Top Banner
246

Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

May 12, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft
Page 2: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Kapak Düzeni

Kapak Baskısı

Dizgi ve Baskı

: A. ARAD : Galeri Basımevi : Osmanbey Matbaası

Page 3: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

T U R H A N G Ü R K A N

A T A T Ü R K ' Ü N UŞAĞININ GiZLi DEFTERİ

Atatürk'ün oniki yıl hizmetini gören Cemal (Çelebi) Granda'nın hâtıraları

F E R Y A Y I N L A R I

İ S T A N B U L

1 9 7 1

Page 4: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Bu kitaptaki hâtıralar 4 Mart 1959 dan 31 Mayıs 1959 a kadar Şehir Gazetesinde Turhan Gürkan imzasıyla yayınlanmıştır.

Page 5: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

CEMAL GRANDA'NIN EL YAZISI

Page 6: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft
Page 7: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

ÖNSÖZ

Objenin, kendinden uzaklaştıkça küçüldüğünü, yaklaştıkça büyüdüğünü görürüz. Madde ile mananın ayrıntısı bu görüntüdedir. Madde, kendinden uzak-laşıldığı zaman küçüldüğü halde, mana; kendinden uzaklaşıldıkca büyümektedir.

Büyük olarak tanımladığımız adamlar, madde ve mananın bu perspektifine dikkate değer bir ör­nek vermektedirler.

Atatürk'ün ölümünden bu yana birbiri arkası­na sıralanan yıllar gerisinde gittikçe büyümesi, onun mana planındaki gerçek değerini işaretlemektedir. Mana plânında bu yeri almış olmayanlar, madde plânında kalacakları için, onlar hergün bir parça daha geriye iten zaman içinde, büyüyemeyecekler, küçülecekler hatta unutulacaklar, yok olacaklardır.

Büyük adamı, ne filozof Nietche'nin büyük adam tarifi, ne Shopenhaur'ın büyüklük kompleksi çerçevesinde mütelâa etmek istiyoruz. Büyük adam için bizim yapacağımız tanımlama, «yakından her­kes gibi, uzaktan kendi gibi» olan kişi şeklinde ola­caktır.

Büyük adam konusu, zamanımıza kadar düşü­nürlerin tartışmalarının sebebi olmuştur. Büyük

Page 8: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

8

adam vardır veya yoktur. Lâkin büyük işler, toplu­mu etkilemiş önemli fikirler vardır ve ortadadır. Atatürkte adının yanına, «büyük» sıfatı konmasa yaptığı işler büyük olarak ortada kalacak nadir kişi­lerdendir.

Büyük adamlara, büyüteçlerle bakan e l e ş t i r i c i -lerle, onları dürbünün ters tarafı ile izleyen müşkül­pesentler hep yanılacaklardır. Çünkü, büyük adam­lar yakından herkes gibi olağan, ama yaptıklarıyle uzaktan başkalarına benzemeyecek kadar dikkat çekici kişilerdir. Onları önce insanlığından soyarak küçültenlerle, insanüstü yaparak kutsileştirenler gerçekçi değildirler.

Atatürk'e oniki yıl gece, gündüz, günün yirmi-dört saatında hizmet etmiş Cemal Granda'nın bu anıları, onu insan sözlüğünün anlamı içinde, pek güzel canlandırmaktadır. Onun hakkında yazılmış bütün anılardan bu kitabın değişik olması nedeni budur.

Bu kitapta, fotoğraflardaki Atatürk'ü, nutuk-lardaki Atatürk'ü, bayramlardaki, merasimlerdeki A-tatürk'ü değil, Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna ka­yıtlı, Vatandaş Mustafa Kemal'i görüyoruz. İç dün­yasındaki büyük yalnızlığı, hassasiyeti, taşkın duy-guları, davranışları, sitemleri, neşesi ve üzüntüle-riyle, insanlık realitesinin herkes gibi onda da yan­sımasını bulmaktayız. Gerçekte de Atatürk'ün bü­yüklüğünü süsleyen, onun aramızdan biri olmasıdır.

Sayın Cemal Granda'ya, bize Atatürk'ü böyle­sine yakından seyrettirme fırsatı verdiği için teşek­kür ederiz. Bununla anlıyoruzki, şimdi o bizden baş­kası değil, daha çok bizden biridir.

TURGUT F E T H İ

Page 9: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

B A Ş L A R K E N

Atatürk için çok şey yazıldı. İstatistikçiler işi

sayılara döktüler. 3000 kitap, 10.000 lerce makale,

bir o kadar da hâtırat yazıldı, dediler. İşin ilginç

yönü, bu yapıtların 493 gibi gibi önemli bir bölümü­

nün Almanya'da, 367'sinin Fransa'da, 141'inin İn­

giltere'de, 510' unun da başka ülkelerde yayınlan­

mış olmasıdır. Bu sayılar, 25. ölüm yıldönümünden

sonra yayınlanan kitapların dışındadır ve UNES-

CO'nun çıkardığı kitaplarla toplam daha da kabar­

maktadır.

En büyük yazarından, en küçüğüne kadar yerli

ve yabancı binlerce kalem, Atatürk'ü anlatmak için

sanki yarışa girdiler. Hepsi ayrı bir yönden, çocuk­

luğu da içinde olarak «asker, ihtilâlci, devlçt ada-

Page 10: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

10 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

mı, devrimci, ıslahatçı» Atatürk'ü anlattılar. Yal­

nız ölümü üzerine yazılanlar bile koskoca bir kitap­

lık doldurur.

Ama O'nun özel yaşantısına pek az yer verildi

denebilir. Oysa yeni bir Türkiye yaratan bu büyük

adamı anlatmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabil-

mek için O'nun nasıl yaşadığını, özelliklerini de en

ince noktalarına kadar bilmek gerekiyordu.

Ata'nın yakınları, arkadaşları, zaferi beraber

kazandığı, Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti

beraber yönettiği kimseler de zaman zaman O'na

ilişkin anılarını yayınladılar. Özel yaşantısını -de­

rinliğine inebildikleri oranda- anlatmağa çalıştılar.

Ama bunların çoğu eksik, birbirini bütünlemekten

uzak, belirli yol izlemeyen parça parça anılardan

ileri gidemedi.

Geçen yıllar Atatürk'ün yaşantısını filme ala­

cak olan yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap

arasında O'nun özel yaşantısına ilişkin birşeyler ara­

mışlar, ancak böyle bir bilgiyle senaryolarına gerçek

bir hava verebileceklerini ve Büyük Kahraman'a ya­

raşık bir kordelâyı, ancak bu şekilde çevireceklerini

söylemişlerdi. Fakat ne vazık ki, onların ellerine ve­

rebileceğimiz istedikleri yeterlikte derli toplu bir ya­

pıt yoktu.

Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek, anlıyabilmek

için O'nu bütün yönleriyle öğrendikten başka, özel

Page 11: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 11

yaşantısını da bilmek gerektir: Atatürk nasıl bir in­

sandı? Her gelip geçici insan gibi 24 saatini nasıl

doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman

uyur, hangi arkadaşlarını üstün tutar, sakin ve sinir­

li zamanlarında ne yapar, kimlerle geziye çıkardı?

Şakaları, öfkesi, sitemleri, kuşkusu, sevgisi,

nefreti nasıl olurdu? Hangi kitapları okur, hangi mü­

ziği dinler, hangi renkleri, mevsimleri sever, hangi

içkiyi kullanırdı?

Evlilik yılları çok kısa süren Atatürk'ün kadın­

lar karşısında tutumu neydi? Ata'nın hayatına gir­

miş kadınlar var mıydı?

Cumhuriyetin ilk yıllarından ölümüne kadar

Atatürk'ün değindiği insanlar, Ata'yı ziyaret eden

yabancı devlet adamları ve hükümdarlarla yapılan

görüşmelerin kitaplara geçmemiş en gizli yönleri,

Atatürk'ün gezileri, Atatürk'ün manevî evlâtları,

Atatürk'e ilişkin bilinmiyen fıkralar ve bir çok saklı

kalmış gerçekler...

Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan

yazabilmek için gece ve gündüz her an Atatürk'ün

yanında bulunmak, yataktan çıkışından, yatağa giri­

şine dek bir gölge gibi peşinden gitmiş olmak ge­

rektir.

İşte Atatürk'ün tam oniki yıl emrinde çalışmış,

hizmetini görmüş, o dönemin bütün gerçeklerini O'­

nun sofrasında, O'nun ağzından dinlemiş; Ata'nın

Page 12: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

12 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

İstanbul'a geldiği 1927 yılından, ölümüne dek ya­

nından ayrılmamış, sofrasını kurup kaldırmış, yal­

nızlık anlarında derdine ortak olmuş, bir adamın

kelimesine kadar not edilen tarihe geçecek anıları...

Atatürk'ün görevine ilk girdiği ân, O'na ilişkin

anıları not ederek saklamak, ileride Türk tarihi ya­

zacak tarihçilerin eline bir belge vermek istediği hal­

de, Saraya şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman

kadını Havuzdame'nin tuttuğu notlar yüzünden ko­

vulduğunu görünce aynı akıbete uğramamak için

anılarını herkes uyuduktan sonra gizli metodu ile ya­

zan Atatürk'ün en çok sevdiği ve kendisine en ya­

kın tuttuğu adam...

Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar, yüzde

yüz doğru olup, basit bir sofracının görüş açısından

kaleme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini

görmüş Atatürk'ün «Çelebi» si Cemal Granda'ya

bırakıyoruz.

TURHAN GÜRKAN

Page 13: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ l 3

SARAYA Ç A Ğ R I L D I M

1927 Y I L I N I N güneşli bir Temmuz günüydü...

O zaman şimdiki Şehir Hatlar ı İşletmesi

olan Seyrüsefain İdaresi'nde çalışıyordum. Henüz on-

yedi yaşında, ince, zayıf, içi hayat ateşiyle dolu bir

gençtim. Bu idareye tam üç yıl önce, henüz çocuk

denecek yaşta, kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak ola­

rak girmişt im.

O zamanlar çok çalışkandım. Kendimi işe verdim

mi, başımı zor kaldırırdım. Bu hâl âmirlerimin de dik­

katini çekmiş olacak ki, çok geçmeden armağanını

görmekte gecikmedim. Bir gün müdiriyetten çağır ıp :

— Seni Saraya göndereceğiz, hazır ol; dediler.

Heyecandan az daha yüreğim ağzıma gelecekti . . .

Önce pek iyi anlıyamamıştım ama, bir kaç dakika

sonra Atatürk'ün hizmetine gireceğimi sezinlemiştim.

Heyecanım bundan ileri geliyordu. İstendiğimi hemen

arkadaşlarıma açtım.

K i m i s i :

— Çok sert adam...

K i m i s i :

— Gece hizmeti çok zor. . .

Diye maneviyat ımı bozuyor, beni caydırmağa ça­

lışıyor, sonra da:

— Sen bilirsin, yine istersen g i t . . .

1927 Y I L I N I N güneşli bir Temmuz günüydü...

O zaman şimdiki Şehir Hatlar ı İşletmesi

Page 14: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 4 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Diyorlardı. O gece uykum kaçtı. Kendi kendime:

— Haydi Cemal, diyordum. Göster kendini... T a ­

lih kuşu insanın başına bir kere konarmış. Bu herke­

se nasip olmaz. Senin şansın varmış ki, böyle büyük

bir adamın hizmetine çağr ı ld ın . Aptal l ık etme, bun­

lar seni kıskandıkları için böyle konuşuyorlar... Di­

yordum.

Ertesi günü sevinçten kabıma sığamıyordum. A y ­

nı zamanda içimi de heyecanla dolu büyük bir korku

kaplamıştı. O'nun karşısında ilk anda bir pot kırar­

sam, diye düşünüyordum. Ne yapardım o zaman?

Günlerden 5 Temmuzdu. O gün yeni görev ime

başlıyacaktım. Bana güzel bir smoking almışlardı.

Bunaltıcı sıcağın etkisiyle smokingin içinde buram

buram ter döküyordum. F a k a t bu kıyafet içinde o ka­

dar şıktım ki. . .

O zaman kamara âmir imiz olan, daha sonra da

Devlet Denizyolları Başmüfettişliğinde bulunan Muzaf­

fer Beyle rıhtımda bekleyen Çankaya motoruna bin­

dik. Gözlerimi kapıyor, Atatürk'ün yanında geçirece­

ğ i m gönlerin hayalini kuruyor, sonra birden Muzaffer

Beyin sesiyle daldığım hayal âleminden uyanıyordum.

Muzaffer B e y :

— Çocuğum, şimdi seni Saraya götürüyorum. O-

rada çok dikkatli olman lâzım. Diyerek öğüt veriyor­

du.

Can kulağı ile Muzaffer Beyi dinliyor görünme­

me rağmen, aklım çok daha başka yerlerde idi. Y i n e

onun öğütleriyle irkilerek kurduğum hayal evrenin­

den aşağı iniyordum.

— Orada her ne görürsen, duyarsan, gördüğünü

görmemezlikten, işittiğini işitmemezlikten geleceksin.

Senin için çok iyi olur...

Motorumuz Boğaz ' ın mavi sularını yararak D o l -

Page 15: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 15

mabahçe Sarayı'na yanaştı. Rıht ıma ayak bast ığımız

zaman heyecanım son haddini bulmuştu. Hayat ta çok

şaşırtıcı olaylarla karşılaştım. Atatürk'ün hizmetinde

tam oniki yıl çeşitli olgularla karşıkarşıya geldim. F a ­

kat hiç birinde O'nunla ilk karşılaştığım ve bana ilk

seslenişi anlarını unutamadım.

Seyrüsefain İdaresi'nden benimle birlikte Saraya

Rüknettin ve Vus'at adında iki arkadaşı daha istemiş­

lerdi. F a k a t onlar Atatürk'ün hizmetçisi olamadı, Sa­

rayda kaldılar.

Ne tuhaf!. Hayat ımda hiç saray, hatta müze bile

gezmemiş olan ben, doğma büyüme bir saraylı gibi

etrafıma bakmadan çalımla dimdik yürüyordum. M u ­

zaffer B e y önde, ben arkada, o zaman özel kalem mü­

dürü olan Hasan Rıza Soyak'ın karşısına çıktık.

Soyak adımı, yaşımı sorup, Salihli'li olduğumu ö ğ ­

rendikten sonra zile bastı, başsofracı İbrahim ( G ü v e n )

Efendiyi çağırdı. Beni teslim alan başsofracı da kori­

dorlarda yürürken aynı soruları soruyor, nereli, k i m

olduğumu, bundan önce nerelerde çalıştığımı öğreni­

yordu.

Böylece Saray'ın H a r e m kısmına, şimdiki adıyla

Hususî Daireye geldik,

Page 16: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

16 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

«AÇINIZ PERDELERİ»

burada oldu. Vaktiyle Son Hal i fe Abdülmecit Efendi

nin y e m e k salonu olan bu daire gayet güzel döşen­

mişti. Bütün mobilya lâke idi. Hereke kumaşından

ağır, çiçekli perdeler yerlere kadar iniyordu. Ortada

çok güzel süslenmiş bir sofra vardı. Dimdik ayakta

duran Ata türk :

— Açınız perdeleri!.. Diye seslendi.

Atatürk'ün ağzından duyduğum ilk ses işte budur.

Hemen koştum ve perdeleri açtım. Salon aydın­

landıktan sonra Ata türk sofraya oturdu. Yanında ma-

nevî evlâtları Rükiye ve Zehra Hanımlarla kızkardeşi

Makbule Hanım ve Umumî Kât ip Tevf ik B e y vardı.

O gün büyük bir dikkatle Atatürk'ün nasıl yemek

yediğine baktığım için yemek listesi olduğu gibi ak­

lımdadır. İlk yemek güzel bir ordör, ikinci y e m e k pü-

reli tavuk, üçüncü kuşkonmaz, meyva olarak ananas

kompostosu bulunuyordu.

İlk gün Atatürk'ün bütün hareketlerini dikkatle

izledim. Yemekten sonra önce Harem Dairesi'nin üs­

tüne çıkmış, sonra bütün Sarayı dolaşmış, akşam üstü

de Söğütlü yat ıy la Boğaz 'da gezinti yapmıştı .

C U M H U R İ Y E T devrinde İstanbul'a i lk de­

fa gelen Atatürk ' le ilk karşılaşmamız

Page 17: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

17

Gezintiden sonra sofra faslı başlıyor ve çok geç

saatlere kadar sürüyordu. İçkil i olan akşam yemek­

lerinde yakın arkadaşları, kabine üyeleri de hazır bu­

lunuyor, bir çok memleket meseleleri burada halledili-

yordu. Sofrasına belirli mesleklerdeki eski dostları ve

silâh arkadaşlarından başka, bilim, sanat, ticaret, en­

düstri kişilerini topluca çağırdığı olurdu. Bu hal, 1938

yılı Haziranına kadar yani hastalığı kendisine değişik

bir yaşayışı zorunlu kılıncaya kadar sürüp gitt i .

Saraya, daha doğrusu Atatürk'ün hizmetine girel i

onbeş gün olduğu halde Atatürk, o güne kadar bir

kere bile dönüp yüzüme bakmamış, kim olduğumu da

sormak gereğini duymamıştı. Önceleri önemsemediğim

bu hal, yavaş yavaş bana k o y m a ğ a başlamıştı. İçimi ta-

rifsiz bir üzüntü kaplamıştı. T a m onbeş gün O'na bir

«di l s iz» gibi hizmet etmiştim.

Üzüntüm git t ikçe artıyordu. Kendi kendime: « S a b ­

ret Cemal, elbet bir gün konuşacak, seni tanıyacak»

diyordum. A y r ı c a içimde bir korku da belirmişti: « Y a ,

diyordum, benimle konuşmadan buradaki işimden

uzaklaşt ır ı l ı rsam?» Öyleya, belki hizmetim beğenil-

miyebilir, hoşa gi tmezdi . . .

Bu hal arkadaşlarımın da dikkatini çekmiş olacak

ki, alaylı a layl ı :

— Cemal, ne adını, ne de nereden geldiğini henüz

sormadı. Seni tanımak bile istemiyor.. . Diye takıldık­

ları bile oluyordu.

Onlara ne cevap vereceğimi bilemiyor, fakat g a y e t

tabii görünmeğe çalışarak:

— Elbet bir gün olur, adam yerine korlar, sorarlar.

Diyordum.

G İ Z L İ D E F T E R İ

Page 18: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

18 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A D I M I D E Ğ İ Ş T İ R İ Y O R

dar tanınmış konuk yemek yiyordu. A r k a m d a duran

Atatürk:

— Efendi, efendi... Diye bana seslendi.

Döndüm. H i ç unutmam, elimde kristal rakı süra­

hisi vardı.

— Buyrun efendim... Bi r emriniz mi var Paşam?. .

Diye cevap verdim.

Cumhuriyet rejiminin kurulmasına rağmen her­

kes Atatürk 'e « P a ş a m » diye seslenirdi. Beylik, paşalık

kalkt ığı halde bu « P a ş a » lık Atatürk için kalkmadı.

Ölünceye kadar sürdü.

O akşam ilk kez konuştuğum Atatürk ' le aramız­

da şunlar geçt i :

— Senin ismin nedir?

— Cemal! . .

— Sonu yok mu bunun?

— Var, Cemalett in.. .

Bunun üzerine Ata türk birden bana doğru i lerl i-

yerek :

— Haaa. . . dedi. İsimler Kemalet t in olur, fakat

Cemalettin olmaz. Sen yine Cemal k a l ! Dinin Ce-

dular?

BİR A K Ş A M saat 20 sularında Sarayın

Marmara 'ya bakan balkonunda yirmi ka-

Page 19: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 19

Aradan yar ım saat geçmişti. Y e m e k devam edi­

yordu. Sevinçten kabıma sığamıyordum. Evet, A t a ­

türk en sonunda benimle konuşmuştu. H e m de uzun

uzun... Ertesi gün benimle alay eden arkadaşlara an­

latacağım şeyleri kafamda tasarlıyor, onlardan hınç

çıkaracağımı düşünüyordum.

Fakat Atatürk, bu Cemal adına tutulmuş olacak

ki yeniden seslendi:

— Bu Cemalettin ismini k im koydu sana?

A r t ı k adamakıllı korkmağa başlamıştım;

— Babam, diye cevap verdim.

— Öyle ise baban ne adammış senin. Diye sertçe

çıkıştı.

Bunun üzerine:

— Ben babamı tanımıyorum. Deyince yüzü daha

da sertleşti:

— Babamı tanımıyorum ne demek? Sen babasız

mı doğdun? Baban yok mu senin?..

— Ben dokuz aylıkken babam ölmüş.

Atatürk üzüldüğümü yüzümden okumuş olacak

ki, birden sesini yumuşattı:

— Ananı tanıyorsun ya yeter! . . Dedi. Ve biraz

durduktan sonra ekledi: Ben de babamı tanımıyorum

ya...

O gece y e m e k sabahın beşine kadar devam etmiş-

ti. Çokluk geceler böyle olur, meclisin horozlar öter­

ken dağıldığı görülürdü. Bu yüzden Atatürk te sabah

saat beşten önce yatağına giremezdi. Saat onbirden

sonra hava serinlediği için misafirler birer ikişer bal­

kondan içeri g i r m e ğ e başladılar. Masanın üzerinde bo­

şalmış Dimitropolo şişeleri duruyordu. O devrin en

ünlü rakısı olan Dimitripolo'dan Ata türk her gece

yarım kilo içerdi. Mezesi de sadece tuzlu leblebiydi.

A r a sıra da F a v a denilen zeytinyağlı, limonlu bakla

Page 20: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ezmesini istediği olurdu. En sevdiği yemekler arasın-

da kuru fasulye ile pilâv gelirdi.

Atatürk tekrar beni çağırdı. Y e m e k istiyecek sa-

nıyordum. Fakat O'nun aklı hep benim ismimde de­

ği l miymiş.

— Ulan, bu ismi sen mi koydun, baban m ı ? Diye

bar bar bağırmağa başladı.

Çok korkmağa başlamıştım. Benim korktuğumu

görünce daha fazla bağırıyordu. A r t ı k elim ayağım

t i t remeğe başlamıştı. A y a k t a duracak halim yoktu. Bel­

ki daha fazla kızar da koğulurum, diye gözünden

uzaklaşmağa karar verdim. Saat üçe doğru sofrayı

bırakarak yatmağa g i t t im.

O gece sabaha dek gözümü uyku tutmadı. Yatt ı­

ğ ı m yerde dua ediyordum. Kâbusla karışık korkulu

rüyalar gördüm. Y a v a ş yavaş geldiğime pişman bile

o lmağa başlamıştım. Bu isim de başıma iş açıyordu

galiba... Nereden bulmuşlardı bu « C e m a l » i de, bana

takmışlardı ?

Ertesi gün de aynı korku ve heyecan içinde geç­

ti. A d e t a akşam olmasını istemiyordum. T e k avuntum,

Atatürk 'ün geceki olayı unutmuş olmasıydı.

Akşam yemeğini hazırlamış bekliyordum. Saat ye­

diye doğru Atatürk, arkasında A f e t İnan, Zehra H a -

nım, Başyaver Rüsuhi Bey, Umumî K â t i p Tevf ik Bey

olduğu halde, salona girdi. Başyaver aşağı inerek öbür

misafirleri de sofraya getirdi. Sofraya oturmadan önce

Ata türk misafirlere A r a p ç a :

— Faddal!.. Dedi ve herkes masadaki yerlerini

aldı. Bu sözü, çok keyifli olduğu zamanlar sık sık

duyduğumu hatırlıyorum. Sofrada ilk söz bana idi:

— Cemal, seni dün akşam sert sözlerle çok hırpa­

lamıştım. F a k a t Cemaller daima büyük adamlar olur.

20

Page 21: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 21

Sen de büyük adam olacaksın.

Sonra tarihteki ünlüleri sıralamağa başladı:

— Sen Cemal Paşa 'y ı tanır mısın ? Şehzade C e -

malettin Efendi'yi, Konya Çelebisi Cemalettin'i tanır

mısın?

— İsimlerini işittim, diye cevap verdim,

— Bu kadarı da yetişir. Dedi.

Y e m e k sürüp gidiyordu. H a v a yumuşadığı halde

bir gün önce içimi kaplıyan korkuyu üzerimden ata­

mamıştım. H e r an yine o bahse döneceğinden ödüm

kopuyordu. Saat gece yarısını geçiyordu. Birden adım­

la bana seslendiğini duydum ve yanına koştum.

— Cemal, senin bu ismini değiştirelim olmaz m ı ?

Sen kendine göre bir isim bul bakalım...

Şaşırmıştım. Daha cevap vermeğe vakit kalma-

dan:

— Ben sana buldum isim, dedi. Senin ismin Çelebi

olsun...

Atatürk'ün çok sonraları yine bir mecliste « B i z

sevdiğimiz insanlara Çelebi d e r i z » dediğini duymu

şumdur.

O anda bütün korkum bir bulut gibi dağılıver-

mişti. Yüzümdeki memnunluğu görünce kabul e t t iğ i­

mi anladı. Zaten kabul e tmemek için hiç bir sebep

te yoktu. F a k a t bir kere de iznimi almadan edemedi:

— Güzel m i ? Diye sordu.

— Ç o k güzel efendim. Dedim.

Bunun üzerine sofradaki konuklara dönerek:

— Bu çocuğun ismi bundan sonra Çelebi'dir. D i y e

herkese tanıttı.

O anda Atatürk'ün bu kadar önem verdiği bir

adam olmanın gururu içindeydim. Koltuklarım kabar­

mıştı. O gün Saray'da k i m varsa herkese ve bütün

Page 22: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

2 2 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

misafirlere beni yeni gelmiş önemli bir kişiymiş gibi

tanıt ıyor:

— Bu zatı bilir misiniz, Çelebi'dir... Diyordu.

Böylece Atatürk'ün serzenişlerinden, hatta ba­

ğırmalarından kurtuluyor, üstelik O'nun sevdiği, ça­

ğırırken zevk duyduğu bir isme de sahip oluyordum.

Böylece adım 20 Temmuz 1927 den itibaren « Ç e l e b i »

olarak kaldı. Arkadaşlar da hâlâ böyle çağırırlar.

Page 23: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 2 3

N E YER, N E İÇERDİ

A T A T Ü R K sabahları kalkmazdı. Geceleri

çok geç, çoklukla şafak sökerken ya t t ığ ı

için gündüz saat onbir, onikiye doğru kalkar, zile-

basardı. H e m e n bir fincan kahveyle o günkü gazeteleri

götürürdüm. Gayet ince ketenden yapılmışı bir enta­

riyle uyuduğu için, uyanınca da bir süre bu kıyafette

kalır, divana bağdaş kurarak kahvesini içerdi. Çok

yakın arkadaşlarından ve Umumî Kâtipten başkası

içeri g iremezdi. Bazan da şezlonga uzanır, uzun uzun

gazeteleri okurdu. Bu okuma bir buçuk saat kadar

sürerdi.

Sonra banyosunu yapardı. Temizl ik konusunda çok

titizdi. Y a z ve kış ayırmaz, muhakkak her gün ban­

yo yapar, her gün çamaşır değiştirirdi. Giyimine kar­

şı t i t izl ik gösterir, traşlı katiyen gezmezdi. Kış ın

pencereleri açtırır, soğuk havayı ciğerlerine doldurur­

du.

Banyodan çıktıktan sonra soğuk ayranla bir di­

l im francala yer, bazan ayranın yerine bir kâse

yoğurt alırdı. Çok zaman bu, hem kahvaltı, hem de

öğle yemeği yerine geçerdi. Binde bir çağrılı bir mi­

safir olacak ki, ayıp olmasın diye yemek yesin... Ba­

zan sütlü kahveyle çay istediği de olurdu. İkindi kah-

Page 24: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

24 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

valtısı yapmaz, onun yerine bir bardak ekmeksiz ay­

ran içerdi.

A k ş a m yemeklerini ise kesinlikle arkadaşlariyle

yemek alışkanlığındaydı. Çankaya ve Dolmabahçe Sa-

rayı 'ndaki akşam yemeklerinde ondan aşağı düşmiyen

bir davetli topluluğu her zaman hazır bulunurdu.

Memleket meselelerinin görüşüldüğü bu toplantılarda

herkesin düşüncesini öğrenmek isterdi. F a k a t yine de

kendi bildiğinden şaşmazdı. Mecl i se bir istek mi g e ­

tirecek, bunu yakınlarıyla tartışmaktan z e v k duyardı.

Atatürk'ün sofrada yeni ve heyecanlı konular da

ortaya att ığı olurdu. Bazan herkesi şaşırtan

bu konulardan alacağı olumlu cevaplar da, olumsuz

cevaplar da çok hoşuna giderdi. Herkesi konuşturur,

düşüncelerini öğrenir, son sözü her zaman kendisi

söylerdi. Bu işte yanıldığını hiç hatırlamıyorum.

Sofra konuşmalarında konuyu hep kendisi açar,

başkalar ına konu ortaya atmasına meydan vermez,

sorduğu soruların karşılıklarını büyük bir dikkatle

dinlerdi. Başkalarının yapt ığ ı prensiplere değil, ancak

kendi prensiplerine uyardı. Doğruluğuna inandığı dü­

şünceyi sonuna kadar savunurdu. Hareketl i ve heye­

canlı yaşatısının tek zevkinin, akşam sofraları oldu­

ğunu söyliyebilirim. A k a d e m i k tartışmaların yerini

saatler ilerleyince hâtıralar alır, geçmişten sözedilir,

tarihsel olaylar sıralanır, bazan da hoş hikâyeler an­

latılırdı.

Sofrası sanki, arkadaşları ve dostları ile tartışma

ve eğlence yerini birleştiren bir köprü görevi görüyor­

du. Bu gecelerin hiç birine doyum olmadığını ve her

birinin içinde bir tarih yaprağının yaşadığım zamanla

anladım.

Page 25: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 25

Sofrasında çağının her çeşit insanına yer veriyor-

du. Hepsi ayrı düzeydeki bu insanlarla tartışırken san-

ki yurdun sesini duyardı Güvendiklerinin ve sevdikle­

rinin eleştirilerine sabırla katlanmasını bilirdi. Şakayı

çok severdi. Kendisi de ara sıra şakalar yapardı. Eski

arkadaşlarından Nuri Conker, Salih Bozok sık sık şaka

yaparlar ve sofrayı şenlendirirlerdi. Sinirli zamanla­

rında bunlarm bir nüktesi ya da hikâyesi Atatürk'ün

bir anda öfkesini dağıtmağa yeterdi. A m a Atatürk her

zaman neşeliydi. Sinirlendiği zamanlar çok azdır. O

zaman da arka arkaya sigara ve kahve içerdi. En

güç anlarda bile soğukkanlılığını, neşesini saklamasını

bilir ya da öyle görünürdü. Çok konukseverdi, sofra­

dakilerin ayrı ayrı gönüllerini alıp hatırlarını sormadan

yapamazdı.

A ç ı k konuşanları sever ve yanında her şeyin ko­

nuşulmasını isterdi. Bu yüzden sık sık ileri ger i ko­

nuşanlara da rastlanırdı. Atatürk'ün sofrasından k im­

ler geçmemiştir ki... Mahalle arkadaşları, silâh arka­

daşları, devrim arkadaşları, politikacılar, edipler, şair­

ler, müzisiyenler, bilim adamları, iş adamları, yaban­

cı devlet başkanları, krallar...

İşten ve yurt gezilerinden artan bütün ömrü sof­

rada geçmiştir denilebilir. F a k a t burası hiç bir z a m a n

bir içki ve cümbüş bayağıl ığına inmemiş, bir sohbet

ve tartışma meclisi olarak kalmıştır. Eğlencenin yanı

sıra en çetin devlet işlerinin karara bağlandığı bir

meclis... Politikanın, aktüalitenin de ziyafet sofrası!

Resmî görüşmelerinde son derece titiz ve törenci

olan Atatürk'ün özel hayatındaki samimiyeti, dünyada

pek az devlet adamına nasip olmuştur denilebilir.

Danışmaya bazan o kadar büyük değer verirdi

ki, aklından geçen meseleler hakkında çok zaman hiç

olmadık insanların fikrini bile aldığı görülürdü. So-

Page 26: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

2 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

nunda yine kendi fikrini uygulıyacağını bildiği halde

hiç kimsenin hor görülmesine katlanamazdı. Bu yüz­

den hiç olmadık kimselerden bir şeyler öğrendiğini de

saklamaz, açık açık anlatırdı. Bu alışkanlığını haya­

tının sonuna kadar değiştirmedi.

H e r gece içtiği halde Atatürk'ün bir kere bile

içki yüzünden kendinden geçtiğini, taşkınlıklar yap­

t ığ ını görmedim, duymadım. Aksini iddia edenler var­

sa, bunların yaptıkları düpedüz dedikodudan başka

bir şey değildir. Ölümünden sonra çekememezlik ve

kıskançlıklarından Atatürk'ün sofrasını sarhoşluk,

ayyaşlık ve zevke düşkünlükle kötülemek istiyen-

ler oldu ama, bu çabalar ne kadar boşunadır. Onun

yaşantısı bütün kusurlarıyla meydandaydı. Gizlene­

cek bir yönü yoktu ki.. . Halk ın sofrası idi.

Page 27: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 27

ÇEVRESİNDEKİ A S A L A K L A R

A T A T Ü R K ' Ü N sofracısı olduğum için çok

temiz giyiniyordum. Elbisem her zaman

ütülü, beyaz gömleğim kolalı, iskarpinlerim rugan­

dı. Davetli lerden bir çoğu şıklığımı kıskanır ve g iy i­

mimi benzetmeğe yeltenirlerdi. O zaman bir çok ba­

kan ve Mil le tveki l i bile papyonlarını bana bağlatırlar-

dı. Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Bunlar kıyafet dev­

rimini henüz benimsiyememişlerdi. Fakat kısa zaman­

da yaşadıkları ortama uymasını biliyor, en centilmen

diplomattan daha centilmen kesiliyorlardı.

Bunların bâzıları -okuma yazma bile bilmedikleri

halde- evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı.

Örneğin Atatürk, bir atlas ya da kitap aradığı za­

man, kitaplıktan biz gider, bunları çıkarırdık. A t a ­

türk'e onlar kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi.

İçlerinde çok zekileri de vardı. Atatürk herhangi bir

emir verse, onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendi­

lerine o işten pay çıkarırlardı. Oysa bu işleri zavall ı

memurlarla uşaklar görür, hazıra onlar konar, her

yerde parsayı onlar toplardı. H e r zaman gezilere on­

lar gider, hepsi birer silâhşör kesilirlerdi.

F a k a t bunlar Atatürk'ün hiç gözünden kaçmaz,

onları inceden inceye alaya alır, bazan karşılık vere-

Page 28: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

28 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

miyecekler i bir soru yağmuruna tutar, karşısında na­

sıl ecel terleri döktüklerini hazla seyrederdi. Dalka­

vuklara, lâf ebeliği yapanlara çok kızardı. Çok geç­

meden bir punduna getirerek, yaptıklarının acısını

onlardan çıkarmasını bilirdi.

Hırpalayacağı, yahut alaya alacağı kimseleri sık

sık imtihana çekişine tanıklık etmişimdir. Atatürk'ün

şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları karşısında bun­

ların dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O'nun soru­

larına tam cevap verecek adam az bulunurdu. Bunlar

bilimsel açıdan cevaplandırılacak sorulardan değildi.

Hepsi birer zekâ oyununa dayanıyordu. Kimse altın­

dan kalkamazdı.

Page 29: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 2 9

S E L A N İ K ' T E N N E ÇIKAR

A T A T Ü R K uysal bir insan değildi. H a t t a

haşin olduğu dahi söylenebilir. Böyle oldu­

ğu halde çok terbiyeli, çok olgun, çok merhametli,

çok hoşgörülü bir insandı. Temiz kalpliydi, alçak gö­

nüllüydü. Gösterişten, uzaktı. Vazi fe başında lâubaliliğe

yer vermez, fakat özel yaşantısında sevdiklerinin na­

zını çekerdi. Dostlarına, arkadaşlarına vefalıydı. Za­

ten Atatürk'ün en büyük üstün hallerinden biri de kin

ve garaz gibi insanî duyguların üzerine çıkabilmiş

olmasıdır. Bağış lamıyacağı suç yok gibiydi. Bir çok

hataları gördüğü halde, görmemezlikten gelirdi. K i n

tutmaz, çabuk affederdi. Kimleri , ne zaman affedece­

ğini de çok iyi bilirdi. Hırsı çok çabuk geçerdi.

Bir gün Çankaya'da eski köşkte Selânikli berber

Mehmet ve berber Rıdvan'la antrede oturmuş konu­

şuyorduk. Berberlerin ikisi de Atatürk'ün hemşehrisi

olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksek­

ten konuşurlardı. Bu şekilde -şaka da olsa- böbürle­

nerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok

tutulur, fakat yine de renk vermemeğe çalışırdım. Fa­

kat bütün dikkatime rağmen aramızda yine de tartış­

malar eksik olmazdı.

Page 30: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

30 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

O gün yine onlar zayı f tarafımı bulmuşlar, bana

şakadan takıl ıyor:

— Biz Selânikl i ler olmasaydık, siz kurtulamaz­

dınız.. .

Diyorlar, ben de cevap olarak:

— Biz kendi kendimizi kurtardık. Selanik'lilere

ihtiyacımız yok. H e m Selanik'ten çıksa çıksa Yahudi

çıkar.. . Diyordum.

O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk'ü

görmemişt ik Konuşmalarımıza istemiyerek kulak mi­

safiri olmuş ki, o akşam sofrada bir Selânik'li olan

N u r i Conker'e damdan düşer gibi sordu:

— Nur i Bey, Selanik'ten ne çıkar?

O anda beynimin karıncalandığını duyar gibi ol­

dum. Demek korktuğum sonunda başıma gelmiş, A t a ­

türk antrede konuştuklarımızın hepsini duymuştu.

Nur i Conker, Atatürk'ün nazını çektiği, kaprisle­

rine katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için,

aklına eseni söylemekten çekinmeyen biriydi. Elde et­

t iğ i aşırı imtiyazlar yüzünden ciddi ciddi « S e n çekil

de, biraz da biz Cumhurbaşkanlığı y a p a l ı m » diyecek

kadar ileri g i t t iğ i zamanlarda bile A t a t ü r k gülüp ge­

çer, işi şakaya boğardı. Fakat bu seferkinin şakaya

ge l i r yanı yoktu.

Nur i Conker, sanki bütün konuştuklarımızı bili­

yormuş ta, beni korumak kararını vermişçesine:

— Bol Yahudi çıkar P a ş a m . . . Demesin m i ?

Bunun üzerine Atatürk, yüzünde alaylı bir gülüm­

semeyle daha önce kulağına çalınmış dedikoduların

tümüne karşılık verdi :

— Benim için de bâzı kimseler -Selanik'te doğdu­

ğumdan- Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu

Page 31: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 31

unutmamak lâzımdır ki, Napoleon da Korsika' l ı bir

İtalyan'dı. A m a Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız

olarak geçti . İnsanların içinde bulundukları cemiyete

çalışmaları lâzımdır.

O günkü kadar utandığımı ve Atatürk'ün karşısın-

da küçüldüğümü oniki yıl l ık hizmetim süresince hiç

hatırlamıyorum. Belki de ömrüm boyunca benim için

en büyük u t a n ç t a bu olmuştur. O günden sonra Se­

lanik kelimesini bir daha ağzıma almadım.

Page 32: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

GÖZÜM GÖRÜYOR, AYAĞIM D A Y E R İ N D E

A T A T Ü R K uzun süre Ankara 'da kalmış, v e

yazın İstanbul'a gelmesi gecikmişti. Bu

gecikme bir çok dedikodulara yol açmış, hatta halk

arasında hasta olduğu, felç geldiği, gözlerinin g ö r m e ­

diği, ayağının tutmadığı gibi söylentiler ortaya çık-

mıştı. Sonunda İstanbul'a geldik. 10 Ağustos 1929 ge­

cesiydi. Söğütlü yat ıy la Boğaz'da bir gezinti yapmayı

emrett i . Hareket ett ik. . .

Benim içimde bir merak belirmişti. Ne kadar içki

içtiğini anlamak istiyordum. Söğütlü yatında kuru­

lan sofranın başından hiç ayrılmadım. Önce bira iç­

mek istemişti:

— Bira var m ı ? D i y e seslendi.

— V a r Paşam.. . Dedim ve hemen bira getirdim.

Bir, bir daha, bir daha derken üçüncü şişe bitti.

O sırada Büyükdere'ye gelmiş bulunuyorduk. D o ğ ­

ruca milletvekili Erzurum U m u m Müfettişi Tahsin

Özer' in yalısına gitt ik. Yat tak i sofranın ikinci yarısı

hemen burada kuruldu. Sofrada on kadar misafir bu­

lunuyordu. İçki faslı gece yarısına kadar devam etti.

B iz yalıda sofrabaşı sefasında iken Atatürk'ün Bü­

yükdere'ye geldiğini duyan ve yat ı iskelede gören

halk, yalının önünde toplanmış:

32

Page 33: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

— Gazi 'y i isteriz, Gazi 'y i isteriz... diye bağrış­

mağa başlamıştı.

Atatürk gürültüyü duyunca, ev sahibi Tahsin-

Özer'e sordu:

— N e d i r bu? Ne istiyorlar?.. .

— Paşam sizi balkonda görmek, alkışlamak isti­

yorlar.. .

Bunun üzerine Ata türk yavaşça yerinden kalktı.

Balkona doğru yürüdü. Kapıda görününce çılgınca

bir alkıştır başladı. Gece yarısından sonra sokaklara,

dökülen halkı görmek ve çılgınca alkışlanmak A t a ­

türk'ü çok duygulandırmıştı. Kalabal ığa dedi k i :

— Sevgi l i vatandaşlarım. Benim için zahmet edi­

yorsunuz. Mahcup oluyorum. Beni görmek, behemahal.

yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygula­

rımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir. B e ­

nim için huzurunuzu bozmayın, gidip yatın. Hepinizi

yarın işiniz bekliyor.

Fakat halk evin önünden ayrı lmak istemiyor:

— Yaşa, varol, biz senin için yaşıyoruz... Diye

bağırışıyordu.

Bunun üzerine A t a t ü r k :

— Arkadaşlar, içinizde bâzı İstanbullular bana

nüzul inmiş, eli ayağ ı tutmuyor, ölmesi mümkündür,

diye bâzı sözler çıkarmışlar... (Bu sırada halk coş­

muş «Kahrolsun düşmanlarımız» d iye bağırışıyordu.)

Görüyorsunuz ya, karşınızdayım, sıhhatim yerinde.

El im de tutuyor, (ayağ ım balkon demirine vurarak)

ayağım da yerinde, gözüm de görüyor. H i ç kimse m e ­

rak etmesin.

Siz bu akşam karşımda milletin timsali, gölgesi-

siniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittire­

ceğimi biliyorum. İşittiniz, sizin için sağlığını, ömrünü

F. 3

33

Page 34: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

34 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

vazifeye hasreden adam sahnededir. Sizin için çalışa-

cak, sizin için yaşayacaktır. Benim kuvvetim, size

olan muhabbetim ve sizin bana olan muhabbetinizde.

Bu millet, bu memleket dünyanın en makbul bir mev-

cudiyeti olacaktır. Bu milleti, diğer milletlerin fevkin-

de görmeden ölmiyeceğim.. .

Diyerek halkın dağılmasını rica etti. Bunun üze-

rine o bağrışan, çağrışan k a l a b a l ı k kuzu gibi dağıldı,

evlerine gitti . Ata türk te balkondan içeri girdi.

Ata türk o gece çok neşeliydi. Boğaz dönüşü Mar­

mara'da ikinci bir gezinti daha yapıldı. Sabaha kadar

içildi. Hepsini hesaplamıştım. Üç şişe bira ve yarım

kilo Dimitrikopolo (üç kadeh te fazlası v a r d ı ) .

İşte bütün milletin ve benim de merak et t iğ im

içki miktarı bu kadardı. Ata türk içki olarak bira ve

rakıdan başka şampanyayı da severdi. Öbür içkileri

ender içerdi. Yalnız bir gece K â z ı m Özalp'in evinde

tam yirmisekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bu-

nun adı Napoleon K o k t e y l i idi. Bir miktar cin, bir

miktar vermut, bir miktar da seribrandi likörü ile ya­

pılmıştır. Bunların dışında alıştığı içkiyi değiştirme­

miştir.

Her gece içen Atatürk gündüzleri alkol kullan-

maz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan faz

la olmamak üzere bira isterdi. Bu yüzden kimse Ata­

türk'e gündüzleri içki içmek için israr e t m e z , en koyu

alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi. Sabaha

kadar içki faslı pek enderdi. Büyükdere gezisi o ender

gecelerden birine rastlamış ve halkın gösterisi karşı­

sında coşan Atatürk, içki faslını farkında olmıyarak

sabaha kadar sürdürmüştü.

Page 35: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 3 5

M I S I R ' L I M U G A N N İ Y E

O Z A M A N L A R basit bir kasaba olan Anka-

ranın sıkıcı havasına arkadaşlarını alıştı-

rabilmek için uzun bir süre başkentten ayrı lamıyan

Atatürk devrimleri yerleştirmeğe başladıktan sonra

yaz mevsimlerini İstanbul'da geçirmeğe başlamıştı. Üç

dört ay sürekli olarak kalır, y a t l a Marmara ve Bo-

ğaz'da gezi ler yapardı. Bu gezi lerde Sakarya, Çanka­

ya ve İstanbul motorlarıyla, Ertuğrul yatını kullanır­

dık.

Şehirdeki gezintilerinin yerlerini ömrünün son

yıllarında deniz banyoları a lmağa başlamıştır. Selanik

gibi bir kıyı şehrinde doğmuş olduğu halde, o zamanki

softalık yüzünden Atatürk denize hiç g i rmemişt i .

Yüzmeyi, kendi eseri olan Florya 'da öğrendi ve halkın

arasında yüzdü. Zaten halk arasında, kalabalık içinde

yaşamak isteğinde olduğu için İstanbul'u bu işe daha

elverişli bulur ve Ankara'dan çok İstanbul'u severdi.

İstanbul'da bulunduğumuz bir yaz müzeleri d o ­

laştı, eski yapıt ları inceledi. Topkapı Sarayı'nda ne

var, ne yok hepsini birer birer gözden geçirdi. T o p ­

kapı Sarayı Müzesi'nin kurulması da Atatürk'ün iste­

ğiyle olmuştur. Mecidiyeköşkü'nü gezerken, Mil l î E ğ i -

Page 36: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

t i m Bakanlığı 'nın emriyle Topkapı Sarayı'nda topla­

nan, fakat ne hikmetse halkın gözünden saklanan Hü­

kümdarların portrelerini görmüş ve bunların sergilen­

mesi emrini vermişti. A t a t ü r k ayrıca halkın içeri alın­

masını da istemiş, o sırada Gülhane Parkı 'nda bulu­

nan bir çok kimseler, çevresini kuşatmış olarak Sa­

raya alınmıştı.

Atatürk, daha sonra Hırka i Saadet Dairesi'ni

gezdi. H e r biri birer hazine değerindeki eşyaları san­

dıklardan çıkartıp teker teker gözden geçirdi. Sonra

tekrar bunların sandıklara yerleştirilmesine gözcülük

etti. İçlerinde Emanat-ı Mukaddese'nin de bulunduğu

seksen bin parçayı aşkın bu tarih ve sanat hazinesinin

çok iyi saklanması ve en kısa zamanda halka açılması

için emir verdi. Türkiye'nin en büyük servet inin ta­

rihi olduğunu bir daha hatırlattı.

Tarih yapıtlarına karşı büyük bir saygı duydu­

ğu belliydi. Tarihe, özellikle Türk tarihine büyük de­

ğ e r verir, tarih yapıtlarının iyi saklanmasını, bozulup,

yıkılmamasını her z a m a n tekrarlardı. Okuldayken

O'nun en sevdiği dersin tarih olduğunu bir kaç defa

ağzından işitmiştim. Nisan 1931 de açılışı yapılan

Türk Tarih Kurumu'nu bu amaçla kurdurmuştu.

Sarayburnu Parkı 'nın yeni açıldığı günlerdeydi. 9

Ağustos 1928 gecesi Cumhuriyet Halk Part is i burada

bir eğlence düzenlemiş ve Atatürk'ü de çağırmıştı.

İstanbul motoruyla Dolmabahçe'den Sarayburnu'na

gittik. Rıhtıma yanaştığımız zaman gecenin karan­

lığı içinde bir kadın sesi çın çın ötüyordu.

