İÇİNDEKİLER • Din Psikolojisinin Tanımı , Konusu, İlkeleri, Amacı, Önemi ve Yararları • Din Psikolojisinin Disiplinlerarası Konumu • Din Psikolojisinin Araştırma Alanları • Din Psikolojisinin Tarihçesi HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Din psikolojisini konusu, ilkeleri, amacı, önemi ve pratik yararlarıyla birlikte tanıyabilecek, • Din psikolojisinin disiplinlerarası konumunu kavrayabilecek, • Din psikolojisinin ilgilendiği ve araştırmalarını yürüttüğü alanları öğrenebilecek, • Din psikolojisinin başlangıçtan günümüze kadar tarihî geçmişi hakkında bilgi sahibi olabileceksiniz. ÜNİTE 1 DİN PSİKOLOJİSİ: TANIMLAMA KAPSAM VE TARİHÇE DİN PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ Doç.Dr. Kerim Bahadır
208
Embed
DİN PSİKOLOJİSİ: TANIMLAMA KAPSAM VE TARİHÇEkaabalive.net/ilahiyat/2S1D/ilh2003-DIN_PSIKOLOJISI_Vize.pdfGİRİŞ Doç.Dr. Kerim Bahadır. Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
İÇİN
DEK
İLER
• Din Psikolojisinin Tanımı , Konusu, İlkeleri, Amacı, Önemi ve Yararları
• Din Psikolojisinin Disiplinlerarası Konumu
• Din Psikolojisinin Araştırma Alanları
• Din Psikolojisinin Tarihçesi
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Din psikolojisini konusu, ilkeleri, amacı, önemi ve pratik yararlarıyla birlikte tanıyabilecek,
• Din psikolojisinin disiplinlerarası konumunu kavrayabilecek,
• Din psikolojisinin ilgilendiği ve araştırmalarını yürüttüğü alanları öğrenebilecek,
• Din psikolojisinin başlangıçtan günümüze kadar tarihî geçmişi hakkında bilgi sahibi olabileceksiniz.
ÜNİTE
1
DİN PSİKOLOJİSİ: TANIMLAMA KAPSAM VE TARİHÇE
DİN PSİKOLOJİSİNE
GİRİŞ
Doç.Dr. Kerim Bahadır
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Din, insanla birlikte
ortaya çıkmış ve
varlığını onunla birlikte
sürdüren bir değerler
sistemidir.
GİRİŞ
İnsan davranışlarını araştırma konusu edinen psikoloji, varlığı ve varoluşu
anlama çabasında felsefe ile başlayan arayış sürecinin insan merkezli nihai bilimsel
ürünüdür. Pozitif bilimlerin gelişim sürecine ana hatlarıyla baktığımız zaman insan
bilimlerinin ya da diğer adıyla sosyal bilimlerin, bilim tarihinde astronomi, coğrafya,
matematik, fizik, kimya vb. bilimlerden daha sonra ortaya çıkıp geliştiğini tespit
edebiliriz. Bireysel açıdan insanı anlama çabasının önemli bir neticesi olarak ortaya
çıkan psikoloji, 19. yüzyıla kadar aşama aşama gelişen bilimsel inkişafın son
halkasını teşkil eder. Bilimlerin bağımsızlık kazanmasını ifade eden bu aşamalı
süreç, esasen insanın evrenden kendi özüne dönüşünün bilimsel serüvenine işaret
eder. Başka bir ifadeyle varlığı anlamlandırma arayışında insan, önce içinde
yaşadığı dünyayı sarmalayan sonsuz uzayı merak etmiş, gökyüzüyle ilgilenmiştir.
Daha sonra merakını içerisinde yaşadığı dünyaya çevirmiş, somut yeryüzüyle
ilgilenmiştir. 17-18. Yüzyıllarda özellikle Batı dünyasında ortaya çıkan ekonomik
bilimsel ve sosyal değişmelerle birlikte ilgisi daha da özelleşerek toplumsal alana
kaymıştır. Antropoloji ve sosyolojinin doğuşunu hazırlayan bu bakış, 1879 yılında
Avusturya’da ilk deneysel psikoloji laboratuvarının kurulmasıyla odak noktasına
ulaşmıştır. Bu gelişme, yaratılışın merkezindeki insanın kendini keşfedip özüne
dönüşünün bilimsel bir ifadesi olarak kabul edilebilir.
Davranış bilimi olarak psikoloji, insan bütününü konu edinir. Aynı bütünde
din, temel niteliklerinden biridir. Kutsal kitapların takdim ettiği şekliyle din, ilk
insanla birlikte başlayan ve dünyanın sonuna kadar varlığını sürdürecek olan kutsal
bir değerler sistemidir. Kutsal kitapları destekleyecek tarzda antropolojik
araştırmalar da dinin, insanlık tarihi kadar eski ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu
ortaya koymaktadır. Günümüzde din-birey-toplum ilişkisini ele alan disiplinler,
inanma ihtiyacının doğuştan var olduğu ve gelişim dönemlerine bağlı olarak farklı
dindarlık şekilleri altında yapılandığı; ayrıca dinin kültürü ve toplumu tüm
boyutlarıyla biçimlendirdiği hususu üzerinde birleşmektedir.
Dinin bilimsel araştırmalara konu olması, sosyal bilimlerin tarihi geçmişiyle
yakından ilişkilidir. Felsefeden-psikolojiye her sosyal bilimin muhtevasında yüzeysel
ya da kapsamlı, olumlu ya da olumsuz birbirinden farklı çeşitli din anlayışlarının
geliştiği tespit edilebilir. Bireysel yaşantılar çerçevesinde din ile ilişkili en önemli
bilim dalı, kuşkusuz psikolojidir. Zira din, her şeyden önce “inanma ihtiyacı” ve
“anlam arayışı” nın doğal tezahürü olarak psikolojik bir olgudur. Sistematik olarak
davranış-din ilişkisi, psikolojide özel bir çalışma alanına karşılık gelir. Bu çalışma
alanıyla doğrudan ilgilenen bilim dalı, psikoloji ile aynı bilimsel temelleri paylaşan
“Din psikolojisi”dir. Din psikolojisi geliştirdiği teori, yöntem ve araştırma
teknikleriyle insan hayatının tüm boyut ve aşamalarında din ile ilgili her şeyi
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Din psikolojisi, din-
davranış ilişkisini
bilimsel yöntemlerle
inceler.
araştırmayı amaçlayan bilimsel bir disiplin olup insanın düşünce, duygu ve eylem
Din psikolojisinin Tanımı, Konusu ve Temel İlkeleri
Kutsal bir inanç ve uygulama sistemi olarak din, gelmiş geçmiş tüm insan
topluluklarında olduğu gibi günümüzde mevcut tüm toplumlarda da varlığını
sürdüren varoluşsal bir gerçekliktir. Tarihin en eski dönemlerinde bile çeşitli inanç,
ibadet ve dinî tören izlerine rastlamak mümkündür. Güçlü bir değer kaynağı olarak
din, kendini zihinsel-ruhsal ve kültürel-sosyal ifade şekilleri ile açığa çıkarır. Temel
etkinlik alanı olarak din psikolojisi, dinin zihinsel-ruhsal ifade şekilleri ile ilgilenir.
Din psikolojisi, psikolojinin bilimsel temelleri üzerinde yapılanır ve aynı
araştırma yöntemlerini kullanır. psikolojiyi “insanın düşünce ve kanaatlerini, duygu
ve tecrübelerini, tutum ve davranışlarını inceleyen bilim dalı” olarak tanımlamak
mümkündür (Bkz. Baymur, 1995: 1). Bu durumda aynı temel ve ilkelere sahip din
psikolojisi de “insanın dinî düşünce ve kanaatlerini, dinî duygu ve tecrübelerini, dinî
tutum ve davranışlarını inceleyen bilim dalı” olarak tanımlanabilir. Dinî düşünce ve
kanaatler; dinî inanç, bilgi, algı ve kavrayış gibi dinin zihinsel boyutuna işaret eder.
Dinî duygu ve tecrübeler; güven, sığınma, bütünleşme ve sevgi gibi dinin ruhsal
boyutuna işaret eder. Dinî tutum ve davranışlar ise; dua, ibadet, ayin ve tören gibi
dinin bireysel ve toplumsal uygulama boyutuna işaret eder.
Din psikolojisinin temel problemi “dindar insan”dır; dindarlıkla ilgili olumlu
ya da olumsuz her türden eğilim ve içerikler, söz konusu bilim dalının ilgi alanına
girer. Başka bir ifadeyle herhangi bir duygu, düşünce veya davranış, din ile
ilişkilendirildiği andan itibaren din psikolojisinin konusu hâline gelir. Bu bağlamda
olmak üzere dinî inanç, düşünce ve kabuller; dinî eğilim ve kabiliyetler; dinî güdü,
ilgi ve istekler; dinî duygu ve tecrübeler; dinî tutum ve davranışlar; dinî gelişim ve
yapılanma; dua, ibadet ve ayinler; tövbe, dine dönüş ve din değiştirme; mistik ve
irrasyonel yaşantılar ya da dinî şüphe ve tereddütler, dogmatik ve fanatik dindarlık,
dinden kopma ve inançsızlık gibi konular, din psikolojisinin ilgilendiği başlıca
konular arasında sayılabilir.
Din psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır.
Bu nedenle araştırmalarında psikolojinin kullandığı kişiye özel her türlü doküman,
anket, test, görüşme, deney gibi objektif bilgi toplama teknikleri ve genetik,
dinamik, pragmatik, psikoanalitik gibi değerlendirme yöntemlerini kullanır. Din
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Din psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla
yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır.
Din psikoloğu, olay ve olgular karşısında
tarafsız olmak zorundadır.
psikolojisinin hareket noktası somut insandır. O, dinin kendisiyle değil, dini yaşayan
insanın davranışlarıyla ilgilenir (Bkz. Hökelekli, 2001: 10-18).
Din psikolojisi temel ilke olarak Tanrı, Aşkınlık, Kutsal gibi kavramlarla dile
getirilen ve yapı açısından insan aklının kavrayamadığı; bilimin sınırlarını aşan
irrasyonel varlık ve konuları, araştırma alanının dışında tutar. Neden ve sonuçlar
üzerinde yorumlar yaparken tabiatüstü açıklama biçimlerinden uzak durur. Din
psikolojisi dinin ilahi boyutunu değil, insani boyutunu araştırır; dinî olguları, bireyi
etkilediği ölçü ve boyutlarda dikkate alır.
Din psikoloğu, bilim adamı niteliğiyle bir insanın neye niçin ve nasıl inandığını
inceleme konusu edebilir; fakat o, bir insanın inancının doğru olup olmadığıyla ilgili
herhangi bir kanaat ileri süremez; başkalarının inandıklarına olumlu ya da olumsuz
herhangi bir değer biçemez. Aynı şekilde din psikolojisi, kullandığı veri toplama
teknikleriyle bir dindarın din ile ilişki düzeyini kesin olarak belirleyemez. Sadece
güçlü tahminlerde bulunabilir. Örneğin velilik düzeyini ölçebilecek bir psikolojik
testten söz edilemez.
Din psikoloğu, bilimsel çalışmalarında tarafsız davranmak, kişisel değerlerini,
dinî kabul ve kanaatlerini araştırmalarının dışında tutmak zorundadır.
Çalışmalarında o, tüm dinî öğreti veya kurumlara eşit mesafede durur; hiçbiri
arasında ayırım yapamaz. Aynı şekilde herhangi bir din ve değer sisteminin
savunmasını yapamayacağı gibi, hiçbir dinî yaklaşımı da küçümsemez (Certel, 2003:
36). Din psikoloğu, sadece dinin insan hayatı üzerindeki gözlemlenebilir ve
ölçülebilir yansımalarıyla ilgilenir.
Özetle din psikolojisi, din ile olumlu ya da olumsuz bağlar kuran insanın
ruhsal derinliklerinde tecrübe ettiği ve davranış şekilleri olarak dışarıya aktardığı
dinî yansımaları, bu yansımaların ortaya çıkmasında etkin olan muhtemel iç ve dış
dinamikleri bir bütün olarak incelemeye çalışır. Ulaştığı sonuçlar, insanı tanıma ve
anlama çabasında önemli ipuçları olarak değerlendirilir ve ileri araştırmalara uygun
bir zemin hazırlar.
Din psikolojisinin Amacı, Önemi ve Pratik Yararları
Pozitif bilimlerin en ayırıcı niteliklerinden biri, olgu ve olayları oldukları gibi
tanımlama ve tahlil etme prensibine bağlı hareket etmektir. Bu nitelik, aynı
zamanda bilimlerin temel amaç ve ilkelerini belirler. Buna göre “psikolojinin temel
amacı, çeşitli uyarıcılarla güdülenmiş insanın ‘nasıl’ ve ‘niçin’ davranışta
bulunduğunu araştırmak; psikolojik olayların bağlı olduğu esasları tarafsız bir
yaklaşımla ortaya koymaya çalışmaktır.” (Baymur, 1994: 2-3). Böylece insanı daha
iyi anlama, onun daha olumlu yönde gelişmesinde bilimsel katkı sağlama imkânı
artmış olur.
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Din psikolojisinin
amacı, din ile ilişkisinde
bireyin “niçin” ve
“nasıl” davrandığını
ortaya koymaktır.
Din psikolojisi, hem bireysel ve çevresel dinî hayatın tanınmasında; hem de aile içi ve dış
çevre ilişkilerinin düzenlenmesinde
önemli katkılar sağlar.
Aynı çerçevede “Din psikolojisinin amacı da, olumlu-olumsuz, samimi-
yüzeysel, güçlü-zayıf… din ile herhangi bir şekilde ilişkili olan insanın ‘nasıl’ ve ‘niçin’
davranışta bulunduğunu din psikolojik bakış açısıyla araştırmaktır.” İnsanın dinî
hayatını bütün genişliği, derinliği ve bağlantıları içerisinde incelemek, din
psikolojisinin hedef alanını teşkil eder (Peker, 2008: 34). Bu bağlamda din
psikoloğu, dinî hayatın doğuşuna ve gelişmesinde etkili olan iç ve dış faktörleri ve
bu faktörler arasındaki muhtemel ilişkileri tahlil etmeyi; dindarın kişisel/subjektif
dinî hayatıyla ilgili mümkün olduğunca objektif/tarafsız bulgulara ulaşmayı, bilimsel
tutum gereği olarak amaç edinir.
Din psikolojisi, gerek bireyin kendi dinî hayatının temel dinamiklerini
tanımasında ve gerekse kendi dışındaki sosyal çevrede mevcut dinî yapı ve ilişkileri
algılamasında sağladığı çok yönlü bilgi ve uygulama desteği açısından büyük bir
önem arz eder. Aynı şekilde bu bilim dalı, din eksenli mesleklerin icra edilmesinde
sunduğu tanılama ve metodik destekle de önemli bir hizmet görür (Kayıklık, 2011:
28-34). Bu hususlar üzerinde kısaca durmakta yarar vardır:
Her şeyden önce din psikolojisi, “din ile ilişkim nedir”, “nasıl bir dindarım”,
“dindarlığımın kaynakları, kalitesi ve düzeyi nedir?” gibi çoğaltılması mümkün öze
dönük sorularla kişisel dindarlığın nicelik ve niteliği hakkında fikir edinilmesinde
yardımcı olur. Din psikolojisi aracılığıyla dinî yaşayışın temel kaynakları, dinamikleri
ve gelişim nitelikleri hakkında bilgi sahibi olan birey, kendi dinî duygu, düşünce,
tutum ve davranışlarını daha doğru ve sağlıklı bir şekilde anlayabilir; dolayısıyla
daha bilinçli bir dindarlık biçimi geliştirebilir (Bkz. Yavuz, 1988: 254). Örneğin, din
psikolojisinin önemli konularından biri olarak dinî güdülerle ilgili yeterli bilgiye
sahip olan dindar, yaptığı dua ve ya ibadeti gerçekten dinî inancının bir gereği
olarak mı yaptığını; yoksa onun aracılığıyla dünyevi bir menfaate ulaşmak ya da
cezadan kurtulmak amacıyla mı yaptığını daha gerçekçi bir şekilde anlayabilir
(Kayıklık, 2011: 29). Bu örnekte işaret edildiği gibi din psikolojisi bilgisi, bireye kendi
dinî inanç ve değerlerini amaç ya da araç olarak kullanıp kullanmadığı hakkında
bilinçli bir değerlendirme imkânı sağlar. Bunun dışında ayrıca o, doğuştan nasıl bir
dinî kapasiteyle geldiğini; çocukluktan bulunduğu gelişim dönemine kadar nasıl bir
dinî hazır oluş ve yapılanmadan geçtiğini; kişilik, benlik ve kimlik gelişiminde dinin
ne tür katkılar sağladığını; yaşadığı sıra dışı tecrübelerin din ile ne kadar ilişkili
olduğunu bilimsel bir bağlamda daha doğru kavrayabilir.
Din psikolojisi, aile içi ilişkilerin düzenlenmesinde tanıma, açıklama ve
denetleme açısından önemli bir hizmet görür. Özellikle dindarlık bağlamlı ebeveyn-
çocuk ilişkisinde, önemi daha da artar. Çocuğun veya ergenin dinî gelişim sürecinin
zihinsel ve psiko-sosyal temelleri, dinî hazır oluş, dinî gelişim aşamaları, dinî
aydınlanma, dinî kriz ve dine dönüş gibi pek çok konuda din psikolojisi, yetişkinlere
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
önemli bilgiler sağlar (Kayıklık, 2011: 33). Bu bilgilerin farkında olan anne-babalar,
çocuklarıyla ilgili gerek dinî fırsatları değerlendirme ve gerekse muhtemel dinî
krizleri önleme ya da çözme yönelişlerinde daha doğru ve tutarlı tutumlar
geliştirebilirler.
Din psikolojisi, özellikle ilahiyat ve din merkezli mesleklerde görev yapan
hizmet gruplarına sağladığı pratik yararlar açısından da özel bir anlam taşır (Certel,
2003: 35; Kayıklık, 2011: 30-34). Çalışma alanları geniş olan ilahiyat fakültesi
mezunları, lisans süresince aldıkları din psikolojisi bilgi ve formasyonuyla
muhataplarına daha kaliteli ve işlevsel bir hizmet verebilirler. Gerek meslek dersleri
öğretmeni ya da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak Milli Eğitim
Bakanlığına bağlı kurumlarda hizmet veren eğitimcilerin; gerekse müftü, vaiz,
murakıp, imam-hatip ya da müezzin olarak Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı
kurumlarda görevlerini sürdüren din görevlilerinin muhataplarıyla etkili iletişim
kurma, doğru bilgi aktarma ve meslek ilkelerine uygun davranış biçimi geliştirme
çabalarında din psikolojisinden yararlanabilecekleri pek çok imkân söz konusudur.
Diğer taraftan din psikolojisi, insanı anlama amacı güden ve bu amaç uğruna
çeşitli araştırmalar yürüten başta psikoloji olmak üzere tüm “sosyal bilimler” için
önemli bir referans kaynağıdır. Zira insanın ruhsal ve toplumsal hayatını
düzenleyen en önemli olgulardan birisi de dindir. Din ile olan güçlü ilişkisini hesaba
katmayan disiplinlerin, insanı anlama çabasında tatminkâr bir başarıya ulaşması
son derece zordur. Son olarak din psikolojisi, aynı etkinlik alanında farklı çalışmalar
sürdüren din eğitimi, din sosyolojisi, din felsefesi, dinler tarihi gibi “din bilimleri”
için; aynı şekilde kelam, hadis, tefsir, fıkıh gibi insan davranışlarının nasıl olması
gerektiğiyle ilgili hükümler koyan ve yorumlar üreten “ilahiyat ilimleri” için önemli
bir veri kaynağı teşkil eder. İlahiyat ilimlerinin başarısı, ilahî mesajın muhatabı olan
insan ruhunun dinî boyutunu tanımaya bağlıdır. Zira Kuran ve hadislerin
muhtevasında, insan davranışlarıyla doğrudan ilgili pek çok konu işlenmektedir.
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Din Psikolojisinin bireysel ve çevresel yararları üzerinde fikir yürütünüz.
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Din psikolojisi, disiplinlerarası bir konuma sahiptir.
Din bilimleri, din olgusuna sosyal
bilimlerin bakış açısıyla yaklaşır.
DİN PSİKOLOJİSİNİN DİSİPLİNLERARASI KONUMU
Din psikolojisinin odağını din ile ilişkili somut insan teşkil eder. Bu nedenle
insan ile ilişkili her konu ve alan, aynı zamanda din psikolojisinin ilgi alanına girer.
Böylesi geniş bir çerçeveden bakıldığında, din psikolojisinin insan merkezli tüm
disiplinlerle yakın ilişki kurabilecek önemli bir noktada bulunduğu sonucuna
ulaşılır. Buna göre din psikolojisi, bilimsel bağlantıları açısından sosyal bilimler
(insan bilimleri), din bilimleri ve ilahiyat ilimlerinin (dinî ilimler) kesiştiği noktada
“disiplinlerarası” bir konuma sahiptir. Bu önemli konumu itibarıyla din psikolojisi,
çift yönlü bir alışveriş yürütür: Bir taraftan ilişkili olduğu disiplinlerle bilimsel
araştırmalara dayalı psiko-sosyal verilerini paylaşırken diğer taraftan da söz konusu
disiplinlerin bulgu ve değerlendirmelerinden yararlanır.
Din psikolojisi ve Sosyal Bilimler
“Sosyal Bilimler” kavramı; insanın zihinsel, ruhsal, toplumsal, tarihsel… tüm
boyutlarını içine alan olabildiğince geniş çerçeveli bir kavramdır. Felsefe, tarih,
antropoloji, sosyoloji, psikoloji, bu çerçeve içerisinde sayılabilecek bilimsel
disiplinlerin başlıcalarıdır. Bunlar arasında din psikolojisinin en fazla ilişkili olduğu
disiplin, kuşkusuz “genel psikoloji”dir. Daha önce de ifade edildiği üzere din
psikolojisi, genel psikolojinin kullandığı bilimsel ilke, yöntem ve tekniklerle
araştırmalarını sürdürür. Bu ortaklık, doğal olarak din psikolojisini sosyal psikoloji,
gelişim psikolojisi, kişilik psikolojisi, eğitim psikolojisi gibi akademik psikolojinin alt
dallarıyla da ilişkili kılar. Aralarındaki ortak niteliklerden ötürü din psikolojisini
genel psikolojinin alt akademik dalları arasında sayanlar çoktur. Bu iddianın haklı
tarafı olmakla birlikte, diğerlerinden farklı olarak merkez aldığı din konusu
nedeniyle din psikolojisini, genel psikoloji grubu yerine din bilimleri grubu
içerisinde kabul etmek daha uygundur. Hangi durumda olursa olsun netice olarak
din psikolojisi, bireylerin davranışlarını yorumlarken insan bilimlerinin sunduğu
zengin bilgi ve bulgu malzemesinden yararlanırken aynı zamanda bulgularıyla,
yararlandığı malzemeyi daha da zenginleştirir.
Din psikolojisi ve Din Bilimleri
Din bilimlerini genel anlamda “din konulu bilimler” olarak tanımlamak
mümkündür. Bu disiplinlerin ortak paydaları dindir. Din bilimleri, din olgusuna
sosyal bilimlerin bakış açısıyla yaklaşır. İlke olarak herhangi bir dinin
savunmacılığını üstlenmedikleri gibi hiçbir dinî yaklaşımı da reddetmezler. Din
bilimlerinin amacı, dinin insan ruhu, toplum ve kültür üzerinde ne tür etkiler icra
ettiğini ortaya koymaktır. Bu nedenle, dinî esaslardan hareket eden ve öne
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyutuyla
ilgilenir.
Din fenomenolojisi dinin olgusal; din
antropolojisi, dinin kültürel; din felsefesi, dinin düşünsel; dinler
tarihi ise, dinin tarihsel boyutuyla ilgilenir.
sürdüğü değer yargılarıyla insanın nerede nasıl davranması gerektiğini ortaya
koyan hadis, tefsir, kelam, tasavvuf gibi “ilahiyat ilimleri/dinî ilimler”den farklı bir
bakış açısına sahiptirler. Bir ilahiyatçı ile din bilimci arasındaki en önemli fark,
ilahiyatçının dini, vahiy eksenli anlamaya ve açıklamaya çalışmasına karşın, din
bilimcinin dini, sosyal bilim eksenli anlamaya ve açıklamaya çalışmasıdır. İlahiyat
ilimlerinde Tanrı, peygamber, kutsal kitap gibi iman esasları mutlak gerçek kabul
edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Din
bilimlerinde ise, metafizik kökeni ve boyutu üzerinde durulmaksızın dinin birey,
toplum ve kültürdeki yeri araştırılıp açıklanmaya çalışılır.
Din psikolojisinin de dâhil olduğu din bilimlerinin her biri, din olgusuna farklı
bir açıdan yaklaşır, dinin farklı yapı ve işlevleriyle ilgilenir. Başka bir ifadeyle
bilimsel temelleri ortak olmasına karşın pratikte her din biliminin kendine özgü bir
din algısı ve bu algıya bağlı farklı bir açıklama tarzı mevcuttur. Din psikolojisinin
bilgi ve deneyim paylaşımında bulunduğu başlıca din bilimleri şunlardır:
- Din Sosyolojisi: Dinin toplumsal boyutuyla ilgilenir. Genel anlamıyla
“sosyolojik teori ve fikirlerin din alanına uygulanması” şeklinde
tanımlanan din sosyolojisi, dinlerin inanç sistemlerinin, ibadet
şekillerinin ve çeşitli dinî kurumların toplum hayatıyla; toplum
hayatının da genel olarak din ile karşılıklı ilişki ve etkileşimlerini
inceleyen bir disiplindir. Din psikologları, dinî olguları bireysel
çerçevede ele alıp incelerken din sosyologları, toplumsal bağlamda ele
alıp incelerler. Bireyin dindarlığı toplumsal bir yapılanma içerisinde
geliştiğine göre din sosyolojisi, din psikolojisinin karşılıklı alışverişte
bulunduğu en yakın din bilimlerinden biridir.
- Din Fenomenolojisi: Dinin olgusal boyutuyla ilgilenir. Bu bilim dalı,
dinlerde ortaya çıkan tüm dinî olguları sistematik ve karşılaştırmalı
olarak ele alır, onların özünü anlayıp yorumlamaya çalışır. Her dinin
yapısındaki dinî eylemler ve inançlar, diğer dinlerdekilere belli bir
dereceye kadar benzerlik gösterir. Din fenomenologları, dinî olguların
değişmiş veya dönüşmüş şekillerinin ötesindeki ortak karakterlerini
anlamaya, onları kendi asıl özgünlüğü içerisinde tanımaya çalışırlar.
Bireyin dindarlığı dinî fenomenlerle kurduğu ilişki çerçevesinde oluşup
geliştiğinden dolayı din psikolojisi, din fenomenolojisinin analiz ve
değerlendirmelerinden önemli ölçüde yararlanır.
- Din Antropolojisi: Dinin kültürel boyutuyla ilgilenir. Bu bilim dalı, çeşitli
toplumlarda zamana ve mekâna özel bir takım dinî inanç, ibadet ve
uygulamaların kültür yansımalarını araştırır. Din antropologları, farklı
kültürlere sahip toplumlarda ortaya çıkan dinî semboller, mitler, dinî
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İlahiyat İlimleri, insanın “niçin” ve “nasıl”
davranması gerektiğiyle ilgilenir.
ayin, dinî tören ve dinî hareketlerin görünümlerini, anlamlarını,
benzerlik ve farklılıklarını araştırıp tespit etmeye çalışırlar. Dindarlık
kültürlerde hazır bulunan dinî yapıların içselleştirilmesini ifade ettiği
için din antropolojisi, din psikolojisine önemli veriler sağlar.
- Din Felsefesi: Dinin düşünsel temelleriyle ilgilenir. Bu bilim dalı, dinî
inanç, tecrübe ve olguları felsefî bakış açısıyla ele alıp değerlendirir.
Din filozofları, dinin kaynakları, temel iddiaları ve yansımaları hakkında
rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı düşünceler üretirler ve bu
düşünceler üzerinde tartışırlar. Dindarlık, büyük ölçüde zihinsel
süreçlere bağlı ortaya çıkıp gelişen bir yapı arz ettiği için din felsefesi,
din psikolojisi için önemli bir referans kaynağı teşkil eder.
- Dinler Tarihi: Dinin tarihsel gelişimiyle ilgilenir. Bu bilim dalı, insanlık
tarihi boyunca dinlerin, ortaya çıkış sebeplerini, tarihsel gelişimlerini,
önemli şahsiyetlerini, inanç esaslarını ve uygulama biçimlerini araştırır.
Din tarihçileri, dinin ortaya çıkış sebeplerini, tarih içerisinde aldığı
şekilleri, dinî tecrübenin algılanış ve ifade ediliş biçimlerini objektif
metotlarla ortaya çıkarıp açıklarlar. Dindarlık, bağlanılan dinin geçmiş
kökleriyle anlam bulduğu için din psikolojisi, araştırmalarında ve
açıklamalarında dinler tarihinden yararlanır.
Din psikolojisi ve İlahiyat İlimleri
İlahiyat ilimleri, en genel anlamıyla yaratılış amacına uygun düşecek şekilde
insanın “niçin”ve “nasıl” davranması gerektiğiyle ilgili hüküm ve açıklamalardan
oluşan dinî mesajları anlamaya, yorumlamaya çalışan disiplinlerdir. Dindarlık, ilahî
boyut açısından temelleri kutsala dayanan bir kişilik yapılanmasıdır. Kelam, fıkıh,
tefsir, hadis, İslam tarihi… gibi ilahiyat ilimleri, kutsalın temel niteliklerini, dinî
serüvenini ve insana yönelik boyutlarını ele alıp değerlendirir. İlahiyat ilimleri,
imandan uygulamaya kadar dinî hayatın yapı taşlarıdır. Buna göre, bir dinin
kendine özgü sembol, inanç, ibadet ve ahlak anlayışı, o dine inananların
davranışlarını anlamada temel referans noktalarını teşkil eder. Herhangi bir dinî
davranışı, dayandığı bu temel referansları ya da dinî arka planı dikkate almaksızın,
sadece dışarıdan gözlemlemekle doğru ve gereğince yorumlayabilmek, mümkün
değildir. Zira davranışların dinî görüntüsü, ancak ruhun derinliklerinde kök salmış
dinî dinamiklerin etkisiyle biçimlenebilir. Bu durumda din psikoloğu, din ve
davranış ilişkisini ele aldığı tüm araştırmalarında dinin insanî ve dışa yansıyan
boyutu yanında, ilahî ve içkin boyutunu da hesaba katmalıdır.
Sonuç olarak, hangi sınıflama grubunda bulunursa bulunsun insanı merkez
alan ve onun davranışlarıyla yakın-uzak ilgilenen her disiplin, din psikolojisinin
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Tartışma forumu
Nöroteoloji, dindarlığın kaynağını biyolojik
temellere dayandırır.
çalışma arkadaşı sayılır. Aradaki ilişki ve etkileşim, bazı disiplinler açısından çok
güçlü ve kaçınılmaz iken bazıları için orta düzeyde ya da zayıf olabilir. Bu noktada
din psikolojisinin disiplinlerarası konumunu bir fikir vermesi açısından şu şekilde
formüle etmek mümkün görünmektedir: “Din psikolojisi; çalışma ilke, yöntem ve
teknikleri açısından genel psikolojiye; işlediği konular açısından din bilimlerine;
bireysel dindarlığın kaynaklarına olan ilgisi açısından ise, ilahiyat ilimlerine bağlı
çalışmalar sürdüren bir bilim dalıdır.” Kuşkusuz bu ilişki ve etkileşim, çift yönlüdür.
DİN PSİKOLOJİSİNİN ARAŞTIRMA ALANLARI
Disiplinlerarası konumu gereği din psikolojisi, genel olarak ilişkili olduğu tüm
disiplinlerin araştırma alanlarıyla da temas hâlindedir. Bununla birlikte o,
çalışmalarını bireysel dindarlıkla doğrudan ilgisi olan içsel yaşantılarla bunların
somut yansımaları üzerinde yoğunlaştırarak sistematik bilgi üretir. Dinamik bir
disiplin olduğu için din psikolojisi, kişisel dindarlıkla bağlantılı yeni gelişmeleri de
kapsama alanına alır. Bu nedenle çalışma alanı zamanla birlikte gittikçe genişlemiş
ve doğal olarak genişlemeye devam edecektir. Günümüz itibarıyla Din psikolojisine
dâhil edilebilecek büyük bir konu çeşitliliği olmasına karşın, sistematik bağlamda
bir fikir vermesi açısından burada çoğu din psikolojisi eserlerinde işlenen temel
araştırma alanlarına yer verilmektedir.
Dindarlığın Biyolojik, psikolojik ve Sosyal Kaynakları:
“Sinir sistemi biyolojisi” olarak tanımlanan “nörobiyoloji” ile dinî ve mistik
yaşantıların biyolojik temelli olduğunu iddia eden “nöroteoloji”, dindarlığın
kaynağını beyin ve sinir sistemi işleyişi ya da davranış genetiği gibi biyolojik-
bedensel temellere bağlar. Bu yaklaşımların “Tanrı noktası”, “Tanrı geni”, “inanç
geni” gibi biyolojik tabanlı iddia ve araştırmaları (Bkz. Tarhan,2009: 61-63), Din
psikolojisinin kayıtsız kalmayarak ilgilendiği konular arasında yer alır.
İnanma ihtiyacı, anlam ve hakikat arayışı, kimlik arayışı ve bütünlük arzusu,
anlama ihtiyacı ve bilişsel tatmin, engellenme ve çaresizlik, sıkıntı ve dinî güvenlik,
suçluluk ve günahkârlık duygusu, ölüm ve ölümsüzlük arzusu gibi daha çok zihinsel
ve ruhsal temelli çeşitli ihtiyaç ya da güdüler (Bkz. Hökelekli 2001: 86-119), din
psikolojisinin yoğun olarak ilgilendiği dindarlığın psikolojik kaynaklarıdır.
Tar
tışm
a • Disiplinler arası konumu çerçevesinde din psikolojisinin ilişkide bulunduğu disiplinlere sağladığı katkılarla lgili fikriniz nedir? Konuyu forumda tartışabilirsiniz.
araştıran psikoloji biliminin ilk kurucuları arasında yer alır. Dolayısıyla din
psikolojisinin genel psikoloji ile birlikte temellendiği söylenebilir.
Yaygın kanaate göre genel psikolojinin din psikolojisine öncülük etmesinde,
iki önemli psikolojik yaklaşım ön plana çıkar. Bu disiplinlerden biri, W. Wundt
(1832-1930) ve O. Külpe (1862-1915) gibi bilim adamları tarafından temsil edilen
“Psiko-fizyoloji”dir; diğeri ise, “Psikanaliz” Ekolüne mensup S. Freud (1856-1939)
ile C. G. Jung’un (1875-1961) temsil ettikleri “Derinlik psikolojisi”dir (Holm 2004,
14). Ana hatları itibarıyla Din psikolojisi, ABD’de daha çok psikologların
öncülüğünde; Avrupa’da ise, daha ziyade filozof ve teologların öncülüğünde
kurulmuştur.
ABD’de 19. yüzyılın sonları, Din psikolojisinin gelişmesinde önemli bir dönüm
noktası sayılır. Amerikan Din psikolojisinin kurucusu olarak kabul edilen S. Hall
(1844-1924), önemli bir isimdir. Adolescence, its Psychology/Ergenlik psikolojisi
(1904) adlı eserin yazarı olan Hall, özellikle ergenlerle ilgilenmiş; dinî gelişim
aşamaları konusunda anket tekniğine dayalı yaptığı araştırmalarla tanınmıştır.
Ancak, onu asıl değerli ve anlamlı kılan, Clark Ekolü’nün en önemli diğer iki
temsilcisi E. D. Starbuck (1866-1947) ile J. H. Leuba’yı (1868-1946) bilim dünyasına
katmasıdır. “Din psikolojisi” kavramını ilk kullanan kişi olarak ünlenen Starbuck,
gençlerde dinî gelişimi araştırmış ve özellikle din değiştirme konusu üzerinde
yoğunlaşmıştır. Din psikolojisi adıyla yayınlanan ilk kitap olarak tarihe geçen The
Psychology of Religion/Din psikolojisi (1899) adlı eserinde Starbuck, kapsamlı bir
otobiyografik malzemeyi analize tabi tutmuştur. Dine psikolojik açıdan yönelen ilk
kişi olarak ünlenen Leuba, Starbuck gibi deneysel-ampirik yöntemin öncülerinden
olup ergenlik dönemi, dinî gelişim ve din değiştirme konularıyla ilgilenmiştir. Ünlü
eseri The Psychology of Religious Mysticism/Dinî Mistisizm psikolojisi’nde (1925),
mistisizmi ve yakın konuları ele almıştır.
İlk psikologlar arasında en tanınmış olan ve Din psikolojisinin teorik babası
olarak kabul edilen bilim adamı, W. James’tır (1842-1910). James, hem filozof hem
de psikolog olarak dine önemli bir olgu olarak yaklaşmıştır. Din ile ilgili araştırma ve
fikirlerini, 1901-1902 yıllarında gerçekleştirdiği “Gifford-Konferansları” serisinde
açıklamıştır. Sözü edilen konferansları, The Variaties of Religious Experience/Dinî
Tecrübenin Çeşitliliği adıyla 1902’de kitap olarak yayınlamıştır. Din psikolojisinde
bağımsız araştırma yolunu açan bu kitap, kısa zamanda pek çok yabancı dile
çevrilmiş ve böylece birçok ülkede gerçekleştirilen araştırmalara ışık tutmuştur.
Kitabında James, din ile fizyoloji arasındaki ilişkiyi işlemiştir. Ayrıca, görünmeyen
varlıkların gerçekliği, din değiştirme, mistik tecrübe ve kutsallık, incelediği konular
arasındadır. Jamese göre din, insan hayatı için köklü bir tecrübedir. James, dinin
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Wundt, Din Psikolojisinin “bilim babası” kabul edilir.
daha çok bireysel ve duygusal boyutuna vurgu yapmıştır. Ona göre asıl olan
bireysel dindarlıktır; dinin kurumsal, ritüel tarafı ikinci derecede önemlidir.
Amerika Ekolü’nün önemli diğer bir temsilcisi J. Pratt’tır. Eseri The Religious
Conciousness/Dinî Bilinçlilik (1920)’te Hristiyanlık dışındaki dinlerdeki fenomenlerle
de ilgilenmiştir. Pratt ile Amerika psikoloji Ekolü, zirveye ulaşmış sayılır. Daha sonra
özellikle 1920-1960 yılları arasında çeşitli nedenlerden ötürü din psikolojik
araştırmalar, ABD’de önemini yitirmiştir. Bu fetret döneminin ortaya çıkmasında,
din psikolojisi çalışma alanının ve yönteminin yeni koşullara uygun olacak şekilde
belirlenememesinin sorumluluğu kadar, genel psikoloji alanında radikal
davranışçılığa kayış, bilimsellik kaygısıyla içsel yaşantıların göz ardı edilmesi,
teolojik konularda psikolojizme kayma korkusu, din ile yakından ilgilenen öncü din
psikologlarının ölmeleri ya da emekli olmaları; 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı ve
sonrasında ortaya çıkan ekonomik kriz gibi birçok nedenin payı söz konusudur.
Alman bilim çevrelerinde Din psikolojisi, F. Schleiermacher (1768-1874) ile
A. Ritschl (1822-1889) gibi filozoflara dayandırılan “geleneksel teolojik yaklaşım”
aracılığıyla, erken dönemlerde gelişme kaydetmiştir. Ayrıca genel psikoloji
kapsamında din olgusuna yönelik ilgi de, gittikçe artmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan
en önemli gelişme, 1879 yılında Avusturya Leibzig Üniversitesinde W. Wundt
(1832-1930) tarafından ilk psikoloji enstitüsünün kurulmasıdır. Enstitüde deneysel
psikoloji çalışmalarını başlatan Wundt, bu büyük başarısı nedeniyle hem bilimsel
psikolojinin hem de Din psikolojisinin “bilim babası” sayılır. Kaleme aldığı on ciltlik
Völkerpsychologie/Millet psikolojisi (1900-1920) adlı eserinde yer alan din ile ilgili
bilgiler, Din psikolojisinin temellenmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Eserinde
Wundt, dini, milletler psikolojisinin temel niteliklerinden biri olarak ele almış; onu,
sanat, ahlak ve gelenek gibi toplumsal hayatta hâkim olan sosyal ögeler arasında
değerlendirmiştir. Wundt’un araştırmaları, “Dorpater Ekolü” (Deneysel Ekol) adıyla
bilinen bir yaklaşım içerisinde sürmüştür. Bu ekolde deneysel yöntemlerin gelişimi
üzerinde ciddi çabalar ortaya konmuş, özellikle dinî yaşantılar, sistematik-kontrollü
iç gözlem ve deney yöntemiyle incelenmeye başlanmıştır. O. Külpe (1862-1915), K.
