yola "müstatil tarik", daire ola- na da "devri tarik" kaydede- rek devri tariki müstatil tariki tutanlara tercih eder. Zira müstatil ta- rik sülük hangi noktaya onun ötesinde görürlerken devri tarik sahip- leri her mertebede, her yerde ha- ve bulurlar. seyirleri Hak'tan Hakk'a Hak ile Mev- leviler inayeti, de him- tutulan ve saliki vahdet-i vücu- dun erdiren bu yolu lerdir (Ankaravi, s. 74). Mevleviler, bayramlarda tebrik töreni için et- tikleri halkaya "devr-i kebir'' derler. Kadiriyye, bilhassa Halvetiyye ve onun çok esma" de- dikleri devrana büyük önem verirler. Hal- vetiler enfüsten afaka (içten olan devre "devr-i afaktan en- füse olan devre "devr-i kübra" derler (Haririzade, I, vr. 343 • ). Cerrahiler, Nüreddin Cerrahi'ye ilham "hay hay hQ"yu oku- yarak "Vefa devri"ne özel bir önem verir, "devr-i Vele- di"yi de uygularlar (Tomar·Halvetiyye, s. 31 , 60) döne döne zikretme ve bu yoldan Hakk'a erme gayesi tabii ve ilahi nizama uygun bir anlatmak için fetek- Ierin hatta alemde bulu- nan her dönmekte me- leklerin (bk. Zümer 39 / 75), Kabe çevresinde dönerek iba- det ettiklerini, bundan sü!Qk eh- linin ilahi cezbeye dönmesinin tabii bir söylerler (Ankara- vi, s. 75). Tarikat devrana bü- yük gösterdikleri için "dönen linde Devrani zikrin tarikat ara- giderek zahir ulema- tepkisine yol bu uygulama- reddetmek için eserler kaleme Ebü'l- Ferec Ta- Teymiyye, Birgivi, Kemal- ve EbüssuQd Efendi gibi ünlü alimler devran tepkilerini sert ortaya daha da ileri giderek raks ve he- la! iddia lerdir. Mehmed ve Halebi raks ve devrana döne döne zikir di- ni oyun ve oyuncak haline getirmekten bir Zenbilli Ali Efendi bir risalede savunurken ve Ebüssu- Qd Efendi ona Sünbül Sinan, savunmak için biri Arapça, Türk- çe iki risale Bununla birlikte caiz oldu- yolunda bir dev- ran halinde zikreden tarikat ehline do- yasaklayan bir de ferman (Tomar·Halvetiyye, s. 60). vaiz ve müftüler ta- desteklenen ve zaman zaman fiili müdahalelere varan devran aleyh- hareketleri önlemek için devletçe tedbir Buna bu ko- nudaki lehinde ve aleyhinde pek çok risale kaleme ri de sema ve red için risateler : Serrac, el-Lüma', s. 377-383; er- Risale, s. 205, 647, 746; Gazz:'m. Kahire 1312, ll, 182-210; Kitabü 's - Sema', Köprülü Ktp., nr. 391; Tel- bfsü iblfs, s. 249; Esrarü't- Tahran 1348 s. 236, 240, 384; Teymiyye, Mecma'atü ' r-resa'il, 1, 69; Cam!, Netehtit, s. 468; Zenbilli Ali Efendi. Risaletü' d- deveran, Süleymaniye Ktp., Harput, nr. ll, vr. lll b; Risale tr Süleymaniye Ktp., Murad Buhar!, nr. 327 ; him b. Muhammed ei-Haleb1. Kayseri Efendi Ktp., nr. 429, vr. 65'; Birgiv1, Tarrkatü'l-Muhamme· diyye, 1318, IV, 61; Aziz Mahmud Hü- dayi, 'an vechi's·sema' , Süley· maniye Ktp., Lala nr. 190/1 ; Ankarav1. ve Bulak 1256, tür.yer. ; AbdOlahad NO ri, Risale tr ceva- zi 'd-deverani's·sütiyye, ts.; Katib Çe- lebi. Mfzanü'l-hak, 1297, s. 201; Ha- ririzade, Tibyan, vr. 343'; Abdülker1m Celve- ti. Risale tr Süley· maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3632, vr. 311; Abdülgani Risale tr tahklf!:i'd-de- ve sema'ihim, Süleymaniye Ktp., Süleyman nr. 392; Meh- med, Risale Süleymaniye