Top Banner
BUHÂRÎ TECRÎD-İ SARÎH’TE İKTİSAT- TİCARET NOTLARI İsmail Yurdakök [email protected] İÇİNDEKİLER Hırsa Gerek Yok, Rızık İçin 9 İslâm Öncesinde ve İslâm’ın İlk Günlerinde Yoksullara Yardım 9 Parfüm ve Kozmetik Sanayi: Geleneksel Bir Endüstriyel ve Ticari Sektör Olarak, İslâm İktisat Tarihinde 9 Zararlı/Yasaklanan Tüketim ve Hz. Peygamber’in Uyarısı 10 İpek Giyemez Erkekler. Dinsiz de Olsa Kardeşe Yardım Edilir/Hediye Verilir 11 Gümüş ve Altın Kap/Kacak Kullanmak Haramdır 12 Niçin Girmedi Hz. Peygamber, O Eve 14 Makam Ödeneğini Kullanmıyor 14 Giyside Harcamalara Dikkat 16 1
228

Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Mar 28, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

BUHÂRÎ TECRÎD-İ SARÎH’TE İKTİSAT-TİCARET NOTLARI

İsmail Yurdakök [email protected]

İÇİNDEKİLER

Hırsa Gerek Yok, Rızık İçin 9

İslâm Öncesinde ve İslâm’ın İlk Günlerinde Yoksullara Yardım 9

Parfüm ve Kozmetik Sanayi: Geleneksel Bir Endüstriyel ve TicariSektör Olarak, İslâm İktisat Tarihinde 9

Zararlı/Yasaklanan Tüketim ve Hz. Peygamber’in Uyarısı 10

İpek Giyemez Erkekler. Dinsiz de Olsa Kardeşe Yardım Edilir/Hediye Verilir 11

Gümüş ve Altın Kap/Kacak Kullanmak Haramdır 12

Niçin Girmedi Hz. Peygamber, O Eve 14

Makam Ödeneğini Kullanmıyor 14

Giyside Harcamalara Dikkat 16

1

Page 2: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Güzel Pahalı Giysi Kibre Yol Açarsa, Giyilmemeli 16

Habbab’ın Uyarısı 17

Süslenmesi Yasak Erkeğin 17 Mekruhtur Camilerin Süslenmesi 17

Duvarlarda Halı ve Portreler 19

Lüks Hayata ve Eğlenceye Hayır 20

Gereksiz ve Bidat Harcamalar 21

Çok Yiyen Yoksul Ve Abdullah b. Ömer: Haddinden Fazla Yemek deYasaklanmıştır 22

Fukaranın Hakkını Vermeyenler 23

Açların Gözlerinin Eritici Etkisi Vardır, Zenginlerin Mallarında 23

Ahlakî, Mâlî, Sosyal Etkileri, Zekâtın 24

Zekât Başka Şehre Gönderilir/Gönderilmez Diyenler 25

Savaş İlanı: Zekât Vermeyenlere 26

Komünist miydi, Ebû Zer? 26

2

Page 3: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Sürülmese Olmaz mıydı, Ebû Zer? 27

Buhârî’nin Kenz ile İlgili Görüşü 27

Süt Dağıtmak, Fakirlere 28

Çok Zengin Olacak, Yoksullar 29

Faydalı Harcama 30

Elbisesi ile Kefenlendi 32

Buhur Yakmayın Cenazemde 32

El İşlerini Satarak Yoksullara Yardım Eden Hz. Zeyneb 33

Diğer Zeyneb’in El İşleri 33

Serveti Korur, Yoksulu da Düşünür Zekât 34

Ölen Annesi İçin Sadaka Vermek 34

Arap Yarımadası’nın Ünlü Fuarları 34

İftar Yemeğini Yemeyip Kalkıp Gitti 35

Ne Kadar Su ile Abdest ve Boy Abdesti Alıyor, Hz. Peyagmber? 35

3

Page 4: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Vejateryen Değil, Hz. Peygamber 36

İmkan Varsa Cimrilik Yapmamak 37

Korkaklık ve İradesizlik Girişimciliğe Engel Olur 37

Boyasına Sidik Karıştırılan Yemen Kumaşları: Korumacılığın Bilinmediği Serbest Ticaret 38

İthal Giysiler, Umman’dan 38

Kandırmaca Yok Bak! Tüketici Hakları 1400 Yıl Önce 39

“Ver Hastalıklı Deveyi Geri!” 40

Müşteri Aldanmasını Önlüyor, Satıcının 40

Müslüman Olmayan Ustaların İnşa Etmesi, Medine Mescidi’ni 42

Ne Çeşit İşkence Yapılacak Cehennemde, Fâizcilere 42

Yedi Büyük Günahtan Biri: Fâiz Yemek 42

Yoktur Kaskatı Kalbinde Fâizcinin Zerre Kadar Erdem ve Dayanışma 43

Zirâî Yaşamda (Tarımda) Sahâbîler 44

4

Page 5: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Ticârî Hayatta Sahâbîler 44

Borçlulara Tolerans 45

Müslümana Yasak Sektörler 45

Helâl Olmayan Mal: Fitne 46

Kıtlık Zamanında Zenginlerin Ek Görevleri 47

Çarşıda Odun Satmaları Sahâbîlerin 47

Hangisidir, En Saygın/Temiz/Helâl İş ? 48

Fizyokrat Okul’un Öncüsü mü, Mâverdî ? 48 Yol Yapmak, Bu Hadisin Kapsamındadır 52

İki Hazine Genel Sekreteri/Gelirler Genel Müdürü 52

Namazda Borçtan Allah’a Sığınmak 53

Neden Acele Odasına Gitti, Hz. Peygamber ? 54

Şehir: Her Çeşit Sanatkârın Bulunduğu Yerleşim Birimi 54

Vergilerin Ağır Olmaması Gerektiği 55

5

Page 6: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Güçlü Dayanışma 57

İkişer İkişer Yemeyin Hurmayı 60

Bağışla O Bahçeyi Akrabalarına 61

Zeyne’l-Âbidîn Hazretleri’nin Göz Kamaştıran Bir Davranışı 62

Gayesi Gösteriş Olan Zengin Tipi 63

Zayıflar Yüzünden Rızıklandırılsınız 63

Yağmur Duası: Dünya ile Âhiretin İç-İçeliği 64

Kâmil Miras’ın İslâm’da Para Tarihi Konusunda Güzel Bir Araştırması 65

Büyük Bunalım: Bin Kırk Beş Yıl Önce 70

Bakır Heykel Eritilip Para Olarak Basılıyor 71

Birgivî’nin Görüşü: Paranın Değerinin Korunması Gerektiği 73

Dataların Kullanımı: Klasik İslâm Makro ve Mikro Ekonomisinde 76

Ailenin Yıllık ve Günlük Gıda Giderinin Hesaplanması 76

Şerîat’a Göre Zenginliğin Dereceleri 77

6

Page 7: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Değişik Kesimlere Değişik Miktarlarda Yardım: Devletin Zekât Bütçesinden 79

Ortalama Sermayesi Bir Tüccarın, Hz. Peygamber Zamanında 79

İplikçiler ve Kadı Şüreyh: Örfün Karşılıklı Ticaretteki Önemi 79

Haram Parayla Yoksullara Yardım, Kabul Edilmez 81

Bütün Bir Koyunu Yoksula Vermek 81

Büyük Şehre Göç Etmiş Ailelere, Kırsal Bölgelerden Zekât Yardımı 82

Bir Yıl Yetecek Erzakı Olanlara da Zekât Verilebilir 83

Toplumsal Ayrışma Fakirlerle Zenginler Arasında 84

Hükümete Vermek, Sadaka-i Fıtrı 89

Kayıt Dışı Ekonomi Yok, Hz. Peygamber’in Yönetiminde 90

Zehirli Otu Yiyince Karnı Şişer Hayvanın: Haram Servet... 90

Vatandaşlara Mali Destek 92

Arı ve Karıncanın Kenz Yapması 93

Kıtlık/Kriz Yıllarında Zekât Ödemeyi Erteleme veya Zekâtı

7

Page 8: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Zamanından Evvel Peşin Ödeme 93

(Yüksek) Vergi Mahkemesi 94

Zenginlik mi Fakirlik mi, Hangisi İyi? 94

Büyük Barajın Çöküşü 95

Arabistan’da İslâm Öncesi Ticârî/Ekonomik Hayat 95

Antik Toplumlarda Refah ve Kalkınma 96

Maddi Yardım ve Kölelere Özgürlük: Batı’dan On İki Yüzyıl Önce 97

Başkalarına Yardımda Orta Yol 97

Doğum Kontrolü ve Çocuk Düşürmeye Hayır! 97

Dünya Hayatının Önemi/Önemsizliği (İslâm İktisat Felesefesi) 97

Mekke’nin Bankerleri ve Veda Hacc’ında Fâiz Karşıtı Söylem 98

Toprak Reformu ve Komünizm Neden İşlemedi, Afganistan’da? 98

Müslümanlar Gelmeden Önce Medine’de Ticari Hayat 99

Barış: Mutlak Gerekli İş Hayatı İçin 100

8

Page 9: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Haset Yok: Çalışın 101

İslâm İktisat Felsefesi İçin Bazı Çarpıcı Örnekler 101

Prof. Mehmet S. Aydın’ın İslâm İktisadı Konusundaki Görüşleri 103

Aile Vakıfları: Farklı Bir Sosyal Güvenlik Kurumları 105

Tasarruf, Harcama ve Vasiyet 106

Dörtte Biri Geçmemek mi Lazım, Vasiyette? 107

Urve’nin Çok Başarılı İş Hayatı 109

Müslüman Olmayan İşçi Çalıştırmak 110 “Sol ve Muzur Ekonomik İdeolojiler” 111

Yemedi Yedi Yıl Koyun Eti 111

Sağlık Ekonomisi İçin Düşük Vergi Oranı 112

Dövülerek Pazardan Uzaklaştırılanlar 113

Haysiyetli Kişi Karışmaz Başkalarının Alışverişine 114

Asım Molla ve Günümüz Reklamcılığı 115

9

Page 10: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Son Beş Yüz Senede mi Medenileşti, İnsanlık? 122

Şirketleşme Kültürü, İslâm’ın İlk Döneminde 125

İki Yüz Ortak Olsa.. 126

“İktisadi Dehası Ebû Hanîfe’nin” 126

Timur Kuran’a Cevap, İslâm’da Şirket Kültürü Hakkında 127

Timur Kuran’a Bir Diğer Susturucu Cevap 128

Öme b. Abdülaziz’in İktisat Politikası 132

Buhârî’yi Türkçeye tercüme eden ve bu tercümeyi yaparken hemen bütün Buhârî şerhleri ile Nevevî’nin Müslim şerhi, Hattabî’ ninEbû Davûd şerhinden Hâkim’in Müstedrek’ine, Tabârânî’ye kadar, Kütüb-ü Sitte ve hemen bütün hadis külliyyetını gözden geçiren,konusuna göre ilgili fıkıh (İslâm hukuku) ve İslâm tarihi kitaplarındaki bilgileri de gözden geçirip ekleyen Ahmed Naim Bey ve Kamil Miras, 1925’den 1947 yılına kadar süren bu ilmi faaliyetleri sonucu, bilimsel yönden yeterli ve doyurucu bir çalışma ortaya koymuşlardır. Çalışmanın Türkçe olması, İslam dünyasında tanınamamasının en büyük nedenidir. 20. Yüzyılda İslam dünyasında yapılan bu boyuttaki çalışmaları düşündüğümüzde de, bu çalışma dolu dolu bir çalışma olarak göz kamaştırmaktadır. 28 Şubattan (1997) sonra İlhan Arsel adlı ABD’de ikamet eden Kemalist yazarın, bu Buhârî tercümesindeki bazı hadisler dolayısıyla eleştiriler yapması ve generallere şikayet etmesinden ötürü, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi isimli bu on iki ciltlik

10

Page 11: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

külliyatı artık basmadığı, basmaktan korktuğu şeklinde bazı haberler çıkmıştır. Bu haberler de genel olarak Diyanet’çe yalanlanmamıştır. Diyanet’ten isim vermeyen bazı görevliler “Sadeleştirilerek yayınlanabilir” dediler ise de, yeni baskısının artık yapılmadığı görülmektedir.

Daha önce webe koyduğumuz “Kamil Miras: Cumhuriyet’in Duasını Yapan Adam” başlıklı çalışmanın girişindeki birkaç paragrafı buraya koymak, herhalde konuya giriş açısından yararlı olacaktır:

“T.B.M.M.’nin 29 Ekim 1923 günü yaptığı toplantıda Cumhuriyete geçilmesine karar vermesinden sonra, Bozok (Yozgat) milletvekili Avni Bey’in: -“Bir dua yapılsın !” sesi duyulmuş, bunu “evet, dua edilsin” sesleri takip etmiş ve kürsüye gelen Afyon milletvekili Hoca Kâmil Efendi’nin yaptığı duayı müteakip, Meclis ertesi gün toplanmak üzere dağılmıştır. (Müftüoğlu, 1988, 21-22)

Duayı yapan, Mîrasoğulları sülâlesinden olan Kâmil Mîras 1874’de Afyon’da doğmuştu. İslamî ilimleri gördükten ve ilk ve orta öğrenimini Afyon’da tamamladıktan sonra, İstanbul Dâru’l-funûn İlahiyat Fakültesi’nde ayrıca Medresetu’l- Mutehassısîn’de (yüksek ihtisas/doktora okulu), ve Medresetu’l-Vâizîn’de uzun müddet öğretimle meşgul olmuştu. Bu yüksek öğretim kurumlarında, Fıkıh (İslam Hukuku) ve Fıkıh Tarihi ile Usûl-u Fıkıh (İslam Hukuku Metodolojisi) başta olmak üzere çeşitli dersler okutmuştu. Osmanlı döneminde İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra (I. Dönem) Afyon milletvekîli seçilmişti (1908-1912). III. Dönem de de (1914-1918) Afyom milletvekili olarak görev yaptı. Daha sonra da, T.B.M.M. ikincidönem (1923-1927) milletvekili olarak, Meclis’in çalışmaya başladığı ilk günde Mecliste Kur’an okumuş ve bir dua yapmıştı.Kâmil Miras Ankara’nın başkent olmasına dair kanuna da, ilk imza koyanlardandır. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan milletvekili seçildikten bir süre sonra, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından sonra bu partiye katıldı. Bu partininkapatılmasından sonra, İstiklal Mahkemesi’nde yargılandıysa da,suçsuz bulundu. (Yazıcı, 2005). Meclis çalışmaları esnasında, Kur’an’ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsîr edilmesi ve Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarını içeren en sağlam kaynak olanSahîh-i Buhârî’nin Türkçe’ye tercümesi konusunda meclis

11

Page 12: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

başkanlığına bir kanun teklîfi vermişti. Bu teklif, TBMM’nin oybirliği ile kabul edilmiş (Ertan-Küçük, 1976, 88-89) ve Kur’antercümesi için Mehmet Âkif’le, tefsîri için Elmalılı Hamdi Efendi’yle (Yazır), Buhârî tercümesi için de Ahmed Naim’le anlaşma yapılmıştı.

VEFAT EDİYOR AHMED NAİM, 1934’DE. Ahmed Naim (1872-1934), on yıla yakın Buhârî tercümesi üzerinde çalıştıktan sonra vefat edecektir. Naim bu tercümeye başlarken şöyle demektedir: “Diyânet İşleri Riyâseti (başkanlığı), Büyük MilletMeclisi’nce müttehaz (alınan) bir kararı infâzen(yerine getirerek), (Yemenli bilgin) Zebîdî(812-893 H./ 1410-1488 M.)’nin bu (Tecrîdu’s-Sarîh li-Ehâdisi’l-Câmi‘i’s-Sahîh) (Buhârî) muhtasarını (fazlalıkların atılarak yapılan biraz kısaltılmış metni) Türkçe’ye terceme etmek vâzîfesini (bu) râkımu’l-hurûfa (harfleri yazan bu kişiye) emretti. Hadd-i tâkatimi (gücümün sınırını) pek ziyâde (çok) tecâvüz eden (aşan), bu hizmet-i mebrûrenin (makbul, hayırlı hizmetin) uhdesinden gelmek güç olduğunu bile bile…” (Tecrîd, 1976, I/2) Ahmed Naim, (vefatındansonra Kâmil Mîras’ın da belirttiği gibi) “şarkı ve garbı ilimleriyle tanımış ve selef-i sâlihîn sîretinde yaşamış yüksekbir fazîlet enmûzeci (örneği) idi.” (Tecrîd, III/404) (Ahmed Naim, 1928 yılında İlahiyat Fakültesi hocalarınca yayınlanan vecâmilere sıralar ve musikî aletleri konulmasını da içeren İslamiyet’i ıslah projesine imza koymayan iki profesörden birisidir (diğeri Ferid Kam’dır) (Müftüoğlu, 189-190) Bu ve diğer sebeplerle Naîm, 1933 yılındaki üniversite reformunda ! işine son verilenlerdendir.) Ahmed Naim, Cumhuriyet’ten önce debu konularda net tavırlarıyla bilinen bir şahsiyettir. 1919 yılında Dâru’l-Fünûn Umum Müdürü (İstanbul Üniversitesi Rektörü) iken, kız öğrencilerin öğrenim gördüğü İnâs Dâru’l-Fünûnu(Kızlar Üniversitesi)’nun kapatılıp, kızlarla erkeklerin beraber ders görmesi yönünde Batıcı İstanbul basınının kışkırtması ile başlayan gelişmede, bu isteğe karşı çıkmış, daha sonra üniversite senatosunda yapılan oylamada, profesörlerin çoğunluğunun kızların erkeklerle beraber ders görmeleri yönünde oy kullanmaları üzerine, Naim Bey, “ben bu uygulamaya aracı olamam” diyerek, görevinden istifa etmiştir.

Mehmet Akif’in: “Ashab’dan sonra en çok sevdiğim kişidir” dediği Ahmed Naim, meziyetlerini gizleme, düşmanının bile değeri varsa o değeri tanıma, dostlarını onların gıyabında da

12

Page 13: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

sevme meziyetlerine sahipti. “Sormazsan bilgisini söylemeyen”, “dinlemesini bilen”, “sözü senet teşkil eden” güvenilir adam, özellikleriyle Mehmed Âkif’in büyük güvenini kazanan Ahmed Naim, İslâm’a bağlılığı tanınmıştı. Mehmet Akif gibi “ümmetçi” olan Naim, İslâm birliği ve kardeşliği konusunda çok titiz ve dikkatli olup bu birliğe zarar verme ihtimali bulunan her harekete karşı çıkmıştır. Milliyetçiliği, İslâm’ın varlığı için kanser kadar tehlikeli bulmuş, milliyetçiliği “yabancı bir bid‘at”, “Frenk hastalığı” olarak nitelendirmiştir. (Çakan, 1991)

Ahmed Naim, Buhârî’nin “Hastanın Namazı” bölümünü tercüme ederken vefat etmişti. Kamil Miras bu ilginç tesâdüfe dikkat çekmektedir: “Mütercim Ahmed Naim, Buhârî’nin Hastanın Namazı ölümünündeki “Hz. Âişe’nin nakline göre Hz. Peygamber gece namazının ikinci rek‘atında da aynen yapardı…” diye tercümeyi yazmış, ve 1934 senesi Ağustos ayının 14. pazartesi günü öğle namazını kılarken ikinci rek‘atte secdede ruhunu teslim etmiştiki, zaten bir seneden fazla bir zamandan beri hasta idi.” (Mîras, Tecrîd, III/402, 574 nolu hadisin dipnotu)

Kâmil Mîras, böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilmesiyle, Buhârî’nin geriye kalan, kendi ifadesiyle“bâkî (geride) kalan dörtte üçü” nün tercümesine, 1937 yılındanitibaren başlayacaktır. Böylece Buhârî tercümesi işine üç yıl ara verildiği anlaşılıyor. Herhalde, Ahmed Naim’in yerini tutacak bir âlim için epey araştırma yapılmış, bulunamamış, sonunda Kâmil Miras’ın üzerinde karar kılınmıştır. Kâmil Mîras’ın tercih edilmesinin belki en önemli nedenlerinden birisi de, onun da Ahmed Naim gibi Bûhârî icâzetine sâhip olmasıdır. Hz. Peygamber’in ağzından çıkan hadis, on dört asır sonra, aradaki 17 râvîden sonra Kâmil Mîras’a ulaşmıştır. Bu orijinal durumunu K. Mîras bir dipnotta şöyle açıklar:

KAMİL MİRAS’IN BUHÂRÎ İCÂZETİ. “Muharrir-i âcizin (bu satırları yazan âciz yazarın=K. Mîras’ın kendisi) meşâyihi (hocaları) cümlesinden olan Alay Müftüsü Ankaralı Muhammed Şükrü Efendi Rahmetullaâhi Aleyh’in Sahîh-i Buhârî rivâyetine dâirâcizlerine (bana) verdiği icâzetnâmede: “Bana şeyhim (hocam) Trablusgarb müderrisi Mehmed Kâmil merhumun verdiği icâzetnâmede kendisi ile İmam Buhârî arasında 12 vâsıta (râvî=rivâyet eden=hadisi nakleden) bulunduğunu bildirmiştir.

13

Page 14: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Binâenaleyh benimle de Buhârî arasında 13 vâsıta bulunuyor. Sonra Buhârî’nin Sülâsiyyâtı vardır. Bu itibar ile benimle Rasulullah (Hz. Peygamber) arasında 16 vâsıta bulunmuş olur” demiştir. (Ben) 1325 hicrî târihinde (1908 yılı) mucâz olduğuma(icâzet aldığıma) göre, bu on üç küsur asırlık bir zaman zarfında âcizleri (Kâmil Mîras) ile Rasulullah Efendimiz arasında 17 râvî tavassut etmiş bulunuyor demektir ki, rivâyet husûsunda bu isnâd (zincir), en kısa bir tarîktir (yoldur). Usûlu hadis (hadîs metodolojisi) ıstılâhında (literatüründe) buna isnâd-ı âlî (yüksek isnâd) denilir. Halbuki diğer icâzetnâmelerimden birisinde silsile-i isnâd, 11 vâsıta ile Hâfız İbn Hacer’e (ölümü 1449 mîlâdî/852 hicrî), 21 vâsıta ile de İmam Buhârî’ye Vâsıl olmaktadır (ulaşmaktadır).” (c.5/143)

Ahmed Naim, gerek bilimsel gerekse siyâsî açıdan çok kritik ve çalkantılı bir dönemden (1926-1934) geçilmesine rağmen, Buhârî tercümesinde, tamamen objektif davranmış ve çalışmasına kimsenin müdahalesine izin vermemiştir. Böylece Buhârî’nin ilk üç cildi gerçekten çok nâdîde ve hârika bir tercüme olarak, okuyucunun karşısına çıkmıştır. Kâmil Miras, sonradan “Ahmed Naîm’in, Şâfiî mezhebinden olduğundan yorumlarında bu mezhebe biraz meyilli” olduğunu söylese de bu iddiası doğru değildir. Fakat buna karşı, Kâmil Mîras, maalesef az da olsa, kendisi biraz Hanefîcilik yapmıştır. Bunun da ötesinde, tercümesini yaptığı bölümlerde nâdiren de olsa, bazen gereksiz yere, günlüksiyâsî havadan etkilendiği cümleler görülebilmektedir. Bunda, ozamanki (CHP) iktidarın(ın) baskısından ziyade, Kâmil Mîras’ın kendisinin, (hem Osmanlı zamanında, hem de Cumhuriyet dönemindepolitika ile uğraşmış, hem imparatorluk hem Cumhuriyet döneminde milletvekilliği yapmış) eski bir siyasetçi olması dolayısıyla, içinde bulunduğu ‘eski siyasetçi’ psikolojisinin etkileri vardır. Halbuki bu psikolojisini de gemleyebilir ve bubirkaç cümleyi de kurmaybilirdi. Buna rağmen Kamil Miras, fevkalâde denilebilecek bir gayretle tercüme ve şerhini yaptığıdokuz cildin tamamında hissedilen yüksek ilmî gücüyle; Ahmed Naim’in uslubunu ve usulunu izleyerek sürdürdüğü Buhârî tercümesini başarıyla bitirmiştir.

HIRSA GEREK YOK, RIZIK İÇİN (ECON PHILOSOPHY).

14

Page 15: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Vahyin ikinci mertebesi: uyanık iken görevli melek, Hz. Peygamber’e görünmeksizin, kalb-i şerîfine o vahyi koyardı ki, bunun, (Hz. Peygamber’in) kalbine gelen bir ilhamdan ibaret olmayıp, vahy-i ilahi olduğuna Hak Teâlâ ayrıca kalbinde kesin bir bilgi yaratırdı. “İnne Rûha’l Kudusi nefese fî rû‘î len-temûte nefsun hattê testekmile rizkahê fe’t-tequllâhe ve ecmilû fi’t-talebi= şüphesiz Rûhu’l-Kuds Cebrâîl aleyhisselâm kalbime şu sözü nefs ve nefh etti: “Hiçbir nefis, bütün rızkını tamam olarak almadıkça ölmez.” Öyle ise Allah’tan sakınınız da, rızkınızı güzel, meşrû‘, mürevvete layık yollardan arayınız.” hadîsi şerîfi, vahyin bu mertebesinebir örnektir.” (Tecrîd-i Sarîh, cilt, I, sayfa, 3; ilk üç cildin Ahmed Naim, sonraki ciltlerin Kamil Miras tarafından tercüme veşerhedildiği bir kez daha hatırlanarak, bundan sonra parantez içinde Romen rakamıyla girilecek rakam Tecrîd-i Sârîh’in cilt numarasını, daha sonraki rakam da sayfasını gösterecektir. Bazen genelde paragrafların sonunda i.y. olarak yaptığımız ilaveler bize aittir: İsmail Yurdakök.)

“Hz. Ebu Bekir, vefatına yakın saatlerde yanına girip de: “Bizebir nasihat edin ki gereğini yapalım” diyen Selmân-ı Fârisî ilediğer bazı sahâbîlere şunu demişti: “Yakında size pek çok rızıkkapıları açılacak. Birkaç günlük ömre aldanıp da (rızkınızı sağlamak için doğru olmayan yollara sapıp da i.y.), yarın Allah’ın huzurunda mahcup olmayınız”(Ahmet Cevdet Paşa, 1966, 333)

İSLÂM ÖNCESİNDE VE İSLÂM’IN İLK GÜNLERİNDE YOKSULLARA YARDIM. (CHARITY IN THE EARLY DAYS OF ISLAM (CHARITY BEFORE ISLAM).

“..Hz. Peygamber (mağaradaki ilk vahyin geldiği anları) Hz. Hatice’ye naklederek: “Kendimden korktum” dedi. Hatice (R.A): “Öyle deme, Allah’a yemin ederim ki, Allah hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakireverir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yolunda ortaya çıkan olaylar ve önemli işlerde (halka) yardım edersin” dedi ve Hz. Peygamber’i alıp, amcasının oğlu Varaka’ya götürdü.”(Tecrid Sarîh Tercümesi, I/12)

15

Page 16: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

PARFÜM VE KOZMETİK SANAYİ: GELENEKSEL BİR ENDÜSTRİYEL VE TİCÂRÎ SEKTÖR OLARAK İSLAM İKTİSAT TARİHİNDE. (PARFUME&COSMETICS INDUSTRY AS A CLASSICAL INDUSTRY IN ISLAMIC ECONOMICS HISTORY).

“Ebû Sa‘îd-i Hudrî şöyle nakleder: “Hz. Peygamber’in: “Bülûğa ermiş olan her kişiye, Cuma günü gusletmek ve misvak kullanmak ve güzel koku sürünmek vaciptir.” dediğine tanıklık ederim.” Müslim’in naklinde: “ve-en-yemesse min’et-tıybi mê-yeqduru aleyhi”: “bulabildiği hoş kokulu bir şeyi sürünmek” diye geçerken, diğer bir notta da “ve-lev min-tıybi’l-mer’eti”: “kadınlara özel kokudan da olsa sürünsün” denilmiştir.Rengi belli ve kokusu hafif koku kullanmak kadınlara özgü olup,bunları kullanmak erkeklere mekruh olduğu halde, başka kokubulamadığı takdirde, bu çeşit koku sürünmeyi emretmek, “ter kokusunu giderme emri”nin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir..Özetle, bu hadiste emredilen gusül, misvaklanmave koku sürünmenin üçü de cemaate bedenin kötü kokusuyla eziyetvermemek sebebiyle olduğu.. Hatta Abdullah b. Ömer, Abdullah b.Abbas, Ebû Sa‘îd-i Hudrî, Abdullah b. Mugaffel gibi sahâbîlerinbu üç şeyle yetinmeyip, giysilerini hoş kokularla tecmîr ettikleri yani tütsüledikleri nakledilir. (Sahâbîlerden sonraki ikinci nesil olan) Tâbiîlerden Mu‘aviye b. Qurra, Muzeyne kabilesinden böyle giysilerine tütsü yapan otuzkişiye yetiştiğini söylerdi. Cuma günü gusle (yıkanmaya), ilk dönem Müslümanları o kadar önem vermişlerdi ki hatta Sahâbîlerden Abdullah b. Hâris ile, Tâbiînden Talq b. Habîb, Ebû Ca‘fer Muhammed el-Bâkır, Talha b. Musarrif “sefere (şehirdışına) gidildiğinde de yıkanılmalıdır”, demişlerdir. İmam Şâfi‘î ile İmam Ebû Sevr’e göre de bu müstahabdır. Hatta İmam Şâfi‘î: “Cuma günü gusülü –suyun tenekesi bir dînar (altın) karşılığında da satın almak lazım gelse- yine de ne memleketimde iken de, seferde iken de terk etmiş değilim” demiştir. Hanefîler, seferde Cuma günü müstahab olmaz demişlerdir.”(III/9-13)

Selman-ı Fârisî’nin naklettiği bir hadiste de bu koku sürünmek konusu vurgulanmıştır: “Selman şöyle demiştir: “Hz. Peygamber buyurdu ki: “Hiçbir kimse yoktur ki, Cuma günü gusledip, elinden geldiği kadar temizlendikten sonra ve “..yeddehinu min duhnihî..” (saçını ve sakalını tarayıp kullandığı)

16

Page 17: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yağından yağlandıktan sonra, “..ev yemessu min tîb-i beytihî..” “yahut evindeki kokudan süründükten sonra, (evinden mescide) çıksın, yan yana oturan iki kimsenin arasını açmasın, daha sonra (Hak Teâlâ tarafından ona takdir edildiği kadar namaz kılsın, daha sonra da imam söze başlayınca (namaz bitinceye kadar) sesini kessin de, o Cuma ile (geçen) Cumadan beri işlediği günahları bağışlanmasın”(III/17)

“Hz. Peygamber: “Yahûdî ve Hıristiyanlar (ak saçlarını ve sakallarını) boyamazlar. Siz onlara aykırı hareket ediniz.” Buemir, vücûb (uyulması zorunlu) olmayıp, nedibtir ve boyamak mendubtur (isteğe bağlıdır). Hz. Peygamber’in boyayıp boyamadıkları hakkındaki haberler farklıdır. İmam Malik (93-179H./ 712-795 M.) Muvatta’ında bu haberleri naklettikten sonra şöyle demiştir: “Ne Hz. Peygamber, ne de Hz. Ali, Ubey b. Ka‘b,Sa‘îd b. Müseyyeb, Saib b. Yezîd (vefatı: 82 H./ 701 M.) saç, sakal boyamamışlardır. Bu konuda en kuvvetli kanıt da Hz. Âişe’nin sözüdür ki: “(Babam) Ebû Bekir sakalını boyardı” demesidir. Eğer Hz. Peygamber boyamış olsaydı, ilk önce onun ismini söylerdi.”(Buhârî, Kitâbu Ahâdîsu’l-Enbiy’a, Bâbu Mê Zukira ‘an Benîİsrâîl)(IX/192) HZ. PEYGAMBER’İN SAÇINDAKİ KIRMIZILIK. Tâbî‘în dönemi büyük alimlerinden Rabî‘atu’r-Rey (vefatı: 70- 136 H./ 689-753 M.): “Ben Hz. Peygamber’in saçının bir telini gördüm, kırmızı idi. (Sahâbî) Enes b. Mâlik’e sordum: “Hz. Peygamber, saçını boyadı mı ki, bu gördüğüm saç kırmızıdır” dedim. Enes: “Hayır, boyamadı. O kırmızılık, saçına sürdüğü kokudandır” dedi. Bu saç telini Ömer b. Abdulaziz de görmüş. O da Enes b. Mâlik’’e sormuş, Hz. Enes ona da aynı cevabı vermiş ve “Hz. Peygamber saçına koku sürmek adeti idi, o sebeple kızarmıştır” demiştir.”(IX/267)

ZARARLI/YASAKLANAN TÜKETİM VE HZ. PEYGAMBER’İN UYARISI. (HARMFUL/WICKED CONSUMPTION, WARNING OF THE PROPHET.

“Hz. Peygamber buyurdu: “..Dünyada nice giyinik kadınlar vardırki, ahirette çıplaktırlar” ..bu kadınlar, ya giyinik ama dar elbise giydikleri için lanete uğrayan kadınlardır veya güzelce örtülü giyinmekle beraber, giyim konusunda israf yapan kadınlardır.” (Ahmed Naim Bey’in orijinal

17

Page 18: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ifadesi: “..mütesettire olmakla beraber, libâsında iltizâm-ı isrâf ve tebzîr edecek nice kadınların zuhur edeceğini de, (Hz.Peygamber) haber veriyor”(I/113)

İPEK GİYEMEZ ERKEKLER. DİNSİZ DE OLSA KARDEŞ, ONA YARDIM EDİLİR/HEDİYE VERİLİR.

Buhârî: “Giyilmesi Mekruh ve Haram Olan Şeyi Hediye Etmek UygunOlur Mu?” başlığıyla açtığı bir alt bölümde aşağıdaki hadisi nakleder ki, bunda hiçbir sakınca olmadığının kanıtıdır: “Abdullah b. Ömer anlatır: “Bir defasında (Hz.) Ömer, mescidin kapısında (Utarid b. Hâcib’in sattığı) ipekten, güzel kıymetli bir elbise gördü de, “Ey Allah’ın Elçisi, (keşke) bunu satın alsan da Cuma günleri ve huzuruna (Arabistan’ın değişik yerlerinden) heyetler geldiğinde giysen” dedi. Hz. Peygamber: “Bunu olsa olsa âhiretten nasibi olmayan kimseler giyer” buyurdu (..İnnemê yelbesu hêzihî men lâ-khalâka lehû fi’l-êhkirati..” (Daha) Sonra (ise, bir defasında) Hz. Peygamber’e (ipek) giysiler gelmişti. Hz. Peygamber de bunlardan bir tanesini Hz. Ömer’e verdi. Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Elçisi, bunu bana veriyorsun ama Utarid’in (sattığı) giysi için ne demiştin?” diye sorunca Hz. Peygamber cevap olarak: “Bunu ben sana giyesin diye vermedim ki” buyurdu. Bunun üzerine Ömer de onu, Mekke’de müşrik olan kardeşine gönderdi.” (VIII/40) Utarid, Irak, Kuzey Irak ve İran’a sürekli gidip gelen, güzel konuşan bir tüccar (uluslar arası işyapan bir iş adamı) idi. Medîne çarşısına sık sıkhulleler (giysiler) çıkarıp satardı. Hadisin îzâhında KâmilMîras şu notu düşmüştür: “(Bu hadiste yasaklanmış olan) Seyrâ tipi giysiyi, Qâmûs mütercimi Âsım Efendi (1755-1819 M./ 1169-1235 H.) şöyle açıklamıştır: “Bir çeşit kırmızı kumaştır ki, yol yol sarı kalemli ve çubuklu olur. Ve dokumasında bol bol ipek karışık bulunur.” Bol ipekli olduğu için, Hz. Peygamber bu giysiyi yasaklamıştır. Demek ki, ipeği az olan kumaşın kullanılmasında bir sakınca yoktur. Kumaştaki ipeğin azlığı veya çokluğu konusunda Hanefî bilginleri kumaşın atkısıyla çözgüsünü, Şâfi‘î bilginleri ise, ağırlığını ölçü olarak kabul etmişlerdir. Hanefîlere göre, bir kumaşın çözgüsü ibrişim (ipek), atkısı (enine atılan iplik; argaç) pamuk veya

18

Page 19: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

keten veya yün olursa, o kumaştan yapılan elbiseyi giymekte birsakınca yoktur. Dînimiz bize en iyi giysi olarak pamuk, keten, yün elbiseleri tavsiye ediyor. Hem de bunların ne öyle kibir vegurura vesile olacak derecede nefis olmaları, ne de görenlerin küçük görnesine ve hakaretine sebep olacak şekilde olmaları, istenilmiyor. İşte bu bir zarûrî giyim tarzıdır. Bunun bir de müstehab kısmı vardır. O da Allah’ın (kişinin üzerindeki) nimetlerini göstermek için “tezeyyün”dür. (Arâf sûresi, 31. âyet ise bu konuyu ifade etmektedir: “Yê Benî Êdeme khuzû zînetekum ‘ınde kulli mescidin..”: Ey Âdem oğulları! Mescide her gidişinizde zînetinizi takınınız. Yiyiniz, içiniz. Fakat israf etmeyiniz. Cenâb-ı Hak israf edenleri sevmez. (Ey Peygamberim) Söyle (onlara): Allah’ın, kullarının zîneti için yarattığı şeyleri (yiyecek ve içecekleri) kim haram edebilir?”Hz. Peygamber Efendimiz de “İnnellâhe yuhibbu en-yerâ esere ni‘amihî ‘alê ‘abdihî”: “Cenâb-ı Hak, kullarına verdiği nimetlerin eserini/izini, kullarının üzerinde görmekten hoşlanır.” derdi. Giyim konusunda bir de mubah derecesi vardırki: o da Cumalarda, bayramlarda, halk toplantılarında güzel elbise giyilmesidir. Bunun da gurur vesilesi olmaması şarttır. Hz. Peygamber evinden dışarı çıktığında bin dirhem değerinde bir elbise ile çıkarlardı. Fakat namazı dört bin dirhem kıymetinde bir elbise kılarlardı. Kibir için giyinmek (ise) kerahet vardır Hz. Peygamber Mikdâd b. Ma‘dîkerîb’e “kibretmeyerek ye, iç, giy” buyurmuşlardı.”(III/29-34) (Hz. Peygamber’in giydiği elbisenin fiyatı konusunda verilen rakam, sanki biraz mübalağalı gibi duruyor. Gerçi Medîne’de dokumacılık hiç yapılmadığından, giysi fiyatları pahalı idi, fakat bir koyun, iri ve üç yaşında bir koyun bile en fazla on dirheme alınabiliyordu. O nedenle elbise fiyatının bin ve hattadört bin dirhem olarak ifadesi biraz mübalagalı gibi duruyor. Diğer ifadeyi: “Kibir için giyinmek de, kerahet vardır” ifadesini ise biraz daha vurgulamak ve “kibir için giyinmek haramdır” demek, herhalde daha uygun olur. Çünkü kibir de haramdır, bu nedenle giyilen giysiye ödenen para da israftır ki, israf da haramdır. i.y.)

“Sahâbîlerden Berâ (Radıyallâhu anh) dedi ki, “yine Peygamber (SAV) bize: gümüş kap kullanmayı, altın yüzük takmayı, harîr, dîbâ, kıssıy ve istebrak denilen ipekli kumaşları kullanmayı yasakladı.”(IV/276)

19

Page 20: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

GÜMÜŞ VE ALTIN KAP/KACAK KULLANMAK HARAMDIR

“Gümüş kap kullanmak haramdır. Altın kap kullanmak da yine böyle haramdır. Belki bundaki haramlık daha da şiddetlidir. Hanefî imamlarına (büyük bilginlerine) göre, altın ve gümüş kap kullanımı, erkekleri de kadınları da kapsar. Çünkü bu konudaki hadisi Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) şöyle nakletmiştir: “(Hz. Peygamber buyurdu) : Ey Sahâbîlerim! Siz gümüş ve altın bardaktan su içmeyiniz, bunlardan yapılmış tabaklarda da yemek yemeyiniz.” (ve-lâ-teşrabû fî êniyeti’z-zehebi ve’l-fiddati ve-lâ-te’kulû fî-sıhâfihê, bütün hadis kitaplarında geçmektedir) Buhurdan, misk kutusu, kaşık ve bunun gibi aletlerin, altın ve gümüş eşyanın kullanımı, kadın erkek istisnasız herkese haramdır. Çünkü hadisteki yasaklama kesindir, geneldir. Gerek altın ve gümüş kap ve ev eşyası kullanımının, gerek ipekli kumaşlardan imal edilmiş giysilerin haram olduğu hakkındaki hadislerden en önemlisi Buhârî’nin çeşitli bölümlerinde Huzeyfe Hazretlerindennakledilen hadistir: Tâbi‘în döneminin bilginlerinden İbn-i EbîLeylâ (17-83 H./ 638-702 M.) anlatır ki: Huzeyfe Hazretleri Medâyin’de (vali olarak) bulunduğu sırada, bir sohbet esnasındasu içmek istemiş. Medâyin’in ileri gelenlerinden bir Mecûsî (ateşe tapanlardan) gümüş bir bardakla su getirmiş. Hz. Huzeyfebu bardağı alıp getirene fırlatmış ve: “(Daha önce) Seni bu bardakla su getirmekten kaç defa yasaklamış olmasaydım, şimdi bunu (sana bu kaba görülecek hareketi) yapmazdım. Ben Hz. Peygamber’den işittim ki: “Harîr ve dîbâc isimleriyle bilinen ipekli kumaşlardan imal edilmiş elbise giymeyiniz. Altın ve gümüş bardaklardan da su içmeyiniz. Bunlardan yapılmış çanak vetabaklar içine konulmuş yemekleri de yemeyiniz. Bunlar dünyada kâfirlere ait (onların kullandığı) süs eşyalarıdır. Âhirette debizim kullanacağımız eşyalar olacaklardır.” demişti.”