Atatürk'ün geldiğini gören halk kadınlı erkekli

coşmuş, gösteri yapıyordu. Atatürk tam bir halk ada­

mıydı. Halkın içinden çıkmış ve halkın malı olmuştu.

Bu yüzden düşündüklerini hep halkın önünde söyler

3 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Page 37: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 37

«Yanlış ım varsa halk düzeltsin» derdi. H e r zaman

milletin ferdi olmakla övünür, « Y a p ı l a n şeylerin şere­

fi millete aittir, her şeyi millet y a p t ı » derdi. Git t iğ i

her yere neşe götüren bir insan olduğu için hemen

halkla haşır neşir oluverdi.

Parkın bir köşesinde bir caz, sahnede Arapça şar-

kılar söyliyen Münîre-tül Mehdiye takımı vardı. M ı ­

sırlı muganniye Cemalî 'yi ilk kez orada, P a r k Gazino-

sunda görüyorduk. Kadının sesi gerçekten güzeldi.

Al lah için ses...

Atatürk hiç konuşmadan büyük bir dikkatle din-

ledi. Şarkı bitince kadını yanımıza çağırdı. Batı mü­

ziğini de öğrenmesini öğütledikten sonra:

— Bu sesle seni bütün dünya dinler. O zaman

işte şöhretini t a m yaparsın... Dedi. Kadın da teşek­

kür ederek ayrıldı.

O zaman Atatürk'ün, bu sözleri A r a p şarkıcısına

niye söylediğini anlıyamadım. Biz her alanda büyük

bir devrim yapmış, A r a p dünyasından ayrılıp Batıya

yönelmiştik. A c a b a Atatürk, Doğu dünyasının kültür

ve sanat alanında bizi izlemesini mi hatırlatmak iste­

mişti? Yoksa.. . Atatürk Türk musikisini sevdiği hal­

de, müzik devrimimizin ancak batı müziğini benim­

semek ve uygulamakla gerçekleşeceğine inanıyordu.

Evet, yoksa bunu düşünerek mi Mısır ' l ı hanendeye

yol göstermek istemişti? Bunu daha sonraları anla­

dım.

Atatürk, dil konusunda olduğu gibi, müzik ala­

nında da kendi beğeni ve alışkanlıklarını çiğnemiş,

Alaturka müziği sevdiği ve sofrasından hiç eksik et­

mediği halde, batı müziğine inanmış, batı uygarlığının

(müziğinin gelecek kuşakların müziği olduğunu söy­

leyerek Devlet Konservatuvarı 'nın temellerini attır­

mıştır. Özel hayatında alaturkalıktan kurtulamıyan

Page 38: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

38 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Atatürk, bir ara Radyoyu yalnız alafranga müziğe

ayırtacak kadar ileri g i tmiş ve kulağına kadar gelen

yakınmalar üzerine de, alaturka âşıklarına, devrim

yapan kuşakların yoksunluk ve fedakârlıklara katlan­

mak zorunda olduklarını hatırlatmıştı. Müzik kültürü

çok kuvvetli olan ve bâzı geceler sevdiği şarkıları kai­

desine uygun şekilde söyliyen Atatürk'ün müzik dev­

rimini de halka zorla kabul ettirişi, o gece Saraybur-

nu Parkı 'ndaki konuşmasından belli değil miydi?

A r a p şarkıcı masadan ayrıldıktan sonra Atatürk

ayağa kalkarak kadehini halka doğru kaldırıp:

— Arkadaşlar, hanımlar, beyler... Şu gördüğünüz

içki şampanyadır. Bunu vaktiyle Padişahlar, meşvere-

gâhında, kafes arkasında gizil içerlerdi. Bizse, hepi­

m i z şurada, toplu olarak alenen içiyoruz... Dedi.

Atatürk'ün bir halk adamı olduğunu, bundan da­

ha güzel hangi olay anlatır. Halkın içinden çıkan bü­

yük adam halkla beraber kadeh kaldırıyordu.

— Hepinizin şerefine içiyorum!. D e r demez bütün

gazino bir anda karıştı. Topluluk ayağa fırlamış:

— Yaşa Paşam.. . Sağ ol Paşam.. . A l lah seni ba­

şımızdan eksik etmesin... Bağrışlarıyla kadehlerini

kaldırıyor, Atatürk 'e doğru sallıyorlardı. Bu manzara

onu çok içlendirmişti.

O gece çok daha önemli bir şey oldu.

Atatürk birden bire kararlar verirdi. Yine öyle

olmuş, coşan halka sayısız devrimlerinden birini daha

müjdeliyordu. 1927 yılında ne pahasına olursa olsun

yapmağa karar verdiği ve 1928 kış aylarını da hazır-

lıklariyle geçirdiği lâtin harflerinin alınışını ilân edişi

işte o geceye rastlar. İleri bir milet olabilmemiz için

yeni harflerin kullanılması gerektiğini halka anlatan

Atatürk şöyle diyordu:

— Bir milletin yüzde onu, yüzde yirmisi okuma

Page 39: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 39

yazma bilir de, yüzde seksen, doksanı bilmezse ayıptır.

Bu millet utanmalıdır. A m a Türk Milleti, utanmak

için yaratı lmış bir millet değildir. İftihar etmek için

yaratılmış, şanlı, şerefli bir millettir. Tarihi baştan

başa iftiharla dolu bir millettir.

Okuma yazma bilmiyenlerin çokluğu, onun hatası

değildir. Hata, Türk'ün seciyesini anlamıyarak, kafa­

sını bir takım zincirlerle saranlardadır. A r t ı k geçmişin

bu hatalarını kökünden temizlemek zamanı gelmiştir.

Hatalar ı düzelteceğiz. Bu hususta bütün vatandaşla­

rın çalışmasını isterim. En nihayet bir iki yıl içinde

bütün Türk halkı yeni harfleri öğrenmelidir, öğrene­

cektir. Milletin, kafasiyle olduğu gibi, yazısiyle de

medeniyet âleminin yanında olduğunu gösterecektir.

Bunu duyan halk, O'nu kucaklamak, bağrına bas­

mak için birbirini çiğnemeğe başladı. Görülmemiş coş­

kunluk sırasında ağlayanlar da vardı. Atatürk saat

gecenin ikisi olup, bütün gazino boşalıncaya kadar

oradan ayrılmadı. Herkes çekildikten sonra Büyük-

ada'ya yollandık. Anadolu Y a t Kulübü'nün çağrılısı

olduğu halde, halkın eğlencesini seçen Atatürk'ün pı-

rıl pırıl ışıkların altında fraklı smokingli erkeklerle,

tuvaletli kadınları görünce suratı asıldı:

— Sarayburnu'nda yaptığımızı burada yapamaz­

dık. Dedi.

Böylece lâtin harfleri kabul edildi. H e m de halkın

içinde ve onun oyu alınarak... Ata türk başöğretmen

oldu. Anadolu'yu boydan boya dolaştı. Gezilerinde

halkı sınav yaptı ve dersler verdi. H a l k okulları açıl­

dı, bir buçuk milyon cahil insan okuyup yazma öğ­

rendi. Atatürk, harf devrimi için beş yıl l ık bir plân

hazırlayıp getirenlere çıkışmış, « B u iş ya üç ayda olur,

ya hiç o lmaz» demişti. Olaylar O'nun haklı olduğunu

bir kez daha gösterdi.

Page 40: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

40 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

B E N İ İMTİHAN EDİYOR

YENİ harflerin alındığı günlerdeydi. A t a -

türk çok düşünceli görünüyordu. Üzerine,

büyük bir işe girişeceği zamanlardaki dalgın hali

çökmüştü. Söğütlü yat ıy la Boğaz'da bir gezinti ya­

pacaktık. Hareket ettik.

Bu gezide o zaman Başbakan olan İsmet İnönü

de vardı. Sekiz kişilik kadar bir misafir topluluğu da

çağrılı bulunuyordu.

Yat , Kuruçeşme önlerine geldiği zaman Atatürk,

yine dalgın ve düşünceli haliyle oturduğu yerden aya­

ğa kalktı. O sırada ben hizmet görüyordum. Parma­

ğıy la « g e l » şeklinde bir işaret yaparak:

— Sen okumak yazmak bilir misin? D i y e sordu.

— Eski harflerle okur yazarım.

— Yeni harfleri bil iyor musun?

— Biliyorum, fakat birleştiremiyorum.

— Öyleyse seni imtihan edelim...

İşte o zaman şaşırıp kalmıştım. H a y a t t a en çok

korktuğum şey, imtihan, sonunda başıma gelmişti.

H e m de nasıl ve kim tarafından?.. Ufac ık bir not kır­

mam, zaten son günlerde düşünceli gördüğüm A t a -

Page 41: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 4 1

türk'ü bir anda kızdırmağa ve bağır tmağa yetebilirdi.

Benim, o bir iki saniye içinde geçirdiğim korkuyu hiç

farketmiyerek İsmet İnönü'ye döndü ve şöyle sordu:

— Ne dersin Paşam?

İsmet İnönü başıyla onaylıyarak:

— Derhal imtihan edelim... Dedi. Sonra bana

bir kâğıt alarak gelmemi emretti.

Bi r yandan salondan kamaraya koşuyor, bir yan­

dan da «İnşal lah ben dönünceye kadar imtihanı, yeni

yazıyı falan unuturlar da, başka şeylere dalarlar» d iye

düşünüyordum. Fakat hiç te umduğum gibi olmadı.

Tekrar salona girdiğimde bütün bakışları üzerimde

duydum. Başta Atatürk olarak bu kadar seçkin kişi­

nin önünde imtihan vermek.. . Olur iş deği l !

Atatürk'ün başı hep aynı düşünceye saplanmış gi-

biydi. Bunun ne olduğunu biraz sonra çözebilecektim.

Hep o dalgın haliyle başı önüne eğ ik :

— Y a z bakalım «Bira soğuktur» dedi.

Ben de aynen, şimdi olduğu gibi, nasıl yazılırsa

okunduğu gibi yazdım. Oysa eski harflerle «Soğuk­

tur» diye yazılır. Şimdi ise aynı söylendiği gibi yazı­

lıyor. Ben « S o u k t u r » diye yazmışt ım.

— Sen öğrenememişsin!.. . Diyerek öbür sofracı

arkadaşlardan Selâhattin'i çağırdı. O arkadaşın üs­

tünde de aynı bendeki korkuya benzer bir korku var­

dı. Benim nasıl yazdığımı, başıma geleni de gördüğü

İçin aynı hataya düşmiyeceğini sanıyordum. H e r hal­

de daha başka bir şey yazacaktı.

N i t e k i m « S o ğ u k t u r » yazdı. Ona da aynı hakaret:

— Sen de öyle . . . Öğrenememişsiniz...

Bir anda ikimizin de korkusu dağılmıştı. A t a ­

türk'ün bu sözlerden sonra artık bize b a g r m ı y a c a -

ğ ı m anlamıştık. H e r zaman böyle olur, hakaretin do-

Page 42: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

42 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

zu biraz fazla kaçınca, bağırma faslı da başlamadan

biterdi.

O gün bu konuda her hangi bir karara varamadı.

Yalnız bir ara benim yazımı Şükrü K a y a ' n ı n savun­

duğunu duydum:

— Paşam, Çelebi'nin yazdığı doğrudur, diyor, A t a ­

türk te gözünü kırparak gayet memnun:

— Biz biliriz... Diye işi kapatıyordu.

Gezinti Küçüksu Sarayı'nda sona erdi. Atatürk'ün

harf devrimi üzerinde çok kafa yorduğunu, kaç gece­

sinin uykusuz geçtiğini çok iyi hatırlarım.

Page 43: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 43

H A V U Z D A K İ ÇIPLAK KADINLAR

A T A T Ü R K ' Ü N İstanbul'daki gezileri için

önceden hazırlanmış bir program yoktu.

Çok çabuk kararlar verir, aklına estiği zaman, istedi­

ği yere giderdi. Bir gün öğle yemeğinden sonra yine

birden bire motor istedi. Yanında her zaman gezile­

rinde bulunan Kı l ıç Al i , Recep Zühtü, Cevat Abbas,

Salih Bozok, N u r i Conker vardı. Motor la Boğaz 'a

doğru hareket edildi.

O gün ben Saray'da nöbetçi olarak kalmıştım.

H e r gün bir arkadaş nöbetçi kalır, akşam sofrasını

hazırlardı. Başyaverin emrini bekler, sofra kaç kişilik

olacaksa ona göre düzenlerdi.

Gece saat y i rmi ikiye kadar bekledim. H i ç bir

emir gelmedi. O akşam Büyükada Y a t Kulübü'ne g i-

deceklerini sanıyordum. Derken bir telefon. «Beyler­

beyi Sarayı'na y irmi kişilik bir yemek sofrası gön­

derin» deniliyordu. Hazır l ığ ımızı yaptık, Beylerbeyi

Sarayı'nın yolunu tuttuk. Tabii aşçıbaşı Bolulu M e h ­

met Usta beraberimizdeydi. Konukları merakla bekle­

meğe başladık.

Sabaha karşı saat üçe doğru Söğütlü yatı görün­

dü. Beylerbeyi Sarayı 'nın rıhtımına yanaştı. Gelen­

leri karşılamak üzere kapının önüne çıktığımda ne

göreyim?. . Atatürk'ün iki kolunda çok şık, çok güzel

iki hanımefendi. Gerçekten o güne kadar Atatürk'ün

Page 44: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

44 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

yanında güzel kadın görmediğimizi söylersem hak­

sızlık etmemiş olurum. Oniki yıl içinde bunlar gördü­

ğüm kadınların en güzelleriydi.

Hep beraber içeriye girip, hazırlanmış olan sofra­

ya oturdular. Yemekler yendi, içkiler içildi. Konuşul­

du, gülündü. Misafirler sabah saat beşe doğru motor­

larla ayrıldılar.

Başka bir gün Beylerbeyi Sarayı'nda yine böyle

bir toplantı oldu. Meclis oldukça kalabalıktı. Ses ve

saz sanatçıları, müzisiyenler de konuklar arasındaydı.

Meclis Başkanı K â z ı m Özalp, Millî E ğ i t i m Bakanı

Vasıf Çınar başta geliyorlardı.

Şişli sosyetesinden toplanmış on kadın toplantıya

çeşit katıyordu. Gerçi genç, güzel denemez, fakat ol­

gun kadınlardı. Çok pahalı ve şık giyinmişler, boyan­

mışlardı. Kadın konusunda biraz kıskanç olan A t a ­

türk, kadınların tırnaklarının bile boyanmasını hoş kâr-

şılamazdı. Boyal ı kadın gördü mü, boyalarını sildirir,

yıkanmalarını ister, «Olduğu gibi görünün...» derdi.

Bunlara da aynı şeyi yaptı. Kadınlar boyalarını

sildikten sonra soyundular. Sıcak bir Ağustos gece­

siydi. Beylerbeyi Sarayı'nın beyaz mermerleri üzerin­

de yürüyerek salonun ortasındaki göz kamaştıran ha­

vuza girdiler. Atatürk kadınların yürüyüşüne dikkat­

le bakıyordu. Bu eğlence saatlerce sürdü.

Bir yanda Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, bir yan­

da alaturka müzik... Bağdaşır mı, bağdaşmaz mı, onu

bilmem ama, o gece aynı çatı altındaydılar. H e r za­

man gelen sazendeler arasında Deniz K ı z ı Eftelya,

Safiye Aylâ, Nubar Tekyay, Selâhattin Pınar, H a ­

fız Yaşar bulunuyordu.

Y a z süresince her akşam bu toplantılar yapıldı.

Sofrada misafirlerin sayısı ise yirmiden hiç aşağı düş­

medi. . .

Page 45: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 45

İÇKİSİNE KARIŞANLAR

A T A T Ü R K ' Ü N içki içmesine karşı olanla-

rın başında Umumî Kât ip H i k m e t Bayur

geliyordu. Bayur -herhalde Atatürk 'ü hepimizden çok

sevdiğinden olacak- O'nu içkisinden caydırmak için

türlü bahaneler bulur, fakat hiç birini başaramazdı.

Aralarında sık sık tartışmalara tanık olurdum. H e m e n

her sabah tekrarlanan bu tartışmalardan Bayur'un

yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.

Bayur, erken saatlerde Atatürk 'e gelir, o günkü

ajans bültenlerini getirir ve kendisinden direktif alır­

dı. Ata 'nın yorgun halini gören Bayur dayanamaz:

— Paşam yine renginiz yerinde değil, çok yorgun

ve bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar çok içmeseniz daha

iyi olur. Derdi.

Bu karışmaya Atatürk'ün canı sıkılır ama, hiç

belli e tmemeğe çalışarak:

— A H i k m e t Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha

Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç.

zararını görmedim. Diye karşılık verirdi. Bayur bu­

nun da altında kalmazdı:

— Muhterem Paşam, bugün belki zararını gör­

mediğinizi sanırsınız, fakat yar ın göreceksiniz. Siz

bu memlekete lâzımsınız. Kendinize acımıyorsanız ba­

ri bu millete acıyın. Bu millet sizin varlığınızla kaim.. .

Page 46: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Ata türk bu sözleri hep gülümsiyerek karşılardı.

F a k a t bir gün canına tak demiş olacak ki, H i k m e t Ba­

yur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sı­

rada birden bire:

— H i k m e t Bey, seni Kabil'e sefir yapalım. Git,

oraları gör ; hatta icap ederse Hindistan'a kadar g i t

Oralar hakkında bilgi edin... Oku, tetebbu et ve ilim

getir . Bize bu yolda faydalı ol... Dedi.

Bu suretle Hikmet Bayur'un Kabil Büyükelçiliğine

atanma emri verilmiş oluyordu. Bayur birkaç gün

sonra ayrılarak Kabil'e gi t t i . Bana öyle ge l iyor ki, bu

atanma, Bayur'un yurda hizmet kaygusu, yalansız

olarak Atatürk 'e içki içmemesi öğüdü ve içmesine

engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet

Bayur ki, sevgisini, saygısını hiç eksik etmediği Bü­

yük A d a m a « İ ç m e P a ş a m » sözünü ilk söyleyebilmek

cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği A t a ­

türk'ün yanından uzaklaştırılma cezasiyle ödemişti.

N i t e k i m Hikmet Bayur haklı çıkmış, Atatürk te so-

nunda içkinin fenalığını anlamış, fakat iş işten geç­

mişti.

46

Page 47: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ DEFTERİ 47

U Y K U S U Z L U K REKORU

A T A T Ü R K için « i ç k i y i bırakamaz» diyen-

ler, acaba bir gün gelip aldanacaklarını

hiç düşünmüşler midir? O'na içkiyi bıraktırmak is-

tiyenler, o zaman kimbilir nasıl şaşırmışlardır. Evet ,

bu kadar içki kullanan ve ondan ayrılamaz görünen

adam, üç ay hiç rakı içmeden de durabiliyor...

Büyük Nutkunu yazarken ben bunun tanığı ol­

dum. Akşamlar ı yine sofra kuruluyor, herkes karşı­

sında yiyor, içiyor; fakat O, ağzına bir damla bile iç­

ki koymuyordu. Hat tâ yemek yerken herkesin içişini

gülümsemeyle seyredişi hâlâ gözümün önündedir. O y ­

sa ben, içkiye alışkın insanların bir gün bile içme­

den duramıyacaklarını sanırdım. Atatürk'ün tam üç

ay kendi isteğiyle içkiye boykotuna benimle birlikte

bütün çevresindekiler de şaşıp kalmışlardı. Bu da

O'nun görev aşkını ve sorumluluğunu, alışkanlıkları­

nın ve beğenilerinin de üstünde tuttuğunun en güzel

örneklerinden biridir.

Büyük Nutkunu hazırlarken, hiç içki içmediği

gibi, kırksekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dik­

te ettirişini de hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan

yorulan değişiyor, fakat O, binlerce belge arasından

ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uy­

kusunu bile vermekten çekinmiyordu. Böyle zamanlar-

Page 48: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

4 8 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

da, yazdıklarını sofrada arkadaşlarına okutur, sonra

yine eski köşkün çalışma odasına geçer, kâh otura­

rak, kâh ayakta çalışmalarını sürdürürdü. Nutuk, ça­

lışmanın, insan gücünün nasıl üstüne çıkışını göster­

diği için, ayrı bir önem de taşımaktadır.

Atatürk'ün hiç uyumadan üç gün durabildiğini de,

görmüş ve inanamamıştım. Cephede değildik, savaş ta

yoktu. Uykusuzluğu gerektirecek önemli bir olayla

da karşı karşıya bulunmuyorduk. Fakat O, bir işe,

ama ciddi bir işe başladı mı onun sonunun geldiğini

görmeden asla rahat edemezdi.

Tarihle uğraştığı sıralardı. Atatürk içerde çalı­

şıyor, ben kapıda oturmuş bekliyordum. Saat sabahın

begine geliyordu. Uykuyu dağıtmak için elime bir ki­

tap almıştım. A d ı « İ z m i r ' i n İ şga l i» idi. Çok meraklı

olan bu kitaba kendimi kaptırdığım halde, bütün uğ­

raşım boşa gitmiş, şafak sökerken dayanamamış, y o r ­

gunluğun etkisiyle uyuya kalmışım.

Bu sırada Atatürk zi le basmış, fakat ben koltukta

derin bir uykuya daldığım için uyanamamışım. Zille

uyandıramayınca, kendisi çağırmak zorunda kalmış.

Bi r de bakt ım ki, kapıyı aralamış:

— Çelebi, Çelebi!.. D i y e sesleniyor.

Hemen yerimden f ır ladım:

— Paşam.. . Emriniz . . . Diyebildim.

A m a bendeki korkuyu varın siz hesap edin. Ba­

ğıracak, parlıyacak diye ödüm kopuyordu. Ellerimi

önüme kavuşturmuş, bekliyordum. F a k a t nedense kız­

madı. Gayet sakin yüzüme bakarak:

— Bana bir kahve getiriniz. Dedi.

Hemen koştum. Orta şekerli bir kahve yapıp ge­

tirdim. Daha kahveyi içmeden:

— Senin tahammülün kalmamış, haydi g i t y a t !

Arkadaşların gelsin... Dedi.

Page 49: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 49

Söyliyecek hiç bir şey kalmamıştı. Sadece keke-

l iyerek:

- Paşam uyumadım. Ki tap okurken içim geç­

miş... Diyebildim.

Gidip arkadaşları kaldırdım. H i z m e t i devrettim ve

yatmıya gi t t im.

Akşam nöbet sırası yine bana gelmişti, üçüncü

gecedirki, Ata türk gözünü kırpmıyordu. Yüzü hafif

süzülmüş gibi geldi bana. Sofra kuruldu. Bu, onaltı

kişilik bir sofraydı. Misafirler gelerek yerlerini aldı­

lar. Sabahki uyku olayını unutmuştum bile... T a m

içki faslı başladığı zaman misafirlere dönerek:

— Bu çocuk dün gece sabaha kadar beni bekledi,

Dedi.

Birden koltuklarım kabardı, önüme baktım. Misa­

firler bana biraz da kıskançlıkla bakarken Atatürk:

— Öyle ama, sabaha karşı uyumuş. Demez m i ?

Sonra «Senin uykusuzluğa tahammülün y o k » d i y e

alay etmeğe başladı. Canım çok sıkılmıştı. Misafirler

de hep birden gülmeğe başladıklarından utanç içinde

kıvranıyordum. İçimden kendi kendime nasıl da kızı­

yordum. Saat sabahın beşine kadar uyuma da, on­

dan sonra uyu...

Bu olay bana ders oldu. Atatürk'ün o tarihten

sonra üç gün süren büyük bir uykusuzluk geçirdiğini

hatırlamıyorum. F a k a t geç saatlere kadar kaldığı va­

kitler de bütün dikkatimi kullanarak uykuyu aklıma

bile get i rmemeğe çalışmışımdır. O bir kaç dakikalık

Uyku, bende unutulmaz bir anı bıraktı. Büyük adama

hizmetin zor olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

F. 4

Page 50: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SOFRAYI TERKEDİYOR

R E Ş İ T Galip ile Atatürk arasında ge-

çen oldukça ilginç bir tartışma vardır ki,

bir çokları tarafından yanlış bilinmektedir. Sofrada

geçen bu tartışmayı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da

bir yazısında yazmış, sonunu da bilenler tamamlasın

demişti. Bilenlerden biri olarak üstadın bu makalesini

tamamlamağa çalışacağım.

Atatürk asla kin tutmazdı. Bir kimseye ne kadar

kızarsa kızsın bir zaman sonra onu affeder, olanları

unuturdu. Bu yüzden çevresindekilerden bir çokları za­

man zaman gözden düşer, sonra yeniden affedilir, eski

yerlerini alırlardı. İşte Dr. Reşit Galip te gözden dü­

şüp, sonra itibara kavuşanlardandı.

Dolmabahçe Sarayı'nın Harem Kısmında (Hususî

D a i r e ) akşam sofrasını henüz kurmuştum. Mevsimler­

den yazdı. Misafirler birer ikişer geldiler. Y e m e k sü­

resince herkes, her konuda konuştu. Gece yarısına ka­

dar süren toplantı sonunda Reşit Galip'in ayağa kalk­

tığını gördüm. O zamanın Mill î E ğ i t i m Bakanı Esat

Hoca 'y ı kastederek:

— Yaşlı insanlara vekill ik yaptırmamalı . Memle­

kete fayda yerine zarar getiriyor. Dedi.

Bunun üzerine Ata türk :

Memleket te Maari f Vekil i y o k mu?

50

Page 51: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 5l

— V a r ya.. . Esat Hoca mükemmeldir.

Deyince Reşit Galip hayır anlamında başını sallı-

yarak:

— Çok iyi ama, çok ta ihtiyar. A r t ı k ondan geç­

miştir. Bu memleketin Maarif Vekil i o adam değildir.

Dedi.

Bunun üzerine Atatürk ' le Reşit Galip arasında şu

tartışma g e ç t i :

— Yahu nasıl olur? Bu adam beni okutmuştur,

nasıl Maarif Vekil i olamazmış.

— Deği l seni okutmak, senin Allahını okutsa yine

bu adam Maari f Vekil i olamaz.

O devirde dalkavukların yanında böyle medenî ce-

ııaret sahibi, sözünü sakınmaz cinsten kimseler de

vardı. Fakat bu derece ileri gideceği, bir Hükümet

üyesi hakkında bu derece sert konuşacağı kimsenin

aklından bile geçmezdi. Atatürk tarifsiz şekilde kız­

mıştı. F a k a t duygularını belli etmeden, çok sakin şu

emri verdi:

— Lütfen sofrayı terkediniz!

— Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Gerçi biz

saraydayız ama, hocanız Hace-i Sultanî değildir. Cum-

huriyette serbesttir... Diye başlayınca Ata türk yavaş­

ça yerinden kalktı. Kucağındaki peçeteyi masaya bı­

raktıktan sonra:

— Öyleyse müsaade ederseniz ben terkedeyim.

dedi ve salondan çıkıp gitti .

Hemen arkasından koştum. Doğru H a r e m kısmın-

daki yatak odasına girmişti. Ben de arkasından gir-

dim. Her zaman olduğu gibi kapıları kilitledim. A t a -

türk soyunana kadar bir kelime konuşmadı. Sinirleri

henüz yatışmamıştı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra

belki de hiç kimse O'nunla böyle konuşmamıştı.

Page 52: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

52 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Çelebi Efendi, desene ki, yılanı koynumuzda

büyütüyormuşuz. Dedi.

Cevap vermiyerek yavaşça kapıyı açıp dışarı çık­

t ım. Oradaki görevim bitmişti.

Yemek salonuna dönünce bir de ne göreyim. R e ­

şit Galip rakı kadehini hırsından dişlerinin arasına

almış kemiriyor. Baş ucunda da Recep Zühtü ve Kı l ıç

A l i duruyorlar. Reşit Galip başını kaldırıp beni gö­

rünce:

— Çelebi, bana bir kadeh rakı ver, diye bağırdı.

— Efendim, kilerci uyumuş. Diye at la tmağa ça­

lıştım.

— Demek bana verecek bir kadeh rakın bile

kalmadı desene... Diye acı acı söylendi.

Ne yalan söyliyeyim, bu olaydan çok üzüldüm.

Çünkü Reşit Galip'i gerçekten çok seviyordum. Ara­

larının açılmasına gönlüm razı değildi. Faz la içip te

daha kötü bir olaya meydan verilmemesini istemiş,

bu yüzden de rakı y o k demiştim. Rahmetl iye bir ka­

deh rakıyı esirgeyişim içimde eziklik olarak kaldı.

Ertesi gün Reş i t Galip, Atatürk 'e ve İstanbul'a

küserek Ankara'nın yolunu tuttu. H a t t â cebinde on

lirası bile olmadığı için tren parasını Umumî K â t i p

Tevf ik Beyden borç aldığını hatırlarım.

Aradan bir ay geçmişti. Biz yine İstanbul'daydık.

Y e m e k salonuna gelen Atatürk bir ara bana:

— Çelebi efendi, şimdi Ankara 'da Reşit Galip

B e y bir konferans verecek, onu dinliyelim. Dedi.

Daha şaşkınlığım geçmeden koşup radyoyu aç-

tım. Reşit Galip'in Türkocağı salonunda verdiği kon­

feransı sessizce dinledi. Radyoyu kapattıktan sonra,

gözlerinde bir sevinç pırıltısı yanıp söndü:

— Kendisini affettirdi. Dedi.

Page 53: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

Onbeş gün kadar sonra da biz Ankara 'ya gi t t ik.

Ertesi akşam Reşit Galip'i sofraya çağrılmış gördüm.

Sanki aralarında hiç bir şey geçmemiş gibi hareket

ediyorlardı. Bi r kaç gün sonra da Anadolu Ajansı,

Reşit Galip'in Mill î E ğ i t i m Bakanı olduğunu haber

veriyordu.

O gece sofra oldukça kalabalıktı. Reşit Galip'in

üzerinden sevinç akıyordu. Toplantının en kıvamlı

anında Atatürk kapıda duran askerlerden ikisini ça­

ğırdı ve güreştirmeğe başladı. Çoğunluk böyle yapar,

gezilerinde olsun, köşkte olsun, y iğ i t mehmetçik-

lerden bir kaçını yanına çağırarak güreştirir, T ü r k

gücünün nelere yettiğini gözler iyle görmek isterdi.

Hat tâ yanında bulunan çok sevdiklerini, bu mehmet-

çiklerle -istemeseler bile- güreşe tutuşturur, onların

hırpalanışını hazla seyrederdi. Bir kaç keresinde meh-

metçikleri kendisiyle güreşe de davet etmiş, fakat hiç

biri «Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi, biz mi

ge t i receğ iz» diye güreşe yanaşmamışlardı.

Güreş çok tatlıydı. Hepimiz büyük bir dikkat ve

merakla sonunun nasıl geleceğini bekliyorduk. Reşit

Galip'in ise merakı son haddini bulduğu bir sıra, A t a ­

türk askerlere işaret ederek yeni bakanı «a l t ı o k k a »

yapmalarını emrett i .

Hepimiz şaşırmıştık. Bakan da öyle. Daha şaş­

kınlığımız geçmeden o babayani iki asker, Reşit Ga-

lip'i karga tulumba kucaklayıverdiler. H a v a y a kalkan

bakan, önce bir iki çırpınmayı denedi; fakat ne had­

dine... D e v gibi muhafızların birer çelik pençeyi an­

dıran elleri arasında kıpırdamak ne mümkün...

Mecliste bulunanlarda heyecan son haddini bul­

muştu. Sonunun ne olacağını merak ediyorlar, adeta

nefes bile almaktan korkuyorlardı. Ata türk ise so­

ğukkanlı ve tabii görünüyordu.

53

Page 54: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

54 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Askerler, Reşit Galip'i iki üç sefer havaya kal­

dırdılar. T a m yere vuracakları sırada Atatürk'ün bir

işaretiyle vurmaktan vazgeçiyorlar, tekrar var hızla­

rıyla havaya sallıyorlardı.

Birkaç kez tekrarlanan bu hoş oyundan sonra

(biz çocukluğumuzda çok oynardık) A t a t ü r k sofrada-

kilere döndü. Gülerek:

— Biz istersek böyle de hareket edebiliriz. Dedi.

Acaba Atatürk, bu oyunla, vaktiyle kendisine

hakaret eden Reşit Galip'e centilmence bir ders mi

vermek istemişti? A m a ben, bunun şaka çerçevesini

hiç bir zaman aşmadığını sanıyorum. Atatürk, Reşit

Galip'i sevmeseydi, o olaydan sonra onu ne bakan ya­

pardı, ne de altı okka ettirirdi.

Reşit Galip'in Mill î E ğ i t i m Bakanı oluşundan

birkaç ay geçtikten sonra İstanbul Üniversitesi 'nde

«İnkı lâp T a r i h i » için bir kürsü gerekmişti. O gün sof­

rada, devrimlerimizin tarihçesini yapacak kişinin kim

olabileceği görüşülüyordu. Atatürk, hararetle bu g ö ­

revin kendisine düşmesi gerektiği tezini savunuyor:

— Bu işi ancak ben yapabilirim. Gerçi inkılâbı

beraber yaptık, fakat bu kürsüyü ben işgal edebilirim,

yoksa bu maarif vekilinin işi değil. Olmazsa benim

namıma kızım A f e t yapar. Diyordu.

Reşit Galip ise i t irazı basıyor:

— Paşam, her şeyi siz yaparsanız, biz ne iş gö­

receğiz. Diyordu.

Fakat Atatürk ' te dediğim dedikti:

— Ya ben, ya A f e t Hanım. D i y o r da, başka bir

şey söylemiyordu.

Reşit Galip buna da cevabı yetişt ir iyor:

— Paşam, A f e t Hanım kızınızsa, bizler de oğlu-

nuzuz. Aramızda fark var mı ki. Bu işi Maar i f Ve-

küinin yapması lâzımdır. Biz de oğlunuz olarak bu

Page 55: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 55

vazifenin kendimize verilmesini istiyoruz. Diye söy­

leniyordu.

Bu iş sonuçlanmadan, aynı günler içinde bir baş­

ka olaya daha dokunmak isterim. Bir kaç gün sonra

sofrada, Kı l ıç Ali, Recep Zühtü, Ata 'n ın etrafını çe­

virmişler, şurdan burdan konuşuyorlardı. Bir ara R e ­

cep Zühtü, Atatürk 'e :

— Paşam, dedi. Reşit Galip'e biri demiş ki : Hi t le r

bugün konuşacak. Bunun üzerine Reşit Galip te şu

cevabı vermiş : Bizim Hit ler her gün konuşur.

Atatürk bu lâfa kızmak şöyle dursun, kahkaha­

larla gülmüştü.

Aradan günler geçti. Reşit Galip hâlâ İnkılâp

Tarihi kürsüsü için çalışıyor, Atatürk 'ü uygun bir za­

manda kandırabilir miyim, diye düşünüyordu. T a m o

sırada Millî E ğ i t i m Bakanlığından da affedildi. Y e r i ­

ne H i k m e t Bayur geldi.

Bakanlıktan ayrılması Reşit Galip'e uğurlu gel­

memişti. Bir gün Moda'da denize düşmüş, zatürrieye

yakalanmış. İ k i ay kadar tedavi oldu. Garip rastlantı,

Hikmet Bayur, İnkılâp Kürsüsünde ilk konferansını

verdiği gün, Reşi t Galip te hayata gözlerini yum­

muştu.

Page 56: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

KONTESİ ŞAŞKINA ÇEVİRDİM

A T A T Ü R K doğru söze bayılır, dobra dob-

ra konuşanları severdi. Kibir l i değildi,

gururluydu. H i z m e t k â r olmamıza rağmen bizlerle,

neferleriyle arkadaşça konuşur, sorular sorar, şaka-

laşır, dertlerimizle ayrı ayrı ilgilenir, her fırsatta bi­

ze konuşma özgürlüğü tanırdı,

— Çelebi, ne dersin bu işe?

D i y e sık sık benim fikrimi aldığını hatırlarım.

O'nun bu huyunu bi ldiğim için, sorduğu her şeye hiç

çekinmeden, ucu zülfi yâre de dokunsa, cesaretle ce­

vap vermeğe g a y r e t ederdim. Bunun ödülünü de, ölün­

ceye kadar hizmetinde kalmak suretiyle gördüm.

A t a t ü r k beni, her şeyi açıkça konuştuğum, yalancı­

l ığa ve dalkavukluğa kaçmadığım için tutmuş olmalı.

Bi r gün yurdumuza Fransa'dan konuk bir madam

geldi. Adını hatır l ıyamadığım bu madamı « K o n t e s »

diye çağırıyorlardı. Yaşlı, temiz giyimli, asil görünüş­

lü bir kadındı.

Ata türk Dolmabahçe Sarayı'nı, madama kendisi

gezdiriyordu. Gezintide Fethi Okyar, K â z ı m Özalp ta

vardı. Arkalarından, üzerimde smoking olduğu halde

ben de yürüyordum.

Saray'ın kabul salonunda Napoleon'a ilişkin üç

tane masa vardır. Bunların üzerlerinde bir takım re-

56

Page 57: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 57

simler, Napoleon'un Damdonörleri, annesi ve kızkar-

deşinin adları yazılıydı, Boş zamanlarımda sarayı g e z ­

meğe çıkınca her zaman bu masalara bakar, üstündeki

yazıları okumağa dalardım. Okuya okuya farkında ol-

mıyarak ezberlemişim. Oraya gelince fırsatı kaçır­

madım. Hemen atıldım. Napoleon'un aile kişilerinin

adlarını sıralamağa başladım.

Kontes şaşırmıştı. H e m Napoleon sülalesini bir

hizmetkârın ezbere bilmesinden, hem de koskoca bir

devlet başkanının karşısında, hizmetkârının ortaya

atılarak serbestçe konuşmasından...

Kontes Atatürk 'e dönerek:

— Sizin için diktatör diyorlar. Oysa bu adam­

lar, sizden hiç çekinmeden, korkmadan konuşabili­

yorlar...

Atatürk şu karşılığı verdi:

— Benim için diktatör diyorlar. Evet, ben dikta­

törüm ama, kalpleri kazanarak diktatör oldum. Bun-

lar benim verdiğ im emirleri yaparlar. Benden ne di­

ye korksunlar?.. .

Bir gün sonra...

İzinli olduğum için o gece sofrada hizmet ede­

memiştim. Atatürk, şefimiz İbrahim'e beni sormuş,

izinli olduğumu söylemiş. Bunun üzerine Fethi Ok-

yar'a dönerek:

— Napoleon'un annesini, kızkardeşini ne sen bi­

lirsin, ne de ben. Bizim Çelebi zeki çocuktur. H e l e

bugün çok hoşuma gitti . Türklerin hizmetkârları bile

Napoleon'un familyası ile alâkalı... Beni diktatör ta­

nıyan insanlardan bir tanesi bu vaziyet i görmüş ol­

du. Onun için memnunum. Demiş.

Ertesi günü bunu İbrahim'in ağzından duyduğum

zaman kabıma sığamıyordum.

Page 58: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

58 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SERVETLERİNİZİ VERİNİZ

1930-1931 YILLARINDA yurdumuzda büyük

bir ekonomik bunalım başgöstermişti.

Ürün fiatları düşüyor, Devlet bütçesindeki açık geniş­

ledikçe genişliyordu. Genel bir ulusal ekonomi sefer­

berliği olmadıkça bu hal düzelemezdi. H e r gün bir

yada birkaç tüccarın iflâs ett iği duyuluyordu. Huzur-

suzluk son haddini bulmuştu. Bu durumu gören bü­

tün milletvekilleri, Atatürk ' ten bu hastalığa bir çare

bulmasını istediler. H a t t a Nuri Conker:

— Paşam, vaziyet kütüdür. Böyle giderse, mem­

leket mahvolur. Diyordu.

O gün sofrada bulunan Yunus N a d i ve H i k m e t

Bayur:

— Paşam, bu işe ancak siz çare bulabilirsiniz...

Deyince Atatürk şu cevabı verdi:

— Ben askerim. Vazi fem olan şeyleri bilirim. G e ­

risine karışmam. Bu memlekette Yüksek Ticaretten

mezun dünya kadar genç yetişiyor. Bunların arasın­

dan seçin bir tanesini, İktisat Vekili yapın.. .

Fakat Hikmet Bayur'un dediği dedikti :

— Paşam, bizim hiç bir işe sizin kadar aklımız

ermiyor. Onun için her şeyi siz yaparsınız. Buna da

siz çare bulacaksınız. Dedi.

Atatürk bir iki saniye düşündükten sonra Nuri

Conker'e dönerek:

Page 59: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

— Bu millet çok çabuk kurtulur ama, usulünü

bilmek lâzım. İsterseniz sizi misâl alalım. Siz Sela­

nik'ten Türkiye 'ye gelirken Ankara 'ya ne getirdiniz?

Tabii hiç bir şey. Şimdi neniz v a r ? Yüzbin liralık bir

apartman, Kütahya'da ikiyüzbin liralık bir kiremit

fabrikanız. Hepiniz bütün mallarınızı millete verirse­

niz, bu dâva kendiliğinden halledilmiş olur. İ ş te sa­

na kurtuluş yolu.. .

Sonra Yunus Nadi ile H i k m e t Bayur'a dönerek:

— Ne buyrulur? Diye sordu. Daha onların vere­

ceği cevabı beklemeden ekledi:

— Ben askerdim. Allahın inayeti, milletin yar­

dım ve çalışmasiyle bugüne ulaşabildik. Memleket ve

millet artık kurtulmuştur. Ben bir şey yapmadım

ki... Benim vazifem çekilip bir yana oturmak olmalı­

dır. Reisicumhurluğu bile üzerime almamam lâzımdı.

Ne çare ki, hiç istemediğim halde bu vazife her yıl

benim üzerimde kalıyor. Benim kalmam bu millet

için belki zararlı olur. Dedi.

Bir yıl kadar sonra 9 Eylül 1932 de İş Bankası

Genel Müdürü olan Celâl Bayar Çankaya Köşküne

çağırıldı. A t a t ü r k Bayar 'a:

— Seni İktisat Vekili yapıyoruz. Deyince Bayar :

— Paşam, beni af buyurun. Ben yalnız İş Ban­

kasında kalmak istiyorum. Bu iş bile bana fazla geli-

yor. Diyerek üç sefer de yapılan isteği geri çevirin­

ce Atatürk :

— H e m İş Bankası Müdürlüğünü yapacaksın,

hem de İktisat Vekilliğini. Dedi. Bayar bu isteğe uy­

mak zorunda kaldı.

Bunu duyunca çok sevindik. Sevincimiz daha

çok şu bakımdan ileri geliyordu. Bayar eli açık, bol

bahşiş verirdi. Hat ı r ımız ı sorar, yakınlık gösterirdi.

59

Page 60: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

60 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ÇALLI İBRAHİM'LE ARKADAŞI

A T A T Ü R K Cumhurbaşkanı olduğu halde

tam bir halk adamıydı. Halkın içinden

çıkmış olan bu büyük insan, kalabalık içinde yaşa­

maktan, halkın içinde dolaşmaktan, halkın g i t t iğ i

yerlerde oturmaktan büyük bir haz duyardı. Halkın

eğlendiğini görmekten hoşlanır, o eğlencenin içine

kendini de sokardı.

Beyoğlu'nda T ü r k u v a z ı n yanında Eden adında

bir lokanta vardı. Bi r gün de oraya gitmiştik. Saat

gecenin onbiri. Garsonlar etrafımızda fırdolayı dönü­

yorlar, Atatürk 'ü hoşnut etmeğe çalışıyorlardı.

Atatürk'ün oturduğu masanın biraz ilerisinde iki

arkadaş oturmuşlar, rakı içiyorlardı. Kendi âlemleri­

ne dalmışlar, bizim varl ığımızdan habersiz görünü­

yorlardı. Atatürk, bana seslenerek:

— Hemen git, beyleri çağır ! Dedi.

Masalarına gidip kendilerine emri bildirdim. On­

lar da derhal toparlanıp bizim masaya geldiler. Bun­

lardan biri tanınmış ressam Çallı İbrahim, yanındaki

de Hüsamettin adında bir arkadaşıydı. Atatürk, biraz

sonra ikisine de şu soruyu sordu:

— Siz rakıyı niçin içersiniz?

Çallı İbrahim'in arkadaşı Hüsamettin:

— Bendeniz rakıyı herkes gibi midemi doldur-

Page 61: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 61

mak için değil, kafamı öldürmek için içerim. Diye

cevap verdi.

Atatürk bu hazır cevaplıktan çok hoşlanmıştı:

— Bravo. . . D i y e bu yabancı misafiri kutladı.

Daha sonra misafire hangi partiden olduğunu

sormuş, Hüsamettin de hiç çekinmeden Serbest Fır-

ka'dan olduğunu söylemişti. Ata türk bundan da m e m ­

nun oldu. İkinci bir defa da:

— Bravo!. . Dedikten sonra Çall ı 'ya dönerek:

— Çallı İbrahim, Çallı İbrahim... Avrupa'dan bir

çok ressamlar, heykeltraşlar geliyor, benim resimleri­

mi, büstlerimi, heykellerimi yapıyor. Siz nerdesiniz?

Çalılara mı gömüldünüz de, hiç görünmüyorsunuz?

Bu kadar tanınmış bir ressam olmanıza rağmen sizin

hiç sesiniz çıkmıyor. Onlarsa binlerce l irayı alıp

memleketlerine gidiyorlar.

Deyince Çallı İbrahim gülümsiyerek şu cevabı

verdi:

— Paşam, Paşam.. . Fındıklı Sarayında ( A k a d e ­

m i ) benim yapt ığ ım bir portreniz vardır. Anlaşılan

bunu duymamışsınız. Gidip onu görün. Ata türk siz

değilsiniz, asıl odur...

Atatürk bu cevaptan da çok memnun kalmıştı.

O gece sabaha kadar sofrada sanat sohbetleri yapıldı.

Çallı İbrahim'den Türk resmi ve sanatı hakkında

uzun boylu bilgi aldı. Bunları dikkatle dinledi. Sa-

natçının korunması ve sanatın gelişmesi için Devle-

tin yardımcı olacağına söz verdi. Atatürk 'ün bu ko­

nuyla bu kadar ilgileneceğini hiç aklıma getirmemiş-

tim. Saat sabahın dördüne gelmişti. Toplantı sona

erdi ve saraya döndük.

Çallı İbrahim'e ilişkin bir anı daha:

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gazeteci l iğe baş­

layan Ordu'dan emekli İhsan Boran, Bükreş Ataşe-

Page 62: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

militerliği sırasında bir sanatçılar topluluğuyla Bük­

reş'e gelen Çallı İbrahim'le bir görüşme yapmıştı.

Sohbet sırasında Ataşemiliter, Çallı İbrahim'e:

— Üstad, hâtıra olarak lütfedip bir şey çizer mi .

siniz? Diye sormuş, Çallı İbrahim de kendine özgü

konuşma diliyle:

— Ne gibi bir şey?

— Meselâ Atatürk 'ü hayalinizden çizebilir mi­

siniz?

— Ben O'nu kalbime resmetmişim...

Ve sihirli kalem darbeleriyle, birkaç saniye içinde

Atatürk'ün eşsiz bir portresini çizmiştir. Bu resim

şimdi İhsan B o r a n ı n eşi A d v i y e Boran'da bulun­

maktadır.

62

Page 63: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

KAYSERİ'DEKİ SÜRÜ SAHİBİ

A T A T Ü R K sık sık halkı ve memleketi gör-

medikçe rahat edemez, bu yüzden ansı­

zın gezilere çıkardı. Balolara, eğlencelere, davetlere

de gidişi ansızın olur, okullara haber vermeden bas­

kın yapar, derslere katılırdı. Bu yüzden birçok kim­

se gafil avlanır, hazırlıksız olduklarından şaşkına

dönerlerdi.

Yurt gezilerinde de çoğunlukla böyle olurdu. Ön­

ceden hazırlanmış bir gezi programı yoktu. Gece

sofrada, ertesi gün falanca yere gidilmesi istenir,

sabah olur olmaz da hareket edilirdi. Çok zaman g i ­

dilen yerin ilgilileri bizi yüzleri traşlı, yahut düz­

gün olmıyan kıyafetlerle karşı lamağa dara dar y e ­

tiştikleri için Atatürk, bunların telâşlarıyla inceden

inceye alay ederdi.

