İÇİNDEKİLER • Dilin Tanımı ve Önemi • Dilin Nitelikleri •Dillerin Türeyişi ile İlgili Teoriler • Konuşma Dili ve Yazı Dili HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Dilin tanımını bilecek ve önemini açıklayabilecek, • Dillerin doğuşu ile ilgili teorileri açıklayabilecek, • Konuşma dili ve yazı dili arasındaki farkları söyleyebileceksiniz. ÜNİTE 1 DİL NEDİR? TÜRK DİLİ - I
101
Embed
Dilin Nitelikleri TÜRK DİLİ - IDillerin Doğuşu ile İlgili Babil Kulesi Efsanesi Pek çok efsanede zikredilen ve kutsal kitaplarda da adı geçen Babil ... Üç mukaddes kitabın
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
İÇİN
DEK
İLER
• Dilin Tanımı ve Önemi
• Dilin Nitelikleri
• Dillerin Türeyişi ile İlgili Teoriler
• Konuşma Dili ve Yazı Dili
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Dilin tanımını bilecek ve önemini açıklayabilecek,
• Dillerin doğuşu ile ilgili teorileri açıklayabilecek,
• Konuşma dili ve yazı dili arasındaki farkları söyleyebileceksiniz.
ÜNİTE
1
DİL NEDİR?
TÜRK DİLİ - I
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
“Dil, (aynı dili konuşan ve yazan) insanlar arasında anlaşmayı sağlayan
doğal bir araç, kendine özgü kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde
gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar
sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir yapıdır.” (Muharrem Ergin).
“Dil düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden
ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını
sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir.” (Doğan Aksan)
“Dil sıkı sıkıya millî varlığa ve topluma bağlıdır.” (Mehmet Kaplan)
GİRİŞ
Dil, somut ve soyut olarak insanın etrafında var olan her şeyin sese
bürünmüş şeklidir. İnsanoğlunun zihnini en çok kurcalayan sorulardan biri
varlıkların nasıl sese büründüğü ve bu seslerin insanlar arasında nasıl ortak bir
ifade aracı hâline geldiğidir.
Yüzyıllar boyunca bilim adamları ve felsefeciler dillerinin nasıl meydana
geldiği, insanoğlunun kullandığı ilk dilin hangisi olduğu, dillerin sonradan nasıl
çeşitlendiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu ünitede dilin tanımları
üzerinde durulmuş ve dillerin oluşumu ile ilgili görüşler açıklanmıştır.
DİLİN TANIMI VE ÖNEMİ
Dil insanlık tarihi boyunca üzerinde en çok düşünülen ve tartışılan
kavramlardan biri olmuştur. Ünitede dilin tanımı, dillerin doğuşu ile ilgili teorileri
ve dildeki çeşitlenmeyi işleyeceğiz.
Dil ile ilgili yapılan çeşitli tanımlamalar ve açıklamalarla konuya başlayabiliriz:
Dilin bütünü milletin evidir. Bin bir odalı bir ev! Buna şehir, ülke demek daha
doğru olur. Milletler dillerini tıpkı medeniyetleri gibi korurlar...
Dil, anlaşmayı sağlayan sistemli işaretler birliğidir.
İnsandan insana mesajlar iletebilen semboller bütünüdür.
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Örn
ek M
etin
•Konfüçyüs’e sorarlar: -Bir ülkenin yönetimi size verilseydi, ilk olarak değişime nereden başlardınız? Büyük düşünür şöyle cevap verir bu soruya: -Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gerekenler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Dilin, İnsanlık tarihiyle birlikte var olduğu kabul edilmektedir.
Alman dilci Humbolt “Dille hayat, dille tarih ayrılmaz kavramlardır.” der.
Alman düşünür Hegel’e göre “Dil tarihten de öncedir.”
Martin Heidegger ise “Dil varlığın evidir.” diyerek dilin varlığın bütün
evrenini kuşattığını ifade etmiştir. Gerçekten de dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu,
düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır.
Dil, bir milletin oluşmasındaki en önemli etkendir. Milletler tarih sahnesinde
dilleriyle var olurlar. Dillerini kaybeden milletler kimliklerini de kaybederler. Ziya
Gökalp “Lisan” şiirinde bunu şöyle dile getirir:
Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisanı bir.
Benzer bir ifadeyi Çinli Filozof Konfüçyüs de dile getirir:
DİLİN NİTELİKLERİ
Dil, uzun zaman içinde, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve toplumsal
etkilerle, bütün toplumun kolektif şuurundan, heyecanından ve zekâsından
doğmuştur. Fertten doğmuş olmakla birlikte zamanla ferdin malı olmaktan çıkmış,
genelleşmiş ve belli biçimler kazanmıştır. Dolayısıyla fert, topluma ait olan bu
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Örn
ek
Met
in •Dil, mevcut olan olmayan, yaratıcı ve yaratılan, hayal edilen ve
bilinen, zannedilen ve vehmedilen her şey hakkında konuşur; onları kabul veya inkâr eder. İlmin ulaştığı her ne varsa, hak ya da batıl, dil onu anlatır. İlmin de alanı çok geniştir; hemen her tarafa uzanır. Dildeki bu özellik, başka hiçbir uzuvda yoktur. Göz, ancak renkleri ve şekilleri görebilir. Kulak, yalnız sesleri işitebilir. El, cisimlere dokunabilir. Bütün uzuvların işleri sınırlı olup her şeye ulaşamazlar. Dilin ise sahası geniştir, sınırı yoktur. Engel olacak bir şey de mevcut değildir. Gazâlî
müessese üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkını kaybetmiştir. Yalnız, ona bu
dili konuşma hakkı verilmiştir. Sadece konuşma değil, kurallarına uygun olarak
konuşma… Bir millete mensup olan hiç kimse, ana dilini bozma, yanlış ve kötü
kullanma hakkına sahip değildir. Dilin bu nitelikleri şu iki özellikle ilgilidir.
1- Bireysel şuur alanının dışında kalışı
2- Kendini bize doğuştan kabul ettirmesi
Çeşitli hareketler, mimikler, renkli bayraklar, fenerler, göğse takılan çiçekler,
cebe konan mendiller, sürünülen kokularla da meram anlatmak mümkündür. Çok
geniş çerçevede bunlar da dil sayılırlar. Çünkü bir anlaşmayı, bir iletişimi sağlarlar.
Ama bunların ifade alanları, kabiliyetleri sese göre daha sınırlıdır. Bu yüzden
toplum ses dilini tercih etmiştir. Ses dilinin çeşitli anlamları vardır:
Eski bir tarihi ve geçmişi olan insan topluluğunun anlaşma vasıtası (Türk
dili gibi).
Belli bir çağın kelime dağarcığı ve söz dizimi: Tanzimat dili, Divan dili gibi
Meslek gruplarının anlaşma sistemi: Gemici dili, tıp dili, argo gibi.
Bir yazarın, şairin söyleyiş tarzı: Nedim’in dili, Yahya Kemâl’in dili, Yaşar
Kemal’in dili gibi.
Bir sanat alanının kendine özgü anlatım biçimi: Şiir dili, nesir dili, tiyatro
dili gibi.
Dil; yapısı, oluşumu, tarihî gelişimi, kullanıldığı coğrafi alan, kullanılış yeri,
zamanı ve çağı, onu kullanan zümreler, dilin geçerliliği ve işlekliği gibi yönlerden de
ayrıca adlandırılır:
Ana dil, arkaik dil, avam(halk) dili, çocuk dili, devlet dili, din dili, diplomatik
dil, doğal dil, edebiyat dili, duygu dili, gazete dili, hayvan dili, ibadet dili, bilim dili,
konuşma dili, konferans ya da hitabet dili, millî dil, meslek dili, sahne dili, resmî dil,
tiyatro dili, uluslararası dil, yabancı dil, yazı dili, zengin dil vs...
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
DİLLERİN TÜREYİŞİ İLE İLGİLİ TEORİLER
İnsanın ilk olarak nasıl, ne zaman ve hangi dili konuştuğu yüzyıllardır merak
edilen bir konudur. Bu sorulara cevap vermek oldukça zordur. Bunun nedeni yazılı
metinlerin ancak yakın bir geçmişi aydınlatmasına imkân vermesindendir. En eski
belgeler sayılan Sümerce metinler bile ancak 5500 yıl öncesine ışık tutmaktadır.
Oysa insanoğlunun çok daha önceleri var olduğu ve dilin birinci kolu sayılan
konuşmanın çok daha önce ortaya çıktığı ve yazının daha sonraları kullanıldığı
kuvvetle muhtemeldir.
Dillerin doğuşu insanbilim, ruhbilim ve günümüzde genetik biliminin ortak
merak konusudur. Ayrıca çocuk dili üzerinde yapılacak bazı araştırmaların, dillerin
doğuşu hakkında bizlere bazı ipuçları verebileceğini söyleyen bilim adamları da
bulunmaktadır.
Milattan 500 yıl önce yaşamış olan Hintli Yaska, Herakleitos’un çağdaşı
Demokritos, Romalıların Varro ve Donatus adlı dilcileri dilin doğuşuyla ilgili çeşitli
çalışmalar yapmışlardır.
Lucas van Valckenborch’un Babil Kulesi tablosu
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Örn
ek
Met
in
•Dünyada ilk konuşulan dilin hangisi olduğunu merak eden Mısır hükümdarı hakkında şöyle bir deney yaptığı anlatılır: VII. yüzyılda Mısır hükümdarı olan Psammetikos konuşmanın kulakla öğrenilen bir olgu olduğunu bildiği için hiçbir şey duymadan büyüyen bir insanın hangi dilde konuştuğunu merak eder. Bunu öğrenmek maksadıyla bir çobana iki yeni doğmuş çocuk verir. Çobanın bunları alıp ağıla koymasını ve büyütmesini, çocukların yanında hiç kimsenin ağzını açıp tek kelime bile söylememesini ve onların kendi başlarına büyümesini emreder. Çoban belli saatlerde çocukların yanına girecek onların sütünü içirecek, sonra kendi işine bakacaktır. Bir gün çoban çocukların karınlarını doyurmak için içeri girdiğinde çocukların iki ellerini uzatarak “Bekos” diye bağırdıklarını görür. Bu durum birkaç gün devam edince çoban çocukları hükümdarın huzuruna çıkarır. Hükümdar çocukların “Bekos” dediğini duyar. “Bekos” Frigya dilinde “ekmek” demektir. O zaman Psammetikos konuşmanın ihtiyaçlardan doğduğunu ve dünyada konuşulan ilk dilin Frigya dili olduğu kanaatine varır.
Dillerin Doğuşu ile İlgili Babil Kulesi Efsanesi
Pek çok efsanede zikredilen ve kutsal kitaplarda da adı geçen Babil
Kulesi, yeryüzündeki ulusların ve onların konuşmakta olduğu binlerce
dilin nasıl oluştuğuyla ilgili bir inanışı ihtiva etmektedir: Efsaneye göre
insanlar, Tanrıya ulaşmak ve ona daha yakın olabilmek için, uyum
içerisinde ve büyük bir istekle göğe yükselen bir kule yapmaya
başlamışlardır. Kule, çok geçmeden yükselmeye başlamış ve bunu
gören Tanrı, kuleyi inşa eden her insana ayrı bir dil vermiş, onları
dünyanın dört bir tarafına savurmuştur. İnsanlar birbirleriyle
anlaşamadıkları için kulenin yapımı da durmuş ve dünya üzerinde çok
sayıda ulus ve bu uluslara ait binlerce dil türemiştir.
Dille ilgili ilk sistematik düşüncelere Herakleitos (M.Ö. V. yy)’da rastlanır. Bu
eski Yunan filozofu “Dili anlamak evreni anlamak demektir.” sözüyle evrenin
anlaşılmasını, dilin anlaşılmasına bağlayarak farklı bir metafizik görüş ortaya koyar.
Dilin nasıl türediği konusunda pek çok görüş ortaya atılmıştır. Bunları dört
ana bölümde değerlendirmek mümkündür.
İlahiyatçı/Teolojik görüş
Tevrat’ta “Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan
yaptı ve onlara ne ad koyacağını görmek için Adam’a getirdi ve Adam her birinin
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
adını ne koydu ise canlı yaratıkların adı o oldu.” (Ahd-i Atik, Bab 2/19-20) “Ve
Adam, eşine Havva adını verdi.” (Tekvin, Bab 3/20) cümleleri geçmektedir. İncil de
“Söz/kelam başlangıçta var idi ve kelam/söz Allah nezdinde idi.” (İncil Yuhanna’ya
göre Bab 1/1) der.
Kur’an-ı Kerim’de konuyla ilgili şu ayetler vardır: “Ona beyanı (iç duyguların
ifadesini) ilham etti.” (Rahman/4), “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”
(Bakara/31), “Allah, Âdem’e , Ey Âdem, eşyanın isimlerini meleklere haber ver,
buyurdu.” (Bakara 33)
Üç mukaddes kitabın verdiği bilgiye göre dil Hz. Âdem’e ve onun şahsında
insanlara doğuştan verilmiş ilahî bir yetenektir. Bu bilgilerle yetinmeyen filozoflar
da ayrıca ilgilerini çeken bu konu üzerinde fikir ve akıl yürütmüşler, bu görüşe
yaklaşmışlardır. Abelard, Jacob Grimm ve Whitney İlahiyatçı / Teolojik görüşü
savunan isimlerdir.
Doğuştancı görüş
İlahiyatçı görüşe yaklaşmakla birlikte, hareket noktası dinî değil, biyolojiktir.
İnsanda doğuştan var olan dil yeteneği, zamanla taklit, jest ve mimiklerle ortaya
çıkmıştır. Max Müller ve Ernest Renan’ın görüşü bu doğrultudadır.
Deneyimci görüş
İnsan çevresindeki ses ve hareketlerin etkisinde kalarak onlara benzer ses ve
hareketler çıkarmayı deneyerek dil (konuşma) yeteneği kazanmıştır. Condillac,
Hobbes, Darvin gibi düşünürler bu görüşü ileri sürmüşlerdir.
Antropolojik görüş
Bir filozof fantezisi olarak değerlendirilebilir. 25 milyon yıl önce Doğu
Afrika’da yaşadığı var sayılan ve maymınsan denilen yaratıklar üzerine kurulmuş bir
teoridir.
Maymun ve insan özellikleri taşıyan maymınsanlar, ormandan kovulduktan
sonra çıplak arazide yaşamak zorunda kalmışlar. Böylece ön ayaklarını az
kullanmaya, arka ayakları üzerinde durmaya başlamışlar. Milyonlarca yıl devam
eden süreç sonunda insan türü meydana gelmiş. Şiddetli rüzgârların ağaç dallarını
birbirlerine sürterek meydana getirdiği yangın, insan türü tarafından görülmüş ve
olay birbirlerine işaretle anlatılmak suretiyle dil doğmuştur.
Son üç görüş, insanın dili sonradan öğrendiği ve geliştirdiği temasından
hareket eder. Bunun nasıl başladığı konusunda birtakım görüşler ileri sürülmüştür.
