 1943 yılı temmuz ayında İnönü'nün Dışişleri Bakanlığından aldığı bir raporda, İngilizlerinhavaalanları yapımını çok hızlı yürüttüklerinin bildirildiğini göstermektedir. Rapor, bunun sonucu olarak Türkiye'nin savaşa sürüklenebileceği konusunda uyarıda bulunmaktadır. Rapor şunu da belirtmekteydi:  İngilizlerin Türkiye'de giriştikleri havaalanı inşaatları, beklendiğinden de çabuk ilerlemektedir. Bir yılda hazırlanması düşünülen alanlar, beş ay içinde tamamlanmıştır. Türkiye'deki İngiliz personeline ait yapıların sayısı da sürekliartmaktadır. Montgomery'nin ordusu, adım adım Türkiye-Suriye sınırına kaydırılmaktadır; belki de Türkler, İngilizlerin işi bir oldu bittiye getirmeleriyle, sözgelişi, Türk havaalanlarından kalkacak uçaklarla Romanya petrol kuyularını bombalayarak ya da Suriye ve Türkiye'den başlayıp, Balkanları hızla istilâ ederek savaşa sokulacaktır (40).  Türklerin bu tutumu Almanları yatıştırmıştı. Çünkü Almanlar, Türk ordusuna İngiliz askerî yardımı yapılmasına göz yumuyorlardı; öte yandan, hava filoları gönderilmesini daha büyük bir kışkırtma unsuru olarak kabul etmekteydiler. Öte yandan, Türkler, havaalanları yapılmadan ve göklerinin savunması sağlanmadan savaşa katılmalarının imkânsız olduğunu, Almanların hava üstünlüğünü ileri sürerek, özellikle belirtmekteydi. Bu davranış İngilizlere pek mantıksız, hatta insanı deli edici bir şey gibi görünüyordu; çünkü Türklerin, Müttefikler yanındasavaşa katılmaya hazır olduklarını düşünüyorlardı. Oysa, bütünüyle karşıt bir varsayımdan kalkan Türkler için her şey son derece mantıklı görünüyordu.  Türk Dışişleri Bakanı'nın raporu, Türk ve İngiliz kuvvetleri arasında olabilecek bir birleşmeden söz etmekteydi. İngilizler Balkanları, Türklerin isteği dışında bu ülkeden geçerek istilâ etme niyetinde değildi ama, zamanı gelince Türk ordusuyle birleşmek için Suriye'deki İngiliz kuvvetlerinin hazırlandığı da doğrudur. Böyle bir birleşme, havaalanlarının tamamlanması ve İngiliz hava filolarının bu alanlara üstlenmeleriyle bağdaşıyordu. Eğer Türkler yardım kabul etmekte böyle ağırdan almasalardı, bu tür bir birleşmenin İngiliz-Amerikan etkisinin Balkanlarda geniş çapta yayılmasını sağlayacağı kesindi. Ancak, Esmer ve Erkin'in yazara belirttikleri gibi, İngilizler bir tür bir bağlantıya yanaşmaktan uzaktılar ve Müttefiklerin büyük stratejilerini açıklayacak kadar Türklere güvenmiyorlardı (41). Bugün biliyoruz ki, bir Balkan

Sayfa 39

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 40: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıharekâtı için Amerika'nın onayını almayı başaramayan İngilizlerin, açıklayabilecekleri pek büyük bir stratejileri de yoktu.  Churchill Kozunu Oynuyor - Bütün bu hayal kırıklıklarına rağmen, Mussolini'nin25 Temmuz 1943'te iktidardan düşmesi üzerine Churchill, gerek Türkleri savaşa sokmak, gerekse Amerikalıları Doğu Akdeniz'de etkili duruma getirmek için çabalarını yenilemekten geri kalmadı. Başbakanın duyguları şöyleydi:  İtalya'nın çöküşü, İttifakın ruhuna uygun hareket etmesi için Türkiye üzerindeen büyük baskının yapılacağı zamanı saptamış olmalıydı... İngiltere ve Birleşik Amerika'nın bu alandaki çabalarına, mümkü olursa, Rusya da katılmalı, hiç olmazsa bu çabaları desteklemeliydi (42).  Churchill kafasında bu tür fikirlerle, on gün sonra, 5 Ağustos 1943'te, A.B.D.Başkanı ile buluşmak üzere Quebec Konferansı için hareket etti. Roosevelt ve ortak askerî önderleri, bu sefer Churchill'in karşısına önceden belirli bir politikayla çıkmakta kararlıydılar. Konferansın 19 Ağustos 1943 tarihli ilk toplantısında, İngiltere Başbakanı'ndan, Manş üzerinden yapılacak saldırı sorununun en önemli ve öncelikle görüşülmesi gereken sorun olarak ele alınması için bir anlaşma koparttılar. Churchill bu öneriye ''Peki'' dedi ve tarih olarakda 1 Mayıs 1944 kararlaştırıldı. Birleşik Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Henry L. Stimson'un söylediği gibi, ''O andan başlayarak OVERLORD harekâtı rayına oturtulmuş oluyordu.'' (43).  Yine de toplantıların sonuçları Churchill'in Doğu Akdeniz konusunda düşündüklerini pek az yansıtabilmektedir. Sözgelişi ortak kurmay başkanlarının, konferansta Başkan ve Başbakan'a sunduğu son raporda, ''Türkiye'nin savaşa katılması için daha zamanın gelmediği görüşüne varılmıştır,'' deniyordu (44).  Buna karşılık, Birleşik Amerika ve Büyük Britanya'nın, ''verebileceği ve Türkiye'nin de kaldırabileceği kadar'' araç ve gereçle bu ülkeyi donatmayı sürdürmeleri konusunda anlaşmaya varmışlardı (45). İngilizler bu tür anlaşmalarakatıldıkları halde, Türkiye'nin savaşa katılmasının, Müttefiklerin yararına bir şey olacağına inanmaktan vazgeçmemişti (46). Türklerin savaşa katılmaları için umut beslemeye yeter bir neden vardı. Churchill bunun üzerine kozunu oynamaya karar verdi. 9 Eylül 1943'te Washington'da bulunduğu sırada ve Başkan'a bilgi vermeden, General Wilson'a, ''Artık yüksek oynamanın zamanı geldi. Bir şeyler yaratın ve cüret edin,'' (47) diye bir telgraf çekti. Böylece Doğu Akdeniz'deki kuvvetlerini Rodos'a karşı bir saldırıya yöneltmiş oldu.  Churchill'e göre Rodos'taki ortak deniz ve hava üsleri, Kos adasındaki hava üssü ile, Leros adasındaki deniz üssü, Almanların Balkanlar ve Kuzey İtalya'dakiyığınaklarına karşı girişilecek saldırıyla, Romanya petrol kuyuları ve Ploeşti rafinerilerini bombalamak, Mısır ve Kuzey Afrika'yı savunmak için çok uygun noktalar olabilirdi. Bu nedenle Churchill, mümkün olursa Amerikalılarla birlikte, olmazsa tek başına yeni bir teşebbüse girişme kararı aldı. Rodos'u işgal edecekti. Ama, Rodos'u istilâya teşebbüs ederken, başka bir düşüncesi dahavardı: İngiltere'nin Türkiye'ye diplomatik yaklaşma teşebbüslerini desteklemek istiyordu. İngilizlerin Rodos'u işgal etmeleri ve Ege denizini çeşitli aşamalardan sonra denetimleri altına almaları, Türkleri savaşa katılmaya inandırabilirdi. Churchill, hiç olmazsa İngiliz yetkililerinin Ankara'da kendilerinden daha emin olarak konuşabileceklerini tasarlıyordu.  Ancak, İngilizlerin planları başarısızlığa uğradı ve 1943 yılı sonunda İngilizyetkililerinin Türk yetkilileri üzerindeki etkisi yeni bir düşüşe uğradı (48).  İngilizler 1943'te Ege denizindeki adalardan bazılarını istilâ etmek için çeşitli teşebbüslerde bulundularsa da, Rodos'taki başarısızlık Churchill'in Türkiye'yi savaşa sokmak için açtığı kampanyanın sonunu getirdi. İngilizler bir İtalyan garnizonunun bulunduğu Rodos'u istilâ etmeyi başaramadıkları gibi, üstelik büyük bir direnişle karşılaşmayan Almanlar Rodos'u almış, ayrıca Akdeniz'deki savaşın başından beri İngilizlerin elinde bulunan İstanköy (Kos), Leros ve Sisam'ı istilâya başlamıştı.  Türklerin Çekilme ve İkmal Yolu - İngilizlerin 1943 kampanyası ölü doğduğu, İngiliz kuvvetleri bu cephede Almanların karşısında hâlâ geri çekilmek zorunda kaldıkları halde, Türkler tarafsız bir politika güttükleri görüntüsü vermekle birlikte, Müttefiklere yardımı da esirgemiyordu. Ege adalarında zor durumda bulunan İngiliz kuvvetlerine yiyecek ve malzeme sağlıyor, Royal West Kent, IrishFusiliers ve birliğin öteki üyelerinin Türk topraklarına sağesen kaçmalarına yardım ediyordu.  Ege denizinde İngilizlerin elinde bulunan adalara ikmal gereçleri Suriye'den geliyor, demiryoluyla Tükiye üzerinden geçirilerek İzmir'in güneyinde kusursuz bir liman olan Kuşadası'na gönderiliyordu. 9 Ekimden, Leros adasının düştüğü 17 Kasıma kadar, Türklerin aracılığıyla, acele ihtiyaç duyulan 1.400 ton araç ve gereç İngiliz kuvvetlerine ulaştırılmıştı. 28 Eylülden 16 Kasıma kadar 3.000 tonyiyecek Sisam'a, 480 ton yiyecek de Leros'a ulaşmıştı (49). Türklerin yönettiği Türk kayıkları, bu yiyecekleri adalara götürüyordu. Daha sonra İngilizler Ege

Sayfa 40

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 41: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıadalarını boşaltırken, Türkiye kıyıları boyundaki Kuşadası ve Bodrum limanları geri çekilme yollarının ilk uğrakları oldu. Sözgelişi, General Wilson, 18-19 Kasımda Sisam adasının boşaltılmasını emrettiği zaman, tuğgeneral Baird, Yunan Kutsal TAburu komutanı albay Çigantis, İtalyan komutanı General Soldarelli, Yunan piskoposu, daha yüzlerce İngiliz ve İtalyan uyruklu sivil, Anadolu'ya Türkkayıklarıyla taşınmışlardı (50).  20 Kasım ve 21 Kasım akşamları Türk kayıkları, binden çok İngiliz ve Yunan uyruklu siville, 400 İtalyan askerini Sisam'dan Anadolu'ya geçirmişti. Hem de buboşaltma işlemi, Almanlar adayı istilâ ederken gerçekleştirilmişti (51).  Dışişleri Bakanı Menemencioğlu'nun bu harekâtı yürütmekle görevli oluşu, kendisinin ne İngiltere'nin düşmanı, ne de Almanların dostu olduğunu onaylamaktadır. Ama bu, Türk çıkarlarının değerlendirilmesinde de bir değişiklikanlamına gelmemektedir. Gizli yapılan yardım, hem hükûmetin İngilizlere karşı beslediği sempatiyi, hem de bu sempatiyi -askerî destek gibi- Müttefikleri etkenve açıkça desteklemek biçimine dönüştürmeme konusundaki kararlılığını gösteriyordu.  Ayrıca Türk hükûmeti, gerek bu dönemde gerekse savaşın sonuna doğru, hiçbir zaman temel yargılarından sapmamıştır. Rusya hâlâ bir düşmandı ve gücü gittikçe artıyordu. İngilizler ve Amerikalılar yanlış yola saptırılmış dostlardı ve dikkatsiz davranışlarıyla Rusların Doğu Avrupa'yı istilâ etmelerine göz yumacaklardı. Fakat Türkler, İngilizlerin Ege'den çekilmelerine yardım ederken, son İngiliz kozunun oynandığını anlamışlardı. Şimdi sıra Rusya'daydı. 

  VII 

  TÜRKİYE'YE YAPILAN BASKI ARTIYOR:  DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI 

  Moskova Konferansı: Ruslar Türkiye'yi Savaşa Katılması için Zorlamayı Deniyor - AMERİKAN, İngiliz ve Sovyet Dışişleri Bakanlarının Moskova Konferansı, Sovyetlerin Türkiye'yi savaşa katılmaya zorlamak için İngiliz ve Amerikalılardanbir vaat koparma amacıyla gösterdikleri olağanüstü çabalar bakımından çok anlamlıydı. Özellikle Birleşik Amerika böyle bir vaatte bulunmaya isteksizdi ama, en sonunda Molotov, konferansın ana sonuçlarından olmasa bile, önemli eklerinden biri olarak böyle bir vaat koparmayı başardı.  Sovyetlerin Türkiye'yi tarafsızlıktan ayırıp savaşa iteleme konusundaki kararlılıkları, ekim ayında Moskova'da toplanan konferanstan daha önce su üstüneçıkmıştı. Eylül başlarında ''Savaş ve İşçi Sınıfı''nda çıkan bir makale, yeterince önemsenmiş olacak ki, İzvestia'da (1) yeniden yayınlandı. Makale, ''Türkiye'nin tarafsızlığı gittikçe daha çok Almanlar için yararlı ve kaçınılmazolmaktadır; çünkü Türkiye, Alman ordularının Balkan kanadının güvenliğini sağlamakta, Almanların burada çok az sayıda bir güçle tutunmalarını kolaylaştırmakta ve Alman birliklerinin büyük bir bölümünün Sovyet-Alman cephesine gönderilmesine yol açmaktadır...'' (2) diyordu.  Profesör Esmer, Türklerin tarafsız kalmasını, İngiltere ve Birleşik Amerika Balkanları istilâ edecek duruma gelmeden, Almanları bu bölgede güçsüzleştirmemekamacıyla kendilerinin istediğini daha o zamanlarda Stalin'in düşündüğünü ileri sürmektedir.  Esmer, Rus basınının, ''İngiltere'nin Türkiye'ye gönderdiği silâhların Almanya'ya karşı kullanılmak üzere değil, savaştan sonra Rusya'ya karşı güçlendirmek amacıyla gönderildiğini'' belirterek öfkeli bir kampanya açtığını da belirtmektedir (3). İşte bu türden Sovyet propagandası altında Moskova Konferansı açıldı.  Üç büyüklerin Dışişleri Bakanları, Hull, Eden ve Molotov, 19 Ekim 1943'te Moskova'da toplandı (4). Konferans başkanı olarak Molotov, hemen Hull ve Eden'dan üç istekte bulundu. Sovyetler her zamanki gibi, İkinci Cephe'nin önceden kararlaştırıldığı biçimde 1944 ilkbaharında açılmasının garanti edilmesini istiyorlardı. İkinci istek, üç büyüklerin Türkiye'ye hemen savaşa katılmayı kabul ettirmeleriydi. Üçüncüsü de, İsviçre hava üslerinin kullanılmasıyla ilgiliydi. Molotov bu üç isteğini ileri sürdükten sonra toplantıyı erteledi (5).  Eden, hemen başbakanına, Sovyetlerin üç isteğini haber verdi. Molotov'un da, Türkiye'nin savaşa katılmasını istemesi, Churchill'i pek sevindirmişti. Sovyetlerin, İkinci Cephelerin açılması çağrısı sürpriz olmamıştı ama, Türkiye'nin de savaşa katılmasını istemeleri hayret uyandırmıştı (6).  Churchill, Dışişleri Bakanı'na gereken öneride bulunarak, Rusların Balkanlarda

Sayfa 41

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 42: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgeniş çapta bir İngiliz-Amerikan istilâ hareketiyle ilgilenip ilgilenmedikleriniöğrenmesini istedi (7). İngiltere Başbakanının güttüğü Doğu Akdeniz stratejisinin can çekişmeye başladığı bir sırada, Ruslar göründüğü kadarıylea bustratejiye yeni bir hayat veriyordu.  İkinci toplantıda Molotov, yeniden Sovyetlerin Türkiye'ye karşı duydukları ilgiyi dile getirdi (8). Eğer İngilizler ve Amerikalılar, Sovyetler Birliği'nin gerçek dostları ise, Rus ordularının taşıdığı yükü gerçekten hafifletmek istiyorlarsa, Türklerin savaşa katılmaları için ellerinden geleni yapmaları gerekeceği görüşünü savundu. Eden da, ''Türkiye'nin savaşa katılması konusunda Sovyetler Birliği'yle aralarında anlaşmazlık olmadığı'' karşılığını verdi (9). Gerçekten de İngilizler, Türklerin hemen savaşa katılmaları gerektiği ilkesini kabul etmişlerdi. Eden her şeye rağmen son derece ölçülüydü. Türklerin savaşa katılmalarını önleyen engelleri kabataslak çizdi, ama, yalnız bu ülkenin askerî yönden hazırlıksız oluşunun yol açtığı güçlükleri dile getirdi; siyasal durumun doğurduğu güçlüklere, özellikle Sovyetler Birliği'yle olan ilişkilerine hiç değinmedi.  Başbakan'ın 20 Ekimde Eden'a yazdığı gibi, öbür fikirler, Eden'in ''içten pazarlığı'nda vardı (10). Dışişleri Bakanı, İngilizlerin Güneydoğu Avrupa'daki çıkarlarıyla ilgilenmelerinin, İkinci Cephe'nin açılmasını tehdit edeceğini Amerikalıların düşündüğünü bilerek, aşırı bir kuşkuculukla, büyük bir çekingenlik arasındaki çizgiden yürüdü. Ruslarla birlik olmak istiyor, ama Amerikalıların muhalefetiyle karşılaşmak da işine gelmiyordu. Ayrıca İngiltere'nin kendi politik çıkarları bakımından Türkiye'nin savaşa katılmasını istediğinden Rusların kuşkulanmaması gerekiyordu. Dolayısıyla Eden, Türkiye'nin savaşa katılması ilkesini kabul ederken, büyük bir içtenlikle, bunu engelleyen nedenlerin, İkinci Cephe'nin başarılı olmasını sağlayacak lojistik ve pratik konulardan oluştuğu görüşünü savundu (11). Eden ayrıca Rus meslektaşına, İngilizlerin Türklere neden silâh yardımı yaptıklarını açıklarken, güdülen tek ve kesin amacın, onları Almanlara karşı savaşabilecek duruma getirmek olduğunu da belirtti.  Molotov, İngilizlerin Türkleri Rusya'ya karşı silâhlandırmalarından kuşkulanırken, Eden da, ''Türkiye'nin Almanları Balkanlardan sürüp atmaya yardımcı olmalarını İngiltere'nin seve seve karşılayacağını, öte yandan ülkesinin Almanlar Balkanlardan çıkartıldıktan sonra Türkiye'nin bu bölgedeki bir müdahalesiyle ilgilenmediğini'' belirtti (12). Türk havaalanlarının sanıldığı kadar önemli olmadığını, bundan böyle İtalya'daki hava üslerinden de yararlanabileceklerini ekledi. Ardından, ''Ama, Sovyet dostlarımız savaşa katılması için Türkiye'yi sıkıştırmamızı isterlerse, bu konuyu dikkate almaktan hoşnut kalacağız'' diyerek tutumunu özetledi. Böylece İngilizlerin tutumu, Sovyetlerinkiyle aynı doğrultuya gelmiş oluyordu.  Molotov, Eden'den bu doyurucu karşılığı alınca, bu kez Hull'a döndü. Amerikan Dışişleri Bakanı, Eden'ın, Türkiye'ye karşı güdülen İngiliz politikasını açıklamasını sessiz sessiz dinlemişti. Şimdi de bu konferans sırasında aynı konunun her ortaya atılışında hiç esirgemediği sert karşılığı verdi: ''Askerî konular üzerinde konuşmak yok!'' (13).  Eden gibi Hull da, birinci toplantıdan sonra Washington'a telgraf çekmiş ve talimat istemişti. Eden'ınkinin tersine, Hull'ın önerisi, Türkiye'nin savaşa katılması sorunuyla hiç ilgili değildi. Roosevelt, Dışişleri Bakanı'nın mesajınadoğrudan doğruya karşılık vereceği yerde, Ortak Kurmay Başkanlarına bir yazı gönderdi. Ortak Komutanlar da konuyu, incelenmesi için Ortak Stratejik İnceleme Komutanlığına (ISSC) aktardılar (14). Hull'ın sorusuna verilecek karşılık, or-duplanlamacılarıyla bu konu üzerine sonradan eğilen JSSC arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden gecikti (15).  Ordu planlamacıları, Türkiye'nin savaşa katılmasına karşıydı; bunun için eski kanıtlamalardan pek çoğunu yeniden ileri sürüp, haklı olarak şu sonuca varıyorlardı: ''Türkiye, Sovyet yardımı istememektedir ve büyük bir ihtimalle kendisini SSCB'ne karşı korumak için İngiltere ve Birleşik Amerika'dan garanti isteyecektir...''  Elbette bu İngiliz-Amerikan kuvvetlerinden bir bölümünün İkinci Cephe harekâtından çekilmesini zorunlu kılacaktı (16). JSSC ise Türklerin savaşa katılmalarından yanaydı; çünkü böylece Almanların Manş karşısındaki kuvvetlerinden bir bölümünü geri çekmek zorunda kalacaklarını düşünüyorlardı. Ensonunda Ortak Kurmay Başkanları, belirsiz bir tutumda karar kıldılar: Türkiye'yesavaşa katılması konusunda ne çok cesaret verilecek, ne de kesinlikle bundan vazgeçirtilecekti. Ortak Komutanlar, Türkiye'nin savaşa katılması durumunda Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yi korumak için neler yapabileceğinden emin olmak ve bunu bilmek istiyorlardı. Ayrıca Türkiye'nin savaşa girmesinin, İkinci Cephe'nin açılmasını geciktirmesini de garantiye almak niyetindeydiler. Hull'ın başkana mesaj gönderdiği dönemde de böyle bir teminat verilemeyeceği için Ortak

Sayfa 42

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 43: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıKomutanlar dikkatli olunmasını salık vermişlerdi (17).  Hull, aldığı talimatın özünü Sovyet Dışişleri Bakanı'na duyurdu. Elbette bu, Molotov'un umduğu karşılık değildi; görünüşte Amerikalılardan bu kadar az şey koparmayı düşünmemişti. Konferans süresi boyunca da, Türkiye'nin savaşa katılmasına yardımcı olması için Hull'ı sıkıştırıp durdu. Sözgelişi, Hull, 25 Ekimde Molotov'un dinlenmek için verilen bir aradan yararlanarak yanına sokulduğunu ve üç büyük devletin ''Türkiye'ye savaşa katılmasını önermeleri gerektiğini'' söylediğini; ancak bu önermeleri sözcüğüyle Molotov'un açıkça 'emretmeleri' anlamını güttüğünü yazmaktadır (18). Hull buna karşılık vermeyeceğini söyledi. Molotov diretti. Hull'a, ''savaşa katılmadıktan sonra'' Müttefiklerin Türkiye'ye ne diye silâh yardımı yaptıklarını bir türlü anlayamadığını söyledi (19). Üç gün sonra Molotov, Rusya'nın tutumunun son derece basit olduğunu açıkladı. Türkiye, her ne olursa olsun savaşa katılmaya zorlanmalıydı; çünkü bunun sonucunda Müttefikler ne türden sorunlarla karşılaşacak olurlarsa olsunlar, Hitler'in karşılaşacağı sorunlar çok daha büyükve ciddî olacaktı. Türk hava üslerinin kullanılması yeterli değildi. Türkiye'ninsavaşa katılması gerekiyordu. Türkiye buna karşı duracak olursa, yapılan silâh yardımı durdurulmalıydı. Molotov, Türkiye nasıl olsa üç büyüklerin isteğine karşı çıkamaz diye ekliyordu (20).  Konferansın normal toplantıları sona erer ermez, Molotov ve Eden, 31 Ekimde Türkiye'nin savaşa katılma kararı alması için seçilecek en iyi yolun hangisi olduğunu kararlaştırmak üzere masa başına oturdular. Eden'in Churchill'e çektiğitelgrafa göre, Molotov bu tartışma sırasında durup durup aynı şeyi söylemişti: ''Üç Büyükler, Türkiye'nin gerçekten savaşa katılmasını gerekli görüyorlarsa, Türkiye buna karşı çıkamaz...'' (21). Churchill de kendi yönünden ve konferansınhavasından aldığı cesaretle, Türkiye'nin savaşa katılmasını kolaylaştıracak yenibir kampanya açmaya karar vermişti. Amerika planlamacıların, Türklerin savaşa katılmalarını salık vermeye karşı çıkmalarına, kendilerinin Türkiye cephesine gereken lojistik yardımı yapmak istememelerine ya da yapamayacaklarını belirtmelerine rağmen, Churchill, Ruslarla birlikte her ne pahasına olursa olsunTürklerin savaşa katılmalarını sağlamayı kararlaştırmışa benziyordu. Türklerin ozamana kadar aldığı yardımlarla savaşta başarılı olup olmamaları konusunda da, göründüğü kadarıyla, Amerikalılardan daha az karamsardı (22). Bu, savaş boyunca İngiliz-Türk ilişkilerinin en kötü seviyeye ulaştığı dönemin başlangıcıdır. Türkpolitikasını çizenler, özellikle Dışişleri Bakanı Menemencioğlu, Türk şehirleri gerektiği biçimde korunmuş olsun ya da olmasın, Türk askerî birlikleri yeteri kadar donatılmış ve takviye edilmiş olsun ya da olmasın, İngilizlerle Rusların kendilerini savaşa sürüklemeye istekli oldukları izlenimine varmışlardı. Eden daMolotov'a, Türk Dışişleri Bakanı'yla Kahire'de buluşacağını, Üç Büyükler adına Türkiye'nin havaalanlarını hemen kullanma, Boğazlardan denizaltılarını geçirme izni istemeye hazırlandığını bildirdi (23). Yine de Eden'la Molotov arasında bazı anlaşmazlıklar çıktı. Eden, Türklerin yardımı olmadan Leros adasında daha çok direnemeyeceklerini Molotov'a söyledi ve Leros'u korumak için Türkiye havaalanlarından yararlanacağını belirtti. Molotov, hemen buna kesinlikle karşı çıktı, Türkiye'nin topyekûn savaşa girmesi gerektiğini ileri sürdü (24). Molotov, İngiliz-Rus ittifakının geleceğinin de buna bağlı olduğunu ima etti. Anlaşılan, Eden da Molotov'un ileri sürdüğü nedenler karşısında etkilenmişti. 1 Kasım 1943'te Hull, Başkan'a, İngiliz Dışişleri Bakanının Churchill'e gönderdiğibir telgrafı kendisine gösterdiğini haber verdi. Eden bu telgrafında, Menemencioğlu ve Türk hükûmeti, eğer Müttefiklerin havaalanlarından yararlanmalarına ve denizaltılarını Boğazlardan geçirmelerine izin vermezse, ''Kendisine (Menemencioğlu'na) araç ve gereç yardımımızı durduracağımızı söyleyeceğim'' dediğini kabul ediyordu. Eden daha da ileri gitti. Türkiye 1943 yılı sonuna kadar Almanya'ya karşı savaşa girmezse, Müttefikler Türk hükûmetine hemen savaşa katılmasını isteyen üçlü bir ültimatom vereceklerdi. Bu uyarıların sonucu olarak Molotov, İngilizlerin Türk hava üslerinden yararlanma isteklerine karşı olan direnişinden vazgeçti.  Eden şöyle yazmaktadır:  Hükûmetimiz yıl sonundan önce Türkiye'nin savaşa katılması konusunda tam uyuşma durumundaydı ve bu konuda hemen imza vermeye hazırdım. Aramızdaki tek anlaşmazlık, taktik sorunlarıydı. O biraz daha çabuk olmasını isterken, ben biraz daha ağırdan almamız görüşündeydim (25).  Molotov ve Eden yine de geçici bir uzlaşma üzerinde birleştiler: 1943 yılı sona ermeden önce Türkiye savaşa katılacak, iki hükûmetçe istenilen hava üslerinden yararlanma ve Müttefiklere istedikleri kolaylıkları tanıma konularında olumlu davranacaktı. 1 Kasım 1943'te iki Dışişleri Bakanı şu gizli protokolü imzaladı:  Sovyetler Birliği ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanları aşağıdaki konularda anlaşmaya varmıştır:

Sayfa 43

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 44: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  1. Türkiye'nin Birleşmiş Milletler arasındaki yerini alması ve Hitler Almanya'sının yenilgisini çabuklaştırmak için... İki Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin 1943 yılı sonundan önce Birleşmiş Milletler'in yanında savaşa katılmasını istenmeye değer görmektedir.  2. İki Dışişleri Bakanı, Birleşik Krallık ve Sovyet hükûmetleri adına, Türkiye'ye, en yakın ve yugun bir zamanda savaşa katılması konusunda anlaştıklarını, buna göre 1943 yılı bitmeden önce Türkiye'nin savaşa girmesi gerektiğini bildireceklerdir.  3. Ayrıca, Türkiye'den Türk havaalanlarını kullanma ve iki hükûmetin gerekli göreceği öbür kolaylıkları tanıyarak, Müttefik Kuvvetleri emrine verip BirleşmişMilletlere yardımcı olmasını hemen isteme konusunda anlaşmaya varılmıştır (26).  Konferansın başından beri Molotov'un peşinde koştuğu anlaşma, artık İngilizlerce kabul edilmiş oluyordu.  Protokolun hazırlanmasından sonra Molotov, Amerikalıların da buna katılmaları için çaba harcamaya başladı. Anlaşmalarını üçlü bir anlaşma durumuna getirme imkânını yaratması için gerekli sondajları yapmasını Eden'den istedi. Hull, hemen Başkan'a bir telgraf çekti ve bu konuda talimat istedi. Molotov'un çabaları bu sefer karşılığını gördü. 4 Kasımda Başkan, Hull, Washington'a döndüğü için büyükelçi Harriman'a, hükûmetinin de Türk havaalanlarının hemen kullanılması için Türkiye'den istekte bulunulması konusunda Büyük Britanya ve Sovyetler Birliği'ne katıldığını, ayrıca yıl sona ermeden Türkiye'nin savaşa katılması için baskı yapılmasını da kabul ettiğini'' bildirdi (27). Molotov budan çok hoşnut kalmıştı.  Elbette, Harriman da hoşnuttu (28). Eden'a gelince, o da 4 Kasımda, hiç sevmediği ve Mihver yanlısı olarak bellediği Türk Dışişleri Bakanı ile Kahire'debuluşmak üzere Moskova'dan ayrıldı.  Menemencioğlu ve Eden Kahire'de: İngilizler Rus Kozunu Oynuyor - 5 Kasımdan 8 Kasıma kadar Türk ve İngiliz Dışişleri Bakanları arasında yapılan toplantılarda her şeyin kötü gittiği açıkça görülmektedir. Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi Hugessen, Eden'in Menemencioğlu'nu görmek istediğini bildiriyordu ve 1 Kasımda ''özel olarak'' zemin yoklamaya başladı.  ''Şart kipi taşıyan bir sürü cümle'' kullanan Hugessen, Menemencioğlu'nun ''enyakın bir zamanda'' Kahire'ye gitmeyi isteyip istemediğini anlamaya çalıştı (29).  Menemencioğlu, buna olumlu karşılık verdi. Türk Dışişleri Bakanı, ertesi gün sabah saat 10'da, yani 2 Kasımda, hasta olduğu için yataktan çıkamayacağını telefonla Hugessen'e bildirdi (30). En sonunda çağrı gelince, Menemencioğlu'na hazırlanmak için yalnızca 24 saatlik bir süre kalmış oldu.  Uçuş şartları öyle kötüydü ki, Hugessen ve Menemencioğlu Toros dağlarını aşarak yirmi saatlık bir tren yolculuğu yapmak zorunda kaldılar.  Burada da, toprak kayması geçitlerden birini kapatmıştı. Dışişleri Bakanı'yla birlikte Kahire'ye giden Açıkalın, Menemencioğlu'nun Ankara'dan başlayarak tren yolculuğu sırasında acıyla sık sık yüzünü buruşturduğunu hatırlamaktadır (31).  Menemencioğlu ve Eden, elbette birbirlerinin yabancısı değillerdi; ama, aralarında pek dostluk da yoktu. Daha görüşmelerin başlangıcında Menemencioğlu, Açıkalın'a, İngiliz meslektaşının hep ''benim'' diyen ''tiyatro oyuncusu gibi'' olduğunu söyledi (32)  Öte yandan, Eden'in de Türk meslektaşı üzerine birtakım izlenimleri vardı ve ona yalnızca Mihver yanlısı gözüyle bakıyordu. Menemencioğlu'na hayran olan Büyükelçi Hugessen, boş yere onu bu görüşten döndürmeye çalışmıştı (33).  İngiliz Dışişleri Bakanı, Kahire'ye varışından sonra, ilkin Sholto Douglas ve General H. Maitland Wilson'la görüştü. Hep birlikte o ay içinde Kraliyet Hava Kuvvetlerinden on filonun Türkiye'ye gönderilmesini kararlaştırdılar. Menemencioğlu'yla Açıkalın, yanlarında Hugessen de olduğu halde, öğlene doğru Kahire'ye vardılar ve 5 Kasımda hemen görüşmelere geçildi.  Eden, Türk Dışişleri Bakanı'nın karşısına, üç hafta içinde Türk topraklarının hava filolarının inişini hemen kabul etmesi isteğiyle çıktı (34). Bu istek karşısında pek şaşıran Menemencioğlu, savaşa katılma isteği gibi, bunu da görüşmeyi kabul etmedi (35).  Bu konuşmalardan söz ederken Menemencioğlu, Eden'ın, Türkiye'nin bir ay içindesavaşa katılmasını istediğini ve kafasındaki bu niyetle Eden'in Türk hava alanlarını kullanma iznini kopartmayı tasarladığını ileri sürmektedir (36). EğerMenemencioğlu dürüst konuşuyorsa, Eden'ın, Türkiye'yi savaşa sokmak için Türkiyeüzerinde baskı yapılması yolundaki Molotov'un isteğini güttüğünü ileri sürmeliydi. Eden'la Menemencioğlu arasındaki tartışmaların İngilizlerce Amerikalılara verilen tutanakları ise Eden'ın öncelikle hava üslerinden söz ettiğini ortaya koymaktadır (37). Görüşmelerin İngilizlerce açıklanan biçimine göre, Eden, Menemencioğlu'na, ''Türkleri kendi başlarına savaşa sürüklemek için baskı yapmak niyetinde olmadıkları'' konusunda güvence vermiştir (38). Eden,