Girgenson (1875-1925) ve W.r Gruehn (1887-1961) gibi bilim adamları, ekolün ileri
gelen temsilcileri arasında yer alır. Gruehn’in Die Frömmigkeit der Gegenwart/
Günümüz Dindarlığı (1956) adlı eseri, ekolün sonuçlarının bir özeti sayılır.
20. yüzyılın başlarında Almanya’da daha çok tanımlayıcı (descriptive) din
psikoloji geleneği öne çıkmıştır. Bu yaklaşım, dinî olguları ve bunların insan
psikolojisi üzerindeki subjektif yansımalarını “fenomenolojik yöntem” bağlamında
ele alıyordu. Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi, Das Heilige/Kutsal (1913) adlı ünlü
eseriyle R. Otto sayılır. Otto’ya göre kutsalın irrasyonel tecrübesi, insana özel bir
niteliktir. Bütünlük tecrübesinde çoğu zaman korku ya da dehşet anları (mysterium
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Psikanalizin kuruluşu, Din Psikolojisi için önemli bir dönüm
noktası sayılır.
Freud’un tersine Jung, dini kişiliğin ayrılmaz bir
parçası olarak kabul etmiştir.
tremendum) söz konusu olmakla beraber böyle bir deneyimde büyüleyici ve çekici
(fascinosum) bazı nitelikler de devreye girmektedir.
Psikanalizin kuruluşu, kuşkusuz Avrupa’da Din psikolojisinin önemli dönüm
noktalarından biridir. 1900’lü yılların başlarında S. Freud’un (1856-1939)
öncülüğünde, “Derinlik psikolojisi” adıyla yeni bir yaklaşım doğmuştur. Bu
yaklaşım, insan davranışı ardındaki temel dinamikleri, çocukluk dönemi tecrübelere
ve bilinçaltı süreçlere dayandırmış; hemen tüm açıklamalarında bu iki kaynaktan
hareket etmiştir. Freud’u diğer pek çok psikologdan farklı kılan en önemli özelliği,
yoğun olarak ilgilenmesine karşın dine karşı olumsuz fikirler üretmesidir.
Zwanghandlungen und Religionsübungen/Zorlanımlı Eylemler ve Dinî Pratikler
(1907), Totem und Tabu/Totem ve Tabu (1913), Die Zukunft einer İllusion/Bir
Yanılsamanın Geleceği (1927) ve Der Man Moses und Die monoteistisches
Religion/Musa ve Tek Tanrılı Din (1939), Freud’un din ile ilgili görüşlerini ortaya
koyduğu başlıca eserleridir.
Genel olarak Freud, dindarlığı ya sığınma ve güven arayışını doğuran
çocukluk dönemi çaresizlik ve güçsüzlük duygularına; ya da bilinç altından
kaynaklanan suçluluk duygusuyla gelişen saplantılı nevrozlara dayandırmıştır. Dinin
“Oedipus” ve “Elktra” gibi mitoloji kökenli bir takım komplekslerden
kaynaklandığını ve Tanrının, “yüceltilmiş bir baba” olduğunu iddia etmiştir. Ona
göre din karşısındaki insanın tutumu, üstesinden gelemediği ve kontrol edemediği
güçler karşısında çocukluk yıllarına ve baba korumasına kaçıp sığınma
yanılsamasından ibarettir. İbadet olarak yaptıkları ise nevrotik hastalarda görülen
saplantılı tekrarlardan başka bir şey değildir. İnsan, gelişmek suretiyle tabiat ve
toplumsal engellemeler karşısında duyduğu çaresizliği yendiği ve böylece bu
yanılsamalı baba-oğul ilişkisinin farkına vardığı zaman din de ortadan kalkacaktır.
Freud’un iddialarına en büyük tenkit ve karşı duruş, “psikanalizin prensi”
olarak takdim ettiği ve samimi bir baba-oğul ilişkisi yaşadığı öğrencisi C. G.
Jung’dan (1875-1961) gelmiştir. Freud ile Jung arasında 1909’da kurulan samimi
birliktelik fazla sürmemiş, başta dine bakış açıları olmak üzere aralarında derin fikir
ayrılıkları nedeniyle 1912’de sona ermiştir. Feud’un iddia ettiğinin tersine Jung’a
göre din, insan tabiatının evrensel ve en eski olgularından biri olup, tüm psişik
yapıya nüfuz edebilecek güçtedir (Bkz. Bahadır 2007). Jung, insanın doğuştan
dindar bir tabiatla dünyaya geldiğini ve ibadetlerin ruh sağlığı için gerekli olduğunu
savunmuştur. Otto’nun kutsalla ilgili görüşlerini kabul eden Jung’a göre Tanrı,
insanın ruhuna mührünü basmıştır. Bu noktada insanın tercih özgürlüğü yoktur,
kutsalın ezici gücünü kabul etmek ve itaat etmek zorundadır. Jung, inançsızlığı ya
da ateizmi, dinî bir sorundan ziyade kişilik sorunu olarak görmüştür. Ona göre
inancını kaybedenin kişiliği bölünmüş, ruhsal bütünlüğü bozulmuştur.
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Irkçılık ve II. Dünya Savaşı, Alman Din
Psikolojisi için geçici bir çöküş sayılır.
Günümüzde Alman Din Psikolojisi çalışmaları,
ampirik akademik psikoloji odaklıdır.
Farklı kültürler, mitler ve dinler üzerinde gerçekleştirdiği birçok araştırma
sonucunda Jung, dinî tören ve mistik ifade şekilleri açısından dinler arasında, büyük
benzerlikler tespit etmiştir. Buradan hareketle o, dinin kökenini, tüm insanlarda var
olan, en eski atalarının tecrübelerinin saklandığı ve bunların gelecek kuşaklara
aktarılmasını sağlayan “Arketip”lere dayandırmıştır. Arketipler tüm insanlığa özgü
ortak davranış nitelikleri olup kutsalın hâkim olduğu “Kollektif Bilinçdışı”nda
etkinlik gösterir. Ona göre dinî içerikler, bu yapının en güçlü ögeleridir. İnsanın
kişilik bütünlüğüne ulaşmasını ifade eden “Bireyleşme”, esasen dinî bir süreçten
ibarettir. Jung, hemen tüm eserlerinde dine yer vermiş birisidir. Bu noktada
özellikle şu eserleri zikredilmeye değerdir: Psychologie und Religion/psikoloji ve Din
(1942), Antwort auf Hiob/Yakuba Cevap (1952), Mysterium Coniunctionis/Sırlı Birlik
(1956), Zur Psychologie westlicher und östlicher Religion/Batılı ve Doğulu Dinlerin
psikolojisi Üzerine (1963).
Irkçılık hareketleri ve İkinci Dünya Savaşı, Almanya’da yürütülen din
psikolojik çalışmalar açısından, büyük bir kırılmayı ifade eder. Çalışmalara öncülük
eden pek çok din psikoloğu, ya göçe zorlanmış ya da susturulmuştur. Almanca’nın
konuşulduğu ülkelerde din psikolojisi çalışmalarının tekrar başlaması, ancak 1961
yılında W. Keilbach’ın girişimleriyle yeniden kurulan Uluslararası Din psikolojisi
Derneğinin himayesi altında mümkün olmuştur. Yeni başlayan bu dönemde W.
Pöll, din psikolojisi ile ilgili genel bir bakış açısı ortaya koyan Religionspsychologie/
Din psikolojisi (1974) ve Das religiöse Erlebnis und seine Strukturen/Dinî Tecrübe ve
Yapıları (1974) adlı eserleriyle, dikkatleri üzerine çekmiştir.
Alman geleneğinin hâkim olduğu bölgelerde dinî tecrübe ve dinî davranış
son dönemlere kadar gereğince işlenmemiştir. İlginç bir husus olarak Alman Din
psikolojisi Ana Bilim Dalı, ancak 2000 yılından itibaren sosyal bilimler fakültelerinde
varlık göstermeye başlamıştır. Önceki yıllarda ABD’de çeşitli psikolojik yaklaşıma ait
11 farklı dergi yayınlanırken Almanya’da Archiv für Religionspsychologie dergisi,
ancak 3-4 yılda bir yayınlanabiliyordu. Her ne kadar daha çok din bilimleri yönelişli
konular işlemişse de bu dergi din psikolojisi çalışmalara ivme kazandırmıştır. Bu
çerçevede olmak üzere “Arbeitskreis Religionspsychologie/Din psikolojisi Çalışma
Grubu” ile “Deutsche Gesellschaft für Psychologie/ Alman psikoloji Derneği”nin
düzenlediği kongre ve toplantılar yeni ampirik araştırmaların gerçekleştirirlmesinde
önemli katkılar sağlamıştır. 1995’te ilk defa standart bir psikoloji eserinde
dindarlık, psikolojik bakış açısıyla konu edilmiş ve sonrasında bu tür çalışmalar
gittikçe artmıştır. 1996’dan itibaren dindarlık ve maneviyat psikiyatrik
uygulamalarda dikkate alınmaya başlanmıştır (Utsch, 2000: 98).
Günümüzde Alman Din psikolojisi, geniş bir araştırma alanına sahiptir.
Çalışmaların önemli bir kısmı “Davranış Terapisi”, “Hasta Merkezli Psikoterapi”,
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Son dönemlerde Fransa, Belçika,
Hollanda gibi diğer Avrupa ülkelerinde din psikolojisi çalışmaları,
ivme kazanmıştır.
“Psikanaliz” gibi patrik psikoterapi çerçevesinde değerlendirilebilecek türdendir.
Akademik yapılanmadan geldikleri için psikologlar arasında en yaygın yaklaşım,
ampirik yöntemlerle yürütülen “Akademik psikoloji”dir. Din Psikologları, daha çok
kişilik-din ilişkisi ve başa çıkma-din ilişkisi üzerinde çalışmaktadırlar. Din psikolojisi
ile ilgilenen ilahiyatçıların önemli bir bölümü, psikolojik sonuçları etkin oldukları
görevlerde kullanmakta; din psikolojisi ile teoloji arasındaki diyalog üzerinde
yoğunlaşmaktadırlar. S. Murken, C. Henning, C. Zwingmann, B. Grom, M. Utsch,
U. Mann, son dönem önemli Alman din psikologları arasında sayılmaktadır.
Daha çok psikiyatrik çerçevede olmak üzere Fransa’da da din psikolojik
konulara yönelik ilgi, erken dönemlerde başlamıştır. Bu gelişmede, 19. yüzyılın
sonlarında alanın temsilcilerinden birisi kabul edilen J. M. Charchot (1825-1893)’un
rolü belirleyicidir. Charchot’un, 20. yüzyılın başlarında en büyük Fransız din
psikologlarından biri olan P. Janet’in (1859-1947) üzerinde önemli bir etkisi
olmuştur. Jannet, din psikolojik bağlamda mistik tecrübeyi inceleyen ilklerden
birisidir. Din psikolojisinin kurulduğu ilk dönemde Fransa’da öne çıkan önemli
temsilciler arasında T. Ribot (1839-1916), Ernest Murisier (1867-1903), H.
Delakroix (1893-1937) özellikle kayda değerdir. Diğerleri gibi dinin mistik
görünüşleriyle ilgilenen İsviçreli T. Flournoy (1854-1920) da bu ekol içerisinde
kabul edilebilir. Bu gelenekte önemli diğer iki bilim adamı, G. Berguer (1873-1945)
ile P. Bovet’dir (1878-1965). Ünlü gelişim psikoloğu J. Piaget (1896-1980), bu ilk
Fransız psikologlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. Zihin ve ahlâk gelişimini konu
alan araştırmalarıyla Piaget, din psikolojisi alanına önemli katkılar sağlamıştır.
Son dönemlerde Fransa, Belçika ve Hollanda’da din psikolojisi alanında
önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Paris’te, çocuklarda dinî gelişimi araştıran J.P.
Deconchy; Brüksel’de, The Psychological Dynamics of Religious Experience/ Dinî
Tecrübenin psikolojik Dinamikleri (1985) adlı eserin yazarı A. Godin; Löwen’de ise,
Tanrı ile ebeveyn imajı arasındaki ilişkiyi araştıran A. Vergote, çalışmalarıyla ön
plana çıkanlardır. Vergote’un Religionspsychologie/Din psikolojisi (1971) eseri, pek
çok dile çevrilmiştir.
ABD’de William James’in öncülüğündeki Din psikolojisi geleneği, R.H.
Thousless, G. W.Allport ve W. H. Clark gibi psikologlarca aktarılmaya devam
etmiştir. Bu çerçevede ele alınan diğer konular, “din değiştirme tecrübesi”, “mistik
tecrübe” ve “dinî hayatın gelişim aşamaları” doğrultusunda olmuştur. Son
dönemlerde yeni yaklaşımlar da ortaya çıkmıştır. P. Tillich (1886-1965), R. May, E.
Fromm, C. Rogers ve E. H. Erikson gibi psikologlar, bu yeni yaklaşımların önemli
temsilcileri arasında yer almaktadır. G. Allport ve A. Maslow’un temsil ettiği
“Hümanistik psikoloji”, maneviyatı da içine alan insan odaklı konularla
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Son yıllarda İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya gibi diğer
İskandinav ülkelerinde de din psikolojisi
çalışmaları, gittikçe artmaktadır.
ilgilenmektedir. Yine kurucusu Maslow kabul edilen “Transpersonel psikoloji”
çerçevesinde, benlik bütünlüğü-din-maneviyat ilişkisi üzerinde durulmaktadır.
Psikoterapi açısından din psikolojisine yönelik konular, D.W. Winnicot
(1896-1971) ve A. T. Boisen (1876-1965) gibi bilim adamlarıyla birlikte açıklık
kazanmıştır. 1970 sonrası Din psikolojisi, daha çok ekip çalışmalarıyla gelişmeye
devam etmiştir. Bu noktada özellikle M. Argyle-B. Hallahmi, C.D. Batson-W. L.
Ventis, B. Spilka-R.W. Hood-R.L. Gorsuch, M.J. Meadow-R.D. Kaohe, R. A.
Emmons-R.F. Paloutzian, K. I. Pargament- Mc Intosh gibi ekip çalışmaları, verimli
eserler ortaya koymuştur. ABD’de Din psikolojinin ivme kazanmasında yayın
hayatına giren dergilerin rolü oldukça büyüktür. Bunlar arasında, Review of
Religious Research (1959), The Pychology of Religious Knowing (1988), Journal for
the Scientific Study of Religion (1990), Research in the Social Scienstific Study of
Religion (1990) dergileri burada kayda değerdir.
Günümüzde Din psikolojisi, ABD’de çok çeşitli alanlarda etkin bir şekilde
araştırmalarını sürdürmektedir. Yıllık konferansı ve yayınlarıyla “Society for the
Scientific Study of Religion” Derneği, sosyal psikolojik araştırmalar açısından
merkezi bir konumdadır. Din psikolojisi alanında etkin resmî ve tüzel kurumların
çokluğu, basılan eser sayısı, süreli yayınlar, bilimsel toplantı ve organizasyonlar
açısından ABD, öncü konumunu tartışmasız olarak korumaktadır.
Son dönemlerde, başta İsveç olmak üzere İskandinav Ülkeleri’nde Din
psikolojisi, önemli bir sıçrama kaydetmiştir. Kuşkusuz bu gelişmede, özellikle 20.
yüzyılın önemli din bilimcilerinin büyük katkıları olmuştur. Mistik tecrübeyle
ilgilenen N. Söderblom (1866-1931), T. Andrae ve E. Arbman, bu noktada öncelikle
zikre değerdir. Danimarka’da, dinî tecrübelerle ilgili eserler veren V. Gronbek
önemli bir isimdir. Norveç adına K. Schjelderup (1894-1980) ile E. Berggrav (1884-
1959) kayda değerdir. Aynı şekilde, Finli A.Voipio, Din psikolojisinde önemli diğer
bir şahsiyettir. H. Ruins’e ait bir literatür araştırması olan Poesins Mystik/Şiir
Mistisizmi (1935) ile J. Gästrings’e ait De växandes religiösa liv/Ergenlerde Dinî
Hayat (1936) eserleri, Finlandiya’da ortaya konan erken dönem çalışmalardır.
Geçmişten gelen büyük bir birikim, 1950’li yılların sonunda Abo Akademisine bağlı
olarak faaliyetlerini sürdüren “Din ve Kültür Tarihi Enstitüsü”nün kuruluşunu
hazırlamıştır. Din psikolojisi adına göze çarpan önemli bir gelişme, 1967 yılında
Upsala Üniversitesinde H. Sunden’in başkanlığında Din psikolojisi Anabilim Dalının
açılmasıdır.
Günümüzde din psikolojik araştırmalar sadece sözü edilen ülkelerle sınırlı
değildir, aksine örneğin Doğu Avrupa’da ve yine dünyanın Hristiyan olmayan
bölgelerinde de çok yönlü gelişmeler söz konusudur. Doğal olarak, kısa bir
tanımlama çerçevesinde günümüz din psikolojik araştırmalarının hepsini gösteren
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Geleneksel İslam kültüründe, modern
psikolojiye katkı sağlayan önemli
çalışmalar mevcuttur.
geniş bir tablo ortaya koymak mümkün değildir. Burada aktarılan açıklamalar, din
psikolojisi alanında öne çıkan başlıca yaklaşımlara yönelik kısa bir bilgilendirme
olarak anlaşılmalıdır (Tarihsel süreç ile ilgili geniş bilgi için bkz. Holm, 2004: 14-21).
Tarihî arka planı açısından oldukça zengin din psikolojik tecrübelere sahip
olmasına karşın İslam ve Türk Dünyası’nda Batı’da görüldüğü şekilde sistematik bir
din psikolojisi geleneğinden bahsetmek kolay değildir. Din psikolojisinin bilim
olmadan önceki tarihi kaynakları açısından İslam kültürüne baktığımız zaman
küçümsenemeyecek bir bilgi ve deneyim zenginliğinden bahsedebiliriz. Başta
Kur’an ve hadisler olmak üzere dinî kaynakların hemen hepsinin muhtevasında
günümüz din psikolojisinde karşılıkları olan “nefs”, “kalb”, “ruh”, “fıtrat”, “iman”,
“inkâr” vb. bir çok psikolojik kavram, yorum ve yöntem tespit edilebilir.
Diğer taraftan İslam bilginlerinin teorik ve pratik çalışmaları, günümüz
psikolojisine esin kaynağı olabilecek önemli bilgi ve deneyimler aktarmaktadır. Bu
çerçevede olmak üzere örneğin H. Muhasibi’nin (vt. 857; eseri: er-Riaye) insanın
psikolojik bütünlüğünü ifade eden “nefs” kavramını tahlil ederek bireyin “iç
gözlem” yöntemiyle kendi iç dünyası hakkında “iç görü” elde edebileceğini
savunması, önemli ilklerden biridir. Aynı şekilde Kindi’nin (vt. 866; eseri: el-Hile)
rüya ve uyku üzerindeki çalışmaları; Farabi’nin (vt. 950; eseri: Kitabu’n-Nefs)) akıl,
vahiy ve rüya ile ilgili görüşleri; İbn Sina’nın (vt. 1037; en-Necat) ruhsal içeriklerin,
duygu ve heyecanların psikolojik ve bedensel yansımalarıyla ilgili görüşleri, ayrıca
psikoterapik çözümlemelerde kullandığı teknikler; Ebu Bekir Razi’nin (vt. 925;
eseri: Tıbbu’r-Ruhani) ruh sağlığı bağlamında ortaya koyduğu sorunlar ve bunların
tedavisiyle ilgili teklif ettiği çözümler, hem kendinden sonrakilere, hem de
günümüz psikolojisine ışık tutabilecek öneme sahiptir. Gazzali’nin (vt. 1111; eseri:
İhyau Ulumu’d-Din) sistematik iç gözlem ve davranış çözümlemesine dair
yaklaşımları, güdü teorisini çağrıştıran pratik fikirleri ve kullandığı psikolojik
kavramlar; F. Razi’nin (vt. 1209; eseri: Kitabu’n-Nefs ve’r-Ruh) psikolojik güdüler,
ahlak felsefesi ve psikolojisine yönelik görüşleri ve son olarak da İbn Haldun’un (vt.
1406; eseri: Mukaddime) sosyolojik ve sosyal psikolojik güdülere yönelik çok yönlü
görüşleri, modern din psikolojisine olduğu kadar genel psikolojiye de önemli veriler
sağlayabilecek niteliktedir. (Klasik İslam bilginlerinin görüşleri ile ilgili geniş bilgi için
bkz. Hökelekli, 2001: 26-48).
Ülkemizde Din psikolojisinin gelişim seyrine gelince, çalışmaların belirli bilim
adamları üzerinden yürüdüğü tespitinde bulunabiliriz. Akademik-bilimsel
serüveninden önceki yıllarda din psikolojisi konularından bahseden başlıca üç bilim
adamı, burada kaydedilebilir: Daha çok felsefe, din felsefesi ve psikoloji alanlarında
çalışmalar yürüten M. Ş. Tunç (1886-1958), felsefe, düşünce tarihi ve sosyoloji
alanında tanınan H. Z. Ülken (1901-1974), ile felsefe, sosyoloji, tasavvuf ve ahlak
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
Ülkemizde ilk Din Psikolojisi dersleri,
1949’da Ankara İlahiyat Fakültesinde B. Egemen
tarafından okutulmuştur.
Ülkemizde, gittikçe çoğalan çalışmalar, Din
Psikolojisinde uzmanlaşmayı ve
çalışma çeşitliliğini de artırmıştır.
alanlarında isim yapmış N. Topçu (1909-1975). 60 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk
Din psikolojisi, büyük ölçüde ilahiyat fakülteleri aracılığıyla ilerleme kaydetmiştir
(Kayıklık 2011, 68).
İlk akademik din psikolojisi dersleri, 1949 da kurulan Ankara İlahiyat
Fakültesinde B. Z. Egemen tarafından verilmiştir. Egemen’in kaleme aldığı Din
psikolojisi: Saha, Kaynak, Metod Üzerine bir Deneme (1952) adlı küçük hacimli
kitabı, ülkemizde ilk din psikolojisi eseri olması ve kendinden sonrakilere referans
teşkil etmesi bakımından önemli bir eserdir. Eserin ilk kısmında Din psikolojisinin
tarihi, konuları, alanları, kaynakları ve yöntemleri üzerinde durulmuş; ikinci
kısmında ise, Psikoanalitik yaklaşımın temel görüşleri işlenmiş, din ile ilgili görüşleri
nedeniyle ekolün kurucusu Freud tenkit edilmiştir.
Din psikolojisi adıyla yayınlanan ikinci kitap, O. Pazarlı’ya aittir (İstanbul,
1968). Eserde, bilgi ve inanç; din olgusu, dinî gelişim, dinin bireysel ve toplumsal
yönü; din duygusu ve din bilinci; Din psikolojisinin konumu; dinî tecrübe, dine
dönüş, din değiştirme, mistisizm ve teoloji; ibadet, dua; İslam’da akıl, ruh ve
maneviyat; metapsişik olaylar ve mucize gibi konular ele alınmıştır.
1970’li yıllarla birlikte din psikolojisi alanında gittikçe artan bir
hareketlenmeden bahsedilebilir. N. Armaner’in 1967’de yayınladığı İnanç ve
Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, 1973’te yayınladığı Psikopatolojide
Dinî Belirtiler; 1980’de yayınladığı Din psikolojisine Giriş I kitapları Din psikolojisinin
gelişmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Aynı şekilde, B. Özbaydar’ın 1970 yılında
yayınladığı, din psikolojisi alanında ilk alan araştırması olarak bilinen Din ve Tanrı
İnancının Gelişmesi Üzerine bir Araştırma adlı eseri; E. Fırat’ın Üniversite
öğrencilerinde Allah İnancı ve Din Duygusu adıyla Ankara İlahiyat Fakültesinde
tamamladığı 1977 tarihli tezi; K. Yavuz’un 1983 tarihinde yayınladığı Çocuklarda
Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi ile 1987 tarihli Psikanalizde İlk Dinî
Gelişmelerin Değeri adlı eserleri, Din psikolojisiyle doğrudan ilgili konuları
işlemeleri açısından bilim dalında kilometre taşları sayılır.
Sonraki yıllarda, akademisyenlerin çoğalmasına bağlı olarak yazılan eserlerde
ve yapılan çalışmalarda, hem uzmanlaşma hem de çalışma çeşitliliği adına önemli
farklılaşmalar göze çarpmaktadır. 1993 yılında yayınlanan H. Hökelekli’ye ait Din
psikolojisi eseri, kapsam ve bütünlük açısından alanda sahip olduğu ağırlık ve
değerle dikkatleri üzerine çekmektedir. Aynı tarihte H. Peker tarafından yayınlanan
Din psikoloji kitabı, kullandığı dil ve üslupla beğeni toplayan diğer bir eserdir.
2000 yılından sonra Din psikolojisi alanında yapılan çalışmalar hızla
çoğalmıştır. Bu tarihlerde Din psikolojisi ana bilim dalına bağlı yayınlanan eserlerin
bir kısmı şöyle sıralanabilir: H. Certel; Din psikolojisi, Ankara 2003; H. Şentürk, Din
psikolojisine Giriş, İstanbul 2010; H. Hökelekli, Din psikolojisine Giriş, İstanbul
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
2010; H. Kayıklık, Din psikolojisi, Adana 2011. F. Karaca, Din psikolojisi, Trabzon,
2011. Çeviri ve derleme kitaplar: A. Vergote, Din, İnanç ve İnançsızlık (Çev. V.
Uysal), İstanbul 1999; N. Holm, , Din psikolojisine Giriş, (Çev. A. Bahadır), İstanbul
2004; A. Ayten, psikoloji ve Din, İstanbul 2006; A. Şahin, Dine psikolojik
Yaklaşımlar, (Derleme), Konya 2008; A. Ayten, Din psikolojisi, (Derleme), İstanbul
2010.
2009 yılında başlayıp periyodik olarak gerçekleştirilen “Din psikolojisi Ana
Bilim Dalları Koordinasyon Toplantıları” ve 2010 yılında Konya’da düzenlenen ilk
“Din psikolojisi Kongresi”, alanda önemli gelişmeler olarak kaydedilmelidir.
Kuşkusuz Türkiye’de Din psikolojisi adına burada dile getirilenler, çalışmaların
ancak bir kısmının fotoğrafı sayılabilir. Alanın içinden ve dışından gerçekleştirilen
yüzlerce çalışma söz konusudur ve her geçen yıl bu çalışmalara yenileri
katılmaktadır. Ülkemizdeki mevcut durumu dikkate alındığında, Türk Din
psikolojisinin geleceğine yönelik güçlü umutlardan bahsedilebilir.
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26
Öze
t •Din Psikolojisi; geliştirdiği teori, yöntem ve araştırma teknikleriyle insan hayatının tüm boyut ve aşamalarında din ile ilgili her şeyi araştırmayı amaçlayan bilimsel bir disiplin olup insanın düşünce, duygu ve eylem dünyasına hitap eder. Din Psikolojisinin temel problemi dindar insandır; dindarlıkla ilgili olumlu ya da olumsuz her türden eğilim ve içerik, söz konusu bilim dalının ilgi alanına girer.
•Din Psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır.
•Din Psikolojisinin amacı, insanın dini hayatını bütün genişliği, derinliği ve bağlantıları içerisinde incelemektir.
•Din Psikolojisi, gerek bireyin kendi dini hayatının temel dinamiklerini tanımasında ve gerekse kendi dışındaki sosyal çevrede mevcut dini yapı ve ilişkileri algılamasında, önemli katkılar sağlayabilir.
•Din Psikolojisi, bilimsel bağlantıları açısından sosyal bilimler, din bilimleri ve ilahiyat ilimlerinin kesiştiği noktada disiplinlerarası bir konuma sahiptir. Din Psikolojisi, çalışma ilke, yöntem ve teknikleri açısından Genel Psikolojiye; işlediği konular açısından Din Bilimlerine; bireysel dindarlığın kaynaklarına olan ilgisi açısından ise, İlahiyat İlimlerine bağlı çalışmalar sürdüren bir bilim dalıdır.
•Din Psikolojisi, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bilim olma yolunda hızla gelişmeye başlamıştır. Bu bilim dalının ilk kurucuları, aynı zamanda Avrupa ve ABD’de dinî olaylara ilgi duyan Psikoloji biliminin ilk kurucularıdır.
•Tarihi arka planı açısından oldukça zengin din psikolojik tecrübelere sahip olmasına karşın İslam ve Türk Dünyası'nda Batı'da görüldüğü şekilde sistematik bir Din Psikolojisi geleneğinden bahsetmek kolay değildir. 60 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk Din Psikolojisi, büyük ölçüde İlahiyat Fakülteleri aracılığıyla ilerleme kaydetmiştir.
ev • Sosyal Bilimler, Din Bilimleri ve İlahiyat İlimleri
arasındaki konumunu da dikkate alarak Din Psikolojisinin günümüzde yaşanan dini hayatın anlaşılmasında sahip olduğu önem ve katkısı hakkında 200 kelimeyi aşmayacak bir kompozisyon yazınız ve yandaki ödev gönderme linkini kullanarak gönderiniz.
1. “Dini düşünce ve kanaatleri, dini duygu ve tecrübeleri, dini tutum ve davranışları inceleme” Din psikolojisinin hangi yönüyle doğrudan ilgilidir?
a) Amacı b) Tanımı c) İlkeleri d) Konusu e) Hepsi
2. Aşağıdakilerden hangisi Din psikolojisi konuları arasında yer almaz?
a) Dinî güdü ve arzular b) Dinî duygu ve ilgiler c) Dua ve ibadetler d) Dinî amaçlar ve hükümler e) Dinî şüphe ve tereddütler
3. Aşağıdakilerden hangisi Din psikolojisinin İlkeleri arasında yer almaz?
a) Bir inancın doğruluğunu tespit etme b) Tanrıyı araştırma dışı bırakma c) İnsanın niçin ve nasıl inandığını araştırma d) Dinin insan boyutunu inceleme e) Dinlere eşit mesafede durma
4. Aşağıdakilerden Hangisi Din psikolojisinin pratik yararları arasında yer
almaz? a) Kişisel dini hayat hakkında bilgilenme b) Dini mesleklerde teorik ve pratik destek sağlama c) Aile içi ilişkilerin düzenlenmesine katkı sağlama d) Diğer din bilimlerine bilgi ve bulgu sağlama e) Dini ilimlerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlama
5. Din psikolojisi uzmanlık alanı itibariyle hangi bilim grubuna dâhildir?
a) İnsan bilimleri b) Sosyal bilimler c) Din bilimleri d) psikoloji bilimleri e) İlahiyat ilimleri
Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29
6. Kullandığı ilke, yöntem ve teknikleri açısından Din psikolojisi hangi disipline bağlıdır?
a) Genel psikoloji b) Sosyal psikoloji c) Klinik psikoloji d) Matematik e) İstatistik
7. Çeşitli toplumlarda zamana ve mekana özel bir takım dinî inanç, ibadet ve uygulamaların kültürel yansımalarını araştıran din bilimi hangisidir?
a) Din Sosyolojisi b) Din Felsefesi c) Din Fenomenolojisi d) Din Antropolojisi e) Dinler Tarihi
8. Dindarlığın kaynağını sinir sistemi işleyişi ya da davranış genetiğine bağlayan
yaklaşım hangisidir? a) Nöropsikoloji b) Biyofizyoloji c) Nöroteoloji d) Teobiyoloji e) Biyopsikoloji
9. Aşağıdakilerden hangisi, ABD Din psikolojisi kurucuları arasında yer almaz?
a) W. James b) S. Hall c) E. Starbuck d) H. Leuba e) W. Wundt
10. Türkiye’de ilk din psikoloğu olarak kabul edilen bilim adamı kimdir?
a) B. Özbaydar b) B. Egemen c) N. Armaner d) K. Yavuz e) O. Pazarlı
Genişlemesine makro-sosyal alan araştırması olan survey yöntemi, daha çok
doğrudan gözlem yoluyla veri toplamanın güç olduğu durumlarda geniş ölçekli bir
evrende yapılan çalışmalarda kullanılmaktadır. Hem betimleyici, hem de açıklayıcı
bilgiler elde edilmesi, çok sayıda bağımsız değişkenle aynı anda analiz yapılabilmesi
ve birden çok hipotez sınamasına uygun olması, yöntemin en büyük
avantajlarındandır. Tarama yöntemi olarak da adlandırılan survey, özenle
hazırlanmış anketler, eğitimini almış mülakatçılar, güvenilir ve geçerli ölçekler, ana
evreni temsil edebilen bir örneklem grubu ve uygun veri analiz yöntemlerini
gerektirmektedir.
Araştırma konusuyla ilgili gözlem ve hazır bilgiler yanında, temelde soru
sorma tekniğiyle uygulanan bir yöntem olan survey, tek başına bir yöntem olmayıp
daha çok bu teknikle gerçekleştirilen anket, mülakat ve ölçeklerin kullanıldığı bir
yöntemdir. Survey yönteminde bahsedilen tekniklerle elde edilen veriler analiz
edilip yorumlanarak açıklama yoluna gidilir. Survey yöntemlerinden anket ve
ölçeklerin tercih edilmesinin temel nedeni, kısa zamanda çok sayıda bireye
ulaşılmak istenmesidir. Ancak bu tekniklerle elde edilen veriler daha çok kesitsel
(genişlemesine), araştırmaya katılan deneklerin araştırma problemiyle ilgili o anki
durumunu ortaya koyabilecek türden verilerdir. Ancak özellikle ölçeklerle
boylamsal desenli araştırmalar yapmak da mümkündür.
Survey yönteminin en önemli özelliği, seçilen örneklemin genelleme
yapılacak ana evreni temsil gücüdür. İyi örneklemelerle, doğru genellemeler
yapabilme imkânı sağlaması surveyin önemli bir avantajıyken, ana evreni temsil
etmeyen örneklemden elde edilen veriler, surveyin değerini düşürmektedir.
Doğrudan gözlem yerine daha çok iç gözlem sonuçlarını yansıtan survey
yöntemiyle elde edilen sonuçlar istatistiksel değerlendirmelerle sınırlı kalsa da,
aynı konuyla ilgili ancak diğer yöntemlerin de kullanıldığı başka çalışmalarla yapılan
karşılaştırmalar ile bu sınırlılık aşılmaya çalışılmaktadır. Din psikolojisi
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
araştırmalarının dış gözlemden ziyade iç gözlem sonuçlarına dayandığı
düşünülürse, bu yöntemin din psikolojisi araştırmalarında daha çok tercih
edilmesinin nedenleri de daha iyi anlaşılabilir. (Karaca, 2011: 64).
Mülakat
Mülakat, bireylerin duygu, düşünece ve davranışlarını saptamada, onları
yakından tanımada kulanılan bir tekniktir. Bilimsel araştırma amacıyla önceden
belirlenmiş soru sorma ve yanıtlama tarzına dayalı karşılıklı ve etkileşimli bir
iletişim süreci olarak tanımlanan görüşme tekniği, kısaca sözlü iletişim yoluyla veri
toplama aracı olarak tanımlanmaktadır. Mülakat tekniği, özellikle psikolojinin
uygulamalı dallarını ve alan araştırmalarını sıkça kullanan sosyoloji ve sosyal
psikoloji çalışmalarında sıklıkla kullanılır. Bu teknik ayrıca klinik psikolojinin
psikoterapi sürecinde, rehberlik ve psikolojik danışma sürecinde de sıklıkla
kullanılmaktadır.
Sosyal bilimlerde ve özelliklede sosyolojide en sık kullanılan araştırma
tekniklerinden biri olan mülakat, nitel araştırmalarda temel veri toplama
araçlarındandır. İlk bakışta kolay bir veri toplama tekniği gibi görünse de görüşme;
beceri, duyarlılık, yoğunlaşma, bireyler arası anlayış, öngörü, zihinsel uyanıklık ve
disiplin gibi pek çok boyutu kapsaması açısından, bilimsel bir teknik olduğu kadar
aynı zamanda bir sanattır.
Mülakat tekniğinin en önemli avantajı derinlemesine bilgi üretmesidir. Bu
avantajına rağmen tekniğin bir takım dezavantajları da bulunmaktadır. Alan
araştırmasına benzer bir şekilde mülakat tekniği, uzun zaman alması, topladığı
bilgilerin tasvirî nitelik taşıması ve mülakat yapılan deneklerin araştırma ve
araştırmacıyla ilgili ön yargıları ile sosyal beğenirlik duygularının etkisi altında
kalma ihtimalleri tekniğin en önemli dezavantajları durumundadır.
Yapılandırılmış ve yapılandırılmamış olmak üzere genelde yüz yüze zaman
zaman da telefonla gerçekleştirilen mülakat tekniğinde ciddi ve nesnel tonu
koruyarak tutarlı bir sıcaklık sağlamaya çalışan görüşmecinin yargılayıcı bir üslup
kullanmaması gerekir. Hız ve yönelimi kontrol eden mülakatçı, katılımcının olgusal
hatalarını düzeltmeden yürüttüğü mülakatta sorular sorar. Kendisine yöneltilen
soruları yanıtlamak, duygu ve düşüncelerini ifşa etmek hulasa enformasyonu
sağlamak katılımcıya aittir.
Araştırmacının ortaya koyduğu hipotezleri test etmek için daha önceden
hazırladığı, katılımcılara yüz yüze ancak yanıtlama konusunda esneklik tanımadan
uyguladığı mülakat türüne yapılandırılmış kişisel görüşme denir. Katılımcıdan
sadece sorulara cevap vermesinin beklendiği bu mülakat türünde, yanıtlar başka
soruları gündeme getirse bile bu sorular sorulmaz. Araştırmacının konu üzerinde
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Anketler, en sık
başvuluran bilgi toplama
tekniklerinin başında
gelmektedir.
yeterli düzeyde kontrol sağladığı bu mülakat türünde veri toplama oranı yüksek
olsa da araştırmacı, katılımcının kimliğini bilmekte ve zaman ve enerji açısından
yüksek bir maliyet ortaya çıkarmaktadır.
Araştırmacının yüz yüze ulaşması imkânsız, farklı coğrafi bölgelerde ikamet
eden katılımcılarla daha önceden standardizasyonu yapılmış soruları yönelterek
gerçekleştirdiği mülakat türüne yapılandırılmış telefon görüşmeleri denir.
Kontrolün yüksek bir oranda katılımcının elinde olduğu bu mülakat türünde
görüşmenin tek taraflı olarak kesilme ihtimali yanında, telefon görüşmelerinin
başkaları tarafından dinlenebilme ihtimali ve maddi açıdan masraflı olma gibi
dezavantajlar bulunmaktadır. Bunlara rağmen yapılandırılmış telefon
görüşmelerinin hızlı ve kısa sürede katılımcılara ulaşmak ve yüz yüze bulunmamak
gibi avantajları bulunmaktadır.
Görüşmeciye büyük oranda hareket ve yargı serbestisi veren, esnek, kişisel
görüş ve yargıların kökenlerine inmeyi sağlayan görüşme şekline yapılandırılmamış
mülakat denir. Bu tür görüşmeler daha çok, araştırmaların başlangıç aşamalarında
soruna ilişkin önemli değişkenleri saptarken yararlı olur (Altunışık ve ark., 2010: 91-
98).
Mülakat formlarının hazırlanmasında alternatif sorular ve sondalar
hazırlamak önemli bir ilkedir. Bunun yanında mülakat formunda basit, sade ve
anlaşılabilir bir dil ve üslup kullanmakla birlikte, farklı türden açık uçlu soruları
mantıklı bir biçimde düzenlemek de önemlidir. Mülakatlarda çok boyutlu soru
sormak ve görüşme yapılan bireyi yönlendirmekten kaçınmak gerekmektedir.
Katılımcılarla ilgili olarak ise; kim ya da kimlerle nerede, ne zaman, ne kadar süre
ile, kaç defa, neden görüşme yapılacağı, görüşmeye nasıl başlanacağı gibi
konularda planlama yapılması gerekmektedir.