Bazı bilgilerden, benzerliklerden hareketle, dillerin önce el ve gövde hareketleriyle
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
başladığı (el dili), sonra yüz ve jest hareketlerinin buna eklendiği (jest ve mimik dili)
daha sonra da bunların yetersizliği karşısında sesin doğduğu ve bunlara ilave
edildiği iddia edilmiştir. (Adam Smith, Heinrich von Pudor gibi.)
KONUŞMA DİLİ VE YAZI DİLİ
Bir dilin konuşma ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. İnsanların karşılıklı
ve sesli olarak görüşürken konuştukları dil “konuşma dili”dir. Yazıda kullanılan dilse
“yazı dili”dir. Yazı dili aynı zamanda bir milletin “kültür dili”dir. Kültür dili,
milletlerin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim diline verilen addır. Konuşma
dilinde, yanlış söylenen bir sözden ya da bir kelimenin yerli yerince
kullanılmamasından doğan aksaklık geriye dönülerek düzeltilebilirken, yazı dilinde
bu mümkün olmaz. Bu bakımdan yazı dili, içerisinde yanlışlıkların ve eksikliklerin
bulunmasına müsaade etmeyecek ölçüde dikkatli ve titiz bir şekilde kullanılması
gereken bir dildir. Konuşma dilinde de bir özensizliğe ve dikkatsizliğe yer
olmamasına rağmen, anında düzeltmelere imkân vermesi, kusurlu söyleyişlerin
düzeltilmesi bakımından yazı dilinden farklıdır.
Yazı dili, lehçelerden veya ağızlardan birine göre şekillenir. Bir milletin din,
edebiyat ve bilim adamları yazı dilini zenginleştirir ve yazı dili belli ölçülerde
konuşma dilinden farklılaşır. Türkiye Türklerinin yazı dili, Batı Türk Dilinin Anadolu
lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas
alınır.
Yazı dili, bir milletin millet olma sürecine önemli katkılar sağlar. O milletin
aydınları yazı dilini bildikleri ve yazı lehçesini konuştukları için lehçe ve ağızların
farklılaşması önlenmiş olur.
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Oku
ma
Parç
ası
•DİLİN TADI Dil denen mucizeyi nasıl anlatmalı, bilmiyorum. İnsan zekâsının bütün pırıltıları, insan ruhunun bütün duyuşları, titreyişleri, dalgalanışları orada. Mavi gökle kara yer arasında, ikinci bir âlemde daha yaşıyor insan. Dil adı verilen, sınırları olmayan, sonsuz bir âlemde. Sözlüklere dalmak benim için güzeldir; gramerler arasında dolaşmak da güzeldir. Fakat birkaç ciltle sınırlı sözlükler ve gramerler asla dilin kendisi değildir. Sözlükler, bir dilin bütün kelimelerini içine alsa bile nihayet bir kelimeler listesinden ibarettir. Gramerler ise bir kurallar sıralamasından başka nedir? Bir gramerde yer alan söz dizimi kurallarını sayısız örneklerle zenginleştirirsiniz. Bir sözlükte yer alan elli bin kelimeyi, sayısız örgüler içinde bir araya getirirsiniz. İşte dil bu sayısız örgü ve örneğin evrenidir. Binlerce yıldan beri milyonlarca insan tarafından yaratılan bir evren. Aynı kelimeler, sonsuzluğa doğru uzanan zamanda, daha milyonlarca örnek ve örgü içinde kullanılacaklar. Kelimelerin bir kısmı ölse de bir kısmı şekil ve manasını değiştirse de düşünce ve duygularımızın bin bir tonunu, birbirinden farklı bin bir kalıp içinde ifade etmeye devam edecekler. “Nice nice sözüm olsa bengü taşa vurdum... Bengü taş diktirdim, gönüldeki sözümü vurdurdum” diyen Bilge Kağan “neng neng (nice nice)” ve bengü taş (ebedî taş)” sözleriyle sonsuzluğu anlatır. Uygurların hükümdarı Tengride Bolmış İl İtmiş Bilge Kağan “bin yıllık, tümen günlük bitiğimi, belgemi yassı taşa yazdırttım” derken sonsuzluğu “bin yıllık, tümen (on bin) günlük* kalıbıyla ifade eder. Balasagunlu Yusuf “tümen ming” veya “tümen tü” kalıplarıyla sonsuzluğu anlatır: Törüttüng tümen ming bu sansız tirig (on bin ve bin sayısız canlıyı yarattın.) Tümen tü çiçekler yazıldı küle (On binlerce çiçek gülerek yayıldı). Sadece sonsuzluk kavramı için kaç örgü var? Bakınız Balasugunlu Yusuf bir başka yerde ne diyor: Uçuglı yorıglı tınıglı neçe -tirilgü seningdin bulup yir içe (uçan, yürüyen, duran nice şeyler- Rızkını senden bulup yer içer). İşte bu da varlıkların sonsuzluğunun bir başka ifadesi. “Binlerce, on binlerce” derken yine sonsuzluğu ifade etmiyor muyuz? Diğer Türk lehçelerinde “binlerce” yerine “minglep (binleyip)” diyorlar. Bu da bir başka anlatış tarzı. “Bin”i ve “on bin”i anlıyorum. Bunlar “belirli” olsa da yüksek sayıları anlattıkları için insanda sonsuzluk duygusu uyandırıyor. On bini ve bini bir araya getirerek sonsuzluğu ifade ediş tarzı daha da anlaşılır bir şey. Ama insanoğlu sayılarla yetinmemiş; “neng neng, nice nice” gibi sorularla da sonsuzluğu anlatmış. “Binlerce” ve “minglep” örneklerinde çokluk ve katlama ifade eden eklere başvurulduğunu görüyoruz. Ya “bin bir gece masalları”ndaki “bin bir” kalıbına ne demeli? Bin bir... “Bin” ile küme tamamlanıyor; fakat siz “bin bir...” diyerek sonsuzluğa açılıyorsunuz. “Ebedî, sonsuz, sayısız, ölümsüz...” gibi daha pek çok kelimeyi sıralayabiliriz. Ben “sonsuzluk” kavramı için kaç kelime ve kalıp kullanıldığını anlatmak istemiyorum; asıl anlatmak istediğim şudur. Sadece bir kavram için bu kadar ifade tarzı var. Bir de “sonsuzluk” kavramının; ikinci, üçüncü, dördüncü... kavramlarla ilişkiye girdiğini düşününüz; taşın sonsuzluğu, taş üzerindeki yazıların sonsuzluğu, yazıyla anlatılan düşüncelerin sonsuzluğu, varlıkların sonsuzluğu, evrenin sonsuzluğunu, evrenin sonsuzluğundaki mucize... Bu mucize kim bilir kaç kelimenin bin bir türlü örgüsüyle anlatılabilir! Ve işte bu bin bir türlü örgünün kendisi de bir mucizedir. Bu mucizenin adına dil diyoruz. Ana dilimizin tek tek kelimeleri de şüphesiz bize tat verir. Sevgili, biricik, yeşil, duygu, şiir kelimeleri ne kadar tatlıdır! Güç, kuvvet, kudret kelimelerinde sanki bir güç gizlidir. Aslan, kaplan, kartal, bürküt sözlerinde sanki bir yücelik vardır. Yüce, yüksek, ulu kelimeleri sanki sesleriyle de bu kavramları çağrıştırır. “Kuş”ta kuşun cıvıltısını, “yılan”da yılanın yerde sürünüşünü, “toprak”ta toprağın katılığını duyarız. “Gülümsemek”te gülümseyişin tatlılığı, “düşünmek”te düşüncenin derinliği var gibidir. “Ağlamak”ta ve “üzülmek”te bir ağırlık, bir eziklik vardır. “Üzülmek, büzülmek, süzülmek, çözülmek” acaba tesadüfen mi hep üzüntülü kavramları anlatır? İnsan süzülürse, toplum çözülürse bunlar canımızı sıkar. Ya suyun süzülmesi, işin çözülmesi... İşte kelimeler arasındaki örgü burada kendini gösteriyor. Binlerce kelime arasında bin bir türlü örgü kurabilirsiniz.
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Oku
ma
Parç
ası
•Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var; Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar... Neden böyle düşman görünürsünüz Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Şakak ve kar kelimeleri belki başka insanlar tarafından da bir arada kullanılmıştır; fakat “şakaklarıma kar mı yağdı” örgüsü her hâlde sadece Cahit Sıtkı'ya mahsustur. Şairin karı şakaklarına düşünerek yağdırdığına eminim. Belki de karlı bir havada yürürken bu manzarayı gördü ve kaydetti. Fakat “kar”ın “saçların kırlaşması”daki “kır” kelimesiyle ses yakınlığını, “-larıma” ve “kar mı” parçalarında a, r, ı, m seslerinin art arda sıralandığını, bu sıralanışın “ne var”da da kısmen devam ettiğini Cahit Sıtkı'nın düşündüğünü sanmıyorum. Şair, ahenk yaratan bu örgüyü düşünerek değil, sezişiyle kurmuş olmalıdır. Ya aynalarla dostluk arasındaki ilgi? Her gün baktığımız aynanın, dostumuz olduğunu kaçımız düşündük? Aramızdan birkaç kişi bunu düşünmüş olsa bile, ağarmış şakaklarımız ve morarmış göz altlarımızla aynaların artık bize bir düşman gibi göründüğünü Cahit Sıtkı'ya kadar herhâlde hiç kimse dile getirmedi. Hele “ayna, dost, düşman, yıl, görünmek” kelimelerinin iki mısra içinde bu şekilde örülüşü... Tabii ki bu bir sanatkârın tasarrufudur ve sanatkâr ister şuurla, ister sezişle olsun, kelimelerin maddelerini ve ruhunu elleriyle yakalayarak onları bir düzene sokmuştur. Sanatkâr olmayan insanlar da kelimeleri bir örgü içinde kullanırlar. Dil tek tek kelimeler değil, kelimeler arasında kurulan bu örgüdür. Dilin asıl tadına da bu örgü içinde varabiliriz. Milyonlarca insanın, yüzlerce yıl içinde her gün konuşarak ve yazarak kurduğu bu örgünün kendisi doğrudan doğruya bir sanat eseridir. Tıpkı anonim bir türkü, anonim bir destan gibi yaratıcısı belli olmayan bir sanat eseri. Daha doğrusu dili kullananların tamamının yarattığı bir sanat eseri. Milyonlarca beyinden ve ruhtan süzüldüğü için de elbette bir şaheser. Dille meydana getirilen eserler, bu bakımdan diğer sanat eserlerinden daha avantajlıdır. Şiirin, romanın, hikâyenin, denemenin kendileri birer sanat eseri olduğu gibi, onları meydana getiren malzeme de bir sanat eseridir. Her konuşmadan ve her yazıdan aynı tadı alabilir miyiz? Günlük konuşmalar da bize tat verir mi? Şüphesiz, dilin kendisine mahsus tadı, günlük konuşmalarda da vardır. “Altıyı beş geçe; dokuza on kala, koşarak merdivenlerden indim, yavrucuğum gözlüğümü bana uzatır mısın?” ibarelerinde ben Türkçenin tadını buluyorum. Dilin örgüsü bozulmaz, konuşurken kelimeler düzgün söylenirse dilin tadı her zaman duyulur. “Kuzum, nerelerdeydin? Seni beklemekten dizlerime kara su indi.” diyen yaşlı kadının siteminde; “Anneciğim, hani bana oyuncak alacaktın?” diyen küçük kızın sorusunda; “İşine git be kardeşim, seni mi dinleyeceğiz?” diyen yorgun adamın diklenişinde Türkçenin kendisine mahsus tadı elbette vardır. Fakat bunlar bir sanatkâr kaleminde bir araya getirildiği zaman tat yoğunlaşır. Günlük hayat içinde farkına varmadığınız bu tadı, Hüseyin Rahmi'deki mahalle arası konuşmalarında, Ahmet Rasim'in satıcılarında bulursunuz. Bakınız Dede Korkut “dolduran top” dediği kadınları nasıl anlatıyor: “Teptiği gibi yerinden kalktı; elini yüzünü yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna koşuşturdu; laf taşıdı, kapı dinledi; öğleye kadar gezdi, öğleden sonra evine geldi; baktı ki uğru köpekle koca dana evi birbirine katmış; ev tavuk kümesine, sığır damına dönmüş; komşularına bağırır ki kız Zeliha, Zübeyde, Ürüveyde, Cankız, Canpaşa, Ayna Melek, Kutlu Melek! Ölmeye yitmeye gitmemiş idim; yatacak yerim yine bu harap olası idi; n’ola idi, benim evime bir lâhza baka idiniz; komşu hakkı Tanrı hakkı, diye söyler? Bunun gibisinin hanım, bebekleri yetişmesin; senin ocağına bunun gibi avrat gelmesin!” Bu alıntıda, o devrin günlük konuşmalarından başka hiçbir şey yok. Fakat sanatkâr bunları yoğun şekilde bir araya getirip dilin tadına varmamızı sağlıyor. Cahit Sıtkı da Neden böyle düşman görünürsünüz Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Oku
ma
Parç
ası
•diye sorarken günlük dilden pek ayrılmıyordu; ama aynalarla dostluktan bahsederek bize bambaşka bir tat daha sunuyordu. Sanatkârlar günlük dili işleyerek; eserlerine, yine birçoğunu dilin içinden çıkardıkları tatlar katarak; bazen de yepyeni buluş ve örgülerle bizde bambaşka hazlar uyandırarak dilin tadına varmamızı sağlarlar. Onların eserleri ile dilimizin güzelliğini fark eder, dilimizi daha çok severiz. Yahya Kemal Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda. derken şüphesiz yine günlük kelimeleri kullanıyor. Fakat Yahya Kemal'e kadar hiç kimse Kandilli'yi uykularda yüzdürmemiş, mehtabı sularda sürüklememiştir. Bakınız Ahmet Haşim, mavi göklerde kargaların çirkin sesleriyle ötüşlerini nasıl tasvir ediyor: “Sanki binlerce çelik makas, semaların lâciverdîsini doğramak için mütemadiyen açılıp kapanarak, havada cehennemi bir gürültü ile şakırdıyor. “ “Sema, lâciverdi” gibi sözler eskimiş olsa bile burada da günlük kelimeler kullanılmıştır. Fakat kargaların gagalarını çelik makaslara benzetmek ve onların ötmek için gagalarını açıp kapayışlarını, göğün maviliğini doğramak olarak düşünmek sadece Ahmet Haşim'e mahsus bir imtiyazdır. Haşim bu herkesten farklı düşünce tarzını, kelimelerin sırtına ve kelimeler arasında kurulan örgüye yüklemiştir. Bir başka sanatkâr, kargaları hallaca, gagalarını hallaç yayına benzetebilir ve kargaların beyaz bulutları pamuk gibi attığını yazabilirdi. Görüldüğü gibi kelimeler ve onlar arasında kurabileceğimiz bin bir örgü bize sonsuz imkânlar bağışlamaktadır ve sanatkârlar bu imkânları en iyi kullanan insanlardır. Bunun için de biz dilimizin tadını yoğun olarak şair ve yazarlarımızın eserlerinde buluruz. İşte bunu düşünen Türk Dil Kurumu, sözlük ve gramer çalışmalarının yanında, dilimizin en güzel eserlerinden seçilmiş parçalar aracılığıyla insanlarımızı dille doğrudan doğruya temasa geçirmek ve dilimizin tadını onlara ulaştırmak için “Güzel Yazılar” adlı bir dizi yayın plânlamıştır. Burada pratik bir amaç güdüyor ve insanlarımızı, dilimizin en güzel verimleriyle rahatça karşılaştırmayı düşünüyoruz. Özellikle okul çağındaki gençlerimize ulaşmak ve erken yaşta onlara Türkçenin tadını tattırmak istiyoruz. Ortaya çıkan yeni şartlar, Türkiye dışındaki Türklerin de bu tür kitaplara ihtiyaç duyduğunu göstermiştir. Onların her gün artan yoğun taleplerini karşılayabilmek arzusu, bu dizinin bir başka sebebidir. “Güzel Yazılar” dizisinde türlere göre bir ayrım yaptık ve her türün en güzel örneklerini seçmeye çalıştık. Seçilen parçalar genellikle 20. yüzyılın Türkiye Türkçesine aittir. Dilimizin güzel eserleri, şüphesiz ki seçtiklerimizden ibaret değildir. Türkçe, bin yılı aşkın bir zamandan beri, Asya'da, Avrupa'da, hatta Afrika'da on binlerce eser vermiş bir büyük dildir. Bu pınar hâlâ gürül gürül akmakta ve yalnız Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde her gün pek çok eser vermektedir. On binlerce eserin her birinde ayrı bir tat, ayrı bir zenginlik vardır. Bunlar arasından seçim yapmak hiç de kolay değildir. “En güzelleri bizim seçtiklerimizdir.” iddiasında bulunmak da mümkün değildir. Ancak bu dizideki parçalarla gençlerimizin diğer eserlere de ulaşabileceklerini düşünüyoruz. Onlar yalnız Türkçenin tadını bulmakla kalmayacaklar, dilimize daha pek çok tatlar katacaklardır. Ahmet Bican ERCİLASUN
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Öze
t •Dil, (aynı dili konuşan ve yazan) insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araçtır. Dil, milleti oluşturan temel unsurdur. Toplumun kolektif şuurundan, heyecanından ve zekâsından doğmuştur.