Kâmil Mîras daha sonra konuyu açıklayıcı şu notları ilave ediyor: “Medâyin, Dicle üzerinde (sonradan kurulacak olan) Bağdat’ın biraz kuzeyinde yer alan o devrin en büyük şehri idi.İran hükümdarlarının meşhur büyük sarayı bu kentte bulunuyordu.Hz. Ömer zamanında Sa‘d b. Ebî Vakkas tarafından fethedilmişti.Huzeyfe Hazretleri de bu (İran) fetihler(i) sırasında Nihâvent kentinde kumandanlık yapmış ve Hemedan, Rey ve Dînever kentlerini fethetmişti. Hem Hz. Ömer, hem de Hz. Osman dönemlerinde Medâyin valiliği yapan Huzeyfe’nin bu görevi bütün

20

Page 21: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

İran’ı kapsıyordu ve bir nevi İran Umûmî (Genel) Vâlîsi idi. Hiç şüphesiz ki, İran baştanbaşa fethedilmekle beraber, İran medeniyetinin âileler arasındaki ve köşkler içindeki debdebe veihtişamı devam ediyordu. Kim bilir, Huzeyfe Hazretlerine, o günün İrân Umûmî Vâlîsi olması dolayısıyla, (davet edildiği o köşkte) nasıl müzeyyen (süslü) bir bardakla su verilmişti.”

“Halbuki İslâm dîni, insanlar için sade bir hayat (ve herkesin yönetime katılabildiği) demokratik bir medeniyet kurmak, ağniyânın ve süfehânın (zenginlerin ve mirasyedilerin) ipekli kumaşlarla ve sîm ve zerden evânîlerle (gümüş ve altından kap-kaçaklarla) fukaraya karşı tefâhürünü (övünüp böbürlenmeyi), ortadan kaldırmak istiyor. İnsanlara sâde ve mümkün olduğu kadar müsâvî (eşit) bir hayat yolu gösteriyordu. Son Peygamber’in istihdâf ettiği (hedeflediği) bu ahlâkî ve içtimâ‘î (toplumsal) gaye ile beraber ikinci ve iktisâdî bir gayeleri (hedefleri) de, halkı israftan, eğlenceye düşkünlüktenyasaklamak ve bu konuda uyarmak idi. Nice hânumânları (âile ocaklarını) söndüren ve muazzam medeniyet ve saltanatları târrakalarla (gümbürtülerle) yıkan, bu israf ve eğlence-zevk düşkünlüğünü ortadan kaldırmak ve zengin ve fakir herkesi tutumlu, eşit ve temiz bir hayata kavuşturmak istiyordu. Huzeyfe Hazretleri ki, Mekke’deki ağırbaskı ve işkence döneminde ilk Müslüman olanlardan ve inancından dönmeyen bahtiyarlardan ve Hz. Peygamber’in sırlarını saklamakla meşhur olan seçkin bir sahâbî olarak, Hz. Peygamber’in övünme, böbürlenme ve israf aracı olan bu çeşit eşyaları kullanmaktan halkı engellemek istemesindeki sebepleri herkesten daha iyi biliyordu. Bu sebeple Huzeyfe Hazretleri eski medeniyetin övünme aracı olan (bu gümüş) bardağı tereddütsüz fırlatmış ve Hz. Peygamber’in bu konudaki yasağını kesin uygulamaya başlamıştı. Bu bir sert davranış da sayılmazdı. Çünkü (Müslümanların) Îrân vâlisi olarak olarak, bulunduğu ziyafetlerde tekrar tekrar ve kesin bir dille uyararak, bu yasağı îlân ve ihtar etmiş bulunuyordu. Bu halde hâlâ inat eder gibi, gümüş-altın karışımı bir bardaklasu getirilmesi büyük bir kabalık idi.”

“Sahâbîlerden Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber bize şunları yasakladı: Altın ve gümüş kap içinde su ve meşrubat içmekten ve bu çeşit kaplardan yemek yemekten; ipek

21

Page 22: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

elbise giymekten ve böyle ipekli kumaş üzerine oturmaktan.”(XII/104)

“Berâ Hazretlerinin bildirdiği: “Hz. Peygamber bize yedi şeyi yasakladı” hadisi pek büyük iktisadi ve toplumsal öneme sahiptir. Bu memnû‘ât-i seb‘a (yedi yasak), hepsi ileyalnız bir tek gaye hedeflenmiştir ki: hayat ve maişette (geçimde) israf ve övünme/ böbürlenmeye sebep olacak şeylerden kaçınıp, itidal (orta yol) ve tasarrufa uyulmasıdır. Hz. Peygamber tarafından, gümüş yemek takımıedinmek, erkeklerin altın yüzük ve ipekli elbise kullanmaları da yasaklanmıştır.”(VII/365) “Huzeyfe (Radıyyallâhu Anh) demişti ki: “Hz. Peygamber’in şöylebuyurduğunu işittim: “(Atkısı ve çözgüsü ipek olan) harîr ve (yine atkısı ve çözgüsü ipek olan) atlas elbise giymeyiniz. Ve altın, gümüş kap(lardan) içmeyiniz. Bu tür kaplardan yemek de yemeyiniz. Bunlar, dünyada kâfirlerin, âhirette biz Müslümanlarındır.(Buhârî, Kitâbu’l-Et‘ıme)”(XI/389)

“Hz.Peygamber’in hanımı Ümmü Seleme’den: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hani şu gümüş kaptan bir şey içen kişi yok mu? Muhakkak o kişi karnına cehennem ateşini içerek gönderir.” Bu hadisi Buhârî “Gümüş Kap Kullanmanın Hükmü” alt başlığıyla açtığı bir alt bölümde nakletmiştir. Bundan önce de “Altın Kap Kullanmanın Hükmü” alt başlığıyla bir alt bölümde ve bir nakli vardır ki o da şudur: “İbn Ebî Leylâ (17-83 H./ 638-702 M.) derki: Huzeyfe Hazretleri İran fetihleri sırasında Medayin’de ikensu içmek istemişti. Medayin’in ileri gelenlerinden biri ona gümüş bardakla su getirmişti. Huzeyfe kızarak bu bardağı fırlattı ve “bu bardak ilk defa getirilmemiş olsaydı böyle fırlatıp atmazdım (bu kabalığı yapmazdım, ama kaçıncı defadır aynı şeyi yapıyorsunuz). Bunu daha önce yasaklamıştım, fakat buadam uyanmamış. Hal buki Hz. Peygamber ipekli ve atlas giymeyi ve altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyi yasakladı ve “bunlardünyada kâfirlerin, âhirette de sizindir ey Müslümanlar” buyurmuştu.”(Buhârî, Kitâbu’l-Eşribe) (XII/56)

“Buhârî’nin yine bu bölümde (Kitâbu’l-Libâs) naklettiğine göre, Hz.Peygamber bu yüzüğünü ilk önce altından yaptırmıştı. Fakat bu altın yüzüğü ancak bir gün takmışlardı. Çünkü Hz. Peygamber’in elinde altın yüzük gören her sahâbî, kuyumculara

22

Page 23: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

koşarak hemen bir altın yüzük yaptırıp parmağına taktığını görünce, ertesi gün yaptığı bir konuşmada: “Ben böyle bir altınyüzük yaptırmıştım. Fakat kullanmayı uygun bulmuyorum” diyerek çıkarmış, bunun üzerine sahâbîler de çıkarmışlardı. Bundan sonra Hz. Peygamber gümüş yüzük yaptırmıştı. Hz. Peygamber’in altın yüzüğü terk etmesi ve (daha sonra bildirilen hadislerle) erkeklere haram olmasının sebebine gelince: Asr-ı Saâdet’te altın madeni Medine’de çok azdı. Var olan da altınlar da, Mısıryoluyla Şarkî Roma (Bizans) İmparatorluğu’ndan geliyordu. Piyasada tedavülde olan bu az miktardaki altın gitgide halkın parmağına geçerek, iktisâdî hayat üzerinde ciddî bir olumsuz etki yapacağı muhakkaktı. (Medine) Piyasa(sın)daki bu darlık, İslâm fetihlerinin genişlemesi zamanına kadar devam edecektir.”(XII/108) (Fakat altın serbestti ve kadınların sahip olabileceği altın miktarı için hiçbir üst sınır getirilmemişti. Ayrıca altın sikkeler de tedâvülde idi ve hattahem sikke olarak hem de külçe olarak, zenginlerin ellerinde çokmiktarda (bazılarının Hz. Abbas gibi kilolarca) altınıbulunuyordu ve (yıllık kırkta bir) zekâtlarını verdikleri sürece, bunlara da hiçbir kısıtlama/üst sınır getirilmemişti. Kâmil Miras’ın “Medîne’de çok azdı (bu yüzden erkeklere yasaklandı)” açıklaması, herhalde altının erkeklere yasak olmasını îzah etmede yeterli bir îzâh değildir. Altının erkeklere yasak olmasının sebebi, herhalde yirminci yüzyılın sonuna doğru bazı Müslüman yazarların ifade ettiği gibi, fizyolojik/tıbbî sebeplerden ötürüdür ve altın erkeklerin vücudunda henüz bilemediğimiz/keşfolunmamış zararlar yaptığından yasaklanmıştır. i.y.)

NİÇİN GİRMEDİ HZ. PEYGAMBER, O EVE.

“Bir defasında Hz. Peygamber, kızı Fâtıma’nın evine gelmişti de, içeri girmemişti. Bir süre sonra Hz. Ali geldi (ve Fâtımâ’yı kederli gördü). Fâtımâ durumu anlattı. Hz. Ali, Hz. Peygamber’e: “Ey Allah’ın Elçisi, evimize gelip de, Fâtımâ’nın yanına girmemeniz, Fâtımâ’yı kederlendirmiş” diye, durumu anlattı. Hz. Peygamber: “Gerçekten ben (geldim, fakat) onun kapısında türlü renklerle nakışlı bir perde gördüm” dedikten sonra “Benimle, (bu zînetli) dünya arasında ne ilgi var?” buyurdu. Hz. Ali, durumu Fâtımâ’ya anlatınca, Fâtımâ dedi ki: “Hz. Peygamber bu perde hakkında ne dilerse, onu bana emretsin.” Onun üzerine, Hz. Peygamber: “türsilî bihî ilê

23

Page 24: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

fulênin ehl-i beytin bihim hâcetun” “Bu perdeyi muhtaç bir aile sahibi olan filancaya göndersin” buyurdu.” (VIII/39)

Yemek yeme konusunda da Müslümanlar “zararlı harcama”(“harmful consumption”)dan uzak duruyorlardı. Hz. Âişe’nin: “o zaman kadınlar hafif (zayıf) idi. Ağır vücutlu değillerdi. Az yemek yerlerdi” sözü bunu açıkça göstermektedir (ve kêne’n-nisêü iz zêke khifêfen lem-yesqulne ve-lem-yağşehünne’l-lahmu ve-innemê ye’külne’l-‘ulqate mine’t-ta‘âmi)”(VIII/74) .

MAKAM ÖDENEĞİNİ KULLANMIYOR.

Kamil Miras canlı bir örnekle sahâbîlerin dünyaya bakışlarını/aldanmayışlarını şöyle anlatıyor: “Huzeyfe Hazretlerine âit yine bir başka fıkrayı (notu) da bildirmeden geçemeyeceğim : Hazreti Ömer, yeni fethedilen İrân eyaletlerinin Beytü’l-Mâl emînine (Hazîne Sekreterine/Bakanına)gönderdiği bir fermanda, “(İran genel valisi) Huzeyfe (Hazretleri) ne isterse, merkezden (Medîne’den) izin istemeye gerek olmadan, hemen ödeme yapınız” diyerek, Huzeyfe için geniş bir bütçe faslı açmıştı. Buna rağmen Huzeyfe, kendiyiyeceği ile atının yeminden başka Beytü’l-Mâl’den bir kuruş para almamıştı. Huzeyfe bir ara başkente geldiğinde, meslektaşının hiç değişmediğini ve kendisiyle aynı ideallere bağlı olarak, alçakgönüllü yaşantısını sürdürdüğünü gören Hz. Ömer, Huzeyfe’nin boynuna sarılmış ve “Ente ehî ve ene ehûke”: Sen benim kardeşimsin, ben de senin” diyerek, memnuniyetini ortaya koymuştu. Özetle: Bu hadis, ipekli giysi kullanmanın, altın ve gümüş bardaktan su içmenin, altın ve gümüş tabaklardan yemek yemenin haram olduğuna kesin olarak işaret eder. Ebû Hanîfe, Şâfi‘î, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel de bu yönde, yani hadisteki bu yasakların haramlık ifade ettiği yönünde görüş bildirmişlerdir.

Hadiste geçen “harîr” ipekten dokunmuş kumaştır. Harîrden îmâl edilmiş giysilerin kullanımı erkekler için haramdır, kadınlar için değil. İpekli kumaşın kadınlar için mubah (helâl) olduğunaişaret eden, pek çok hadis nakledilmektedir. Ebû Dâvûd’un ve İbn-i Mâce’nin Hz. Ali’den naklettikleri bir hadise göre, Hz. Peygamber bir defasında ipekli bir kumaşı alarak sağ tarafına

24

Page 25: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

koymuş, bir altın parçası alarak onu da sol tarafına koymuş, sonra bunlara işaret ederek: “işte bunların ikisi de ümmetimin erkeklerine haramdır”, buyurmuştur. İbn-i Mâce’nin naklinde: “ümmetimin kadınlarına helâldır” ilâvesi de vardır. Kadınların ipekli giyme yasağından istisna tutuldukları konusundaki hadisleri şu sahâbîlerden şu kitaplarda nakledilmiştir:.. “Dîbâce” ise atkısı da çözgüsü de ipek olan kumaştır. Türkçemizde “dîbâ” diye kullanılır. “Kasıy” ise ketenle karışık ipekli kumaşın adıdır. “İstebraq” ise kalın ipekli kumaştır. Hz. Peygamber zamanında ipekli olarak bu kumaşlar kullanılmış ve her biri de ya dokundukları yere, yahut dokunuş tarzına göre birer isim almış ipeklilerdir. Bunların genel ismi“harîr”dir.

Giyim konusunda İslâmiyet’in istihdâf ettiği (hedeflediği) gayeler şunlardır: Giyilen şeyin temiz olması, israf ve lüks vekibir ve gurura aracı olmaması gerekir. Bu nedenle İslâmiyet, bir taraftan gerek vücudun ve gerekse giyilen elbisenin nezâfetine (temizliğine) ehemmiyet (önem) vermiş, bir taraftan da ipekli giyilmesini yasaklamıştır. İslâm dîni, insanlık tarihinin her döneminde insanlar için birer gurur, kibir ve böbürlenme vesilesi olan olan ve bu uğurda yapılan ağır masraflarla fertlerin ve sonuçta toplumların servet ve huzurlarını mahveden ipekli giyim düşkünlüğüne ve altın ile gümüş gibi maden cevherleri ile süslenme düşkünlüğüne karşı koyduğu ahlâkî ve toplumsal kurallar çerçevesinde mücadele etmiş ve insanlara orta halli ve son derecede aklî ve insanî bir giyim ve geçim yolu göstermiştir. Bu gün bir tarafta ahlâkçıların, içtimâ‘îyyâtçıların (sosyologların) ve bütün mütefekkir muharrirlerin (düşünür yazarların) demokrasi prensiplerine dayanarak, diğer yönden de hükümetlerin millî serveti korumak ve toplum huzurunu devam ettirmek gayesini takip ederek, halkı îtidâl ve tasarrufa (orta halli bir yaşam sürme ve tasarruf etme) alıştırmak konusundaki gayretlerine, İslâm dîni (1937’den) on üç asır evvel başlamıştır. Dînimiz bize giymek için yün, keten, pamuk elbise tavsiye ediyor. Bunlar da ne gurur kibire aracı olacak ölçüde lüks olmalı ve ne de başkalarının hafif görmesine sebep olacak derecede berbat olmalı. İştebu ölçü, zarûrî ve âdet üzere gündelik bir giyim tarzıdır. Bunun bir de müstehap şekli vardır ki oda (bir

25

Page 26: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

miktar) süslenme ve kendi üst-başında, Allah’ın verdiği nimeti ortaya koymaktır. Cenâb-ı Hak Kurân-ı Kerîm’de çeşitli ayetlerde: “Ey Âdem Oğulları! Mescide her gittiğinizde zînetinizi takınınız(zînetli, güzel elbiseler giyiniz), (temiz giyininiz)” (Ârâf sûresi, 31. âyet, 7:31); “(Ey insanlar) yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Allah israf eden kullarından hoşlanmaz” (Ârâf sûresi, 31. âyet, 7:31); “Allah’ınsana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği (verdiği) gibi, sen de (insanlara) iyilik et.” (Kasas sûresi, 77. âyet, 28:77); “Ey Peygamberim! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?”(Tahrîm sûresi, 1. âyet, 66:1) buyrulmuştur. Hz. Peygamber (SAV) de: “Allah, kullarına verdiği nimetlerinin eserini kulu üzerinde görmekten hoşlanır” (İnnellâhe yuhibbu en-yerâ esera ni‘amihî ‘alê ‘abdihî) buyurmuştur. Allah’ın Elçisi, sahâbîlerin Mescid’e iş elbiseleriyle gelmelerinden hoşlanmazdı. Giyim konusunda bir de mubah derecesi vardır ki, oda cumalarda, bayramlarda, halk toplantılarında güzel elbise giyilmesidir. Yine bunun da gurura vesile olmaması şarttır.”(IV/284-291)

GİYSİDE HARCAMALARA DİKKAT (CONSUMPTION (CLOTHES/GARMENTS).

“Buhârî’nin Kitâbu’l-Libâs (Giyecekler Kitabı) bölümü, giyilecek elbiselerin çeşitleri ve bu konudaki hükümlerle ilgili hadisleri içermektedir. Buhârî bu bölümde önce Ârâf sûresi 31. âyeti not eder: “Ey Âdem oğulları! Mescide her gidişinizde zînetli elbiseler giyinin; yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(Kurân: 7:31) Bu âyetten sonra da Buhârî, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Ey Müminler! Yiyiniz, içiniz, giyiniz, sadaka veriniz fakat, israf ederek, kibirlenerek değil.” Abdüllâtif Bağdâdî (557-629H./ 1162-1231 M.): “bu hadis, insanın nefsine ait rûhî ve bedenî olarak alması gereken tedbirleri içerir” demiştir. Nasılki yukarıdaki âyet hakkında da “tıbbın yarısını içermektedir” denilmiştir. Tıp ilmi, yukarıda bahsettiğimiz gibi, bir taraftan tedâvî, öbür tarfatan da tahaffuz (korunma)

26

Page 27: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kurallarını öğrettiğine göre de, “israfsız yemek ve içmek” hıfz-ı sıhha(sağlığı koruma)nın tamamı, tıbbın da yarısıdır. İslâm mütefekkirlerinden Muhammed Abduh Hazretleri(1849-1905)ne bazı müsteşrikler (orientalistler): “Kurân’da tıp ile ilgili bir şey var mıdır?” diye sormuşlar, o da: “yarım âyet vardır” diye cevap verip, âyetin: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” kısmını okumuştur.”(XII/99) İPEK YASAK, ERKEKLERE (NO SILK FOR MEN).

“Hz. Peygamber ipeği (halis ipekli elbise giymeyi) yasaklamıştır. Yalnız, -baş parmağı yanındaki iki parmağıyla (şahâdet ve orta parmaklarıyla) işaret ederek- şu kadarı istisnadır” demiştir. Hadisi Hz. Ömer’den nakleden Ebû Osman Nehdî (vefatı: 100 H./ 718 M.): “Hz. Peygamber bu işaretiyle (giysinin iki parmak miktarı ipek) alametlerini (bu miktarın yasaklanmadığını) kasdetmiştir. Gerek bu ve bundan önce geçen bazı hadislere dayanarak, alimlerin çok büyük çoğunluğu ipek giysi giymenin erkeklere haram olduğuna hükmetmişlerdir. İpekligiymenin haramlığının sebebine gelince: bunun erkekler için israf ve gurur vesilesi ve kadınlara benzemek gibi bazı sebepleri vardır. Bu Hz. Ömer’den naklaedilen hadisteki “elbisede iki parmak miktarı ipek alamet” -ki, kumaşların kenarına konulur ve saçak tabir edilir- müstesnadır ve haram değildir.”(XII/103)

“Hz. Peygamber’e bir defasında (Ükeydir tarafından) ince bir atlas cübbe hediye edildi. Hz. Peygamber ise, (erkeklerin)ipekli kullanmasını yasakladığından, halk Allah’ın Elçisi’nin bunu kabul etmesine hayret ettiler. Fakat Hz. Peygamber bunu daha sonra Hz. Ömer’e hediye etmişti (o da bu cübbeyi Mekke’deki müşrik kardeşine göndermişti). Buhârî’nin Hîbe bölümündeki bir bilgide de, Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye de böyle bir ipekli cübbe hediye etmişti. Hz. Ali bunu bir defa giydiysede, Hz. Peygamber’in yüzünde olumsuz bir tavır görmesi sebebiyle, bu giysiyi dörde bölmüş ve her bir parçasını, hadisçiler arasında Fevâtım (Fâtımalar) diye anılan, hanımı (Fâtıma), kendi annesi (Fâtıma), Hz. Hamza’nın kızı (Fâtıma) vehalası Fâtıma(binti Abdulmuttalib)’ya hediye etmiştir.”(Buhârî,Kitâbu Bed’i’l-Khalq)”(IX/45)

27

Page 28: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

GÜZEL/PAHALI GİYSİ KİBRE YOL AÇARSA, GİYİLMEMELİ (NO PROUD IN CLOTH/IN FASHION. NOT TO FOLLOW NEWFASHIONS. NO DEMONSRATION. “Abdullah b. Ömer anlatmıştı ki:“Bir defasında Hz. Peygamber: “Kim ki giydiği elbisesini kibirlenerek (ucunu yerde) sürüklerse, kıyamet gününde, Allah ona rahmet nazarıyla bakmaz.” Hz. Ebû Bekir: “Ey Allah’ın Elçisi! Benim iki tarafından birisi -dikkat etmezsem- yerde sürünüyor.” diye sorunca, Hz. Peygamber: “Sen onu kibirlenerek yapmıyorsun” dedi.”(Buhârî, Kitâbu’l-Menâqıb, Menâqıb-ı Ebî Bekir)”(IX/337)

HABBÂB’IN UYARISI. “..Bir süre sonra (ilk Müslümanlardan) Habbâb’ı bir kez daha ziyaret ettik. Habbâb (o sırada), evine bir duvar yaptırıyordu. Bize: “Müslüman (sadaka olarak) harcadığı her işin ecrini (sevâbını) alır. Yalnız şu toprak (bina) için sarfettiği mal (servet) için bir sevap almaz.” dedi.”(Buhârî, Kitâbu’l-Merdâ) (XII/71) “Hz. Peygamber: “izâr”ın (izâr denilen giysinin) topuktan aşağısarkanı ateştedir.” buyurmuştur. İzâr, Arapların giydikleri birgiysidir ki, topuktan aşağı gereksiz uzatılması, kibirlilerin yaptığı bir şeydi. Bu nedenle hadiste bunun (Allah katındaki) ağır cezası bildirilerek yasaklanmıştır.”(Buhârî, Kitâbu’l-Libâs) (XII/99)

SÜSLENMESİ YASAK, ERKEĞİN (NO DOLL ONESELF/NO PRINK FOR MEN).

“Hz. Peygamber, erkeğin (süslenmek için) zağferan (safran) sürünmesini yasakladı. Ahmed b. Hanbel ile Sünen’lerde nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hayatta sadelik, îmândandır” buyurduğundan, erkekler için renkli şeylerle yapılacak vücut ve yüz tuvaleti mekrûh ve çirkin sayılmıştır. Yalnız yeni evlenen gençler müstesnadır.(Buhârî, Kitâbu’l-Libâs’tan”(XII/105)

MEKRUHTUR, CAMİLERİN SÜSLENMESİ.

28

Page 29: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Âişe demiştir ki: Bir defasında Hz. Peygamber, üstünde damgalar bulunan bir hamîsa giymiş olduğu halde namaz kılıp, namaz sırasında bir an giysisinin üzerindeki damgalara bakmıştı. Namazı bitirince: “şu hamîsayı Ebû Cehm’e (geri) götürün de Ebû Cehm’in enbicâniyyesini bana getirin. Çünkü demin namazım(daki huzur)dan (az kalsın) beni alıkoy(acak)dı.” buyurdu. Hamîsa yün yahut koyun veya keçi kılından dokunmuş ince kumaştır ki, dört köşeli, iki tarafına birer kumaş parça geçirilmiş/dikilmiş olan siyah abadır ki, yumuşak olduğundan Arabistan’ın sıcak iklimi için çok iyi bir giysidir ve dürünce pek az yer kapladığı için taşıması da kolaydır. Bu giysi, Hz. Peygamber’e Mekkeli Ebû Cehm tarafından hediye edilmişti. Ebû Cehm, Kureyş’in ileri gelenlerinden olup, Mekke’nin fethi günü Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber onun bu hediyesini kabul etmiş,fakat daha sonra yukarıdaki durum ortaya çıkınca, hamîsayı iâdeederken kalbi de kırılmasın diye Ebû Cehm’den daha az değerli diğer giysiyi istemişti. Enbicânî ise, nakış ve nigârı (süsleme, resim) olmayan, yumuşak fakat kalın yün abaya deniliyordu ki hamîsa kadar fâhir (kıymetli, güzel) kumaşlardansayılmazmış.” Ahmed Naim Bey hadîsin îzahını be şekilde yaptıktan sonra şöyle diyor: “Hz. Peygamber yaptığı bu uyarı ile, Müslümanların çeşm ve dîllerini (göz ve gönüllerini) oyalayacak nakış ve süslemeler olmayan ve (mümkünse) tek renk ve sade bir giysi ile namazlarını kılmalarına işaret etmektedir. Bu hadîsi göz önüne alan bilginler, “tezvîk-i mesâcid”in yani mescitlerin mihraplarıyla duvarlarının namaz kılanı meşgul edecek nakış ve hatlarla tezyîninin (süslenmesinin) mekruh olduğu hükmünü çıkarmışlardır.”(II/314-316)

“Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in Medîne mescidinin temelden inşasına ve sonradan yapılan değişikliklere tanık olmuş bir kişi olarak şöyle anlatıyordu: “Mescit, Hz. Peygamber zamanındaham kerpiç ile inşa edilmişti. (Kerpiç: çamuruna saman karıştırılmış, kalıp halinde kesilip güneşte kurutulmuş killi toprak.) (Mescid’in) Çatısı hurma dallarından, direkleri de hurma ağaçlarının gövdelerinden idi. Ebû Bekir, (gerek genişletme, gerekse süsleme yönünden Mescid’e) hiçbir şey ilaveetmedi. Ömer ise (yalnızca Mescid’in enini ve boyunu) artırıp,Hz. Peygamber zamanındaki inşa usûlüne göre (bu ilaveyi de yine) kerpiç ve hurma dallarıyla yaptı. Sonra (Hz.) Osman, Mescid’i (genişlik ve süsleme) açısından değiştirip, (hem) çok

29

Page 30: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

genişletti, (hem de) duvarlarını (kerpiçle değil de) nakışlı taşlarla ve kireçle inşa etti. Ve direkleri de nakışlı taşlardan, tavanını da sac ağacından yaptırdı.” Müslim’in verdiği bir bilgiye göre, ilk zamanki durumu o zaman yaşı küçükolan Ebû Sa‘îd-i Hudrî çok canlı bir tablo ile anlatmaktadır: “(şiddetli) Yağmur çatıdan aktı. Çatı, hurma dallarından idi. Namaza başlanıldı. Hz. Peygamber’in çamur içinde secde ettiğini, (namaz bitince de) Hz. Peygamber’in alnında çamur izlerini gördüm.” Buhârî’deki diğer bir bilgi de ise: Hz. Ömer, Mescid’i genişletme işine başladığı zaman, kalfaya: “Sen yalnızhalkı yağmurdan korumaya bak. Sakın kırmızılı sarılı süsler yapıp da, halkı fitneye uğratmayasın.” demiştir ki, “fitne”den kasıt, namaz kılanın namaz sırasında zihninin ( bu süslemelerle) meşgul olması demektir. İbn-i Mâce de yine Hz. Ömer’den bir hadis nakleder ki: “mê-sêe ‘amelu kavmin qattu illê zakhrafû mesêcidehum” “Şimdiye kadar hiçbir toplum gelmemiştir ki, ameli (ibadet, hareket ve davranışları) bozuk bir hale gelince mescitlerini süslemeye kalkışmasınlar” buyrulmuştur. Ebû Dâvûd’un Sünen’inde İbn Abbas’tan nakledilen bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “mê-umirtu bi-teşdîdi’l-mesêcidi le-tuzakhrifunnehê kemê zakhrafet’il-Yehûdu ve’n-Nasârâ” “Ben, mescitleri yüksek inşâ edip süslemekle emrolunmadım. (Böyle olduğu halde) Siz, mescitlerinizi Yahûdî ve Hıristiyanların yaptığı gibi kesin süsleyeceksiniz.” Bu süslerden maksat, zuhruf: altın mânâsına geldiğine göre, yaldızdır. İbn Huzeyme’nin Sahîh’inde de Hz. Enes şöyle bir hadis nakleder: “Ye’tî ‘ale’n-nêsi zemênun yetebêhevne bi’l-mesêcidi sümme Lâ ya‘murûnehê illê qalîlen” “Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar mescitler ile övünürler de, mescitleri çokaz îmâr ederler” Mescitleri îmâr etmek, mescit inşa etmek anlamına geldiği, tesbih çekerek, ibadet yaparak îmâr etmek anlamına da gelir. Hz. Osmân’ın “nakışlı taş”ları ise, (mescidi) yaldız(lamak) değildi. Hz. Osman, kerpiç yerine, taşla kireçten ve hurma dalları yerine de daha sağlam olan sac ağacından başka bir şey kullandırtmamıştı. Çirkin olan bidat, yaldızlardır. Allah’a kulluğa ayrılan tertemiz bir yer (olan camiler) için, israf ile büyük masraflar yapmak, zühte de, huşûya da, müminin o mekânda kendini (Allah’ın yardımına) muhtaç görmesi gerektiği gerçeğine de aykırı olduğu gibi, Allah’ın sevmediği övünmeğe de aracı olur.” (Hatta pek çok cinayetler ve yargısız infazlar yapan sultanlar, büyük büyük

30

Page 31: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

camiler inşa ettirerek bunlarla, yaptıkları kötülükleri unutturmak istemişler, sonra gelen nesiller de bu camilerle övünmekten kurtulamamışlardır. i.y.) “Mescitleri ilk süsleyen Velîd b. Abdülmelik b. Mervan’dır derler ki, onun zamanı sahâbîlerin yaşadığı yüzyılın sonuna tesadüf eder. Âlimlerden bir çoğu, fitne! korkusundan ötürü, buna karşı sessiz kalmışlardır.”(II/388-389)

(Hatta pek çok cinayetler ve yargısız infazlar yapan sultanlar,büyük büyük camiler inşa ettirerek, bunlarla yaptıkları kötülükleri unutturmak istemişler, sonra gelen nesiller de bu camilerle övünmekten kurtulamamışlardır. İlk dönemdeki bilginlerin buna sessiz kalması, daha sonraki sultanların da, büyük ve gösterişli camiler yapmasına sebep olmuş ve daha sonraki devirlerdeki bilginler de artık bu gösterişli camilere ses çıkarmadıkları gibi, (Hz. Peygamber ve sahâbîler bunu yasakladıkları halde) bu israfı meşrûlaştıran fetvalar üretmişlerdir i.y.)

Ahmed Naim Bey, konuyu irdelemeye şöyle devam ediyor: “İbnu’l-Münîr’in, evlerin yüksek güzel ve süslü inşa edilip yaldızlanması çoğaldıktan sonra, mescitlerin süssüz kalması hoşolmayacağından !, onların da süslenip, yükseltilmesi menduptur dediğini, şarih ‘Aynî nakletmektedir. Daha sonraları ise, Hanefî bilginlerinin çğunluğunu oluşturduğu bazı bilginler, masrafı Müslümanların hazinesinden çıkmamak ve bu süslerle mescitlere saygı kastolunmak şartıyla, yapılabilir demişlerdir.”(II/389)

Kamil Miras da şu notları ilave ediytor: “Abdullah b. Ömer, “o sırada (Hz. Peygamber zamanında) ben delikanlı bir gençtim Ve Hz. Peygamber zamanının adeti üzere mescitte uyurdum” der (..Vekuntu gulâmen şêbben ve kuntu enêmu fi’l-mescidi ‘alâ ‘ahdi Rasûlillâhi..) Bu hadisten mescitte/camide uyumakta bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır. İmam Şâfi‘î mescitte uyumaktabir sakınca görmemiştir. Tirmizî’nin verdiği bilgiye göre, ehl-i ilimden çoğu, mescitte uyamaya izin vermişlerdir. Abdullah b.Abbas: “mescidi ikâmetgâh ve uyku, istirahat yeri yapmayınız” dermiş. Bazı ilim adamları Abdullah b. Abbas’ın bu sözünü esas almışlarsa da (Endülüslü) Mâlikî bilgin)ler(in)den Ebû Bekir İbn ‘Arabî (1076-1148 M./ 468-543 H.), Abdullah b. Abbas’ın busözünü şöyle yorumlamıştır: “Abdullah b. Abbas’ın bu kavli

31

Page 32: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(sözü), ev-bark sahibi kimseler içindir. Gurbet ellerindeki kimsesizlerin en teklifsiz evi ve itikaf edenlerin ikâmetgâhı, hiç şüphesiz mescittir.” (Abdullah b. Abbas’ın bir zengin çocuğu olduğu da düşünülmelidir. Onun, mescitte yatmaya hemen hiç ihtiyacı olmamıştır. Ebû Bekir b. ‘Arabî de (yüksek bürokrat bir) zenginçocuğu olmasına rağmen, daha sonra yıllarda Murâbitler Endülüs’ü ele geçirince, babasıyla beraber önce Mısır’a sonra Kudüs’e gelmiş ve sonraki on yılını da Orta-Doğu’nun İslâm merkezlerinde ilim öğrenerek geçirmiş olduğundan, muhtemelen camilerde yatmış-kalkmış birisi olarak, camilerin yoksula ve garibanlara nasıl emniyetli bir sığınak olduğunu çok iyi bilmektedir. i.y.)

Kamil Miras, mescitlerin diğer bir fonksiyonunu da hatırlatıyor: “Îcâbında devletçe hastanın mescitte tedavisindede bir sakınca yoktur. Nasıl ki, Hendek savaşında yaralanan Sa‘d b. Muâz’ın tedavisini, Hz. Peygamber, mescitte bir çadır kurdurarak, yakından takip etmişti.”(IV/34) Öte yandan Hz. Ali’nin Hz. Fâtıma ile evli iken de, mescitte uyuduğunu biliyoruz.(IV/41, Not:1).

“İbn-i Neccâr’ın Durretu’s-Semîne’sinde şu bilgi verilmektedir: “Abbâsî hükümdarlarının onuncusu Mutevekkil ‘Alellâh 846 mîlâdî(232 hicrî) yılında, göreve başladığında, Hz. Peygamber’in kabrinin duvarlarının her tarafını (ilk defa) mermer kaplatmıştır. Muktefî göreve geldiğinde de (1135 M./ 530 H.), bu mermer kaplamalar, insan boyunda olarak yenilendiği gibi, bumermer duvar üzerine de, tavana kadar (Hindistan’dan getirilen ve dayanıklı bir sert bir ağaç olan) sandal ve abanoz ağaçlarından şübbak denile bir kafes yaptırıldı. Sonra Mısır hükümeti vezirlerinden Hasan b. Ebi’l-Heycâ tarafından da Hz. Peygamber’in kabrine beyaz ipek üzerine sarı ve kırmızı ipekle işlenmiş bir örtü yapılmıştır. Bundan sonra da yine Abbâsîlerden Mustazî 1170 (mîlâdî, 566 hicrî) tarihinde yine ipekten bir örtü yaptırmıştır. Bu örtünün etrafında dört halifenin ismi yazılı idi. Eski ipek örtü de oradan alınıp, Kûfe’ye Hz. Ali’nin türbesine getirilmiştir. Daha sonra bu şekilde yeni örtü değiştirmeleri, hep olagelmiştir (Umdetu’l-Qârîc, IV/252’den).”(IV/616) (Artık, Hz. Peygamber’in emirlerini hayatımızda uygulamaktan çok, O’nun kabrini süslemeye önem verilir olmuştu. Bu yanlıştı. Sahâbîlerin

32

Page 33: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yapmadığı şeyleri yapıyordu, artık Müslümanlar. Ve, bu yüzden, belâlar da artık üst üste gelecektir. Bu yıllarda Müslümanlar hem bir birleriyle savaşıyorlardı, hem de önce Haçlı seferleri,ardından da 1220’den itibaren Moğol saldırıları, İslâm âlemini perişan edecek, insanların tabir caizse analarından emdikleri süt burunlarından gelecek, Müslümanlar çok acı tablolarla karşıkarşıya geleceklerdir. i.y.)

DUVARLARDA HALI VE PORTRELER, TABLOLAR.

“Hz. Âişe’nin ince yünden kırmızı bir perdesi vardı ki, onunla odasının bir tarafını örtmüştü. Hz. Peygamber ona: “Şu perdeni karşımdan al. Üzerindeki resim namazda iken hep bana görünüp duruyor.” buyurdu. Sünen-i Neseî’de nakledilen bir bilgide, bu perdenin odaya girerken tam karşıya gelen tarafa asılmış olanı üzerinde kuş, diğerinde kanatlı at resmi olduğu anlatılıyor. Bir bilgide de: “Yâ Âişetü! Ekhricî Hêzê fe-innî izê-raeytuhûzekertu’d-dunyâ” = “Âişe, şunu çıkar. Çünkü ben onu her gördüğümde dünyayı hatırlıyorum” buyurduğu naklediliyor. Verilen bir bilgiye göre de, Hz. Âişe’nin bu perdeyi kesip iki yastık yüzü yaptığını ve bu yastıklara Hz. Peygamber’in yaslandığı bildiriliyor. Bir diğer bilgi notunda da Hz. Peygamber’in yüzünün, perdeyi görür görmez renge renge girdiğini ve bu perdeyi mübarek eliyle tutup attıktan sonra: “Kıyamet gününde insanların en şiddetli azap görenleri, (resim ve heykel yapıp) Allah’ın yarattığına benzetenlerdir.” belirtiliyor. Mâlikîler ile Hanefîler, duvarlarda asılı olup canlı resmi bulunan örtüleri/halıları mekruh görürlerken, yere yayılan örtü/halı/kilimlerde olanlarda bir sakınca görmemişlerdir. İmam Malik de döşek, yastık, giysi gibi şeylerdeki bu çeşit şekillerde bir sakınca görmezdi. Fakat, asılı perdelerdeki canlı suretlerinin mekruh olduğunda ise görüş birliği vardır. Şâfi‘îler ise, ister giyside ister yastıkta veya yaygı ve kilim ve diğerlerinde olsun bir fark yoktur demişler, yasağı koyan hadislerde herhangi bir istisna olmadığını belirtmişlerdir..İpekli giysiler de, Müslüman erkeklere, Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Bu yasak bütün âlimler tarafından kesin bir emir olarak kabul edilmiş vehatta ipekli giysi ile namaz kılan kimsenin, namazını tekrar kılması gerekir mi? konusu bilginler arasında tartışılmıştır. Hanefîler, namazı olmuştur ama haram bir işi yaptığından ötürü günahkâr olmuştur (tevbe etmesi

33

Page 34: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

gerekir) derken, İmam Mâlik, İmam Şâfi‘î, Ebû Sevr ve İbnu’l-Kâsım gibi âlimler, başka bir giysi bulursa, namazını hemen tekrar kılar, demişlerdir.”(II/316-320)

DUVARLARI SÜSLEMEKLE EMROLUNMADIK. Yukarıdaki bilgiyi destekleyen ve biraz daha ayrıntı veren not da şöyledir: “Hz. Âişe anlatır ki, Hz. Peygamber bir savaşa gitmişti. O sırada ben (üstünde kanatlı at resmi bulunan) kenarı saçaklı bir yatakörtüsü almış ve pûşîdeyi (örtüyü) kapıya (kapnın üstüne) asmıştım. Hz. Peygamber döndüğünde bunu görünce çekti, aldı ve:“Allah, duvarın taşını toprağını bu şekilde kumaşla örtmemizi emretmedi.” buyurdu. Aliyyu’l-Qârî (vefatı: 1014 H./ 1605 M.) Mirqât’da bu hadisi naklettikten sonra: “Âişe (Radıyallâhu Anhê)bu yaygıyı süs için asmıştı, örtü için (içeri görünmesin diye) değil. Bundan ötürü, Hz. Peygamber, onu kınadı.(Mirqât, IV/485)”(VI/420) (İnnellâhe lem-ye’murnâ en-neksû’l-hıcârate ve’t-tîne. Rawâhu’ş-Şeykhâni)

LÜKS HAYATA VE EĞLENCEYE HAYIR! (NO LUXURY AND WARNING FOR JUST INCOME DISTRIBUTION).

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “(Bir zaman gelecektir) Ümmetimden hiç şüphe yok ki bazı kesimler türeyecektir. Bunlar zina etmeyi, ipekli elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, def, dümbelekler (çengi çigan ile) eğlenmeyi helal ve sakıncasız kabul edecekler. (Bunlardan) Bazı (merhametsiz, bencil) kesimler de dağ mesirelerine yanlayacaklar, onlara ait koyun sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek, (akşamları gidecek). Bunlara bir fakir bir ihtiyacı için gelecek de, bu (duygusuz insan)lar fakire: “haydi (bugün sana bir şey veremeyeceğiz, git şimdi) yarın gel” diyecekler. Bunun üzerine Allah Teâlâ (üzerinde oturdukları) dağı, üzerlerine indirerek bir kısmını helak edecek, (sağ kalan) öbürlerini de kıyamet gününe kadar maymun ve domuz suretlerine çevirecek.” Endülüslü hadisçi Ebû Bekir İbnu’l-Arabî (468-543 H./ 1076-1148 M.), bu maymun ve domuz suretine çevrilişin, geçmiş ümmetlerde olduğu gibi gerçek olma ihtimali olabileceğini, ahlaklarının maymun ve domuz ahlakına çevrilmesi de olabileceğini söylemiştir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Eşribe) (XII/45)

34

Page 35: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ZARARLI/YASAKLANAN TÜKETİM/HARCAMA (HARMFUL/PROHIBITED CONSUMPTION.

“Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “Allah, size analara isyanı, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, verilmesi gereken borcu vermemeyi ve alınmaması gereken bir şeyi de almayı haram kıldı.Yine Allah Teâlâ sizin için dedi-koduyu, çok soru sormayı ve malı zayi etmeyi çirkin gördü.” “Malı zayi etmek”: malı sebepsiz ve lüzumsuz yerlere harcamaktır ki, israftır. Böyle hareket tasarruf kuralları dışına çıkmak olup, zararlı bir harekettir (Kamil Miras’ın orijinal ifadesi: “Qavâid-i tasarruf haricinde, muzır bir harekettir”). Bazı alimler de malı zayi etmeyi: “Malı/serveti Allah’a itaatin dışındaki işlerde harcamak ve israf etmektir” diye tarif etmişlerdir.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstiqrâz ve’l-Hacr ve’t-Teflîs) (VII/292) (Kamil Miras’ın “Qavâid-i Tasarruf” ifadesinin akla getirdiği “İslâm’da Tasarruf Kuralları Nelerdir ?” konusu (What are the Qawaid-i Tasarruf (Principles/Codes of Savings in Islam) çalışılacak bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. i.y.) Kamil Miras daha sonra konuyu biraz daha açıyor: “ “Malı zayi etmek” (malı yok etmek/telef etmek) hakkında Tıybî(RahmetullâhiAleyh)’nin malımızın ve kazancımızın sarf edilme şekli ile ilgili güzel bir taksimini buraya kaydedelim: “Mal/servet ya sarf edilmesi/harcanması zorunlu olan bir şeye harcanır ki, kişinin kendisinin ve ailesinin nafakası ve malının zekatının verilmesi gibi mecburi ödemeler bunlardandır ki, bu tip ödemeler “malı zayi etmek” değildir. Mendub olan sadaka da böyledir. Bir de böyle olmayan harcamalar vardır ki, sarf edilmesi haram yahut mekruh olan bir tarafa/bir işe sarf etmektir. Bunun azı da çoğu da “malı zayi etmek” ve “israf”tır.Bir de malın/servetin mubah olan işlere harcanması vardır ki, asıl durumu şüpheli olanlar bunlardır. Ki bazı insanlar nasılsamubah/sakınca yok diyerek, böyle harcamalar yapmakta hiçbir ahlâkî sakınca görmezler. Halbuki gerçek böyle değildir. Binaların süslenmesi, (günlük) nafakanın normalden fazla olarak alınması, yemeklerin sağlıklı olmasının ötesinde leziz ve iştah açıcı olanlarının tercih edilmesi, yine elbise, ev eşyası, yemek takımı vediğer harcamalarda normalin üstünde yapılan harcamalar, tamamıyla tasarruf qavâidi haricinde (tasarruf kurallları dışında) yapılan israflardır.

35

Page 36: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Bütün bunlar hadiste yasaklanan “malı zâyi etme”kten sayılırlar.”(VII/305-306)

GEREKSİZ VE BİDAT HARCAMALAR

“‘Umdetu’l-Qârî’de açıklandığına göre, Abbâsîler zamanında Şâ‘bânın on beşinci gecesi “Vekud” bidatı çıkarılmıştır ki, İbn Dıhye’den nakledildiğine göre, bu bidatı ilk çıkaran Bermekî devlet adamlarından Yahyâ b. Hâlid’dir (126-190 H./ 743-805 M.). Bermekîler, Müslüman olmazdan evvel Mecûsî imişler. Ve bu Mecûsî âdetini İslâm’a sokmuşlardı. O gece yemeksofralarını mumlarla, kandillerle süslerlermiş. Mısır’da hükümran olan Türk hükümdarlarından Melik Kâmil zamanına kadar bu bidat devam etmiştir. Melik Kâmil, bunun bir Mecûsî âdeti olduğunu öğrenince kaldırmıştır. Melik Kâmil, Kalavun’un torunuidi ve kardeşi Melik Salih İmâduddîn’den sonra 746 târihinde (1345 M.) tahta oturmuştu.”(VI/297)

ÇOK YİYEN YOKSUL VE ABDULLAH B. ÖMER HADDİNDEN FAZLA YEMEK DE YASAKLANMIŞTIR (POOR MAN AND ABDULLAH B. UMAR, NO EXTRAVAGANCE IN THE MEAL. INCOME DISTRIBUTION AND HARMFUL CONSUMPTION, ).

“Abdullah b. Ömer, beraber yemek üzere sofrasına bir fakir getirilmedikçe, yemeğe oturmazdı. Yine böyle bir gün birisi sofrasına getirildi. Fakat adam çok yedi. (Adam yiyip gittiktensonra) Abdullah b. Ömer, evde çalışanına: “Bu adamı bir daha çağırma. Çünkü Hz. Peygamber’den işittim: “Mümin (sadece) bir (tek) midesini doyurmak için yer. Kâfir ise, karnındaki yedi bağırsağı doldurmak (karnını şişirmek) için yer” buyurmuştu, dedi.(Buhârî, Kitâbu’l-Et‘ıme)”(XI/383)

HARCAMAYI EN AZA İNDİRME (CONSUMPTION).

36

Page 37: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“..Hz. Peygamber, midra (denilen bir demir) ile başını kaşıyordu.” Midra denilen bu “kadın saç tarağı”nı dilciler şöyle tarif ediyorlar: Midrâ, kadın saçını ve özellikle iki taraftaki kısımlarını tarayıp düzeltmek için kullanılan bir çeşit demir taraktır. Mâşit denilen ve kadın tuvaleti yapan ve gelin başı süsleyen sanatkâr kadınların yanlarında bulunurdu.(“..ve mea‘n-Nebiyyi midran yehukku bihî ra’sehû..”(XII/175) (Nakledilen bu olay da, Hz. Peygamber’in çok sade bir yaşam sürdüğünü gösteren kanıtlardandır. i.y.)

YEDİĞİNİZDEN YEDİRİN, GİYDİĞİNİZDEN GİYDİRİN.

Buhârî’nin, Müslim’in, Ebû Dâvûd’un, İsmâilî’nin çeşitli kanallardan gelen nakillerine göre (sahabilerden) Ebû Zerr’in yanına Rebeze’ye (ziyarete) gidilmiş. Tamamı bir elbiselik yanibir ridâ ile bir izardan ibaret bir takımlık kumaşın yarısı kendisinin, yarısı kölesinin sırtında imiş. Ebû Zerr’e : “İkisini bir araya getirip, kendine bir elbise yapsaydın (daha iyi) olmaz mıydı?” denilmiş, o da Hz. Peygamber bana buyurdu ki: “..o (köle) kardeşleriniz ki, Allah onları sizin elinize (mülkünüze) vermiştir. Her kim eli altında kardeşi bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçleri yetmeyecek (zahmetli) bir iş yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, onlara yardım ediniz.”(I/42-43) “Buhârî’nin Sahîh’inde Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ashâbım! Hastaları ziyaret ediniz, açları doyurunuz, yanınızdaki köleleri özgürlüğüne kavuşturunuz.” (IV/279)

DEVAMLI SADAKA SEVABI KAZANMA İDEALİ (ONGOING CHARITY (SADAQA-I JÂRİYAH) AND ENCORAGEMENT FOR SCIENTIFIC TECHNICAL STUDIES/INNOVATIONS).

“Müslim’in Sahîh’inde Vasiyet bölümünde nakledilen hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce (yapmakta olduğu) bütün hayır işleri/iyilikleri kesilir. Yalnız üç çeşit iyi işi devam eder: 1) Hastane, mekteb (okul), mescit, çeşme, köprü gibi devamlı ve ömürlü hayırlar 2) Kendisiyle ümmet-i İslâmiyye’nin istifâde ettiği ilmî eserler 3) Kendisine duâ eden hayırlı evlât (..illê min selêsin: sadakatin cêriyetin

37

Page 38: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ev ‘ılmin yuntefe‘u bihî ev veledin sâlihın yed‘û lehû)”(IV/592)

FUKARANIN HAKKINI VERMEYENLER.

“Zekât lûgatte “artma ve çoğalma” mânâsınadır. Araplar: “zeke’z-zer‘u” derler ki “ekin arttı” demektir. Bu mâlî ibâdete“zekât” denilmesi, zekâtı verilen malın eskisine göre çoğalıp artmasından ve âhirette sevâba vesîle olmasından ötürüdür. Gerçekten malının zekâtını veren ve fukarâya yardım etmekten geri durmayan hayır ehli ve samîmî insanların malının günden güne umulmadık sebeplerle arttığı, herkesin gördüğü ve bildiği bir hakîkattır. Bu artışta, sevindirilen fakir gönlünün büyük bir rolü olduğunda hiç şüphe yoktur.”(V/4)(BİR FAKİRİN TENCERESİNE KOY DA, ARŞ-I ÂLÂ AYDINLANSIN. (Ahlâk ve vaaz kitaplarında nesilden nesile anlatılan hoş bir olay vardır: Bir kadın elinde bir küçük şişe zeytinyağı ile akşam üzeri bir camiye gelmiş. Kayyum da o sırada yavaş yavaş, teker teker kandilleri yakıyormuş. Kadın ona yaklaşınca, “buyrun hanım efendi” demiş. Kadıncağız: “bu küçük şişe zeytinyağını getirdim, caminin kandillerinden birinekoyarsanız” demiş. Kayyum şöyle demiş: “biz onu koyarız ama o zaman sadece caminin kubbesi aydınlanır, siz onu isterseniz götürün, bir yoksulun tenceresine koyun da Arş-ı Âlâ aydınlansın” Anlatılan bu olayda da, İslâm toplumunda yoksullara her şekilde her zamanda yardıma teşvik vardır. Arş-ıÂlâ aydınlanır mı denilirse, Allah Teâlâ’nın bu şekilde, kulların yaptığı güzel davranışlardan hoşlandığına dair, Buhârî’deki bir bilgide, çok fedâkâr bir kişi olan Ensâr’ın önderlerinden Sa‘d b. Mu‘âz’ın vefatında arşın titrediği, Hz. Peygamber tarafından bildirilmiştir: “ihtezze lehû ‘arşu’Rahmêni” (Sa‘d b. Mu‘âz’ın vefatıyla Rahman(olan Allah)’ın Arşı titremiştir.) i.y.)

AÇLARIN GÖZLERİNİN ERİTİCİ ETKİSİ VARDIR, ZENGİNLERİN MALLARI ÜZERİNDE

Kamil Miras, zekât konusunu, hoş ifadelerle işlemeye şöyle devam ediyor: “(Zekâtı verilen maldaki) Bu artış: “Fakir için

38

Page 39: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ne harcarsanız, muhakkak Allah onun karşılığını verir” âyetindeki Allah’ın vaadi ile garanti edilmiştir (Sebe sûresi, âyet: 39, 34:39). Öte yandan fakirlerin hakkını esirgeyen (vermeyen) tamah ehlinin (mal hırsı o dereceye ulaşmış olanların) de umulmadık âfetlerle er veya geç mahvoldukları ve servetlerinin hebâ olduğu görülmektedir. Bunda da, (toplumdaki) aç(ların) gözlerin(in) eritici tesiri bulunduğunda şüphe yoktur. “Zekât temizlikten ibarettir” de denilmiştir. Bir servetin içinde fakirlerin hakkı bulundu mu (yoksulların hakkı verilmediği zaman), bu hak, o servet için âdeta bir lekedir. Aynı zamanda servet sahibinin vicdânı da, cimrilik ve tamah gibi kötü huylarla kirlenmiştir. Maldaki bu lekeyi ve gönüldeki bu kiri yalnızca zekât temizleyebilir. Bu gerçeği şu meâldeki âyet-i kerîmeden öğreniyoruz: “(Peygamberim!) Servet sahiplerinin mallarından zekât al. Zekât, onların mallarını temizler ve (vicdanlarını) arıtır” (Tevbe sûresi, 103, 9:103)”

“Şerîat örfünde (literatüründe) zekât, havlini (bir yılını) tamamlayan Nisab’dan (zekât verilecek miktara ulaşmış mal/servetten) bir parçasını, fakir ve benzerlerine vermektir. Zekât, farzdır. Ve yegâne (tek) mâlî vecîbedir (zorunluluktur/yükümlülüktür). İslâm dîni, dînî yükümlülükler arasında, zekâta pek büyük bir değer ve önem vermiştir. Ve zenginin malının kırkta birini, fukarâ için bir hak olarak kabûl etmiştir. “Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden ötürü isteyemeyen fakirin de hakkı vardır” meâlindeki âyette (Zâriyât sûresi, 19, 51:19) açıklanan bu hak,zekât hakkıdır. Hiçbir dîn, hiçbir hayrı teşvik eden oluşum yoktur ki, kendi mansuplarına yardımlaşmayı emretmesin. Esasen bu kurumların hedefledikleri büyük gayelerden biri de budur. Fakat bu yardımlaşmayı bir hak olarak kabul eden ve ona kaçınılmaz bir vazife halinde yüksek bir yere koyan yegâne dîn,İslâm dînidir. Kurân’da “zekât hakkı”, namaz gibi ve namaza bitişik olarak anılmış ve “ekîmus’-salâte ve êtu’z-zekête” “namazı kılınız ve zekâtı veriniz” buyrulmuştur. Mücmel (öz, kısa) olan bu ilâhî fermanın îzâh ve açıklaması, miktar ve dereceleri (oranları), tatbîk (uygulama) şekilleri tamamen, taraf-ı İlâhî’den Hz. Peygamber’e havale buyrulmuştur. İşte bu mücmel emr-i İlâhî’nin, Hz. Peygamber Efendimiz tarafından nasıl bir incelik, hasssaiyet ve isabetle ayrıntılandırıldığı ve uygulandığını göreceğiz..

39

Page 40: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Kitab ve Sünnet tarafından konulmuş olan zekât yükümlülüğü, sadr-ı İslâm’dan (İslâm’ın başlangıcından) beri, İslâm ümmetinin temiz vicdânında yaşaya gelmiş bir dînî emirdir…Hz. Ebû Bekir’in halifeliğinin başlangıcında, taraf taraf dînden dönenler arasında, “namazı kabul ediyoruz, fakat zekâtı istemeyiz” diyenler vardı. Halîfe Hazretleri bunların şerîata göre durumlarını derhal ve tereddütsüz tesbit etmiş ve: “namaz ile zekât arasında bir fark kabul edenlerle savaşırım” buyurmuşlar ve Hz. Ebû Bekir’in bu içtihadını bütün sahâbîler kabul etmişlerdi. Bu nedenle İbn’ül-Esîr: “Vücubunu (yükümlülüğünü/zorunluluğunu) inkâr edici olarak zekât vermekten kaçınan kimse kâfir olur. Ancak yeni Müslüman olmuş ve zekâtın dînin farzlarından olduğunu (henüz) öğrenmemiş bulunmak gibi, bir özre dayana” demiştir. Kuşeyrî de: “zekâtı inkâr eden, tekfîr olunur (kâfirdir denilir)” demiştir.

AHLÂKÎ, MÂLÎ, SOSYAL ETKİLERİ ZEKÂTIN

Zekâtın aklî kanıtları da şunlardır:

1) Zekât, içtimâ‘î (toplumsal/sosyal) bir yardımdır. Zekâtın,Allah tarafından belirlenen harcama yerleri (Tevbe sûresi 60. âyette, 9:60), toplumun en zayıf ve en düşkün unsurlarını oluşturan fertler ile dînin ve vatanın savunulması ve bağımsızlığın sağlanması adına “toplum”dur.Zekât ile yapılan ferdî ve toplumsal yardımdaki güzelliği,her akıl sahibi anlar. Şurada, geçim imkânlarından yoksun bir fakir boynunu büküp yüzünü topluma karşı ekşitirken, diğer tarafta borca boğulmuş bir Müslüman borcunun ağırlığı altında iç sıkıntısıyla inim inim inlerken, ötede memleketinden/ âilesinden çok uzak yerlere düşüp, eski servetinden intifâ (yararlanma) imkânı olmayan bir düşmüş kişi izhâr-ı telehhüf edip (âh çekip hüzünlenip) dururken, bunların karşısında türlü nimetler içinde yüzen bazı insanların, bu mûsîbet içindeki insanlara lâkayt kalmasını, şuurlu ve vicdanlı bir insan doğru bulur mu? Yine böyle dîn ve vatan, şeref ve namus tehlike ile karşı karşıya iken, daha evvel milletin refâhıve memleketin sükûn içinde olması sonucu kazanılmış olan

40

Page 41: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

servetlerin hodbince (bencilce) bir zihniyetle üzerine kapanıp (cimrilik yapıp), memleketin o durumuna sessiz kalmayı doğru akıl kabul eder mi? (Tevbe 60. âyette (“..vefî sebîlillâh..” maddesi ile) zekâttan, savaşan gâzilerin de bir payı olduğu bildirildiğinden, buna işaret ediyor, Kâmil Miras i.y.) İşte fakirlerin, toplum içinde yüzlerini güldürmek ve boynu bükük dolaşmamalarını sağlamak için ve borçlulara ve ebnâ-i sebîle (yolda kalmışlara) yardım etmek için, zekâtın ihtiyara (tercihe) bırakılmayıp, farz (zorunlu) kılınması, ne kadar da yerindedir.

2) Zekâtın mütehattim (kaçınılmaz) bir vazîfe (görev) olarak emredilmesinin, ahlâk üzerinde de büyük bir tesiri vardır.Cimri olan insanlar, kendi tercihlerine bırakılmış görevlere karşı hiç aldırmazlar. Bu çeşit insanlara ferdî ve toplumsal yardımların üstünlüğünden, erdeminden ne kadar bahsedilirse bahsedilsin, bunların rûhunu harekete geçirmek mümkün değildir. Yalnız bu tip kişiler için önemli olan/olacak şey, yalnızca “vazîfeyi/görevi terk ve ihmal etmenin mümkün olmadığı durumlar” kavramıdır ki, işte bu cimrilerde ancak böyle mecbûrî bir emir olan zekâtı yerine getirmek için, vermek zorunda olduklarını bildiklerinden, verirler. Ve işte bu tip kişiler, bu zekâtgörevlerini yerine getire getire, toplumun semâhatli (cömert, eli açık) bir üyesi olabilirler.

3) Zekât, servet sahiplerinin sahip oldukları İlâhî nimetlerekarşı, şükür ve teşekkür ve hamdlerini edâ etmeleri/yerinegetirmeleridir. Kendi cinslerinden bir insanın kendilerineyaptığı bir iyiliğe karşılık vermek için bir fırsat arayaninsanların, kendi Yaratıcı’larına, Nimet Verici’lerine (O’nun emirlerine) karşı, duygusuz ve kayıtsız kalmaları,insafa sığar mı?”(V/5-7)

ZEKÂT BAŞKA ŞEHRE/ÜLKEYE GÖNDERİLİR/GÖNDERİLMEZ DİYENLER.

“Bazı bilginler hadisteki: “Zekât, (Müslümanların) ağniyâsından (zenginlerinden) alınır, onların fakirlerine

41

Page 42: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

verilir” ifadesinden, zekâtın kendi üzerine farz olduğu yerden (o gelirin elde edildiği yerden) başka bir yere nakletmek, uygun olmaz.” hükmünü çıkarmışlardır. Fakat (bunun yanında), “hadisteki “fakirler” ile Müslümanların fakirleri kastedilmiş olup, zekâtın farz olduğu beldenin fakirleri ile, diğer beldelerin fakirleri arasında bir fark yoktur.” diyen alimler de vardır. Taybî diyor ki: “bir beldeden diğerine zekât nakledilirse, farz yerine getirilmişolacağından, yükümlülük düşer. Bu konuda âlimlerin görüş birliğine yalnızca Ömer b. Abdülazîz Hazretleri karşı çıkmıştır ki, halîfeliği zamanında Horasan’dan başkent Şam’a gönderilen zekât mallarını Horasan’a iâde etmiştir. Aliyyu’l-Qârî (vefatı: 1605 M./ 1014 H.) Mişkât Şerhi’nde der ki: “Ömer b. Abdülazîz’in bu davranışı, icmâ‘â (âlimlerin görüş birliğine) aykırılığa kanıt değildir. Onun böyle davranıp, Horasan’a zekât mallarını iâde etmesi, adâletin tam olarak uygulanmasını sağlamak ve tamahkârların/mala hırslı/zekât mallarını hakları olmadığı halde yemek isteyenlerin, bu ihtiraslarını kesmek içindir. Yine Aliyyu’l-Qârî, İbnu Humâm’ın (1388-1457 M./ 790-861 H.)dilinden bu bahsi îzâh ederek diyor ki, “zekâtta sahîh ve muteber olan “mekân-ı mal”dır. Yani zekât malının bulunduğu yerdir. Sadaka-i fıtırda muteber olan da “mekân-ı re’s”dir ((insan)başın(ın) bulunduğu yer). Yani sadaka-i fıtır verecekkimsenin bulunduğu şehrin fakirleridir. Zekâtta “malın mekânı”na ve sadaka-i fıtırda “mekân-ı re’s”e itibar edilmesi, zekât hükmünün gereğine, hükmün sebebinin bulunduğu yerde uyulmuş olması içindir. Bu nedenle zekâtın farz olduğu yerde, müstehıkk-ı zekât (zekât almağa hak kazanmış) olan fakirler ve muhtaçlar bulundukça, o şehirden diğer bir şehre zekâtı nakletmek mekruhtur. Her beldenin (yerleşim biriminin) zekâtı, o beldenin zekâta müstehık olan halkına dağıtılması gerekir. Fakat diğer bir beldede, kendi memleketindeki fakirlerden daha kötü durumda olan fakirler varsa veya zekâtveren kimsenin bir akrabası bulunursa, o zaman zekâtı başka bir beldeye nakletmekte bir sakınca yoktur. Hatta zekâtı o akrabaya götürmekle/ göndermekle, zekat sevabından başka sıla-i rahim (akraba ziyareti) sevabı da alde edilmiş olur. Bu konuda en çok dayanılacak bir kanıt da, yine Hz. Mu‘âz’ınmeşhur hadisidir. Mu‘az b. Cebel Hazretleri Yemenlilere: “Haydi arpa ve hubûbât yerine, zekât olarak elbîse

42

Page 43: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

getiriniz. Bu şekilde zekât vermek, (hemen hepiniz elbise dokuduğunuz için) hem sizin için kolaylıktır, hem de (benim bu sizden topladığım zekâtları göndereceğim) Medîne’deki sahâbîler için de daha hayırlıdır (yararlıdır)” demişti. Hz.Mu‘az bu sözü söylediğinde Hz. Peygamber sağ idiyse, onun bugörüşü Hz. Peygamber’in de -bu bir itirazı/düzeltmesi duyulmadığına göre, takrîrî sünnet olmuş olur. Yok bu söz Hz. Ebû Bekir’in halîfeliği döneminde söylenmiş ise, yine (bu defa da) sahâbîlerden hiç birinin bir itirazı duyulmuş olmadığından, sahâbîlerin sükûtî icmâ‘sı (görüş birliği) ilekuvvetlendirilmiş demek olur. Sonuç olarak, zekât veren kişinin akrabasına gönderilmek veya başka bir beldede daha muhtaçlara verilmek üzere zekâtı başka bir yerleşim biriminegöndermesinde bir sakınca yoktur..

(Zengin ise) Çocuğun ve mecnûnun (akıl özürlünün) malından/servetinden zekât gerekip/gerekmediği konusunda isebilginler arasında görüş ayrılığı vardır. İbn Hacer (1372-1449 M./ 773-852 H.), bu iki grubun da zekât vermekle yükümlü olduklarını söylerken, Aynî (1361-1451 M./ 762-855 H.) ise aksi görüştedir.”(V/ 10-11)

SAVAŞ İLANI: ZEKÂT VERMEYENLERE (TO OPEN WAR TOWHOM DO NOT GIVE RELIGIOUS TAX (ZAKAT).

“İslâm toplumunda âdil bir gelir dağılımının sağlanması o kadarönemlidir ki, İslâm’ın ilk halîfesi Hz. Ebû Bekir, zekât vermekten kaçınanlara harp îlân etmiştir: “(zekât vermeyenlere savaş açılmasına karşı çıkan sahâbîlere) Hz. Halîfe cevâben: “Vallâhi her kim namazla zekâtı ayırırsa, bu gürûh ile harp ederim. Çünkü zekât mâlî bir haktır (namaz bedenî bir görev olduğu gibi). Allah’a yemin ederim ki, bunlar, Allah’ın Elçisi’ne verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse, bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum” buyurdu (“.le-uqâtilenne men ferraka beyne’s-salâti ve’z-zekêti fe-inne’z-zekête haqqu’l-mêli Vallâhi lev-mene‘ûnî ‘anêkan kênû yueddûnuhê ilê Rasûlillâhi le-qâteltuhum ‘alê-men‘ıhê..” ..Ehl-i irtidâdın (dînden dönenlerin ikinci bir kısmı var idi ki, bunlar Hz. Peygamber’in peygamberliğini kabulediyorlar, namaz kılacağız, diyorlardı. Fakat, zekâtı ve zekâtın farz olduğunu inkâr etmişlerdi. Zekâtın, imama yani

43

Page 44: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

devlet reisine (devlete) ödenmesinin vâcip (zorunlu, mecbûrî) olduğunu kabul etmiyorlardı. Biz bu vergiyi, Hz. Peygamber’in şahsına hürmet ederek ve harcanacağı yerlere emin olarak (güvenerek) veriyorduk, artık şimdi vermeyiz” demişlerdi.”(V/19-23) .

KOMÜNİST MİYDİ, EBÛ ZER?

Kâmil Miras, “zekâtı verilmeyen malların, âhirette bu malların sahibi için nasıl azap sebebi olacağı” ile ilgili hadisi açıklarken, Ebû Zerr’i eleştirir ama bu eleştiride biraz ileri gider: “Buhârî’de, Zeyd b. Vehb’ in naklettiği bilgi şöyledir. Zeyd der ki: “Bir ara Rebeze’ye uğramıştım. Orada Ebû Zerr-i Gıfârî ile görüştüm. Ona, hükümetin kendisini Rebeze’ye niçin nefyettiğini (sürgün ettiğini) sordum. Şu cevabı verdi: “Şam’da(defterdar olarak) bulunduğum sırada “vellezîne yeknizûne’z-zehebe ve’l-fiddate..” “Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda harcamayanlara, hemen acıklı azabı müjdele”(Tevbe sûresi, 34. âyet, 9:34) âyetini okur ve bu âyetin Ehl-i Kitâb ile Müslümanlar hakkında indiğini halka anlatırdım. (Şam yani Suriye valisi) Muaviye ise: “bu âyet, bizim hakkımızda değil, Ehl-i Kitâb hakkında inmiştir” derdi. Bu sebeple Muaviye ile aramız açıldı. Muaviye beni, Halîfe Osmân’a şikayet etti. Medîne’ye (başkente) çağrıldım. Medîne’ye gelince, halk (daha evvel) beni hiç görmemiş gibi etrafıma toplandı. Hz. Osman’a budurumu söyledim. “(Medîne’ye) Yakın bir tarafa çekil ve halk ile görüşme” dedi. Ben de “Bunu yapamam, kanaatimi söylemekten vaz geçemem” dedim”. Ebû Zerr’i Gıfârî’nin mezhebine göre, âilenin nafakasından fazla mal biriktirmek haramdı. Bu yolda fetva veriyordu. İnsanları bu mezhep ve kanaatini kabule teşvikederdi. Bunun aksi kanaatte olanlar aleyhinde ağır sözler söylerdi. (Şam’da) Muaviye, kendisini mükerreren (defalarca) buyolda kelâm etmekten (konuşmaktan) yasakladı ise de Ebû Zerr dinlemedi. Ve halkı, bu kanaati etrafında toplamayı başaracağından (Muaviye) korktu (da), Hz. Osman’a şikayet edip,Medîne’ye çağırmasını istedi. Hz. Osman da, Medîne’ye geldiktensonra (Ebû Zerr’i), Rebeze’ye yalnız olarak nefyetti (sürgün etti).Ve Hz. Osman’ın halifeliği döneminde, Ebû Zerr Rebeze’de vefat etti. Ebû Zer Hazretlerinin bu mezhebi hatalı idi. İştirâkıyyûn (komünistler) mezhebi demek idi. Halbuki, azabıgerektiren “kenz” (mal/servet biriktirme/depolama), “zekâtı

44

Page 45: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

verilmeyen mal”dan ibaretti. “Zekâtı verilen mal” ise “kenz” değil idi. Zekâtı verildikten sonra mal/servet toplamak kötü olmak bir tarafa, iyi bir işti. Abdullah b. Ömer’den, Abdullah b. Abbas’tan, Câbir ve Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhum)’den nakledilen görüşler bu doğrultuda idi. İslâm’ ın ilk yıllarında mal/servet biriktirmek/depolamak/yığmak, haram idi. (Ama, bu servetin kırkta birinin her yıl yoksullara verilmesini emreden) Zekât farz olduktan sonra, bu haramlığın hükmü kalkıp, mal biriktirmek mubah (sakıncasız) olmuştu.”(V/27)

(EBÛ ZERR, SÜRÜLMESE OLMAZ MIYDI? Ebû Zerr’in görüşü, Halîfe Hz. Osman’ın görüşlerine olsun, sahâbîlerin çoğunluğunungörüşlerine olsun aykırı da olsa, saygı duyulması gereken bir görüş değil miydi? Ebû Zerr, bu görüşlerini yayması sonucu, etrafında kendine bağlı bir grup oluşturmuş da değildi. Zaten böyle teşkilatçı/örgütçü bir insan değildi. Böyle bir gayesi deyoktu. Uyarılarıyla yalnızca zenginleri ve orta hallileri, yoksullara daha fazla sadaka vermeye/yardım yapmaya teşvik ediyordu. Sürgün edilmeden, Medine’de konuşmaya devam etmesininsağlanması, daha uygun olmaz mıydı? sorularını sormak herhalde günah olmaz. i.y.)

BUHÂRÎ’NİN “KENZ” İLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ.

Buhârî Sahîh’inde “Zekâtı verilen malın kenz olmadığı”nı açıklama ile ilgili bir bâb (konu alt başlığı) açmıştır. (Buhârî’nin bâb başlıklarının aynı zamanda onun görüşlerini bildiren içtihadları olduğu, bütün hadis bilginlerce ifade edilmiştir.) Buhârî’nin burada naklettiği hadîs şöyledir: “Ebû Sa‘îd-i Hudrî(Radıyallâhu Anh)’den: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Beş ukıyye (yani iki yüz dirhem gümüş)den az miktar(daki gümüş)de zekât yoktur. En aşağı, üçer yaşında beş deveden aşağısında da zekât yoktur. Beş vesak miktarının altında(ki hurma, üzüm ve hubûbâtta (ekinde) da, zekât (vermek) gerekmez.”

(Prof. Orhan Çeker’in ölçmesi ile: (Konya) Buğday(ın)dan beş vesak>555 kg; Kuru fasulye ve arpadan 510 kg.; Mısırdan 600 kg.;

45

Page 46: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Nohuttan 465 kg. Pirinçten 570 kg. (Bir teneke buğday 16 kg.; 35 teneke buğday bir vesak gelmektedir) (çıkan ürün, bu miktarlardan az ise, zekât vermek gerekmemektedir.)

“Buhârî, yukarıdaki başlığın içerdiği “zekâtı verilen mal kenz değildir” hükmünü, “beş ukıyyeden az miktardaki gümüşte zekât gerekmez” ifadesi ile açıklamıştır. Bâbın başlığına göre,bir malın kenz olması iki şey ile mümkündür: 1) Malın nisâb miktarı olması, 2) Zekâtı verilmemiş olması. Şu halde nisâba ulaşmayan mal kenz olmaz ve sahibi de “Altını ve gümüşü yığanlar..” âyetindeki azaba hak kazananlardan olmazlar..Kenz lugatte “mâl-i medfûn” (gömülü mal) demektir. Şerîat ıstılâhında (terminolojisinde) ise, zekâtı verilmeyen maldır. Buhârî’nin konumuz olan Ebû Sa‘îd-i Hudrî hadisinden evvel Hâlid b. Eslem vasıtasıyla Abdullah b. Ömer’den naklettiği bir hadiste, Hâlid diyor ki: “Bir defasında Abdullah b. Ömer ile Medîne dışına çıkmıştık. Bir ‘Ârâbî (çöl halkından bir kişi) bize yaklaştı ve Abdullah b. Ömer’e “Altını ve gümüş yığanlar..” âyetindeki “kenz”in anlamını sordu. Abdullah şu cevabı verdi: “Altın, gümüş gibi mal biriktirip de, zekâtını vermezse, bu “kenz”dir. Bu şekilde servet toplayıp da, zekâtınıvermeyen kimse için helâk ve azap vardır. Zekât farz kılınmazdan evvel, ihtiyaçtan fazla olup da, yoksullara verilmeyen mal “kenz” sayılırdı. Zekât farz kılındıktan sonra ise Cenâb-ı Hak zekâtı malın temizlenmesine aracı kılmıştır. (“..men kenezehê fe-lem-yueddi zekêtehê fe-veylun lehû. İnnemê kêne kable en-tunzile’z-zekêtu felemmê unzilet ce‘alehêllâhu tuhran li’l-emvâli”) Zekât farz kılınmazdan evvelki mâlî durum çok kötü idi. Bu ekonomik kriz durumunu Bakara sûresi 219. âyetten öğreniyoruz: “(Servet sahipleri) Sana (mallarının) ne kadarını (yoksullara) vereceklerini soruyorlar? ‘İhtiyacınızdan fazlasını veriniz’ de.” Zekât âyetiininceye kadar, bu âyette haber verildiği gibi, zarûrî ihtiyaçlardan fazlası tamamen yoksullara verilirdi ki, hakîkaten süren ekonomik kriz hem kritikti hem de bu sınavı geçip iyi Müslüman olmak kolay değildi.” Zekât emri geldikten sonra, bu emrin hükmü kalktı.”(V/33-34) (Ama toplumlarda o ölçüde bir ekonomik sıkıntı olduğu zaman –her devirde ve her coğrafyada- Müslümanların yine kendi ihtiyaçlarından artanın

46

Page 47: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

dışında bütün servetlerini yoksullara harcamaları gerekeceğine,bu âyet işaret etmektedir. i.y.) “Sahip oldukları hayvanların zekâtını vermeyenlerin azap şekli yukarıdaki hadiste bildirilmişti. Diğer malların zekâtını vermeyenlere nasıl azap edileceğini ise şu hadis bildirmektedir: ‘Hz. Peygamber buyurdu: Kim ki, Allah kendisinemal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, gayet zehirli bir yılan şeklinde ve iki gözü üzerinde iki nokta (olarak gayet vahşî bir halde), sahibinin boynuna dolanır ve sonra da (ağzı ile) sahibinin çenesini iki tarafından yakalar ve: “ben senin (dünyada) çok sevdiğin malınım, ben senin hazinenim” der” Bunu anlattıktan sonra Hz. Peygamber şu âyeti okudu: “Allah’ın kendi ihsanından verdiğini,(yoksullara vermekte) cimrilik yapanlar, sanmasınlar ki bu (davranış) kendileri için hayırlıdır. Tersine bu onlar için çokkötüdür. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”(Âl-i İmrân sûresi, 180. âyet, 3:180) Buhârî bu hadisi de “Zekât Vermeyenlerin Günahı”nı açıklamak kısmında nakletmiştir. Zekâtın içtimâ‘î (toplumsal/ sosyal) bir yardım olduğunu ve bunu İslâm dîni derecesinde hiçbir dînin ve hiçbir içtimâ‘î teşekkülün (sosyal organizasyonun) kendi üyelerine mütehattim (kaçınılmaz) bir vazife olarak yüklemediği, yukarıda îzâh edilmişti. Bu hadislerde, bu mâlî görev yapılmadığında, uygulanacak cezalarlailgili olmaktadır. İslâm dîninin içtimâ‘î yardıma verdiği özel önemi açıklamak için, gerek böyle vazifeden kaçanların azâp ve cezalarına, gerekse görevini yapanların elde edecekleri mükâfatlarla ilgili daha pek çok âyetler ve hadisler bulunmaktadır.”(V/29-30)

SÜT DAĞITMAK FAKİRLERE (MILK CHARITY).

Îzahında Ebû Zerr’e değinilen hadis şöyledir: “Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ‘Sahibi tarafından zekâtı verilmeyen deve,(kıyamet gününde) besili ve en güçlü kuvvetli hali ile gelerek,sahibine musallat olup, tabanlarıyla onu çiğner. Zekâtı verilmeyen koyun da gayet semiz ve kuvvetli hali ile gelerek sahibine musallat olup, tırnaklarıyla onu çiğner, boynuzlarıylada vurur. Hz. Peygamber (devam ederek) buyurdu ki: bu

47

Page 48: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

hayvanların haklarından birisi de su başlarında (sütlerinin) sağılması (ve fakir ve yolda kalmışlara verilmesi)dir. Hz. Peygamber (yine devam edip) buyurdu ki: Sakın sizden hiç biriniz kıyamet gününde omzuna zekâtını vermediği koyununu yüklenip, avaz avaz bağırtarak ve “Yâ Muhammed! diye(yardım isteye)rek (bana) gelmesin! Ben ona, (şu anda kıyamette) senin için Allah’ın verdiği ceza hükmünden küçücük bir indirim/azaltma yapmaya bile yetkim yok. Ben sana (dünyada) İlâhî hükmü söylemiştim.’ diye cevap veririm.” Bu hadisi Müslimdaha uzun bir metin ile naklederken, Buhârî de “Zekât Vermeyenlerin Günah ve Azâbı” başlıklı kısımda nakletmektedir. Buhârî bu bölümde (her zaman yaptığı gibi) önce (konuyla ilgili) bir âyet nakleder: “Ey îmân edenler! Hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolu(na girmekten)ndan engellerler.Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda harcamayanlara, hemen acıklı bir azabı müjdele. (Bu paralar) Cehennem ateşinde kızdırılıp, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuzu şeylerin (azabını) tadın.”(Tevbe sûresi, 34 ve 35. âyetler, 9:34-35) Bu âyet, zekât vermeyenlerin, muâvenet-i içtimâ‘iyyeden (sosyalyardımlaşmadan) kaçanların günahını açıklamak üzere indirilmiştir. Aman Allahım! Bu ne şiddetli azaptır, (ve “acıklı azapla müjdele” buyrulmakla) ne ızdırap verici dalgaya almaktır. Bu âyet genellikle Ehl-i Kitap ile Müslümanlar hakkında inmiştir. Bazı âlimler de yalnız Ehl-i Kitap hakkında indiğini söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas’a göre ise, İslâm ümmetinden zekât vermeyenler hakkında inmiştir ki, müfessirlerin çoğunun görüşü de budur.” Hadisteki “ve-min hakkıhê en-tuhlebe ‘ale’l-mêi” ifadesi ile zekâtta başka bir ikinci hak daha bildiriliyor ki, bu da hayvancılık yapanların hayvanlarını sulama yerine götürdüklerinde, sütlerinden bir miktarını sağıp, fakirlere ve yolda kalmışlara vermeleridir. Bukonuda (Endülüslü) Buhârî şârihi İbn-i Battal (el-Qurtûbî, vefatı: 1057 M./ 449 H.) demiştir ki: bu bir cömertliktir, birhakk-ı muvâsâttır (yardım, dostluk, iyilik) ve farz demek değildir, yani yapmayana ceza yazılmaz. Su başında süt dağıtmak, Arapların âdeti idi. Bu sebeple de fakirler ve kimsesizler su başlarında müterakkıb bulunurlardı (böyle (süt sağıp, dağıtacakları) beklerlerdi). Bilginler, İslâm’ın ilk yıllarında bu şekilde süt dağıtmanın zorunlu bir vazife

48

Page 49: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

olduğunu ve fakirlerin ve çaresizlerin su başlarında bu çeşit sadakadan istifade ettiklerini, fakat sonradan zekât emrinin gelmesi ile bu emrin hükmünün kalktığını bildirmişlerdir.. Bu hadis, deveden, sığırdan ve koyun-keçiden zekât verilmesinin zorunlu olduğunun kanıtıdır. Bazı bilginler de bu hadisten, hayvan sürülerinin sütünde, ağaçların meyvesinde zekâttan başkafakirler ve yolda kalmışlar için bir hak bulunduğunun kanıtını çıkarmışlardır. Bu âlimler iddialarını kuvvetlendirmek için diyorlar ki: Cenâb-ı Hak, Kalem sûresinde bir toplumu kınayarak“le-yasrimunnehê musbihîn: onlar (meyve) bahçelerinin gece dökülen meyvelerini fakirlere göstermeden devşirerek sabahlarlar” buyurmuştur (Qalem sûresi, 17. âyet, 68:17). En‘âm sûresinde de “ve-êtû hakkahû yevme hasâdihî : Devşiriliptoplandığı gün de hakkını verin” (En‘âm sûresi, 141, 6:141). İşte bu “hak”, zekâtın dışında bir “hak”tır ve zekât farz kılındıktan sonra da, emir olarak devam etmektedir. Vaktiyle Medîneliler, hurmalarını topladıklarında hurma salkımlarından bazılarını götürüp, Mescidin bir kenarına asarlarmış. Mescide namaza gelen fakirler, bu salkımlardan deynekle hurma düşürüp yerlermiş. İslâm’ın başlangıcında bu şekildeki “hak” ödemenin zorunlu olduğu, bu âyetten anlaşılıyor. Zekât farz kılındıktan sonra da bu hakkın (ödenmesinin) devam ettiği İmam Şa‘bî’den, Hasan Basrî’den, Atâ’dan ve Tâvûs’tan nakledilmiştir. Fakat bilginlerin çoğunluğuna göre bu zorunluluk, zekâtın (ve zîrâî ürünlerin zekâtı olan öşrün) farz kılınmasıyla kalkmıştır. Yalnız, iyi ve güzel bir âdet olarak mendûb olarak kalmıştır. Abdullah b. Abbâs’dan bir kural olarak nakledilen söz: “Kurân’da geçen bütün yardım(laşma) emirlerinin (farz oluşu ileilgili) hüküm, zekâtın farz kılınmasıyla, kalkmıştır.”(V/28-29)

ÇOK ZENGİN OLACAK, YOKSULLAR.