Ktp., Mahmud, nr. 1915, vr. 5b ; Tomar·Kadiriyye, s. 49, 56; Tomar -Halvetiyye, s. 31, 60; Abdülba- ki Göl Mevlevf Adab ve 1963, s. 85; H. Kamil "Aziz Mahmud Hüdayi'nin Sema Rishlesi", MÜiFD, IV 986), s. 237-284; Recep Uslu, "Devran Sürenindir...", Yedi iklim, V /38, 1993, s. 94-95. Iii SüLEYMAN ULUDAG D Mevleviyye ve tarikatlarda zikir genel olarak "kuQd", ve "devran" denilen killerde icra edilir. Zikri hafi ve kuQdi olarak icra eden DEVRAN ki tarikatlarda zikre oturularak ayakta devam edilir ve zikir dö- nerek devranta sona erer. "Hal- ka" denilen daire der- ayakta, göre veya sola dönerek yüksek sesle Al- isimlerini okuyarak zik- re devran verilir. Devran zikri lan tekketere pek olmamakla bir- likte "devrani tekkeler", de "devrani Devrani tekketerde zikre, yüksek sesle okunan oturarak (kuOdi) kelime-i tevhid ve ism-i celal zik- riyle devam edildikten sonra kal- zikre geçilir. Uzunca bir süre devam eden zikirden sonra ise devrani zikir Tarikatiara gö- re birçok gösteren devran ge- nel olarak El ele tu- "ism-i hQ"yu zikrederek devrana "hQ"da ayak- la bir ikinci "hQ"da sol .ayak geti- rilir, böylece devran üç devam eder. Allah, vahid, ahad, samed isimleri zikredilerek devra- na devam edilir. usulüne göre bu veya sola olabilir. Mesela Kadiriyye'de Halve- tiyye'de Zikir, "Kalbimde fikrim Allah, dilimde zikrim Allah, nur Muham- med sallallah, lailahe illallah" denilerek ve kelime-i tevhid okunarak sürdürülür. kol omuzuna, sol kol beline konularak zikre devam edilir. Bir müddet sonra "ism-i hay·a geçilince zi- kir kalbiye ve hafifler. Zakirl er zikrin itibaren zikrin ritim ve hareketine uygun ilahiler okurlar. Ses- lerin perde perde yükselmesiyle "ism-i hO" süratlenir. Bir süre bu de- vam edildikten sonra nihayet "hQ"- larla devran zikrine son verilir. Burada ana ile verilen devran, zikri icra eden ve bu- göre çok daha fark- uygulanabilir. Mesela Kadi- riler'de, devran sürerken MevlevTier gibi kollar tek dönülen bir sema var- Halvetiyye'nin Sivasiyye kolunda da devrana herkes kendi ekseni "hay Allah" diye zikreder, da- ha sonra halka edilir. Devran zikri özellikle XIX. ye- ni ve tavaf tev- hidi, BeyyQmi zikri, bedevi topu, dem- deme gibi yeni ya mi- devran i zikir usul- leri bu 249
2
Embed
DEVRAN · 2018-05-25 · Zikir, "Kalbimde fikrim Allah, dilimde zikrim nur Muham med sallallah, lailahe illallah" denilerek ve kelime-i tevhid okunarak sürdürülür. Sağ kol yanındakinin
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
yola "müstatil tarik", daire şeklinde olana da "devri tarik" denildiğini kaydederek devri tariki tutanları müstatil tariki tutanlara tercih eder. Zira müstatil tarik mensupları sülük esnasında hangi noktaya ulaşıriarsa ulaşsınlar Hakk'ı onun ötesinde görürlerken devri tarik sahipleri her mertebede, her yerde Hakk'ı hazır ve nazır bulurlar. Bunların seyirleri Hak'tan Hakk'a Hak ile Hak'tadır. Mevleviler Hakk'ın inayeti, mürşidin de himınetiyle tutulan ve saliki vahdet-i vücudun sırrına erdiren bu yolu benimsemişlerdir (Ankaravi, s. 74). Ayrıca Mevleviler, bayramlarda tebrik töreni için teşkil ettikleri halkaya "devr-i kebir'' derler.