•Çeşitli hareketler, mimikler, renkli bayraklar, fenerler, göğse takılan çiçekler, cebe konan mendiller, sürünülen kokularda çok geniş çerçevede dil sayılırlar.
•Dillerin doğuşu ile ilgili farklı görüşler vardır.
•“İlahiyatçı/Teolojik görüş” kutsal kitaplardaki bilgiye dayanır. Buna göre dil, ilk insan Hz. Âdem’e ve onun şahsında insanlara doğuştan verilmiş ilahî bir yetenektir, ilahî armağandır.
•“Doğuştancı görüş”e göre insanda doğuştan var olan dil yeteneği, zamanla taklit, jest ve mimiklerle ortaya çıkmıştır.
•“Deneyimci görüş” insanın çevresindeki ses ve hareketlerin etkisiyle onlara benzer ses ve hareketler çıkarmayı deneyerek dil (konuşma) yeteneği kazandığını öne sürer.
•Antropolojik görüş ise dil, 25 milyon yıl önce Doğu Afrika’da yaşadığı var sayılan maymınsanlardan türeyen insanın, ilk yangın olayını birbirlerine anlatmaya çalışmasından doğmuştur.
•Dilin konuşma ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. İnsanların karşılıklı ve sesli olarak görüşürken konuştukları dil “konuşma dili”dir. Yazıda kullanılan dilse “yazı dili”dir. Yazı dili aynı zamanda bir milletin “kültür dili”dir.
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi dilin niteliği ile ilgili hususlardan biri değildir?
a) Dil tıpkı bir canlı varlık gibi, gelişmesinde ve değişmesinde birtakım kuralların gözetilmesi gereken bir yapıdır.
b) Dil, canlı bir varlık olan ata benzetilebilir. Ona istediğiniz gibi bir tasarrufta bulunamazsınız, bir uçurumdan kendisini atması için zorlayamazsınız. Dil de böyledir.
c) Diller de canlı organizmalar gibi doğar, gelişir ve ölürler.
d) Diller canlı birer varlık oldukları için bilim adamları tarafından yeni önlemler alınmak suretiyle daha iyiye doğru yönlendirilmeleri gerekir.
e) Bir dilin canlı bir varlık olması, ona şahsi tasarrufların yapılamayacağı anlamına gelir.
2. Aşağıdakilerden hangisinde “dil” kavramı diğerlerinden farklı anlamda kullanılmıştır?
a) Tanzimat dili, Divan dili
b) Gemici dili, tıp dili, argo
c) Nedim’in dili, Yahya Kemal’in dili
d) Çocuk dili, din dili
e) Türkçe, İngilizce, Fransızca
3. Dille ilgili ilk sistematik düşüncelere aşağıdakilerden hangisinde rastlanır.
a) Herakleitos
b) Hintli Yaska
c) Demokritos
d) Sokrat
e) Aristo
4. “İnsan çevresindeki ses ve hareketlerin tesirinde kalarak onlara benzer ses ve hareketler çıkarmayı deneyerek dil (konuşma) yeteneği kazanmıştır.” Cümlesinde ifade edilen dilin türeyişi ile ilgili görüş hangisidir?
a) İlahiyatçı/Teolojik görüş
b) Doğuştancı görüş
c) Deneyimci görüş
d) Antropolojik görüş
e) Sosyolojik görüş
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
5. Aşağıdakilerden hangisi konuşma dili ve yazı dili arasındaki farklardan biri değildir?
a) Yazı dili, lehçelerden veya ağızlardan birine göre şekillenirken, konuşma dilinde böyle bir durum söz konusu değildir.
b) Konuşma dili de yazı diliyle ilgili benzer kurallara tabidir. Örneğin yazı dilinde söylenen sözlerde bir yanlışlık yapıldığında bunu geriye dönüp düzeltmek zor olduğu gibi konuşma dilinde de böyledir.
c) Bir milletin din, edebiyat ve ilim adamları yazı dilini zenginleştirir ve yazı dili belli ölçülerde konuşma dilinden farklılaşır.
d) Konuşma dilinde, yanlış söylenen bir sözden ya da bir kelimenin yerli yerince kullanılmamasından doğan aksaklık geriye dönülerek düzeltilebilirken, yazı dilinde bu mümkün olmaz.
e) Konuşma dili, yazı dilinden bağımsız olarak gelişen ve kendisine mahsus kuralları olan farklı bir dildir.
Cevap Anahtarı: 1-D, 2-E , 3-A , 4-C , 5-A
Dil Nedir?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aksan, D. (1998). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK. Gencan, T. N. (1979). Türk Dil Bilgisi. Ankara: Türk Dil Kurumu. Gülensoy, T. (2001). Türkçe El Kitabı. Ankara: Akçağ. Güvenç, B.(1993). Türk Kimliği-Kültür Tarihinin Kaynakları. Ankara: Kültür
Bakanlığı. Güvenç, B. (2002). Kültürün ABC’si (2.Baskı). İstanbul: Yapı Kredi. Heredot (1973). Heredot Tarihi. (çev.:Müntekim Ökmen). İstanbul: Remzi. Porzıg, W. (1989). Dil Denen Mucize I-II. (Çev.: Vural Ülkü). Kültür ve Turizm
Bakanlığı. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1977). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,2.
İstanbul: Dergâh. Uygur, M. (1996). Kültür Kuramı. İstanbul: Yapı Kredi .
İÇİN
DEK
İLER
• Dil-Kültür İlişkisi
• Kültür Nedir?
• Kültürü Oluşturan Ögeler ve Özellikleri
• Dilin Kültür ve Millet Varlığı İçindeki Yeri
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Dil-kültür ilişkisini açıklayabilecek,
• Kültürü oluşturan ögeleri ve özelliklerini söyleyebilecek,
• Dilin kültür ve millet varlığı içindeki yerini açıklayabileceksiniz.
ÜNİTE
2
DİL - KÜLTÜR
TÜRK DİLİ - I
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
İnsan, yaşamının her anında dil tarafından kuşatılmıştır. Bu kuşatmanın
neticesinde insan yaşamının her anı dile yansımıştır.
İnsan hayatının doğal bir parçası olan dil, toplum yaşamının da en önemli
yansımasıdır. Toplumun meydana getirdiği kültür ürünleri dildeki karşılığını kısa bir
süre içerisinde bulmakta, dil ve kültür özdeş bir konuma gelmektedir.
Kültür, dile kavramlar kazandırırken dil de kültürün taşınması işlevini
görmektedir. Dil ve kültür ilişkisi bu ünitede örneklerle açıklanmıştır.
DİL-KÜLTÜR İLİŞKİSİ
Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar.
Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi dil kalıbına dökülür; dil
aracılığıyla yerden yere, kuşaktan kuşağa aktarılır.
Milletin dili ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavramının içine girer.
Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan
dil tarlasını eker, biçer.
Aslında dili oluşturan toplumsal hayattır.
Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu sırada akan bir
nehir gibi içinden geçtiği her topraktan bazı unsurlar alır.
Her milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime
ve deyimlerle doludur.
Dil bilginleri (filologlar), yazılı ve sözlü kültür eserlerini incelerken bir
arkeolog gibi hareket ederler. Bir tür “dil arkeolojisi” yaparlar.
Önce inceledikleri metnin tarihini tahmin etmeye çalışırlar. Kelimelerin
kökenleri, onları dil ve kültür bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış
bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime dil ve kültür tarihi bakımından
önemlidir.
İncelenen döneme kadar dile girmiş her kelimenin yerli yabancı ayırmaksızın
yazılışı, söylenişi, anlamı dikkate alınarak tarihi tespit edilir.
En küçük bir işaret, bir ses değişmesi kelimenin hatta bütün metnin anlamını
değiştirebilir.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sümerce bir metinde “Tanrı” ve “at” kelimeleri Türkçe “Tanrı” ve “at”
anlamlarına geliyorsa, bu bütün insanlık tarihine yeni bir gözle bakmayı gerektirir.
Bu kelimeler toplumun yaşama tarzıyla ilgili ipuçları da verir.
Yunus Emre’nin şiirlerinin dili, şiirlerin yazıldığı dönem ve çevreden ayrı
olarak ele alınamaz. Zira o ağacın kökleri gelenekle birlikte, yetiştiği topraklara
sımsıkı bağlıdır.
Kültür eserleri, dilin belli dönemlerde donmuş şekilleridir. Bu bakımdan
onların anıtlardan farkı yoktur. Kütüphaneler dil anıtlarını toplayan müzelerdir. Bu
yönüyle, kütüphanelere “dil, düşünce ve hayal müzeleri” denilebilir.
Eskiden yaşamış insanların hayat tecrübelerini, inanç ve değerlerini
“Kültür, çevremizin insan yapımı olan kısmıdır.” (Herskovits)
“Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı her
şeydir.” (Marx)
Aşağıda kültür kavramını değişik yönleriyle açıklamaya dönük çeşitli tanımlar
sıralanmıştır:
Kültürü Oluşturan Ögeler ve Özellikleri
Kültürü oluşturan ögeler şu şekilde sıralanabilir.
1- Din: Bir yaşama biçimi olması bakımından din, kültürü oluşturan
ögelerden biridir. Eliot, “Avrupa kültürünün, Hrıstiyanlık ortadan
kalktıktan sonra yaşayacağına inanmıyorum” der.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
2- Dil: Toplumların kendi kültürlerini yaşattıkları ve onu kuşaktan kuşağa
aktardıkları bir dil vardır. Bu bakımdan dil, bireysel iletişimi sağlamanın
yanı sıra kültür taşıyıcısı olması nedeniyle önemli bir kültür ögesidir.
3- Tarihî Miras: Kültürün önemli iki özelliği vardır: Biri onun kadimliği
(eskiliği), diğeri devamlılığıdır. İçinde yaşadığımız kültürün büyük bir
bölümü, ataların mirasıdır ki, bu kültürün kadimliği anlamına gelir.
Devamlılığı ise, geçmişten gelen bazı kültürel değerlerin ihtiyaçlara
cevap vermemesi nedeniyle bu değerlerin şekil değiştirmesi ve onlara
yeni anlamlar yüklenmesidir. Bu kavramı ateş metaforuyla anlatmak
mümkündür. Yüzyıllar öncesi yakılan bir ateşin koru, kuşaktan kuşağa
aktarılırken külü rüzgârda kaybolup gider. Bu bakımdan ataların yaktığı
ateşi söndürmeden taşıyabilmek için onların bıraktıkları kültürün külüne
değil, koruna sahip çıkmak gerekir.
4- Savaşlar: Kültürlerin yenilenmesinde, gelişmesinde, zenginleşmesinde ve
kimi zaman da yok olmasında savaşların büyük bir rolü vardır. Batının
Rönesans’ı yaşamasında İslam medeniyetiyle tanışmasının büyük bir
katkısı olmuştur.
5- Göçler: Hz. Musa’nın Mısır’dan Filistin’e; Hz. Muhammed’in Mekke’den
Medine’ye hicreti, Türklerin Anadolu’ya, İngiltere’de yaşayan kimi
İngilizlerin ve Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göç etmeleri yeni bir
kültürün ve medeniyetin doğmasını sağlamıştır.
6- Ziraat: Kültürün ilk anlamı ekin, hars olduğuna göre, milletlerin ziraatle
uğraşırken kendi birikimlerini kullanmaları, toprağı kendi yaşam
tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre işlemeleri farklı bir kültürel unsuru ortaya
çıkarmıştır. Her milletin farklılığı bu kültürel birikimi farklı araçlarla
ortaya koymasında gizlidir.
Bütün sanat dalları ve edebiyat kültüre kaynaklık eden unsurlardır. Resim,
tiyatro, mimari, musiki; hikâye, roman, şiir gibi sanatın görsel, işitsel ve duyuşsal
şubeleri kültürü besleyen ve milletlerin kültürlerini oluşturan önemli kaynaklardır.
Bu ögelerin yanı sıra hukuk, coğrafya, çevre, ahlak, ticaret, ekonomi ve
politika da kültürü oluşturan ögeler arasında sayılırlar.
DİLİN KÜLTÜR VE MİLLET VARLIĞI İÇİNDEKİ YERİ
Dil, canlı bir varlıktır. Sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, korkularımızı,
tepkilerimizi hep konuştuğumuz dil çerçevesinde ifade ederiz. Bize verilen adın ilk
önce kim tarafından, ne zaman ve nerede kullanıldığını bilmeyiz. Bu adın
verilmesinde hangi kültürel değerlerin ve endişelerin hâkim olduğu ise belirgindir.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Çünkü adımız, kültürü oluşturan temel unsurlardan şu ya da bu şekilde bir iz taşır
(milliyet, din, ailenin din konusundaki tavrı, siyaset tercihleri, sanat, spor;
beklentiler, korkular vs.).