“..Birisi gelip Hz. Peygamber’e… “kıyamet ne zaman?” dedi. Hz. Peygamber buyurdu ki: “Bu meselede sorulan, sorandan daha bilgili değildir. (Şu kadar var ki Kıyamet’ten evvel meydana gelecek) alametlerini sana haber vereyim: “..kim oldukları belirsiz deve çobanları (yüksek) bina kurmakta birbirleriyle yarışa çıkarlarsa (Kıyamet’ten evvelki alametler görünmüş olur.” Bu hadis, insanların yoksullarının servet ve mala kavuşacağına işarettir ki bâdiye-neşin (çölde oturan) Müslümanların çeyrek yüzyıl geçmeden Rûm ile Acem (Bizans ile İran) devletlerini yenerek birdenbire hatır ve hayale gelmez

49

Page 50: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

büyük servetlere sahip olmaları, Hz. Peygamber’in bu haber vermesi ile gerçekleşmiştir. Kıyamet alametlerinin kötü şeyler olduğunu söyleyenlere göre ise, servet ve mal zamanın ilerlemesi ile alçak kişilerin eline geçeceğine işarettir.” (I/59)

FAYDALI HARCAMA (USEFUL COMSUMPTION).

“Ebû Mes‘ûd Ukbe’den: şöyle demiştir: “Hz. Peygamber buyurdu ki: Bir kimse, âilesine sevabını yalnız Allah’tan umarak harcama yapsa, bu harcaması kendisi için (sevapça), sadaka (vermiş gibi) olur.” Buhârî’de yine Sa‘d b. Ebî Vakkas’dan nakledilen bir hadis vardır ki, Ebû Mes‘ûd’un naklettiği hadisidaha çok açıklığa kavuşturur: “Şüphesiz sen, Allah rızasını arayarak hiçbir nafaka harcamazsın ki ondan ötürü sevap kazanmayasın. Hanımının ağzına verdiğin lokmaya varıncaya kadar.”(I/65)

“ ‘Utbe b. Rabî‘a’nın kızı Hind, bir defasında Hz. Peygamber’e gelip: “Ey Allah’ın Elçisi! (Eşim) Ebû Sufyan çok sıkı, cimri bir kimsedir. Onun malından (ona sormadan) ailemize yedirmekte bana bir günah olur mu?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Örfe göre bir ailenin yiyebileceği miktar ile aile halkını doyurmanda sana bir günah yoktur” diye cevapladı.”(VII/395) ET TÜKETİMİ (MEAT CONSUMPTION). “Sahâbîlerden Râfî‘ b. Khadîc anlattı ki: Biz Hz. Peygamber ile ikindi namazını kılardık. Sonra da (bazen) deve keserdik. (Deveyi yaklaşık) On parçaya ayırırdık ve gün batmazdan evvel de pişmiş (deve) kebabını yerdik.”(VII/425) (Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerin vejeteryan olmadığını da göstermektedir. i.y.).

YASAK DEĞİL, PARFÜM VE KOZMETİK SANAYİİ HARCAMALARI (NON-PROHIBITED CONSUMPTION (PARFUME AND COSMETICS). “Hz. Âişe (Raduyallâhu Anhê) şöyle anlatmıştı: “Ben, Hz. Peygamber’i hoşuna giden en güzel koku ile kokulardım. Hatta sürdüğüm koku onun başında ve sakalında parlayıp şakıdığını görünceye kadar devam ederdim.” Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in “başındaki saçlarınave sakalına koku sürerdim” demekle, erkekler için koku tuvaletinin yalnız bununla sınırlı olduğunu da ifade etmiş oluyor. Bu nedenle erkeklerin yüzlerini kokulayıp, (yüzlerine bir şeyler sürerek) süslenmeleri uygun değildir. Kadınlara

50

Page 51: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

gelince, onlar için -yaratılıştaki aslî durumlarını değiştirmemek şartıyla- her türlü süslenmek serbesttir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Libâs)”(XII/114)

ET TÜKETİMİ CONSUMPTION (MEAT).

“Bir defasında Hz. Peygamber^’in önüne et yemeği konuldu, fakatetin evde Hz. Âişe’nin yanında köle olan Berîre’ye sadaka olarak getirildiği de haber verildi. Hz. Peygamber: “O Berîre’ye sadakadır, (bize ise) Berîre’nin hediyesidir, buyurdu.” (Buhârî, Kitâbu’l-Hibe) (VIII/17) (Berîre, bir iki yıl içinde hz. Âişe tarafından özgürlüğe kavuşturulmuştur. i.y.)

GÜZEL KOKU SÜRÜNMEK “Hz. Enes demiştir ki: Hz. Peygamber, (kendisine sunulan) hoş kokuyu reddetmezdi.”(Buhârî,Kitâbu’l-Hibe) (VIII/23)

YARARLI/OLUMLU TÜKETİM (POSITIVE CONSUMPTION).

(Hacc da, umre de hem dünyanın her yerinden Mekke ve Medîne’ye gelen Müslümanlarla temasın sağlanması yönünden İslâm kardeşliğini artırır, hem de Müslümanlar arasında ticareti artırır. Hacc’a ve umreye giden Müslümanlar gitmeden önce ve geldikten sonra hem kendi ülkelerinde fazladan alışverişler yapırlar, hem de başta hac ve umreye götüren firmalar, uçak şirketleri, iller arası transferler olmak üzere, çok çeşitli sektörlere para transferi sağlanmış olur. Ayrıca henüz pek üzerinde durulmuyor ise de, hacc ve umre esnasında orada bulunanların, o esnada ticaret yapmalarını da Kurân serbest bıraktığından: (“Hac mevsiminde, ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde size bir günah yoktur..”(Bakara sûresi, âyet: 198; 2: 198) bu konu Müslümanlar arasında işlenirse, hac (ve umre) esnasında dünyanın en büyük ve en kalabalık fuarının Mekke’de (ve Medine’de) faaliyet yürütmesi mümkün olacak ve bundan bütün Müslümanlar (alım-satım yapacaklarından ve iş adamları birbirleriyle tanışacaklarından) kazançlı çıkacaktır. Hacc ve umre esasında, İslâm ülkeleri arasında “bir türlü artırılamıyor”

51

Page 52: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

denilen ticaretin artırılması için, çok büyük fırsatlar doğmuş olacaktır. Böylece hac ve umrenin İslâm ülkelerinin iç ve dış ticaretlerinin artmasına olumlu/pozitif katkısı olduğu/olacağı görülmektedir. İslâm’ın diğer mâlî emirleri, sadaka-i fıtır, oruçluya iftar ettirmenin büyük sevapolduğunun bildirilmesi.. yoksullara ve akrabaya sürekli yardımın emredilmesi, hep pozitif harcamanın örneklerindendir. i.y.)

“Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kimin evlenmeye gücü yeterse, evlensin. Çünkü evlenmek gözü harama bakmaktan alıkor ve ırzı kötü yola düşmekten) korur. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun. Çünkü oruç, (kötülüğe karşı koruyucu) birkalkandır.”(VI/255) (İslâm’ın erken yaşta evlilikleri teşvik etmesi ve Müslüman toplumların, diğer toplumlara göre daha fazla çocuk sahibi olmak istemeleri sonucu oluşan genel ve zorunlu tüketim harcamaları, esasında ekonominin bütün sektörlerini sürekli canlı tutan çok önemli/en önemli faktördür. i.y.)

HEDİYE GÖNDERME: BİR OLUMLU TÜKETİM HARCAMASI (CONSUMPTION: TO SEND GIFT).

“Şehitlerin ulusu Hz. Hamza, Peygambermiz’in hem amcası, hem desüt kardeşi idi. Ebû Leheb’in azatlısı Süveybe, Hamza’yı da, Hz. Peygamber’i de emzirmişti. Hamza, Hz. Peygamber’den iki yaşbüyüktü. Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendikten sonra hem kendisi, hem de Hatice Hazretleri, Süveybe’ye ikram ederlerdi. Medine’ye hicretten sonra bile, Hz Peygamber, Süveybe’ye (Mekke’ye) hediye gönderirdi.”(XI/269)

YASAKLANMAMIŞ TÜKETİM (CONSUMPTION (NON-PROHIBITED CONSUMPTION).

“Hz. Peygamber bir gün şöyle buyurmuştu: “Herhangi bir Müslümankendi ailesine –Allah’ın rızasını gözeterek- nafakalarını sağlarsa, bu o Müslüman için sadaka yerine geçer.”(Buhârî, Kitâbu’n-Nefaqât). Kâmil Miras bu konuda şunları not ediyor: “Muribsahibi Zeynîzâde (vefatı: 1172 H./ 1759 M.) kişinin âilesini: “hanımı, çocuğu ve nafakası kendisine ait olan oğlan ve kız kardeşleri, amcası..oğlu ve evinde beslediği yabancı fakir çocuklardan ibaret âile halkıdır” diye tarif etmiştir ki,

52

Page 53: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

hadisteki “ehil (âile)” kelimesinin işareti bu genel mânâdır. Kişinin âilesini beslemesi icmâ ile (bütün alimlerin ortak/kesin görüşü ile) zorunludur. Bundan ötürü kişinin nafakasını sağlamak üzerine zorunlu olanların nafakasını sağlamasının, hadiste “sadaka” olarak ifade edilmesi, bu işin bir sevabının olmadığının zannedilmemesi içindir. Âileyi doyurarak, âile reisinin sevap elde edeceği ile ilgili olarak bir diğer hadis de yine Buhârî’de nakledilen şu kudsî hadistir ki, Hz. Peygamber: “AllahTeâlâ’nın “Ey Âdem oğlu! Sen âileni doyur ki, sen de Allah tarafından doyurulup, sevap kazanasın!” buyurduğunu haber vermiştir.”(XI/372)

ELBİSESİ İLE KEFENLENDİ. YARARSIZ TÜKETİME HAYIR! (NO UNNECESSARY CONSUMPTION).

“Hz. Ebû Bekir, ölünce altındaki (üzerindeki) giymekte/yatmaktaolduğu elbise ile kefenlenmesini istemişti. Üzerindeki bu giysinin hemen yıkanıp (Arabistan çok sıcak olduğu için) kurur kurumaz, bu eski giysileriyle kefenlemesini istemişti: “Hz. EbûBekir, içinde hastalandığı iki kat elbîsesine işaret ederek: “evvelâ (ben ölünce hemen) bunları yıkayınız (Arabistan çok sıcak olduğu için, hemen kuruyunca) beni bunlarla kefenleyiniz”diye vasiyet etmişti. Hz. Âişe: “sana bunların yenisini almayalım mı?” diye sormuş, o büyük halîfe: “hayır, bunların yenilerine ölülerden çok diriler daha layıktır” demişti (Lâ el-hayyu ahvecu ile’l-cedîdi min’el-meyyiti) (IV/336). “Hz. Ebu Bekir’den on yıl önce vefat eden Osman b. Maz‘ûn da elbisesi ile kefenlenmişti. Mekke döneminde ilk Müslüman olanlardan olan Osman b. Maz‘ûn Müslüman olanların on dördüncüsü idi ve önce Habeşistan’a sonra da Medîne’ye hicret etmişti. Bedir savaşında büyük kahramanlık göstermiş ve Hicret’in ikinci yılında vefat etmişti, kendi elbisesi ile kefenlenmişti.”(IV/293-294) “Yine büyük sahâbîlerden Sa‘d b. Ebî Vakkas ölüm döşeğinde iken, isteği üzerine yünden îmâl edilmiş eski bir cübbe getirilmiş ve “Beni bununla kefenleyiniz. Çünkü, Bedir (savaşı) günü, bu eski cübbe içinde harbetmiştim” demişti. Halbuki bu büyük sahâbînin çok büyük birmiras bıraktığı bilinmektedir.”(IV/350) “Kefen konusu ile

53

Page 54: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ilgili bir diğer olay da, sahâbîlerin her gün ölümü/öbür dünyayı düşündüklerini, dolayısıyla Kurân’ın öğütlediği gibi, bu dünyanın geçiciliğini unutmadıklarını ve sonuçta dünyaya ancak o kadar değer verdiklerini göstermektedir: Sahâbîlerden Sehl’in anlattığına göre Bir gün bir kadın elinde kenarlarında ipler sarkan yani yeni dokuduğu, tezgahtan yeni çıkarılıp getirildiği belli olan yünden bir büyük hırka ile Hz. Peygamber’in yanına geldi. Ve “bilir misiniz bu hırka nedir?” diye oradakilere sordu. Onlar da “şemle”dir, dediler. Kadın: “Ey Allah’ın Elçisi! Bu hırkayı kendi elimle dokudum ve size giyin diye getirdim.” dedi. Hz. Peygamber, hırkayı aldı, zaten o sırada böyle bir giysiye ihtiyacı vardı. Sonra Hz. Peygamber bunu içeriye girip giydi ve yanımıza geldi. Orada bulunan bir sahâbî: “Ey Allah’ın Elçisi! Bu ne güzelmiş! (Lütfen) bunu banagiydir” dedi. Hz. Peygamber: “tamam” buyurup, içeriye girdi ve çıkarıp üzerine başka bir şey giyip dürüp, o sahabiye gönderdi.Oradakiler, o sahâbîye kızdılar ve “İyi yapmadın. Hz. Peygamber’in buna ihtiyacı vardı. Ve biliyorsun ki Allah’ın Elçisi, kendisinden istenilen hiçbir şeyi vermemezlik etmez” dediler. O da: “Vallâhi ben bu giysiyi giymek için istemedim, (öldüğümde) kefenim olsun diye istedim” cevabını verdi.” Kişinin kefenini ve mezar yerini hazırlamasının gerekli olup/olmadığı, dînen bunda bir sakınca olup/olmadığı konusunda bazı bilginler görüş bildirmişlerdir. Zâmirî demiştir ki: “insanın kendi kefenini hazırlaması müstehap değildir. Çünkü buda âhirette bundan ötürü sorguya çekilmesine sebep olur.” Buhârî şârihleri İbn-i Battal ve Aynî: “kişi mezar yerini hazırlayabilir, bu ölümün yakın olduğunu hatırlatır” demişlersede, bilginler: sahâbîlerden hiçbirisinin böyle bir hazırlıkta bulunduğu duyulmuş değildir, diyerek öncekilerin görüşünü reddetmişler ve böyle bir hazırlık müstehab olsaydı, sahâbîler arasında yaygın olurdu, demişlerdir.(IV/357-359)

BUHUR YAKMAYIN CENÂZEMDE.

“Ebû Hureyre, ölümünün yaklaştığını anlayınca şöyle vasiyet etmişti: “Öldüğümde, kabrimin üstünde çadır kurmayın, cenazemi buhur yakarak takip etmeyin. Cenazemi süratle kabre götürün. Çünkü Hz. Peygamber’den duydum: ‘iyi bir kişi tabutuna konulduğunda : “haydi beni (hemen) götürün, beni (hemen) götürün (qaddimûnî, qaddimûnî)” der. Kötü kişi de tabutuna

54

Page 55: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

konulduğunda: “eyvah, beni nereye götürüyorsunuz” der.’ Kâmîl Miras (yaklaşık 1937 yılllarında) bu hadis üzerine şu açıklamayı yapıyor: “Bu hadisteki “fustât”: “kıldan, keçeden yapılmış çadır” demektir. Vaktiyle, ölünün kabri üzerine böyle çadır kurulur, yahut çardak yapılır da içinde toplanılarak cenazenin âilesi bunun içinde taziye edilirmiş. Hadiste geçen “micmer” kelimesi de: “için ateş konularak ödağacı gibi kokulu şeyler yakılan buhurdanlıktır.” İslâm öncesi dönemde, cenazeninönünde böyle kokular yakılarak takip edilirmiş. İslâm şerîatı bunları yasaklamış ve bu câhiliye âdetlerini işleyenleri kınamıştır. Genellikle makam sahiplerinin ve zenginlerin cenazelerinde devam edip gelen bu tütsülerle cenâze nakliâdetinin Cumhuriyet devrinde bırakılması, İslâm şerîatıadına memnûniyet vericidir. Fakat bunun yerine daha ağır masraflar ve israflar yapıldığının görülmesi de esef vericidir.Gönül ister ki, bu fuzûlî masrafların çok fazla tutan miktarları Allah rızası için ve meyyitin istirâhâtı rûhu için (ölünün rûhunun istirâhâtı için), memleketimizin Kızılay, çocukbakımı gibi hayır cemiyetlerine verilsin. Böyle bir davranış, meyyit için ne kadar çok sevaba vesile olacağını îzâha ihtiyaç yoktur.” (IV/452) TEŞVİK EDİLMEZ, LÜKS KONUTLAR (LUXURY HOUSES ARE NOT ENCOURAGED).

“Bir defasında Hz. Peygamber yüksek bir yerden Medîne evleri arasında yükselen köşlere bakarak şöyle buyurmuştu: “Benim gördüğümü görebiliyor musunuz? Evlerinizin aralarına dökülen fitne ve felâket yerlerini, şiddetli yağmur sellerinin açtığı yaralar gibi (gözümle) görüyorum” Bu Peygamberî mucize (sonrakiyıllarda) aynıyla olmuştu. Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayan bufitneler ve musibetler aralıksız devam etmiş ve Harre olayı gibi, bazı çok elem verici olaylar meydana gelmiştir.”(VI/239) (Bir tarafta lüks konutlar öbür tarafta da muhtaçlar olursa, budurum fitneye/anarşiye yol açar. Gerçi gelir dağılımı Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde şikayet edilecek boyutta değildi ve ihtilal kitlesel açlık ve yaygın yoksulluktan çıkmış da değildi. Fakat, Ebû Zerr’in uyarılarının boş/yararsız olmadığı,bugünden o döneme bakıldığında daha iyi anlaşılıyor. i.y.)

55

Page 56: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

EL İŞLERİNİ SATARAK YOKSULLARA YARDIM EDEN HZ. ZEYNEB (HANDIWORKS OF WOMEN (CRAFTSWOMAN).

“Hz.Peygamber’in eşi Zeyneb binti Cahş, el işleri gibi güzel sanatları bilen , çok duyarlı ve hayırsever bir kadındı.”(IV/366) El işleri/örgülerinden elde ettiği gelirini yoksullara dağıttığı, başka kaynaklarda geçmektedir “ki, el işleri gibi sanâyi‘i nefîseyi (güzel sanatları) iyi bilir ve gayet duyarlı bir kadındı. Büyük bir edebî kudrete de sahipti. El emeğiyle kazancını fakirlere tasadduk eder (harcar) ve son derece hayırsever bir kadın olduğu için, Hz. Peygamber daima ona iltifat ve itibar ederdi.”(VIII/22) Hz. Peygamber: “bendensonra ilk önce “eli uzun olanınız” vefat eder” demişse de, bunun mânâsı anlaşılamamıştı. Hz. Peygamber’in ardından ilk olarak Hz. Zeynep vefat edince, Hz. Peygamber’in ona “eli uzun”demesinden kastının, “yoksullara yardım eli uzanan” demek olduğu anlaşıldı.

DİĞER ZEYNEB’İN EL İŞLERİ (HANDIWORKS OF ANOTHER ZAYNAB).

“Bir gün Hz. Peygamber mescitten evine girerken, Hz. Bilâl: “EyAllah’ın Elçisi, Abdullah İbn Mes‘ûd’un hanımı Zeynep sizinle görüşmek istiyor” dedi. Hz. Peygamber: “Ona izin veriniz (gelsin)” buyurdu. Zeynep şu soruyu soruyordu: “Ey Allah’ın Elçisi, Siz bugün (Mescitte) sadaka vermemizi emrettiniz. Benimde yanımda zînetlerim vardı. Bunları vermek istedim. Fakat (eşim Abdullah) İbn Mes‘ûd, kendisinin ve oğlunun, benim sadakavereceğim kimselerden daha muhtaç olduklarını söyledi ve kendisine bu sadakanın verilmesinin daha uygun olacağını söyledi. (Ne buyurursunuz?)” Hz. Peygamber cevaben: “İbn Mes‘ûddoğru söylemiştir. Eşin ve çocuğun, senin sadaka vereceğin kişilerdendaha çok sadakaya layıktırlar” buyurdu (“..Sadeqa İbnu Mes‘ûdin, zevcuki ve-veleduki ehakku men tesaddeqte bihî aleyhim”) . Olayı biraz daha ayrıntılı olarak anlatan Tahâvî (239-321 H./ 853-933 M.) şöyle der: “Râita binti Abdillâh demiştir ki: “Abdullah ibn Mes‘ûd’un eşi Zeynep, sanatkâr bir kadın idi. Abdullah ibn Mes‘ûd ise fakir idi. İbn Mes‘ûd’a ve oğluna, Zeynep bakıyor idi. Ve –“Seninle oğluna bakmak, beni sadaka vermekten engelliyor. Size bakarken, dışarıya sadaka vermek bir türlü nasip olmuyor” diyerek, şikayet ederdi.

56

Page 57: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Abdullah b. Mes‘ûd da cevaben: “Bize yaptığın bu harcama ve yardımdan ötürü, sen Allah’ın rızasını kazanamazsan, ben de senin bu yardımını istemem” demişti. Bunun üzerine Zeynep ve İbn Mes‘ûd Hz. Peygamber’e giderek, Zeynep Hz. Peygamber’e şu soruyu sormuştu: “Ey Allah’ın Elçisi, Ben sanat sahibi bir kadınım. El emeğimi satar, kazanırım. Çocuğumun ve eşimin bir şeyleri yok. Bunları ben geçindiriyorum ama bunların maişetinden artırıp da dışarıya bir başkasına sadaka veremiyorum. Bunlara yaptığım harcamadan ötürü, bana bir sevap var mıdır?” Hz. Peygamber: “Evet, bunlara yaptığın harcamadan ötürü sevap kazanırsın; sen eşine ve oğluna harcamaya devam et”buyurmuştu.”(V/537-539)

SERVETİ KORUR-YOKSULU DA DÜŞÜNÜR: ZEKÂT.

“Zekât ki, mâlî bir vecîbedir (zorunluluktur). Muâvenet-i ictimâ‘iyyenin (toplumsal yardımlaşmanın) terk edilmesi ve ihmal edilmesi mümkün olmayan birinci kısmını oluşturur. Şerîatımız bunda bile daha çok mu‘tedil (orta) bir tarîk-i teâvun (yardımlaşma yolu) tutmuştur: kırkta bir. Servet yükseldikçe, yükümlülüğün azalması ise, son derece dikkate şâyandır. Şerîat-ı İslâmiye’nin toplumsal yardımlaşma konusundaki prensibi, âile servetini korumak, fukarayı bunun gelirinden istifade ettirmektir ki, bu sayede servet sahipleri ile fakirler arasında bir sevgi, bir muhabbet kuruluyor. Son yüzyıllarda ortaya çıkan iktisâdî meslekler (doktrinler, ekoller) ise zengin ile yoksul, sermâye ile çalışan arasında günden güne açılan bir boşluk meydana getirmiştir.” (IV/417)

ÖLEN ANNESİ İÇİN SADAKA VERMEK (ENCOURAGEMENT TOCHARITY).

“Bir gün Ensâr’ın önderlerinden Sâ‘d b. ‘Ubâde, Hz. Peygamber’egelip şöyle demişti: ‘Ey Allah’ın Elçisi! Annem ansızın vefat etti. Öyle zannediyorum ki, konuşabilseydi, kendisi adına (bol bol) sadaka verilmesini vasiyete ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, anneme sevap gider mi?” Hz. Peygamber: “Evet (olur)” buyurdu.”(IV/600)

ARAP YARIMADASININ ÜNLÜ FUARLARI (FAMOUS FAIRS OF ARABIAN PENINSULA).

57

Page 58: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Zeyd b. Hârise, İslâm öncesi dönemde çölde annesinin yanında annesinin kabîlesini ziyarete giderken, Benû Qays’dan bir süvârî tarafından kaçırılıp, Mekke’ye getirilmiş ve Suheylî’ninverdiği bilgiye göre Zeyd, Arapların meşhur panayırlarından Hubaşe panayırında (köle olarak) satılığa çıkarılmıştı. Zeyd o sırada sekiz yaşında idi.”(IV/422)

ÜÇ MEŞHUR FUARI, İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMİN (THREE FAIRS OF JAHILIYYAH (ASWAQ-I JAHILIYYA).

“Îzâh ettiğimiz Abdullah b. Ömer hadisinden evvel Buhârî, Sahîh’inde “câhiliye döneminin üç panayırı bulunduğu ve İslâm’dan sonra buralarda alım-satıma devam etmekte bir sakıncabulunmadığını açıklamak için bir bâb (alt başlık) açmış ve bu bâbta (Abdullah) İbn Abbâs’ın bir hadisini nakletmiştir ki o hadis şöyledir: “(İslâm öncesi) Câhiliyet döneminde ‘Ukâz, Mecenne ve Zu’l-Mecâz, Araplarun meşhur panayırları idi. Mekke fethedilip de, İslâm bu bölgeye de hakim olunca, Müslümanlar bupazarlarda ticaret yapmayı günah zannettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Hac mevsiminde sizin alışveriş yaparak Rabbiniz’inihsanından (kâr elde ederek) istifade etmenizde herhangi bir günah yoktur” meâlindeki âyeti indirdi (Bakara, 198. âyet). (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘) (IV/412)

DEMİRCİ EBÛ SEYF ( ABU SAIF AS AN IRONMONGER: PRE-CAPITALIST BUT TRANQUIL SOCIETY).

“Enes b. Mâlik anlatmıştır ki: Bir defasında Hz. Peygamber’le birlikte demircilik yapan bir sanatkâr olan Ebû Seyf’in evine gitmiştik. Ebû Seyf’in hanımı Ummu Burde, Hz. Peygamber’in çocuğu İbrâhim’in de süt annesi idi…”(IV/430)

İFTAR YEMEĞİNİ YEMEYİP, KALKTI GİTTİ (ECON PHILOSOPHY).

Mekke döneminde sekizinci Müslüman olarak İslâm’a giren ve Uhutsavaşında yirmi bir yerinden yaralanan Abdurrahman b. Avf bir

58

Page 59: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

defasında ailesiyle beraber iftar sofrasına oturmuşlardı. Çocuğu şöyle anlatır: “Babam güzel hazırlanmış iftar sofrasına bakıp dedi ki: ‘Mus‘ab b. Umeyr, Uhut günü şehit edildi. Halbuki Mus‘ab benden çok hayırlı idi. Ona bir kefen bulamadık ve bir elbiseye sardık ama, bununla başını örtsek ayakları açılıyor, ayaklarını kapatsak başı açılıyordu..Hamza da, Uhut’ta şehit edildi. O da benden hayırlı idi. Onu da kefenleyecek bir hırkadan başka bir şey bulamadık. Bu insanlar dünyaya önem vermeyen bir hayat içinde öbür aleme göçtükten sonra, şimdi dünyanın bunca güzel nimetleri benim karşıma serilmiş durumda. (Acaba) Âhiret için yaptığımız iyilikler, önealınıp da bize dünyada veriliyor olmasın!’ deyip, (o şehitlerinkavuştukları yüksek derecelere ulaşmanın kendisi için geciktiğine üzülerek) ağlamaya başladı. Hatta (bu yüzden iftar)yemeğini de terk etti.”(IV/354)

NE KADAR SU İLE ABDEST VE BOY ABDESTİ ALIYOR, HZ.PEYGAMBER?

On yıl Hz. Peygamber’e hizmet eden “Enes (Radıyallâhu Anh) demiştir ki, Hz. Peygamber, beş müd (miktarı su) ile gusleder, bir müd (miktarı su) ile de abdest alırdı.” Ahmed Naim Bey bu hadisi naklettikten sonra “müd” ölçeğinin Hicaz bölgesi ile Irak bölgesinde farklı ağırlıkta olan bir ölçü birimi olduğunu belirterek, alimlerin bu konudaki görüşlerini ayrıntılı olarak verdikten sonra, Hz. Peygamber’in yarım litre veya en fazla bir litre su ile abdest aldığını, iki buçukveya en fazla beş litre su ile de boy abdesti aldığını, aritmetiksel hesapla da ortaya koyuyor.”(I/166-167)

VEJATERYEN DEĞİL, HZ. PEYGAMBER.

“Amr b. Ümeyye (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in, pişmiş koyun küreğinden (et) kesip yediğini gördüm. (O sırada ezan okununca, Hz. Peygamber) namaza çağrıldı. Bıçağı, (eti elinden) bırakıp, abdest almadan namaza durdu.” Ahmed Naim Bey, (Arabistan’daki koyunlar çok zayıf olduklarından) koyun etinin yağlı olmadığını, deve etinin ise yağlı olduğunu, sebebin bu olabileceğini şöyle nakleder: “..

59

Page 60: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(İmam) Ahmed b. Hanbel (164-241 H./ 780-855 M) ise, Câbir b. Semure(Radıyallâhu Anh)’den nakledilen bir hadise dayanarak, deve eti yenildikten sonra abdest almanın vacip (zorunlu) olduğunu söylemiştir. Sahîh-i Müslim’de Câbir(Radıyallâhu Anh)’dennakledildiğine göre, bir kişi Hz. Peygamber’e: “Koyun eti yedikten sonra abdest alayım mı?” diye sormuş, Hz. Peygamber: “İster al, ister alma” buyurmuş, aynı kişi: “peki deve eti yedikten sonra abdest alayım mı?” diye sorunca, “Evet” cevabınıvermiştir. Herhalde sahâbiler ve tabîin (sahâbîleri (Hz. Peygamber’i görenleri görenler) gören nesil) devirlerindeki bu konudaki farklı görüşlerden sonra, deve etinin dışındaki pişmişetlerin yenilmesinden sonra abdest almak gerekmediği konusunda icmâ-i ümmet (alimlerin görüş birliği) oluşmuştur. Abdestin gerekmediğini söyleyenler, hadiste geçen vudû (abdest) kelimesinin örfî dile göre el-ağız yıkamak anlamına da geldiğini ifade ederek, deve eti diğer etlerden daha çok yağlı olduğu için, burada örfî dildeki anlamının düşünülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bazı bilginler de, Hz. Peygamber’den nakledilen bazı hadislerde (Sünen-i Ebî Dâvûd ve Sünen-i Neseî’de) “Hz. Peygamber, ateşte pişen yiyecekler yenildikten sonra abdest almayı (bir süre sonra) terketti” hadisini açıklarken, İslâm öncesi dönemde halkın temizlenmemeyealışkın oldukları için pişirilmiş yağlı yemeklerden sonra abdest almaları farz kılınmıştı. Fakat daha sonraki yıllarda İslâm toplumunda temizlik konusu tamamen yerleşince ve yaygınlaşınca, bu emrin kaldırıldığını bildirmişlerdir.”

Konuyla ilgili diğer nakillere bakarak Hz. Peygamber zamanında sahabîlerin gıdaları hakkında da bir fikir edinebiliriz: “Hz. Peygamber ile beraber yolculukta idik. Hayber’in alt tarafındaki Sahbâ mevkiine varınca (hayvanlarımızdan inip, abdest aldık ve) Allah’ın Elçisi bize ikindi namazını kıldırdı.Sonra (herkesin yanında) var olan yiyecekleri getirmesini istedi. (Arkadaşlarımız) Kavuttan başka bir şey getir(e)mediler. Kavut: kavrulup un haline getirilmiş buğday vearpadır. Hz. Peygamber: “bunu ıslatın” dedi. Sonra (o kavuttan)Hz. Peygamber’le beraber biz de yedik. Daha sonra Allah’ın Elçisi akşam namazına kalktı ve ağzını çalkaladı Biz de ağzımızı çalkaladık. Abdest almadan namaza durdu. Bir defasında da Hz. Peygamber’in, eşi Hz. Meymûne’nin odasında birkürek(etin)den yedikten sonra abdest almadan namaza durduğu nakledilir. Abdullah b. Abbas da şöyle demiştir: Hz. Peygamber

60

Page 61: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(SAV) süt içip ağzını çalkaladı ve “Bu yağlıdır( ondan çalkaladım)” dedi.”(I/170-172) Bir başka hadiste ise Enes (R.A.): “Hz. Peygamber, mescit inşa edilmeden evvel koyun ağıllarında namaz kıldırırdı” demiştir ki, Medîneli sahâbîlerin(özellikle Ensâr’ın) koyun yetiştiriciliği yaptığını göstermektedir.”(I/182) Sehl b. Sa‘d da, Hz. Peygamber’in hutbe okuduğu ahşap basamakların (minberin), Gâbe’nin Esl ağacından yapıldığını söylemiştir ki, Gâbe, Suriye tarafından gelindiğinde Medine’ye dokuz mil mesafede ağaçlık bir yerin ismi idi ki, Hz. Peygamber zamanında hazinenin develeri orada otlar idi.”(II/324) Zaman zaman yokluk, kıtlık olsa da, Hz. Peygamber zamanında etli yemekler de yapılıyordu. Bir defasındao zaman Medîne’nin kenar mahallelerinden Benû Sâlim’e giden Hz.Peygamber, döneceği sırada mahalle halkı onu bırakmamış ve yemeğe davet etmişlerdi: “..ve habesnêhu ‘alê khazîratin sana‘nêhê lehû..” “Itbân der ki: “Hz. Peygamber’i, kendisi için pişirdiğimiz bir hazîreyi yemesi için alıkoyduk..” Hazîre: yağlı çorbaya veya un ve küçük kıyılmış et ile olan bulamaç aşına deniliyordu (Keşkeğe benzer bir yemek olduğu anlaşılıyor i.y.). Eğer et bulunamazsa ona “asîde” denilirdi.Bazı rivayetlerde de “et suyuna un ıslağını karıştırarak yapılan çorbaya denilir” denilmektedir. Bazı rivayetlerde de”z”ile değil de “r” ile geçen “harîre” ise un ile yoğurttan yapılan bir çorbadır. Müslim’de ise “ceşîşe” olarak geçmektedirki Mütercim Âsım Efendi “bulgur pilavına denilir ki içine et, yahut hurma kıyılıp pişirilmiştir, demektedir.”(II/365)

Hz. Peygamber, Medîne’ye gelmeden önce ilk Cuma namazını kıldıran Es‘ad b. Zurâre de cumaya katılanlara bir koyun kesip ikram etmişti: “Ensâr (Medîne’nin yerli Müslümanları dediler ki: Yahûdîlerin yedi günde bir, bir araya toplanıp ibadet ettikleri özel günleri var. Hıristiyanların da öyle. Haydi biz de Allah’a şükrümüzü göstermek için bir (ibadet) gün(ü) belirleyelim.” Daha sonra o günün ‘arûbe günü yani perşembedensonraki gün olmasını kararlaştırdılar. Cuma gününe o zaman ‘arûbe derlerdi. O gün Es‘ad’ın yanında buluştular. O da onlaraiki rekat namaz kıldırıp, vaazda bulundu. Ve o güne “Cuma” (toplanma) günü ismini koydular. Es‘ad da onlara bir koyun kesti. Pişirip yediler..”(III/5) İMKÂN VARSA CİMRİLİK YAPMAMAK.

61

Page 62: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Erkekler için) Vücudun üzerine giyilen tek kat giysi (iç çamaşırı da yok, hırka, ceket, manto, cübbe gibi bir şey de yok) ile (vücudun hatlarını ve vücudun belli olması ihtimali olduğundan) namazın olup olmayacağı konusu, Hz. Ömer zamanında tartışılmış ve sahâbîlerin ve sonraki nesil olan tâbiînin büyükçoğunluğu bunda bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. “Bir defasında Abdullah b. Mes‘ûd ile Übeyy b. Ka‘b, Hz. Ömer’in yanında bu mesele hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Übeyy b. Ka‘b: “tek giysi içinde namaz olur” demiş, Abdullah b. Mes‘ûd ise “bu durum elbisenin az olduğu (yoksulluğun yaygın olduğu) zamandı (şimdi uygun değil)” demiş, Hz. Ömer ise, Übeyy b. Ka‘b’ın görüşünü benimsemişti. O günlerde bir kişi daha, bu konuyu Hz. Ömer’e sorunca, Hz. Ömer hutbeye çıkarak şöyle demişti: “Allah Teâlâ size (parasal olarak) genişlik verdiğinde, siz de elbisenizi geniş tutunuz (güzelce giyininiz). Bir kişinin birden fazla giysisi olursa, giysin.” İşte Hz. Ömer, tek kat bir giysi ile namazın kılınabileceğini söylediği gibi, bolluk zamanında (Arabistan’da o zamanlarda yaygın olan) dokuz farklı giysi çeşidi ile de namaz kılınabileceğini tarif etmişti.”(II/285)

KORKAKLIK VE İRADESİZLİK GİRİŞİMCİLİĞE ENGEL OLUR.

“Hz. Peygamber, korkaklıktan, cimrilikten, kabir azabından..Allah’a sığınırdı (Kêne yete‘avvezu min’el-cubni ve’l-bukhli ve azêb’il-kabri..) Kâmil Mîras’ın buradaki açıklaması ise şöyle: “Bu hadiste korkaklık: azimsizlik ve iradesizlik demektir. Hz. Peygamber’in korkaklığı bu rûh halini, kötü olma yönünden cimrilikle ve kabir azabı gibi âhiret musibeti ile eşit sayması dikkat çekici olduğundan, burada biraz îzaha girişmeden geçemeyeceğiz: korkaklık ve iradesizlik insanların iktisâdî, içtimâ‘î (toplumsal) ve siyâsî davranışlarına ayak bağı olur ve her türlü terakkî (kalkınma/ilerleme) hamlelerine engel olduğu için dînen yapmak zorunda olduğu emirleri yapmasına dave sonuçta âhiret mutluluğuna da engel olur..”(IV/503)

62

Page 63: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

BOYASINA SİDİK KARIŞTIRILAN YEMEN KUMAŞLARI, KORUMACILIĞIN BİLİNMEDİĞİ SERBEST TİCARET (NO PROTECTIONISM: FREE-TRADE OF 14 CENTURIES). “

“(Hicretin dokuzuncu senesi) Tebuk seferinde idik. (Hz. Peygamber’e abdest alması için eline su döküyordum.) Üzerinde bir Şam cübbesi vardı. Hz. Peygamber elini (cübbenin) yeninden çıkarmaya davrandı. Dar(lığı engel) oldu. Bunun üzerine elini cübbenin altından çıkardı. (Kolunun üzerine) su döktüm” O zamanhenüz diyâr-ı küfr (kafirlerin ülkesi) olan Şam’dan (Suriye’den) Hicaz’a giden (ithal edilen) yenli cübbelerden olan bu giysi, kâfirlerin dokuduğu giysiler içinde, namaz kılınabileceğine delildir (kanıttır). Müslüman olmayan ülkelerden gelen kumaşların, (dînen) pis olduğu kesinleşmedikçe, yıkamadan giyip, onunla namaz kılınmasında, İmam Şâfi‘î ile Kûfe fukahâsı (Hanefî bilginleri) bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. İmam Mâlik ise, Allah’a ortak koşanların dokuduğu giysiler içinde namaz kılmayı da, bunları giymeyi de mekruh görür. (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Neseî, Ahmed b. Hanbel gibi pek çok hadisçinin hocası olan) Müçtehid imam İshâh b. Râhûye (778-853 M./ 161-238 H.) ise, kâfirlerin (ürettiği) bütün giysilerini temiz kabul eder. Buhârî ise naklettiği bir bilgide: İmam Zührî’nin boyasına sidik karıştırılan Yemen kumaşlarını giydiğini ve Hz. Ali’nin yine kâfirlerin imal ettiği ve yıkanmamış olan basmayı giydiğini nakleder. İmam Zührî’nin davranışı ise şöyle de yorumlanmıştır ki, ya bu Yemen kumaşlarını yıkayıp da giymiştirveya o boya imal edilirken karıştırılan sidik, etinin yenilmesihelâl olan hayvanların sidiğidir.”(II/288-289)

İTHAL GİYSİLER, UMMAN’DAN (TO WEAR IMPORTED COSTUMES).

“Yağmur duasına çıkıldığında Hz. Peygamber’in giydiği elbise, Umman dokumalarından olup, boyu dört arşın bir karış, eni de iki arşın bir karış..idi ki, bu giysiyi Hz. Peygamber Cuma günleri ile bayramlarda giyerlerdi. Diğer vakitlerde, dürülür saklanırdı.”(III/264)

63

Page 64: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Bu bilgiler, uzun İslâmî yüzyıllar boyunca, Müslüman ülkelerinkorumacı bir iktisat siyaseti takip etmediklerini, genelde düşük olan gümrükleri ödeyen bütün dünya tüccarlarının ve üreticilerinin, mallarını İslâmî topraklara rahatça soktuklarını göstermektedir. İslâmî topraklar bir nevi milyonlarca kilometre kare genişliğinde bir serbest bölge olduğundan çok canlı bir ticarî hayat, milyonlarca Müslümanın refah içinde ve sıkıntı çekmeksizin bir yaşam sürdürmelerini sağlıyordu. Ama zaman zaman çıkan Harzemşah gibi akılsız ve kibirli yöneticiler, bu düzenin bozulmasına sebep olmuşlardır. Cumhuriyetten sonra da kabotaj kanunu ve diğer kısıtlayıcı ve korumacılık tedbirlerinin, Türkiye ekonomisinin gelişmesine çokolumsuz etkileri olmuştur. Korumacılık, hasetçi bakışın sonucu oluşan bir ekonomik sistem olup, klasik İslâmî iktisat teorisinde bilinmemektedir. i.y.)