1931 yılındaydık. Yine böyle ansızın çıkılmış yurt

gezilerinden birinde bulunuyorduk. Trenimiz Kayser i

istasyonundan kalkmak üzereydi. Bir de baktım, ço­

ban kıyafetli bir adam, kalabalığı yararak bulundu-

ğumuz vagona yaklaşmağa çalışıyor.

Bir olay geçtiğini anlamıştım. Vagonun kapısını

araladım. Beni kapıda gören çoban kıyafetli adam:

— Atatürk'ü görmek istiyorum, nerededir? Dedi.

— Yaverlerden izin almadan Atatürkü göremez-

siniz. Diye cevap verdim.

63

Page 64: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

64 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A d a m ısrar ediyor, ben bırakmıyordum. A r a m ı z ­

daki tartışma gi t t ikçe kızışıyordu. A d a m da inatçı

mı, inatçı...

B iz böyle çekişe duralım, Ata türk bizim konuş­

malarımızı bulunduğu vagonun penceresinden duy­

muş. Başını uzatarak:

— Çelebi, ne istiyor bu adam? D i y e sordu.

— Efendimizi g ö r m e k istiyor, Paşam. Dedim.

— Al ge l efendiyi öyleyse...

A d a m önüme düştü, ben arkada, beraberce va­

gondan içeri girdik.

Benim çoban sandığım adam meğer davar sahi-

biymiş. Başladı Atatürk 'e serencamını anlatmağa:

Beşyüz koyunu ile davarı varmış. Bunları sat­

m a ğ a Ankara 'ya götürürken baytar yolunu kesmiş.

«Kayser i 'de hastalık var, hayvanları götüremezsin.»

demiş. Bunun üzerine adamcağız baytara yalvarmağa

başlmış:

— Efendim, Kayserinin her yerinde mi hastalık

v a r ? H e r yerinde olmaz ya... Bu şehrin garbı var, şarkı

var. H i ç olmazsa buralardan bana bir yol versinler.

Hastal ık olmıyan bir yoldan geçireyim. Demiş.

A m a bir türlü bu hayvanlara yol verilmemiş. Da­

v a r sahibi, hayvanlariyle eli böğründe kalmış. Ne

yapsın, neylesin, derdini kime açsın. Validen umudu­

nu kesince, birden Atatürk'ün Kayser i 'ye geldiğini

duymuş.

— Varıp gideyim, A t a ' y a derdimi i leteyim. Bel­

ki O'nun sayesinde feraha çıkarım. D i y e düşünmüş.

Hayvanlar ı ot lağa bıraktığı gibi soluk soluğa istas­

yona yetişmiş.

Davar sahibini büyük bir dikkatle dinliyen A t a -

türk, trenin hareketini geciktirdi. Val i ile baytarı

Page 65: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 65

çağırttı. İkisi de zaten istasyonda bulunuyorlardı.

İkisine birden dönerek:

— Bu arkadaşın sürüsüne neden mâni oldunuz?

Diye sordu.

Baytar kekelemeğe başladı. Ne cevap vereceğini

şaşırmıştı:

— Şey efendim, bu mıntakada hastalık var da,

ondan müsaade etmedik. Deyince bu defa da Val iye

döndü:

— Siz ne dersiniz Vali B e y ? Diye sordu. Val i

ezile büzüle:

— Efendim, doktor haklıdır. Deyince Atatürk

kızdığını belli ederek:

— Demek bu sürü sahibi burada hayvanlariyle

beraber ölsün. Siz de seyirci kalın... Sizin maksadı­

nız malûm, anlaşıldı. Dedi. Sonra daha fazla öfkele­

nerek :

— Şu köylü kadar da olamadınız. Bu adamın

şarka, garba aklı eriyor da, sizin neye ermiyor a

mübarek adamlar ? Dedi.

Vali ile baytarda şafak atmıştı. Önlerine bakı­

yorlardı. Hemen sürü sahibine dönerek:

— Baba, şimdi sürünü topla. Şehrin tam göbe­

ğinden Ankaranın yolunu tut. E ğ e r sana mâni olmak

isterlerse, hiç çekinmeden bana telgraf çek. Ben se­

nin olduğun yere yetişirim. Dedi.

A d a m teşekkür edip, Atatürk'ün ellerine sarıl­

dıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Ata türk tekrar Va­

liye dönerek şu soruyu sordu:

— Nedir bu hal. Bu saçma hali görmediniz m i ?

— Paşam farketmedik.. .

— Tabii sen farketmezsin, o farketmez. M e m l e ­

ketin serveti de böylece harcanır gider.

Vali ile baytarın önlerine bakarak öyle bir g i­

dişleri vardı ki...

Page 66: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

6 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

HASTA ÇOBANI ZİYARETİ

O K U M A . kitaplarına kadar geçen Sığırt-

maç Mustafa ile Atatürk'ün karşılaşması

çok enterasandır:

1930 yılında Atatürk, bir gün atla Y a l o v a dağ­

larında gezintiye çıkar. Yolun üzerinde bir sığırtma­

ca rastlar:

— Bu yol çıkar m ı ? Diye sorar.

Çoban, eliyle yolu gösterir. Atatürk, yoluna gi­

decek yerde atını durdurur. Çobanla aralarında şu

konuşma geçer:

— Adın ne senin?

— Mustafa...

— Bu koyunlar kimin?

— Ağanın. . .

— P e k i sen kaç paraya çalışıyorsun?..

— Üç liraya.

— Sana daha fazla para versem, benim çiftliği-

me gelir misin?

— A ğ a razı olursa gelirim. Ağanın rızasını alın

da ondan sonra...

— Senin anan, baban yok mu?

— Yalnız anam var.

— Bakalım razı olur mu?

Page 67: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 67

— Onun da rızasını alırsanız razı olur. O zaman

ben de çalışır, ona bakarım.

Ata türk bu sırada cebinden bir sigara çıkarıp ç o ­

bana uzatır. Çoban onbir-oniki yaşlarındadır. Sigara­

yı almaz.

— Sigara içmiyor musun?

— Daha sırlaşmadım (a l ı şmadım) .

Bunun üzerine Atatürk cebinden bir 10 l ira çı­

karıp vermek ister. Çoban bunu da almaz. Bu güzel

hali gören Atatürk, parayı alması için ısrar eder. Ço­

ban:

— A l ı r ı m ama, bir şartla, der. Sen de benim v e ­

receğim cevizleri alırsan paranı alırım.

Atatürk, çobanın cebinden çıkarıp, kendisine u-

zatt ığ ı cevizleri alır, parayı verir . . .

İş bu kadarla kapansa iy i . . . Ertesi gün Sığ ır t­

maç Mustafa, jandarma tarafından apar topar, da­

ha ne olduğunu anlamağa vaki t bulamadan Y a l o v a

Atatürk Köşküne getirilir. Çoban daha Atatürk'ün

kim olduğunu bilmemektedir.

Sığırtmaç Mustafa'yı işte ben, ilk kez o gün,

orada tanımıştım. Salonda bir çok misafir vardı. Ço­

ban, elinde sopası olduğu halde oturuyor, başına g e ­

leceğinden habersiz ürkek bakışlarla çevresine bakı-

nıyordu.

— Konuştuğun adam kimdi? D i y e sordum. Ço­

ban:

— Bi lmem.. . Diye karşılık verdi.

Bunun üzerine çocuğa bulunduğumuz yeri anla­

tarak, elimden geldiği kadar öğütte bulundum:

— Dikkatl i ol ve hiç çekinme... Dedim. Seni

okutur, adam olursun. Bu gördüğün Atatürk'tür.

Çocuk artık köşke getiril iş nedenini öğrenmiş

bulunuyordu. Yüzünde memnunluk hali belirmişti.

Page 68: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

68 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Derken Atatürk salona girdi. Sığırtmaç Musta­

fa'yı tepeden tırnağa süzdükten sonra suratı asıldı.

Misafirlere dönerek:

— Çocuğa kim olduğumu söylemişler. Baksana

nasıl konuşması, tavrı değişti... Dedi.

Bunu duyar duymaz benim söylediğim meydana

çıkacak diye korkudan hemen oradan sıvıştım.

Sığırtmaç Mustafanın köşke getirildikten sonra

sıtmadan dolayı karnının davul gibi şiş olduğu g ö ­

rüldü ve Şişli Çocuk Hastanesine gönderilip tedavi

altına alındı.

Yalova'dan İstanbul'a dönmüştük. Bir gece yarı­

sı Atatürk'ün aklına geldi, Çoban Mustafa 'yı sordu.

« Y a t ı y o r ! » dedik. «Gidip g ö r e l i m » dedi. Saat gecenin

ikisinden sonra kalkıp Şişli Çocuk Hastanesi'ne g i t­

tik.

Gelişimiz bir âlemdi. Bütün çocuklar uykudan

uyandılar. Atatürk, Çoban Mustafa ile beraber, ya­

tan öbür çocukların da sıhhatini sordu. Kald ığ ımız

süre içinde çocukların hiç biri uyumadı.

Atatürk, Çoban Mustafa'nın yanından ayrı lmak

istemiyordu. Onunla özel olarak konuştu. Hat ı r ın ı

sordu. Sabaha karşı hastaneden ayrıldık.

Ertesi akşam sofrada konu, yine bu Çoban Mus­

tafa üzerindeydi. Herkes onun için bir şey söylüyordu.

Lehinde ya da aleyhinde... Bâzı misafirler:

— Paşam, bu çocuğa boşuna emek vereceksin?

— Niç in?

— Efendim, çoban hiç okur mu? A d a m olur mu?

Bu saçmaları büyük bir dikkatle dinliyen Ata­

türk:

— Yahu, ne uzağa gidiyorsunuz. Ben de bir

zamanlar tarlada kargaları bekledim. Dayımın çiftli-

Page 69: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 69

ğinde onun koyunlarını güttüm. Beni biraz zeki g ö ­

ren dayım:

— Bu çocuğu okutmalı... Dedi. Bundan sonra

beni askerî mektebe yazdırdılar. Ben de okudum,

gördüğünüz mevkie geldim. Çobanlar okumaz diye

bir nazariye yoktur. Bu çocuk ta okur. Belki büyük

bir adam da olur. Onu da zaman gösterir.. . Dedi.

Çoban Mustafa Kuleli 'de iken İstanbul'a her g e ­

lişimizde saraya gelir, Atatürk' le görüşür ve mübayaa

memuru yüzbaşı emeklisi Rıza Köse'den aylığını, ya­

ni harçlığını alır, bazı defa yemekte alıkonulurdu.

Yı l lar geçti ve zamanla bu çocuğun okuyup adam

olduğunu gördük. Çoban Mustafa binbaşılığa kadar

yükselmiş ve emekli olmuştur. Şimdi Yalova 'da otur­

maktadır.

Page 70: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

70 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A Y A K L A R I N A K A P A N A N KADIN

A T A T Ü R K , her yaz dinlenmek için Ya lo-

va'ya gel i r ve burada üç ay kadar kalır­

dı. Yalova'nın insana huzur veren havasına, sessizli-

ğine âşıktı adeta. Burada tabiatla başbaşa kalmak­

tan, büyük bir haz duyduğunu, ferahladığını her ha­

linden belli ediyordu.

Yine bir yaz, Y a l o v a Kaplıcalarındayız. Y a z ay­

ları kendine özgü bir tembellikle sıcak ve ağır geçip

g i tmede. . . Günlerden bir gün, ansızın köşkün kapısın­

da bir kadın belirdi. Bu sırada Atatürk, köşkün mer­

divenlerinden inmekteydi. Kadın birden kendini yere

atıp, Atatürk'ün ayaklarına kapandı, öpmek istedi.

F a k a t Atatürk buna hemen engel oldu, «Estağfurul­

l a h » diye geri ger i çekildi.

Önce mahcup olmuş gibi bir tavır takınmıştı. F a ­

kat az sonra kızdığını anladım. Sert bir şekilde:

— Ne istiyorsun? Diye sordu.

— Üç çocuğum var, mektebe vermek istiyo­

rum...

— Peki, siz ne iş yaparsınız?

Kadın ezile büzüle, adeta utanırcasına:

— Öğretmenim.. . Diyebildi.

Atatürk'ün canı adamakıllı s ıkılmağa başlamış-

tı. B i r öğretmen, « Y e n i nesli sizler yetiştireceksiniz,

Page 71: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 71

yeni nesil sizin eseriniz olacak» dediği bir öğretmen

gelsin, onun ayaklarına kapansın... Olur şey deği l !

— Siz böyle yaparsanız, sizin yetiştirdiğiniz tale­

beler ne yapar? Böyle bir hareket fani insanlara ya­

pılır m ı ? H a y d i istediğin neyse çabuk söyle. Ya ln ız

şunu iyi bil ki, kim olursa olsun, elini ayağını öpmek

hiç te doğru değildir.

Kadın öğretmenin isteği, iki çocuğunu yatı l ı

okula vermek, okutmaktı. Ata türk emir verdi. Ç o ­

cukları hemen yatı l ı okula yolladılar.

Kadıncağız o an ne yapacağını, nasıl teşekkür

edeceğini bilemiyordu. Ayrı l ı rken gözler i yaşlarla do­

lu « A l l a h uzun ömürler versin» diyebildi.

Yalova 'da o gün ayaklarına kapanan öğretmen

olayı Atatürk'ün çok canını sıkmış ve neşesini kay­

bettirmiştir. O, her zaman kadına toplum içinde g e ­

reken önemin verilmesini istemiştir. Batı kadını ile

Türk kadını arasındaki farkı kaldırmak en büyük

amacıydı. Türk kadını bütün aşağılık duygulardan

kurtarılmalıydı. Ömrünün sonuna kadar da bunu sa­

vunmuştur.

Page 72: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

CUMHURBAŞKANI S A L O N U N D A K İ A T L A R

derece merhametliydi. Zayıf lara acır ve yardıma ko­

şardı. Hayvanlar ı çok severdi. Kurban kestirmezdi.

At ve köpek en sevdiği hayvanlar arasındaydı Çiftlik

hayvanlarından ruam hastalığına yakalanan bir tayı

öldüreceklerini duyduğu zaman çocuk gibi ağlamış ve

ellerine lâstik eldiven g iyerek birkaç kez okşamadan

öldürmelerine izin vermemişti .

Bi r gece sofrada otururlarken Atatürk, yaverler­

den birini çağırdı ve şu emri verdi:

— İki gün önce bizim atların biri doğurmuştu.

A l ı p onları buraya getir iniz. . .

Hayvanların getirilmesinin istendiği yer Çanka­

y a , emri veren de bir Cumhurbaşkanı idi.

Yaver ler ve misafirler duraksadılar. Sofradakile-

rin şaşkınlığı henüz geçmeden yine Atatürk 'ün sesiy-

le irkildik:

— Sevelim, görel im, okşıyalım...

Köşke, hem de şeref salonuna hiç hayvan girer

m i y d i ? Fakat emir emirdi işte... Yeni doğan tay ve

annesi Yıldız, hemen K ö ş k e getirildi. A m a hayvanlar

7 2

ÇOK kuvvetli bir iradeye sahip olan A t a ­

türk'ün duygu yanı da çok zengindi. Son

Page 73: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 73

bir türlü salonda yürüyemiyorlar, cilâlı yerlerde

ayakları kayıyordu.

Hemen yerimden fırladım. A k l ı m a bir çare ge l-

mişti. Yerlere serili seccadeleri topladım. T a y ve an­

nesinin geçeceği yere serdim. Hayvanlar rahatça sa­

lona girdiler. F a k a t şunu da söyl iyeyim ki, hayvanlar

salona çok yakışıyorlardı.

Atatürk bir süre salona alınan hayvanların ya­

nında kaldı. E l iy le ikisine de şeker yedirdi, ayrı ayrı

sevdi, okşadı. Bundan sonra hayvanlar salonu terket-

tiler. Herkes memnundu. K i m i n aklına salona hay­

van sokmak gelir. Belki de bir atla yavrusunun

Cumhurbaşkanı salonuna girişi, yeryüzünde ilk kez

olmuştur.

Page 74: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

KÖPEĞİ FOKS'UN Ö L D Ü R Ü L Ü Ş Ü

A T A T Ü R K ' ü n e n sevdiği hayvanın a t ol-

duğunu biliyorum. Fakat köpeği de çok

severdi. Bu vefakâr iki hayvana ayrı ayrı sevgi bes­

ler, onlara çok acırdı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında A l p adında çok

sevdiği iri bir köpeği varmış. Atatürk'ün kapısında

nöbet bekler, hiç kimseyi içeriye bırakmazmış. Kur­

tuluş Savaşı sırasında Yunanlılardan alınmış beyaz -

sarı karışık bir av köpeği vardı. A l b e r adındaki bu

köpeği çok severdi. Ölümüne de uzun boylu üzül­

müştü.

Atatürk'ün bunlardan başka Foks adında bir

köpeği daha vardı. Yalova 'da Hasan Efendiden 50

l iraya satın almıştı. O zaman da 50 l ira oldukça

önemli bir paraydı. F o k s uzun süre köşkte kaldı. Bir

Cumhurbaşkanı köpeği olarak hayatta kendi cinsle-

rinin hiç birine kısmet olmayan rahat ve mutlu bir

yaşantı sürdü.

Atatürk, Foks'un yaşantısıyla yakından ilgilenir­

di. Bi r gün Ankara'da, Köşkün bahçesinde dolaşır­

ken, köpeğinin hareketlerini dikkatle izliyordu. Foks ' ­

un tembelliği mi üzerindeydi, neydi? Bir köşeye çe­

kilmiş, boş gözlerle sahibine bakıyordu. A t a t ü r k hay­

vana uzun uzun baktıktan sonra, bana döndü:

74

Page 75: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

— Bu hayvan aç... Dedi.

— Yemeğini az önce yedi. D i y e karşılık verdim.

— Yese böyle olur mu?

— Bir tencere pilâvı elimle verdim. H e m öyle

bir pilâv ki, fukaranın evinde dört kişi doyar.

Hiç sesini çıkarmadı önce... Çıkarmadı ama, ak­

lına Foks gelmiş olacak ki, yemekten sonra sözü y i­

ne ona get irdi :

— Bu köpek çiftleşti mi? D i y e sordu.

Anlaşılan Foks'un keyifsiz halini, bu kez de cin­

sel durumuna yoruyordu.

— Konya 'da iki ay önce çiftleşmişti... Dedim:

— O orada kaldı. Ben burada bir şey oldu mu,

diye soruyorum.

— Henüz olmadı Paşam.. .

O zaman A t a t ü r k şöyle konuştu:

— Hayvanlar muayyen zamanlarda çiftleşirler.

Onların hiç değilse bir zamanı var. Onlar kadar ola­

mıyoruz.. .

Atatürk'ün bu sözlerine için için ne kadar gül-

müşümdür.

Bir kaç yıl Atatürkün yanında kalan Foks, hır­

çın bir köpekti. Misafirlerden bir çoğunu ısırdıktan

başka bir gün de Atatürk'ün elini ısırmış. H e m de

oldukça derin bir yara açmış. O gün elini sarılı g ö ­

rünce hepimiz meraklanmıştık. Bunun üzerine köpe­

ği Köşkten uzaklaştırdılar, çiftliğe götürdüler. Ya­

kınlarından bir kaç kişi «Sahibini ısıran köpekten

hayır g e l m e z » diye öldürülmesi için Atatürk 'e ısrar

ettiler. İzin verdi mi, vermedi mi bilmiyorum ama,

Foks o günlerde öldürüldü. Baytar lar Atatürk 'e ya­

ranmak için özenle köpeğin derisini yüzmüşler. İçini

samanla doldurup, göz yerlerine cam g ö z takmışlar.

75

Page 76: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

7 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

B i r camekân içine oturtmuşlar. Tabii bunlardan

Atatürk 'ün haberi yok.

Bir gün gezinti sırasında çiftliğe de uğradığı za­

man, camekânda Foks'u görünce duraklar. İçi acıyla

burkulur. Üzgün bir halde:

— Sevdiğim bir mahlûku böyle g ö r m e k istemem,

kaldırın onu. Der.

Atatürk'ün, elini ısıran köpekten « s e v d i ğ i m » diye

bahsetmesi, oradakileri şaşırtır. Bunu yüzlerinden

okuyan A t a şunları söyler:

— H e r ısırana kızılmaz. Foks fenalık yapmak

için ısırmamıştır.

Ertesi gün Foks'un doldurulmuş derisi camekân -

dan kaldırılmış ve bahçenin bir köşesine gömülmüştü.

A t t a n ve köpekten başka Atatürk kuşları da çok

severdi. Kuşçu Nur i Ustanın baktığı bir çok güver­

cinleri ve güvercinliği vardı. Onların uçuşlarını hazla

gözlerdi. Bir gezisinde kendisine armağan edilen bü-

dırcınları yememiş, bahçede kafeste saklanmasını is­

temişti. Fakat ne yazık ki, Atatürk'ün yemeğe kıya-

madığı kuşlar, bir kaç gün sonra bir kedi tarafından

yenmiş. Kafeste sadece tüyleri bulundu.

Page 77: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 7 7

ÇUBUKABAD ÇAMLIĞINDA

BİR gece sofrada otururken Atatürk yine

birden bire bir gez i istedi. Bu da önceden

kararlaştırılmamış, hazırlıksız, sürprizli gezilerden bi­

riydi. Daha sofra faslı bitmeden misafirlere dönerek:

— Hazı r mısınız? Seyahate çıkıyoruz... Deyince

herkes şaşırdı. Sonra:

— Hazır ız . . . Diye cevap verdiler.

Otomobillere hazırlanma emri verildi. Ankara ya­

kınlarında Çubukabad denilen çamlık, güzel bir yayla

vardır. Tabiî manzarası çok güzel olan bu yaylanın

yolu oldukça tehlikelidir. Daracık yolun altı, göz ka­

rartan uçurumlarla kaplıdır. Öyle bir yol ki, otomobil

geçer ama, en küçük bir dikkatsizlikte hemen uçuru­

ma uçabilir.

İçişleri Bakanı tarafından hemen haber gönderi­

lip yollar temizletildi. Arabalar yola koyuldu. U ç u -

rumlu araziye gelince sarsıla sarsıla i lerlemeğe baş­

ladık. Şoförler bütün dikkatlerini, önlerinde uzanan

daracık bozuk şeride vermişlerdi. T i t rek farların y e ­

tişemediği simsiyah, ölüm saçan bir uçurum bir yanı­

mızda; öbür yanımızda sivri, granit tepeciklerle yük­

selen bir dağ parçası.

Ben vaziyet i görünce yokuşun başında otomobil­

den indim. Daracık yoldan uçurumu seyretmeğe baş-

Page 78: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

78 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ladım. Bulunduğum arabada oturan N u r i Conker ile

Hacı Mehmet Beye, yolun buradan ilerisinin daha teh­

likeli olduğunu söyledim. Çünkü gündüz bir kaç kez

bu tehlikeli yolu geçmiştim. Nuri Conker:

— Yani ne yapalım Çelebi, ölümden mi korku­

yorsun? Dedi.

— Herkes başının çaresine baksın. Ben iniyorum,

sonra yayladan dönüşte beni alırsınız. Diye karşılık

verdim.

F a k a t milletvekilleri otomobilden inmediler. Benim

aşağı indiğimi gören Kı l ıç A l i ve İsmail H a k k ı Tek­

çe, kızarak şöyle dediler:

— Niçin indin otomobilden, niye korktun? Biz im

canımız yok mu? Atatürk 'ün canı yok mu?

— Sizin de canınız var ama, hepinizin kafasında

birer şişe Dimitrokopolo var. Bende ise hiç bir şey

yok. Onun için ben inmede, siz inmemede haklıyız.

Sabaha karşı saat dörde doğru Çubukabad'a var­

dık. Bir kaç çadır kurulmuştu. Hepimiz çadırlara gi­

rerek yorgunluktan ve uykusuzluktan battaniyelerin

üstüne kıvrılıverdik.

Ertesi gün Atatürk uyandıktan sonra hareket em­

rini verdi. Gece geçt iğ imiz yoldan dönerken Atatürk '­

ün şaşkınlığını bir görmeliydiniz:

— Yahu dün gece biz buradan mı geçt ik? Diyor,

şaşkınlığı iyiden iyiye artıyordu.

Önce bana kızanlar, gece geçtikleri sırat köprüsü­

nü andıran yolu gözler iyle görünce hak verdiler.

Page 79: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

BEKİR ÇAVUŞ'UN HİZMETİ

BEKİR Çavuş Atatürk 'e çok hizmet etmiş

bir askerdi. Cumhuriyet devrinde de u-

zun süre Atatürk'ün yanında kaldı. Çok sevdiği hiz­

metkârlarından biriydi. Birinci Dünya Savaşında, Ça­

nakkale'de yanında bulunmuş, Mütareke yılları içer­

sinde o da her asker gibi terhis olmuş, baba ocağı

Çankırı 'ya dönmüş. Aradan uzun bir zaman geçt iğ i

halde Bekir Çavuş annesinin yanından ayrılmaz. B i r

gün Gazi Mustafa K e m a l Paşa'nın Ankara 'ya geçt iğ i­

ni duyan annesi hemen oğluna:

— Haydi çocuğum, eşyalarını topla. Senin kuman­

danın Ankara 'ya gitti . Orada asker topluyormuş, ordu

kuracakmış. Senin de orda olman lâzım. Derhal ha­

zırlan ki, yarın sabah yola çıkasın...

Bekir Çavuş bu işe pek istekli değildir. Barut

kokusu, ateş ve şarapnel yağmuru, yoksunluk onu yıl-

dırmıştır.

— Anne, daha kaç gün oldu askerden geleli . . . D e ­

yince annesi:

— E ğ e r g i t m e k istemezsen sütümü sana helâl et­

mem. Derhal gideceksin, anladın m ı ? Der. Annesinin

bu sözünü emir sayan Bekir Çavuş:

— Derhal anneciğim... Diyerek ertesi sabah A n ­

kara'nın yolunu tutar.

O zaman tren falan yok. . . D a ğ tepe demez, Çan-

7 9 G İ Z L İ D E F T E R İ

Page 80: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

8 0 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

kır ı-Ankara arasını yaya olarak alır. Atatürk'ün otur.

duğu Çankaya'daki o zamanki adıyla Papazın köşkü­

ne gel ir .

Atatürk, eski askerini görünce:

— Bekir Çavuş, nasıl oldu da sen buraya geldin?

D i y e sorar.

— Paşam, sizin Ankara 'ya geldiğinizi duyunca

hemen heybemi omuzlayıp koştum.

F a k a t Atatürk, Bekir Çavuşu çok yakından tanı­

maktadır :

— Sen kendiliğinden gelmemişsindir. Seni annen

göndermiştir. Yoksa sana kalsa zor gelirdin...

Atatürk, Bekir Çavuşun bu sözlerden gücendiğini

anlayınca şöyle konuşmuş:

— Çok iyi etmişsin de gelmişsin... A f e r i n sana...

Atatürk bundan sonra Bekir Çavuşun gözlerinden

öper. Geldiğinden dolayı hem teşekkür eder, hem de

Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi Çavuş olarak

yanında kalmasını ister.

— Fakat bu sefer mağlubiyet yok ha... Ona göre ,

Der . Ertesi gün Eskişehir'e hareket ederler. Orada

karargâh kurarlar. Bir zaman burada kalırlar.

Yunanlılar Eskişehir'e yaklaşmaktadırlar. Bu sı­

rada ters bir rastlantı, Sakarya'da cepheyi teftiş eder­

ken, yanındakilerden birisi Atatürk'ün sigarasını yak­

mak için kibrit çakar. Bundan hayvan ürker ve A t a ­

türk attan düşerek kaburga kemikleri kırılır. İlk te­

davisi yapıldıktan sonra röntgeni alınsın diye Anka­

ra'ya döner. Kır ı lan kaburga kemiklerinden birinin

ucu, ciğerini zedelediği için Atatürk çok acı duymak­

ta, nefes bile almakta güçlük çekmektedir. K ı r ı k ke­

mik plasterle tutturulduktan sonra biraz rahata ka­

vuşan Atatürk, doktorların dinlenme öğüdünde bulun­

masını hiçe sayarak hemen otomobiline atlar ve cep-

Page 81: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 8 1

heye koşup Sakarya savaşını yönetir. Orduya sonun­

cu taarruz emrini verdiği gün Atatürk'ün kırık ka­

burgaları da iyi olmuştur.

Atatürk'ün hizmetinde bulunduğum ilk günlerde

köşkte görevl i bulunan Bekir Çavuş bu olayı hem

anlatır, hem gözleri yaşarırdı. Ben de bu hikâyeleri

ona tekrarlattırmaktan haz duyar. « H a y d i anla t !» di­

ye ısrar ederdim. Çavuş ta dayanamaz, başlardı an­

latmağa.. . Atatürk ' le İlgili bi lmediğim birçok şeyleri

Bekir Çavuştan öğrenmişimdir.

— A t a t ü r k hasta olduğu zaman nasıl bakardın

Çavuş?

— H i ç unutmam Çelebi... A t a t ü r k attan düştükten

sonra çok hastalanmıştı. Y a t a k t a yatıyordu. Oysa

her sabah banyo yapmadan duramazdı. Fakat bu ban­

yoyu bildiklerimizden sanma. O zaman duş falan ne

arar? Bir kova soğuk suyu başından aşağı döker­

dim. İşte banyo dediğim budur.

A m a attan düşüp kaburgaları çatladığı için art ık

su dökünemiyordu. Sabunlu su ve süngerle vücudunu

ovardım. Günlerce Atatürk 'ü bu şekilde banyo yap­

tırdım.

Bir de keçinin boynundan ç ı k a r d ı ğ ı m bir çıngı­

rağın ucuna ip bağlıyarak sofaya uzatmıştım. Çıngı­

rağın altında oturur, nöbet beklerdim. Hasta, olduğu

halde bir şezlonga uzanır, önünde bir Sakarya hari­

tası, hep onunla uğraşır dururdu. Bir şey istiyeceği

zaman da ipi çeker, beni çağırırdı.

Derken Yunan kuvvetleri ağır basmağa başladı­

lar. Biz de Eskişehir'i bırakmak zorunda kaldık. Ata­

türk'ün önceleri düşüncesi, Ankara 'y ı da bırakıp da­

ha içerlere g i tmek ve düşmanı tam yok etmekti. F a ­

kat sonra bu düşüncesini değiştirdi. « A n k a r a ' y ı terke-

dersem Türk milletinin maneviyat ı bozulmaz m ı ? »

Page 82: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

82 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

diye düşünüyordu. Bu yüzden Ankara 'y ı sonuna ka­

dar boşaltmadık.

Bekir Çavuş bir kez coştu mu, ağzını kapıyamaz-

sın. Bir sor, on cevap al ondan.

— Atatürk Cumhurbaşkanı olduktan sonra bir

değişiklik oldu mu O'nda? Diye sordum.

— Tabii ! . Dedi. Eskiden kavhaltı zeytin peynirdi.

Şimdi ise ince kahvaltı istiyor. (Kavun, gül reçeli ve

beyaz peynir) Eski halini galiba unuttu.

Atatürk, çok zaman gece sofradan misafirler ay-

rıldıktan sonra Bekir Çavuş'u çağırır ve şu kahvaltıyı

isterdi:

— Peynirl i sulu omlet, bir dilim kavun ve gül

reçeli . . .

Bekir Çavuş, Atatürk 'ün istediği en iyi omleti

yapmakla ün salmıştı. Zaten kendisi Lât i fe Hanım ta­

rafından gayet iyi yetiştirilmişti. Bütün elbiselerini,

gömleklerini o hazırlar, papyonlarını -kaba olduğu

halde- çok iyi bağlardı.

Bekir Çavuş'un ayrılışı da hayli i lginç olmuştur:

Çavuş bir gün Tepebaşı Gazinosu'nda içkisini iç­

mektedir. İlerdeki masada iki arkadaş k a v g a y a tu­

tuşmuşlar. Kavgacı lardan biri Galatasaraylı boksör­

lerden. Çavuş bunları ayırmak istiyor. Dinletemeyince

d e fors ( ! ) koyuyor:

— Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ba­

na Bekir!. . derler. Deyince boksör bunu Avrupa'dan

gelen futbolcu Bekir sanarak hemen elini sıkıyor ve

yanaklarını öpüyor.

Page 83: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 83

Bu olayı o devrin İçişleri Bakanı Şükrü K a y a ile

Başyaver Rüsuhi Bey, Atatürk 'e bildirip şikâyette

bulunuyorlar. Bundan sonra Bekir Çavuş polislikten

komser olarak emekliye ayırtılıp, yanına da bir mik­

tar para veri lerek köyüne gönderiliyor. Çavuş sonra­

dan kemik veremine yakalanmış. Onbeş yıl kadar önce

Çankırı'nın Dikenli köyünde öldüğünü öğrendik.

Page 84: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

84 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ŞAİR VE EDİPLER ARASINDA

A T A T Ü R K , sanatı sever, sanatçıyı sayar,

çağının şair ve ediplerine çok değer ve­

rirdi. H e r zaman onları sofrasına oturtur, düşüncele­

rini öğrenmek ister, kendi düşüncelerini ortaya koyar­

dı. Onların kollarına girdiğini, arkadaşça konuştuğunu,

yakınlarından hiç ayırt etmediğini çok kere görmü-

şümdür.

Atatürk devrimlerini yazıları ve yapıt larıyla sa­

vunan Yakup Kadr i Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref

Ünaydın, Falih Rıfkı A t a y gibi ünlüler, Çankayadaki

eski köşkün hemen her akşam davetlileri arasındaydı-

lar. Öbür misafirler ise her akşam değişirdi. Edebi

sohbetler sabaha dek sürerdi. Bazı edipler de Ata 'y ı ,

yurdun aydın takımıyla tanıştırmak için can atarlar­

dı. Bu yüzden sofrasında, tanınmış ya da tanınmamış

bir çok yeni yüzü her zaman görebilirdik.

1934 y ı l ı n n bir sonbahar akşamıydı. Çankaya'daki

y e m e k salonundaki her zamanki sofrayı hazırlıyordum.

Bu yirmi kişilik kadar bir sofraydı. Misafirler arasın­

da çok genç birisi dikkatimi çekti. Sordum. «Behçet

K e m a l Ç a ğ l a r » dediler.

O gece zamanın Bükreş Büyükelçisi Hamdullah

Suphi Tanrıöver ile şair Y a h y a K e m a l Beyat l ı da

davetliler arasındaydı. Bütün konukları tanıdığım hal-

Page 85: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 85

de Yahya K e m a l ile Behçet Kemal ' i tanımıyordum. Y a l ­

nız adlarını işitmiştim. Bir de Y a h y a Kemal ' in bir iki

şiiri ezberimdeydi. Ona karşı uzaktan bir hayranlığım

vardı. Bu iki şair de bizim sofraya ilk kez geliyorlar­

dı. Zaten Y a h y a Kemal, Hamdullah Suphi ile Roman­

ya'dan yeni gelmiş bulunuyordu.

O akşam sofra şair ve ediplerle doluydu. Y a h y a

K e m a l Beyatl ı , Hamdullah Suphi Tanrıöver, Behçet

K e m a l Çağlar 'dan başka Yakup Kadr i Karaosmanoğlu,

Ruşen Eşref Ünaydın, Fazı l A h m e t A y k a ç gibi edebi­

yat dünyasının kalburüstü kişileri de gelmiş bulunu­

yorlardı. Öbür konuklar, her zaman bulunan T e v f i k

Rüştü Aras, Şükrü K a y a gibi devlet adamlarıydı.

Y e m e k başladı. Atatürk'ün keyifli gecelerinden

biriydi. İ l k soruyu Behçet Kemal 'e sordu:

— Yahya Kemal ' i tanıyor musunuz?

Genç şair henüz bir lise öğrencisiydi. Türkocağında

(Ankara H a l k e v i ) oynanan Faruk N a f i z Çamlıbel'in

« Ç o b a n » piyesinde rol aldığı için oradan görüp tanı­

mış ve getirtmişti . Atatürk'ün sorusu onu biraz he­

yecanlandırmıştı :

— Paşam, eserlerini okudum... Şimdi ilk defa g ö ­

rüyorum.

A t a t ü r k o zaman Yahya Kemal ' i , Behçet Kemal ' la

tanıştırdı:

— Y a h y a Kemal , memleketimizin tanınmış şair­

lerindendir. Senin de bunun gibi yükselmeni istiyorum.

Sizin gibi gençlerin yükselmesine Yahya Kemal yar­

dım etsin. Dedikten sonra Yahya Kemal 'e dönerek:

— Nası l Beyefendi, yardımınızı esirgememenizi

rica ederim...

— Emredersiniz Paşam.. .

Page 86: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

8 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Bunun üzerine A t a t ü r k Behçet Kemal Çağlar'a

dönerek:

— Şu sofraya bak ve bir şiir yaz. Dedi.

Behçet Kemal derhal cebinden portföyünü ve ka­

lemini çıkardı. Hiç düşünmeden bu ısmarlama şiiri

bir kaç dakika içinde bitirdi ve okudu.

A t a t ü r k şiiri can kulağıyla dinledi. Çok hoşuna

gitmişti . O kadar sevindi ki, yerinden doğruldu. Behçet

Kemal ' i alnından öptü. Bir lise öğrencisi için bu ne

erişilmez bir onurdu... A t a t ü r k onu sofrasına çağır­

sın, ilk soruyu ona sorsun, sofrası için şiir yazdırsın,

beğensin ve kalkıp alnından öpsün...

Behçet Kemal, bu öpüşü de bir anda şiirleştiriver-

di. Hat ı r ımda kaldığına göre bu mısra şöyleydi:

«Aln ımdan öpen A t a m . Bu öpmeyi cehennemler si­

lemez.»

A t a t ü r k bundan sonra çevresine dönerek:

— Bu genci İngi l tere 'ye gönderelim. Orada İ n g i ­

liz edipleriyle tanışsın ve iyi bir şair olarak memle­

kete dönsün...

Bundan sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver ' in, İs­

tanbul'un işgali yıllarına ilişkin bir konuşması başladı.

Akl ımda kaldığına göre şöyleydi :

İstanbul'un, işgal edildiği gün... Hamdullah Suphi,

Kanlıca'daki evinden Şirket-i Hayriye 'nin Boğaziç i va­

purlarından birine biniyor. Köprüye varınca bir de

ne görsün? İngilizler, Fransızlar, Amerikal ı lar . . . Bü­

tün işgal devletlerinin askerleri... Köprüüstünden Sul­

tanahmet'e doğru ilerliyor. Kanlıçınar'a arkasını dayı-

yarak çınarın yardım etmesini bekliyor. Oradan A y a -

sofya'ya gidiyor. F a k a t Bizans'a ait bu yapıt, onun

Page 87: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 87

sesini duyar mı sanıyorsunuz? Daha i leriye doğru, Si-

nan'ın Süleymaniye Camiine doğru yürüyor. Kubbesi­

ne sesleniyor: « B i z i halâs'a götürecek yol ve adamın

nerede» olduğunu soruyor. Kubbeden gelen ses: « K o r k ­

ma, sizi şarktan bir Türk y iğ i t i kurtaracak» diyor.

Hamdullah Suphi de kalp rahatl ığı içinde evine dö­

nüyor.

Bu konuşma Atatürk'ü çok hoşnut etmişti. M e c ­

lis, o gece sabaha karşı saat beşe kadar sürdü. Da­

ğılırken bile herkes, konuşmanın etkisi altında kalmış,

gözyaşı döküyordu. Bana gelince, hem ağlıyor, hem

rakı sunuyordum...

Page 88: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

88 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

NİŞANCILIĞI

A T A T Ü R K eski v e tecrübeli bir askerdi O'-

nun iyi bir nişancı olduğunu duymuştum.

H a t t a bir gün Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesinde ya­

kınlarına nişan alma hakkında bilgi verdiğini hatırla­

rım.

Bi r gece sofradan yeni kalkılmıştı. Söz nişan, atış

üzerineydi. Davetlilerden Şükrü Kaya, bir ara başıyla

tavana doğru işaret ederek:

— Elektrik ampullerine nişan almak zordur. H e ­

defe isabet olmaz.. . Şeklinde bir şey söyledi.

Atatürk, hemen kapıdaki nöbetçiyi çağır t t ı :

— Şu gördüğün ampulü vurabilir misin? Dedi.

A s k e r hiç düşünmeden:

— Emret Paşam.. .

Diyerek hemen silâhını çekti ve duvarda asılı bu­

lunan aplikteki üç ampulü teker teker tam isabetle

vurdu.

Atatürk, konuklara dönerek:

— Gördünüz ya Türk askeri böyle vurur...

Dedikten sonra tabancasını çekerek tavandaki avi­

zenin ampullerini başladı teker teker tam isabet vur­

mağa.

Eski köşk ahşap olduğundan tavan delik deşik ol­

du. Bu kadarla kalsa yine iyi. Yukardaki yatak oda­

sının gardrobunda ne kadar gömlek, don, fanila varsa

delik deşik olmuş. Bereket yatak odasında o anda

kimse yoktu.

Page 89: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 89

YALNIZLIĞI

BİR sonbahar gecesi... Çankaya Köşkü'nde

akşam sofrasındalar. H a v a biraz sıcak ol­

duğundan A t a t ü r k sofrayı dışarı kurmamı emretti. On­

lar sofradayken, ikinci bir sofrayı da bahçeye hazır­

ladım.

— Sofra hazır Paşam.. .

Deyince ö n c e Atatürk ayağa kalktı. Sonra birer

birer bütün misafirler kalktılar. Gramofonda Zeybek

havası çalıyordu. Meclisin en keyifli zamanıydı. Bu bu­

lunmaz ahengi bozmamak için gramofonu kucakladı­

ğım gibi onların önüne düştüm. Misafirler, kucağımda

taşıdığım gramofonun ahengine kendilerini kaptırmış­

lar, oynıyarak ilerliyorlardı.

Böylece bahçedeki sofraya vardık. Herkes yerle-

rini aldılar. Yediler, içtiler, çalgı çalıp eğlendiler. Gül­

düler, oynadılar...

Atatürk'ün sofrada uzun süre içtikten sonra hora

tepip dans ettiği, Zeybek oynadığı görülürdü. En sevdi­

ği müzik parçaları arasında Rumeli türkülerinden son­

ra Zeybek havaları gelirdi. O'nu neşelendirmek için

arkadaşları ve davetliler de, kendisinin pek sevdiği

Zeybek oyunlarını oynarlardı.

Güzel bir ay ışığı vardı. Sabaha karşı herkese bir

mahzunluk çöktü. Sesler, çalgılar yavaş yavaş kesildi.

Hava adamakıllı serinlemişti. Herkes başladı üşüme­

ğe. . .

Misafirler ellerini öperek ayrıldılar. A f e t H a n ı m :

— Paşam, soğuk başladı, g idel im.. . Dedi.

Page 90: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

90 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Fakat Atatürk, bu insanı iliklerine dek ürperten

serin havadan ayrılmak istemiyordu. Bunun üzerine

kızkardeşi ile Sabiha Gökçen, A f e t İnan, Rukiye, N e -

bile, Zehra Hanımlar hep beraber izin isteyerek ayrıl­

dılar. Bütün gecelerini uykusuz geçiren A t a t ü r k sıh­

hatine pek düşkün değildi. Yerinden bile kıpırdamadı.

Orada benden başka kimse kalmadı. Bir de ya­

verlerden Celâl B e y vardı. Atatürk üşüyecekti. Çok

üzülüyordum. Fakat vazi fem yüzünden orasını bıra­

kamazdım.

Gramofonda güzel valsler çalıyor, ben hâlâ rakı

veriyordum. Bir an geldi :

— Rakı istemez... Y e t e r ! Dedi.

A r t ı k yalnız gramofon dinliyor ve düşünüyordu.

Biraz önce burasını neşeye boğan misafirler, y iy ip iç­

mişler, birer ikişer başlarını alıp çekilip gitmişlerdi.

Hepsinin evinde bir bekleyeni vardı. Çoluğu, çocuğu,

eşi, anası, babası...

Atatürk ise sadece düşünceleriyle başbaşaydı. K o ­

ca köşkte yapayalnızdı. Bu hal bana çok dokundu.

Yalnız l ığ ı öylesine hüzün vericiydi ki... Bi r gece ken-

disini odasına çıkaracak bir adamı bile olmadığından

acı acı yakınmış, ne kadar bedbaht olduğunu anlatmak

istemişti.

Sabah olmuştu. Ata türk hâlâ çenesini, yumruğuna

dayamış, olduğu yerdeydi. Yavaş yavaş doğrulduğunu,

ağ ı r adımlarla köşke doğru ilerlediğini gördüm. Ben de

arkasından ağır ağır yatak odasına kadar yürüdüm.

Sessizce odaya girdi. Bir anahtarın döndüğünü işittik­

ten sonra geri döndüm. Sofrayı topladıktan sonra yat­

mağa git t im. A t a t ü r k belki yapayalnızdı ama, bütün

benliği Türk milletiyle doluydu. Bütün milletin de

kalbinde yatıyordu. A i l e mutluluğunu, milletinin sev­

gisiyle değişmişti.

Page 91: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

CİĞERLERİMDEN H A S T A L A N D I M

A T A T Ü R K her gece çok geç, sabaha karşı

yat t ığ ı için ben de ayni saatlerde yatmak zo­

rundaydım. Saraydaki öbür sofracılardan benim bu zor

mevkiimle yerini hemen değişecek olanlar çoktu. F a ­

kat Atatürk 'e olan sonsuz bağım, sevgim, saygım, bu

sıkıntılı hayata beni kuvvetli bağlarla bağlamıştı. O'­

nun yanından ayrı lmamak için izinli günlerimi bile fe­

da etmekten çekinmez, köşkte kalır, sofrasını hazırlar,

hizmetini eksik etmezdim.

Birkaç yı l sonra bu sevginin mükâfatını (!) g ö r m e k ­

te gecikmedim. Ciğerlerimden hastaydım. Doktorlar ar­

tık çalışamıyacağımı söylediler. Sanatoryuma yatmamı

istediler. Deniz havası almam gerekiyormuş. Bu yüzden

1936'da hava değişimi için Ertuğrul yatına veri ldim

Atatürk, hem aylığımı, hem elbiselerimi Ankara 'dan

göndertiyordu. Hiçbir sıkıntım yoktu. Rahattım. A n ­

kara'nın sert havasından da kurtulmuştum. Üstel ik

memleketimde, aile ocağımdaydım. Yalnız beni O'ndan

ayrı kalmam üzüyordu. H a v a değişiminden sonra y e ­

niden Ankara 'ya döndüm.

Hastal ığ ım geçmemişti. Doktor lar gece çalışmamı

menettiler. Başka yapacak çare yoktu. Kendimi halsiz

hissetmesem, her şeye rağmen doktorları dinlemiyecek,

yine çalışmağa devam edecektim.

Ayr ı l ık gelip çatmıştı. Bu seferki büyük ayrı l ığa

benziyordu. Çaresiz boynumu büküp, ayrılmadan önce

Atatürk'e veda etmek üzere yanına çıktım. Gözlerim­

deki yaşları zor tutuyordum. Boğazıma bir hıçkırık

9 1

Page 92: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

takılıp kalmıştı. Konuşamıyordum. Ata türk halimi

görünce üzüldü. Sonra teselli etmek istercesine:

— K o r k m a Çelebi Efendi. . . Bizim Sabiha ve Ruhi­

ye de ayni şekildeydiler. Doktorlar onlara da ciğerleri­

niz hasta dediler, hava değişimi yaptırdılar. A m a , hiç­

bir şey çıkmadı. Sende birşey yoktur. İstanbul'da kendi­

ni adamakıllı doktorlara göster. İcabederse seni is­

viçre 'ye de göndeririz.

— Paşam, doktorlar benim çalışmamı menediyor-

lar. Benimse işim gece sofraya hizmet etmektir. O

sofraya hizmet edemedikten sonra neye yarar ki, Dün­

ya...

Deyince o hassas adam bir an durakladı. Ayrı l ış ım­

dan O'nun da üzüntülü olduğu belliydi. Öyle ya, o güne

kadar on yıl geceli gündüzlü hizmetini görmüştüm.

Dertl i zamanlarında, yalnızlık anlarında beni karşı­

sına alıp dertleşmiş, g i t t iğ i her yere beraberinde gö­

türmüştü. O bir Cumhurbaşkanı, ben bir hizmetkâr da

olsak, nihayet birbirimize ısınmış, alışmıştık. Elini

omuzuma vurarak:

— Gene o sofraya hizmet edersin, böyle kalmaz.. .

— Hizmet ederim ama, bundan sonra yapacağım

hizmet sığıntı gibi olur.