Birey olarak nasıl kendimizi dilsiz düşünemezsek ve dil hayatımızın her anına
hâkim bir unsursa, aynı şekilde toplumun hiçbir alanı dilden bağımsız değildir.
Kendimizi içinde bulduğumuz hayat felsefesi, edebiyatımız, musikimiz, mimarimiz,
vs. dille ilişki içindedir ve dilden ayrı düşünülemez. Aynı şekilde gelenek ve
göreneklerimiz dil olmadan kuşaktan kuşağa aktarılamaz.
Kültürü değişen bir milletin dili de değişir. Tarihte dile gerekli özeni
göstermeyen toplumların bugün varlıklarından söz etmek mümkün değildir.
Günümüzde belki Sümerlerin, Hititlerin, Lidyalıların soyundan gelen insanlar vardır.
Fakat toplumsal bağları pekiştiren dil ortadan kaybolduğu için bugün bu
milletlerden söz edemeyiz.
Dil, bir milletin kültür kimliğidir.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Örn
ek
Met
in
•YAZI Bir apartmanın yarı aydınlık penceresiyle karşılaşırım akşamları eve dönerken. Bir yaşlı adam, köşeciğine çekilmiş, elinde bir kitap, durup dinlenmeden okumaktadır onu. Kimdir bu yaşlı adam, necidir, nasıl bir insandır? Hiçbir özelliğini bilmiyorum. Ama dünyada ancak birkaç yılı kalmasına karşın durup dinlenmeden okuyan bu yaşlıdaki okuma tutkusu nereden gelmektedir? Asıl merak ettiğim sorun budur. Yazımda, bu “merak”ı yenmeye çalışacağım. İnsanlık tarihinin yazıyla başladığı bir gerçektir. Yazıyı bulmasıyle birlikte insanoğlu, evrendeki sonsuzluğuna da inanmıştır. Daha açıkçası, yazı yoluyla varlığının ayrımına varmıştır. Yaptıklarına, ortaya koyduklarına inan, bir saptamaya götürmüştür insanı. Denebilir ki, insan, yazıyla, kendisini yeniden yaratmıştır. Benjamin Franklin'in mantığıyle düşünülürse insan, kendisini hayvanlıktan kurtaran en önemli “araç”ı bulmuştur. Bu araç, kendisini düşmanlarından korumak için yaptığı taş, sopa, balta türünden bir araç değildir; düşünsel kişiliğini oluşturan yepyeni bir güçtür. Taş, balta, sopa... gibi araçlar, insanın hayvana üstünlüğünü sağlayan bir baskı gücü taşır. Oysa yazı, insana insanlığını duyuran, baskı güçlerinin gereksizliğini gösteren, yeni bir yaşama ve var olma biçimini oluşturan temel araçtır. Bu nedenle, Franklin'in “İnsan, araç yapan hayvandır.” tanımı, bu ışık altında yetersiz görülebilir. Söz konusu aracın nasıl bir araç olduğunun belirtilmesi gerekir. Ama Franklin'in bu tanımı, insanı yalnızca “el uzluğu” olarak yorumlayan anlayış için sağlam bir dayanaktır. Hele, el uzluğunun kökeninde zihinsel yaratımın etkileri de düşünülürse, tanımın gerçekliği açıkça belirir. Yazı neyi getirmiştir insanoğluna? Düşünmeyi ve varlığına güven duymayı. Öyle sanıyorum ki, Aristo'nun “İnsan düşünen hayvandır.” tanımı, insanın yazıdan sonraki dönemlerini anlatır. Çünkü, ancak yazıyla, insanın düşünebildiği saptanabilmiştir. Tanımı genişletirsek, ilk insanın, düşmanını parçalamak için yaptığı ilk araç bile anlatımsal bir değer taşır. En ilkel araç, “Seni parçalayıp yiyeceğim”in anlamlı bir biçimidir. Yazı'nın, düşünmeyi somutlayan bir eksen olarak alınması, insanın var oluşunu araştırmada sağlam bir dayanak olmaktadır. Elinden kitabını bırakmayan, son yıllarını yazıyla dostluk içinde geçirmek isteyen yaşlı adamla ilgili meraklardan biri aydınlığa kavuştu sanırım. En ilkel noktada da olsa, uygarlığın doruğunda da olsa, insandaki varlığını yaşama tutkusu, amaç yönünden değerinden bir şey yitirmemiştir. İlkel insan, nasıl, varlığını duymak için araç yapmak gereksinimi duymuşsa, uygar insan da yeni yaratımlarla varlığını yaşamak gücünü göstermiştir. Ne ki, bu amacın biçimi değişmiştir. Her çağ, her yeni düşünce, gerçekte, insanın, kendisini yeni bir şeye uydurmasından başka nedir? İlk insan, yazıyla nasıl var olduğunu anlatmak istemişse, bugünkü insan da yazının gücüne sığınarak daha anlamlı bir yaşamayı seçmektedir. Okuyan insan, kendi kendine bir dünya kurar, yaratılan güzellikleri, kendi yarattıklarıyle birleştirir. Sanatçıyla insan arasındaki sonsuz dostluk böylece başlar. Yaşlı adamdaki okuma tutkusu, ilk insandan bu yana gelişen yaratma tutkusunun bir sonucudur. Bir şeyi kavrama, ona egemen olma tutkularından da insanın bu yaratma isteğinin somut sonuçlarını görebilirz. Söz gelimi Hamlet'i okuyan kişi, Hamlet'teki yaratımın ayrımına erdiği için sevmez onu yalnızca, Hamlet'in çağrışımıyle kendi içindeki Hamlet'i yarattığı için ilgi duyar ona. Yani sorun, insanın, kendini yeniden yaratmasıdır. Kimi kişilerde birtakım yapıtlara zaman zaman dönme isteğinde de bu yeniden yaşamanın etkilerini izleriz. Hamlet'teki düşünceler, yaratılan dünya onun içine işlemiştir. O da bu dünyaya karşılık kendi dünyasını kurmuştur içinde. Var olana, var ettiğiyle karşılık vermektedir. Bir resim için, bir müzik parçası için de aynı durum sözkonusudur. Van Gogh'u tanıyan insan, onun resimlerinin tüm oluşumunu yerleştirmiştir içine. Bu, bir kişilik kavrayışıdır; ister istemez, dünyayı biraz da o gözle yorumlayacaktır. Şubert, Çaykovski için de böyledir bu. Onları dinleyen, onları yaşamayı seçmiştir. Ama bu yaşama, müziğin ya da resmin yarattığı yaşama ortamıdır. Peki, kişinin zaman zaman bir roman ortamına, bir müzik ortamına bir resmin ortamına sığınması nasıl açıklanabilir?
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Örn
ek
Met
in
•Her yaratım, ilk andan sonra eskimeye başlamıştır. Doğanın bu değişmez yasası, insanın, her anda, saliselere sığacak denli dar zamanlarda yeni yaratımların yaratıcısı olma gücünün sonucudur. Bir şeyle yetinmeme, kendini sürekli değişimlerin içinde bulma, insanın doğa karşısında yenilmez gücüdür. Sorun bu açıdan alınmazsa, “Durdurun dünyayı inecek var!” diyenlerin gülünçlüğüne düşeriz. Yok edilen her şeyi yeniden yaratacaktır insan, hem de ona daha da üstünlükler katarak. Hatta, kendi bile bazı şeyleri yok edecektir, yerine yenisini koymak için, yaşamını yenilemek için. Karşımıza yeni bir soru çıkıyor: Mademki insan, hep yeni yaratımların yaratıcısıdır; neden zaman zaman eskiye dönmekte, yirmi yüzyıl, yirmi beş yüzyıl önce yazılmış yapıtların dünyasına gömülme isteği duymaktadır? Aslında bu da bir sürekliliğin somut görüntüsüdür. Gerçekte iki nedeni var bunun: Birincisi, insan, en ilkel yaratımlarla, en gelişmiş yaratımlar arasındaki ilişkiyi kurmak zorundadır. Gelişim sürecinin kaçınılmaz gerkçesidir bu. Öncesiyle sonrasını araştırmak, insanın tarihsel gerçeğini de yansıtmak demektir. Din kitaplarının tümü, güçlü yazarların hepsi bu gerçeğin yansıması yolunda geliştirmişlerdir sanatlarını. İkincisi ise, insanın daha önce yaratılanları yeterince kavramamış olmasıdır. İnsan, kavrayamadıklarına dönmek zorunluğunda duyar kendini. Bu da, var oluşunun bir kanıtıdır. Söz gelimi, beyin, bütün çağları kapsayacak bir güçtedir. Günümüzün gelişmeleri içinde ortaya büyük işler koymayı başarabilen sanatçılar, ondan önceki bütün çağların düşüncelerini eleştirmiş, değerlendirmişlerdir. Örneğin Camus'yü yalnızca çağını yorumlayan, çağını yansıtan bir sanatçı olarak almak, yanlış bir sonuca varmak olur. Çünkü Camus, Sartre, Kafka, Dostoyevski. Yunus gibi sanatçılar, yalnızca çağlarını yansıtmamışlar, bunun yanında bütün çağların, bütün düşüncelerin, gelmiş geçmiş düşünürlerin eleştirmelerini de yapmışlardır. Üstünlüklerinin nedeni budur. Hiç kuşku yok ki, çağlarının “raportörlüğünü” yapan sanatçıların ancak günübirlik bir değerleri vardır. Bu açıdan değerlendirilirse, sanatçının, yazıya kattığı sonsuzluk ortaya çıkar. İnsan, bu sonsuzluğu yaşamak için eskide yapılmamış değerlendirmelere dönebilir. Söz gelimi Socrates, bugün'ü dünde yaşamış bir düşünürdür, insanoğlu, bugün'de bile, Sokrates'in düşünceleri üzerine yoğun değerlendirmelerde bulunmaktadır, onun söyledikleriyle yaratılan çağrışımlarla günün değerlendirmesini yapmaktadır. İşte kişinin roman, müzik, resim... gibi sanat ortamlarına sığınması, düşünürleri yeniden ele alması, onun, işi kökeninden kavrama yönelimiyle açıklanabilir. Yarattığı bir dünyaya girecek, yaratılmış bir dünyayı yaşayacak. Var olmanın bundan öte bir anlamı var mıdır? Yazı, dünyaya bu anlamı katan en etkili araçtır. Öyle bir araçtır ki, insanın düşünsel kişiliği, bu araçla var olmuştur. Gelimli gidimli dünyada birkaç yılı kalmış yaşlı adamın, elinden kitabı bırakmamasında, bu düşünsel varoluşun etkisini görebiliriz. Belki şu anda bile, söz konusu ettiğim yaşlı adam, elinde kitabiyle, yeni bir dünyayı kavramaya, onu yaşamaya çalışmaktadır. İçinde bulunduğumuz arapsaçına dönmüş bir dünyadan kaçıp kendi yarattığımız bir dünyaya sığınmanın başka yolu var mı? Camus'yle, Van Gogh'la, Çaykovski'yle Descartes'la, Yunus'la, Pir Sultan Abdal'la, Şopenle... geçirilecek zamanların ötesinde büyük bir yaşama düşünülebilir mi? Görülüyor ki, insanı sonsuz kılan bir araçtır yazı. Adnan BİNYAZAR
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Öze
t •Dil, kültürün temelidir. Milletin dili ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür
kavramının içine girer.
•Kültür, tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür.
•Din, dil, tarih, savaşlar, göçler, ziraat, sanat dalları, hukuk, coğrafya, çevre, ahlak, ticaret, ekonomi ve politika kültürü oluşturan ögeler arasında sayılır.
•Dil bireysel ve toplumsal hayatımızın her anına hâkimdir. Hayat felsefemiz, edebiyatımız, musikimiz, mimarimiz, vs. dille ilişki içindedir ve dilden ayrı düşünülemez. Aynı şekilde gelenek ve göreneklerimiz, dil olmadan kuşaktan kuşağa aktarılamaz.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Dil, düşünce ve hayal müzeleri” ifadesiyle aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir?
a) Kütüphaneler
b) Üniversiteler
c) Okullar
d) Devlet Arşivleri
e) Mimari eserler
2. Aşağıdakilerden hangisi kültür tanımları arasında yer almaz?
a) Bir topluluğa özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü
b) Bir millete şahsiyetini veren, diğer milletlerle arasındaki farkı tespite yarayan, tarih içerisinde teşekkül etmiş maddi ve manevi değerlerin bütünü
c) Bir toplumun tüm hayat biçimidir
d) Kâinatın kalbimize nakşettiği plandır.
e) Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.
3. Aşağıdakilerden hangisi kültürü oluşturan ögeler arasında sayılamaz?
a) Din
b) Dil
c) Savaşlar
d) Göçler
e) Mezhepler
4. “Dil arkeolojisi” ifadesiyle anlatılmak istenen şey aşağıdakilerden hangisidir?
a) Her milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Önce inceledikleri metnin tarihini tahmin etmeye çalışırlar. O döneme kadar dile girmiş her kelimenin yerli yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, anlamı dikkate alınarak tespit edilir.
b) Dil arkeolojisi yapabilmek için arkeoloji bilim dalının imkânları kullanılır. Bunun için ilk yapılması gereken özellikle eski metinlerin yer aldığı toprak ve çanakların alınarak incelenmesi gerekir.
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
c) Dil arkeolojisi, daha çok maddi unsurlar çerçevesinde şekillendirilir.
d) Dilin arkeolojisi demek, sadece geçmişte yaşamış olan milletlerin ölü dilleri hakkında araştırmalar yapmaktır.
e) Dil arkeolojisi sadece bir dile girmiş yabancı kelimelerin etimolojisiyle ilgilenir.
5. “İnsanların içinde bulundukları hayat şartlarına uyumlarının toplamı onların kültürüdür.” şeklinde ifade olunan görüş aşağıdakilerden hangisine aittir.
a) Sapir
b) Linton
c) Maquet
d) Summer ve Keller
e) Winston
Cevap Anahtarı: 1-A, 2-D , 3-E , 4-A , 5-D
Dil - Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akarsu, B. (1998). Dil-Kültür Bağlantısı (3.baskı). İstanbul: İnkılâp. Altuğ, T. (2001). Dile Gelen Felsefe. İstanbul: YKY. Baydur, S. Y. (1999). Dil ve Kültür. İstanbul: Cumhuriyet. Gülensoy, T. (2001). Türkçe El Kitabı. Ankara: Akçağ. Kafesoğlu, İ. (1999). Türk Millî Kültürü (18.Baskı). İstanbul: Ötüken Neşriyat. Kaplan, M. (1999). Kültür ve Dil (12.Baskı). İstanbul: Dergâh. Köksal, A. (1980). Dil ile Ekin. Ankara: Türk Dil Kurumu. Ünalan, Ş. (2004). Dil ve Kültür. Ankara: Nobel. Gökalp, Z.(1990). Türkçülüğün Esasları, (Haz. Mehmet Kaplan). Ankara: Kültür
Bakanlığı.