Sayfa 44

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 45: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıhava üslerinin kullanılmasını, ya da Türkiye'nin hemen savaşa katılmasını isterken, Menemencioğlu da kurnazca, Türk hava üslerinin Müttefik hava filolarınca kullanılmasının, Almanya'ya savaş açmış olmaktan ayırt edilemeyeceğiüzerinde durdu.  Mihver, bu tutuma böyle bir gözle bakabilirdi (39). Menemencioğlu gerek Türk kamuoyunun, (40) gerekse Müttefiklerin lojistik yeteneklerinin, Türkiye'nin hemen savaşa girmesi için hazır olmadıklarını da ileri sürdü (41). İngiliz-Amerikan ortak güçlerinin Balkanları istilâ edecekleri vaadinin, Türkiye'nin savaşa katılmasını askerî yönden etkilemesinin mümkün olamayacağını savundu (42). Üstelik, İngiliz uçak filoları Almanları çileden çıkarmaya yetecek, ama Türkiye'yi istilâdan kurtarmaya yetmeyecekti.  Dolayısıyla Menemencioğlu her türlü yarım çareye kesinlikle karşı çıktı: Türkiye, ne yalnızca üs vermekle yetinerek pasif bir rol oynamaya çalışacak, ne de ''kıyıda kalıp Almanlara yüz verecekti.'' (43). Fakat Türkiye, İngilizler ve Amerikalılar Balkanlardaki varlıklarıyla yeterli bir koruma sağlamadıkça, etken bir biçimde savaşa giremeyecekti. Önerileri buydu ve başkası da olamazdı.  Eden, Türklerin savaşa katılmasının yarar yerine zarar verebileceğini Molotov'a anlatmakta çok güçlük çektiği ve bunun Türklere karşı bir lütuf olduğuna inandığı halde, Menemencioğlu olayları hiç de bu açıdan görmüyordu. Profesör Esmer, İngilizler ilk adım olarak Türk havaalanlarını kullanmayı istedikleri zaman, Menemencioğlu'nun bunu, ikinci adımı atmak için yapılan bir hazırlık diye kabul ettiğini açıklamıştı. Çünkü, nasıl olsa ardından Mihver devletleri de bu davranışın sonucu olarak Türkiye'ye saldıracaktı. Böylece İngilizler, Türkleri savaşa sürüklememiş gibi görünecek; dolayısıyla Türkiye'yi koruma konusunda kendisini pek yükümlü görmeyecekti.  Esmer, kendi açısından hâlâ İngiliz politikasının bu aşamasını ''anlamsız ve insafsız'' olarak tanımlamaktadır (44).  Savaşa girerlerse, Türklerin İngiliz-Amerikan yardımının yetersiz kalmasından başka en çok korktuğu şey, Sovyetler Birliği'nin aşırı ''yardım''larıydı. Türklerin, Rusya'nın Balkanlar için beslediği emeller üzerine uzun sözlerini Mihver propagandasının bir yankısı olarak kabul eden Eden için bunları dinleme zorunluluğu, özellikle pek sıkıcı oluyordu (45). Menemencioğlu'nun ''kayıtsız şartsız teslim'' ilkesine karşı çıkışı da, Eden'e aynı biçimde görünüyordu (46).  Eden Kahire'ye, Menemencioğlu'na öğüt vermeye gelmişti; ondan öğüt dinlemeye değil. Ancak, Türk Dışişleri Bakanı, meslektaşını sanki işitmiyor gibiydi. Eden toplantılar sırasında Churchill'e şu telgrafı çekti:  Uzun, yorucu bir gün geçirdik. İnandırma çabalarım gerek Dışişleri Bakanı, gerekse Açıkalın için hiç etkili olmadı; hele Açıkalın, sağır gibiydi... İkna olmak istemeyen bir Türk kadar hiç kimse, sağır gibi böyle kulak tıkayamaz (47).  Eden, Türklerin durumundaki çekingenliğin temelinin, İngilizlerin Ruslarla ''bir çeşit pazarlık'' yapmış olmalarından ileri geldiğini söylemektedir (48). Daha sonraki araştırmaların gösterdiği gibi, Eden, davranışında son derece dürüsttü. Türkler, Eden'ın Moskova Konferansı'nda Rusların istediklerini ''olduğu gibi'' tekrarladığını kavramıştı (49). Menemencioğlu, aralarındaki tartışmalarda Eden'in Sovyetler Birliği'nin sözcülüğünü yaptığı sonucuna hemen vardı.  Bu konuda şöyle yazmaktadır: ''Bay Eden'in Rusların ısrarı üzerine... Kahire'de Türkiye'nin savaşa acele katılması konusunda üstelediğini anlamakta hiç gecikmedim.'' (50). Menemencioğlu bir fırsatını bulup tartışmalar sırasında Eden'ı açıkça yalnız İngilizlerin değil, Rusların da sözcülüğünü yapmakla suçladı (51). Eden, verdiği karşılıkta, Menemencioğlu'nun ''Gerçeklere bakması gerektiğini... Britanya'nın Türkiye'nin müttefiki olduğunu, ancak Rusya'nın da müttefiki sayıldığını'' söyledi (52). Bu insanı korkutacak kadar haklı bir fikirdi ve Türkleri, İngilizlerin isteklerine karşı bütün bütün isteksiz duruma getirdi.  Menemencioğlu, Rusların amaçları üzerine yaptığı tahminlerde son derece içten ve açıktı. Özellikle, Balkan ulusları ve Doğu Avrupa konusunda. Bu kuşkularının İngiltere Dışişleri Bakanı'nca da bilinmesi için, Rus niyetleri üzerine durmadankesinlikle sorular yöneltmekteydi. Menemencioğlu hiçbir biçimde özür dilemeden, bu sorunların ''gerçekten çok büyük patavatsızlık'' olduğunu kabul etmektedir (53).  Menemencioğlu'nun Moskova'da alınan kararları öğrenmek için gösterdiği büyük merak, özellikle Türk Dışişleri Bakanı'nın dönüp dolaşıp değindiği Polonya'nın kaderi üzerinde toplanmaktaydı. Bir aralık Menemencioğlu, Eden'e dosdoğru şu soruyu sordu: ''Polonya konusunda niyetiniz nedir?'' Eden, ''küplere bindi'' ve ''Bu sizi ne ilgilendirir ki?'' diye patladı. Menemencioğlu da buna ateşli bir tavırla: ''Çünkü, Polonya bizim için bir 'pierre de touceh' (A) tur,'' karşılığını verdi (54).  Eden, Türk dış politikasında zorla bir değişiklik oluşturmak için çaba

Sayfa 45

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 46: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıharcarken, Rusları öne sürerek Türkleri tehdit etmek gibi hiç de verimli olmayanbir stratejiye bile baş vurmuş, ''İngilizlerin isteklerine karşı çıkacak olursa,Türkiye'nin Rusya karşısında hiç de istenmeyecek bir duruma düşeceğini'' belirtmiştir (55). Kısacası, Eden, Churchill'in Adana'da düşünüp de yapamadığınıgerçekleştirmiştir. Başbakan, zamanında Harry Hopkins'e, Türkler ''itaatsizlik''ederlerse, ''Rusları Çanakkale boğazı konusunda dizginlemeyi beceremeyeceğini'' söyleme ''yolunu seçeceğini'' belirtmişti (56). Ancak, gördüğümüz gibi, Churchill çok daha yumuşak davranmıştı. Son görüşmelerini bağlamalarına sıra gelince, Eden, Menemencioğlu'yla buluşmasını dostça bir hava içinde bitirme çabası içinde, Türk Dışişleri Bakanına söylediklerini Başbakan Churchill'e aktaracağını bildirmişti. Menemencioğlu da, ''Lütfen Bay Churchill'e söyleyin, Adana'yı hatırlasın ve bir sabah bize verdiği belgeyi lütfen yeniden okusun.  Kendisinin durumu anlayacağından eminim,'' karşılığını verdi (57). Ayrıca, Müttefiklerin önerilerini incelenmek üzere hükûmetine bildireceğine söz verdi.  Eğer Eden, savaş döneminde ve savaştan sonra güvenliğini düşünme, mümkün olursa önce Türkiye'nin, sonra da Balkan ülkelerinin bağımsızlığını garantiye alma ilkesine dayanan Türk dış politikasının temelini anlamış olsaydı, Menemencioğu'nu kazanma konusunda uğradığı başarısızlık kendisi için çok daha azşaşırtıcı olurdu. Türkler hiç de Almanlarla savaşmaya istekli değildi. Kendilerini gereksiz yere zayıf düşürmek istemiyor, savaştan muzaffer çıkacak olan güçlü bir Sovyetler Birliği'nin karşısına güçlü ve yıpranmadan çıkmayı tercih ediyordu. Önceden de belirtildiği gibi, Türkler Almanlara karşı savaşıp bütün kaynaklarını tüketmekten, böylece Rusların baskı ve emelleri karşısında daha duyarlı bir duruma düşmekten korkuyorlardı. Balkanlarda toprak istekleri yoktu; ulusça Almanya'ya diş bilemiyorlardı. Çünkü Almanlar, hiç olmazsa Mihver'in ilerleme döneminde, tarafsızlıklarına ve toprak bütünlüklerine dokunmamıştı. Eğer savaşmaları gerekiyorsa, bu, düşmanları olarak belledikleri Ruslara karşı bugünkü ve ilerdeki durumlarını garantiye almak için olmalıydı. Balkanları Ruslardan önce İngilizlerle Amerikalıların istilâ etmeleri için savaşa katılmaya hazırdılar.  Fakat, Menemencioğlu'nun Kahire'de Eden'a açık seçik söylediği gibi, ''Rusya'nın Romanya ve Bulgaristan'a yerleşmesine yardımcı olmak için'' savaşa katılmaya hiç istekli değillerdi (58). Ya da Rus birliklerinin Doğu Akdeniz'e sızmaları için gelip geçecekleri bir yol olmayı istemiyorlardı. Bu belirli politika ilkeleri karşısında Türkiye'yi bir Sovyet genişleme siyasetiyle tehdit etmenin elbette hiçbir yararı olamazdı. Çünkü, aslında Türklerin hesaplarında bütün bunlar vardı. Yine, bugün Moskova'yla işbirliği yaparak ilerde Rusların Türklerden daha az şeyler isteyeceklerini ummak doğru olmazdı. Bu kadarı da, Türklerin sabrını taşırtacak kadar ileri gitmek demekti artık. Dolayısıyla, Eden'in, Menemencioğlu'yla karşılaşmasında ne ağzına bir parmak bal çalması, ne de sert çıkışları yararlı olabildi.  15 Kasımda Menemencioğlu'nun Büyükelçi Hugessen'i çağırtarak ''Türkiye'nin, İngiltere'nin tekliflerini kabul etmediğini bildirmesi'', doğrusu bu bakımdan hiç de sürpriz sayılmadı (59).  Hugessen, istemeye istemeye Türk Dışişleri Bakanı'na, bu şartlar altında ülkesinin Türkiye'ye silâh yardımını sürdürmesinin çok zor, belki de hiç mümkün olamayacağını belirtti (60).  Yeni Türk Stratejisi: Taktik yer değiştirmeler - Tutanaklardan da anlaşıldığı üzere, Kahire'de Türklerin savaşa katılmamak için gösterdikleri çabalar, Eden'ı Türkiye'nin vaktinden önce savaşa katılmasının yalnız Rus çıkarlarına hizmet edeceğine, bu çıkarların da yalnız Türklere değil, Batılı Müttefiklere de zarar vereceğine inandırma üzerinde toplanıyordu. Ancak, bütün bu çabalar, hiç olmazsaEden'ı inandırmak konusunda, ne acıdır ki, başarısızlığa uğradı. Bundan sonra Türk stratejisinde bir değişiklik görüldü. Türkler, Rusların Doğu Avrupa üzerinde gelecekte besledikleri niyetler konusunda bir daha Müttefiklere hiçbir uyarıda bulunmadı. Sovyet tehdidi üzerine görüşlerini hemen arka plana iterek Müttefiklerin isteklerine karşı direnmek için bütünüyle lojistik ve askerî taktiklere bağlandılar. İngiliz ve Amerikalılar bu konudaki öğütlerini ya da mantıklarını kabule hazırlıklı görünmüyorlardı.  Menemencioğlu Ankara'ya döndükten üç gün sonra, 13 Kasım akşamı Büyükelçi Steinhardt'la görüşerek yeni stratejiyi başlatmış oldu (61). Kendisine Kahire görüşmelerini anlatarak, Eden'la anlaşamadıkları sekiz noktayı açıkladı.  Dışişleri Bakanı'nın fikrine göre bunlar süregelen Türk tarafsızlığı ile bağdaşmaktaydı. Sekizi de askerî bir nitelik taşıyordu. Fakat, bir araya geldikleri zaman, Türkiye'yi savaşa sürüklemek isteyen İngiliz çabalarına karşı bir savunma perdesi ortaya çıkıyordu. Sovyet tehdidi ya da Balkanlarda savaş sonrası sınır belirlemesi üzerine tek söz edilmemişti. Menemencioğlu'nun Steinhardt'a belirttiği sekiz nokta şunlardı:  1. Türk hükûmeti, hava üsleri verme konusu yerine, Türkiye'nin savaşa

Sayfa 46

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 47: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıkatılması sorununu tartışmayı tercih etmektedir; çünkü Müttefiklere hava üsleri verilmesinin Türkiye'yi savaşa sürükleyeceği kaçınılmaz bir gerçektir.  2. Eden, Türkiye'nin savaşa katılıp eyleme girişmesini önerirken Türklerin Müttefiklerden yardım bekleyip beklemeyeceğini belirtmemiştir.  3. Türk ordusu saldırı için hazırlıklı değildir ve... İstanbul ve İzmir şehirlerinin yıkılmasına yol açacak... demiryolu şebekesi felce uğrayacak... ulaşım sisteminin yok edilmesi sonucunda yokluk ve sıkıntı başlayacaktır...  4. İngilizlerin Ege adalarını istilâ edip buralarda tutunmak için yeteri kadarkuvvet göndermemeleri, Türkiye'nin savaşa katılmak için hazır duruma gelmesini olumsuz yönden etkilemiştir.  5. Müttefiklerin özellikle, kuvvetli bir hava gücünü Türkiye'de bulundurmak için hemen göndermesi karşısında Türk hükûmeti, onlara üs verdiği için Mihver'inşiddetli bir tepkisiyle karşılaşma ihtimalini göz önünde bulundurmak zorundadır... ve Almanlar prestijlerini kurtarmak için kolay bir zafer kazanmak isteyeceklerdir.  6. Eden'in 3 Aralık tarihine kadar Türkiye'nin hava üsleri vermesi ya da savaşa katılması konusundaki isteği, gerekli askerî hazırlıkları yapmak ve kamuoyunu savaşa hazırlamak için yeterli değildir.  7. Eden'in, Müttefiklerin Yakın Doğu ve Balkanlarla ilgili askerî planları üzerine hiç olmazsa kısmî bir açıklamada bulunmadan Türkiye'den üs istemesi ya da savaşa katılmasını önermesi, mantıklı bir davranış olmamıştır.  8. İngiliz-Amerikan kuvvetleri eğer Balkanlara çıkarlarsa, bu, Türkiye'yi destekleyecek yeterli gücü sağlayacağından, Türk hükûmeti savaşa katılmakta en küçük bir duraklamaya göstermeyecektir (62).  Savaşa erken katılmanın siyasal tehlikelerini bir yana bırakıp bütünüyle askerî sorunlara yöneliş nedeniyle Türk stratejisinde ortaya çıkan bu değişikliği Büyükelçi Steinhardt'ın değerlendirdiği açıkça bellidir.  15 Kasımda, Ankara'daki Sovyet Büyükelçisi Vinogradov, Steinhardt'a, Ankara'yadöndüğünden beri Menemencioğlu'yla görüşmeye kalkışmadığını ifade etti. Çünkü, Türkiye'yi savaşa girmekten alıkoyan nedenlerin siyasal mı, yoksa askerî mi olduğunu öğrenme işini İngiliz Büyükelçisi'ne bırakmayı uygun gördüğünü açıkladı(63).  Steinhardt'ın edindiği izlenime göre, önce Türkler kendisine yanaşıncaya kadar, Vinogradov bilerek İngiliz-Türk görüşmelerinin dışında kalmak için emir almıştı. Demek ki, Menemencioğlu'yla yaptığı görüşmeden sonra, Türklerin MoskovaKonferansı uyarınca güvence olarak her şeyi aldıklarını, ancak askerî nedenlerleMüttefiklerin isteklerini yerine getirmeye yanaşmadıklarını Vinogradov'a söylemek, Steinhardt'a düşüyordu (64).  Bu, son derece anlamlıdır; çünkü Steinhardt bu arada Hugessen'den Türk düşüncetarzını etkileyen sorunların askerî olmaktan çok, siyasal olduğunu, Kahire Konferansı'nın hikâyesini tam olarak dinleyerek öğrenmişti. Buna rağmen Steinhardt, Türklerin yeni stratejisini kabule hazır görünmekle kalmıyor, ayrıcabunu Sovyet Büyükelçisi'ne de aktarmak için telâşlanıyordu. Bu davranışının nedenini anlamak zor değildir. Savaş boyunca Birleşik Amerika, Türkiye'nin savaşa katılması için baskı yapılması yolundaki önerileri -bunun bir kanıtı da son Moskova Konferansı'ydı- isteksiz karşılamıştı (65).  Cevat Açıkalın, o dönemde Steinhardt'ın, Türkiye'nin savaşa katılması için Türklere baskı yapmadığını söylemektedir (66). Birleşik Amerika ayrıca, Türklerin gösterdiği inadın, Rusya'ca mümkün olduğu kadar saldırgan bir niyetle yorumlanmaması için çaba harcıyordu. Alman askerî gücünden ve Müttefiklerin DoğuAkdeniz'deki zayıf durumundan korkmaya ve çekinmeye dayanan yeni Türk stratejisi, Amerikalılar için Kahire'de izlenen sert Sovyet karşıtı politkadan elbette ki çok daha elverişliydi. Cevat Açıkalın, bu noktada Türkiye'nin bilerektarafsızlığını korumasına en iyi yardım edecek yol olduğu için yalnızca askerî nedenleri seçtiğini onaylamaktadır (67).  Türk politikasını çizenler, Amerikalıların da, Rusya ile sıkı ilişkiler sürdürmek ve Rus niyetleri üzerine iyimser olmaya dayanan İngiliz görüşüne katıldıklarına karar verince artık, yalnız Türk savunma hatlarının hazırlıksız ve yetersiz oluşundan söz etmeye başladılar, Sovyetlerin yayılma siyasetinin gelecekteki tehlikelerinden bir daha söz etmediler.  Amerikalılar da bunu, bütünüyle inandırıcı bir fikir olmasa bile, hiç değilse işlerine gelen bir görüş olarak benimsediler.  İngilizlerin Doğu Akdeniz'de başlatacakları bir harekâta, Amerika'nın katılmaktaki isteksiz tutumuna ağırlık vermeye de yarıyordu. Ayrıca Türkleri tekbaşına bırakarak Rusları kızdırmama fikrine de uygun düşmekteydi. 20 Kasımda Başkan, Tahran Konferansına katılmak üzere yolda iken, Dışişleri Bakanı Hull, Türklerin savaşa katılma ilkesini kabul ettiklerini, ancak askerî nedenlerle, özellikle bir Alman saldırısına karşı savunma güçlükleri yüzünden bu konuda dahaileri adımlar atamadıklarını açıkladı (68). Roosevelt'e, İngiliz-Türk askerî

Sayfa 47

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 48: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgörüşmelerinde Mihver'in askerî gücünün değerlendirilmesinde ortaya önemli görüşayrılıkları çıktığını da bildirdi. Hull, bu görüş ayrılıklarının her iki yanın kendi çıkarlarını yansıttığını ileri sürdü ve Steinhardt'ın, Türkiye'ye, Alman saldırısına karşı direnmesini sağlayacak istediği askerî yardım yapılırsa, bir anlaşma zemini bulunabileceğine inandığını belirtti.  16 Kasım günü öğleden sonra Menemencioğlu, CHP Parlamento Grubunun karşısına çıktı. Kahire'deki görüşmeler üzerine resmî bir açıklamada bulundu. Hükûmet adına gerekirse Mihver'e savaş açmak için yetki istedi; ancak, özellikle bir konuya da değinerek, kendisinin Cumhurbaşkanının ve Başbakanın niyetinin, Türkiye'yi mümkün olduğu sürece savaşa sokmamak olduğunu belirtti. Grup toplantısı saat 17.30'da başlamış, sabaha karşı 3'e kadar, yani dokuz buçuk saatsürmüştü. Ateşli ve zaman zaman hırçın bir toplantı yapıldığını biliyoruz, ama ogünkü görüşmelerde söylenenler, şimdiye kadar gizli tutulmuştur (69). Menemencioğlu toplantıda, hükûmetin, İngiltere'nin isteklerini kabul etmesini onaylatmak için önemli bir rol oynadığını ileri sürmektedir (70). Ayrıca hükûmetin önerisinde, Türkiye'nin ancak Türk ordusu ''düşmana yeter derecede direnebilecek gerekli askerî yardımı aldıktan sonra'' savaşa girmesi şartının bulunduğunu belirtmiştir (71). Menemencioğlu, alınan kararı hemen İngiliz Büyükelçisi'ne duyurarak savaşa girme ilkesinin kabul edildiğini, yalnızca Türkiye'nin müdahale zamanını kararlaştırmanın kaldığını bildirdi. Menemencioğlu, eğer İngiltere istedikleri yardımı yaparsa, Türkiye'nin ne zaman savaşa katılabileceğini de Britanya'nın saptayabileceğini açıkladı. Buna karşılık İngiliz yardımı ağır ve yetersiz olursa, savaşa ne zaman girebileceğiniyalnızca ve yalnızca Türkiye kararlaştıracaktı (72).  Menemencioğlu, Hugessen'e, Türk hükûmetinin savaşa katılma konusunda bir şartıdaha olduğunu söyledi. Türk ve Batılı Müttefik kuvvetlerinin Balkanlarda nasıl işbirliği yapacakları üzerine özel planlar tamamlanmadıkça, Türkiye savaşa katılmayacaktı (73). İnönü, Kahire Toplantısı'nda bunu Churchill ve Roosevelt'lebirlikte bir daha belirtecekti. 

  VIII  ZİRVEDE TÜRKİYE'YE YAPILAN BASKILAR:  HÜKÛMET BAŞKANLARI TOPLANTISI 

  Birinci Kahire Konferansı: Kısa Bir El Sıkışma - 1943 yılı kasım ayında, Amerikalılar ve İngilizler için müttefikleri Sovyetlere savaştan sonra Avrupa üzerine niyetlerinin ne olduğunu sorma zamanı gelip çatmıştı artık. İşte Churchill ve Roosevelt, sayıları 500'ü aşan kurmaylarıyla birlikte Kahire ve Tahran'a bu nedenle gidip konferanslara katıldılar.  Başkan ve Başbakan, Stalin'le daha önce de ilişki kurma yolunda boşuna çaba harcamışlar ve kendisiyle buluşmak için yola çıkmaya hazır olduklarını bildirmişlerdi (1). Sovyet Başbakanının Tahran'da toplanmaları bakımından diretmesi, özellikle Roosevelt için büyük güçlükler yaratıyordu. Tahran, Washington'a o kadar uzaktaydı ki, Başkan, ülkesi içindeki başkanlık görevleriniyerine getirememekten korkuyordu. Aralarındaki uzun mektuplaşma sırasında Roosvelt, içinde Ankara'nın da bulunduğu çeşitli alternatifler ileri sürdü, ama yine bir sonuç alınamadı. Stalin ile de cepheye yakın olmak istiyordu (2).  Churchill'in Tahran'a da gitmeye bir diyeceği yoktu; fakat Tahran'dan önce, Başkan'la Kahire'de yalnız başına görüşmek istiyordu. Bugün Birinci Kahire Konferansı diye anılan bu hazırlık konferansına Churchill, İngiliz-Amerikan stratejilerini birleştirmek için son fırsat gözüyle bakıyordu. Özellikle Doğu Akdeniz konusunda bir düşünce birliğinden yanaydı. Ancak Başkan, Başbakanın yakınmalarından usanç getirmişti ve Çank-Kai-Şek'i, mümkün olursa eğer Molotov'uda aralarına sokmak istiyordu. Churchill'e haber vermeden onları da Kahire'ye çağırdı, Roosevelt'in, Sovyet önderine komplo kurdukları duygusunu doğurmak istemediği açıkça belli oluyordu (3). Churchil bu oldubittiyi hiç hoş karşılamadı (4).  Churchill'in korktuğu da başına geldi. Roosevelt, Kahire'de 22-26 Kasım 1943 tarihleri arasındaki çok değerli dört günü, Churchill ya da Britanya İmparatorluk Kurmay Heyetiyle görüşmeler yaparak geçireceği yerde, Çang'la görüşerek doldurdu. Churchill'in yazdığına göre, Roosevelt, ''Hint-Çin yarımküresinin önemini gerektiğinden çok abartıyordu'' ve bunun sonucu olarak da, ''Çin sorunu Kahire'de en son sırada yer alacağına, en başa geçmişti.'' (5).  Gerçek şu ki, Başkan, Churchill'le görüşmemek için bile bile kendisine iş çıkartıyordu. Yine de Roosevelt'e kur yapmak için gösterdiği sabırla Eden'i ''şaşkına çevirmişti.'' ''W. (Winston) saraylı rolü oynamak zorundaydı ve ancak fırsat buldukça bundan yararlanmaya bakıyordu.'' (6). Fakat Başkan, Bengal

Sayfa 48

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 49: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıkörfezindeki harekât için Çang'a çıkarma gemileri de vaat edince, Churchill dahaçok boyun bükemedi. Çünkü o, bu çıkarma gemilerini, Ege denizindeki harekâtı için istiyordu. ''Bu karar, tasarılarımızı yokuşa sürecekti'' diye yazmaktadır (7).  29 Kasımda Ortak Genelkurmay Başkanlarına yaptığı konuşmada buna karşı olduğunu belirtti. Churchill sonradan, Roosevelt'i Çang'a verdiği sözden caydırmayı becerdi (8). Ama her şeye rağmen bu dönem Churchill için hiç de sevindirici değildi. Bu nedenle de Birinci Kahire Konferansı, yalnızca adıyla konferans olmaktan öteye geçemedi. Bir moladan, kısa bir el sıkışmadan başka birşey olmadı.  Tahran Konferansı: Sovyet Dönüşü - Tahran, konferansın burada yapılmasının kararlaştırılmasından yalnızca birkaç ay önce Nazi unsurlardan temizlenmişti. Ayrıca şehirde hâlâ Nazi yanlıları vardı Dolayısıyla ilk akla gelen şey, herkesin kişisel güvenliğini sağlamak oldu (9). Bu da Stalin'in önemli bir manevraya girişmesine yol açtı. Roosevelt'in varışından birkaç dakika sonra Stalin, Başkan'a bir mesaj göndererek, Amerikan Elçiliğinden ayrılıp Rus Elçiliğine taşınmasını salık verdi. İngiltere ve Rus Elçilikleri yan yanaydı; ama Amerikan Elçiliği onlardan hiç olmazsa bir buçuk kilometre uzaktaydı. Dolayısıyla Başkan, günde birkaç defa Tahran'ın dar caddelerinden geçmek zorundakalacaktı. Roosevelt, Stalin'in önerisini kabul etti.  Amerikalılarla Rusların bir çatı altında kalmalarının güvenlik kaygısından başka bir avantajı daha vardı. Başkanı olabilecek bir suikastten koruduğu gibi, kendisini Winston S. Churchill'den de ayırmış oluyordu. Başkan, Tahran'a Stalin'in güvenini kazanmak umuduyla gitmişti ve İkinci Cephe'nin açılmasını en az Stalin kadar kendisinin istediğine Sovyet Başbakanını inandırarak bunu becereceğini sanıyordu. Roosevelt, kuşkusuz Balkanlar ve Türkiye üzerine bilinenplanlarını yine ortaya atacak olan Churchill'in fırsatçılığından çekinmekteydi. Bu taşınmanın sonucunda Roosevelt'le Stalin birçok defa özel olarak buluştu (10)ve kendi hedeflerinin mantığını izleyerek, Türklerin savaşa katılmasının yararlarına olmayacağı kararına vardılar.  Tahran'da, Roosevelt, Türklerin On İki Ada'ya karşı bir harekete geçmelerini uygun bulmadığını daha da kesinlikle belirtti. Çünkü bunun Amerikalılar Yunanistan'da bir harekâta sürüklemesinden ve sonunda da İkinci Cephe'nin açılmasını geciktirmesinden çekiniyordu. Başkanın, Churchill'in ''Türkiye üzerindeki tasarıları''na çıkacağı, konferansın daha ilk günü, yani 28 Kasımda, programa göre ilk oturuma konan sabahki Ortak Komutanlar toplantısında ortaya çıktı. Roosevelt, Kurmay Başkanlarını İngiltere'nin Türkiye'ye karşı güttüğü politikayla ilgili bir soru yağmuruna tuttu (11).  ''Diyelim ki, Türkleri savaşa soktuk; ne olacak o zaman?'' diye sordu. GeneralMarshall, Ege Denizi'ne daha çok gereç ve her halde daha çok asker gücü göndermek gerekeceği karşılığını vererek, uyarıda bulundu. Marshall, Türklerin Boğazları tek başlarına Almanlara karşı savunabilecekleri yollu İngiliz görüşünede karşı çıktı (12). Amiral King de, Türkiye savaşa girerse, Birleşik Amerika'nın On İki Ada'ya müdahalede bulunmak zorunda kalacağını belirtti. Görünüşte tatmin olan Başkan, Türklerin savaşa girmeye zorlanması niyetlerinden caydı (13).  Başkan, ilk genel toplantıda bu görüşü savundu ve Türklerin direnişini görmezlikten geldi. Türkiye Cumhurbaşkanını savaşa katılması konusunda sıkıştıracağına söz verdikten sonra Roosevelt: ''Türkiye Cumhurbaşkanının yerinde ben olsaydım o kadar çok uçak, tank, araç ve gereç isterdim ki, isteklerim Overlond harekâtının sürekli ertelenmesine yol açardı'' dedi (14). Churchill, Büyük Okyanus'taki bazı kuvvetlerin ve gerecin Doğu Akdeniz'e gönderilebileceğini ileri sürünce, (15) Roosevelt bu cepheden hiçbir çıkarma gemisini çekmenin mümkün olmadığını söyledi (16). Harry Hopkins bunu o derecede önemsemişti ki, Başkanın sözlerini yavaş yavaş ve elle yazdı. Rodos'ta bir saldırı hareketi için yeteri kadar çıkarma gemisi olmadığını, çıkarma gemisi bulunsa bile bunların en iyi nerede kullanılacağı üzerine bir karar verilmediğini belirtti. Ayrıca Türklere bir çıkarma konusunda söz de verilmeyecekti (17).  İngilizlerle Amerikalılar arasındaki bu gerginlik, aslında yeni değildi. Kazablanka'dan beri Amerikalılar, Türkiye'nin savaşa katılabileceği yolundaki İngiliz görüşüne karşıydılar. Tahran'da asıl çarpıcı olan, Dışişleri Bakanının Moskova Konferansı sırasında Türkiye konusunda İngilizleri desteklemesine karşılık, Stalin'in şimdi bütünüyle bu görüşten sapması ve Amerikalıların yanında yer almasıydı (18). Arada geçen aylar içinde Sovyetler, cephelerde yeni ilerlemeler yapmış ve belki de Türklerin yardımının kendilerine yarardan çok zarar getireceğini düşünmüştü. Stalin'in, Türklerin nerede ve kimlerle savaşacakları konusuyla ilgilenişi, bu sonucu doğrulamaktadır. Özellikle İngilizve Amerikan kuvvetlerinin Türklerle birlikte Bulgaristan'a girmeleriyle

Sayfa 49

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 50: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıilgilenişi de bunu gösteriyor.  Gerçekten de Stalin, bunu dosdoğru Churchill ve Roosevelt'e sordu. Churchill olumlu karşılık verdi (19). Churchill'le tartışmalarında Roosevelt'in yolunu izleyen Mareşal Stalin, İngiliz ve Amerikan kuvvtelerini dağıtmanın salık verilemeyeceğini söyledi (20). Bütün kuvvetin OVERLORD harekâtı üzerinde toplanmasını, ötekilere oyalama harekâtı gözüyle bakılmasını önerdi. Stalin, Türkiye'nin savaşa katılmasından umudunu kestiğini de ekledi ve ''bütün baskılara rağmen bunun gerçekleşmesini beklemediğini'' belirtti (21).  Molotov, Moskova'da, Türkiye'nin savaşa katılması için inatla direnmişti. O zaman Türklerin uysallık göstermeleri konusunda kuşkusu olabileceğini hiç belli etmemişti. Türkiye'nin Üç Büyüklerin isteğini geri çeviremeyeceği fikrini savunmuş, bunu 28 Ekimde söylemişti. Şimdi de, yani 28 Kasımda, Stalin'le birlikte Müttefikler, ne derece tehdit ederlerse etsinler, Türklerin savaşa girmeye zorlanamayacağını, aslında Türkiye'nin savaşa katılmasının Müttefiklerindavasına yeni bir stratejik sorumluluk yükleyeceğini ileri sürüyordu (22).  Bu yeni Sovyet-Amerikan düzeniyle karşı karşıya kalan Churchill, kendi Akdenizve Balkan politikasını boş yere izlemeyi sürdürdü. Türkiye'nin savaşa girmesi durumunda dokuz Bulgar tümeni harekete geçecek ve Almanlar Yugoslavya ve Yunanistan'da tek başlarına savaşma zorunda kalacaklardı. Stalin'e, İngiltere'nin ''Balkanlarda tutkulu emelleri olmadığı'' konusunda güvence vermiş, niyetinin ''yalnızca oradaki Alman tümenlerini bağlamak'' olduğunu belirtmişti (23).  Churchill düştüğü zor durumda bile Sovyet amaçlarıyla oyun oynamak gibi şaşırtıcı bir taktik seçmiştir. Müttefikler Türkiye'ye bir ultimatom verme konusunda anlaşabilselerdi, kendisi, Türklere ültimatoma karşı durmalarının ''Türkiye için, özellikle Boğazların gelecekteki statüsü bakımından çok ciddî siyasal ve toprak bütünlüğüyle ilgili sonuçlar doğuracağını'' hatırlatacaktı (24). Aslında, Tahran'da Türkleri ceza olarak Boğazların statüsünü değiştirmekletehdit etmeyi öneren Stalin değil, Churchill'dir. Daha sonra kendisi, Rusya gibigeniş toprakları olan bir ülkenin sıcak denizlerde bir limana sahip olmaya ''hakkı bulunduğunu'' belirtmiş ve bunun ''dostlar arasında'' tatlıya bağlanabileceğini ileri sürmüştür (25). Churchill sorunu ortaya atınca, Stalin de ister istemez Çanakkale Boğazı'nın rejimi üzerine sorular sormuş, ''İngiltere'nin artık bir diyeceği olmadığına göre, bu rejimi biraz gevşetmek hiç de kötü olmaz,'' demiştir. Churchill buna da ''peki'' diyerek, Türkiye'yi, savaşa katılmaya zorlayarak Boğazlar rejimini değiştirmeye kalkışılmasını istemiştir. Stalin bu sefer, ''Aceleye gerek yok...'' karşılığını verip bu sorunu ''yalnız'' genel deyimler içinde tartışmakla ilgilendiğini belirtmiştir (26). Churchill ise Rus gemilerini bütün denizlerde görmeyi hepsinin umut ettiklerini de söylemiştir. Stalin bu sırada Başbakan'a ''Lord Curzon'un daha başka fikirleri vardı,'' diye hatırlatmıştır (27).  Bu konuda Churchill'in taktikleri gerçekten çok şaşırtıcıydı ve hâlâ da öyledir. Hatta Eden bile, 30 Kasımdaki yemekte Molotov'a, Başbakan'ın ne demek istediğini anlayamadığını açıkça söylemiştir (28).  Ancak, Britanya önderinin, Türkleri savaşa girmeye zorlamak için Rus niyetleriyle tehdit imkânı yaratmak amacıyla Sovyetlerin iştahını kırbaçlamış olması da mümkündür. Churchill'in Tahran'da güçlü kozları olmadığı bellidir ve taktikleri de bunu yansıtmaktadır.  Ancak, taktik sınırlı bir başarıya ulaşmıştır. Üç önderin 1 Aralıktaki yemeklitoplantılarında Churchill, yeniden Türkiye'ye son ve ortak bir çağrıda bulunulmasını önermiş, Türklere, bir yandan barış masasına yanlarında oturmalarının sağlayacağı avantajın, öte yandan da başarısızlıklarının cezasınınneler olabileceğinin bildirilmesini istemiştir (29). Böyle bir çağrının yapılması ve yeniden kabul edilmemesi durumunda, Churchill, ''Boğazlar rejiminindeğiştirilmesinden yana olacağını'' ve İngiltere'nin ''Gerek şimdi, gerekse barış masasında ellerini Türkiye'den çekeceğini'' söylemiştir (30). Aslında Churchill Türkiye'ye bir ultimatom vermesi için karar çıkartamamış ama, üç önder, hiç olmazsa İnönü'nün hemen Kahire'de yapılacak bir konferansa çağrılmasıkonusunda anlaşmışlardır. Türklerle ilgili konularda başka bir anlaşmaya varılamadığı için, Türkiye Cumhurbaşkanı ile doğrudan doğruya görüşülmesi fikri,hepsince benimsenmiştir. Türklere açık kapı bırakılmasından ötürü Churchill ne kadar hoşnut olursa olsun, büyük umutlar beslemeyecek kadar anlayışlıydı. Türklerin ''her zamanki tutumlarıyla'' hareket edecekleri kehanetinde bulunuyordu: ''Siz, küçük bir harekete girişmelerini isteyecek olsanız, onlar büyüğünü isteyeceklerdir. Büyüğünü önerirseniz, hazırlıklı olmadıklarını ileri süreceklerdir (31). Siyasal manevra konusunda büyük usta olan birinin bu sözleri, gönülsüz bir kabullenmeyi göstermektedir.  İkinci Kahire Konferansı: İnönü, Roosevelt ve Churchill'le Karşı Karşıya Geliyor - Tahran Konferansı'nı Ankara'dan izleyen Türk önderleri, her şeyle