Kadiriyye, bilhassa Halvetiyye ve onun çok sayıdaki kolları "darb -ı esma" dedikleri devrana büyük önem verirler. Halvetiler enfüsten afaka (içten dışa) doğru olan devre "devr-i suğra ", afaktan enfüse doğru olan devre "devr-i kübra" derler (Haririzade, I, vr. 343• ). Cerrahiler, Şeyh Vefa'nın Nüreddin Cerrahi'ye ilham ettiğine inandıkları "hay hay hQ"yu okuyarak gerçekleştirdikleri "Vefa devri"ne özel bir önem verir, ayrıca "devr-i Veledi"yi de uygularlar (Tomar·Halvetiyye, s. 31 , 60)
Mutasawıflar, döne döne zikretme ve bu yoldan Hakk'a erme gayesi taşıyan devranın tabii ve ilahi nizama uygun bir davranış olduğunu anlatmak için fetekIerin döndüğünü, hatta alemde bulunan her şeyin dönmekte olduğunu, meleklerin arş etrafında (bk. Zümer 39/ 75), hacıların Kabe çevresinde dönerek ibadet ettiklerini, bundan dolayı sü!Qk ehlinin ilahi cezbeye kapılıp dönmesinin tabii bir şey olduğunu söylerler (Ankaravi, s. 75). Tarikat mensupları devrana büyük rağbet gösterdikleri için Batılı araştırmacılar onları "dönen dervişler" şeklinde adlandırmışlardır.
Devrani zikrin tarikat mensupları arasında giderek yaygınlaşması zahir ulemasının tepkisine yol açmış, bu uygulamayı reddetmek için çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Ebü'l- Ferec İbnü'l-Cevzi, Takıyyüddin İbn Teymiyye, Birgivi, Kemalpaşazade ve EbüssuQd Efendi gibi ünlü alimler devran karşısındaki tepkilerini sert şekilde ortaya koymuşlar, bazıları
daha da ileri giderek raks ve devranı hela! sayanların kafır olacağını iddia etmişlerdir. Saçaklızade Mehmed ve İbrahim Halebi raks ve devrana şiddetle karşı
çıkmışlar, döne döne zikir yapmanın dini oyun ve oyuncak haline getirmekten başka bir şey olmadığını söylemişlerdir.
Zenbilli Ali Efendi bir risalede devranı savunurken Kemalpaşazade ve EbüssuQd Efendi ona karşı çıkmışlardır. Sünbül Sinan, Kemalpaşazade'ye karşı devranı savunmak için biri Arapça, diğeri Türkçe iki risale yazmıştır. Bununla birlikte Kemalpaşazade'nin devranın caiz olduğu yolunda bir fetvası vardır; ayrıca devran halinde zikreden tarikat ehline dokunulmasını yasaklayan bir de ferman çıkarılmıştır (Tomar·Halvetiyye, s. 60). Osmanlılar'da bazı vaiz ve müftüler tarafından desteklenen ve zaman zaman fiili müdahalelere varan devran aleyhtarı hareketleri önlemek için devletçe tedbir alınmıştır. Buna rağmen bu konudaki tartışmaların arkası kesilmemiş, devranın lehinde ve aleyhinde pek çok risale kaleme alınmıştır. İmamiyye Şiileri de sema ve devranı red için risateler yazmışlardır.