Özellikle yapılandırılmamış görüşmelerde öncellikle dinleme ve iletişim
becerileri ön plana çıkmaktadır. Soru sorma, görüşmede büyük bir öneme sahiptir.
Soruların soruluş biçimi, kullanılan kavramlar, sorulacak soruların türü ve sırası,
dikkate alınmalıdır. Görüşmeyi sona erdirmek de belli bir dikkat gerektirir.
Araştırmacı yaptığı mülakatlarda; olumlu bir hava yaratabilmeli, konuşma tarzında
sorduğu sorularda akışa göre gerekli değişiklikler yapabilmeli, bir taraftan görüşme
sürecini kontrol ederken diğer taraftan teşvik edici, yansız ve empatik olup, uygun
tepkiler elde etme, tepkileri kayıt atlına alma ve yanlılıklardan kaçınma davranışı
gösterebilmelidir.
Mülakatların kaydedilmesi iki türlü gerçekleşmektedir. Kaynak kişinin kabul
etmesi ve olanakların elvermesi hâlinde, en iyi kayıt yöntemi, elektronik araçlarla
anında yapılacak sürekli kayıtlardır. Kayıt cihazı araştırmacı açısından önemli
kolaylıklar sağlamaktadır. Kayıt cihazı kullanmanın mümkün olmadığı durumlarda
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
ise araştırmacı; soru sorma, dinleme, mülakatı yönetme ve not alma işlemlerinin
tümünü bir arada yapmak zorundadır. Cihaz kullanmanın mümkün olmadığı
durumlarda araştırmacının hızlı not alması gerekeceğinden, sık sık kısaltmalar
kullanması ve çok tekrar eden sözcükler için bazı semboller geliştirmesi gerekebilir.
Kayıt cihazı kullanımında mutlaka katılımcıdan önceden izin alınması gerekir. Kayıt
ve not alma yöntemlerini bir arada kullanmak da mümkündür.
Mülakat tekniğiyle toplanan verilerin analizi ve değerlendirilmesi oldukça
güçtür.Bu durum mülakatçının çok iyi yetişmiş uzman bir kişi olmasını zorunlu kılar.
Nitel araştırmada veriler, özellikle kelimeler biçiminde olduğundan dil, merkezî bir
konumdadır. Konuşma, sosyal etkileşimin temel aracıdır ve dil, nitel sosyal
araştırmaların inşa edildiği temel malzemedir. Konuşma çözümlemesi, söylem
çözümlemesi ve gösterge bilim, nitel araştırmalarda önemli ve yeni bakış açılarının
önünü açmıştır. Konuşma çözümlemesi, sözlü konuşmaya odaklanırken diğerleri
hem yazılı hem de sözlü ifadelere uygulanabilmektedir.
Anket
Anketler, bireylerin belirli konulardaki duygu, düşünce, davranış veya
önerilerini saptamak üzere hazırlanmış soru listeleridir. Anket, en basit tanımı ile
soru-cevap tekniğiyle uygulanan sistematik bir veri toplama yöntemidir. Bilimsel
değere sahip olabilmeleri için anketlerin geçerli ve güvenilir bilgiler üretmesi
beklenir. Anket ile araştırmacı araştırdığı konuyla ilgili olarak hazırlamış ve bir
forma aktarmış olduğu soruları önceden belirlenmiş insanlara mektupla, telefonla,
internet aracılığıyla veya yüz yüze tek tek ya da toplu hâlde yönelterek bunların
cevaplarına ulaşmaya çalışır. Anket sorularının araştırmaya katılan örneklem
grubuna yüz yüze ve tek tek okunarak onlardan alınan cevapların araştırmacı veya
anketör tarafından işaretlenmesi şeklinde uygulanması da mümkündür. Ancak bu
uygulama anket tekniğini, mülakata dönüştürür.
Anket formunun hazırlanması aşamasında az sayıda kişinin katılımıyla
gerçekleştirilen bir pilot çalışmayla gerek sorularda kullanılan dil, gerekse konuyla
ilgili olarak hazırlanmış olan soruların kapsamının belirlenmesinde önemli
kazanımlar elde edilir. Zira çoğu durumda anketlerde, anlaşılma güçlükleri, ifade
problemleri veya cevaplayıcıların cevaplamak istemeyecekleri özel ya da utandırıcı
sorular olabilmekte, öngörülmeyen fakat uygulamada karşılaşılabilecek başka
sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Pilot uygulamayla anketin uygulama süresi de
tespit edilmiş olur. Genellikle 15-20 dakikadan uzun süren anketler uygun değildir.
Pilot uygulamadan sonra elde edilen dönütlere göre düzeltilen ve son şekli verilen
anket formuyla uygulama yapılmakta ve elde edilen veriler uygun analiz
yöntemleriyle analiz edilerek yorum aşamasına geçilmektedir.
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Anketin mülakata göre en büyük avantajı, katılımcılardan kimlik bilgileri
istemeyerek kimliklerinin gizlenmesinin mümkün olmasıdır. Bu durum,
katılımcıların kendilerini daha rahat ve güvende hissetmesi, dolayısıyla gerçeği
olduğu gibi ortaya koymalarında son derece önemlidir. Buna rağmen yine de anket
uygulamalarında zaman zaman bazı katılımcılar ankete hiç katılmama, katıldıkları
zaman da soruların tamamını yanıtlamama, sürekli aynı şıkkı işaretleme veya
kendilerine göre özel kabul ettikleri bazı maddeleri işaretlememe gibi eğilimler
gösterebilmektedir. Anketin mülakata oranla diğer avantajları, emekten ve
zamandan sağladığı tasarruftur.
Anket Çeşitleri
Yapılandırılmış anket
Kapalı uçlu sorulardan oluşan ankettir. Bu anket tekniğinde seçmeli sorular
da denen kapalı uçlu sorulara verilebilecek muhtemel cevaplar, önceden
belirlenerek çeşitli seçenekler hâlinde sunulmaktadır. Kapalı uçlu soru tipi,
yöneltilen soruya verilebilecek cevapları sınırladığı için gerek veri girişi ve
analizlerde, gerekse değerlendirme aşamasında önemli kolaylık sağlamaktadır.
Daha çok yüzeysel bilgilerin ortaya çıkarılmasını sağlayan kapalı uçlu soru tipi,
şıklara konulan muhtemel cevaplarla deneklere az da olsa yönlendirme
yapmaktadır. Bunun yanında birtakım soruların yanlış, eksik veya tam olarak
anlaşılamaması, onlara verilecek cevapları doğrudan etkileyeceğinden bu
modeldeki sorularda kullanılan dilin basit, sade, net ve anlaşılır olmasına özellikle
dikkat edilmesi gerekmektedir.
Yapılandırılmamış anket
Yapılandırılmamış anketler, açık uçlu sorulardan oluşur. Muhtemel
cevaplarla ilgili seçenekleri önceden belirlenmemiş olan bu sorulara özgün yanıtlı
sorular da denir. Özellikle derinlemesine bilgiye ulaşılmak istendiğinde tercih
edilen bu soru tipi, daha çok cevapların önceden tahmin edilmesinin güç ve değişik
cevaplar alma ihtimali yüksek olan durumlarda kullanılır. Daha ziyade tasvirî bilgi
sağlayan açık uçlu soru tipi uygulama aşamasında bazı sıkıntıları beraberinde
getirebilmektedir. Bunlar; uygulamanın uzun zaman alması, yazmaktan erinmek ve
bazı soruları cevapsız bırakmak, yazısının tanınabileceği kaygısıyla samimi ve dürüst
davranmamak, okuma güçlükleri, istenilen bilgileri alamamak vb. durumlardır.
Anketin maliyetinin düşük olması (zaman, emek, para), araştırılan bireylerin
kimliklerini saklama imkânı sağlaması, ön yargı ve kişisel eğilim gibi durumlarda
hataları aza indirmesi, kısa sürede çok kişiye ulaşılması, nitel özelliklerin nümerik
değerlere aktarılıp sayısal çalışma olanağı sunması gibi avantajlarının yanında, elde
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Ölçekler, özellikle son
dönemlerde sıkça
müracaat edilen ölçüm
araçlarıdır.
edilen verilerin yüzeysel olması, nedensel ilişkilerden çok tasvirî bilgi üretmesi,
mektup yoluyla gerçekleştirilen anketlerde geri dönme oranın düşük olması, zaman
zaman denekler tarafından bazı soruların veya anketin tamamının boş bırakılması,
sorulara verilen cevapların samimi ve içtenlikle verilip verilmediğinden emin
olunamaması gibi dezavantajları vardır (Karaca, 2011: 67).
Anket yazılı bir soru-cevap tekniği olduğu için cevaplayıcılar açısından en
azından bir okuma yazma bilgisi gerektirmektedir. Anketin en önemli
zorluklarından birisi de toplanmak istenen verinin karmaşıklığına göre soru
düzenlemektir. Soruların kolay anlaşılabilmesi adına yapılan çalışmalar bazen
istenen verinin elde edilmesine engel olmaktadır. Bilgi etraflıca ele alınmak
istendiğinde ise, düzenlenen sorular anlaşılamamakta ve sorulara ayrı kişilerce ayrı
anlamlar verilmesi önlenememektedir. Bu yüzden anket soruları hazırlanırken
belirsiz ve anlaşılmayan ifadelerden, duygusal dil kullanmaktan, çift anlamlı,
yönlendirici, yanlış eklentili ve cevaplayıcının düzeyini aşan sorular sormaktan
kaçınılması gerekmektedir.
Ölçekler
Ruhsal özelliklerin doğrudan gözlemlenmesi mümkün olmadığı gibi
ölçülmeleri de mümkün değildir. Nitel karakter arzeden bu özellikler, belli ilke ve
kurallara göre nicel sembollere (nümerik değerlere) aktarılarak verilerin daha kesin
bilimsel raporlara dönüştürülmesi yoluna gidilmektedir. Psikolojik bir özelliğin farklı
düzeylerine, miktarlarına ya da büyüklüklerine sayılar tayin etmek üzere bir
prosedür belirlendiğinde ölçüm terimi kullanılmakta, ölçüm için kullanılan araca da
ölçek denmektedir.
Ölçekler, genel ya da özel bir duruma ilişkin insan davranışlarından bir
örneklemi ölçüp bu ölçümün sonucunda bir sayıya veya bir sınıf adına ulaşan, bu
sonucu kendine özgü norm ve standartlarla kıyaslayarak genel davranışa ilişkin bir
öngörüde bulunmaya yarayan, kullanımı standartlaşmış araçlar olarak
tanımlanabilir. Din psikolojisinde bilhassa son çeyrek asırda ölçek geliştirme,
uyarlama ve standardizasyon çalışmaları önceki yıllara göre hayli hız kazanmış ve
başarılı sonuçlar vermeye başlamıştır.
Bir ölçeğin kullanılabilmesi için, belirli özelliklere sahip olması gerekir. En
önemli özellikler standardizasyon, güvenirlik ve geçerliktir.
Standardizasyon ve ölçek uyarlaması: Standardizasyon, ölçeğin uygulama
ve puanlama işlemlerinin aynılığını belirleyip yorum hatalarının en aza
indirgenmesi ve ölçeğe ilişkin normların oluşmasını sağlar. Buna göre testin
uygulama ve ortam koşulları, puanlama ölçütleri ve standartlarının tam benzerliği
söz konusudur. Uygulayıcılar ve denekler değişse de test işlemleri çoğunlukla
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
değişmezliğini korur. Din psikolojisi alanında ülkemizde kullanılan testlerin büyük
çoğunluğu batılı kültürel atmosferde geliştirilen ve kullanılan ölçeklerdir. Farklı bir
kültürde geliştirilen ölçekler, yapılan uyarlama çalışmalarıyla, kullanılması
düşünülen kültür, grup ve kitlelere uygun bir hâle getirilmektedir. Üç aşamada
gerçekleştirilen uyarlama çalışmasının ilk aşamasında ölçek maddeleri yeni dile
çevrilir ve ölçeğin dil eşdeğerliği değerlendirilerek kullanılması amaçlanan kitle
tarafından anlaşılabilecek bir dil yapısı kazanması sağlanır. İkinci aşamada ise çeviri
formun psikometrik özellikleri incelenir. Burada uygun teknikler kullanılarak çeviri
testin güvenirliği ve geçerliği sınanır. Ölçeğin kültüre bağlı niteliklerinin incelendiği
son aşamada ise çeviri testin dil normları ile özgün formun dil normları karşılaştırılır
ve her iki test formunun faktör yapıları karşılaştırılır (Öner, 1997: 14).
Güvenirlik: Bir ölçüm aracıyla değişik yer ve zamanlarda yapılan ölçümlerin
benzer sonuçlar vermesi, yani ölçeğin istikrarlı olmasını ifade eder. Güvenirlik
gerekli ancak yeterli olmayan bir koşuldur. Birbirinden farklı güvenirlik belirleme
teknikleri bulunmaktadır. Bunlar farklı derecelendiriciler arası güvenirlilik, test–
yeniden test güvenirliği, iç tutarlılık, yarıya bölme tekniği ve eşdeğerli ölçek
güvenirliliğidir. Ölçeğin değişken hatalarını ortadan kaldıran güvenirlik, en iyi
şekilde 0’dan 1’e kadar değişen (r) korelasyon katsayısı ile ifade edilir. 1 en yüksek
düzeyde bir ilişkiyi gösterirken, 0 ise tesadüfi bir ilişkiyi gösterir. 0.7’den daha
küçük bir korelasyon katsayısı gösteren derecelendirme ölçeklerinin kullanılması
önerilmez (Öner, 1997: 15).
Geçerlilik: Güvenirliğe göre daha kapsamlı olan geçerlik kavramı, bir ölçüm
aracının neyi ölçmek için tasarlanmışsa onu ölçebilme yeterliğini ifade eder. İçerik
geçerliliği, ölçüt geçerliliği, yapı geçerliliği vb. geçerlilik teknikleri bulunmaktadır.
İçerik geçerliği, kullanılan ölçeğin, ölçülmek istenen değişkeni ölçüp ölçmediğini
gösterir. Geçerliğin bu seviyesi kullanıcılardan ziyade ölçeği geliştirenlerle daha
ilgilidir. Ölçüt geçerliği, yeni geliştirilen ölçeğin daha önce aynı şeyi ölçmek için
geliştirilerek yeterli geçerlik skorları üreten başka bir ölçekle yapılan ölçümlerin
belirlediği farkı ortaya koyar. Yapı geçerliği ise bir ölçeğin ölçmek istediği kavramı
ne ölçüde doğru ölçtüğünü gösterir (Balcı, 2006:102).
Uygulamaları aynı olan ölçek ve anketler biçim olarak birbirlerine benzeseler
de aslında çok farklı ölçüm araçlarıdır. Örneğin veri analizi aşamasında 20 soruluk
bir anket için her bir değişken için 20 ayrı analiz yapmak gerekirken, aynı sayıdaki
maddeden oluşan bir ölçek ile yapılan çalışmada (her bir soruya takdir edilen
puanların toplanması sonucunda elde edilen toplam puan üzerinde işlem yapıldığı
için) her bir değişken için sadece bir analiz yeterli olmaktadır. Buna ilaveten
anketlerle elde edilen nümerik verilerle daha basit istatistiksel analizler yapılırken,
ölçeklerle elde edilen verilerle daha karmaşık ve hassas analizler yapılabilmektedir.
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Arşiv araştırması, hemen
her konuda işlevsel olan
bir bilgi toplama
tekniğidir.
Ayrıca anketlere oranla çok daha standart ve duyarlı ölçüm araçları olan ölçeklerin
geliştirilme süreci oldukça zor ve alan bilgisi yanında psikometrik uzmanlık da
gerektirmektedir. Yani gerek geliştirilme süreçleri veya hazır olanlar arasından
yapılan seçimler, gerekse onlarla toplanan verilere uygulanacak istatistiksel
analizlerin seçimi ve uygulanması açısından ölçeklerle çalışmak için sadece alan
bilgisi yeterli değildir (Karaca, 2011: 71).
ARŞİV ARAŞTIRMASI
Arşiv araştırması yöntemi, araştırma problemi hakkında her türlü kayıt altına
alınmış verilerden (kitap, makale, biyografi, gazete yazıları, günlük, sesli veya
görüntülü kayıtlar, internet, resmî veya özel arşivler vb.) belli bir sistematiğe göre
yararlanarak yürütülen araştırma yöntemidir. Daha çok gözlem ve deney yapma
imkânı olmayan (tarihsel) konularda zorunlu olarak tercih edilen bu yöntemde
sorular arşivlerde yer alan bilgilere yöneltilir ve onlardan cevap almaya çalışılır.
Araştırma yapılan konuyla ilgili olarak mümkün olduğunca ilk el kaynaklara
ulaşmanın önemli olduğu bu yöntemde çalışılan konuda yeterince kaynak
bulunmaması veya mevcut kaynaklara ulaşma problemi yöntemin en büyük
dezavantajını oluştururken, zaman zaman konuyla ilgili çok fazla kaynak bulunması
da önemli tarama problemleri ortaya çıkarabilmektedir. Yöntemin sıklıkla
başvurduğu muhteva analizinin zor ve zaman alan bir iş olması, başka bir
dezavantaj olsa da özellikle son dönemlerde bu iş için geliştirilen bilgisayar
programları önemli kolaylıklar sağlamaktadır.
Özellikle geçmiş olayların başka bir yöntemle çalışılma imkânının olmaması,
araştırmacıları bu tür konularda arşiv araştırması yöntemine mahkûm etmektedir.
Ancak yeterince kaynağa ulaşılması durumunda, bu yöntemle zaman içindeki
değişimlerin bile tespit edilmesi mümkündür. Diğer taraftan diğer yöntemlerde
olduğu gibi araştırmacının çalıştığı konuyu etkileme ihtimalinin en az olduğu bu
yöntemle kısmen hipotez sınaması bile yapılabilmektedir. Zira bu yöntemde de
belli hipotezler oluşturulup aşivlerde yer alan bilgilerden onlara destek
aranabilmektedir. Bu durumda en çok başvurulan teknik ise, muhteva analizidir.
Muhteva analizi: Bir metin içerisinde geçen belli kavramların kullanım
biçimi, kullanım sıklığı ve aralarındaki ilişkileri belirlemek için kullanılan bir
tekniktir. İletişim mesajlarının bilimsel analizi için kullanılan bu teknikle, bir
metindeki kelimelerin dar bir özetine, küçük bir örneğine ya da az sayıda içerik
kategorisine indirgenmesine çalışılarak, nicel veya nitel göstergelerden hareketle
mesajdan elde edilen sosyolojik, psikolojik ve tarihsel vb. türden bilgilerin ötesinde
sosyal sonuçlara ulaşmak amaçlanmaktadır. Muhteva analizi bir metnin tasvir ve
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
açıklamasını yapmak değil, metnin içeriğinden psikolojik ve sosyal gerçekliği
yakalamaktır.
Nicel kategoride görünen içerik analizi yapılırken, ele alınan metindeki belli
kelimelerin taranması veya bir tabloda kullanılan belli renklerin çözümlenmesi
yoluna gidilirken, görünmeyen içerik analizinde ise kavramın altında yatan iletişim
içinde taşınan anlam ön plana çıkartılarak kullanılan kavramlar ve bunların altında
yatan anlamlar keşfedilmeye çalışılmaktadır.
Kavram analizi ve ilişki analizi olmak üzere iki tekniği bulunan muhteva
analizi, ilk dönemlerde daha çok kelime sayımına yönelikken, 1950’lerden itibaren
daha geniş analiz yöntemleri kullanmaya başlanarak kelimeler yerine kavramlar,
kelime sayma yerine semantik (anlam bilim) ilişkiler üzerinde durulmuştur.
Günümüzde ise muhteva analizi yöntemi, zihinsel modeller ve bunların linguistik,
iletişimsel, sosyal, kültürel ve tarihsel önemlerini keşfetmek üzere de
kullanılmaktadır.
Tema analizi olarak da adlandırılan kavram analizinde, bir metin içerisinde,
önceden belirlenen kelime/kavramların varlığını ve kaç defa geçtiği tespit
edilmektedir. Doğrudan kullanımların yanında dolaylı olarak da kullanılabilen
kavramların belirlenmesi ve hangi düzeyde dolaylı olduklarının tespit edilmesi çoğu
zaman zor ve karmaşık bir iştir. Anlam/semantik analizi olarak da adlandırılan
ilişkili analizin amacı ise semantik veya anlamlı ilişkiler aramaktır. Kavramların tek
başlarına bir anlam ifade etmediği düşünülerek, anlamın bir metinde yer alan
kavramlar arasındaki ilişkilerin ürünü olduğu kabul edilmektedir. Düşünce özleri
olarak algılanan kavramlar, ancak diğer sembollerle bağlantıları kurulduğu zaman
anlam kazanan semboller olarak değerlendirilmektedir. Son zamanlarda bilgisayar
desteği de sağlanan ilişkili analizler, istatistik yöntemleri fazlaca kullanmasına
rağmen, niteliksel/kalitatif yöntemlerde görülen ayrıntı zenginliğine de sahip
bulunmaktadır (Acun, 2005).
Güvenilirlik ve geçerlilik konusu, diğer araştırma yöntemlerinde olduğu gibi,
muhteva analizinde de söz konusudur. Muhteva analizinde güvenilirlik, kodlamayı
yapan kişinin sürekli ve tutarlı olarak aynı kelimeleri ve kavramları kodlaması,
kodlama yapan gruptaki kişilerin aynı kategorileri sınıflandırması ve metnin
kategorizasyonunun belli bir standarda uyması, geçerlik ise kategorilerin varılan
sonuçlara uygunluğu ve elde edilen sonuçların bir teori etrafında genelleştirilmesi
anlamına gelmektedir.
Özellikle geçmiş tarihlerde meydana gelen olay ve olguların araştırılmasında
önemli bir çalışma yöntemi olan muhteva analizinin, nitel ve nicel işlemlerin
yapılmasından metin yorumlamasına, karşılıklı etkileşimden hipotez sınamasına
uygunluğu gibi avantajları bulunmaktadır. Genellikle uzun zaman alması, muhteva
Din Psikolojisinde Yöntem
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
analizine tabi tutulacak metinlere ulaşmanın her zaman kolay ve mümkün
olmaması, metinlerin fazla olduğu durumlarda ise bunlar arasında seçim yapmanın
zorluğu, özellikle ilişkili analizlerde hata payının yüksek oluşu ve karmaşık metinler
söz konusu olduğunda indirgeyici yapısı yanında tek başına kullanıldığında metni
üreten bağlamı ve üretildikten sonraki durumu çoğu kez dikkate almaması,
muhteva analizinin belli başlı dezavantajları olarak kabul edilmektedir.
Öze
t
•Bütün bilimlerde yöntem konusu son derece önemlidir. Din psikolojisinin üst disiplini olan genel psikoloji, tecrübi yöntemlere ağırlık vererek felsefeden ayrılmış ve müstakil bir disiplin hâline gelmiştir.
•Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi din psikolojisinde de birçok araştırma yöntemi ve tekniği kullanılmaktadır. Yöntem ve teknik seçimi, ele alınan konu veya üzerinde çalışıcakak bireylerin kendi özellikleri gibi, araştırmayı yapan araştırıcının bu yöntem ve teknikleri kullanma yeterliğine ve araştırma için harcanacak mali kaynak ve zaman faktörlerine göre değişmektedir.
•Bütün bunlarla birlikte sosyal bilimlerde en çok kullanılan yöntemler; deney, alan araştırması, survey ve arşiv araştırmasıdır.
•Din psikolojisi çalışmalarında ise survey yöntemi diğer yöntemlerden daha çok tercih edilmektedir.
•Bilimsel araştırmalarda ihtiyaç duyulan verileri elde etmeye yarayan araçlar olarak tanımlanan tekniklerde de araştırmadan araştırmaya farklılıklar olabilmektedir.
•Gözlem, deney, soru sorma ve hazır bilgiden yararlanmadan ibaret olan temel teknikler arasında din psikolojisinin en çok tercih ettiği teknikler ise, soru sorma ve gözlemdir.
• Öğrendiğiniz yöntemleri kullanarak belli bir konuda hayali bir araştırma yapınız ve çalışmanızı , 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.
sıkıştırılmaya çalışılmaması gerekmektedir (konuyla ilgili ayrıca bkz. Lynch, 2002).
Terapötik süreçte yer alması gereken danışmanın değil, danışanın maneviyatı veya
teolojisidir (Foskett ve Lynch, 2001). Foskett, dinî danışmanların dinî öğretilerini
çok az ve dolaylı olarak kullanmalarını ve dinî konuları ancak dinî danışanlar konu
edindikleri takdirde açıkça dile getirmeleri gerektiğini düşünür (Foskett ve Jacobs,
1994).
Yukarıda ele alınan tanımlardan ve konulardan yola çıkılarak dinî bakım ve
danışmanlığın kapsamlı bir tanımı şu şekilde yapılabilir:
Seküler veya dindar, nihaî konulara önem veren, insan yaşamında aşkın bir
boyut olduğunu kabul eden kişiler tarafından, sözel veya sözel olmayan, doğrudan
ya da dolaylı, literal veya sembolik iletişim biçimlerini kullanarak nihaî anlam ve
konular bağlamında sorun yaşayan insanlara yönelik (ruh sağlığıyla ilgili konularda
veya kaygıyla baş etmeye çalışan insanlara yönelik) iyileştirme veya rahatlatma;
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 10
Dini bakım ve danışmanlığı dinî yapan şeylerden biri, bakım ve
danışmanın dinî bir bağlamda veya
ortamda yapılmasıdır.
(engelli ve fakir olma gibi konularda) destekleme; (iş bulma, okul tercihi yapma gibi
konularda) rehberlik etme veya kolaylaştırma; (bireylerin daha iyi büyüyüp
gelişmeleri gibi konularda) bakımda bulunma; (evlilikte geçimsizlik, akranlar arası
küslük gibi) konularda uzlaştırma; (sosyal, ekonomik ve politik baskı durumlarında
olduğu gibi) sosyal girişimlerde bulunma; (alınacak yeni kararların veya
değişimlerin oluşturabileceği olumsuz durumların oluşumu ihtimalinde) önleme
şeklindeki yardım etme etkinlik ve davranışlarıdır. Bu etkinliğin nihaî amacı
bireylerin insanlıklarını “tam” olarak yaşayabilmeleridir ki bu da ekolojik ve sosyo-
politik bakımdan uyumlu toplulukların oluşmasını gerektirir. Yani bireysel bir
etkinlik gibi gözüken dinî bakım ve danışmanlığın sosyo-politik ve ekonomik
yönünün önemi oldukça belirgindir.
Önceki tanımlarda, bir danışmayı dinî yapan temel özellik, danışmanın “nihaî
anlam ve konular bağlamında” yapılması (Clebsch ve Jaekle, 1964) ya da “insan
yaşamında aşkın bir boyut olduğunu kabul eden insan” (Lartey, 2003) tarafından
yapılması olarak gösterilmektedir. Lartey (2003)’e göre bir görüşmeyi dinî danışma
olarak nitelendirmek için danışmada yer alanların (danışman ve danışan) nihaî
anlam ve konulara önem veren kişiler olmaları yeterlidir. Bu tartışmalardan yola
çıkarak söylemek gerekirse, dinî bakım ve danışmanlığı “dinî” yapan özellik,
şunlardan birinin veya bir kaçının bakım ve danışmada yer almasıyla gerçekleşmiş
olmaktadır:
a) Bakım ve danışmayı yapan kişinin nihaî konulara önem veren biri (Bu
açıkça bir din adamı da olabilir) olması.
b) Bakım veya danışmada yer alan danışanın nihaî konulara derin bir empati,
sempati ve ciddiyetle yaklaşılması.
c) Bakım ve danışmanın dinî bir bağlamda veya ortamda (o ortama ve
ortamdakilere sempati duyularak) yapılması.
DİNÎ DANIŞMANLIĞIN TARİHÇESİ
İngiltere: İngiltere’de dinî danışmanlık dinî bakımdan (care) kolayca ayırt
edilememektedir. Her ne kadar din adamlarından oluşan özel bir dinî danışmanlar
grubu bulunsa da bunlar azınlıktadır. Dinî bakım veya dinî hizmet olarak
isimlendirilebilecek görevler zaten öteden beri bulunmaktadır. Din adamları
insanların özellikle hayatlarındaki doğum, evlilik kutsamaları, hastalık ve trajedi
dönemlerinde ölümle baş etme ve yas tutma gibi önemli zamanlarda aranırlar. Bu
durumlarda din adamları zamanla dinî danışmanlık deneyiminden yararlanmaya
yönelmişler, sosyal ve davranışsal bilimlerle dinî ve teolojik çalışmaları entegre
etmeye başlamışlardır (Foskett ve Jacobs, 1994). Böylece, daha az yönlendirici,
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 11
daha az otoriteryan ve daha az moralistik (kendi düşüncesine göre insanları ağır
yargılama-küfre girme, günahkâr olma, yoldan çıkma vs. şeklinde yaftalaması gibi)
davranmaya başlayan din adamları, sonuçta, bireylerin ve grupların kendi
ihtiyaçlarını ve isteklerini keşfetmelerine, kendi sorunlarını çözmelerine ve kendi
yönlerini belirlemelerine yardımcı olma kapasitelerini geliştirmişlerdir (Foskett ve
Jacobs, 1994).
Modern psikolojik kavram ve uygulamalardan etkilenen dinî danışmanlığın
İngiltere’de Weatherhead’ın 1950’lerdeki öncü çalışmalarından ortaya çıktığı
söylenmektedir. Bu hareketi 1960’lardan sonra kurulan dinî danışmanlık
organizasyonları güçlendirmiştir (Foskett ve Lynch, 2001). O yıllarda birkaç öncü
dinî danışmanlık organizasyonu hem kilise dışında hem de kilise içinde etkili
olmuştur. Bu kurumlar, diğer benzerleriyle bir araya gelerek şimdiki İngiliz
Psikolojik Danışmanlık Topluluğunun ilk alt birimi olan Dinî Bakım ve Danışmanlık
Derneğini (theAssociationfor Pastoral CareandCounselling-APCC) oluşturmuşlar ve
eskiden beri de bu topluluğun önde gelen üyeleri seküler psikolojik danışmanlık
içinde yer almışlardır (Foskett ve Jacobs, 1994). Dinî Bakım ve Danışmanlık
Derneğinin kurulmasına 1968’de seküler bir çevrede din adamlığı görevinin
yürütülmesi amacıyla uygulamalı din adamı eğitimi verme konusundaki
mülahazalar yol açmıştır. APCC, dinî bakımla ve dinî bakımın danışma becerilerini
kullanmayla olan ilişkisiyle ilgilenmiştir. Hristiyanların dışındaki diğer inanç grupları
ile maneviyatları belirli bir din tarafından belirlenmemiş grupların üyeleri de
APCC’ye katılmış ve 1999’da dernek adını Dinî ve Manevi Bakım ve Danışmanlık
Derneği olarak değiştirmiştir (Foskett, 2001).
Bunların yanında ancak bunlardan farklı ve Evanjelik kiliselerde ortaya çıkan
dinî danışmanlık biçimi de bulunmaktadır. Bunlar çok açık bir şekilde Hristiyan
kimliği sergilemekte olup danışanlarına yol göstermek ve onları desteklemek için
dua ve birinin başına veya vücuduna elini koyma (laying on of hands), İncil’den
metinler okuma gibi geleneksel yöntemleri kullanmaktadırlar ve diğer dinî danışma
etkinliği ile diyaloğa girmemişlerdir (Foskett ve Jacobs, 1994). Diğer taraftan
fundamentalist ve muhafazakâr kiliselerden doğan Hristiyan psikolojik
danışmanlığı da, seküler psikolojik danışmanlığını İncil’in ahlaki prensiplerine
uyarlamaya çalışmışlardır (Foskett, 2001).
Foskett ve Jacobs (1994) din adamlarının psikolojik danışmanlık becerileri
konusundaki eğitimlerinin 1975’ten itibaren hızla arttığını ve özellikle Anglikan din
merkezlerinin dinî bakım ve danışmanlık konusunda danışman atadığını ve bu
danışmanların din adamlarının eğitimi ve desteği konusunda sorumluluk
üstlendiklerini belirtir. Bugün İngiltere’de tüm dinî danışmanların öncü gördükleri
tek bir organizasyon bulunmamaktadır ve gruplar arasında da belirgin farklar
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 12
gözlenmektedir. Örneğin bazıları daha muhafazakar iken diğerleri daha liberal ya
da kapsamlı/farklılıklara açık teolojik bakış açısına sahiptir. İngiltere’de organize
olamama sorunu, bu disiplinin parçalanmış kalmasına yol açmıştır. Dolayısıyla
orada kaç dinî danışmanın bulunduğu ve dinî danışmanlığın nerelerde uygulandığı
çok belirgin değildir (Foskett ve Lynch, 2001).
İngiltere, Newham’da 200 farklı din ve inanç grubuyla yapılan bir araştırma,
Milli Sağlık Hizmetlerine (NHS) bağlı Ruh Sağlığı Derneğinin yeni bir manevi, dinî ve
kültürel bakım ünitesi oluşturmasına yol açmıştır. Bu ünitede manevi danışmanlık,
diğer hizmetlerden biri olarak yer almakta ve farklı inanç ve disiplinlere mensup
kişiler tarafından yürütülmektedir (Foskett, 2001).
Amerika: Amerika’daki duruma gelince, 1920’lerde Amerika’da yaşamış olan
ve bir Presbiteryan din adamı olan Anton Boisen pozitif bilim alanında eğitim almış
ve hem kendi hem de hastalarının ağır ruhsal rahatsızlıkları konusunda araştırmalar
yapmıştır. Boisen psikiyatrinin psikotik hastalık olarak teşhis koyduğu hastalığın
altında manevi kriz bulunduğunu öne sürmüştür. O, pek çok rahatsızlık türünün
tıbbi sorunlar olmaktan ziyade dinî rahatsızlıklar olduğunu ve bu şekilde bilinmediği
takdirde bunların başarılı bir şekilde tedavi edilemeyeceğini öne sürmüştür.
(Boisen, akt. Foskett, 2001). Boisen’in bu yaklaşımı, onu dinî danışmanlığın
gelişimini etkileyen önemli isimlerden biri yapmıştır.
Bu alanda önemli etkisi olmuş diğer bir kişi de Hümanist Psikoloji’nin
kurucularından Carl Rogers’tır. Gençken Rogers liberal Hristiyanlığa tutkuyla
bağlıyken kariyerinin başlarında dine ve manevi söyleme sırt çevirmiş ve
mesleğinin epeyce bir kısmında kendini ampirik bir bilim adamı olarak nitelemekle
övünmüştür. Ancak yaşamının son on yılında hem kişisel hem de mesleki deneyimi,
onu manevi boyutun gerçekliğini kabul etmeye itmiş ve onun “mistik,” “aşkın,”
“betimlenemez” gibi kavramları kullanmasına yol açmıştır (Rogersakt. Thorne,
2001).
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 13
Avrupa ve Amerika’da Dinî danışmanlıklar, dinî danışma merkezleri, sağlık kuruluşları, dinî ortamlar veya özel uygulamalar aracılığı ile yürütülmektedir.
Rogers’ın gerçekte, temelde manevi olan bir terapi uyguladığı
düşünülmüştür. Bu kanıya Rogers bile bunun farkında olmadan ve hümanistik
yaklaşımı kendi terapisi olarak ortaya çıkarmadan önce varılmıştır. Bu yargıya,
Rogers’ın ilk dönem (hem Evanjelik hem de liberal olarak) Hristiyanlık deneyiminin
derin düzeyde onu terk etmediği düşünüldüğü için varılmış olabilir (Thorne, 2001).
Rogers’in modelinin Hristiyanlık öğretileri için olumsuz olduğunu (örneğin,
doğuştan günahkâr olmayı kabul etmeme) düşünenler de mevcuttur. Onun
kuramının, kendi kendiyle yetinmeyi, bencilliği ve narsisizmi teşvik ettiği dolayısıyla
Hristiyan öğretisini bunlarla kirlettiğini öne sürenler de bulunmaktadır (Rogers, akt.
Thorne, 2001).
Amerika’da dinî danışmanlığın mesleki uygulamaları için standartlar koyup
gereksinimlerini belirleyen ana organizasyon Amerika Dinî Danışmanlar Derneğidir
(American Association of Pastoral Counsellors-AAPC) AAPC’ye göre dinî
danışmanlığın tanımı şöyledir: “Dinî danışmanlık iyileşme ve gelişmeyi
gerçekleştirmek amacıyla manevi kaynakları ve psikolojik anlamayı kullanan
psikolojik danışmanlığın kendine özgü bir biçimidir. Dinî danışmanlık sadece ruh
sağlığı uzmanları tarafından değil, aynı zamanda derin dinî ve/veya teolojik eğitim
almış kişiler tarafından da kullanılır. Amerika’daki dinî danışmanların çoğu din
adamı olarak atanmış veya belirli bir dinî toplum tarafından desteklenen kişilerdir
(Woodruff, 2002).
Dinî danışmanlıklar, dinî danışma merkezleri, sağlık kuruluşları, dinî ortamlar
veya özel uygulamalar aracılığı ile yürütülmektedir. Güçlerini mensup oldukları
inanç grubuna aidiyetten alırlar. AAPC dinî danışmanların belirli bir dinî grupla
sorumlu bir ilişki içinde olmalarını bekler. Onlar aynı zamanda ruh sağlığı sunan
kuruluşların önemli bir parçasını oluştururlar. En son ve en etkili psikolojik
•“…öyle gözüküyor ki benim derin ruhum (inner spirit) dışarıya ulaştı ve diğerinin derin ruhuna dokundu. İlişkilerimiz kendilerini aştı ve daha geniş olanın bir parçası oldu…. açıkça gözüküyor ki, terapideki ve gruplardaki deneyimlerimiz, aşkın olanı, betimlenemeyeni, manevi olanı içermektedir. Şimdiye kadar mistik ve manevi boyutun önemini yeterince önemsemediğime inanmaya başladım.” (Rogers akt. Thorne, 2001).
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 14
yöntemleri, manevi boyutla birleştirerek sunarlar. Tıbbı bir müdahale veya hastane
ortamı gerektiğinde dinî danışman danışanı bir psikiyatriste yönlendirir. Uzman bir
dinî danışmanın hedefi, kendisinden yardım isteyenlere klinik olarak açıklanabilir
ve manevi olarak duyarlı bakım sağlamaktır (Woodruff, 2002).
Pennsylvania’da bir dinî danışmanlık merkezi ile bir üniversite psikiyatri
servisi, birime kabul edilmiş hastalara manevi hizmet sunmak için iş birliği
yapmışlardır. Psikiyatri ekibi buna başlangıçta karşı çıkmış, ancak dinî
danışmanların, verilecek hizmetin hastanın dinî ve maneviyatı temelinde
Aslında yukarıda da ima edildiği gibi bireylerle, eşlerle, ailelerle veya
gruplarla yapılan ve bir sorunun tartışılmasını, öneri veya yönlendirmeyi veya bir
krizi çözmeyi içeren etkinliğe dinî danışmanlık adı verilmekte, buna karşılık rutin
olarak yapılan ev, hastane, bakım evi ziyaretleri danışmanlık olarak
nitelendirilmemektedir (Greenwald vd., 2011).
Dinî bakım ve danışmanlık konusundaki literatür ağırlıklı olarak teoriktir veya
danışmanların görüşmelerinden edindikleri vaka örneklerine dayanmaktadır. Oysa
bu alanda yapılacak görgül (ampirik) çalışmalar, dinî danışma alanında nelerin
önemli olduğu nelerin danışanlara zarar verdiği konularında önemli farkındalıklar
sağlayabilir (Foskett ve Lynch, 2001). Dolayısıyla alanla ilgili yeterli bilimsel
araştırmaya da ihtiyaç bulunmaktadır.
Başka bir konu da akreditasyon sorunudur. Dinî danışmanların
akreditasyonu ve gözetimi (monitoring) ile ilgili sorunlar da bulunmaktadır.
Yukarıda değinildiği gibi İngiltere’de Dinî Bakım ve Danışmanlık Derneği ile Amerika
Dinî Danışmanlar Derneği, din adamları için millî bir akreditasyon planı
sunmaktadır. Dinî danışmanlık gelişirken, gözetim ve akreditasyon önemli olmakla
birlikte bunun din adamlarının çoğunun dinî görevlerinde yaptıkları çabaların
değerini düşürerek sadece dinî danışmanlığı uygulayan bir elit oluşturacağından
sakınılması gerektiği ileri sürülmektedir (Foskett ve Jacobs, 1994).