İÇİN
DEK
İLER
• Dil Aileleri
• Dil Grupları
• Dil Türleri
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Dil ailelerini açıklayabilecek,
• Lehçe, ağız, şive gibi dil türlerini ayırt edebilecek,
• Göktürk, Uygur, Arap ve Latin alfabelerini tanıyabileceksiniz.
ÜNİTE
3
DİL AİLELERİ, DİL GRUPLARI, DİL
TÜRLERİ
TÜRK DİLİ - I
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Dil, üzerine yapılan araştırmalar sonucunda dünya üzerinde konuşulan
dillerin ortak özelliklerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Diller arasında bulunan
ortak özelliklerinden hareketle dil aileleri ve dil grupları tanımlanmış ve diller tasnif
edilmiştir.
Diller, konuşulan coğrafya dikkate alınarak dil aileleri oluşturulmuştur. Dil
aileleri Hint-Avrupa Dilleri, Sami Dilleri, Çin-Tibet Dilleri, Ural-Altay Dilleri, Bantu
Dilleri şeklinde oluşturulmuştur.
Dillerin yapıları göz önüne alınarak da dil grupları meydana getirilmiştir.
Diller yapılarına göre tek heceli diller, eklemeli diller, çekimli diller şeklinde
gruplandırılmıştır.
DİL AİLELERİ
Diller, köken bakımından aralarındaki benzerliğe ve yakınlığa göre ailelere
ayrılırlar. Bir ana dilden ayrılan bu akraba diller farklı birer dil hâline geldikten
sonra lehçeler, şiveler ve ağızlar meydana gelir.
Belli başlı dil aileleri şunlardır:
Hint-Avrupa Dilleri
Asya Dilleri:Hintçe (Sanskritçe ve bugünkü Hintçenin yaşayan kolları), Farsça
(Eski, Orta, Yeni Farsça ve bugün konuşulmayan bir dil olan Avesta)
Avrupa Dilleri:Germen Dilleri (Almanca, İngilizce, Felemenkçe ve İskandinav
dilleri), Romen Dilleri (Latince, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekiz ve
Rumence), Slav Dilleri (Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe ve Boşnakça)
Ayrıca ölü birer dil olan Hititçe ve Toharca da bu gruba girmektedir.
Hami-Sami Dilleri
Sami Dilleri (Akkatça, Aramca, Arapça ve İbranice)
Çin-Tibet Dilleri
Çince, Tibetçe
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Ural-Altay Dilleri
Ural Dilleri: Fince, Macarca
Altay Dilleri: Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguz dilleri
Bantu Dilleri
Habeşçe, Afrika dilleri
DİL GRUPLARI
Kelimeler yapılarına göre sınıflandırıldığında üç ana grup meydana gelir.
Bunlar:
Tek heceli diller
Kelimeler tek heceden meydana gelir. Yapım ve çekim eki bulunmaz.
Kelimeler cümledeki yerlerine göre anlam kazanırlar. Çince ve Japonca bu gruba
girer.
Eklemeli diller
Bu grupta yer alan dillerde kelimelerin köklerine getirilen ekler, kelimenin
anlamını ve görevini belirler. Kelimenin kökünün değişmediği bu dillerde köklere
getirilen eklerle yeni kelimeler yapılır. Kelimelere getirilen ön-ekler ve son-ekler
bakımından bu grup ikiye ayrılır. Macarca baştan eklemeli bir dil olduğu hâlde,
Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Türkçe, Moğolca, Mançuca, Japonca, Tunguzca,
Fince ve Macarca da bu gruba girer.
Çekimli diller
Kullanımda kelimenin bünyesinde birtakım değişikliklerin görüldüğü dillerdir.
Bu dillerde ön-ek, iç-ek ve son-ek söz konusudur. Bu gruba giren bazı dillerde
ünsüzler değişmez, ünlü harfler değiştirilerek yeni kelimeler meydana getirilir.
Hint-Avrupa ve Hami-Sami dilleri bu gruba girer. Ancak Hint-Avrupa dillerinde
kelimenin asıl sesleri değişirken, Hami-Sami dillerinde bu sesler değişmez.
(Arapçada hükm-hâkim, mahkum, mahkeme gibi örneklerde olduğu gibi
kelimelerde h,k,m ortak sessizlerdir.)
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
DİL TÜRLERİ (LEHÇE, ŞİVE, AĞIZ)
Lehçe
Bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve yeni bir dil olma yolu
tutan koludur. Çuvaşça ve Yakutça Türkçenin iki farklı lehçesidir.
Yakut Lehçesi Türkiye Türkçesi
Bil balık bahıttan sıyıtar. Balık baştan kokar.
Kırcağastan ıyıtıma, sıkıbıttan ıyıt. Yaşlıdan değil, gezenden sor.
Taptaltan kihi haralğan. Aşk insanı kör eder.
Ölbüt ölbütünen, ölbütü kıtta ölör suoh. Ölen ölmüştür, ölen ile ölünmez.
Tıl unuoğa suoh. Dilin kemiği yoktur.
Şive
Bir dilin tarihi çok eski zamanlara dayanmayan, yeni ayrılan ve birbirleri ile
anlaşabilen kollarıdır. Şivede şekil ve ses bakımından bazı farklılıklar görülebilir.
Şiveden geriye doğru gidildikçe bütün şivelerin aynı dilde ağız durumunda oldukları
görülür. Türkiye Türkçesi ile Azerî Türkçesinin teşkil ettiği Oğuzca, Kırgızca, Kazakça
ve Türkmence Türkçenin şivelerini oluştururlar.
Türkiye Türkçesi Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla
Kırım Kızım sanga aytaman, kelinim sen dingle
Azerbaycan Gızım sene deyirem, gelinim sen eşit
Türkmen Gızım sanga aydayıng, gelnim sen düş
Karaçay Kızım sana aytem, kelinim sen eşit
Balkanlar Kızım sanga aytama, kelinim sen eşit
Kumuk Gelinim saga aytaman, kızım sen tıngna
Tatar Kızım sınga eytem, kilinim sin tıngla
Başkırt Kızım hinge eytem kilnem hin tıngda
Kazak Kelinim sagan aytam, kızım sen tıngda
Karakalpak Kızım sagan aytaman, kelinim sen tıngla
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kırgız Keregim saga aytam, kelinim sen uk
Özbek Kızim senga aytaman, kelinim sen eşit
Yeni Uygurca Kızım sanga aytay, kilınım sen tıngla
Ağız
Bir dilin şivesi içinde kalan, en yeni zamanda ayrılmış kollarıdır. Ağızlardaki
farklılık yalnızca seste görülür.
Koyun-goyun, alıram-alırım, bakıyom-bakıyorum-bahiram gibi.
Ağızlardaki farklılıklar konuşma dilinde görülür ve bunlar ortak bir yazı
dilinde birleşirler.
TÜRK DİLİNİN YAZILDIĞI ALFABELER
TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER
Göktürk Uygur Arap Latin Kiril
Ku
llan
ıldığ
ı
dö
ne
m VII-IX. yy. VIII-XVIII. yy XI-XX. yy. XX. yy.
başlarından itibaren
XX. yy. başlarından itibaren
Har
f sa
yısı
38 harf (4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i ise bitişken)
18 harf
(4’ü sesli 14’ü sessiz)
29 harf
(3’ü sesli 27’si sessiz)
29 harf
(8'i sesli 21'i sessiz)
40 harf (Her ülkede farklı harfler ve sayıları da değişik )
Yaz
ıldığ
ı yö
n Sağdan sola
veya yukarıdan aşağıya doğru yazılır.
Sağdan sola veya yukarıdan aşağıya doğru yazılır.
Sağdan sola yazılır.
Soldan sağa yazılır.
Soldan sağa yazılır.
Har
fle
rin
öze
llikl
eri
Harfler ayrı yazılır, kelimeler arasına “:” (nokta) konur.
Harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılır, harfler bazen bitiştirilir.
Harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılır, harflerin ayrı ve bitişik yazılmasının kuralları var.
Harfler ayrı veya el yazısında bitişik yazılabilir. Büyük ve küçük harfler diye farklı şekiller vardır.
Harfler ayrı, Latin alfabesine benzer yönleri fazladır.
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Göktürk (Köktürk) Alfabesi
Türklerin kullandığı ilk alfabedir. Türkler tarafından tesis edildiği kabul
edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. Yüzyıllar arasında yaygın olarak kullanılan bu
yazıya Batı'da “Runik” denmesinin sebebi, harflerinin eski İskandinav yazıtlarında
kullanılmış harflere benzemesidir. Bu alfabe, Danimarkalı William Thomsen
tarafından çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle 732 yılında yazılan Köktürk Yazıtları,
Türk edebiyatının yazılı ilk eseri olarak bilinir.
Göktürk alfabesi 4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i bitişken olmak üzere 38 harften
oluşur. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez;
çivi yazısına benzerliğinden dolayı taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.
Resim 3.1. Köktürk Alfabesi ve Ses Karşılıkları
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Uygur Alfabesi
Türklerin Göktürk alfabesinden sonra kullanmış oldukları en önemli
alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan'dan İstanbul'a kadar
geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden çıkmıştır.
Uygur alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve
Hristiyanlık'a ait metinler oluşturur. Bu alfabe Türklerin İslâmiyet'i kabulünden
sonra da kullanılmıştır. Kutadgu Bilig’in tespit edilen üç nüshasından biri Uygur
harfleriyle yazılmıştır.
18 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli 14’ü sessiz harftir. Arap alfabesinde
olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimlerde yazılır.
Şekil 3.2. Uygur Alfabesi Örneği
Arap Alfabesi
Türklerin İslam'a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullandıkları
alfabedir. Türkçeyi Arap harfleriyle ilk defa yazanlar Karahanlılar olmuştur. Mevcut
bilgilere göre bu alfabeyle yazılan ilk metin Dîvânü Lûgati't-Türk’tür.
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Şekil 3.3. Dîvânü Lûgati't-Türk’te Bulunan Harita
Latin Alfabesi
1928'de gerçekleştirilen harf inkılâbından itibaren Türkiye Türkçesinin
yazımında kullanılan en son alfabedir. Bu alfabe bugün Türkiye'den başka Kıbrıs ve
Yugoslavya'daki Türkler tarafından da kullanılmaktadır.
29 harften oluşan Latin alfabesinin 21'i sessiz, 8'i sesli harftir. Soldan sağa
doğru yazılır. Türkçede asıl Latin alfabesinden farklı olarak q/Q, x/X ve w/W harfleri
kullanılmazken, ı, ö, ü, ğ, ç ve ş harfleri Türkçeye özgü harfler olarak alfabede yer
alır.
Kiril (Slav) Alfabesi
Osmanlı Türkçesi ve Türkiye dışındaki Türk dil ve lehçelerinin yazımında Arap
alfabesinden sonra yaygın olarak kullanılan alfabedir.
XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Çuvaşlar, Ruslar’ın etkisiyle Kiril alfabesini
kullandılar. Eski Sovyetler Birliği idaresindeki Türkler tarafından 1937-1940 yılları
arasında Stalin yönetimi tarafından bu alfabe kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için
farklı alfabeler hazırlanmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril
alfabesi kullanılmıştır.
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde alfabe
değiştirme eğilimleri artmıştır. Azerbaycan Latin alfabesine geçmiş, Türk
Cumhuriyetleri arasında kültür alışverişinin daha sağlıklı yapılması için ortak alfabe
çalışmaları başlatılmıştır.
Şekil3.4. Kiril Alfabesi
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Öze
t •Diller, köken bakımından aralarındaki benzerliğe ve yakınlığa göre ailelere
ayrılırlar.
•Dil aileleri, Hint-Avrupa Dilleri, Hami-Sami Dilleri, Çin-Tibet Dilleri, Ural-Altay Dilleri, Bantu Dilleri olmak üzere beş ana grupta incelenir.
•Dile ait sözcükler yapılarına göre sınıflandırıldığında diller tek heceli diller, eklemeli diller ve çekimli diller olmak üzere üç ana grup oluşturur. Türkçe eklemeli diller grubuna girer.
•Dillerin lehçe, ağız, şive gibi türleri vardır.
•Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kril alfabelerini kullanmışlardır.
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Germen Dilleri aşağıdaki dil ailelerinden hangisine girer?
a) Hint-Avrupa dillerinin Avrupa koluna
b) Hami-Sami dillerinden Sami koluna
c) Ural-Altay dillerinden Altay koluna
d) Çin-Tibet dillerinden Tibet koluna
e) Ural-Altay dillerinden Ural koluna
2. Türkçe, aşağıdaki dil gruplarından hangisine aittir?
a) Tek heceli diller
b) Eklemeli diller
c) Çekimli diller
d) Önden eklemeli diller
e) İç-ekli diller
3. “Kullanımda kelimenin bünyesinde birtakım değişikliklerin görüldüğü dillerdir. Bu dillerde ön-ek, iç-ek ve son-ek söz konusudur. Bu gruba giren bazı dillerde ünsüzler değişmez ünlü harfler değiştirilerek yeni kelimeler meydana getirilir.” cümlesinde tanımı verilen dil grubu aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tek heceli diller
b) Eklemeli diller
c) Çekimli diller
d) Önden eklemeli diller
e) İç-ekli diller
4. Bir dilin, tarihi çok eski zamanlara dayanmayan, yeni ayrılan ve birbirleri ile anlaşabilen kollarına ne ad verilir?
a) Lehçe
b) Şive
c) Ağız
d) Tek heceli diller
e) Eklemeli diller
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
5. Türkçe aşağıdaki dillerden hangisiyle en çok benzerlik gösteren dildir?
a) Moğolca
b) Macarca
c) Arapça
d) Farsça
e) Hintçe
Cevap Anahtarı: 1-A, 2-B , 3-C , 4-B , 5-B
Dil Aileleri, Dil Grupları, Dil Türleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Türkçe Eğitim ve Ebed’i Düşünce Sitesi. (ty). Türklerin Kullandığı Alfabeler. http://edebiyatturkce.blogcu.com/turklerin-kullandigi-alfabeler/600317%20- adresinden 05.08.2011 tarihinde erişilmiştir.
Gülensoy, T.(2001). Türkçe El Kitabı. Ankara: Akçağ. Yavuz, K. , Yetiş, K. ve Birinci, N. (1996). Üniversite Türk Dili ve Kompozisyon
Dersleri. İstanbul: Bayrak.
İÇİN
DEK
İLER
• Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri
• Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihî Devreleri
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerini kavrayabilecek,
• Türk dilinin tarihî dönemlerini kavrayabilecek,
• Türkçenin dünya dilleri arasındaki yerini açıklayabilecek,
• Türkçenin gelişimini ve tarihî dönemlerini söyleyebileceksiniz.
ÜNİTE
4
TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ
TÜRK DİLİ - I
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Dünya üzerinde 3000’den fazla dil konuşulmaktadır. Bu dillerden bir kısmı
sadece belli bir bölgede ve kabileler arasında kullanılmaktadır.