BİBLİYOGRAFYA :
Serrac, el-Lüma', s. 377-383; Kuşeyri. erRisale, s. 205, 647, 746; Gazz:'m. i(ıya', Kahire 1312, ll, 182-210; İbnü'I-Kayseran1. Kitabü 's Sema', Köprülü Ktp., nr. 391; İbnü'I-Cevz1. Telbfsü iblfs, s. 249; İbnü 'I-Müneyyir. Esrarü 'ttevf:ırd, Tahran 1348 hş . , s. 236, 240, 384; İbn Teymiyye, Mecma'atü 'r-resa'il, 1, 69; Cam!, Netehtit, s. 468; Zenbilli Ali Efendi. Risaletü'ddeveran, Süleymaniye Ktp., Harput, nr. ll, vr. lll b; Kemalpaşazade. Risale tr tahkfki'l-J:ıak, Süleymaniye K tp. , Murad Buhar!, nr. 327 ; İbrahim b. Muhammed ei-Haleb1. er-Re/ış ve'l-vaf!:ş li-müstahilli 'r-rakş, Kayseri Raşid Efendi Ktp. , nr. 429, vr. 65'; Birgiv1, Tarrkatü'l-Muhamme· diyye, İstanbul 1318, IV, 61; Aziz Mahmud Hüdayi, Keştü 'l-f!:ına' 'an vechi 's·sema', Süley· maniye Ktp., Lala İsmail, nr. 190/1 ; Ankarav1. Minf:ıacü 'l-tuf!:ara' ve f:ıüccetü's · sema', Bulak 1256, tür.yer. ; AbdOlahad NO ri, Risale tr cevazi'd-deverani's·sütiyye, İstanbul , ts.; Katib Çelebi. Mfzanü'l-hak, İstanbul 1297, s. 201; Haririzade, Tibyan, ı, vr. 343'; Abdülker1m Celveti. Risale tr f:ıaf!:kı 'd-deverani's-şütiyye, Süley· maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3632, vr. 311; Abdülgani en-Nablusı. Risale tr tahklf!:i'd-deuerani'ş·şütiyye ve sema'ihim, Süleymaniye Ktp., Süleyman Paşa, nr. 392; Saçaklızade Mehmed, Risale ti'r-rak:.ş, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1915, vr. 5b ; Tomar·Kadiriyye, s. 49, 56; Tomar-Halvetiyye, s. 31, 60; Abdülbaki Göl pınarlı, Mevlevf Adab ve Erkanı, İstanbul 1963, s. 85; H. Kamil Yılmaz, "Aziz Mahmud Hüdayi'nin Sema Rishlesi", MÜiFD, IV (ı 986), s. 237 -284; Recep Uslu, "Devran Sürenindir...", Yedi iklim, V /38, İstanbul 1993, s. 94-95.
Iii SüLEYMAN ULUDAG
D MÜSİKİ. Mevleviyye ve Bektaşiyye dışındaki tarikatlarda zikir genel olarak "kuQd", "kıyam" ve "devran" denilen şekillerde icra edilir. Zikri hafi ve kuQdi olarak icra eden Nakşibendiyye dışında-
DEVRAN
ki diğer tarikatlarda zikre oturularak başlanır, ayakta devam edilir ve zikir dönerek yapılan devranta sona erer. "Halka" denilen daire şeklinde sıralanan dervişterin ayakta, tarikatın özelliğine göre sağa veya sola dönerek yüksek sesle Allah'ın isimlerini okuyarak yaptıkları zikre devran adı verilir. Devran zikri yapılan tekketere pek yaygın olmamakla birlikte "devrani tekkeler", dervişlerine de "devrani dervişler" denilmiştir. Devrani tekketerde zikre, tarikatın yüksek sesle okunan evradıyla oturarak (kuOdi) başlanır; kelime-i tevhid ve ism-i celal zikriyle devam edildikten sonra ayağa kalkılarak kıyami zikre geçilir. Uzunca bir süre devam eden kıyami zikirden sonra ise devrani zikir yapılır. Tarikatiara göre birçok farklılık gösteren devran genel olarak şu şekilde yapılır: El ele tutuşan dervişler "ism-i hQ"yu zikrederek devrana başlarlar. İlk "hQ"da sağ ayakla sağa doğru kısa bir adım atılır, ikinci "hQ"da sol .ayak sağ ayağın yanına getirilir, böylece başlayan devran üç dönüş devam eder. Allah, vahid, ahad, samed isimleri zikredilerek aynı şekilde devrana devam edilir. Tarikatın usulüne göre bu dönüş sağa veya sola doğru olabilir. Mesela Kadiriyye'de dönüş sağa, Halvetiyye'de soladır. Zikir, "Kalbimde fikrim Allah, dilimde zikrim Allah, nur Muhammed sallallah, lailahe illallah" denilerek ve kelime-i tevhid okunarak sürdürülür. Sağ kol yanındakinin omuzuna, sol kol beline konularak zikre devam edilir. Bir müddet sonra "ism-i hay·a geçilince zikir kalbiye dönüşür ve hafifler. Zakirler zikrin başından itibaren zikrin ritim ve hareketine uygun ilahiler okurlar. Seslerin perde perde yükselmesiyle "ism -i hO" süratlenir. Bir süre bu şekilde devam edildikten sonra nihayet kısa "hQ"larla devran zikrine son verilir. Burada ana hatları ile verilen devran, zikri icra eden tarikatın adabına ve tarikatın bulunduğu coğrafyaya göre çok daha farklı şekillerde uygulanabilir. Mesela Kadiriler'de, devran sürerken MevlevTier gibi kollar açılmadan tek başına sağa doğru hızla dönülen bir sema uygulaması vardır. Halvetiyye'nin Sivasiyye kolunda da devrana kalkılınca herkes kendi ekseni etrafında "hay Allah" diye zikreder, daha sonra halka teşkil edilir.