Sayfa 50

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 51: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıyakından ilgiliydiler. Stalin'in Türkiye'yi yarım yamalak hazırlanmış durumda savaşa girmeye zorlamaları için Batılı Müttefiklerin kandırmasından korkuyorlardı. Bu durumda Türkler, Almanların misilleme hareketiyle karşılaşacak, Ruslar da ''kurtarıcı'' durumuna geçecekti.  Stalin'in Tahran'daki taktiklerinin doğru yorumu bu mudur, bu değil midir, tartışılabilir, ama, Rusya korkusunun Türk sorunlarının merkezi olduğu kesindir (32). Bir yandan, İngilizlerin aracılığıyle Rusların kendilerini savaşa girmeye zorladığına, öte yandan da İngilizlerin Rus baskısı yüzünden yeteri kadar araç gereç ve silâh yardımında bulunmadıklarına inanıyorlardı. Türk önderlerinin vardıkları sonuca göre, Türklerin savaşa katılmasını isteyenler, kendilerine özgü düşünceleri olan Ruslardı; denetimleri altında olanların savaşmasından yanaydılar (33).  Bu görüş bütünüyle gözden uzak tutulmamalıdır; çünkü İngilizlerin de, Türklerin savaşa katılmalarını istemekte kendilerine göre hesapları vardı. Ayrıca İngilizler ve Amerikalılar, Türklere yaptıkları yardımları etkileyen sorunlar ve öncelikler nedeniyle sınırlanmışlardı. Ne var ki, Türkler, içinde bulundukları tedirgin ve zor durumdan ötürü karşılaştıkları bütün güçlüklerin ardında, Rusya'yı düşünüyor, en çok İngilizlerin, biraz da Amerikalıların, Sovyetler Birliği'nin emperyalist niyetlerine bilmeyerek yardımcı olduklarını sanıyordu.  İnönü, Roosevelt ve Churchill'le görüşmek üzere Kahire'ye çağrılınca, verilecek karşılık konusunda Bakanlar Kurulu'nda coşkulu bir tartışma oldu (34).  En sonunda çağrıya olumlu karşılık vermenin ''serbestçe görüş alışverişinden öteye geçmemek'' ve görüşmenin ''Tahran'da, İngilizler, Amerikalılar ve Ruslarcaönceden alınmış kararların bildirilmesi niteliğinde...'' olmaması şartıyla Türkiye'nin çıkarına olduğu görüşü ağır bastı (35). İnönü'nün çağrıyı kabul ederken ileri sürdüğü bu şartları Roosevelt hoşnutlukla kabul etti. Roosevelt, İnönü'nün geleceğini öğrendikten sonra Steinhardt'a gönderdiği talimatta, ''Lütfen Cumhurbaşkanı'na söyleyin, kendisiyle konuşma fırsatını elde ettiğim için özellikle mutluyum. Kendisine, 'eşit kişiler arasında serbestçe tartışma yapılması için' çağrıldığı konusunda gereken güvenceyi verin,'' dedi (36). Böylece İnönü, başarılı bir biçimde, serbestçe ve eşit şartlar altında tartışma hakkını elde etmiş oluyordu.  İnönü, Kahire'ye gitmeyi kabul ederken, hâlâ bazı manevralar çevirebileceğininfarkındaydı. Batılı Müttefikler Rusları tatmin etmek için kamuoyuna ne söylerlerse söylesinler, Başkan Roosevelt'in ve danışmanlarının Ege bölgesiyle gittikçe daha az ilgilendiğinden kuşkulanıyordu.  İnönü, yazara, Roosevelt'in her geçen gün biraz daha çok Uzak Doğu ile ilgilenmeye başladığından kuşkulandığını da açıklamıştır (37). Ayrıca Türkiye'nin savaşa girmesinin, Türk halkının kırılmasına yol açacağını anlarlarsa, Amerikalıların Türkiye'yi savaşa sürüklemekte kararsız olacaklarına da inanmaktaydı. İşte bütün bu hesaplardan sonra İnönü yola çıkmaya hazırlandı.  Türk yetkililerini Kahire'ye götürecek olan beş uçak Adana'ya indi. Uçaklardanikisi yalnızca bavulları taşıyacaktı.  İnönü, bütün askerî kurmayını ülkede bırakmaya karar vermişti. Cumhurbaşkanılğı yaveri Celâl Üner dışında kurulda bir tek asker yoktu. İnönü buyüzden, sık sık baş vurduğu gibi, askerî teknik sorunları tartışamayacak durumdaolduğunu söyleyebiliyordu (38). Görüşmeler sırasında bu, yararlı bir oyalama taktiği olarak ortaya çıkmıştır (39).  İnönü ve yanındaki kurul, 3 Aralık cuma günü gizlice Ankara'dan ayrıldı. On sekiz saat kadar sonra Adana'ya vardı ve İnönü burada, Roosevelt'in damadı Binbaşı John Boettiger'in kullandığı Başkan'ın uçağından başka, Churchill'in oğlu Yüzbaşı Randolph Churchill'in kullandığı bir İngiliz uçağının da kendisini beklediğini hayretle gördü. Böylece hemen bir protokol sorunu ortaya çıkmış oldu. Ancak, Dışişleri Bakanı Menemencioğlu, Roosevelt'in uçağıyla İnönü'nün, kendisinin de Churchill'in uçağıyla yola çıkacaklarını belirterek sorunu çözümlemiş oldu. Fakat bu olay, İngilizlerle Amerikalılar arasında siyasal koordinasyonun eksikliğinin bir kanıtı olarak Türklerin dikkatinden kaçmadı.  İnönü ile Menemencioğlu'nun fark ettikleri, yalnızca İngilizlerle Amerikalılararasındaki büyük görüş ayrılığı olduğu değildi. Kahire'ye vardıklarında, bir yandan İngilizlerle Amerikalılar, öbür yandan her ikisinin Ruslarla aralarında derin bir uçurum olduğunu apaçık gördüler. Menemencioğlu durumu kavramaya çalışırken, şöyle diyordu: ''Daha ilk günden başlayarak Vişinski'nin yokluğu iledikkati çektiğini gördük.''  Sovyet Dışişleri Yardımcı Komiseri'nin yokluğunun ''rastlantı olamayacağı''nı Menemencioğlu sezmişti (40).  Bu, Rusların, Türkiye'nin savaşa katılmasını istedikleri, ama, Batılı Müttefiklerin güçlü desteği, özellikle Balkanlara gönderilecek bir İngiliz-Amerikan gücüyle değil, Ruslara bağımlı olarak istedikleri üzerine Türk

Sayfa 51

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 52: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıkuşkularını doğrulamaktaydı (41).  Ancak, Türkler anladıkları kadarıyla, kendilerinin Batılı Müttefikler yanında savaşa girmelerini sağlama amacı güden bu konferansa, Rusların pek büyük bir ilgi göstermemiş olmalarını anlayışla karşılamıştır.  Tutanaklardan, görüşmelerden ve anılardan çıkarılanlarla anlaşıldığına göre, Türklerin Kahire'deki taktikleri, mümkün olduğu kadar uzun süre tarafsız kalıp kuvvetlerini korumak, çok silâh almak ve Rusların kendilerini bir olup bittiyle karşı karşıya bırakmamaları için hazırlıklı bulunmaktı. Müttefikler istelerse, savaşa girmeye hazırdılar, ama, ancak gerekli silâhları aldıktan ve hepsinden önce Balkanlara bir İngiliz-Amerikan kuvvetinin gönderilmesinden sonra ''peki'' diyeceklerdi.  Bu taktikleri öne sürmenin en açık yolu -ki bunların hiçbiri Adana Konferansı'ndan beri pek büyük bir değişikliğe uğramamıştı- Rusların şimdiden savaş sonrası döneminde Avrupa'yı tehdit edecek en büyük tehlike olacağını söylemekti. Dolayısıyla, hızla yaklaşan o gün için Türk askerî gücü en çabuk yoldan güçlendirilmeliydi. Zamanı gelip çatınca Türkiye, Birleşik Krallık ve Birleşik Amerika, Komünist tehdidine karşı Balkanlara güçlü bir askerî kuvvet gönderebilmeliydiler. Ancak, Eden ile Menemencioğlu arasındaki Kahire çatışması,Türk önderlerinin bu içten uyarıyı yapmalarını yararsız duruma sokmuştu. Yazar, İnönü'ye, Roosevelt'i Stalin'e karşı yeniden uyarıp uyarmadığını sormuş, İnönü de böyle bir denemeye girişmediğini belirterek, şunları söylemiştir:  İngilizlerin ve Amerikalıların, Ruslarla, Türkiye'nin çıkarlarını feda edecek bir anlaşmaya varmalarından korkuyordum; ama, bunu söyleyemezdim. Amerikalılarlaİngilizler, Rusya'nın müttefikiydi ve hâlâ birlikte savaşıyorlardı. Olayları sonderece yakından izlemem ve bunlarla baş edebilmek için en doğru diplomatik yolları bulmam gerekiyordu (42).  Bu görüşmelerin tutanakları da, Türklerin, Kahire'de Sovyetlerin savaş sonrasıniyetleri üzerine batılı büyüklere kaygılarını aktarmak için bir çaba göstermediklerini ortaya koymaktadır (43). Türkler, Roosevelt ve Churchill'e karşı izlenecek politikada Rusların emperyalist Bolşevizminden söz etmenin yersiz olduğunu açıkça anlamışlardı. Hatta konuyu İngilizler bile açtıkları zaman söze pek karışmadılar. Bunun yerine Türkler, içtenlikten yoksun bir politika izlemeye başladı. Çünkü bu yolun daha başarılı olacağı kanısındaydılar.İngilizlerin olmasa da, Amerikalıların karşısında daha iyi sonuçlar elde edeceklerine inanıyorlardı.  Aldıkları askerî yardımın yetersizliğinden ve bir Alman saldırısına karşı genel savunma yetersizliklerinden söz ettiler. Alman tehdidine karşı ancak İngiliz ve Amerikalıların sağlayabilecekleri daha çok sayıda araç ve gerecin verilmesi için üstelediler. Hatta yapılacak yardım, Müttefiklerin İkinci Cephe'nin açılması hazırlıklarını aksatsa bile, başka çıkar yolları olmadığını ileri sürdüler. Sonunda, ''biraz daha zaman'' isteğinde bulundular (44). Öte yandan, Türkiye'nin oynadığı rolün, Sovyet yayılma siyasetine karşı korunma ihtiyacından doğan bir politika olduğu duygusunu uyandıracak tartışmalara girişmekten titizlikle kaçındılar. Bunun yerine, İnönü ve Menemencioğlu ellerinegeçen başka fırsattan yararlanma yolunu seçtiler: Alman misillemesine karşı kendilerine güven verecek askerî bir güce eriştiklerine emin olmadan, tarafsızlıktan uzaklaştırılmamalıydılar (45).  Türkler bu durumu, büyük bir dikkat ve başarılı bir deyişle dile getirdi. İnönü, Adana'da hazırlanan listelerdeki yardımın yalnızca % 4'ünün gönderildiğini ileri sürdü (46). Almanları düşman olarak karşılarına almadan önce, ''pratik fikirler''in göz önüne alınması gereğini savundu. Çünkü, Almanya gücünü yitirmeye başlamıştı; ama, şimdi de yaralı bir vahşi hayvanın öfkesi içindeydi (47). Önce Türkiye'nin ''en gerekli ve kaçınılmaz ihtiyaçları'' karşılanmalıydı ve üç ulus ortak bir ''hazırlık planı'' oluşturmalıydılar (48).  İnönü, ülkesinin ''elinde olan her şeyi, hatta eski çağlardan kalanları bile seferber ettiğini'' (49) söyledi. Ne var ki, Türk isteklerinin pekçoğu geri çevrilmiş, söz verilen yardımlar gönderilmemiş, bazı yardım gereçlerinin modası çoktan geçmiş, kullanılması imkânsız duruma gelmişti; kullanılabilecek gereçlerse, hüzün verecek derecede yetersizdi. Ayrıca, İnönü'nün ''işbirliği planı'' diye adlandırdığı ortak bir planlama da yoktu. İnönü'nün deyimiyle Müttefiklerle Türk birlikleri arasında etkili bir koordinasyonu sağlayacak bir Balkan harekâtı ortak stratejisi hazırlanmamıştı. İnönü en sonunda, ''Türkiye için en iyisi, dünyanın kendisine düşen bölümünde, İngiliz ve Amerikan birlikleriyle omuz omuza çarpışmasıdır,'' diyerek görüşünü açıkladı (50).  Elbette, bütün bu sorunların uzmanlarca incelenmesi ''şarttı'' ve Türkiye Cumhurbaşkanı da işin ''enine boyuna'' inceleneceğine olan inancını ifade etti. Ne var ki, bu ortak planlama işlemi, inceleme, taslak ve hazırlık aşamalarıyla oldukça zaman alacaktı. Kendi kabataslak görüşleri içinde elbette Başkan Roosevelt ve Bay Churchill kendi Genelkurmay Başkanlarının geliştirdikleri bir

Sayfa 52

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 53: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıharekâtta Türkiye'ye özel bir görev yükleyebilirlerdi. Fakat Türkler, böyle bir plan olduğunu pek sanmıyordu; eğer varsa, bu kendilerine de açıklanmalıydı. İnönü, Türkiye'den ''körü körüne savaşa katılmasını istemelerini, savaşta ne roloynayacağının katıldıktan sonra söylenmesini'' kabul edemeyeceğini de açıkladı (51). Bu yanaşma, Roosevelt'le Churchill arasındaki anlaşmazlığın sürmesini sağlamak bakımından olağanüstü bir buluştu (52).  Roosevelt, Türklerin ileri sürdükleri fikirler ve ricalar karşısında genellikle etkilenmiş ve açıkça sempati duyduğunu göstermişti. Türkler, kendisini bu konuda cesaretlendirmek için, İngilizlerin teşebbüslerinde nasıl geç kaldıklarını belirterek, dikkatli tutumlarını sürdürüyorlardı. Sözgelişi, Menemencioğlu bir fırsatını yakalayıp, Adana'da, ayda 300 kamyon verileceğinin vaat edildiğini, ancak bunun yarısından da azının gönderildiğini belirtti. Adana'da hazırlanan listelerin ''anlamsız'' kaldığını, ''gönderilen yardımın'' aslında söz verilenin pek küçük bir bölümü olduğunu'' ileri sürdü (53).  Eden bu sayıları kabul edemeyeceğini bildirerek karşı çıktı. General Henry Maitland Wilson ise, Türkiye'ye yapılan yardımların listesini birer birer sıraladı. Hopkins, Wilson'un verdiği sayılar karşısında pek şaşırmıştı ve bunu söyledi de (54). Türkler, böyle zor durumlarla karşılaşınca, daha başka itirazlar ileri sürüyor, sözgelişi ortada bir ''genel plan'' bulunmadığından sözediyorlardı (55). Bu, artık tipik bir davranış olmaya başlamıştı.  Sözgelişi, Churchill, Türk hava üslerinde çalışan İngiliz personeli sayısının artırılmasını önerince, İnönü ve Menemencioğlu, daha hazırlık döneminde İngiliz personelinin sayısını artırarak Almanları boş yere kışkırtmamak gerektiğini ileri sürüyordu (56). Sonunda Roosevelt de, Churchill'in değil Türklerin yanındayer alıyordu. Başkan, 4 Aralık 1943 günü Churchill'e: ''Eğer ben Türk olsaydım, Türkiye'yi savaşa sokmadan önce İngiltere'nin verdiğinden daha çok yardım isterdim,'' dedi (57).  Tartışmaların en sonunda İnönü, Türkiye'nin savaşa giremeyeceğini, çünkü ''...Trakya'da çamur mevsiminin daha başlamadığını,'' ileri sürdü (58). Bir başka neden de, bir sınıf askerin yeni terhis edilmiş olması, silâh altına alınan yeni sınıfın ise eğitimin daha tamamlamamış bulunmasıydı. İnönü'nün yaptığı açıklamaya göre, bunlar bütünüyle teknik sorunlardı ve askerî danışmanları ''yanında bulunmadığı için'', daha çok ayrıntıya girmesine imkân yoktu (59). İnönü, savaşa girmenin çok ciddî siyasal bir karar olduğunu da söyledi. Böyle bir karar alırsa, bunun Büyük Millet Meclisi'nin kararına karşı alınmış olacağını açıkladı; aslında, Parlamento'dan bu konuda prensip kararı aldığının pekâlâ farkındaydı. Churchill belki de bunların birer bahane olduğunu sezinlediği ve Türklerin kafasında asıl ağır basanın Alman tehdidi olmadığını anladığı için, başlangıçta, Rusya üzerine spekülasyonlara girişerek Türk önderlerini ilgilendirmeyi denemişti. Bu nedenle de şimdi Türklerin Müttefiklerle birlikte olmalarını istiyor ve şunları söylüyordu:  Türkiye, Rusya ile aynı sıraya oturmalıydı... Türkiye'nin büyük dostu ve müttefiki, eline geçen bu eşsiz fırsatı kaçıracak olursa çok üzülecekti. Birkaç aya, belki de altı aya kadar Alman direnişi bütün cephelerde çökecek ve eğer Türkiye şimdiki çağrıyı kabul etmezse, ilerde kendisini yalnız sırada değil, belki de koca mahkeme salonunda yapayalnız bulacaktı. Türkiye'nin ayağına gelen talihi tepmesi tehlikeli de olabilirdi... Her durumda rizikolar vardı. Ama, Türkiye, Birleşmiş Milletlere katılırsa, Rusya ile de birlik olacaktı. Oysa Rusya, dünyanın en güçlüsü değilse bile, en güçlülerinden olan bir orduya sahipti. Avrupa ve Asya'nın en büyük silâh gücüne sahip olduğu kuşkusuzdu (60).  Bu tür uyarılar, Türkiye'nin Rusya'dan korktuğundan Churchill'in haberli olduğunu göstermekteydi; ama, bu korkuyla baş etmek için izlediği politika, İnönü ve Menemencioğlu'nun izledikleri politikadan çok değişikti. Önceden de belirtildiği gibi, Türkler bu konuyu tartışmaya artık hiç istekli değildi. İnönüve yardımcılarının, Sovyetlerin savaş sonrası niyetleri üzerine belirlenmiş görüşleri vardı. Türkiye'nin savaşa girmesiyle, bu niyetlerin hiç değişmeyeceğine, ancak daha da güçleneceğine inanıyorlardı (61). Görüşleri buyduve politikalarını buna göre çizmişlerdi. Fakat başından beri gördüğümüz gibi. Kahire'de bunu su üstüne hiç çıkarmadılar. Tersine, Müttefiklerin yanı sıra savaşa katılmakta prensip kararı aldıklarını belirttiler. Ne var ki, bir Alman saldırısına karşı Müttefikler sorumluluk yüklenmeden karşı koyamayacak kadar güçsüz olduklarını da ileri sürdüler. Sorun sürüncemede kalınca, Türk Dışişleri Bakanı, ''Türkiye'nin, İstanbul, İzmit, İzmir, Ankara ve kömür merkezi Zonguldakgibi can damarı merkezlerinin hemen Almanlarca yok edileceği''nde diretti (62). Türk halkının, yediği darbelere karşılık veremeden neden ateş yağmuru altında apar topar sürüklendiğini anlayamayacağını söyledi (63).  Churchill, bu görüş karşısında da hiç etkilenmemişti ve Türklerin yine inatla direndiklerini sanıyordu (64). Ama, Roosevelt gerçeği anlamıştı: Türklerin korktuğu yalnızca, ''düşük pantolonla yakalanmak''tı. Bunu istemiyorlardı (65).

Sayfa 53

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 54: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Roosevelet'in, Türklerin durumunu açık seçik anlamasına rağmen, konferans sırasında karşılıklı etkileme konusunda bazen çok yüksek gerilimli anlar da yaşandı. Eden'le Menemencioğlu arasındaki çatışmalar, Hopkins'in arabulucu olarak gösterdiği çabalara rağmen, özellikle kin doluydu (66).  Hopkins bir aralık Menemencioğlu'na Müttefiklerin Türk çıkarlarını gerçekten de yürekten benimsediklerini hatırlatma gereği duydu. Türkiye'nin ''...bütün istediklerini elde etmese bile, içtenlikle ve yürekten savaşmasını istiyorlardı.'' Bu arada Türk Dışişleri Bakanına, Müttefiklerin de savaşa girdiklerinde her istedikleri şeyin ellerinin altında bulunmadığını hatırlattı. Popkins, ''Aslolan, savaşın kritik bir döneme varmasıdır,'' diyerek görüşünü açıkladı. Eğer Türkiye savaşa bu yıl girecek olursa, binlerce Müttefik vatandaşının hayatını kurtarmanın mümkün olacağını, ancak bu tarihten (1 Ocaktan) sonra Türklerin savaşa katılmalarının bir işe yaramayacağını'' ekledi. Hopkins, Türkiye'nin savaşanlara katılmasının savaşı kısaltacağına, bütün Müttefik askerî ve siyasal yetkililerinin inandığını açıkladı. Bu arada ''bir ülkenin ancak kendi çıkarları için savaşa gireceğini'' de açıkça belirtti. Türkiye'nin karşılacağı tehlikelerin en aza indirilmesi için elden gelen her şeyin yapılacağı konusunda Menemencioğlu'na güvence verdi; ama ''eğer... araç vegerecin yetersizliği vb. konularda tartışmalar daha uzayacak olursa, Türkiye'ninsavaşa katılması boşuna olur.'' diye de ekledi (67).  Türkleri inandırmak için yapılan bu tür teşebbüsler, Eden'in beklediğinden ve Türklerin korktuklarından çok daha yumuşaktı. Varılan sonuç, kararı ertelemek veTürklere yeni bir süre daha tanımak oldu. Bir ültimatom verilmeye yanaşılmadı. Bunun yerine hava üslerinin hazırlanması konusunda tartışmaların sürdürülmesi veçıkmazda olan İngiliz personeli sorununa bir çözüm yolu bulunması için Ankara'yabir askerî kurul gönderilmesi kararlaştırıldı. Türkler, ''prensip olarak'' savaşa girmeyi kabul etmişlerdi ama, bu, aslında içtenlikten uzak bir tutumdu. 15 Şubat 1944'e kadar da, Müttefiklere, hava üslerini kullanma yetksi verme yerine, ancak kendilerinin buna karar verebileceğini açıkladılar. Üsleri yönetmekonusunda İngiliz teknisyen ve subaylarına izin vermeye de yanaşmadılar. Ortak bir işbirliği planının hazırlıklarına başlanmasını kabul ettiler ama, bundan başka tek olumlu teşebbüs yapılmadı. Çünkü Türkler, hâlâ savaşa katılmalarının ''genel siyasal tepkilerini'' hesaplamakla uğraşıyorlardı. Bunca hesaptan sonra eğer verecekleri karşılık yine olumsuz çıkarsa, Müttefikler birbirlerinden yakınmama konusunda anlaşmışlardı ve suçu Türklerin omuzlarına yıkmayacaklardı (68). Üstelik Türkiye'ye ayrılan malzemenin gönderilmesi sürdürülecekti (69).  Üç hükûmet başkanının son toplantılarında Hopkins, gönderdiği bir notla, 15 Şubat 1944'te savaşa girmek üzere hazırlanması için son bir defa sıkıştırma amacıyla, İnönü'yle özel olarak birkaç dakika görüşmesini Rooseelt'ten istedi (70). Roosevelt uygun bir fırsat çıkınyaca kadar bekledi, derken toplantıyı erteledi. Herkes çıkarken, İnönü'ye vedalaşmak üzere biraz daha içerde kalmasınırica etti (71). Roosevelt, Türkiye Cumhurbaşkanına, ''Türkiye'nin Mihver'i yenmek için Birleşmiş Milletler gücüne 15 şubata kadar katılacağı umudunda olduğunu'' söyledi. İnönü buna, ''Savaşa katılmak için şartlarımı yumuşatmak isterim, fakat asla bunlardan vazgeçemem.'' diyerek karşılık verdi. Roosevelt de,''Türkiye'nin savunması için mümkün olan her şeyin yapılmasını kabul ettiğini'' belirtti. Roosevelt, ayrıca, ''Benim, Türkiye'yi savaşa sokmaktan neden çekindiğimi bütünüyle anladığını'' de söylemişti (72). Erkin, Cumhurbaşkanı İnönü'nün bu özel görüşmeden yararlanarak, ''İngilizlerle Türkleribirbirlerinden ayıran tezler arasında aracı ve ölçü unsuru olarak gösterdiği çabalar için başkasına candan teşekkür ettiğini'' de anlatmaktadır (73). İnönü gerçekten de teşekkür borçluydu; çünkü Roosevelt, Eden ve Churchill'i gönülsüz destekleyip Türklerin ileri sürdükleri nedenlere karşı anlayışlı davranarak, Türkleri bir kere daha ölümden döndürmüştü.  Menemencioğlu, ''Amerikan Başkanı'nın yanındayken ruhum şükranla doluyordu,'' diye yazmıştır (74). Churchill ve Eden ise Başkan'ın uyandırdığı bu şükran duygusunu bir türlü anlayamıyordu.  Bununla birlikte Türk önderleri, Churchill'in görüşleri karşısında tam anlamıyla umursamaz kalmamıştır. Kuşkusuz, İnönü ve onun Dışişleri Bakanı, İngilizlerin Ruslarla baş edebilmek için en iyi yolun İttifak'ın tam üyesi olmaları gerektiği görüşünde bir gerçek payı bulunduğunu çok iyi anlamıştı. Almanya'nın savaşı artık yitirdiğini ve Türkiye'nin güvenliğinin Müttefiklerin elinde olduğunu çok iyi görüyorlardı. Türkler savaşa bir katkıda bulunmazlarsa, savaştan sonra Rusya'ya karşı güvenliğini sağlamaları için İngiltere'den ve Amerika'dan nasıl bir şey bekleyebilirlerdi? Kahire'de İnönü'nün, savaşa girmek için olmasa bile hiç değilse savaşa katılıp katılmamaları konusunda Sovyetler Birliği ile bir diyalog kurmaları ve bunu genişletmeleri üzerine Batılı Müttefiklerden ciddi uyarılar dinlediği bellidir.  Belirli bir sonuç vermemiş olmasına rağmen, İkinci Kahire Konferansı'nın bir

Sayfa 54

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 55: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbaşka yönden de önemi büyüktür. Savaş yıllarındaki Türk diplomasisinin birinci döneminin sona erip ikincisinin başlamasını bu konferans sağlamıştır. Birinci dönem, özellikle Sovyetler ve Nazilerden gelebilecek askerî bir tehdide karşı düşünülmüştü; ikincisi ise, Rusya'nın Doğu Avrupa üzerindeki emellerini engelleme amacını güdecekti. İkinci Konferansı, Türk dış politikasının askerî tehlikeleri uzakta tutmayı hedef alan savaş dönemi stratejisinden, savaşın son aşamalarına ve savaş sonrası dünyasında doğabilecek siyasal çatışmalara karşı yöneltilmiş bir politikaya dönüşmesine başlangıç olmuştur. 