Son olarak ama en az önceki sorunlar kadar önemli olan diğer bir konu da,
dinî danışmada ne kadar teolojik ne kadar seküler değerlerin kullanılacağı
meselesidir. Foskett, bazı din adamlarının psikoloji ağırlıklı, diğerlerinin dinî ağırlıklı
ve diğer bir grubun da hem psikoloji hem de dinî değerleri dengeli biçimde
kullandığını bildirmektedir. Yine kadının kilisedeki rolüne, eşcinsellere, AIDS’e ve iki
evliliğe yönelik tutumlar kısmen dinî danışmanların çalışmaları aracılığı ile
liberalleşmiş bulunmaktadır (Foskett ve Jacobs, 1994). Bu arada genel dinî
bakımdan (veya din hizmetlerinden) daha üstün bir mevki edinen dinî danışmanlık,
dinî organizasyon içinde özellikle de pastoral ve pratik teologlar nezdinde gerilim
doğurmuştur. Onlar, dinî danışmanın, nörotik ve narsistik orta sınıfın egomerkezli
meşguliyeti olma tehlikesi taşıdığını dile getirmiştir. Bu durumun da dinî
danışmanlığın dinî görevleri (dinin temel hedefi olan dinî mesajın insanlara
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 19
Dinî danışmanlar seküler toplumun bir tür gizli tebliğcileridir.
Bu durum belirli bir inanca taraftar
kazandırma anlamında değil, anlama yönelik özlemi doğrulama ve
kabul etme anlamındadır.
ulaştırılması) ihmal edebileceği endişesine yol açmaktadır (Foskett ve Jacobs,
1994).
Bunların dışında profesyonel psikolojik danışmanlığın dinî danışmanlar için
uygun olup olmadığı, dinsel inanca sahip insanların az bulunduğu ortamlarda dinî
danışmanlığın uygun olup olmadığı, dinin, maneviyatın ve terapötik uygulamanın
uygun bir entegrasyonunun nasıl sağlanacağı gibi sorunlar da, dinî danışmanlığın
güncel sorunları arasında bulunmaktadır (Foskett ve Lynch, 2001).
Dinî Danışmanlıkta Dinî Olanın Hermenötik Boyutu
Dinî danışmanlığın seküler psikolojik danışmanlıkla ilişkisi bağlamında
yaşadığı kimlik sorununu daha derinlerde paradigma düzeyinde ele almak konunun
aydınlanmasına önemli katkılar verebilecek işlevlere sahiptir. 21. yüzyılın en önemli
sorunu bilimle dinin entegre edilmesi ve inançlar arası iş birliği ve diyaloğu sağlama
sorunudur (Thorne, 2001).
Din, sosyal uyum ile sosyal ve bireysel özgürlük arasındaki gerilimde yer
almaktadır. Bu çerçevede teolojik ve psikolojik söylemlerin bir araya getirilmesi
hemen her yerde tartışma konusu olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bununla
birlikte, dinî danışmanlığın bireysel maneviyat ile modernitenin ayırt edici özelliği
olan nesnellik-bilimsellik arasındaki açığı kapatması hâlinde insanlara önemli bir
katkı yapabileceği ileri sürülmektedir (Foskett ve Lynch, 2001).
Kutsal metnin geleneksel algılanması modern öncesi dönemler için anlamlı
olabilir. Fakat böyle bir anlayışın inançlar arası çatışma yaşayan modern dünyanın
sorunlarına, büyüme ve dönüşme yönünde yapacağı katkının sınırlı olacağı da göz
önünde tutulmalıdır. Dolayısıyla, dinî danışmada teolojik düşünmeyi öğrenmek
önemlidir. Bununla metni yaşamla ilintili kılacak biçimde terapötik ve dinamik
düşünme kastedilmektedir (Woodruff, 2002). Böyle bir yaklaşımla, dinî danışmanlık
insanın şartlarını psikolojik olarak kabul edilebilir bularak geleneksel dinin insan
tabiatının karmaşıklığına yönelik algısını şekillendirmiş olacaktır (Sutherland, 2001).
Dinî danışmanlar tarafından kurumsal ve doktrinal prangalardan kurtulmak
için gösterilecek çabalar - ki bu pek çok dinî danışmanı inanç topluluklarından
kopma noktasına getirebilir - bir inanç kaybı göstergesinden ziyade onların gelecek
vadeden belirtileri olarak algılanması gerekir. Bu tür konulardan dolayı dinî
danışmanları bazı meslektaşları dinden sapmış ve inancın altını oymuş kişiler olarak
görmüşlerdir. Oysa onlar dinî gerçekliğin temel çekirdeğinin koruyucularıdır.
Dolayısıyla aslında dinsel danışmanlar seküler toplumun bir tür gizli tebliğcileridir.
Bu belirli bir inanca taraftar kazandırma anlamında değil, anlama yönelik özlemi
doğrulama ve kabul etme anlamındadır (Thorne, 2001). Kısaca özetlemek
gerekirse, dinî danışman adaylarının hem teolojik materyal karşısında kendilerini
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 20
bilişsel olarak “iyi” geliştirmiş, hem de dinsel materyali bu gelişim düzeyiyle
uyumlu biçimde gerektiğinde danışanlarıyla birlikte iyi kullanmayı öğrenmiş
olmaları gerekir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
İslam dininde dinî ve dinî olmayan ayrımı olmadığından ülkemizdeki
modelde dinî danışmanlığı belirleyen faktörler konusunda şunlar söylenebilir: Dinî
materyale ve dinsel olguların belirleyiciliğine önem veren, dinî ortamlarda çalışmak
isteyen ve dinsel materyale sempatiyle yaklaşan profesyonel bir psikolojik
danışman veya psikolojik danışmanlık (veya dinî danışmanlık) eğitimi almış bir
teolog/din adamı dinî bakım ve danışmanlık hizmetini yerine getirebilir. Dolayısıyla,
dinî danışmanlık, dinî ve manevi konuları dikkate almayan tamamen ruh sağlığı
yönelimli seküler danışmanların dışında, Müslüman kimliğini öne çıkaranlar ile
sekülerleşmiş veya bir dinî yönelimi olmayan ancak inanç konularına sempatiyle
bakan kişiler tarafından yürütülebilir.
Psikolojik danışmanlık ilişkisinde gündemi belirleyen, kurumların veya
inançların değil danışanların değerleri olmalıdır. Dinî bakım ve danışmanlık
uygulaması günümüz şartlarında kurumsal olarak gerçekleşecekse, bu hizmeti
verecek birimin adı “Sosyal Din Hizmetleri ve Dinî Psikolojik Danışmanlık” şeklinde
olabilir. Bu birimin, sorulan dinî sorulara görüş bildirme (fetva verme), cenaze
merasiminde yer alan ritüelleri yerine getirme ve cami hizmetleri (ibadetlerle ilgili
yönü) gibi dinin ibadî (ritüel), itikadî (düşünsel) ve ahlaki (moral) yönlerine hitap
eden diğer bilişsel ve ritüel din hizmetlerinden belirgin bir şekilde farklı olduğunun
altı çizilmesi gerekir. Çünkü bu alandaki üç hizmet (bu hizmeti yürütenler tek
kişiden ibaret olsa da) birbirinden doğası itibarıyla ayırt edilir gözükmektedir: (a)
ritüel/ibadî-doktrinal/itikadi din hizmetleri (ki günümüzde en yaygın olanıdır), (b)
dinî bakım (veya sosyal din hizmeti de denebilir), ve (c) dinî danışmanlık. Bunu bir
örnekle açıklamak gerekirse, cenaze namazı kıldırmak ve fetva vermek doktrinal-
ritüel din hizmeti, cenaze evini ziyaret etmek dinî bakım veya sosyal din hizmeti ve
yakınının ölümüyle başetmeye çalışan kişiyle yapılan yapılandırılmış bire-bir
görüşme dinî danışmanlık olarak nitelendirilebilir. Bunlardan bazıları aynı anda
birlikte de bulunabilir. Örneğin, nikah için bir eve yapılan ziyarette hem doktrinal-
ritüel din hizmeti (nikah kıyma), hem de sosyal din hizmeti (örn. orada hazır
bulunuş) birlikte bulunmaktadır.
Dinî danışmanlık uygulamaları Türkiye’de bir süreç hâlinde başlatılabilir.
Bunun için önce, sosyal hizmet ya da bu çalışmada kullanılan ifadeyle “bakım”
(care) süreci geliştirilip sistemleştirilebilir. Ardından ikinci aşamada ilgili adaylara
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 21
dinî danışmanlıkla ilgili güçlü bir eğitim verilerek dinî danışmanlık hizmetine
geçilebilir. Neticede dinî danışmanlık formasyonunun titiz bir eğitimin ardından
gerçek anlamanı kazanacağı unutulmamalıdır. Bu hizmet, Diyanet İşleri
Başkanlığına bağlı müftülükleri aracılığı ile yürütülebilir ve böylece dinî kurumlar
daha fazla insan sorunları merkezli olarak çalışmalarını sürdürebilirler. Diyanet
İşleri Başkanlığı kendi bünyesinde bir “akredite edici ve gözetleyici” kurul
oluşturarak bu hizmetleri takip edebilir, denetleyebilir ve kalitesini artırabilir.
Ayrıca dinî bakım veya daha özelde dinî danışmanlık alanında çalışacak
personelin seçilmesine ve eğitilmesine özel önem verilmelidir. İlahiyat
fakültelerinde ve ilahiyat sonrası eğitimle ilgili kurumlarda “sosyal din hizmetleri”
adıyla yeni bir bölüm oluşturularak ve buralarda dinî bakım, din hizmetleri ve dinî
danışmanlık alanları ile ilgili eğitimler sunularak öğrenciler din hizmetlerinde daha
hazır hâle getirilebilir. Böylece onlar da bireylerin yaşam kalitelerine katkıda
bulunulabilir. Hâlen büyük oranda din eğitimi bölümü tarafından yürütülen din
hizmetleri eğitimi bağımsız bir kimliğe kavuştuğunda psikoloji ve psikolojik
danışmanlık gibi topluma hizmet sunan seküler alanlardaki çalışmalarla
bütünleşerek yeni bir ekol oluşturabilir.
Dinî danışmanlığın Batı’da Hristiyan kültüründe tartışıldığı biçimini, olduğu
gibi yerel kültüre taşımak yerine onun değerlerinin yerelleştirilmesi ve yerel halkın
değerleriyle yeniden harmanlanması önemli bir husustur. Bu yolla yeni
oluşturulabilecek bir yardım hizmeti modeli daha özgün bir yapıya sahip olacaktır.
Aslında dinî danışmanlık gibi seküler danışmanlıktan ayrı bir alan tasarlanabileceği
gibi, dinî ve seküler ayrımına gitmeden Türkiye’deki psikolojik danışmanlık
eğitimine yerel olan boyutun katılması ve seküler psikolojik danışmanlığın manevi
boyuta özel önem vermesiyle tek model de elde edilebilir. Bunlardan hangisinin
daha ideal olacağı konusu belirli bir uygulama sürecinden sonra ortaya çıkacaktır.
Rogers’ın ampirik bilim adamlığı, psikoterapist, ve mistik yönünü bir araya
getiren Thorne, onun bir çalışmasına (1980, pp. 350- 352) dayanarak bu alanlarla
ilgili birbiriyle uyumlu bir genel yaklaşım modeli önermiştir.
1. Dünyaya hem içinde hem de dışında açık ol. Yeni deneyimlere, yeni arayış
ve var olma yollarına, yeni düşünce ve kavramlara kucak aç.
2. Düşüncelerini söylenmesi gerektiği gibi söyle. İki yüzlülüğü, aldatmayı ve
iki yüzlü konuşmayı reddet. İlişkilerin ve cinselliğin konusunda açık ol. Gizli veya iki
yüzlü bir yaşam sürdürme.
3. Tabiatı fethetmek ve insanlığı kontrol etmek için kullanılan mevcut bilim
ve teknoloji konusunda derin bir güvensizlik taşı.
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 22
4. Kompartımanlara ayrılmış dünyada yaşamak yerine yaşam bütünlüğü için
çalış. Deneyimsel, düşünsel, duygusal, fiziksel, psikolojik ve iyileştirme enerjilerini
birbirine entegre et.
5. Yakınlık, samimiyet ve ortak amaç için yeni biçimler araştır. Sözel ya da
sözel olmayan yeni iletişim yolları bul. Duygu ve aklı birlikte bulundur.
6. Risk üstlenmeye istekli ol ki böylece değişimler karşısında canlı kalasın.
7. Başkalarıyla, kibarca, detaylıca, kurallar koymaya ve yargılamaya
çalışmadan ilgilen. Profesyonel “yardım edici”lerden kuşku duy.
8. Tabiata yakınlık hisset onunla bakıp kollayarak ilgilen. Ekolojik düşün ve
tabiatın güçleriyle iş birliğinde bulun.
9. Çok yapılandırılmış, esnek olmayan bürokratik kurumlara güvenme.
Unutma ki kurumlar insanlar için vardır.
10. Kendi deneyimine güven ve dış otoriteye güvenme. Adil olmadığını
düşündüğün kurallara uyma.
11. Maddi konfora ve ödüllere rağbet etme. Gözünü para veya statüye
dikme.
12. Manevi arayıcı ol ve bireyden daha büyük olan yaşamda anlam ve amaç
bul. Evrenin bütünlüğünü ve harmonisini deneyimle (Thorne, 2001).
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 23
Öze
t •Dinî bakım ve danışmanlık, seküler psikolojik danışmanlıktan daha köklü bir yapıya sahiptir ve seküler psikolojik danışmanlığın şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Günümüzde alanla ilgili (konumu, sınırları, tanımı gibi) bir takım güçlükler bulunmasına rağmen dinî danışmanlık Hristiyan dinî geleneğinin yaygın olduğu gelişmiş ülkelerde kurumsal kimliğe sahip olarak insanlara yardım etmeye devam etmektedir. Dinî danışmanlığın Türkiye’de İslam kültürü çerçevesinde geliştirilmesi için yeterli gerekçeler bulunmaktadır. Ülkemizde var olan din hizmetlerinin dinî danışmanlık tartışmaları çerçevesinde daha fazla sistemleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer taraftan bir danışmayı dinî yapan özellik danışmanın din adamı olması ya da dinî bir kurumda çalışması zorunlu değildir. Seküler danışmanlıktan gelip insanların manevi yaşamlarına özel önem veren insanların etkinlikleri de dinî danışmanlık olarak nitelendirilebilir.
•Dinî danışmanlık dindar ya da seküler kişiler tarafından uygulanması fark etmeksizin sadece dindarlara değil sorunlarını dinî veya manevi bir çerçevede veya çevrede ele almak isteyen herkese hizmete açıktır, yani çok kültürlü bir sosyal yapıyla uyumludur. Dinî danışmanlık ilgili kurum aracılığı ile seküler danışmanlığın ulaşamadığı bölgelerde ve alana kuşkuyla bakan çevrelerde yardım hizmetini yaygınlaştırabilir bir potansiyele sahiptir.
•Dinî bakım ve danışmanlık alanında kaliteli hizmet verebilmek için adayların uygulamalı ve kuramsal olmak üzere akreditesi olunan gerekli eğitimi almaları gerekmektedir. Bu eğitimde seküler danışmanlık ile teolojik bilgisi donanımının yanında kişisel gelişimin de özel bir yeri bulunmaktadır. Dolayısıyla dinî danışmanlık bu alanda eğitimli din hizmeti sunan bireylerin kişisel gelişimlerine doğrudan katkıda bulunarak genel olarak din hizmetinin de kalitesini artıracağı düşünülmektedir.
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 24
Değerlendirme
sorularını sistemde
ilgili ünite başlığı
altında yer alan “bölüm
sonu testi” bölümünde
etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Dinî danışmanlık isminde geçen “dinî” kelimesi ile aşağıdakilerden hangisi
kastedilmektedir?
a) Belirli bir dine mensup dindarlar
b) Müslümanlar
c) Müslüman olsun olmasın tüm dindarlar
d) Yaşamın aşkın boyutunu dikkate alan insanlar
e) Hristiyanlar
2. Seküler psikolojik danışmanlık’ta çok kuram olmasına rağmen birbirinden
ayrı olduğu düşünülen üç çekirdek kuram aşağıdakilerden hangisinde doğru
olarak verilmiştir?
a) Psikodinamik, Bilişsel, Davranışçı
b) Psikodinamik, Hümanist ve Rasyonel-Davranışçı
c) Davranışsal, Bilişsel, Hümanist
d) Geştalt, Davranışçı, Hümanist
e) Davranışçı, Geştalt ve Rasyonel-Davranışçı
3. Aşağıdakilerden hangisi psikolojik danışmayı yapan kişiyi en ideal olarak
nitelendirir?
a) Dinî ve manevi konulara önem veren herhangi bir danışman
b) Din konusunda bilgili seküler danışman
c) Dindar bir danışman
d) Dinî ve manevi gündemi olan danışanlarla görüşen her hangi bir
danışman
e) Din adamı
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 25
4. Aşağıdaki isimlerden hangisi dinî danışmanlığı destekler bir söyleme sahip
değildir?
a) Carl Rogers
b) Carl GustavJung
c) AntonBoisen
d) B. F. Skinner
e) Hiçbiri
I. Doktrinal/İtikadî-Ritüel/İbadî
II.Gönüllü Sosyal Din Hizmetleri
III.Dinî Bakım/Sosyal Din Hizmetleri
IV. Dinî Danışmanlık
5. Yukarıda yer alan din hizmetleri alanlarından/boyutlardan hangileri kuramsal
olarak birbirinden ayrı düşünülmelidir?
a) I, II ve IV
b) Sadece I ve IV
c) II, III ve IV
d) Sadece II ve IV
e) I, III ve IV
6. Aşağıdakilerden hangisi Dinî danışmanlık ve rehberlik ünitesinde kapsamlı
olarak sunulan dinî danışmanlık tanımında yer alan etkinliklerden biri
değildir?
a) İyileştirme veya Rahatlatma
b) Destekleme
c) Soruları yanıtlama
d) Önleme
e) Uzlaştırma
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 26
7. Dinî danışmanlığın İngiltere ve Amerika’daki tarihi incelendiğinde ayrı bir
disiplin olarak hangi dönemde ortaya çıktığı söylenebilir?
a) 19. yıldan önce
b) 19. yüzyılın ilk yarısında
c) 19. yüzyılın ikinci yarısında
d) 20. yüzyılın ilk yarısında
e) 20. yüzyılın ikinci yarısında
8. Dinî danışmanlık ve rehberlik ünitesinde geçen nihaî konularla
aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir?
a) Her bireyin en çok arzu ettiği şeylerle ilgili konular
b) İnsan yaşamında sonu olan şeylerle ilgili konular
c) Danışmada sorunların aşılmasından sonra ortaya çıkan konular
d) Günlük konuları topluca açıklayan temel ilkeler
e) Yaşamın maddi ve gözlenebilir boyutunun ötesi ile ilgili konular
9. Aşağıdakilerden hangisi dinî danışmanlıkta sorun olabilecek konular arasında
yer almaz?
a) Danışmada danışanın deneyiminin dinî kategorilere sıkıştırılması
b) Dinin tebliği işinin danışmanlık etkinliği tarafından gölgede
bırakılması
c) Dinî danışmanlığın din adamlarının dinî bağlılıklarını azaltması
d) Dinî danışmanın dinî konuları danışan gündeme getirmeden ele
almaları
e) Hiçbiri
Dinî Danışmanlık ve Rehberlik
Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 27
10. Psikolojik danışmanlık eğitiminde aşağıdakilerden hangisi zorunlu olarak yer
almaz?
a) Danışman adayının psikoloji veya benzer fakülte mezunu olması
gerekir.
b) Danışman adaylarının kendileri danışan olarak danışmaya girerler.
Anlam arayışının insan hayatında sahip olduğu etki gücü ve değerini
belirlemek amacıyla çeşitli yerlerde ve zamanlarda pek çok araştırma
gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmalar sonucunda insanların %80-90’ının, hayatta bir
anlam bulmayı en temel ihtiyaçları olarak belirttikleri görülmüştür. Ülkemizde de
gerçekleştirilen bir araştırmada katılımcıların % 90,2 gibi büyük bir kısmı, "anlamlı,
huzurlu, belirli amaçları ve hedefleri olan düzenli bir hayat kurma"yı en büyük arzu
olarak dile getirmişlerdir (Bahadır, 2002).
Anlam arayışındaki insan, en uygun çözüme ulaşmak ve böylece içine
düştüğü gerginlikten kurtulmak amacıyla çözüm arar. Bu çerçevede bazen bilime,
bazen ideolojilere, zaman zaman da dinin mesajlarına müracaat eder. Ancak, ne
bilim ne de fikir ve ideolojiler onu bu arayışında yeterince tatmin edebilmektedir.
Özellikle insan-ötesi bilgiler konusunda fikir ve ideolojiler, ciddi eksikliklere
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
sahiptir. Buna karşılık dinin söyleyeceği pek çok şey vardır. Anlamsızlıktan kurtulma
ve böylece anlamlı bir hayata kavuşma sürecinde dinî değerler ile anlam arayışı
arasında önemli bir ilişki söz konusudur. Din, tüm hayatı ele alıp yorumlayan;
bilinmeyen pek çok hususu, sunduğu tatminkâr cevaplarla açıklığa kavuşturup
anlamlandıran eşsiz bir sistemdir. Birçok din psikoloğu, bulgularına dayanarak dinî
geniş ölçülü bir anlam sistemi (Meaning System) olarak tanımlamışlardır. G. W.
Allport da dinin zihinsel ve ruhsal yönden en mükemmel anlam kaynağı olduğunu
vurgulayarak şöyle der: "Din, her şeyin derinliğinde bulunan anlamı keşfetmede en
büyük güçtür. Zira din, bütün dünya görüşleri arasında en tutarlı ve en kapsamlı
olanını ortaya koyar” (Allport, 2005).
Hemen her alanda doyurucu cevaplar veren değer sistemiyle din, sahip
olduğu anlam imkânlarıyla insanın arayışlarına hizmet eder. En temel işlevlerinden
biri olarak din, kültür veya ideolojilerin açıklamaktan aciz kaldığı zihinsel ya da
ruhsal pek çok konuda, bilgi kaynakları sunar. Semboller sistemi olarak din, insanın
yaşadığı dünyayı daha iyi anlayabilmesine yardım eder. İnsan psikolojisinin temel
ihtiyaçlarına yönelik bu kuşatıcı karşılıklarıyla dinî inanç, bir başka şekilde
cevaplanamayacak gibi gözüken varlık nedeni ve hayat ile ilgili pek çok soruyu
cevaplamakla zihni ve ruhu rahatlatır. Diğer taraftan din, zihnin aşmakta zorluk
çektiği mantık ötesi sorulara hazır cevaplar sunmakla onu gereksiz detaylardan ve
kısır döngülerden korur.
Çaresizlik ve Dindarlık İlişkisi
İnsan güç yetiremediği, onu aciz ve çaresizlik içinde bırakan olaylar ve
durumlar karşısında sığınabileceği, kendisine güven verecek sonsuz kudret sahibi,
tabiatüstü bir varlığa yönelme ve ondan yardım dileme ihtiyacı duyar. Bu durum,
insanı Allah’a inanmaya ve dinî kabule götürebileceği gibi, inandığı hâlde dinden
uzak ya da dinî emir ve yasaklara kayıtsız kalanların dine yönelip ona sarılmalarında
da etkili olmaktadır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de insanın, kendisini tehdit eden
durumlarla karşılaştığında Allah’a yönelip onun dinine sarıldığı, tehlike geçince
Allah’ı unutup dinden uzaklaştığına dikkat çekmektedir. Bu ayetlerden de
anlaşılacağı üzere böyle tehditkâr olaylar ve çaresizlikler, insanı ancak geçici bir
süre için dine yöneltir.
Din psikologlarının tamamına yakını, dinî inanç ve değerlerin insanın kendi
güç ve çabasıyla üstesinden gelemediği zor durumlar karşısında telafi edici, güç ve
güven sağlayıcı bir kaynak olduğunu kabul ederler. Fakat Freud ve Marx gibi din
karşıtı kişiler bireyin dindarlığını yalnızca çaresizlik durumlarına indirgerler. Onlara
göre bir bütün olarak din, esasen yolunu şaşırmış bir insani arzu, aslı esası
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, ‘Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir’ der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.(Zümer, 59/49).
olmayan gerçek dışı bir hayal, yanılsama veya sapmadan ibarettir. Dinî tutum ve
davranışlar onlar açısından acziyet ve tatminsizlikten doğan hastalıklı yapılardır.
Kişisel ve sosyal tecrübelere bağlı olarak denebilir ki, insan üstesinden
gelemediği sıkıntı, acı ve kayıplardan ötürü kendi ötesinde bir kurtarıcı arayarak
çeşitli ibadet şekilleriyle ondan yardım dilemektedir. Bilindiği üzere hayatı üst
seviyede düzenleyen ve kontrol eden, insanın çözemediğini çözebilen yüce ve
güçlü varlıklardan sadece dinler bahseder. Bu durumda insan doğal olarak dine
yönelir. İnsanda böyle bir yönelişin var olduğu hususunda araştırmacılar arasında
bir ihtilaf yoktur. Tartışmalar, daha çok böyle bir yönelişi ortaya çıkaran içsel ve
çevresel sebepler üzerinde düğümlenmektedir.
İlkel toplumlardan başlayarak gelişmiş toplumlara kadar insanların zaman
zaman zora düştükleri sosyal olaylar karşısında sıkıntı yaşadıkları ya da büyük
afetler sonunda bağlanacak ve sıkıntılarını giderecek bir varlığı hissettikleri kabul
edilmektedir. Esasen totemizmde asli unsur çaresiz kalan insanların herhangi bir
hayvan ya da tabiat olayları karşısında bir totem rumuzu belirleyerek ona
yönelmeleridir. Böylece onun etrafında dinî ritüeller oluşturmaları şeklinde gelişen
bir dindarlık söz konusudur.
Zaman zaman yanardağların volkanik hareketliliğe geçişi ve insanların zorda
kalmaları sonucunda bir kurtarıcı olarak dine sığınmaları ya da dinin temsilcisi
olarak aklı aşan yüce bir varlığı kabullenmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Günümüzde dinî pratikleri yerine getirmeyen kişilerin dramatik bir trafik
kazası ya da hayatın getirdiği olumsuz bir gelişme sonucu dindarlığa ve dinî
pratiklere yöneldikleri ve dindarlıklarının farkına vardıkları bilinen bir realitedir.
Hayat boyu belirli zorluklar ve engellerle karşılaşan insanların gerginlik
yaşadıkları ve ümitsizliğe düştükleri görülmektedir. Bu ümitsizlik ve gerginliği
azaltma adına birey; çözümler, tatmin ve başa çıkma yolları aramaktadır. Bu
arayışta dinî inanç ve değerler güçlü telafi işlevi görmektedir.
Çaresizlik ve güçsüzlük tecrübeleri insanı bazen geçici bir süre için dine
yöneltebilir. Kur’an’da, insanın tehlikeli durumda iken Allah’a yalvardığı, tehlike
geçtikten sonra ise Allah’ı unuttuğu şöyle ifade edilmiştir.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Suçluluk duygusu, insanların büyük
çoğunluğunun tecrübe ettiği evrensel insani bir
olaydır.
Hâlbuki yukarıda yer alan ayette; insana yakışanın kendisine verilen nimeti
her zaman hatırlaması gereği vurgulanmaktadır. Din eğer zihinsel olarak içten
benimsenmemişse dine yönelme kalıcı olmaz. Kur’an ayetlerinde de belirtildiği gibi
engel ortadan kalkınca tekrar Allah’tan uzaklaşma söz konusu olabilir.
Günahkârlık ve Dindarlık İlişkisi
Din, ahlaki değerlere özel bir önem verir ve bağlılarından bunlara uymalarını
ister. Davranışları değerlendirirken iyi ve kötü kavramları yanına sevap ve günah
nitelemelerini de ekleyerek dinî bir çerçeve hazırlar. Dinî her emir ve tavsiyede,
ahlaki ilkelere sarılmayı özendiren bir yöneltme varken, her yasağın ve
sakındırmanın özünde de mutlaka bir ahlaki ilkeyi koruma söz konusudur. Bu
yapısıyla din, ahlaki ilkelere uyanları dünya ve ahirete yönelik vaatlerle
ödüllendirirken, uymayanları da ceza müeyyidesiyle uyarır. Dinî inançlar ahlaki
değerleri destekleyip özendirdiğine göre iyi ve sevap arayışında olanlar, doğal
olarak dine yönelebilirler. Burada sorulabilecek soru şudur: Acaba ahlaki kaygılar;
kötülük ve günahın yol açtığı suçluluk ve günahkârlık duyguları dine yöneltir mi?
Her şeyden önce suçluluk duygusu, insan tabiatının güdüleyici evrensel
niteliklerinden birisidir. Psikanalistlerin özellikle vurguladığı gibi temelleri daha çok
çocukluk dönemi ana-baba-çocuk ilişkilerine dayanır. Ancak, bu duygu, yaşanan bir
vakıa olarak hayatın her döneminde işlenen suçlara bağlı olarak tekrar tekrar
ortaya çıkabilir ve insanı ciddi tercihlerde bulunmaya zorlayabilir. Suçluluk
duygusunun kaynakları, toplumda suç veya yasak kabul edilen davranışlara bağlı
olarak değişir. Bununla birlikte yaygın kanaate göre temel kaynaklardan biri,
cinsellik içgüdüsünün yarattığı ahlaki sorunlardır; diğeri ise, bencillik ve diğerkâmlık
arasında çıkan çatışmalardır. Yani, kendi kişisel istekleri ile içinde yaşadığı kültürün
beklentileri arasında çıkan tercih çatışmasıdır.
Suçun dindeki karşılığı günahtır. Vicdanın mahkûmiyetini ifade eden suçluluk
duygusunun dindeki karşılığı günahkârlık duygusu; vicdani mahkemenin karşılığı
ise, ilahî mahkemedir. Dinin emirlerine uymadığı ya da yasaklarını çiğnediği zaman,
dindarda günahkârlık duygusu doğar ve neticede kendini ilahî mahkemede
mahkûm edilmiş hisseder. Doğal olarak o da, mahkûmiyetten doğan gerilimden
kurtulabilmek için dinî telafi arayışlarına girer. Bu durumda suçluluk ve günahkârlık
duyguları, dine yönelten kaynaklar arasında sayılabilir.
Suçluluk duygusu, insanların büyük çoğunluğunun tecrübe ettiği evrensel
insani bir olaydır. Bu duygu, dinî eğiliminden önce gelerek onu güdüleyebilir. Fakat
din ona yeni bir boyut olarak “günah” boyutunu ilave eder. Din bu yolla
günahkârlık duygusunu, merhametiyle affeden ve bu duyguyu yapıcı bir faaliyetin
başlangıcı yapmaya davet eden Allah’a karşı bir minnettarlığa dönüştürmeye
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
yardım edebilir. Hataları yüzünden kendini, kendi öz ahlaki otoritesi olan vicdanı
toplum tarafından mahkûm edilmiş olarak hisseden kişi, suçluluk duygusu
yüzünden sıkıntı ve bunalımlar yaşar, bu durumdan kaçıp kurtulmak isterken
evrensel otorite olan Tanrı’ya sığınıp dine yönelebilir.
Biz burada suçluluk duygusunu, kişiyi Allah’a inanmaya ve dinî kabule sevk
eden etkenlerden biri olarak ele alıyoruz. Esasen diğer dinî motivasyonların çift
kutuplu etkilere sahip olduğu gibi, suçluluk duygusu da çift yönlü etkilere sahiptir.
Yani dinî hayatı olumlu yönde etkileyebileceği gibi olumsuz yönde de etkileyebilir.
Böylece fert, bu duygunun etkisiyle tövbe edip, günahlarını telafi ederek Rabbi ile
barışmak üzere ibadet ve uygulamalara daha sıkı sarılabileceği gibi, bu duyguya
sebep olan dinî ve ahlaki değerleri inkâr edip bunlara saldırabilir.
Zihinsel Tatmin ve Dindarlık
Akıl sahibi bir varlık olarak insan, kendisi ve çevresindeki varlık ve olaylar
üzerinde düşünür, zamanla onun düşüncesi metafizik âleme de yönelir. Varlığın
başlangıcı, sonu, varoluşun amacı, kâinattaki nizam, ölüm ve ölüm ötesi ve insanın
kâinattaki konumu vb. konularla ilgili sorulara tatmin edici cevaplar bulmak üzere
düşünen insanlar, gerek kendi varoluşlarının, gerekse kâinatla ilgili meselelerin
tatmin edici açıklamasını dinde buldukları için dine ve Tanrı’ya yönelebilirler.
Çünkü bu tür soruların cevaplandırılması bilimin gücü dışındadır.
İnsan algılama, düşünme, yorumlama, tasarlama gibi diğer canlılarda
bulunmayan özel zihinsel süreçlere sahiptir. Kuşkusuz sahip olduğu bu özel zihinsel
donanımla o, içinde yaşadığı hayatı ve evreni, karşılaştığı her olayı, kendini tatmin
edecek ölçüde anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Bu yöneliş, temel bir ihtiyaç
olarak zihinsel yapısının en önemli özelliğidir. Daha açık bir ifadeyle, zihin boşluk ve
belirsizlik kabul etmez; bu boşluğu doldurma arzusuyla zihinsel tatmin arar. İnsan,
zihninde oluşturduğu bilişsel haritalarla hayatı anlamlandırır; durumlar ve olaylar
karşısındaki konumunu tayin eder; kendisi ve kendi ötesi ile olan ilişkilerini
düzenler.
Ne kadar özel donanımlı olursa olsun insan zihni, bilinç alanına intikal eden
soruların tümünü cevaplama, açıklama, yorumlama ve çözümleme yetisine sahip
değildir. En zeki insanların sıra dışı çalışmaları bile, zihinlerini ancak belirli bir
noktaya kadar geliştirebilir. Sınırlı depolama ve işleme kapasitesinden doğan bu
bilişsel eksiklik, zorunlu olarak insanı kendi dışında ve çoğu zaman ötesinde farklı
anlamlandırma kaynakları aramaya sevk eder. Arayışlarının bir kısmına bilim ve
ideolojiler cevap verebilir. Ancak insana ait zihinsel ürünler olarak bu bilgi
kaynakları, sınırlılıkları nedeniyle zihinsel tatmin ve kesinlik arzusu için yeterli
olmaz.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Özellikle aklı aşan dinî-metafizik konularda bilimin ya da insan ürünü
açıklama sistemlerinin söyleyebileceği çok şey yoktur. İşte bu alan, dinin hâkim
olduğu ve sözünün geçtiği özel bir alandır. İnsan, ancak dine müracaat etmekle,
zihninde başka bir şekilde doldurulamayacak boşlukları telafi edebilir ve böylece
ruhunu gerginlikten kurtarıp rahatlayabilir. Nitekim inanç ve tutumlar üzerinde
yapılan birçok araştırma, dinî inancın çoğu zaman zihinsel ihtiyaçları tatmin ettiğini;
uyumlu, dengeli, anlaşılabilir bir değerlendirme anlayışı sunduğunu ortaya
koymuştur.
İnsan kâinat içerisinde kendi konumunu belirlemeye çalışır, bütün içerisinde
kendini değerlendirir, sonunun ne olacağını düşünür. Bütün bunların ancak güçlü,
kudretli bir yaratıcı tarafından düzenlenip organize edilebileceğini, başka türlü
tatmin edici bir açıklamanın yapılamayacağını kabul etmesi onu Tanrı’ya inanmaya
iter, dine yöneltir.
Zihni muhtevayı daha etkin ele almak üzere erinlik döneminden itibaren
hem erinlik hem de ergenler üzerine yapılan araştırmalarda; onların dine
yönelişlerinde zihinsel etkenlerin önemli olduğu görülmektedir. Ergenlerin ve
gençlerin din ile ilgilenmelerinde en çok dinin bilinmeyenlerle ilgili gerçekçi
açıklama ve yorumlar sunması; hayatın amacı ve bireysel kimlik problemlerine
yönelik oldukça doyurucu ve tutarlı hazır çözümler ortaya koyması olduğu
görülmektedir.
Beş duyu ile elde edilen bilgilerin insanın zihni muhtevasını şekillendirdiği
aşikârdır. Bunlar arasında dinî verilerin insan zihninde yer etmesi daha çok
çocukluktan itibaren anlatılan hikâyeler ve okunan kitaplar yanında yetişkinlerin
yönlendirmeleri şeklinde olmakta ve böylece dinî olgular ve objeler zihinde yer
etmiş bulunmaktadır. Aklın etkin olarak kullanılmaya başladığı erinlik döneminden
itibaren fert elde edilen dinî muhtevayı sorgulamaya başlamakta ve kendi
dindarlığını buna göre şekillendirmektedir. Ancak zihne alınanların bütününü
insanoğlu sahip olduğu sınırlı kapasite ile tahlil etme ve yorumlama kabiliyetine
sahip olmayabilir. Dolayısıyla bilimsel veriler ona dinî konularda sınırlı katkılar
sağlayabilir. Dinin inanç ve manevi boyutunu kavramak zihnin en zorlandığı faaliyet
alanı içende yer alır. Buna rağmen zihnen sorgulamadan geçen ve zaman zaman
şüpheye düşülen konuların, şüpheden arınması noktasında kişiye mal olması önem
arz etmektedir. Dinin ve dinî verilerin zihindeki sorulara cevap vermesiyle fertteki
dindarlık biraz daha kendi içinde şekillenerek fert dindarlığına bürünmüş
olmaktadır. Her din kendi mensuplarına zihni muhtevayı etkin kılacak yollar
göstermektedir. Örneğin İslam dinî, Kur’an’ı Kerim’de 250’yi aşkın yerde “Hiç
düşünmez misiniz? Tefekkür etmez misiniz? Akletmez misiniz?” şeklinde hitaplarda
bulunarak, insanda zihni muhtevayı etkin kılmaya çalışmaktadır.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Ölüm korkusu, birbirinden farklı korku
ve kaygı türlerini bünyesinde barındıran
karmaşık ve büyük ölçüde belirsiz bir duygusal yapıdır.
Ölüm ve Dindarlık İlişkisi
İnsandaki koruma ve varlığını devam ettirme güdüsü, insanı sadece bütün
hayatı boyunca gözetmekle kalmaz; aynı zamanda insanın, ölümle yok oluş
düşüncesi yüzünden acı çekmesine, bu düşünceye başkaldırmasına yol açar. İnsan,
ölümle yok oluş düşüncesini fıtratı icabı reddeder. Ölümden sonra hayatın devam
edeceği bir başka âlemin var olduğunu insanın içgüdüsel olarak sezmesi, ahiret
inancının dayandığı en önemli psikolojik temeldir. Bir başka âlemde de olsa,
hayatın ebediliğini arzu etmek, insanın ruhundaki hafife alınması mümkün olmayan
en yaygın istektir. İnsan ruhundaki ebedilik duygusu, mitolojilerde ölümsüzlük
arayışı şeklinde kendini göstermiştir. İnsanların ebedi hayata duydukları özlem ve
arayış, Gılgamış destanı ve İskender efsanesinde ölümsüzlük kazandıran ab-ı hayat
şeklinde tezahür etmiştir.
Ölüm ve dindarlık ilişkisinde iki yaklaşım öne çıkmaktadır, bunların birincisi
ölüm korkusu diğeri ise ölümsüzlük arzusudur. Ölüm başlı başına insanın yaşama
arzusunun en büyük tehdidi olarak görülmektedir. Ancak ölümün mahiyeti
noktasında günümüz insanı net bilgilere sahip değildir. Dolayısıyla ölümün gizemi
ve etkisi noktasında aciz ve çaresizdir. Bu nedenle ölüm, korkutucu ürkütücü ve
endişe verici bir fenomen olarak varlığını sürdürmektedir.
Ölüm korkusu özel bir korku çeşididir. Gerek her insanda gizli-açık varlığını
koruması; gerekse sahip olduğu etki gücü bakımından diğer korku türlerinden
ayrılır. Konuyla ilgilenen araştırmacıların bir kısmı, bütün korkuların temelinde
ölüm korkusunun yattığını iddia eder. Onlara göre ölüm korkusu, insanın en temel
kaygısıdır. Bu kaygı, hayatın erken dönemlerinden itibaren kendisini hissettirir;
kişiliğin oluşmasında rol oynar ve hayatının sonuna kadar bireyi hastalıklar, kazalar,
afetler gibi çeşitli ölüm habercileri eşliğinde tehdit eder.