Devran zikri özellikle XIX. yüzyılda yeni tavır ve şekiller kazanmış, tavaf tevhidi, BeyyQmi zikri, bedevi topu, demdeme gibi yeni kı ya mi- devran i zikir usulleri bu yüzyılda yaygınlık kazanmıştır.
249
DEVRAN
Türk mOsikisinde sadece devran sırasında okunmak üzere zikrin ritmine ve muhtevasına uygun şekilde bestelenen eseriere "devran ilahileri" adı verilir. Devran zikrinde adım atmalar en önemli hareketi teşkil ettiğinden bu kısımda okunacak ilahilere başlanırken eserin ayak temposuna uygun olması gerekir.
Dinf mOsiki repertuvarında önemli bir yeri olan devran ilahilerine şu eserler örnek gösterilebilir: Halvetfler, "Aşkın
ile aşıklar yansın ya Resülellah" mısraıyla başlayan ilahi ile devrana girerler. "Dolap niçin inilersin. derdim vardır inilerim"' mısraı ile başlayan düyek usulünde ve rast makamındaki eser de devrana girerken okunur. Her mısraın sonunda "ya hay" zikri tekrarlanır. Bu ilahinin bir de neva ve uşşak bestesi vardır. Devrana kalkılırken okunan bir diğer eser de, "Ey aşıkan ey aşıkan iliallah hO" mısraı ile başlayan hicaz ilahidir. "Şürfde vü şeyda kılan yarin cemalidir beni" mısraı ile başlayan ilahi de Zekai Dede tarafından hicaz, ferahnak ve acem makamlarında düyek usulünde bestelenmiştir.
Devranın başlarında ağır olarak söylenen "ism-i hO" bölümünde okunması en uygun olan ilahi budur. Bu bölüm devam ederken okunan diğer bir ilahi de, "'Durmaz yanar vücüdum ah etmeyip nideyim" mısraı ile başlayan düyek usulünde rast ve mahur makamlarında bestelenmiş eserdir. '"Gelin ey aşıklar gelin hO mevlam hO" mısraıyla başlayan düyek usulündeki saba ilahi de bu bölümdeki "ism-i hü"dan sonra okunur. Devranın sonlarına doğru "ism-i hay·· zikrinin iyice hızlandığı sırada okunan eserlere, "Benem ol aşk bahresi denizler hayran bana" mısraı ile başlayan ağır düyek usulündeki saba ilahi ile, "Allah Allah hüve rabbüna ya rahman" mısraı ile başlayan düyek usulünde saba ve neva makamlarında bestelenmiş cumhur ilahisi örnek verilebilir. Rast makamında, "Ben dervişim diyene"'; hicaz, mahur, uşşak, bayati makamlarında bestesi bulunan, "Gönül hayran oluptur aşk elinden": saba makamında, "Arayı arayı bulsam izini"': nihavend makamında, "Zahid bizi ta'neyleme devraniyiz Halvetfyiz": uşşak makamında, "Seyrimde bir şehre vardım": segah makamında, "Zahidlere karşı bu dem dönsün bizim devranımız"; eviç makamında. "Devran odur kim devranı devr-i felek bilmez ola", "Mevlam senin aşıkların devran ederler hO ile"' mısralarıyla başlayan ilahiler sıkça okunan devran ilahilerinden bazılarıdır.