 

  III. Cilt 

 

  ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

  Türkiye'nin Müttefik Zaferine  Katılma Çabaları 

  IX 

  UZAKLAŞMA ÇAĞI 

  Türk - İngiliz İlişkilerinin Bozulması - 

  İsmet İnönü'yü, Ankara'ya dönüşünde aralarında Başbakan Şükrü Saracoğlu, Bakanlar Kurulu üyeleri, Büyük Millet Meclisi üyelerinin büyük çoğunluğu ve belirli sayıda Türk bürokrasisi üyeleri de bulunan binlerce kişilik kalabalık, bir bayram havası içinde karşıladı. Yabancı diplomatlardan biri: ''Türkler, barış konferansından dönen savaş kazanmış bir devletin üyeleri gibiydi.'' (!)  Dönüşünden hemen sonra düzenlediği ve Mihver'le Mihver'e yakın gazetecilerin özel bir dikkatle çağrılmadıkları basın toplantısında Menemencioğlu, Ankara'ya son derece hoşnut olarak döndüklerini söyledi (2). Türklerin şimdiye dek pek etkili olmadığını, Müttefiklerle olan ilişkilerinin anlamını açıkladı ve ''Kahire'de bu ilişkilerin ne kadar değerli olduğunu anladık'' dedi (3).  Gazetecilerden biri, savaşa katılmadığı halde, Türkiye'nin Müttefiklerin yanında mı yer aldığını sorunca Dışişleri Bakanı onaylar gibi başını salladı (4). Bir başka gazeteci de, Dışişleri Bakanı'na, Türkiye'de Rusya ile olan ilişkilerini sordu. Menemencioğlu bu soruyu, Kahire görüşmelerinin merkezini Türk - Sovyet ilişkilerinin oluşturduğunu ve görüşmelerden, bu ilişkiler güçlenmiş olarak çıktıkları karşılığını verdi. Türkiye'nin Sovyetler Birliği'yleolan ilişkileri en az İngiltere'yle olan ilişkileri kadar iyiydi (5). İnönü'yle Menemencioğlu'nun Kahire'den Ruslarla diplomatik yönden anlaşma isteğiyle dönmeleri bakımından, bu ifade gerçeğe yakın sayılabilirdi. Ama, Türkler hâlâ çok kuşkucuydu. Yine de Menemencioğlu'nun karşılığı bir bakıma gerçeğe yakındı. O günlerde Türkiye'nin Rusya ile olan bağlarının, İngiltere ile olan bağları kadar iyi olduğunu söylerken, 1944'ün ilk aylarında İngiliz - Türk ilişkileriningittikçe gerginleştiğini unutmamak gerekir.  Kahire görüşmelerinin sonucu olarak İngilizler ocak ayı başında Hava Mareşali Linnell'in başkanlığında bir askerî kurulu Ankara'ya göndermişlerdi. İngilizler,Müttefik hava üslerinin hazırlanması sorunuyla uğraşırken, Türk kurulu da daha çok askerî yardım koparma peşindeydi. Linnell'in başkanlığındaki kurul, çok geçmeden Adana'dan beri her İngiliz kurulunun karşılaştığı aynı güçlüklerle yüzyüze geldi.  İngilizlerin kullanılmaya uygun hava üsleri elde etmek için gösterdikleri çabalar, artık sıkıcı olmaya başlayan aynı türden direnişlerle karşılandı. Türkler, İngiliz ve Amerikalıların Doğu Akdeniz stratejileri üzerine bilgi sahibi olmamaktan yakındılar (6). Bu bölgedeki Alman gücünün, İngiliz haber almaservislerinin tahminlerinden on kat daha büyük olduğuna inandıklarını, kendilerine hemen 500 Sherman tankı, 300 savaş uçağı ve en az 180.000 ton araç ve gereç verilmesini istediler (7). Türkler ayrıca, hava üslerinin yapımı için

Sayfa 55

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 56: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgereken personel sayısını abartırken, İngilizlerin Türk personelini bu iş için eğitmeyi kabul etmediklerini ileri sürdüler (8). Erkin'in bu konudaki görüşü şöyleydi:  Adana görüşmeleri sırasında doğan belirsiz anlaşmazlıklar bu kez kesinlikle veciddi olarak ortaya çıkmıştı. Taraflar aynı dilden bile konuşmuyorlardı. İki görüş arasında derin bir uçurum vardı (9).  Türklerin uzun zamandır süregelen kuruntuları görüşmeler sırasında doğan hava ve görüşmelerin yönetilişiyşle, daha da artıyordu. Her zamanki gibi bu kuruntuların başında da İngilizler ve Ruslar arasında gizli bir anlaşma yapılmışolması ve Sovyetler'in Batı Avrupa'daki İngiliz çıkarlarına ses çıkarmaması karşılığında, Doğu Avrupa'nın Rusya'ya bırakılacağı korkusu geliyordu. Menemencioğlu, Linnell'in kuruluyla görüşmeler sürdürülürken, Büyükelçi Steinhardt'a yönelttiği yakyınmalarında, üstü kapalı olarak, ''İngiltere'nin savaşa katıldıktan sonra Türkiye'nin savunmada kalmasını istemesinin... kesinlikle siyasal bir nedeni olmalıdır,'' demişti (10). Türk Dışişleri Bakanı özel anılarında daha açık konuşmaktadır. İngilizlerin üs olarak yalnızca güneydeki havaalanlarını seçtiklerini, yalnız İzmit'te bir üs üzerinde durduklarını belirtmekte, Kuzeydoğu bölgesiyle Karadeniz kıyılarını bu durumda kimin koruyabileceğini kendi kendine sormaktadır. Menemencioğlu'na göre bunun karşılığı şuydu: Ruslar! Orta Avrupa'ya ağır darbeler indirecek olan İngiliz üsleri açıldıktan sonra, Rusların da Balkanlarda geri çekilen Alman kuvvetlerinesaldırmak için aynı hakları istemeyeceğini kim söyleyebilirdi? Menemencioğlu, İngilizlerin sırf Rusların kuzeyden yararlanabilmeleri için, bilerek yalnız güney bölgesinde üs kurmak isteyip istemediklerini kendi kendine sormuştur. İlerde, Ruslar adına baskı yapıp yapmayacaklarını düşünmüştür. Bir gün Sovyet hava gücünü Türk topraklarından, gerekirse zor kullanarak çıkartma durumuna düşeceklerini hissettiğini de belirtmiştir:  İngilizlerin güneyde sağlam bir biçimde yerleşmek istedikleri gerçekti. Fakat,kuzey bölgesi ne diye boş bırakılacaktı? Neye hazırlık olarak boş bırakılıyordu?Bu düşünceler beni çok tedirgin etmekteydi... (11).  Ne var ki, bu düşünceler açık seçik ortaya konacak nitelikte değildi. Bu yüzden de görüşmeler bir kere daha lojistik ayrıntılar, personel sorunları ve öbür bilinen sorunlar ileri sürülerek yokuşa koşuluyordu.  İngilizler de Türklerin direnişinin, bir bakıma Kahire'de onaylanan ve Amerikalıların bu görüşmelerde İngiliz tutumunu desteklemediklerini gösteren inançlarından doğduğunu sanıyordu. İngiliz askerî kuruluşunun Ankara'ya varışı üzerinden daha bir hafta geçmeden, Dışişleri Bakanlığı, Washington'daki İngiltere Büyükelçiliğinden, birleşik Amerika'nın ''Ankara'daki İngiliz elçisinin yapabileceği her türlü uyarıyı destekleyeceğini...'' belirten bir yazıalmıştı (12). 8 Ocak 1944'te Dışişleri Bakanı Hull, Başkan'a İngilizlerin Türkiye'nin savaşa katılması için son bir şans tanımayı hedef güden bir politikaçizgisi izleyeceklerini ve yine kabul etmeyecek olurlarsa, İngiliz hükûmetinin ''Türkiye politikasını bütünüyle yeniden gözden geçirmeyi'' kararlaştırdığını bildirdi (13).  Hull ise başka bir salık verdi: Türklere ''açıkça'', savaşa etken bir biçimde katılmalarını Birleşik Amerika'nın hoşnutlukla karşılayacağını, anlatması için Steinhardt'a talimat verilmesini öne sürdü. Ancak, Steinhardt'ın İngilizlerin baskılarını destekledikleri konusunda bir şey söylememesini istedi. Roosevelt bunu kabul etti ve 11 Ocakta Steinhardt'a bu yolda bir talimat gönderildi. Steinhardt da buna uygun hareket ederek 14 Ocakta Menemencioğlu'na ''şüpheye yerbırakmayacak açıklıkla'' Birleşik Amerika'nın, Türklerin savaşa girmelerini istediğini bildirdi (14). Bu çaba öylesine genel anlamda ve gönülsüzce gösterilmişti ki, sürüncemede olan Linnell görüşmelerinde hiç bir değişiklik yaratmadı. Bunun üzerine Linnell ve yardımcıları, 3 Şubatta birdenbire Ankara'dan ayrıldı. Bu apar topar gidişin nedenleri üzerine de Türk hükûmetine, ''gereken sonuçları kendisinin çıkarması için'' hiçbir açıklamada bulunulmadı (15).  Tartışmalar sırasında Türkler, İngilizlerin Türk kuvvetlerine Balkanlar'da, nerede, nasıl, hangi Müttefik birlikleriyle yan yana savaşacakları ve neler planladıkları konusunda bir şey sızdırmamalarından ötürü çok tedirgin olmuştu (16). Gerçekten de Türkler, Müttefiklerin Balkan harekâtı üzerine bir şeyler öğrenmeyi hiçbir zaman becerememiştir. Kahire'deyken Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz - Amerikan ortak kuvvetlerinin Balkanları istilası durumunda Türkiye'ninsavaşa girebileceğini bildirmişti (17). Linnell kurulunun başarısızlığı, öneriyiyeniden ön plana çıkarmıştı. Menemencioğlu, yayınlanmamış anılarında, 1944 yılı Ocak ayının ilk günlerinde Ankara'da verilen bir yemekte, Balkanlar'da, ''Hatta Batıda girişilecek bir istila hareketinden otuz gün sonra, Türklerin de savaşa katılacağı üzerine yazılı taahhütname verebileceğini söylediğini hatırlatmaktadır (18). Menemencioğlu, kararlaştırdıkları üzere ertesi gün

Sayfa 56

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 57: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıHugessen'in yazılı öneriyi bile almaya gelmediğini belirtmektedir (19).  Bir süre sonra da Linnell heyeti Ankara'dan ayrıldı ve İngilizler yavaş yavaş her türlü samimiyetten uzaklaşmaya, hatta bizimle görüşme zorunda kalmamak için karşılaşmamaya bile dikkat eder oldular'' (20).  Göründüğü kadarıyla İngilizler Türklerden, özellikle Numan Menemencioğlu'ndan umudu kesmişlerdi.  İngiliz askerî kurulunun Ankara'dan ayrılması, savaş döneminde İngiliz - Türk ilişkilerinin en kötü noktaya vardığı andır. Az konuşan, fakat hep Türkleri övenHugessen bile, Linelli kurulunun ayrılmasından sonra, uğradığımız hayal kırıklığını saklamak için hiç bir teşebbüste bulunmadığımız çetin bir dönem başladı'' diye yazmaktadır (21). Türkleri azarlama konusunda İngilizler, özellikle Menemencioğlu'na karşı, gerek sosyal, gerekse diplomatik yönden Amerikan desteğini de istemekten geri kalmadılar. 4 Şubatta, İngiliz askeri kurulunun Ankara'dan ayrılmasından bir gün sonra, Hull, İngiltere hükûmetinden Büyükelçi Steinhardt'ın Türklerle sosyal ilişkilerini en aza indirmesini öneren bir mektup aldı. Roosevelt de bunu kabul etti. Hull, telgrafla Steinherdt'a: ''Türklerle ilişkilerinizi 'dondurun''' talimatını gönderdi (22).  İngilizlerle Amerikalıların Türkiye'ye yaptıkları silah yardımı da birden kesilivermişti. İngilizler, Türklerle olan ilişkilerini sertleştirmeye o kadar kararlıydı ki, Port Sait'ten ayrılan silah yüklü bir Türk gemisini çevirip, ''yükünü boşaltmadan gidemeyeceğini'' bildirdiler (23). Kiralama - Ödünç Verme Anlaşması yoluyla yapılan yardımlar da durmuştu. Fakat, İngilizler bütün ticarî ilişkilerini kesmekten dikkatle kaçınıyordu. Çünkü, Türkler de kromit ihracatınıdurdurarak buna karşılık verebilirdi.  Yıllarca sonra Cevat Açıkalın, bu dönem üzerine görüşlerini yazmıştır: ''O günlerin heyecanlı ve gergin havası içinde Türkiye'nin tutumuna karşı eleştiricisesler yükseltenlerin sayısı çoktu.'' (24). Fakat bunlar içinde Londra'da yayınlanan ''Times'' gazetesi kadar sesini çok yükselten olmamıştır. 1944 yılı şubat ayında yayınlanan iki makalesinde ''Times'', İngiliz-Türk ilişkilerinin ''ölü nokta''ya vardığını ve ''donduğunu'' bildirdi (25).  ''Türkiye ve Büyük Devletler: Kahire Konferansından Beri Süregelen Kuşkular'' başlıklı makalesinde ''Times'', İngiliz askerî misyonunun Türk isteklerini, ''Türklerin sindirme gücüne oranla abartmalı ve uygunsuz bulduğunu'' ileri sürdü. ''Times'', bu davranışta ''bir güven bunalımı'' yaratan etkenler bulunmasaydı, durumun o kadar kötü sayılmayacabileceğini de ekliyordu (26).  Bu bakımdan ''Times'', yaratılan güven bunalımının, Menemencioğlu ile Eden arasındaki kişisel düşmanlıktan doğduğunu belirten yayın organları arasında gerçeğe en yaklaşanıydı. Bu düşmanlıkla ilgili olarak ''Times''in Ankara'daki özl muhabiri şöyle diyordu: ''Bugünkü dert... yanlış anlamalardan ve belki de öfke nöbetlerinden ileri geliyor...''  Türklerin savaşa girmeyi erteleme çabalarına gelince, ''Times'', Türkiye'nin Müttefiklere hiç de içten olmayan hizmetlerinin yanı sıra, önderlerinin de yükümlülüklerini yerine getirmeye niyetli olmadıklarını söylüyordu. Türklerin görüşleri ve istekleri ''sonuçtan kaçma amacını güden boş kaçamaklardı.'' ''Times'', 26 Şubatta, ''Ankara'da Kararsızlık'' başlıklı ikinci bir makalesinde, Türkiye'nin Müttefiklerin yardımına koşmaktaki çekingenliğini, Sovyetler Birliği'nden korkmasına bağlamaktaydı (27). ''Türklerin Sovye Rusya'dan kuşkulanıp çekinmeleri, mantıkla bağdaşmayan eski bir alışkanlıktan doğmaktadır...''  ''Times'', eğer önderleri savaştan sonra Balkanlar'da anlamlı bir rol oynamak istiyorsa Türkleri, Rusların gönlünü almaları ve Müttefiklerle işbirliği yapmaları gerektiği konusunda uyarıyordu.  Tahmin edileceği gibi, bu görüş Türkleri çok endişelendirdi. Sadak, ''Akşam'' gazetesinde yayınlanan bir dizi makalede, ''Times''in takındığı tutuma karşı çıktı, gazeteyi, dış politikanın ''duygusal çözüm yolları''nı, ''sokak politikası'' biçimine çevirmekle suçladı (28).  ''Times''te yayınlanan raporların sağlam kaynaklara dayandığı görüntüsünü kabul eden Sadak, bunların ''bütünüyle aleyhte'' olduğunu söylemekte ve İngilizlerin ''kendi mantıklarına bile inanmadıklarını'' yazmaktaydı. İleri sürülenleri yalanlamak için de her zamanki Türk görüşlerini sıralıyor, Batı'nın yaptığı silâh yardımının azlığından, savaş stratejisinde koordinasyon gereğindensöz ediyor ve doğan güven bunalımının suçunu İngilizlerin omuzlarına yıkıyordu. Türkler Müttefiklere karşı görevlerini sebatla yerine getirmişlerdi. İngilzler ise vaatlerini yerine getirmekten kaçınmışlardı. Halkın yalnızca ucuz bir ün sağlamak için savaşa girmek istememesi çok doğaldı.  Falih Rıfkı Atay da buna benzer bir görüşü savunmuştur (29). Türkler, İngilizlerle anlaşıp savaşa katılacak olurlarsa, barışı imzalayan yandan olacaklarını biliyor, fakat körü körüne savaşa girmek de istemiyorlardı. Atay, Müttefikler arasında gerginlikler olduğunu ileri sürüyordu. ''Etken bir ittifak,

Sayfa 57

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 58: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbelgelerin korunduğu yapıların tozlu rafları arasında uyutulmaz,'' diye yazıyordu.  Times'te yayınlanan makalelere karşı Türk kamuoyunun tepkisi, sorunu bir güvensorunu olmaktan çıkarıp ortaklar arasında bir ağız kavgasına dönüştürmüş, Türkiye'nin savaşta oynadığı rolü içtenlikle onaylamış, ortada işlenmiş bir suç varsa, bunun sorumluluğunu İngilizlerin omzuna yüklenmişti. Ancak Türk hükûmeti üzerindeki baskılar gittikçe artıyordu (30). Times gazetesi Türkelere, Ruslara yanaşmalarını salık vermişti. İşte, Menemencioğlu da, bunu denemeyi kararlaştırdı.  Menemencioğlu Ruslara Yanaşıyor - Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkiler bu biçimde bozulurken, Türkler, Sovyet niyetlerini bir kere daha yoklama ve Kahire Konferansı'nda Roosevelt'le Churchill'in salık verdikleri gibi, Rusya iledaha iyi ilişkiler kurabilmek amacıyla bir çaba gösterdi. Türk Dışişleri Bakanı bunu, ciddî kuşkular duyarak yaptı. Rusların yalnızca yalan söylediklerini hissediyordu. Bu konuda şunları yazmaktadır:  Ruslar, tam bir umursamazlık gösterdi. Hatta İngiliz önerilerinin kışkırtıcısıoldukların bile yalanladı. Türkiye'nin huzurunu kaçırmak istemiyor, Müttefikleriolan İngilizlerin üsteleyişini, hedeflerine ulaşmak için yeterli görüyorlardı. Ruslar, Türkleri tedirgin etmek istemiyorlarsa, kesinlikle, çok huzur kaçırtıcı bir şeyler tasarlıyorlar demektir (31).  Buna rağmen Menemencioğlu, Kahire Konferansı'ndan sonra ve İngilizerin ''savaşdöneminde ve savaştan sonra Sovyet saldırılarına hedef olmamak için bir anlaşma düzeyi yaratma'' çağrıları uyarınca, Sovyet Büyükelçisi Vinogradov'un kişiliğinde Rus hükûmetine yanaşmayı kararlaştırdı. Savaştan sonra iki hükûmet arasında, Balkan ülkelerinin bağımsızlık ve tarafsızlığını garantiye alacak bir anlaşma önermeyi düşündü. Menemencioğlu, ''böyle bir anlaşmanın iki ülke arasında daha geniş bir işbirliğine yol açacağını'' söylüyordu (32). Türk Dışişleri Bakanı böylece, Rusya'nın niyetlerini keşfetmeye koyuldu. Vinogradov'a, ''Türkiye'nin Britanya'yı Rusya'dan ayıran bir duvar olmak istemediğini, tersine, aslında Müttefik olan iki ülke arasında birleştirci bir rol oynamayı özlediğini belirtti (33). Menemencioğlu'na göre, Rusların buna verdikleri karşılık, Sovyetler Birliği'nin temelde bu görüşte olduğu, ancak Türkiye'nin hâlâ katılmadığı bir savaşa Sovyetlerin katkısının bu yüzden ''Büyükbir engel''le karşılaştığını belirtmek oldu. Türkiye hiç gecikmeden savaşa katılacak ve bu ''anlaşmazlığı ortadan kaldıracak'' olursa, Sovyetler Birliği yalnız sınırlı bir danışma anlaşması değil, genel bir karşılıklı yardımlaşma paktı bile imzalamaya hazırdı (34).  Karşılıklı görüş alışverişi bunda ileri gidemedi. Menemencioğlu, Türk sınırlarında, hâlâ kuvvetli bir Almanya ile, kuşkusuz savunma gücü postuna bürünüp, bir daha Türk topraklarından çıkmayacak olan Sovyet yardımı heyulâsı var oldukça, Rusların Kahire görüşmelerinde uzakta kalışının nedenlerini anladığını yazmaktadır. Sovyetlerin, Türkiye'nin gerektiği biçimde silâhlandırılıp askerî yönden İngilizler ve Amerikalılarca desteklenerek savaşa katılmasıyla hiç ilgilenmedikleri açıkça belliydi. Ruslar, Türklerin savaşa girmesini istiyordu ama, Rusya ile ''karşılıklı yardımlaşma''ya dayanarak girmesinden yanaydı. Böylece Menemencioğlu, kuşkularının hiç de yersiz olmadığını kavramış oldu.  Anlaşıldığı kadarıyla Rusya'ya yanaşma teşebbüsü kabul edilmemişti. Teşebbüs, Dışişleri Bakanı'nın başlıca yardımcılarından birince, ''teknik yönden verimsiz ve mantıksız'' bir davranış olarak eleştirilmiştir (35). Türk-İngiliz ilişkilerinin ''gerçekte sıfıra indiği'' (36) bir dönemde, Türk-Sovyet ilişkileri tehlike çanları çalarken ve Almanya'nın çöküşünün arifesinde, Türkiye1944 yılının ortasına, kendisini tedirgin hissedecek kadar yalnız giriyordu (37). Diplomatik ustalık, Türkiye'yi savaşın yıkımından kurtarmıştı; ama, aynı diplomasi, gittikçe yaklaşan savaş sonrası döneminde Türkiye'nin güvenliğini etkili bir biçimde sağlayamayacaktı. 

 

  X 

  İÇ POLİTİKADA DEĞİŞİKLİK 

  Müttefik zaferlerinin birbirini kovalaması, Birleşik Amerika'nın ve İngiltere'nin Türkiye ile olan ilişkilerini ''dondurmaları'', batıdan alınan askerî yardımın kısıtlanması, Rusya ile olan görüşmelerin kesilmesi, 1944 yılı

Sayfa 58

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 59: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıilkbahar ve yaz aylarında Türk politikasının gidişi üzerinde dayanılmaz baskılaryaratan etkenler olarak dikkati çeker. Erkin'in deyimiyle:  Eğer Türkiye savaşa katılmamaya karar verirse, İngiltere-Türkiye arasındaki uyum bozulacaktı; belki de Büyük Britanya artık Türk sorunlarıyla ilgilenmeyecek, Rusya, Türkiye ile arasındaki sorunları kendi bildiği yoldan çözümlemekte serbest bırakılacaktı (1)  Büyükelçi Hugessen, Saraçoğlu'na, yakın bir gelecekte Türkiye'nin ''savaşa girme ya da savaştan sonra tek başına kalma alternatifleri arasında bir seçme yapma zorunda kalacağını'' belirtmişti (2). Birleşik Amerika bile, Türkiye'nin başına gelenlerin tümüne sırt çevirmekte İngiltere'ye katılmışa benziyordu. İştebu dönemde Türkler, Müttefikleri yatıştırmak amacıyla, gerek iç, gerekse dış politikalarını değiştirmeye başladılar. İngilizleri ve Amerikalıları tatmin için, batılı demokrasilerin duygularını çok inciten Varlık Vergisi'ni yürürlükten kaldırdı; Rusların hoşuna gitmek için, öbür uğraşılarından başka, Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türk ırklarının bağımsızlığı uğrunda çaba gösteren Turancılık hareketini sildiler.  Varlık Vergisi - Türkiye Büyük Millet Meclisi, 11 Kasım 1942'de Varlık Vergisikanununu çıkardı. Bu verginin amacı, savaş zenginlerini, fırsatçıları, kazandıkları büyük servetler üzerinden uygun oranda vergi vermeye zorlamaktı (3). Ayrıca deflasyon yaratmak için tedavüldeki parayı çekme ve azaltma hedefi de güdülüyordu. Başbakan Saraçoğlu tasarıyı Büyük Millet Meclisi üyelerine sunarken, yeni verginin zengin tüccar ve emlâk sahipleri gibi, ''savaşta büyük paralar kazanan kimselerden'' alınacağını söylemişti (4). Vergiler, bölgesel komitelerce değerlendirilecek ve bunlara itiraz etmek için Meclis'ten başka hiçbir yere baş vurulmayacaktı. Böyle artan hükûmet harcamalarının karşılanmasına yardımcı olunacaktı (5).  Fakat bu kanun, daha başında şiddetli protestolarla karşılandı. Tasarının Meclis'te görüşülmesi sırasında, Varlık Vergisi'nin kanun ilkelerine aykırı olduğu bile ileri sürüldü (6).  Tasarının gerekçesinde, zengini vergilendirerek sosyal adaleti sağlama amacının güdüldüğü açıklanıyordu. Ancak, Nadir Nadi'nin de yazdığı gibi:  Kulaktan kulağa fısıldandığı, hatta zaman zaman yüksek sesle de dile getirildiği gibi, daha da açıkçası, kanunun ikinci hedefi, piyasayı azınlıklarındenetiminden kurtarmak ve Türklere açmaktı (7).  Yine, yazarın belirttiğine göre, ''Türk vatandaşı olmakla övünen bizim Yahudi,Rum ve Katolik vatandaşlarımız, emlâk ve servetlerini yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalacaklardı...'' (8).  Bu görüş, Varlık Vergisi üzerine daha doğru bir yargıyı getirmektedir.  Kanunun uygulaması hem farklı, hem de zorlayıcıydı. Yahudi asıllı Amerikan Büyükelçisi Steinhard, 18 Ocak 1943'te, verginin azınlıklar arasında farklı uygulandığına kuşkusu olmadığını, bunun kanıtlarının ''inkâr edilemeyeceğini'' rapor ediyordu (9). Mahallî Vergilendirme Komisyonları, kanunu fark gözeten bir biçimde uyguluyor ve direktiflerini merkezi hükûmetten aldıkları açıkça belli oluyordu.  Vergilerini ödemeyenlere karşı çok sert tedbirler alınmıştı. Böyleleri doksan gün hapsediliyor ve mallarına - mülklerine el konuyordu. 1943 yılı şubat ve martaylarında İstanbul ve Ankara'da yayınlanan gündelik gazetelerde, haczedilen emlâk ve vergilendirmede eşitsizlik olduğu üzerine ''yalan propaganda'' ya kalkmış ve suçlu görülmüş olanların sürgüne gönderilecekleri, ağır işlerde çalıştırılacakları bildiriliyordu. Ağır işe mahkûm edilen vatandaşlar önce, Kadıköy, Haydarpaşa, Kartal, Pendik ya da Maltepe semtlerinde enterne ediliyor, sonra Erzurum yakınlarındaki Aşkale'ye, çalışma kamplarına gönderiliyordu (10).  Mükellef, çalışması karşılığında günde iki buçuk lira alıyor, bunun yarısı hemen hükûmete olan borcuna kesiliyor, geri kalan yarısı da kişisel giderleri, yiyecek ve giyimi için ayrılıyordu. Çalışmaya gönderilenlerin ailelerine iş bulmak için tedbirler de alınmıştı. Yaklaşık olarak 4000 kişi bu biçimde tutuklanmıştır (11).  Doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi'ne başvurmaktan başka vergiye itiraz yolu da tanınmamıştı. 15 Ocak 1943 tarihine kadar itiraz edenlerin sayısı ise 3000'i bulmuştu (12). Bunun üzerine Meclis ve Maliye Bakanlığı Dilekçe Komisyonları, itirazların ancak konulan verginin tamamının ödenmesinden sonra dikkate alınacağını ve giderlerin de ayrıca alınacağını açıkladı.  15 Mart 1943'e kadar Aşkale'ye gönderilenlerin sayısı 300'ü bulmuştu. Bunlar arasında yalnızca üçü Türk asıllı bir ad taşıyordu. Ötekilere ise Yahudi, Rum yada Ermeni'ydi. Bu usul, vergi yürürlükte kaldığı sürece uygulandı. Steinhardt Dışişleri Bakanlığı'na, Başbakan da içinde, Türk yetkililerinin eşitsizlikler yapıldığını kabul ettiklerini haber verdi (13). Nadir Nadi ve Varlık Vergisi'ninİstanbul'daki uygulamasını yapan Faik Ökte de bunu doğrulamaktadır (14). Her ikisi de verginin azınlıkların belini büktüğünü belirtirken, hükûmetinin,

Sayfa 59

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 60: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası''tekstil fabrikası sahibi toprak ağalarına, hükûmetle iş yapan komisyonculara ve müteahhitlere dokunmadığını'' ileri sürmektedirler (15). Türk vatandaşı olmayan azınlıklar da çok yüksek ve aşırı oranlarda vergilendirilmekteydi. Bu dagerek Müttefik, gerekse Mihver'e ait yabancı hükûmetlerle sürekli sürtüşmelere yol açıyordu.  Bu dönemde Almanya, Bulgaristan ve Yunanistan da içinde, pek çok elçilik, Türkhükûmetine protesto notaları vermiştir. Amerikan Büyükelçiliği de ''Türklerle sertçe ve doğrudan doğruya konuşmanın haklılığını'' kabul etmiştir (16). Böylece, Ankara'daki yabancı diplomatlar vergilere karşı hep bir ağızdan yaygarakoparmışlardır.  Türk basınına gelince, Varlık Vergisi konusunda tüm haberleri vermiş, tüzükleri ve Aşkale'ye gönderilenlerin adlarına kadar verilen cezaları yayınlamış, ancak yorum yapmaktan kaçınmıştır. Sonunda Ahmet Emin Yalman bu sessizliği bozarak 1 Ekim 1943'te ''Vatan'' gazetesinde ''Varlık Vergisi Kaldırılmalıdır: Çünkü Müzmin Bir Hastalık Oldu'' başlığı altında bir yazı yayınlamıştır. Yalman, verginin bulaşıcı bir hastalık olan ve Avrupa'yı da kasıpkavuran ''Yahudi düşmanlığı''nın sonucu olduğunu, ''sarılması gereken bir yara açtığını'' yazmıştır (17). 1 Ekim 1944'te, vergiyi eleştirmesinden bir yıl sonra, ''Vatan'' gazetesi kapatılmış, Yalman'ın kendisi de Aşkale'ye gönderilmiştir. Tersi düşünülebileceği halde, Yalman çalışma kampını yazara, ''Şifalı bir yerdi. Burada zorla bulundurulanlar birlikte hoşça vakit geçirebiliyorlardı, ama pek çoğu sürgünde olmanın acısını çekiyordu'', diye anlatmıştır (18). ''Vatan'' gazetesi, 23 Mart 1945'te yeniden yayınlanmaya başlamıştır.  Aydemir ise vergiyi, ''bir kapris değil, kaçınılmaz bir ihtiyaçtı'' diyerek savunmaktadır. Aydemir, 1942 yılı ağustos ayında Başbakan Refik Saydam'ın ölümü üzerine, ''fiyat denetimi ve ayarlama tedbirlerinin çığırından çıktığını'' belirtmekte, enflasyona yatkın olan piyasadaki parayı azaltmak için hükûmetin acele olarak daha çok fona ihtiyaç duyduğunu ileri sürmektedir (19). Aydemir, ''bugün bile verginin İnönü'nün politika hayatına karşı bir suçlama olarak kullanıldığını'' kabul etmekte ve zamanında İnönü'nün, verginin getirilişi sırasında ayrı bir özen gösterdiğini; çünkü, sonunda bunun hesabını kendisinden soracaklarını bildiğini hatırlatmaktadır (20).  Vergi kanunu kabul edilirken, bunun 465 milyon liralık bir gelir sağlayacağı tahmin edilmişti (21). 17 Mart 1943'te ise Saraçoğlu Meclis'e Varlık Vergisi'nin225 milyon lira gelir sağladığını, bu toplamın da ülkenin mali ufkundaki ''bulutları dağıttığını'' söyledi. ''Düşüncesizce ve zararlı bir biçimde harcanacak paranın şimdi tedavülden çekilmiş olduğunu'' ileri sürdü (22). 1944 Şubatında tahsil edilen miktar 315 milyon lirayı bulmuştu (23). Bu toplamdan 280milyon lirayı ''zengin azınlıklar''dan alınmıştı (24). Varlık Vergisi, 15 Mart 1944'te yürürlükten kaldırıldı ve kanunu kaldıran karar, iki gün sonra yürürlüğegirdi. Kanunla ilgili olarak verilen bütün cezalar ve sürmekte olan kovuşturmalarla, daha tahsil edilmemiş 108 milyon liraya yakın vergi alacağı da kaldırıldı.  Maliye Bakanı Fuat Ağralı, kanunun yürürlükten kaldırılmasının nedenlerini açıklarken, ''tahsil edilemeyen alacakların bir bölümünün tahsiline aslında imkân bulunamamasını, başka bir bölümünün ise, mükellefleri çetin çalışma şartlarına ya da tam bir yoksulluğa düşmeden tahsil edilememesine'' bağladı (25). Kanunun yürürlükten kaldırılmasına neden olarak günün şartları gösterilmişti ama aslında, özellikle Birleşik Devletlerin baskısına olumlu bir karşılık vermek ve Türkiye ile Batılı Müttefikler arasında daha iyi ilişkiler kurmak için bu yol seçilmişti. Franz von Papen bu tutumu keşfetmişti. Verginin kaldırılmasını, Türk devlet adamlarının Birleşik Devletlere yanaşma niyetlerine bağlamıştı. Bu konuda da haklıydı (26). Varlık Vergisi, Türkleri Batılıların yanından daha da uzaklaştırmıştı. 1944 Martında toplanan vergi gelirleri, artık daha çok baş edemeyecekleri bir lüks durumuna almıştı. Varlık Vergisi'nin kaldırılması, Türk hükûmetinin savaş sonrası dünyasının gerçeklerine karşı erkenden ayak uydurmaya hazırlanışının başlangıcıdır.  Turancılık Sorunu - Türk hükûmetinin dünya olaylarına ayak uydurmaya çabaladığının bir başka belirtisi, 1944 yılı mayıs ayında, Türkçülük ve Pan-Turancılık fikirlerinin propagandasını yapanların toparlanması ile ortaya çıktı (27). Hükûmet, bir tek temizlik hareketiyle, savaşın başından beri bütün Türklerin birleşmesi için çağrıda bulunan küçük, fakat anlamlı bir grup aşırı uçüyesini tutuklattı. Hükûmetin bu tutuklamaları kamuoyuna büyük gürültülerle duyurması ve zamanın seçilişi, amacının yalnız bir grup azınlığı cezalandırmak değil, Sovyetler Birliği'nin gözüne hoş görünmek, belki de önderlerini daha ölçülü davranmaya yöneltmekti (28).  Savaş yıllarında Türkiye'deki Turancılık hareketi birtakım küçük gruplara bölünmüştü. Birleştikleri tek nokta, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne

Sayfa 60

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 61: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıkarşı besledikleri, kin derecesine varan öfkeydi. Dolayısıyla Rus tarafından daima bir tehdit olarak kabul ediliyorlardı. Bu nedenle, Türk hükûmeti en sonunda bu gruplara karşı harekete geçmiştir.  Fakat bu, Türk hükûmetinin hareketin o zamana kadar ki eylemlerini desteklediği, beslediği anlamına gelmemektedir. Tersine, böyle bir davranış, Türk dış politikasının temellerinden birini, yani Türk sınırlarının olduğu gibi korunması ilkesini yıkmak olurdu (29). Bazı yazılar Türk politikasını çizenlerinde, Sovyetler Birliği'ne karşı aynı duyguları besledikleri için, Turancılara karşı sempati duyduklarını ileri sürmüşlerdir (30). Hareketin daha önce bastırılabileceği görüşü belki kabul edilebilir (31).  Fakat, Türk hükûmetiyle Turancılar arasında bir anlaşma olduğu üzerine belgeler yoktur. Ancak bu hareket Türkiye'nin Sovyetler Birliği'yle olan ilişkilerinde bir rol oynadığı ve hâlâ da oynamakta olduğu için, kısaca da olsa,Turancılığın önderlerini, ideolojilerini, hükûmet içindeki taraftarlarını tanımak ve bu unsurların Ankara'nın uluslararası konulardaki kararları üzerindeki etkisini, elbette böyle bir etki varsa, incelemek gerekir.  Pan-Turancı Unsurlar - Savaş yıllarında Turancı hareketin başlıca önderi Zeki Velidi Togan'dı (32). Güney Urallarda, Rus Türkistan'ı eyaletlerinden biri olan Başkır'da dünyaya gelen Togan, Rus ihtilâli sırasında Başkır'da bağımsız bir devlet kurmayı hedef tutan Müslüman örgütünün başına geçmekle, genç yaşında siyasal bir militan olduğunu göstermişti. Togan, bütün ömrü boyunca olanca çabasını Tükiye'nin ilgisini Sovyetler Birliği sınırları içindeki Türk soyundan olanların üzerine çekmek için göstermişti. Türk hükûmetlerini, bağımsız bir Türkistan'ın elle tutulur ve gerçekleştirilmesi mümkün bir amaç olduğuna inandırmaya çalışmıştı. Bu nedenle, sayıları oldukça kabarık olan eserlerinde, belirli bir Sovyet düşmanlığı havası vardır. Sözgelişi, savaş yıllarında yazdığıönemli incelemelerinden birinde, ''Yeni Ruslaştırma'' diye tanımladığı harekete karşı uzun bir eleştiri kaleme alan Togan, bunun Türkistan'daki Türk kültürünü yok etmeye yönelen Sovyetlerin, örgütlenmiş bir teşebbüsü olduğunu ileri sürmüştür (33). 1942'de ''Bugünkü yeni Ruslaştırma hareketi, aşağıdaki biçimde gelişmektedir'' diyordu:  1. Komünizm ve Rus emperyalizmini birbirlerini tamamlayan iki kavram olarak birleştirmek ve uşak ruhlu uydu ülkelere ve dünyaya karşı, iki yüzlü bir politika çizgisi izlemek,  2. Rus ulusunun dünyaya egemen olma amacını ''kutsal bir ideal'' olarak ifade etmek ve ulusal hedeflere bu yoldan varmak için, gerektiğinde ölmeye bile hazır,uyanık bir ulus durumuna gelmek,  3. Rus halkının nüfusunu artırmak,  4. Rusları, Asya'nın istila edilecek bölgelerine rahatlıkla yerleşecek kadar hareketli ve çevik insanlar haline getirmek,  5. Etkili bir genişleme ve fetih uygulaması için diktatörlük sistemini yetkinleştirmek ve aşırı derecede merkeziyetçi bir rejim kurmak (34).  Togan, yeni Ruslaştırma hareketine karşı etken olabilmek için, Türk hükûmetinin, Türk kültürünü Ukrayna, Kafkasya, Moğolistan ve Türkistan'da yaşayan halklar arasında yayması gerektiğini ileri sürüyor (35). Bu halkların tam olarak Ruslaşmalarına karşı en iyi engelin dil olacağını söylüyordu (36).  Zeki Velidi Togan'ın, İstanbul Üniversitesi'nde Türk Tarihi kürsüsünde profesör olduğu dönemde öğrencileri arasında bulunan Reha Oğuz Türkkan, 1938 yılında gizli bir ırkçı dernek kurmuş ve 1944 yılı Mayıs ayında hükûmetçe tutuklanıncaya kadar, eylemci çabalar göstermiştir (37).  Hocasından, hiç olmazsa görünüşte daha da fanatik olan Türkkan ve yayınladığı ''Bozkurt'' adlı dergi, ırk üstünlüğü propagandası yapıyordu ki, bu da Nazizm'den pek az farklıydı (38). Turancı önderlerin tutuklanması nedeniyle yayımlanan resmî bildiride, hükûmet, Türkkan'ı merkezî hükûmeti devirmek için çalışan bir ırkçı olaraktanıtmıştı (39).  Bir başka ünlü ırkçı da hatta belki de içlerinde en aşırısı, ırkçılıkla Komünizm ve Sovyet düşmanlığını tutku edinerek birleştirmiş olan Nihal Atsız'dı (40).  Atsız, yayınladığı ''Tanrıdağ'', ''Atsız'', ''Orhun'' gibi çeşitli dergilerde önemli görevlere yalnız öz Türklerin getirilmesini savunuyor, azınlıklara aşırı hoşgörü gösterilmesinin Türkiye için tehlikeli bir şey olduğunu ileri sürüyor, savaşın yapıcılığını, milliyetçiliğin ancak ırkçılık temeline dayanabileceğini belirtiyordu (41). 20 Şubat 1934'te, ''Orhun''da yayımlanan bir makalesinde Atsız şöyle yazıyordu: ''Türk ulusunun ezeli düşmanı, bütün dünyadır. Tarih bizeezeli öğütte bulunmaktadır; iç düşmanlar üçtür; Komünistler, Yahudiler ve dalkavuklar.'' (42).  1944 yılı mayısında hükûmetin Turancılara karşı harekete geçmesini çabuklaştıran da, Atsız olmuştur.  1944 yılı şubat ayının 20'sinde ve martın 21'inde Atsız, Başbakan Saraçoğlu'na