Ölüm korkusu, birbirinden farklı korku ve kaygı türlerini bünyesinde
barındıran karmaşık ve büyük ölçüde belirsiz bir duygusal yapı olarak
tanımlanabilir. Bu karmaşık yapıyı oluşturduğu tespit edilen korku türleri şu şekilde
sıralanabilir: Belirsizlik korkusu, bedeni kaybetme korkusu, acı duyma korkusu,
Ölüm, ölümsüzlük arzusu, sonsuzluk duygusu ile dindarlık ilişkisini araştıran
birçok çalışma yapılmıştır. Genel olarak sonuçlar sınıflandırıldığında bu
araştırmaların bir kısmına göre bu değişkenlerle dindarlık arasında olumsuz bir ilişki
vardır; yani ölüm korkusu dinden uzaklaştırmaktadır. İnsanlar sonsuzluk
duygularını, dinin dışında başka tecrübelerle doyurmaktadırlar. Bir kısım
araştırmalara göre ölüm korkusu ve sonsuzluk duygusu ile dindarlık arasında
anlamlı bir ilişki yoktur. Bu çerçevede olmak üzere özellikle Batı’da yapılan pek çok
araştırma, ölüm korkusu ve sonsuzluk duygusunun tek başına tutarlı bir dinî inanç
ya da ahiret inancı doğuracak bir etkiye sahip olmadığını göstermiştir. Asıl ilginç
olan, Tanrı’nın varlığına inanan bir kısım dindarların yeniden diriliş, hesaba çekilme,
cehennemde ceza görme gibi bazı dinî inançlara karşı ciddi şüphe ve hatta inkâr
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
eğilimi taşımalarıdır. Diğer bir kısım araştırmalara göre ise, söz konusu değişkenler
ile dindarlık arasında olumlu ilişkiler bulunmaktadır. Buna göre; ölüm korkusu ve
sonsuzluk duygusu dine yaklaştırmaktadır. Bu yöndeki bulgular, özellikle tutarlı,
içten ve farklılaşmış bir dindarlık geliştirenlerde en üst düzeydedir.
Dindarlığın Sosyo-Kültürel Kaynakları
Sosyal Uyum ve Dindarlık
Sosyal bir varlık olarak toplum içinde yaşayan insan, içinde yaşadığı
toplumdan etkilenir ve onu etkiler. İnsan davranışlarının çoğunluğu sosyal bir
nitelik taşır. Sosyal davranış ise bireyin, başka kişi ya da kişilerin varlığından
etkilenen davranışıdır. Bir diğer ifadeyle, bireyin sosyal olarak kendi başına değil de
başkaları tarafından etkilenmesi (sosyal etki) sonucu ortaya çıkan davranışıdır.
İnsanın sosyal etkiyi kabul etme, sosyal etki ve beklentiye uygun tutum geliştirme
ve davranışta bulunma kabiliyeti vardır. Fert sosyal etkiyi kabule yatkındır. Bireyin
düşünce, inanç, tavır ve davranışlarını toplumsal normlar, değerler ve beklentiler
istikametinde oluşturup değiştirmesi sosyal uyumdur.
Sosyal uyum ya da uyma davranışı toplumsal hayat için zaruridir. Toplumlar
bu sebeple toplumsal değer ve normları henüz ilk çocukluk devrelerinden itibaren
eğitim yoluyla bütün bireylerine aktarmaya çalışırlar. Bu değerlerden biri ve en
önemlisi hiç şüphesiz dindir.
Toplumun her bireyi, ilk eğitimini aldığı aile kurumunda toplumun ortak
değerlerinden en önemlisi olarak dinî bilgi ve uygulamalarla karşılaşır. Her ana-
baba kendi dinî inançlarını, çocuklarına da benimsetip yaşatmaya özen gösterir.
Daha sonra eğitimin çeşitli kademelerinde ve sosyalleşme sürecinde kişi, toplumun
diğer kültürel değerleriyle birlikte dinini de kabul eder, bir başka dinî kabul etme
ihtimali çok düşük ve istisnai bir durumdur.
Sosyalleşme ve Dindarlık
Sosyalleşme, bireyin belirli bir toplumsal çevrede kişilik kazanması, toplumla
bütünleşmesidir. Sosyolojik bir kavram olarak sosyalleşme; yaşamını devam
ettirebilmek için yardıma ihtiyaç duyan insanın, içinde doğduğu topluma uyum
sağlama sürecidir. Bu süreç içinde insan, içine doğduğu toplumun kültürel
değerlerini öğrenir ve kendine mal eder. Sosyalleşmede tüm ilişkiler, kültürel
unsurlar üzerinden sağlanır.
Her toplumun kendini diğerlerinden ayıran özel bir kültürü mevcuttur.
Sosyolojik bir olgu olarak kültür, en geniş anlamıyla bir yaşam biçimi olup bir
topluma has tüm ifade ve etkileşim şekillerini içerir. Bu anlamda o, insanın toplum
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Her kültür, inanılan dinin izlerini taşır.
içerisinde yapıp ettiklerinin toplamı sayılır. Kültür, toplumun binlerce yıldan beri
oluşturduğu ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve
düşüncelerin; kısaca ortak değer ve davranış kalıplarının depolanıp saklandığı bir
tür toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir. Bu toplumsal bellekte, sonraki
kuşakları aşılayacak özel bir kültür mayası korunur.
Kültürün sonraki kuşaklara aktarılması kültürleme ile olur. Kültürleme,
toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma
eylemidir. Bu süreçte toplumun istediği insanı eğitme; onu denetim altında
tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama; bu yolla da toplumsal barış ve huzuru
sağlama hedeflenir.
Din, kültürü oluşturan, zenginleştiren ve koruyan önemli bir faktördür. Dinin
en büyük işlevi, kültürü tutarlı ve güçlü bir sistem etrafında bütünleştirmesidir.
Esasen din, kültürün içinde bir parça değil, onu aşan ve organize eden çok daha
güçlü bir değerler sistemidir. Öyle ki, din birçok millî kültürü birbirine bağlayabilir
ve bütünleştirebilir. Örneğin; İslam kültürü, doğudan batıya ve kuzeyden güneye
pek çok milletin kültürü için köprü görevi görmüş ve kültürleri birbirine bağlamıştır.
Bu anlamda Müslüman kavramı, Türk, Arap, Mısırlı, İranlı gibi kimliklerin üzerinde
bir üst kimlik ifade eder.
Her kültür, inanılan dinin izlerini taşır. Kültürün ayrılmaz bir ögesi olan din,
diğer kültür ögeleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Hepsinin yapısında dinin
izleri mevcuttur. Bu izleri somut olarak, ibadethanelerde, tarihi eserlerde ya da
sanat eserleri üzerinde süsleme ve işleme olarak görmek mümkündür. Bunlar
bazen resimler, bazen de yazılar hâlinde aktarılır. Aynı şekilde dinin soyut ya da
manevi izleri de; dinî ve edebî törenlerde, örf ve ananelerde kutsal metinleri
okuma, ilahîler, dualar şeklinde icra edilen uygulamalar olarak görülebilir.
Konuya Türk kültürü bağlamında yaklaştığımızda, mimariden sanat ve
edebiyata, dilden örf ve ananelere kadar her kültürel ögede, İslam dininin izleri
rahatlıkla tespit edilebilir. Çocuk çoğu zaman daha ilk dil deneyimlerinde namaz,
oruç, ezan, sevap, günah gibi dinî kavramları kelime dağarcığına katar. Dinî-kültürel
zenginlikle tanışması, esasen sosyal hayata açılıp toplumsal kurumlarla ilişkiye
girmesiyle mümkün olur. Zamanla çevresini tanır; cami, Kur’an kursu, vakıf,
müftülük gibi dinî kurumların; cuma namazı, bayram namazı, ramazan, kurban
gibi ibadet şekillerinin; kandil, düğün, cenaze gibi din referanslı örf, adet ve
uygulamaların var olduğunu ve toplumsal hayatta önemli etkiler icra ettiğinin
bilincine varır. İşte gerek hayatın içinden bu tür pek çok dinî sembollerle
karşılaşması; gerek dinin sosyal uyum ve bütünleşmeyi sağlayan hayır, sadaka vb.
olumlu uygulamalarla insanlara hizmet sunduğunu fark etmesi ve gerekse eğitim
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Dindarlığın kurumsallaşmasında ve
gelişmesinde vakıf, dernek, cemaat gibi dinî
kurumlar önemlidir.
ve eğitim dışı bir takım etkinliklerle bizzat dinî mesajlarla yüz yüze gelmesi, bireyin
dindar bir yapı kazanmasına yol açar.
Sosyal Öğrenme ve Dindarlık İlişkisi
Öğrenilen ve zamanla alışkanlık hâline gelen her davranışın kişisel ve
çevresel boyutları vardır. Dışarıdan gelip algılanan uyarıcılar, ancak zihinde
düzenlenip değerlendirildiğinde davranış hâline gelebilir. İnsan sürekli bilgi alan,
öğrenen bir varlıktır. Öğrenmelerinin %80-82 kadarını görerek; %10-12 kadarını ise
işiterek kendine mal eder. Görme ve işitmeye dayalı bilgilenmelerde, diğer
insanları taklit etmenin payı oldukça büyüktür. Her insanın kişilik gelişiminde,
özellikle taklit ettiği veya benzemeye çalıştığı belirli özdeşim örnekleri ve davranış
modelleri vardır. Bunlar, başta anne- baba olmak üzere aile üyeleri; yakın
arkadaşlar; ilgi alanına göre din, bilim, sanat, spor ve eğlence dünyasından sevilen
ve sayılan bireylerdir. İnsanın kişilik ve kimliği, büyük ölçüde seçtiği modellerin
görüş ve davranışlarından etkilenerek oluşur. Buna model alma yoluyla öğrenme
denir. Sosyal çevrede gerçekleşen en yaygın öğrenme şekli, model alma;
gözlemleyerek öğrenme, taklit, özdeşleşme ve içselleştirme süreçlerini birlikte ihtiva
eder. Sosyal öğrenmede davranışın kazanılması ya da değiştirilmesinde,
pekiştirmenin de özel bir yeri vardır. Ancak, insan sadece kendisini pekiştirmekle
değil, bunun yanında başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını
gözlemleyerek dolaylı pekiştirmeler yoluyla da öğrenir.
Araştırmalara göre model ile öğrenme, yoğunluğu gelişim dönemlerine bağlı
olarak değişmekle birlikte, hayatın her aşamasında geçerliliğini koruyan bir
öğrenme biçimidir. Çocukluk döneminde en fazla taklit edilen ve özdeşleşilen
modeller anne-babadır. Doğal olarak çocuk, daha bebekliğin başlarından itibaren
duygusal yakınlıklarını derinden hissettiği ebeveynine yönelir. Güven ve sevgi
esasına dayanan ilişkileri, zamanla çocuğun anne ve babasıyla özdeşleşmeyi; yani
kendisini onlarla bir tutmayı beraberinde getirir. Özdeşleşmenin etkisiyle çocuk,
anne babasının tüm davranışlarını taklit etmeye ve onlara uygun davranmaya
çalışır. Böylece dinî davranışlar da çocuğun dünyasında yer bulmaya başlar.
Konuyla ilgili yapılan araştırmaların tümünün ortak tespitine göre, dinî tutum ve
davranışların temellenmesinde en etkili faktör, ilk çocukluk dönemindeki aile
ilişkileridir.
Artan yaşla birlikte çocuğun anne-babasından bağımsızlaşıp arkadaş
gruplarına yönelmesi, model anlayışında da farklılaşmalara yol açar. Çocuğun
özdeşim örnekleri değişir. Anne-babanın model etkisi güç kaybeder, yeni modeller
güç kazanır. İlkokul yıllarında başta arkadaşlar olmak üzere, öğretmenler,
medyada sıkça gündeme gelen çeşitli meslekten ünlüler, yeni özdeşim örneklerini
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
teşkil edebilir. Araştırmalara göre ergenlik döneminde en güçlü model, akranlardır.
Bu dönemin ayırıcı özelliği olarak ergenin biyolojik, psikolojik ve sosyal hayatında
kritik değişmeler gündeme gelir. Ergen, çocuk ile yetişkinlik arasında sıkışmış bir
psikoloji yaşar. Her konuda zihnini meşgul eden soruları vardır ve bu nedenle ciddi
bir rehberlik ihtiyacı duyar. Sorunlarını genellikle akranlarıyla paylaşır. Onlardan
bilgi almaya çalışır.
Dindarlığın temellenmesi ve gelişmesinde en önemli sosyal öğrenme
imkânlarından birisi, kuşkusuz vakıf, dernek, cemaat gibi teşekküllerin oluşturduğu
dinî gruplardır. Dinî gruplar, öne sürdükleri kişilik ve davranış modelleriyle
üyelerinin dinî yaşantılarını doğrudan etkiler. Bu tür grupların aidiyet, kimlik,
bilgilenme gibi pek çok ihtiyacın din bağlamında giderilmesinde önemli bir boşluğu
doldurduğu, araştırmalarla tescil edilmektedir. Sonuç olarak birey, hayatı boyunca
toplumda süregelen dinî ilişkilerden, dolaylı ya da dolaysız etkilenir. Dine ihtiyaç
duyup duymamasına bağlı olarak din ve dindarlarla bağlantısını sürdürür; çevreden
etkilendiği gibi çevresini de etkiler.
Eğitimin Dindarlığa Etkisi
Eğitim genel anlamıyla, insanın doğumundan ölümüne kadar süren amaçlı ve
bilinçli bir davranış değişikliği çabasıdır. Bu anlamda eğitim, bireyin, hayata ortak
olmasında gerekli olan tüm biyolojik, psikolojik ve sosyal süreçleri içerir. İnsan
hayatında ortaya çıkan tüm değişme ve gelişmeler, sistemli ya da resmî, gelişigüzel
ya da gayriresmi bir eğitim faaliyeti olarak düşünülebilir.
Ferdin eğitilmesinde iki yaklaşım hâkimdir. Bunlardan biri iyimser (optimist),
diğeri ise kötümser (pesimist) yaklaşımdır. Çocukluktan başlayarak insan hayatının
her döneminde planlı programlı bir şekilde ona katkı yaparak yönlendirmek
düşüncesi eğitimde iyimser yaklaşımın eseridir. Buna bağlı olarak örgün eğitim ve
okullaşma ortaya çıkmıştır. Bu noktada dinî bilgilerin aktarımı fert ve din etkileşimi
noktasından ele alındığında, din eğitiminin çocukluluktan itibaren verilebileceği
düşünülmelidir. Eğitimin olumsuzluğunu savunanlarda (J.J. Rousseau vb. gibi)
eğitenlerin eğitim yönünden yetersiz ve problemli olabileceği vurgulanır.
Dolayısıyla bu kişilerin yetişmekte olan nesle yapacakları etkinin eğitim açısından
sakıncalar doğurabileceği düşüncesi hâkimdir. Din eğitimi açısından da bu
olumsuzluk geçerlidir.
Eğitim ile yakından ilgilenen tüm uzmanlar, insan hayatında en köklü ve
kalıcı etkilerin aile kurumunda gerçekleştiği hususunda fikir birliği içindedirler. Aile
eğitimi çerçevesinde çocuk daha çok pasif-alıcı tarafı, anne- baba ise aktif-verici
tarafı temsil eder. Dolayısıyla aile içi eğitim, psikolojik hazırlık itibarıyla çocuğun en
kolay şekillendiği eğitim sürecini teşkil eder. Bu çerçevede çocuğun dinî duygu,
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
düşünce ve tutumlarının büyük bir kısmı, anne-babanın dinî tercihlerine bağlı
şekillenir. Elbette, söz konusu dinî yapıların karmaşık ve kararsız ya da düzenli ve
tutarlı olması, anne-babanın çocuklarına aktardıkları dinî içeriklerin düzenli ve
tutarlı olup olmamasına bağlıdır. Doğal olarak çocuğun dindarlığı, eğitim yoluyla
sahip olduğu dinî-ahlaki birikiminin kişiliği üzerindeki bir yansıması olacaktır.
Çocuk, okul çağıyla birlikte, daha önce ailede şekillendirdiği ilk dindarlık
biçimiyle çevreye açılır. Aileden topluma uzanan çevre içerisinde o, pek çok şeyi
yakından görür ve gördüklerinden etkilenir. Kuşkusuz yeni yeni tanıştığı bu sosyo-
kültürel çevre, çocuğun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını belirler, değiştirir
ve zenginleştirir. Bu çerçevede çocuk içerisinde yaşadığı toplumun diniyle de doğal
olarak karşılaşır ve dinî olgularla ilişki kurar. Böylece din, değişik biçimlerde kendini
çocuğa duyurur. Çocuk da çevresinin ve doğuştan gelen içsel eğilimlerin yardımıyla
gelecekte yaşayacağı dinî inançları bu aşamada sistemleştirmeye başlar.
Toplumsal anlamda zamanla zenginleşen ilişkileri, çocuğa bir taraftan
çevresinde yaşanan dindarlık biçimlerinin ne kadar farklı olabileceğini gösterirken,
diğer taraftan da yaşadığı çevrede etkin olan dinî kurumlarla tanışma fırsatı verir.
Dindarlık gelişimini belirleyen iç ve dış faktörler, onun bundan sonraki dindarlık
yapılanmasının nasıl devam edeceğini büyük ölçüde tayin eder. Bu bağlamda
örneğin aile ve çevresi tarafından güdülendiği takdirde birey, çevresindeki dinî
kurumlardan doğrudan da yararlanabilir. Türk kültüründe cami, Kur’an kursu, özel
vakıf ya da cemaatler, yaygın din eğitimi noktasında etkin kurumların en
önemlileridir. Bunun yanında örgün eğitim kapsamında öğretim veren imam-hatip
liseleri ve ilahiyat fakültelerinde okutulan meslek ve din bilimleri dersleri ile diğer
orta öğretim kurumlarında verilen din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, uygun ve
sistemli bir dindarlığın geliştirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir.
Gerek yaygın ve gerekse örgün eğitim kurumlarında verilen dinî eğitimin,
dindarlık adına temelde iki önemli işlevinden bahsedilebilir: Her şeyden önce bu
kurumlarda verilen din eğitimi, aile çevresi ve diğer dinî kurumlardan aktarılan
önceki dinî birikimin doğruluğunu ve yeterliliğini test etme imkânı verir. Diğer
taraftan ise, daha yeni, güncel dinî bilgi ve deneyimlerin kazanılması noktasında
önemli imkân ve fırsatlar sağlar. Eğitim süreci; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve
yaşlılık dönemlerinde yoğunluğu değişmekle birlikte kesintiye uğramayan bir
süreçtir. Dolayısıyla birey, ihtiyaç duyduğu her dönemde dinî öğretim ve eğitim
alma imkânına sahiptir. Ülkemizde yapılan araştırmalara göre yetişkinlerin önemli
bir bölümü, başta TV olmak üzere, radyo, CD, DVD, gazete, dergi gibi kitle iletişim
araçlarından yararlanarak dinî bilgi ve deneyimlerini artırmaktadırlar. Diğer bir
bölümü ise, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı din hizmetlerinden ya da özel vakıf,
dernek ve cemaat etkinliklerinden doğrudan yararlanmayı yeğlemektedir.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26
Bireysel ve Kurumsal Dinî Hayat
Batı Hristiyan toplumlarında dindarlık geleneksel şekliyle kurumsal bir nitelik
taşır. Bir başka deyişle, ancak belli bir kilisenin üyesi olarak, onun aracılığı ve
rehberliği ile insanlar dinlerini yaşamak durumundadır. Bireysel iman ancak dinî
otoritenin onayı ile meşruluk kazanır. Bu durum zaman içerisinde bazı değişimlere
uğramıştır. Dinî kurumların dışında, onlara bağlı olmaksızın, bireysel merkezli ve
tamamen yeni bir dindarlık anlayışı gelişmeye başlamıştır. Son 40 yıldır
kurumsallaşmış din, önemsiz ve değişime bir engel, “Aşkın”ın bireysel tecrübesini
geliştirmesinden ziyade onu engelleyen bir unsur olarak nitelendirilmektedir. Aynı
zaman dilimi içerisinde temel dinî kurumlar gerilemekte; bunun yanında manevi
yaşam (spirtuality) etiketi altında imanın yeni şekillerinde bir artış görülmektedir.
Yeni Dinler ve Yeni Dinî Akımlar denilen bir çerçevede tanımlanmaya çalışılan bu
dindarlık biçimleri, aynı zamanda geleneksel dinî kurumlara alternatif yaklaşımlar
sergilemektedir. Böylece Batı din kültüründe bireyselleşme geleneği bağlamında
geleneksel dinî kurumlar alanının dışında yeni manevi pratikler, özerkleşmiş ve
bireyselleşmiş dinî tecrübeler gelişmektedir.
İnsanlar dinî pratikleri, ya ferdî olarak ya da o dinin kurumsallaşmış yapısı
içinde yerine getirirler. Fert olarak dinî duygu ve düşüncelerin tezahürünü yine ilahî
olanla bire bir yerine getirme isteği “ferdî dindarlık” olarak değerlendirilebilir.
İbadetler toplumla iç içe ise ve o toplumun ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulan
ibadethane ve benzeri makamlarda topluca yerine getirme şeklinde oluyorsa bu
kurumsal dindarlık olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla toplu hareket etme düşüncesi
yeni dinî kurumların oluşumunu ve artışını sağlayabilir.
DİNÎ YAŞANTININ OLGUNLAŞMASI
Nils G. Holm’e göre dinî yaşantının olgunlaşması, olumlu ve tutarlı bir
yaklaşımla kavramsal obje ve prensiplerle etkileşimde tecrübeye dayalı bir
hazırlıktır. Birey sözü edilen obje ve prensipleri, kendi hayatında en üst değer
olarak benimser ve onları varoluşun değişmez merkez ögeleri olarak algılar (Holm,
2007: 113-114).
G. Allport da dinin insan hayatındaki pozitif rolüne dikkat çekmeye
çalışmıştır. Allport olgunlaşmış bir dinî his modeli önermektedir. Ona göre dinî his
bireyi anlamlı bir şekilde bütün varlığıyla ilişkilendiren bütüncül tavırdır. Dinî hissin
karşılık geldiği objeler birey için derin ve köklü anlamları kapsamaktadırlar. Allport,
yapmış olduğu araştırmaların ışığında dinî hissin bireyin çocukluk ve yetişkinlik
yıllarında iniş ve çıkışlar gösterebildiğini söylemektedir. Bireylerin kurumsal ve
geleneksel dinin öğreti ve dogmalarına olan ilgilerinin azalmasına rağmen kendi
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27
bireysel dindarlıkları her zaman yükselen değer olma potansiyeline sahiptir.
Dolayısıyla Allport’a göre olgunlaşmış dinî yaşantıların kriterleri şunlardır:
Ayrım/Temyiz: İnanç ve cemaat, ince bir ayrıma tabi tutulur; eleştiriden
geçirilir ve hem olumlu, hem de olumsuz yönleri tespit edilir. Ayrıma tabi
tutulmamış yaşantılara sahip bulunan kişi, dinî eleştiriden uzak bir
şekilde kabul eder ve kendi inanç sistemindeki eksiklikleri itiraf etmek
istemez. Bu tutum, bastırılmış çatışmalara, korkuya ve peşin hükümlere
yol açar. Yansıtmalı bir dünya görüşüne dayalı ilkel çocukluk dinî
değişmediği sürece, dinî yaşantı hiçbir zaman yeterince ayrımlaşmaz.
Olgunlaşmış dindarlık kendi içinde bir güdüdür. Her ne kadar dinî
dürtüler kısmen bedensel dürtülere bağlıysa da, olgunlaşmış dindarlık
bizzat kendinin motivasyon faktörü olarak çalışır. Bu kendi içinde işler
vaziyetteki otonomiyi Allport, olgunlaşmış ile olgunlaşmamış dinî yaşantı
arasında en temel farklılık olarak görür. Zira olgunlaşmamış dindarlık,
efendi statüsünden ziyade, hizmetçi statüsündedir; dürtüleri ise, daha
çok bedene ait istek ve arzulardan ibarettir.
Ahlaki tutarlılık: Olgunlaşmamış dinî yaşantı, geçici bir ahlaki iyileşmeye
yol açabilmesine karşın, olgunlaşmış dinî yaşantı, hayat biçimi üzerinde
tutarlı ve yönlendirici bir etkiye sahiptir. Allport’a göre destekleyici bir
dinî yaşantı olmaksızın, yüksek bir ahlaki düzeyin sürekliliği korunamaz.
Evrensellik: Olgunlaşmış yaşantı, -hem olumlu, hem de olumsuz- farklı
tecrübeleri birleştiren evrensel bir hayat düzenlemesi ister. Olgunlaşmış
yaşantı, toleranslı bir tabiattadır ve başkalarının da gerçeklikte payı
olabileceğini onaylar.
Birleştirici Karakter: Olgunlaşmış dinî yaşantı, bütüncü ve uyumlu bir
yaşam modeli amaçlar; ancak böyle bir modele tam anlamıyla ulaşmanın
hiçbir zaman mümkün olamayabileceğini de itiraf eder. Hayatta
gizemlerin ve sıkıntı veren sorgulamaların varlığını onaylar, fakat
gerçekliğe saldıran ilkel çözümlere de taviz vermez.
Bulgusal Karakter: Olgunlaşmış dindarlık, ileriye yönelik arayış içindedir.
Onun için tam bir kesinlik söz konusu olmamasına karşın, yine de ciddi
olarak çalışır. Şüphe, tabiri caizse inancın şekillendiricisidir.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28
Öze
t •Dindarlıkla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar, bireylerin dinî yaşantılarını dikkate alarak bireylerin iç dünyalarını ve dışa yansıyan yaşantılarını değerlendirmişler ve farklılıkları ortaya koymaya çalışmışlardır. Dindarlıkla ilgili tanımlara bakıldığında fertlerin kutsal olan bir varlığa yöneldikleri ve ona bağlı olarak dinî ritüelleri yerine getirdikleri görülmektedir. İşlevsel açıdan değerlendirildiğinde dine birey tarafından bir anlam yüklendiği, kendine fayda sağladığı, çaresizlik ve güçsüzlük durumunda dindarlığın öne çıktığı ya da ahiret hayatı düşünülerek hareket edildiği görülmektedir.
•Dinî yaşantı yönünden dindarlığı üçlü bir sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Bu üçlü sistem, inanan, inanılan ve inananın inanılana bağlı olarak ortaya koyduğu dinî yaşantıdır. Din psikolojisi bu yaşantıyı araştırırken, dinin ilahî yönünden ziyade insani yönünü ele almak ve araştırmak durumundadır.
•Dindarlığın özünde var olan ve uygulanan bir yaşantıdan söz etmek mümkündür. Önemli olan bir dinin inanç ve öğretilerinin kişi ya da toplum tarafından belli kurallara bağlı olarak yerine getirilmesi faaliyetidir. Dindarlığın kaynaklarında irsiyetin vazgeçilmez bir fonksiyonu olduğu bilinmektedir. Buna bağlı olarak dinin dindarlığın oluşumunda fizyolojik ve nöro-biyolojik faktörlerin yanında, psikolojik ve sosyal faktörlerin de etkisi vardır. Dindarlığın psikolojik kaynakları içinde inanma ve anlama isteği, çaresizlik, günahkârlık, zihinsel tatmin ve ölüm fenomeni önemli bir yer tutmaktadır. Sosyokültürel kaynaklarda ise sosyal uyum, sosyalleşme, öğrenme ve eğitimin etkin olduğu görülmektedir.
•Fertlerle ilgili dinî inanç ve uygulamaların iç güdümlü ve dış güdümlü şeklinde değerlendirilmesi söz konusudur. Dış güdümlü dindarlar, dindarlığı aşkın ve evrensel bir değer olarak değil, kendisinden yararlanılan bir kaynak olarak görürler. İç güdümlü dindarlarda ise, kişinin dindarlığı bütün benliğiyle hissetmesi söz konusudur. İç güdümlü dindarlar kendilerini dine uyumlu hâle getirme gayreti içinde olurlar.
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29
Değerlendirme
sorularını sistemde
ilgili ünite başlığı
altında yer alan “bölüm
sonu testi” bölümünde
etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Dindarlık bir kişinin mensubu olduğu dine ait bilgiler, inançlar veya faaliyetlerle meşgul olma düzeyidir” şeklindeki dindarlık tanımı aşağıdaki psikologlardan hangisine aittir?
a) Vergote b) W. James c) Gazzali d) Himmelfarb e) Bedi Ziya Egemen
2. İlahi olana bağlanma ve teslimiyetle esas olan psikolojik obje aşağıdakilerden
hangisiyle ifade edilir? a) Tutum b) Duygu c) Taklit d) Düşünme e) İlgi
3. “Psikoloji dinin ilahî yönüyle değil insani yönüyle ilgilenir” diyen psikolog
aşağıdakilerden hangisidir? a) C.G. Jung b) Taplamacıoğlu c) W. James d) Nurullah Topçu e) E.D. Starbuck
4. Psikolojik açıdan bakıldığında bütün dinlerin kabul ettiği ortak husus
aşağıdakilerden hangisidir? a) Yüce varlığın akıl gücünün ötesinde olması b) Dinlerin Allah’ın emri oluşu c) Dinin özünde korkunun olması d) Dinlerin insandan kaynaklanması e) Dinlerin sosyal hayatı içermesi
5. Dinî, “bireyin kendi hayatında son derece önemli olarak gördüğü ve eşyanın tabiatında sürekli ya da merkezi olarak düşündüğü amaç veya ilkelere uygun şekilde karşılık verdiği bir yatkınlık” şeklinde tanımlayan psikolog aşağıdakilerden hangisidir?
a) Girgensohn b) Allport c) R. Otto d) W. Wundt e) R. H. Thouless
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30
6. Dindarlığı sıradan yaşayan ve ibadetlere eğilimi çok az olanlar
aşağıdakilerden hangisiyle ifade edilebilir? a) Yoğun dindarlar b) Akılcı dindarlar c) Duygusal dindarlar d) Yüzeysel dindarlar e) Dindar görünenler
7. Sosyal çevrede gerçekleşen en yaygın öğrenme şekli, model alma hangi
süreçleri içermektedir? a) Gözlemleyerek öğrenme b) Taklit c) Özdeşleşme d) İçselleştirme e) Hepsi
8. Aşağıdakilerden hangisi bireyi dindarlığı yönelten faktörler içinde yer almaz?
a) Çaresizlik b) Hayal kırıklıkları c) Sosyal uyum d) Bağlanma ihtiyacı e) Zihinsel tatmin
9. Günlük hayatın akışını inancından ayrı tutmayan insan aşağıdaki vasıflardan
hangisiyle nitelenebilir? a) İnançlı b) Sorumlu c) Dindar d) Tutucu e) Titiz
10. Aşağıdakilerden hangisi dindarlığın psikolojik kaynakları arasında yer alır?
a) Anlam arayışı b) Zihinsel tutum c) Ölüm korkusu d) Çaresizlik e) Kötülük problemi
Cevap Anahtarı
1-D, 2-B,3-C, 4-A,5-B,6-D,7-E,8-B, 9-C,10-A
Din, Dindarlık ve Dinî Hayat
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Allport, Gordon (2005), Birey ve Dinî, Çev. Bilal Sambur, Elis Yayınları.
Ayten, Ali (2009), Prososyal Davranışlarda Dindarlık ve Empatinin Rolü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Ayten, Ali (2006), Psikoloji ve Din, İstanbul: İz Yayınları.
Bahadır, Abdülkerim (2002), İnsanın Anlam Arayışı ve Din, , İstanbul: İnsan
Yayınları.
Certel, Hüseyin (2003), Din Psikolojisi, Ankara: Andaç Yayınları.
Egemen, Bedi Ziya (1952), Din Psikolojisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
adanmışlık (4 ölçek), dinî tecrübe (3 ölçek), dinî ve ahlaki değer (6 ölçek), dinî başa
çıkma (3 ölçek), maneviyat ve mistisizm (6 ölçek), Tanrı tasavvurları (7 ölçek), dinî
köktencilik (5 ölçek), ölüm ve ölüm sonrasına yönelik tutumlar (5 ölçek), İlahi
müdahâle ve yükleme (3 ölçek), bağışlama ve affedicilik (2 ölçek), kurumsal din (5
ölçek), dinsel yapılanma (9 ölçek).
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Ölçek geliştirme süreci, son derece zor,
zahmetli ve üst düzey formasyon gerektiren
bir olgudur.
Yapılan yeni çalışmalarla her geçen gün sayıları artan ölçekler arasında gerek
ülkemizde gerekse batı dünyasında din psikolojisi çalışmalarında en sık kullanılan
ölçek ve yaklaşımlardan biri dinî hayatı derinlik boyutundan (iç güdümlü-dış
güdümlü) ele alan Allport ve Ross’un Dinî Yönelim Ölçeği, diğeri ise dinî inancın
insan hayatında yayılmış olduğu alanlar (inanç, ibadet, duygu, etki, bilgi)
perspektifinden geliştirilen Glock ve Stark’ın Dinî İnancın Boyutları ölçeğidir.
Ölçek Geliştirme ve Kullanmada Karşılaşılan Güçlükler
Tecrübi din psikolojisi çalışmalarında ölçek kullanmak her ne kadar işlevsel
bir değere sahip olsa da, ölçek geliştirme süreci son derece zahmetli olmasının
yanında bilimsel terminolojiye hâkimiyet kadar istatistiksel uzmanlık da
gerektirmektedir. Bu yüzden gerek ölçek geliştirme süreci, gerekse mevcut
ölçeklerden yararlanma yöneliminde birçok problem ortaya çıkabilmektedir.
Her şeyden önce dindarlığın önemli bir bölümü, tecrübe alanını aşan
yapısıyla bilimsel yöntemlerle ele alınabilecek bir mahiyetten uzak özelliklere
sahiptir. Ölçüm işi de doğrudan ve dolaylı olmak üzere temel iki kategoriye
ayrılmakta ve her iki ölçümde de çeşitli ölçme hataları olabilmektedir. Doğrudan
ölçümlerde ölçüm aracından, ölçümü yapan bireyden ve ölçüm yapılan ortamdan
kaynaklanan nedenlerle hatalar olabileceği gibi, aynı hataların dolaylı ölçümlerde
olma ihtimali çok daha yüksektir. Din gibi çok boyutlu ve mahrem fenomenlerin
ölçümünde ise durumu zorlaştıran başka faktörler de bulunmaktadır.
Sosyal bilimciler, başlangıçta özellikle dinî davranışların ölçülmesine direnç
göstermiş ve ölçülen şeyin din olmadığını vurgulamıştır. Buna ilave olarak dinin
mahiyeti, tanımlanması ve kavramlaştırılması konusunda ortaya çıkan ihtilaflar,
ölçümün yapıldığı zamanda hâkim olan bilimsel paradigma, ölçek geliştiren bilim
adamlarının kişilikleri, yetişmiş oldukları ve veri topladıkları örneklem gruplarının
yaşadığı kültürel atmosfer, dindarlık araştırmalarını da etkilemiş ve dindarlığı
ölçme girişimlerinde çeşitli konularda belirsizlik ve tereddütlere neden olmuştur.
Diğer taraftan ölçek geliştirme çalışmalarında metodolojik tarafsızlık ilkesine
uyulmaması, psikolojinin sadece bazı dinî tutum ve davranış türleri ile ilgili
olabilecek gerçeklik hükümlerini dinle ilgili genel gerçeklik hükümleri olarak
sunması yani dinî olguların bilim adamları tarafından çeşitli nedenlerle manüpile
edilme ihtimali, ölçüm çalışmalarında karşılaşılan problemlerden bazıları olmuştur.
Ayrıca dinin özü değişmese de, belirlemiş olduğu hayat tarzının belli coğrafi, sosyo-
politik ve ekonomik faktörlerden etkilenmesi bir yana, dinî inançların
içselleştirilmesi (tahkik) veya taklidi bir tarzda yaşanması da nazari dikkate
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
alındığında, dindarlığı ölçmenin yerel faktörlere göre değişen biçimleriyle ve
incelikli bir şekilde yapılması gereği ortaya çıkmaktadır (Yapıcı, 2004).
Dinin doğası gereği çok boyutlu bir fenomen olması onun tanımlanmasını
zorlaştırdığı gibi, bu zorluklar dindarlık kavramının operasyonelleştirilmesi ve
dolayısıyla ölçülmesini de zorlaştırmaktadır. Bu yüzden din psikolojisi literatüründe
din ve dindarlıkla ilgili çok sayıda tanım, kavramlaştırma, sınıflama ve bunlara bağlı
olarak ölçme girişimleri görülmekte ve bu yaklaşımlar doğası gereği birtakım
eksiklik, sınırlı bakış açıları ve farklı yorum ve değerlendirmeler içermektedir.
Gerek anket gerekse ölçek çalışmalarında temel problemlerden birisi, duygu
ve düşüncelerin dil ile yeterince ifade edilip edilemeyeceği problemlerinden
kaynaklanmaktadır. Zira bu tür ölçüm araçlarında; insanın iç dünyasının, duygu,
düşünce, inanç ve değer yargılarının dil ile yeterince ifade edilebileceği
varsayımından hareket edilmektedir.
Dindarlığı ölçmek amacıyla yürütülen ölçek geliştirme çabalarının önemli bir
özelliği de bu girişimlerin özellikle Hristiyan ve Yahudi kültürleriyle sınırlı olmasıdır.
Farklı kültürlerde yapılan din psikolojisi çalışmalarında ihtiyaç duyulan ölçekler,
şimdilik geliştirilen bu ölçeklerin diğer kültürlerde yapılan geçerlik ve güvenirlilik
çalışmaları ile kültürlerarası standardizasyon (corss-cultural standardization)
çabalarıyla giderilmeye çalışılmaktadır. Bu yaklaşım en azından değişik
kültürlerdeki araştırmacıların kendi kültürlerine göre ölçeklerini oluşturuncaya
kadar geçen süreçte faydalı bir çaba olsa da, uyarlama çalışmalarında kültürler
arası farklılıkları iyice kavramak ve ölçeğin ölçmek istediği kültüre özgü özellikleri
ölçmesini sağlayacak hâle getirmek her zaman mümkün olmamaktadır. Bun ilave
olarak dindarlıkta dine ve kültüre özgü birçok faktörün etkili olduğu düşünülürse,
her kültürün en kısa zamanda kendi kültürel dokusuna uygun dindarlık ölçekleri
geliştirmesi bir zorunluluk olarak gözükmektedir. Nitekim ülkemizde de dindarlığı
ölçme ve belli kategorilere ayırma girişimlerinin 1960’larda başlayıp bu girişimlerin
1980’lerden itibaren daha da yoğunlaşmasına rağmen, günümüzde din bilimleri
literatüründe dindarlığı kapsamlı bir şekilde ölçebilecek işlevsel bir ölçek
bulunmamakla birlikte, kullanılmakta olan ölçeklerin de bir takım psikometrik
problemleri olduğu görülmektedir. Bütün bunlarla birlikte din psikolojisi alanında
geliştirilmeye çalışılan ölçeklerin bir kısmının ise bütün din ve kültürleri şümulüne
alabilecek bir tarzda geliştirildikleri veya daha sonra yapılan birtakım revizyonlarla
bu amaca hizmet eder hâle getirilmeye çalışıldıkları da görülmektedir.
Bütün eleştiri ve eksikliklerine rağmen hâlihazırda özellikle korelasyonel
çalışmalarda ölçek kullanmaktan daha iyi bir veri toplama tekniği bulunmamakta
ve ölçek geliştirme standartlarına uygun bir şekilde geliştirilen ölçekler, en güvenirli
ve geçerli öçlüm araçları olarak işlevselliğini korumaktadır.