— Birkaç zaman böyle olsun... Ne çıkar bundan?

Söyleyecek başka bir şey kalmamıştı.Elini öperek

yanından ayrıldım, İstanbul'a geldim. T a m iki ay kalk-

mamacasına yatakta yat t ım. On yıl Atatürk'ün hizme­

tinde gece sabahlara dek çalışmamın sonucu işte böyle

olmuştu.

Bir süre sonra Ata türk İstanbul'a gelmiş, ben de

biraz iyileştiğim için tekrar yanına dönmüştüm. F a k a t

artık sağlık durumum, geceleri çalışmama elverişli de­

ğildi. Benim değil, Atatürk'ün de sıhhatinin eskisi gi­

bi olmadığını üzülerek gördüm.

92

Page 93: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 93

ÖZSOY» OPERASI N A S I L YAZILDI?

A T A T Ü R K , Türk-İran dostluğunun geliş-

mesine büyük önem verirdi. Bunu, İ ran

Şahı'nın Türkiye 'ye yaptığı z iyaret sırasında daha iyi

anladım. Şahın geleceği kesinleştiği sıralarda, Türk­

lerle İranlıların soy ve kültür bakımından kardeş oldu­

ğunu, sırf bir mezhep savaşması yüzünden ayrıldıkla­

rını belirleyen bir p i y e s yazılıp, bunun opera olarak

oynanmasını istedi.

Ankara 'da bütün müzisiyenler seferber edildi. İ z ­

mir'e g i tmekte olan bestekâr A h m e t Adnan Saygun

trenden indirilip Ankara 'ya getirildi. İşte « Ö z s o y » Ope­

rası böyle meydana geldi. H e m de ne geliş. . . Y i r m i

günde yazılıp, bestelenip, oynanması şartiyle...

Page 94: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

9 4 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

İ R A N ŞAHI'YLA SOFRADA

İ R A N Şahı Türkiye 'yi z iyaret edecek... Bu

haber duyulur duyulmaz Şah şerefine he­

pimize yeşil fraklar yaptırdılar. Kadife yakalı, sarı

düğmeli, o zamanın modası olan fraklar... Şah A n ­

kara'ya gelmeden iki akşam önce Atatürk, T e v f i k Rüş­

tü Aras 'a sordu:

— Şah hazretleri içki vesaire kullanıyor mu aca­

ba? Malûmatınız var m ı ?

— Zannedersem akşamları iki üç kadeh konyak

içermiş...

Şah, önce Trabzon'a gelmiş, Y a v u z zırhlısıyla

Samsun'a geçmiş. Atatürk'ün 1919'da vatanı kurtar­

mak için Samsun'da ayak bastığı iskeleye döşenen ha-

lılar üzerinde yürüyerek trene binip Ankara 'ya gelmiş­

ti. Atatürk, Şahı istasyonda karşıladı. O sahneyi hiç fi

unutamam... Kalabal ığın arasından parmaklarımın

ucuna basarak görmüştüm. Şah trenden iner inmez

öpüştüler. Şahı, A n k a r a Palas oteline bıraktıktan son­

ra köşke döndük. A k ş a m saat beş sularında Şah haz­

retleri köşke geldi. Resmî kabul yapıldı. Musiki Mual­

l im Mektebi talebeleri daha önce köşke gelip, yerlerini

almışlardı. Önce İran Mil l î Marşı çalındı. Bunu bizim

İstiklâl Marşı izledi.

Page 95: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 95

Tören biter bitmez İbrahim'le ben Şah'a sunul­

mak üzere elimizde vermut, likör, konyak tepsisi oldu­

ğu halde salondan içeri girdik. İbrahim tepsiyi tutu­

yordu. Tepsiden bir kadeh konyak alıp, Şah'a doğru

götürmeğe hazırlanırken, misafirlerin içki içmediğini

daha önce öğrenmiş olan Atatürk, bana eliyle « D u r »

işareti yaptı. T a m yüzgeri etmeğe" hazırlanıyordum ki,

Şah bu vaziyet i gördü ve eliyle beni çağırdı. Yüzüme

bakarak elini uzattı, kadehi aldı. Arkasından bir ka­

deh, bir, bir daha... Derken « Ş e r e f e » diye diye ka­

dehleri yuvarladı.

Atatürk, ömründe hiç içki içmeyen Şah'ın kadeh­

leri dikişine hayretle bakıyordu. Şah, Türkiye'de gör­

düğü büyük konukseverlikten mi, yoksa ilk içkinin re­

havetinden mi nedir, gayet memnundu. Atatürk te, Şah

içtiği için memnun... Dışarda talebeler «Yurdum tan

yerini aştı ülkümün» marşını söylüyorlardı.

Saat ona doğru yemek salonuna inildi. Herkes

sofradaki yerine oturdu. Atatürk tam sofranın ortasın-

daydı. Sağında Şah vardı. Serviste ilk yemek çorba,

av eti, sebze ve şaraptı. Şah, hayatında ilk kez olarak

burada şarap ta içti. Ondan sonra nutkunu yazılı olarak

okudu. Y e m e k çok samimî bir hava içinde geçmişti.

Yalnız sofrada hiç kadın misafir yoktu. Daha y e m e k

sona ermeden Şah'ı, rahatsız olduğunu düşünerek A n ­

kara Palas 'a uğurladık. Ertesi sabah Prof. A f e t İnan:

— Nası l , güzel oldu mu? Diye sordu.

— Üçüncü yemekten sonra paydos oldu... Deyince

A f e t H a n ı m :

— Ne demek bu? Diye tekrar sordu.

Ben de akşamki vaziyet i başından sonuna kadar

anlattım. Kahkahalarla güldü...

Page 96: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

İKİ A S L A N BİR POSTA SIĞMAZ

İ R A N Şahı'nın gelişinin ertesi günü beni

İstanbul 'a gönderdiler. Görevim Sarayı

hazırlamaktı. Atatürk Şah'la beraber Balıkesir, Uşak,

İ z m i r ve Çanakkale'ye gi t t ikten sonra İstanbul 'a geldi.

Misafirler beklene dursun, Saray mensuplarını bir dü­

şüncedir almıştı: Acaba iki devlet adamı da Dolma-

bahçe'de mi oturacaklar, yoksa Atatürk Beylerbeyi 'ne

mi g idecek?

İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ile Saraylar

Müdürü Sezai Selek başbaşa vermişler, görüşüyor, fa­

kat bir çözüm yolu bulamıyorlardı.

— Bunda düşünecek ne var? İki aslan bir posta

sığmaz, dedim. Şah misafirdir, Dolmabahçe'de oturur,

Ata türk te Beylerbeyi 'nde... Deyince:

— Afer in Çelebi... Dediler. Benim dediğimi yaptı­

lar.

Şah'ın gönlünü hoş etmek için Atatürk'ün yat t ığ ı

oda verilmişti. Fakat Şah, karyolada ya tmayı sev­

mediği için hizmetkârına kendi yer yatağını getirtt i .

Bu yatak, hallaca attırıldı, yere yayıldı. Üzer ine de

bir cibinlik kondu. F a k a t Şah'ı bir türlü uyku tutmu­

yordu. Halk, Şah şerefine denizde donanma şenlikleri

yapıyor, motor gürültüleri ve havaî fişekler, uyuması­

na engel oluyordu.

96

Page 97: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 97

Şah'ın hizmetkârı Mahmut H a n yanıma gelerek:

— Bu sesin kesilmesi için ne yapalım Cemal H a n ?

Diye sorunca, Y a v e r Cevdet Bey 'e telefon ederek du­

rumu anlattım.

Hemen donanmaya bir motor gönderildi. Bütün

elektrikler söndürüldü. Fakat eğlencelerin ardı arkası

kesileceğe benzemiyordu. Şah'ın yat t ığ ı odanın önünde

stop eden bir araba vapurunun içinde halk davul, zur­

na çalarak çılgınca eğleniyordu. Şah çok fazla y o r ­

gundu ve dinlenmeğe ihtiyacı vardı. Şah'ın hizmetkârı

tekrar yanıma gelerek:

— Bunları da durduramaz mısınız? Dediği zaman:

— Biz bu eğlenceyi Atatürk 'e bile yapmadık. Şah

Hazretleri için yapılıyor. Bu halkın eğlencesidir, sev-

gisidir. Buna engel olamayız.. .

Ve gece saat yirmidörde kadar halk davulunu,

zurnasını çaldı. Çılgınca eğlendi. Sonunda da vapur,

demir alarak gi t t i . . .

Ben, Şah'ın bu sevgi gösterisine engel olmak

istiyeceğini hiç sanmıyordum. Ni tek im, ertesi gün, bu­

nun hizmetkârının bir işgüzarlığı olduğunu anladım.

Şahın çamaşırlarının yıkanması için hizmetçi ka­

dına verdik. Şah, geleneklere sadık bir insandı. Örne­

ğin giydiği don uzun paçalıydı. Şah şerefine en kusur­

suz bir sofra hazırlamayı üzerime almıştım. Saraya

Tokatlıyan'dan yemekler getirtip, Pera Palas'tan büfe

düzenlettirmiştik. Fakat Şah, bunların hiçbirine i lgi

göstermedi. Y a t a k odasında yemeğini yedi. Bu ağır,

özenli sofrada sadece yaverler ve misafirler ağırlandı.

Şah'a göstermek için bir de film getirmişlerdi.

Fakat bunu bile görmek istemedi. İstanbul'da kaldığı

günler, akşamları saat dokuzda yatmak alışkanlığını

değiştirmedi.

Page 98: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

9 8 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

B A N A CEMAL H A N DEYİNİZ

İ R A N Şahı'nın maiyetini İstanbul'da gez-

dirmek görev i bana verilmişti, ö n c e İ ran

parası Riyal ' ı , Türk parasıyla değiştirdim. Sonra mi-

safirleri alıp dolaştırmağa başladım. Misafirler, İstan­

bul'daki İranlıları görmek istediler. Onları aldığım gibi

çaycıların yanına götürdüm. Çaycılar, çok yakınlık

gösterdiler. Taze çay demleyip üst üste konuklara sun-

dular. Yanlarından çok samimî bir şekilde ayrıldık,

İranl ı konuklar:

— Bizim buradaki halk çok fakir, baksana çay­

cılık yapıyor.. .

Deyince bu defa da onları bu beğenmedikleri fa­

kir çaycıların yanından alıp, zengin halıcıların yanına

götürdüm. Bunlar da özbeöz İranlıydı. F a k a t memle­

ketlerinden kalkıp, buraya kadar gelmiş olan yurttaş-

larının yüzlerine dönüp bakmadılar bile.. .

Konuk İranlıları Tünel'e götürdüm. Çok kısa bul-

dular. Müzeleri gezdikten sonra otomobille Emirgân'a

gi t t ik. Çay ikram ett im semaverle. Orada nargi le içen

leri gördüler:

— Bu nedir? D i y e sordular.

Onlara bunun bir çeşit sigara olduğunu ve bizim

memlekette tiryakilerinin çok bulunduğunu söyledim.

Page 99: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 99

— Biz bunları içmeyiz. . . Şampanya, finkonyak

içiyoruz. Dediler. Ben de:

— Biz nargile içiyoruz. Tömbekisi de İsfahan'dan

geliyor. Deyince saşırdılar.

Şah'ın gelişinin ikinci günü Atatürk, Beylerbe­

y i n d e sofracılara kızmış. «Çelebiyi get ir t in.» demiş.

Emri alır almaz Tevf ik Rüştü Aras ' la beraber motora

binip, Beylerbeyi Sarayı'na g i t t ik . Sarayda Sabiha

Gökçen:

— Şah ne yapıyor? D i y e sordu.

Ben de Şah'ın rahatının çok yerinde olduğunu söy­

ledikten sonra:

— Yalnız artık beni « E f e n d i » diye çağırmayın.

Ben « H a n » oldum. Bütün İranlılar beni « H a n » diye

çağırıyor. Siz de öyle yapın. Dedim.

Bunu hemen Atatürk 'e yetiştirmişler. Beni çağırt­

t ı :

— Çelebi, duyduğuma göre H a n olmuşsun. Şah

hazretleri yine konyak içiyor m u ?

— Bir şişe şampanya fin konyak veriyorum. A c a ­

ba hepsini mi, yoksa yarısını mı içiyor, bilmiyorum.

Ş a h , ilk içkiyi bizde içti ama, maiyetindekilerden.

hiçbiri perhizi bozmadılar. Ne kadar uğraştımsa. ağız­

larına bir katre içki değdirtemedim. Yalnız Nuri Con­

ker bir ara Atatürk 'e, ağzından şu sözleri kaçırdı:

— Efendim, hizmetkârlar dolu şişeleri hâtıra ola­

rak saklıyorlar...

Atatürk bu sözlere kahkahalarla gülmüştü.

Page 100: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

100 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ŞAH'IN İSVİÇRE'YLE KONUŞMASI

D O L M A B A H Ç E Sarayı'nda yine bir akşam

yemeği sırasındaydı. Atatürk misafirlerini

neşelendirmek için uğraşıyor, fakat Şah bütün misafir­

lerin içtiği sofrada içki içmemekte direniyor, mazur

görülmesini istiyordu. Şah'ın dalgınlığı ve düşünceli

hali Atatürk'ün gözünden kaçmamış olacak ki bir

şeye üzülüp üzülmediğini sordu. Şah ta hiçbir üzüntüsü

olmadığını, hayatının en güzel dakikalarını yaşadığını,

yalnız İsviçre'de öğrenimini yapmakta olan ve çok­

tandır görüşemediği oğlu aklına geldiği için bir ara

daldığını söyledi.

Bunun üzerine Ata türk yaverine işaret etti. Bir­

kaç dakika sonra İsviçre ile telefon hattı bağlanmış ve

Şah, Atatürk'ün bu inceliğine hayran kalmıştı. Oğlu

R ı z a Pehlevi ile yapt ığ ı görüşme sırasında telefon

santralındaki kızlar, Şah'ın sesini duyabilmek için ara­

ya girdiklerinden, bir türlü konuşma yapılamıyordu.

Sonunda Y a v e r Cevdet Bey emir verdi de, santraldaki

kızlar aradan çıktılar. Şah tâ oğluyla konuşabildi.

Telefon konuşması sırasında yanında bulunuyor-

dum. Oğluna okulunu, derslerini, bir şeye ihtiyacı olup

olmadığını sordu. Seyahatinin iyi geçtiğini söyledi. Oğ­

luyla görüşen Şah'ın masaya döndüğü zaman üze-

Page 101: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 101

rindeki dalgın halin kaybolduğunu ve neşelendiğini

gördük. Önce içmek istemediği kadeh elindeydi ve şe­

refe kalkıyordu.

Ertesi akşam Beylerbeyi Sarayı'nda çok ağır bir

yemek verildi. Güzel sesli hafızlar, Şah'a unutulmaz

bir gece yaşattılar. Öyle sanıyorum ki, Şah, Türkiye'de

kaldığı süre içinde en çok Beylerbeyi Sarayı'ndaki e ğ ­

lenceden memnun kalmıştır.

Yurdumuzdan ayrılmadan önce Şah'a, Pendik ve

Yakacık 'a kadar otomobille bir gezinti yaptırıldı.

Şah, Marmara 'ya bakan sayfiye semtlerine hayran kal­

mıştı. Atatürk 'e buraların çok güzel olduğunu ve ay­

rılmak istemediğini söyledi. Ata türk :

— U f a k ufak köyler.. . Diye cevap verince Şah:

— Bunun neresi köy, hepsi birer büyük şehir ha­

l i n e gelmiş, dedi.

Page 102: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

102 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A F G A N KRALININ GELİŞİ

A T A T Ü R K siyasî dostluklara büyük önem

verirdi. Bu yüzden yurdumuza gelen ya­

bancı devlet büyüklerinin ağırlanması için hiçbir şey­

den kaçınılmamasını isterdi. 1928 yılında eski Afganis­

tan Kra l ı Amanullah Han' ın gelişinden önce de günler­

ce A f g a n tarih ve coğrafyasını incelemiş, o zamanki

U m u m i Kât ip H i k m e t Bayur'u da bu konuda bir etüt

hazırlamakla görevlendirmişti. Öteden beri âdetiydi.

Yabancı bir devlet adamı mı gelecek? Hemen o ülke­

nin tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı hakkında bilgi top­

lar, onların bile bi lmiyeceği şeyleri öğrenir, misafirle­

rini şaşkına çevirir, hayran bırakırdı.

Amanullah Han, Ankara 'ya gelişinde eşi görülme­

miş bir gösteriyle karşılanmıştı. Çok şaşaalı bir de tö­

ren yapılmıştı. H e r taraf donanmış, yer yerinden oynu­

yor. P e k az devlet adamına yapılan bu içten gelen

sevgi gösterisi karşısında Amanullah H a n çok duygu­

lanmıştı.

Aradan altı ay geçmiş, Amanullah H a n Kral l ıktan

düşmüş, eşi Süreyya'yı da yanına alarak tekrar yur­

dumuza gelmişti. F a k a t değerbilir Atatürk, K r a l ı yine

ayni yerde, Gazi İstasyonu'nda karşılamış, otomobili­

ne bindirerek A n k a r a Palas Oteline misafir etmişti.

Page 103: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 103

O gece Amanullah H a n şerefine köşkte yirmidört

kişilik bir yemek verildi. Köşk, eski Çankaya Köşküy­

dü. Görüşmeler uzadıkça uzadı. H o ş beşten sonra ni­

hayet Atatürk, Kra l 'a sordu:

— Nası l oldu sizin bu işiniz? Sizi düşürdüler ve

memleketinizi terketmek zorunda kaldınız...

Amanullah Han'ın üzüntü içinde anlattığına göre,

kendisi Türkiye'deyken Peçe Saki adındaki amcazade­

si, bir takım dedikodular çıkarmış. A f g a n Kral ı mem­

leketine döndüğü zaman bir de bakıyor ki, amcazade­

si iktidarı ele geçirmiş. Onun çevresi Kra l ' ı tehditle

Afganistan'dan çıkmağa zorluyor. Zaten çok nazik olan

Kral , savaşmadan kaçınarak bir uçakla memleketinden

ayrılıp İ ta lya 'ya gidiyor.

Page 104: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A Ğ L A Y A N K R A L D A N NASIL KAÇTIK?

104 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A F G A N Kral ı , hem ağlıyor, hem d e Ata-

türk'e bakarak üzüntüsünü açığa vuru­

yordu. Vaziyet çok nazikti. Bu yaslı havayı dağı tmak

gerekti . Çok zeki ve kurnaz olan Atatürk, bu ağla­

maklı durumu önlemek için olmalı, hemen bir gezi

ortaya attı. Kral ın bu kadar gözü yaşlı olduğunu bil­

seydi, hiç sorar mıydı? . .

— Yarın biz yurtta bir inceleme seyahatine çıkı­

yoruz. Dedi.

Amanullah Han, gez iye katı lmak ricasında bulun­

du. Fakat Atatürk :

— Memnuniyetle. . . F a k a t bizim İç Anadolu'da

yollarımız çok bozuktur. Zatıâliniz rahatsız olursunuz.

Dedi.

Fakat K r a l israr ediyor, her şeye katlanmağa

razı olduğunu söylüyordu. Atatürk 'ü razı edemiyece-

ğini anladıktan sonra:

— H e r türlü sıkıntıya dayanırım... Deyince, Ata-

türk:

— Bizim memlekette her yere tren yoktur. Birçok

yerlerimize otomobil bile işlemez. Dağlara ya eşek,

ya da katırlarla seyahat etmek mecburiyeti vardır

Hayvan üstünde hasta olursunuz. Dedi.

A r t ı k Kra lda israr edecek hal kalmamıştı. Sofra

Page 105: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 105

geç vakte kadar sürdü. Saat üçe doğru K r a l ve misa­

firler ayrı lmak üzere kalktılar. Kra l , Atatürk ' le öpü­

şerek vedalaştı.

Ertesi günü gerçekten böyle bir gez i oldu. F a k a t

bizim o güne kadar haberimiz yoktu. H e r zaman seya­

hat olacağı belli olmazdı. A m a böyle gece yarısı se­

yahat kararını hatırlamıyorum.

Ertesi sabah herkes eşyasını alıp istasyona git­

mişti. Köşkte bir ben, bir A f e t Hanımdan başkası kal­

mamıştı. Atatürk 'e yemeğini verirken şöyle bir soruy­

la karşılaştım:

— Çelebi Efendi. . . Dün akşam sofrada Krala kar­

şı aykırı bir hal oldu mu? Yanlış bir şey yapmadık

y a ? Dedi.

Bu soruyu bana niye sorduğunu bir türlü anlıya-

madım. Karşı l ık olarak:

— Çok güzeldi Paşam.. . Dedim.

Sonra nereden aklıma geldi bilmem, durduk yerde

bir soru da ben O'na sordum:

— Paşam, Kral ' ın ağlaması benim çok gücüme

gi t t i ve çok üzüldüm. Büyük adamların düşmesi çok

zor oluyor, değil m i ?

Kısa bir duraklamadan sonra Atatürk, bu sözlere

şöyle karşılık verdi :

— Kral lar öyle olur.. .

Bu cümlenin anlamını çok sonra, düşüne düşüne

anladım. Bugün daha iyi anlıyorum ya.. . Fakat o za­

man bu gereksiz soruyu neden sorduğuma sonradan

pişman oldum ve üzüldüm. Benim neme gerekti . . .

Bu konuşmadan sonra köşkten en son biz çıktık.

Trene binip Konya'nın yolunu tuttuk. A f g a n Kral ı A-

manullah Han da ayni gün İstanbul'a hareket etti. Ora­

da birkaç gün kaldı.

Page 106: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

106 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

V E N İ Z E L O S ' U N GELİŞİ

Y U N A N İ S T A N Başbakanı Venizelos'un İs-

tanbul'a gelişi oldukça enteresan oldu.

Daha birkaç yıl önce Türkiye 'y i almak, Ankara 'y ı ken­

di ülkesine katmak isteyen bu adama, Tanrı, Ankara 'ya

g e l m e y i nasip etmişti. F a k a t yenildikten sonra, asker­

leri denize döküldükten sonra, misafir olarak, acı du­

yarak. . .

Venizelos'un geldiği gün Atatürk kendisini eski

köşkte kabul etti. Bu ziyaret dolayısiyle arkadaşlarıy-

le herhangi bir fikir yürüttüğünü hatırlamıyorum. Y a l ­

nız sabah giyinirken berber Mehmet'e takıldı:

— Mehmet, bugün Venizelos'un ayağına gideceğiz.

Kendisiyle görüşeceğiz. Buna ne dersin?

Atatürk, berberiyle sık sık şakalaşırdı. Mehmet bir

an düşündükten sonra:

— Paşam, ben sizin yerinizde olsam ne gider, ne

de görüşürüm. Çünkü o millet bizim Selânik'imizi

(berber Selânik' l iydi), toprağımızı, yer imizi aldı. Bu

yetmiyormuş gibi bir de Ankara 'mızı almağa kalktı .

Bütün bunlardan sonra siz onlarla dost gibi konuşa­

caksınız. Ben olsam yapamam.

Atatürk, berberinin safça sözlerini dinlerken hiç

kızmadı. H a t t â onun samimiyetinden memnun bile kal-

dı.

Page 107: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ DEFTERİ

— Bu memleket iyidir. Bu yüzden dost olmağa,

dost görünmeğe mecburuz. H e m bunu yapmazsak, ta­

rih bizi affetmez.

Atatürk, işte ilk Türk-Yunan dostluğunun temel­

lerini o gün atmıştı. Venizelos'la köşkteki görüşme

iki saat kadar devam etti. Ertesi gün Gazi Orman

Çiftliği'nde misafir şerefine otuz kişilik bir yemek ve­

rildi. Y e m e k çok samimî bir hava içinde geçti. Yunan

Başbakanı, Atina'dan gelirken bir sandık şarap hediye

getirmişti. Ata türk te misafir Ankara'dan ayrılırken

bir kafes içinde beyaz renkli çok güzel bir A n k a r a

kedisi hediye etti.

Yunanistan Başbakanı Venizelos'un ziyaretini, bir

süre sonra devrin Başbakanı İ smet İnönü, At ina 'ya

giderek ger i çevirmiştir.

107

Page 108: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

108 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

YUGOSLAV K R A L I N I N GELİŞİ

l933 yı l ında Yugoslav Kra l ı Aleksandr bir

torpidoyla İstanbul 'a gelmişti. K r a l ge l­

diği gün Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk 'ü ziyaret et­

ti. Atatürk, Sarayın ünlü salonlarından biri olan So­

maki salonunda Kra l ı kabul etti. Görüşmede o zaman

Dışişleri Bakanı olan Tevf ik Rüştü Aras ' la Umumî

K â t i p Hasan Rıza Soyak ta bulunuyordu.

Kra la önce bir alaturka kahve sundum. Biraz

sonra da limonata ve bisküvi getirdim. K r a l çok mem­

nun kalmıştı. Teşekkür ederek ayrıldı, torpidosuna

döndü.

Yar ım saat sonra Atatürk, Sakarya motoruyla

torpidoya giderek Kral ın ziyaretine karşılıkta bulundu.

Biz de torpidoya beraber gitmiştik. Onlar yar ım saat

kadar kamarada görüşürlerken, biz de dışarda bekli­

yorduk. İçerde Atatürk 'e şampanya ikram ettiler. Biz­

lere de dışarda birer kadeh şampanya, bisküvi, likörlü

çikolata ve havyarlı kanapeler verdiler. Ata türk görüş­

meden memnun olarak çıktı. Tekrar motora binerek

Saraya döndük. O gece Sarayda kırk kişilik kadar bir

ziyafet verildi. Kra l ın ziyaretine büyük önem verildi­

ğinden midir nedir, Tokatl ıyan Oteli'nden garsonlar ve

yemekler gelmişti. Yenildi, içildi. Bilinen nutuklar çe­

kildi. Hat ır lar ım çok hoş bir geceydi. Herkesin yüzün-

Page 109: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 1 0 9

den neşe akıyordu. Saat ikiye doğru Kral bir motora

binerek Saraydan ayrıldı.

Misafir gi t t ikten sonra arkadaşları Atatürk 'e :

— Kra l ' ı nasıl buldunuz? Diye sordular.

— Çok nazik, çok zeki bir adam. Memleketi için

çalışmış, çalışıyor. Makûl görüşlü... Kendisini çok be­

ğendim. Diye hoşnutluğunu gösterdi.

Yugoslav Kra l ı bir süre sonra Fransa'ya g i t t i ğ i

sırada Marsi lya limanında suikastçılar tarafından öldü­

rülmüştür.

Page 110: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

110 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ

KONYA'DA BİR O L A Y

— A m a n Paşam, çok fena... Dediler.

— Fena olan neymiş?

Onlar yine ayni heyecanla:

— Gidiş çok fena, çok berbat Paşam.. .

— Fena olan nedir?

— Burada Komünizm almış, yürümüş. Bütün lise

talebeleri ve başlarındaki öğretmenleri baştan başa

komünist olmuş. E ğ i t i m de o yolda. Bu hal ne olacak?

Ata türk gülerek:

— Canım, Padişahlığı istemiyorlar ya.. . İşin öte­

ki tarafı düzelir. Bunun korkulacak nesi v a r ? Diye on­

ları yatışt ırmağa çalıştı.

Konya 'da bir iki gün kalıp incelemelerde bulun­

duktan sonra Adana'ya, oradan Gaziantep'e uğradık.

Daha sonra da Y a l o v a ' y a geldik.

Bu arada, bir süre Türkiye'den ayrılan Amanullah

Han, tekrar İstanbul'a gelmiş ve Atatürk'ü z iyaret et­

mek istemişti. O gün Dolmabahçe Sarayı'nda yapılacak

buluşmada hazır bulunmak için torpidoyla Yalova'dan,

hareket edip İstanbul'a geldik. Bu görüşme iki saat

K O N Y A ' d a ilk akşamımız... Recep Zühtü,

mebuslar telâşla geldiler:

Page 111: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 111

kadar sürdü. Misafir Amanullah Han, kalması için ay­

rılan yere gi t t i . Biz de tekrar Y a l o v a ' y a döndük. Bu

Yalova'dan İstanbul'a gidiş geliş sırasında ilginç bir

olay da oldu. İstanbul'a gelirken, kırk mil sürat yapı­

yorduk. Bu süratin yaptığı dalgalarla A d a kıyılarında

bulunan bazı sandallar parçalanmışlardı. Bunu A t a ­

türk'e duyurdular:

— Biz randevuya yetişmek için süratli geldik. On­

ların ne kabahati var. Derhal aratıp buldurun. T a z m i ­

nat vermek suretiyle zararlarını karşılayın. Bizim yü­

zümüzden zarara uğramasınlar... Emrini verdi.

Page 112: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 1 2 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

MUHSİN ERTUĞRUL'LA SOFRADA

BİR gün Reşit Galip yanına Muhsin Er-

tuğrul'u alarak Çankaya'ya gelmişti. Sof­

rada henüz herhangi bir konuda konuşma açılmadan

Atatürk, Muhsin Ertuğrul 'a dönerek:

— Faruk N a f i z Çamlıbel'in yazdığı « A k ı n » piye­

sini nasıl buldunuz? D i y e sordu.

O sıralarda devrimi yayacak ve yerleştirecek ulu­

sal eserlere şiddetle ihtiyaç vardı. Devrimci yazarlar,

edebiyatçılar kollarını sıvamışlar, gece gündüz uğraşı­

yor, modern Türkiye'nin devrimlerini destanlaştırma-

ğa çalışıyorlardı. İşte Faruk Nafiz ' in Türk tarihini ko­

nuşturan « A k ı n » piyesi de « K a h r a m a n » piyesi gibi

Atatürk'ün emriyle yazılmış, Ankara Türkocağı bina­

sında, İbrahim Necmi Dilmen, Halil Vedat Fırat l ı ve

Münir H a y r i Egeli 'nin gözetiminde İsmetpaşa K ı z Ens­

titüsü ve Gazi E ğ i t i m Enstitüsü öğrencilerine oynattı-

rılmıştı. Sahne eserleriyle ilgilenen Atatürk, ulusların

kendi tarihlerine önemli yerler ayırmaları gerektiğini

söyler ve çok köklü bir geçmişe sahip olan Türk tari­

hinin destanlaştırılmasını isterdi. Behçet K e m a l Çağ-

lar' ın «Çoban» piyesi de, bu amaçla yazılmıştır. İşte

Millî Temsil Akademisi Kanunu'nun çıkar ı l ı ş ını ve Dev­

let Tiyatrosu'nun kuruluşu bu görüşün ürünüdür,

Page 113: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 113

Atatürk, A k ı n piyesinin Ankara 'daki temsilini gör­

müş, ve pek beğenmişti. Muhsin Ertuğrul ise henüz gör-

memişti. Kendisine senaryosu verildi. Atatürk Muhsin

Ertuğrul'dan şunu istedi:

— Biz bu piyesi sizin sahneye koymanızı ve sizin

sahnenizde oynanmasını istiyoruz.

— Eseri henüz tetkik etmedim, ama, baş sayfa­

larına şöyle bir göz gezdirdim.

— Öyleyse hemen bu eserde yazı l ı olan mısralar-

dan en güç konuşulanı, bize sahnedeymiş gibi lütfe­

diniz...

Muhsin Ertuğrul'un üzerinde bir sıkılganlık mı

vardı, neydi:

— Paşam, nasıl balıklar sudan çıkınca yaşıya-

mazsa, biz de sahneden başka yerde ne konuşabilir,

ne yaşıyabiliriz...

Diye karşılık verdi. Bu söze Reşi t Galip de katılı­

yor, sözlerini onaylar gibi başını sallıyordu. Muhsin

Ertuğrul, Reşit Galip'ten de kuvvet alınca:

— Bendeniz hiç bir sosyetede konuşmuş insan de­

ğil im. Bütün konuşmalarım sahnededir. Evimden t iyat­

roya, tiyatrodan evime gidiyorum.

Y e m e k boyunca sahnede en güç söylenen en zor

kelime üzerinde duruldu. Saat gece yarısını çoktan

geçmişti. Herkesin gözünden uyku akıyordu. Sonunda

Muhsin Ertuğrul, sahnede en zor söylenen cümlenin

gırtlaktan konuşmak olduğunu söyledi ve buna örnek

olarak ta piyeste geçen « A l ç a k l a r » kelimesini göster­

di. Bu kelime, boğuk bir sesle söylenmişti. Atatürk :

— Oturunuz!... Dedi.

Muhsin Ertuğrul oturdu. A r t ı k sofra paydos ol-

muştu. Giderlerken Atatürk, Muhsin Ertuğrul 'a dö-

nerek:

Page 114: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

114 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Sen bu eserde muvaffak olamıyacaksın... Dedi.

Muhsin Ertuğrul gülümseyerek:

— Muvaffak olmağa çalışırım Paşam.. . Diye el­

lerini öptü ve ayrıldılar.

Misafirler gitt ikten sonra Atatürk, salondan yatak

odasına çıkarken İbrahim'le bana döndü. Anlaşı lan ko­

nuşulan konunun halâ etkisi altındaydı:

— Bu eseri size versem daha iyi yaparsınız. Bu

adam, bu işi yapamaz.. . Dedi.

— Paşam, bu adam bu işi yapar, diye cevap ver­

dim. H e m bu millet Muhsin Ertuğrul'u sever...

Deyince bana kızarak sertçe:

— Maskaralığını sever... Dedi ve daha fazla bir

şey konuşmadan ya tmağa çıktı.

Atatürk yatmağa çıktıktan sonra arkadaşım İbra­

him bana dönerek:

— Cemal, işin mi yok, ister muvaffak olsun, ister

olamasın, sana ne... D i y e söylenmeğe başladı. A m a

ben o düşüncede değildim ve çok geçmeden haklı oldu­

ğumu anladım.

Page 115: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 115

G Ö Z Ü N D E N YAŞ GETİREN PİYES

M U H S İ N Ertuğrul olayının üzerinden üç

ay geçmişti.. . Bir kış mevsimi Ankara '­

dan İstanbul'a gelmiştik. Şehir Tiyatrosu'nda Faruk

N a f i z Çamlıbel'in « A k ı n » piyesi temsil ediliyordu. T i ­

yatronun şeref locasında Atatürk'ün arkasında idim.

İstemi rolünde Muhsin Ertuğrul oynuyordu.

« K ı t l ı k v a r şehirde, isyan başgöstermek üzere.

Bütün halk Kurultay kuralım, K r a l ı n huzurunda» diye

konuşuyordu.

Orada Kra l ın çok güzel bir seslenişi vardı :

« T a n r ı su vermezse, Hakan ne yapsın b u n a ? »

Deyince Atatürk'ün gözlerinin yaşardığını gör­

düm. Gerçekten çok güzel bir temsildi. Heyecandan

ürperdiğimi hatırlarım. Atatürk, temsilin başından so­

nuna kadar serapa his, büyük bir haz ve ulusal gu­

ruru ayağa kalkmış bir halde oyunu seyretti.

Temsilden sonra Atatürk, Muhsin Ertuğrul ve üç

arkadaşını locaya çağırtıp kutladı. Muhsin Ertuğrul'un

yüzünü bir mutluluk halesinin çevirdiğini farkett im.

Çok heyecanlıydı. Atatürk'ün « M u v a f f a k olamıyacak-

sın» dediği bir piyesten yüzünün akıyla çıkmıştı. Nas ı l

sevinmesin ?

Atatürk, Ertuğrul ve arkadaşlarını kutlarken bir

an arkasına dönüp benim yüzüme baktı. Bu bakışlarda

haklı çıkt ığımı doğrulayan bir davranış sezer gibi ol­

dum.

Page 116: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

116 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ARTİSTLER ARASINDA

1928 Y I L I N D A Ankara'da Türk Ocağı binası

açılıyordu. Hamdullah Suphi Tanrıöver,

Türk Ocakları dâvası uğruna herşeyini vermişti. Dâva­

nın gerçekleştiğini görmekle en büyük mutluluğu tadı­

yordu. Türk Ocağı sahnesinde oynanacak ilk piyes için

İstanbul'dan Darülbedayi (Şehir Tiyat rosu) getirtil­

mişti. Aynaroz Kadısı 'nı temsil ettiler. Büyük bir al­

kış topladılar. Atatürk, piyes bittikten sonra Darül­

bedayi artistlerini Marmara Köşkü'ne davet etti. A r ­

tistler kadınlı, erkekli büyük bir kalabalık halinde

geldiler. O akşamki toplantıda Atatürk kadehini artist­

lere doğru kaldırarak:

— Hepiniz günün birinde birer mebus, müsteşar,

vekil, başvekil hattâ reisicumhur olabilirsiniz. Fakat

ben bir artist olamam. Çünkü bu Al lah vergisidir. Ne

tesadüfle, ne de yıl larca dirsek çürütülerek sanatkâr

olunamaz. Bu, Allah' ın ender kullarına verdiği bir

nimettir. İşte aramızdaki fark bundan ibarettir... De­

di.

Türk Ocağı'nda ikinci temsili vermek için C o -

medie Française artistleri Türk 'ye 'ye gelmişlerdi.

Bunların arasında o devrin en büyük sanatçısı olan

Marie Belle de bulunuyordu. Atatürk, misafirlerin gös-

Page 117: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 117

terilerini seyretti. P iyes bittikten sonra tam kapıdan

çıkacağı zaman artistlerin hepsi makyajl ı halleriyle

kapıya hücum edip, Atatürk'ü görmek istediler. A t a ­

türk, bunlara kapıda yakınlık gösterdi. Ellerini sık­

tı, hatırlarını sordu, kutladı. F a k a t bir ziyafete çağır­

madı.

Türk sanatçılarını temsilden sonra yemeğe davet

ett iği halde, yabancı sanatçıları çağırmayışı uzun za­

man bende bir soru olarak kaldı. Düşüne düşüne an­

cak şu kanaata varabildim: Atatürk, Türk sanatçısı­

nın çağdaşlarından kat kat üstün olduğuna inanan bir

insandı. Türk'ün her işte olduğu gibi sanat alanında

daima en önde gitmesini isterdi. Bu ayırım da, işte

bu düşünceden ileri gelmiş olabilir.

Page 118: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

118 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

K U R B A Ğ A L I ZİL

Y İ N E İstanbul'dayız. Dolmabahçe Sara-

yı'nda büyük hazırlıklar göze çarpıyor.

Fransız Meclis Başkanı M. .Herriot, yurdumuzu ziyaret

etmektedir. Misafir gelmeden önce A t a t ü r k bana dö­

nerek:

— Çelebi, dikkatli bulun... Fransız Meclis Reisi

gelecek.. . D i y e tembihte bulundu.

Oysa şimdiye kadar böyle bir şey söylememişti.

D e m e k gelenler çok önemli kişilerdi. H i z m e t i m i z de

gelenlere göre değişmeliydi.

— Tabiî. . . Emredersiniz.. . Diye cevaplandırdım.

A k ş a m saat onaltıya doğru M. Herriot, Saraydan

içeri giriyordu. Ben de çok şık bir mösyö gelecek diye

kendime oldukça çeki düzen vermiş, smokingimi ayna­

nın karşısında birkaç kere düzeltmiştim. Heyecandan

elim, ayağım tutmaz bir halde beklerken, babayani ta­

vır l ı bir adam çıkagelmesin m i ? M. Herriot, sandığım

gibi çok önemli bir devlet adamıydı. Çok sayılıp, de­

ğ e r veriliyordu.

Misafirlere kahve emredildi. Kahveler i getirdik,

içildi. Konuşmalar çok samimî bir hava içinde geçi­

yordu. Atatürk'ün önünde kurbağa şeklinde bir zil var­

dı. Bu zili çalarak beni çağırdı. Büyük çapta bir mi­

safir geldiği zaman beni çağırmak için çok zaman bu

zil i kullanırdı.

Page 119: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 119

Hemen koştum. Kendisinin yazdığı Büyük N u t u k

ve dokümanları istedi. Bunları Fransız Devlet Baş­

kanına hediye edecekti. O zaman Hususî K a l e m Mü­

dürü olan Hasan R ı z a Soyak'a gidip, Atatürk'ün N u t ­

kunu istediğini söyledim. Derhal Nutuk bulundu, fakat

dokümanları yoktu. Atatürk 'e durumu anlattım.

— Zararı yok, Nutuk var ya kâfi.. . Dedi.

Derken bir zil daha çalındı. Bu seferki kurbağalı

zilin sesi değildi. M. Herr iot benden Fransızca bir şe­

kerli kahve daha istiyor:

— Sansürlü kahve... Diyordu.

Anlaşılan Türk kahvesinin tadı hoşuna gitmiş ola­

caktı.

— Emredersiniz.. . Diye cevap verdim. Ve hemen

şekerli kahveyi yine özene bezene pişirerek misafire

götürdüm. Sansürlü kahve diye her halde tek şekerli

kahveyi kasdetmiş olacaktı.

— Mersi. . . D i y e karşılıkta bulundu. Döndüm,

gidiyordum ki, tekrar zile basarak beni çağırdı. Aşağ ı­

da çantasının olduğunu ve alıp gelmemi rica etti. Çan­

tayı getirdim. Tekrardan teşekkür etti. Bu babayani

kılıklı devlet adamı üzerimde çok hoş bir etki bırak­

mıştı.

Misafir devlet adamı Sarayda birbuçuk saat ka­

dar kaldı. Görüşmelerden çok memnun olarak ayrıl­

dı. Memleketine gidince duyduğumuza göre Atatürk 'ü

çok övmüş. Bu arada biz hizmetkârlara da bir ilgi k ö -

şeciği ayırmayı unutmamış: «Önündeki kurbağa şek­

lindeki zili çalıyor. Hemen çok zeki bir hizmetkâr g e ­

liyor. Derhal verilen emirleri harfi harfine yerine geti­

r i y o r » demiş...

Page 120: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

120 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

IRAK KRALI F A Y S A L I N GELİŞİ

gün kadar yurdumuzda konuk kalan Kral , Ata türk ta­

rafından i lgiyle karşılanmıştı.

K r a l şerefine M a r m a r a Köşkünde bir z iyafet v e -

rildi. Bu ziyafette Meclis Başkanı K â z ı m Özalp, Baş­

bakan İsmet İnönü, Umumî Kât ip Tevf ik Bey, Başya­

ver, Bakanlar hazır bulunuyorlardı. Ziyafet çok sa­

mimi bir hava içinde geçt i . Yemekten sonra, Kra l ,

Gazi Orman Çiftliği 'nde gezdirildi. Üç günlük resmî

ziyaretten sonra Kral , trenle İstanbul'a hareket etti.

I r a k Kral ı , hiç te Iran Şahı'na benzemiyordu. A k ş a m ­

ları birkaç kadeh viski yada kokteyl içmeyi unutmu­

yordu. Özel hayatı çok sakindi. Kendi halinde görünü­

yordu. Kibar tavırlıydı. Boğazına düşkün değildi. Ör­

neğin A f g a n Kra l ı gibi pi lâv merakı yoktu.

I R A K Kra l ı I . Faysal ' ın Ankara 'ya gelişin-

de yine hareketli günler geçirmiştik. Üç

Page 121: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 121

JAPON V E L İ A H D I N A V E R İ L E N DERS

Bakanı T e v f i k Rüştü Aras, Cumhurbaşkanlığı U m u m i

Kâtibi T e v f i k Bey, Başyaver Rüsuhi B e y ve askerî,

mülkî erkân istasyona gitmişlerdi.

Japon Veliahdı trenden inince yalnız Mareşal F e v ­

zi Çakmak' la Dışişleri Bakanı Tevf ik Rüştü Aras ' ın

ellerini sıkmış, öbürlerine pek i lgi göstermemiş. Bu

hal Tevf ik ve Rüsuhi Beylerin çok canını sıkmış. Çan­

kaya Köşkü'ne geldikleri zaman Atatürk, Başyaveri ve

Tevf ik Bey ' i holde karşıladı. T e v f i k B e y ' e :

— Japon Veliahdı'nı nasıl buldunuz?

Diye sorunca Tevf ik Bey birden boşandı. İstasyon­

da uğradıkları muameleyi aynen anlattı:

— Paşam, Veliahd bizi adam yerine koyup, elleri­

mizi bile sıkmadı. Dedi.

Bunun üzerine Ata türk :

— Çok mağrur olmasınlar. Gurur iyi bir şey de­

ğildir. Diye hem kanaatini belirtti, hem de ileri görüş­

lülüğünün bir örneğini daha verdi. N i t e k i m aradan y ı l ­

lar geçtikten sonra o gururlu, kibirli veliahdın koskoca

J A P O N Veliahdı Ankara 'ya geldiği gün

kendisini garda karşılamak için Dışişleri

Page 122: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

122 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Japon İmparatorluğu, Müttefikleri yok edeceği düşün­

cesiyle savaşa girmiş, fakat sonunda büyük bir yenilgi­

ye uğramıştı.

Veliahdın gelişinden bir saat sonra M a r m a r a K ö ş -

kü'nde bir öğle yemeği verildi. Veliahd'a Gazi Orman

Çift l iğ i gezdirildi. Atatürk, Veliahd'a çok nazik davra­

nıyordu. Bu hali beni epeyce üzmüştü. Öyle ya, kendi­

sini karşılamağa giden ilgil i devlet adamlarımızı hiçe

sayarak ellerini bile sıkmak inceliğini göstermeyen bir

insana, ister Veliahd olsun bu iltifatlar niyeydi? Hâlâ

bu nezakete bir anlam veremiyordum.

Atatürk, Japon Veliahdının kabalığına iyiden iyiye

içerlemişti. Öyle ya, Dünyanın öbür ucundan kalk, dost

bir memlekete gel de, seni karşılıyanların elini sıkma...

Bu kabalığa incelikle cevap vermek ve onu utandır­

m a k gerekti . Bu yüzden Atatürk, Veliahd'a çok nâzik

davranıyor, iltifat ediyordu. Hat tâ ziyafet sofrasının

özenle hazırlanmasıyla kendi uğraşmıştı.

Y e m e k arasında Atatürk, Japon tarihinden söz

açmıştı. Veliahd'a çeşitli sorular soruyor, daha onun

cevap vermesine meydan bırakmadan sorusunun kar­

şılığını yine kendisi vererek Veliahd'ı hayretten hayrete

düşürüyordu. Atatürk, tarihte ünlü Japon savaşlarını

sıralıyor, Japon mitolojisinden söz ediyor, bir Japon

kadar Japonya'nın coğrafyasından örnekler veriyordu.

Veliahd adamakıllı şaşırmıştı.

Oysa Japonlar zeki olurlar derler. B iz im misafirin

ağzı açık, Atatürk'ün ezbere okuduğu Japon şairlerinin

şiirlerini dinliyordu. Öyle sanıyorum ki, Veliahd kendi

memleketine ve milletine dair bir çok şeyleri, o gece

yabancı bir memlekette, o memleketin devlet başkanı­

nın ağzından öğrenmişti .

Page 123: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 123

Japon Veliahdını şaşırtan olay şöyle olmuştu: A t a ­

türk herkesi kendine hayran bırakmasını bilen insan­

dı. Japon Veliahdının gelişinden birkaç gün önce Ja­

ponya'ya ait bir hayli kitap karıştırmış, bilgi edin­

mişti. Veliahd'a bunları söylemeği düşünürken, istas­

yondaki o can sıkıcı olay meydana gelmiş. Atatürk te

Japon misafirimize yukarda anlatt ığımız şekilde i lgi

gösterip memleketine ait birçok soru sormuş ve ceva­

bını yine kendisi vererek, ona hakettiği dersi incelikle

anlatmıştı.

Page 124: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

124 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

EMİR A B D U L L A H ' ı N YATLA GEZİSİ

1937 Y I L I N D A Ürdün Emiri Abdullah, yurdu­

muzu ziyaret ediyordu. E m i r önce Anka­

ra 'ya gelmiş, sonra da Atatürk ' le birlikte özel trenle

İstanbul'a hareket etmişlerdi.

Emir ' i karşılamak için İstanbul'da büyük bir ha­

zırl ık göze çarpıyordu. Taklar kurulmuş, caddeler Ü r ­

dün ve Türk bayraklarıyla donatılmıştı. Ertuğrul yat ı

hazırlanmış, Haydarpaşa rıhtımında bekliyordu.

İki büyük devlet adamı Haydarpaşa Garında par­

lak bir törenle karşılandı. Val i Muhittin Üstündağ

karşılama hazırlıklarıyla kendisi uğraşmıştı. Bu tür

karşılamalarda alışılmış her şey yerine getiri lmişti.