Sayfa 61

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 62: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıseslenen iki açık mektup yayınladı. Bunlarda, Başbakan'a, Parti'ye ve öğrencilerarasındaki yıkıcı sol unsurlar diye adlandırdıklarına saldırıyordu. Atsız, Saraçoğlu'na seslenen ilk mektubunda; ''Bu satırların amacı, size Türkçülüğün neden yalnızca sözde kaldığını ve niçin hiç eyleme geçmediğini sormaktır'' diyordu (43). Bu Başbakana yöneltilmiş katmerli bir hareketti; çünkü, Saraçoğlu'nun eyleme geçmelerine izin vermeden Turancı fikirlere göz yumduğunu ileri sürüyordu (44). Atsız, mektubunda, solcu öğrencilerin İstanbul'daki dernekbinasında Turancıların yaptıkları toplantıları bastıklarından da yakınmaktaydı. ''Bu göstericilerin en kötüleri, üniversite öğrencileridir'' diye yazıyor ve şöyle ekliyordu:  Çoğu devlet parası ile okumaktadır. Bu demektir ki devlet, farkında bile olmadan, yılanları, kızıl gözlü ve zehirli yılanları beslemektedir. Bu yılanlar yarın doktor olup ülkenin dört bir yanına dağılınca, yapacakları ilk iş, her türlü faaliyeti sabote etmek olacaktır. Ülkeyi sırtından hançerleyecekler ve Türkiye'ye gelmesini bekledikleri kızıl rejimi getirecek olan yabancı ordulara ajan olarak hizmet edeceklerdir (45).  Atsız'ın ikinci açık mektubu doğrudan doğruya CHP'ye saldırıyor, partiyi ırk ve aile düşmanlığı, dine ve savaşa karşı çıkmakla suçluyor, faşizme karşı savaş maskesi altında milliyetçiliği ezdiğini öne sürüyordu (46).  Bu mektupların sonucu olarak, Atsız'ın vatan haini diye suçladığı Sabahattin Ali, Nihal Atsız'a karşı bir hakaret davası açtı (47). Millî Eğitim Bakanı HasanÂli Yücel ile ''Ulus'' gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, Atsız'a karşı açtığı davada Sabahattin Âli'yi desteklediler. Ancak dava 26 Nisan 1944'te görülecekken, Turancı öğrencilerin şiddet gösterileri nedeniyle yarıda kaldı. Göstericiler, Sabahattin Âli'ye saldırdı (48). Bundan cesaretlendiği anlaşılan Atsız, hemen bütün ''solcu'' aydınları lânetleyen bir bildiri yayınladı. Bu kez hükûmet harekete geçmeyi kararlaştırdı. 9 Mayıs 1944'te Turancı önderler tutuklandı (49).  18 Mayıs 1944'te Bakanlar Kurulu, İçişleri Bakanlığının ''Irkçı ve Turancı kışkırtmalara girişenlere karşı aldığı gerekli tedbirleri'' onayladı (50). Bir resmî bildiri yayınlayarak, soruşturma sonucunda tutuklananların ''gerçek milliyetçilikten başka ilkeleri vatandaşlara aşıladıklarının anlaşıldığı'' açıklandı. Bunun için de yine yayınlanan bildiride, ''suçluların gizli örgütler kurdukları, eylem programları hazırladıkları ve propaganda organları yayınladıkları'' duyuruldu (51).  19 Mayıs 1944'te Cumhurbaşkanı İnönü, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in kısa bir ön konuşmasından sonra, Ankara 19 Mayıs Stadyumu'nda bütün yurtta yayımlanan uzun bir konuşma yaptı (52). Politika hayatının en önemli konuşmalarından biri olan bu söylevinde İnönü, özellikle üç nokta üzerinde durdu: Turancılar, Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike doğuruyordu; Türkler hiçbir zaman serüvenci bir politika istemiyorlardı ve başkalarının topraklarındagözleri yoktu; Sovyetler Birliği, Türkiye'nin tarihi dostuydu. Turancılar üzerine İnönü, ''Öyle şeyler vardır ki, ancak Anayasa ve hükûmetin kanunları çiğnendikten sonra bunlara kalkışılabilir'' demişti. ''Dolayısıyla biz de birtakım parlak fikirler maskesi altında, Cumhuriyet'in ve Büyük Millet Meclisi'nin varlığına kasteden bir teşebbüsle karşı karşıyayız.'' İnönü, sözlerine şunları da eklemiştir: ''Komplocular hepimizi aldatmayı deniyordu, gittikçe ve derece derece, on yaşındaki çocuklarımızı ve bizi.'' İnönü, Türkiye'nin geleneksel serüvenden kaçınma politikasını da onaylıyordu.  Herkesin zihninde, elimize bir kuvvet geçecek olursa, bizim serüvenci ve saldırgan bir politika izleyeceğimiz düşüncesi vardı. Oysa cumhuriyet, uygar yaşantınn temel değerlerinin uluslar topluluğundaki güvenlik havası olduğunu anlamıştı (53).  İnönü, bunun bir tercih ve seçme meselesi olduğunu açık seçik belirtmek istemişti: ''... Ulusal politikamız, topraklarımızın dışında serüven peşinde koşmaktan uzak kalmaktır... Bu bir zorunluluk ya da gereklilik politikası değil,bir inanç ve anlayış politikasıdır.'' Söylev, en sonunda sıkı Türk-Sovyet ilişkilerinden söz ediyordu. Türkiye'deki Turancılık hareketinden, ''son zamanların zararlı ve hastalıklı belirtilerinden'' diye söz ettikten sonra, İnönü şöyle ekliyordu:  Bu açıdan Cumhuriyet'i anlamak gereklidir. Ulusal Kurtuluş Savaşımız sona erdiği zaman, öbür komşularımız, eski savaşların anılarını bir türlü zihinlerinden çıkartıp atamazken, bizimle dost ola yalnızca Sovyetler Birliği vardı (54).  Kuşkusuz, İnönü'nün 19 Mayıs 1944 söylevi, hem Sovyetlere, hem de Türk gençliğine seslenmekteydi.  Hükûmet içindeki Turancılar ve bunların kararlardaki etkileri - Bundan sonra ortaya çıkan sorun, bu unsurların işe karışan kişilerin ya da fikirlerinin, Türkdış politikasını tespitinde rol oynayıp oynamadıkları. Türk politikasını

Sayfa 62

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 63: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıçizenleri, hedeflerinde ya da değer ölçülerinde etkileyip etkilemedikleridir. Yazarın görüşüne göre bu soruya verilecek karşılık bütünüyle olumsuzdur. Leo D. Hochstetter'i de dikkatini çektiği gibi, ''Amerikan istihbaratı savaş yıllarındaİnönü, ya da Menemencioğlu'nun, Turancılarla ilişkisi olduğu üzerine bir kanıt elde edememiştir.'' (55) Bu satırların yazarı da, bu konuda bir şey bulamamıştır(56). Tanınmış bir gözlemci olan Hostler ise şöyle demektedir: ''Türk devleti içinde yüksek mevkilerde bulunan bazı kişilerin Alman-Sovyet savaşından yararlanma imkânlarını aradıkları ve SSCB'nin çöküşünün, Turancı fikirlerin gerçekleştirilmesine ortam hazırlayacağını düşünenlerin olduğu sonucuna varılabilir (57).  Lothar Krecker de hükûmetin, Nuri Paşa'nın (Killigil) kişiliğinde iki yüzlü bir oyun oynadığını, Turancılığı resmen mahkûm ederken, el altından Alman Dışişleri Bakanlığına, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bağımsız bir devlet kurmak imkânından söz ettiğini ileri sürmektedir (58). Ancak bu yazarlardan hiçbiri, 1947'de Sovyetler Birliği'nce yayımlanan Gizli Belgeler'dendaha başka yazılı kanıt ortaya koyamamaktadır.  Gizli Belgeler, General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, General Ali Fuat Erden, 1943'e kadar Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi olan Hüsrev Gerede ve ünlü Enver Paşa'nın kardeşi olan Nuri Paşa'nın faaliyetlerini açıklamaktadır.  Türk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'la, ''Türkische Post'' gazetesi yazı işleri müdürü General Ali İhsan Sabis de, bu faaliyetlere karıştırılmaktadır. 5 Ağustos 1941'de von Papen, Alman Dışişleri Bakanlığına, ''Türk hükûmeti çevrelerinin Azerbaycan'daki Türkmenlere karşı ilgi duyduğunu'' bildirmiştir. Von Papen, ikisi de hükûmette bulunmayan Nuri Paşa ve Zeki Velidi'den ayrı olarak, bu konuda İstanbul milletvekili Şükrü Enis Bahça'nın, Afganistan'daki Türkiye Büyükelçisi Memduh Şevket'in ve yine kendisinin ''güvenilmemesi gerektiğini'' bildirdiği, çünkü hükûmetin casusu olduğunu belirttiği Ahmet Sait Cafer'in adlarını vermektedir. Gizli Belgeler koleksiyonuna göre, Turancı fikirlerden yana olarak bunlar görülmektedir (59). Bu kişiler üzerine söylenebilecek en önemli şey, savaş sırasında Ankara'da iktidara ve karar verme yetkisinde olanlara yakın bir çerçevede bulunduklarıdır (60). Çakmak da bunlar arasındadır.  Fevzi Çakmak, kuşkusuz, savaş yıllarında Ankara'daki önemli kişilerden biriydi. Atatürk'ün arkadaşı ve parlak bir komutan olan çÇakmak'ın adı, 1939'danbaşlayarak hep göreviyle, yani Türk Genelkurmay Başkanı sözleriyle birlikte anılmıştır. 68 yaşında emekliye ayrılıncaya kadar da, silâhlı kuvvetleri çelik pençesi altında yönetmiştir. 24 Kasım 1941'de, Garoun adında bir aracı, Alman Dışişleri Bakanlığı'na Çakmak'ın, ''kendisi fikrini resmen ifade edecek durumda olmadığı halde, Turancılıkla yakından ilgilendiğini haber verdi (61). 13 Mayıs 1942'de de von Papen, Alman Dışişleri Bakanlığına General Mürsel Baku'nun, Çakmak'ın kendisine bu davayı benimsemiş olan sivillerin, eğer isterlerse Almanya'ya gitmeleri için ülkeden ayrılmalarına izin vererek Turancılık hareketine yardım etmeye çalıştığını söylediğini bildirdi (62). Çakmak, aynı izni ''şimdilik'' subaylar için de vermeyi kabul etmemişti, (63) 1 Haziran 1942'de Garoun, Berlin'de, Dışişleri Bakanlığında bir başka görüşme sırasında, Çakmak'ın, Türkiye'nin Bakû bölgesinde çarpışmak zorunda kalacağına inandığını söylüyordu. Çakmak'ın Turancılık hareketine yakınlık duyduğunu yansıtmak için Gizli Belgeler'de öne sürülen kanıtların özü budur.  Hostler, ayrıca şunları yazmaktadır: ''Gizli Belgeler, İnönü'nün kilit noktalardaki danışmanlarının da sempatilerini yansıtmaktadır.'' (64). Hostler, hemen ardından George Lenczowski'nin, Mareşal Çakmak'ı ''kilit noktalarındaki danışmanlardan biri'' olarak gösterdiğini (65) hatırlatmaktadır. İsmet İnönü ileFevzi Çakmak arasındaki ilişkilere daha yakından bakılınca, bu konudaki kanıtlarinandırıcı olmamakla birlikte, kendisinin Turancı fikirlere kapılmış olduğu kabul edilse bile, İnönü üzerindeki etkisinin pek az olduğu görülebilir. Tersine, iki insan arasında büyük gerginlikler vardı. 1944 yılı Ocak ayında Çakmak'ı görevinden ayrılmaya zorlayan İnönü olmuştur. Sözgelişi, Çakmak'ın biyografisini yazan Süleyman Külçe, ''Cumhurbaşkanı İnönü bütün dünyada aşırı derecede ölçülü bir kişi olarak tanınıyordu. Elbette Fevzi Paşa da bu niteliklerini biliyordu. Ancak fırsat buldukça Mareşal ondan, çok ölçülü bir adam yerine, korkak biri diye söz ederdi'' diye yazmaktadır (66). Savaş yıllarında İnönü hükûmetin politikasıyla ilgili önemli sorunlarda Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Asım Gündüz'le kişisel ilişki kurarak, Çakmak'ın rolünü azaltmıştı (67).  İnönü, emekliye ayrılma yaşını uzatarak, Çakmak'ın görev süresini de uzatabilirdi. Külçe'nin öne sürdüğüne göre, ''ne var ki,bu İnönü için kaçırılmayacak bir fırsattı.'' (68). Aslında Çakmak'ın dış politika üzerindeki etkisini, o zamanlar İnönü iyice sınırlandırmıştı.  Kuşkusuz, Turancılık sorunu ile ilgili politikada da durum böyleydi.

Sayfa 63

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 64: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Çakmak'ı, İnönü'nün kilit mevkilerdeki danışmanları arasında saymadıktan sonra, Ali Fuat Erden, Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ve Ali İhsan Sabis'le Hüsrev Gerede, hatta Nuri Paşa'yı önemli danışman diye hiç kabul etmemek gerekir. Sözgelişi, Erden ve Erkilet, Birinci Dünya Savaşı'nda Alman askerî eğitmenlerince yetiştirilmiş generallerdi ve bütün ömürleri boyunca Almanya'ya hayranlık duymuşlardı (69) Türk Askerî Akademi Komutanı Erden'le, iki yıldızlı emekli general Erkilet, bu arada 28 Ekim 1941'de, Führer'in Doğu Prusya'daki genel karargâhında Hitler'i ziyaret etmişlerdi. İkisi de, Alman ordularının hâlâRusları yenilgiden yenilgiye uğrattıkları cephelere kadar uzanmışlar ve bu geziden büyük esenlikle dönmüşlerdi (70). İnönü, Çakmak ve Saraçoğlu'nun katıldıkları bir toplantıda da, Türkiye Cumhurbaşkanı'na, ''Rusya'nın kala kala bir karları kaldı'' demişlerdi (71). Buna rağmen ikisinin de İnönü ile olan ilişkileri pek seyrekti. Savaş yıllarında Erkilet, ''Cumhuriyet'' gazetesinde yazıyor ve Turancılık hareketinin en aşırıları arasında açıkça tanınıyordu (72).Bilinen bir kişi olduğu halde, askerî sorunlar üzerindeki görüşleri bile İnönü'ce değerli sayılmazdı. Dolayısıyla politika tespitinde bir etkisi ya da ağırlığı olmamıştır (73).  Alman yanlısı olduğu herkesçe bilindiği halde, daha ılımlı bir Turancı olarak kabul edilen Erden, İnönü'ye daha yakın olmakla birlikte, hiçbir zaman hele bu konuda asla önmeli bir danışman olmamıştır (74). 1945 yılı ekim ayında Yargıtay 1944 yılı mayısında tutuklanan Turancılar için verilen cezaları bozduğu zaman, Erden de bozulma kararını veren yargıçlar arasındaydı. ''1945'te İnönü bana pek kızmıştı'' diye yazmaktadır. ''Sanırım, bana kızgınlığı, ırkçıların Askerî Mahkemede yargılandıkları döneme rastlamaktadır.'' (75).  Ali İhsan Sabis'in önemli bir danışman olmadığı daha da belirlidir. Savaş yıllarında Alman harekâtını adım adım izleyen ve Ebüzziya ailesine yakınlığıyla tanınan Sabis, 1943'te yayınladığı anılarında, Kâzım Özalp ve Halil Paşa'yı (Kut), daha başkalarıyla birlikte, Birinci Dünya Savaşı'ndaki çıkarcılık ve sorumsuzluklarından dolayı suçlamaktaydı (76). 16 Ekim 1943'te, önceden de belirtildiği gibi, İnönü'ye yakın olan Özalp ve Halil Paşa, Osman Okyar'la birlikte Sabis aleyhinde bir iftira davası açtı. Sabis'le, Türkiye'nin siyasetini çizen hükûmet de, 1944 yılı mart ayında ortaya çıktı. Saraçoğlu, Sabis'in, aleyhinde dava açmasını engellemek içni, Hüseyin Cahit Yalçın'ın dokunulmazlığını kazandırmamalarını Meclis üyelerinden istedi (77).  Yalçın bir yazı dizisinde Sabis'in kitabına, özellikle Alman yanlısı eğilimlerine şiddetle karşı çıkmış, (78) Sabis de kendisini mahkemeye vermek istemişti. Saraçoğlu ise Meclis'ten tersini isteyerek, bunu engellemiştir.  Nuri Paşa'ya gelince, Lothar Krecker, araştırmasında bu kişinin 1941'de Berlin'de Türk hükûmeti adına Turancılık sorununu tartışmaya gittiğin öne sürmektedir (79). Ancak Krecker, Nuri Paşa'nın ziyaretinin hükûmet adına yapıldığını ispatlayacak hiçbir kanıt gösterememektedir. Yazar, bu konda Zeki Kuneralp'la aynı görüşü paylaşmaktadır: ''Nuri Paşa Berlin'de hükûmeti temsil etmemişti. O, bazı hayalleri olan bir işadamıydı, ama Ankara'daki siyasal çevreler üzerindeki etkisi sıfırdı.'' (80).  Krecker, Nuri Paşa'nın Berlin'deki Türkiye Büyükelçiliğiyle resmen ilişkide olduğunu da ileri sürmektedir. Bu, Berlin'deki Büyükelçi Hüsrev Gerede için çok şey ifade eder; ama Gerede'nin Ankara'daki üslerini hiçbir biçimde ilgilendirmez. Gerede gerçekten Hazer denizinin doğu kıyılarında bağımsız bir Türk devleti hayali besleyenlerdendi. Sözgelişi, 5 Ağustos 1941'de, Alman Dışişleri Bakanlığında Weiz Sacker'e yanaşarak, Kafkasya'daki Türk halklarını tek bir kukla hükûmetin yönetimi altında toplamanın imkânlarını tartışmak istemişti (81). Gerede'nin bu ve öteki teşebbüsleri, yazarın görüşüne göre, Ankara'dan aldığı resmî talimattan çok, kişisel duygularını yansıtmaktadır. Krecker de, ''ne kadar inanılmaz bir şey gibi görünürse görünsün'' Gerede'nin tek başına hareket ettiğini açıkça söylemektedir (82). İşin ilginç yönü, Gerede'nin 25 Ağustos 1941'de Ribbentrop'la yaptığı bir görüşme sırasında, AlmanDışişleri Bakanı'na, ''ülkesinin bugünkü sınırları dışında hiçbir toprak isteği olmadığını kesinlikle'' ifade etmiş olmasıdır (83). Bundan Gerede'nin kişisel nedenlerden ayrı olarak Kafkasya'da bağımsız bir Türk devleti kurulması için Berlin'de genel bir heyecan havası yaratmak istediği düşünülebilir. Krecker, Türk hükûmetinin gayrıresmî olarak bu tutumu desteklediğini ileri sürmektedir. Ancak bu iddiasını doğrulamak için gösterdiği kanıt rasgele olup, yalnızca İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun, Gerede ve öbür Turancılarca girişilen teşebbüslerden haberli olduklarını, bir süre bunu sürdürmelerine göz yumduklarını göstermektedir. Gerçekten de, eğer Almanya, Rusya'yı yenmiş olsaydı, her halde durum değişecekti. Hochstetter'in dediği gibi, Turancılık fikirleri, ''patlamaya hazır tomurcuklar gibiydi.'' (84). Türk dış politikası, kuşkusuz, Alman egemenliğinin yaratacağı yeni şartlara ayak uyduracaktı. Ancak böyle bir durumu nasıl idare edebilirlerdi konusu, tartışılabilecek bir sorundur

Sayfa 64

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 65: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıve arşivlerde İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun Turancılık emellerini gerçekleştirmek için Alman yardımından bir şeyler umduklarını gösteren hiçbir belgeye rastlanmamıştır.  Belgelere dayanan kanıtlar, elbette ortaya çıkartılamayanlar dışında, Turancılık hareketiyle Ankara'da iktidar arasında herhangi bir ilişki olduğu kanısını vermektedir. Von Papen'in 1941 Mayısında Ribbentrop'a gönderdiği uyarı gibi, ''Türk hükûmetinin temiz saygınlığını çıkarları için sürdürmeye kararlı olduğu yolu... toprak vaatleri ile... etkilemeyi düşünmek yanlış olur''du (85). Anlaşıldığı kadarıyla Ribbentrop da, Ankara'daki elçisinin uyarısını dinlemiş vevon Papen'e, Türk yetkilileriyle Turancılık sorununu tartışmaktan kaçınmasını bildirmiştir. İşte bu konuda yazdığı şunlardır:  Türkiye'nin genel politikasını, bizden yana olan savaşçı ülkelerin yararına değiştirmek için bu konuların yeterince çekici olmadığını hesaba katınca, bizim için Türkiye'nin isteklerine ve özlemlerine katılmamıza ya da garanti vermemize bir neden kalmamaktadır (86).  Hostler'in haklı olarak belirttiği gibi Turancılık hareketindeki başarı ihtimalinin zayıflığı daha Ruslar Almanları yenilgiye uğratmadan önce ortaya çıkmıştı (87).  Her şeye rağmen Nihal Atsız'ın yayınladığı açık mektupların hazırladığı fırsatı kaçırmak istemeyen İnönü'nün, Sovyetler'i yatıştırma çabası, yine de başarısızlığa uğradı. İnönü, Turancıları ezerken, önceden de belirtildiği gibi, Sovyetler'in Türkiye'ye karşı takındığı tutumu etkilelemek istemiş, ancak bunda da hayal kırıklığına uğramıştı. Ruslar, Almanlar'ın işine yarıyor diye Türk tarafsızlığına saldırmayı sürdürüyor. Turancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak niteliyorlardı. 1944 yılı ortalarında yalnızca iç politikada yapılan değişiklik, işlerin üstesinden gelmek yeterli değildir. Türkiye, dış politikasını da yeniden çizmek zorundaydı. 

 

  XI 

  TÜRK DIŞ POLİTİKASININ YENİDEN  DÜZENLENMESİ 

  Türk yetkilileri, özellikle İnönü, bir yandan iç politikadaki değişiklikleri gerçekleştirirken, öte yandan da ortaya çıkan yeni gerçeklere ayak uydurabilmek ve 1944 yılı başlarında Türk dış politikasını da buna uydurmak için dört önemli adım attılar. Türkiye, İngiliz ve Amerikalıların çağrılarına uyarak, Almanya'ya kromit cevheri ihracını durdurdu, Mihver gemilerine Boğazları kapattı, DışişleriBakanı Menemencioğlu'nu görevinden aldı, Almanya ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesti.  Almanya'ya Krom İhracının Sona Ermesi - Ocak ve şubat aylarında Türkler, Almanya'ya yaptıkları krom ihracını artırmışlardı. Amerikan Elçisi, Dışişleri Bakanı'nın Sovyet aleyhtarı uğraşılarına bağladığı bu tedbirsizce hareketi, İngiliz meslektaşıyla birlikte protesto etmekle yetinmeyip, kromit cevherinin taşınmasında kullanılan demiryolunun geçtiği ve Bulgaristan'la Türkiye'yi birbirine bağlayan Meriç köprüsünün de uçurularak ''gerekli işlem''in yerine getirilmesini istedi (1).  Mart ayında İngilizler ve Amerikalılar, daha başka ekonomik kısıtlamaların yararlı olacağını düşündüler. Batılı Müttefikler tercihli satın almayı kesebilirya da Türk limanlarını abluka edebilirlerdi. Steinhardt ve Hugessen, ilk fikre karşı çıktı. Bunun Türk ekonomisi üzerinde birdenbire etkisi olmayacağı gibi, Almanların Türk piyasasında denetimi ellerine almalarına yarayabilirdi. Türk ekonomisi ablukadan da etkilenmeyecek gibi görünüyordu (2). Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı şu sonuca vardı: ''Türkiye'deki hayat şartlarının bir ablukahareketi karşısında ekonomik yönden etkilenmesi şüphelidir'' (3). Ayrıca abluka,Türkleri Mihver'e daha bağımlı bir duruma getirebilirdi.  Dışişleri Bakanlığı böylece Türklere karşı kullanılabilecek silâh deposunun ''acınacak derecede boş'' olduğuna karar verdi (4). Bu aslında, yüzde yüz doğru bir kanı değildi; çünkü, Türkler de Sovyetler'in ilerlemesi karşısında gittikçe daha çok İngilizlerin ve Amerikalıların iyi niyetlerine sarıldıklarını seziyorlardı. Batılıların hedefi, Türkleri kendi politika çizgilerine çekmek, bunu mümkün olduğu kadar çabuk gerçekleştirmek için gereken baskıyı yapmak, fakat, bu baskının, Türkleri Almanlara yaklaştıracak kadar kuvvetli olmamasına dikkat etmekti.

Sayfa 65

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 66: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  19 Nisan 1944'de İngiliz ve Amerikan Büyükelçileri, Almanya'ya gönderilen kromit cevheriyle ilgili protesto notalarını Menemencioğlu'na sundular (5). Hugessen, haftalardan beri ilk defa Türk Dışişleri Bakanı ile karşı karşıya geliyordu; birlikte, ''buz gibi bir on dakika'' geçirdiler (6). Amerikan notasının içeriği İngiliz notasınınkiyle hemen hemen aynı olduğu halde, Menemencioğlu'nun Steinhardt'la buluşması daha dostça bir hava içinde geçti. Steinhardt, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta, ''Numan (Menemencioğlu),notayı dostça bir hava içinde, işbirliğine yatkın bir anlayışla kabul etti'' diyor ve ''Almanya ile pazarlık için özel bir isteği yoktu'', diye ekliyordu.  Menemencioğlu ayrıca, Müttefiklerin, ''kendisini çıkmazdan'' kurtarmak için Türkiye ile Almanya arasındaki ulaşım imkânını yok etmeye neden kalkışmadıklarını bir türlü anlayamadığını'' da söylemişti (7).  Ayrılırlarken, Menemencioğlu Steinhardt'a notayı ''dikkatle inceleyeceğini'' söyledi. Ertesi gün Amerikan Elçisi'ne şubat ayında ihraç edilen 6.752 tona karşılık ayda 4.000 ton Türk kromit cevheri ihraç edilmeye başlandığını bildirdi(8). Beş gün sonra, 20 Nisan'da da, Almanya'ya kromit cevheri ihracının bütünüyle durduğunu açıkladı. Menemencioğlu Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı açıklamada tarafsız bir devletin, savaşan iki tarafa da fark gözetmeden mallarını satmak zorunda olduğunu bildirdi. Ancak, ''dış politikamızın çekirdeğive temeli olan'' Britanya ile arasındaki ittifak gereğince, Türkiye'nin tarafsızsayılamayacağını ekledi. Bu nedenle de, Mihver'e yapılan kromit cevheri ihracatının duracağını bildirdi (9).  Bir başka sorun da, Türkiye ile Mihver'den yana olan Balkan ülkeleri, yani, Macaristan ve Romanya arasında yapılan stratejik mal alışverişiydi. 3 Mayıs 1944'e kadar Müttefikler, Türkiye'nin Macaristan'la yeni bir ticaret anlaşması imzalamasına engel olmuşlardı. 10 Mayısta Steinhardt ve Hugessen, yeniden Menemencioğlu'na protesto notalarını dayadılar. Türk Dışişleri Bakanı, ülkesinin''Mihver'le ticarî ilişkilerini kesmek gibi bir lüksü göze alamayacağı'' karşılığını verdi (10). Bunun yerine Birleşik Amerika ve İngiltere'nin, Türkiye'nin Mihver ülkelerinden aldığı malları sağlayarak ''stratejik malzemelerin ihracatını her zaman için önleyebileceklerini'' bildirdi. Sözgelişi, İngiltere ya da Birleşik Amerika, Mihver'ce sağlanan oranda akaryakıtverebilselerdi, Türkiye, Romanya'ya bir ton bile stratejik madde göndermeyecekti(11).  Müttefikler, Dışişleri Bakanı'nın, Türkiye'nin egemenliğini ihlâl iddialarına rağmen diplomatik baskılarını sürdürdü (12). 26 Mayısta Türk hükûmetine, İngilizve Amerikalılara, Mihver'e kromit cevheri ihraç etmeme niyetiyle ilgili bir anlaşma taslağı sundu ve gelecek yıllarda öteki sratejik mallarının miktarını dayarı yarıya düşüreceği vaadinde bulundu (13) Steinhardt ve Hugessen, bazı ufak tefek değişikliklerle, bu taslağın kabul edilmesini salık verdiler. Yalnız Steinhardt'a, anlaşma imzalanıncaya kadar Türklere ''sürekli baskı'' yapılmasınıisteyen İngilizlere durumu açıklaması bildirildi. Bunun kabul edilmemesi halinde, aslında gergin olan İngiliz-Türk ilişkilerinin bütün bütün gürültü kopartacağı hatırlatıldı. Steinhardt, öneri kabul edilmediğinde Türk Dışişleri Bakanından ''kısa zamanda daha başka isteklerde bulunulacağını hatırlattı (14). Steinhardt'ın bu görüşü haklı bulundu. Anlaşma imzalandı ve Müttefikler gerçekten de Türk hükûmetinden yeni isteklerde bulunmaya başladılar. Bunlar arasında Mihver gemilerine Boğazlardan geçiş izni verilmemesi de vardı.  Menemencioğlu'nun İstifası ve Mihver Savaş Gemilerinin Boğazlardan Geçişlerinin Durdurulması - Montreux Anlaşması'nın 4. maddesi uyarınca, savaşta eğer Türkiye savaşan taraflardan biri değilse, bütün ticaret gemileri, hangi bayrağı taşırlarsa taşısınlar, Boğazlardan serbestçe geçebilecekti (15). Bu hüküm, anlaşmanın 3. maddesinde belirtildiği gibi kullanılabilecekti ve Türkler,Boğazların giriş ya da çıkışlarında kuracakları sağlık denetleme istasyonları ile, gemileri durdurup denetleyebileceklerdi (16).  Bu denetleme mümkün olduğu kadar çabuk yapılacaktı. Başka hiçbir nedenle, gemiler transit geçişten alıkonulamayacaktı.  Feridun Cemal Erkin, 3. maddedeki sağlık denetimi hakkının Montreux'de Türklerce, birçok delegasyonun karşı çıkmasına rağmen elde edildiğini ve ancak Türkiye'nin bu denetlemeyi, formaliteleri en aza indirip en kısa zamanda bitirmek için söz vermesinden sonra onaylandığını belirtmiştir (17). Yoksa, Türkresmî makamlarının serbest geçişe müdahale imkânı sıfıra indirilmiş olacaktı. Erkin, Türklerin sağlık denetlemesi konusundaki diretmelerinin, aslında ''sağlıkdenetimi adı altında'', durumları şüpheli görülebilecek ülkelerin gemilerini aramak ve gemilerin gerçekten savaş teknesi olup olmadıklarını tespit etmek amacı güttüğünü söylemektedir (18).  Türkiye'nin tarafsız kalacağı savaşlarda, Montreux Anlaşması, savaşan devletlerden birine ait savaş gemilerinin özel şartlar dışında Boğazlar'dan geçmesini yasaklanmaktaydı (19).