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Tecrübi din psikolojisi çalışmalarında kullanılacak olan ölçüm araçlarıyla ilgili
olarak dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Bunların başında
kullanılacak ölçeklerin olguya uygun bir şekilde geliştirilmeleri veya mevcut
ölçeklerden olguya uygun olanlarının tercih edilmesidir. Mevcut literatüre bakıldığı
zaman, birçok çalışmada olguya uygun olarak geliştirilen ölçek (çoğu kere bu tür
ölçek bulmak zordur) kullanmaktan ziyade, ölçekten hareketle olguyu
anlamlandırma yaklaşımları görülmekte ve bu yaklaşım bir takım ölçme
problemleri yanında incelenen olgunun yeteri düzeyde anlaşılamamasını da
beraberinde getirmektedir. Şöyle ki dinî hayatı daha iyi anlamak ve açıklamak
amacıyla yapılan araştırmalarda ölçekten hareket edilmesi, dindarlık olgusunun
yanlış bir şekilde kavramlaştırılması ihtimalini ortaya çıkarırken, diğer taraftan
sadece olgudan hareket edilmesi ise, ölçeğin nasıl şekillendirileceği, ölçek
geliştirme sürecinde karşılaşılan güçlüklerin ne derece olgudan bağımsız bir şekilde
ele alınacağı gibi önemli problemler ortaya çıkarmaktadır (Yapıcı, 2004).
Dindarlığın ölçümüyle ilgili problemleri en aza indirgemek için dindarlık
ölçekleriyle elde edilen verilerin, gözlem ve mülakatlarla desteklenmesi en uygun
yaklaşım gibi gözükmektedir. Bununla birlikte kullanılacak olan ölçeklerle uygulama
yapılacak örneklem grubunun araştırma evrenini yeter ölçüde temsil edebilecek
düzeyde olması da son derece önemlidir. Bahsedilen hususlara duyarlı bir şekilde
gerçekleştirilen uygulamalar sonucunda, elde edilen verilerin analizinde uygun
istatistiksel analiz yöntemleri kullanmak da dikkat edilmesi gereken diğer önemli
bir husustur. Son olarak ise araştırmacının, benimsediği belli bir kuram
çerçevesinde bulgularını yorumlaması gerekmektedir. Ancak özellikle din psikolojisi
araştırmalarında diğer bir problem de bu alanda henüz güçlü teorik yaklaşımların
yeterince geliştirilememiş olmasıdır. Bu durum, din psikologlarını bulgularını belli
bir teorik yaklaşım çerçevesinde yorumlamak yerine, eklektik bir yaklaşım
benimsemeye zorlamaktadır.
Sonuç olarak günümüz din psikolojisi çalışmalarında dindarlığı ve dinî hayatı
bütün yönleriyle ele alan yaklaşımlar daha çok tercih edilmekte ve çok boyutlu
ölçekler daha işlevsel bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak şurası da bir gerçektir ki,
herhangi bir bilimsel çalışmada genellikle dinî hayatın belli boyutları ölçülmeye
çalışılmakta ve bu boyutlarla diğer değişkenler arasındaki ilişkiler incelenmektedir.
Dolayısıyla tek bir araştırmada dindarlığı bütün boyutlarıyla ölçmek için işlevsel
olan bütün ölçeklerin kullanılmasının mümkün olmadığı gibi (Çoğu durumlarda
birden çok ölçek kullanmak bile birtakım güçlüklere neden olmaktadır) teorik
olarak bu durumun mümkün olması durumunda bile ölçeklerle ölçülen şeyin tam
olarak dindarlığı resmetmeye gücünün yetmeyeceği gerçeğini hatırdan uzak
tutmamak gerekmektedir. Bununla birlikte meseleye kendi kültürümüz açısından
bakılacak olursa; dindarlığı ölçüm çalışmalarının genelde İslam kültür ve düşünce
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
geleneği dışında başlayıp gelişmesi ve bu girişimler sonucunda geliştirilen
ölçeklerin yapıları gereği genellikle diğer kültürlere fazla duyarlı olmaması, yerel
inceleme ve araştırmaların kendine özgü yöntem ve teknikler geliştirmesini zorunlu
kıldığının altını çizmek gerekmektedir.
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Tartışma forumu
Tart
ışm
a • Din psikolojisinde ölçek kullanmadan bilimsel araştırma yapılamaz mı? Tartışınız.
Bir
eyse
l Et
kin
lik • Dindarlığı tek bir faktör olarak ele almak ile faklı
boyutlardan ele almak arasında ne gibi avandaj veya dezavantajlar olabilir? Düşününüz.
Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
Etkileşimli Alıştırmalar
Öze
t •Dinî davranış ve tecrübe üzerinde çalışan ilk din psikologları dindarlığı tek boyutlu bir yaklaşımla ele almış, takip eden süreçte birçok çalışmada bu yaklaşım devam ettirilmiştir. Durkheim’in 1915 yılında dinî inançlarla dinî törenleri birbirinden ayırması, dinin çok boyutlu bir perspektiften incelenmesinin yolunu açmış ve özellikle 1950-1960 yıllardan itibaren bu yaklaşım kullanılmaya başlanmış ve hâlen kullanılmaktadır. Din psikolojisinde ölçek geliştirme süreci de, dindarlığın kavramlaştırılmasına paralel olarak gelişmiş ve ilk din psikolojisi çalışmalarında kullanılan ketegorik yaklaşım (tek boyutlu) çok boyutlu kavramlaştırmayla birlikte gelişen çok boyutlu ölçüm çalışmalarıyla terk edilmiştir. Günümüz din psikolojisi çalışmalarında dinî hayat değişik perspektiflerden ele alınmakta, ölçülmekte ve bu konudaki bilgi birikimine her geçen gün yenileri eklenmektedir. Ancak dindarlığı ölçmek için ölçek geliştirme sürecinde olduğu gibi, ölçeklerle araştırma yapma konusunda da önemli zorluklar bulunmakta, tecrübi çalışma yapan araştırmacıların dikkat etmesi gereken birçok nokta bulunmaktadır.
Karaca, Faruk, Din Psikolojisinde Metot Sorunu ve Bir Dindarlık Ölçeğinin Türk
Toplumuna Standardizasyonu, EKEV Akademi Dergisi, 2001, 3 (1), 187-202.
Kayıklık, Hasan, Bireysel Dindarlığın Boyutları ve İnanç-davranış Etkileşimi, İslami
Araştırmalar Dergisi, 2006, 19,3, 491-500.
Meadow, Mary Jo-Kahoe, Richard D. Psychology of Religion, Harper and Row,
Publishers, New York, 1984.
Mehmetoğlu, Ali Ulvi, Dindarlığın Peşinde: Din Psikolojisinde Araştırma, Ölçme Ve
Yorumlama Üzerine, Dinî Araştıralar Dergisi, Din Psikolojisi Özel Sayısı, 2006, 19, 3,
465-478.
Paloutzian, R.F., Invitation to the Psychology of Religion, Allyn and Bacon, Second
Edition, London, 1996
Pargament, K.I., Of means and ends: Religion and the search for significance, The
International Journal for the Psychology of Religion, 1992, 2, 4, 201-229
Peker, Hüseyin , Din Psikolojisi, Sönmez Matbaa ve Yayınevi, Samsun, 1993.
Thouless, R. H., An Introduction to the Psychology of Religion, Cambridge
University Press, Third Edition, London, 1974.
Wulf, D. M., Psychology of Religion (Classic and Contemporary), John Wiley and
Sons, New York, 1997.
Yapıcı, A. (2004). “Din Bilimleri Alanında Yapılan Empirik Çalışmalarda Karşılaşılan
Metodolojik Bir Problem: Ölçek mi Olguyu, Olgu mu Ölçeği Oluşturmakta?”,
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4 (1), 85-118
Yavuz, K. Din psikolojisinde metot meselesi ve yeni gelişmeler. Atatürk Üniversitesi
İ.F. Dergisi, 1986, 7, s. 176-177
Yıldız, Murat, Dindarlığın Tanımı ve Boyutları Üzerine Psikolojik Bir Araştırma,
Tabula Rasa, 2001, 1, 1, s.19, 42.
İÇİN
DEK
İLER
• Tecrübe ve Dinî Tecrübe
• Dinî Tecrübenin Önemi
• Dinî Tecrübenin Özü
• Dinî Tecrübe Türleri
• Manevi Zekâ ve Manevi Tecrübe
• Manevi Tecrübe Türleri
• Dinî ve Manevi Tecrübenin Değeri
HED
EFLE
R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Dinî tecrübenin ne olduğu anlayabilecek,
• Dinî tecrübenin önem ve gerekliliğini kavrayabilecek,
• Dinî tecrübe ile ilgili farklı açıklamalardan haberdar olabilecek,
• Dinî tecrübe türlerini ayırt edebilecek,
• Manevi zekâ ve manevi tecrübeyi tanımlayıp türlerini değerlendirebileceksiniz.
ÜNİTE
6
DİNİ VE MANEVİ TECRÜBE
DİN PSİKOLOJİSİ
Prof. Dr. Hayati
Hökelekli
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Dindarlık, insanın tüm kişilik boyutlarıyla, duygu, düşünce ve davranışlarıyla
yaşanan çok yönlü ve kapsamlı bir hayat tarzıdır. Bu yaşantıda dinî duygu ve
sezgilerin, manevi algı ve coşkuların özel bir yeri vardır. Dindar insan, hayatının her
aşamasında kendisini ilahî ve manevi yüceliklerle iç içe hisseder. Kendi varoluş
sınırlarının ötesinde bir “başka” varlıkla ilişki ve iletişim hâlinde görür. Kendisini
Allah’a yakın, onun güç, etki ve ilhamlarına açık, talep ve beklentilerine karşı
sorumlu olarak algılar. Bu tecrübe, dindar insanın varoluşunu yüceltir, insani
kapasitesini artırır, dinî değerlere bağlılığını güçlendirir. Yapılan araştırmalar
insanların büyük çoğunluğunun zaman zaman dinî tecrübeler yaşadıklarını ortaya
koymaktadır. Bu tecrübeler sayesinde dinî inancın gerçeklik değeri daha da artar.
Çünkü dinî ve manevi tecrübe yaşayan insanlar açısından bu duygu ve sezgilerin,
inancı doğrulayan kesin bir değeri vardır.
Samimi dindar olan kimseler kadar, belli bir dinî adanmışlığı ya da düzenli bir
dinî hayatı olmayan bir kısım insanlar da zaman zaman kendilerini manevi bir
yüceliş, ruhsal bir genişleme ve coşkunluk, anlam ve güzellik dolu olağan dışı bir
gerçeklik algısı içerisinde bulabilmektedirler. Dinî ve manevi gerçeklerle doğrudan
ilişki yaşamak, onların varlığını içinde hissetmek hem büyük bir zevk, tatmin ve
huzuru hem de zihniyet ve benlikte bir kısım değişim ve dönüşümleri beraberinde
getirir. Bu yüzden, bu tür tecrübeler yaşamak için insanlar bazen ilgi ve dikkatlerini
kendi iç dünyalarına yoğunlaştırma, bazen de suni ve zorlamalı vasıta ve yollara
başvurma ihtiyacı duyabilirler.
TECRÜBE VE DİNî TECRÜBE
Tecrübenin sözlük anlamı denemek, sınamak, başa gelmek, görüp
geçirmek, yaşantı demektir. Genel anlamda tecrübe, doğrudan doğruya
yaşayarak, başımızdan geçen bir olaya şahit olarak, içsel yaşantımızla
edindiğimiz bilgi ve idrakleri ifade eder. Tecrübe, dünyayı ve hayatı sezgisel ve
duygusal bir kavrama biçimidir. Gerçeklerle birebir ilişki kurmadır. Gerçeklerle
birebir ilişkinin ne olduğunu anlamak için şöyle bir örnekten hareket edebiliriz:
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İnsan yaratılış itibariyle
ilahî ve kutsal hakikat
ve değerleri fark edip
keşfedebilecek bir
tabiata sahiptir.
Dinî tecrübe, dinî inanç ve değerlerin konusu olan şeyi bizzat
hissederek, yaşayarak, bunlarla doğrudan doğruya temas kurarak, farkına
varmadır. Dinî tecrübe dindarlık yaşantımızın duygusal ve sezgisel boyutudur. Dinî
tecrübe dinî bilgi ve kavramlarımız, görenek ve alışkanlıklarımıza büyük ölçüde
bağlı olmakla birlikte, dinî inanç ve değerlerimizin haber verdiği gerçekliği içsel
olarak hissediştir. Buna göre dinî tecrübenin konusunun “kutsal” ya da “ilahî güç”
olduğu söylenebilir. Kutsal ve ilahî gerçeklerle ilişki ve iletişim muhakemeye dayalı
bir yolla olabildiği kadar, duygular ve içsel yaşantılarla da mümkün olabilmektedir.
Hatta denebilir ki, ilahî gerçekler ve dinî değerler kalp gözüyle, içsel sezgiyle daha
iyi kavranır.
İnsan yaratılış itibariyle ilahî ve kutsal hakikatleri ve değerleri fark
edebilecek, keşfedebilecek, onlarla ilişki kurabilecek bir yapıya sahiptir. İslam
geleneği bu doğal dindarlık yeteneğine “fıtrat” adını vermiştir. Kur’ânı-ı Kerim’de
(Rum 30/30) ve Hz Peygamber’in çeşitli hadislerinde (Buhari, Cenâiz 79, 80, 98;
Sünnet 17, Kader 3.Müslim, Kader, 22-25) ifade edilen fıtrat kavramı, dindarlığın
duygusal ve doğal temeline işaret etmektedir. Günümüz din psikologları da
genelde, doğuştan varlığını kabul ettikleri ”dinî yetenek” ya da “din duygusu”ndan
söz ederler. Son zamanlarda da, bu doğal dinî eğilimin biyolojik ve genetik temeli
konusunda araştırmalar yoğunlaşmıştır. Hadislerde dile getirildiği şekliyle fıtrat
yeteneği, içi boş bir çerçeve gibidir; anne babanın şahsında temsil edilen belli
kültürel dinî geleneğin inanç değerleri ve kavramları ile şekillenmektedir. Böylece
denebilir ki, dinî tecrübe yeteneği başlangıçta genel bir “kutsallık algısı“ iken, daha
sonra belli bir dinin inanç değerlerine göre şekillenen bir dinî kimlik ve kişiliğin
temelini oluşturmaktadır.
Dinî tecrübe, hayat ve evren içinde mevcut olan ilahî sırra tabii bir
hassasiyettir. İlahi vahyin kabul edilmesi, Allah’ın kendi eserleri içerisinde
Örn
ek
•Avustralya gibi kendi ülkemizden çok uzakta bir yerin var olduğunu duymuşuzdur. Bu ülke hakkında yazılmış birçok kitabı okuyup, televizyon ve internetten bilgi edinmiş olsak bile, bunlar tek başına bir tecrübe kazanmamıza yetmez. Ancak bu ülkeye seyahat edip, bölgelerini ve şehirlerini gezip dolaşarak insanlarıyla tanışarak ve ülkenin tarih ve kültüründen haberdar olup dilini az-çok konuşarak ve bu ülkede bir süre yaşayarak,bu ülkenin gerçek bir tecrübesini elde etmiş oluruz.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Dinî tecrübenin konusu
Allah, ilahî öz, ya da en
üst ve aşkın otorite
olarak kabul edilen bir
gerçekliktir.
temaşası ancak bu boyutla mümkün olabilir. Gökyüzünün sonsuzluğunu izleyen
veya tabiatın eşiz güzellikleri karşısında kendinden geçen birisinin bu ihtişamın
kaynağında Allah’ın yüceliğine duyduğu hayranlık, bir dinî tecrübe konusudur.
Bunaldığı ve daraldığı bir anda içten bir duyguyla yardım talebiyle kendisine
yöneldiği yüce Yaratıcının mucizevî yardımına kavuşan ve böylece huzur ve
kurtuluş bulan kimse, dinî bir tecrübe yaşamış olmaktadır. Bir dinî merasim, ayin ya
da ibadet esnasında büyük iç huzuru, sevinç ya da korku ve titreme ile Rabbine
kendini yakın hisseden kimse, dinî tecrübe yaşamış olduğunu ifade edebilir.
Rüyasında, ya da uyanıkken, kişisel hayatı ve geleceği açısından çok önemli bir
kararına yol gösterici manevi bir işaret ve ilhamla karşı karşıya gelen kimse için bu
bir dinî tecrübedir.
Buna göre dinî tecrübeyi; “Allah’ın, işaret, tezahür , etki ve delillerini
sezgisel algılama, vasıtasız doğrudan doğruya kavrama, kutsal ve ilahî
kudretle sezgisel ve duygusal ilişki kurma” şeklinde tanımlayabiliriz: Bu
tanıma göre dinî tecrübenin konusu Allah, ilahî öz, ya da en üst ve aşkın otorite
olarak kabul edilen bir gerçekliktir. Allah’ın varlığının ve etkinliğinin kişisel bir
deneyim biçiminde farkında olmak, dinî tecrübeyi sıradan tecrübelerden ayıran ve
onu dinî kılan en önemli özelliktir. Öte yandan bu tecrübeyi yaşayan kişi açısından
dinî tecrübe, inanılan Tanrı ile belli bir ilişkiyi kapsayan bütün duygular, sezgiler ve
algılardan oluşmaktadır.
DİNî TECRÜBENİN ÖNEMİ
Bazı din psikologları dindarlığın, dinî süreçlerin özünün içsel bir tecrübeden
ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşün öncülerinden olan W. James’e göre
iman temelde bir duygudur; inanılan varlığın gerçek olduğuna dair duygu ile
orantılıdır. Böylece, din ile içsel tecrübeyi bir bakıma aynılaştırmış, onu kültürel ve
kurumsal dindarlıktan bağımsız bir öz olarak tanımlamıştır. Fakat günümüzde bu
indirgemeci anlayış yerine dindarlığın daha bütüncü bir kavramına
başvurulmaktadır. Kişinin içinde yetiştiği toplumsal ve kültürel gelenek, onun
imanını nasıl yaşayacağı hususunda önemli bir kaynak durumundadır. Öte yandan,
hiçbir dinî tecrübeye sahip olmadan da dindarlığını yaşayan pek çok insanının
varlığından söz edilebilir.
Bununla birlikte dindarlıkta duygu ve coşkuların önemli bir yeri vardır.
Gerçek bir içsel tecrübe geçici bir duygulanım olmayıp, düşünceyi kaplayan
ve onu genişleten bir etki gücüne sahiptir. Dinî tecrübe, dinî kavrayışın her
noktasında sezgisel, vasıtasız ve derin bir duygusallık içerisinde “Allah’ta
var olma”yı ifade eder. Dinî duygular insanı sürekli ilahî aleme yöneltir ve oraya
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Dinî tecrübe hem inancı
güçlendiren hem de
onun varlığına delil
oluşturan ikili bir
öneme sahiptir.
doğru yükselme çabası içine sokar. Din duygusunu kuvvetle yaşayan kimse,
düşünce ve tasavvurlarında, tutum ve davranışlarında Allah’la uyum içerisinde
olduğunu hisseder. Bütün arzu ve özlemlerinin ilahî alemde gerçekleşeceği ümidi
ve güveni içerisinde, bu dünyada bulamadığı güven ve teselli ihtiyacını dinî
duygusu sayesinde tatmin eder. Din duygusunu kuvvetle yaşayan kimselerde bu
tecrübe yepyeni bir kuvvet kaynağı meydana getirmekte, hayat kesin olarak yeni
boyutlar kazanmış şekilde genişlemektedir. C.G.Jung’un ifadesiyle; “dinî tecrübeyi
yaşayan insan kendisine anlam, güzellik ve bir hayat kaynağı sağlayan ve dünyaya
ve insanlığa yeni bir ihtişam veren sınırsız bir hazineye, huzur ve güvene sahiptir.”
(Jung, 1993) Dinî tecrübenin bu teselli edici, kuvvet ve huzur verici etkisini
W.James de şöyle ifade der: “Kendimizi acz ve çaresizlik içinde eksik hissettiğimiz
bir anda din bizim imdadımıza koşar. Bir ruh hâli vardır ki, yalnız dindar olanlar ona
erişebilir. Bu, dünya meydanında bütün umutların kaybedildiği ve bizi çevreleyen
hayatın âdeta bizi terk ettiği bir anda dinî duygu bizi yeniden gençleştirmekte ve iç
hayatımızı değiştirmektedir. Bütün sıkıntılardan kurtulmuş, her türlü endişeden
arınmış olarak kendimizi yepyeni bir dünyada bulmaktayız. Böyle bir sevinç
duygusuna ancak dinde rastlamak mümkündür. Aynı duyguyu bir başka yerde
bulmak gerçekten zordur.” (James, 2002)
Böylece dinî tecrübe hem inancı güçlendiren hem de onun varlığına delil
oluşturan ikili bir öneme sahiptir. Ülkemizde yapılan bir tecrübi araştırmada, dinî
tecrübe sahibi olmanın mevcut inancı daha da güçlendirdiğini belirtenlerin oranı
%88.8 olarak bulunmuştur. Dinî tecrübe dindarlığı canlı tutar ve kişinin
kendisini Allah’a yakın hissetmesini sağlar. Sıradan bir bilinç hâlinden
sıyrılarak, ilahî ve manevi bir boyuta geçiş yapmaya imkân verir. Dinî
tecrübe sayesinde Allah’ın kendisiyle ilgilendiğini hisseden ve düşünen bir
dindar için inancının konusu olan şey , tam bir gerçeklik ve etkinlik kazanır.
Bu yüzden, dinî duyguları açığa çıkaran ve coşturan dinî musiki ve mevlit benzeri
bir takım dinî uygulama, tören ve ayinlere katılan kimseler üzerinde yapılan
araştırmalar, bu törenlerde “kendini Allah’a yakın hissetme”, “dinî coşku yaşama”
ve “kötü duygulardan arınmışlık” hissi yaşayanların oranlarının çok yüksek
olduğunu göstermektedir. Özellikle 20’li yaşlardaki gençler ve bayanlarda bu
etkinin çok yoğun yaşandığı müşahede edilmektedir. Böylece dinî tecrübe Allah ile
daha yakın ilişki, daha fazla dua ve ibadet ve ahlaki duyarlılıkta artış yönünde
etkiler göstermektedir. Az da olsa bazı insanlarda dinî tecrübe, dinî şüphe artışına
da (13.4) neden olabilmektedir. Yaşadığı tecrübenin dinî bakımdan ne ifade ettiğini
bilemeyen, bunu doğrulamakla birlikte kesin olarak bundan emin olamayan
(%30.5) kimselerin varlığı da bir gerçektir.
Belli bir durumda, Allah’ı görüyormuşçasına, karşısında Rabbi hazır
duruyormuşçasına derin bir hisle ibadet eden bir müminin yaşadığı manevi zevk ve
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
doyum, hiçbir şeyle ölçülemez. Mistikler ve sûfiler, bir bakıma bu manevi zevki en
üst noktada tecrübe etme ve böylece ruhsal bir dönüşümü gerçekleştirme amacı
taşırlar. İlahi sevgi ve aşk bir insanda merkezi bir hâl aldığı zaman, tüm diğer ilgiler
ve zevkler önemsiz hâle gelir. Allah yolunda feda edilemeyecek, terk edilemeyecek
hiçbir ilgi konusu kalmaz. Kişinin kendine ait en değerli varlığı olan “can”dan bile
vazgeçilebilecek ve ölümü “düğün gecesi” olarak algılayacak bir bilinç seviyesine
ulaşılır. Yaşadığı büyük bir acı ve çaresizlikten ilahî yardım ve rehberlik sayesinde
kurtulduğunu hisseden bir kimsenin hayatında mucizevî köklü değişim ve
dönüşümlerin yaşandığı görülebilir. Böylece, değişik şart ve durumlarda yaşanan
dinî tecrübeler, benlik algısında, kişilik ve karakter yapısında, dünya görüşü ve
genel hayat tarzında da çok yönlü dinamik etkileri açığa çıkarırlar.
DİNî TECRÜBENİN ÖZÜ
Dindarlığın duygusal temeli ve niteliği konusunda iki farklı teori ortaya
konulmuştur. Bunlardan birincisi W. James’in ileri sürdüğü görüştür. Onun
açısından dindarlığın özü ve kaynağı duygu olmakla birlikte, hiçbir duygu tek başına
dinî değildir. Yani dinî tecrübe değişmez bir öze sahip değildir; değişik duygusal
yaşantılar dinî bir renk ve anlam kazanabilir. Dinî tecrübe tek bir duygu şekli
olmayıp, dinî konular karşısında, dinî bir bağlamda kişide beliren duygu ve
idraklerin genel adıdır. İnsanın bütün duygusal kapasitesi, Allah’la ilişki
sürecinde dinî bir renge boyanabilir. Buna göre; dinî ilişkiye bağlı olarak yaşanan
korku, sevgi, bağlılık, hayranlık, güvenme, sığınma teslim olma, sabır, şükür,
minnettarlık, saygı, hürmet, tazim, hüzün, rıza, haya vb. duygular, dinî tecrübe
içersinde yer alan önemli duygulardandır. Bu yüzden dinî tecrübenin tek bir
biçiminden söz etmek zordur. Kişinin duygusal kapasitesi ile temas kurulan (kutsal)
nesnenin canlı ve etkin manasına bağlı olarak çok çeşitli dinî tecrübeler
yaşanabilmektedir. Dinî tecrübe anında hissedilen şeyler, genelde çift kutuplu
birtakım duygulardır. Coşku ya da dehşet, sevinç ya da ürküntü hissedilen temasın
bazı nitelikleri olarak kendisini fark ettirir. Yaşantının özelliğinden çok, alışkanlığa
bağlı ve kasıtlı olarak yönetilmesi, dinî duygunun varlığına işaret etmektedir.
Bundan dolayı, bir dinin bağlıları tarafından tecrübe edilmemiş hiçbir duygu ve
heyecanın olmadığı söylenebilir. Duygusallık insanın doğal bir psikolojik boyutudur.
Yaratılışın temel boyutu ve işleyiş ilkeleri her yerde ortak olduğuna göre, din
duygusu evrensel bir özelliğe sahiptir. Ancak, dinî tecrübenin hangi tonda ve tarzda
gelişimini belirleyecek olan kültürel şartlardır.
Buna karşılık R.Otto, dindarlık tecrübesinin hiçbir şeye benzemez bir kimliği
olduğunu savunarak bunu “kutsal” kavramıyla ifade etmiştir. Din kutsalın
tecrübesi olup, bu da kesin olarak kendine özgü, başka şeye benzemez ilahî
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
James, dinî obje ile
ilişkisinde duyguların
çeşitliliğini ortaya
koyarken, Otto bunları
bir araya toplamakta ve
tek bir yapının unsurları
olarak ele almaktadır.
bir niteliğe (numineux) sahiptir. Kutsalın tecrübesi, zıt duyguların ahenkli bir
uyumudur. Bu duyguların ortak yönleri de olabilir. Çoğu zaman dinî tecrübe korku
ve hayranlıkla karışık bir saygı duygusu şeklinde anlaşılmaktadır. Sonsuz saygı ve
büyük korku ile tezat hâlinde ilahî olan kendine çeker, büyüler, hayran bırakır ve
insana ahiret mutluluğu olarak isimlendirilecek bir mutluluk, mistik hayranlığa
varacak kadar hissedilen bir coşku verir. Kutsal tecrübesinde, bu tecrübeyi
meydana getiren duygular, duygusal bir yapı içinde birleşerek tamamen farklı bir
kategori oluştururlar. Otto’ya göre kutsal tecrübesi içindeki sevgi, korku vb.
James’in dediği şekilde dinî bir objeye uygulanan ortak duygular değildir artık.
Gerçekte dinî duyguyu nitelendiren büyük bir kutupsallık vardır. Bu dehşet ve
ürküntü veren (tremendum) ve kendisine cezp edip hayrette bırakan (fascinosum)
şeyin tecrübesidir. Buna göre, dinî tecrübe içerisinde hissedilen duygular, zıt
yönde gelişme gösteren iki dizi heyecan türünü bir arada buluşturan tek bir
yapı özelliğine sahiptir. Birinci dizide “korku” yönünde gelişen duygu ve
heyecanlar vardır. Mutlak erişilemezliği ve yüceliği, tamamen başkalığı ve üstün
kudreti ile “ilahî varlık” insanda korkutucu bir etki uyandırır. Dinî metinlerde sıkça
yer alan takvâ, havf, haşyet, tazim, heybet, rahbet, hürmet vb. kavramlar, Allah’ın
”Celal” sıfatının ve gazabının insan üzerinde bıraktığı ürkütücü etkiyi dile getirdiği
söylenebilir. Kutsalın tecrübesi içersindeki ikinci boyut; son derece
muhteşem ve yüce olan sonsuz varlık karşısında hissedilen “yaratılmışlık ve
fânilik” hâli tecrübesidir. Dindar kişi Yüce Allah karşısında kendisini zavallı,
güçsüz, küçük ve ona bağımlı hisseder. Bu unsurlara bir üçüncüsü daha katılır ki, bu
da “ İlahi kudret Enerjisi”dir. Allah kuvvet, hareket ve iradedir. Buna ilaveten, hiçbir
şeye benzemez olan Allah, “hayret verici yabancı sır”dır. Dinî tecrübenin ikinci
dizisi ise “sevgi ve arzu” yönünde gelişen duygusal unsurlardan oluşur. İlahi Kudret
aynı zamanda hasret ve istek uyandıran, sevgi, güven, umut, minnettarlık ve
şükran telkin eden ve ruh üzerinde karşı konulmaz bir cazibe kuvveti ile etkide
bulunarak, insanı tam teslimiyete zorlayan mukaddes bir değer olarak da tecrübe
edilir. Muhabbet, aşk, şevk, üns, recâ, yakîn, zevk, vecd vb. kelimelerle ifade edilen
duygu hâlleri Allah’ın sınırsız rahmet ve merhametinin, “Cemâl” sıfatlarının
algılanışını dile getirir. Böylece İlahi Kudret korkutucu olduğu kadar, büyük huzurlu
iç yakınlığı, sonsuz zevk, güven, itminan veren bir sır olarak kendisini hissettirir.
Böylece James, dinî obje ile ilişkisinde duyguların çeşitliliğini ortaya
koyarken, Otto bunları bir araya toplamakta ve tek bir yapının unsurları olarak ele
almaktadır.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Dindar insanlarda
kutsallığın genel bir
duygusu, çok belirgin
olarak kendisini
gösterir.
DİNî TECRÜBENİN TÜRLERİ
Sıradan, normal insan tecrübesini aşan birçok olay vardır. Ölüme yakın
deneyimler, güzellik ve musiki etkisiyle ortaya çıkan kendinden geçme hâlleri,
peşinden çok koşulan ya da sürpriz şekilde elde edilen çok büyük bir başarıya bağlı
olarak yaşanan yoğun heyecanlar, şeytani bir varlık tarafından kışkırtılma hâlleri vb.
bunlardan en çok rastlananlarıdır. Bunların yanında, her şeyin bir ve bütün olduğu,
zaman ve uzayın dışına çıkıldığı şeklindeki mistik tecrübeler de önemlidir. Fakat
hangi tür ruhi/manevi bir tecrübe olursa olsun, dinî olarak nitelendirilmesi
için belli bir dinî inanç merkezine bağlı olarak, belli dinî sembollerce
uyarılan ve dinî bir bağlamda ortaya çıkması gerekir. Bu hususu dikkate
alarak dindarların zaman zaman yaşadıkları dinî tecrübeleri şu başlıklar altında ayırt
edebiliriz:
Kutsalın Tecrübesi Buna “ön dinî tecrübe” de denilebilir. Bu tecrübe sayesinde dinî inanç ve
değerler dünyasının varlığının farkına varılır. Kâinattaki ilahî kudreti sezme, madde
ötesindeki aşkın bir gücün belli belirsiz fark edilmesi bu tecrübenin esasını
oluşturur. Dindar olsun ya da olmasın insanlar zaman zaman, birden bire
beliren olağan dışı bir gücün, sırlı bir varlığın mevcudiyetini içlerinde
hissedebilirler. Dindar insanlarda özellikle dinî ayin ve törenlerde, dua ve ibadet
anlarında, kutsal mekânlarda kutsallığın genel bir duygusu çok belirgin olarak
kendisini gösterir. Bu tecrübe çerçevesinde, kutsal ve kutsal dışı arasındaki sınırda
korkunun, dehşetin ve ihtişamın tanımı güç duygusal tecrübesi yaşanır. Sırrına
erişilemez bir sonsuzluk karşısındaki küçüklük ve sınırlılık duygusu, teslim olma ve
diz çökme tepkisi ortaya çıkar.
Ulûhiyet Tecrübesi Ulûhiyet tecrübesi, “Allah’ın varlığının hem tabiatüstü (aşkın) hem
yeryüzündeki varlıklar ve benlikte fark edilen (içkin) sezgisel ve kendine has
şuuru” şeklinde tanımlanabilir. Bireye, Allah’ın varlığının tecrübesi olarak görünen
şey kendi içinde beş farklı türde olabilir.
Allah’ın, ortak, genel (herkese açık), duyusal bir nesne vasıtasıyla
tecrübe edilmesi (Meselâ, gece yıldızlı semayı temaşa eden birinin,
orada birden Allah’ın sonsuz kudretini, ihtişamını ve güzelliğini
hissetmesi).
Allah’ın olağan dışı, genel, duyusal bir nesne vasıtasıyla tecrübe
edilmesi (Meselâ, Hz. İsa ve Havarilerin gökyüzünden inen bir
sofradan yemek yemeleri).
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Allah’ın, normal duyusal dille tanımlanabilen özel bir nesne
vasıtasıyla tecrübe edilmesi (Meselâ, Cebrail’in insan kılığında
görünüp Hz.Peygamber’le veya Hz. Meryem’le konuşması).
Allah’ın normal duyusal dille tanımlanamayan özel bir nesne
vasıtasıyla tecrübe edilmesi. Birçok sûfi ve mistik, Allah’ı özel bir
yolla tecrübe etmiş ve bu tecrübelerini anlatmada kelimelerin
yetersiz kaldığını ifade etmiştir.
Allah’ın herhangi bir duyusal vasıta olmaksızın tecrübesi. Bu tür
tecrübede kişi, Allah’ın sezgisel veya vasıtasız algısına sahiptir
(Mesala, Hz. Peygamber’in Mirac gecesi Allah’ın huzuruna
yükselmesi).
Hz. İbrahim’in Kurân-ı Kerim’de anlatılan ulûhiyet tecrübesi burada örnek
olarak ele alınabilir. Tefsirlerin kaydettiğine göre ergenlik yaşlarında gerçekleştiği
belirtilen bu olay, belli bir süreç içerisinde tamamlanmıştır. Buna göre Hz. İbrahim
önce doğal bir din duygusu ile kendi toplumunca kutsal kabul edilen varlıklara
yönelmiştir. Ancak onlar üzerinde yaptığı incelemeler ve çıkarımlar kendisini,
Allah’ın sonlu ve geçici olamayacağı ve yaratılanlara benzemeyeceği fikrine
ulaştırmıştır.
Hz. İbrahim’in yaşadığı bu olaydan şu psikolojik sonuçları çıkarmak
mümkündür:
Bilişsel gelişime uygun olarak, Allah tecrübe ve tasavvuru somuttan
soyuta doğru bir gelişim süreci geçirmektedir.
Uluhiyet tecrübesi, kültürel gelenek ve uyarıcıların etkisi altında
gelişmektedir.
Fıtrat yapısı bozulmamış kimseler, kültürel geleneklerce asliyeti
karartılan tevhid inancına ulaşmalarına basamak oluşturan çeşitli
dinî tecrübeler yaşayabilmektedir.
“Gece basınca bir yıldız gördü, ‘işte bu benim Rabbim’ dedi; batınca
batınca,’Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi andolsun ki sapıklardan
olurdum’ dedi. Güneşi doğarken görünce, ‘işte bu benim Rabbim, bu daha
büyük’ dedi; batınca ‘ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım’
dedi. Doğrusu, O’nun bir ve tek olduğunu tasdik ederek ben yüzümü, gökleri
ve yeri yaratana çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim.” (En’âm 76-79).
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
İlahî Cevap Tecrübesi İlahî cevap tecrübesi, “Allah’ın kişinin durumuyla ilgilendiği, zaman
zaman duasına ve talebine cevap verdiği, ihtiyacını giderdiği hissi”
şeklinde tanımlanabilir. Dindar insanların çoğu, hayatları boyunca bu tür
tecrübelerle karşı karşıya kaldıklarını bilirler. Ülkemizde yapılan bir araştırmada
(Yaran, 2009) “Duama cevap olarak veya bir ihtiyaç anında Allah’ın yardımını
gördüm” türünden dinî tecrübe yaşayanların oranı %25.2 olarak bulunmuştur. İlahi
cevap tecrübesi aynı zamanda ülkemizde en fazla yaşanan dinî tecrübe türü olarak
görülmektedir.
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Allah'ın varlığını içinizde nasıl hissettiğinizi düşününüz.. Ö
rnek
•"15 yaşındayken Kur'ân öğrenmeyi çok istiyordum ama köy yerinde olduğumuz için babam gidip öğrenmeme izin vermiyordu. Bunun için yaşımın çok küçük olduğunu ve orada harcayacağım vakitle köy işlerini yapmamı istiyordu. Ama benim bu arzum hiç bitmedi. Israrla öğrenmek için mücadele ettim. Bu yüzden babamdan çok dayak yedim. Artık ümidimi kesmiştim ve sadece dua ediyordum. Bir gece herkes uyuduktan sonra duvarda bir levha gibi ışık gördüm. Bu etrafı nur gibi çevrelenmiş birşeydi. Ve normalde orada asılı birşey yoktu. Dikkatli bakınca böyle pençe pençe harfler gördüm. Yani elifbayı gördüm. Rabbim sesimi duymuş ve benim öğrenmem için böyle olağanüstü bir lütuf vermişti. Artık her gece bir an önce ev ahalisinin uyumasını bekliyordum. Lambalar sönünce o levha ortaya çıkıyor ve nur gibi parlak harfler meydana çıkıyordu ve ben onları garip bir şekilde okuyordum. 14 gün sonra "Acaba okuduğum harfleri doğru mu okuyorum?" diye düşündüm ve eski bir Kur'ân bulup oradan okumaya çalıştım. Biraz okudum ve okuduğum gece artık o levhayı göremedim. Yani Kur'ân okumayı öğrenmiştim ve levha artık yoktu. (Cafer Sadık Yaran, Dini Tecrübe ve Meûnet, s. 78-79).
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İlahî Müdahale Tecrübesi “Bir tehlike, ölüm tehdidi, çaresizlik ve mahrumiyet içerisinde
olunduğu bir anda, Allah’ın bu durumdan kişiyi kurtarıcı mucizevi
yardımının hissedilmesi” şeklinde tanımlanan ilahî müdahale tecrübesine,
ölümcül bir kazadan kıl payı kurtulma, ağır bir hastalıktan şifa bularak hayata
dönme, şüphe, çatışma ve anlamsızlık duygualrı içerisinde bocalarken bir anda
herşeyin aydınlığa kavuşması gibi olaylar örnek olarak verilebilir.
İlahî Yönlendirme ve Kurtuluş Tecrübesi Bu tip tecrübeler genel olarak ani ve beklenmedik bir şekilde (ya da bazen
yavaş yavaş ilerleyen bir süreç olarak) ortaya çıkar ve kişiyi şaşkınlığa uğratır.
“Allah’ın kişiyi doğru yöne yönlendirdiği, manevi kurtuluşu için belli bir
tercihe yönelttiği, doğru yolu bulmasının önünü açtığı hissi. ” Şeklinde
tanımlanabilecek kurtuluş tecrübesi, beklenmedik, önemli bir hadise özelliğine
sahiptir. Varoluşunun anlamı hakkında onu sorguya çekerek, geçici ya da kalıcı
olarak kişiyi değişikliğe yönlendirir. Böylesi bir tecrübe yaşayan bir kısım insanlar;
dindışı, dine ilgisiz, din karşıtı ya da şaşkın ve sapkın bir durumda iken, köklü bir
değişim ve dönüşüm geçirerek dinî ve manevi bir kişiliğe kavuşurlar. Tövbe edip din
yoluna girme, zor ve sıkıntılı bir durumun uygun şekilde atlatılması (evlilik kararı,
boşanma, sınav vb.), inanç ve ibadetleri yerine getirmedeki yetersizliğin aşılması
şeklindeki olaylar çerçevesinde bu tür tecrübelerin yaşandığı görülmektedir.
Örn
ek •"..Çok ciddi bir gayretle mahsusât ve zaruriyât üzerinde
düşünmeğe, bunlarda nefsimi şüpheye düşürmek mümkün olup olmadığını aramaya başladım. Uzun müddet şüpheden ileri gelen araştırmalardan sonra mahsûsatta hata olmayacağına emin olmayı nefsim kabul etmedi. (..) Bu vesveseler içime doğunca kalbimde yer etti. Buna bir ilaç aradım, fakat bulamadım.. Bu hâl güç iyileşen bir dert gibi iki ay kadar içimi kemirdi. Durum itibariyle safsata mezhebine saplanmıştım. Fakat kimseye bundan bahsetmiyordum. Nihayet Cenabı Hak beni o hastalıktan kurtardı. Bu, ancak Cenabı Hakkın kalbime attığı bir nur sayesinde olmuştu." (Gazali, El-Munkızu Min-Ad-Dalal, s. 17-20).