Emir Abdullah, Ertuğrul yatıyla Dolmabahçe rıh­

tımına çıktı. Dolmabahçe Sarayında özel dairede mi­

safir edildi. Daha sonra da Florya Köşkü'ne gidildi. O

sırada Ertuğrul yatına bir emir geldi:

— Florya köşküne gidiniz... Deniliyordu.

Y a t t a gerekli hazırlıkları bitirdikten sonra F l o r y a

Köşkü'ne gittik. E m i r Abdullah yata mihmandarı, ya­

veri ile geldi. Ya lova 'ya doğru yola çıktık. Emir ' in yat­

la yapılan bu Marmara gezisi çok hoşuna gitmişti .

U z u n zaman yat ın denizde bıraktığı köpükten izlere

Page 125: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 125

daldı. Yapayalnız yemeğini yedikten sonra biraz yat­

mak üzere kamaraya indi. Bana da:

— A d a önüne gelince beni kaldırın... Diye emir

verdi.

Y a t Ada önlerine gelmişti . Emir ' i uyandırmak üze­

re kamaraya inince bir de ne g ö r e l i m ? Emir hazretleri

soyunmadan yatmış. Ayağında reye pantolon, başın­

da keyfiyesini çıkarmış. Kırç ı l sakallı Emir, aslında

çok güzel bir yüze sahipti. Fakat onu güzel ve heybetli

gösteren başındaki keyfiyesi imiş. Onu çıkarınca, saç­

sız başı cascavlak meydana çıkmış.

Bir süre onu bu haliyle seyrettim. Uyandırıp uyan-

dırmamak arasında kısa bir duraklama geçirdikten

sonra emrini yerine getirdim. E m i r keyfiyesini başına

koyduktan sonra Adalar ı seyretmek üzere güverteye

çıktı.

Saat onaltı sıralarında Ya lova 'ya geldik. Bütün

Yalova Emir ' i karşılamağa çıktı. Başta şehir bando­

su olduğu halde ellerinde bayraklar sallıyan öğrenciler

ve kalabalık bir halk topluluğu, büyük şenliklerde bu­

lundu. Alkış lar arasında otomobiline bindi ve banyo­

ların bulunduğu yere hareket ettik.

Burada Atatürk'ün kendisine ait köşkünde misa-

fir edildi. E m i r şerefine bir gün önce saz ve musiki

heyeti olarak F l o r y a Köşkü'ne gönderilen Münir N u -

rettin idaresindeki kemanî Reşat Erer, Refik ve Fahi-

re Fersan. Vecihe Daryal, Cevdet Kozanoğlu ve iki

hanende. Emir ' in isteği üzerine Yalova 'ya getirtilmişti.

Emir, müzik faslından o kadar memnun kalmıştı ki,

Ürdün'e döndükten sonra Atatürk 'e yazdığı mektup­

larda Türk musikisi hakkındaki beğenilerini bildirme­

den yapamamıştır.

Emir şerefine Yalova 'da verilen alaturka müzik

Page 126: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

126 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ziyafeti çok güzel oldu. Gerçekten eşsiz bir gece ya­

şadık. Saz ve şarkılar gece yarısına kadar sürüp gi t t i .

Türk müziğinin ahengine kendini kaptırarak huşu için-

de müzik dinleyen Ürdün Emiri, o gece Münir Nuret­

tin Selçuk'a bir hayli i ltifatta bulunmuştu.

Gece yarısından sonra müzik faslına son verildi.

Mecl is de dağıldı. Herkes yatak odalarına çekildi. Misa­

fir ler sabah geç kalkar diye düşünmüştüm. F a k a t E m i r

hazretlerinin sabah karanlığı kalktığını görünce şaşır­

dım. Sabah namazını, Yalova'nın zümrüt gibi göründü­

ğü balkonda kılmıştı. N a m a z bittikten sonra eliyle

işaret ederek beni çağırmış, zevkin sabah namazında

olduğunu söylemişti.

E m i r hazretlerine güzel bir kahvaltı hazırladım.

Yemekten sonra otomobile binerek Baltacı ve Mil let

çiftliklerini gezdi. Bu Y a l o v a gezisi öyle sanıyorum ki,

Emîr ' in çok hoşuna gitmişti . Tekrar Ertuğrul Yat ına

binerek İstanbul'a döndük. O geceyi Dolmabahçe Sa-

rayı 'nda geçiren Emir, bir gün sonra memleketimizden

ayrı larak Ürdün'e döndü,

Page 127: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 1 2 7

İNGİLTERE KRALI N A H L İ N YATINDA

İ N G İ L T E R E K R A L I 8. Edward'ın yurdu-

muza gelişi 1936 yılına rastlar. Kral , N a h -

lin yat ıyla İstanbul'a gelmişti. Ziyaret, özel nitelikte

olduğu için Windsor Dükü unvanını taşıyordu. Böyle

olduğu halde kendisine çok büyük karşılama töreni

yapılmıştır.

Atatürk, konuk Kral ı Tophane rıhtımında karşı­

ladı. Tepebaşı'ndaki İngi l iz Sarayı'na kadar kendi oto-

mob'liyle götürdü. Yolda halk tarafından görülmemiş

gösteriler yapıldı. Türkiye Cumhurbaşkanı ile Anafar-

talarda dize get irdiği İngi l iz devletinin alınyazısını

elinde tutan hükümdarının yanyana otomobilde görü­

nüşü, ayrı bir anlam, ayrı bir önem taşıyordu.

Atatürk, büyük misafiri saat onaltı sularında D o l ­

mabahçe Sarayı'nın Somaki salonunda kabul etti. Gö­

rüşme sırasında İngi l iz Büyükelçisi, Dışişleri Bakanı

Tevf ik Rüştü A r a s ta hazır bulunmuştu. O akşam

Dolmabahçe'de verilen akşam ziyafeti çok parlak ol­

muş, Atatürk'ün, İngi l iz Sarayı'nda verilen ziyafetleri

yakından bilen birisine hazırlattığı sofra. Kra l ı sanki

büyülemiş, Atatürk'ün zekâsına ve inceliğine hayran

kalmıştı, ö y l e ki, bir punduna getirip Kral , kendisini

İngiltere 'de sandığını bile söylemişti.

Page 128: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 2 8 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Y e m e k sırasında hoş mu, yoksa nahoş demek mi

lâzım kestiremiyeceğim bir olay geçti. Garsonlardan

biri fazla heyecanlandığı için mi nedir, elindeki büyük

porselen tabakla yere yuvarlandı. Sofradakilerin utanç

içinde önlerine baktıkları anda Atatürk, sanki hiçbir

şey olmamış gibi Kra l ' a doğru eğilerek «Bu millete

her şeyi öğrett im, fakat uşaklığı öğretemedim» diye

hem meseleyi kapattı, hem de ortalığı neşeye boğdu.

Yurdumuzda üç gün kalan İngil tere Kral ı , birçok

gezinti ler yapmış, misafirler onuruna bir de deniz g e ­

zisi düzenlenmişti. Konuk Hükümdardan Moda'da dü­

zenlenen bir deniz yarış ını görmesi rica edilmiş, spor­

sever İngil izler de bu isteği seve seve kabul etmişlerdi.

Ertesi günü K r a l ve maiyeti Nahlin yat ıyla Moda

yarış alanına geldi. Biz de Atatürk'ün bulunduğu Er-

tuğrul yatıyla ayni yere vardık. Az sonra Kra l ve

çevresi bizim yata gelecekleri için hepimiz heyecanlıy­

dık.

Ertuğrul yatında o zamanın Başbakanı Celal Ba-

yar, İsmet İnönü, Fethi Okyar bulunuyordu. Biz de­

mir attıktan sonra uzaktan Kral ın motoru göründü.

Motordan İngi l iz K r a l ı 8. Edward ve Madam Sipmson

çıktılar. Arkalarından da İngil iz Büyükelçisi ile iki

madam daha geliyordu.

Page 129: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 129

M A D A M SİMPSON'A S U N D U Ğ U KAHVE

İ N G İ L T E R E K R A L I 8 . Edward v e öbür mi­

safirler Ertuğrul yatındayken kendilerine

Türk kahvesi verildi. Servis, usulen misafirden

değil, ev sahibinden başlıyordu. Bu yüzden önce iki

kahve getirdim. Atatürk'ün yüzüne baktım. Böyle za­

manlarda O'ndan mimikle emir almayı alışkanlık ha­

line getirmiştim. Başının değil, gözünün en küçük bir

hareketiyle de ne demek istediğini hemen anlar, ona

göre hareket ederdim.

Atatürk hemen gözüyle Kra l ı işaret etti. Götürüp

kahveyi K r a l a sundum. İkinci kahveyi de Atatürk 'e gö­

türdüm. F a k a t nedense kahveyi içmedi. A y a ğ a kal­

karak Madam Simpson'a kendi eliyle sundu. Atatürk,

kadınlara karşı her zaman nazik ve saygılıydı. Toplum

içinde kadının rolünün önemini, fırsat buldukça savu­

nurdu. Kahveyi misafire verdikten sonra da bana dö­

nerek:

— Bana da bir sade kahve get ir . . . diye emir bu­

yurdu.

İşte Atatürk'ün eliyle kahve sunduğu kadının

« M a d a m Simpson» olduğunu o zaman öğrendim. K r a l

da madamla çok fazla ilgileniyordu. F a k a t nedense çok

düşünceliydi. P e k keyifli olan Atatürk'ün neşesine iste-

miyerek katılır gibi bir hali vardı. Onu neşelendirmek

ve kederini dağı tmak için Atatürk bütün zekâsını kul­

lanıyordu denebilir.

Madam Simpson, b i r ara elindeki dürbünle yerin-

Page 130: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

130 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

den kalkınca, K r a l da başıyla Atatürk ' ten izin isteye­

rek yerinden kalkıp, madamın arkasından gi t t i . Bu

ayrı l ış biraz uzayınca, Atatürk fısıltı halinde:

— Kral ın madama karşı zaafı olduğunu görüyo­

rum. Korkar ım ki, t aht ın ı bu kadın yüzünden kaybede­

cek... Dedi.

Ni tek im zaman, İngi l tere tahtının akıbetini daha

önceden gören Atatürk'ü haklı çıkaracak, kısa bir süre

sonra yirminci yüzyılın en büyük aşklarından biri or­

taya çıkmış olacaktı. Dillere destan olan bu macera,

İngi l iz Kra l ı 8. Edward' ın taht ve tacından çekilme-

siyle mutlu bir sonuca erişecek, Madam Simpson, Wind-

sor Dükü'nün eşi olacaktı.

O gün yattaki görüşme çok samimi bir hava için­

de geçmiş, Kral , Atatürk 'ün gönderdiği iki sandık si­

gara için teşekkür ederek:

— İçimi çok güzel. . . Alışmaktan korkuyorum. İ n ­

gi l tere 'ye gitt ikten sonra bunlardan bir miktar dahi

göndermenizi rica edeceğim.. . Demiş,

Ata türk ise:

— Emredersiniz... D i y e karşılıkta bulunmuştu.

K r a l da Atatürk 'e iki sandık viski göndermişti.

Atatürk, bu viskilerden çok hoşlandığını, içerken daima

onu hatırlıyacağını söylüyordu.

Moda'da yelken yarışları başlamıştı. Kra l , çok sev­

diği bu deniz sporunu zevkle seyretti. Oradan Florya 'ya

doğru hareket ettik. Marmara kıyıları boyunca İstanbul

cami siluetlerinden K r a l bir türlü gözlerini ayıramıyor­

du. Konuşulan konu da minare, Ayasofya üzerinde ge­

çiyordu. Onları F l o r y a ' y a bırakıp döndük.

Kra l şerefine sonra Florya 'da bir kokteyl parti

verildi. Deniz köşküne ve plajın kumuna hayran kalan

K r a l , ilerde birkaç zaman kalmak için geleceğine söz

vererek İstanbul'dan ayrıldı.

Page 131: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 131

ROMANYA KRALI

K A R O L ' Ü N GELİŞİ

R O M A N Y A Kra l ı Karol , 1933 yılında, İ n ­

gi l tere Kra l ı 8. E d w a r d ı n İstanbul'a gel­

diği Nahlin yat ıy la yurdumuza gelmişti . Y a t ı İngi l tere '

deki bir konttan kiralamıştı. K r a l yurdumuzu resmen

ziyaret etmiyor, İngi l tere 'ye yapt ığ ı yar ı resmi bir

geziden dönerken uğruyordu. Y a t yine Dolmabahçe ön­

lerinde demirlemişti.

Kral , Atatürk 'ü ziyaret isteğinde bulunmuş « K a b u l

buyururlar m ı ? » d'ye haber göndermişti. Ata türk te

rahatsız olduğunu ileri sürerek «Mukabi l ziyaretten af

ederlerse buyursunlar» demişti.

Atatürk, K r a l ı sürekli olarak istirahatte bulunduğu

Savarona yatında kabul etti. Rahatsız olduğu halde,

hastalığını K r a l a belli etmemek için bütün dikkatini

kullanıyordu.

Kral la Cumhurbaşkanı, Savarona'nın İskelesinde

karşılaştılar. Y a t a k odasının yanındaki kabul salonuna

kadar beraberce ve görüşerek geldiler.

Romen Kralının Savarona yatında Atatürk' le g ö ­

rüşmesi sırasında yanlarında Dr. Neşet Ömer de bulu­

nuyordu. Atatürk, hastalığı nedeniyle doktorun sürek­

li olarak kontrolü altında tutuluyor, yemeklerde perhiz

Page 132: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

132 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

yapmasına elden gelen bütün dikkat gösteriliyordu,

i ç k i içmesi kesin olarak yasak edilmişti.

Atatürk'ün Romen Kra l ı Karol 'u ağır ladığı sofra­

ya bu yüzden -içer korkusuyla- içki konmamış, çeşitli

maden suları sıralanmıştı. Misafire protokol gereği hiç

değilse bir kadeh içki sunmak gerekiyordu. F a k a t K r a l

içerken, ev sahibinin içmemesi tuhaf kaçacaktı. Onu

saymamak gibi bir şeydi.

Atatürk, durumu Neşet Ömer'e açınca, doktor

olanca kuvvetiyle buna karşı koydu. Protokol gereği

bir devlet hükümdarına içki sunmamanın ne kadar ayıp

kaçacağını Neşet Ömer çok iyi biliyordu. F a k a t ne

v a r ki, Atatürk'ün sağlığı, ondan çok daha önemliydi.

Hasta l ığ ı artmasın da varsın Romen hükümdarının

hatırı kalsındı.

F a k a t Ata türk olağanüstü kandırma kuvvetiyle

doktoru çabucak razı etti. Aralarında kısa süren pa­

zarl ık sonunda şuna karar verildi: Sofraya içki kona­

cak, fakat Atatürk, kendi kadehinden ancak bir par­

m a k içecekti. Doktor bunu bizlere de bildirdi. Kadeh­

lere içkiyi koyarken Atatürk'ünkine bir parmaktan

fazla kaçırmıyacaktık.

Sofraya çeşitli içkiler gelmişti. Atatürk 'ün kade­

hini doldurmağa hazırlanırken parmağını yanlamasına

doğru değil de, dikine doğru tutarak bize doğru dön­

dü. Neşet Ömer'in ve hepimizin hayret dolu bakışları

arasında:

— Doktor, bir parmak içeceksin, dememiş miy­

din? Diye sordu.

Romen Kra l ıy la görüşme iki saat kadar sürdü.

Atatürk, konu Balkan Antandına geçt iğ i İçin hastalı­

ğını unutmuş, konuştukça konuşuyor, bu hal de onu

Page 133: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G Î Z L Î D E F T E R Î 133

halsiz düşürüyordu. Atatürk'ün jestleri, mimikleri, se­

sinin tonu karşısında Kral, büyülenmiş gibiydi. Tercü­

manın sözlerinden çok Atatürk'ün jestlerine ve sesi­

nin ahengine daldığı belli oluyordu. Sonunda görüşme

bitti. Atatürk, hastalığına rağmen, yine zinde bir hal­

de Kral ı Savarona'nın iskelesine kadar getirip, uğur­

ladı. Bu sırada Atatürk'ün gayret sarfettiğini gördüm.

Sonradan anlattıklarına göre K r a l Karol , hayatı­

nın son günlerini yaşayan bir büyük insan karşısında

çok büyük üzüntüye kapılmış ve yat ın merdivenlerini

inerken: «Sizin için bilmem ama, bizim için daha iki

yıl yaşaması l â z ı m » demiş.

Page 134: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

İLK TÜRK FİLMİNİ N A S I L GÖRDÜ?

sinemaların afişlerinde kalırdı. İzinli bir günümde si­

nemaya gitmişt im. Türk filmciliğinin yeni yeni parla­

m a ğ a başladığı günlerdi. Muhsin Ertuğrul'un «İstanbul

Sokaklar ı» filmi oynuyordu. Akşam dönüşte Atatürk ' le

karşılaştım.

— N e r e y e g i t t in? D i y e sordu.

Sinemaya g i t t iğ imi söyledim.

— Güzel m i y d i ?

— Fevkalâde. . . D i y e cevap verdim.

Ata türk emir verdi. Hazır l ık yapıldı. Ve o gece

«İstanbul Sokaklar ı» filmine git t i . Saat yirmiüç sıra­

larında döndüğü zaman:

— Çelebi Efendi, iy i vaki t geçirdik. Dedi.

Ata türk ilk Türk filmini işte böyle benim tavsi­

y e m üzerine görmüş ve hoşuna gitmişt i . İsteseydi o

f i lmi Köşke getirtir, oturduğu yerden seyredebilirdi.

A m a Atatürk bir halk çocuğuydu. Halk ın içinde yaşa­

maktan hoşlanıyor, onun g i t t iğ i yerlere g i t m e k için

vesileler arıyordu. Sinemaya gidiş te sadece bir vesi­

leden başka bir şey değildi. Sinemada halkla beraber

f i lm görmek, onun daha ç o k hoşuna gitmişt i .

O Z A M A N L A R yılda ancak birkaç tane

Türk filmi çevrilir ve bunlar haftalarca

134 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ

Page 135: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 135

F E N E R B A H Ç E ' Y E BAĞIŞI

ra bağışta bulunmuştu. Atatürk, Fenerbahçe'ye özel bir

i lg i beslerdi. Reşit Galip hemen haberini get irdi :

— Çelebi... Çelebi... Gazi, Fenerbahçe'ye beşyüz

lira teberruda bulundu. Diye müjdeyi v e r d i

O zamanın beşyüz lirasının bugünün beşbin lirası­

na karşılık olduğunu söylemeğe bilmem lüzum var mı?

F E N E R B A H Ç E Kulübü için Atatürk ' ten

uygun bir bağış istemişler. O da beşyüz l i-

Page 136: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

136 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SAMSUN'A N İ Ç İ N ÇIKMIŞ?

P R O F E S Ö R A f e t Hanım, bir gün tarih der .

sinde bir öğrenciyi derse kaldırıyor. Konu

Mil l î Mücadele Tarihidir ve Atatürk'ün kurtuluş hare­

ketine başlamak üzere Samsun'a ayak basışına ilişkin

bölümdür.

Çocuğa soruyorlar:

— Atatürk Samsun'a niye çıktı?

Herkes «Vatanı kurtarmak, bizi hürriyete kavuş­

turmak» gibi bir şeyler beklerken, çocuk ne desin:

— Menfaati icabı... E ğ e r Samsun'a çıkmamış, ol­

saydı, O'nu öldüreceklerdi...

A f e t İnan'ın tepesinden sanki kaynar su boşanmış.

Çocuğu azarlamakla kalmamış, bir de sıfır numara

vermiş. Fakat çocuk inandığı düşünceden dönecek cins­

ten değil. Özür bile dilememiş.. .

A f e t İnan o kadar sinirlenmiş ki, tarif edemem.

Yanakları kızarmış. Hiddetle salonda dolaşır buldum.

Biraz sonra Atatürk geldi. Onu bu halde görünce bir

olayın geçtiğini anladı ve sordu. A f e t İnan da o gün

tarih dersinde geçen olayı Atatürk 'e anlattı. Anlatır­

ken hırsından tırnaklarını koparıyordu.

Atatürk gülümseyerek bütün söylenenleri dinle­

dikten sonra:

— Hakl ı çocuk... Dedi. Sen ona sıfır değil, tam

numara vermeliydin.

Bu da Atatürk'ün tenkitler karşısında ne kadar

hoşgörü sahibi olduğunu göstermektedir.

Page 137: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 1 3 7

RUSLARLA BİR E Ğ L E N C E GECESİ

C U M H U R İ Y E T İ N Onuncu Yıldönümü ge-

cesiydi. O gece aramızda İki Moskova' l ı

misafir de bulunuyordu. Voroşilof ve Budyni... Bir

ara Rusya'nın en yüksek mevkiinde « S o v y e t Yüksek

Şûrası Presidium Başkanı» olarak görev yapan M a r e ­

şal Voroşilof ve arkadaşı, o zaman Rus Ordusunda ge­

neraldiler ve İ smet İnönü ile Recep Peker ' in Mosko­

va 'ya yaptıkları gez iye karşılık veriyorlardı.

Onuncu Y ı l geçit törenini izleyen konuklar, o ak­

şam Cumhurbaşkanlığı köşkünde verilen akşam yeme­

ğinde hazır bulundular. Sofra ellidört kişilikti. Budyni,

Atatürk'ün solunda, Voroşilof sağında yer almışlardı.

Voroşilof ve Budyni'nin üzerlerinde özenle dikilmiş

askeri üniformalar vardı. Y e m e k masası Viyanalı ünlü

odun ustasına (Hosmais ter) ısmarlanmıştı. Masalar

birbirine eklenince Gazi'nin baş harfi ( G ) harfi çıkı­

yordu.

Y e m e k büyük bir neşe içinde sürüyordu. Voroşi­

lof, her konuşmasının başında:

— Recep P e k e r yapar... Recep P e k e r bilir...

Diye söze başlıyordu.

Recep Peker, o zaman «Cumhuriyet H a l k Fırkası

Umumî K â t i b i » idi. Rusya'da her işi F ı r k a Umumî K â ­

tibi (Sta l in) yapt ığ ı için, bizde de U m u m î Kâtibin

Page 138: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

138 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

yaptığını sanıyor ve Recep Peker 'e özel bir i lgi gös­

teriyordu.

Kimse işin farkında değildi. Atatürk hemen duru­

mu anladı ve Stalin tarzı bir idarenin bizde de varmış

duygusunu misafirlerin üzerinden kaldırmak için top­

lantıyı dağıtmak lüzumunu duydu. Ata 'nın bir işareti

üzerine yemek sona ermiş olan toplantı dağıtıldı. Hep

beraber kalkılıp Halkev i balosuna gidildi.

Şahane bir baloydu bu... Bir süre ayakta sohbet

edildi, dansa kalkıldı. Atatürk te misafirlere uyup

dans etti. Ata 'nın en sevdiği dans, Valsti.

Halkev inden Orduevi'ne gidildi. As ı l eğlence bu­

radaydı. Gelenler asker olduğuna göre askerce bir eğ­

lence daha yakışık almıştı. Orduevinde bütün ordu za­

bitanı, generaller de hazır bulunuyordu.

Saat üç sularında eğlencelerin en hararetli olduğu

sıra Atatürk emretti . Bütün subaylar Voroşilof ve

Budyni'yi elleri üzerine alıp salonda gezdirmeğe başla­

dılar. Müzik « M a v i T u n a » valsiydi. Rus generalleri

alkışlar arasında omuzlarda taşınıyorlardı.

Derken bizim zabitan coşarak Atatürk 'ü de eller

üzerinde taşımak istedi, Atatürk, gülümseyerek eliyle

İsmet İnönü'yü gösterdi. Bir saniye içinde İnönü,

omuzlara alınarak havada gezdir i lmeğe başlandı.

Omuzlara alınan üç kişinin dolaşması, müzik bitene

kadar sürdü.

Eğlencelerden sonra bütün generaller Atatürk'ün

çevresinde toplandılar. Misafirler O'ndan bazı şeyler

öğrenmek niyetindeydiler. Zaten gelişlerinin asıl nede­

ni de, bu amaca dayanıyordu. F a k a t Atatürk, bu us­

taca düzenlenmiş oyuna düşmedi. V o r o ş i l o f a:

— Biz asker insanlarız. Siyasete akl ımız ermez.

Siyaseti siviller konuşsun... Diye kestirip attı.

Page 139: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 139

Sovyet generalleri onuruna verilen o geceki z iya­

fette, Orduevi'ndeki eğlenceler sırasında bir ara konuk­

lar arasında bulunan General İzzett in Çalışlar'ın ger­

danının Recep P e k e r tarafından gıdıklandığı, A t a ­

türk'ün gözünden kaçmadı. Recep P e k e r bir ara sa­

londa dolaşmış ve masasında oturan İzzet t in Çalışlar'ın

gerdanını gıdıklamak istemişti. Recep P e k e r i n rütbesi

ise yüzbaşıydı.

Atatürk'ün bu duruma çok canı sıkılmış olacak ki,

ertesi günü İ s m e t İnönü'yü çağırarak:

— Recep P e k e r i n dün akşam yapt ığ ını gördünüz

mü? Bir yüzbaşı efendisi olan Recep Peker, nasıl olur

da bir Paşa'nın yüzünü okşuyor. Diyerek İnönü'den bu

işi önlemesini ve Recep Bey' in istifa etmesini emretti.

İşte Recep P e k e r i n istifasına sebep, bu hareketi­

dir. Cumhuriyet H a l k Partisi, bu tarihten sonra Fı rka

Kât ib i Umumiliğinden alınarak Başbakanlığa bağlan­

mıştır.

Page 140: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

140 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SAMİ P A Ş A ' N I N E Ş İ N İ N SÜSÜ

YIL 1931. Dolmabahçe Sarayı'nda çok

parlak bir düğün oluyor, generallerden bi­

rinin kızı evleniyordu. Yurdun bütün tanınmış kişileri

düğüne çağrılıydılar. H e r yanda şık elbiseli güzel ha­

nımlar, genç kızlar, yakışıklı erkekler göze çarpıyor­

du. Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi olan Kemalett in

Sami Paşa ve eşi de konuklar arasındaydı.

Elçi ve eşi dikkati çekecek kadar şık giyinmişler­

di. Kemalett in Sami Paşa'nın eşi A r a p dünyasında ta­

nınmış bir prensesti. Ne kadar mücevheri varsa hepsi­

ni takmıştı denebilir. Yürüdükçe pırıl pırıl yanıp sö­

nen mücevherlerle herkesin bakışlarını üzerinde toplu­

yordu. Sanki ışıklardan yapılı bir sütunu andırıyordu.

Prensesin bu aşırı süsü, çok geçmeden Atatürk'ün

de dikkatini çekti. Canının sıkıldığını anlamakta ge­

cikmedim. Bütün neşesi bir anda uçup gitmişt i . Dans

biter bitmez Kemalet t in Sami Paşa 'y ı yanına çağırdı.

A y a k t a şu şekilde konuştu:

— Lütfen etrafınıza bir bakın. Ne kadar güzel var­

sa hepsi tabii... H i ç bu kadar elmaslısına rastl ıyor

musunuz? Sizin hanımefendi bujular içinde. Kendi çir­

kinliğini kapamak için kuyumcu dükkânına benzemiş.

Kemalet t in Sami Paşa, eşiyle beraber salonda da­

ha çok kalamadı. H e m e n Saray'dan ayrıldı. Eşinin bu

kadar süslenmesine ve hoş olmayan bu durumu yarat­

masına o da çok üzülmüş ve pişman olmuştu.

Çok şık giyinen Atatürk, süsten, gösterişten t ik­

sinir, böyle şeylerden uzak dururdu. T a m bir salon

adamı olduğu halde, tabiilikten hiç bir zaman ayrıl­

maz, göründüğü gibi olmayı yeğ tutardı.

Page 141: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 141

SAKARYA KÖPRÜSÜNDE

BİR gece saat iki sularındaydı. Sakarya

Köprüsünün üzerinden trenle geçerken,

ben ve trende çalışan R ı z a adındaki arkadaşla A t a ­

türk'ün yemek yemesini bekliyorduk. Trenin tekerlek­

lerinin çıkardığı t ik taklardan başka hiçbir ses duyul­

muyordu. İkimizin de gözünden uyku akıyordu. U z a k ­

ta, siyah, simsiyah bir gece boşlukta uzanıyor, ara sı­

ra bir ağacın gölgesi, bir saniyenin onda biri kadar

bir zaman için penceremize düşüp kayboluyordu. A t a ­

türk, yemekten başını kaldırıp bize:

— Nereden geçiyoruz? Diye sordu.

— Paşam, Sakarya Köprüsünün üstünden... D i ­

ye karşılık verdim.

— P e k i . . . D i y e kesti attı.

Konuşmanın daha uzayacağını sanıyordum. Yanıl­

mamışım. Aradan kısa bir süre geçince Atatürk, yaşı­

mın kaç olduğunu sordu. Yirmi olduğunu söyledim. Ba­

şını salladı. Sonra trende çalışan arkadaşa da yaşını

sordu. Onun yaşı da yirmi değil miymiş? Atatürk, yaş­

larımızı öğrenince:

— Siz çocuksunuz. Yunanlıların burasını işgal et­

tiğini bilmezsiniz...

Page 142: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

142 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ

Deyince ikimiz de bir ağızdan:

— Paşam biliriz. Siz olmasaydınız Yunanlıları bu­

radan kim çıkaracaktı? Siz kurtardınız. Siz yaptınız. . .

Diye başladık konuşmağa.

B i z gerçi içimizden geldiği gibi çok samimi bir

şekilde konuşuyorduk. F a k a t yaptığımız, dalkavukluk­

tan başka bir şey değildi. Atatürk'ün de dalkavukluğa

ne kadar kızdığını çok yakından biliyorduk. F a k a t bi­

z im samimiyetimize inandığı için sözlerimize kızmadı.

Ve şu olağanüstü karşılığı verdi :

— Ben hiç bir şeyi kurtarmış değil im. Yalnız bu

toprağı Yunan kumandanlarından daha iyi tanıyordum.

Onun için onlar mağlûp oldular.

Page 143: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 143

Y A K I N L A R I N A VERDİĞİ DERS

A T A T Ü R K ' ü n her geceki sofralarından bi-

ri . . . Sofrada Cevat Abbas, Recep Zühtü,

Kı l ıç Al i , Recep Peker, Tahsin Özer gibi yakın arka­

daşları, sofrasının gedikli konukları bulunuyordu.

Cevat Abbas, hanımı tarafından Atatürk 'e şikâyet

edilmiş olacak ki, bir süre onu süzdükten sonra sofra-

dakilere şu dersi verdi.

Cebinden sigara tabakasını çıkardı. İçinden iki

sigara seçti. B i r tanesini kendi yaktı . Bir tanesini de

Cevat Abbas'a attıktan sonra şunları söyledi:

— Bir zamanlar genç bir subaydınız. Hanımları­

nız da genç kızlardı. Sevişip evlendiniz. O zaman fa­

kirdiniz. Şimdi hem zenginsiniz, hem de mebussunuz.

O zaman güzel olan aileleriniz şimdi size çirkin ve

kart geliyor. Akl ın ız ı başınıza alınız ve o kadınlara

kötü muamele etmeyiniz.

Page 144: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

144 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

GİT MEKTUBU GETİR

A T A T Ü R K ' ü n yanında çalıştığım oniki yıl

içinde başımdan çok ilginç olaylar geç­

miştir. Fakat onlardan hiçbiri, adıma gelen bir mek­

tup nedeniyle tarafından sorguya çekilmem kadar beni

heyecanlandırmamış, korkutmamıştır. Hâlâ hatırladık­

ça bir ürperti geçirir im.

Ata 'nın manevî evlâdı Nebile H a n ı m ı n Darüşşa-

faka Lisesi orta kısmı altıncı sınıfında okuyan Mu­

vaffak Reslan adında bir kardeşi vardı. Çocuk bir gün

Saraya ablasını görmeğe geldi. Akşam yemeğini abla­

sının yanında beraberce yediler. Yemekten sonra çocuk

benden gizlice bir bira istedi. Buzluktan birayı alarak

get irdim. Ablasından gizli olarak birayı içti, teşekkür

etti . Bi r gün sonra çocuk okula, biz de Ankara 'ya g i t­

tik. Bir süre geçince çocuk bana bir mektup gönder­

miş. Mektubu Ata türk armalı bir kâğıda yazıp, Ata­

türk armalı bir zarfa koymuş. Posta idaresi bu mek­

tubu bana göndermeyip, Hususî K a l e m Müdürü Hasan

R ı z a Soyak'a u laş t ı rmış . Benim tabiî bunların hiç bi­

rinden haberim yok. Hasan R ı z a Soyak mektubu doğ­

ruca Atatürk 'e götürür. Zarf ı belli etmeden açıp, için-

dekileri Atatürk'e okur. Sonra özenle kapatarak masa­

nın üzerine koyar. O sırada odaya g i ren arkadaşım

Page 145: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

sofracı Tahsin Efendi, benim adıma yazılmış mektubu

görünce alır, fakat Atatürk armasını zarfın üstünde

görünce vermez, saklar. Mektup, masanın üstünden

yok olunca t a b î herkes benim aldığımı sanır.

O akşam sofrada hiç bir şeyden haberim olmadığı

halde mektubu benim aldığımı sanan Atatürk, konuk­

ların önünde bana dönerek:

— Çelebi Efendi, dün gece seni rüyamda gördüm.

Benim armamla sana bir mektup gelmiş. Bu mektup

nerede?

Deyince birden şaşırdım. K a f a m ı yordum. Nereden

gelebilirdi ki...

Fakat Atatürk'ün söylediği, alt tarafı rüya idi.

Önce önem vermedim. Mektubu Ata türk te koymuş

olabilirdi.

— Bana mektup gelmemiştir efendim... H e m tu­

haf değil mi? Bendeniz de sizi dün gece rüyada gör­

düm... Deyince.

— Nası l gördün? Diye sordu.

— Sizin elbisenizi bana giydiriyorlardı. Ben de

giymedim. Bir köpek gelip, üstümdeki elbiseyi yırtt ı .

Dedim.

— Yaa . . . Dedi. Sonra yeniden:

— Git mektubu getir . . . D i y e tutturdu.

Mektuptan haberim olmadığına Atatürk'ü bir tür­

lü inandıramıyordum. Sonunda sofradaki konuklar, işe

karıştılar:

— Çocuğum, g i t odana. Bavuluna bakıver. D e y i n -

c e :

— Efendim, yok böyle bir şey... Diyebildim.

Heyecan ve üzüntüden bitkin bir hale gelmiştim.

Ne söylesem, ne yapsam karşımdakileri inandıramıya-

cağımı anlamıştım. Atatürk, bocaladığımı görünce:

F. 10

145

Page 146: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Çağır bana Hasan R ı z a Beyi . . . D e d i .

H e m e n yaverl iğe telefon edildi. Hasan R ı z a So-

y a k ı n Sovyet Büyükelçiliğinde kordiplomatiğe verilen

ziyafette olduğunu söylediler. Ben de A t a ' y a durumu

anlattım.

— Rus Sefaretine telefon edilsin. Hemen g e l s i n . .

Dedi.

Telefon edildi ve biraz sonra Hasan R ı z a Soyak

geldi. Beni ve sofracıları dışarı çıkardılar. Misafirler

içerde kaldı. Birkaç dakika sonra da Hasan R ı z a So­

y a k salondan ayrıldı. H e m e n arkasından koşup:

— Kuzum mektup kimden? Diye sordum.

Sertçe bir dil le:

— Nebile H a n ı m ı n kardeşi Muvaffak Reslan'dan.

Deyince rahatladım. Salona girdiğim zaman A t a ­

türk bana:

— Çelebi Efendi. Sen namuslu bir çocuksun, bili­

yorum. Dedi.

— Paşam, sizin rüyanız hakikat. Fakat bana mek­

tup falan gelmedi. D i y e ilk ifademde israr e t t im.

Ertesi günü sabahleyin Hasan R ı z a Soyak'ın şo­

förü N e c m i Efendi, daha ben yataktayken mektubu ge­

tirdi. O gün öğle yemeğinde mektubu Atatürk 'e ver­

dim. Mektupta selâmdan başka şey yok gibiydi. Anne­

anneye selâm, A f e t H a n ı m a selâm, Rukiye Hanıma

selâm... Fakat yine de A t a t ü r k :

— Mektubu ver Hasan Rıza Beye. Tahkikat yap­

tırsın. Dedi. Ben de mektubu Hasan R ı z a Soyak'a ver­

dim. Sonra okulda çocuğu sorguya çektiklerini öğren­

dim. Ben de böylece temize çıktım . . .

146

Page 147: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 147

YÛŞA H A Z R E T L E R İ N İ N DERGÂHI

A T A T Ü R K Harbiye'de öğrenciyken hafta

tatillerinde Beykoz'da Yûşa Efendi Dergâ-

hı'nın Şeyhine konuk gider, Şeyh te O'na ve beraber

gelen öbür gençlere okulu bırakmamalarını, okuyup

büyük adam olmalarını öğütlermiş. Atatürk bunu hiç

unutmamış. Boğaz'dan her geçişimizde başını Bey­

koz'un üstündeki Dergâha doğru çevirerek eski anıları

tazeler ve bize:

— E ğ e r bize Şeyh Hazretleri okuma aşkı verme-

seydi, halimiz nice olurdu? Der dururdu.

Page 148: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

148 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ERTUĞRUL YATINI BATIRIRIM

A T A T Ü R K İstanbul'da bulunduğu sıralar

Boğaz'da ve Marmara 'da yat la g e z m e ğ e

bayılır, yorgunluğunu ancak bu şekilde çıkarırdı. Bir

yaz günü akşam üstü yine Boğaz 'a doğru bir gezi

düzenlettirmişti. Atatürk önemli bir şeye kızmış ola­

cak ki, yanına g i rd iğ imde:

— Ertuğrul yatını batırırım... D i y e sertçe konu­

şuyordu.

O sırada Kavak ' lar ın önüne gelmiştik. Akıntının

etkisiyle yat başladı beşik gibi sallanmağa. H e r k e s :

— Paşam, hava fena, dönelim... Diyor . A t a t ü r k :

— H a y ı r olmaz, Boğaz 'dan çıkalım. Diye diretiyor­

du. Boğaz'dan çıkarak Zonguldak'a gidilmesi isteni­

yordu.

T a m o sırada yatın güvertesinde Seyrüsefain İda­

resinin Müdürü Sadullah Bey 'e rastladım:

— Beyim, hava çok kötü. Bu şartlar altında gide­

meyiz . . . Deyince bana güldü:

— Biz A t a ' y a söyledik, kızdı. Sen söyle. Dedi.

Bi r an durakladım. Atatürk, dediği dedik bir

adamdı. Bir şeye karar verdi mi, onun üzerinde di­

retmek boştu. Fakat bir huyu da vardı ki, akla yatkın

Page 149: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

dilekleri yerine getirmekten çekinmezdi. Cesaretimi

toplayıp hemen salonun kapısı önüne geldim. Atatürk 'e

damdan düşer g ib i :

— Paşam, ilerki burundan dönelim mi ? Deyince :

— P e k i dönelim... Dedi.

Doğrusu bu kadar kolaylıkla Atatürk'ü razı ede­

bileceğimi aklıma getirmemiştim bile. Onun için bir­

den bire şaşırıp kaldım. Bir yandan da seviniyordum.

Hemen merdivenin dibinde heyecanla benden cevap

bekleyen Sadullah Bey' in yanına koştum:

— Paşa Hazret ler i ilerki burundan dönmemizi em­

retti . . .

Deyince Sadullah Bey'in sevinçten gözleri yaşardı.

Bana ödül olarak bir maaş ikramiye verilmesi için

kamara müdürü Muzaffer Bey'e emir verdi. O zaman

almış olduğum aylık yirmiyedi liraydı. Ömrümde aldı­

ğ ı m tek ödül de işte bu paradır.

149

Page 150: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

150 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A N K A R A LİSESİ'NDE

BİR gün Çankaya Köşkünden otomobile bi­

nip yola koyulduk. Gideceğimiz yer bilin­

miyordu. Çoğunluk öyle olur, yola çıktıktan sonra ka­

rar verilirdi. Atatürk şoför Remzi Efendiye:

— Ankara Lisesi 'ne... D i y e seslendi.

— Başüstüne Paşam. Diye cevap verip A t a t ü r k

Li ses ine gitt ik.

Atatürk, çeşitli sınıflara girdi. Dersleri izledi. Sı­

ralarda öğrencilerle yanyana oturdu. Öğretmenler in

ders anlatışlarını yakından gördü. Kitapları karıştırdı.

T a h t a y a kaldırılan öğrencilere başladı çeşitli sorular

sormağa.

Çocukların hepsi heyecan içindeydiler. B i r pot

k ı rmamağa çalışıyorlardı. Öyle ya iki sınav birden

vermek kolay değildi. Atatürk 'ün sorularını cevap­

landırmak ta başlıbaşına bir sınav gibiydi.

Atatürk, çocukların kendi çaplarında verdikleri

cevaplardan çok memnundu. T a m okuldan çıkacağı­

mız sırada genç bir öğretmen:

— Paşam, sizden bir r icam var... D i y e yaklaştı.

A t a t ü r k :

— P e k i anlatınız... Deyince şunları söyledi:

— Burada pek çok zengin ve vekil çocukları

var. Ö ğ l e zamanı bunları hususi otomobilleri gel ip

Page 151: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 151

alıyor, y e m e ğ e götürüyor. Yahut ta sefertasları için-

de gayet güzel çeşit çeşit yemekler geliyor. Bunları

öbür çocukların yanında yiyorlar. Oysa öbür çocuk­

ların yiyecek ekmekleri bile yok. Bu durumdan biz

hocalar pek çok üzülüyoruz. A m a elimizden hiçbir

gey gelmiyor.

Çok kri t ik bir konuydu bu. Atatürk'ün yüzü dü­

şünceli bir hal aldı. Ne diyeceğini O da şaşırmıştı.

Bir an düşündükten sonra:

— Bunlar zamanla düzelir. Şimdi memleket fa­

kirdir... D i y e cevap verdi.

Page 152: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

152 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

AMERİKALI GAZETECİ

A N K A R A P A L A S Oteli salonları sık sık

büyük balolara sahne olur ve bunların

bazılarında şeref konuğu olarak Atatürk te çağrıl ı bu­

lunurdu. Bir gece yine böyle büyük balolardan biri

veriliyordu. Kız ı lay eliyle düzenlenen baloda A t a t ü r k

dans ederken, elinde viski kadehiyle dolaşan uzun

boylu bir adama yaklaştı. Duruşundan bir yabancı ol­

duğu anlaşılıyordu.

Atatürk, yanında bulunan Tevf ik Rüştü Aras 'a :

— Bu mösyö kimdir? Diye sordu. T e v f i k Rüştü

A r a s ta :

— Paşam, A m e r i k a n gazetecisidir... Deyince ta­

nıştırılmasını istedi. Tanıştırıldılar. Atatürk ' le yabancı

gazeteci arasında Fransızca olarak şu konuşma geçt i :

Önce konuk Amer ika l ıya :

— H a n g i ırktansınız? D i y e sordu.

— Amerika l ıy ım. . . Cevabını alınca da:

— H a y ı r siz A m e r i k a l ı deği l Türksünüz. D i y e

karşılıkta bulundu.

A m e r i k a l ı önce şaşırmıştı. Aralarında bir anlaş­

mazl ık olduğunu sanarak yine ilk sözünde diretince

A t a t ü r k :

— Kris tof Kolomb'tan elli yıl evvel Türkler A m e -

ka 'yı keşfetmişler. Diye başladı anlatmağa. A m e r i k a l ı

can kulağiyle dinliyordu.

Page 153: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 153

Atatürk, buna örnek olarak müzelerimizde ceylan

derisinden yapılmış haritaların bulunduğunu, A m e r i ­

ka'ya giderken rastlanan K a y ı k Adalarının Türkçe ol­

duğunu, Türkçede kayığa sandal da dendiğini, K a n a r ­

ya Adalarının adının ( K a n a r i ) olarak yazıldığını, K a -

nari'nin bizim Türkçede Kanarya olduğunu anlattıktan

sonra A m e r i k a l ı y a :

— Siz Amerika l ı lar Orta Asya 'dan hicret ettiniz.

Olsanız olsanız Türk olabilirsiniz. D i y e sözlerini bi­

tirdi.

Amer ika l ı Atatürk'ü git t ikçe artan bir heyecan ve

şaşkınlıkla dinliyordu. Bunca yıll ık meslek hayatında

ülkesi hakkında bu denli ilginç bilgileri olan kimseye

hiç rastlamamıştı. Atatürk'ün çekiciliğinden kendini

bir türlü kurtaramıyor, daha çok konuşması için tür­

lü bahaneler buluyordu. Görüşme saatlerce sürdü. Bir

ara Amer ika l ı gazetecinin, çevresindekilere:

— Hayat ımda tanıdığım en harikulade adamla

şimdi karşı karşıyayım.. . Dediğini hatırlıyorum.

A m e r i k a l ı gazeteci Atatürk'ün ilgisini gördükten

sonra birkaç günlüğüne geldiği Türkiye'deki kalışını

uzattı. Günlerce müzelerimizde incelemeler yaptı, ça­

lıştı, notlar aldı. Amer ika 'ya gidince de:

— Biz Amerikal ı lar Türkten başka bir şey deği­

l iz . . . Diye yazı lar yazmış. B iz im Türk gazeteleri de

Amerikalının yazılarını çevirmişlerdi.

Page 154: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

154 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SON H A L İ F E ' N İ N GÖZYAŞLARI

C U M H U R İ Y E T ' İ N kuruluşundan sonra

Halifel ik te kaldırılmış, son H a l i f e A b ­

dülmecit bin-i Abdülaziz Efendi yurttan kovulmuştu.

1924 yı l ı M a r t ayında Abdülmecit Efendi 'yi bir gece

birdenbire yurttan ayr ı lmağa zorlamışlar, onun iki

gün hazırlık yapmak için istediği izni bile, Büyük Mil-

let Meclisi'nden çıkan kanunu kendisine gösterip, « d a ­

kika tehiri mucibi idamdır» gerekçesiyle kendisine

vermemişlerdi.

Abdülmecit Efendi 'yi Çorlu istasyonuna kadar

otomobille götüren şoförü Mustafa, o olayı sonradan

bana anlatmıştı. Ben burada yazılarla i lgisi bulundu­

ğundan anlatmadan geçemiyeceğim:

Abdülmecit Efendi, emri üzüntüyle dinledikten

sonra «mil l î i r a d e y e boyun eğerek dört karısı, bir

odalığı, çocukları Dürrüşvar ve Ömer Faruk' la perde­

leri inik üç ayrı kapalı otomobile bindirilip Çorlu'ya

götürülüyor. H e r hangi bir olayın çıkmaması için de

Sirkeci'den trene bindirilmiyor. Yolda Abdülmecit

Efendi şoförüne:

— Mustafa, sen de benimle ge l i r misin? D i y e so­

ruyor.

Page 155: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ

Mustafa, efendisinin gidişinden çok üzüntülüdür.

Fakat onu kırmak ta istemiyor. Ö y l e ya, birbirlerini

bir daha hiç göremiyecekler.

— Gelmek çok isterdim ama, burada doğdum, ç o ­

luk çocuğum burada. Bunlardan ayrı lamam... D i y e

karşılık veriyor.

Meci t Efendi bu sözlerden çok duygulanmıştır. Ü-

züntüsünü belli e tmemeğe çalışıyor ama boş:

— Ah, ne olurdu, beni de bu vatanın bir köşesin-

de gözaltında bıraksalardı... Diyebil iyor. O anda M e ­

cit Efendi'nin gözlerinden bir dizi yaşın süzüldüğünü

görüyor.

Aradan çok zaman geçtiği halde şoför Mustafa,

hiçbir zaman bu konuşmayı aklından çıkaramadığını

söylemektedir.

Hal i fe Türkiye'den ayrıldıktan sonra İsviçre sı­

nırında büyük güçlüklerle karşılaşmış. Dört karısı o l­

duğu için oranın kanunlarına göre içeri sokulmak is­

tenmemiş. A n c a k devlet başkanının özel izniyle İsviç­

re'ye girebilmiştir.

155

Page 156: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

156 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

MASRAFINI C E B İ N D E N ÖDERDİ

bi bu yı l da tatili İstanbul ya da Bursa'da geçirecek­

tik.