Türkçe ise tarihi 4500 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın en eski ve en çok
konuşulan dillerinden biridir. Türkçenin tarihî gelişim süreci Ön Türkçe, Eski Türkçe,
Orta Türkçe ve Yeni Türk Dili şeklinde dönemlere ayrılır. Türkçe, Ural-Altay dil
ailesinin Altay koluna mensup sondan eklemeli bir dildir.
Türkçe, yapısal özellikleri açısından sağlam kuralları olan dünya üzerindeki
en eski dillerden biridir. Birçok dil araştırmacısı Türkçenin bu özelliklerini tespit
etmiştir. Bu ünitede Türkçenin tarihî gelişim süreci üzerinde durulacaktır.
TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
1- Türkçe Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensuptur.
2- Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Kökler değişmez, yapım ve çekim ekleri
vardır. Öncelik yapım eklerinindir. Yapım ekleri anlam; çekim ekleri de
görev belirler.
3- Türkçede ünlüler arasında kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık; ünsüzler
arasında ise sertlik-yumuşaklık uyumu vardır.
4- Söz diziminde kelimeler yardımcı ögelerden ana ögeye doğru sıralanır.
TÜRK DİLİNİN GELİŞMESİ VE TARİHÎ DEVRELERİ
Türkçe, tarihi 4500 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın en eski ve en çok
konuşulan dillerinden biridir.
Tarihî gelişim evreleri şöyle sıralanabilir:
Ön Türkçe (Pre-Turkish)
Tarih öncesi konuşulan Ön Türkçe, Ön Altayca’ya kadar uzanır.
Burada Ön Moğolca, Ön Mançu Tunguzca ve Ön Korece (belki de Japonca) ile
akrabalığı vardır.
Çuvaşça ve Yakutça adlı iki Türk lehçesi, bilinmeyen bir devirde Ana
Türkçeden ayrılarak birer lehçe özelliği kazanmışlardır.
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Eski Türkçe
Türkçeyi ele geçen metinlerle ve “Türk” adı ile takip edebildiğimiz devredir.
Tarih olarak M.S. VI-XI. yüzyıllar arasını kapsar. Orhun yazıtlarıyla Uygur metinlerini
içine alan bu dönem Köktürkçe ve Uygur Türkçesi dönemleri olmak üzere ikiye
ayrılır.
Köktürkçe
Çoyren ya da Çoyron yazıtı, Türk dilinin tarihi bilinen en eski belgesidir. M.S.
687-692 tarihlerini taşır. Köktürk işaretli 6 satırdan ibarettir.
Eski Türkçe ile ilgili en geniş bilgiyi Orhun/Köktürk Yazıtları’ndan
öğreniyoruz. Köktürk Yazıtları, Bilge Tonyukuk (M.S. 716, iki taş hâlinde), Kül Tigin
(M.S. 732) ve Bilge Kağan (M.S.735) adına dikilmiş mezar kitabelerinden oluşur.
Yazıtlar, İlteriş Kağan’ın oğulları Bilge Kağan ve Kül Tigin ile bilge vezir
Tonyuyuk adına dikilmiş “bengü taşlar”dır.
Yazıtları Yolluğ Tigin adlı Türk prens yazmıştır.
Orhun Kitabeleri’ni, ilk defa Danimarkalı Wilhelm Thomson (Vilhelm Tamsın)
okumuştur.
Kitabelerde kullanılan işaretlerin pek çoğu, Türk dilinin fonetiği (ses bilgisi)
ile açıklanabilecek, ayrıca Türklerin yaşama tarzı hakkında bilgi verecek özellikler
taşır.
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Uygurca
Uygurlar hakkında bildiklerimiz Çin kaynakları ile bazı Uygur yazıtlarından
edindiğimiz bilgilere dayanır.
745 yılında Kutluk Bilge Kül Kağan’ın Uygur İmparatorluğunu kurarak tahta
oturduğunu biliyoruz. 747’de kağanın ölümü üzerine tahta oğlu Moyon Çor geçti.
Moyon Çor’un önemi, bıraktığı yazıttadır.
Uygurlar çağdaşlarına göre medeniyet alanında öncü olmuş, güzel sanatlar
ve baskı sanatı yönünden ileri bir seviyeye ulaşmışlardır.
Uygurların oyma basma tekniği yanında “kep” denilen hareketli harflerle
matbaa kurup kitap bastıkları bilinmektedir. Torbalar içinde korunan bu harfler ve
bu harflerle basılmış kitaplar bugüne ulaşmıştır.
Uygurlar, hâkim oldukları dönemde yüksek kültür ve medeniyetlerine paralel
olarak zengin bir edebiyat da kurmuşlar, yazdıkları kitaplarla kütüphaneler
oluşturmuşlardır.
Orta Türkçe
XIII. yüzyıl başlarından itibaren gelişen Türkçeye Orta Türkçe denir. Doğuda
eski Türk yazı diline bağlı olarak gelişen Çağatayca vardır. Batıda ise Arapça ve
Farsçadan etkilenen Osmanlı Türkçesi ortaya çıkar.
Çağatayca Orta Asya’da, Osmanlı Türkçesi Anadolu’da zengin kütüphaneler
oluşturur. Ancak Osmanlı Türkçesi Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalmıştır.
“Tün ve gece” kelimeleri yanına Arapçadan “leyl” ve Farsçadan “şeb”i alır.
“küneş/güneş” kelimesinin yanına Arapçadan “şems”, Farsçadan “mihr” ve
“hurşit” gelip oturur.
Böylece örneğin 50 bin kelimelik sözlük 150 bin kelimeye çıkar. Osmanlı
Türkçesinin zenginliği buradan gelir.
Yeni Türk Dili
XX. yüzyılın başlarından itibaren gelişen Türkçeye Yeni Türk Dili denilebilir.
Bu dönemde bütün Türk dünyasında Batılılaşma ile birlikte dilde ve özellikle yazı
dilinde büyük değişiklikler meydana gelmiştir.
Tanzimat döneminden itibaren (özellikle 1876’dan sonra) Türkçenin imla ve
sözlük sorunlarına çözümler aranmaya başladı.
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Aruzdan heceye dönüldü.
İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip
Yöntem “Yeni Lisan” adlı makaleyle halkın anlayacağı yeni bir Türkçenin kapılarını
araladı. Dil sadeleştirildi.
Ömer Seyfettin’in hikayeleri bu dilin kullanıldığı ilk metinlerdi.
Millî edebiyat döneminde aynı anlayış sürdürüldü.
1928’de gerçekleştirilen Harf İnkılâbının ardından Mustafa Kemal’in emriyle
“Türk Dili Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu) kuruldu.
Türk dilinin gelişimi ve dünya dilleri arasındaki yeri araştırıldı.
Kelime ve gramer çalışmaları yapıldı.
Yabancı kelimelerin halk dilindeki karşılıkları derlendi.
1930’lu yıllardan 70’li yıllara kadar dilde sadeleşme çalışmaları yoğun bir
biçimde devam etti.
Bugün kullandığımız Türkçe, konuşma ve yazı dili arasında farkın kalmadığı
yalın, anlaşılır ve zengin bir bilim ve sanat dilidir.
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Öze
t •Türkçe Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensuptur ve sondan eklemeli
bir dildir.
•Türkçede kelime kökleri değişmez. Kökten yeni kelimeler türetmek için yapım ve çekim ekleri kullanılır. Sözcük kurmada öncelik yapım eklerinindir. Yapım ekleri anlamı, çekim ekleri de görevi belirler.
•Türkçede ünlüler arasında kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. Ünsüzler arasında ise sertlik-yumuşaklık uyumu vardır.
•Söz diziminde kelimeler yardımcı ögelerden ana ögeye doğru sıralanır.
•Türkçe, tarihi 4500 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden biridir.
•Türkçenin tarihî gelişim süreci Ön Türkçe, Eski Türkçe, Orta Türkçe ve Yeni Türk Dili şeklinde dönemlere ayrılır.
•Ön Türkçe tarih öncesini, Eski Türkçe Köktürk ve Uygur dönemini, Orta Türkçe Çağatayca ve Osmanlı Türkçesi evresini, Yeni Türk Dili ise 20. yüzyıl başından itibaren geçerli olan evreyi içine alır.
Türkçenin Kimlik Bilgileri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi Türkçenin özelliklerinden biri değildir?
a) Türkçe Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensuptur.
b) Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Kökler değişmez, yapım ve çekim ekleri vardır. Öncelik yapım eklerinindir. Yapım ekleri anlam; çekim ekleri de görev belirler.
c) Türkçede ünlüler arasında kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. Ünsüzler arasında ise sertlik-yumuşaklık uyumu vardır.
d) Söz diziminde kelimeler yardımcı ögelerden ana ögeye doğru sıralanır.
e) Türkçe önden eklemeli bir dildir.
2. Çuvaşça ve Yakutça tarihin bilinmeyen bir döneminde ayrılan iki lehçedir. Buna göre bu iki lehçe Türk dilinin hangi devresinde ayrılmış olabilirler?
a) Ön Türkçe dönemi
b) Eski Türkçe dönemi
c) Köktürkçe dönemi
d) Uygurca dönemi
e) Orta Türkçe dönemi
3. Türk dilinin tarihi bilinen en eski metni aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bilge Tonyukuk
b) Çoyren ya da Çoyron yazıtı
c) Kül Tigin
d) Bilge Kağan
e) Şine Usu Kitabesi
4. Orhun Kitabeleri ilk defa aşağıdakilerden hangisi tarafından okunmuştur?
Türk Dili, deyimler açısından son derece zengin bir dildir. Yaklaşık 1300 yıl
önce Köktürk Yazıtları’nda “birinin sözünü kırmamak” anlamına gelen “Menin
sabımın sımadı” (Benim sözümü kırmadı) gibi bugün bile varlığını devam ettiren
pek çok deyim kullanılmıştır. Bir kısmı bugünlere kadar değişmeden gelen deyimler
bulunduğu gibi, hayat şartlarından doğan çeşitli deyimler Türk dilinin söz varlığını
zenginleştirmiştir. Yazılı dilde kullanılan ve sayısı altı bine ulaşan deyimlerin yanı
sıra, Türkiye Türkçesi ağızlarında kullanılan beş bin beş yüz civarındaki deyimler de
dikkate alındığında deyimlerin söz varlığımız açısından ne denli önemli olduğu
anlaşılacaktır.
Her dilde çeşitli anlam olaylarına, anlatım biçimine uyan deyimler kullanılır.
Türkçenin bu yoldan yararlanarak anlatımı zor, ayrıntı sayılabilecek durum ve
olayları çok ince benzetmelere yer vererek adeta sahneye koyarak dile getiren bir
dil olduğunu görüyoruz. “Bir pire için yorgan yakmak”, “öküz altında buzağı
aramak” deyimleri uzun uzadıya anlatılabilecek olan durumları öz ve somut bir
şekilde göz önüne koyan deyimlerimizdendir.
Türkçeye yabancı dillerden giren bazı deyimler de bulunmaktadır. Örneğin
alamet-i fârika Arapçadan, “eflâke ser çekmek” Farsçadan, “beyin yıkamak, rekor
kırmak, yeşil ışık yakmak gibi deyimler ise Batı dillerinden Türkçemize geçen
deyimlerdir.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Oku
ma
Parç
ası
•Abayı Yakmak Bu deyim mecazen birisine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek gibi anlamlar ihtiva eder. Dervişler arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden ‘Ooo! Abası hayli yanıktır!’ gibi ifadeler kullanılırmış. Eski tekkelerin mimari kompleksi içinde bir mescit (veya cami), ortada şadırvanı olan bir avlu, avluyu çevreleyen derviş hücreleri, büyükçe bir dershane, mutfak, kiler, ambar vs. bulunduğu bilinmektedir. Bilhassa kış aylarında dershanenin ocağı harlı ateşle yakılarak dervişanın burada toplanmaları sağlanırdı. Böylece hem iktisat yapılır, hem de uzun saatler mürşitten istifade ortamı oluşturulurdu. İşte böyle bir kış gecesinde, yün abalarına bürünmüş dervişler dershanede halka olup şeyh efendiyi dinlemeye başlamışlar. Efendi hazretleri coştukça anlatmış, anlattıkça coşturmuş ve dervişler kendilerinden geçecek derecelere gelmişler. Bu sırada ocağa sırtı dönük dervişlerden birisinin abasına ateş sıçrayıp dumanı tütmeye başlamışsa da dervişin sıcaklığı hissettiği yok! İçindeki ateş, dışındakinin sıcağını bastırmış durumda. “Pir aşkına, Yar aşkına (Allah aşkına!)” yanmaya devam ediyor. Nihâyet şeyh efendi dumanı fark edip bu müridini ikaz ile yanmaktan kurtarıyor ve arkadaşları arasında mahçup olmasın diye onu diğerlerine ‘gerçek Hak âşığı’ olarak tanıtıyor. Şimdi argo lisanında kullanılan ‘abayı yakmak’ deyimi, işte o hadisenin yadigârıdır. (Pala, 2003: 15)
ATASÖZLERİ
Bir toplumun bilgeliğini, tecrübelerini, dünya görüşünü ve anlatım gücünü
yansıtan atasözleri, yüzyıllar boyunca yaşayan sözlerdir. Atasözleri de tıpkı
deyimler gibi aynı dilin değişik lehçelerinde varlığını sürdürmekte, böylece bir dilin
değişik lehçeleriyle aynı dilin öz malı olduğunu göstermektedir. Örneğin “Gülme
komşuna gelir başına” atasözümüzü bugün Kazak lehçesinde hemen hiç
değişmeden kalmış biçimiyle görülmektedir.
Deyimler kelime ve kelime gruplarıyla ifade edilirken, atasözleri tam bir yargı
bildirmek durumundadır. Bu sebeple atasözlerinin deyimlerden farklı olarak bir
hüküm bildirmesi zorunluluğu vardır.”Kır atın yanında duran ya huyundan, ya
suyundan” atasözü eksiltili bir cümle olmasına rağmen, bir yargı bildirmektedir.
Burada, uzun süre aynı ortamı paylaşan insanların birbirlerinden etkileneceği
şeklinde bir mana ifade edilmektedir.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Örn
ek
•“Gün doğmadan neler doğar, dedikten sonra gülümseyerek yaklaştı.” (Peyami Safa)
•“Bunlar böyle işte! Ömür törpüleri! Diyordu Müjgan, Ne olacak işte, armut uzağa düşmez, armut dibine düşer!” (Alatlı, 1999, 459)
Örn
ek •“Olmak veya olmamak. İşte bütün mesele! Her canlının
canbazlanmak hevesinde oynadığı ip oyunu:ipin sırtı.” (Sepetçioğlu, 1989:119)
•“Bu sözlerin üzerine kızcağız başını önüne eğmiş, Her insanın ameli boynuna asılmıştır, demiş, ‘Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.” (Alatlı, 1999, 44)
•“Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler.” (Taner,1996: 39)
KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
Ünlü kişilerin, hükümdarların, düşünürlerin, sanatçıların belli bir durumda,
belli bir olay dolayısıyla söyledikleri, evrenselleşmiş sözlerdir.Bunlar, bir dilin söz
varlığında ya özgün biçimiyle ya da olduğu gibi çevirilerek yerleşmişlerdir. Sezar’ın
“Sen de mi Brütüs!”, Diyojen’in “Gölge etme başka ihsan istemem” biçiminde
Türkçede de kullanılan kalıplaşmış sözleri çeviri yoluyla aktarılmıştır. Kanuni’ye ait
olan “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” mısraı, “Atı alan Üsküdarı geçti”
ve “Vermeyince mabud, neylesin sultan Mahmud” gibi sözler Türkçedeki
kalıplaşmış sözlere örnek gösterilebilir.