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İlahî Ceza Tecrübesi İlahî ceza tecrübesi, “bir günah, işlenmiş bir kötülük, hata ve kusur
dolayısıyla Allah’ın cezalandırıcı müdahâlesinin hissedilmesi” şeklinde
tanımlanmaktadır. Dindar bir insan belli bir durumda kendisini , Allah tarafından
bir uyarı ve cezaya uğradığını, reddedilmiş ve yüzüstü bırakılmış olduğunu, mal ya
da canına, sevdiği bir yakınına bir zarar ve ziyanın gelmiş olduğunu hissedebilir.
Ülkemizde 17 Ağustos 1999 Marmara depremini yaşayan kimseler üzerinde yapılan
bir araştırmada, bu olayın insanların yaptıkları kötülüklere karşı Allah’ın bir cezası
olduğuna inanların varlığını ortaya koymaktadır.
Allah İle İlişkinin Geçmiş Şekillerinin Yeniden Hatırlanması Hayatının belli aşamalarında dinî şüpheler yaşamış, inanç değerleri
konusunda çatışmalarla yoğrulmuş fakat dinî teslimiyetini güçlendirerek imanını
arındırmış kimseler vardır. Benzer bir şekilde çeşitli durumlarda Allah’a dualarda
bulunmuş ve bunların hemen tamamına cevap almış ya da yanılsamalara kapılmış
kimseler de vardır. Bunlar bir iman ve dua tecrübesine sahip olduğu duygusunu
yaşarlar.
Vecd tecrübesi Vecd tecrübesi, “kendinden geçme, kendinden dışarı çıkma, dış
dünya ile tüm bağlantının kopması sonucu Allah’tan başka h içbir varlık
hissinin kalmaması” şeklinde tanımlanmaktadır. Özellikle sufi ve mistiklerde
zaman zaman görülen bu tecrübede, Allah ile çok yakın olma, aşk ve dostluk
duygusu içerisinde bir arada bulunma duygusu yaşanır. Kendinden geçmenin
uyuşturucu maddelerle sağlanan, ya da bazı ruh hastalarında rastlanan biçimleri
de vardır. Bunlar elbette ki dinî tecrübe olarak ele alınamaz. Belli bir dinin inanç ve
değerlerinden beslenen vecd hâlleri, dinî bir tecrübenin konusu olabilir.
Örn
ek • Coşkun: Biz bu cezaya layıktık. Son zamanlarda her şey kötüye
gidiyordu. Ama çoğu için bu deprem de ibret olmadı. Fay hattı falan yok. Yıkımlara bakıyorsun, anlıyorsun. Allah'ın işine ne karışıyorsun? Ama Aadapazarı'ndaki meyhanelerden, birahenelerden hiçbirisi yıkılmadı. Hepsi ya hasarsız ya az hasarlı. Allah imtihan ediyor. "Bakalım bir daha yapacaklar mı, ders aldılar mı" diye oraları öylece bıraktı. (Talip Küçükcan- Ali Köse, Doğal Âfetler ve Din, s.94)
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Manevi zekâ, aşkın gerçeklere ve değerlere yönelik bir yetenektir.
Mistik tecrübe, dinî
tecrübenin özel bir
türüdür.
Mistik Tecrübeler Sufi ve mistiklerin, manevi olgunlaşma süreci içerisinde çok değişik duygusal
hâller, şiddetli heyecanlar, çeşitli olağan dışı görüntü ses ve oluşumun eşlik ettiği
derin tecrübeler yaşadıkları bilinmektedir. Fakat mistik tecrübenin zirve
noktasında esas olarak herşeyin bir bütün olduğu ve kendinin de bu bütünün
parçası olduğu hissi; tabiat üstü sırlı bilgilere ulaşmış olma izlenimi yer alır. Dinî
tecrübenin özel bir türü olan mistik tecrübe, bir başka şekliyle dindışı, bâtınî bir
aydınlanma ve tabiatla birleşme tecrübesi de olabilir. Fakat dinî mistikleri özel kılan
herşeyi Allah’ta, Allah’la ve Allah’tan görmenin daimi bir duygu ve algısına sahip
olmalarıdır.
İlham ve Vahy Tecrübesi İlham ve vahy tecrübesi, “kişinin kendisini ilahî tebliğlerin muhatabı
olarak hissetmesi ve özel bir aydınlanma hissi duyması.” Şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu tecrübeleler, kendisinde hazır bulduğu ve Allah’tan (ya da
ilahî bir kaynaktan) olduğunun kesin şuuruna vardığı vasıtasız bir bilgiye sahip olma
şeklinde de anlaşılabilir.
MANEVİ ZEKÂ VE MANEVİ TECRÜBE
Dinî bir bağlamda ya da dinden bağımsız olarak insanların bir kısmı manevi
ve kutsal gerçeklerle ilişki kurabilmekte, dünyayı ve kendisini farklı bir gözle
görebilmektedir. Kısa süreli ölüm deneyimi yaşayıp hayata tekrar dönenler, ölmüş
birisi ile rüyasında iletişim kuranlar, sırlı olay ve durumlarla karşı karşıya kalanlar,
hayatın anlam ve güzelliğini en üst seviyede algılayanlar hiç eksik olmamıştır. Tüm
bu ve benzeri olaylara, benliğin ötesine geçme, varlığın tam ve bütüncü bir algısına
ulaşma, kendini daha büyük manevi bir bütünün parçası olarak hissetme, insani
sınır ve bağlardan kurtulmuş olarak, kendini özgür ve tam olarak hissetme, olağan
dışı görüntü ve uyaranların farkına varma gibi tecrübeler eşlik etmektedir. Bu tip
olayları anlamak ve açıklamak için bilim adamlarının son yıllarda geliştirdikleri iki
kavram bulunmaktadır: “Manevi zekâ” ve “manevi yaşam” (Spirtuality).
Manevi Zekâ İnsan tabiatında kendimizden ötelere, aşkın gerçeklere (transendent), en
son ve nihai olana karşı duyarlılık ve merak olduğu bir gerçektir. Emmons (2000)’a
göre bunu sağlayan şey manevi zekâdır. Manevi zekâ, başlı başına ayrı bir zekâ türü
olup şu özellikleri taşır.
Fiziksel ve maddesel olanı aşma yeteneği
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Manevi tecrübe,
“aşkın”ın eksiksiz bir
farkında oluşudur.
udurtecrübesidir.
Yüksek şuur hâlleri yaşama yeteneği
Günlük deneyimleri kutsallaştırma yeteneği
Sorun çözümünde ruhsal kaynakları kullanabilme yeteneği
Minnettarlığı ifade etme, alçakgönüllü olma, bağışlama ve merhamet
gösterme yeteneği.
Yüksek seviyede manevi bir zekâya sahip olan bir kişi, daha geniş olan nihaî
ilginin bir parçası ile ilişkili olarak, çeşitli orta seviyeli görevler, planlar ve hedefleri
daha iyi görebilir. Bu durum, kişinin daha büyük bir çerçeve içinde hayatını değişik
açılardan organize etmesine imkân sağlamaktadır. Bu aynı zamanda yaşam
hakkında ileri görüşlülüğe, bir takım manevi hedef ve uğraşların bir parçası olarak,
uzun süreli motivasyon ve hatta sıradan davranışlara yönelik desteklenmiş bir
performansın oluşmasında temel olarak rol oynayabilir.
Manevi Tecrübe Manevi tecrübe,”aşkın”ın eksiksiz bir farkında oluş tecrübesi olarak
tanımlanabilir. Aşkın gerçekler, (kişinin dinî inanç ya da hayat görüşü bakış açısına
dayanarak), doğaüstü görüşleri ve anlamları içerebilir de içermeyebilir de. Bu
gerçekler psikolojik bir seviyede insanların yaşamlarını etrafında organize ettiği
fikirler, amaçlar ve inançlar ile ilgili olabilir. “Nihaî ilgi” (ultimate concern) de
denilen bu amaçlar ve inançlar, insanın tüm etkinlikleri için merkezi noktalar
olarak işlev gören en temel ilke ve fikirlerden oluşur. Buna göre manevi tecrübe,
her ne olursa olsun insanın nihai bir gücü düşünmesi veya ” kendilik”(self),
“yaşam” gibi kesin tanımlanabilen değerler vasıtasıyla karakterize edilen
bir varoluş tarzı olarak da anlaşılabilir. Bu varoluş tarzını oluşturan tecrübeler de
şunlardan oluşur:
Yaşamda bir anlam arama,
Aşkın olanla karşılaşma,
Bir bağlanma hissi,
Nihai bir gerçek ya da en yüksek bir değer arama,
Gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık,
Benlikte bir değişim ve dönüşüm,
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
MANEVİ TECRÜBE TÜRLERİ
Dinî tecrübe gibi manevi tecrübenin de çeşitli türleri vardır. Bunlardan en
göze çarpanları aşağıda belirtilmiştir.
Doruk Deneyimler İlk defa Maslow tarafından tanımlanmış olan doruk deneyimler, sportif
başarılar, entelektüel veya ruhsal şifa verici sezgiler, artistik yaratıcılık, dostluk ve
akrabalık gayretleri gibi doğal heyecanlardan oluşur. Bunlar, din dışı varoluş
gerçekleşmeleri şeklinde kendini gösteren, yüksek seviyede ve güdülenme ötesi
içten doğma bazı tecrübelerdir. Tüm bu tecrübelerin ortak noktası kişide,
hayatın bir anlamı olduğu ve yaşanmaya değer olduğu izlenimini
bırakmalarıdır. Bu tecrübeler kişiyi mükellefiyet, gerçekleştirme ve faydalılık
fikirlerinin yol açtığı rahatsızlıktan kurtarmaktadır. Bu tecrübeleri yaşayan
kimseler, kötülük ve ıstırabın izafi olduğunu idrak etmekte, kendi kendileriyle tam
bir uzlaşma içerisinde mutlu anlar yaşamaktadırlar. Doruk deneyimlerin ortak bazı
özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
Tüm evrenin birleşmiş ve ayrılmaz bir bütün olarak algılanması,
bütünlük bilinci
Diğer her şeyi dışta bırakan yüksek bir odaklanma. Her şeyin eşit
önem kazandığı değerlendirmesiz, karılaştırmasız ve yargılamasız bir
biliş. (Örneğin, yeni doğmuş bebeğini inceleyen bir annenin, bebeğin
her minik ayak parmağından, bir diğeri kadar eşit büyülendiği ve bu
yolla bir tür dinî huşu içinde kalması)
Tabiatın, insani amaçlar için bir araç olarak değil, kendi içinde ve
kendisiyle var olan kendi özü içinde algılanması
Ego merkezli olmaktan çok nesne merkezli bir algılayış. Bireyin
kendisinin aradan çekildiği, egosuz ya da ego aşkın, bencil olmayan
algılayış
Uzay ve zaman bilicinin kaybolması, sonsuzluk içeren bakış açısı.
Doruk deneyim yaşayan birisi, geçen bir günü birkaç dakikaymış gibi
ya da yoğunlukla yaşanan bir dakikayı bir gün, bir yıl, hatta sonsuza
dek süren bir an gibi hissedebilmektedir
Doruk deneyimler, hayatı yaşamaya değer kılabilmekte, yaşama
anlam kazandırmaktadır. Dünya iyi, arzu edilir ve değerli bir yer
olarak görülmektedir. Aynı zamanda dünyada kötü ve kötülüğün
varlığı düşüncesi ile bir uzlaşım yaşanmaktadır. Dünyadaki
çatışmalar, karşıtlıklar, ayrışmalar ve kutuplaşmalar anlamlı bir
bütünlük içersinde görülmektedir
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Ben-ötesi tecrübede kişi
kendi beninden kaçıp
uzaklaştığı ve “kendi
kendisinin dışında
durduğu” izlenimine
sahip olur.
Doruk deneyimler, bireyin mükemmel bir kimliğe sahip olmasına,
özgün, sorumlu, etkin, yaratıcı, özgür iradeli bir insan olmaya
yönelmesine yol açmaktadır
Doruk deneyimler yaşayan kimseler daha az bencil olmakta, daha
manevi yüksek bir kişi, daha sevecen ve kabullenen, alçakgönüllü ve
ağırbaşlı olmaktadırlar. Minnettarlık ve şükran duyguları ile dolu
olarak herkesi kucaklamaya ve dünya için iyi bir şeyler yapmaya,
kendini adamaya yönelmektedirler
Ben-Ötesi (Aşkın) Tecrübeler Alkol ve benzeri bazı uyuşturucu maddelerin etkisiyle bilincin değişime
uğraması sonucu yaşanan bir kısım hâllerin varlığı bilinmektedir. Bu hâller
içerisinde, kişi kendi beninden kaçıp uzaklaştığı ve “kendi kendisinin dışında
durduğu” izlenimine sahiptir. Aynı zamanda zaman ve uzayın dışına çıkıldığı, her
şeyin bütünleşmiş tek bir birlik hâlinde olduğu algısı da buna dâhil olur. Özellikle
dinî inanç ve değerlerin derinden sarsıldığı dönemlerde ortaya çıkan manevi
bunalım ve tatminsizlik ortamında bu yola sıkça başvurulduğu bilinmektedir. Bir
kısım uyuşturucu maddeleri deneyerek yaşadıkları ruhsal hâlleri dinî ve mistik
kavramlar çerçevesinde açıklamaya çalışan din psikologları ya da bilim adamları da
olmuştur. W. James, A. Huxley bunların başında gelmektedir.
Uyuşturucu maddeler vasıtasıyla “manevi genişleme” ve rahatlama arayışı
içerisine girenler tarihte olduğu gibi günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Fakat
bunun yol açtığı zararlar, manevi gelişme ve ilerleme bir tarafa fizyolojik bağımlılık
ve sonrasında ortaya çıkan durumlar göz önüne alındığında çok tehlikeli boyutlarda
olabilmektedir. Yalnız kimyevi maddelerin yardımı ile ruhsal hayatı ileri boyutlara
taşımanın imkânsız olduğu açık bir gerçektir. Psikolojik yücelmenin ancak zihinsel
etkenlerle, inanç ve moral gücü ile mümkün olabileceği günümüzde çok daha iyi
anlaşılır duruma gelmiştir.
DİNî VE MANEVİ TECRÜBENİN DEĞERİ
Yukarıda, önemini kısaca ifade etmeye çalıştığımız dinî ve manevi
tecrübenin, bilimsel ve felsefi yönden nasıl bir değer taşıdığını bilmek de önemlidir.
Buna göre, dinî ve manevi tecrübe yoluyla elde edilen bilgi ve idrakler ne ölçüde
güvenilir ve gerçeğe uygundur? Duygusal ve sezgisel yolla elde edilen bir bilginin
gerçek ilahî kaynağa bağlı ilham ve etki mi yoksa hayali bir yanılsama ya da şeytani
bir etkilenmenin ürünü mü olduğunu ayırt etmek nasıl mümkün olmaktadır? Dinî
ve manevi tecrübe konusunda en fazla tartışılan ve cevabı aranan sorular
bunlardır. Bu soruların sorulmasına yol açan da, dinî ve manevi tecrübenin öznel,
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Dinî tecrübenin
muhtevası, farklı din ve
kültürlere göre farklı
anlamlar kazanır.
onu yaşayan kimselere mahsus olması ve başkaları ile paylaşılamaması özelliğidir.
Kişiden kişiye değişen ve onu yaşamayan kimseye yabancı kalan özelliği ile dinî
tecrübe açık-seçik ve kesin olmaktan uzak, belirsiz bir gerçeklik ifade etmektedir.
Bu belirsizliği doğuran özellikler de şunlardır:
Dinî ve manevi tecrübe duyu tecrübesi gibi, bilişsel bir tecrübe
değildir.
Dinî ve manevi tecrübede, herhangi bir dinî algının doğruluğunu ve
güvenilirliğini test edecek araçlar ve standart kontrol yolları yoktur.
Dinî ve manevi tecrübenin nesnesi maddi, gözlemlenebilir, duyusal
bir şey değildir. Bu yüzden de dinî tecrübe yanlışlanabilir değildir.
Dinî tecrübe düzenlilikten yoksundur, bu yüzden bu tecrübeye
dayanarak ne olup biteceğini önceden kestirilemez.
Yaşanmış bir tecrübe, onu yaşayan kimse için anlamı olan belli bir
gerçekliğe elbette ki sahiptir. Belirsizlik, böyle bir tecrübeyi yaşamayan,
dışta olan kimseler içindir. Mesela bir kimse “Ben rüyamda Hz. Peygamber’i
gördüm, bana şu duayı öğretti.” dese bu onun için son derece gerçek ve
etkileyicidir. Fakat bir başkası, bunun doğruluğuna inanmayabilir ve o bilgiyi hiç
dikkate almayabilir. Bunun nedeni, duygusal ve sezgisel algının tabiatıdır.
Duygusallık, kendisiyle uygunluk hâlinde bulunulan vasıfları gösterir. Bu vasıflara
uygun gelen idraki şekiller, bu idraki şekillerin içine inen ve kendi anlamlarıyla
onları aydınlatan dünya ve Allah konusundaki ifadeleri davet eder. İnanmayan bir
kişi dünyayı, tamamen doğal süreçlerin işlediği bir alan olarak görürken, inanan
kişi, her şeye kâdir, iyilik sahibi bir Yaratıcı’nın tezahürü olarak görür. Dünyayı
Allah’ın bir eseri, iyi ile kötünün bir savaş alanı olarak tecrübe edebilir. Dolayısıyla
inananla inanmayan aynı fiziksel çevreyi solumakla birlikte ona farklı yorumlar
getirmekte ve buna bağlı olarak farklı tecrübeler edinmektedir. Görünürün içinde
görünmezin idraki ve buna bağlı olarak, yeryüzünde ilahî olanın tezahürü ve
yakınlığı, belirti ve işaretinin idraki, zorunlu olarak kişiden kişiye, kültürden kültüre
değişebilir özellik göstermektedir.
Bir işaretin anlaşılması, onu idrak eden kimsenin eğilimine bağlıdır.
Dolayısıyla dinî tecrübe, kendi idrakinin duygusal yatırımına ve özel olarak kişilerin
kendilerine mal ettikleri dinî anlamlara göre farklılaşabilmektedir. Bunlar kimileri
için Allah’ın doğrudan doğruya tezahürü ve tecellisidir. Diğer bazıları için bunlar
Allah’ın özel işaretleri olmayıp kutsalın ana niteliğini çağrışım yaptıran şeylerdir.
Diğer bazıları içinse bunlar, insanın ötesinde fakat bütün ilahî vasfından sıyrılmış bir
tabiat sırrı gibi gözükmektedir. Böylece, dinî tecrübe içinde işitilen veya görülen
şeyler, yani bu tecrübenin muhtevası, farklı din ve kültürlere göre farklı anlamlar
kazanmaktadır.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Tartışma forumu
Dinî tecrübenin yapısındaki bu belirsizlik sebebiyle, din kendisine ait
olmayan unsurlarla karıştırılabilmekte, aşkınlığını kaybederek, ulvi bir hakikat
taşıyıcısı olmaktan uzaklaşıp, çok alt seviyede bir tecrübe durumuna
düşebilmektedir. Bu durumda, insana ulûhiyet alanının kapısını açan duygular,
insan ve tabiatın sınırlarını pek aşmayan bir durumda kalırlar ve çoğu zaman din,
bu duyguların belirsizliğine karışır. Bu yüzden dinî tecrübe ile sanat ve güzellik
tecrübesi, beşeri aşk tecrübesi, evrenle birleşme ve kaynaşma duygusu, bir grup
hayatı içerisinde hissedilen aidiyet duygusu, hatta şeytani bir etkilenmeye bağlı
olarak yaşanan heyecanlar, çoğu zaman biri diğerinden ayırt edilmesi mümkün
olmayan tecrübeler olarak ortaya çıkmaktadır. Esasen duygusallık içerisinde
yaşanan hiçbir tecrübe, ilahî kudretin biricik ilhamını oluşturmaz. İnsan bilinci çok
farklı etki kaynaklarından beslenebildiği gibi, her duygusal tecrübe çok farklı
niyetleri de açığa çıkarabilmektedir.
Buna göre, dinî ve manevi tecrübenin hakiki ve meşru bir değer taşıyıp
taşımadığını anlamanın yolu ve yöntemi nedir? Sorusunun cevabını da bulmak
gerekmektedir. Burada, bu yolla elde edilen değerlerin pratik ve gözle görülür
sonuçları ve ürünlerini dikkate almaktan daha güvenli bir yol yoktur. Elbette ki,
öncelikle bu ürünlerin dinî inanç ve değerlere, dinî hedef ve gayelere şekilsel ve
dışsal bakımdan uygunluğu da önemlidir. Bu hususlara açıkça ters düşmeyen ilham
ve vizyonlar, algı ve anlamlar bu tecrübeyi yaşayan kimse için hakiki bir değer ifade
edebilir. Ayrıca, sonuçları bakımından kişinin ahlaki gelişme ve olgunlaşmasına, dinî
görev ve uygulamaları yerine getirmedeki istekliliğin artmasına yol açması
ölçüsünde de dinî tecrübenin meşruluğuna bir işaret sayılabilir. Daha geniş bir
bakış açısı ile ele aldığımızda ise; peygamberlerin, velilerin, dinî ve manevi
önderlerin yaşadıkları yüksek ruhsal deneyimlerin, aldıkları vahy ve ilhamların,
yüzyıllardır milyonlarca kişinin üzerindeki büyük etkilerini görebiliriz. Bunlardan
esinlenen muhteşem edebî, mimari, musiki eserleri ve daha birçok görsel işitsel ve
plastik sanatlar ve çok zengin literatürü de göz önünde bulundurmak gerekir.
Tart
ışm
a • Olağandışı her tecrübe, dini ve manevi yönden hakiki ve meşru bir duruma işaret eder mi? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Öze
t
•Dinî tecrübe dindarlığın duygusal ve sezgisel boyuıtudur. Dinî hayat yaşayan kimseler zaman zaman dinî duygu ve heyecanlar yaşar, tabiatüstü ya da olağan dışı görüntü, ses, telkin ve ilhamlara maruz kalabilirler. İlahi, manevi işaret ve âyetlerin doğrudan ve içsel yolla farkına varıp büyük bir tatmin ve ruhsal yücelme deneyimleri yaşayabilirler. Bu da onların bağlı oldukları inançlarını güçlendirici, dinî ibadet ve görevlerine daha fazla dikkat ve önem göstermeye yol açan bir canlılığa yol açabilir.
•Duygusal ve sezgisel düzeyde yaşanan dinî tecrübelerin özünün ne olduğu konusunda iki farklı teori ortaya atılmıştır. W. James'e göre dinî tecrübe diğer insani tecrübelerden pek te farklı olmayan, dinî konular çerçevesinde yaşanan her tür insani duygu ve heyecanları ifade eder. Dinî sevgi ya da dinî korku, bildiğimiz sevgi ve korku duygusunun dinî bir konu çerçevesinde (Allah, ahiret, günah vb.) ortay çıkmasından ibaretttir. R.Otto'ya göre ise dinî hayatın temelini oluşturan "kutsalın tecrübesi" başka hiçbir insan tecrübesini benzemeyen bir kutupluluk ve özgünlük taşır. Korkutan ve dehşetle titreten, cezbeden ve kendisine hayran bırakan, künhüne vakıf olunamaz bir sır olarak kutsal, başka hiçbir şeye indirgenemez.
•Dinî tecrübenin çok çeşitli türleri bulunmaktadır. Kutsal'ın tecrübesi, ulûhiyet tecrübesi, ilahî cevap tecrübesi, ilahî müdahale tecrübesi,ilahî ceza tecrübesi, ilahî yönlendirme ve kurtuluş tecrübesi, vecd tecrübesi, mistik tecrübeler, ilham ve vahy tecrübesi bunların başlıcalarıdır.
•Dinî bir bağlamda olsun ya da olmasın insanların aşkın ve manevi gerçeklerle iletişim kurmalarını mümkün kılan doğal bir yetenek taşıdıkları kabul edilmektedir. İslam geleneğindeki "fııtrat" kavramı ile yakından ilişkili olan "manevi zekâ", "manevi bilinç", kişiyi manevi gerçekleri anlamaya, keşfetmeye, aşkın olanla iletişim kurmaya yönlendiren bir içsel güçtür. Manevi tecrübelerin iki farklı türü vardır. Maslow tarafından tanımlanan "doruk deneyimler" ve bazı kimyevi maddeler aracılığı ile sağlanan bilinç değişimine bağlı olarak elde edilen "aşkın tecrübeler".
•Dinî ve manevi tecrübe yoluyla elde edilen bilgi ve algılar öznel, açık-seçik olmaktan uzak, belirsiz bir özellik arz ederler. Ancak, sonuçları ve ürünleri dikkate alındığında, dinî ilhamlardan kaynaklanan sayısız sanat ve edebiyat ürünlerinin varlığı, dinî tecrübenin değerini ortaya koyar.
• Kendi hayattınızda yaşadığınız olağan dışı dini ve manevi tecrübeleri araştırarak 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Değerlendirme
sorularını sistemde
ilgili ünite başlığı
altında yer alan “bölüm
sonu testi” bölümünde
etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Dinî tecrübeyi sıradan tecrübelerden ayıran ve onu dinî kılan en önemli özellik aşağıdakilerden hangisidir?
a) Duygusal ve sezgisel olması b) Kişisel bir deneyim olarak yaşanması c) Allah’ın varlığının ve etkinliğinin kişisel bir deneyimle farkında
olunması d) Bilgi ve inanç değerleriyle yakından ilişkili olması e) Doğuştan bir yetenek olması
2. Aşağıdaki cümlelerden hangisi dinî tecrübenin önemini ve etkisini yansıtmak
bakımından en uygun ifadelerden biri değildir? a) Dinî inancı güçlendirir. b) Dinî inancın gerçekliğine delil oluşturur. c) Dindarlığı canlı tutar ve kişinin kendisini Allah’a yakın hissetmesini
sağlar. d) Sıradan bir bilinç hâlinden sıyrılarak, ilahî ve manevi bir boyuta geçiş
yapmaya imkân verir. e) Dinî şüphe ve ilgisizliğe yol açar.
3. W.James’in dinî tecrübe teorisine göre aşağıdakilerden hangisi doğru
değildir? a) Dinî tecrübe değişmez bir öze sahiptir. b) Dindarlığın özü ve kaynağı duygudur. c) Hiçbir duygu tek başına dinî değildir; değişik duygusal yaşantılar dinî
bir renk ve anlam kazanabilir. d) İnsanın bütün duygusal kapasitesi, Allah’la ilişki sürecinde dinî bir
renge boyanabilir. e) Dinî tecrübe tek bir duygu şekli olmayıp dinî konular karşısında, dinî
bir bağlamda kişide beliren duygu ve idraklerin genel adıdır.
4. R.Otto’nun dinî tecrübe teorisine göre, hiçbir şeye benzemez ilahî bir niteliğe sahip olan dindarlık tecrübesi hangi kavramla ifade edilir?
a) Manevi zekâ b) Kutsal c) Anlam Arayışı d) Din duygusu e) Doruk deneyim
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
5. “Bir tehlike, ölüm tehdidi, çaresizlik ve mahrumiyet içerisinde olunduğu bir anda, Allah’ın bu durumdan kişiyi kurtarıcı mucizevi yardımının hissedilmesi” şeklindeki dinî tecrübe aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ulûhiyet tecrübesi b) İlahi müdahâle tecrübesi c) İlahî yönlendirme ve kurtuluş tecrübesi d) İlahî ceza tecrübesi e) İlahî cevap tecrübesi
6. Manevi zekâ, aşağıdaki yeteneklerden hangisini içermez? a) Fiziksel ve maddesel olanı aşma yeteneği b) Yüksek şuur hâlleri yaşama yeteneği c) Günlük deneyimleri kutsallaştırma yeteneği d) Dinî inanç ve değerleri kabul etme yeteneği e) Minnettarlığı ifade etme, alçakgönüllü olma, bağışlama ve merhamet
gösterme yeteneği
7. Aşağıdakilerden hangisi manevi tecrübenin tanım ve sınırları içinde yer almaz?
a) Yaşamda bir anlam arama b) Aşkın olanla karşılaşma c) Allah’ın varlığını arama d) Nihai bir gerçek ya da en yüksek bir değer arama e) Gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık
8. Sportif başarılar, entelektüel veya ruhsal şifa verici sezgiler, artistik
yaratıcılık, dostluk ve akrabalık gayretleri gibi doğal heyecanlardan oluşan doruk deneyimlerin ortak noktası aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kişide, hayatın bir anlamı olduğu izlenimini bırakmaları b) Kişiyi dine daha çok yaklaştırmaları c) Kişiyi dinden uzaklaştırmaları d) Yalnızca dindarlara mahsusu olmaları e) Kişinin kendi kendisinin dışında durduğu izlenimine yol açması
9. Alkol ve benzeri bazı uyuşturucu maddelerin etkisiyle bilincin değişime
uğraması sonucu yaşanan ve kişinin “kendi kendisinin dışında durduğu” izlenimine sahip olduğu şeklindeki tecrübelere ne denilir?
a) Mistik tecrübe b) Manevi tecrübe c) Doruk tecrübe d) Ben ötesi (Aşkın) tecrübe e) Vecd tecrübesi
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
10. Dinî ve manevi tecrübe ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Dinî ve manevi tecrübe duyu tecrübesi gibi, bilişsel bir tecrübe değildir.
b) Dinî ve manevi tecrübede herhangi bir algının doğruluğunu ve güvenilirliğini test edecek araçlar ve standart kontrol yolları yoktur.
c) Dinî ve manevi tecrübenin nesnesi maddi, gözlemlenebilir, duyusal bir şey değildir.
d) Dinî tecrübe yanlışlanabilir değildir. e) Dinî tecrübe düzenlilikten yoksun değildir; bu yüzden bu tecrübeye
dayanarak ne olup biteceğini önceden kestirebiliriz.
Cevap Anahtarı 1. C, 2. E, 3. A, 4. B, 5. B, 6. D, 7. C, 8. A, 9. D, 10. E
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Emmons R. A. (1999). The Psychology of Ultımate Concerns. New York London:
The Guilford Press.
Gazali. (1994). El-Munkızu Min-Ad-Dalal. Çev.Hilmi Güngör. 5.bas, İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Godin, A. (1981). Psychologie des Expérience Religieuses, Le Centurion, Paris.
Godin, A.,S.J. (Edt.) (1964). De L’Expérience A L’Attitude Religieuse. Études de
psychologie religieuse. Éditiion De Lumen Vitae, Bruxelles.
Hood,Jr.- Ralph W. (Edt.) (1995). Handbook of Religious Experience, Birmingham,
Alabama: Religious Education Press,
Hood,Jr.- Ralph W.- Hıll, P. C., Spılka, B. (2009). The Psychology of Religion.An
Emprical Approach. Fourth Edition, New York London: The Guilford Press.
Hökelekli, H. (2001). Din Psikolojisi, 4.bas.,Ankara: TDV Yayınları.
Hökelekli, H. (2010). Din Psikolojisine Giriş, İstanbul: Dem Yayınları.
Hökelekli, H. (2009). İslam Psikolojisi Yazıları, İstanbul: Dem Yayınları.
James, W. (2002). Varieties of Religious Experience. A Study of Human Nature.
Centenary Edition, Routledge, London and New York.
Jung, C. G. (1993). Din ve Psikoloji. Çev.Cengiz şişman, İnsan Yayınları, İstanbul.
Küçükcan, T.-Köse, A. (2000). Doğal Âfetler ve Din. Marmara Depremi Üzerine
Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, İstanbul: İsam Yayınları.
Maslow, A. H. (1996). Dinler, Değerler ve Doruk Deneyimler. Çev. H.Koray Sönmez,
İstanbul: Kuraldışı Yayınları.
Otto, R. (ts.). Le Sacré, Payot, Paris.
Palotzian, R. F.-Park, C. L. (Edt.)(2005), Handbook of The Pschology of Religion and
Spirtuality, New York – London: The Guilford Press.
Tüzer, A. (2006). Dinî Tecrübe ve Mistisizm. Dergâh Yayınları, İstanbul.
Dinî ve Manevi Tecrübe
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
Vergote, A. (1999). Din, İnanç ve İnançsızlık. Çev. Veysel Uysal, İstanbul: M. Ü.
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
Wulff, D. M. (1997). Psychology of Religion. Classic and Contemporary. New York:
John Willey& Sons, Inc.
Yaran, C. S. (2009). Dinî Tecrübe ve Meûnet. Sıradan İnsanların Sıradışı Dinî
Deneyimleri, İstanbul: Rağbet Yayınları.
İÇİN
DEK
İLER
• İnanç ve iman kavramları arasındaki farklar
• İmanın psikolojik yapısı ve boyutları
• Bilişsel boyut
• Duygusal boyut
• İradi boyut
• Davranışsal boyut
• İman ve şüphe
• Dina yönelik negatif tutumlar ve inançsızlık
HED
EFLE
R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• İmanın psikolojik tabiatını kavrayacak,
• İman ile inanç arasındaki ilişkiyi anlayacak,
• İnanç ile davranış arasındaki ilişki ve imanın inanca dönüşmesini kavrayacak,
• Dinî şüphenin doğasını daha iyi kavrayacak,
• Dinî ilgisizlik ve inançsızlığı hazırlayan faktörler hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
ÜNİTE
7
İNANÇ PSİKOLOJİSİ VE İMANIN PSİKOLOJİK YAPISI
DİN PSİKOLOJİSİ
Prof. Dr. Faruk Karaca
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Din, insanla birlikte
ortaya çıkmış ve
varlığını onunla birlikte
sürdüren bir değerler
sistemidir.
GİRİŞ
İnanç kavramı günlük dilde birbirinden oldukça farklı durumları ifade
etmek için kullanılmaktadır. Şöyle ki bu kavram, sıklıkla iman yerine kullanıldığı
gibi, sanmak, kabul etmek, güvenmek, itimat etmek, doğru diye bakmak, kanaati
olmak, kanmak ve aldanmak anlamlarında kullanılmaktadır. Buna göre daha çok
dinî kabul ve bağlanma anlamları ima etse de, inanç din dışı kabulleri de ifade
ettiğinden daha geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Türkçe’de dinî inanç ifade
eden kavramların çoğunluğu ise (İslam, ihlas, tefviz, …….) Arapça kökenli olup bu
kavramlar genellikle birbirinin yerine kullanılmaktadır. Özellikle Kur’an’da
kullanıldıkları anlamlar açısından aralarında çeşitli nüanslar bulunan bu
kavramlardan en çok kullanılanlar iman ve İslam kavramlarıdır. Arapça inanç
manasına gelen itikat kavramı ise Kur’an’da dinî inanç ifade etmek için
kullanılmamıştır.
İslam kavramıyla aynı kökten gelen teslimiyet kavramına yüklenen anlamlar;
"nefsini ve tüm benliğini Allah'a teslim etmek”, "itaat etmek", "inkıyad etmek ve
boyun eğmek","ihlasla Allah'a yönelmek", "Allah'ın emirlerine inkıyad edip onları
hemen benimsemek, içe sindirmek ve kendini Allah'a adamak" gibi derûni boyutu
ön plana çıkan anlamlardır. Bununla birlikte İslam kavramının Kur’an’da zaman
zaman dış güdümlü bir dinî inancı yansıtabilecek şekilde kullanılmasına da
rastlanmaktadır. Nitekim Hucûrat Süresinin 14. âyetinde geçen teslimiyet kavramı
bu anlamda kullanılmıştır.
"Bedeviler iman ettik dediler. De ki siz iman etmediniz. Ancak biz Müslüman
gözüktük deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir." ( Hucurât, 49/14).
Ayette geçen teslimiyet kavramı, özellikle resmen inanış bildirisinde
kullanılan "teslim oldum" anlamına gelmektedir. Zira burada iman için sözlü ikrar
ve birtakım görsel davranışların yeterli olmadığı, imanın bir kalb eylemi olduğu
vurgulanmaktadır. Ancak Kur’an’ın birçok yerinde “teslimiyet kavramı” gönülden
inanmak anlamında, İslâm ve “Müslüman” kavramları ise, bu inancın gerekleri olan
kulluk görevlerini yerine getirmeyi de ifade edecek kadar geniş bir anlamda da
kullanılmıştır. Zira Müslüman sıfatı daha çok inanç-amel bütünlüğü içinde olanlara
layık görülmektedir. Ancak inanmadıkları halde inanıyor gibi görünenler için olduğu
gibi, inandıkları halde kulluk görevlerini yerine getirmede ihmalkâr davrananlar için
de aynı sıfatın kullanılması, İslâm kavramından dinî pratikler olmaksızın sadece dinî
inancın anlaşılabileceğini de ima etmektedir.
Dinî inanç ifade eden diğer bir kavram olan iman kavramı, vicdani bir aksiyon
olarak insanın Allah'a herhangi bir baskı altında olmadan kalpten ve yürekten tam
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İnanç ve iman kavramları
çoğu kere birbirlerinin
yerine kullaınılırlar ise de
aynı anlama
gelmemektedirler.
bir teslimiyetle boyun eğdiğini ifade etmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu haliyle
kalbi bir onaylama (tasdik) gibi gözüken iman, sadece insanın iç dünyasında
yaşanıp dışa aksetmeyen bir olgu değildir. Zira iman kavramı, bireyin inancını
sözleriyle beyan etmesi yanında davranışlarıyla göstermesini de içine almaktadır.
Buna göre teslimiyet kavramıyla hemen aynı anlama gelen iman kavramı, zaman
zaman teslimiyet yerine kullanılsa da, bu iki kavramın aynı anlama gelip gelmediği
ve hangisinin daha geniş bir anlam içerdiği meselesi öteden beri tartışma konusu
olmuştur. Bütün bu tartışmalar bir yana, Kur’an’da da iman kavramının hemen
hiçbir yerde tek başına kullanılmayıp sürekli olarak pozitif davranışla (amel-i salih)
birlikte kullanılması, bir taraftan imanın zorunlu olarak davranış üreteceğini ima
ederken, diğer taraftan imanın ancak pozitif davranışla birlikte olduğu zaman
İslam’a dönüşeceğini düşündürmektedir.
Batı literatüründe de inanç ve iman kavramlarına yüklenen anlamlar çoğu
kere karışıklık arzetmektedir. Örneğin Smith, iman ve inanç kavramları arasında
ayrım yaparak, imanın “temel insanî niteliklerden biri” olduğunu ifade etmiş ve
onu, bireyin kendisine, diğer insanlara ve evrene karşı yönelimi veya toplam cevabı
olarak tanımlamıştır. Fowler ise, inancın imandan daha derin olduğunu, bilinçdışı
güdüleri kapsadığı gibi, bilinçli iman ve davranışları da içerdiğini öne sürmüştür.
Allport, güven olarak adlandırdığı iman kavramının, daha az emin olunan inançları
ifade etmek için kullanıldığını, buna karşılık inanç kavramını daha kesin konularda
kullanmaya yönelik bir eğilim olduğunu belirmiştir. Vergote, inanmak eyleminin
karşılığının inanç değil iman olduğunu, dolayısıyla imanın inançtan ayrı tutulması
gerektiğini belirtmiştir. İmandaki “güven” üzerinde duran Vergote, inancın bir
anlamda içte yaşanan iman olduğunu ifade etmiştir. Clark ise iman ile inanç
kavramları arasındaki farkın büyük ölçüde psikolojik olduğunu, inancın daha
durağan, imanın ise dinamik ve canlı olduğunu belirtmiştir (Arktaran: Mehmetoğlu,
2010: 147-148).