P r o g r a m d a önce Bursa yer almıştı. Derince'de

Ertuğrul yatıyla Mudanya'ya gidilecek, oradan otomo­

billerle Bursa'ya geçilecekti. Ben ayrı olarak Bilecik

Karaköyünden otomobille Bursa'ya gidip, bu tarihi y e ­

şil şehrin sayfiyesi olan Çekirge'de Bursalıların A t a ­

türk'e armağan ett iği köşkün hazırlanması için çalı­

şacaktım.

Böyle gezilerde Çankaya Köşkünden çıkılmadan

önce son akşamlar sofraya hep paşalar çağırılır, çe­

şitli yurt meseleleri görüşülürdü.

Bursa'ya hareketimizden önce de son gece yine

paşalar çağrılıydı. Başta Mareşal F e v z i Çakmak oldu­

ğu halde yüksek rütbeli bütün subaylar toplanmışlar­

dı. Gece saat 24'e doğru sofra dağıldı. Konuklar birer

ikişer gitt i ler. Ertesi gün de yola çıktık.

1930 Y I L I N D A Y D I K . Büyük Mil le t Meclisi

yaz tatiline girmişti . H e r yaz olduğu gi-

Page 157: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 157

Önce otomobiller kılavuz trene konmuş, daha son­

ra polis ve muhafız kıtası bindirilmişti. Tren Derin-

ce'ye varınca otomobiller Ertuğrul yat ıyla Mudanya'ya

gelen Atatürk 'ü karşılayıp Bursa'ya götürmek için

harekete geçirildi.

O sırada ben Bursa'da Vali ve Belediye Başkanıyla

Köşkün yatak ve sofra takımlarını hazırlıyor, hasır­

ları temizletiyordum.

Burada sırası gelmişken şunu da söyliyeyim ki,

Atatürk hiçbir yerde Belediyelerin konuğu olmamış,

her yerde masrafı cebinden ödemiştir. Yalnız 1927 y ı ­

lında İstanbul'a i lk gelişinde İstanbul Belediyesi'nin

konuğu olarak kaldığını hatırlarım. Öbür yıllar İstan­

bul'a gelişinde masrafı hep kendi ödemiştir. Hiç bir

otelcinin, gazinocunun etkisinde kalmamıştır. Onlar

her ne kadar para almak istemezlerse de Atatürk:

— Bir daha ge lmem sonra... Diyerek parasını

öder ve başyavere sorardı;

— Gazinocu parasını aldı m ı ?

Verildi cevabını almadan da gazinodan çıkmazdı.

Page 158: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

OTOMOBİLLERİ

B U R S A ' d a bir hafta kaldıktan sonra oto­

mobillerle Yalova 'ya gitt ik. Otomobiller

deyince sanmayın yüzlerce otomobil vardı. Sadece se­

kiz tane. Biri açık yazlık, biri kapalı iki Lincoln, üç

Buick, bir Benz Mercedes. . .

İkinci Cumhurbaşkanı zamanında bu sayı onsekize

çıkmıştır. Oysa İsmet İnönü, Rusya'ya yapt ığ ı geziden

döndüğü zaman, Sovyet yönetiminin etkisinde kalarak

Bakanların altından arabalarını aldırmak istemişti.

T e v f i k Rüştü Aras ' la Şükrü K a y a Köşke gelerek A -

tatürk'e durumu anlattılar. Atatürk:

— Benim otomobilleri de kaldırıyor m u ? Deyin­

c e :

— H a y ı r Paşam, sizinkilere dokunmuyor. Cevabı­

nı aldı. Bunun üzerine:

— Yahu, böyle şey olur mu? Bir vekil in altından

otomobil alınır m ı ? Bu ne biçim iş... D i y e söylendi.

Şükrü K a y a :

— Biz de kabul e tmeyiz . . . Dedi.

O sıralar İsmet İnönü, bir yıl kadar resmi araba­

ya binmedi. Kendi hususi otomobiliyle Meclis 'e ve Baş­

bakanlığa gidip geldiydi

158

Page 159: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 159

«ELBİSELERİMİ Y A K I N »

Y A L O V A ' D A uzun süre kaldık. Akşamlar ı A -

tatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşı­

yor, birçok yurt sorunları bu sofrada görüşülüyordu.

Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuş­

ma oldu. H e r k e s düşüncesini söylüyor, yurtta yerl i

endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açıl­

ması, herkesin yerl i malı yemesi, yerl i malı giyinme­

si isteniyordu. Y e r l i M a l ı Haftası 'nın açıklanışı da

bugünlere rastlar.

Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her

zamanki dikkatiyle dinledikten sonra:

— Bundan sonra önder olarak benim de yerli

malı kullanmam lâzım. Gardroptaki elbiselerimi g e ­

tirin. Köşkün önünde yakın...

Emrini verdi. Herkeste bir sessizlik.... O şen, gü­

rültülü sofra sanki bir anda mezar sessizliğine bürün­

müştü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Sessizliği

İlk önce konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi

başyazarı Fal ih Rıfkı A t a y bozmağa cesaret edebildi:

— Paşam, bu elbiseleri yakmayın, birer tanesi­

ni bizlere verin. Biz de hâtıra olarak saklayalım... D e ­

yince Ata türk hafifçe, gülümsedi:

— Peki, dedi.

Orada hazır bulunan herkese birer kat elbise ve­

rildi. Bunların artık o elbiseleri hâtıra olarak mı sak­

ladıklarını, yoksa g iyerek mi eskittiklerini bilemem.

Bir gün sonra Beyoğlu'nun tanınmış terzilerin­

den Arman Yalova 'ya getirildi. Atatürk, Köşktekilerin

gözleri önünde yerl i kumaştan elbisesini kestirdi ve

diktirdi. O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep

yerl i kumaştan olarak Arman'a diktirmiştir. Bi r da­

ha da İsviçre'den kumaş gelmedi.

Page 160: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

160 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

HÂZIM'I N A S I L GÜREŞTİRDİ?

H A Z I M Atatürk 'ün en sevdiği aktördü.

Ankara 'dan İstanbul'a geldiği zamanlar

H â z ı m ı sofrasında g ö r m e k ister ve temsil sonrası

otomobilini göndererek bu büyük sanatçıyı Saray'a

getirtir, karşılıklı sanat sohbetleri yapardı. Neşe,

espri havası içinde geçen toplantı sırasında çeşitli

konular üzerinde görüşülür, tartışılırdı.

Y i n e bir gece, geç saatlerde Hazım, Atatürk 'ün

sofrasındaydı. Konu spora gelmişti. Atatürk, sanat­

çıya şöyle sordu:

— H a z ı m , hiç spor yaptın mı ömründe?

H a z ı m , Atatürk'ün güreşi sevdiğini ve Çoban

Mehmet ' i de koruduğunu bildiğinden :

— Gençliğimde biraz güreş yapt ım Paşam... D i ­

ye atmasiyon bir karşılık verdi.

Aradan beş - altı saat geçmiş, spor konusu unu­

tulmuştu. Bu arada Atatürk'ün, yaverinin kulağına

eği lerek bir şeyler söylediği gözden kaçmadı. Y a v e r

hemen uzaklaştı ve daha beş dakika bile geçmeden

yanında Muhafız Alayından seçme yarı beline kadar

çıplak leventendam on pehlivan erle beraber göründü.

Herkes şaşkınlık içinde ne olacağını merakla bek­

liyordu. Az önce söylediklerini unutan H a z ı m , başına

Page 161: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 161

geleceklerden habersiz, gelenlere biraz da şaşkınlıkla

bakıyordu. A t a t ü r k keyifli keyif l i :

— Kuzum H a z ı m , şunlarla güreş te, marifetini

görelim... Demez m i ?

Hâzım'da bir anda şafak atmıştı. Hemen kendi­

ni toparlayıp, işin içinden sıyrı lmağa ça l ı ş t ı :

— A m a n Paşam, ben gençliğimde güreştim... Gü­

reşi falan çoktan unuttum. Bunlar benim pestilimi çı­

karırlar...

A m a Atatürk kararlıydı. İ l le de H â z ı m ' ı güreş-

tirecekti. Gülümseyerek :

— Sen neşenle kalpleri, tuşa get i rmiş adamsın.

Bunlar senin karşında dayanır m ı ?

Deyince gözler i yaşaran Hazım, Atatürk'ü Kıra­

mayacağını anlıyarak çaresiz ceketini çıkardı. Kol la­

rını sıvayarak pehlivanların yanına sokulup yavaşça :

— Bak, ben pehlivan falan değil im. Bizim şimdi

vazifemiz Paşa 'y ı eğlendirmek... Siz kendinizi boş bı­

rakın. Ben sizi tutacağım.

Diye onların saflıklarından yararlanıp, masanın

önüne kadar getirdi. Başta duran pehlivanın bir anlık

dalgınlığından yararlanarak, hemen el - ense yere dü­

şürmeğe çalışınca Ata türk :

— Bravo!. . Yaşa Hazım.. Diye bağırdı. Salon kah­

kahadan kırılıyordu.

Sabaha karşı sofra dağılırken H a z ı m çevresinde­

kilere :..

— M e ğ e r Paşa'nın önünde güreşmek ne kadar

zormuş. Kuyruk sokumuma kadar terledim... Diyordu.

F. 11

Page 162: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

162 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

kişilerinden Adal ı A y ş e H a n ı m ve eşi A s a f bey de

konuklar arasında bulunuyordu. Saat gecenin ikisine

yaklaşmıştı. Pistteki çiftler azaldığı bir sıra Atatürk,

A y ş e Hanımı dansa kaldırdı. Hat ır ımda kaldığına gö­

re bir vals çalıyordu.

A y ş e Hanımın eşi A s a f Beyin bir ara elinde ta­

bancayla ayağa kalkmak istediği görüldü. Medenî K a ­

nun çoktan alınmıştı. Türkiye, çağdaş uygar l ık dü­

zeyine yükselmek için dev adımlarla ilerliyordu. Ba­

tının bütün yeniliklerini benimsiyorduk. Danstan tabii

bir şey v a r mıydı? Üste l ik A d a l ı Ayşe H a n ı m ve eşi

de sosyeteden gelmeydiler.

A s a f Beyin tabancasının Atatürk'ü hedef tutaca­

ğını hiç sanmıyorum. Onun olsa olsa sarhoşluğun etki­

siyle bu tabancayı çekmiş olduğu düşünülebilir. F a ­

kat daha ayağa kalkmadan yanında bulunan Sinop

milletvekil i Recep Zühtü'nün onu bir yumrukta yere

sermesi bir oldu.

Recep Zühtü, A s a f Beyin elindeki küçük tabanca

yı bana verdi. Ben de sofra dağıldıktan sonra başya-

v e r Celal Beye götürdüm.

Atatürk 'ün bütün bunlardan haberi yoktu. Dansı­

nı bitirdikten sonra konukların yanına oturmuştu. Du­

rumu ancak ertesi günü akşam sofrasında Atatürk 'e

anlattılar. Kızacağını sanıyorduk. G ü l e r e k :

— Yahu ne var bunda çekinecek. A d a m c a ğ ı z key­

fe gelmiş, cam tabanca atmak istemiş... D i y e cevap

verdi .

Ç A N K A Y A Köşkünde yine bir akşam zi­

yafeti . . . İstanbul sosyetesinin tanınmış

A D A L I AYŞE H A N I M

Page 163: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 1 6 3

RİFAT H O C A ' N I N BAĞIŞI

19 M a y ı s 1919. Atatürk Kurtuluş Savaşı'na baş­

lamak üzere Samsun'a ayak basmıştır. Bir yandan iç

ve dış düşmanlarla savaşırken, bir yandan da hasta­

lıklarla uğraşmaktadır.

Böbreklerinden hasta olan Atatürk, Bafra yakın­

larında Il ıca 'da ve Havza 'da tedavi altına alınmıştır.

Sivas ve Erzurum Kongrelerinden sonra Ankara 'ya

dönüyor. Bu sırada A l i Fuat Cebesoy, bâzı yardımlar­

da bulunmuştur. Vahidettin'in kendisine vermiş ol­

duğu yollukların da sonu gelmişti . Elde avuçta beş

para kalmamıştı .

Nereden para bulunacağı düşünülürken Diyanet

İşleri Başkanı Ri fa t H o c a çıkageliyor. Hemen cebin­

den bin lira çıkarıyor ve Atatürk 'e :

— Paşam, şimdi sizin paraya ihtiyacınız vardır.

Bugünlük bu kadar temin edebildim. Kusura bakma-

yın... Diye parayı uzatıyor.

— Bu parayı hiç unutmam... D e r ve Rifat H o -

ca'dan sırası geldikçe öğünerek sözederdi.

MİLLİ Mücadele'ye katılmış Atatürk'ün ya­

kınlarından birinin ağzından dinlemiştim:

Page 164: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 6 4 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

KARABEKİR'E SİNİRLENİYOR

BİR gün Ankara 'da Gazi Orman Çiftl iği '-

ndeki M a r m a r a Köşkünde sofracı Saip'le

oturmuş, konuşuyorduk. Can sıkıntısından konudan ko

nuya atlıyorduk. K a p ı aralıktı. Salonda Atatürk, Ce­

v a t Abbas'la derin bir konuşmaya dalmıştı. Onlar ken­

di âlemlerinde, biz kendi âlemimizdeydik. Saatler iler­

liyor, zamanın nasıl geçt iğ i anlaşılmıyordu.

Saip her fırsatta Atatürk 'ü sevdiğini, O'nun için

her şeyi göze alabileceğini ileri sürüyor, bense ona :

— Sen Gazi 'y i pi lavıyla hoşafı için seviyorsun

Bense kafasına, düşüncelerine, başardığı işlere hayra­

nım... Diye takılıyor, sonra şöyle ekliyordum : Sa­

vaşta yararl ık gösteren bir sürü paşayı sevmiyorsun

da yalnız A t a ' y ı seviyorsun. Bu doğru mu?

Arkadaşım aksini ileri sürüyor, bense onun dalı­

na basmak için adamakıllı sesimi yükseltiyor, sonra

kızışına kıs kıs gülerek bakıyordum.

Biz böyle tartışmaya dalmış çekişe duralım, A t a ­

türk sesimizi duymuş, zi le bastı, bizi çağırdı. İçer i

g i r d i m :

Page 165: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 1 6 5

— İçerde kahvehane mi kurdunuz? N e d i r bu gü­

rültü... D i y e çıkıştı.

H i ç sesimi çıkarmadan başımı önüme eğip biraz

bekledim. O tekrar konuşmasına dalınca da sessizce

dışarı süzüldüm.

Atatürk, konuşmamızı duyup ta beni çağırdığı za­

man hiç durmadan Karabekir Paşa 'y ı öğüyordum. Bi l­

mem ama, çocukluğumda öğrendiğim bir şarkının et­

kisiyle bu askere kalben bağlanmıştım. Şarkının, daha

doğrusu marşın mısralarının tekrarı, aklımda kaldı­

ğına göre ş ö y l e y d i :

«Çel ik gibi kollu, Tunçtan bilekli - Türk hiç yı

lar mı, Türk hiç yı lar m ı ? »

Aradan yı l lar geçt iği halde bu şarkı hiç aklımdan

çıkmamıştı. A k l ı m a geldikçe mırıldanmadan yapa­

mazdım.

O akşam Çankaya Köşkü'ne döndüğümüzde A t a ­

türk bana :

— Sen benim Büyük Nutkumu okudun mu? D e ­

di.

— Okumadım efendim. Diye karşılık verdim. Son­

ra tekrar sordu :

— Kütüphanenin neresinde biliyor musun?

— Biliyorum, bir pırlanta mahfaza içinde olacak.

— Öyleyse al getir...

Hemen yukarı koştum. Kütüphaneye girerek eta­

jerin camını sürüp, Nutku mahfazasından çıkardım, a-

şağıya indirdim. İçimde ne yalan söyliyeyim, bir kor­

ku vardı

O sırada sofrada bulunan Ruşen Eşref Ünaydın'a

Nutku verdim. Ruşen Eşref, Nutkun sayfalarını çe­

virdi, çevirdi, K â z ı m Karabektr 'e ilişkin bölüme gelin-

Page 166: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

166 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ce durdu. Atatürk'ün yüzüne baktı. Ben yukarı gidin­

ce, o günkü olayı konuştuklarını anlamıştım. Sonu ne

olacak, altından ne çıkacak diye merakla bekliyordum,

Atatürk, Ruşen Eşref Ünaydın'a dönerek :

— Oku... Dedi. Sonra bana b a k t ı :

— Sen de dinle... D i y e ekledi.

Ruşen Eşref Ünaydın'ın okuduğu bölümleri bü­

yük bir dikkatle dinliyordum. Ata türk te aynı i lgiyle

dinliyor, sanki o günleri yeniden yaşar gibi oluyordu.

Gözleri değişmeyen bir noktaya saplanmıştı. Okuma

işi bittikten sonra bu konu üzerinde Atatürk ' le Ru­

şen Eşref Ünaydın arasında bir konuşma başladı. Can

kulağıyla dinlediğim konuşma, Atatürk'ün Kurtuluş

Savaşı'na başlayışının hikayesiydi.

Atatürk, son Padişah Vahidettin tarafından Sara­

ya çağırılmıştı. Kabul sırasında Vahidettin i lk olarak

ona şu soruyu sormuştu :

— Şu gördüğünüz düşman gemilerini buradan na­

sıl çıkarabilirsiniz?

— O gördüğünüz zırhlılar karada yürümez.

— P e k i bu işi nasıl yapabilirsiniz?

— Emredersiniz.

— Ne yaparsanız yapın, fakat bunları buradan

kovun...

Ve kendisine şu görev i ver iyor :

— Yanınıza çalışabileceğiniz maiyetinizi alınız.

Samsun'a hareket ediniz. Y a r ı n Bandırma vapuru

hareketinize hazırdır. Şark vi lâyetleri askerî müfettişi

olarak yola çıkın. A l l a h yardımcınız olsun...

Padişah Atatürk'ün elini sıkıyor. O da Saraydan

ayrı l ıyor.

Page 167: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 167

Çürük Bandırma teknesi Karadeniz ' in azgın dal­

gaları arasında yol alırken işgal kuvvetleri işi haber

almış, fakat çok geç kalmıştır. İngi l iz zırhlıları Ban­

dırma vapuruna yetişemeden A t a t ü r k Samsun'a ayak

basmıştır.

Konuşmanın burasına gelince Ata türk bana dön­

dü. Anlaşılan o gün Karabekir hakkında Saip'le yaptı­

ğ ım konuşmayı unutmamıştı :

— Onun yerine Samsun'a çıkıp, askeri elbisele­

rimi yırtıp, üniformamı attıktan sonra Karabekir P a ­

şa benim tayınımı kesmiştir. Millî Mücadele'ye olan

hizmetlerini de bu zaviyeden incelemek lâzımdır...

Aradan yı l lar geçmişti. O sırada gazetelerde K a ­

rabekir Paşa'nın anıları yayınlanıyordu. Karabekir bu

yazılarında yapt ığ ı hizmetleri sıralıyor « H e r şeyi ben

yaptım. Ben olmasaydım Türk milleti kurtulamazdı...»

gibisinden sözler ediyordu. Atatürk 'e de az bir pay bı­

rakıyordu.

O sıralar biz İstanbul'da, Dolmabahçe Sarayınday-

dık. Atatürk, gazetelerdeki bu yazı lara biraz sinirlen­

miş olacak ki, birden şunları söyledi :

— Bu şekilde iddiada bulunan adamları akıl dok­

torlarına göndermek lâzım... E ğ e r bu memleketi bir

Karabekir ' le bir Mustafa K e m a l kurtardıysa çok ya-

zık... Oturup ağ lamak lâz ım!

Page 168: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

168 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SAVARONA Y A T I N I N

HİKAYESİ

A T A T Ü R K sık sık deniz yoluyla da yurt

gezilerine çıkt ığı için dört başı ma­

mur bir yata ihtiyaç vardı. Eski devirden kalma

Ertuğrul yatı, bir gün sert bir havada Karade­

niz'de batma tehlikesi geçirdiği için kullanılması

sakıncalı bulunuyordu. A t a t ü r k denizi çok seviyor­

du, deniz aşıkıydı. Son zamanlarda sağlık duru­

mu onun denizden uzaklaşmasının doğru olmadığı­

nı da ortaya koyduğundan, bütün bunları gözönünde

bulunduran Hükümet, O'na ulusun bir armağanı ola­

rak Amerika l ı milyoner bir kadından çok ucuza bul­

duğu Savarona yatını almıştı.

Y a t ı n İngiltere'den alınışı sırasında ben de bu­

lunduğum için kısaca Savarona'nın hikâyesini buraya

koymak yerinde olacaktır :

1938 Martında Londra 'ya üç saat uzaklıkta Sav-

santin limanına gittik. Burada Savarona'ya büyük bir

törenle Türk bayrağı çekildi. Bayrak çekme töreninde

İngi l iz bahriyesinden amiral ve komutanlar, şehrin i-

leri gelenlerinden birçok kimse vardı. Londra Büyük­

elçimiz Fethi Okyar ile elçilik ileri gelenleri hazır bu­

lunmuştu.

Geminin alınmasında Cumhurbaşkanlığı U m u m i

Page 169: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 169

Kâtibi Hasan R ı z a Soyak, Ulaş t ı rma Bakanlığı Müs­

teşarı Sadullah Güney, N a k l i y a t Şefi Burhanettin,

mühendis N a c i A r k ile komisyoner olarak Avrupa '­

da bulunan Zeki adlı bir kişi ve Bal Mahmut vardı.

Limanda bir ay kadar kaldık. Y a t ı n dış kısmı be­

yaza boyandı. İçersinde yapılacak değişiklikler için İ n ­

gilizler çok para istediklerinden İngiltere'den ayrıl ıp

Hamburg limanına gitt ik. Zaten yat Hamburg ' ta

Blonios tezgâhlarında yapıldığı için Almanlar deği­

şiklik konusunda hiç zorluk çekmemişlerdi.

Savarona yatını 1931 yılında Amerika l ı bir kadın

yaptırmıştı. Misis Katveller, A l m a n tezgâhlarına tam

beş milyon dolar saymıştı. Yat la altmış üç gün Dünya­

yı dolaştıktan sonra Misis Katve l le r Amer ika 'ya va­

tanına döndü. Fakat A m e r i k a Hükümeti, beş mi lyon

dolar gümrük vergisi isteyince ters yüzü edip tekrar

Avrupa'nın yolunu tuttu.

Bu sırada Katve l ler kocasını kaybetmiş ve hayat­

ta yapayalnız kalmıştı. Yat tan hevesini aldığı ve A-

merika 'ya da sokamıyacağını anladığı için satılığa çı­

kardı.

Y a t a i lk defa o zamanki A l m a n Başbakan Yar­

dımcısı Von Papen istekli olmuştu. F a k a t bizim k o ­

misyoncular açıkgöz davranıp, kadına bu yatı A t a ­

türk'e satmak istediklerini söylediler. Amerikal ı lar ın

Atatürk 'e sevgileri fazla olduğundan yatı bir mi lyon

ikiyüz bin dolara sattılar. Bu suretle Hitler ' in istedi­

ği ya t ona kısmet olmadı.

Savarona'nın satış işlemi bittikten sonra 1 Ha­

ziranda İstanbul'a geldik. F l o r y a önlerinde bizi polis

Page 170: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

170 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

ve gümrük motorları karşıladı. Dolmabahçe Sarayı ön­

lerine geldiğimiz sıra A t a t ü r k bir motorla yata geldi.

Atatürk'ü tam ikibuçuk ay görmemiştim. Heyecan­

la ve özlemle merdivenleri çıkmasını bekliyordum. H e ­

men yanına koştum. F a k a t daha ilk bakışta hasta ol­

duğunu sezdim. Yüzü solmuş, incelmiş, karnı şişmişti.

Atatürk 'e kaygıy la ve dikkatle baktığımı gören K ı ­

lıç A l i :

— Neden bu kadar dikkatli baktın Çelebi? M e r a k

etme bir şey yok. Diye benim hayretimi yatışt ırmak

istedi. A m a beni kandıramadı.

Y a t a hemen yerleşildi. Gerekli eşyalar taşındı. A-

tatürk, yatın mobilyasını, Amerikan zevkini çok be­

ğenmişti. Çünkü yatın sahibi, ince zevkliydi. Y a t ı n i-

çindeki eşyaların bir kısmı, Fransa'daki müzelerden

aslı gibi taklit olunarak yaptırılmıştı. Birçok köşele­

ri tarihi eşyalarla bezenmişti.

Plânlarını gördüğü zaman yatı çok beğenen A t a ­

türk, ne yazık ki, ona kavuştuğunda ölüme yaklaş­

mış ağır bir hastaydı. Savarona'nın safasını süremi-

yeceğini o da anlamış ve üzülerek « B u tekne yoksa

benim mezarım mı o l a c a k ? » diye hazin hazin sormuş­

tu.

Atatürk onbeş gün kadar yat ta kaldı. Küçük ge­

zintiler yaptı. Deniz havası yaramış, yüzü biraz düzel­

m e ğ e yüztutmuştu.

Page 171: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 171

İKİ K A D I N GAZETECİ

katini çekti. M a v i gözlü, sarışın bu kadınlar bir k ö ­

şeye çekilmişler, sessiz sedasız oturuyorlardı. Hususi

K a l e m Müdürü Süreyya Beye :

— K i m d i r bu kadınlar? Diye sordu.

Süreyya Bey, Metrdotel Karabet Efendiye kadın­

ların kim olduklarını sordu ve Amer ikan gazeteci leri

olduklarını öğrenerek Atatürk 'e bildirdi. Bunu duyan

Atatürk :

— A c a b a masamıza davet etsek gelmezler m i ?

Dedi.

Metrdotel Amerikal ı ların yanına giderek A t a ­

türk'ün çağrısını bildirdi. Kadınlar «memnuniyet le» di­

ye hemen yerlerinden kalkıp Atatürk'ün yanma g e l ­

diler.

O gece geç vakte kadar Atatürk, konuk gazete­

cilerle ilgilendi. Gezdikleri yerleri sordu, çalışma prog­

ramlarını dinledi. Tercümanlığı Süreyya B e y yapı­

yordu. Atatürk, daha sonra konuklara şunu sordu :

— Siz Türkiye 'de nereleri gördünüz?

Gazeteciler şu karşılığı verdiler :

— İstanbul'u gördük, müzeleri gezdik, tarihî yer­

leri dolagtık...

1933 Y I L I N D A P a r k Otel'de orta yaşlı, fa­

kat çok güzel iki kadın Atatürk'ün dik-

Page 172: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Türkiye yalnız İstanbul değildir. Sizi onbeş gün

memleketimde misafir etmek istiyorum. Bu zaman için­

de istediğiniz yerleri görmekte serbestsiniz, böylece

Türkiye 'y i daha yakından tanımak fırsatını elde et­

miş olursunuz. Kabul eder misiniz?

— Teşekkür ederiz. Memnuniyetle kabul ediyoruz.

Bunun üzerine Süreyya B e y konukçu olarak A-

merikal ı gazetecilerin yanına veril iyor. İzmir , Efes,

Antalya, Belkıs yıkıntılarını dolaştıktan sonra A n k a ­

ra'ya gidiyorlar. Birkaç gün de orada kaldıktan son­

ra İstanbul'a dönüyorlar.

Amer ika l ı gazeteciler İstanbul 'a dönüşlerinde Dol­

mabahçe Sarayı'nda yeniden Atatürk tarafından ka­

bul edilip, yemeğe alıkondular. Sofra gece saat y ir-

midörde kadar sürdü. Konuklar gezdikleri yerleri an­

lattılar. Atatürk büyük bir dikkatle bunları dinledi.

Eksik edindikleri bilgileri tamamladı.

Bi r gün sonra konuklar, bir manevraya götürüldü­

ler. Asker î manevraları hayranlıkla seyrettiler. Bi r a-

ra, manevra alanına bağlanan bir telefon hatt ıyla

Amer ikan Başkonsolosuyla da bir görüşme yaptılar.

Birkaç gün sonra A m e r i k a l ı gazeteciler memleket­

lerine döndüler. Bu iki kadın, yüz altmış beş gazeteye

birden gitt ikleri yerden yazı yazarlarmış. Türkiye iz­

lenimleri günlerce A m e r i k a n basınında yer aldı. Bun­

ları bizim gazetelerden de bazdan çevirip yayınladılar.

Amer ika l ı gazeteciler yazılarında Atatürk ' ten hay­

ranlıkla sözetmekte, çok nazik ve centilmen bir dev­

let başkanı olduğunu söylemekte, Dolmabahçe Sara­

yı'nın çiçekler içindeki güzelliğini öğmekteydi ler . A-

tatürk'ün, konukların bulunduğu sofraya smoking gi­

yerek geldiğini yazıyorlardı. Oysa Atatürk'ün o gece

düz bir lâcivert elbise vardı üzerinde.

172

Page 173: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 173

TAYYARE PİYANGOSU

görüşler ortaya atılıyor, içki yapan yerli fabr ikalar ın

kurulması düşüncesi savunuluyordu. Önce bir bira fab­

rikasının kurulması tartışı lmağa başlandı. Bira fab­

rikası yapılsın, güzel. . . A m a gerekl i yat ı r ımı nereden

bulacağız ?

Atatürk, sermaye konusunda ileri sürülen istek­

leri gülümseyerek dinliyordu. Sonunda hiç birini g ö ­

zü tutmamış olacak ki, son umut olarak bir « T a y y a ­

re P iyangosu» bileti ( ! ) alınmasına karar verildi.

Yaverler, sofracılar, ahçılar onar liralık bilet aldılar.

Bütün biletlerin parasını da A t a t ü r k verdi :

— K i m i n şansına çıkarsa, bununla bira fabrika­

sı kuracağız. Dedi.

O gece otuz - kırk kadar bilet alınmıştı. Birkaç

gün sonra p iyango çekildi. F a k a t - Atatürk'ün aldı­

ğı da içinde - biletlerin hiç birine bir şey çıkmadı.

Yalnız benim biletime amorti çıkmıştı. Atatürk, yine

bir gece sofrada biletlerin ne olduğunu sordu. Sonu­

cu öğrendikten sonra da :

— En şanslı adam Çelebi'ymiş, dedi. Bu yarışta

hepinizi geride bıraktı...

BİR akşam sofrada içki üzerine konuşulu-

yordu. Kadehler havaya kalktıkça çeşitli

Page 174: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 7 4 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

«SİZ S E N Y Ö R S Ü N Ü Z »

çok zaman kazanırdı. Bi r akşam yine Köşkte yeşil

çuha masanın çevresinde on - onbeş kişi kadar top­

lanmışlar, poker oynuyorlar. Derken para bitiyor. O

zamanlar üzerlerinde kurt resmi olan yeşil bir lira­

lıklar vardı. Meclis dağılırken, bakanlar, mi l le tveki l-

leri Atatürk'ün elini öpüyor, çıkıp gidiyorlardı. A t a ­

türk elindeki paraları, antrede çıkanlara kendi eliyle

dağıtt ı . A m a para bitmemişti. Ka lan demeti bana

uzatarak:

— Kalanları say... Dedi.

H e m e n saydım:

— Oniki efendim...

Para lar ı bize verecek sanmıştım. Orada İbra­

himle ik imiz kalmıştık. F a k a t öyle yapmadı :

— Ver... Diye ger i aldı. Sonra İbrahim'e uzattı .

Ona d a :

— Say!.. Diye emir verdi. O sırada İbrahim se­

vinmiş, paraları ona vereceğini sanmıştı. P a r a l a r ı say­

dıktan sonra:

— Oniki efendim... Dedi.

P a r a l a r ı çekip ondan da ger i almasın m ı ? . . Son­

ra bize dönerek :

— Ben bu paraları size verebilirim, ama vermem.

Onlar birer l iraya aldılar. Hepsi vekil, mebus. İht iyaç

içindeler. F a k a t sizin durumunuz iyi onlardan. Siz

senyörsünüz. Gazi'nin sofrasında yeyip içiyorsunuz.

Ne aile geçindiriyorsunuz, ne de masrafınız var... Dedi.

A t a t ü r k yatmağa gi t t ikten sonra İbrahim'e dönüp:

— M e ğ e r biz senyörmüşüz de haberimiz yokmuş.

Keşki senyör olmasaydık da, o paralar bizde kalsaydı..

D i y e takıldım.

Ç A N K A Y A Köşkü'nde ara sıra da poker

partisi olur ve Ata türk oyun sonunda

Page 175: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 175

kadaşıydı. Onun aşırı giden hareketlerine kızmaz, pa­

tavatsızca kırdığı potları hoşgörür, en koyu tenkitleri­

ne bile katlanırdı. Nur i Conker Atatürk 'e takılır, k ız­

dığı zaman damarına basar. O da punduna getirip, bu

çocukluk arkadaşına yapmadığını bırakmaz, adeta onu

deli ederdi. N u r i Conker arada bir:

— Paşam, çekilsen de, o koltukta biraz biz o-

tursak... D i y e takılırdı. Bi r akşam yemeği sırasında

sofranın en neşeli anında Atatürk, yine bu şekilde şa-

kalaşan N u r i Conker'e dönüp:

— Sen Reisicumhur olabilir misin? Diye sordu.

— Olurum... H e m senden daha iyi idare ederim..

— Öyleyse prova edelim... Geç otur bakalım kol­

tuğa. Şimdi sen Reisicumhursun. Söyle bakalım önce

ne yapacaksın?..

N u r i Conker hiç istifini bozmadan keyifle A t a ­

türk'ün koltuğuna oturdu. Çevresini şöyle bir tepeden

bakışla süzdükten sonra bana dönüp :

— Hayvanlar, yemek getirin. Dedi.

Herkesin yüzünde bir gülümseme. Atatürk te gü­

lüyor. Bana dönüp :

— Çelebi Efendi... Ben böyle mi söylüyorum? D i ­

ye sordu.

— H a y ı r . . . D i y e cevap versem bu biraz da dalka­

vukluk olacaktı. Kendimi topladım. Fırsat bu fırsat

deyip, hemen taşı gediğine yer leş t i rd im:

— A ş a ğ ı yukarı böyle oluyor Paşam...

Bunun üzerine Atatürk, N u r i Conker'e dönüp :

— Anlaşıldı... Sen Reisicumhurluk yapamıyacak-

sın... Dur ben yine yerime geleyim.. . Dedi.

NURİ Conker, Atatürk'ün nazını çektiği,

şakalarına katlandığı bir çocukluk ar-

«REİSİCUMHURLUK YAPAMAZSIN»

Page 176: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

1 7 6 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

KAFESE GİRDİ

A T A T Ü R K ' Ü N bütün isteği özgür olmak,

halkın arasında onlar gibi yaşamaktı.

Cumhurbaşkanı olduktan sonra hep böyle bir yaşa­

mın özlemini çekmişti... Resmî kişilerin arasında

aristokrat sofrasından sıkıldığını, bâzı kereler kendi

ağzından duymuşumdur. Halk ın içinde şöyle bir kol­

tuk meyhanesinde, dileğince içebilmek, onun için ne

vazgeçi lmez bir tutkuydu.

Bir gün yine Atatürk, halkın yaşadığı gibi yaşa­

yamamaktan acı acı yakınıyor :

— Şöyle Karaköy 'deki meyhanelerde oturup, hal­

kın arasında içmek, sonra aklına esince bastonunu a-

lıp Avrupa 'ya g i tmek ne iyi olurdu. Bıkt ım bu resmî

hayattan, törenli şekilde yaşamaktan...

Diye hür olma isteğini ortaya koyuyor ve şöyle

ekliyordu :

— Tokatlıyan'da oturuyorsun. Bir sürü insan et-

rafını çevirmiş... Ne rakıyı, ne suyu rahat içebilir-

sin...

Salih Bozok, Ata 'n ın bu içten yakınmalarını ba­

şıyla onayladıktan sonra şöyle karşılık verdi :

— Paşam, herkese hürriyet verdiniz, kendiniz ka-

fese girdiniz...

Page 177: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ D E F T E R İ 177

B E N İ O Y VERMEĞE Y O L L U Y O R

lamak için karşısına çıkan herkese hangi partiyi tut­

tuğunu soruyor, alacağı karşılığı değerlendirerek, yur­

dun politik tansiyonunu ölçmeğe çalışıyor, halkın e-

ğilimini anlıyordu. 1930 yıl ı içindeydik. Atatürk ye-

mekteydi. Sofracı A l i Bebek'e :

— H a n g i fırkadansın? D i y e sordu.

Sofracı hiç çekinmeden:

— Serbest Fırka'danım... Dedi. Bu karşılık A t a ­

türk'ün çok hoşuna gitmişt i :

— Pekâlâ . . . Bravo! . . Dedi. Sonra baçsofracı İbra-

him'e de ayni soru :

— Ya sen hangi fırkadansın?

İbrahim, ne olur, ne olmaz diye politik bir kar-

şılık vermeği uygun görmüş olacak k i :

— Okkal ığ ı k im büyük verirse, ondan yanayım...

Derken o sırada içeri ben giriyordum. Hemen ba-

na seslendi:

— Sen Serbest Fırka'dansın...

— Değil im.. .

F. 13

S E R B E S T Fırka'nın kurulduğu yıldı. Se-

çim öncesi Atatürk, halkın nabzını yok-

Page 178: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

178 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Atatürk bana üç defa «Serbest Fırka'dansın» de­

miş, ben de üç defa « D e ğ i l i m » karşıl ığını vermiştim.

Bu kez :

— H a l k Fırkası'ndan... Dedi.

— Ondan da değilim..

Bunun cevabı şu oldu :

— H a y v a n anlamaz ki...

Ertesi gün seçim vardı. Yeniden beni çağırdığını

d u y d u m :

— Sen H a l k Fırkası'ndansın. Y a r ı n git, reyini

H a l k Fırkası'na at ! . . .

— Peki... Diye karşılık verdim. A m a ertesi günü

gidip te oyumu kullanmadım. Ne işim vardı. . .

Atatürk'ün, Cumhuriyet Halk Partis i 'ne oy ver­

m e m yolundaki emrini tam kırkbeş yıl sonra yerine

get irdim. Belediye seçimlerinde Y a l o v a sırtlarındaki

evimin önüne elektrik getiren H a l k Part i l i Belediye

Başkanına gidip oy verdim. N u r ver iyor evimin ya­

nına, bir oy veri lmez mi hiç?..

Page 179: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 179

«PROFESÖR DEĞİLSİNİZ»

Ç A N K A Y A ' D A K İ Köşkte bir akşam sofrasın­

da Hukuk Fakültesi profesörü Sadri Maksudî

de konuk olarak bulunuyordu. Çeşitli konular üzerinde

görüşüldükten sonra söz sırası Denizyollarına geldi.

Türk Dil Kurumu'nun deyimleri üzerinde duruluyor­

du. Adının Denizcil ik Bankası mı, yoksa Deniz Bank

mı olarak kalması tartışıldı. Sadri Maksudi Deniz

Bank'ın gramer kurallarına aykırı olduğunu savunu­

y o r ve bu düşüncesinden bir adım bile geri g i tmiyor­

du. O konu orada kapandı. Aradan bir iki saat ka­

dar geçmişti. A t a t ü r k bir ara, bir şeye sinirlenmiş o-

lacak ki, Sadri Maksudî'ye dönüp :

— Siz profesör değilsiniz... Dedi.

Bu beklenmedik sesleniş, herkesi şaşırtmış, pro­

fesörü de can evinden vurmuştu. Hepimiz put gibi y e ­

rimizde dona kalmıştık.

Bir an süren şaşkınlığından kurtulan Sadrî M a k -

sudî'nin kendini toparlıyarak Atatürk 'e şu karşılığı

verdiği görüldü :

— Hâşa, ben profesörüm.. H e m de Türkiye'de

değil.... İsviçre'de de bana kürsü vermişler. Olmazsa

g ider orada dersimi verir im. Şimdi ben kalkıp burada

« S i z kumandan değils iniz» dersem ne olur?.. Kuman­

danlığınız elinizden alınır m ı ? A m a kumandanlara

kürsü vermediler daha...

Sadri Maksudî'nin elinde şarap kadehiyle söyledi­

ği bu sözlere A t a t ü r k karşılık vermedi. Az sonra da

sofra dağıldı. Bi r süre sonra da Sadri Maksudî'nin

milletvekilliğinden ayrıldığını duyduk.

Page 180: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

«BİRBİRİMİZDEN A Y R I L M A Y A L I M »

sofrada, konukların arasında yaptığı şakaların, takıl­

maların dışında yalnız gördüğü zamanlar da bir ek­

siğimiz, isteğimiz olup olmadığı ısrarla sorardı.

— Sağolun Paşam, hiç bir eksiğimiz yok. . . Kar­

şılığını alınca da düşünceli bir halde uzaklaşırdı.

1928 yılında İstanbul'dan Ankara 'ya ilk gidişim­

de bir gün Atatürk :

— Çelebi efendi, yerinden memnun musun? Diye

sordu.

K ö ş k t e şoförler, müstahdem için ayrı lmış yerler

vardı. Üç - dört kişi bir arada yatardı. Biz de başsof-

racı İbrahim, İk i Al i ' le r ve ben dördümüz ayni yerde

kalıyorduk. P e k rahat ta sayılmazdık. Böy le olduğu

halde :

— Çok memnunum Paşam. Diye karşılık verdim.

Atatürk, bu sözlerimi duymamış, gibi konuşması­

na şöyle devam etti :

1 8 0

A T A T Ü R K , yanında çalışan bizlerle sık sık

ilgilenir, uşak olduğumuza bakmadan

Page 181: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 181

— Burada belki rahat değilsiniz. Ben de rahat

değilim... A m a her şey zamanla düzelir...

Ben yeniden:

— Rahat ım Paşam... Dedim. Bunun üzerine A-

tatürk :

— K a ç para alıyorsun? D i y e sordu.

— Ell i lira...

— Yar ın yüz lira alırsın. A m a zaman gelecek, ben

Reisicumhurluktan çekileceğim. O zaman belki bu pa­

rayı alamıyacaksın. Belki beş lira alacaksın. O zaman

da birbirimizi bırakmıyalım...

Bu sözler, Atatürk 'ün hizmetkârlarına bile ne ka­

dar bağlı olduğunu ve onlardan ayrı kalmak isteme­

diğini açık seçik gösteriyordu.

Page 182: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

182 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ

KİMSE O N U N K A D A R G Ü Z E L « A L L A H » DİYEMEZ

cına karışmaz, dindar kişilere saygı gösterir, yobaz­

lara, softalara çok kızar, din kavramının sömürülme­

sine izin vermezdi. Al lah ve Peygamber konuları, A-

tatürk'ün yanında tartışma konusu yapılamazdı. O'nun

için dindar bir adam denemez. Bir gece sofrada P e y ­

gamber üzerine bir konu açılmıştı. Atatürk 'ün dindar

olmadığını bilenler, O'na yaranmak için P e y g a m b e r ' i

küçültür şekilde konuşmalar yapıyorlardı. Atatürk, bu

konuşmalardan sıkıldığını belli etti. Elini masaya in­

direrek :

— Bu bahsi kapatın... Peygamber ' ler i küçültmek

isterseniz kendiniz küçülürsünüz... Dedi.

Ata türk Harbiye'de okurken, abdestsiz olarak top­

tan namaza giderlermiş. Ordu'ya katıldıktan sonra da

cepheden cepheye koşmaktan namaz kı lmağa vakit

bulamamış. Anlatt ıklarına göre I I . Abdülhamit 'e genç

subaylar el öpmeğe gelirmiş. Padişah el vermez, bir

paçavra sallar, gelenler onu öperlermiş. Bir gün hu­

zura genç bir subay çıkmış. Paçavra falan öpmemiş.

Bi r selâm çakıp, soldan geçmiş. Padişah :

— K i m bu a d a m ? » D i y e sormuş.

DİN konusunda Atatürk'ün tam anlamiyle

lâik olduğu söylenebilir. Kimsenin inan-

Page 183: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R Î 183

— Mustafa Kemal... Demişler.

— Sürün bu adamı...

Abdülhamid O'nu sürünce bir Cuma namaza gider.

H e m de alayla. Sultan Hamid' in Yı ld ız Sarayına gi­

dişi gibi...

Cumhuriyet'in ilânından sonra din ve devlet işle­

rini birbirinden ayırınca rahat bir nefes almıştı. L â i k ­

l iği çevresindekilere de aşılamağı başarmıştı. Benim,

yanında bulunduğum süre içinde hiç namaz kılmadı.

Oruç ta tutmadı. Ramazanlarda içki içer, fakat Kadi r

gecesi ağzına katresini koymazdı. K a d i r geceleri sofra

bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. Bazan Mevlût din­

lediği de olurdu. Miraç bölümünde «Göklere çıktı Mus­

ta fa» denince gözler i yaşarırdı. O zaman hemen k o ­

lonya götürürdük. İnanışı samimiydi. Bence Allah'a i-

nanıyordu.

Öyle « A l l a h » derdi ki yalnız kalınca, O'nun gibi

kimse diyemez. Herkes çekilip yapayalnız kalınca gök­

yüzüne bakar, kendi kendine « A l l a h » derdi. Böyle gü­

zel « A l l a h » diyen adam yoktur.

Page 184: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

184 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

RUS MİLLÎ MAÇINDA

A N K A R A ' D A Türk-Rus millî maçı oyna-

nıyor. Mill î T a k ı m kalecisi Hüsamettin

gelen şutleri ger i çeviriyor. Santrfor Vahap, Rus ka­

lesine golleri sıralıyor, ö n c e 2—0 dık. Sonra 2—1 ol­

duk. Maçın bitimine on dakika kala, ne olduysa oldu,

Ruslar iki gol atıp 2—2 oldular. Yenilince çok üzül­

düm.

Y ı l 1928. O zaman stadyom f a l a n yok. Muhafız

Alayının sahasında oynanıyor. Köşke döndüm. Rengim

atmış. Atatürk' le karşılaştım.

— Ne o Çelebi Efendi? Diye sordu.

— Yenildik.. .

— Nas ı l yeni ldik?. . .

Anlatt ım. Can kulağıyla dinledi. A t a t ü r k maça

g i tmez ama yakından ilgilenir, futbol karşılaşmalarını

gazetelerden izlerdi, İstanbul 'daki maçlarla da «Bak,

maçta yine hâdise ç ıkmış» diye ilgisini belirttiğini

hatırlarım. Rus maçıyla da fazla ilgilenmiş, durma­

dan:

— Neden yenildik? D i y e soruyordu.

— Bizimkiler onların ayarına gelememiş; te on­

dan... Diye karşılık verdim.

O da benim kadar üzüldü. T a m kazanmışken, son

dakikada yenil... Olur iş değil . . . A t a t ü r k bir süre dü­

şündükten sonra:

— Galibiyetten mağlubiyete geçmek çok zoruma

gi t t i . . . Dedi.

Page 185: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ DEFTERİ 185

Y U N A N M A Ç I N D A N SONRA

Fenerbahçe ile maçları var. Fenerbahçe maçı 1—O

kazanıyor. Sağ açık Fikret kaleye giren topu çıkar­

mak isterken, bu yenilişe içerleyen kaleci, bir yum­

ruk atıyor. Bunun üzerine sahaya atlayan bir subay

da kaleciyi dövüyor.

Daha stadyom yok. Baraka gibi eski Taks im

Kışlası'nda oynanıyor. Olaylı maç iki gün sonra yeni­

lendi. Yunanlıları 2-0 yendik. Çok heyecanlı bir maç­

tı A l lah için. B i z i m çocuklar çok güzel oynadılar.

Sağaçığ Leblebi Mehmet topu ortalıyor, santrfor N e c ­

det sol vurup, topu Yunan kalesine sokuyor, soldan

Rebii ortalıyor, top Yunan ağlarında. Böylece maç

2 — 0 bitiyor.

Ankara 'ya döndüğümde arkadaşlarla oturmuş,

maçı yüksek sesle tartışırken, Ata türk sesimizi duy­

muş. Yanımıza gelip bana:

— Maç hâdiseli geçmiş, öyle m i ? D i y e sordu.

Ballandıra ballandıra anlattım. Mill î hislerim aya­

ğa kalkmış subayın Yunan kalecisini nasıl dövdüğünü

anlatıyordum.

İ Z İ N L İ olarak İstanbul'a gelmiştim. O sı-

rada Yunanlıların A p o l l o takımı gelmiş,

Page 186: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

186 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Subayı kimbilir ne yaptı lar? Dedi.

— Hapsetmişler... Diye karşılık verdim.

— Yerini değiştirmişlerdir... Dedi.

Atatürk'ün yanında serbestçe konuştuğumuz ve

O'nun da bizimle sık sık şakalaştığı için şımarmıştık.