Sayfa 66

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 67: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Anlaşmanın 8. maddesinde ve Ek II'de, savaşan tarafların Boğazlardan geçmesi yasaklanan savaş gemilerinin tonajları, mürettebatı, hızları ve görevleri de belirtilmiştir (20). Tanımlamaya 100 tondan aşağı gemiler alınmamış ve küçük gemiler için belirsiz ifadeler kullanılmıştır. Bunlar, asıl savaş gemilerine eşlik eden ve yapıları gereği ticaret ya da savaş gemisi olup olmadıkları belirsiz teknelerdir (21). Tanımlama sorunu savaşta çok daha karışık bir duruma giriyordu; çünkü, savaşan tarafların ticaret gemileri de genellikle saldırılara karşı silahlandırılmaktaydı.  1944 yılı ocak ve şubat aylarında İngiliz Büyükelçisi, ''refakat gemisi'' olduklarını ileri sürdüğü Alman savaş gemilerine Boğazlardan geçiş izni verilmesini protesto etti. Her seferinde de Türkler, bu gemilerin 20 ile 40 ton arasında küçük tekneler olduklarını ticaret eşyası taşıdıklarını söyleyerek tatmin olduklarını ileri sürdüler (22). İngilizler ise bu gemilerin Ege denizindeki savaşta kullanıldığını, çeşitli silahlar taşıdıkları ve top yuvalarıolduklarında direttiler. Türkler savaşan tarafların ticaret gemilerinde top yuvaları bulunmasının normal olduğu, bunun, gemilerin ticaret teknesi niteliğinideğiştirmediği karşılığını verdi (23).  Mayıs ayı sonunda İngiltere Büyükelçiliği, E.M.S. sınıfından 5 Alman gemisininBoğazlardan geçeceğini Türklere haber verdi; bunların top ve derinlik ölçme araçlarıyla donatıldıklarını bildirdi. 26 Mayısta, gemiler Türklerce durduruldu.29 Mayıs'ta Alman Elçiliği, 11 geminin daha Boğazların bir ucunda, altısının da öbür ucunda durdurulmasından yakındı. Almanlar bu gemilerin ticaret gemileri olduğu, kereste, kuru ot ve kömür taşıdığını söyleyerek geçiş için izin verilmesinde diretti. Türklere bakılırsa, yapılan araştırmada gemilerde olağanüstü bir şey bulunamamıştı. Bunun üzerine gemilerin geçmesine izin verildi(24).  Haziran ayının başında İngiltere Elçiliği yeniden Alman ''taşıt'' gemilerinin ve E.M.S. sınıfından üç geminin daha Boğazlara doğru yöneldiğini bildirdi ve durdurulmalarını istedi. Bunlardan biri, Kassel, arama için yapılan isteği kabuletmedi. Bunun üzerine geminin Karadeniz'den çıkmasına izin verilmedi (25). Türkler bu kez çıkmaza girmişlerdi. Erkin, Menemencioğlu'na, Montreux Anlaşması'nın uygulanmasında Türklere ağzı sıkılık hakkı tanıdığı biçiminde yorumlanmasını mümkün kılan 24. maddesini hatırlatarak, bundan yararlanmasını salık verdiğini yazmaktadır. Ancak Dışişleri Bakanı, ''Anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalmayı tercih ederek'' buna karşı durdu (26). Ardından, von Papen'i kabulederek, Alman Büyükelçisinden, gemilerin savaş teknesi olmadıkları üzerine kişisel güvence aldı. Bundan sonra da Boğazlardan geçmelerine izin verdi (27). İngilizlerin buna karşı tepkisi pek insafsız ve çok haksız oldu (28). Parlamentoda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Eden, ''bu doyurucu olmayan davranış''tan söz ederek, ''Majestelerinin hükûmeti, Türk hükûmetinin bildik manevralara kalkışmasından ötürü derin bir tedirginlik duymuştur...'' dedi (29).  Türk yetkililerinin Alman gemilerinin ''yetersiz biçimde ve acele aramalarını'' özellikle eleştirdi.  Bu protestolar, Menemencioğlu'nun, İngiliz hükûmetinin Boğazların yalnız Montreux anlaşması uyarınca yasaklananlara değil, bütün Alman gemilerine kapatılmasını istediğini anlamasına yetmişti. Oysa, Türklerin uygulaması, Montreux'de benimsenmiş bir tanımlama sorunuydu ve anlaşmayı imzalayanlardan artık hiçbirinin işine gelmiyordu (30). Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz hükûmetine, küçük tonajlı refakat gemileriyle ilgili Ek II'nin tarafsız bir yabancı hukukçuya, sözgelişi, bir İsviçreliye incelettirilmesini, hukukçu konu üzerine görüşlerini hazırlayıncaya kadar da, şüpheli gemilerin Boğazlardan geçişinin durdurulmasını önerdi. Gerek Almanlar, gerekse İngilizler, bu yolun çok ağır işleyeceğini ileri sürerek, karşı çıktılar. En sonunda Türkler, Kassel'in baştan aşağı aranmasında diretti, Almanlar dabunu kabul etmedi. Sonunda geminin 9 mm'lik zırhı, tank taşımak için otuz bir ton kapasitede maçunaları, beş makinalı tüfeği, iki topu, denizaltı tespit aracı ile, 65 sandıkcehanesi olduğu ortaya çıktı (31). Erkin, ''Kısacası, yapılan denetleme İngiliz Elçisi'nin istihbaratının doğruluğunu onaylamış oluyordu'' diye durumu özetlemektedir (32). Türkler, Montreux Anlaşması'nı çiğnemek isteyen Almanya'yı protesto etti. Ardından bütün E.M.S. ve ''Mannheim'' sınıfı gemilerin Boğazlardan geçişini yasakladı. Ayrıca bundan böyle Boğazlardan geçecek Alman gemilerinin sıkı bir biçimde aranması emrini verdiler. Bu kararlar, Başbakan Saraçoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı görevini de üzerine aldığı gün, kendisince açıklandı. Menemencioğlu ise ''Türk - İngiliz ilişkilerinin daha çok bozulmamasıiçin'' istifa etmişti (33).  Müttefikler, genellikle Mihver yanlısı olarak bilinen Menemencioğlu'nun istifasıyla, rahatlamıştı (34). Dışişleri Bakanının görevinden ayrılması, Türk dış politikasının yeniden düzenlenmesinin bir unsuru olmaktan çok, simgesiydi. Menemencioğlu'nun dış politikası, İnönü'nün dış politikasıyla bağdaşıyordu.

Sayfa 67

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 68: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış PolitikasıAslında savaş yıllarında, Almanların ağır bastıkları dönemde, Türkiye'nin tarafsız kalmasını isteyenler, hep bu politikadan yana olmuşlardı (35).  Müttefiklerin durumu düzeldikten sonra, daha az katı bir tarafsızlık anlayışı içinde İngilizlerle işbirliği yapmış, Sovyetlerin Balkanları istila etmesini önlemek için, Batılıları Türkiye ile işbirliği yapmaları konusunda uyarmak istemiştir. Ancak, artık bu politikanın yararlılığının sonu gelmişti. Almanlar yenilmiş, Sovyetlerin Doğu Avrupa'yı ''kurtaracakları'' açıkça belli olmuş, İngiliz ve Amerikalıların da Doğu Akdeniz'de önemli bir saldırıya başlayacak durumda olmadıkları anlaşılmışı.. Sürekli ve hemen hiç değişmeyen Türk politika çizgisine yeni bir yön vermek için, İngilizlere ve biraz da Amerikalılara yanaşmak gerekiyordu. Yoksa, Türklerin artık önlemekten umutlarını kestikleri Doğu Avrupa'daki olaylar karşısında, Türkiye tek başına kalabilirdi.  Demek ki, bir politika değişikliği gerekli olmuştu. Üstelik bu dramatik ve görünür bir değişiklik olmalıydı. İnönü bunun üzerine, Dışişleri Bakanından istifa etmesini istedi (36).  Menemencioğlu'nun, Boğazlardan geçen Mihver gemileri konusunda İngilizlerle anlaşmaya yanaşmaktan kaçınması ve isteksiziği, bu değişikliğin simgesi durumunagelmesine yetmişti. Yine de Dışişleri Bakanı'nın bu konudaki isteksizliği, kendisinin aslında Mihver yanlısı olduğu anlamına gelmez. İstifasına kadar dayanan olaylar karşıında beslediği fikirleri, gerek bu konuda, gerekse başka belli başlı bunalımlarda, Menemencioğlu'nun asıl düşüncesinin Sovyetler Birliği olduğunu göstermektedir. İşte yazdıkları: ''Müttefiklerimiz diye kolladığımız devletler, Montreux Anlaşması'nın kendi ulusal politikamızın aracı olmasına göz yumuşumuz karşısında, bir gün aynı şeyi Türkiye'ye karşı kullanabilir.'' Ardından, ''tek bir yanlışımızı kollayan düşmanlarımız''ın, bundan yararlanarak,Türkiye'nin anlaşmayı uygulamayacak, sorumluluk almayacak kadar güçlü olmadığını, öne sürmezler mi?'' diye soruyordu. ''Anlaşmayı bir kere için bile olsa İngilizler adına bozarsak, bir daha Ruslara karşı kendimizi nasıl savunabiliriz? Elbette Ruslar da, politikaları gerektiği zaman, anlaşmanın feda edilmesini isteyebileceklerdir (37). Menemencioğlu'nun Alman gemilerinin Boğazlardan geçmesiyle ilgili anlaşmazlıktaki tutumunun, tek bir ihlal olayında bile bunun Sovyetler Birliği üzerinde uyandıracağı etki korkusundan esinlendiği anlaşılmaktadır. Menemencioğlu, anlaşmanın Türkiyece en küçük bir ihtilalin bile, ilerde Rusların Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesini istemelerine neden olacağı biçiminde bir mantık kuruyordu. Ya da hiç olmazsa Boğazlarda devriye bulundurmayı istemelerinden çekiniyordu. Menemencioğlu, Sovyet tehlikesinden başka hesapları ölçmeye hazırlıklı değildi.  Bunalımın doruğuna erdiği bir sırada, İngiliz Büyükelçisi, Churchill'den İnönü'ye gönderilen kişisel bir çağrı için Menemencioğlu'nu ziyarete geldi. Hugessen, Müttefiklerin davasının asıl ateşli bir öfkeyle savunduğunu hatırlamaktadır. Hugessen, yazara, ''Bir saate yakın, hemen hiç durmadan konuştum'' demiştir. ''Ve en sonunda İnönü başını salladı. Kazandığımı anlamıştım.'' (38)  Gerçekten de Hugessen kazanmıştı. Profesör A. Suat Bilge, ''İnönü, İngilizleriyatıştırmak için Menemencioğlu'nu harcadı'' demektedir (39). Dışişleri Bakanı artık hükûmetin öteki üyelerine açıktan açığa ters düşmüştü. Açıkalın'ın haklı olarak belirttiği gibi, ''Numan, günün siyasal şartlarına ayak uydurmayı becerememişti.'' (40)  Almanya ile İlişkilerin Kesilmesi - Menemencioğlu artık ayrılmış, Türkiye'den Mihver ülkelerine kromik cevheri ihracatı durmuş, Türkiye'nin Mihver ülkelerine ihraç ettiği öbür maddeler, bir yıl öncesine oranla yarı yarıya azalmıştı. 23 Haziran'da Eden, Türkleri Almanya ile ilişkilerini kesmeleri için zorlamak üzereHull'i ortak eyleme geçmeye çağırdı. Hull, Türk hükûmetine yapılacak öneride İngilizleri desteklemeyi kabul etti ve 28 Haziran'da Steinhardt'ı bununla görevlendirdi (41).  Aynı gün Büyükelçi Harriman bu konuda Molotov'un görüşünü öğrenmek için kendisine başvuruyordu. Molotov bir ''yarım tedbir'' olarak gördüğü bu teşebbüs karşısında pek etkilenmedi. Harriman'a şöyle dedi: ''Türkiye'nin savaşa 1943'te katılmasını beklemiş olsaydık, nasıl olsa Türkleri ikna edecek olan askerî başarılarımızdan sonra çabalarımızı azaltmak herhalde mantıklı bir davranış olmazdı'' (42). Rusların karşı duruşlarına rağmen, 13 Haziran'da Müttefiklerin Normandiya'ya çıkmalarından bir hafta sonra, Hugessen, Başbakan ve Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'na, Türkiye'nin Almanya ile diplomatik ilişkileri konusundaki İngiliz isteğini sundu. Saraçoğlu, İngiltere hükûmetinin Türkiye'den''onursuzca'' bir eyleme girişmesini isteğini öne sürerek buna karşı çıktı ve Büyük Millet Meclisi'nin bunu kabul etmeyeceğini söyledi. Hugessen'in, Saraçoğlu'na Türk hükûmetinin ''Londra'da talihsiz bir etki uyandıracak'' tutumunda üstelemeyeceğini umduğu yolla bir karşılık verdiği söylenir (43). Görüşme sırasında Saraçoğlu, İngiliz-Türk ortak kuvvetlerinin Bulgaristan'a

Sayfa 68

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 69: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgirmeleri önerisini öbürlerine tercih ettikleri bir alternatif olarak yeniden ortaya attı. İngiliz Elçisi buna, Müttefiklerin, Balkanlar'ın istilası konusundaki planları üzerine bilgisi olmadığı, olsa bile bunu tartışacak durumdabulunmadığı karşılığını verdi (44).  Bu dönemde İngilizlerin Türkiye'yle olan ilişkilerindeki durumu, Almanya'yla diplomatik ilişkilerin kesilmesinin çok yararlı olacağı, Almanya üzerinde derin psikolojik etkiler yaratacağı ve hemen uygulanabileceği görüşüne dayanıyordu. Siyasal ve iktisadi ilişkilerin kesilmesi isteği ''hiç geciktirilmeden uygulanabilirdi; çünkü ... askerî hiçbir yükümlülüğü gerektirmiyordu ve gerek Almanya, gerekse Balkan ülkeleri üzerinde, bir savaş ilânı kadar moral çöküntü yaratabilirdi.'' (45).  İngilizler, Türklerin ''son olaylar sırasında karanlık ve karışık olan'' politikalarını ''açıklığa'' kavuşturmaları için, bunun bulunmaz bir fırsat olduğunda diretme yolunu seçtiler. İngiltere ayrıca bir Alman saldırısı olursa Türkiye'nin yardımına koşmak için söz de veriyordu (46). İlişkilerin kesilmesinin Türk ekonomisine vereceği zararları karşılamayı da İngiltere vaat ediyordu.  Birleşik Amerika da, İngilizlerin bu tutumunu genellikle destekledi ve Türklere, özellikle Ruslara, diplomatik ilişkilerin kesilmesinin ''etken bir biçimde savaşa katılmaya doğru atılmış ilk adım'' olarak görüldüğünün belirtilmesini istedi (47). Onlar da böyle bir ilk adımın yarar sağlayacağına inanıyorlardı: Alman personelinin ve Mihver ajanlarının Türkiye'den çıkartılması, Türk toprakları üzerinde uçuş hakkı, Türk havaalanlarının kullanılması ihtimali (48). Fakat, General Marshall yeniden Türkiye'ye ve müttefiklerine, Birleşik Amerika'nın, ''Balkanlar'daki bir harekâta askerî, deniz ya da hava desteği yardımında bulunamayacağının hatırlatılmasını'' istedi (49). Marshall bu karşı duruşunu, halen Akdeniz'de sürmekte olan harekâtı aksatmada amacına bağlıyordu.  Sovyet hükûmeti bütün bu manevralar karşısında ilgisiz kalmaktaydı. Tutumları,Türkiye'nin ya savaşa girmesi ya da tek başına bırakılması yönündeydi (50). Churchill, Stalin'i bundan döndürmek için diplomatik ilişkilerin kesilmesi konusunda üçlü bir teşebbüs yapılmasını ileri sürdü. Sovyet önderine, ''Türklerle arasındaki ittifakın Almanya için çok önemli olduğunu'' hatırlattı. Türkiye ile ilişkilerin kesilmesi, ''Almanların ruhunda yas çanlarının çalması''anlamına gelecekti (51). Stalin'in buna karşılığı 15 Temmuz'da Londra'ya ulaştı:  Bildiğiniz gibi Türk hükûmetinin teşebbüsü üzerine kendileriyle geçen mayıs vehaziran aylarında görüşmelerde bulunduk ve üç Müttefik hükûmetin geçen yılın sonunda ileri sürdükleri öneriyi tekrarladık. Bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Şu sırada Türkiye'nin gönülsüzce atacağı bir adımın Müttefiklere ne yarar sağlayacağını anlamıyorum. Türk hükûmetinin Almanya ile olan ilişkilerinde benimsediği kaypak ve kaçamak tutum karşısında en iyisi, Türkiye'yi tek başına bırakmak ve üzerinde daha başka baskılardan kaçınmaktır. Elbette, Almanya ile savaşmaktan kaçınan Türkiye'nin savaş sonrası sorunlarında söz sahibi olması da,bunun içindedir (52).  Büyükelçi Harriman, Sovyetlerin, Türkiye'nin Almanya ile ilişkilerini kesmesinin Sovyetler Birliği'nden imtiyaz koparma amacını gütmesine dikkat ettiklerini bildirdi. 13 Haziranda Harriman, Vişinski ile de görüşüktükten sonra, gönderdiği yeni bir raporunda, Sovyetlerin Türkiye'nin Almanya ile ilişkilerini kesmesine, etken muharipliğe doğru atılmış ilk adım gözüyle bakmadıklarını da duyurdu. Vişinski, Türklerin hareketinin pek önemsiz olduğunu ve çok geç kaldığını ileri sürmüştü. ''İkinci bir adım atmaya aslında zaman yoktu.'' Harriman doğru olarak, Sovyetlerin bu nedenle ''çekingen'' kaldıklarını, Türkiye'ye karşı hiçbir yükümlülük altına girmeden, bir yarar sağlamayı ummadıklarını tahmin etmektedir (53).  Askerleri artık Romanya sınırına gelip dayanmış olan Sovyetler, Türklere bir tercih hakkı tanınmasının kendilerine bir kazanç sağlayamayacağını kavramışlardı. Bu nedenle de Türkler, 2 Ağustos 1944'te Almanya ile siyasal ve iktisadi ilişkilerini kestiklerini açıkladığı zaman, ''Pravda'' gazetesi bunu ''hesaplı bir oportünizm'' diyerek, çok soğuk bir biçimde karşıladı (54). Buna karşılık Birleşik Amerika'dan yeni bir yakınlaşma belirtisi haberi geldi. 4 Ağustosta Ortak Genelkurmay Heyeti, Balkanlarda bir harekâtı geliştirilecek olursa, ''Birleşik Amerika'nın ... yardımcı bir Türk birliğinin hazır edilip edilemeyeceğini bilmek istediğini'' açıkladı (55).  2 Ağustosta Büyük Millet Meclisi'nde bir konuşma yapan Başbakan ve Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Almanya ile diplomatik ilişkilerin kesilmesinin aslında Türk politikasının belirli çizgilerini yansıttığını söyledi (56). Türkiye hiç de tarafsız olmamıştı ve bütün savaş boyunca Büyük Britanya'nın yanında yer almıştı. Şimdi de İngiltere ve Birleşik Amerika hükûmetleri, Türkiye'den böyle bir adım atmasını istedikleri için, kabul etmişlerdi. Saraçoğlu, bunun yalnızca

Sayfa 69

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 70: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbir ''istek'' olduğunu özellikle belirtti ve karşılığında da, diplomatik ilişkilerin kesilmesi yüzünden uğranılacak ekonomik zararların İngiltere'ce karşılanması konusunda anlaşmaya varıldığını ekledi. Başbakan, Türkiye'nin kararından ötürü İngiltere'nin ''çok hoşnut kaldığını da açıkladı. Ayrıca milletvekillerine, ''Bu karar ... bir savaş ilânı değildir'' güvencesini de verdi. Meclis'teki 492 üyeden 411'inin oylarıyla, C.H.P.'nin başlıca üyelerinin verdiği karar örneği kabul edildi (57). Tasarı, C.H.P.'nin Ali Rana Tarhan başkanlığındaki Bağımsız Grubunca da desteklendi ve Tarhan yaptığı konuşmada, grubunun, ''bu davranışın ittifakımızın bir gereği olduğu görüşünü paylaştığını...'' belirtti (58).  Böylece Türkler, dış politikalarını Müttefiklerin istedikleri çizgiye getirmişoluyordu. Şimdi, Müttefiklerin söz verdikleri biçimde davranıp davranmayacaklarını görmek için bekleyeceklerdi. 

 

  XII 

  TÜRKİYE, YENİ ORTAYA ÇIKAN  KUTUPLAR ARASINDA 

  1944 Yılı Yaz ve Sonbahar Aylarındaki Müttefik Zaferleri - Menemencioğlu'nun istifasını izleyen aylarda, savaşın başından beri Mihver denetimi altında bulunan bölgelerin silinip süpürüldüğü görüldü. Manş'ı aşarak gerçekleştirilen İkinci Cephe saldırısından sonra, İngiliz ve Amerikan birlikleri Eeylülde Kuzeybatı Avrupa'ya iyice sokulmuşlardı ve artık durumları güvenlik içinde görünüyordu. 1 Kasımda İngilizler ayrıca Yunanistan'a da yerleşmişti. Tito'nun, Alman birliklerini geri çekilmeye zorlayan partizanlarına yardıma başlamışlardı.Sovyetlerin ilerliyişi de, aynı biçimde göz alıcıydı. Eylül sonunda gerek Finlandiya, gerekse Romanya teslim olmuştu. Ekim başında Sovyet ordusu Macaristan'a saldırmış ve Macar hükûmeti çok gecikmeden barış istemişti. Polonyasavaşı ise daha uzun sürmüştü. Üç ay boyunca, eylül, ekim ve kasımda, Sovyet kuvvetleri Vistül nehri boyunda takılıp kalırken, Polonyalılar Almanlarla kanlı savaşlara girişmişlerdi. Sovyet işgal kuvvetleri aralık ayında Varşova'ya girdiklerinde, Polonya'da aslında pek az bir direniş kalmıştı.  Türkler her zamanki gibi bu gelişmeleri karışık duygularla izliyordu: Mihver işgali altındaki ulusların özgürlüklerine kavuşmalarından ötürü sevinç duyuyor, fakat, bir işgal kuvvetinin almasından korkuyorlardı. İnönü, Türkiye'nin, Müttefiklerin yanında yer almasını sağlamak için giriştiği davranışları arasında, önceden de gördüğümüz gibi, Batı ile özellikle İngilizlerle, iyi ilişkiler kurmayı umut etmiş, Ruslarla da bir modos vivendi'nin (geçici uzlaşma)temellerini atmak istemişti. Dışişleri Bakanı Menemencioğlu'nun Sovyetlerle karşılıklı anlaşmayı gözeten görüşme teşebbüsünün başarısızlığı üzerine, Türklerin İngilizlere ve Amerikalılara yanaşmaları daha da kaçınılmaz olmuştu. İnönü bu konuda gerekli adımları attı. Öte yandan, hem Ruslarla aralarındaki ilişkilerin gerektirdiği sakınganlık nedeniyle, hem de Amerikalıları ve İngilizleri güç duruma düşürmek istemediği için, gelişmeler karşısındaki Türk tepkisini ve Türklerin korkularını belli etmemeyi uygun buldu (1).  Gerçekten de bir süre, umutlanmak için ortaya epeyce neden çıktı. Sovyetler Birliği ılımlı bir politika izleyeceklerini gösteren çeşitli davranışlara girişmişti. Sözgelişi, 1943 yılı aralık ayı ortasında imzalanan İran'la ilgili Üçlü Müttefik Deklarasyonu, savaştan sonra İran'ın bağımsızlığını garanti altınaalıyor ve Rusların bu ülkede savaştan sonra da kalabileceklerini düşünerek Türklerin duyduğu endişeyi ortadan bütünüyle kaldırıyordu.  12 Aralık 1943'te imzalanan Çekoslovakya-Sovyet Rusya anlaşması da, aynı biçimde güven vericiydi. Anlaşma konusunda görüşmek için Moskova'ya giden EduardBenes, Stalin ve Molotov'u sözden anlar kişiler olarak görmüştü: Rus işgal kuvvetleri Çekoslovakya'nın iç sorunlarına karışmayacak ve mümkün olduğu kadar çabuk sivil yönetimi Çek yetkililerine teslim edecekti. Türk basını bu belirtileri yürekten alkışladı ve Moskova'nın iyi niyetini gösterdiğini, Sovyetlerin İngiliz ve Amerikalılarla sıkı bir işbirliği içinde çalıştıklarını ispatladığını ileri sürdü (2).  Bu görüş, Sovyetlerin Romanya'ya karşı davranışları konusunda doğruydu. Rus orduları 2 Nisanda Prut nehrini aşarken, Molotov uzlaştırıcı bir demeç vererek Sovyetler Birliği'nin Romanya'nın sosyal yapısını ve toprak bütünlüğünü korumak için söz verdiğini bildirdi. Rus orduları en sonunda Romanya'daki Antonescu

Sayfa 70

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 71: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıhükûmetini devirdiklerinde, Sovyetler Molotov'un demecine uygun hareket edeceklermiş gibi göründüler 23 Ağustosta Kral Mişel, Sovyetlerin barış şartlarına boyun eğdi: 25 Ağustosta da Mihver'e savaş açtı. Ayrıca General Constantin Sanatescu'yu, ılımlı unsurlardan oluşan bir koalisyon hükûmetinin başkanlığına atadı. Aynı gün Molotov, nisanda açıkladığı cömert şartları onaylayan bir demeçle, gelişmelere rıza gösterdiğini resmen belli etti. Sovyetlerin yumuşak davranışları ve tutumları, Türk basınında Moskova'nın siyasetinde umut verici bir değişiklik olarak yorumlandı (3).  Türkler bir yandan Rusları kızdırmamak için ellerinden geleni yapıyor ve Ruslara alkış tutuyordu ama, bir gözlemcinin ifade ettiği gibi, hâlâ, ''Almanya'dan korkmadıkarı kadar Ruslardan korkmaktaydılar.'' (4).  1944 yılı eylül ayında Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin amaçları ile ilgili endişlerini artıran olay, onların İran, Çekoslovakya, Finlandiya ve Romanya'ya karşı ılımlı tutumu ile hiç bağdaşmayan Bulgaristan'ın işgali oldu.  Sovyetlerin Bulgaristan'ı İşgali ve Türk Tepkisi - Türkler, Rusların Romanya'daki ilerleyişlerini izlerken, ardından Bulgaristan'ın da düşmesinden korkuyorlardı. Dolayısıyla, bir Sovyet istilâsını önlemeleri için Bulgarları harekete geçmeye çağırdılar. Temmuz ve ağustos aylarında, sözgelişi, Hüseyin Cahit Yalçın, Asım Us ve Ahmet Emin Yalman gibi Türk yazarları, Bulgarlara politiklarını acele değiştirmelerini, Mihver yanlısı rejimi devirerek Almanya'yasavaş amaçlarını salık verdiler (5). Bulgaristan'a, Sovyetler Birliği'yle savaşmamış olmasından yararlanılabileceğini hatırlattı.  Bulgarlar 29 Ağustosta Rusların savaş açmalarına kadar bekledikleri halde, biraralık Türklerin söylediğini yerine getirmeyi planlar gibi oldular. Eylül ayı başlarında Mihver yanlısı hükûmet düşürüldü, sağcı Ziraatçiler Partisi üyesi Konstantin Muraviev başkanlığında yeni bir hükûmet kuruldu. O da Müttefiklerle, özellikle Ruslarla ilişkilerini düzeltmek üzere çaba göstermeye başladı. 4 ve 5 Eylül akşamları Muraviev, yayınladığı bir bildiriyle, Nazilerle her türlü işbirliğine son vereceğini, barış şartları için İngiliz ve Amerikalılarla görüşmeye hazır olduğunu açıkladı; hükûmetinin Rusya ile de dostça ilişkiler kuracağını belirtti. Ancak, Tass Ajansı hemen buna karşı çıkıp, teşebbüsü yetersiz ve hileli bir davranış olarak niteledi. 8 Eylülde Muraviev hükûmeti Rusları yatıştırma telâşı içinde, Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti ve Sovyetler Birliği'ne barış çağrısında bulundu. Ancak, Sovyet birlikleri Mareşal Tolburkin'in komutası altında Bulgaristan'ı çoktan istilâya başlamıştı. 9 Eylülde Sovyet yanlısı ve Anavatan Cephesi önderi Georgiev, Kral II. Simon'u yeni bir rejimi kabule zorlayan hükûmetin başı olarak ortaya çıktı. Böylece Türkler, bir anda kendilerini, uzun süre Trakya ve Makedonya'ya yayılma emeli beslemiş, Ege'de bir limana sahip olma peşinde koşmuş, yalnız Bulgar milliyetçiliğinin değil, Sovyet yayılma siyasetinin de aracısı durumuna gelen bir komşuyla yan yana buluvermişti.  Türkleri özellikle tedirgin eden şey, Bulgar yayılma siyaseti ile, Sovyetlerindestekleyeceği bir Komünist saldısı arasında kurulacak uyum ihtimaliydi. Bulgaristan'da çok eskiden beri Ruslara bir yakınlık duyulmaktaydı; Bulgarlar, Sovyetler Birliği'ne savaş bile açmamıştı. Almanlar da, bozguna yol açacakları korkusuyla, Bulgar birliklerini Ruslara karşı sürmekten çekinmişti (6). Şimdi ise Sofya'da Sovyet yanlısı bir hükûmet kurulmuş, Rusların bütün Balkanları istilâya hazırlandıkları bir sırada iktidara geçmişti. Türkler, Rusların Selânik'i ele geçirmeleri için Bulgarlara yardım edip etmeyeceklerini de merak etmekteydi.  Bulgaristan'daki olaylar karşısında halkın tepkisi hemen görüldü: Karartma tedbirleri, altına saldırı, geniş çapta bir göç hareketi (7). Türkiye'nin de Sovyetler Birliği'nce istilâ edileceği haberleri hızla yayılıyordu (8). Her şeyerağmen Ankara, soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Türk basınının hükûmete yakın bazı organları, Rusların Bulgaristan'ı istilâsına iyimser bir anlam vermeyi denediler. Sözgelişi, Necmettin Sadak, Sovyetler Birliği'nin, İngiliz ve Amerikalılarla anlaşarak hareket ettiğini, istilâ hareketinin yalnızca Rusya'nınyenik Mihver ülkelerine karşı aynı davranışlarda bulunma kaygısından doğduğunu ileri sürdü (9). Daha sonra, Bulgarların birçok yanlış yaptığını ve ''büyük ağabey'' Sovyetler Birliği'nce köteklenmeyi hak ettiğini yazdı (10). Bulgaristandünyayı aldatmak istemiş, fakat, Sovyetler dünyanın bunu yutmadığını göstermişti.  Sadak böylece, Sovyetlerin Bulgaristan'ı istilâsına iyimser bir açıdan bakmış oluyordu.  Ancak Türkiye'den yükselen her ses, Rusları yatıştırma amacını gütmekten uzaktı. Hüseyin Cahit Yalçın, Sovyetlerin Bulgaristan'a savaş açmalarını anlamanın çok güç olduğu ileri sürülen nedenlerin ''inandırıcı ve yatıştırıcı'' sayılmayacağı görüşündeydi (11). Bulgar hükûmetinin ve politikasının dostu olmadığını kabul eden Yalçın, yine de Bulgarları, Sovyetlerin savaş açmasını

Sayfa 71

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 72: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgerektirecek kadar büyük bir suç işlemedikleri kanısındaydı. Yalçın, SovyetlerinBulgaristan'a savaş açmakla, İngiliz ve Amerikalılar gibi davrandıklarını da kabul etmiyordu. Tersine, bu savaşın açılması, Rusların, İngilizlere ve Amerikalılara ''Balkanlar'da birtek etki olacaktır, o da Rus etkisidir'' kavramını göstermek olduğunu belirtiyordu. Yalçın, ayrıca şunu ekliyordu: ''Sovyetlerin, Anglo-Saksonlara anlatmak istediği şudur: Balkanlar, yalnız Sovyetler Birliği'nin at oynatabileceği bir alandır.'' (12). Yalçın bu fırsattanyararlanarak, Rusların Boğazların denetimini ele geçirmek, Ege'ye inmek, mümkün olursa Yunanistan'a sıçramak isteyeceklerini belirtip, tehlikenin önemini İngilizlere anlatmayı denedi. Sovyetler Boğazlara doğru sarkacak olurlarsa, savaşın getirdiği yeni stratejik imkânlar gereğince çevrede sağlam bir dayanak aramalarının şart olduğunu öne sürüyordu. En sonunda da, ''Churchill bunu kolay kolay yutmayacaktır ama, ağzını da açamayacaktır,'' sonucuna varıyordu. Böylece,Yalçın, 1943 yılı ortalarında Türkiye'nin Balkanları ya da başka bir yeri işgalegörevlendirilmesine aldırmadan, İngilizlerin yanı sıra savaşa girmelerini savunan ilk Türk yazarıdır. Bu kez de Boğazlarda ve Ege'de denetimi ele almadan önce durdurulmaları gerektiğini Churchill'e ilk hatırlatan yazar oluyordu.  Yalçın, Rusların kışkırtmamak gerektiğini de anlamıyor değildi. 15 Eylülde, Rusların, Bulgaristan'ın istilâsını tamamlamalarından sonra, Yalçın, Rus gazetelerinin ve radyolarının Türklere karşı yayın yapmalarına rağmen, Türk ve Sovyet hükûmetleri arasındaki ilişkilerin ''son derece normal, hatta dostça olduğunu'' belirtti (13). Yalçın, iki ülke arasındaki resmi ilişkiler iyi kaldığı sürece bu yayınların anlamını umursamıyordu. Yalçın, Bulgar temsilcileriKahire'de Müttefiklerin isteklerini yerine getirmek için bulunurken Sovyetler İngiltere ile Amerika'yı dirsekleyip geçtikten sonra Balkanları ve Bulgaristan'ıistilâya kalkışmamış olsalardı, bu hareketin hiç bir zaman endişe uyandırmayacağını öne sürüyordu. Böylece Sovyet emelleri üzerine durmadan endişeler besleyen Yalçın bile, Bulgaristan'ın işgaline mutlu bir olay gözüyle bakmasa da, yine de hafifletici bir kulp takmış oluyordu. Bulgar hükûmetinin kuvvetlerini Yunan ve Yugoslav topraklarından çekmeyi reddetmiş olması ise, bu çabanın şükranla karşılanmadığını göstermektedir.  Artık Sovyetler Birliği'nin Bulgar sorunlarına egemen olacağı anlaşılmıştı. İngiltere'den gelen raporlar ayrıca, gerek Churchill, gerekse Eden'in demeçleri,Batılı Müttefiklerin de Bulgar tümenlerinin işgal ettikleri yabancı topraklardanhamen çekilmeleri konusunda aynı görüşte olduklarını göstermekteydi. Bun rağmen Bulgar birlikleri eylül ve ekim aylarında da, bulundukları yerlerde kaldılar. Türkler, Bulgarlarla imzalanacak mütarekenin şartları konusunda İngilizlerle Ruslar arasında anlaşmazlık çıktığını tahmin ettikleri zaman yanılmamışlardı (14). Bu nedenle de Bulgar kuvvetlerinin geri çekilmeleri için gereken emir verilemiyordu (15). Asım Us, bir makalesinde açıkça, Bulgaristan, İngiltere ve Amerika arasında mütareke imzalanamamasının nedenini, İngilizlerin, Bulgar kuvvetlerinin Trakya ve Makedonya'dan hemen çekilmelerini isterken, ''Bulgarların, Rus ordularının Bulgaristan'da bulunmasından yararlanarak birtakım karışık komplolara girişmelerine'' bağlıyordu (16). Gerçekten de bu sorunu ilerde ancak Cuhurchill'le Stalin arasında varılacak özel bir anlaşma ileçözümlemek mümkün olabilecekti.  Ekim ayı sonunda Bulgar kuvvetleri en sonunda işgalleri altında bulundurdukları Selânik ve Doğu Yugoslavya'dan çekildi. Çekilme emri, 9 Ekim - 18 Ekim tarihleri arasında, Churchill'in Moskova'ya ziyaretinden sonra, Sovyetlerle vardığı anlaşma uyarınca, Sovyetlerce verildi. Churchill ve Stalin, Bulgar hükûmetinin askerlerini geri çekmesi ve Rusların Bulgar sorunlarında tek söz sahibi olmaları konusunda anlaşmaya varmışlardı. Anlaşmanın bu ikinci bölümükamuoyuna açıklanmamıştı ve bu nedenle de Türkler, Bulgarların artık ''Büyük Bulgaristan'' hayallerinden vazgeçeceklerini umarak, mütareke şartlarından ötürüçok hoşnut olmuşlardı. Yalçın, Bulgaristan'a koşulan şartların çok ''yumuşak'' olduğunu belirterek, ''kendisini talihli sayması gerektiğini'' yazmıştı (17). Yalçın, Bulgarların anlaşmayı imzalamakla, Ege denizine çıkmak ya da Makedonya'ya yerleşmek gibi hayellerin saçmalığını değerlendireceklerini umut ediyordu. Sadak, Sofya'daki Sovyet yanlısı gösterileri yorumlarken, Bulgaristan'daki devrimin Balkanlar'da ''genişleme ve emperyalist fırsatçılık zihniyeti''ne karşı bir ''büyük kazanç'' olacağını umuyordu (18). Ne var ki, bu konudaki Türk umutları pek kısa bir süre sonra Georgiev'in ve onun Dışişleri Bakanı Stainov'un genişleme siyasetinden yana demeçleri, Tito'nun Pan-Slav sorunu üzerine konuşmalarıyla dağılıp gitti.  Georgiev'in iktidara gelişinden sonra Türkiye'de beliren endişe, Bulgarların uzlaşmaz tutumunun, Rusların Slav devletleri arasında bir fedarasyon kurma planlarından doğduğu şüphesi çevresinde toplanmaktaydı. Bu plan gereğince, Karadeniz'den Adriyatik'e kadar, Selânik'i de içine alan ve Sovyet işgali altında bulunan topraklar, federasyona katılabilirdi (19). Mütarekenin