İnsanın farkındalık düzeyinin, farkında olduğunun da farkında olabilecek
kadar yüksek olması, ona sadece fizyolojik güdülerin etkisiyle değil, iradi
tercihlerine göre davranma imkânı sağlamaktadır. Bu durum insan için önemli bir
avantaj olduğu kadar, çeşitli alternatifler karşısında tercih yapmak da kolay
değildir. Zira birden çok alternatif karşısında olmak, aynı zamanda bir belirsizlik
doğurmakta ve belirsizlik ortamının devam etmesi insanı çeşitli çatışmalara
sürüklediği gibi sosyal uyumunu da olumsuz yönde etkilemektedir. Mevcut
alternatiflerden birini tercih etmek, aynı zamanda onun doğru olduğuna yönelik bir
inancı meydana getirmekte ve insan belirsizlikten kurtularak davranışını üstüne
oturtacağı bir referans çerçevesine kavuşmaktadır. Böylece belirsizlikten kurtulan
bireyin hayatını inşa etmek için önü açılmaktadır. Aslında bu yönelimde biri pozitif
diğeri de negatif olmak üzere iki inanç oluşmaktadır. Bunlar; seçilen alternatifin
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İnanç, bireysel gelişim için
olmazsa olmaz bir
pozisyondadır.
doğru, diğerlerinin ise doğru olmadığıdır. Bu haliyle inanmak ile inanmamak işlev
bakımından aynı değere sahip olmaktadır. Zira birey bir taraftan doğru oluğuna
inandığı şeyi davranışa dönüştürmeye koyulurken, doğru olduğuna inanmadığı
şeylerden de uzaklaşmaya yönelmektedir.
İman ile inkâr arasında bir yerde bulunan insan, hangi yöne tercih yaparsa
yapsın, tercihin ortaya çıkması durumunda aslında bir de inanç ortaya çıkmaktadır.
Ortaya çıkan inançlar ise, davranışların oluşumuna imkân vererek insanın yaratıcı
yönünün ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Zira insan, iradî davranışlarını
öyle yapması gerektiğine inandığı için yapmakta veya yapmaması gerektiğine
inandığı için yapmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında insan için inançsızlık,
iradesizlik ve aksiyonsuzluk anlamına gelmektedir. Aksi durumda insan ya
hayvanlar gibi içgüdülerle hareket eden aksiyon sahibi ancak iradesiz veya bitkiler
gibi aksiyonsuz olurdu. Bundan dolayı inanç, bireysel gelişim için şart, insan için bir
ihtiyaç olduğu kadar, toplumsal gelişim ve medeniyetin inşası için de olmazsa
olmaz bir unsur konumundadır.
Belli bir farkındalık düzeyinde gerçekleşen yani bilinçli bir süreç içinde ortaya
çıkan inanç, aynı zamanda kabul edilenin doğru, reddedilenin ise yanlış olduğunu
ima ederek bir tür bilgi de ortaya çıkarmaktadır. Meseleye tahkiki mümkün
olmayan bir şeyin varlığı veya yokluğu açısından bakıldığında ise, gerçeğin ne
olduğunu bilmek imkânsızdır. Örneğin ahiret hayatının varlığı veya yokluğunu ispat
edecek zorlayıcı bir kanıt bulunmamaktadır. Bu durumda ahiretin varlığı ve yokluğu
konusunda iki görüş bulunmakta ve ahiretin varlığını kabul edenler onun varlığına
iman ederken, yokluğunu kabul edenler ise olmadığına iman etmektedir. Buna
göre inanç ve inançsızlık psikolojik mahiyet bakımından aynı olup bir tür bilgiye
ulaşma işlevi görmektedir. Şöyle ki iman eden için inandığı şey, artık ihtimalli bir
durumdan çıkmış ve kendisi için kesinlik boyutuna ulaşmış olmaktadır. Yani iman
eden birey, iman ettiği şeyin hakikat olduğunu bilip bilmediği halde buna rağmen
iman ediyor değildir. Zira inanan için inandığı şey şüphelerden arınmış ve kesin bilgi
düzeyine yükselmiş durumdadır. Buna göre iman ve kesin bilgi aynı şey olup iman
dışındaki bilgiler az veya çok kesinlikten yoksundur. Nitekim iman yoluyla elde
edilen bilgi, kanıtlama şartını kaldırmak suretiyle elde edilmekte olup kanıt
aramaktan vazgeçilmeyen bütün alanlarda lehte ve aleyhte yeterli kanıt
bulununcaya kadar kesin hükme varmak mümkün olmamaktadır. Çünkü olgusal
alanda doğruluğu tahkik için elde edilebilecek kanıtların sınırı yoktur ve kanıta
dayalı olarak kesinliğe ulaşma imkânı bulunmamaktadır. Bu durumda gözlem ve
deney yoluyla üretilen bilgiler kesinlik sunmadıklarından, onları bu şekilde alıp
hayatın değişik problemlerini çözmek için kullanmak da, onların o anda gerçeği
ortaya koyduklarına yönelik inanca dayanmaktadır. Bu haliyle muhafaza edildikleri
sürece ihtimali bilgiler, hatta insan bilgilerinin tamamı inanç niteliği taşımaktadır.
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İman kavramı, inanç
kavramından daha güçlü
kesinlik arzetmektedir.
Zira kanıta dayalı olarak edinilen inançlar, kanıtların değişmesiyle değişim
gösterebilirken, iman tarzındaki inanç kanıt aramadığından kesin bir bilgi
sunmakta ve değişime kapalı bir durum arzetmektedir.
İnsan bilgilerinin bir tür inanç olması, aslında insanın doğası gereğidir. Zira
insanın aklı ve deneyimlerinin sınırlı olması onu ancak ihtimali bilgiler üretebilecek
bir konuma getirmektedir. Bu haliyle insanın gerçeğin bizzat kendisine veya kesin
bilgiye ulaşması, ancak sınırsız akıl gücüne sahip, ilmi her şeyi kuşatan bir varlık ile
temasa geçmesiyle mümkün hale gelmektedir. Bu şekliyle dinler, bireyi Allah ile
temasa geçirerek kesin bilgiye ulaşma kanalları olarak değerlendirilebilir. Şöyle ki,
birey kanıt arama yoluyla ancak sınırlı bir bilgiye ulaşabilmekte ve bu bilgiler de
zaman zaman onu yanlışa sürükleyebilmektedir. Kanıt arama şartını kaldırarak
oluşturulan iman yoluyla elde edilen bilgiye göre davranışta, yanılgıya düşme
ihtimali daha da artmaktadır. Buna göre iman tarzındaki inancın geçerli bilgi
doğurması, ancak yanılmaz bilgi kaynağıyla ilişkilendirildiği zaman mümkün
olmaktadır. Bu durumda birey, hakikati ortaya koyan kesin ve değişmez bilgiye
ulaşma şansına ancak Tanrı’yla ilişkiye girerek kavuşmakta, Tanrı’ya ve ondan gelen
bilgilere inanma, gerçekliğin künhüne vakıf olmada tek alternatif gibi
gözükmektedir. Buna göre Tanrı’ya inanmak, onun bildirdikleri ulûhiyet, tabiat,
insan, tarih ve gelecek hakkında da belirli bir fikir ve anlayışlara sahip olmak
anlamına gelmekte ve bireyin inancı, onun algı, idrak, bilgi, ilişki ve deneyimleri
velhasıl hayatı algılayış biçimiyle yakından ilişkili hale gelmektedir (Özakpınar,
1999:16-36).
İNANÇ VE İMAN KAVRAMLARI ARASINDAKİ FARKLAR
Sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılan inanç ve iman kavramları arasındaki en
belirgin fark, inancın kapsam itibariyle iman dâhil muhtemel bütün düzeyleri
içerecek şekilde daha genel olmasına rağmen, imanın inanca göre daha özel bir
anlam ifade etmesidir. İman kavramının inanç kavramından diğer bir farkı da,
yukarıda bahsedildiği gibi objesinin tahkike açık olmaması, yani insanın algı ve
kavrayış alanının ötesinde bulunan, duyu ve akıl yoluyla hakkında bilgi
edinilemeyen ve onu aşan gerçeklikler içermesidir. Tahkiki mümkün olan şeylerle
ilgili inançlar da olabilir. Ancak inanca konu olan şeylerin araştırılıp ortaya
çıkarılması onları bilgiye dönüştürür. İnanç kavramı, kendisine obje olacak olguların
çokluğu kadar ifade ettiği ihtimal veya kesinlik açısından da farklılık arz etmektedir.
Örneğin herhangi birinin desteklediği takımın şampiyon olacağına olan inancı ile en
yakın arkadaşının kendisine her zaman doğruyu söyleyeceğine olan inancı aynı
değildir. Böylece inanç kavramı, şüpheyle birlikte ihtimalin bütün derecelerini
kapsamasının yanında, şüpheden arınmış tam bir kabul ve tasdiki de ifade edebilir.
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İnanç ile inançsızlık
arasındaki kabuller,
kanaat düzeyindedir.
İnancı bir çizgi üzerinde gösterecek olursak, 0 noktası inançsızlık durumunu
gösterirken, 100 noktası kesin inanç, bu iki nokta arasında kalan bölgenin ise
şüpheyle birlikte inanç durumunu gösterdiği kabul edilebilir. İnancın 0 noktasına
yaklaşması şüphelerin yoğunluğunu gösterirken, 100 noktasına yaklaşması ise
şüphelerin azaldığını ve kesin inanca doğru bir gidiş olduğu şeklinde anlaşılabilir
(Peker, 2000: 61-63).Rakamsal olarak ifade edilecek olursa, yüzde ellinin altında
kalan inançlara tekabül eden inançlara vehim, tam bir kararsızlık durumuna işaret
eden yüzde elli noktasına tekabül edenlere şüphe, yüzde ellinin üstünde kalan
bölüme zan, yüzde yüz noktasına ise kesin iman denebilir. Bu farklılaşma, iman
etme ve imanın geçirmişi olduğu gelişim süreciyle ilgilidir. Ancak iman noktasına
ulaşılması durumunda, artık onların hiçbiri varlığını devam ettiremez ve iman
bunların hiçbirinin bulunmadığı son noktada tasdikle oluşan bir kesinlik arz eder.
İnancın yüzde yüz noktasına ulaşması ise, kanıt arama şartını kaldırarak oluşturulan
iman olarak tanımlanabilir
inançsızlık inanç
0 50 100
Topçu, inançla iman arasındaki farkın içerik farkından ziyade, mahiyet açısından olduğunu öne sürmüştür. Ona göre iman, tek başına ruhun alanını işgal etmek üzere, bütün diğerlerini bastırarak veya az-çok onları gözden düşürerek gelişen bir inançtır. Budurumda iman, inancın özellieşmiş bir biçimi olmaktadır. (Topçu, 1995: 139). Nitekim inanç,iman gibi sadece dinî alanla sınırlandırılmadığı gibi, hemen her konu inanca nesne olabilmektedir. İman ise, insan hayatının tamamını kapsayan küllî bir hâl olduğu için, insanın bütün davranışlarına yansıyabilmektedir. İnancın külli bir yapı arz etmemesi, insanı bütünüyle kuşatmasını engellemektedir. Zira inanç imana göre daha durağan bir özelliğe sahip olup, inanılana karşı güçlü duygusal tutumlar içermemektedir. Bunun içindir ki, objesi Tanrı olan inanç, başka objelere sahip diğer inanç biçimlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır (Alper, 2002:33-36).
İnsanın din dışındaki diğer bütün inançları arasında genellikle dinî inançların
kendi aralarındaki uyum ve organizasyonu gibi yüksek düzeyde bir düzen ve ilişki
bulunmazken, esasen buna gerek de yoktur. Hâlbuki Tanrı inancı etrafında oluşan
ve gelişen diğer inançların tümü, Tanrı inancıyla uyumlu bir şekilde olduğu gibi, bu
inançlar bütün dünyasal aktiviteleri de organize ederek insanı tek bir hedefe
yöneltmektedir. Yani aslında dinde tek bir inanç objesi vardır ve diğer bütün inanç
objeleri, o olduğundan dolayı vardır. Bu yüzden Glock objesi Tanrı olan inanca
“Kutsalı teminat altına alıcı veya garanti edici inanç” demiştir. Hâlbuki diğer birçok
inanç objesi için durum böyle değildir. Örneğin herhangi bir bireyin 13 rakamının
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Dinî inancın en kritik
unsuru, Allah inancıdır.
uğuruna inanması ile, arkadaşının kendisine yalan söylemeyeceğine olan inancı
arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak Tanrı inancına sahip birisi için,
bu inanca dayandırdığı diğer bütün inançlar, onun çökmesiyle çökme tehlikesiyle
karşı karşıyadır. Örneğin girdiği sınavdan yüksek bir not alacağına inananan birisi
için bu inanç önemli bir risk unsuru taşımamaktadır. Zira sınav sonuçları
açıklandığında durum ortaya çıkacak ve o, düşük not alsa bile daha sonraki
sınavlardan yüksek not alacağına yönelik yeni inançlar geliştirebilecektir. Fakat
Allah inancı için aynı durum geçerli değildir. Ahiret, peygamber, melek, kutsal
kitap inançları sadece Allah inancı bulunduğu zaman anlamlı olan inançlardır.
Bundan dolayı Allah inancına dayandırılan her şey, doğrudan Allah’ın varlığından
güç almaktadır. Buna göre Allah’a inanmadan, ahirete inanmanın hiçbir anlamı
bulunmamaktadır (Glock, 2001; Clark, 1961: 224-225). Ancak Allah’a inanan
açısından Allah’a inanmak ile ahirete inanmak arasında da hiçbir fark yoktur.
Ahirete inanmadan sadece Allah’a inanmak da yeterli değildir. Zira inanan insan
ahiretin varlığına Tanrının bu konudaki haberine güvendiği için inanmaktadır. Aynı
durum diğer iman esasları için de geçerlidir. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’da
Peygambere itaat, Allah’a itaatle aynı şekilde değerlendirilmiştir.
İnançta bilişsel veya zihinsel boyut ağır basmasına rağmen, imanda duygusal
ve iradi boyutun ön plana çıkması bu iki kavram arasındaki farkların en
karakteristik olanlarındandan biridir. Şöyle ki; statik yönü daha ağır basan inanç
(belief), inanılan obje ya da öneriye karşı her zaman güçlü, pozitif duygusal bir
tutumu ihtiva etmemektedir. Örneğin birey, üzerinde fazla etkisi olmadan veya
onu herhangi bir davranışa yöneltmeden Kaf dağının varlığına veya yarın havanın
güneşli olacağına inanabilir. Daha zengin olsalar da, entelektüel kavrayış
düzeyindeki dinsel inançlar da bu kategoride yer alır. İnanılan şeye karşı güçlü
pozitif duygusal tutumlar üreten inançlar ise, imana dönüşmektedir. İman (faith)
ise, çok daha dinamik bir durumu ifade etmektedir. O daha sıcak hatta tutkulu bir
“...Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan
da sakının...” (Haşr 59/7)
“Her kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/ 80)
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
İman, bilişsel, duygusal,
iradi ve davranış boyutu
olan dinamik bir olgudur.
bağlılığı doğurmakta ve birtakım davranışları da teşvik etmektedir. Örneğin “Allah’a
iman”, sadece kelimelere dökülmüş bir Allah inancını değil, inanan kişinin
sorumluluklarını da içeren bir sadakati ifade etmektedir. Buna göre iman eylem
boyutuna sahip olup, bu kavram aynı zamanda muktezasına uygun davranışları da
içine almaktadır (Alper, 2002:36). Ancak sözü geçen imanın olgunlaşmış iman
olduğunu belirtmek gerekir. Başlangıçta mevcut alternatiflerden birini kabul edip
diğerlerini redderek genel bir kanaat şeklinde olarak ortaya çıkan inanç, zamanla
ortaya çıkan şüphelerle sarsılıp olasılıklar ortadan kaldırılarak olgunlaşmaya
başlamaktadır. Şüphelerden arındıktan sonra yaratıcı düşünceyle koşut olarak
gelişimini devam ettiren inanç, bireyin ruhunda süreklilik kazanarak onun hayatına
hakim olmaya başlamaktadır (Topçu, 1995: 139). Bu şekle gelmiş bir imanın ise
davranış üretmemesi mümkün değildir.
İmanın hâkim unsurlarından birisi olan duygusal boyut, onun oluşup
gelişmesini de önemli fonksiyonlara sahiptir. Zira insanlar olumlu duygular
besledikleri şeylere daha kolay inanma eğilimi gösterirken, olumsuz duygular
beslediklerine ise kolay inanmama eğilimine sahiptirler. Batı dünyasında yapılan
çalışmalarda cennete inananların oranının, cehenneme inananlardan çok daha
fazla çıkması bundan dolayıdır.
İMANIN PSİKOLOJİK YAPISI VE BOYUTLARI
İmanın gaybi olmasının yanında kesinlik ifade etmesi ve kapsayıcı bir özelliğe
sahip olması gibi temel özellikleri bulunmaktadır. İman, insanlığı kapsayıcıdır. Zira
tarih, dinsiz bir toplum kaydetmemiştir. İman, insanı kapsayıcıdır. Çünkü o,
doğrudan kişiliğe hitap ettiği için insanın hayata bakışı, davranışları, ilgileri,
duyguları ve iradesini önemli ölçüde biçimlendirmekte ve yönlendirmektedir.
İmanın kişiliğe nüfuz etmesi, suyun bir bitkiye nüfuz etmesi veya kanın bedende
dolaşmasına benzetilmektedir.
İnanç, hüküm olması açısından zihni, teslimiyet ve boyun eğme olması
yönünden duygusal, bir değer davranışı olması boyutuyla da iradi özelliklere
sahiptir. İnanma değerinin kuruluşunda, hayal gücü ve hafıza, insanî duygu ve
tutkular, irade ve seçme hürriyeti gibi farklı elemanlar rol almaktadır. İman bu
faktörleri yeniden biçimlendirerek kişiliği yeniden organize etmektedir. O, insanın
kişisel yaşamının merkezinde bir yer işgal ederek, hayatın bütün yönlerini
kuşatmaktadır. Tillich’e göre imanın merkezde olması, bireysel yaşamın duygusal,
zihinsel, ruhsal, bedensel, hatta bilinçli ve bilinçsiz olmak üzere bütün yönlerini
birleştirmektedir. İnsanın birbirinden ayrılmaz bu unsurların bir araya gelmesinden
oluşması gibi, insanın temeline yerleşen iman da, onlarla ilişkili ve onlar üzerinde
etkilidir (Tillich, 1965: 4)
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İmanın bilişsel yapısı,
Tanrıyı ve ondan gelen
bilgileri algılamaktan
sorumludur.
İmanın bilişsel, duygusal, iradi ve davranışsal olmak üzere dört temel boyutu
bulunmaktadır. Daha önce ifade edildiği gibi imanın asıl çekirdeğini Tanrı inancı
oluşturmaktadır. Doğası gereği inanan bireyin Allah ile sürekli ve dinamik ilişkisi
olan imanın, bilişsel boyuta ilave olarak bireyi kendi özgür iradesiyle teslim
alabilmesi için onun duygusal özellikleriyle de örtüşmesi gerekmektedir. Bu haliyle
iman, kendisini oluşturan bu üç temel unsurun herhangi birisine indirgenemeyeceği
gibi onların toplamından da fazla bir şeydir. Zira bütününün etki ve katkıda
bulunduğu psikolojik bir süreç olarak bireyin odaklanmış benindeki bütün
boyutların birleşmesiyle oluşan imanla, yepyeni bir bütün meydana gelmektedir.
Bu durumda iman, kendisini oluşturan bütün unsurlardan (kognitif yapı, duygu,
irade ve davranışlar) ve onların birbirleriyle ilişkisinden oluşmaktadır. Bu unsurların
her birinin ağırlığı ve birbirleriyle ilişkisinin bireyden bireye değişiklik göstermesi,
onun kişiye özgü bir yapıya sahip olmasını da beraberinde getirmektedir. Nitekim
bazı insanlarda duygu unsuru ağır basarken, bazılarında daha sorgulayıcı bir eğilim
daha hakim olabilmektedir (Mehmetoğlu, 2010:148).
Bilişsel Boyut
İmanın düşünsel unsuru olarak da ifade edilebilecek olan bu boyut, temel
zihinsel faaliyetlere tekabül etmektedir. İnsanın dünya hakkındaki tasavvurları,
yetiştiği ve halen içinde yaşadığı fiziksel ve sosyal ortam, fizyolojik yapısı ve o anki
güdülenmişlik düzeyi, istek, amaç ve hedefleri, geçmişteki tecrübeleri, zihinsel
yapısının mahiyetini oluşturmaktadır. İnsan bu unsurlardan oluşan kognitif yapı ve
duyusal alıcıları vasıtasıyla duyuları algıya dönüştürmektedir. Buna göre duyumlara
dayanan algı, muhakeme etme, anlama, kavrama, hafızada saklama, gerektiği
zaman çağırma, bilgi üretme, hazır bilgi alma gibi bir dizi süreci ifade eden bilişsel
yapı, imanın temel zihinsel boyutunu oluşturmaktadır. İmana nesne olan şeyin
tahkiki mümkün olmayan bir üst alana ait olması, bireyin iman ettiği hususlarda
deneysel bilgi üretme imkânını ortadan kaldırdığı için, bilişsel yapı Tanrı’dan
gelenlerin algılanması, muhakeme edilmesi, anlaşılması, hafızada saklanması ve
gerektiği zaman kullanılmasına matuf olarak çalışmaktadır.
Bireyin imanla ilgili bilişsel bir faaliyette bulunabilmesi için, öncelikle bilişsel
yeteneklerinin belli bir düzeyde gelişmiş olması gerekmektedir. Bundan dolayıdır
ki, akıl baliğ olmayan çocuklar ve akli melekeleri (bilişsel gücü) vasatın altında
olanlar dinin muhatabı değildirler. Yani Allah ile ruhsal ilişkiye girebilmek, bir başka
deyişle Allah’a muhatap olabilmek için belli düzeyde bir bilişsel yeterlilik
gerekmektedir. Zira iman, basit bir olgu olmayıp, yüksek farkındalık isteyen bir
durumdur. Bu farkındalık, bireyin hem kendisi, hem yaşadığı çevre hem de
karşısındakiyle ilgili olarak vasat veya vasatın üstüne çıkmayı gerektirmektedir.
Bunun için inanan birey hiçbir şekilde pasif, etrafta olup bitenlerden habersiz,
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Çeşitli önyargılar, imanın
bilişsel boyutunu bloke
edebilir.
kendini hayatın akışına bırakan birisi olmadığı gibi, iman da duru ve açık bir bilinci
gerektirmektedir. Bu durum aynı zamanda bireyin bütün davranışlarının
sorunluluğunu alabileceği kadar bir farkındalık düzeyine sahip olması anlamına da
gelmektedir. Bunun aksi din dilinde “gaflet” terimiyle ifade edilmektedir. Gaflet,
uzun soluklu ve geniş bir zaman aralığına yayılan Tanrı-insan ilişkisinde inanan
bireyin kısa aralıklarla kabul edilebilir farkındalık düzeyini kaybetmesi olarak
tanımlanabilir. Ancak gafletin uzun zaman aralıklarına yayılması, kurulan bu
ilişkinin temelde yara alması ve yok oluşa gidişin en önemli nedeni olabilmektedir.
Zira din, büyük ölçüde bir bilinç olayıdır ve dinlerde öngörülen bütün emir ve
yasaklar, inanan bireyin bilincinde Tanrı kavramının kuvvetlendirilmesine matuftur
(Karaca, 2011: 120).
Kognitif sistemler arasındaki bütünlük, bireyde yerleşip bütünleşen, kendi
aralarında mantık bağlarıyla örülen bir fikirler ve entelektüel eğilimler bütünü
olarak tanımlanan zihniyet oluşturmaktadır. İnsanın sahip olduğu bu kognitif dünya
veya zihniyet, onun dünya algısı ve bilgi işleme süreçlerini de etkileyerek değişime
yönelik bir direnç oluşturmaktadır. Böylece sistem, dış dünyayı belli bir seçicilikle
(seçici algı) algıya dönüştürdüğünden, mevcut yapıya ters düşen uyaranlardan
çekilerek, kognitif yapının sabitliğini koruyacak şekilde organize olma eğilimi
göstermektedir. Zaman zaman seçici algının üstüne çıkacak yeğinlikte ortaya çıkan
duyusal uyaranlar karşısında yeniden organize olmak durumunda kalan kognitif
yapı, çoğu kere kökten bir değişiklik yerine kendisiyle uyuşmazlık gösteren girdiyi
uyum sağlayacak şekilde asimile ederek sisteme dâhil etmektedir (Krech ve
Crutchfield, 1980: 132). Bu durum iman için de geçerlidir. İnanan birey, kognitif
sistemine iman ettiği esaslarla çelişen girdilerin girmesi durumunda, bu girdiyi
genel yapıya uyumlu hale getirmektedir. İnançların değişime karşı son derece
dirençli olmaları bundan ötürüdür. Einstein’a bir önyargıyı yıkmanın atomu
parçalamaktan daha zor olduğunu hissettiren durum da budur. Kur’an’da kâfirlerin
kör, sağır, dilsiz ve düşünemez olarak tasvir edilmesi de bu psikolojik gerçekliğe
işaret etmektedir.
Bu durumda imanın kognitif boyutunda bulunan rasyonellik, objektif
kriterlere göre iş gören akıldan çok, onu koruyan, destekleyen ve ona hizmet eden
sübjektif özelliklere sahiptir. Dışarıdan bakanlar için irrasyönel gibi gelen bazı
şeylerin iman sahibi için son derece rasyonel olarak algılanması da bundan
Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hâli, haykırması sebebiyle bağırıp
çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir.
(Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak
edemezler) (Bakara, 2/171).
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İmanın duygu boyutu, tek
bir duygudan ziyade
bütün duyguların az çok
etkili olduğu geniş bir
yelpazeyi içine alır.
dolayıdır. İmanın rasyonel argümanlarla desteklenemediği durumlarda ise
duygusal boyut ön plana çıkmakta ve mümin inancını sorgulamaya kapatarak
korumaya çalışmaktadır (Alper, 2002:77-90).
Bireyin imana yönelik bilişsel bir faaliyette bulunabilmesi için, öncelikle neye
inanacağı konusunda bilgiye sahip olması gerekmektedir. Bu ihtiyaç, deneme
yanılma yoluyla öğrenilen bir bilgiyi değil, daha çok çevrede hazır bulunan ve
genellikle vahye dayalı, değişime kapalı bilgilerle karşılanmaktadır. Yani bireyin
neye inanıp inanmayacağı kendisine inandığı dinin kutsal kaynakları tarafından
sunulmuş durumdadır. Ancak iman vasıtasıyla ulaşılan bilgi normatif bir bilgi olup
sahibi için bir değer de ifade etmektedir. Buna göre inanan, inandığının aynı
zamanda iyi, doğru ve güzel bir şey olduğunu da kabul etmektedir. Zira mümin
olmak için, herhangi bir dinini iman esaslarını bilmek yeterli olmayıp, onlara pozitif
yönde bir değer atfetmek gerekmektedir (Karaca, 2011: 120). Zira bireyin doğru
olduğunu kabul etmediği bilgiyi hayatına aktarması, kendini ona adaması mümkün
olmayacaktır.
Duygusal Boyut
İnsanın temel yapısal özelliklerinden biri de duygusal potansiyelidir. İnsanın
bu boyutu, son derece kuvvetli olup bilişsel potansiyellerin kullanılmasını da çoğu
kere etkisi altına alabilmektedir. Duygusal boyutun daha baskın olduğu alanlardan
birisi de imandır. Zira imanda, gaybi özelliğinin de etkisiyle özellikle oluşum
aşamasında bilişsel unsurun fonksiyonunu asgari düzeye indirmekte ve gönüllü bir
boyun eğiş, ancak duyguların katılımıyla gerçekleşebilmektedir. Nitekim
inananların büyük çoğunluğu, bilişsel sorgulamalar sonucunda bir Tanrı fikrine
ulaşmaktan ziyade, yine bilişsel güçlerini kullanarak kendilerine tanıtılan Tanrı’ya
inanıp teslim olmakta, daha sonra girişilen bilişsel sorgulamalar esnasında oluşan
boşlukları ise duygusal boyut ile kapatmaktadır.
Güvenlik ihtiyacı, insanın dünyaya gelir gelmez aktifleşen ve ömür boyu
devam eden temel gereksinimlerden birisidir. Güven duygusu da duygusal
yelpazede imana en yakın gözüken duygulardan biridir. Tanrı inancı ise, güven
arayışında olan insanı endişe duygusundan uzaklaştırarak, ona kapsamlı ve
sarsılmaz bir güven vaadetmektedir. İmanın duygusal ve bilişsel unsurlarını
birleştiren bir duygu olarak ön plana çıkan güven duygusu, imandaki duygusal
boyutun en belirgin göstergesidir. Zira insanlar güvendiklerine inandıkları gibi,
inandıklarına da güvenmektedir. Ancak her ne kadar belirgin bir şekilde ön plana
çıksa da, imandaki tek duygusal yapı güven değildir. İmanda sevgi, korku, sabır,
Tanrı fikrini kökten reddeden ateizm, teorik ve pratik olarak iki kısma
ayrılmaktadır. Tanrı diye bir şeyin mevcut olmadığını öne sürerek bunu
ispatlamaya çalışan teorik ateizmin en tipik şekillerinden biri Freud’un yanılsama
teorisidir. Mantıkçı-pozitivist anlayışı savunanların bir kısmı Tanrı’yı tamamıyla
reddederken, bazıları onu var, ancak âleme müdahale etmeyen aşkın bir varlık
olarak kabul etme eğilimi sergilemiştir. Bu bakış hayatın birçok alanında inanç
faktörünü etkisizleştirmiş ve pratik ateizmi doğurmuştur (Mehmetoğlu, 2010:160).
Din ve Tanrı’yı red ve inkarı besleyen birçok sosyal faktör olsa da, iman ve
inkar tamamen bireysel bir tercihtir. Yani birey içsel ve dışsal bütün potansiyelini
kullanarak din hakkında olumlu veya olumsuz bir tutum geliştirerek Tanrı’yla olan
ilişkisini bu tutuma göre devam ettirir. Din hakkında pozitif tutum geliştirenlerin
temel amacı Tanrı’ya daha da yakınlaşmak ve Tanrıyla olan ilişkisinin etkisini bütün
hayatına yansıtmak iken, din hakkında olumsuz tutum geliştirenler ise Tanrı
fikrinden uzaklaşarak dinî değerlerin bireysel hayatlarını etkilemesine izin
vermemektir.
Din hakkındaki olumsuz tutumlar, zaman zaman dinî değerlerin bireysel
hayata karışma ihtimaline karşın birtakım savunucu tepkileri ve düşmanca
eğilimleri de beraberinde getirerek bireyi din karşıtlığı gibi daha katı negatif
tutumlara götürebilmektedir.
Din hakkındaki olumsuz tutumların bir kısmı da kalıp tutumdur. Genellikle
kulaktan dolma bilgi kırıntılarına dayalı, bilişsel unsuru zayıf veya hiç olmayan,
dolayısıyla sorgulamaya ve değişime kapalı bir özellik sergileyen kalıp tutumlar din
konusunda da geçerlidir. Bazı insanlar özellikle küçük yaşlarda din hakkında
edinmiş olduğu kulaktan dolma bilgi kırıntılarını dinî tutumlarının temel malzemesi
yaparak geliştirmiş oldukları tutumları ömür boyu devam ettirme eğilimi
gösterebilmektedir. Bu şekilde oluşan din hakkındaki negatif kalıp tutumlar,
zamanla kuvvetlenip merkezileşerek din ve maneviyatla ilgili hemen her şeyi
anlayıp dinlemeden olumsuz bir şekilde değerlendirmek ve din karşıtlığına
dönüşebilmektedir. Bu tür tutumlara sahip bireylerin bir kısmının entelektüel
kapasitesi üst düzeyde, okumuş-yazmış insanlar olması ise olayın daha da şaşırtıcı
boyutunu oluşturmaktadır.
Yukarıdakilere ilave olarak dinin ve dolayısıyla Tanrı’nın varlığının aleyhinde
ileri sürülen fikir ve geliştirilen teorilerin sağlam temellere dayanmadığı ve
dolayısıyla tartışmalı olduklarını belirtmek gerekir. Diğer taraftan inançsızlığı ve din
karşıtlığını savunan teorilerin varlığını dinden alarak kendilerini
konumlandırdıklarını da nazari dikkate alarak, din ve insan psikolojisine yönelik tek
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
Tartışma forumu
boyutlu, indirgemeci ve tümüyle rasyonel bir yaklaşımın, hakikatin yorumlanması
konusunda yeterli olamayacağı unutulmamalıdır. Zira “reel” ve “psikolojik”
gerçeklik olmak üzere iki türlü gerçeklik alanı bulunmaktadır. Hiçbir teolog veya
dindar Tanrı’nın reel gerçekliğini ispatlayamayacağı gibi, hiçbir ateist de onun
olmadığını ispatlayabilecek durumda değildir. Din ve Tanrı olgusu psikolojik
geçeklikle ilgilidir. Birisi çıkıp “Ben falan zaman öleceğim” şeklinde bir inanç
geliştirmiş ve hayatının geri kalan zamanını buna göre tasarlamaya başlamışsa, hiç
kimse çıkıp böyle bir şey olmayacağını ispatlayıp onu yaptıklarından vazgeçiremez.
Din olgusu da böyledir. Zira biri çıkıp velevki bir hayal olsun Tanrı diye bir varlığa
inanıyor ve bu inanç onun hayatına bir şekilde yansıyorsa bu durum psikolojik
olarak bir gerçekliğe tekabül etmektedir ve psikolog için bu durum bir araştırma
konusu olarak yeterlidir. Çünkü psikolog için önemli olan, bu inancın objesi değil
onun hayata olan yansımalarıdır. Bu açıdan bakıldığında inançsızlığın bütün şekilleri
sübjektif bir değerlendirmeden ibaret olup ne kadar saygı duyulması gereken bir
olgu ise, dinî inancın çağ dışı ve safsatalardan ibaret boş şeyler olduğunu öne
sürerek bir taraftan kendi inançsızlıklarını haklı çıkarmaya çalışırken diğer taraftan
inanan insanları boş şeylerle uğraşan bireyler olarak lanse etmek de o kadar
saygısızlıktır.
Tart
ışm
a • İnanç nasıl imana dönüşmektedir? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz.
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26
Öze
t •İnsan irade tercihlerine göre davranan bir varlıktır. Bu özellik, pozitif bir özellik olsa, karar verme süreci o kadar kolay bir süreç de değildir. Dinî hayat da iradi kararlar sonucunda yapılan tercihler sonucunda şekillenmektedir. Bundan ötürüdür ki dindar, farkındalık düzeyi en az vasat veya vasatın üstünde olan, neye inandığı gibi ne yaptığı ve ne yapması gerektiğinin ayırdında olan bireydir.
•Dinî inanç, birçok kavramla ifade edilmektedir. Bunlar arasında inanç, iman ve teslimiyet/İslam kavramları en sık kullanılanlar olmakla birlikte, kavramlar arasında bazı anlam farklılıkları bulunmaktadır. İnanç kavramı, iman gibi sadece dinî alanla sınırlandırılmadığı gibi, hemen her konu inanca nesne olabilmektedir. Daha çok dinî inanç ifade eden iman kavramı ise, duygusal coşkunlukla desteklenmiş ve zihinsel kabulle onaylanmış hareketlerden kaynaklanan eylem yönü ağır basan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. İmanın; bilişsel, duygusal, iradi ve davranış olmak üzere dört temel boyutu ve bu boyutlar arasında güçlü ilişkiler bulunmaktadır. İmanın davranış boyutu, onu kendini ifade edici eylemlerde canlandırarak hayatta kalmasının sigortası pozisyonundadır.
•İnsanın hemen her alanda karşılaştığı şüphe ve tereddütler din konusunda da geçerlidir. Şüpheler, iman için açık bir tehdit oluşturuyorsa da, aynı zamanda ona dinamizm kazandıran temel faktörlerin başında gelmektedir. Dinî hayatın farklı yönlerine tekabül edebilecek kadar çeşitli olabilen şüphelerin iman üzerindeki etkisi, bireyin niyeti, şüphelerin yoğunluğu, o anki güdülenmişlik durumu, şüphelerle baş etme stratejisi, yardım alıp almama durumu gibi çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Dinî ilgisizlik, inkâr ve din karşıtlığı dine yönelik farklı kuvvetteki negatif tutumlar olup bu tutumları besleyen bireysel ve sosyal kaynaklar bulunmaktadır.
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27
Ödev gönderimi
Etkileşimli Alıştırmalar
Alış
tırm
alar
• Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla
pekiştirebiirsiniz Ö
dev
• İmanın psikolojik yapısıyla ilgili olarak öğrendiklerinizi, 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız.
1. Aşağıdakilerden hangisi, bireysel gelişim için şart, insan için bir ihtiyaç olduğu kadar, toplumsal gelişim ve medeniyetin inşası için de olmazsa olmaz bir unsurdur?
a) İnanç b) Şüphe c) Tereddüt d) Kanaat e) İnançsızlık
2. İman ile inkâr arasında bir yerde bulunan insanın, hangi yönde tercih yaparsa yapsın, tercihin ortaya çıkması durumunda kavuştuğu şey aşağıdakilerden hangisi olabilir?
a) İman b) Şüphe c) Tereddüt d) Kanaat e) İnançsızlık
3. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Ahiretin varlığını kabul edenler onun varlığına iman etmektedir. b) ahiretin yokluğunu kabul edenler, onun olmadığına iman
etmektedir. c) İnanan için inandığı şey şüphelerden arınmış ve kesin bilgi düzeyine
yükselmiş durumdadır. d) Kanıta dayalı olarak edinilen inançlar, kanıtların değişmesiyle
değişim gösterebilir. e) Hepsi
4. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Kalbi bir onaylama (tasdik) gibi gözüken iman, sadece insanın iç dünyasında yaşanır, dışa akseden bir olgu değildir.
b) Kur’an’da iman kavramının hemen hiçbir yerde tek başına kullanılmayıp sürekli olarak pozitif davranışla (amel-i salih) birlikte kullanılmıştır.
c) Kesin bilgiye ulaşmak, ancak Tanrı’yla ilişkiye girmekle mümkün olur. d) İmanın bir özelliği de tahkike açık olmamasıdır. e) İnancın yüzde yüz noktasına ulaşması, kanıt arama şartını kaldırarak
oluşturulan iman olarak tanımlanabilir.
İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29
5. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) İman, kendisini oluşturan unsurların herhangi birisine indirgenemeyeceği gibi onların toplamından da fazla bir şeydir.
b) Mümin olmak için, herhangi bir dinini iman esaslarını bilmek yeterli olmayıp onlara pozitif yönde bir değer vermek gerekmektedir.
c) İmanın kognitif boyutunda bulunan rasyonellik, objektif kriterlere göre iş gören akıldan çok, onu koruyan, destekleyen ve ona hizmet eden subjektif özelliklere sahiptir.
d) Duyguların imanı etkilemesi, bireyin öznel duygusal yapısı ve bu yapı içerisinde duyguların gelişimine bağlıdır.
e) Dinî hayatta etkili olan önemli motivasyonlardan biri olan korkunun objesi Tanrı’dır.
6. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) İnanç imana göre daha durağan bir özelliğe sahip olup, inanılana
karşı güçlü duygusal tutumlar içermemektedir. b) Aslında dinde tekbir inanç objesi vardır ve diğer bütün inanç objeleri,
o olduğundan dolayı vardır. c) Allah’a inanmadan, ahirete inanmanın hiçbir anlamı
bulunmamaktadır. d) Batı dünyasında yapılan çalışmalarda cennete inananların oranı,
cehenneme inananlardan çok daha fazla çıkmaktadır. e) Hepsi
7. Aşağıdakilerden hangisi, imanda ağır basan unsurlardandır?
a) Duygusal ve iradi boyut b) Davranışsal ve iradi boyut c) Bilişsel ve iradi boyut d) Duygusal ve davranışsal boyut e) Bilişsel ve zihinsel boyut
8. Aşağıdakilerden hangisi imanın özelliklerindendir? a) Gaybi olması b) Kesinlik ifade etmesi c) Kapsayıcı olması d) İradi olması e) Hepsi
9. Bireyin bütün davranışlarının sorunluluğunu alabilecek kadar bir farkındalık
düzeyine sahip olması gerekmektedir. Bu durumun aksi, din dilinde hangi kavramla ifade edilmektedir?
a) Unutkanlık b) Farkındalık c) Gaflet d) Sapkınlık
a) Duygusal boyut, imanın sadece oluşumunda değil, oluştuktan sonraki gelişiminde de son derece önemli fonksiyonlara sahiptir.
b) Allah’a bağlılık ve teslimiyeti sürekli hale getiren, sevgiyle motive olan imandır.
c) Varlıklar âleminde kendini inşa eden tek varlık insandır. d) İman önermeleri, insanı inanmaya mecbur edecek güçtedir. e) Baskı altında ve genellikle ceza korkusuyla gösterilen uyumun,