TÜKETİCİ HAKLARI.

“..Bey‘i mu‘âtât, yani “aldım sattım” kelimelerini kullanmaksızın yapılan alışveriş işlemi, İmam Şâfi‘î’nin son görüşüne göre geçersizdir. İmam Mâlik’e göre ise, burada bulunmayan bir malı, sıfatlarını (özelliklerini) belirterek satmakta bir sakınca yoktur. Eğer malın daha önce anlatılan özellikleri sahip olduğu açıklığa kavuşursa, alışveriş kesinleşmiştir ve müşterinin muhayyerlik hakkı (alışverişten vazgeçme hakkı) olmaz. Ama, söylenilen özelliklerden bazısı malda bulunmuyorsa, vazgeçme hakkı vardır. İster kabul eder, isterse alışverişten vaz geçer. İmam Şâfi‘î’nin önceki görüşü ile, İmam Ahmed b. Hanbel’in, İshak b. Râhûye’nin, Ebû Sevr ileZâhirîlerin de görüşü budur. İbni Sîrîn ile, Eyyûb Sahtiyânî veHammâd’ın da görüşü bu doğrultudadır.”(II/296)

KANDIRMACA YOK BAK! TÜKETİCİ HAKLARI, 1400 SENE ÖNCE (CONSUMER RIGHTS)

Tüketici hakları, İslâm’ın ilk yıllarından itibaren gündemine aldığı bir konudur. İslâm, insanlık tarihinde müşteri haklarınıayrıntılı olarak düzenleyen ilk inanç sistemidir. Bu konuda Müslümanlarla yarışacak hiçbir toplum yoktur. Tüketici hakları konusunda ilk toplantı 1960 yılı Martında Hollanda’da yapılmış,konuyu daha geniş olarak ABD Başkanı Kennedy 1962 yılında

64

Page 65: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yaptığı bir konuşmada dile getirmiştir. İslâm târihinde ise konu Hz. Peygamber’in alış-verişlerle bizzat ilgilenmesi ile bin dört sene öncesinden gündeme gelmiştir. Sahâbîlerden Habbân, Ensâr’dan olup, Uhud ve daha sonraki savaşlara da katılmıştı. Hz. Peygamber’le bulunduğu bir savaşta bir kaleye hücum edilirken, başına isabet eden bir taşla yaralanmış ve bu yara yüzünden, biraz konuşmasında, biraz da aklî melekesinde zarar meydana gelmişti. Bununla beraber, akıl ve karar verme yönünden bir problemi yoktu. Dâraqutnî (306-385 H./ 918-995 M.)de, Habbân’ın dilinde yavaşlama olduğunu, alışverişlerde sürekli aldatıldığını ve bu sebeple Hz. Peygamber’e bu konuyu açtığını nakleder. Hz. Peygamber de kendisi aynı zamanda tecrübeli bir eski tüccar olduğundan, (satıcıya karşı psikolojik ve sosyolojik yönden etkili olabilecek) bir şey öğretmiş ve “alışveriş yaptığında (satıcıya): “(Bak!) Aldatmacayok hâ)! (Kandırmaca yok bak!)” de” demiştir. Abdullah b. Ömer ise, Habbân’ın bu mâlûliyetinden (rahatsızlığından) ötürü, Hz. Peygamber tarafından kendisine, (yaptığı alışverişlerde) üç günlük bir “hakk-ı hıyâr” (muhayyerlik=alışverişten vazgeçme hakkı) tanındığını ekliyor. Dâraqutnî’nin ve Beyhaqî(384-458 H./ 994-1066 M.)’nin naklettiklerine göre Hz. Peygamber Habbân’a: “Ey Habbân! Sen aldığın malda üç gün muhayyersin. Bu süre içinde ister malı tutarsın; istersen (aldığın) malı satıcıya iade edersin.” buyurmuştur. Bu hadisten şu hükümler çıkarılmıştır: “Bazı Mâlikî fukahâsı (hukukçuları), bu hadisi kanıt olarak göstererek, aldatılmada muhayyerliğin kesin olduğunu söylemişlerdir. Hanefî ve Şafî‘î imamları (büyük hukukçuları) ile Cumhûr-u Ulemâ‘ (dört mezhebin âlimlerinin çokbüyük çoğunluğu) ise Habbân hakkında belirlenen bu müsâadenin, belirli ve özel bir olaydan ibaret (sadece Habbân için) olduğunu ifade ederek, aldatılma için bir muhayyerlik kabul etmemişlerdir.

Irak’ta yetişen Mâlikî fukahası, “(Aldanma, alınan) malın değerinin üçte biri derecesinde olursa (satıcı, bu kadar pahalıya satmışsa), aldanan müşteri için muhayyerlik vardır” demişlerdir ki, bazı Hanbelîlerin mezhebi de böyledir. Bir de alışverişte tağrîre (aldatmaya) ve hîleye dayalı olan gabn-i fahiş (çok büyük oranda aldanma) vardır ki, bunun alışverişin feshine sebep olduğuna Hanefî ve Şâfi‘î imamları ifade etmişlerdir: “(Fakat) Aldatılan müşteri, alışverişte anormal bir aldanma olduğunu anladıktan sonra da malı kullanmaya devam

65

Page 66: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

edip, daha sonra malı getirirse, bu müşteri alışverişi feshetmehakkından yaralanamaz” demişlerdir. Hanefîler “yetîm malı”nı korumak için “büyük bir aldatma olmasa bile, yetimin alışverişinin geçersiz sayılacağını kabul etmişlerdir. Vakıf malı ile, Beytü’l-Mâl (Hazinenin/devletin) yaptığı alımlar da “yetim malı” hükmünde olup, alışveriş feshedilir” demişlerdir. Ebû Hanîfe, İmam Şâfi‘î, İmam Züfer, muhayyerliğin üç gün olduğuna , üç günden fazla muhayyerliğin olmayıp, artık o alışverişin geçersiz olacağına, bu hadisi kanıt olarak göstermişlerdir. İbn Ebî Leylâ, Hasan b. Sâlih, Ebû Yûsuf, İmamMuhammed, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, Davud, İbn Munzir “muhayyerlik şartı ile alışverişte bir sakınca yoktur” ve “muhayyerlik şart kılındığı zamana kadar, o şarta uymak gerekir” demişlerdir. Evzâ‘î: “bir ay ve daha çok muhayyerlik de olabilir” demiştir. İmam Malik ise satılan malın cinsine ve çeşidine göre muhayyerliği kabul etmiştir. “Meselâ giysi alımında bir-iki gün; ev alımında – iyice düşünebilmek için- bir ay, hayvan (araba) alımında belirli bir mesafe binmek şartıyla, hem satıcıya hem alıcıya ait olmak üzere muhayyerlik olabilir” demiştir. (‘Umdetu’l-Qârî’den)”(VI/426)

“VER HASTALIKLI DEVEYİ GERİ” MÜŞTERİ HAKLARI (RIGHTS OF CONSUMERS).

“Mekke’de Nevvâs isminde bir deve tüccarı vardı. Bu kişinin develeri arasında bir de hastalıklı devesi vardı. Abdullah b. Ömer bu hastalıklı deveyi, Nevvâs’ın ortağından satın aldı. Ortağı daha sonra Nevvâs’a gelip, o hasta deveyi sattığını söyledi. Nevvâs: “kime sattın?” deyince: “şöyle, şöyle ihtiyar bir adamdı” dedi. Nevvâs: “Yazıklar olsun sana! Vallahi bu ihtiyar, Abdullah b. Ömer’dir.” dedi ve hemen Abdullah b. Ömer’in evine koştu. Ve “ortağım size kusurunu/hastalığını bildirmeden bir deve satmış” diyerek durumu anlattı. Abdullah b. Ömer: “öyleyse, malına dön(geri al)”. Nevvâs tam deveyi götürmek üzere çekmeye başladığında, Abdullah b. Ömer: “Deveyi bırak (kalsın). Biz Hz. Peygamber’in: “hastalığın bizzat kendisinden ileri gelen bulaşıcılığı yoktur (Allah isterse bulaşır) ” hükmüne razı olmuş kimseleriz” dedi. Bu hadisten çıkarılan fıkhî hüküm: ayıplı ve kusurlu bir malın kusurunu, satıcı müşteriye bildirir. Müşteri de kusuruyla beraber almaya

66

Page 67: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

razı olursa, alışveriş gerçekleşmiş/kesinleşmiş olur (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘).”(IV/422)

MÜŞTERİ, ALDANMASINI ÖNLÜYOR, SATICININ: GÜZEL BİR ÖRNEK, İSLÂMÎ DÜŞÜNEN ADAM İÇİN (A BRILLIANT SCENE FOR HOMO ISLAMICUS).

“Sahâbîlerden Cerîr b. Abdullah el-Becelî’nin kölesi bir defasında üç yüz (gümüş) dirheme bir at satın almıştı. Cerîr atı görünce, at sahibinin aldandığını anladı ve atı götürüp tekrar pazarlık yaparak, atın fiyatını sekiz yüz dirheme çıkarıp, beş yüz dirhem daha verdi. Ve Hz. Peygamber bama “herhese hayırhâh (herkesin iyiliğini istememi) olmamı emretti.” dedi ‘Umdetu’l-Qârî, I/376). Buhârî’deki bu hadis şöyledir: (Cerîr dedi ki:) “Ben Hz. Peygamber’e Lâilâhe illallâh Muhammedun Rasûlullâh’a şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek ve her Müslümana nasîhat etmek, samîmî bir hayırhâh olmak üzere biat ettim”(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘)”.(VI/474)

EYYÛB SAHTİYÂNÎ’NİN GÖRÜŞLERİ. Yukarıda adı geçen alim Eyyûb Sahtiyânî’nin görüşleri ile birkaç herhalde faydalı olacaktır: Eyyûb Sahtiyânî (687-749 M./ 68-131H.) sahtiyan (tabaklanmış, boyanmış, cilalanmış deri) ticaretiyle uğraştığı için Sahtiyânî nisbesiyle anıldı. Küçük yaşından itibaren kendisini ilme adadı. İlim meclislerine büyük bir sebatla devam etti ve hocalarına karşı gösterdiği saygı ile dikkati çekti. Dört yıl boyunca derslerine katıldığı meşhur tabiî âlimi Hasan-ı Basrî tarafından, “Eyyûb, Basra gençlerininefendisidir” şeklinde övüldü. Hasan-ı Basrî’den ve Atâ, Hişâm b. Urve, İbn Sîrîn, İkrime, Katâde, Mücâhid, Nâfi’, Saîd b. Cübeyr ve Salim b. Abdullah b. Ömer gibi birçok kişiden hadis dinledi. İbnü’l-Medînî’ye göre 800, İbn Uleyye’ye göre ise 2000civarında hadis rivayet etti. Kendisinden de Hammâd b. Seleme, Hammâd b. Zeyd, İbn Sîrîn, Mâlik b. Enes, Ma’mer b. Râşid, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Şu’be b. Haccâc ve Zührî gibi büyük âlimler rivayette bulundular. İmam Mâlik, kendilerinden hadis dinlediği âlimlerin en üstünü olarak kabul ettiği Eyyûb Sahtiyânî dışında hiçbir Iraklı’dan hadis naklindebulunmamıştır. Eyyûb es-Sahtiyânî; İbn Sîrîn, Yahya b. Maîn, Dârekutnî ve Nesâî gibi hadis alimleri tarafından hadis naklinde birinci derecede güvenilir kişiler için kullanılan

67

Page 68: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“sebt” ve “sika” sıfatlarıyla nitelendirilmiştir. İbn Sa‘d ise onu art arda sıraladığı sika, sebt, cami‘, hüccet ve adl vasıflarıyla övmüştür. Eyyûb’u, Basra’nın hadis hâfızları arasında sayan Sufyan bin Uyeyne ise bizzat görüştüğü altmış sekiz tabiî içinde onun gibisine rastlamadığını ifade etmektedir. İbn Avn da Eyyûb’un üstünlüğünü kabul ederek, onun rivayetini kendisininkine tercih etmiştir. İmam Şu‘be, Eyyûb’u “fakihlerin efendisi”, İbn Mehdî “Basra ehlinin hücceti” olaraknitelemektedir. Ebû Dâvûd ise Ahmed bin Hanbel’in Eyyûb’u İmam Mâlik’ten üstün tuttuğunu bildirmektedir. En sağlam altı hadis kitabı olarak kabul edilen Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsi ondan nakilde bulunmuşlardır.

Eyyûb es-Sahtiyânî âbid, zâhid, fazilet sahibi, sünnete bağlı, bid‘atçılara karşı mücadele eden bir âlimdi. Zâhidliğin (dünyaya önem vermemenin) gizlisinin makbul olduğunu,zühdün diğer insanlar üzerinde tahakküm (kendisine hürmet ettirme) aracı yapılmaması gerektiğini söylerdi. Sabahlara kadar ibadet ettiği halde bunu kimseye belli etmemeyeçalışırdı. Zühdü ve takvayı üstünlük sırasına göre Allah’a ibadetle tevhidde zühd, haramlarda ve helâllerde zühd olmak üzere üç dereceye ayırırdı. Riya (gösteriş) olur korkusuyla evinin döşenmesinde ve giyim kuşamında aşırı sadeliğe gitmezdi. Kırk defa hac yaptığı ve bu yolculukları sırasında bazı kerametleri görüldüğü rivayet edilir. Emevîlerinbuhranlı döneminde yaşayan Eyyûb es-Saħtiyânî ,siyasetten uzak bir hayat sürmüş, hatta arkadaşı Yezîd (III) Emevî hükümdarı olunca onunla ilişkiyi kesmişti (Akgündüz 1995).

“Ebû Hanîfe ile öğrencileri olan büyük alimlere göre ise, isterdaha önce ister söylenilmiş olsun ister olmasın, o anda orada olmayan bir malı, alıcı ve satıcının alıp-satmalarında bir sakınca yoktur. Ama müşterinin malı gördükten sonra alışverişten vazgeçme hakkı vardır. Şârih Aynî (1361-1451 M./ 762-855 H.) ise, Tahâvî(853-933 M./ 239-321 H.)’den şöyle bir olay nakleder: “Talha (Radıyallâhu Anh), Osman(Radıyallâhu Anh)’dan bir mal satın aldı. Hz. Osman’a “bu alışverişte aldandın” dediler. Hz. Osman: “Vazgeçme hakkım vardır. Çünkü görmediğim halde (yanımda değilken) malımı sattım” dedi. Hz. Talha ise: “Hayır, benim vazgeçme hakkım var. Çünkü malı görmeden aldım.” dedi. İkisi Cubeyr b. Mut‘im’i hakem tayin ettiler. Cubeyr b. Mut‘im (R.A.) vazgeçme hakkının Talha’nın

68

Page 69: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

olup, Osman’ın (muhayyerlik) hakkı olmadığına hükmetti. İbrahimen-Neha‘î ile Şa‘bî, Hasan Basrî, Mekhûl, Sufyân-ı Sevrî gibi ilk dönem müçtehid imamlar da bu görüştedirler. Görme özürlününsatışı, Şafi‘î bilginlerinin çoğuna göre geçersizdir. Çünkü alacağı/aldığı malı hiçbir şekilde görme imkanı yoktur ve onun satışı vazgeçme hakkı olmayan ve göz önünde olmayan (satış anında orada bulunmayan) bir malı satmak gibidir. Bazı bilginlere göre ise, başka bir kişi, görme özürlüye, malınözelliklerini söylemesi şartıyla, böyle bir alışverişe “sakınca yoktur”, denilebilir. İmam Malik ile İmam Ahmed b. Hanbel de, bu görüştedirler. Ebû Hanîfe’ye göre ise görme özürlünün satışı kayıtsız şartsız geçerlidir.”(II/296-297)

EŞEĞE BİNMESİ, HZ. PEYGAMBER’İN (NO DEMONSTRATION EFFECT).

Hz. Peygamber, Hayber’e giderken bir eşeğe binmişti. “Medine-Hayber arası sekiz konaklık bir yol idi (ki, 170 km.lik bir yolidi). Hz. Peygamber, Hayber’e varınca Zarib adlı ata binmiş ve üzerine iki kat zırh giyip, başına miğferini takmış, eline mızrağını ve kalkanını da almıştı. Yolculuk esnasında ise eşeğebinmesi, alçakgönüllülüğünün kanıtıdır.”(Kamil Miras’ın orijinal ifadesi: “yolda iken merkebe binmeleri de muttasıf buyruldukları kemâl-i tevâzuun delîlidir.” (II/302)

MÜSLÜMAN OLMAYAN USTALARIN İNŞÂ ETMESİ, MEDİNE MESCİDİNİ (TO RECRUIT NON-MUSLIM WORKERS/FOREMEN FOR RE-BUILDING OF THE PROPHET’S MOSQUE).

Kâmil Miras, mescidin daha sonraları tekrar inşası konusunda şubilgiyi veriyor: “Daha sonra Velîd’in hükümeti zamanında Mescit, daha muhteşem bir şekilde genişletilmiş ve yenilenmiştir. Velîd, Medîne vâlîsi Ömer b. Abdülaziz’i bu işe memur etmişti. Şarkî Roma (Doğu-Roma/Bizans) İmparatorluğu’na gönderdiği bir mektubunda, Hz. Peygamber’in mescidini yenilemekistediğini bildirip, usta ve işçi istemişti. İmparator da, kırkı Rum ve kırkı Kıptî olmak üzere seksen işçi ile beraber bir çok da levâzım-ı inşâiyye (inşaat malzemesi) göndermiş ve kırk bin dinâr (altın) da hediye etmişti (Sübkî’nin Tenezzülü’s-Sekîne ‘alê Qanâdîli’l-Medîne’sinden). Ömer b. Abdülaziz’in hicretin 91.yılında tamamladığı bu mescit inşaatına ilave, Abbâsîlerden

69

Page 70: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Mehdî zamanında yapılmıştı ki şu andaki (1938 yılı) Kabe mescidinin sınırları, o zaman genişletilen sınırlardır.” (IV/203) “Medîne’deki Hz. Peygamber zamanında yapılan mescit iki yüz metre murabba (kare) idi..”(IV/215)

NE ÇEŞİT İŞKENCE YAPILACAK CEHENNEMDE, FÂİZCİLERE ? (PAINFUL TORMENT TO THE MONEYLENDER/USURER).

Hz. Peygamber, gördüğü bir rüyayı şöyle anlatmıştı, sahâbîlerine: “..ileri gittik. Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Bu deliğin altında ateş yanıyordu. Ateş, alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar da yükseliyor, hatta (delikten) çıkmaya yaklaşıyorlardı. Ateşin alevi sakinleştikçe de, aşağı dönüyorlardı. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlarvardı. Bu iki meleğe ben: -“Bunlar kimdir?” diye sordum. Melekler bana: “Hiç sorma, ileri git!” dediler. Yürüdük, tâ ki kandan bir nehrin içinde ayakta bir adam dikiliyordu. Bu nehrinkenarında da bir adam duruyordu. Önünde –nar gibi “yuvarlak” taşlar bulunuyordu. Nehirdeki adam yüzerek sahile doğru- gelip çıkmak isteyince, sahildeki adam çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine iâde ediyordu. Çıkmak için sahile doğrugelmeye her teşebbüs ettikçe, sahildeki adam hemen bunun çenesine bir taş fırlatıyor, onu eski yerine reddediyordu. Bu iki meleğe ben: -“Bu nedir? diye sordum. Melekler: -“Sorma, ileri yürü!” dediler. Birlikte yürüdük…”..Meleklere: “bu gece beni gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildiriniz!” dedim. Melekler: “Evet (anlatalım) dediler..Hani o delik içindegördüğün çıplaklar yok mu? Bunlar da zinâ edenlerdir. Nehirde gördüğün (işkence ile cezalandırılanlar da) faiz yiyenlerdir (..vellezî raeytehû fi’n-nehri êkilu’r-ribê..)”(IV/599)

YEDİ EN BÜYÜK GÜNAHTAN BİRİ: FAİZ YEMEK SEVEN DESTROYING SINS (INTEREST: ONE OF THEM).

“Hz. Peygamber: “Azabı çok fazla olan, helâk edici yedi şeyden sakınınız” buyurdu. Sahâbîler: “Bunlar nedir, Ey Allah’ın Elçisi!” diye sorduklarında, Hz. Peygamber: “1) Allah’a ortak koşmak, 2) Sihir yapmak, 3) Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir canı öldürmek; (İslâmi mahkemenin verdiği kararla) bunu hak etmiş olanlar dışında, 4) Faiz kazancı yemek “eklu’r-ribâ”, 5)Yetim malı yemek, 6) Savaş meydanından kaçmak,

70

Page 71: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

7) Suçsuz mümin kadına, zina iftirasında bulunmak.”(Kitâbu’l-Vasâyâ)(VIII/224)

YOKTUR KASKATI KALBİNDE FÂİZCİNİN ZERRE KADAR ERDEM VE DAYANIŞMA.

“Fâizcilikle serveti artırma âdeti, kazanç yolları olan ticâreti de, sanâyii de ziraatı da terke sebep olur. Bu da memleketin ekonomik yönden zayıflaması sonucunu doğurur. Fâizcilik, fertlerde fazilet (erdemlilik) duygusunu öldürür, teâvün-ü içtimâ‘îyi (sosyal/toplumsal dayanışmayı) felce uğratır. AĞINA DÜŞÜRMEKTİR GAYESİ FÂİZCİNİN, İHTİYAÇ SAHİPLERİNİ: (Tek) Geçim gayesi yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini ağına düşürerek, bu insanların hayat boyu edindikleri kazançlarını ağlata ağlata ellerinden alıp, güle güle yemekten ibaret olan bir katı kalpte, fazîlet ve içtimâ‘î teâvün (toplumsal dayanışma) duygusu aramak, şeytanın îmân edeceğine inanmak kadar uzak bir şeydir. Bir toplumda teâvün ve tesânüd (yardımlaşma ve dayanışma) rûhunun zayıflaması, hırsızlık, dolandırıcılık, yankesicilik gibi fenalıklara kapı açar; ibâhiyecilik (her şey helâl) duygusunu tevlîd eder (doğurur); ve git gide fevzây-ı içtimâ‘iyye (toplumsal anarşi) ile (müncer olur) sonuçlanır.

The Prohibition of Interest is the Last Step of Economic Evolution.

Hz. Peygamber’in 632 yılındaki meşhur Arafat hutbesinde: “Artıkfâiz, İlâhî emir ile yasaktır” buyurduğunu görmüştük. Bu konuşmadan bir-iki saat sonra Mâide sûresinin 3. âyeti inmiş: “El-yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni‘metî ve radîtu lekumu’l-İslâme dînen” “Bugün sizin için dininizi tamamaerdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı ihtiyar ve intihâb ettim (seçtim).” Hz. Peygamber bu konuşmasında, fâiz, kan davası, gasp, zulüm gibi câhiliyetin bütün gayr-ı insânî (insanlık dışı) ananelerini yıkıp, yerlerine yenilerini koyması; hemen arkasından da bu âyetin inmesi, vâzıhan (açıkça) gösteriyor ki, bu yeni emirler medeniyetin en üstün birer hükümleri idi. Bu süreçte fâizin

71

Page 72: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

lağvı (kaldırılması) da, hiç şüphesiz iktisâdî ve içtimâ‘î (sosyolojik) yönlerden mükemmele ulaşma idi. Bu zirve noktaya ulaşan toplumlarda, zarurete düşenlerin ihtiyaçları, karz-ı hasen dediğimiz ferdî ve içtimâ‘î teâvün (toplumsal yardımlaşma) ile sağlanıyor, demektir. Herkes itiraf eder ki, fukarasının ve zaruret sahiplerinin ihtiyaçlarını karz-ı hasen (karşılıksız ödünç) ile telâfî eden bir toplum, banker bir milletten elbette daha mesuttur. Karz-ı hasen ve te‘âvün-i içtimâ‘î (toplumsal yardımlaşma), bir milletin zirveye ulaştığının en açık alâmetidir. Bunun aksi ise, fâizin yaygınlaşması da, gerilemenin hodkâmlığın (bencilliğin) apaçık göstergesidir. Bir toplumun zenginlerinin mutluluklarını, yoksullarının ve ihtiyaç sahiplerinin kazancından elde etmesiniteşvik eden hiçbir toplumsal sistem yoktur. İslâm dîni refâh-i içtimâ‘îyi (toplumsal refâhı) sağlamak için bir toplumsal yardımlaşma kuralını mecbûrî kılmıştır ki, o da zekâttır. Millîsermayenin kırkta biri her sene düzenli olarak milletin fakirlerine, muhtaçlarına ayrılırsa, az zaman zarfında bir refah ve mutluluk dönemine doğru varılacağına hiç şüphe yoktur.” (Sabri Erdoğdu, Türkiye için bu sürenin sekiz buçuk yıl olduğunu hesaplamıştı, otuz yıl önce. i.y.) “Bit taraftafâizi yasaklayan dînimiz, öbür yandan da yoksullar için de zekât gibi farz ve karz-ı hasen gibi nâfile (gönüllülük temeline dayanan) krediler açmıştır ki, bunlarla en olgun toplumlara ulaşılması hedeflenmiştir.”(VI/390-391)

ZİRÂÎ YAŞAMDA SAHÂBÎLER (COMPANIONS OF THE PROPHET IN THE AGRICULTURAL SECTOR) (HOUSING IN THE PERIODOF THE PROPHET)

“Buhârî’nin verdiği bir bilgi ise şöyledir: “Hz. Abbas’ın kölesi İkrime anlattı ki: (Bir gün) Abdullah b. Abbas bana ve çocuğu Ali’ye şöyle dedi: “Gidin de Ebû Sa‘îd’i Hudrî’den birazhadis dinleyin.” Ebû Sa‘îd’in yanına gittik. Bahçesini tımar ederken bulduk. Bizi görünce hemen geldi ve anlatmaya

72

Page 73: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

başladı..”(II/390) “(Şimdi Medine’nin bir parçası olan) Akîk vâdîsi, Medine civarında hurmalıkları ve pınarları olan bir yerdir. Burada meşhur sahâbî Sa‘d b. Ebî Vakkâs bir köşk yaptırmış ve orada vefat ederek nâşı Medine’ye getirilmişti. (II/435) Ahmed Naim Bey, Hz. Enes’in de Basra dışındaki bir köşkünden bahsediyor: “Buhârî, “Enes (Radıyallâhu Anh) kasrında(köşkünde) iken ahyânen (bazen) (Basra câmiinde) Cumada hazır bulunur, bazen de bulunmazdı. Bu kasr (Basra’nın dışında) iki fersah (altı mil) uzaklıkta Zâviye denilen yerde idi.”(III/53) (Sahâbîlerin en uzun yaşayanlarından biri olan Hz. Enes, o sıralarda yüz yaşını geçmişti ve çok kalabalık bir âilesi vardı. Hepsi muhtemelen o binada kalıyorlardı ve ziraatle meşgul oluyorlardı. i.y.)

Maddi durumu iyi olan sahâbîlerin iyi evlerde ve köşklerde oturduğuna bir kanıt da Buhârî’nin naklettiği şu bilgidir: “Hz.Peygamber yanındaki sahâbîlerle beraber İbni Sayyâd denilen kişiyi aramak için Ensâr’ın (Medîne’nin yerlileri) bir kolu olan Benî Megâle’nin oturduğu mahalleye gitmişti ve burada bir ütumun yanında..” “Ütum: kale demektir. Bazı dilciler taştan yapılmış korunaklı bir bina, bir şatodur.” diyen Kamil Mîras “ütum”u “kasır” “köşk” olarak tercüme etmiştir.”(IV/523)

TİCÂRÎ HAYATTA SAHÂBÎLER.

“Ebü’l-Âs, Hz. Peygamber’in damadıdır. Annesi, Hz. Peygamber’ineşi Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hint idi. Ebü’l-Âs, İslâm öncesidönemde malı çok bir kişi olup, ticareti güzel ve doğru, güvenilir kişiler arasında parmakla gösterilir bir şahıs olup, Hz. Peygamber’in peygamberliğinden önceki hayatında, hemen her gün Hz. Peygamber’le beraber olan, hatta sabah ve akşam yemeklerini çoğu zaman beraber yedikleri bir tüccar idi. O günlerde Hz. Hatice, kzıkardeşinin oğlu olan Ebü’l-Âs’ın kızı Zeynep’le evlenmesi işini Hz. Peygamber’le görüşmüş, Hz. Hatice’yi hiç kırmayan Hz. Peygamber de, bu evlenmeye olur vermişti.. Ebü’l-Âs Müslüman olmayınca, hanımı Zeyneb, kocasından ayrılarak Hicret’in ikinci yılında Medîne’ye geldi. Hicretin sekizinci yılında Ebü’l-Âs, Mekkelilerin bir ticaret kervanının başında olarak Şam’a gitmişti. Dönüşünde Medine’ye yakın bir yere gelince - o sırada Mekke ile Medine savaş halinde olduklarından- bazı Müslümanlar bu kervanı basıp,

73

Page 74: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kervandaki Mekkeli müşriklerin mallarını ganimet olarak almak, kervanda kim varsa onları da öldürmeyi planlamışlardı. Hz. Peygamber’in kızı Hz. Zeynep bunu haber alınca, babasının yanına gedip: “Ey Allah’ın Elçisi, bütün (kadın olsun, erkek olsun) Müslümanların verdiği ahit, ahit değil midir?” diye söz başlamış, “evet” cevabını alınca da, şöyle demişti: “Ebü’l-Âs’aakraba desek olur, yeğenimizdir; yok (bunu saymaz da) yabancı dersek, bizden bir çocuğun babasıdır. İşte bundan ötürü, ben ona “emân” (can güvenliği) veriyorum” demişti. Sahâbîler bunu duyunca, Ebü’l-Âs’ın kervanını yine bastılar fakat, ellerinde hiçbir silah olmayarak. Ona yumuşaklıkla şöyle dediler: “Ey Ebü’l-Âs, senin Mekke içinde şerefin büyüktür. Hz. Peygamber’inde yeğeni sayılırsın. Damadısın da. Gel Müslüman ol da, Mekkelilerin senin yanında bulunan bütün malları da, ganimet olarak senin olsun. Ebü’l-Âs buna razı olmadı ve: “sizin bana söylediğiniz şu tavsiye ne kötü sözler. Ben yeni bir dine, vefasızlık yaparak sözünde durmayarak mı gireceğim?” dedi. Ve Mekkelilerin yüzlerce develik ticaret eşyasını canı gibi koruyarak, Mekke’ye götürdü. Mekke’ de herkesin malını tek tek dağıttıktan sonra, ayağa kalkıp: “Ey Mekkeliler! Zimmetimde olanı ödedim mi?” diyerek sordu. “Evet” cevabını aldıktan sonra: “Öyle ise haberiniz olsun, ben Allah’tan başka bir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Elçisi olduğuna tanıklık ediyorum” dedi. Ve Medine’ye doğru yola çıktı. Medîne’ye varınca Hz. Peygamber, yeni bir mehir ile, Zeyneb’i tekrar kendisine nikahlamıştır.”(II/455-456)

BORÇLULARA TOLERANS (TOLERANCE TO DEBTORS).

“Sahâbî Ka‘b b. Mâlik bir diğer sahâbî Abdullah b. Ebî Hadred’deki bir alacağını Medîne Mescidi’nde istemiş. (İş derken tartışmaya dönüşmüş de) (Her ikisinin de) O sırada (Mescid’e bitişik) evinde bulunan Hz. Peygamber’e işittirecek derecede sesleri yükselmiş. Hz. Peygamber odasının perdesini aralayıp: “Ey Ka‘b” diye seslenmiş. Ka‘b “Lebbeyk (Buyur/Emret)Ey Allah’ın Elçisi” deyince, Hz. Peygamber eliyle işarete derek: “şu kadarını, yani (alacağının) yarısını bağışla” buyurmuş. (Ka‘b hemen) : “Vallahi bağışladım ey Allah’ın Elçisi” deyince, Hz. Peygamber de Abdullah’a “(Haydi, Kalk, öde” demişti.”(II/399)

74

Page 75: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Buna benzer -veya aynı olayın değişik bir anlatımı da olabilir- bir olay da şöyledir:“Hz. Peygamber bir gün Mescide bitişik odasında otururken, kapının önünde (bir alacak yüzünden) iki kişinin yüksek sesle tartıştıklarını işitti. Borçlu, borcun bir miktar düşürülmesinive ödemede kolaylaştırılma yapılmasını istiyordu. Alacaklı ise:“Vallahi bağışlamam!” diye yemin edip duruyordu. Bağrışma devamedince, Hz. Peygamber dışarı çıktı ve “Bir iyiliği işlememek üzere yemin eden nerededir?(kimdir?)” diye seslendi. Alacaklı, kemâl-i hicâbla (utanarak): “Benim, Ey Allah’ın Elçisi” dedi veekledi: “tamam, borçlu nasıl istiyorsa öyle olsun” dedi (ve yarı yarıya anlaştılar).”(VIII/129)

“Hz. Peygamber buyurmuştur ki: Satarken, alırken, alacağını isterken, borcunu öderken kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet eylesin” Yine Buhârî’nin naklettiği meşhur bir hadis de şöyledir: “Sizden evvel geçen ümmetlerden bir kişi ölmüştü. (O kişinin rûhu melekler tarafından karşılanarak) ona: “Dünyada ne hayır işledin?” diye soruldu. O da: “ben halka mal satardım. Alacağımı tahsil ederken, durumu iyi olanlara (ödeme gücü olanlara, ödemelerinde) genişlik tanırdım, fakirlerin de (borçlarının bir kısmını) bağışlardım. O kişi(nin) bu nedenle (günahları) bağışlandı.(VII/285)

MÜSLÜMANA YASAK SEKTÖRLER (PROHIBITED BUSINESS/TRADE SECTORS).

“ “Hz. Âişe anlatır ki, Bakara sûresindeki faizle ilgili âyetler indiği zaman, Hz. Peygamber Mescid’e çıktı ve bu ayetleri halka okuyup, sonra da içki ticaretinin (alınıp-satılmasının da) haram olduğunu söyledi.” Faiz yasağı en son bildirilen şeriat hükümlerindendir. (Alkollü) İçki ticaretinin haram olduğunu, Hz. Peygamber’in faiz yasağını bildiren ayetle birlikte söylemesinin nedeni, içki yasağının dao zamana kadar geciktiğini hatıra getirebilirse de, içkinin yasaklanmasının çok evvel olduğu kesindir. İhtimal ki, evvelce içkinin yalnız içilmesi haram olmuştu da, alım ve satımındaki haramlık bu vakte kadar gecikmişti diyen bazı bilginler varsa da, bu yorum doğru olmaktan uzak bir görüştür. Çünkü içkinin içilmesi haram olunca, alım-satımından bir yarar sağlamanın da haram olacağı şüphesizdir. Şârih ‘Âynî’nin açıklamasına göre

75

Page 76: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ise içkinin haram olduğunun bu vesile ile bir kez daha vurgulanması amaçlanmıştır veya o sırada mescitte içkinin haramolduğu bilgisi kendisine ulaşmamış çevre veya uzak kabilelerdenbazı kimseler mescitte bulunuyordu da, Hz. Peygamber onların bunu duyması için böyle söylemişti.”(II/401-402)

GİZLİ FÂİZ/FÂİZ ŞÜPHESİ (SECRET INTEREST/USURY).

“Hz. Ömer bir gün şöyle demişti: “Fâizin (İslâm öncesi) câhiliyet döneminde karşılaşmadığımız, ama bugün bizim bir çok ticârî işlemlerimizde âşikâr (net olarak) görülen bazı şekilleri vardır ki, hayvanda sele de bu çeşitlerden biridir.” Hz. Ömer’in bu ifadesinden fâzin gizli ve dikkat edilmesi gereken yönlerinin de bulunduğu anlaşılıyor. Fâiz hakkındaki bu şüphelerin sebebini de yine Hz. Ömer şöyle açıklıyor: “Fâiz âyeti, Kurân’da inen son âyetlerdendir. Hz. Peygamber, fâizin birçok yönlerini bize bildirmeden bu dünyadangöçtü. O nedenle sizler, mâlûm olan (bilinen) fâizi terk ettiğiniz gibi, fâiz şüphesi olan işleri de bırakınız.” Meşhur hadiste de: “helâl bellidir, haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında helâlığı ve haramlığı herkesçe bilinmeyen bazı şüpheli işler vardır. Bunlardan kaçınmak takvânın (Allah korkusunun) gereği olduğu” bildirilmiştir. İşte bazı fâiz çeşitleri, bu şüpheli işlerdendir ki, bunlardan içtinâb (sakınmak), vaciptir (zorunludur). “Şübhe-i ribâ, ribâdır” “Fâiz şüphesi, fâizdir” cümlesi, işte bu bilgilerden mülhem (ilham alınarak konulmuş) bir fıkıh kuralıdır. Zaten fakihler (İslâm hukukçuları), haram olan fâiz, hadiste bildirilen altı madde ile sınırlı olmayıp, işte diğer bazı şeylerin de bu altı maddeye mülhak (ilave) edilmesi gerektiğini kemâl-i fetânetle (zeki bir kavrayışla) anlayarak, “şübhe-i ribâ, ribâdır” fıkhî düsturunu (esasını/kanununu), bu haberlerden çıkararak, koymuşlardır. (Şâh Veliyyullâh Dihlevî(1114-1176 H./ 1703-1762 M.)’nin Huccetullâhu’l-Bâliga’sından II/80)”(VI/388)

HELÂL OLMAYAN MAL: FİTNE (ECON PHILOSOPHY).

“(Hz.) Ömer: “Hz. Peygamber’in fitne hakkındaki sözlerini (bakalım) hanginiz bellemiş?” diye sordu. (Huzeyfe): “Dedim ki:Ben. Hem de nasıl söylediyse aynen (biliyorum)… “İnsanın

76

Page 77: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

âilesi, malı, evladı, komşusu yüzünden uğradığı fitneye, namaz,oruç, sadaka, iyiliği emretme-kötülüğü yasaklama, keffâret olur(bu ibadetler kişinin günahlarının silinmesini sağlarlar)” “Fitne: aslında imtihandır ki, Türkçesi “sınama” demektir. Sahtesi, gerçeğinden belli olsun diye, altını, gümüşü potada eritmeye fitne denildiği gibi, iyiliği, kötülüğü belli olsun diye insana yapılan her muameleye de bu isim verilir. Fitne çokmânâya gelir: (1) İnkâr ve sapıklık: “vaqa‘a fi’l-fitneti” “dalâlete (sapıklığa) ve gümrâhiye (kötü yola) düştü” demektir.(2) Rezillik (3) Belâ ve azap: “dünya fitnesi” ve “kabir fitnesi”nden kasıt budur (4) Savaş, iç savaş (5) İnsanın durumunun iyilikten kötülüğe dönmesi (6) Bir şeyi beğenip kalbin ona yönelmesi ve sevgi göstermesi: “kadın fitnesi” ve “evlat fitnesi” bu çeşittendir. (7) Mecnûn ve şeydâ (deli) olmak. İnsanın âilesi yüzünden fitnesi, helâl olmayan iş işlemesidir; malı yüzünden fitnesi, alması helâlolmayan malı alıp, helâl olmayan yerlere sarfetmesidir. Evlâdı yüzünden fitnesi: onlara aşırı sevgi gösterip, bir çok iyilik yapmaya onlar(la gereğinden fazla ilgilenmesi) yüzünden fırsat bulamamasıdır. Yahut onları geçindireceğim derken, helâle harama dikkat etmemesidir. Komşusu yüzünden fitnesi, komşusunun zengin olmasını istemeyip, ona haset etmesidir. Şârih Aynî, günahlara keffâret olan (silinmesini sağlayan) beş şeyi îzah ederken, zimmetle ilgili haklar ya bedenî, ya mâlî ya da sözle olur. Bundan ötürü (Hz. Peygamber), beden ile yapılan işlerin en üstünü olan namaz ve sadakayı, (yine) mallarla yapılan işlerin en üstünü olan sadakayı ve sözle yapılan işlerin en üstünü olan “iyiliği emretme-kötülüğü yasaklama”yı vurguladı.”(II/468-469) Kişi neden zengin olmak istiyor? Bu soruyu kendisine sık sık sormalıdır. Kasas sûresi 83. âyette: “Biz (Azîmuşşân) âhiret yurdunu, yeryüzünde kimseye karşı büyüklenmek istemeyen ve fesadı gönlünden geçirmeyenlere nasip edeceğiz.” buyrulmuştur. Hz. Ali: “bir kimse, kendi nalın tasması (ayakkabı bağcığı), arkadaşının nalın tasmasından daha güzel olsun arzusuna düştü mü, bu âyetin hükmüne girer” buyurmuştur.”(III/66) KITLIK ZAMANINDA ZENGİNLERİN EK GÖREVLERİ. (CHARITY, DUTIES OF THE RICH IN THE FAMINE)

77

Page 78: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Ebû Bekir’in çocuğu olan Abdurrahman anlatır: “Ashab-ı Suffe fakir kimselerdi. Suffe: Medîne Mescidi’nin bahçesinde üstü örtülü (yanları açık) bir yerdi ki (çoğunlukla) ailesi ve kimi kimsesi olmayan gariplerin sığınağı olan bu yerde barınan fakir sahâbîlere “Ehl-i Suffe” ve “Ashâb-ı Suffe” denirdi. Hatta, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer de bekâr iken orada kaldığından bahseder. Ashâb-ı Suffenin adedi, evlenme, vefat yahut sefere gidenlerin adedine göre bazen artar, bazen de eksilirdi. Bir ara sayıları yetmişe ulaşmıştı. (Bir gün herhalde akşam namazına yakın bir vakitte) Hz. Peygamber, sahâbilere seslenerek: “(Bu akşam) İki kişilik yemeği olan (bu Ashâb-ı Suffe’den) bir üçüncüsünü (bir kişiyi); dört kişilik yemeği olan da beşincisini yahut altıncısını (bir veya iki kişi) birlikte evine (yemeğe) götürsün.” buyurdu. (Babam) Ebû Bekir de, (bunlardan) üçünü (eve) getirdi. Hz. Peygamber de ( akşam) Ashab-ı Suffe’den on kişiyi evine götürdü. Ebû Bekir eve (yatsıdan sonra tekrar) geldiğinde gece hayli ilerlemişti. Hanımı ona : “nerede kaldın (misafirler bekliyor)” dedi. O da: “Hâlâ onlara yemek vermedin mi?” diye çıkıştı. Hanımı: “Sen gelmeden yemek yemeyeceklerini söylediler. Yemeği önlerine koyduk, yemediler.” Hadisin şerhinde Ahmed Naim Bey’in şu notu düştüğü görülüyor: “Bütün sahâbîler o sıralarda geçim darlığı çektiklerinden, üç nüfuslu bir eve yalnız bir, dört nüfuslu olana yine bir yahut iki fakir veriliyordu ki bu takdirde, ev halkı yiyecekleri yemeğin yalnız üçte birini, dörtte birini, beşte birini..Müslüman kardeşlerine vermiş oluyorlardı. Sahâbîleri daha çok yoksul doyurmakla yükümlü tutmak, yoksullarla beraber bu defa hane halkının da aç kalmasını doğurabilirdi.” Ahmed Naim Efendi hadisten şöyle bir hüküm de çıkarıyor: “Bu uygulama, kıtlık zamanlarında yoksul olanları, varlıklı olanların hanelerinde besletmenin şeriata uygun olduğu hükmü çıkıyor ki, zaruret zamanında fakirlere zenginlerin bakıp aç bırakmamasının farz olduğu anlaşılıyor. Nitekim daha sonraki (Hz. Ömer devrindeki) “Âmu’r-Ramâde” ismini alan “Kıtlık senesi”nde, (Hz. Ömer) fakirlerin çokluğundan her eve nüfusları adedince aç ve yoksulları dağıtıp, “bir insan kût-ı yevmîsinin (günlük yiyeceğinin) yarısı ile yetinse, helâk olmaz (ölmez)” buyururdu. “İnne fi’l-mêli hukûkan sive’z-zekêti (malda/servette zekâtın dışında (da yoksullara verilecek) haklar vardır) dedikleri, işte bu gibi şeylerdir (yapılacak hayırlar/yardımlardır).”(II/544)

78

Page 79: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ÇARŞIDA ODUN SATMALARI, SAHÂBÎLERİN.