Sayfa 72

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 73: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıimzalanması ve Bulgarların Selânik'le Yugoslavya'dan çekilmeleri, bu kötü tahminlerin bir bölümünü ortadan kaldırmıştı. Ama, 1945 yılı Ocak ayında muzaffer Tito, Georgiev'le birlikte Pan-Slavizm sorununu bir kere daha ortaya attı. Bunun, Türkiye'deki tepkisi birdenbire ve sert oldu. Sözgelişi, Yalçın, Tito'yu Slav uluslarının kardeşliğinden söz ettiği için ''ahmaklık'' yapmakla suçladı (20). Yugoslav önderine, ülkesinin Almanlardan olduğu kadar, Bulgar işgalinden de kurtarıldığını hatırlattı. Yalçın, Tito'nun, Yugoslavya'nın Bulgaristan'la yalnız coğrafi komşu olma yönünden değil, ikisinin de Slav uluslarından olmaları bakımından sayılacaklarını söylediğini yazdı. ''Bundan güdülen amaç açıktır: Balkanlar'da Bulgaristan'ın da üyesi olacağı bir Slav bloku oluşturmak.'' Yalçın, Yugoslavya ve Bulgaristan'daki Pan-Slav fikirler esmesini, oportünist bir görüşe bağlayarak yorumluyordu. ''Kendilerini cezadan kurtarmak ve savaştan kazançlı çıkabilmek için Bulgarlar, Slav kardeşliği kavramına yatırım yapmaktadır...'' (21). Yalçın daha da ilerde, Bulgarlarla Yugoslavların neyin peşinde koştuklarını belirli bir biçimde ortaya koydu:  Tito'nun Yugoslavya'sında en önde gelen akımın genel bir Slav duygusu olduğu artık inkâr edilemez. Bu konuda atılacak ilk adım, Bulgar-Yugoslav kardeşliğidir. Bağımsız Makedonya sorunu, Slav unsurlarca bir blok halinde Ege denizine inmek, Türk-Yunan birliğini parçalamak ve Balkanlar'da egemenliği sağlamak için kullanılacaktır (22).  Türkler 1945 yılı ocak ayında, hâlâ birtakım umutlar beslemekle birlikte, Sovyet emperyalist emelleri ile Bulgar ve Yugoslavların Pan-Slav akımlarınca kuşatılmış olduklarını hissettiler. Böylece, İngilizlerin Yunanistan'ı kurtarıp ülkede dengeli bir hükûmet kurma çabaları, gözlerinde daha da büyük bir önem kazandı.  İngilizlerin Yunanistan'ı İşgali: Bunalım Dönemi - Sovyetlerin Avrupa'daki hızlı ilerlemesi karşısında İngilizler, Balkanlar'da bir köşe tutmayı denediler ama, Arnavutluk'u ele geçirme istekleri hiç olmazsa biraz Kim Philby'nin çabaları yüzünden boşa çıktı. Fakat, İngilizler 15 Eylülde Yunanistan'ı kurtarmak için, uzun bir süreden beri kurdukları hayali gerçekleştirmek üzere ilk adımı attı. İngiliz çıkarma kuvvetleri Peloponez yarımadası karşısındaki Kitera adasını işgal etti. 5 Ekimde, Tito ile varılan anlaşma uyarınca Kızılordu'nun Yugoslavya'ya girmeye başladığı gün, İngilizler de Patras'a girdiler. 14 Ekimde Atina ve Pire kurtarıldı. Türkler, İngilizlerin Yunanistan'ıişgalden kurtardıkları haberlerini büyük bir ferahlıkla karşılıyordu. Atay, İngiliz çıkarma hareketinin Balkanlarda bir ikinci cephe açılmasına doğru başlangıç sayılacağını ileri sürdü. Yalçın da, Balkan ve Akdeniz ülkelerinin özgürlük ve bağımsızlıklarını korumanın, İngiltere'nin temel çıkarlarından olduğunu anladığını öne sürdü (23). Bulgar - Yugoslav mihverine karşılık, Türk basını da o günlerde Yunan-Türk çıkarlarının aynı olduğundan söz etmeye başladı.Fakat, Kasım 1944'te Atina'da Komünist gösterilerin başlamasıyle birlikte, ufuklar birden kararı verdi.  Savaş boyunca Yunan direniş hareketi, birbirleriyle yarışan gruplara bölünmüş,bunlar arasında özellikle Albay Napoleon Zervas'ın yönettiği EDES adlı örgütle, Komünist eğilimli ELAM-ELAS örgütü, başı çekmişlerdi. İngilizler, Almanların yenilmesini çabuklaştırmak için bütün Yunan direniş örgütlerine yardım etmekten çekinmemiş, fakat, bu örgütlerin aldıkları silâhları düşmana karşı olduğu kadar,birbirlerini kırmak için de kullandıklarını üzüntüyle görmüşlerdi. Churchill, Atina'nın kurtarılmasından aylarca önce, Yunanistan'da bir iç savaşın patlak vermesinden korkmuştu. Bunun sonucu olarak da General Scobie'nin komutası altındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri, son derece güçlü silâhlarla İngilizlerin kendi donattığı Komünist çetelere karşı geniş çapta bir askerî harekâta girişmekzorunda kalmıştı. Churchill, Komünistlerin yeraltı etkinliklerini küçümsediğini üzülerek kabul etmiştir. ''Bunların Almanlara karşı savaşmak üzere kurulduklarını sandığımı kabul etmeliyim,'' demiştir. ''Oysa, silâhları alıyor, sonra yan gelip yatıyor ve iktidarı ele geçirmek üzere uygun zamanı bekliyorlardı.'' (24).  Türk basını, Komünist asilere karşı güçlü İngiliz harekâtını hoşnutlukla karşılamıştı. Özellikle Yalçın, İngilizlerin faşistlikle nitelendirilmekten çekinmeden harekete geçmelerine pek sevinmişti. ''Faşist sözcüğü özellikle komünistler için bir lânetleme durumuna geldi. Kendilerinden olmayan herkes, onlarca faşisttir.'' (25). Yalçın, bu fırsattan yararlanıp komünistlerin ''demokrasilere karşı kurdukları bir tuzak'' olarak nitelendirdiği ''müdahale etmeme'' ilkesine de karşı çıkmıştır (26). Falih Rıfkı Atay da kendi yönünden Türkiye'nin tarafsız kalmak istemesine rağmen, Türkiye'nin ve Balkanların Yunanistan'daki savaş konusunda çıkarları bir olduğundan, duruma ilgisiz kalamayacağını belirtmiştir (27).  Türkler, Yunanistan'daki olaylardan dolayı tedirgin oldukları halde, komünistlerin asilerin, Stalin'den bağımsız olarak davrandığı belirtileri

Sayfa 73

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 74: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıkarşısında biraz olsun rahatlamışlardı. Türk gözlemcileri, Sovyetlerin, İngilizlerin durumunu bütün bütüne güçleştirmemek için açıkça yan tutmaktan ya da asilere silâh yardımında bulunmaktan kaçındıklarını haklı olarak sürmüşlerdir. Yalçın, Sovyetler Birliği'nin Komintern'i (*) kaldırmasından ötürüduyduğu sevinci dile getiriyor ve bunu dünyanın hiçbir köşesinde kışkırtmalara girmeyeceği biçiminde verilmiş bir söz olarak kabul ediyordu. Yalçın, ''Demek kiMoskova'nın dışardaki komünist ayaklanmalarını desteklediği konusunda kaygılanmaya yer yok,'' diye yazıyordu. ''Moskova, kendisini Troçkizm'den Komünist rejimi Sovyetler Birliği sınırları içinde güçlendirme yolunu seçmiş ve yabancı ülkelere zorla kabul ettirmekten caymıştır,'' diye de ekliyordu (28).  Yıl sonuna doğru Yunanistan'daki durum düzelmeye yüz tutmuştu. Churchill ve Eden, ELAM-ELAS önderleriyle 25 Aralıkta yüz yüze geldi ve 14 Ocakta bu örgütlerle İngilizlerin desteklediği naip Piskopos Damaskinos arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. Öte yandan Türk hükûmeti de On İki Adalar üzerinde hiçbir isteği olmadığını kamuoyuna açıklayarak, anlaşmanın yapılmasında küçük, fakat önemli bir rol oynamış oldu. Yalçın'ın bu dönemdeki tutumunu anlamak için,aslında daha ileriye bakmak gerekir. Yalçın, Stalin'in Yunan iç savaşında etkin bir rol oynamakta kararsız kalmasından umutlanmıştı. Yalçın daha da önce, Sovyetler'in istilâ edecekleri ülkelere komünist ideolojisini zorla kabul ettirmeyeceklerinden söz etmişti. Sözgelişi, 6 Ekimde şöyle yazıyordu:  ''...Sovyetler Birliği'nde Stalin dönemini, komünizmin dünyada bir proletorya diktatörlüğü kurma hedefinden sapıp sosyalizmin kurulmasını Rus sınırları içindekuvvetlendirme hedefine döndüğü çağ diye düşünmek gerekir.'' (29).  Yalçın bu yorumu, Molotov'un, Sovyetlerin istilâ edecekleri ülkelerin sosyal kurumlarına dokunmayacakları garantisi üzerine yapmıştır.  ''Bu garantiden anlaşılıyor ki, Sovyet orduları birçok ülkeye bir Komünist ordusu olarak girmeyeceklerdir,'' diye yazıyordu Yalçın. Ardından da, bunun besledikleri endişelerden ancak bir bölümünü ortadan kaldırmaya yeteceğini ekliyordu.  Fakat, 1944 yılı sonunda Yalçın, artık soyut vaatlerini kabul edilmemesini öneriyordu. Bu Sovyet ordularının Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini, buralarda komünist rejimi kabul ettirmek için istilâ ettiklerini ileri sürme anlamına gelmiyordu daha, Sovyet ordularının, Rus emperyalizminin aracı olmamaları da aynı derecede önemliydi.  ...Bu istilâ hareketlerinin bir de yarını olduğunu unutamayız. Moskov radyosunun öteki uluslara komünizmin zorla kabul ettirilmeyeceği üzerine verdiğiaçık garantiler, sorunun bu noktasına hiç değinmemektedir. Oysa bu, özellikle Orta Doğu'daki halkların (Türkiye) zihinlerini kurcalayan bir noktadır. Her ne kadar bir kere daha Sovyet programının öteki ülkelerin bağımsızlığını tanıdığınıöğreniyorsak da, bu ilkelerin 'gerçekçi' bir politika alanında uyguladıklarını da görüyor ve biliyoruz (30).  Bir ülkenin bağımsızlığını tanımanın, büyük bir ulusun ondan büyük bir bölümü koparıp almaya kalkışmasına engel olmadığı da açıktır, diye ekliyordu Yalçın. Sovyetlere gelince, ''Onlar da stratejik sınırlar ileri sürerek çıkagelmişler vesağ elleriyle geri çevirdiklerini, sol elleriyle almaya kalkışmışlardır.'' Yalçın bunları yazarken, zihninde özellikle bir korku yatıyordu: Avrupa'nın birtakım etki alanlarıyla bölünmesi. Sovyet orduları Doğu Avrupa'yı Müttefiklerin Nazi Almanyası'na karşı verdikleri savaş adına istilâ edeceklerdi.İngilizler de bunu onaylayabilirlerdi. Stalin'in amacının sosyalizmi bir tek ülkede güçlendirme yönünde olduğu ileri sürülerek belki avunulabilirdi ama, komünizmin bütün bir bölgeye, özellikle Türkiye'yi kuşatan bir bölgeye zorla kabul ettirilmesi korkusu zihinlerden çıkartılıp atılamazdı. Bu, gerek kendisinin, gerekse başka gözlemcilerin, Churchill'e Stalin arasındaki Moskova görüşmesinin Türkiye'deki kavramına bir renk getiriyor ve Türklerin, Stalin'in Yunanistan'daki komünist unsurlara yardım etmeyi reddedişini nasıl çözümlediklerini gösteriyordu. İngilizlerle Ruslar arasındaki bir anlaşma vardı ve taraflar, bölgeleri aralarında paylaşmış, Rusların Doğu'da, İngilizlerin de Batı'da egemen olmaları konusunda görüş birliğine varmışlardı.  1944 Yılı Ekiminde Churchill - Stalin Görüşmesi ve Etki Alanları Kurulması Kararı - Yunanistan, Doğu Avrupa ve Balkanlar arasında sıkışıp kalan Türkler, olayları, daha çok birtakım gelişmelerin Üç Büyüklerin siyasal niyetleri bakımından ne ifade ettiği açısından yargılıyordu. Önceden de gördüğümüz gibi, İngiltere ile Rusya'nın Avrupa'yı etki alanlarına bölmek üzere anlaştıkları korkusu, Müttefiklerin Alman ordularını yenilgiye uğratmaya başladıkları ilk günlerden beri Türkiye'ye egemen olmuştu. 1944 yılı sonbahar ve kış aylarında bukorku daha da belirginleşti. Rusların doğuda, İngilizlerin de batıda asıl ağırlıklarını koydukları, gittikçe daha belirli bir biçimde görülmeye başlamıştı. Bunun böyle olması için coğrafi ve tarihsel nedenler vardı, ama daha1944 yılı başlarında Stalin'in, Romanya, Doğu Yugoslavya ve Bulgaristan da

Sayfa 74

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 75: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıiçinde, Ruslara Balkanlar'da üstünlük tanıyan, Avrupa'nın etki alanlarına bölünmesiyle ilgili İngiliz önerisini kabul ettiği üzerine söylentiler, Türkiye'de endişe yaratmaya başlamıştı. Anne O'Hare Mc Cormick'in 4 Mart 1944'tebildirdiği gibi, ''İster mantıklı olarak, ister mantıksızca olsun, Türkler Rusya'dan korkuyor. Çünkü ... Rusya ile komşu durumundalar ve Moskova'nın sınırları boyundaki ulusları, çevresinde bir 'güvenlik çemberi' yaratmak için yörüngesine katmak istemesinden çekiniyorlar. Bu nedenle de hep diken üstünde duruyorlar'' (31). Türkler, dünyanın çeşitli etki alanlarına bölünmesinin küçük ulusların bağımsızlığını tehlikeye düşüreceğinden korkuyorlardı. Ayrıca, Türkiye'nin böyle uluslararası bir sistemde nereye düşeceğinden de emin değillerdi. İngilizlerin, Rus peyki olmalarını önlemek için çaba göstereceklerine güvenemiyorlardı. Güçlü bir Sovyetler Birliği karşısında tek başlarına kalmaktan çekinmekteydiler. Üstelik, 1944 yılı sonunda Pan-Slav akımı da kendileri için iyice sinirlendirici olmaya başlamıştı (32). Bütün bu korkular, Türklerin İngiliz politikasına hiç güvenmemelerine rağmen, Türk yetkililerinin neden İngiltere'nin hoşuna gitmeye çabaladıklarını ve niçin Sovyet emellerini tartışmaktan çekindiklerini açıklamaya yardımcı olmaktadır.  Rusların ve İngilizlerin Avrupa'yı birtakım etki alanlarına böldükleri inancını, Birleşik Amerika maslahatgüzarı Lincoln MacVeagh Kahire'de sürgündeki Yunan ve Yugoslav hükûmetlerine duyurmuştu. 19 Haziran 1944'te MacVeagh, ''The New York Times'' gazetesinin muhabiri C.L. Sulzberg'e bir haber sızdırarak, ''Balkan yarımadasında 'teşebbüs' alanlarının kabataslak sınırlarını belirten bir anlaşmanın ilk adımlarının İngiliz ve Sovyet hükûmetlerince atıldığını...'' duyurmuştu (33). MacVeagh'in raporunda, Yunanistan'ın İngiliz koruyuculuğu altına verileceği, Romanya'nın ise Sovyetler Birliği'ne emanet edileceği ileri sürülüyordu. Sulzberger, MacVeagh'in ''Londra ve Moskova arasındaki bu özel pazarlığa çok kızdığı'' için haberi kendisine sızdırdığnı ve ''Bütün dünyanın gerçeği öğrenmesini istediğini'' öne sürmektedir (34). Cevat Açıkalın, Türk hükûmetinin de bu tür haberleri aldığını, İnönü'nün bunların doğruluğundan kuşkulandığını belirtmektedir (35). Gerçekten de haberler doğruydu. Daha 1944 yılı mayıs ayında Churchill, Üç Büyüklerin birtakım ''sorumluluk'' alanları tespit etmeleri gereğini Roosevelt ve Stalin'e açmıştı.  Churchill bunu geçici bir program olarak sunmuştu. Müttefik orduları çeşitli cephelerde ilerliyordu ve hemen yönetime değin bazı tedbirlerin alınması gerekiyordu. Churchill, Başkan'a, ''Elbette Balkanları da etki alanları içine katmak istemiyoruz; bu çözüm yolunu kabul etmekle, sistemin yalnız savaş şartları içinde uygulanacağını açıkça belirtmiş oluyoruz...'' demişti (36).  Roosevelt ve özellikle Hull, Churchill'in planından çok kuşkulanmıştı. Başkan,İngiliz ve Sovyet hükûmetlerine, Birleşik Amerika'nın ''alanlar'' anlaşmasını yalnız üç aylık bir deneme dönemi için kabul ettiğini bildirdi (37).  Churchill, anlaşmayı cebine indirdikten sonra, Stalin'i görmeye gitti. Churchill'le Stalin arasındaki Moskova görüşmesi, Churchill'in kaleminden ölümsüzleştirilmiştir:  İş için zaman uygundu; bunun üzerine, ''Balkanlar'daki sorunlarımızı çözelim''dedim. ''Sizin ordularınız Bulgaristan ve Romanya'da. Bizim de bu ülkelerde çıkarlarımız, misyonlarımız ve ajanlarımız var. Küçük yollara sapıp, yan önerlerle işi uzatmayalım. Yalnız Britanya ile Rusya söz konusu olduğuna göre siz Romanya'da yüzde doksan, biz de Yunanistan'da yüzde doksan oranında kuvvet bulundursak, Yugoslavya içinde yüzde elli-yüzde elli desek, ne düşünürsünüz acaba?'' Bu sözlerim kendisine çevrilirken, ben de bir kâğıt parçasına şunları yazdım: 

  Romanya  Rusya: %90  Öbürleri : %10  Yunanistan  Büyük Britanya: %90  (ABD'nin onayı ile)  Rusya: %10  Yugoslavya: %50-%50  Macaristan: %50-%50  Bulgaristan  Rusya: %75  Öbürleri: %25 

  Kâğıdı Stalin'e doğru sürdüm. O da bu sırada sözlerimin çevirisini dinlemişti.Çok kısa bir bekleme oldu. Sonra mavi kalemini alıp kâğıdın üzerine büyükçe bir

Sayfa 75

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 76: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıişaret çiziştirdi ve kâğıdı bize geri gönderdi. Her şey, oturmak için geçecek kadar kısa bir süre içinde olup bitmişti.  Elbette, görüşümüzü uzun uzun ve kuşkuyla hazırlamıştı ve hemen savaş dönemi anlaşmalarının pazarlığını yapıyorduk. Her iki yan da daha büyük sorunları savaşkazandıktan sonraki toplantıda, bir barış masası başında görüşmeyi umuyordu.  Bundan sonra uzun süren bir sessizlik oldu. Kalemle işaretlenen kâğıt masanın orta yerinde duruyordu. Ardından ben, ''Bu anlaşmalarla milyonlarca insanın kaderini çizmiş oluyoruz; bu, biraz onlarla alay etmek olmaz mı acaba? İsterseniz atıp yakalım kâğıdı'' dedim. ''Hayır, saklayın'' dedi Stalin (38).  Churchill'le Stalin arasında varılan anlaşma, Macaristan ve Yugoslavya'yı İngiliz ve Amerikan denetimine açık bırakıyordu. Bulgaristan, Romanya, Macaristan vb. ülkelerde bulunan işgal kuvvetlerinin yönetimi Birleşik Amerika, Britanya ve Rusya'nın katılacağı üçlü bir Müttefik Denetleme Komisyonu'nun eli altında olacaktı. Her şeye rağmen bu anlaşma, savaştan sonra dünyanın birbirleriyle anlaşmazlık halinde bloklara bölünmesine doğru atılan ilk adım olmuştur. Moskova'da Stalin, Churchill'e, Montreux Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesini istediğini de söylemişti. Churchill bu öneriyi genellikle olumlu karşılamış, ayrıntıların gelecek ilk Üç Büyükler toplantısında ele alınmasını önermişti.  Churchill'le Stalin arasında yapılan görüşmede varılan anlaşma, elbette açıklanmadı; ama Türkler, bu görüşmenin Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki olaylarla ilgili olduğunu sezerek, karışık duygular içinde tepki gösterdi. Necmettin Sadak, Sovyetler Birliği'ni ''dürüst politikası'' için övme yolunu seçti (39); Asım Us, İngiltere'yle Rusya'nın birlikte ve dost bir hava içinde çalıştıklarını, ikisinin de Türk tarafsızlığından hoşnut olduklarını öne sürdü (40).  ''Ulus'' ise, yayınladığı bir yazı dizisiyle, Türkiye'nin durumunu daha kesinlikle tanımlamış oldu: Küçük uluslar, Üç Büyüklerin kaderlerine hükmetmelerine imkân hazırlayacak olan etki alanları sisteminden asla hoşnut olmayacaklardı (41). Küçük devletler kendilerini yabancı müdahalelerden ya da büyük devletlerin egemenliğinden korumayı garanti altına alacak uluslararası birsistemin yerleşmesinde diretiyordu. ''Ulus''un tanınmış siyasal yorumcusu BurhanBelge, ''Aylık Siyahi İlimler Mecmuası''nda yazdığı makalede, ''Üç Büyükler dünyanın siyasal ve idari otoritesi olmak durumunu birlikte ve muzafferane bir biçimde yüklenmektedirler...'' diye ekliyordu (42). Belge, büyük devletlerin bu yükümlülüğü çeşitli alanlardaki uyrukluk iddialarına karşı belirecek ''muhalefeti ortadan kaldrıma'' da kullanmalarından korkuyordu. Yalnız Almanya ve Japonya'nın değil, Fransa ve İtalya'nın da dünya sorunlarında ciddi söz sahibi devletler olarak aradan çıkarıldıklarını belirtiyordu.  31 Aralık 1944'te de, Yalçın buna benzer bir çözümleme yaparak Churchill'in bir uyarısını yorumladı. İngiltere Başbakanı bu uyarısında, komünist gerillalar mücadeleden vazgeçmedikçe, Üç Büyükler'den oluşacak üçlü bir ''tröst''ün Yunanistan'ı yöneteceğini belirtmişti (43). Yalçın gerek Yunan partizanlarını gerekse kendi vatandaşlarını ''kesin ve basit'' bir tehdide karşı uyarıyordu: ''Bir büyük devletin Avrupa'nın herhangi bir köşesinde yönetime karışması, öbür köşelerinde hemen karşı tepkilere yol açacaktır.'' Yalçın şunu ekliyordu: ''Bu bizi dosdoğru, etki alanlarına, himaye yönetimlerine ve ilhaklara götürecek yoldur'' (44). Ancak ne var ki, büyük devletler bu yolu çoktan seçmişti. Olacakları çok iyi tahmin eden bir çözümlemesinde de Necmettin Sadak, 5 Şubat 1944 tarihli ''Akşam''da, Avrupa'yı bölen sınırları çoktan çizildiğini, geriye bir tek, Almanya'nın nasıl yönetileceği sorununun kaldığını yazıyordu (45).  ''Yarının olaylarını bugünün örneklerine bakarak kestirmek mümkündür'' diyerekbaşlıyordu Sadak. ''Her şey bugünden kararlaştırıldığı ve çözümlendiğinden, halkve kurtuluş hükûmetleri çoktan kurulduğundan, herkes bütün bu ülkelerin savaş sonrası hükûmetlerinin ve yönetim biçimlerinin ne olacağını pekala anlayabilir.'' Sadak, Akdeniz bölgesinin, Adriyatik Denizi'nin, Yunanistan ve İtalya'nın, İngiltere'nin güvenlik alanı içine girdiğini, Romanya, Macaristan veÇekoslovakya ile Polonya'nın da Rusya'ya düştüklerini belirtiyordu. Yalta Konferansı'nın başlamasından bir gün sonra yazdığı yazısında da, çözülmemiş tek sorun olarak, Almanya'da iktidara, Moskova'daki Hür Alman Komitesi'nin mi, yoksaMüttefiklerin seçeceği bir başka hükûmetin mi geçeceği sorununun kaldığını yazıyordu. Sadak, kehanette bulunurcasına, ''Karar ne olursa olsun'' diyordu; ''...Almanya'nın bütün doğu bölgesi Sovyetlerin güvenliği açısından ... uzun birsüre Sovyet işgali altında kalacak, Sovyetler Birliği ile Almanya arasındaki bütün uluslar da aynı biçimde Rus işgaline uğrayacaklardır.''  Bu düşünceler, Türkiye'nin savaş sonrası güvenliğini sağlama ihtiyacını daha kaçınılmaz bir duruma getirmeye yetti. 

Sayfa 76

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 77: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası 

 

  XIII 

  SAVAŞ SONRASI GÜVENLİĞİ ARDINDA 

  Dumbarton Oaks Konferansı - Müttefik önderleri Kahire ve Tahran'da, temsilcilerinin gelecek aylarda uluslararası bir güvenlik örgütünün kurulması sorununu incelemelerini kabul etmişlerdi. Özellikle Birleşik Devletler, anlaşmazlıkların çözümlenmesini düzenleyecek ortak bir güvenlik sistemi kurulması yolunu açmaya kararlıydı. Çin'den ve Sovyetler Birliği'nden gelen delegelerin de katıldığı Dumbarton Oaks Konferansı, 21 Ağustos 1944 ve 9 Ekim 1944 günleri arasında toplandı ve böyle bir örgütün yasasının kesin ayrıntılarını tespit için çalışmalar yaptı. Sonradan Birleşmiş Milletler Örgütü adını alacak örgüt, işte bu konferans sırasında kabataslak ortaya çıkmış oldu.  Konferans sırasında ortaya çıkan başlıca anlaşmazlıklardan biri, oylama usulleri üzerine belirdi. ''Büyük devletler, izlenecek politika ve girişilecek eylemler konusunda haklarını öteki devletlerle ne dereceye kadar paylaşacaklardı?'' (1). Daha belirli deyimlerle söylenirse, anlaşmazlık GüvenlikKonseyi'ndeki veto sorunu üzerindeydi. Sovyetler Birliği, Güvenlik Konseyi'nde alınacak kararlarda her daimi üyenin veto hakkı olması ve kararların oybirliğiyle alınması konularında diretiyordu. Birleşik Devletler, Rus kurulunu,bir anlaşmazlık durumunda, Güvenlik Konseyi olan ülkelerin, o anlaşmazlıkla ilgili konularda oy sahibi olmamaları gereğine inandırmaya çalışıyordu. Uzun görüşmelerden sonra uzlaşmaya varılabildi: Güvenlik Konseyi üyelerinin oybirliğikararı olmadan da bir anlaşmazlığa barışçı bir çözüm yolu getirilebilecekti. Konseyin daimi üyeleri, anlaşmazlıkları çözümlemek için kuvvet kullanılmasını gerektiren durumlarda da veto haklarını kullanabileceklerdi.  Tahmin edileceği gibi, buna karşı Türkiye'de çeşitli tepkiler görüldü. HüseyinCahit Yalçın, Dumbarton Oaks'ta kurulması tasarlanan örgüt gerçekleşecek olursa,bunun küçük ülkelerin güvenliğine pek az katkıda bulunabileceğini ileri sürdü (2). ''Yeni örgüt, yalnız küçük ülkelere karşı harekete geçme fırsatı sağlamaktadır'' diye yazdı. Büyük devletlerin daha küçüklerine karşı girişecekleri eylemleri önlemek için ise yapılacak hiçbir şey yoktu. Yalçın, büyük devletlerden biri ''hayır'' dedi mi, Güvenlik Konseyi'nce alınması tasarlanan tedbirler alınamayacaktır diyerek görüşünü açıkladı.  Fakat, Türkiye'deki bütün yorumlar bu derece kuşkulu tepki göstermemişti. Sözgelişi, Nuri Eren, Dumbarton Oaks önerilerini savundu ve Güvenlik Konseyi'ningüçlü bir rol oynayabileceğini, ''uluslararası bir askerî kurmayın emrinde, hemen eyleme geçmeye hazır bir kuvvet bulmanın'' mümkün olacağını ileri sürdü (3). Dumbarton Oaks Tasarısının hazırlanışı sırasında Türkiye'deki diyalog bu havadaydı.  Gelecekte dünya barışını koruyacak olan örgütün, büyük devletlerin egemenliğinin bir aracı durumuna gelmemesi sorunuyla ilgilenirken, Türk siyasetibir yandan da Birleşik Amerika ve İngiltere ile iyi ilişkilerini sağlamlaştıracak teşebbüslerini sürdürüyor, bu ülkelerin dostluk ve koruyuculuğunu arıyordu. 3 Ocak 1945'te Türk hükûmeti, Japonya ile olan diplomatik ilişkilerini kesmeye karar verdiğini açıkladı. Amiral Leahy'ın bunu, ''kesin bir Müttefik zaferinin en güçlü kanıtı'' olarak yorumlamasına rağmen, (4) Türkler davranışlarına gerektiği gözle baktılar; yani, bir bakıma yersiz, fakat sembolik bir davranış olarak 28 Aralık 1944'te Steinhardt, yeni Türk Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya, Müttefiklerin Türkiye'nin Japonya ile olan ilişkilerini kesmesini istediklerini söylemişti. Saka, Türklerin böyle davranmakta bir avantaj sağlamayı ummadıklarını, ''ama, 'Türklerin müttefikleri'böyle bir davranıştan yarar umuyorsa...'' Türkiye'nin kesinlikle ''peki'' diyeceğini belirtti (5). İki gün sonra Türk hükûmeti aldığı kararı Steinhardt'a resmen bildirdi. Bir başka jest de, Türk hükûmetinin yine ocak ayında Sovyetler Birliği'ne savaş gereçleri taşıyan Müttefik gemilerinin Boğazlardan geçmelerine izin vermesi oldu (6). Boğazların açılması, Türkiye'de mutlu bir olay olarak karşılanmıştı, ama İngiltere ve Birleşik Amerika'da yapılan bazı yorumlar, Türklerin canını sıkıyordu. Sözgelişi, Yalçın, İngiltere ve Birleşik Amerika'da bazı yayın organlarının, Boğazların Türk hükûmetinin kararı ile kapatılmış olduğu izlenimini verecek yayınlar yapmalarını hiç de hoş karşılamıyordu. Yalçın, Boğazların bütün savaş boynca açık kaldığını, eğer Müttefikler Rusya'ya Boğazlar yolu ile savaş malzemesi gönderemedilerse, bunun Almanların Ege