TERİMLER
Bilim, sanat, meslek ve bir spor dalıyla ilgili kesin anlamı olan özel bir
kavramı gösteren gerçek anlamlı sözcüklere terim denir. Bilim dallarından sahne
sanatlarına, mimariden kuyumculuğa kadar uzanan bir terim söz varlığından söz
etmek mümkündür. Bir dilin terim dağarcığının gelişmesi, o ülkenin bilim, teknik,
sanat ve zanaat dallarının gelişmesine ve genişlemesine bağlıdır.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Örn
ek
•“İnsan bedeninde trilyonlarca hücre, insan hücresinde on binlerce molekül var.” (Alatlı, 1999: 163)
•“Ama dünya metaıdır. Helalinden olsun, temiz olsun, sünnete uygun olsun.” (Kutlu, 1990: 6)
Örn
ek
•“Evet o kesif dehasıyla doğmuş adamdı ve ben de onun kıyafetine büründüğüm için bunu keşfetmiştim.” (Tanpınar, 1992:17)
•“Sağduyusu kendine mübarek olsun!” (Tanpınar, 1992: 229)
ÇEVİRİ KELİMELER
Farklı dillerin kelime ve kavram alışverişiyle ortaya çıkan bir söz varlığıdır. Bir
dilden farklı bir dile çevrilen kelimeler kimi zaman sadece anlamı, kimi zaman da o
dilin kurallarıyla birlikte geçer. Bu kelimeler;
Tam çeviri (yüz suyu dökmek deyimi Farsça: âb-ı rûy-ı rihten ve âb-ı rûy’dan
çeviridir.)
Yarı çeviri (gam yemek deyimi yine Farsçadaki gam horden’den çeviridir.)
Bağımsız çeviri (Başyapıt kelimesi Fransızca chef d’oeuvre’den gelir.)
Anlamı etkilenenler olmak üzere dörde ayrılır. (Banka kelimesinin para
dışında bir anlamda kullanıldığı, göz bankası, organ bankası gibi kullanımlar bu
gruba girer.)
DOLDURMA SÖZLER
Genellikle konuşma dilinde bir şeyi hatırlamak üzere zaman kazanma,
söyleneni pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla, konuşan kimsenin kullandığı, çoğu
kez gereksiz olan kelimelere ve anlatım kalıplarına doldurma sözler denir. Şey,
tamam mı, sonracığıma, anladın mı, efendime söyleyeyim, var ya gibi sözler bu
başlık için örneklerden sadece bazılarıdır.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Örn
ek
•“Neyse…Suyu indirdik.” (Kutlu, 1990:7)
•“Var ya…Su azaldı.” (Kutlu, 1990:7)
Öze
t
•Kelimeler bir dilin yapıtaşlarıdır. Dili oluşturan kelimeler ve onların çağrışım dünyası ne kadar zengin olursa dilin zenginliği de o derece de artar. Dil kullanıldıkça kelimelerin anlam katmanları artmakta ve sadece sesten ibaret kalmamaktadır.
•Dil yaşamın içinde şekillendiğinden kültürde var olan her şey dile yansımaktadır. Bu sebeple kültürde meydana gelen değişimlerin yansımalarını dilde de görmek mümkündür.
•Türkçe bu bakımdan oldukça değişken bir duruma sahiptir. Çok kısa bir zaman zarfında farklı milletler ve topluluklarla etkileşime giren Türk kültüründe önemli bir zenginlik ve çeşitlilik meydana gelmiş bu da doğal olarak dile yansımıştır. Türkçe farklı milletlerden aldığı çeşitli unsurları bünyesinde eritmiş ve kendisine mal etmiştir. Özellikle farklı dillerden kelimelerin Türkçeye geçmesi bu yolla olmuştur.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim
Sorsaydım söylerdi herhâlde
Soramadım
“Yetişmek” sözcüğü aşağıdakilerin hangisinde bu dizelerdeki anlamıyla kullanılmıştır?
a) Arkadan bize yetişti.
b) Ambulans yetişmeseydi yaralı çocuk ölebilirdi.
c) Bu proje yarına yetişmeli.
d) Tam bir asker olarak yetiştirildi.
2. Aşağıdakilerin hangisinde, hem deyim hem gerçek anlamıyla düşünülebilecek bir söz grubu vardır?
a) Adamın canı sıkılıyordu.
b) Elindeki kitaba bir iki dakika göz attı.
c) Adamın gözlerini kan bürümüştü.
d) Göze batan bir yapısı vardı.
3. Aşağıdakilerin hangisinde “zor durumda kalmak” anlamında bir deyim kullanılmıştır?
a) Aldığı bu haberle etekleri tutuşacaktır.
b) O kadar yürüdük ki ayaklarımıza kara sular indi.
c) Sorular o kadar zordu ki alnında boncuk boncuk terler birikmişti.
d) Yine iki ayağımı bir pabuca soktular.
4. Son gül dağıldı, son kuş uçup gitti
Şimdi yaz, yaprakların tabiatı örten pasındadır
“Son” sözcüğü aşağıdakilerin hangisinde bu dizelerdeki anlamıyla kullanılmıştır?
a) Son günlerde ona bir hâl oldu.
b) Son öğrenci de okulu terk etti.
c) Son derece ağırbaşlı bir çocuktu.
d) Son kitabını okurları için imzaladı.
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
5. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde deyim açıklayıcısı ile verilmemiştir?
a) İskelenin kıyısında bir adam, oturmuş, kara kara düşünüyordu.
b) Babam, yeğenini çok seviyor, onun için deli divane oluyordu.
c) Merak etmeyin; ona sert bir karşılık verecek, haddini bildireceğim.
d) Zavallı; ömrü boyunca sıkıntı içinde yaşadı, iyi gün görmedi.
Cevap Anahtarı: 1-A, 2-C , 3-D , 4-B , 5-A
Türkçenin Kimlik Bilgileri II
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aksan, D. (1982). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, I, II, III. Ankara: TDK. Aksan, D. (1996). Türkçenin Sözvarlığı. Ankara: Engin. Alatlı, Al. (1999). Schrödınger’in Kedisi (Kabus). İstanbul: Boyut. Baydur, S. Y. (2007). Dil ve Kültür. İstanbul: Pan. Güntekin, R. N. (1999). Yaprak Dökümü. İstanbul: MEB. İlhan, A. (1996). Bıçağın Ucu. Ankara: Bilgi. Karahan, L. (1994). 99 Soruda Türkçe Kültürü. (Haz. İskender Pala). İstanbul: Çocuk
Vakfı . Kutlu, M. (1990). Sır. İstanbul: Dergâh. Seyfeddin, Ö. (2000). Yalnız Ef.İstanbul: Morpa Kültür . Pala, İ. (2003). İki Dirhem Bir Çekirdek. İstanbul: LM. Safa, P. (1996). Mahşer. İstanbul: Ötüken. Taner, H. (1996). Ayışığında Şamata. Ankara: Bilgi. Tanpınar, A. H. (1992). Saatleri Ayarlama Enstitüsü. İstanbul: Dergâh. Türk Dil Kurumu (2005). Türkçe Sözlük. Ankara: TDK. Ünalan, Ş. (2004). Dil ve Kültür. Ankara: Nobel. Yalçın, A. (1997). Anadolu Ezgisi. Ankara: Günce.
•“e”, “v” sesleri tek tek bizde hiçbir nesneyi, hareketi ya da kavramı uyandırmaz/çağrıştırmaz. Ancak kelime oluşturacak şekilde yan yana gelerek bir anlam ifede ederler.
GİRİŞ
Dil tanımlamaları yapılırken üzerinde durulan en önemli husus onun,
seslerden örülmüş bir sistem olduğudur. Ancak insanın çıkarabildiği sesler sonsuz
sayıda değildir. Diller arasındaki farkı meydana getiren ise bu sesler arasında
kurulan bağlantılar ve bu bağlantıların kuruluş şekilleridir. Türkçe özellikle “sesli-
ünlü-vokal”ler bakımından zengin bir dil olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu ünitede Türkçede kullanılan sesler ve bu seslerin bir araya gelmelerinde
uyulması gereken kurallar işlenecektir.
SES NEDİR?
Ses, fizikte, müzikte ve dil biliminde çok kullanılan bir kelimedir.
Dil bilgisine göre ses, ciğerlerden gelen havanın etkisiyle ses organlarında
oluşan ve yayılarak kulakla duyulabilen titreşimdir.
Ağız ve burun yoluyla çıkan ses ham sestir. Buna “seda” denir. “Seda” dil
bilgisine göre hiçbir şey ifade etmez. Yeni doğan çocuğun sesi böyledir.
Seda ağızda özel bir amaç ve gayretle istenen kalıba dökülür ve istenirse ses
hâline gelir. Yani ses, sedanın bir amaca göre yontulmuş şeklidir.
Seslerin tek başına anlamları yoktur.
Sesler sadece kelime kurmada görev alırlar.
Sesler kaynaşma ve birleşme yoluyla “ev” şeklinde örülürse, zihinler
arasındaki gizli antlaşmalar gereği bir anlam ifade ederler.
Öyleyse ses, tek başına anlamı olmayan, ancak anlamlı ve görevli dil birlikleri
yapmaya yarayan dil malzemesidir.
HARF
Ses, havada yayılır ve kaybolur.
Türkçe’nin Ses Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sesin kalıcı olması/kaydedilmesi, her ses için kabul edilen bir
sembolle/şekille mümkün olur.
Harfler, yazıda her ses için kabul edilen sembollerdir.
Harf, sesin resmidir.
Bir dildeki seslerden söz ederken ” a, b, c, ç, d” harfleri demek yanlıştır.
TÜRKÇENİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Sözcüklerde
1- Ünlü uyumu vardır. 2- Sözcük başında birden çok ünlü bulunmaz. 3- Sözcüklerde birden çok ünlü yan yana gelmez. 4- Sözcük başında c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleri bulunmaz. 5- Çekim, eklerle yapılır. 6- Ön ek değil, son ek kullanılır. 7- Soru ekle yapılır. 8- Bitişkendir.
Adlarda
1- Belirlilik takısı yoktur. (Arapçadaki “el”, İngilizcedeki “the”, Almancadaki “der/die/das”, Fransızcadaki “le/la” takıları gibi)
2- Cinslik (erillik/dişilik) yoktur. (Arapçadaki “Latif/Latife” gibi)
3- Çekim, iyelik ekleriyle yapılır.
4- Sıfatlar adlardan önce gelir.
5- Sıfatlardan sonra çokluk eki gelmez.
Eylemlerde
1- Çeşitleri boldur.
2- Ekleri boldur.
3- Yardımcı eylemler “i-”, “tur”, “ol-” biçimindedir.
4- “Malik olmak/sahip olmak” anlamında bir eylem yoktur.
5- Olumsuz hareket için “değil, yok” gibi özel eylemler vardır.
Bir sözcük içinde bulunan ünsüzlerden birinin komşu ya da uzak öteki ünsüze
ton ve boğumlanma bakımından benzemesi olayıdır.
Ton bakımından benzeşme:
Boğumlanma bakımından benzeşme
Türkçede ünlü ile biten fiil kök ve gövdelerine şimdiki zaman eki
getirildiğinde fiil kök ve gövdesindeki “a” ve “e” ünlüleri “yor” ekinden sonra
darlaşır ve ünlü uyumlarına göre ı, i, u, ü’ye dönüşür.
Türkçe’nin Ses Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Örn
ek
Met
in
• FISTIKÇI ŞAHAPGİL Gaziantep’te “Fıstıkçı Şahapgiller” diye tanınan bir aile vardı. Geçimini fıstıktan sağlayan bir aileydi. Geçmişten bugüne hep fıstık yetiştirerek hayatlarını sürdürmüşlerdi. Ailenin büyüğü Şahap Bey, fıstık bahçesine girdi mi, sabahtan akşama kadar çıkmazdı. Bir uçtan bir uca kocaman bahçede türkü söyleyerek gezinirdi. Her ağaçta gençlik hatıraları saklıydı. Babasıyla birlikte dikmişti bu ağaçları. Gençti o zamanlar, dinçti, delikanlıydı. Bir fıstık âşığıydı sanki. Öyle ki herkes “Fıstığı Şahap’tan sor!” derdi. Bir gün büyük oğlu Mesut çocukça bir soru sordu: “Baba,” dedi, “insan üç yıl üst üste patates yetiştirse, patatesten bıkar. Sen bıkmadın mı bunca yıl fıstık yetiştirmekten? Şahap Bey, Mesut’tan yana sevgiyle baktı. “Sorunun cevabı şu raftaki kitapta yazılı” dedi. “Çok faydalı bir kitaptır o. Birlikte okuyalım mı?” “Elbette” dedi Mesut. Şahap Bey, önceden işaret koyduğu bir sayfayı açtı ve birkaç cümle okudu: “İnsan, en iyi bildiği ve en çok sevdiği işte gerçekten başarılı olur. Hedefte bildiğin ve sevdiğin bir meslek olmalı. O meslekte en iyi olmaya çalışmalısın. Yoksa işin sonu başarısızlıktır. Ahtan, vahtan, eyvahtan kurtulamazsın. Yaşayacağın pişmanlıktan dolayı hayattan zevk alamazsın. Peki pişmanlık nedir? Yakıcı ve yıkıcı bir histir.” Kitabı kapattıktan sonra ekledi Şahap Bey: “En iyi bildiğim ve çok sevdiğim işten niye vazgeçeyim? Sen de vazgeçme! Fıstıkçı geldik, fıstıkçı gidelim. Meslektaş olduk, meslektaş kalalım. Anlaştık mı?” Mesut, Şahap Bey’in elini saygıyla öptü. “Anlaştık baba” dedi. “Fıstıkçıyız, meslektaşız. Merak etme!” (T.ŞİMŞEK)
Yukarıda p, ç, t, k, ş, h, p sesleriyle biten sözcüklere gelen eklerin tonlu
seslerle başladığı görülüyor.