“Bu kurrâ (Kurân’ı iyi bilenler), Ehl-i Suffe’den idiler ve Kurân’ı ezberlemek ve öğretmek ile meşgul olup, gecelerini namaz ile geçirdikten sonra, sabaha karşı tatlı su tedarik edip, müminlerin anneleri olan Hz. Peygamber’in hanımlarının odalarının önüne bırakırlar ve daha sonra da odun toplamaya çıkıp, odunları çarşıda sattıktan sonra bedeliyle Ashâb-ı Suffe’yi doyururlar ve Hz. Peygamber’in öğretilerinden gereği gibi yararlanan, hakîkaten mübarek, fütüvvet sahibi, sürekli ibadet eden salih gençlerdi.”(III/241) “

HANGİSİDİR, EN SAYGIN/TEMİZ/HELÂL İŞ? (WHAT IS THECLEANEST (RESPECTED) JOB?).

(Endülüslü bilgin)İbn Abdilberr(978-1071 M.)’in açıklamasına göre, Hz. Ömer: “halkın hor gördüğü işleri yaparak para kazanmak, halka el açmaktan çok şereflidir” dermiş. Şu beyit de, Hz. Ali’nindir denilir: “yeqûlu’n-nêsü: fi’l-kesbu ‘ârun fe-qultu: el‘âru fî-zulli’s-suêli” “halk bazı kazançları ar/ayıp olarak düşünür ama ben, esas ayıp “halktan istemedir” derim.” Bir hadiste: “kazancın en iyisi ve şereflisi, el emeği ve alın teriyle kazanmaktır” buyurulmuştur. Bazı bilginler bunu“kazançların en faziletlisi/erdemlisi saymışlardır. Mâverdi (972-1058 M.): “kazanç yolları üçtür: ziraat, ticaret, sanat. Şâfi‘î mezhebinde ticaret en hoş, en helal kazanç yolu olarak kabul edilmiş ise de, bence en temiz kazanç ziraattir.”der. Ve ziraatin, tevekküle (Allah’a tamamen güvenme) en yakın olunan bir kazanç yolu olduğunu bildiriyor. Nevevî (1233-1277) de, İslam fıkhı ve hukuku ile ilgili eseri Müzehheb Şerhi’nde şu açıklamayı yapar: “Buhârî’nin Sahîh’inde Hz. Peygamber’in: “Şüphesiz insan, eliyle kazancını yemekten daha hayırlı bir yemek yiyemez” buyurduğu nakledilmiştir (“mê ekele ehadun ta‘âmen qattu khayran min en-ye’küle min ‘ameli yedihî”). Kazançların en üstününün ne olduğu ile ilgili nakledilen içtihatlar arasında en doğru olanı, el emeği ve alın

79

Page 80: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

teriyle kazıncını sağlamaktır. Ve bu içtihat dînin temel kaynaklarında yer almıştır.

FİZYOKRAT OKULUN ÖNCÜSÜ MÜ MÂVERDÎ, YEDİ YÜZ YIL ÖNCE, QUESNAY(1694-1774)’DEN? (MAWARDİ AS A PIONEER OF QUESNAY (1694-1774) ?)

“Beden gücü ile kazanç arasında da en hoş ve en helal olanı ziraattir. Ziraat, en ağır bedenî mesâî ile meydana geldiği için Mâverdî(364-450 H./ 974-1058)’nin açıklamasına göre ziraattte derin bir tevekkül de vardır. Elindeki ve avucundaki servetini toprağa saçmak ve sonucu Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve cömertlik hazinesine havale etmek, ancak kuvvetli bir îmân ve derin bir tevekkül ile mümkün olabilir. Sonra ziraatin yararı umûmîdir (toplumun her kesiminedir). Bütün insanlar ve hayvanlar ondan istifade ederler. Bizzat kendisinintarlada/bahçede çalışarak ziraatla uğraşması ile, adam tutarak veya tarlayı/bahçeyi çocuklarına vererek onlara ektirmesi arasında sevap/üstünlük açısından bir fark yoktur. Yine Nevevî diyor ki: yukarıdaki hadisteki odunculuğun (odun/ağaç toplayıp pazarda/çarşıda/ şehirde satmanın) dilenmekten üstün olduğunun bildirilmesinden, bu işin en erdemli iş olduğu zan edilmemelidir. WITHOUT ANY CAPITAL. Aksine Hz. Peygamber, bu işin sermayesiz, âletsiz, aracısız bir geçim elde etme yolu olduğunu hatırlatmak istemiştir. Özellikle Hicaz gibi (iktisâden) geri kalmış bir bölgede, yoksulların en çok ve kolaylıkla yapabileceği bir sanat ve kazanç vasıtası idi (‘Avnu’l-Bârî Şerhu Tecrîdi’l-Bukhârî, fî hêmişi Neylu’l-Evtâr, IV/68’den)” .(V/264)

“Efdal-i Mekâsib (Kazançların En Üstünü): Hz. Peygamber’in ziraati ve onun bir şubesi olan ağaç dikimine pek çok önem vermelerine bakarak bazı bilginler: “efdal-i mekâsib (kazançların en erdemlisi) ziraattir” demişlerdir ki Nevevî (de) (631-676 H./ 1234-1277 M.) bunlardandır. Bazı bilginler de, en faziletli kazancın el emeği olduğunu kabul etmişlerdir ki bu sanattır (ve sanayi/endüstri sektörüdür. i.y.) Bazıları da ticaret üstündür, demişlerdir. Fakat sanatlageçimini sağlama hakkındaki (teşvik edici) haberler öbürlerinden daha çoktur. Hâkim’in de Müstedrek’inde nakline göre, Ebû Bürde demiştir ki: “Bir defasında Hz. Peygamber’e

80

Page 81: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“hangi kazanç daha temizdir?” diye soruldu da, Allah’ın Elçisi:“Kişinin el emeği ile kazancı daha temizdir, bir de bey‘u mebrûr daha üstündür.” buyurdu. Hâkim’in sağlam bir nakil zinciri ile bildirdiği bu hadiste ticaret, sanattan sonra anılmıştır: “..suile Rasûlullâhi “eyyu’l-kesbi etyabu” Qâle: ‘amelu’r-raculi biyedihî ve küllu bey‘ın mebrûrun”.

Bazı bilginler de bu kazanç yolları arasındaki fazilet/üstünlükderecesini birleştirerek demişlerdir ki: hadiste sanatın (sanayin/teknolojinin/endüstrinin) en hoş/temiz kazanç olarak övülmesi, helâlliği yönündendir. Halbuki ziraatın en üstün kabulü: kendisiyle yararlanmanın genel/herkesi kapsayıcı olmasından ötürüdür ki ziraatın/tarımın yararı geneldir (istisnasız herkes mecburi ekmek yiyecek, pirinç, sebze yiyecek, az çok meyve yiyecek, az çok kırmızı veya beyaz et yiyecek i.y.). Sanatta bu derece, yani yararının topluma yaygınlığı yoktur. Şu halde üstünlük özelliği, insanların ihtiyaçlarına göre değişir. Mesela toplumun herhangi bir sebeple (daha fazla) gıdaya ihtiyaca olduğu zamanlarda ziraat; iletişimin/ulaşımın kesik olduğu zamanlarda da ticaretin öneminin artması ile ticaretin, öbür sanatlardan daha çok öne geçer. Sanayiye ihtiyaç halinde, sanayi üstünlük kazanır. ŞârihAynî (762-855 H./ 1361-1451 M.) bu şekilde izahın, güzel bir açıklama olduğunu not ediyor.”(VII/122-124)

ZİRAAT SEKTÖRÜNÜ TEŞVİK (ENCOURAGEMENT AGRICULTURAL SECTOR).

“Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, o, ağaç diksin, yahut ekin eksin ve (onun) ürününden insan, kuş, (herhangi) hayvan yesin de, kendisi bundan sadaka vermiş sevabıalmasın” Müslim’in Sahîh’inde de Atâ b. Ebî Rebâh (27-114 H./647-732 M.), Hz. Câbir’den şu hadisi nakletmiştir: “Hz. Peygamber buyurdu: “Müslümanların içinde ağaç diken bir kimse yoktur ki, ancak o ağaçtan yenilen ürün, o Müslüman için sadakaolmasın. Yine o ağaçtan çalınan meyve (bile) de, onun için sadaka olur. Vahşi hayvanların yediği de, o kimse hesabına sadaka olur. Kuşların yediği de sadaka olur. Her insanın o ağaçtan yiyip eksilttiği ürün de, onu diken Müslümanaait bir sadakadır. Yine Cabir konu ile ilgili bir hatırasını anlatmıştır: Ümmü Ma‘bed veya Ümmü Mübeşşir el-Ensâriyye isimlihanım kendi hurmalığında iken yanına Hz. Peygamber geldi ve

81

Page 82: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kadına “bu hurmalığı diken/yetiştiren Müslüman mı kâfir mi ?” Kadın: “Müslüman” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Bir Müslümanın diktiği ağacın meyvesinden, ektiği ekinin ürününden her hangi bir insan, bir canlı yemez ki, bu yenilen o kişiye sadaka olarak yazılmasın”

“ÖLÜM”DÜR ARAZİLERİN EKİLMEMESİ : ÜLKENİN ÖLÜMÜ (HOMESTEADING).

“Hz. Âişe nakleder ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Her kim, kimseye ait olmayan bir yeri îmâr ederse, o kimse o yere (o yerin sahibi olmaya) daha layıktır.” Buhârî bu hadisi “Ölü Araziyi Dirilten Kimse” başlığıyla açtığı bir alt bölümde nakletmiştir. Hadiste geçen “Arz-ı Mevât” “Ölü Toprak” demektir. Bununla îmâr edilmeyen (ekilip biçilmeyen) ve harap bir halde bulunan arazi kastedilmiştir. İşte toprağı îmâr etmek“hayat”a, toprağın îmârını terk etmek de “memât”a (ölüme) benzetilmiştir. Tahâvî (239-321 H./ 853-933 M.): “İhyâ-ı mevât (ölü araziyi ihyâ(diriltmek, ekmek): Hiçbir kimsenin mülkü olmayan ve etraftaki halkın bir işine yaramayan bir yeri, îmâr etmektir” diye tarif etmiş ve bu toprağın, beldedışında bulunmasını şart koşup, uzak veya yakın olması arasındafark görmemiştir. Bu esasa göre, Mecelle’nin 1270. maddesinde arâzi-i mevât şöyle tarif edilmiştir: “Arâzi-i mevât: ol yerlerdir ki, kimsenin mülkü (olmadığı) ve bir kasaba ve köyün merası veya baltalığı (da) olmadığı halde, aqsây-ı umrândan uzak ola. “Aqsây-ı umrân”ı, Ebû Yûsuf: “Kasaba veya köyün en kenarındaki hanelerden yüksek sesli olan bir kimse seslendiğinde sesi işitilmeye” diye tarif etmiştir. “Umran”a yakın olan yerler, ahâlîye (1) mer‘a, (2) harman yeri, (3) baltalık, olmak üzere terk olunur. Bu yerlere arâzi-i metrûke denilir. İhyâ-i mevât (ise): (1) Tohum ekmek, (2) Fidan dikmek,(3) Sulamak, (4) Nadas etmek, (5) Bina inşa etmek, şekilleriyleolmak. Bilginlerin çoğunluğuna göre, ihyâ-i mevât için, imamın yani hükümetin izni şart değildir. Ebû Hanîfe’ye göre, ihyâ ve îmâr edilmek istenilen boş arâzi, beldeye yakın veya uzak olsun, mutlaka devletin izniyle ihya edilir. İmam Malik de şehre yakın olan toprağın ihyasında izni şart görmüş ve yakınlık ölçüsü olarak da, belde halkının mer‘ası olmak gibi ihtiyacı taalluk etmesi esasını kabul etmiştir. Mecelle’de Ebû Hanîfe’nin görüşü kabul edilerek: “bir kimse sultanın izni ile arâzi-i mevâttan bir yeri îmâr ve ihyâ

82

Page 83: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

etse, ona sahip olur” denilmiştir ki, Hz. Âişe hadisinin bir ifade şeklidir.” (Âişe annemizin yukarıda nakledilen hadisiyle bunun bir alakası görünmüyor ama bu biraz Kâmil Miras’ın bazen yaptığı Hanefîciliğinden kaynaklanıyor gibi duruyor. i.y.)

HOMESTEADING (APPLIED ISLAMIC ECONOMICS IN THE HADITH BOOKS). “ “Arz-ı mevâtın (ölü arazinin) mülkiyeti, ihyâ ve îmâr edene ait” olduğu esası ile ilgili olarak Buhârî’nin Sahîh’inde bazı ek bilgiler de vardır ki, şunlardır:“Hz. Ali, Kûfe’ye geldiğinde harap ve terk edilmiş Kûfe toprağının ihyâ ve îmârını “ihyâ-ı mevât” ilkelerini uygulayarak sağlamıştır. (“..ve raê zelike ‘Aliyyun Radıyallâhu Anhu fî-erdı’l-kharâbi bi’l-Kûfeti”). Hz. Ömer de: “Her kim arz-ı mevâtı ihyâ ederse, onun mülkiyeti, ihyâ eden kimseye aittir.”demişti. (“..ve qâle ‘Umeru Radıyallâhu Anhu men ehyâ erdan meyteten fe-hiye lehû”). Buhârî’nin naklettiği bu bilgileri İmam Malik (93-179 H./ 712-795 M.) de Muvattâ’da nakletmektedir. Ebû ‘Ubeyd Qâsım b. Selâm (154-224 H./ 771-838 M.) da Kitâbu’l-Emvâl’de sağlam bir senetle Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bu ifadesini bir menşur (kararname) ile ilan ettiğini nakletmiştir. Zührî(51-124 H./ 671-742 M.)’nin verdiği bilgiye göre: “Hz. Ömer zamanına kadar,bazı insanlar taşla çevirdikleri arâzi üzerinde ekip dikmeyerek, mülkiyet iddia ederlerdi. Hz. Ömer ise, halifeliği döneminde “ihyâ ve îmâr edilmedikçe, sırf taşla çevirmenin mülkiyet ifade etmeyeceği”ni ilan etmiştir. Tahcîr: arâz-i mevâttan olan bir yerin dört tarafına taş yahut kuru ağaç dalları koyup, burasının kendisinin olduğunu belli etmek veyahut arâzi içindeki otları ve dikenleri temizlemektir ki, buyapılan fıkha (İslam hukukuna) göre arâziyi ihyâ demek olmayıp,tahcîr (taşla çevirmek) hükmündedir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Müzâra‘a) (VII/160)

ÖLÜ ARAZİYİ İHYÂ, HZ. PEYGAMBER VE HZ. EBÛ BEKİR HZ. ÖMER DEVİRLERİNDE (HOMESTEADING IN THE PERIOD OF THE PROPHET MUHAMMAD AND CALIPH ABU BAKER AND‘UMAR).

“Amr b. Şuayb’ın verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber boş olan bir parça arâziyi parçalara ayırıp Müzeyne ve Cüheyne kabilelerinden bazı kimselere vermişti. Fakat bu kişiler, bu arâziye (hiç) bakmadılar (hiçbir şey ekip dikmediler) da sonra

83

Page 84: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

başka bir kabile halkı gelip orayı îmâr ve ihyâ etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Tarafımdan veyahut Ebû Bekir tarafından parsel edilip verilen arâzi parçası, alan kimse tarafından îmâr edilmezse, o kişinin kullanma hakkını reddederim (arâziyi ondan alırım). Yalnız Hz. Peygamber’in verdiği arâzî müstesnadır. İşte her kim, elindeki arâziyi üç sene îmâr etmeyip, öyle ekip dikmeden bırakır da başkası gelip îmâr ederse, o arâzi, ihyâ eden kimseye aittir; o arâziyi kulanmaya, îmâr eden hak kazanır.” demiştir. Bu prensibe göre, Mecelle’nin 1276. maddesinde: “bir kimse, arâzi-i mevâttan bir yeri tahcîr etse, üç sene müddetle o yere başkasından daha fazla hak sahibidir. Üç seneye kadar ihyâ etmezse, bir hakkı kalmaz. Ve ihyâ etmek üzere başkasına verilir” deniliyor.”

BİLGİNLERİN GÖRÜŞLERİ. “Harap ve boş arâziyi ihyâ ve îmâr için imamın (devlet başkanının) ve devletin izin ve rızası lazım mıdır, değil midir? İmam Şâfi‘î, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, îmârı istenilen arâzi, bir köye veya şehre yakın olsun uzak olsun, îmâr için devletin müsaadesini almaya lüzum yoktur. İmam Malik, yakın olan arâzinin îmârında izni şart olarak kabul etmiş, yalnız uzak sahralarda buna lüzum görmemiştir. İmam Ebû Hanîfe ise, uzak, yakın bütün arâzi devletin izniyle îmâr edilir, demiştir. Hatta devletin izni olmaksızın ihyâ edilen “arâzi-i mevât” üzerinde mülkiyet hakkını tanımamıştır. Bu içtihadı, bir bilgiye göre İmam Mâlik de kabul etmiştir. Tahâvî’nin verdiği bilgiye göre, Ebû Abdullah denilen Basralı bir kimse, Hz. Ömer’e gelmiş ve : “Ey müminlerin emîri! Basra’da bazı arâziler var ki bunların îmârı Müslümanlara zarar vermez. Bunlar harac arâzisi de değildir. Buarâziden bir kısmı bana verilirse, oraya yonca ekerim ve zeytinağaçları dikerim” demişti. Hz. Ömer de, Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye bir mektup gönderip, bu kişiye bir miktar arâzi verilmesini emretmiştir. Eğer boş arâzîleri ihya için devletin müsaadesine lüzum olmasaydı, Hz. Ömer böyle bir emirname göndermeye gerek görmezdi. de, o adama “müsaadeye lüzum olmadığı”nı bildirirdi.”(VII/162)

Endülüslü Buhârî şârihi İbn Battal (vefatı 449 H./ 1057 M.): “(Kimseye ait olmayan) Baltalıktan odun toplamak, (kimseye ait olmayan) boş araziden ot toplamakta bir sakınca olmadığında, bütün bilginler arasında görüş birliği vardır. Odun ve ot toplanıp demet haline getirilince, onların

84

Page 85: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

mülkiyetine sahip olunmuş olur ve o kişinin topladığı bu odun ve ot başkalarına haram olur.” demiştir. Hz. Ali: “Ben bu develerime, ızhır otu yüklemek ve götürüp satmak istiyordum” demişti ki, bu söz, odun ve ot toplamanın helâl olup, (İslam hukukunda) toplayanın bunların sahibi kabul edildiğine ve bunları satmak, hibe ve hediye etmek gibi, her türlü tasarrufa sahip olduğuna açık bir kanıttır. (Hadiste geçen “Sâiğ” ve) “Savvâğ” kelimesini İbn Esîr, “altın, gümüş gibi zinetleri kalıba döken sanatkâr” olarak tarif ediyor ki, kuyumcudur. Qaynuqâ‘, Yahûdîlerden bir kabiledir ki, Medine’nin sınâî ve ticârî hayatına bu kabile hâkimdi.”(Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb) (VII/246-247)

DAYANIŞMA VE ARAZİLERİN EKİLMESİ (SOLIDARITY HOMESTEADING).

“Hz. Peygamber, Bahreyn’den bir parça araziyi muqâta‘a şeklindeEnsar’a vermek istedi, onları görüşmek üzere yanına çağırdı. Ensar: “(Ey Allah’ ın Elçisi!) Bize muqâta‘a olarak verdiğiniz gibi, muhacir kardeşlerimizi de vermedikçe (bize vermeyiniz)” dediler. Hz. Peygamber: “(Ey Ensar!) Bendan sonra siz, yakın bir gelecekte (çok ağır bencilliklere) tanık olacaksınız. Fakat siz (Kevser Havuzu’nun başında) bana ulaşıncaya kadar sabrediniz.” Asr-ı Saâdet’te en çok zekat malı Bahreyn’den gelirdi..Bazı bilgilerde (“min-i teb‘îziye” ile) Hz. Peygamber’in Bahreyn arazisinin bir parçasını Ensar’a mukâta‘a şeklinde vermek istediği anlaşılıyor. Metni “Min” olmadan düşünürsek, Bahreyn arazisinin toptan mukâta‘a şeklinde Ensar’avermek istenildiği, fakat Ensâr’ın âlicenaplık (yüksek ahlak) göstererek, önce muhacir kardeşlerine pay verilmesini istiyorlar.”(Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb)(VII/258)

HAYVANCILIK, ZİRAAT VE AVCILIĞA TEŞVİK (ENCOURAGEMENTOF ANIMAL HUSBANDRY AND AGRICULTURE AND HUNTING.

“Hz. Peygamber buyurdu: “Her kim (yanında) köpek tutarsa, her gün o kimsenin (salih) ameli(nin/yaptığı ibadetlerin sevabı)ndan bir kırat eksilir. Yalnız tarım için yahut sürü için olan hariç.” Yine Buhârî’nin bir naklinde: “..”yahut, ziraat, yahut av köğeği hariç..”(Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Muzâra‘a) (VII/128)

85

Page 86: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

TİCARET VE TARIMDA SAHÂBÎLER (THE COMPANIONS IN BUSINESS AND AGRICULTURE).

İslam’ın ilk yüzyılındaki ticari ve tarımsal hayatı yansıtan Ebû Hüreyre’nin verdiği şu bilgi önemlidir: “Ebû Hüreyre şöyle derdi: “..Yine insanlar Muhacirler ve Ensar için, “Neden Muhacirler ve Ensar, Ebû Hüreyre kadar hadis anlatmıyorlar?” (diyerek beni eleştirirler). “Muhacir kardeşlerimi, çarşılardaki alışveriş (ticari işleri) meşgul ederdi. Ensar kardeşlerimi de, ekim dikim işi meşgul ederdi. Ben ise (Ehl-i Suffe’den) çok fakir bir kişi idim. (Hiç olmazsa bir ekmek verir diye) Hz. Peygamber’in yanına gelirdim. (Bu yüzden de onun hadislerini (sözlerini mecburen) duydum (ve şimdi de size naklediyorum)”(Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Muzâra‘a) (VII/181) (“..ve yeqûlûne mê li’l-muhêcirîne ve’l-ensâri Lâ yuhaddisûne misle ehâdîsihî…ve kuntü imruen miskînen elzemu Rasûlellâhi ‘alê mil’i batnî”)KIRSAL ALANDA FAALİYET (HOMESTEADING ENCOURAGEMENT WORKING IN COUNTRYSIDE FREE WATER FREE GRASS).

“Hz. Peygamber: “Müslümanlar, su, ot ve ateşte ortaktırlar” buyurmuştur. Bu hadise göre, genel olarak kimsenin mülkünde olmayan (ve bir kaba veya depoya konulmamış, birisine ait kuyu veya kanalda veya havuzda..olmayan) su ve ot ile, kırda veya bayırda yanmakta olan bir ateş(ten bir parça almak) helaldir. Herkes bu su(lar)dan içebilir; testisini (bidonunu) de doldurabilir; bahçesini de sulayabilir. Yine böyle kırlarda (kimsenin mülkü omayan arazilerde), kendiliğinden bitmiş ve kimseye ait olmayan otları, kim isterse biçip toplayabilir; hayvanlarını bu otlardan otlatabilir; daha evvel yakılmış, söndürülmemiş bir ateşte ısınabilir. Özetle, su, ot, ateş helaldir. Bunlara sahip olmak/mülkiyetine geçirebilmek için, Müslüman veya Müslüman olmamak arasında bir fark yoktur. Hadisteki “Müslüman” ifadesi, bir istisna ifadesideğildir. İslâm şerîatı ile muhatap olanlar (büyük çoğunluklu) Müslümanlar olduğu için, bu kelime geçmektedir.”(Ebû Dâvud, İbnMâce, Ahmed b. Hanbel) (VII/193)

86

Page 87: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

YOL YAPMAK, BU HADİSİN KAPSAMINDADIR.

Kurân’da eski toplumların yaşamlarından örnekler verildiği gibi, Hz. Peygamber de (kendisine bildirildiği kadarıyla) geçmiş toplumlardan bazen bahsederdi. Bir defasında şöyle buyurmuştu: “(Vaktiyle) Bir kişi yolda giderken, yolu üzerinde bir diken dalı buldu. Bu dalı alıp (yolun dışına attı). Allah Teâlâ (o kişinin bu amelini (davranışını) kabul edip (onun bütün) geçmiş günahlarını affetti.” Ahmed Naim Bey hadîsi îzah ederken şöyle diyor: “Bu hadîsten, yoldan yolculara zahmet veren şeyleri kaldırıp atmaktaki fazilet anlaşılıyor. Memleket halkının rahat rahat seyahat edebilmeleri için anayollar inşasıile bunların bakımı da elbette “yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmak” kapsamına girmekle kalmaz, bu güzel davranışın en üstün örneği sayılır..Bir diken parçasını yoldan alıp kenara atmak gibi kolay bir davranış Hak Teâlâ Hazretlerinin affına vesile oluyorsa, daha önemli davranışların, Allah katında ne kadar karşılığı olduğu artık iyice düşünülmeli.”(II/612-613)

İKİ HAZÎNE GENEL SEKRETERİ/GELİRLER GENEL MÜDÜRÜ.

“Abdullah b. Erkam, Mekke fethinde Müslüman olan sahâbîlerdendir. Müslüman olması, Mekke’nin fethine kadar gecikmişse de, Hz. Peygamber’in güvenini kazanmış bir kişi idi.İnsanların sırlarını gizlemesi ile meşhurdu. Bu özelliğinden ötürü, hem Hz. Peygamber’in hem de Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in hizmet-i kitabetlerinde (yazı işleri müdürlüğü/özel kalem müdürlüğü) görevinde bulundu. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Beytü’l-Mâl (Hazîne) âmilliği (genel müdürü) göreviniyaptı. Hz. Osman zamanında da aynı göreve devam etti. Hz. Osmanbir defasında âmillik görevi ücreti olarak kendisine otuz bin (bir rivayete göre de üç yüz bin) dirhem (gümüş akçe) vermiş iken, bu ücreti almayı reddetmiş ve: “Ben bu işi Allah için yaptım. Ücret kabul edemem.” demişti.(II/730-731) “Uzun yıllar Beytü’l-Mâl’in başında bulunan bir diğer isim de, sahâbîlerden Mu‘aykîb(Radıyallâhu Anh)’dır. Mu‘aykîb ilk Müslümanlardan olup, ikinci Habeşistan hicretine katılanlardandır. Hayber seferi esnasında, Medîne’ye dönmüştür.Hz. Peygamber, kendisini mühürdâr olarak atamıştır. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in idareleri zamanında da Beytü’l-Mâl emîni (genel sekreteri) idi. Hz. Ömer’in yönetimi sırasında cüzzam hastalığına yakalanmış ise de, Hz. Ömer tarafından bir doktor

87

Page 88: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

getirtilerek tedavi ettirilmiş ve hastalığının ilerlemesi durdurulmuştur. Hz. Osman’ın son yıllarında veya Hz. Ali’nin ilk yıllarında vefat ettiğine dair bilgiler vardır. Sahâbiler arasında ondan başka cüzzam hastalığına tutulanın olmadığı söylenmiştir.”(IV/238)

NAMAZDA “BORÇ”TAN ALLAH’A SIĞINMAK.

Hz. Âişe’nin naklettiği bir hadiste, Hz. Peygamber’in namaz içinde borçtan Allah’a sığındığı belirtilmektedir: “Enne Rasûlellâhi (SAV) kêne yed‘û fi’s-salâti…Allâhümme innî e‘ûzubike mine’l-me’semi ve’l-mağrami” Allah’ın Elçisi namazda diğer bazı kötülüklerden Allah’a sığındığı gibi: “..Allahım! Günahtan (günah işlemekten) ve borçtan sana sığınırım..” diyerek de, dua etmiştir.” Bir sahâbî kendisine: “Borçtan ne deçok, (Allah’a) sığınıyorsun” demesi üzerine, şöyle buyurmuştur:“İnsan borçlandığı zaman söz söyler de yalan uydurur, söz verip de sözünde duramaz.” Ahmed Naim Bey hadisin bu bölümünü îzah ederken şöyle diyor: “Meselâ borcunu ödeyebilecek bir şeyivarmış gibi gösterip, bazen ve hatta çoğu zaman borç verecek kişiyi aldatmak için bir yalan söyler. Bazen de “filan vakitte borcumu ödeyeceğim” diye alacaklıya vaat eder de, vakti gelincevadini yerine getiremez. Demek ki, borç hem yalan söylemeye hemde vaadinden dönmeye sebep olur ki, bu her iki kötü özellik de birçok hadislerde münafıkların sıfatı olarak gösterilmiştir. Özetle borç, insana dünyada ve ahirette leke bıraktığı için, ondan sakınmak vâciptir (zorunludur). Abdullah b. Ömer’den şöyle bir rivayet vardır: “Ed’deynu râyetullâhi fi’-erdı fe-izê-erâdellâhu en-yuzille ‘abden vada‘ahû fî-‘unukıhî” “Borç: Allah’ın yeryüzünde tuttuğu boyun halkasıdır. (Allah) Bir kulu alçaltmak diledi mi, bu halkayı boynuna geçirir.” Abdullah b. Ca‘fer’den de şöyle bir rivayet vardır: “İnnellâhe me‘a-dêini hattê yakdıye deynehû mê-lem-yekun fîmê yekrahuhû’llâhu te‘âlâ” “Allah Teâlâ borcunu ödeyinceye kadarhep borçlu ile beraberdir, o borç Allah’ın çirkin gördüğü bir sebepten olmadıkça”. Bu son hadis için Taberânî ve Hâkim: “hiçbir hadisçinin itirazına uğramamış olup, sahîhtir” demişlerdir. Bu son rivayetle, Hz. Peygamber’in borçtan Allah’asığınması ile ilgili nakil arasında bir çelişki var gibi duruyorsa da, bunu îzah etmek o kadar güç değildir. İnsan, borcu mecburi veya mendub veya mubah bir iş için ve kesin ödemek niyetiyle alırsa, Allah Teâlâ (Abdullah b. Ca‘fer’in

88

Page 89: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

naklettiği hadiste belirtildiği üzere), o kulun yardımcısıdır. Allah’ın böyle bir kişiye, borcunu ödemeyi kolaylaştırması kuvvetle umulur. Çünkü niyeti ödemektir. Ve “İnneme’l-a‘mâlu bi’n-niyyât” (Ameller/davranışlar niyetlere göredir) ve “Niyyetu’l-mumini khayrun min ‘amelihî” (Müminin niyeti amelinden(davranışından) daha hayırlıdır” hadisleri gereği, bu iyi niyetinden ötürü, belki de sevap kazanır. Ama, eğer borcu ödemeye kudreti yok iken borçlanır da, yahut borçlanırken ödememeye niyet ederse, işte bu borç: sakınılacak olan borçlardan olmuş olur. Hz. Peygamber’in ma‘sûm olduğu halde neden günahtan ve borçtan ve borç nedeniyle günaha girme ihtimalinden Allah’a sığınmıştır denilirse, bunun sebebi, ümmete öğretmek olabileceği gibi, “Allâhümme İnnî e‘ûzu bike li’ummetî” (Ümmetim için borçtan Sana sığınırım, Yâ Rabbî) mânâsına, ümmeti için sığınma da olabilir. Yahut da ma‘sûmiyetleri kendilerince malum olmakla beraber, bu sığınmalarla alçak gönüllülük yoluna girmek ve kulluğunu göstermek, Allah Teâlâ’dan korkusunu gösterip acizliğini ortaya koymak da olabilir..İbn Hazm (994-1064 M/ 384-456 H.) hadisteki bu ifadeden (borçtan ve diğer zararlı şeylerden Allah’a) ötürü, borçtan Allah’a sığınmanın farz olduğunu söylerken; Tâvûs (653-725 M./ 33-106 H.) da çocuğuna, Allah’a sığınmaları içeren bu duâyı yapmadığından ötürü namazı tekrar kıldırmıştır. Elbette bunlar aşırı görüşlerdir.” (II/884-887) NEDEN ACELE ODASINA GİTTİ, HZ. PEYGAMBER?

‘Ukbe, “Hz. Peygamber’in arkasında bir ikindi namazı kılmıştım”diyerek bir olayı şöyle nakleder: “Hz. Peygamber (namazın sonunda) selam verdi ve acele acele ve cemaatin omuzlarının arasından geçerek odasına girdi. Halk, O’nun bu süratinden (birşey mi oldu?) diye korktular. (Biraz sonra) Cemaate döndü ve cemaatin şaşkın olduğunu görünce durumunu şöyle açıkladı: “(Namazda iken, odada) Biraz altın (olduğunu) hatırladım. Beni (kalbimi) alıkoymasını istemedim de, dağıtılmasını emret(meye git)tim.” “Beni alıkoymasını istemedim” sözü “fe-kerihtu en-yahbisenî”nin tercemesidir. Buradaki “habs”den (“alıkoyma”dan) maksat, o altınları hatıra getirip de, Allah Teâlâ’ya (tam anlamıyla) yönelmekten (bir miktar kalbi ile bu konu ile) meşgul olmak demektir. Hz. Peygamber, “Ricêlun lâ-tulhîhum ticêratun ve-lâ-bey‘un ‘an-zikrillâhi” “Onlar öyle insanlardır

89

Page 90: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ki, ne ticaret ne de alış-veriş, onları Allah’ı zikirden/ tesbihten, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. (Onlar), kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir (hesap) gün(ün)den korkarlar.” âyetinde (Nûr sûresi; 24:37) övülenlerin önderi oldukları halde, böyle düşünüp (korkularını ifade etmeleri), dünya malının ve menfaatinin insanları Hak yolundan azdırmadaki olağanüstü etkisini bilfiil göstermiş olmak için olacağı hatıra gelmektedir.”(II/924-925)

ŞEHİR: HER ÇEŞİT SANATKÂRIN BULUNDUĞU YER.

Ahmed Naim Bey, bu konuda çok güzel, hoş, tarihi ve ayrıntılı şu bilgiyi veriyor: “Hanefîlere göre, bir yerde Cuma namazı kılınabilmesi için, o yerin şehir olması gerekir. Uzun asırlar boyunca Hanefî bilginleri hep, “ “Kurâ”da (köylerde) Cuma kılınmaz”, demişlerdir. Böyle fetva verilince bu defa da “şehir”in tarifi konusunda, Hanefî imamları ve fakihleri (İslâmhukukçuları), farklı görüşler ortaya koymuşlardır. İmam Ebû Yûsuf’a göre: “hangi yerleşim biriminde ki, erbâb-ı hırfetin (sanatkârların) her çeşidi çalışır ve insan günlük yaşantıda ihtiyacı olan her türlü şeyi bulabilir ve şerîatın hudûdunu (ağır cezalarını) uygulayacak bir hakimi de bulunursa, orası “mısır”dır (şehirdir)”. Bazı bilginler: “nüfusu on bine ulaşan yer şehirdir” derken, bazıları da “on bin muharip (savaşçı) çıkarabilen yerdir”, demişler; bazı fakihler ise: “en büyük camisi, bütün nüfusu içine alamayan yer” diye tarif ederlerken,bazı bilginler de: “bir sanat sahibini, başka bir sanatla uğraşmaya mecbur olmaksızın kendi el emeği ile geçindirebilen yere şehir derler” şeklinde tarif yapmışlardır. İmam Muhammed ise, böyle tariflere girmeksizin “devletin mısır (şehir) dediğiyer, mısırdır (şehirdir)” demiştir.”(III/45) İbn Cureyc de şöyle demiştir: “Atâ’ya (orada Cuma kılınır, dediğin), “karye-icâmi‘a” (insanları) “toplayan köy/yerleşim birimi” (nden kastın) nedir?” diye sordum. Atâ (647-732 M./ 27-114 H.) : “(Hicrî I. yüzyıldaki) Cidde gibi, cemâati, kaymakamı, kadısı ve birbirine bitişik evleri olan köy (yerleşim birimi)” dedi.(III/52) “Karye” kelimesi Kurân’da (hem) şehir (hem de) köy anlamında da kullanıldığından, belki anlatımda biraz problem olmuş gibi gözüküyor. O nedenle “Karye”yi “yerleşim birimi” olarak anlamak, herhalde daha uygun olacaktır. “Karye-i câmi‘a”kelimesi yanında, “mısr-ı câmî‘” ( (pek çok insanı) toplayan şehir) ifadesi de kullanılıyordu: “Enes (Radıyallâhu Anh)(’ın

90

Page 91: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

oturduğu çiftlik), mısr-ı câmi‘ (belediye/şehir sınırları içinde) değil, dışında bulunuyordu ve (bu sebeple) tıpkı (Medîne’de) avâlîden (çevre köylerden) gelen sahâbîler gibi (bulunduğu) altı mil mesafeden (Basra’da kılınan) cumaya bazen gelir, bazen gelmezmiş.”(III/53)

“Cuma sûresindeki dokuzuncu âyette: “Ey îmân edenler! Cuma gününamaz için nidâ edildiğinde, hemen Allah’ın zikrine koşun da, alış verişi bırakın” buyrulduğundan bu emir alışveriş yasağını içermektedir..Atâ: Cuma vaktinde (âyette bildildiği gibi) “eğlence de, alışveriş de haramdır. Ayrıca işçilik de, uyku da,mektup yazmak da alışveriş gibi haramdır” demiştir. Câbir (Radıyallâhu Anh) de: “Ezan ile beraber ticaret haram olur. Hutbe esnasında da, söz söylemek haramdır. Söz söylemek, hutbeden sonra helâl olur. Ticaret de namazdan sonra helâl olur.” rivayetini nakletmiştir. Alışverişin haramlığı, Cuma namazından çıkınca kalkar. Alışveriş yasağının başladığı an, içezanın okunmaya başladığı andır. Medîne ahâlîsinin bildiği bir gelenek vardı ki, Cuma günü bir kişi “artık alışveriş haram” diye bağırırdı ki bu an, imamın minbere (hutbeye) çıktığı an idi..”(III/65)

VERGİLERİN AĞIR OLMAMASI GEREKTİĞİ.

(Mîlâdî) 724-743 yılları arasında Emevilerin yöneticisi olan Hişam (b. Abdülmelik) bir defasında Tâbi‘în dönemi büyük alimi Ebû Hazm’a “bu saltanat vebalinden kurtulmanın bir yolu var mıdır?” diye sormuş, Ebû Hazm: “kolaydır” demiş ve: “aldığını helâlından al, bıraktığını da hak olduğu için bırak” diyerek açıklamıştır.”(III/74)

TARIMI TEŞVİK: DÜŞÜK VERGİ (ENCOURAGEMENT TO AGRICULTURE: LOW TAX).

“Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yağmurun ve pınar(ırmak gibiakar sular)ın kökünü ve etrafını suladığı ağaçlar ve tarım ürünlerinde (zorunlu olan) öşürdür (onda birdir). Dolapla sulananlarda da öşrün yarısıdır.” Bu hadisi, (dört) Sünen’i derleyenlerinin hepsi, Zekât kısmında nakletmişlerdir. Aynı hadis Buhârî’de de “Yağmurla, Akar Su İle Sulanan Yerin Ürünlerinden Öşür Alınması İle İlgili Hükmü İçerir” başlığı altında verilir. Hadis Ebû Dâvûd’un Sünen’inde: “Fîmâ seqati’s-semêu ve’l-enhêru ve’l-‘uyûnu”

91

Page 92: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Yağmurun, Irmağın, Pınarın Suladığı Ekin” şeklinde olup, “enhêr” (nehirler) kelimesi fazlalığı bulunduğundan, İmam Buhârî bu açıklamasında bu farka da işaret etmiş oluyor. Biz de parantez içinde bunu ifade ettik. Ağaçlar ve diğer ekinler gerek köküyleve gerekse çevresiyle yağmur veya ırmak sularıyla sulandığında,bu sulamada arazi sahibinin gerek sanayi ve gerek fiilî olarak hiçbir etkisi bulunmadığından, tam öşre (onda bir) tabi tutulmuşlardır. Fakat “nadh” ile yani dolap gibi, motor gibi tarımsal araçlarla sulanan arazilerde ise öşrün yarısının (yüzde beş) verilmesinin zorunlu olduğu öğretiliyor. Hadisi, Müslim de Sahîh’inde de şöyle bir nakil vardır: “Fîmâ seqati’l-enhêru ve’l-gaymu el-‘uşru vemê suqıye bi’s-sêniyeti nisfu’l-‘uşri” “Nehirlerin ve yağmurun (gaymun: bulut) suladığında onda bir, sâniye ile sulanan da öşrün yarısı (yirmide bir) (zekât olarak verilir).” Buradaki “sâniye” kelimesi, Ebû Dâvûd’un naklinde çoğul kalıbıyla “sevânî olarak görülüyor. “Sâniye” (kuyudan su çekmek için) “dolap çeviren deve”ye (bizdeki dolap beygiri) denildiği gibi, “büyük kova”ya da denilir. Her iki mânânın da ifade ettiği, “el emeği” ile “tarım âletleri” ile üretilen ürünün “nısf-ı uşre” (yirmide bire) tâbî olduğudur.”(V/290-291)

VERGİ POLİTİKASI (TAX POLICY).

“Hz. Peygamber, Hicretin dokuzuncu yılında, Tebûk seferinden dönüşte, Mu‘az b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermişti. Askerî Kitâbu’s-Sahâbe’de, Hz. Mu‘az’ın Yemen’e vali olarak gönderildiğini söylerken, Endülüslü bilgin İbn Abdilberr (vefatı: 463 H./ 1071 M.) ise İstî‘âb’da kadı olarak gönderildiğini ve Yemen’deki Beytu’l-Mâl (hazine) âmillerinin (zekât toplama memurlarının) topladıkları zekât mallarını teslim almakla görevli olduğunu bildiriyor. Esasen İslâm’ın o ilk döneminde idârî, dînî ve adlî işlerin hepsi valiler tarafından yerine getirilirdi. Mâlî işlerin de, Mu‘az’ın görevleri içinde olduğunu (V/7), hadisten anlıyoruz ki Hz. Peygamber bu konuda ona şöyle buyuruyordu: “Ey Mu‘az! Mazlumun (zulme/haksızlığa uğrayanın) bedduasından sakın! Zira mazlum ile Allah arasında (duanın kabulüne) hiçbir engel yoktur” (“İtteqı da‘vete’l mazlûmi fe-innehê leyse beynehê ve beyne’l-lâhi hıcêbun”) (V/304). Buhârî daha sonra “fe-iyyêke ve kerâimeemvêlihim v’etteqı da‘vete’l mazlûmi..hadis ilavesiyle yayınlıyor ki: Hz. Peygamber: “(zekât toplarken,) halkın

92

Page 93: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

mallarının en iyisini almaktan sakın” buyurmaktadır. Zulümden sakınmakla emredilmesi, zulüm çeşitlerine göre hadisinher mazlûmun bedduasından sakınmayı içerdiği gibi, halkın (zekât toplarken) en değerli malı alınarak, özel bir zulüm/haksızlık çeşidini içerdiğinden, (Hz. Peygamber tarafından (bunun da) ilâve edildiği görülmektedir.”(V/304)

DENİZ ÜRÜNLERİNDE VERGİ (TAX FROM SEA PRODUCTS).

“Buhârî’nin bu bölüme verdiği başlık “Bâbu mê yustahracu mine’l-bahri” (Denizden çıkarılanlar bölümü), denizden çıkarılan malın zekâta tâbî olup olmadığı şeklindedir. Burada İbn Abbas’ın “anber, maden de değildir, kenz de değildir. O denizin sahile attığı bir şeydir” dediğini naklediyor ki, İbn Abbas’a göre zekâta tâbî değildir, demek oluyor. Anber, denizden çıkarılan güzel kokulu bir madde ki nasıl ve neden oluştuğu hakkında eskikitaplarda değişik görüşler vardır. Bunun yanında Buhârî, HasanBasrî’den de İbn Abbas’ın tam aksine , “anberde ve incide humus (beşte bir) oranında zekât vardır” dediğini de naklediyor. (fi’l-‘anberi ve’l-lului el-khumusu). Buhârî bukonuda İbn Abbas’ın görüşünü kabul ediyor ki, İbn Abbas: “Leyse’l-‘anberu bi-rikêzin” “Anber, maden de değildir, kenz dedeğildir diyor. İbn Ebî Şeybe’den de benzer bir nakil vardır: “leyse fi’l-‘anberi zekêtun innemê hiye şey’un deserehû’l-bahru” “Anberde zekât yoktur. Anber, denizin sahile attığı bir şeydir” İmam Buhârî, Hasan Basrî’nin inci ve anber hakkında humus (beşte bir) verileceği hakkındaki fetvasına ise karşı çıkarak: “Hz. Peygamber: “humus ancak madenlerde zorunlu kılınmıştır, yoksa balık gibi sudan çıkan anber ve inciden humus yoktur” sözlerini Sahîh’inde kaydediyor.”(V/310) (Oksijen tüpü ve diğer aletlerin olmadığı bir dönemde denizin dibine inip de, inci mercan çıkarmak çok zor işti. Ve bu işi yapanlarda bir sermaye terâkümünün (birikiminin) oluşmasına aracı olamıyordu. Olsa bile bu iş, çok meşakkatli olduğundan humus (beşte bir) değil de, bu kişilerden ancak kırkta bir zekât alınması düşünülebilirdi. İbn Abbas ile Buhârî kara memleketlerinin insanı olduklarından haliyle böyle düşünüyorlardı. Fakat Hasan Basrî ihtimal denize yakın bir yerde yaşayan ve binlerce yıldan beri bol miktarda inci çıkarılan Körfez bölgesindeki ticareti iyi bilen birisi olduğundan, bu yolla zengin olanları biliyordu ve o sebeple

93

Page 94: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“bundan humus gerekir” şeklinde bir görüş ortaya koymuştu. i.y.)

MADENLERDEN ZEKÂT (TAX FROM MINERALS).

“Buhârî, “Ömer b. Abdülaziz, madenlerden üretilen cevherin her iki yüz dirheminden beş dirhem haraç almıştır” diyor. Ve “madenlerin “rikâz”dan (gömü, define) sayılmadığının açık bir kanıtıtır, bu” demek istiyor. (Define sayılsa beşte bir alırdı,kırkta bir değil, demek istiyor.. i.y.) Buharî, Hasan Basrî’nin: “daru’l-harpteki arâzilerde bulunan rikâzda, humus (beşte bir) haraç zorunludur; barışın egemen olduğu Arap topraklarındaki rikâzda da zekât (kırkta bir) vardır (ödenmelidir)” dediğini bildiriyor. Bu konu, görüş ayrılığı olan konulardan biridir ki, madenlerden zekâtın yüzde kaç olacağı konusunda Buhârî, Ebû Hanîfe’nin de görüşünü naklediyorki, Ebû Hanîfe de: “ “humus” (% 20) gerekir” demektedir. Buhârîde bundan sonra da kendi görüşü olan “madenlerden % 2,5 alınacağı görüşünü savunur. (Ve ekhaze ‘umeru’bnu abdi’l-azîzi min’el me‘âdini min kulli mieteyni khamsetun ve Qâle’l-Hasenu mê kêne min rikêzin fî-erdı’l-harbi fe-fî’l-khumusi vemêkêne min erdı’l-Muslimi fe-fîhi’zekêtu Qâle ba‘du’n nêsi el-ma‘denu rikêzun misle defni’l-cêhiliyyeti” (Buhârî’nin “Ba‘du’nnês” ile kastı, bilindiği gibi, Ebû Hanîfe’dir)”(V/313)

ZEKÂTTA VERGİ İNDİRİMİ (TAX EXEMPTION, TAX DEDUCTION; SERVANT, CAR, PISTOL, FURNITURE, HOME, INDUSTRIAL TOOLS).

“Havâic-i asliye (temel ihtiyaçlar), yukarıda zekât kısmında dabildirdiğimiz gibi, ev, ev eşyası, hizmetçi, binit havanı, kışlık ve yazlık elbise gibi medenî; kitap, silah ve sanayi âletleri gibi meslekî ihtiyaçlardır. Bu medeni ve mesleki ihtiyaçların dışında, iki yüz dirhem külçe gümüşe veyahut bu değerde artış ve kazanç sağlamayan bir mala/servete sahip olan kimse zengin sayılır. Hanefî bilginlerine göre, bu türden zenginlere (yoksullara) sadaka-i fıtır (vermeleri) vacip (zorunlu) olur. Zenginliğin bu çeşidinde, gümüşe devletçe belirlenmiş râyiç değeri göz önüne almaya gerek ve ihtiyaç yoktur. (Sadaka-i fıtır vermesi gerekenler) Konusundaki emirlerden bir kısmının kesin oluşundan anlaşılıyor ki, (yoksullara) sadaka-i fıtır vermek için, zekât (verme)

94

Page 95: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

derecesinde bir zenginliğin şart olmadığı muhakkaktır.” (V/386)“Yetimin malından zekât vermek gerekip-gerekmediği konusunda da bilginlerin değişik görüşleri vardır. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Âişe, Abdullah b. Ömer yetimin malından da zekâtıngerekli ve zorunlu olduğunu söylemişler ve İmam Mâlik ile, İmamŞâfi‘î, İmam Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye de bu doğrultuda fetva vermişlerdir. Bazı alimler de yetim malından zekât gerekmez demişlerdir ki Süfyân-ı Sevrî ile Abdullah b. Mübarek,Ebû Hanîfe ve talebeleri, İbrahim en-Neha‘î, Şa‘bî ve Hasan Basrî bu görüştedirler.”(V/12) Gelirlerini savunma ve savaşa harcayanların da, zekât ödemekten muaf olacakları şu bilgiden anlaşılıyor: “Hz. Peygamber’e Halid b. Velîd’in zekât vermediği haber verilmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “..Halid’e gelince, siz Halid’den zekât istemekle ona zulmediyorsunuz. Halid zırhlarını vakfetmiştir. Ve bu harp levazımını, Allah yolunda (cihad için) hazırlamıştır.” Halid b.Velid, sahip olduğu atını, zırhını ve diğer savaş aletlerini Allah uğrunda cihada vakfederek tahsis etmişti. Zekâtın sekiz kalem harcanabilecek kısımlarından “ve fî sebîlillâh” mücahidler sınıfına dahildi. Cihad araç-gereçleri, zekâttan muaf idi. Bu sebeple Hz. Peygamber, Halid’den zekât istenilmesini zulüm saymıştı. Bunda hayret edilecek bir şey yoktu.”(V/254)

GÜÇLÜ DAYANIŞMA (STRONG SOLIDARITY).

“Ukbe (Radıyallâhu Anh) anlatmıştır ki: “Bir kurban bayramında Hz. Peygamber, kurbanlık kesmek üzere, sahâbîleri aralarında taksim etsinler diye bir sürü koyun ve keçi verdi. O taksimden bana da bir çepiş (oğlak) kaldı. Hz. Peygamber’e gösterdim. “Onu da sen kurban et” dedi.”(III/171) “Kurban emrini yerine getirmek için yalnız bir koyun kesmek yeterlidir. ZENGİNLERİN İKİ KOÇ KESMESİ. Fakat efdali (daha sevap olan), Hz. Peygamber’e uyarak, iki koç kurban etmektir. Nitekim, Hz. Peygamber’in boynuzlu ve siyah beyaz iki koçu namazgâhta mübarek elleriyle kestiklerini Buhârî nakleder. Hac sırasında da, annelerimiz için sığır kurban ettikleri evvelce geçmişti.”(III/171)

DÜNYA TARİHİNDE EŞİ GÖRÜLMEMİŞ ÇOK GÜÇLÜ DAYANIŞMA (STRONG SOLIDARITY. NO ANY EXAMPLE IN THE WORLD HISTORY).

95

Page 96: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“..Bu da hiçbir milletin târihinde eşi ve örneği görülmemiş bir şekilde gerçekleşmiştir. Şöyle ki, Hz. Peygamber, Ensâr’ın mürâcaatı üzerine Muhacirleri bütün Medîne hurmalıklarına ortak etmişti. Buhârî olayı şöyle anlatır: “Ensâr (Medîne’nin yerlileri), Hz. Peygamber’e: “(Ey Allah’ın Elçisi! Hurmalıklarımızı, bizimle (Muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et!” dediler. Hz. Peygamber: “Öyle olmaz (olur mu öyle şey?)” Bunun üzerine Ensâr: “(Mâdem ağaçların ve bahçelerin terbiye ve sulama) İşini siz yüklenin de, sizi ürüneortak yapalım” dediler.” Ensâr, Hz. Peygamber’e hurmalıklarınınmülkiyetlerini sunmuşlardı da, mallarının münâsefeten (eşit olarak) taksimini istemişlerdi. Hz. Peygamber, yardım ve yardımlaşmanın bu derecesini fazla buldu ve arâzîlerin mülkiyeti yine Ensâr’da kalmak üzere, Muhacirlerin çalışmaya ortak olmalarını teklif ve onaylayarak, Ensâr’ı(nda gayr-ı menkullerini) da sıyanet etmişlerdi (korumuşlardı).”(Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Muzâra‘a; Kitâbu’ş-Şurût)”(VII/147-148; X/5) “Bedir savaşının ganimetlerini aldıktan sonra Muhacirler (artık) Ensâr’ın muâvenetinden (yardımından) kurtulduklarından sonra Enfâl sûresinin son âyetindeki “..ve ulu’l-erhâmi ba‘duhüm evlêbi-ba‘dın fî kitêbillâhi..” “..Allah’ın kitabında miras konusunda akrabalar birbirlerine daha yakındır (miras almaya daha layıktırlar, akraba olmayanlardan)” İlâhî emri ile, hicretten hemen sonra oluşturulan muâhât (kardeşlik) kurumu ve bu kurumun gereklerinden olan Muhacir kardeşin Ensar kardeşininmirasına ortak olması hükmü kaldırılmış oluyordu. Cihan (Dünya)Târihinde bir eşi ve örneği görülemeyen bu içtimâî teâvün (toplumsal/sosyal yardımlaşma) ve tesânüdün (dayanışmanın) siyer (İslâm târihi) kitaplarında bir çok menkıbeleri (anekdotları) vardır.”(X/123) “Vatan-cüdâ İslâm mühacirleri Mekke’deki mallarını ve evlerini bırakarak Medîne’ye elîm bir ihtiyaç içinde gelmişlerdi. Mühacirler, Ensar’ın evlerine misafir olarak yerleştirildiler. Ensâr’ın bu misafirperverliği dînî bir kardeşlikle güçlendirilmiş ve pek samimi bir tesânüd-üiçtimâî (toplumsal dayanışma) meydana gelmiştir ki, bunun, hiçbir milletin târihinde görülmeyen..”(VI/344)

DAYANIŞMA, YARDIMLAŞMA FAKAT GÖSTERİŞ İÇİN DEĞİL (SOLIDARITY, CHARITY BUT NOT FOR DEMONSTRATION).

96

Page 97: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Meşhur hadisinde Hz. Peygamber: “Kendi gölgesinden başka hiçbirgölgenin bulunmadığı (kıyamet) gün(ün)de, Allah yedi kişiyi, kendi gölgesinde gölgelendirir (onlara rahmetiyle muâmele eder ki, bunların yedincisi) sadaka verdiğinde, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde onu gizleyen kimse”. Vatancüdâ (ayrılmış) İslâm muhacirleri, Mekke’deki mallarını ve evlerini bırakarak Medîne’ye çok sıkıntılı bir maddî durumda gelmişlerdi. Ensâr onları evlerine misafir olarak aldılar. Ensâr’ın bu misafirperverliği, dînî bir uhuvvetle (kardeşlikle)tahkim edilmiş (güçlendirilmiş) ve pek samîmî bir tesânüd-ü içtimâ‘î (toplumsal/sosyal dayanışma) husûl bulmuştur ki (oluşmuştur ki), bunun hiçbir milletin tarihinde görülmeyen birçok mebrûr (hayırlı) tecelliyâtı (yansımaları), Ensâr ve Muhacirlerle ilgili bölümlerde görülecektir.(Buhârî Kitâbu’l-Hudûd, B. 19; Müslim Kitâbu’z-Zekât, B.20, Had. 91; Muvatta, Kitâbu’ş-Şa‘ar, B. 5, Had.14)”(VI/344) (Sadaka taşı bu hadisten mülhem olarak (ilham alınarak) ortaya çıkmış bir yardım aracıdır ki, Batı kültüründeki charity (yardım) ve philanthropy (hayır) kavramları ile İslâm dünyasındaki yoksula yardım arasındaki en önemli fark da budur…i.y.) “..ve raculün tesaddeqa fe-ekhfêhê hattê lâ ta‘leme şimêluhû mê tunfiqu yemînuhû”

“Önde gelen sahâbîlerden Ammâr şöyle demiştir: “Üç güzel özelliği kendinde toplayan, (güzel/olgun) imanı kendinde toplamıştır: İçten gelen insaf, 2) Herkese selam vermek, 3) Maddî yönden sıkıntıda olmasına rağmen, muhtaçlara yardım etmek.(Buhârî, Bâbu’s-Selâmi Min’el-İslâmi)” (“..el-insâfu min nefsike ve bezlu’s-selâmi li’l-‘âlemi ve’l-infâqu min’el-iqtârı”)

ADİL GELİR DAĞILIMI VE HAYRA TEŞVİK (JUST INCOME DISTRIBUTION AND ENCOURAGEMENT FOR CHARITY).

“Ebû Zer Hazretleri anlatmıştır ki: “Ben Hz. Peygamber’le beraber bir seferden dönerken Uhud’a yaklaştık. Hz. Peyagmber Uhud’u görünce: “Benim için Uhud’un altın olmasını (ve) ondan (mesela) bir (altın) dinarın üç günden fazla yanımda beklemesini arzu etmem. (O) Bir dinarı (da), ben yalnız borç (ödemek) için yanımda dursun isterim.” Sonra Hz. Peygamber

97

Page 98: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

devam ederek: “(Mal/servet yönünden) Çok olan(zengin)lar vardırki, onlar, (sevapça) çok azdırlar. Yalnız (onlardan) mallarını şöyle şöyle (insanlara ve hayır yollarına) sarf edenler hariç ki, bunlar da çok azdır.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstiqrâz ve’l-Hacır ve’t-Teflîs) (VII/276-277)

“Hz. Peygamber buyurdu: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Müslüman, Müslümana zulmetmez; Müslüman Müslümanı (başına gelenbir musibette) terk etmez; hangi Müslüman ki (Müslüman) kardeşinin ihtiyacında ona yardım ederse, Allah da bu kişi yardıma muhtaç duruma düştüğünde ona yardım eder. Hangi Müslüman, bir Müslümanın dünyadaki bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet günkü sıkıntısını giderir.” Teâvün-ü içtimâ‘îyenin (toplumsal/sosyal dayanışmanın) en önemli temellerini içeren bu hadisi Buhârî’nin yanında, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesêî de nakletmişlerdir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Mezâlim) (VII/361)

DAĞITIN BU SENE BÜTÜN KURBAN ETLERİNİ

“Hz. Peygamber, “sizden kim kurban keserse, (bayramın) üçüncü(gece)sünden sonra evinde kurban etinden (herhangi bir parça) bulunduğu halde sabahlamasın” buyurdu. Ertesi sene kurban bayramı yine gelince sahâbîler: “Ey Allah’ın Elçisi! (Kurban etini) Geçen sene yaptığımız gibi mi dağıtacağız?” diyesordular. Hz. Peygamber: “Bu yıl (kendiniz) yiyiniz, (misafirlerinize ve fakirlere de) yediriniz. (Ailenize) Azık olarak da (kavurmalık olarak, bayram sonrasına) bırakabilirsiniz. Çünkü geçen sene halk arasında geçim zorluğu vardı. O sebeple (fakir) halka (daha fazla et vererek) yardım etmenizi istemiştim.”(Buhârî, Kitâbu’l-Edâhî)”(XII/34)

SAVINGS STRONG SOLIDARITY. “Ensâr, Hz. Peygamber’e hurmalıklarının mülkiyetini sunarak, bunları Muhacir olarak Mekke’den gelenlerle yarı yarıya paylaştırmasını istemişlerdi de, Hz. Peygamber yardımlaşma ve dayanışmanın bu kadarı fazla görülerek: “hayır, bu olmaz” buyurmuşlar ve arazilerin mülkiyeti yine Ensâr’da kalmak üzere, Muhacirlerin bedenen çalışarak (ürüne) ortak olmalarını teklif ve uygun görerek, Ensâr’ı da korumuşlardı.”(VII/148)

98

Page 99: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

MÜSLÜMANLARDA YARDIMLAŞMA AHLÂKI (CHARITY ETHICS OF MUSLIMS).

Sahâbîlerin yoksullarının zekât üzerlerine farz olmamasına rağmen, hamallıkla kazandıkları iki avuç hurmadan bir kısmını ayırıp zekât diye vermelerinin sebebi, hadiste bildirilen zekâtayeti ki: “(Ey Peygamberim!) Onların (servet sahiplerinin) mallarından zekât al! (Ki) Zekât onların mallarını temizler, vicdanlarını arıtır” (Tevbe sûresi, 103, 9: 103) meâlindedir. Bu ayet ve “Fakir için ne harcarsanız, muhakkak Allah onun karşılığını verir” meâlindeki âyet (Sebe sûresi, 39, 34: 39), inip de, Hz. Peygamber tarafından zenginler yoksullara yardıma teşvik olununca, sahâbîlerin fakirleri de harekete geçmiş, onlar da bu içtimâ‘î (toplumsal/sosyal) yardıma katılmışlardır.Buhârî’nin yine Ebû Mes‘ûd’dan naklettiğine göre, bir defasındabu fakir sahâbîlerden birisi, bir avuç hurmayı sadaka olarak (birisine versin diye) Hz. Peygamber’e getirmişti. Münafıklar bunu görünce: “Allah’ın bu adamın sadakasına ihtiyacı var mı?” diye alaya almışlardı. Bunun üzerine şu ayet inmişti: “Müminlerden nafile zekât verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları (yoksullar için ancak onu getirebilenleri) çekiştirip, onlarla alay edenler var ya! Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için acıklı azap vardır.”(Tevbe, 79, 9: 79)

İKİŞER İKİŞER YEMEYİN HURMAYI.

“Abdullah b. Ömer, (Medine’de Iraklı) bir topluluğa hurma yedikleri sırada uğramış (ve hurmayı ikişer ikişer yediklerini görmüş de): “Hz. Peygamber, hurmayı ikisini birleştirerek yemeyi yasakladı. Ama sizden biriniz, (böyle ikişer ikişer yemek konusunda mümin) kardeşinden izin istemişse (o da onaylamışsa) o ayrı.”demiştir. Olayı hatırlayan Cebele (Tâbî‘înneslinden bir Kûfeli) şöyle anlatmıştı: “Biz bir ara Medine’de bazı Iraklılarla bulunuyorduk. O sırada kıtlık yokluk vardı. (Medine Abdullah b. Zübeyr’in kontrolünde idi ve o bize, halka)hurma dağıttırıyordu. Biz hurma yediğimiz sırada yanımızdan Abdullah b. Ömer geçerdi (ve bazı Iraklıların açlıktan ötürü hurmayı ikişer ikişer yediğini görürdü de) bize: “Hz. Peygamber, hurmayı çiftleyerek yemeyi yasakladı, yalnız, biriniz mümin kardeşine böyle çift çift yemesine izin verdiyse,

99

Page 100: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

o ayrı” dedi.” Hâkim de Müstedrek’inde : Hz. Peygamber’in, SuffeEhli’nin açlıktan hurmayı birleştirerek yediklerini görüp yasakladığını nakletmiştir. Bu bilgilere göre, kıtlık zamanındaveya (uzun zaman) aç kalmaktan ötürü birleştirerek yenildiği bildirilerek, böyle bir zarurete dayalı bile olsa, Hz. Peygamber’in toplumsal adaba aykırı olan bu hareketi yasakladığı görülmektedir. Hz. Âişe ve Câbir (Radıyallâhu Anhumê): yasağın sebebinin bu şekilde yemenin aç gözlülük ve pisboğazlık gibi fena bir davranış olmasındandır. Ve böyle yiyenlerin halk arasında ayıplanmasıdır. Yalnız bilginler: “kendi malını kişinin dilediği gibi yemesinde bir sakınca yoktur” demişlerdir. Hatta Salim b. Abdullah’ın kendi hurmasınıavuç avuç yediği nakledilmiştir. (Salim’in zahit bir kişi olduğu konusunda görüş birliği bulunduğundan, bu “avuç avuç yeme” haberinin doğru olup olmadığı konusu üzerinde durmak gerekir. i.y.) Bu nedenle bilginler, Hz. Peygamber’in yasağının hep beraber yenildiği zaman, bu şekilde hareket edilmesi yönünde olduğunu söylemişlerdir.”(VII/386-387)

YOKSULLARI UNUTMA (DO NOT FORGET THE POOR (CHARITY).

“Peygamberimiz, (Hz. Ebûbekir’in kızı Esmâ’ya şöyle) demişti: “Kesenin ağzını boğma (bağlama)!, Allah da senin nasîbini bağlar (da rızkın azalır)” Bir nakilde de: “Malını sayıp sayıp da (kendi yanında tutup durma), Allah da nimetlerini sayıp (senden esirger).” Bir başka nakilde de: “Sakın çömlekte para saklama. Sonra Allah da senden tutar. (Ey Esmâ!) Gücün yettiği kadar az da olsa sadaka ver!” (Buhârî K. Zekât)” (V/185) (Burada Hümeze sûresinin 2. âyeti de hatırlanabilir. Sadece malvarlığını/serveyini/parasını sayıp sayıp fukarayı düşünmeyenler/yoksullara yardım etmeyenler için bu sûrede “yazıklar olsun onlara” denilmekte ve böylelerinin varacağı yerin cehennem olacağı (Hutame) apaçık ifade edilmektedir. i.y.)

GÜÇLÜ BİR DAYANIŞMA BEKLENMEKTEDİR İNANANLARDAN, İLÂHÎ TEHDİTLERLE (STRONG SOLIDARITY IS DESIRED FROM BELIEVERS WITH DIVINE THREATS).

“Peygamberimiz buyurur ki: “Kulların sabaha erdiği hiçbir gün yoktur ki, o günde iki melek inmesin. Bunların birisi: “Ey

100

Page 101: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Rabbim! Malını (yoksullara) harcayana, (harcadıkları miktarı geri) ver” diye dua eder. Öbür melek de: “Ey Rabbim! Malını (yoksula harcamayıp) tutanın malını telef et!” diye (bed)dua eder.” (Buhârî, K. Zekât)” (V/190) “Hz. Peygamber bir gün şöyle buyurmuştu: “Her Müslüman üzerine sadaka vermesi gereklidir.” Sahâbîler: “Peki, sadaka verecek bir şey bulamayan?” Hz. Peygamber: “Eliyle bir (iş) yapar kazanır ve böylelilkle hem kendine faydalı olur hem de bir (yoksula) sadaka verir.” Sahâbîler: “peki bu da mümkün olmazsa (böyle birkazanç yolu da bulamazsa?)” Hz. Peygamber: “Bir ihtiyaç sahibine, bir çaresize yardım eder.” “peki bunu da yapamazsa?” Hz. Peygamber: “Bir iyilik yapsın, kendini de kötülükten korusun, bu da bir sadakadır.”(Buhârî, K. Zekât)” (V/194) “Hz. Peygamber yine bir gün buyurdu ki: “Ey Müslüman hanımlar, komşubir kadın, kadın komşusunun hediyesini, bir koyun paçası bile olsa, sakın küçük görmesin”(VIII/6)

“Hz. Peygamber yoksullar için yapılabilecek şöyle bir uygulamayı da teşvik etmiştir: Hz. Peygamber buyurdu: “Bol sütlü bir sağım devesinin –bir süre sağılıp sonra sahibine iadeedilmek üzere- (geçici olarak bir yoksula) hediye edilmesi ne güzeldir. Bu şekilde sağılan bir koyunun (geçici bir süreyle bir yoksul aileye) hediyesi ne güzeldir. Bu bereketli hayvan bir kap sabah, bir kap da akşam vakti sağılır (da o ailenin gıda ihtiyacı karşılanmış olur). Bu çeşit yardımlaşmaya (hadiste de geçtiği gibi) “menîha” denilir ki İbn Esir Nihâye’sinde şöyle tarif eder: “ “Menîhatu’l-Leben” yani kişinin sağmakta olduğu devesini veya koyununu, sütünden istifade etmek üzere başkasına vermesi, o kişinin de (bir süre) sağdıktan sonra sahibine hayvanı iade etmesidir. “Menîha” esas olarak hibe ve atıye olup, konumuz olan hadise göre en güzel sadakadır. “Menîha”sonuçta (bir geçici) hibe olduğu için, Buhârî “menîha”dan Hibe bölümünün ekinde bahsetmiş ve orada “Menîhanın Fazîeti” başlığıyla bir alt başlık açarak, Enes b. Mâlik ile Abdullah b.Ömer’in naklettikleri hadisleri not etmiştir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Eşribe) (XII/50)

BAĞIŞLA O BAHÇEYİ AKRABALARINA (AID TO THE RELATIVES AND SOUL OF THE STRONG SOLIDARITY).

101

Page 102: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Ebû Talha: “Ey Allah’ın Elçisi! Allah Teâlâ “Ey müminler! Malınızın size sevimli kısmından (yoksullara) harcamadıkça, İlâhi rızaya eremezsiniz” (Âl-i İmrân: 92) buyuruyor. Malımın bana en sevimli olanı Beyruhâ’dır (Mescid-i Nebî’nin karşısındaki içinde çok güzel suyu olan meyvelik). Beyruhâ (bundan sonra) Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayır ve sevabının Allah katında (bana) âhiret azığı olmasını umarım. Ey Allah’ın elçisi!, bu bahçemi Allah’ın gösterdiği/bildirdiği uygun bir işe lütfen sen sarf eyle”(diyerek, Hz. Peygamber’e vekalet verdi.) Hz. Peygamber de: “Ben bu bahçeni akrabalarınavermeni uygun görüyorum” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talhâ: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben de arzu ettiğiniz gibi, yaparım” dedi ve daha sonra bu Beyruhâ meyveliğini akraba ve amcaoğulları arasında taksim etti.”(Buhârî, Kitâbu’l-Vekâlet) (VII/116).

DEVLETİN SOSYAL DAYANIŞMA VAKFI VE Hz. ÖMER’İN KİŞİSEL BİR HAYRI (SOCIAL SOLIDARITY FOUNDATION (OF THE STATE).

“Hz. Ömer şöyle demişti: “Eğer Müslümanların geleceği (gelecekteki maddi problemleri endişesi) olmasaydı, Hz. Peygamber Hayber’i nasıl (sahâbîler arasında) taksim ettiyse, ben de hiçbir köy (bile) fethedilmesin ki, (hemen) onu fethedenaskere taksim ederdim.” Gerçekten Hz. Ömer, yönetimi döneminde fethedilen köylerin arazisini gaziler arasında taksim etmeyip, bu arazileri fethedilen köylerin halkına müzâra‘a yoluyla vererek işlettirmiştir ki, bu şekilde vakıf halinde yönetilen bu arazilerden gelecek nesillerin yoksullarının istifadeleri sağlanmıştır. Hz. Peygamber zamanında fethedilen arazi, gazilerarasında taksim edildiği halde, Hz. Ömer’in böyle vakıf olarak -Müslüman halkın yararına da olsa- (farklı) bir idare sistemi kabul etmesi ile ilgili olarak, (yine) Hz. Peygamber’in daha önce yukarıda (Buhârî’nin Kitâbu’l-Vasâyâ bölümünde) geçen bir not vardı ki onu burada iki cümle ile tekrar edelim: “Hz. Ömer’in Semg denilen çok verimli bir hurmalığı vardı. Bir gün Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Elçisi! Bana göre en değerli malım olan bu hurmalığı yoksullara vermek istiyorum, ne dersiniz?” diye sormuştu. Hz. Peygamber de: “Sen bunun aslını satılıp alınmamaküzere vakfet. Bu hurmalığın ürünü bu şekilde (her yıl yoksullara) dağıtılır” buyurmuş, Hz. Ömer de bu hurma bahçesinibu şekilde vakfetmişti.”(Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Muzâra‘a) (VII/157-158)

102

Page 103: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

İSLÂM: KOMŞUSU AÇKEN, TOK YATMAMAKTIR: HİÇBİR İDEOLOJİ VE FELSEFEDE BÖYLE BİR İFADE YOKTUR NO ANY IDEOLOGY/PHILOSOPHY COULD SAY LIKE A THIS SENTENCE. “Meşhur hadiste: “Komşusu aç iken tok yatan bir mümin(hakikaten) iman etmiş değildir”(VII/406). (“Mê êmene men bête şa‘bênun ve cêruhû tâvin”)

EŞ‘ÂRÎLERİN GÜÇLÜ DAYANIŞMASI (STRONG SOLIDARITY (OF ASH‘ARIYYUN).

(Yemen’ den gelip Medine’ye yerleşen) Eş‘arîleri, Hz. Peygamberşöyle övmüştü: “Gerçekten Eş‘arîler, savaşta azıkları biterken veya Medine’de iken ailelerinin erzakı azaldığında, hemen yanlarındaki erzakı bir yaygı üzerinde toplarlar, daha sonra daaralarında eşit olarak taksim ederler. Onlar bendendir, Ben de onlardanım”(Buhârî, Kitâbu’ş-Şerike)(VII/423)

MEKKE DÖNEMİNDE DE, GÜÇLÜ DAYANIŞMA (STRONG SOLIDARITY (IN THE EARLY DAYS OF ISLAM).

“Buhârî “Kitâbu’l-‘Itq” (Köle Azâdı Bölümü) başlığından sonra, Beled sûresinin şu (13, 14, 15, 16.) ayetlerini zikrediyor: “(Esas sarp yokuşu tırmanmak demek) Köle azat etmek veya açlık zamanında insanları doyurmak, yakının olan yetime yardım yapmak, (parasızlıktan) yerinden kıpırdayamayan yoksula yardım etmendir.” Burada sarp yokuşu tırmanmaktan kasıt, hayır ve iyilik için nefisle mücadele edip, başkalarına bu iyilikleri yapmaktır. İşte insanlığı esirlikten hürriyete, açlıktan tokluğa ve bir kelime ile felaketten mutluluğa ulaştıran bu ayetler, ikişer kelimeliktirler ama çok büyük içerikleri vardır: “fekk-i raqabe, it‘âm zî-mesgabe, yetîm zê-meqrabe, miskîn zê-metrabe”(VII/441)

ZEYNE’L-ÂBİDÎN HAZRETLERİNİN GÖZ KAMAŞTIRAN BİR DAVRANIŞI: CÖMERTLİK RÛHU (SOUL OF GENEROSITY).

“Hz. Peygamber buyurdu: “Bir kişi, Müslüman bir köleyi hürriyetine kavuşturursa, Allah (da) bu kişinin, o kölenin her bir organına karşılık gelen bir organını, cehennemden kurtarır.” Bu hadisi Ebû Hüreyre’den nakleden Sa‘îd b. Mercâne,

103

Page 104: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Hz. Hüseyin Efendimiz’in çocuğu olan ve) Zeyne’l-Âbidîn olaraktanınan Ali b. Hüseyin (38-94 H./ 659-712 M.) ile çok yakın arkadaşmış. Sa‘îd b. Mercâne der ki: “Bir defasında dostum Ali Zeyne’l-Âbidîn’in yanına gittiğimde Ebû Hüreyre(Radıyallâhu Anh)’in bu hadisini kendisine nakletmiştim. O da bana: “bu hadisi, bizzat Ebû Hüreyre’den işittin mi?” diye sordu. Ben de:“Evet, işittim” dedim. Bunun üzerine Ali b. Hüseyin, o sırada yanımızda bulunan en değerli kölesi Mutraf’e “haydi, git, Allahrızası için hürsün” diyerek, azat etti. Hâlbuki, Abdullah b. Ca‘fer (b. Ebî Tâlib), Mutraf için Ali b. Hüseyin’e, on bin dirhem (gümüş), veya bin (altın) dinar) vermeyi teklif etmişti de, Ali b. Hüseyin kabul etmemişti.” Rivayetin son bölümünde Asr-ı Saâdet’in iktisadi durumuna da işaret ediliyor ki, o devirde bir dinarın on dirheme eşit olduğu görülüyor.”(Buhârî, Kitâbu’l-‘Itk) (VII/442)

DAYANIŞMA VE ADİL GELİR DAĞILIMI İÇİN: KURBAN (SACRIFICE FOR JUST INCOME DISTRIBUTION AND SOLIDARITY).

“..Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine, belirli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâ‘be’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin.”(Qurân: Hacsûresi, âyet: 28; 22:28) “Hz. Ali de şöyle demişti: “Hz. Peygamber bana, kestiğim kurbanlık develerin çullarını ve derilerini de (yoksullara) vermemi emretmişti”(VI/153) “EmeranîRasûlullâhi (SAV) en-etesaddeqa bi-cilâli’l-budni’lletî nehartü ve bi-culûdihê”

GAYESİ GÖSTERİŞ OLAN ZENGİN TİPİ.

“Âmir b. Tufeyl, Arab’ın pek meşhur cömertlerinden olup, kendi kabîlesinin de reîsi idi. Ukâz panayırında: “Yaya kalmış kimse varsa gelsin deve verelim, aç kalmış kimse varsa gelsin doyuralım, bir kimseden korkusu olan kimse varsa gelsin canından emîn edelim” diye adamlarla îlân ettirecek kadar cömert ve kendine güvenen seksenlik ihtiyar kahramanlardan biri idi. Bununla beraber, dînî inançtan yoksun olduğu için, Hz. Peygamber’e öteden beri öfkeleniyor ve bu düşmanlığını ortaya koymak için de fırsat kolluyordu. Hatta

104

Page 105: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kendi kabîlesi: “Âmir, görüyorsun ki herkes Müslüman oluyor. Sen de olsana.” dedikleri vakit, “Vallahi ben kendi kendime bütün Araplar benim ardıma düşünceye kadar çalışıp uğraşmaya ahdetmişimdir. Artık Kureyş’in bu delikanlısının peşinden gidebilir miyim?” cevabını verirdi. (Hz. Peygamber o sıralardaaltmış yaşına yaklaşmıştı) Enes(Radıyallâhu Anh)’in Buhârî’deki nakline göre, bu yaşlı ihtiyar, Benî Âmir heyetiyle beraber Medine’ye geldiği zaman, kalbinde gizlediği bu niyetiniortaya koymuş ve Hz. Peygamber’e şöyle demişti: “Üç teklifim var. Bunlardan birini mutlaka kabul etmelisin. Ya şehirler senin, köyler benim olsun. Yahut hepsi senin olsun da, ben sanahalife olayım. Bu iki teklifimi kabul etmezsen, Gatafan’dan binkahverengi at ile bin kahverengi kısrağa binmiş süvarileri önüme katarak sana hücum ederim.” Hz. Peygamber’i, bu alenen veedepsizce tehdit içeren teklif üzerine, Allah’ın Elçisi: “Allahumme’kfinî Âmir’an”: Ey Rabbim! Âmir’in belasını bana bırakmadan Sen def et” diye dua etti. Çok sürmeden de, kısa birsüre sonra Âmir’in vebaya yakalanarak öldüğü duyuldu.”(III/246)

ZAYIFLAR YÜZÜNDEN RIZIKLANDIRILIRSINIZ (ECON PHILISOPHY).

“Yağmur duasının kabulü için eskimiş ve yıpranmış elbiselerini giyerek, masum çocukları ve âciz ihtiyarları, hatta kuraklıktanötürü açlıktan zayıflamış hayvanları da halkın yanına alarak veyürüyerek araziye çıkıp, bu şekilde Allah’ın merhamet etmesine vesile olabilecek bir şekilde günahlardan tevbe ile, yağmur istemek gerekir. Araziye çıkarken, yolda konuşurken, yürürken ve otururken hep alçak gönüllü tavırlar ile hareket etmek de sünnettir. Allah elbette bizim gerçek durumumuzu bilmektedir ama, böyle bir ihtiyaç anında insanın yoksulluk ve acizliğini kalp olarak ve kalıp olarak ikrar ve itiraf etmesi ve bunun yanında çocukların masumiyetleri, ihtiyarların aciz bedenleri, ve boynu bükük hayvanların bîçârelikleriyle, Allah’tan yağmur istemek, isteğimizin kabulü yolunda gösterilmesi gereken kulluğun bir parçası değil midir? Nitekim Bûhârî’deki bir hadiste: “ve hel turzekune ve tünsarûne illê bi-du‘afêikum”: “ancak zayıflarınız yüzünden değil midir ki, rızıklanırsanız veyardım olunursunuz?” Yine İslâm’ın ilk dönemlerinde söylenen şusöz meşhurdur: “Levlê şebêbun khaşa‘a ve behêimu rate‘a ve şuyûkhun rake‘a ve etfêlun rada‘a le-subbe aleykumu’l-azêbu sabben”: “(Allah’tan çok korkan) huşû sahibi gençleriniz,

105

Page 106: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

otlayan hayvanlarınız, (ibadetten veya yaşlılığın verdiği acizlikten ötürü) beli bükülmüş ihtiyarlarınız ve süt emen yavrularınız olmasaydı, üzerinize azabı ilâhî gökten boşanırcasına dökülürdü.” Yine Dârequtnî ve Hâkim’in sağlam birsenetle naklettikleri şu rivâyette meşhurdur: “Süleyman aleyhisselâm, halkla beraber yağmur duâsına çıkmış. Duâya devamederlerken bakmış ki bir karınca da yağmur için Allah’a yalvarıyor. Bunu görünce: “Artık dönelim. İnşaÂllah bu karınca sebebiyle duânız kabul olur.” buyurmuştur.”(III/259-260)

YAĞMUR DUÂSI: DÜNYA VE ÂHİRETİN İÇ-İÇELİĞİ (PRAYER FOR RAINING AND DEMAND SUSTENANCE FROM GOD).