250
BİBLİYOGRAFYA :
Yahya Agah. Fütüuve·i Edevat·ı Cehz·i Der· ufşan, Yazmanın Nihat Azamat'taki Fotokopisi , s. 25; Cemaıeddin Server Revnakoğlu ' nun Özel Notları , Divan Edebiyatı Müzesi [İstanbul[. nr. 137 (Dosya) ; a.mlf .. "Yunus'un Bestelenmiş İlahileri Nerede ve Nasıl Okunurdu", TY, sy. 319 (1966), s. 128·139 ; Ergun. Antoloji, ı, ll, 13; ll, 480, 671·672; Şengel, ilahiler, ll , 52; lll, 85; Töre. ilahfler, V, 68; VII , 98, 118; Halil Bedi Yönetken, "Kıyarni Zikirler ve Türk Dini Rakısları", TFA, sy. 156 ( 1962). s. 2775-2777; Halil Can. "Dini Türk Musikisi Lügatı", MM, sy. 218 (1966), s. 56; a.mlf. . "Tasavvuf/Tarikatlar Musikisi", a.e., sy. 295 (1974), s. 15· 16; a.mlf .. "Dini Musiki", a.e., sy. 309 (1975), s. 28 ; sy. 316 (1976), s. 19; H. Kamil Yılmaz. "Aziz Malımüd Hüdayi'nin Sema Risiilesi", MÜiFD, IV ( 1986). s . 283. G;:ı ..
M NuRi OzcAN
DEVREÇlKMA
Osmanlılar'da taşrada görev yapan idarecilerin
çeşitli meseleler dolayısıyla kendi sorumluluk bölgelerini
dolaşmalarını ifade eden bir tabir. L ~
Bu tabire XVI. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı kaynaklarında ve resmi belgelerinde "il /vilayet üzerine çıkma" , "gezüp gözetme", "gezüp yürüme" ve "devreyleme" şekillerinde rastlanır. Devre çıkma şeklinde terim anlamı kazanıp yaygın olarak kullanılması ise halkın büyük çapta şikayetlerine yol açan bir zulüm ve suistimal kavramı haline geldiği XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başlar.
Taşrada görev yapan ve "ehl-i örf" adıyla anılan beylerbeyi, sancak beyi ve bunların adamları, tirnar ve zeamet sahipleri, subaşı, has voyvodaları asayişi
sağlamak, merkezden gelen emirleri yerine getirmek ve bazı mali meseleleri halletmek veya teftişte buiunmak maksadıyla zaman zaman kendi idari bölgelerini dolaşırlardı. Ancak bu hareket çok defa halkın şikayetlerine yol açtığı için belirli bazı şartlara ve kaldelere bağlanmış, kanunnarnelere yer yer genel hükümler konularak bir düzen altına alınmaya çalışılmış, hatta suistimalierin çok arttığı dönemlerde geniş kapsamlı, adaletname denilen emir ve yasaknameler çıkarılmıştı.
Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait 1540 tarihli bir yasak hükmünde beylerbeyilerin ve sancak beylerinin has*larını toplamakla görevli voyvodalar, kadıların nahiyelerdeki temsilcileri olan naibler, zeamet-timar sahipleriyle bunların adamları gibi daha alt derecedeki görevlilerin suistimalieri söz konusu edi-
lirken ne şekilde ve hangi gerekçelerle devre çıkabileceklerine de işaret edilmişti. Buna göre devre çıkma, ancak o yörede çok önemli bir meselenin başgöstermesi, vergilerin veya tahsil edilememiş rüsümun toplanması, öşür olarak alınan mahsulün satılması, kadı veya naibin hazır bulunamadığı veya ulaşamadığı uzak yerlerde meydana gelen hırsızlık ve cinayet olaylarında ahalinin gelip onlara başvurmaları gibi durumlarda mümkündü. Bunun dışında voyvodaların, her üç ayda bir vergilerini toplamakla yükümlü oldukları haslara ait yerlerdeki ahalinin durumunu yerinde görmek ve kontrol etmek üzere devre çıkabilecekleri de belirtiliyordu. Fakat bu sırada herhangi bir suistimale ve zulme meydan verilmemesi için voyvodaların yanında toprak kadılarının veya nahiye nalblerinin bulunması şart koşulmaktaydı.
Bu küçük rütbeli idarecilerin dışında beylerbeyi, sancak beyi ve kadıların gerektiği hallerde köyleri dolaşmalarına herhangi bir sınırlama getirilmemişti.
Öte yandan kadıların kendi kazaları içindeki nahiyelere vekil olarak tayin et-
Beylerbeyi ve sancak beylerinin devre çıkmalarının yasak· land ı ğına dair 1 Receb 1018 <30 Eylül16091 tarihli adaletname (BA, MD, nr. 78, s. 892)