Türkçe’nin Ses Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Örn
ek
Met
in
•İKİNCİ SÜMBÜL SİNAN “Kambersiz düğün olmaz” derler. Çembersiz geometri de olmaz. Ne ilgisi var diyeceksiniz. Kamber aynı zamanda matematik öğretmeniyse neden olmasın? Peki Kanber Bey nasıl bir öğretmen? Bir kere mesleğinde bir numara... Öğrencileriyle kurduğu iletişim çok iyi… Her Çarşamba perşembe günü öğrencileriyle saklambaç oynayan bir öğretmen. 24 Kasım Öğretmenler Gününde yük ambarından çağırdılar Kamber Bey’i. “Allah Allah” dedi kendi kendine. “Yük ambarıyla ne işim olur ki benim?” Ambara gitti. Bir de ne görsün? Öğrencileri armağan olarak bir kamyon sümbül göndermişler. Düşünebiliyor musunuz? Bir kamyon dolusu sümbül… “Allah iyiliğinizi versin çocuklar!” diye güldü Kamber Bey. “Şimdi ben bu kadar sümbülü ne yapayım?” Kamyoncuya “Sür bakalım bizim okula!” dedi. Kamyonu okulun önünde durdurdu. Bir kamyon sümbülü bütün öğrencilere dağıttı. Edebiyat tarihimizde Sümbül Sinan diye bir şair vardı. “Gül alırlar gül satarlar / Gülden terazi tutarlar / Gülü gül ile tartarlar / Çarşı pazarı güldür gül.” demişti. Şimdi Millî Eğitimimizde görev yapan bir Sümbül Öğretmen var. Sümbül Kamber… Öğrencileri daha şimdiden “Gider sümbül gelir sümbül / Dağıttığı bin bir sümbül / Çantası sümbül bahçesi / Elinde tebeşir sümbül” diye bir şiir yazdılar bile. Yakında kendisi de Sümbül Sinan gibi şiirler yazmaya başlarsa kimse şaşırmasın. Galiba ikinci Sümbül Sinan vakasıyla karşı karşıyayız. Ne diyelim? Vatana, millete, Millî Eğitim camiasına hayırlı olsun. (T.ŞİMŞEK)
Türkçe’nin Ses Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Öze
t •Türkçenin Ses Özellikleri Şunlardır:
•1.Türkçe sözcüklerde ilk heceden sonraki hecelerde "o" ve "ö" ünlüleri bulunmaz: Doktor, horoz, motor, balon, maydanoz, koro, sigorta, kozmopolit gibi sözcükler öz Türkçe değildir.
•2.Türkçe sözcüklerde "f,h,j" sesleri yoktur. Ancak yansıma sözcükleri bu kuralın dışındadır.
•J=Jandarma, jilet, jokey, baraj gibi. Öte yandan j ile başlayan sözcükleri dil kendine benzetir: candarma, cokey, baraş gibi.
•F=Fiil, fayda, faal, fakir, fasıl, misafir, insaf, saf, final gibi.
•H=Hafta, haber, hüküm, hasır, hisar gibi.
•Öte yandan, Türkçede f ve h harfleri yalnızca ünlemlerde ve ses taklidine dayanan sözcüklerde görülür: of, oh, fısıltı, fısır fısır, hışır hışır, hışırtı, hırıltı, fokurdamak, fıkırdamak Türkçedir. Bazı Türkçe sözcüklerdeki f ler de aslında v dir: övke-öfke, yuvka-yufka, uvak-ufak gibi.
•3. Türkçe sözcüklerin başında c,ğ,l,m,n,r,v,z sesleri yansıma dışında bulunmaz.
•Vazo, vakum, vize, zil, nane, can, cahil, cebir, mavi, rapor, vasıf, ruh, vezin, rosto, renk, rezil, lamba, lazım, leğen. Bu sözcüklerden bazılarını dil kendine uydurmaya çalışır: ileğen, ilimon, irezil, ilazım gibi.
•Yansıma olan durumlar: mırıltı, miyav, melemek, mışmak, mışıl mışıl, ninni, vınlamak, vızır vızır gibi sözcükler öz Türkçedir.
•4. Türkçede sözcük sonunda b,c,d,g ünsüzleri bulunmaz: Kitab, hesab, tac gibi sözcükler yabancı kökenlidir. Dil bunları kendine uydurur: kitap, hesap, taç gibi.
•5. Türkçe sözcüklerde sona gelen p,ç,t,k ünsüzleri iki ünlü arasında kalınca yumuşarlar.
•sevinç-sevinci, yurt-yurdu, tat-tadı, genç-genci, dolap-dolabı, çocuk-çocuğu. Ancak tek heceli sözcükler yumuşamaz: top-topu, ip-ipi, ek-eki, aç-açık, süt-sütü, iç-içim gibi. Bunun dışında çok heceli yumuşamayan sözcük varsa büyük olasılıkla o Türkçe değildir: sepet-sepeti, (kaset-kasedi dil kendine uyumlandırmış)
•6. Türkçe sözcüklerde bir hecede iki ünlü yan yana gelmez: Kuaför, Kaos, Saat, ait, aile ziraat, matbaa, arkeolog, fuar, realizm gibi sözcükler dışardan gelmişlerdir.
•7. Türkçe sözcüklerde başta iki çift ünsüz bulunmaz: gram, spor, granit, plan, slav, kreş, kravat, kral, kraliçe, fransa. Bazı sözcükleri dil kendine uydurmaya çalışır: ispor, islav, iskandinav, ispanya gibi.
•8. Türkçede sözcük köklerinde çift ünsüz bulunmaz: şeffaf, şiddet, kıssa, hakkı, bakkal, zimmet, millet, hisse, zimmet gibi.
•9. Türkçe sözcüklerde ikiz ünsüzlere ancak eklerin birleştiği yerlerde rastlanır: yolluk, sessiz, bıkkın, yuttum gibi.
•10. Türkçe sözcük sonlarında belli çift ünsüzler bulunur:
5. Aşağıdakilerin dizelerin hangisinde “ünsüz yumuşaması”na örnek olabilecek bir sözcük yoktur?
a) Bakakalırım giden geminin ardından
b) Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
c) Gökyüzünün başka rengi de varmış
d) Şu dağın başında kar ben olaydım
Cevap Anahtarı: 1-B, 2-A , 3-B , 4-B , 5-D
Türkçe’nin Ses Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aksan, D. (1998). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK. Gencan, T.N. (1979). Türk Dil Bilgisi. Ankara: Türk Dil Kurumu. Gülensoy, T. (2001). Türkçe El Kitabı. Ankara: Akçağ. Güvenç, B. (1993). Türk Kimliği-Kültür Tarihinin Kaynakları. Ankara: Kültür
Bakanlığı. Güvenç, B. (2002). Kültürün ABC’si (2.Baskı). İstanbul: Yapı Kredi. Heredot (1973). Heredot Tarihi. (çev. Müntekim Ökmen). İstanbul: Remzi. Türk Dili ve Edebiyatı. (ty). Türk dili ve Edebiyatı .
http://www.turkceciler.com/konusma.html adresinden 07.07.2011 tarihinde erişilmiştir.
Porzıg, W. (1989). Dil Denen Mucize I-II. (çev. Vural Ülkü). Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1977). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ( Cilt 2). İstanbul: Dergâh.
Uygur, M. (1996). Kültür Kuramı. İstanbul: Yapı Kredi. Yavuz, K. , Yetiş, K. ve Birinci, N. (1996). Üniversite Türk Dili ve Kompozisyon
Dersleri. İstanbul: Bayrak.
İÇİN
DEK
İLER
• Temel Kavramlar
• Kök
• Gövde
• Kelime
• Kelime Çeşitleri
• Ekler
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türkçenin yapısı hakkında genel bilgi sahibi olacak,
• Türkçenin eklerini ayırt edebilecek,
• Kelime türlerini tanıyabileceksiniz.
ÜNİTE
7
HECE BİLGİSİ, TÜRKÇENİN
YAPIM EKLERİ ve ÇEKİM EKLERİ
TÜRK DİLİ - I
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Daha önceki ünitelerde dillerin çeşitli şekillerde gruplandırıldığı belirtilmişti.
Türkçenin yapısı itibarıyla sondan eklemeli diller arasında yer aldığı anlatılmıştı.
Sondan eklemeli bir dil olarak Türkçe açısından eklerin en az kelimeler kadar
önemli olduğu bir gerçektir. Çünkü kullanılan ekler vasıtasıyla hem yeni kelimeler
türetilmekte hem de kelimeler istenilen şekilde çekimlenebilmektedir.
Türkçenin ekleri, bu eklerin şekillerini ve kullanım çeşitlerini bilmek dilin
daha etkin bir şekilde kullanılması açısından son derece önemlidir. Bu ünitede
Türkçede kullanılan eklerin çeşitleri ve kullanım özellikleri üzerinde durulacaktır.
HECE BİLGİSİ, TÜRKÇENİN YAPIM EKLERİ ve ÇEKİM
EKLERİ
Yapı Bilgisi: Kelimelerin yapısını, türeme yollarını ve çekim biçimlerini
içeren bilgi.
Şekil Bilgisi (morfoloji): Kelime ve kelime çeşitlerinin köklerini, eklerini,
bunların yapısını ve görevini inceler.
Biçim Birimi (morfem): Kelimelere dil bilgisi bakımından biçim veren çoğu ek
hâlinde olan kelime parçalarını inceler.
Ek: Kelimelerle cümleler kurmak, onlara cümle içinde görev yüklemek ve
kelimelerden yeni kelimeler türetmek amacıyla onlara eklenen seslere/hecelere ek
denir.
Kök
Bir kelimenin, daha küçük parçalara ayrılmayan, anlamlı en küçük parçasına
kök denir.
Kelime kökü, kelimenin tamamı ile ilgili olmalıdır.
“Okul” kelimesinin kökü, “oku-” fiilidir. Bu kelimede “ok” kısmı da bir anlam
taşır. Ancak “okul” ile “ok” arasında bir ilgi yoktur.
Kökler dilin ana malzemesi olup bilemediğimiz zamanlardan beri vardır.
Sonradan yapılmazlar. İhtiyaç duyduğumuz kelimeler bu köklerden faydalanılarak
yapılır.
Kökler iki çeşittir:
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Örn
ek
•fış – kır-
•miyav-la-
•çıt-ırtı
•fıs- ılda-
İsim Kökleri
Bir varlığı, niteliği, ilgiyi veya duyguyu en kısa biçimde tanıtan köklere denir.
Dört çeşittir:
a) Varlık kökleri: Çöl, yol, sıra, ev...
b) Nitelik kökleri: İyi, güzel, kötü...
c) Duygu kökleri: Ah, vah, tüh, ey...
d) İlgi kökleri : Ben, sen, o, ile, için...
İsim kökleri cümle içinde “isim, zamir, zarf, sıfat, edat, bağlaç ve ünlem”
göreviyle kullanılabilir.
Dilimizde isim kökleri en fazla üç heceden oluşur.
Karınca, kelebek, araba... gibi
İsim kökü içine “yansıma kök” dediğimiz doğa ses ve görüntülerinden
esinlenerek yapılmış kökler de girer.
Fiil Kökleri
İş, oluş, hareket ve durum bildiren köklere fiil kökleri denir.
gel-, otur-, ver-... gibi.
Dilimizde hem fiil hem isim kökü olarak kullandığımız kelimeler de vardır.
Bunlara “ortak kök” denir.
Bu kelimeler tek anlam taşımalarına rağmen diğer köklerin tersine hem isim
hem fiil eklerini alabilirler.
Bu kökleri sesteş (eş sesli) kelimelerle karıştırmamak gerekir. Sesteş
kelimeler, iki ayrı kelimedir, ortak kök ise tek bir anlamı olan, kullanıldığı yere göre
fiil ya da isim olan kelimedir.
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Fiil Kökü İsim Kökü
eski - y – en giysi eski-ci
ağrı - yor ağrı - lar
taş – kın su taş
“eski/eski-, ağrı/ağrı-, taş/taş-” ortak köklerdir.
Sesteş kelimeler
yüz (sima/çehre)(isim kökü) yüz (100) (isim kökü)
Gövde
Bir dilde bulunan isim ve fiil kökleri varlıkların, kavramların, hareketlerin
teker teker karşılığını verecek kadar çok değildir. Gerekli olan kelimeler bu köklere
yapım ekleri getirilerek sağlanır. Bu yolla yapılmış kelimelere gövde denir.
Bir kelimenin gövde olabilmesi için en az bir yapım eki alması gerekir.
Fiil Gövdesi İsim Gövdesi
Fiil Kökü + Yapım Eki İsim Kökü + Yapım Eki
Göz - le Uç - ak
Uç - ur Göz - cü
Kelime (Sözcük)
Cümlenin anlamlı en küçük birimine ya da bazen tek başına anlamı olmadığı
hâlde (edat) cümle içinde anlam kazanan anlatım birimlerine kelime (sözcük) denir.
Kelimelerin belirli bir düzen içerisinde bir araya getirilmesi sonucu insanlar
arasında anlaşma sağlanır.
Bunu, dağınık hâldeki kelimelerle bir cümle kurarak görelim.
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Öze
t •Türkçenin yapısı bakımından sondan eklemeli bir dil olduğu daha önceki ünitelerde açıklanmıştı. Sondan eklemeli dillerin temel özelliği kelimelerin köklerinin bulunması ve dilin, bu kökler üzerine getirilen ekler yardımıyla işletilmesidir. Türkçede bulunan kelime kökleri ise isim ve fiil kökleri olarak ikiye ayrılmıştır.
•Türkçede yeni kelimeler, kelime köklerine getirilen yapım ekleriyle yapılmaktadır. Bu ekler isimden isim, isimden fiil, fiilden isim ve fiilden fiil yapım ekleri olarak adlandırılmaktadır.
•Türkçede kelimelerin şahıs zaman ve benzeri çekimleri ise çekim ekleri kullanılarak yapılmaktadır. Çekim ekleri de isim ve fiil çekim ekleri olarak iki ana gruba ayrılmaktadır.
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
2. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde birden fazla yapım eki almış sözcük kullanılmıştır?
a) Utangaçlık nedir bilmeyen bir çocuktu.
b) Basın tarihinde böyle olay yok.
c) Eskiden yeni gelinler bir süre iş yapmazlarmış.
d) Yazı yazmaya çok meraklıydı.
3. "Kitaplık - elmaları - kabakulak" sözcükleri için, sırasıyla aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
a) Türemiş - basit - birleşik yapılı oldukları
b) Türemiş - birleşik - birleşik yapılı oldukları
c) Basit - türemiş - birleşik yapılı oldukları
d) Basit - basit - birleşik yapılı oldukları
4. Aşağıdaki sözcüklerden hangisi isimden türemiştir?
a) Durak
b) Görüş
c) İnsanlık
d) Öğrenci
5. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yansımadan türemiş bir sözcük vardır?
a) İsmini sayıklayacağım ölene kadar.
b) Bir takırtı duydu gecenin sessizliğinde.
c) Sözcüğü doğru heceledi.
d) Konu incelenecek, araştırılacak.
Cevap Anahtarı: 1-C, 2-A , 3-A , 4-C , 5-B
Hece Bilgisi, Türkçenin Yapım Ekleri ve Çekim Ekleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Aksan, D. (1998). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK. Gencan, T. N. (1979). Türk Dil Bilgisi. Ankara: TDK . Gülensoy, T. (2000).Türkçe El Kitabı. Ankara: Akçağ . Güvenç, B. (1993).Türk Kimliği-Kültür Tarihinin Kaynakları. Ankara: Kültür Bakanlığı. Güvenç, B. (2002). Kültürün ABC’si (2.Baskı). İstanbul: Yapı Kredi.