O'nun keyifli halini görünce herşeyi olduğu gibi söy­

lerdik. O da bundan hoşlanırdı. O gün de bir coşkun­

luğuma gelmiş olmalı k i :

— Yunanlılar öyle perişan oldu ki, kaç para eder

senin Sakarya Harbin.. . Dedim.

Atatürk, gerçi bir şey demedi ama, sonra söyle­

diğime, söyleyeceğime bin pişman oldum. İnsan ken­

dini böyle unutuyor bazan.

Page 187: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ DEFTERİ 187

L Ü S Y E N H A N I M I ÖPÜŞÜ

kalkarak « Ü s t a d » diye selâmlayıp yer verir, kendisine

özel bir i lgi gösterirdi. Marmara Köşkü'nde bir de yer

vermişti. A n k a r a ' y a geldiğinde orada otururdu. Sonra­

dan da milletvekil i olmuştu. Hâmid' in ölümünde de

«Şair- i  z a m ' ı n askerî merasimle kaldırı lması» için

emir verdirmiş, büyük şairin cenazesi de top arabasıy­

la kaldırılmıştır.

Yalova 'da Büyük Otel'de bir balo veriliyordu. O

çağın gazetecilerinden İ z z e t Melih ve eşi de konuk­

lar arasındaydı. Atatürk, bu hanımla bir süre dans

edip konuştuktan sonra büfeye doğru gitt i . Abdülhak

Hamid ve eşi Lüsyen Hanım da oradaydı. Lüsyen Ha­

nımı dansa kaldırdı. Dans bitince yerine oturturken

de yanağına bir öpücük kondurdu.

Bir süre sonra Ankara 'daki bir davette Ata türk

yine Şair-i  z a m ' l a karşılaşmış ve Lüsyen Hanımı

dansa kaldırmıştı. Onlar pistte dönerlerken Abdülhak

Hamid, K ı l ı ç A l i ' y e dönüp şöyle dedi:

— Onlar gençtir, bırak eğlensinler. Sen bana A n -

tep'i nasıl kurtardın, onu anlat...

T A R İ H Kurumu v e Dil Kurumu toplantıla­

rında Atatürk, Abdülhak Hamid'i ayağa

Page 188: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

KAFA ÖLÇÜSÜ

Ş A P K A Devriminden sonra fes bir kenara

atılmış, herkes şapka g i y m e ğ e başlamış­

t ı . . . Şapkayla beraber, bunu giyecek olanların kafa

ölçüleri de ortaya çıkmıştı. 1930 yılında Ankara'dayız,

o zamanın Millî E ğ i t i m Bakanı olan Dr. Reşi t Galip,

elindeki bir makineyle herkesin kafatasını ölçüyor.

Dolikosefal mi, Brakisefal mi? Yani biz hizmetkârla­

rın konuşmalarına göre hayvan mı, yoksa insan m ı ?

Hatır ımda kaldığına göre 77—79 gelen kafalar doli­

kosefal, 81 den ileri olanlar da Fordman Brakisefal...

Atatürk'ün başı ölçüldü ve 81 geldi. Odadakiler

sıraya girmişler, başlarının ölçülmesini bekliyorlar.

Ata türk Reşit Gal ip 'e :

— Çelebi'ninkini ö lç . . . Dedi.

Öbürlerinden önce başım ölçüldü. 81 çıktı. Sevin­

m e ğ e başlamıştım ki A t a t ü r k :

— Olmaz! . O hayvan kafasıdır. B i r yanlışlık ol­

masın... Dedi.

Nerdeyse ağl ıyacaktım. Al ındığımı anlayınca gül­

m e ğ e başladı. Tekrar dalıma basarak:

— Baksana Çelebi'nin kafasına... O melon kafa-

nın benimkiyle ilgisi var m ı ? Dedi.

188

Page 189: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 1 8 9

« B E N DE SİZİN GİBİ

İ N S A N I M »

M O D A koyundayız... Sıcak bir yaz akşa­

mı. Büyük bir kalabalık çevremizi sar­

mış. Halk, Atatürk 'ü yakından görebilmek için top­

lanmış, birbirinin üstüne çıkıyor. Sakarya motorunu

çağırdı:

— Rakı, şarap ne varsa hepsini halka dağıt . . .

Bana. da bir şişe bırak. Dedi.

Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan her­

kese dağı t t 'm. Y a r ı m bardak kadar rakı kaldı. O sı­

rada futbolcu F a z ı l gelmişti. Kalanını da ona verdim.

Çok sevindi:

— Gazi bize rakı verdi.. . Yaşasın be... Diye ba­

ğırmağa başladı.

Kalabalığın çemberi gitt ikçe daralıyordu. A t a t ü r k

halka dönüp:

— Alaturka mı, alafranga mı istersiniz? D i y e

sordu. Deniz kızı Efta lya gelene kadar müzik çala­

caktı. Herkes ayrı bir şey istedi. Bağırış, çağırış

gırla gidiyor. O zaman Atatürk, karşısında coşan,

sevgi gösterisi yapan halka doğru kadehini kaldıra­

rak şöyle konuştu:

— Vatandaşlarım... Buna rakı derler. Vaktiyle

padişahlar g iz l i içerlerdi. Ben açık içiyorum. Siz de

benimle beraber içiyorsunuz. Karşı l ıkl ı içiyoruz. H e ­

pimiz eşitiz. Benim için rakı içer, şunu bunu yapar

diyorlar. Ben bunların hepsini yaparım.. . Hepsi doğ­

rudur. Neticede unutmayın ki, ben de sizin gibi in­

sanım. Sizinkinden bir fazla değildir yaptıklarım..

Page 190: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

190 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ

«MARİFETMİŞ GİBİ EVLENMİŞİZ

BİR gün sofrada kadınlar üzerine görüş-

meler yapılıyor, kadın konusunda orta­

ya atılan düşünceleri Ata türk dikkatle dinliyordu. Bir

erkeğin beraber yaşadığı bir kadından ayrıldıktan

sonra onun için yakışıksız sözler söylemesinin A t a ­

türk aleyhindeydi ve israrla bu düşünceyi savunuyordu.

Atatürk'ün evl i l iği kısa sürmüş ve L â t i f e H a n ı m ­

dan ayrıldıktan sonra bile, yeri geldiği zaman ondan

saygıyla söz etmeği alışkanlık haline getirmişti .

— Bizim L â t i f e Hanım kraliçe gibidir. Lisan

bilir, sefir ağırlar, sosyetik misafirleri nasıl kabul

edeceğini bilir, kültürlü, aydın kadındır... Şeklindeki

öğücü sözleri çok kişinin kulağından gitmemiştir .

Bi r gün Atatürk 'e Armstrong'un kitabını getir­

diler. Kitabı okuyunca kaşlarının çatıldığını gördüm.

Okuduğu sayfa, O'nun özel hayatıyla i lgil i bölümdü.

— Bu İngi l iz benim evime giremez. . . Hususî ha­

yat ıma nüfuz edemez. Biz im Lât i fe Hanım Avrupa'da

tahsil etmiştir. Ona bunları olsa olsa o yazdırmıştır.

İngi l iz, hususî hayatımı bilir ama bir yere kadar

bilir. Dedi.

Daha sonraları evlenme konusu açıldığında A t a ­

türk'ün şöyle konuştuğunu hatır larım:

— Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi evlenmiş­

tik. Merasimlerle evlenmeyi bir marifet sanmıştık...

Atatürk'ün L â t i f e Hanımdan ayrılışı, 1926 da

Medenî Kanunun çıkışına da yol açmıştır. Eskiden

boşanma çok kolaydı. Boş ol, dedi mi, kar ı koca ay-

rılıverirdi.. .

Page 191: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 191

K Ö Y L Ü N Ü N EŞEĞİ

G Ü Z E L bir sonbahar günü Etimesut Çi f t­

liğine gitmiştik. A t a t ü r k otomobilden

inip, biraz yürümek istedi. Biz de arkasından gidiyor-

duk. O sırada karşı patikadan eşeğiyle bir köylü be­

lirdi. Atatürk'ün köpeği Foks, yabancıyı görür gör­

mez havlayarak üzerine saldırdı. H a y v a n ı tutmak

istedimse de başaramadım.

Bir anda ne olduğunu anlıyamayan köylü, elin-

deki sopayı olanca hızıyla Foks'a doğru salladı. B e ­

reket sopa hayvana gelmedi. Hemen köylünün yanına

koştum:

— Sen çıldırdın mı be adam?.. D i y e çıkıştım. Şu

sopa fır lattığın köpek y o k mu?. . . K i m i n biliyor mu­

sun ?...

Köy lü dikleşerek sordu:

— Ne olmuş sanki?

— O köpek Gazi 'nin köpeği. . .

Bunu duyunca köylünün korkudan oradan sıvışa­

cağını sanmıştım. İstifini bile bozmadı. Sonra şu bek­

lenmedik karşılığı verdi :

— O Gazi'nin köpeğiyse, bu da benim eşeğim...

Gazi bir köpek daha bulur ama, ben bir eşek daha

alamam...

O sırada, geçenlerden habersiz, yürüyüş yapan

Atatürk, uzaktan köylüyle tart ışt ığımızı duymuş:

— Ne oluyor orda? D i y e seslendi.

— Eşeğin kendisine ait olduğunu söylüyor bu

köylü... Dedim. Yanına gelince de olayı başından so­

nuna dek anlattım. Atatürk, söylediklerimi dikkatle

dinledi. Kızacağını sanmıştım. Başını sallıyarak:

— Köylü doğru söylemiş... Dedi. Gerçekten de

öyle. Bir daha nerden eşek bulacak?...

Page 192: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

192 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

SİLİNDİRLİ ÇOBAN

AMERİKAN Büyükelçisi, Atatürk ' le bera-

ber çiftl ikte... F o x Movitan, Atatürk 'ün

filmi çekilecek. Çiftlikte koyun, kuzu, keçi. . . Sürü­

nün arasında silindir şapkalı, ceketataylı iki adam...

Bir i devrin Cumhurbaşkanı, öbürü Amerikan Büyük­

elçisi... Çoban onları görünce korkudan sürüsünü

bırakmış, ortadan kaybolmuş...

Böylece film çekil iyor.. . Atatürk' le, A m e r i k a n

elçisinin sürünün arasındaki hareketleri f i lmde yer

alıyor.

Bi r süre sonra Çankaya Köşkü'nde f i lmi A t a ­

türk'e gösterdiler. B iz de arka tarafta ne oynıyacak

diye merakla bekliyorduk. Işıklar söndü, f i lm baş­

ladı. Bi r de ne göre l im? K o c a sürünün ortasında iki

silindir şapkalı adam, yürüyor; eğriliyor, doğrulu­

yor . . . Öylesine garibime g i t t i ki.. . Herkes, Ataürk'ün

ne diyeceğini merakla bekliyor. Işıklar yandıktan

sonra Atatürk :

— A m a n bu filmi göstermeyin.. . E m r i n i verdi.

Ben ne yapmışsam Sefir de aynini yapmış. Sürünün

içinde şapkalı çobanlara benzemişiz. Kimse g ö r m e ­

sin. B i z burda gördük yeter . . . D e d i

Page 193: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 193

RUM K A D I N I Y L A K A V U N C U

bir kalabalık karşıladı. İçten gelen sevgi gösteri leri

yaptı. Splandit Oteli'ne gidilecekti. Vapur iskelesine

bir otomobil yanaştırmışlar. Ata 'n ın binmesi için...

Oysa Adalarda tekerlekli, motorlu araçlarla gezi lme­

si yasak... Atatürk, otomobili görünce şöyle sordu:

— Adada otomobille dolaşmak yasak değil m i ?

Sorusunun karşılığını daha beklemeden:

— Kaldır ın bu otomobili... Dedi. Sonra iki dizi

halinde sıralanıp kendisine yol açan kalabalığın ara­

sından yürüyerek otele geldi. Herkes yolda Atatürk 'e

çiçek atıyor, kalabalığı yaranlar eğilip elini öpüyor­

lardı.

Otelin alt kat terasında çok güzel bir sofra ha­

zırlanmıştı. F a k a t Atatürk, halkın coşkunluğunu g ö ­

rünce bu sofraya pek iltifat etmedi. Bir servis masası

üzerindeki rakıyla leblebiden alıp, elleri arkasında bir

aşağı bir yukarı dolaşmağa başladı.

F. 13

BİR yaz akşamı Büyükada'ya gitmiştik.

1936 yılıydı. İskelede Atatürk'ü büyük

Page 194: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

194 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Balkonun önü çepeçevre insanla doluydu. H e r çe­

şit insan A t a l a r ı n ı g ö r m e k için toplanmış, birbirleri-

nin başları üzerinden bakmağa çalışıyorlardı. Ata türk

merdivenlere doğru yürüyünce kalabalık arasında yeni

bir kaynaşma oldu. Yukar ı sıçrayıp yeniden başladı­

lar el öpmeğe. . . Gözyaşartıcı bir manzaraydı bu...

Kalabal ığın arasında siyah dekolte bir elbise giy­

miş, uzan boylu, dolgun vücutlu çok güzel bir Rum ka­

dını, oradaki herkes gibi Atatürk 'ün de dikkatini çek­

ti. Kadının yanında kocası, ya da yakını olduğunu san­

dığım bir erkek vardı. A t a t ü r k kadını yanına çağırdı.

İçki içip içmediğini sordu. « H a y ı r » cevabını alınca onu

dansa kaldırdı. O sırada yukarı salonda orkestra ça­

lıyordu.

O devirde sırtlarındaki küfelerle mahalle arala­

rında dolaşan seyyar kavuncular vardı. Uzun boylu,

babayani kılıklı, kırçıl sakalı göbeğine kadar inen

böyle bir kavuncu da sırtındaki küfeyle kalabalığın

arasına sokulmuş, Atatürk'ü görmeğe çalışıyordu.

Rum kadınıyla dansını bitiren Atatürk, birden gö­

züne çarpan sakallı kavuncuyu eliyle işaret ederek ya­

nına çağırdı. Kavuncu, bir Cumhurbaşkanı tarafından

çağırı lacağını aklının ucundan bile geçirmediği için

yerinden kıpırdamadı. « A c a b a kimi ç a ğ ı r ı y o r ? » gibi­

sinden sağına soluna bakındı. Yanındaki bir iki genç

« B e n mi, ben m i ? » diye ortaya fırladılar. Atatürk,

başıyla « h a y ı r » işareti yapt ıktan sonra parmağıy la

yeniden kavuncuyu işaret etti.

Kavuncu bir anda kendini pistin ortasında bulu-

verdi. Ne olduğunu anlıyamadan çevresine şaşkın

şaşkın bakınıyordu. Atatürk, kavuncunun sırtındaki kü-

feyi çıkarttırdı. Sonra Rum kadınına, kavuncuyla dans

etmesini söyledi. Kadın çok güzel dans biliyor, pistte

döndükçe kıvrak hareketleriyle g ö z kamaştırıyordu.

Page 195: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 195

Pejmürde kıyafetl i kavuncuysa hayatında hiç dans

etmemişti. Bu iki ayrı toplum katının insanının bir­

birine sarılarak dansedişleri görülecek şeydi... Dans

bittikten sonra Atatürk, ellerini çırparak;

— Bravo, bravo.. . Dedi. Ç o k güzel dans oldu.

Sonra Rum kadınıyla gelen erkeğe beraber dans etme­

lerini söyledi. Bu kez onlar dansa başladılar. Orkestra

hiç durmadan çalıyor, toplanan halk alkış tutuyordu.

Atatürk, Büyükada'daki o eğlence akşamında

zengin bir R u m kadınıyla yoksul bir kavuncuyu dans

ettirmekle acaba neyi anlatmak istemişti? « İ m t i y a z ­

sız, sınıfsız bir k i t l e» olduğumuzu göstermeyi mi?

Yoksa o zengin kadına « B e n istersem seni bir Cum­

hurbaşkanıyla da, bir küfeciyle de dans ettirmesini

bi l i r im» demeğe mi getirmişti. Bunu bir türlü çözeme­

dim.

Page 196: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

196 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

«TÜRK TİYATROSU İŞTE O D U R »

BİR Irak heyeti yurdumuza gelmiş, ekono­

mik ve kültürel görüşmelerde bulunuyor­

du. Ankara 'da yapılan toplantılarda Atatürk, iki ülke

arasındaki kültür ilişkilerinin geliştirilmesini istiyor

« I r a k ' l a Türkiye kardeş memleketlerdir. Yı l larca bir

arada yaşamıştır. Behemahal münasebetlerimizi art-

t ı ra l ım» diyordu.

Toplantının sonunda Atatürk, orada bulunan Mil l î

E ğ i t i m Bakanına:

— Bağdat 'a Türk Tiyatrosu'nu gönderelim... Diye

emir verdi.

Bakan bir an ne diyeceğini şaşırdı. Devlet T i y a t r o ­

su henüz kurulmamıştı. Yabancı bir ülkeye yollana­

cak bir sahne gücümüz yoktu. Gidip orada mahcup ol­

m a k vardı. Y a v a ş bir sesle :

— H a n g i tiyatroyu göndereceğiz Paşam?. . D i y e

sordu.

— Ankara 'da bir Halkev i var mı?

— E v e t var...

— Orda bir temsil oynanıyor mu?

— Oynanıyor.. .

— İşte Türk Tiyatrosu odur. Bağdat 'a onu gön­

deriniz.. .

Bu konuşmadan kısa bir süre sonra Raşi t R ı z a

Topluluğu Bağdat 'a g i tmiş ve orada temsiller vermiş­

tir.

Page 197: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 197

Ç E L E N G İ N E R E Y E KOYARSANIZ K O Y U N

18 M A R T Çanakkale Zaferinin yıldönümü

nedeniyle Gelibolu Yarımadasındaki şe­

hitliklerin bulunduğu yerde düzenlenen anma töre­

nine Ata türk te çağrılı bulunuyordu. Törene, Çanak­

kale'de dövüşen ve onbinlerce kurban veren devlet lerin

temsilcileri de gelmişlerdi. Ortal ık çelenkten geçi lmi­

yordu. Fransız ve İngi l iz meçhul asker anıtlarına çe-

lenkler konulmuş, ulusal, marşlar çalınmış, fakat henüz

bir Türk anıtı olmadığından Mehmetçik çelenginin

konacağı yer konusunda bir duraksama olmuştu.

Çanakkale Savaşları sırasında düşmana atılan

mermilerden meydana getir i lmiş piramit şeklinde bir

de Türk anıtı vardı ki, zamanla bozulmuş, kalıntıları

da kaybolmuştu. Atatürk'ün o zamanlar bu anıta çe­

lenk koyarken çekilmiş bir fotoğraf ı da Harbi U m u ­

mî Mecmuası 'nın kapağında yayınlanmıştı.

O günkü törende çelengi koyacak bir yer bulama­

yınca hemen Atatürk 'e koştular:

— Paşam, bizim çelengi nereye koyal ım? D i y e

sordular.

Tarihin en korkunç müdafaa ve hücumunun geç­

t iği alanda, o günleri yaşar gibi dalgın ufka bakan

Anafartalar Kumandanı, kendisinden cevap bekleyen

Vali, komutan ve beraberindekilere dönüp:

— Türk kanıyla sulanmış bu toprakların her kö­

şesi, bir T ü r k abidesidir. Çelengi nereye isterseniz

oraya koyun, farketmez.. . Dedi.

Page 198: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

198

A T A T Ü R K ' Ü N UŞAĞININ

VİYANA'DAN GELEN KOLTUK

V İ Y A N A ' L I odun uzmanı Horsmayster ' in

yaptığı mobilyalar Viyana'dan A n k a r a ' y a

gelmiş, Çankaya'da yeni yapılan köşke konmuştu.

Hepsi birbirinden güzel şeylerdi. Pembe Köşkte o

kadar güzel duruyorlardı ki . . . Ne yazık ki, Viyana'-

nın havasıyla Ankara'nın havası birbirine uymadığı

için gelen mobilyalar bozulmuş. Kuru hava, g e ç m e

mobilyaların ek yerlerini açmış. Masalar kulanılama-

dı. Testereyle pimlerini kestilerse de sonunda bir işe

yaramadığı görüldü.

Viyana'dan gelen eşyalar arasında Atatürk 'ün

oturması için özenle yapıldığı belli olan bir de kol­

tuk vardı. Bu büyük koltuğu kapıya koyduk. A t a t ü r k

uyuyordu. Uyanınca ona sürpriz yapacaktık.

Atatürk'ün uyumasını fırsat bilip hemen koltuğa

kuruldum. Ne güzel, ne rahat koltuktu öyle. . . Sanki

kemiklerim dinlendi. K a l k m a k bile istemiyordum.

Ata türk uyanınca koşup, yeni koltuğunun geldiği­

ni söyledim. Gelip koltuğa oturdu. A m a oturmasıyla

kalkması bir oldu. Yüzünü ekşiterek:

— H i ç rahat değil . . . Dedi.

— Paşam, biraz önce tecrübe etmek için otur­

muştum. Bana rahat gibi geldi. Dedim.

— Biz im eski koltuklar daha rahattı. Ne vardı

bunu uzak yerlerden getirtecek.. . Dedi. Koltuğu kal­

dırdık. Bir daha da oturmadı.

Page 199: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 199

BERBER RIDVAN'I KOVUŞU

Rıdvan'ı çok sever, her zaman takılır, şakalaşır, o da

A t a ' y ı neşelendirmek için türlü bahaneler bulur, sa­

bunlu f ırçayı ağzına sokarak şaklabanlık yapardı.

Kahvede bilardo oynuyordum ki, Rıdvan geldi :

— H a d i kalk, beraberce berber Hami'nin evine

gideceğiz. . . Dedi.

— Ben tanımadığım adamın evine g i tmem.. .

— Ne çıkar? H e m orda içki de var. Bol bol içeriz.

— İçki de içmem...

Rıdvan' la gidersin, g i t m e m diye uzun uzun çekiş­

tik. A m a sonunda da kalktık gi t t ik. . .

Evde Fahrett in Paşa'nın yaver i de varmış. K e n ­

disini tanımıyorum. İçki faslı başladı. Herkes sarhoş.

Bir ben içmiyorum... Yani o meclisin tek ayık ada­

mıyım. Gramofonda pilâk çalıyor. Atatürk şöyle, Şük­

rü K a y a böyle oynar diye taklit yapılıyor. Derken

berber Mehmet geldi. Selâm sabahtan sonra:

— Vasfiye 'yi sana yapayım m ı ? Diye bir soru

att ı ortaya...

Vasfiye, Atatürk'ün kızı diye anılan Ülkü'nün

annesiydi. Duldu ve Köşkte Atatürk'ün hikmetine ba­

kıyordu. « B u da nerden ç ıkt ı» gibisinden;

— Başkasını bulamadın mı yâni? Diye sordum.

— Senin evlenmen lâzım. Paşa 'ya da söylerim.

H a d i bu işe « h e » de...

B E R B E R Rıdvan, Atatürk 'ü her gün traş

etmiş adamdır. Atatürk, Selânikli olan

Page 200: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

200 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Biz im konuşmayı duyan berber Rıdvan:

— Bu babalığı bana yap.. . Ben alırım... Dedi.

Berber Mehmet' in dediğine göre kadın beni para­

lı biliyor, derli toplu buluyormuş. O günkü konuşma,

Vasfiye'nin kulağına gitmiş. Söylentiye göre Vasfiye,

Rıdvan' ın kendisine talip olduğunu duyunca at latmak

için bir fırsatını bulup «Siz in taklidinizi y a p t ı » diye

Atatürk 'e söylüyor.

Bi r sabah Köşkten ç ıkmağa hazırlanan Atatürk,

çok sinirli bir halde ayakkabılarını bağlayan Rıdvan'­

ın başına çekecekle vurarak:

— Defol g i t buradan... Dedi.

Rıdvan ne olduğunu anlıyamadı. A ğ z ı dili tutul­

du. B i z de taş gibi donup kaldık. Kovuluşunun nede­

nini öğrenemeden Rıdvan eşyalarını topladı. Kendisini

istasyona kadar ben götürdüm. A k ş a m trenine bindir­

dim:

— İstanbul'da kimsen var m ı ? Diye sordum.

— A n n e m var Cemal. . .

— İnşalah orada istikbalin iyi olur, kazancın ar­

tar, anana da bakarsın. Dedim.

O gece Atatürk sofraya inmemiş, yemeğini kü­

tüphanede tek başına yemişti. A k ş a m Çiftl ikten K ö ş k e

dönünce Rüsuhi Beye sormuş:

— Rıdvan gi t t i m i ?

— Git t i Paşam.. .

— K i m geçirdi?

— Samimî arkadaşıdır, Çelebi geçirdi.

Bunu öğrendi ya, tam yemeğini önüne koyuyor­

dum ki, ayni soruları bu kez bana da sormağa baş­

ladı:

— Rıdvan gi t t i mi?

Page 201: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 201

— Gitt i efendim... Kendisini trene bindirirken

teselli ettim. Çok üzgündü. Orada daha çok para ka­

zanırsın, dedim...

— Cezasını çeksin... Bunu haketmişti. Geçenlerde

içki içerken benim taklidimi yapmış. . .

— Paşam, o yemekte ben de vardım. Birçok

kimsenin taklidi yapıldı. A m a sizinkini yapmak ki­

min haddine?.. Rıdvan sadece sizin gülüşünüzü ben­

zetmeğe çalıştı... H e m bu olayın üzerinden altı ay

geçti . . . Şimdiye kadar neredeydi o adamlar?. . . B i r

şey değil, Rıdvan'ın baktığı bir de anacığı var...

Öyle deyince gözlerini kapadı... Üzüldüğü belliy­

di. Rıdvan Ankara 'da olsa demek ki geri alacaktı.

Bi r yıl sonra İstanbul'a geldiğimizde Salih B e y e

söylettik. Rıdvan' ı yeniden işe alması için... Atatürk '­

ten bu konuda izin almış olacak ki, hemen bana:

— Paşa affett i . . . Git Rıdvan' ı bul... Dedi.

Araba tutup Rıdvan' ı berber dükkânlarında ara­

dım, bulamadım. Saraya döndüğümde bir de bakt ım

ki Rıdvan orada. Atatürk, başıyla Rıdvan'ı işaret

ederek şöyle dedi:

— Çelebi Efendi, Rıdvan dışarda çok kazanmış

ama, yine de bizi tercih etti . . .

Bir yıl önce söylediklerimi unutmamıştı. Rıdvan

ölünceye kadar Atatürk'ün hizmetinde çalıştı...

Page 202: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

202 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

zaman kilitli tutulan büfenin içinde Padişahlara ait

madalya ve nişanlar bulunuyordu. Vitrin camının üze­

rinde çaprazlama asılı, kabzaları, pırlantalı, iki kılıç

dururdu. Bir sabah baktım ki Atatürk, bu vitrin ca­

mının önünde durmuş, inceden inceye bakıyor. Beni

görünce seslendi:

— Çelebi Efendi.. . Bu kılıçların üzerindeki pırlan­

talar çıkarılmış.

Hayret le büfeye yaklaştım... Atatürk'ün dedikle­

ri doğruydu. Gerçekten de kılıçların üzerindeki pırlan­

talar alınmıştı.

— Ne oldu pır lantalar?. . . Diye sordu.

— Bilmiyorum efendim... Dedim.

Dedim ama, içim hiç te rahat değildi. Orda bizden

başka kimse yoktu. K i m çalacak? Çalsa çalsa hiz-

metkâr lar çalardı...

Bi r yandan da kafamı çalıştırıyor, elmasları ki­

min çaldığını çözmeğe uğraşıyordum. Bütün tanıdıkla­

rım gözümün önünden bir şerit gibi geçip gidiyordu.

İki üç hafta kadar önce bizde çalışan Şamlı H ü ­

seyin adlı bir çocuğun kılıçlara dikkatle baktığını

görmüştüm. Hüseyin, üstelik kumara da düşkündü.

K u m a r oynar kazanırdı. B i r seferinde kumardan altın

kordon getirmişti.

Şüphelerimi söyledim. Yaverlerde ayni şeyi dü­

şünmüşler. Soruşturma başladı. Şamlı Hüseyin sıkı

bir şekilde sorguya çekildi. Bi r süre sonra da Köşk­

ten ayrıldı. Lekel i olarak gi t t i . . .

Ç A N K A Y A ' D A eski Köşkün misafir sa­

lonunda camekânlı bir büfe vardı. H e r

Page 203: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 203

Birkaç ay sonraydı. Karacaoğlan Caddesinde H ü ­

seyin'e rastladım. Ayaküstü konuştuk. O gün izinli

olduğumu öğrenince:

— Bize gidel im.. . Dedi.

Eski arkadaş... H a y ı r mı diyeceksin?.. . K a l k t ı k

gittik. Y e m e k çıkardı. Bu arada evlenmiş. Karıs ıyla

tanıştırdı. H o ş beş ettik. A k ş a m ayrılıp köşke dön­

düm.

Atatürk'ün yanında çalışanlar, yani bizler dışarı

çıktığımızda nereye gidiyoruz, kimlerle görüşüyoruz,

takip edildiğimizi biliyordum. O gün Hüseyin'lere g i t ­

t iğ im haberi veri lmiş olacak ki, sofrada Atatürk bir­

den bire bana:

— Sen Hüseyin' i görüyor musun? Diye sordu.

— Evet . . . Dedim. Evine g i t t im.

— Konuş, konuş çekinme...

— Çekinmiyorum efendim...

Nası l rastladığımı, evine nasıl g i t t iğ imi başından

sonuna dek anlattım. Bunun üzerine:

— Onun bu işte kabahati yok. B i r oyuna gelmiş.

Kılıçların üstündeki pırlantaları bizim kızlardan biri

almış, Hüseyin'e verip sattırmış. Hüseyin'le görüş­

mende bir mahzur yok.

Alt ından ne çıkacak diye bekliyordum. Rahat bir

nefes aldım. O sırada yanımızda bulunan Cevat Abbas :

— Çelebi, madem ki, o seni evine çağırdı. Sen

de onu Marmara Köşküne davet et, ağırla... Deyince

şaşırdım:

— A m a n efendim... Burası benim evim deği l ki.. .

H e m Hüseyin gelse bile elin nikâhlı karısı gel i r m i ?

Dedim.. .

Page 204: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

204 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Orkestrası adını taşıyan bu toplulukta iki erkek, bir

k ız vardı. Sıcak kanlı, cana yakın insanlardı. Çikolata

rengi kız şarkı söylüyor, çocuklarsa keman ve g i tar

çalıyorlardı.

Bir gece Edvar B i y a n g o Orkestrası Marmara

Köşkü'ne gelmiş, Atatürk'ün önünde bir konser v e ­

riyordu. Birçok güzel melodiler çalındı. O sırada Va­

sıf Çınar, L â t i n A m e r i k a l ı müzisiyenlere:

— Biz im İstiklâl Marşı 'mızı çalabilir misiniz?

D i y e sordu.

— Deneyelim.. . Dediler.

K e m a n çalan genç, üç kez dinledikten sonra İ s ­

tiklâl Marşı 'nı başladı kemanıyla çalmağa... H e m ne

çalış... Herkes dikkat kesilmiş, kemanın çıkardığı si­

hirli nağmeleri dinliyor. İstiklâl Marşı 'nı hiç te ke­

mandan dinlememiştim.. Ne de güzel oluyormuş. Gö­

züm Atatürk' teydi. O'nun da çok hoşuna git t iğini

uzaktan hareketlerinden seziyordum.

Arjantin tangoları o zaman pek modaydı. Karş ı­

mızda ise bir Arjantin Orkestrası vardı. Tangolar ın

biri bitiyor, öbürü başlıyordu. Coşkunluk son haddine

varmıştı . Şimdi adı hatırımda kalmadı. Çok ahenkli

bir tangoyu dinleyen A t a t ü r k :

— Çok güzel, çok güzel.. . Dedi. Bi r daha çalsın­

lar söyle...

Hemen koşup Atatürk 'ün emrini i lett im. Y e n i

baştan başladılar çalmağa.. . Ne güzel, ne eşsiz gün­

lerdi onlar... Bir daha ger i gel i r mi h i ç ? . . . Ne g e ­

z e r ? . . .

1929 Y I L I N D A Ankara 'ya Arjantin'den bir

müzik topluluğu gelmişti. E d v a r Biyango

EDVAR BİYANGO ORKESTRASI

Page 205: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 205

İ N S A N L A R ŞAHTADIR

T R A K Y A gezilerinden birinde Atatürk,

Kırklareli 'ndeki bir ilkokula uğramış, sı­

nıfları geziyordu. Öğrencilerden birinin önündeki ki­

tapta şaka kalkmış at resimleri vardı. Atatürk, ço­

cuğun önünde durduktan sonra şöyle bir soru sordu:

— Bunlar nedir?

— Şaha kalkmış atlardır...

— A t l a r şaha kalkar, peki güzel, insanlar da

kalkar mı ?

Gözü pek bir çocuktu bu... Atatürk 'ü şöyle bir

süzdü. Sonra hiç ürkmeden şu umulmadık karşılığı

verdi:

— Zaten insanlar şahtadır, kalkmaz.. .

Çocuğun bu zekice cevabı Atatürk'ün çok hoşu­

na gitmişti. Gülümseyerek:

- Afer in ! . . . Dedikten sonra, kimin çocuğu oldu­

ğunu sordu. Çocuk:

— Meyhanecinin... Deyince A t a t ü r k daha çok

keyiflendi:

— Tevekkel i meyhaneci çocuğu böyle zeki olur...

Dedi.

Page 206: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

206 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

MASAJ YAPTIRIYOR

A T A T Ü R K , vücut yapısı olarak muntazam

bir insandı. Boyu 1,76, kilosu 76 dıydı.

Bakışları kendisini çok daha heybetli gösterirdi. Çok

zaman sabaha karşı ya t t ığ ı ve uykusunu t a m olarak

alamadığı halde, zindeliğinden hiçbir şey yit irmezdi.

Hayat ının son zamanlarında hastalığı nedeniyle otuz

ki lo zayıflamış ve kırkalt ı kiloya kadar düşmüştü.

Suya karşı düşkündü. H e r gün banyo alır ve sa­

bahları masaj yaptırırdı. Masajı berber M e h m e t ve

Rıdvan, Vasfiye ve Ü l f e t hanımlar yaparlardı. İs­

tanbul'a geldiği zamanlar, sabah banyosundan sonra

çok tanınmış bir masör olan A r a p Şahver masajını

yapardı.

H e r sabah sakal traşı olurdu. B â z ı geceler baloya

gi tmesi gerekt iğ i zaman akşamları da ikinci kez traş

olduğu olurdu.

Ç o k temiz adamdı. H e r gün çamaşır elbise değiş­

tirirdi. Bizi sakallı görürse kızardı. Bu yüzden giyi­

mimize dikkat eder, her gün centilmenler gibi traş

olurduk.

Page 207: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 207

Cumhuriyetten sonra bıyıklarını kesmiş ve bir

daha bıyık bırakmamıştı. Bıyığ ı sevmediğini bâzı k o ­

nuşmaları arasında duymuştum. Fakat bıyık bırakan

yakınlarına bir şey demezdi.

En çok lâcivert çizgili elbisesini severdi. Bu el­

bise eskidiği halde atmıyor, ördürüp yine giyiyordu.

Gömleklerinin hepsi beyaz renkteydi. Ölçüsü bilindiği

için İsviçre'de yapılır ve hazır gelirdi. Elbiselerini İs­

tanbul'a gelince Beyoğlu'ndaki terzi Arman'a dikti­

rirdi. P r o v a sevmez ve yaptırmazdı. Bi r kez ölçü alın­

dı mı, bütün elbiseler o ölçüye göre dikilir ve yolla­

nırdı.

Page 208: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

208 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

türk'ün sofrasından hiç eksik olmazdı. Bir gün ölüm

konusu açılmış. Atatürk, Ruşen Eşref Ünaydın'a:

— Yahu, Al lah muhafaza, bir gün bana bir şey

olursa bu çocukların hali ne olur? D i y e bizi işaret

ederek sormuş. Ruşen Eşref te şöyle demiş:

— Paşam biz varız y a ? . . .

Bugün Napoleon'un uşaklarının torunlarının bile

Paris ' te Seine nehri kıyısında villaları, köşkleri var.

Var l ık içinde yüzüyorlar. Bütün meziyetleri de, N a p o -

leon'a hizmet eden uşakların torunlarının torunu oluş­

ları . . .

Atatürk, sanki bizim geleceğimizi okumuş gibi o

soruyu sormuş. Bize deği l villa; su bile vermediler.

Y a l o v a Kaplıcalarındaki mübayaa memurluğundan se-

kizyüz lirayla emekliye ayrıldım. Gördüğüm, servet

bundan ibaret. O d a y ı l l a r c a verdiğim emeğin, çalış-

mamın karşılığı...

Atatürk'ün ölümünden sonra vasiyetnamesi açık­

landığı zaman bir ikinci vasiyetnamenin daha bulun­

duğu, bunda Ata'nın çok sevdiği hizmetkâr, berber,

odacı gibi özel hayatında beraber olduğu kişilere iliş­

kin maddeler bulunduğu, fakat sonradan bu vasiyet­

namenin yok edildiği yolunda söylentiler çıkmıştı.

Arkadaşlar araştırmışlar, fakat bu söylentileri doğru­

layan bir ize rastlıyamamışlardı. Oysa Atatürk, bizler­

le çeşitli zamanlarda yapt ığ ı konuşmalarda geleceği­

mizin garanti altına alınacağı yolunda sözler etmişti..

Hepimizin kafasında o kayıp ( ! ) vasiyetname hâlâ

bir soru olarak kalmıştır.

C U M H U R B A Ş K A N L I Ğ I Umumi Kât ib i ,

milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın, A t a -

BİZİM VİLLAMIZ YOK

Page 209: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Y A N I N D A ÇALIŞANLAR

de olacaktır:

Başyaver Rüsuhi Bey, ikinci yaver Sami Bey, ü-

çüncü yaver Celal Üner. Yine ikinci yaverlerden Naşi t ,

Şükrü, Cevdet Beyler . . .

Umumî K â t i p T e v f i k Bey, Hasan R ı z a Soyak,

Özel K a l e m Müdürü Sabit Bey, Özel K a l e m Müdür

yardımcısı ve memurları. . Kütüphane memuru N u r i .

Başsofracı İbrahim Güven, Cemal Granda, Hüse­

yin, A l i Bebek, Ahmet , N u r i . . .

Odacılar Ekrem, Suat, iki Tahsin'ler, Hüseyin,

Mustafa.

Başşoför Abdullah, şoförler Sait ( ö l d ü ) , iki R e m -

zi'ler, N i y a z i .

Doktor Kemal , Celal Tahsin, N e c m i , Baki Reis.

Berberler: Mehmet ve Rıdvan.

Öbür hizmetkârlar: Bekir Çavuş, A r a p Nes ip

Efendi (Kapıcıbaş ı) Sofracı Recep'in oğlu küçük R e ­

cep.

K a d ı n hizmetçiler: Famdöşambr Ü l f e t H a n ı m

(İnce zayıf, nahif Ankara ' l ı bir kadındı) . Ülkü'nün an­

nesi Selânikli Vasfiye Hanım, Y u g o v l a v göçmeni F a t ­

ma Hanım ( Ü t ü , çamaşır işleri yapardı .)

F. 14.

E M R İ N D E çalışarak Atatürk 'e hizmet

edenleri şu şekilde sınıflandırmak yer in-

G Î Z L Î D E F T E R İ 209

Page 210: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

210 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

RÜŞVET VERDİĞİMİ D U Y U N C A

meğe çalışırdım. Trende, vapurda, yârenlik edip te

kim olduğumu soran çıkarsa, ticarethanelerde çalıştı­

ğ ımı söylerdim. Çünkü A t a t ü r k adını duyanlar, benim­

le serbestçe konuşmağa çekiniyorlar, ortal ıkta resmi

bir hava esmeğe başlıyordu. Bir gün eniştemle Anka­

ra'dan İstanbul'a izinli olarak Beşiktaş'ta bir ev al­

m a ğ a gidiyordum. Trende kibar giyimli bir adam, ne­

reden nereye git t iğimi, k im olduğumu sordu. N a k l i y e

işi yapt ığ ımı söyledim. İnanmayan gözlerle bana bak­

tı. Sonra:

— Öyle ama ben sizi G a z i Çiftliğinde Atatürk 'ün

arkasında gördüm... Dedi.

— Evet , bâzı kereler çiftliğe giderdim.

— Hayır , her zaman O'nun arkasındasınız...

Mecbur oldum sonunda:

— Gazi'nin hizmetkârıyım.. . Demeğe . . .

İstanbul'a gelince Beşiktaş'taki evle i lgi l i tapu

işini yaptırmak için Tapu Dairesinde beş l ira istedi­

ler. Mecbur oldum vermeğe. Oysa, Atatürk 'ün hizme­

tinde olduğumu söyleseydim, bunu alamazlardı ya. . .

Ankara 'ya gelince bir konuşma sırasında bunu Rıd­

van'a anlattım. O da sabah traşında Atatürk 'e anlat­

mış. . .

D I Ş A R D A Atatürk 'ün yanında çalıştığımı

çok zaman saklar, kimliğimi belli etme-

Page 211: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 211

Akşam sofrasında Atatürk, Mal iye Bakanına dam­

dan düşer gibi şöyle sordu:

— Çelebiden rüşvet almışlar. Ne biçim iş?. . .

Bakan bir anda ne diyeceğini şaşırmış:

— Bir yanlışlık olacak Paşam.. . Diye kapatmağa

çalışmıştı.

A t a t ü r k durumu benden öğrenmek istedi. Hepsini

bir bir anlattım. Trendeki konuşmayı da nakletmeyi

unutmadım.

Bunun üzerine Atatürk, şu anısını anlattı:

Bi r gün İtt ihatçılar zamanında Selanik'ten F r a n ­

sa'ya kaçıyor. Bindiği vapurda yabancı bir kadınla

karşılaşıyor. Kadın, Atatürk 'e soruyor:

— Ne iş yaparsınız?

— Gazeteciyim.. .

— H a n g i gazetede çalışıyorsunuz...

Bir gazete adı uyduruveriyor o anda. Kadın inan-

mıyan gözler le süzüyor A t a ' y ı :

— Sende sivil harekât yok, askersin...

— N e d e n ?

— Elbisenin altında pandufla. Bu sivil adam işi

değil, askersin...

Bunun üzerine Atatürk kadını kamaraya götürü­

yor, asker elbiselerini gösteriyor.

A t a t ü r k bu anısını anlattıktan sonra bana seslen­

di :

— Çelebi Efendi, senin de sivil olmadığını anla­

mışlar, dedi. N a s ı l Fransız kadın benim sivil olma­

dığ ımı anladığı gibi. . .

Page 212: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

212 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

K A F A N I TARİHE YORMA

T Ü R K Tarih Kurumu'nun çalışmalarıyla

Atatürk yakından ilgileniyor, her fırsatta

T ü r k Tarihi 'nin en geniş şekilde yazılması için çev­

resine telkinde bulunuyordu. Boş zamanlarında A t a ­

türk'ün elinde tarihle i lg i l i kitapların düşmediğini ha­

tır larım.

B i r gün yine Atatürk, tarihle i lgi l i kalın bir kitap

okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali

yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken devlet başka­

nının kendini tarihe vermesi, Vasıf Çınar'ın biraz ca­

nını sıkmış olacak ki, Atatürk 'e şöyle dediğini duy­

dum:

— Paşam! . . . Tarihle uğraşıp kafanı yorma. . . 19

Mayıs ' ta ki tap okuyarak mı Samsun'a çıktın?

Atatürk, Vasıf Çınar'ın bu çok samimi yakınma­

sına gülümseyerek şöyle karşılık verdi :

— Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçin­

ce bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. E ğ e r böyle

olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.. .

Page 213: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 2 1 3

« F E L Â H Y E R İ N D E K A L S I N »

Y E P Y E N İ bir Türkiye kurulmuştu. B i r

yandan savaşın yaralar ı sarılıyor, bir

yandan devrimler birbirini kovalıyordu. Şapka devri­

mi, harf devrimi derken, dilin sadeleştirilmesi ve ya­

bancı sözcüklerin Türk dilinden arınması işine sıra

gelmişti. Bu arada Ezan'ın da Türkçe okunması ü-

zerinde duruluyordu. Bu devrim de başarılmıştı so­

nunda. A r t ı k müezzinler minarede «Al lah-ü E k b e r » y e ­

rine « T a n r ı Uludur» diye sesleniyorlardı.

E z a n ı n Türkçe okunmasının kararlaştırılışı sıra-

sında din adamlarıyla, hafızlarla çeşitli görüşmeler

yapılmış, onların da düşünceleri alınmıştı.

Ezan'daki bütün Arapça sözcükler atıldığı halde

« F e l â h » a bir karşılık bulunamamıştı... « H a y d i f e l â h » -

ın nasıl değiştiri leceği tartışılıyor, fakat kimse bu­

nun karşılığını bulamıyordu. Felah kurtuluş anlamına

geliyordu. « H a y d i kurtuluş» dense, bu deyim çok ga­

rip kaçacak, dinin kudsallığıyla da bağdaşmayacaktı.

Kurtuluş denince akla hemen İstanbul'da Rumların

çoğunlukta bulunduğu eski Tatav la semti geliyordu.

Son çare olarak Atatürk 'e başvurdular. Bu konu-

da ileri sürülen düşünceleri teker teker dinleyen A t a ­

türk te « F e l â h » a bir karşılık bulunmamış olacak k i :

— Bu da Fe lah kalsın... D i y e bu işi sonuca bağ­

ladı.

Page 214: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

2 1 4 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Y i r m i d ö r t kişilik bir masada birbirlerine z iyafet çe­

kiyorlardı.

M a l sahibi Madam Vera güzel bir kadındı. As len

B e y a z Rus'tu. Çok t i t iz ve düzenli bir servisi vardı.

Atatürk, yemek sırasında M a d a m Vera 'y ı masaya ça-

ğ ı r t t ı :

— Lokantanız çok güzel. . . Diye övücü bir kaç söz

ett ikten sonra: Bir şeye ihtiyacınız var mı. Size yar­

dımcı olabüir m i y i z ? D i y e sordu.

M a d a m Vera, ummadığı anda başına konan bu

devlet kuşundan son derece keyiflenmiş, ellerini oğuş-

turarak:

— E v e t var Paşam.. . D i y e sıkıntı içinde bulun-

duklarını, bir miktar krediye ihtiyaçları olduğunu söy­

ledi. Bunun üzerine A t a t ü r k :

— Ne kadar? D i y e sordu.

— 10 bin lira kadar...

— İş Bankası'na söyleyelim. Mümkünse bir çare­

sine baksınlar... Dedikten sonra Başyaver Rüsuhi Be-

ye bu konuda talimat verdi.

Ertesi günü Eden Lokantası 'nın durumu inceden

inceye tetkik ettirildi. Baktı lar ki borç içinde... Bi r

süre oyaladılar...

Bu olayın tanıklarından Dr. Reşit Galip, kredi işi­

ne çok içerlemişti:

— Biz bu kadar tarih yazıp çalışıyoruz... Beş pa­

ra bile aldığımız yok. Rus karısına para veri l iyor. . .

D i y e başladı söylenmeğe.. . Oysa para falan verilmiş

değildi.

B E Y O Ğ L U ' N D A K İ Eden Lokantas ına

gitmiştik. Papazlar ın toplantısı vardı.

M A D A M V E R A

Page 215: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 215

ÜÇ DONDURMA Y E D İ

«ATATÜRK'ün Kızı» adını alan Küçük Ül-

kü, Ata 'nın hususî hayatında önemli bir

y e r tutar. A t a t ü r k Albümünde Ülkü ile çekilmiş çe­

şitli resimlerine rastlanır. Çocuğu olmıyan A t a t ü r k

için Ülkü, başlıbaşına bir sevgi kaynağı olmuştur.

Ülkü'nün annesi Selânikli Vasfiye Hanım A t a ­

türk'ün annesi Zübeyde H a n ı m tarafından büyütül­

müş. Ankara'ya gelmiş. Atatürk 'ün izniyle de Gazi Or­

man Çift l iği İstasyon Memuru ile evlenmiş. Bu evli­

likten bir k ız çocukları oluyor. Ata türk bu çocuğun

adının Ülkü konmasanı istiyor. Çocuk büyüdükçe A t a ­

türk te onunla daha çok i lgi lenmeğe başlıyor. Tati l le­

rinden bir çoğunda Ülkü'nün de yanında bulunmasını

istiyor. Böylece halk tarafından Ülkü'ye «Atatürk 'ün

K ı z ı » adı takıl ıyor.