Sayfa 77

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 78: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıdenizini denetimleri altında bulundurmalarından ileri geldiğini açıkça ortaya koydu (7). Ancak, Üç Büyüklerin Yalta'daki toplantıları biraz sonra bu konuları arka sayfalara doğru iteledi.  Kırım Konferansı: Savaş Sona Eriyor - 4 şubatta başlayan ve 11 Şubata kadar süre Yalta Konferansı, Ankara'da büyük bir felâketin habercisi olarak karşılandı. Türk hükûmeti bu sırada Batılı önderlerin, özellikle de Churchill'in, Montreux Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi için Stalin'in yanında yer alacakları konusuyla pek ilgileniyordu (8). Sözgelişi, Profesör Esmer, ''Churchill'in Ruslara taviz verme ihtimalinin... Türk hükûmetini endişelendirdiğini, çünkü Churchill'in Türkiye'ye kızdığını, her fırsatta artık Boğazlarla bir ilgisi olmadığından söz ettiğini'' (9) belirtmektedir. Bu, her nekadar Churchill'in Türk çıkarlarının öncülüğünü yaptığı Yalta'daki görüşünü yansıtmıyorsa da, Türklerin hâlâ duymakta oldukları yalnızlığı çok iyi gösteriyordu.  Türk sorunu Yalta'da öncelikle ele alınan bir sorun değildi, ama varılan ötekikararların pek çoğu, dolaylı ya da dolaysız olarak Türk çıkarlarını ilgilendiriyordu. Pek küçük değişikliklerle veto yetkisi Üç Büyüklerce kabul edilmişti ve barışı koruyacak olan yeni örgüte böylece gerçek bir güç kazandırılacağı görüşü benimsenmişti. Rusya, daimi üyelerden biri bir anlaşmazlıkta taraf olursa Amerika'nın oylamaya katılmaması önerisini kabul etmişti; ama, ancak ''barışçı çözüm yolu'' konularında peki demişti. ''Yürütme''kararlarında ise Üç Büyükler yine veto haklarını kullanmakta serbest olacaktı.  Polonya konusunda Stalin, gerek toprak sorunları, gerekse siyasal sorunlarda temel tutumunu Churchill ve Roosevelt'e kabul ettirebilmişti. Buna karşılık da Polonya'nın düşman işgalinden kesin olarak kurtuluşundan bir ay sonra, serbest genel seçimler yapılacağına söz vermişti. Gerek Roosevelt, gerekse Churchill'in gönülsüzce imzaladıkları son anlaşma metninde, ''Halen Polonya'da iktidarda olangeçici Hükûmet, böylece daha demokratik bir ölçü içinde örgütlenecektir...'' (10) deniyordu. Bu anlaşma, Varşova'daki komünist rejimin varlığını Müttefiklerin onaylaması anlamına geliyordu. Bundan böyle Stalin, haklı olarak Üç Büyüklerin geçici hükûmeti yeni ve geçerli Polonya hükûmeti olarak tanıdıklarını ileri sürebilecekti (11).  Yalta Konferansı, Balkan uluslarının da geleceğini çizmiş oluyordu. Dışişleri Bakanlığının Orta Avrupa ve Balkanlardaki Müttefik Denetleme Komisyonlarının, Sovyetler Birliği'nin bu yerlerde tek başına egemenlik kurmaya kararlı oluşu nedeniyle gerektiği gibi çalışamadıkları uyarısı üzerine Roosevelt, Konfransa ''Kurtarılan Avrupa Üzerine Deklarasyon'' başlığı ile bir belge sunmuştu. Churchill, Roosevelt ve Stalin'ce imzalanan bu belgeye göre, Üç Büyükler, kurtarılan ülkelerin geciktirilmeye gelmez siyasal ve ekonomik sorunlarının demokratik yollardan çözümlenmesi için yardımcı olacaktı.  Biçim bakımından etkileyici, fakat siyasal yönden anlamsız olan bu anlaşmanı üzerine tüy dikercesine, Roosevelt'in şaşkınlık uyandıran ve Amerikan kuvvetlerinin Avrupa'da savaşın sona ermesinden sonra iki yıldan daha çok kalmayacaklarını bildiren açıklaması çıkageldi. Elbette Stalin hoşnut olmakta haklıydı (12).  Yalta Konferansı'na katılan üç devlet başkanının zihinlerinde önemli bir yer tutmadığı halde, Türkiye sekiz toplantıdan ikisinde, her kez de başkan edenlerledikkatleri üzerine çekti. Beşinci toplantıda Stalin, Birleşmiş Milletler'e hangiülkelerin alınacağı, hangilerinin alınmayacağı tartışılırken, Türkiye'yi sembol aldı. Başkan verdiği karşılıkta, ancak Almanya'ya savaş açmış ulusların bir Birleşmiş Milletler statüsü içine alınmasını ve hâlâ Mihver'e savaş açmamış ülkeler için de son süre olarak Mart 1945 tarihinin kabul edilmesini ileri sürdü. Stalin yine Türkiye'yi kastederek, ''bazı ülkelerin kazanandan yana olma üzerine yatırım yaptıklarını'' söyledi (13). Churchill, Türkleri savundu. Şu sırada ilgisiz birçok ülke Almanya'ya savaş ilân edecek olursa, bunun Almanya'nın morali üzerinde yıkıcı bir etki yaratacağını ileri sürdü. Türkiye'nin adaylığının ''genel bir tasviple karşılanmayacağını'' söyleyen Churchill, ardından, Türklerin ''çok çetin bir dönemde'' kendileriyle ittifak imzaladıklarını ekledi, ''dost ve yardımcı'' olduklarını ispatladıklarını hatırlattı (14). Stalin, şubat sonuna kadar Almanya'ya savaş çarsa, Türkiye'nin de Birleşmiş Milletler'e alınmasını kabul edeceğini söyledi. Churchill bunu, ''hoşnutluğunu'' belirten bir ifadeyle karşıladı.  Stalin, hoşgörülü tutumuna rağmen, 10 Şubat 1945'te, savaş sonunda Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesini beklediğini ortaya koydu. Stalin, ''... Türkiye'nin bir elini Rusya'nın gırtlağına dayamış duran durumunu kabul etmenin mümkün olmayacağını'' söyledikten sonra, ''Türkiye'nin çıkarlarına zarar vermek'' niyetinde olmadığını da ekledi (15). Tartışmalara girmeye pek istekli olmadığı açıkça anlaşılan Başkan ise, Birleşik Amerika ile Kanada arasında 3.000mil uzunluğunda bir sınır olduğunu, bu sınırda hiçbir silâhlı kuvvet ve kale

Sayfa 78

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 79: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıbulunmadığını söyleyerek, isteksiz bir karşılık verdi. Ardından, öteki ulusal sınırların da ''kalesiz ve askersiz'' olacağı günlerin geleceğini umduğunu ekledi. Başbakan, Montreaux Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesini normal karşıladığını belirttikten sonra, ''... Rusya'nın bugün Karadeniz'deki büyük çıkarları ile daracık bir geçide bağlı olması düşünülemez'' dedi (16). Churchillbu konunun, Dışişleri Bakanlarının gelecek toplantısında ele alınmasını önerdi. Ayrıca durumun Türklere de bildirilmesini ve bağımsızlıklarıyla toprak bütünlüklerinin bozulmayacağı konusunda kendilerine güvence verilmesini öne sürdü. Stalin, bu önerileri kabul etti. Tasarlanan şeyin hemen Türklere de duyurulması önerisi üzerine de Stalin şöyle dedi: ''... Türklerden bir şey saklamak aslında imkânsız...'' (17).  Yalta Konferansı, savaştan sonraki Birleşmiş Milletler Örgütü'nün tüzüğünü hazırlamak üzere 25 Nisanda San Francisco'da bir konferans toplanması kararıyla sona erdi. 14 Şubatta Churchill'le Eden, yeniden Batılıların Balkanlar'daki zor güvenilir ileri karakolları Atina'ya uğradı.  Bu ileri karakolun gerçekten de ne kadar az güvenilir olduğu, Yalta'daki ''Kurtulan Avrupa Üzerine Deklarasyon''u ile küçük devletlere yaptığı vaatlerin anlamsızlığı, Yalta'dan birkaç hafta sonra çok iyi anlaşıldı. 28 Şubatta Romen hükûmeti, içindeki komünistlerin ve Sovyet askerî kuvvetlerinin baskısı altında istifa etti. Vişinski'nin kişisel diretişiyle Kral Mişel, Pietro Groza'yı 6 Martta komünist denetimi altında yeni bir rejim hükûmetini kurmakla görevlendirdi (18). İngiliz Amerikan hükûmetleri, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'daki Müttefik Denetim Komisyonlarında bulunan temsilcilerin Sovyet yetkililerince dikkate alınmamaları yüzünden Sovyet hükûmetini boş yere protestoettiler. ABD ve Britanya, Groza rejimini tanımadı. Ayrıca Yugoslav Komünist kuvvetlerinin İtalyan topraklarından çekilmeleri isteğinde bulundular; ama Tito'nun kuvvetlerinin, ''kurtardıkları'' bütün topraklarda kalmakta diretişiylekarşılaştılar. 6 Nisanda Amerikalıların ve İngilizlerin destekledikleri sürgündeki Polonya hükûmeti temsilcilerinin Sovyet yetkilileriyle Moskova'da görüşmeler yaparken kayboldukları, Londra'daki Polonyalı yetkililerce açıklandı.Komünistlerin egemen olduğu Lublin rejimini artık Varşova'da Ruslar açıkça desteklemekteydi. Yalta Konferansı'nın sonu ile 25 Nisanda San Francisco Konferansı'nın açılışına kadar geçen süre içinde Sovyetlerin Doğu Avrupa üzerinebeslediği emeller, umutları iyice azaltmıştı. Buna karşılık Avrupa'daki savaşın son aylarında geçen olaylar, 1943 yılı başından, yani Müttefiklerin zaferi kazanmaları ihtimalinin artmasından beri, İnönü ve Menemencioğlu gibi Türk önderleriyle Yalçın gibi yazarların gelecek üzerine yaptıkları kehanetlere uygunbiçimde gelişti. Elbette bu gelişmeler karşısında ''son derece tedirgin olan'' Türkler için huzur verici bir durum değildi (19).  Türkiye Savaş Açıyor - Türkiye en sonunda 23 Şubat 1945'te Almanya ve Japoya'ya karşı savaşa girdi (20). Büyük Millet Meclisi'nde konuşan Başbakan Saraçoğlu şöyle dedi: ''Tehlikenin ilk anından başlayarak Türkiye Cumhuriyeti, sözü silâhları ve gönlüyle demokratik ulusların yanında yer almış ve bugüne kadar parlamentosunun ve hükûmetinin kararlarına uygun bir yol izlemiştir.'' (21). Meclisteki görüşmeler sırasında, savaşa girilmesi kararının, ''İngiltere ile olan ittifakın doğal sonucu ve Sovyetlerle aralarındaki dostluğun çerçevesi içinde'' alındığı belirtildi (22).  Türkiye şimdi, biçim olarak savaşa katılıyordu; ama Müttefiklerle imzaladığı ittifaktan beri orduları aslında seferber durumdaydı (23). CHP Grup Başkanı FaikÖztrak'ın ifadesine göre savaşa girişleri, İngiltere'yle aralarındaki sarsılmaz ittifakın yalnızca son aşamasıydı (24). Türk politikasının temel ilkelerinden birinin de Sovyetler Birliği'yle iyi ilişkiler kurmak olduğu ayrıca belirtiliyordu:  Arkada kalan beş yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti, büyük komşumuz Sovyetler Birliği en karanlık günlerini yaşarken de bu ilkeye bağlı kalmıştır... Millî Şefİnönü, bu değerli dosta her olayda ve her zaman bağlı kalmamızı bize salık vermiştir (25).  Almanya'ya savaş açılması hiçbir biçimde Türkiye üzerine yapılan baskıların bir sonucu da değildi (26).  Türklerin, Müttefikleri, Türk kamuoyunu ve tarihi etkilemek için belgelere geçirmek istedikleri şeyler bunlardı. Kararın gerçek nedeni ise uluslararası birörgütün temelini atmak için San Francisco'da yapılacak Birleşmiş Milletler toplantısına Türkiye'nin de katılmasını sağlamak ve Müttefikleri yatıştırmaktı. Türkiye artık bir şey reddedecek durumda bulunmuyordu. Ayrıca saldırıya uğrama, hatta savaşmak zorunluluğu bile kalmamıştı. Dışişleri Bakanı Hasan Saka, (27), Meclis'te yeni İngiltere Büyükelçisi Sir Maurice Peterson'un Yalta'dan gelen birmesajı kendisine ilettiğini söylemişti: Konferansa, yalnız 1 Mart 1945'ten önce Almanya'ya savaş açmış ülkeler çağrılacaktı. Saka, ''İngiliz hükûmetinin bu son önerisi... ulusumuzun Müttefik davasına daha güçlü bir katkıda bulunma imkân ve

Sayfa 79

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 80: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıfırsatını vremektedir'' dedi.  19 Mart 1945 Tarihli Sovyet Notası - Türkiye'nin savaşa katılmasıyla Sovyet gücünün Balkanlar'a egemen olma çabasının sonuçlanması, aynı döneme rastlamaktadır: Tito ile işbirliği, Georgiev ve Groza'nın iktidarlarıyla komünist rejimlerin sağlama alınması, Macaristan'la imzalanan mütareke. İngilizler, Arnavutluk'u avuçları içine almayı başaramamış, Yunanistan'da komünist olmayan bir rejim kurmak için de ancak zora baş vurmuşlardı.  Mihver'den yana olmayan önderler arasında İnönü ve onun dış politikasını hazırlayanlar, danışmanları, zamanında İngiliz ve Amerikan yetkililerince hiç dehoş karşılanmayan ve gelecekteki Rus niyetleriyle ilgili görüşlerini en güçlü biçimde dile getiren kimseler olmuşlardı. Oysa şimdi aynı görüşleri Churchill ve12 Nisandan sonra da Başkan Truman paylaşacaktı. Şunu da belirtmek yerinde olur ki, Sovyet tehdidinden söz etmek, savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği'ne karşı, Türkiye'nin iyi ilişkilerini güven altına almak gibi bir hesaba dayanmıyordu. Bütün sevimsizliğine rağmen, son dakikada Mihver'e savaş açmak bile, Türkiye'nin ''yalnızlık duygusu''nu giderecek çare değildi (28). SovyetlerBirliği savaş sonrası niyetleri üzerine Müttefiklerin şüphesini uyandırdığı ve savaşa girmekte geciktikleri için, Türkiye'ye diş biliyordu. Başlangıçta Hitler'e savaşmama yolunu seçen Sovyetler Birliği, bunu aynı yolu seçen Türkiye'ye karşı güçlü bir koz olarak kullanılabileceğine inanıyordu. Rusya, zaferden sonra bu temayı işlemeyi kararlaştırdı.  19 Mart 1945'te Sovyetler Birliği, Türkiye'ye karşı uzun süreden beri beklenmekte olan aleyhte kampanyasını, 17 Aralık 1925'te Paris'te imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktı'nı bozarak başlattı. Önce üç yıllık bir süre için imzalanmış olan anlaşma, daha sonra üç protokolla sürekli uzatılmıştı. Sonuncusu da, anlaşmayı 7 Kasım 1945 tarihine kadar uzatmaktaydı. Son protokol sırasında getirilen bir değişiklikle, taraflardan biri anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini isterse, bu durumda, sona ermesinden altı ay önce bunu ötekine bildirmesi kabul edilmişti. Bunun sonucu olarak 19 Martta Molotov, Moskova'daki Türkiye Büyükelçisi Selim Sarper'e bir nota vererek, ''Anlaşmanın bugünkü şartlara artık uymadığını, savaşın getirdiği değişikliklere karşılık vremediğini ve bu nedenle, temelden gözden geçirlimesi gerektiğini'' bildirdi (29). 21 Martta ''İzvestia'' gazetesi aşağıdaki yorumu yayınladı:  Savaş sırasında Sovyet - Türk ilişkilerinin belirli zamanlarda olduğundan dahaiyi olabileceği bir sır değildir. Bütünüyle başka şartlar altında imzalanmış olan bir anlaşmayı otomatik olarak uzatmak, iki ülkenin de çıkarlarına uymaz (30).  Dört gün sonra da ''Pravda'' gazetesi şunları yazıyordu:  Savaş sırasında Sovyetler Birliği'nin dostluk anlaşmaları ile bağlı olduğu öbür devletlerle ilişkileri gittikçe başarılı bir biçimde gelişmiş, Türkiye ile olan ilişkileri ise, çoktan modası geçmiş bir anlaşma uyarınca düzenlenmiştir (31).  Selim Sarper, bunun üzerine danışma için hemen ülkesine çağrıldı (32).  4 Nisan 1945'te Türk hükûmeti, ''Sovyet hükûmetinin iki ülkenin bugünkü çıkarlarına daha uygun bir anlaşma için yapacağı önerileri dikkat ve iyi niyetleincelemeye hazır olduğunu'' bildiren uzlaştırıcı ve isteklerine uygun karşılığını Moskova'ya iletti (33). Türkler, Rusların anlaşmayı bozmak için seçtikleri zamana bakıp buradan, Türkiye'yi, Birleşmiş Milletler'e katılmakla elde edeceği yararlardan yoksun kılma ve uluslararası bir denge düzeninin kazandıracağı güvenlikten uzaklaştırma amacı güttükleri görüşüne vardılar (34). Buna rağmen Türk hükûmeti yeni bir anlaşmanın şartlarını araştırma ve genellikleSovyetler, yeni bir anlaşma için görüşmelere başlamakta acele etmiyordu. Bunun yerine, Türklerin önerilerini beklediklerini bildirdiler. Türk hükûmeti bundan hiç hoşnut kalmamıştı. Çünkü daha önce Sovyetler'in ne gibi önerilerde bulunacaklarını öğrenmek istiyorlardı. Demek ki, şimdi top Rus yarı alanındaydı.İki ulus arasındaki ilişkilerin havasını ısıtmak için en somut öneriyi BüyükelçiVinogradov yaptı: ''Sovyetler Birliği'ne karşı Türk basınında açılan yergi kampanyasına son verin ve özellikle Yalçın'ı susturun.'' (35). Türkler bu uyarıyı yerine getirmeye bile kalkıştı.  İnönü ve yardımcılarının ilgisine rağmen, Türk basını, 19 Mart 1945 tarihli Sovyet notasını açıkça tartışma yolunu seçmişti. 8 Nisan 1945'te Mümtaz Faik Fenik'in ''Ulus''ta yayınlanan bir yazısında, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki yakın ve sıkı işbirliğinden söz ediliyor, bunun bir örnek olduğu ileri sürülüyordu (36). Fenik, notanın Rus - Türk dostluğundan ''kuşkusuz esinlendiğini'' savunuyordu. 1925 anlaşmasının imzalanmasından bu yana şartlar değişmişti ve Fenik'in deyimiyle, ''aynı nitelikte, Türkiye ve Sovyetler Birliği'nin çıkarlarına daha uygun, eskisi yerine yeni bir anlaşma istemekten daha doğal ne olabilirdi?''

Sayfa 80

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 81: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Yeni Sabah, ''Rusya ile Türkiye ne zaman kafa kafaya verseler, hep anlaşmışlardır'' diyordu (37).  Nadir Nadi gibi, Vakit gazetesinde de Asım Us, yine iyimser bir makale yayınlamıştı (38). ''Kuzey tomşumuzun politikasının ana çizgilerinin kötü niyet taşıdığını düşünmek, hükûmetimiz için gereksizdir'' diyordu Nadir Nadi.  Hüseyin Cahit Yalçın da, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yle dostça ilişkiler sürdürme niyetinde olduğu yorumlarına katılırken, birtakım üstü kapalı uyarılarda bulunmayı da elden bırakmıyordu (39). Yalçın, özellikle Sovyetler'in önceden bu konuda İngiliz ve Amerikan hükûmetlerine haber vermedikleri sorununa değiniyor, Türkiye'nin Mihver devletlerine yeni savaş açmış olduğu bir sırada bunotanın verilişinin pek şanslı bir zamana rastlamadığını hatırlatıyordu.  Fakat, bugün bildiğimiz kadarıyla Türk hükûmeti, özellikle İnönü, 19 Mart tarihli Sovyet notasıyla yakından ilgileniyordu. Selim Sarper bu dönemde gazetelerde yansıtılan iyimserliğin, hükûmetin uyarısının sonucu olduğunu belirtmiştir. Sovyetler'in Türkiye'ye karşı tutumuna mutlu bir ferahlık havası vermek, Türk hükûmetinin siyaseti gereğiydi (40). Ancak, 1945 yılı nisan ayının başında bu iş gittikçe zorlaşmaya başlamıştı; çünkü Sovyetler, Türkiye'ye karşı bir yaylım ateşi açmışlardı. Sözgelişi, 3 Nisanda Moskova radyosu Türk basınına karşı saldırıya geçip, gazeteleri Nazi yanlısı olmakla suçlamıştı (41). 18 Nisanda da ''İzvestia'' gazetesi, Turancıların yargılanması olayını düzmece bir oyun olarak nitelendirmişti (42). Bu sırada Türkiye'de bütün dikkatler, büyük bir içtenlikle, 25 Nisanda San Francisco'da toplanacak olan Birleşmiş Milletler Konferansı üzerinde toplanmıştı.  San Francisco Konferansı - Türkiye'nin Gelecek Üzerindeki Umutları - San Francisco konferansında Türk Kuruluna, Dışişleri Bakanı Hasan Saka başkanlık ediyordu. Kurulda, Birleşik Amerika'daki Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur ile Feridun Cemal Erkin de b ulunmaktaydı. San Francisco'ya vardıktan sonra Saka, Molotov'la görüştüyse de, Rusların yeni bir anlaşma için ileri sürecekleri şartlar üzerine aydınlatıcı bir şey elde edemedi (43). Bu yüzden Türk delegasyonu da olanca dikkatini konferansa çevirdi.  Yalta Konferansı'ndan beri Türk gözlemcileri, savaştan galip çıkan büyük devletlerin savaş sonrası uluslararası sistem kurma çabalarına karşı eleştirici bir tutum izlemişlerdi. Sadak, ''Akşam''da yazdığı makalede, ''Beş Büyüklerin kendilerinden güçsüzlere asla saldırmayacak melekler olduğuna inanmadıkça, bu sistemin yürüyeceğine bel bağlamak pek zordur'' diye yazdı (44).  Sadak, yeryüzünde devletler var olduğundan beri, hep büyüklerin saldırdığını ve savaşa yol açtıklarını hatırlatarak yazısını sürdürüyordu. Asım Us ise, ''Vakit''te diyordu ki: ''Dolayısıyla bu formüle dayanılarak kurulacak yeni Birleşmiş Milletler örgütü, temelsiz bir yapıdan başka bir şey olmayacaktır'' (45). Beş Büyükler Güvenlik Konseyi'nde öbür iki üyeyle anlaştılar mı, ''herhangi bir küçük devleti haritadan silebilecek oya sahip olabileceklerdi.'' Buna karşılık bir tek veto, bir ya da daha çok sayıda büyük devletin saldırısınauğramış bir ülkenin, öbür üyelerce kurtarılmasını engelleyebilecekti (46).  Türkler, San Francisco'da küçük devletlerin başlıca uğraşısı olan ve tümünce paylaşılan bu görüşleri yansıtan sesin tek sahibi değildi. Ancak kendileri, özellikle büyük bir devletin saldırısından çekindikleri için, seslerini daha çokyükseltiyorlardı (47).  San Francisco Konferansı, Birleşmiş Milletler yasası tasarısını görüşürken, buihtimalleri temelinden değiştiremedi ve Türkler dışında itiraz sesi yükselten olmadı. Türk siyaset uzmanı Mehmet Gönlübol'un deyimiyle:  San Francisco'da büyük uluslarla küçük uluslar arasındaki anlaşmazlıklar, hep büyük ulusların zaferiyle sonuçlandı. Çünkü, görüşmeler, savaşta başı çeken ülkelerin çizdikleri siyasal çerçeve içinde geçmişti... (48).  Veto hakkının altında yatan savaş dönemi gerçeği buydu. Buna paralel olarak, küçük ülkeler de Büyük Devletlerin Dumbarton Oaks önerilerini ''yumuşatacak'' durumda değillerdi (49). Bir de, özellikle Türkiye, San Francisco Konferansının çalışmalarını etkileyecek durumda bulunmuyordu. Konferansa bile ancak ''son anda'' katılmaya hak kazanmıştı (50). O da muzaffer büyük devletlerin lütfuyla. Esmer, Türk Kurulunun konferans sırasında kendisini büyüklerden çok ayrı gördüğünü anlatmaktadır (51). Bu konuda şöyle yazıyor: ''Kurulması tasarlanan örgüt temelde muzaffer ülkelerden oluşacağı için ve savaştan sonra dünya bu ülkelerin isteklerine ve çıkarlarına göre yönetileceğinden, savaşa girmekten titizlikle kaçınan Türkiye, savaşa katılmayışının olumsuz etkilerinden ciddi birbiçimde çekinmekteydi.'' (52) İşte bu nedenle Türkler, yasayı onaylamayı kararlaştırdılar.  Türk kurulu ülkesine döndükten sonra, San Francisco'da yapılan eksik pazarlığın, Türkiye'nin kopartabileceklerinin en iyisi olduğunu belirtti. MümtazSoysal, ''büyük uluslara ayrıcalıklar tanıyan Birleşmiş Milletler anlaşmasının maddeleri, bazı Meclis üyelerini düşündürmekteydi ve bunlar endişelerini dile

Sayfa 81

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 82: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikasıgetirmekten de geri kalmadılar...'' (53) demektedir. B.M. Yasası'nı Meclis'te savunan Dışişleri Bakanı Hasan Saka, şöyle demişti:  Yalnız biz değil, yalnız öbür küçük uluslar değil, fakat, Dumbarton Oaks tasarısını hazırlayanlar bile, bu çalışmanın kusursuz olmadığını kabul etmektedir... Fakat, günümüzün siyasal gerçeklerini düşünürsek, gösterilen çabaların boşuna olmadığını anlarız... Uluslararası ilişkilerde olumlu sonuçlar,ancak karşılıklı fedakârlıklarla elde edilebilir. Herkes kendi görüşünde diretecek olursa, bir anlaşmaya varmak umudu da olmazdı (54).  Saka, yasa ne kadar eksikleri olursa olsun, tek gerçekçi alternatifinden, yanianarşiden daha iyidir, diye durumu açıklıyordu (55).  Bu kadarı bile mide bulandıracak bir övgüydü ve konuşmayı izleyen görüşmeler, her ne kadar alışıldığı gibi onayla sonuçlandıysa da, umulan heyecandan yoksun kaldı. Ankara milletvekili M. Okmen, veto yetkisinin anlaşmayı ''aksattığını'', ama, büyük devletlerin bunu dürüst kullanacakları konusundaki sözlerinin kendisini umutlandırdığını söyledi. Aslında bu tür vaatlara inanılmazsa, hiçbir anlaşmaya güvenilemeyeceğini ileri sürdü (56).  Her şeye rağmen pek çok Türk, daha başından beri Birleşmiş Milletler Yasası'nıeksik ve kusurlu bir araç olarak gördü, büyük devletlerin birlik ve iyiniyetine dayandığına inandı. Bu iyiniyet ve birliğin gösterilmemesi durumunda, örgütün barışı ve küçük devletlerin egemenliğini korumakta çok sınırlı kalacağını sezinledi. Türkiye'nin de, öteki küçük ve orta devletler gibi, çok geçmeden savaşa olmasa bile, büyük devletlerden birinin politikasının dümen suyuna sürükleneceklerini ve Birleşmiş Milletler'in bu durumlarda pek büyük yarar sağlayamayacağını fark etti. Hüseyin Cahit Yalçın, o günlerin havasını ''Niçin... zafere rağmen dünya böylesine meyus?'' diye sorarak özetliyor ve şu karşılığı veriyordu:  Bunun nedeni anlaşılmayacak kadar uzakta değildir: Uğrunda savaşılan amaçlardan hiçbirine erişilememiştir. Nazizm ve faşizmin yenilgiye uğratıldıkları doğrudur; ama, acaba saldırıya uğrama korkusu ortadan kaldırılabilmiş midir? küçük ülkelerin özgürlük ve bağımsızlıkları acaba garantiye alınabilmiş midir? Bunlar nerede seslerini biraz yükseltecek olsalar, cezalandırılmış ve susturulmuşlardır. Kendilerine, ''siz kendinizi savunamayacakkadar zayıfsınız. Ulusların barış içnide yaşamalarının sorumluluğu büyük devletlere düşer'' denmiştir. Savaş, boşuna verilmiştir. Demokles'in kılıcı hâlâküçük ulusların tepesinde sallanmaktadır. Kudret, yine dünyaya egemen olmaya devam ediyor (57).  Savaş sona erdiği zaman, Ankara'da esen hava buydu işte. 

  Cumhuriyet'in  Kültür Hizmeti 

  Atatürk  c Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri  Bülent Tanör  c Kurtuluş (Türkiye 1918-1923)  c Kuruluş (Türkiye 1920 Sonraları)  Prof. Dr. Sina Akşin  c Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi I-II  Prof. Dr. Macit Gökberk  c Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk  Yunus Nadi  c Türkiye'yi Sokakta Bulmadık  Falih Rıfkı Atay  c Baş Veren İnkılapçı (Ali Suavi)  Bâki Öz  c Kurtuluş Savaşı'nda Alevi-Bektaşiler  Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya  c Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük  Sabahattin Selek  c Milli Mücadele (Büyük Taarruz'dan İzmir'e)  İsmail Arar  c Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı  Prof. Dr. Niyazi Berkes  c 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz I-II  Ceyhun Atuf Kansu  c Devrimcinin Takvimi  Paul Dumont-François Georgeon

Sayfa 82

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 83: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  c Bir İmparatorluğun Ölümü (1908-1923)  Ali Fuat Cebesoy  c Sınıf Arkadaşım Atatürk I-II  Abdi İpekçi  c İnönü Atatürk'ü Anlatıyor  Paul Dumont  c Atatürk'ün Yazdığı Tarih: Söylev  Kılıç Ali  c İstiklâl Mahkemesi Hatıraları  Prof. Dr. Niyazi Berkes  c Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler I-II  S. İ. Aralov  c Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları I-II  Sabahattin Selek  c İsmet İnönü'nün Hatıraları  Nurer Uğurlu  c Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kılavuzu  George Duhamel  c Yeni Türkiye Bir Batı Devleti  Bülent Tanör  c Türkiye'de Yerel Kongre İktidarları  Prof. Dr. Suna Kili  c Atatürk Devrimi-Bir Çağdaşlaşma Modeli  Falih Rıfkı Atay  c Atatürk'ün Bana Anlattıkları  Reşit Ülker  c Atatürk'ün Bursa Nutku  Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya  c İslamcılık Cereyanı I-II-III  M. Şakir Ülkütaşır  c Atatürk ve Harf Devrimi  Kılıç Ali  c Atatürk'ün Hususiyetleri  Mustafa Kemal  c Anafartalar Hatıraları  Ecvet Güresin  c 31 Mart İsyanı  Doğan Avcıoğlu  c 31 Mart'ta Yabancı Parmağı  Metin Toker  c Şeyh Sait ve İsyanı  Süleyman Edip Balkır  c Eski Bir Öğretmenin Anıları  Yunus Nadi  c Birinci Büyük Millet Meclisi  Kemal Sülker  c Dünyada ve Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu  Prof. Dr. Neda Armaner  c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk  Fazıl Hüsnü Dağlarca  c Destanlarda Atatürk / 19 Mayıs Destanı  Yunus Nadi  c Mustafa Kemal Paşa Samsun'da  İsmet Zeki Eyuboğlu  c İrticanın Ayak Sesleri  Nuri Conker  c Zâbit ve Kumandan  Mustafa Kemal  c Zâbit ve Kumandan ile Hasbihal  İsmet Zeki Eyuboğlu  c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik  Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur  c Ermeni Meselesi I-II  Talât Paşa  c Hatıralar  Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya  c Hürriyet'in İlanı  İsmet İnönü  c Lozan Antlaşması I-II

Sayfa 83

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 84: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  Sami N. Özerdim  c Yazı Devriminin Öyküsü  Nurer Uğurlu  c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Kitapları  c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Çeviri Kitapları  Halide Edip Adıvar  c Türkün Ateşle İmtihanı I-II-III  Prof. Dr. Muammer Aksoy  c Atatürk ve Tam Bağımsızlık  Prof. Dr. Şerafettin Turan  c Atatürk ve Ulusal Dil  Johannes Glasneck  c Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye I-II-III  İsmet İnönü  c Cumhuriyet'in İlk Yılları I-II  Gâzi Mustafa Kemal  c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Nutuk'tan)  c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Söylev'den)  Fazıl Hüsnü Dağlarca  c Gâzi Mustafa Kemal Atatürk  Eylemde/10 Kasımlarda  Ruşen Eşref Ünaydın  c Atatürk'ü Özleyiş I-II  Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil  c Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak  Prof. Dr. A. Afetinan  c M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım  Falih Rıfkı Atay  c Zeytindağı  Prof. Dr. Suat Sinanoğlu  c Türk Hümanizmi I-II-III  Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya  c Batılılaşma Hareketleri I-II  Charles N. Sherrill  c Bir ABD Büyükelçisinin Türkiye  Hatıraları/Mustafa Kemal I-II  İsmet Zeki Eyuboğlu  c Karanlığın Ayak Sesleri / Kadirilik  Dr. Bernard Caporal  c Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında  Türk Kadını I-II  Dr. Bernard Caporal - Neşe Doster  c Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında  Türk Kadını III - Kronoloji  Ruşen Eşref Ünaydın  c Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat  Kurt Steinhaus  c Atatürk Devrimi Sosyolojisi I-II  Bahir Mazhar Erüreten  c Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları  Sabahattin Eyuboğlu  c Köy Enstitüleri Üzerine  Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu  c İlk Meclis  Prof. Dr. A. Afetinan  c M. Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları  Yunus Nadi  c Cumhuriyet Yolunda  Falih Rıfkı Atay  c Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs  Gâzi Mustafa Kemal  c 1919 Yılının Mayısının 19'uncu Günü Samsun'a Çıktım  Nadir Nadi  c 27 Mayıs'tan 12 Mart'a  Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur  c Balkan Savaşları / Birinci Balkan Savaşı I-II-III  Tayfur Sökmen  c Hatay'ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar  Dr. Abdurrahman Melek

Sayfa 84

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 85: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası  c Hatay Nasıl Kurtuldu  Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur  c Balkan Savaşları / İkinci Balkan Savaşı I-II  Gâzi Mustafa Kemal  c Erzurum Kongresi  Sabahattin Selek  c Millî Mücadele (Erzurum'da Gergin Günler)  Yaşar Nabi  c Balkanlar ve Türklük I-II  Ceyhun Atuf Kansu  c Bağımsızlık Gülü  General Fahri Belen  c Büyük Türk Zaferi (Afyon'dan İzmir'e Kadar)  Gâzi Mustafa Kemal  c Sivas Kongresi I-II-III-IV  Doç. Dr. Suat Yakup Baydur  c Dil ve Kültür  Kadriye Hüseyin  c Mukaddes Ankara'dan Mektuplar  Berthe Georges-Gaulis  c Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği  Ord. Prof. Enver Ziya Karal  c Tanzimat-ı Hayriye Devri  Falih Rıfkı Atay  c Çankaya I-II-III-IV-V  Liman von Sanders  c Türkiye'de Beş Yıl I-II-III  İsmet İnönü  c Hatıralar (Birinci Dünya Harbi)  Arnold J. Toynbee  c Türkiye I-II-III - Bir Devletin Yeniden Doğuşu  İlhami Bekir  c Altın Destan Mustafa Kemal Atatürk I-II  Prof. Dr. Mahmut Âdem  c Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız  John Grew  c İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları -  Atatürk ve İnönü  Dr. Bernard Caporal  c Kemalizm Sonrasında Türk Kadını I-II-III (1923-1970)  Dagobert von Mikusch  c Avrupa ile Asya Arasındaki Adam  (Gazi Mustafa Kemal) I-II-III-IV  Prof. Dr. Erol Manisalı  c Dünden Bugüne Kıbrıs  Mustafa Baydar  c Atatürk'le Konuşmalar  Gâzi Mustafa Kemal  c Ankara'ya Geliş (Nutuk'tan)  c Ankara'ya Geliş (Söylev'den)  Yunus Nadi  c Ali Galip Hadisesi  Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya  c Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku  Tevfik Bıyıklıoğlu  c Atatürk Anadolu'da (1919-1921)  Nadir Nadi  c 27 Mayıs'tan 12 Mart'a (1961-1962)  Oktay Akbal  c Atatürk Yaşadı mı?  Jean Deny  c Yeni Türkiye  Mahmut Esat Bozkurt  c Atatürk İhtilâli-I-II-III  SSCB Dışişleri Bakanlığı  c İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Stalin, Roosevelt ve  Churchill'in Türkiye Üzerine Yazışmaları  Edward Weisband 

Sayfa 85

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Page 86: Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış ......Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası ... Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında

Edward Weisband-İkinci Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası

  Kaynak:  http://ekitap.kolayweb.com/  [email protected] 

 

Sayfa 86

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.