Ülkü, Atatürk 'e hayatta nazını en çok geçiren in­

sanlardan biriydi. Bir çok kimsenin A t a ' y a korkudan

söylemeğe cesaret edemediği şeyleri o, hiç çekinme­

den büyük bir samimiyetle söylemesini bilirdi. A t a t ü r k

te Ülkü'ye kızmaz, onun bütün söylediklerini büyük

bir dikkatle dinlerdi. Ülkü'nün O'na «Atatürkçü-

ğ ü m » diye incecik sesiyle seslenişi hiç gözümün önün­

den gitmez.

Page 216: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

216 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Atatürk 'ün son yaz mevsimiydi. Bir gece Sava­

rona yatında Ülkü dondurma yiyordu. Sıcak bir gecey­

di. Zaten perhiz olan A t a t ü r k dondurmayı görünce

canı çekti ve kamarot R ı z a ' y a hemen bir dondurma

getirmesini emretti.

K a m a r o t Rıza hiç kimseye sormadan Atatürk 'e

gidip bir dondurma getirdi. Büyük bir iştahla dondur­

m a y ı y iyen Atatürk :

— Çok hoşuma git t i . B i r tane daha get ir . . .

Emrini verdi. İkinci dondurma da geldi. Onu da

yedi. B i r üçüncüsünü istedi.

Atatürk 'ün içi yanıyordu. Üç dondurma, harareti­

ni söndürmeğe yetmemişt i ! Arkasından bir bardak da

suğutulmuş su içti.

Derken gece yarısına doğru yatta i lk kr iz geldi.

Orada hazır bulunan Dr. N e ş e t Ömer İrdelp derhal u-

yandırıldı. N e ş e t Ömer Ata 'n ın hususî doktoruydu. İlk

tedaviyi yaptı. F a k a t vaz iyet i tehlikeli görüyordu.

Dünya çapında bir adamın tedavisinde bu dakika­

dan sonra artık sorumluluk alamıyacağını söyledi ve

Avrupa'dan hemen bir mütehassıs doktor çağır ı lma-

sını istedi.

Page 217: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 2 1 7

istedikten sonra dünyaca tanınmış Fransız doktoru

Fsenjan çağırıldı. İlk konsültasyon yapıldıkton sonra

Dr. Fsenjan şu öğütlerde bulundu:

— Y a t a k odasında dolaşabilir. Dışarıya çıkmak

yasaktır. Merdiven inip binmiyecektir. H a v a tertibatı

kâfi gelmediği için duvarlara buz sandıkları konula­

cak.

Ve daha buna benzer bir çok yasaklar koyduktan

sonra Fransız doktoru Savarona'dan ayrıldı, şehre indi.

O gider g i tmez de Ata türk beni çağırdı :

— Çelebi Efendi, bu sandıklardaki buzların fay­

dası var m ı ?

Diye sordu. B u z sandıklarının yanına giderek

baktım. N e faydası olabilirdi k i :

— H i ç faydası yok. Paşam.. .

Diye cevap verdim.

— Doktor g i t t i m i ?

Diye yavaş bir sesle sordu.

— E v e t Paşam, şimdi motora bindi.

— Öyleyse hemen buz kutularını çıkarın. Buz ku­

tuları buraları kirletmesin...

Hemen buz kutularını duvarlardan çıkardım. A-

tatürk'ün Fransız doktorunun yasaklarına içerlediği

muhakkaktı. F a k a t onun yanında it iraz etmek iste­

mediği anlaşılıyordu. Sadece buz kutularını çıkartmak­

la kalmadı. Kendini biraz serbest hissedince hemen

ya ta hareket emrini verdirtti.

A T A T Ü R K ' ü n hususî doktoru Neşet Ö m e r

İrdelp Avrupadan doktor getirtilmesini

BUZ S A N D I K L A R I N I ATTIRIYOR

Page 218: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

218 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Savarona Marmara 'ya doğru yol aldı. Ertesi günü

Şarköy'e vardık. Çok güzel bir yaz günüydü. Ata 'nın

canı yukarı çıkmak istiyordu. Böyle havada hürriyet a-

şığı bir insan için kamarada kapalı kalmak ne demek­

t i ? F a k a t doktorlar ona dışarı çıkmasını kesin olarak

yasaklamışlardı. Böyle olduğu halde.

— Çelebi Efendi, şezlongu güverteye çıkar...

Emrini verdi, is ter istemez emrini yerine getirdim.

Bir taraftan da üzülüyordum Ya hastalığı geçmezse,

artarsa diye kaygı içindeydim.

A t a t ü r k güverteye çıktı. Şezlongta bir süre u-

zandıktan sonra tekrar aşağıya indi. A ç ı k hava onu

fazlasıyle yormuştu. O geceyi Şarköy'de geçirdik. A-

tatürk'ün şerefine g e c e halk sahilde bir fener alayı

düzenlemişti. Fakat Atatürk 'ün dışarı çıkmadığını g ö ­

rünce üzüldüler. Ne çare ki, hastanın ayakta dura­

cak hali yoktu. Bunu halka duyurmamak gerekti . M i l ­

let Ata'sının hastalığını biliyordu. F a k a t bu derece

ağ ı r bir hal aldığı saklanıyordu.

O gün yatla Marmara 'da dolaştık. Bu süre için­

de Ata türk kâh kamarasında dinlendi, kâh yasak ka­

rarını dinlemiyerek güverteye çıktı. Ertesi günü Dol­

mabahçe önlerine demirledik.

T a m 56 gün yatta istirahat ettikten sonra bir gece

Atatürk 'ü koltuğa oturttular. Kol tuk başta Kı l ıç Al i ,

Muhafız A l a y Kumandanı İsmail H a k k ı Tekçe, Pol i s

memuru Faik Çelen, Başyaver Celâl Üner, bir de ka­

pıdaki nöbetçi askerin elleri üzerinde Savarona yatın­

dan alınarak ağır ağ ı r merdivenlerden indirildi. İstan­

bul motoruna bindirilerek Dolmabahçe Sarayına götü-

rüldü.

Bu gidiş Atatürk 'ün son gidişi oldu. B i r daha

Savaronaya dönmek kısmet olmadı.

Page 219: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 219

MAREŞAL ÇAKMAK'LA YATTA

A T A T Ü R K daha Savarona yatında hastay-

ken Ankara'dan o zaman Başbakan bu­

lunan Celâl B a y a r ile Genelkurmay Başkanı olan M a ­

reşal F e v z i Çakmak ta sık sık İstanbula gel i r ve A t a ­

türk'ü z iyaret ederlerdi.

Ata türk Mareşal Çakmak'ın ziyaretine çok önem

verir ve hiç kimseye göstermediği saygıyı ona gös­

terirdi. Çankaya davetlerinde bile öyleydi, Mareşalin

bulunduğu ziyafetlerde masaya içki konmaz. Ata türk

de o gece yemekte içki perhizi yapar ya da bir iki

kadeh içer, sofra en geç gece saat 11 de dağıtılır, sa­

bahlara kadar devam eden şölenlere veda edilirdi.

Mareşal F e v z i Çakmak, Savarona yatına gele­

ceği zaman A t a t ü r k hasta olduğu halde yatın iskele­

sine çıkar, bir iki saat süren toplantılardan sonra yine

iskeleye kadar get i r ip motora bindirirdi.

Page 220: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

220 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Ata 'n ın hastalığı sırasında eski Başbakan ve A t a ­

türk'ün Kurtuluş Savaşı arkadaşı İsmet İnönü'nün

geldiğini hiç görmedim. Aradan günler geçt ikçe bu

merak adamakıllı içimi kemirmeğe başladı. A c a b a

aralarında bir dargınlık mı vardı? Sonunda dayana­

madım. B i r gün Başyaver Celâl Beye sordum:

— İsmet Paşa Atatürk 'ü çok severdi. N i ç i n gelip

g ö r m ü y o r ?

— Cemal, bir kaç defa gelmek için telefon etti.

Ata türke haber verdik. İ smet Paşa gelip sizi z iyaret

e tmek istiyor, dedik. «Ankara 'dan ayrı lmasın.» diye

cevap verdi. B iz de İ s m e t İnönüye Atatürk 'ün sözle­

rini aynen tekrarladık. Bunun tepkisinin ne olduğunu

bilmiyorum...

A r t ı k bu karın şişmesi tehlikeli bir hal yaratt ı­

ğından su alma yoluna gi tmekten başka çare göremi-

yorlardı. Fakat doktorlar su alma işlemini elden ge l­

diği kadar gecikt irmek kararında görünüyorlardı. A t a ­

türk te durumun ciddiliğinin farkındaydı. H a t t a bir

gün doktorlara:

— Su almak ameliyesi tehlikeli midir, acı ver ir

m i ? diye sormuştu. F a k a t doktorlar onu kaygı lan­

dırmamak için çok basit olduğunu, hatta bu işi ken­

dileri değil, asistanlarına yaptırdıklarını söylüyorlar­

dı. Asl ında bu, doktorların sakladıklarından da teh­

likeli bir şeydi. Barsaklardan biri de delinebilirdi.

Page 221: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 221

VASİYETNAMESİNİ EMİRLE

YAZDIRDI

şeli görünmek istediği halde acı içinde kıvrandığı belli

oluyordu. Yorgunluk ve halsizlik yüzünü inceltmiş,

onu bitkin bir hale getirmişti. Karnının su toplaması

yüzünden artık yatakta dik oturamaz hale gelmişti.

Bu yüzden arkasına yastıklar koyuyorlardı.

Sonunda A t a t ü r k bütün dayanıklı l ığını kaybetme­

ğe başladı. A r t ı k acıya dayanamaz hale gelmişti . . .

Doktorlara:

— Karnımdaki suyu bir an evvel alın... Diye

emir verdi. F a k a t hiç birinde buna cesaret yoktu. Da­

ha bir süre suyun alınmamasını uygun görüyorlardı.

Atatürk'ün suyun alınması için diretmesi, t a m

da Fransız doktorunun ikinci gelişine rastladı, Dok­

tor, Atatürk 'ü daha iyi bulacağını umut ettiğini söy­

lemişti. F a k a t gel i r ge lmez düş kırıklığına uğradı.

Bunun üzerine Atatürk 'e bakan T ü r k doktorlariyle

H A S T A L I K gitt ikçe ilerliyor, karın git t ik­

çe şişiyordu. Ata türk çevresindekilere ne-

Page 222: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

222 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Fransız doktoru arasında uzun süren bir görüşme

oldu ve Atatürk'ün karnından suyun alınmasına karar

verildi. Yoksa acısını hafifletecek başka hiç bir çare

kalmamıştı ve bunu yapmağa zorunluydular. Yoksa

hastalık daha kötüye doğru g i tmeğe başlamıştı.

Atatürk, karnından i lk kez su alınmasından bir

süre önce vasiyetnamesini hazırlamış ve kendi eliyle

notere vermişti. Çünkü yavaş yavaş öleceğini artık

O da anlamıştı.

Karnının git t ikçe şişmesi, idrarının kesilmesi,

Avrupa'lardan getirilen doktorların hastalığının kar­

şısında elleri kolları bağlı kalması, O'na ölümün kaçı­

nılmaz bir şey olduğunu anlatmıştı.

Hastalığının « S i r o z » olduğunu biliyordu,

Vasiyetnamesinin hazırlanması için U m u m î K â t i p

Hasan R ı z a Soyak'ın yardımını istediğini duymuş­

tuk. Bir gün Soyak'ı çağırdı. Mal olarak nesi varsa

bir listesini çıkarmasını istedi. Umumî K â t i p buna

hiç lüzum olmadığını, kendilerine yapılacak operas­

yonun basit ve tehlikesiz bir şey olduğunu, bundan

kaygı lanacak hiç bir şey bulunmadığını söylüyorsa da

dinletemiyordu...

— Bunu behemahal yapalım... Diyorsa. Emir

emirdi.

H e m daha fazla ısrar etmesi, zaten hasta olan

Atatürk 'ü üzebilirdi.

Umumî Kât ip bürosuna giderek kayıt lardan iste­

d iğ i listeyi çıkarıyor. Bu liste esas tutularak Kocaeli

Mil letveki l i Selâhattin Y a r g ı ile bir vasiyetname ha­

zırlanıyor.

Ata türk vasiyetnamesinde bütün mal ve mülkünü

yine millete bırakmaktaydı. Şahsî servetinden, çok

yakınlarına, sevdiklerine aylık bağlanıyordu.

Page 223: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 223

Vasiyetnamede yaşadıkları sürece kızkardeşi

Makbule Atadan'a ayda 1000, Prof. A f e t İnan'a 800,

tayyareci Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü 'ye 200, Rükiye

ve Nebi le 'ye de 100 er lira bırakıyordu. A y r ı c a Sabi­

ha Gökçen'e bir ev alabilecek para verilecek, Makbu­

le Atadan' ın da Çankaya'da oturduğu ev ölünceye

kadar emrinde kalacaktı. Bunlardan başka İsmet

İnönü'nün çocuklarına yüksek öğretimlerini bitirince­

ye kadar gereken yardımın yapılmasına ilişkin bir

madde de vardı.

Umumî K â t i p Hasa R ı z a Soyak, Atatürk'ün em­

rett iğ i gün Al t ıncı N o t e r İsmail Kunter ' i Ata 'nın

y a t m a k t a olduğu üst kattaki denize bakan odaya

götürüyor. A t a t ü r k onları pijaması ve robdöşambrı

sırtında, traş olmuş vaziyette karşılıyor. Sigara ve

kahveler içildikten sonra bir süre şundan bundan k o -

nuşuluyor; fakat hastalığından hiç sözedilmiyor. So­

nunda U m u m î Kât ip ' le Noter , g i t m e k üzere ayağa

kalkıp izin istedikleri zaman, masanın üzerinden al­

d ı ğ ı kapalı bir zarf ı Notere doğru uzatarak:

— Bu benim vasiyetnamemdir. İcabett iği zaman

açarsınız. Diyordu. Hasan Rıza Soyak sonradan bun­

ları anlatırken gözlerinin yaşlarla dolduğunu farket-

miştim.

Page 224: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

224 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

A R T I K D U A EDİYORDUK

ca iyi bir haber alır umuduyla heyecanlanıyor, fakat

beklediği müjdeyi göremiyordu. Milletten hastalığın

gidişi saklandığı için henüz işin tehlikeli hali memle­

kete yayılmamıştı. Avrupadan doktorlar gelmişti, el­

bette ki bu hastalığa da bir çare bulacaklar, A t a ­

türk'ü eski sağlığına kavuşturacaklardı. H a l k bu

şekilde avutuluyordu.

Oysa biz işin içindeydik. H e r saat değil, hatta

her dakika kulağımıza bir başka haber çalındığı için

gece uykularımızda bile Atatürk ' ten başka şey dü­

şünemez olmuştuk. Yarabbi, ne buhranlı günler g e ­

çiriyorduk. H e r gece O'nun yaşaması için A l l a h a dua

ediyordum. Çok zaman yast ığ ım gözyaşından sırsık­

l a m ıslanıyordu. Günler geçiyor, fakat beklenen i y i

haber bir türlü gelmiyordu.

Atatürk 'ün karnından ilk olarak bir tenekeye ya­

kın su alındıktan sonra O'nun birden çöktüğü, çok

B Ü T Ü N memleket Atatürk'ün hastalığıy­

la i lgil iydi. H e r k e s sabah gazetesini açın-

Page 225: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

GİZLİ DEFTERİ 225

zayı f düştüğü haberi geldi. Böyle olduğu halde içi-

mizde yine bir umut belirmişti. Sudan kurtuldu, belki

düzelir diye düşünüyor, birbirimizle hastalık hakkın­

da fikir yürütüyorduk.

Su alındıktan sonra Ata türk biraz sakinleşmiş

diye duyduk. Fakat gece inlemeleri kesilmedi denilin­

ce, yüreğim ağzıma gelir gibi oldu.

O sıralar ben, Savarona yat ıy la Bebek'e g i t t im.

Y a t ı neden Dolmabahçe önlerinden kaldırıp Bebek'e

göndermişlerdi bilmiyordum. Fakat hemen her gün

Saraya gel iyor, arkadaşlarımdan Ata 'nın sağlık du­

rumu hakkında bir şeyler öğrenmeğe çalışıyordum.

Yat taki personel de gözleri yolda, akşam benim dön­

memi sabırsızlıkla bekliyor, beni güvertede karşılı­

yor, fakat ağz ımı açmadığımı görünce, bir değişiklik

olmadığını anlıyarak susuyorlardı.

F . 15

Page 226: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

226 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

ÇOK ACI ÇEKİYORDU

A T A T Ü R K hasta yat t ığ ı son günlerinde ge-

rek Savarona yatındayken, gerekse Dol-

mabahçe Sarayı'nda gecel ik kıyafeti olan entariyle

dolaşır ve uzanırdı. Fransız doktorunu sevmeyişine

karşı, hiç bir zaman başucundan ayrı lmayan Doktor

Şakir A h m e t ve Ziya N a k i ' y e karşı derin bir sevgi

besliyordu. Türk doktorlarına daha çok güvendiği

her halinden belli oluyordu.

Koltukla Savarona'dan Dolmabahçe'ye taşındık­

tan sonra Atatürk, daha önce neden Saray'a gelmedi­

ğine üzülür bir hal takınmıştı. Çünkü yattaki cehen-

nemi andırır sıcaktan burada eser yoktu. Saray' ın

odaları daha serinceydi. H e m burada buz sandıkları

gerekmiyordu.

Atatürk 'ün karnı günden güne şişiyordu. Bu yüz­

den nefes almakta güçlük çektiğini görüyorduk. Bizi

artık pek yanına bırakmıyorlardı. P e k önemli bir g ö ­

rev için doktorların istediği bir şeyi götürmek üzere

kapısına gidiyor, çoğu zaman da içeri g irmeden dö­

nüyorduk. Ancak kapının aralığından ne görebilirsek

o kadar... Ata'nın hastalığı hepimizin kolunu kanadını

kırmış, Saray derin bir ölüm sessizliğine bürünmüştü.

Page 227: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 2 2 7

SON BAYRAMI

A T A T Ü R K ' Ü N durumu ağırlaşıyor v e ya-

pılan iyileştirme çalışmaları sonuçsuz ka­

lıyordu. Günden güne bir mum gibi eridiğini görü­

yorduk. Bir ara Atatürk'ün Ankara 'ya g i tmek için

israr ettiği, «Orada yapacak çok mühim işlerim var.

Beni derhal Ankara 'ya götürün,» diye emir verdiğ i

söylentileri çıktı. Hepimizi bir heyecan dalgası kap­

ladı. Gider mi gider.. . D i y e düşünüyorduk. Giderse

ne olur? Trenin sarsıntısından daha çok kuvvetten

düşer mi, yoksa daha büyük bir felâket gel ir m i ?

Gitmezse kurtulur mu? Diye aramızda tartışmalara

başlamıştık. Bütün günümüzü bu tür konuşmalar alı­

yordu. Sonunda doktorların elbirliğiyle verdikleri ka­

rar her şeye üstün oldu. Atatürk, Saraydan hiç bir

yere çıkarılmayacak, gerekt iğ i kadar Ankara yolcu­

luğu konusunda oyalanacaktı.

Hastal ık ilerledikçe kaygı lar da artmağa başla­

dı. Belki yararl ı olur umuduyla Avusturya ve A l m a n ­

ya'dan birer tanınmış profesör getirti ldi. F a k a t so­

nuç değişmedi. Bunlar da ayni hastalığı buldular ve

ayni tedaviyi uygulamağa başladılar.

Page 228: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

228 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Bebek'le Dolmabahçe arasında nasıl gidip geldi­

ğ imi şimdi düşündükçe o günleri yaşar gibi oluyorum.

Heyecandan bitkin bir hale gelmiştim o günler...

Bazan korkudan, kötü, acı haberin korkusundan Sa­

ray'a gidemediğim zamanlar da telefonla Dolmahçe'-

nin santralını bulup ürkek ürkek santral memuru K e ­

mal Bey 'e «Değiş ikl ik var m ı ? » diye soruyordum. On­

dan « H a y ı r » cevabını alınca içime su serpiliyor, he­

men yattaki arkadaşlarımın yanına koşup « Ç o k şü­

kür daha yaş ıyor» diyordum. Ondan sonra hep bir­

den «İnşal lah kurtulur» diye başlıyorduk duaya.

Böylece 1938 yılının Cumhuriyet Bayramı gelip

çattı. H a l k a bir şey duyurmamak ve şehirde yas ha­

vası estirmemek için şenliklerin eskiden olduğu gibi ya­

pılması uygun görüldü. Yine taklar kuruldu, parlak

bir geç i t töreni yapıldı, gece fener alayları düzenlen­

di. H a t t a Kuleli'liler Sarayın önüne vapurla gel ip gös­

teri yaptılar. Gece sabaha kadar havayi fişeklerle

şenlikler sürüp gitti .

B i z Cumhuriyet Bayramı 'nın onbeşinci yı l şenlik­

lerine candan katılamadık. İç imiz kan ağlıyordu.

H e p Büyük A t a ' y ı düşünüyorduk. Kimbil i r O, şen­

likleri göremediği için ne kadar üzülmüştür. Sevgi l i

milletinin arasına katı lamadığı için kendi kendini

yemiştir.

Page 229: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 229

SON DAKİKALARI

C U M H U R İ Y E T Bayramı 'nın ertesi günü

Atatürk 'ün ateşinin birden bire yükseldi­

ğini duyduk. İç imizi derin bir üzüntü kapladı. K i m ­

senin ağzını bıçak açmıyordu. Derken, bir haber daha

geldi: Ata türk komaya girdi.. . Bütün Saray ileri g e ­

lenlerini, iğne üstünde uykusuz tutan bu ilk koma,

kırksekiz saat sürdü. Komadan sonra birkaç kelime

konuştuğunu öğrendik. A r t ı k sakinleşti, deniyordu.

Hepimizi bir ferahlık kaplamıştı. Bayağı umutlan-

mıştık. Tehl ikeyi atlattı diye düşünüyorduk.

Atatürk, atlattığı tehlikenin farkındaydı. Çevre­

sindekilere: «Bana ne o l d u ? » diye sormuş ve « D e r i n

bir uyku uyudunuz» karşılığına pek inanmamıştı. Fa­

kat inanmadığını beli etmek istemiyor görünmüştü.

Birinci komadan sonra artık doktorlar Atatürk'ün

başından ayr ı lmaz olmuşlar diye duyduk. Dr. N e ş e t

Ömer her zaman başucunda, öbürleri de ikişer ikişer

nöbetteymişler. Birinci komadan kurtuluşun verdiğ i

sevinç uzun sürmedi. Atatürk'ün karnındaki su yine

çoğalmağa başladı. Yatakta oturamaz; uzanamaz o l­

du. Çektiği acı arttıkça arttı. F a k a t öylesine daya-

Page 230: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

230 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

nıklıydı ki, herkesi bu hali şaşkına çeviriyordu. H e r

sabah gazeteleri başından sonuna kadar okuması eski

halini hatırlatıyordu.

A t a t ü r k artık nefes almakta da güçlük çekiyor­

du. Bu yüzden yeniden karnından su alınmasında is­

rar e tmeğe başladı. Doktor lar önce buna karşı çık-

tılarsa da, sonunda oybirl iğiyle suyun alınması konu­

sunda birleştiler. İkinci su da alındı. F a k a t bu ope­

rasyon, A t a ' y ı iyiden iy iye halsiz bırakmağa yetmişti.

Sonunda 8 Kas ım günü kay ettikten sonra ikinci ko­

maya girdiğini duyduk.

Atatürk 'ün berberi Mehmet, birden bire fenalaş­

tığını ve kay etmeğe başladığını haber verince, Hasan

R ı z a Soyak, K ı l ı ç Al i , N e ş e t Ömer v e Abravaya, A -

tatürk'ün başucuna koşmuşlar. Atatürk onlara « S a a t

k a ç ? » diye sormuş...

9 Kasım' ı dalgın bir halde geçiren Atatürk, daki­

kadan dakikaya sönmeğe başlamış. Gelen haberlere

g ö r e artık umut kalmamıştı. Doktorlarda da umut

yoktu. Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. A r t ı k hayat bi­

ze zindan gibi görünmeğe başlamıştı. O geceyi uyku­

suz geçirdim. Yine de dua etmekten kendimi alamı­

yordum.

Page 231: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 231

S A L İ H BOZÜYÜK

K E N D İ N İ V U R U Y O R

A T A T Ü R K ' E oniki yıl l ık hizmetim bir f i lm

gibi gözlerimin önünden geçti. B o ğ a z ı ­

ma bir şey tıkanmıştı. Kâbus içinde, sırsıklam terle-

miştim. Sabahı güç ettim. Şafakla beraber biraz da­

lar gibi olmuştum.

Uykusuz gecenin sabahında vücudum ezilmiş g i­

bi yatağımdan çıktım. Biraz sonra Saray'a gider, va­

ziyeti öğrenir im diye düşünüyordum.

Y a t t a işlerimi bitirirken Bebek Pol is Karako­

lunun bayrağının yavaş yavaş yar ıya doğru indiğini

gördüm. Bütün vücudum sanki karıncalanıyordu. Bir

anda şiddetli bir ürperti sardı her yanımı...

O anda acı gerçeği anlamıştım. Demek ki, A t a ­

türk yaşamıyordu artık. O mavi gözler bir daha par-

lamamak üzere sönmüştü. Bir an duygusuz, taş gibi

kaskatı kaldım. Ne ağlıyabiliyor, ne de bir ses çıka­

rabiliyordum. Bir süre içim ürperme dolu öyle durak-

sadım. N e d e n sonra kendimi toparlayıp aşağıya koş­

tum. Arkadaşlar ıma: « Ö l m ü ş . . . » Diyebildim.

O anda ya t ta bir feryat figandır başladı. H i ç

kimse gözyaşlarını tutamıyordu. Benim de o ilk duy­

gusuz, taş gibi halim geçmiş, yanaklarımdan yaşlar

süzülmeğe başlamıştı.

Page 232: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

232 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

Kendimi toparladıktan sonra rıhtıma çıktım. H e ­

men telefona sarılarak Saray'ın santral memuru K e ­

mal Beyi aradım. Hâlâ inanamıyor, inanmak istemi­

yordum. Sesimi duyunca tanıdı. Sadece « D o ğ r u » diye­

bildi. Başka bir şey söylemedi.

H e m e n bir taksi çevirip Dolmabahçe'nin yolunu

tuttum. Rüyadaymış gibi gidiyordum. Beynim zonk-

luyordu. Saray'a nasıl vardım bilemem. Orası görüle­

cek şeydi. H e r yan derin bir sessizliğe bürünmüştü.

Boşalmıştı denebilir. H i ç kimse kalmamıştı. H e m e n

oradakilere:

— Ne oldu, ne var? D i y e sordum.

A l d ı ğ ı m cevap sessizlikten başka bir şey değildi.

Bu arada Atatürk'ün bâzı çok yakınlarının durumla­

rını sağlamlaştırmak için Ankara 'ya koşuştuklarını

öğrenince üzüntüm bir kat daha arttı. F a k a t bunlara

karşı Atatürk 'e bağl ı l ığ ım hayatıyla ödeyen kimseler

de vardı. O'nun ölümüne dayanamayıp acıdan kendiıü

tabancayla vuran Bilecik milletvekil i Salih Bozüyük

kanlar içinde bir köşede yatıyordu.

Bu manzarayı görünce biraz daha fenalaştım. Sa­

lih Bozüyük o anda ölmemiş, ama aldığı yaraların

etkisiyle bir yıl sonra hayata gözlerini kapamıştı.

Atatürk 'e bu denli aşkla bağl ı bir insanın daha olabi­

leceğini sanmıyorum. Salih B e y gösterdiği fedakâr­

lıkla, hayat ım boyunca gözümün önünden g i t m i y e c e k

kişilerdendir.

Page 233: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 233

Y Ü Z Ü N D E K İ T Ü L B E N T İ KALDIRIP BAKTIM

A T A T Ü R K Dolmabahçe Sarayı'nda H a -

rem Kısmında, her zaman yatt ığı odada

yatıyordu. A r t ı k bu odaya bakamıyor, fenalaşıyordum.

Yaldızl ı mobilyalar, üzeri yaldızla süslü mavi tavan

bir ölüm rengine bürünmüştü. A t a t ü r k bu odada son­

suz uykusunu uyuyordu. Geniş bir yatakta, tek yas­

t ıkta yatıyordu. Hayat tayken gülkurusu rengini se­

verdi. Yine öyle bir renk içinde sonsuz uykusuna dal­

mıştı.

Saray'da R ı z a adlı bir sofracı arkadaşım daha

vardı. Onunla beraber yavaşça odadan içeri süzülmüş­

tük. Çenesi bağlanmış vaziyette hareketsiz duruyor­

du. İ k i genç subay ayak ucunda nöbet bekliyorlardı.

Ata türk öldükten bir saat kadar sonra İstanbul'daki

Ordu Müfettişi, Ankara'dan verilen emirle cenaze tö­

reni için hazırlıklara geçirilmiş, üniformalı subaylar

tarafından başucunda nöbet tutulmağa başlanmıştı.

İşte ölümüne bir türlü inanamadığım o büyük

insan, o koskoca tarih biraz ilerde çenesi bağlanmış

şekilde yatıyordu. H e r gelip geçici insan gibi o da

göçmüştü. F a k a t O, dünya durdukça yaşayacak ender

insanlardan biriydi.

— Bir türlü öldüğüne inanamadım. Aç bakalım

yüzünü. Dedim.

Page 234: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

234 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Yüzündeki tülbenti açtırdım. Gözyaşlarımı içime

akıtarak yüzüne, bir daha sadece resimlerinde g ö r e ­

ceğ im yüzüne uzun uzun baktım. Yüzü hafif siyahtı,

morarmış gibiydi.

— Hakikaten şimdi inandım... Dedim.

O günü nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Kendime

sahip değildim. Saraydan bir türlü ayrı lamıyordum.

O anda yattaki görevi kim düşünür.

Saray'da o güne kadar görülmemiş bambaşka bir

çalışma vardı. Abanoz ağacından bir tabut yapılmış­

tı. Bunun içini kurşunluyorlardı.

A k ş a m üstü sofracı İbrahim'le Selâmlık kısmın­

da oturup dertleşirken İsmail H a k k ı Tekçe ( P a ş a )

geldi. İbrahim'le bana dönerek:

— Son vazifemizi de yaptık. Yıkandı, kefenlen­

di. Dedi. Sonra nöbet sırası geldi, diyerek ünifor­

malarını g iy ip nöbete g i t t i . Giderken arkasından şöy­

le dedim:

— Beyler, Paşalar, şimdi hepiniz geldiniz. A t a ­

türk'ü bekliyorsunuz. Yı l larca onu iki cahil sofracının

eline bıraktınız da şimdi mi geldiniz?

Cenaze töreninin bütün ayrıntılarını biliyorsu-

nuz. Cenaze, Sarayburnu'ndan Zafer Torpidosu'yla

Yavuz 'a alınıp, İ z m i t ' e doğru yol alırken, onu izleyen

yabancı donanmanın gerisinde Savarona yat ıy la biz

de bulunuyorduk. Donanmayı Adalara kadar izledik.

Önce cenaze töreni programına biz alınmamıştık. F a k a t

Savarona'nın o dönemde süvarisi bulunan Sait K a p ­

tan, yatı protokole sokabilmek için Saray'a g i tmiş ve

çekişe çekişe istediğini yaptırmıştı. Onun:

— Büyük adamları ölümünde atı ile yat ı takip

etmelidir. . . Sözünü hiç unutmıyacağım.

Page 235: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 235

Ö L D Ü K T E N SONRA

A T A T Ü R K öldükten sonra Cumhurbaş-

kanı olan İsmet İnönü, Savarona yatını

hiç görmemiş. Görmeği istemiş. Y a t ı İnebolu'ya ça­

ğırdılar. B iz de Savarona ile İnebolu'ya gitt ik.

Orada öyle rıhtım falan yok. Kıy ıdan uzakta

demirledik. İ smet İnönü motorla yata geldi. H e r ta­

rafını gezdi ve beğendi. Kısa bir yolculuk yapıp i n e ­

bolu'dan Zonguldak'a g i t t ik . İnönü orada yattan ine­

rek trenle Ankara 'ya hareket etti.

Aradan üç yıla yakın bir zaman geçmiştir. Yıl

1941, Haziran 22... Atatürk'ün ölümünden sonra ben

yine Demiryol lar ı İşletmesi kadrosunda Savarona ya­

tında görevl iydim. A r t ı k eski imtiyazl ı durumum kal­

mamıştı. Yani Türkiye Cumhurbaşkanının hizmetkârı

değildim.

O zamanın Başbakanı olan Ref ik Saydamla, Dış­

işleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu İstanbul'a gelmişler.

İsmet İnönü'yle beraber Savarona yatına binmişler.

Gelibolu'ya doğru bir gez i yapıyorlardı. Güvertede

İsmet İnönü ile Ref ik Saydam başbaşa vermişler ko­

nuşuyorlardı. Konu, İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye '­

nin nazik durumuydu. O zaman çok zor durumda bu­

lunuyorduk. Derken salondan güverteye Saraçoğlu

çıktı. Cumhurbaşkanıyla Başbakanı böyle başbaşa

düşünür vaz iyet te görünce i

Page 236: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

236 A T A T Ü R K ' Ü N U Ş A Ğ I N I N

— Yahu ne var bunda düşünecek? Tarafs ız ol­

duğumuzu ilân ettik, anlattık. Buna rağmen çatarsa

çatar, harp yaparız. Çatmazsa zaten mesele yok. . .

Bu görüşmeden sonra Çanakkale Boğazına doğru

hareket ettik. Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu İs­

tanbul'da kaldılar.

O zaman dört bir yanımız ateşle sarılmıştı. İkinci

Dünya Savaşı bütün hızıyla sürüyordu. Almanlar,

Stalingrad ve Moskova kapılarına dayanmışlardı. H e r

an başımızda tehlike çanları çalıyordu. H e r sabah

gözlerimizi, kendimizi ateşin içinde bulabileceğimiz

bir güne açıyorduk. Hepimizin sinirleri bozulmuştu.

Gelibolu'da bir çok general ve yüksek rütbeli

genelkurmay subayı yata geldiler. Güvertede yine

memleketin durumu ve savaş gücü konuşuluyordu.

İnönü herkesin düşüncelerini dinliyor ve not alıyordu.

Biz de hizmeti düzenli yapmağa, bir pot k ı rmamağa

çalışıyorduk. Konukları en iyi şekilde ağır lamak isti­

yorduk.

İnönü, genç bir kurmay subayına şöyle sordu:

— Almanlarla harp edersek muvaffak olur mu­

yuz?

Subay düşünmeden şu cevabı verdi:

— Paşam, bizi Almanlar Trakya 'da yenerler,

fakat Anadolu'da başlarına belâ oluruz...

Bunun üzerine İ s m e t İnönü « Y a a a » diyerek baş­

ladı kendi anlatmağa:

— Şimdi Almanlar saatte seksen ki lometre iler­

liyorlar. Bu durum karşısında Ruslar bir buçuk ayda

mağlûp olurlar. Bu bizim için de büyük kazanç olur.

Kafkaslar ı alırız. Türkiye 'nin nüfusu da otuz sekiz

mi lyon olur. (O zaman nüfusumuz sadece onsekiz

mi lyondu) . A y n i zamanda Baku petrollerine de kavu­

şuruz.

Page 237: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 237

İnönü sevinç içindeydi. Kabına sığamıyor, adeta

gelecekteki Türkiye 'y i yaşar gibi oluyordu. Bu sırada

yanında bulunan Amira l Şükrü Okan'a dönerek:

— Rus donanması ne olur? Deyince:

— Paşam, Beykoz önlerinde demirler. Gemilerin

kamalarını alır, harbin sonunu bekleriz... Cevabını

aldı.

Bu görüşme sırasında yat ta bulunan Fahrett in

Paşa, İnönü'ye:

— P a ş a m İran harbe g irer m i ? Diye bir soru

sormuş ve şu karşılığı almıştı:

— İran'a harp yok...

Bunları duyunca, ileride belki ağzımdan lâf ka­

çırırım diye korktum. Daha fazla konuşulacakları

duymamak için kamarama çekildim. Ne olur, ne ol -

maz.. . F a k a t aksilikler korktukça üzerime geliyordu.

Baktım İsmet İnönü'nün y i rmi yıl l ık hizmetkârı

Osman Efendi, kamaramın kapısını aralamış:

— Cemal, şimdi Hit ler Radyoda Rusların bir bu­

çuk ayda yıkı lacağını söyledi... Deyince ben de:

— Yıkıl ırsa yıkılsın, bize ne?.. Dedim.

Biraz sonra yine ayni arkadaş geldi:

— Göbels Radyoda Rusların birbuçuk ayda yıkı­

lacağını söyledi... Deyince ben de gayet safiyane:

— Ulan aptallığın âlemi yok. Bu iş birbuçuk ayda

olmaz...

Bizim bu konuşmalarımızı m e ğ e r kamarot F a ­

ruk not eder dururmuş. Farkında bile değildim.

Page 238: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

238 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

YATAK ÇARŞAFLARI

larını almak için Bandırma'nın yolunu tuttu. Bandır­

maya gelmeden bir saat önce Bayan Mevhibe İnönü

beni çağırdı:

— Renda'nın kamarasının yatak çarşaflarını de­

ğiştirin... Dedi.

— Hanımefendi, çarşafları pis mi buldunuz?

Deyince :

— Hayır , fakat değiştirin, bizim çarşaflardan ol­

sun... D i y e karşılık verdi.

Bizim çarşaflar dediği, yine benim L a z z a r i Fran-

ko'dan yaptırdığım patiska çarşaflardı.

— P e k i emredersiniz... Deyip emir verdim ve çar­

şaflar değişti...

K a m a r a m a geldiğ im zaman Dr. Fazı l Beyle

çarkçıbaşı Hüseyin ve ikinici çarkçı Muhittin Özege

vardı.

— Ne o Cemal, canın sıkılmış senin?

Deyince kendimi toparladım:

— Bir şey yok.. . D i y e cevap verdim. F a k a t onlar

israr ediyorlardı:

S A V A R O N A yat ı ertesi günü eski M e c ­

lis Başkanı Abdülhalik Renda ile çocuk-

Page 239: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 239

— E v e t canın sıkılmış senin, nen var söyle?..

Deyince ben de:

— Çarşafları beğenmediler. Sanki babalarının

evinde böyle güzel çarşaf görmüşler gibi. Keten çar­

şaflar ne kadar da güzeldi görseniz... Diye cevap

verdim. Bunun üzerine:

— Aldırma geçer... Dediler.

Bu konuşma sırasında ben farkında değilim. Ka­

marot Faruk yine oradaymış. Benim bu ikinci ko­

nuşmamı da ganimet bilmiş. Hemen jurnal etmiş.

Aradan onbeş gün geçtikten sonra İstanbul Polis

Müdürü Selahattin Bey' le iki sivil polis memuru ve

Denizyol lar ı U m u m Müdürü Kemal Baybora iki motorla

gelip, kamaramı aradılar. Al lahtan beni bütün polis

tanıyordu:

— Sen bir kitap okuyormuşsun, o kitap nerede?

Dediler.

Beni götürmeleri için bir bahane lâzımdı. Bu ba­

hane de, okuduğum bir Rus eseri... Onunla suçlandı-

racaklardı.

— Evet, dedim. K i t a p benim değil, daha da oku­

madım. Güneş salonunun rafında duruyor.

Polisler hemen oraya koştular. Raftan kitabı in­

dirdiler. Baktı lar ki, Maksim Gorki'nin « A y a k t a k ı m ı »

adlı Şehir Tiyatrosu'nda oynanan piyesi. Derken bizi

yaka paça alıp, E m n i y e t Müdürlüğüne götürdüler.

Birinci Şube'nin üst kattaki misafirhanesinde

g a y e t güzel bir loca. Al lahtan ki yataklı . Polisler ba­

na:

— T e k yataklıda mı y a t m a k istersin, yoksa

çift yataklıda m ı ? Diye sordular. Ben de:

— Tabii tek yataklıda diye karşılık verdim.

Page 240: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

240 A T A T Ü R K Ü N U Ş A Ğ I N I N

Al lah razı olsun o devrin polislerinden. Yoksa ha­

l im yamandı. T a m üç gün gayet nazik muamele g ö r ­

düm. Üçüncü gün sorgular tekrar başladı. F a k a t bu

kez soru sahipleri Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Ba­

kam, Sıkıyönetim K o m u t a m gibi önemli kişilerdi. Bu

idare adamlarıyla aramda şöyle bir konuşma geçt i :

— Senin tahsilin ne kadar?

— Al t ıncı sınıfa kadar.

— Nerelis in?

— İzmir ' l iy im. Salihli'de doğdum.

— Baban nereli?

— O da oralı...

Derken damdan düşercesine şu soruyu sordular:

— Senin Ruslardan tanıdığın filân var m ı ?

— Türklerden dahi yok. Ben yılarca Atatürk 'ün

hizmetinde kaldım. Tanıdığım kimseler ya sofracı, ya

şoför, ya da milletvekili, bakan gibi kimseler. Yaban­

cı milletten kimseleri tanımam. Bizler daima takipte

olduğumuz için kendi arkadaşlarımdan başkasıyla il­

gi lenmedim.

Beni sorguya çekenlere:

— Serbest m i y i m ? Diye sordum. İçişleri Ba­

kanı F a i k Öztrak, Pol i s Müdürüne:

— Bu adamı niçin getirdiniz? Diye sordu. Sonra

beni serbest bıraktılar.

Benimle beraber gelen sekiz arkadaş ta serbest

bırakıldı. Fakat hepsi Bakanlık emrine alınmıştı. Bu

vaz iyet tam kırk gün sürdü. Bir gün İsmet İnönü'nün

İstanbul 'a geldiğini duyunca Umumî Kât ip K e m a l G e -

deleç'e telefon et t im:

— Bir adamın ifadesiyle sekiz-on aileyi nasıl sü­

ründürürsünüz? D i y e sordum.

— Ben yapmıyorum, kanun yapıyor. . . Dedi.

Page 241: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

G İ Z L İ D E F T E R İ 241

— Hangi kanunla tevkif ettiniz, hangi kanunla

serbest bıraktınız? Pol is beni aradı, taradı, ne buldu?

Benim ihtiyacım yoktur, fakat öbür arkadaşlarım

çoluk çocuk sahibidir. Hiç olmazsa onların işlerini ve­

riniz. Dedim.

— Pekâlâ, onların işlerini ver ir iz . . . Dedi.

Arkadaşlar işlerine alındı, ama Savarona'ya değil,

başka gemilere. Bana gelince, tam sekiz yı l polisin g ö z

hapsinde kaldım. Beşiktaş'taki ev imi sattım. İ z m i r ' e

gi t t im. Orada da göz hapsi devam etti. Baktım, ola­

cak gibi değil. Kalkt ım Ankara 'ya g i t t im. Çankaya'­

da K e m a l Gödeleç'le görüştüm. Kendisinden bu vaz i­

yetin düzeltilmesini ve tekrar Denizyollarına dönme­

mi istedim. N e y s e bu isteğim kabul edildi. Yeniden g e ­

milere kumanyacı olarak alındım.

Bu anlatmış olduğum not lar konuk olarak kaldı­

ğ ı m Emniyet Müdürlüğü'ndeki dosyamda bulunmak­

tadır.

— S O N —

F 16

Page 242: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

İ Ç İ N D E K İ L E R

Önsöz 7

Başlarken 9

Saraya çağırıldım 1 3

« A ç ı n ı z Perdeler i 1 6

A d ı m ı değişt ir iyor 18

Ne yer, ne içerdi . . . 23

Çevresindeki asalaklar 27

Selanik'ten ne çıkar 29

Gözüm görüyor, ayağım da yerinde 32

Mısır l ı Muganniye 35

Beni imtihan ediyor 40

Havuzdaki çıplak kadınlar 43

İçkisine karışanlar 4 5

Uykusuzluk rekoru 47

Sofrayı terkediyor 50

Kontes"i şaşkına çevirdim 56

Servetlerinizi veriniz 58

Çallı İbrahim'le arkadaşı 60

Kayseri 'deki sürü sahibi 63

Hasta çobanı ziyaret i 66

Ayaklar ına kapanan kadın 70

Cumhurbaşkanı salonundaki at lar . . . 72

K ö p e ğ i Foks'un öldürülüşü 74

Çubukabad çamlığında 77

— 2 4 2 —

Page 243: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Bekir çavuş'un hizmeti 79

Şair ve edipler arasında 84

Nişancıl ığı 88

Yalnızl ığı 89

Ciğerlerimden hastalandım 91

« Ö z s o y » operası nasıl yazıldı 93

İran Şahı'yla sofrada 94

İ k i arslan bir posta s ığmaz 98

Bana Cemal H a n deyiniz 98

Şah'ın İsviçre 'yle konuşması 100

A f g a n Kralının gelişi 102

A ğ l a y a n Kraldan nasıl kaçtık 104

Venizelos'un gelişi 106

Yugoslav Kral ının gelişi 108

Konya'da bir o lay 110

Muhsin Ertuğrul ' la sofrada .. 112

Gözünden yaş get iren piyes 115

Art is t ler arasında 116

Kurbağal ı zil . . . 118

I r a k Kra l ı Faysal ' ın gelişi 120

Japon Veliahdına verilen ders 121

E m i r Abdullah'ın yat la gezisi 124

İngil tere K r a l ı Nahl in yatında . . . 127

M a d a m Simpson'a sunduğu kahve 129

Romanya K r a l ı Karol 'un gelişi 131

İ l k Türk filmini nasıl gördü 134

Fenerbahçe'ye bağışı 135

Samsun'a niçin çıkmış 136

Ruslarla bir eğlence gecesi . . . 137

Sami Paşa'nın eşinin süsü 140

Sakarya köprüsünde 141

Yakınlarına verdiği ders 143

Git mektubu get i r 144

Yûşa Hazretlerinin Dergâhı 147

— - 243 —

Page 244: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Ertuğrul yatını batırırım 148

A n k a r a Lisesi'nde . . . 150

A m e r i k a l ı gazeteci 152

Son Halife 'nin gözyaşları 154

Masrafını cebinden öderdi 156

Otomobilleri 158

«Elbiselerimi y a k ı n » 159

H â z ı m ' ı nasıl güreştirdi . . . 160

A d a l ı A y ş e Hanım 162

R i f a t Hoca'nın bağışı 163

Karabekir 'e sinirleniyor 164

Savarona Yatının hikâyesi 168

İki kadın gazeteci 172

T a y y a r e piyangosu 173

« S i z Senyörsünüz» .. .... 174

«Reisicumhurluk yapamazsın» 175

Kafese girdi 175

Beni oy vermeğe yolluyor 177

« P r o f e s ö r değils iniz» 179

«Birbir imizden ayr ı lmıya l ım» . . . 180

Kimse O'nun kadar güzel « A l l a h » diyemez . . . . . 182

Rus millî maçında . . . 181

Yunan maçından sonra . . . 185

Lüsyen Hanım'ı öpüşü 187

K a f a Ölçüsü 188

«Ben de sizin gibi insanım» . 189

«Mar i fe tmiş gibi evlenmişiz» 190

Köylünün eşeği . . . 191

Silindirli çoban . . . 192

R u m kadınıyla kavuncu 193

« T ü r k Tiyatrosu işte odur» 198

«Çelengi nereye koyarsamz koyun» 197

Viyana'dan gelen koltuk . . . 198

Berber Rıdvan' ı kovuşu 199

— 2 4 4 —

Page 245: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft

Çalınan Pırlantalar 202

Edvard Biyango Orkestrası 204

İnsanlar Şahtadır 205

Masaj yaptır ıyor 206

Biz im vil lamız y o k . . . 208

Yanında çalışanlar 209

Rüşvet verdiğimi duyunca 210

Kafanı tarihe y o r m a 212

« F e l a h yerinde kalsın» 213

Madam Vera 214

Üç dondurma yedi 215

Buz sandıklarını att ır ıyor 217

Mareşal Ç a k m a k l a yatta 219

Vasiyetnamesini emirle yazdırdı 221

A r t ı k dua ediyorduk 224

Çok acı çekiyordu 225

Son Bayramı 227

Son dakikaları 229

Salih Bozüyük kendini vuruyor 231

Yüzündeki tülbenti kaldırıp baktım . . . 233

Öldükten sonra 235

Y a t a k çarşafları 238

_— 2 4 5 —

Page 246: Cemal Granda Ataturkun Usaginin Gizli Deft