“İstiskâ (yağmur duasına çıkıldığında kılınan) namaz(ı), bayramnamazı gibi ek tekbirlerle kılınan iki rekatlı bir namazdır. Yine bayram namazındaki gibi, namazdan sonra imam bir hutbe okur. İmam hutbe esnasında Hûd sûresi 52. âyetini: “(Hûd aleyhisselâm şöyle dedi): “Ey toplumum! Rabbinizden bağışlanma dileyin (Esteğfirullâh deyin), sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın..” ve Nûh sûresi 10-11 ve 12. âyetlerini okur: “(Nûh aleyhisselâm: Rabbim ben onlara): “Dedim ki: Rabbinizden bağışlanma dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Bağışlanma dileyin ki) Üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve çocuklarınızı çoğaltsın, size bahçeler versin, sizin için ırmaklar akıtsın.” Hutbe esnasında yine “Rabbenâ âtinâ fi’d-dunyâ haseneten ve fi’l-Âhirati haseneten ve kı-nâ azêbe’n-nâr”: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş (cehennem) azâbından koru” duâsını (Bakara sûresi, âyet: 201) tekrar eder ve birinci hutbede şu meşhur duâyı okur: “Allâhumme eskınâ gaysen, mugîsen..”: “İlâhî ! Bize can(larınmızı) kurtaracak, içe sinen, lâtif ve hoş, bereketli, bol ve hayırlı, (bizi) sırılsıklam edecek, kuvvetli ve her tarafa yağacak ve (su) ihtiyacımızı tamamen bitirecek devamlı bir yağmur ver. İlâhî ! (bu) yağmur(u) ihsan et de, bizi rahmetinden ümidini kesmişlerden kılma. İlâhî !, kulların ve beldelerin ve diğer yaratıkların öyle bir açlığa, öyle bir yoksulluğa, öyle bir darlığa düştüler ki, (durumumuzu)Sen’den başkasına arz edemeyiz. İlâhî! Ekinlerimizi bitir (büyüt). Hayvanlarımızın memelerini (sütle) doldur. Göğün bereketinden bizi sula, yerin bereketlerinden de bizim için

106

Page 107: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

çıkar. İlâhî! Bizden yoksulluğu, çıplaklığı, açlığı kaldır. Ve Sen’den başkasının def edemeyeceği belayı, Sen bizden def et YâRabbî! İlâhî! Sen’den şimdi (günahlarımız için) bağışlanma diliyoruz, çünkü Gaffâr (çok çok bağışlayan), Rahîm (çok çok merhamet eden Sen’sin. Bu sebeple bize bol bol yağdır, Yâ İlâhî!” diyerek dua eder…İkinci hutbede de şu duayı yapar: Allahumme Ente Emertenâ bi-duâike.. Ey Allahım!, Sana dua etmeyi, bize Sen emrettin, duamızı kabul edeceğini de Sen vaat ettin. Bize vaat ettiğin gibi (bu gün de yine), Sana dua ettik.Ey Allahım! İşlediğimiz günahları bağışlamakla, yağmur duamızı kabul etmekle, rızkımızı bollaştırmakla üzerimize olan nimetinilütfeyle Ya Râbbî!” (III/259-261) Bir başka bilgi notunda ise (aynı yağmur duası mı yoksa farklı bir zamanda çıkılan başka bir yağmur duası mı bilemiyoruz) şöyle anlatılır: “(Hz. Peygamber şöyle dua etti:

“Hamd/Şükür/Her türlü teşekkür, Âlemlerin Rabbi olan, Rahmân veRahîm olan, kıyamet gününün sahibi olan Allah’adır. Ey Allahım!Senden başka (kulluk edilecek) ilah yoktur. Sen zenginsin. Biz ise yoksullarız. Üzerimize yağmurunu indir. İndirdiğin yağmuru bizim kuvvet kazanmamıza ve iyilikler yapmamıza vesile eyle” Sonra da mübarek kollarını daha da göğe doğru kaldırdı...Sonra minberden inerek iki rekat namaz kıldırdı. Derken Allah Teâlâ hiç yokken bir bulut yarattı. Bulut gürledi, şimşek çaktı ve sonra da Allah Teâlâ’nın izniyle yağmur yağmaya başladı. Öyle ki, mescide varamadan, sokaklarda seller oluşup, her yeri sularkapladı. Hz. Peygamber, halkın dam altları bulmak için koşuştuklarını görünce, tebessüm ederek, çok sevinçli olduğunu belli ediyordu.”(III/267) (Dua ile namaz ve dünya hayatının ihtiyaçlarını Allah Teâlâ’dan istemenin, iç içe olduğu görülüyor. Allah Teâlâ Kurân’da yine şöyle buyurmuştur: “..Bilmelisiniz ki, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah’ın katından isteyin, O’na kulluk edin, O’na şükredin, (zaten yaşamınızın sonunda) O’na döndürüleceksiniz” (Ankebût sûresi, 17. âyet. i.y.)

İKTİSATLI YAŞAM.

“İstihâre eden yanılmaz, istişâre eden pişman olmaz, iktisâda uygun (tutumlu) yaşayan da fakir düşmez” şeklinde bir rivayet çeşitli hadis kitaplarında yer alır. Enes b. Mâlik’ten gelen

107

Page 108: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

rivâyette “..velâ-‘âle men-iqtesade” şeklinde görülürken (IV/135) bazı rivâyetlerde de “...velâ’fteqara men-iqtesade” şeklindedir.

YARIM ALTINA BİLET.

“Habeşliler öteden beri Araplarla ticari ilşikileri bulunan ve dürüst işlemleriyle, kendilerini Araplara sevdirmiş bir toplum idi..Mekke’de Müslümanlığı kabul edenlere zulüm artınca, Hz. Peygamber’in peygamber oluşunun beşinci yılının Recep ayında Habeşistan’a ilk hicret gerçekleşti. Hz. Peygamber sahâbîlerine: “Habeş kralının adaletli bir kişi olduğu söyleniyor, ülkesinde kimseye zulmetmediğini işitiyoruz. Bari oraya hicret ediniz de, Cenâb-ı Hak sizin için bir genişlik bahşeder de, bu müşriklerin saldırılarından korunursunuz” buyurmuştu. İşte on bir erkek ve dört kadından oluşan ilk kâfile, yaya ve süvârî olarak, deniz sahiline varıp, adam başına yarım altın ile kiralanan bir gemi ile Habeş sahiline çıktılar.”(IV/223-224) (yarım altına orta büyüklüktebir koyun alınabilmektedir, o günlerde. i.y.)

KÂMİL MİRAS’IN İSLÂM’DA PARA TARİHİ KONUSUNDA GÜZELBİR ARAŞTIRMASI.

Kâmil Miras, (1939 yılında olabilir, aşağı yukarı, Tecrîd’in beşinci cildinin tercüme ve şerhi), Buhârî’nin Zekât bölümünü tercüme ederken, İslâm’da Para konusunda değerli bir çalışma yapmıştır. Beşinci cildin, 36. sayfasından başlayan bu notlar 55. sayfaya kadar sürüyor. Daha sonra da, 104. sayfaya kadar, yer yer aynı konu ile ilgili notlar düşülüyor. Bu konuda hem 20. Yüzyılda, dünyanın değişik ülkelerinde yapılan çalışmalardan daha önce yapılmış olması, hem de daha kapsamlı ve orijinal bilgi içermesi dolayısıyla, bu notların önemli olanlarının burada kaydedilmemesi, herhalde konuyla ilgilenenler açısından yararlı olacaktır:

“Dirhem kelimesi Qâmûs şârihine göre dirhem-i Fârisî’den mu‘arrebdir (İranlılar’dan Arapçaya geçmiştir). Mütercim Âsım Molla (1755-1819) da: “ “Dirahmî”nin Arapçalaştığı bazı eski kitaplarda yazılıdır” der ve altı “denk”ten ibaret olan bir tartı ölçüsünün ismi olduğu gibi, piyasadaki dolaşan paraya da dirhem denilir.” demektedir.” (Muhtemelen İskender’in

108

Page 109: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Anadolu’dan geçerek İran’ı ve daha sonra da Hindistan’ı işgali sebebiyle Yunan parası drahmi bu bölgeye hakim olmuştu. Her ne kadar İskender bu fetihten kısa süre sonra öldüyse de, İskender’in komutanlarının bölgede kurdukları devletler devam etmiş ve drahmi böylece büyük İran bölgesine para birimi olarakhakim olmuştur. i.y.) “..Şu var ki piyasadaki bu paralar, İslâm sikkesi değildi. (Hz. Peygamber ve dört halife dönemi ileEmevîler’in ilk otuz beş senesinde) Piyasadaki paralar, büyük ve küçük ağırlıkta ve şekilleri çeşitli Fars (İran) ve Rûm (Bizans) paraları ile, (para olarak) basılmamış Yemen ve Mağrib(Kuzey(Batı) Afrika) gümüş parçalarından ibaret idi.”(V/36) “İbn-i Sa‘d (168-230 H./ 784-845 M) da Tabaqât’ında, Abdülmelikb. Mervân’ın terceme-i hâlinde (biyografisinde) Vâqıdî aracılığıyla Ebû’z-Zinâd’dan, Abdülmelik’in, Hicretin 75. yılında (695 mîlâdî) ilk defa olarak altın ve gümüş İslam parası bastığını, rivayet etmiştir.” (V/37) “..İslâm’dan evvelCezîretu’l-Arab’ta (Arap Yarımadası’nda), büyük, küçük bazı paralar dolaşımda idi. Dirhem-i kebîr (büyük (gümüş) dirhem) sekiz, dirhem-i sagîr (küçük (gümüş) dirhem) dört denk vezninde(ağırlığında) idi. İslâm döneminin başlangıcından itibaren, Müslümanlar zekatlarını bu iki çeşit para ile öderlerdi. Sonradan, kendi paralarını basmak istediklerinde, bunlardan (buiki çeşit dirhemden) büyüğünün fazlasını küçüğüne ekleyerek “altı denk”i kabul ettiler.”(V/38) Maqrizî (766-845 H./ 1364-1442 M.) de nukûd-u İslâmiye’ye dâir (İslam paralarıyla ilgili)bir eserinde Abdülmelik’in zamanından evvel Müslümanların zekâtlarını bu iki çeşit para ile verdiklerini bildiriyor.”(V/38) Qurtubî (vefatı: 671 H./ 1273 M.) de yukarıdaki bilgileri kuvvetlendiren şu notu naklediyor: “Halk arasında iki çeşit akçe dolaşımda idi. Bunun birisinin üstünde Fars (İran), diğerinin üstünde Rûm (Bizans) alâmeti menkûş (nakşedilmiş; (resmi) basılmış) idi. Bunun bir çeşidine “Begalî”, diğerine de “Taberî” denilirdi. Begalî sekiz, Taberî dört denk ağırlığında idi.” Şârih ‘Aynî de Hidâye Şerhi’inde, ilkine “Ra’su’l-Begal” denilen Melik”ten (hükümdardan) ötürü “Derâhim-i Bagaliyye”, diğerine de Taberistan’tan “Derâhim-i Taberiyye” diye anıldığını naklediyor.”(V/40) “Devr-i Fârûkî’de (Hz. Ömer devrinde) kabul edilen bu tevhîd-i nukûd (akçelerin birleştirilmesi) sonucundaki (on dirhemin yedimiskale eşitliği) hesabına hiçbir sahâbînin karşı çıktığı kaydedilmemiştir. Bu ölçü, icmâ‘ ile kabul edilip

109

Page 110: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

uygulanmıştır. Daha sonra, zekât nisâbında da, hırsızlık nisâbında da, mehirde de, diyetlerin takdîrinde de tamamen bu hesaplama esas alınmıştır.(Bahru’r-Râiq, c, 2, s, 224)” Kamil Miras şöyle devam ediyor: “Bahru’r-Râiq’de bildirilen bu bilimselnoktanın yalnız bir yönüne not düşmek ve düzeltmek isteriz: Dîvân tarafından kabul edilen bu ölçünün, nakit paralar üzerinde fiilen uygulanması 75 hicrî târihinde gerçekleşmiştir.Bu târihe kadar Dîvânın bu kararına uyan ağırlıkta bir para basılmamıştır.”(V/42) Medeniyet-i İslâmiye Târihi’nde Cevdet Paşa merhumdan, Dört Halîfe zamanında bazı emîrler ve vâliler tarafından bastırılmış paralar gördüğü nakledilip, bunlardan birisi 28 hicrî yılında basılmış ve üzerinde kûfî yazı ile “Bismillâhi Rabbî” yazılmış olduğu, diğeri de 38 yılında ve aynı yazının yazılı olduğu, haber veriliyorsa da, bunlar da devletin kendi sikkesi değillerdir. İran ve Rûm paralarının kenarlarına bazı vâlîlerin İslâmî bir alâmet koymasından ibarettir. (İsmail) Gâlib Bey’in (1848-1895), (Müze-i Humâyûn)Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye (Kataloğu) (1894 İstanbul) adındaki kıymetli eserinde Emevîlerin Irâkayn vâlisi bulunan Ziyad tarafından da meşhur (eski İrân hükümdarı) Nûşîrevân’ın parasının kenarına Pehlevî yazısı ile Besmele-i şerîfe ve Ziyâd’ın isminin yazılı olduğu bir paranın fotoğrafını görüyoruz ki, yukarıdaki her iki haberin de özel mahiyette olduklarını göstermektedir.”(V/45)

“Cevdet Paşa merhûm ki, bizde nukûd-u kadîme-i İslâmiyye’yi (eski İslâmî paraları) en iyi tetkik eden bir zattır. Onun inceve derin zekâsı Subhi Paşa merhûmun oluşturduğu zengin nukûd-u İslâmiyye koleksiyonu üzerinde işlemiş ve târihinin beşinci cildinde 293. sayfadan itibaren başlayan uzun bir dipnotu bu konu üzerine yazmıştır. Cevdet Paşa da bu dipnotunda 75 hicrî târihinden evvelki meskûkât-ı İslâmiyye’nin özelliklerini ortaya koyuyor. Bu gerçeği Mâverdî de Ahkâm-ı Sultâniyye’sinde şöylece ifade etmektedir: “Bazı târihçiler ilk İslâm sikkesininAbdullah b. Zübeyr’in emri ile kardeşi Mus‘ab b. Zübeyr tarafından 70 (690 mîlâdî) hicrî târihinde basıldığını iddia ederler ki, bu basma işlemi, Kisrâların (İrân hükümdârlarının) paraları üzerine kendi isimlerinin basılmasından ibarettir. Daha sonra Haccâc tarafından bu paralar (tekrar) değiştirilmiştir. Yani Haccâc, Emevîlerin hâkimiyetini belirtenişaretler (yazılar) koydurtmuştur.” “Yine Mâverdî, ilk İslâm sikkesinin Abdülmelik b. Mervân tarafından basıldığını, Sa‘îd

110

Page 111: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

b. Müseyyeb’den nakledildiğini anlatıp, Ebu’z-Ziyâd’ın “Irak’ta74 târihinde Abdülmelik’in emriyle basıldı” dediğini, tarihçi Medâinî(135-228 H./ 752-843 M.)’nin de 75 târihinde Şam’da, 76 târihinde de mülhakâtta (eyâletlerde) basıldı, haberini naklediyor.

Abdülmelik zamanındaki sikke ise, o zamanın en büyük âlimleriyle görüşülerek ve özellikle Muhammed b. Bakır Hazretlerinin görüşü alınarak basılmış olup, İslâm devletinin ilk sikkesidir. Ve bunun basımı ile, ecnebî meskûkâtı (yabancı paralar) tamamen tedâvülden kaldırılarak bunları kullananlara ağır cezaların verileceği ilan edilmiştir. Topkapı Müzesi’nde gördüğümüz bu paranın bir tarafında Lâ ilâhe illalâhu VahdehûLâ şerîke leh cümlesi, öbür tarafında da İhlâsı şerîf sûresi yazılıdır. Bu yüzünün kenarında da Şam’da basıldığını bildiren ve basım târihi 79 (699 mîlâdî) senesinin yer aldığı ifadeler mevcuttur. İlk basıma 75 (695 mîlâdî) târihinde başlandığına göre, sikke darbına takip eden yıllarda da devam edilmiş ve bu gördüğümüz paranın basımı da demek ki 79 târihinde olmuş oluyor. Asr-ı Saâdet ile 75 târihi arasında geçen zaman süresince üzerinde İslâmî alâmet bulunan paralar hakkında en toplu bilgiyi ünlü târihçi Maqrizî veriyor:

“Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderildiğinde Mekke’de geçerli olan tartılar ve Câhiliye (İslâm öncesi) paralarını takrîr buyurduğunu (onayladığını) ve Medîne’ye geldiklerinde de, Hz. Peygamber’in yine onaylaması üzerine Medînelilerce de yürürlükteki (para) sistemine uyulduğunu bildirmiştik. Ebûbekir(Radıyallâhu Anh) halîfe olduğunda, Asr-ı Saâdet’te geçerli olagelen bu sistemlerden hiçbirisini değiştirmeyerek, Hz. Peygamber’in sünneti (uygulaması) ile hareket etmiştir. Özellikle meskûkât (madenî paralar), üzerine konulmuş kıymetlere göre alınıp veriliyor değildi; ölçü (ağırlık) ile Tibir yani külçe halinde alınıp verilmiştir. Daha sonra halîfe olan Ömer (Radıyallâhu Anh) zamanında Mısır, Şam, Irak feth olunarak bu merkezler, Müslümanların hâkimiyetine girdikleri zaman, buralarda tedâvül etmekte olan paralara müdahale edilmemiştir. Mısır ve Şam taraflarında (büyük Suriye/Greater Syria: şimdiki Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, İsrail toprakları) Doğu Roma İmparatorluğunun dînarları (altın paraları); Irak’ta da İrânlıların derâhimi (gümüş paraları) tedâvül ediyordu. İşte Hicaz bölgesine dînarlar ve dirhemler

111

Page 112: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

büyük oranda buralardan geliyordu. Müslim’in Ebû Hüreyre(Radıyallâhu Anh)’den naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber: “Bir zaman gelir ki, Irak diyârı dirhemini ve qafîzini, Şam da müddünü ve dînârını, Mısır da irdeb ve dînârını vermez olur” (“Mena‘at’il Irâqu dirhemehê ve qafîzihêve mena‘at’iş-Şâmu muddeyhê ve dînârahê ve mena‘at Mısru irdebehê ve dînârahê”) buyurup, bu bölgelerin nakit paralarınave ölçeklerine isim ve cinslerine işaret etmiştir. Hz. Ömer bunları (para ve ölçü/ağırlık sistemini) olduğu halleri üzerine bırakmış, müdahale etmemiş, değişikliğe gitmemişti. Hz.Ömer’in halîfeliğinin sekizinci yılı ki on sekizinci hicrî senesine (639 mîlâdî) denk gelir, etraftan elçi olarak başkent Medîne’ye bazı heyetler gelmişti. Bunların arasında Basra’dan da içlerinde Ahnef b. Kays’ın bulunduğu bir heyet gelmişti. Hz.Ömer, Ahnef ile Basra halkının ihtiyaçlarını görüşüp Ma‘qıl b. Yesâr(Radıyallâhu Anh)’ı kendilerine vâlî tayin etmişti. Ma‘qılHazretleri, Basra yakınındaki “Nehr-i Ma‘qıl”i (Ma‘qıl Sulama Kanalı) açmış ve Basra’daki arâzî ürünlerini ölçmek için “cerîb” denilen bir ölçek ile, iki çeşit para ortaya koymuştur.Maqrizî’nin açıklamasına göre, bu paralar aynen İrân parasının şeklinde olup bazısında Elhamdu Lillâh, bazısında da Muhammed Rasûlullâh, bazısında da Lâ ilâhe İllallâh cümleleri ilâve edilmişti.” Kâmil Mîras burada şu notu düşmektedir: “Maqrizî’nin burada ufak bir zuhülünü (yanılgısıını) düzelteceğiz. Devr-i Fârûkî’nin sekizinci senesi, hicretin on sekizinci yılına değil, yirminci senesine denk gelmektedir. Topkapı Müzesi’nde bulunan Sâsânî tarzındaki sikkelerin en eskisi, yirminci hicrî senede Herât’da basılmış bir sikke olduğunu, Gâlib Bey kataloğunda açıklıyor. İşte ilk İslâm dirhemi yirminci hicrî yılında basılmıştır, fakat husûsîdir (devletin bastığı para değildir.)”

Devr-i Fârûkî’nin son zamanlarında da “on dirhemin yedi miskal ağırlığına eşitliği” esası ortaya konuldu. Hz. Osman(Radıyallâhu Anh)’ın halîfeliği döneminde de bir parabasılıp üzerine Allahu Ekber cümlesi yazılmıştı. Ali Murtezâ (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin halîfeliği döneminde de çeşitli vileyetlerde ve değişik zamanlarda yukarıdaki şekilde para basılıp, kenarlarında Bismilâhi Rabbî yazılı olduğunu Galib Bey bildiriyor. Bundan sonraMaqrizî, Muaviye ve Abdullah b. Zübeyr (Radıyallâhu Anhumâ) ile biraderi Mus‘ab tarafından basılan altın v

112

Page 113: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

egümüş bazı paralar hakkında da bilgi veriyor. İbni Haldûnda Mukaddime’sinde bunların çeşitlerini ve özelliklerini açıklıyor. Fakat yukarıda ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi bu paralar husûsî (özel) mevzî‘î (mahallî/yerel) idiler. Bütün ülkenin mâlî ihtiyaçlarını karşılayacak derecede yaygınlaşmış değillerdi. Memlekette yine Îrân ve Rûm (Bizans) paraları tedâvülde idi. Ecnebî meskûkâtın (yabancı paraların) tamamen ortadan kaldırılarak, Müslümanların kendi paralarının piyasaya hakim olması, Abdülmelik b. Mervân zamanında gerçekleşmiştir. Bir de bundan evvelkiler Îrân ve Rûm paraları şeklinde iken, Abdülmelik’in bastığı paralar ağırlık tarzı itibariyle de İslâmî bir şekilde idi. Bu sebeple İslâm âlimleri ilk İslâm sikkesinin basımına başlangıç olarak 75 (695 mîlâdî)târihini kabul etmişlerdir.”

ABDÜLMELİK’İN PARA BASMASININ SEBEBİ NE İDİ ?

“Gerek Maqrizî, gerekse diğerleri şöyle bir hadiseyi başlıca sebep olarak bildiriyorlar: Abdülmelik Şarkî (Doğa) Roma İmparatorluğu’na gönderilen (resmî) yazıların baş tarafına unvan olarak “Kul Huvellâhu Ehad” ve sonuna da târih yerinde Hz. Peygamber’in ismini yazdırırmış. İmparator bir defasında bu yazılış şekline fena halde sinirlenerek, bu âdetin bırakılmasını bildirmiş ve “yoksa memleketinizde tedavül eden paralarımzın üzerine peygamberinizin ismini gücünüze gidecek bir şekilde yazarız” diye tehdit etmek istemişti. Bu küstâhâne talepten asabîleşen Abdülmelik, derhal bir ilmî heyet oluşturarak, onlarla görüşüp, İslâm sikkesi bastırılmasınave piyasadaki yabancı paraların hemen kaldırılarak değiştirlmesine karar vermiştir. Ebü’l-Mehasîn İbn Tağrîberdî’nin (812-874 H/ 1409-1470) ifadesine göre, Abdülmelik’i İslâmî dirhem ve dînâr basmaya yönlendiren sebep, Mısır vâlîsi bulunan biraderi Abdülazîz’in tavsiyesi olmuş ve bu da hicrî 76 târihinde olmuştu (en-Nucûmu’z-Zâhire Fî Akhbâri’l-Mısri ve’l-Kâhira, c,I/195). Abdülmelik bu basılan paraların kalıplarını Haccâc aracılığıyla memleketin her tarafına dağıttı. Irak, Mısır gibi İslâm merkezlerinde de bu numuneye (örneğe) uyularak sikke basılmasına müsaade edildi. Halk elindeki yabancı paralarını, gümüş ve altın parçalarını bu darphanelere

113

Page 114: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

götürüp, her yüz dirhem için bir dirhem basım ücreti karşılığında bastırmıştır.

BU PARALARIN DİKKAT ÇEKEN ÖZELLİKLERİ.

1) Hâlis altın ve gümüşten basılmış olmaları, 2) Dirhemlerin Hz. Ömer zamanında kararlaştırılan her on dirhemin yedi miskal olduğuna göre basılmış bulunmaları, 3) Hz. Peygamber’in döneminden beri devam edip gelen başlıca iki çeşit dirhemden büyüğünün fazlılığı küçüğüne eklenmek suretiyle “altı denk” ağırlığında olmaları, 4) Zekât farzının ödenmesi konusunda, basılan bu yeni paraların eksiksiz ve noksansız olarak Hz. Peygamber’in sünnetine (uygulamasına) uygun olmaları, 5) Ümmetin kabûlüne mazhar olmaları. Bugün Doğu ve Batı’daki yüzlerceve binlerce İslâmî para koleksiyonları, İslâm’ın başlangıcındaki dirhem ve dînârların ağırlığı ve halisliğihakkındaki bu nakillerin sağlılığını açıkça göstermektedir. Bu paraların önemli özelliklerini bildirenMaqrizî: “on dirhemin yedi miskale eşitliği” hesabında birdirhemin 50 tam 2/5 arpa tanesine karşılık geldiğini, bir miskalin de 72 arpa tanesine karşılık geldiğini haber veriyor..Medîne-i Münevvere Müftüsü Seyyid Muahmmed Esad’dan da Rahmetî merhûm şu bilgiyi nakletmiştir: SeyyidMuhammed gerek Abdülmelik devrine, gerek onu takip eden Emevî ve Hârûn Reşîd ve Me’mûn gibi Abbâsî yöneticileri zamanlarına ait olmak üzere 79 (699 mîlâdî) , 83 (703 mîlâdî) , 173 (790 mîlâdî), 181 (798 mîlâdî) senelerinde basılmış bazı paralar gördüğünü, bunların hepsi eşit ağırlıkta olup, her dînârın Medîne-i Münevveri dirhemi ile1 tam ¼ dirhem ağırlığında olduğunu bildirmiş ve her dirhem 16 kırat vezninde ve her kıratın dört (arpa) tane(si) ağırlığında olduğunu da ilave etmiştir.

İLK İSLÂM PARASININ ÜMMET ÜZERİNDEKİ TESİRİ.

Abdülmelik zamanında basılan bu ilk paralar, halk tarafından genel olarak çok iyi karşılanmıştır. Hatta (EbûHüreyre’nin damadı ve büyük âlim) Sa‘îd b. Müseyyeb gibi Tâbi‘în’in önde gelenleri bunlarla alışveriş yapmışlardır.Yalnız Makrizî’nin anlattığına göre bazı kurrâ (Kur’an’ın okunması biliminde uzman olanlar) bu paraların üstünde

114

Page 115: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

İhlâs sûresinin yazılı olduğunu görerek ve bunun Haccâc tarafından yazıldığını zan ederek: “Allah, bu Haccâc’ı helâk etsin! Halkın başına bir de para derdi çıkardı. Şimdi bu paraları cünüp, âdetli kadın, abdestli, abdestsizherkes eline alacaktır.” diye itiraz etmişler, bazı bilginler “abdestsiz bu paralara el sürülmesi doğru değildir” derken, bazıları da “mekruhtur (haram değilse de, hoş değil/çirkindir) demişlerdir. Bu dedikodu hayli zaman devam etmiş olmalıdır ki, “bu altın, gümüş paralarınüzerindeki yazıların değiştirilmesi gerekir mi?” diye Medîne’de İmam Mâlik’ten de sorulmuş, o da cevaben: “Abdülmelik zamanından beri halk bunları seve seve kullanmış ve kimse bunun aleyhinde bulunmamıştır. İlim sahiplerinden hiç birisinin (bu paralarla alışverişi) ret ve inkâr ettiğini de bilmiyorum. Yalnız Muhammed b. Sîrîn’in bu paralarla alışverişi kerih (çirkin, mekrûh) gördüğü ile ilgili bir haber vardır. Ama Medîne âlimlerinden bu paraların kullanılmasını yasaklayan bir kimse bilmiyorum.” demiştir.”(V/46-54)

AĞIRLIĞIN (PARANIN DEĞERİNİN) ÖNEMİ, “SENCE”LER VECAM DİRHEMLER (“SANJA”S AS COINS WERE MADE OF GLASS).

İslâm’ın ilk döneminde ağırlığın hukûkî ve şer‘î kıymetineson derece özen gösterilerek, dirhemlerin ve dînârların şer‘î ağırlıklarının belirlenmesi ve bunun sürekli korunması ve gözlenmesi için sabit ve değiştirilmesi mümkün olmayacak bir ölçüye gerek görüldü. Abdülmelik döneminde Müslüman sikkesi basıldığı zaman, bu ihtiyaç da düşünüldü. Züccâcdan (camdan) îmâl edilen “sence”ler ve halk dilinde kullanıldığı tabir ile “dirhem”ler îmâl edildi. Bu senceler, dirhem ve dînâra ve bunların yarımlıkve çeyrekliklerine karşılık olarak üzerlerine basım tarihi, ağırlığı ve başka bazı yazılar ile ve bazen de basanların isimleri de yazılmış olarak basılıyordu ve (şekil olarak) diğer sikkelere benziyorlardı.

DİRHEMLERİN BOZULMASI.

Maqrizî diyor ki, “İslâmî paraların ağırlıkları bu sencelerle kontrol edilirdi ve Hârûn Reşîd devrine kadar

115

Page 116: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

bu işle bizzat halîfeler meşgul olurdu. Hârûn Reşîd zamanında bu uygulama kaldırılıp, onun vezîri (başbakan) Ca‘fer Bermekî tarafından kontrol edilmeye başlandı. Bermekî ise yalnızca (altın) dînârların kontrolüne önem verdiğinden, dirhemler bozulmaya başladı. Gerçi Hârûn Reşîd devrinde altınların ağırlığı kadar, yenilik ve hâlisliklerine de önem verilmiştir. Emevîler zamanında dînârlar 21 ayar iken, Hârûn Reşîd devri altınlarının 23 buçuk ayara kadar yükseldiğini İsmail Gâlib Bey bildiriyor. Dirhemlere gelince, Emevîler zamanında gümüş paraların da dînârlar gibi ağırlıklarına ve ayarlarına özen gösterilmiştir. Bu dirhemlerin üzerine yeniliğine ve iyi kalite oluşuna işaret için “bah” (bakh) kelimesi konulurdu. Gitgide bu gereklilik daha çok önem kazanmış olmalı ki, bir müddet sonra basılan gümüş paraların üzerine bu kelime çifte olarak “bah, bah” yazılmıştır. Bu kelime asvattandır. İsticâde ve istihsâne konusudur. İyi ve sâfî demektir.

ENFLASYON: ABBÂSÎLER DÖNEMİ (INFLATION IN ABBASID DYNASTY).

Maqrizî: “Altınların ağırlık ve ayarları korunduğu halde, dirhemlerin ağırlıkları Seffâh’ın saltanatının son döneminde bir arpa tanesi, sonra iki arpa tanesi ve Ebû Ca‘fer Mansûr’un zamanında üç arpa tanesi (ağırlığınca) eksik basıldı. Daha sonra 178 (794 mîlâdî) senesinde bir kırat kadar indirildiğini ve 184 (801 mîlâdî) târihinde ise “bu noksanın dört kırat ve bir buçuk arpa tanesine ulaştığı”nı bildiriyor ki, dirhemlerin ağırlığı üçte bir derecesine yakın eksilmiş oluyor. Gâlib Bey de, eldeki sikkelerden bazılarının tartıldıklarında, Maqrizî’nin bu iddiasının doğruluğunu gösterdiğini haber verip, “Mütevekkil Ale’l-lâh’tan sonra gerek ayar ve gerek ağırlık yönünden, dirhemlerin hayli düştüğü ve değiştiği anlaşılmaktadır”, diyor. Maqrizî yine Mısır’daki bir olayıanlatıyor: “Dirhemlerin ağırlığı ve ayarı o kadar bozulmuştu ki, dirhemin râyici düşe düşe 339 (951 mîlâdî) senesinde Mısır’da bir dînâr ile 34 dirhem alınabilecek dereceye düşmüştü. Bu piyasa değişikliği Fâtımîlerden Hâkim Bi-Emrillâh zamanına tesadüf etmiştir. Artık halkın sıkıntısı son haddine varmıştı ve şikâyetler yükselmeye

116

Page 117: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

başlamıştı. Hükümet yeni dirhem basmaya mecbur oldu. Derhal sarraflara yirmi sandık derûnunda yeni dirhem dağıtıldı. Ve bir açıklama yayınlanarak eski dirhemlerle alış-veriş yasaklandı. Halkın elinde bulunan eski dirhemleri darphaneye götürüp, dört eski dirhem karşılığında bir yeni dirhem almak suretiyle değiştirmesi îlân olundu. Yeni dirhem için de râyiç olmak üzere 1 dînâr=18 dirhem kıymeti kabul edildi” (Maqrizî, Nuqûd-u Qadîme, s.14).

BÜYÜK BUNALIM, BİN KIRK BEŞ YIL ÖNCE (GREAT DEPRESSION IN THE YEAR OF 970 CE)

“Bu mâlî sarsıntı, Mısır diyârı gibi İslâm mıntıkalarının en zengini ve zamanın İngiltere’si (bu satırların yazıldığı 1939 yılında İngiltere’nin dünyanın en kudretli devleti olduğunu hatırlayalım) gibi altın mahzeni olan medenî bir çevrede bu derece ağırlaşmış ise, diğer İslâm diyârlarındaki mâlî vaziyet bundan az değil, her halde daha fazla idi…Bilhassa bu cam “sence”ler İslâm’ın ilk yıllarındaki dirhem ve dînârların hiç tehâlüf etmeksizin ağırlıklarını bize bildirmesi açısından çok mühimdir. Bunlar hakkında İsmâil Gâlib Bey kataloğunun mukaddimesinde (girişinde) gördüğümüz bilgiyi not olarak bildiriyoruz:

“Cam sence”ler yani cam dirhemler, târihî sikkeler içinde dikkat çeken târihî eserlerden olup, Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler dönemlerinde bazı hükümdâr ve çoğunlukla vâlîlerin ve emîrlerin isimleri üzerine yazılarak basılmışlardır. 1878 târihinde Mösyö Jorj Londra’da bir bend-i mahsûs ile sencelerden bazısını yayınlamış ve MösyöLâvda da bunlardan bazı önemli parçaların Fransa’da mevcutolduğunu söylemiştir. (İstanlı Lâk-Pol) (Kâmil Miras herhalde Stanley Lane-Poole (1854-1931) demek istiyor ki (muhtemelen “Lane” sağır kefle “Lâk” olarak yazıldığından), Stanley Lane-Poole 1874 ile 1890 arasında İslami paralar konusunda toplam on dört ciltlik (muazzam) çalışmalarını yayınlamıştır..(bkz. Yel, 2003) Stanley LanePoole’un diğer çalışmalarından Mediaeval India under Mohammedan Rule (A.D. 712-1764) (London 1903) ; A History of Egypt in the Middle Ages (London 1901); The Story of Cairo (London

117

Page 118: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

1902); The Story of Moors in Spain (London 1887, 1915) İslâm iktisat tarihi çalışanlarının mutlaka bakması lazım gelen emek mahsulü gayretlerindendir. i.y) Geçen sene 1891 senesinde İngiltere müzesinin yayınladığı bir kataloğunda, dört yüz kadar senceyi göstermiştir.”(V/71)

BAKIR HEYKEL ERİTİLİP, PARA OLARAK BASILIYOR ( A COPPER STATUE WAS MELTED AND MADE COINS).

“Dînâr ve dirhemin İslâmî bir şekle dönüştürlmesine teşebbüs edildiği Abdülmelik devrinde, bu ihtiyaç da düşünülmüş, küsûratta kullanılmak ve ufak-tefek alım-satımların kolaylaştırılmasını sağlamak için, bakır mâdenine mürâcaât edilmiş ve bakırdan küçük parçalar kesilerek (para olarak basılarak) bunlara fels denilmiştir. Felslerin gerçek bir kıymeti olmayıp, bunlar îtibârî bir kıymet-i mevzû‘aya (üzerlerine yazılmış olan değeri, şimdiki kağıt paralar gibi i.y.) sahip idiler.Bazen de iki kimse arasındaki anlaşmaya bağlanan bir kıymete itibar edilirdi. Abdülmelik zamanındaki İslâm felslerinin ilk ne zaman basıldığı ile ilgili nakillerden sağlam bilgi edinemiyoruz. Yalnız Maqrizî’nin Mısır Târihi’nde bildirdiğine göre, Velîd b. Abdülmelik fels basmak üzere Mısır’da bulunan bakırdan îmâl edilmiş büyük bir heykeli erittirmiştir. Bir de İslâmî sikkeler konusunda uzman olan âlimler tarafından, bu felslerin de harnûbe ağırlığında senceleri ve sırçadan îmâl edilmiş örnekleri bulunmuş ve İslâm’ın ilk dönemindeki felslerin durumları böylece belirlenmiştir. Sonradan bunlar da bakırın dışında, kalay, demir gibi madenlerden ve çeşitli zamanlarda basılmıştır.”

EN ESKİ İSLAMİ PARA, ORTA-ASYA’DA (THE OLDEST ISLAMIC COIN IN CENTRAL ASIA).

“…Bedâi‘u’s-Sanâyi‘’de Ebû Hanîfe Hazretlerinin bu içtihadını İmâm Hasan’ın dilinden nakleden ve hayatının son kırk yılından fazlasını Halep’te geçiren Ferganalı meşhur alim İmâm Kâsânî (vefatı: 587 H./ 1191 M.), devam edip diyor ki: “Mâverâü’n-Nehir’de yetişen ilk Hanefî bilginlerinin, o diyârın en eski parası olan “gatârife” parası hakkındaki

118

Page 119: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

hükümleri de, Ebû Hanîfe’nin yukarıdaki içtihâdına uygundur. Mâverâü’n-Nehir âlimleri: “ “Gatârif” paraları dolaşımda olan râyiç bir semen oldukça bu paraların, gümüşü gâlip bir para ile taqvîm edilerek kıymetine îtibâredilir. Ticarette kullanılmıyorsa, bu şekilde gümüş içerip, bu gümüş de iki yüz dirheme ulaşmıyorsa veyahut nakdeynden (altın ve gümüş) birisine ilâve edilmek sûretiyle toplamı iki yüz dirhem tutuyorsa, içerdiği gümüşmiktarı için zekât ödenmesi gerekir” demişlerdir ki, bu daEbû Hanîfe’nin içtihadının genişliğini göstermektedir. Hanefî bilginlerinin büyüklerinden Ebûbekir Muhammed b. Fazl-ı Buhârî (vefatı 381 H./ 992 M.) de: “Gatârife paralarının iki yüz adedinde “rub‘u ‘uşur” yani kırkta birhesabıyla ve sayı ile beş adet zekat vermek gerektiği”ne fetva vermiştir. Fazl-ı Buhârî: “Gatârife felsleri bizim en kıymetli paramızdır. Başka yerlerin gümüş paraları derecesindedir. Biz kendi paramızı biliriz ve ona itibar ederiz.” der imiş. Yine Buharalı olup helva yapıp sattığı için halvânî denilen İmam Halvânî (vefatı: 452 H./ 1060 M.) ile Halvânî’nin öğrencisi olan ve uzun yıllar Halvânî’nin Buhârâ’daki derslerini takip eden Mâverâü’n-Nehr’in diğer büyük alimi İmam Serahsî (vefatı 483 H./1090M.) de üstad Ebûbekir’in bu fetvasını desteklemişlerdir.”(V/75)

“Altın ve gümüş, İslâm’ın ilk devrinde de sikkeli ve sikkesiz tedâvül ederken bunlara devlet tarafından gerek değer yönünden ve gerekse sanat yönünden de bir fazlalık izafe edilmemiştir. Abdülmelik zamanında, ilk İslâm sikkesi basıldığı zaman, bunlardan (ancak) yüzde bir oranında basma ücreti alınmakla yetinilmiştir ki, bu da nisab konusunda, para olarak basılmış olan ile (külçe halinde) basılmamış olan arasında bir ayrım olmadığını gösteriyordu.”(V/96)

DIFFERENT ISLAMIC COINS ARE POSSIBLE.

“Fukahânın (İslâm hukukçularının) kesin bir prensip olarak kabul ettikleri: “her belde (yerleşim birimi) halkının kendi örfü geçerlidir” esası, dirhemler ve dînârlar hakkında gerek zekâta esas olan servetin bunların (para olarak) basılmışına

119

Page 120: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

göre hesabı konusunda etkili olan, bu özel örflerin pek açık birer ifadesidir.”

ABBÂSÎLER DÖNEMİ.

“Emevîler zamanında sencelerle kontrol edilerek ağırlığına ve hâlisliğine (katkısız) özen gösterilen dirhemlerin ağırlıkları ve ayarları, Abbâsîlerin ilk hükümdârı olan Seffâh’ın son yıllarında nasıl bozulmaya başladığını ve bozulmanın hızla ilerlediğini bundan evvel izah etmiştik. Abbâsîlerin daha sonraki dönemlerinde ise dirhem meselesi daha karışık bir vaziyete girmiştir.” Kâmil Mîras burada Topkapı Sarayı Nukûdu İslâmiyye Kataloğu (Müze-i Humâyûn Meskûkât-i Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, İsmail Galib Bey, İstanbul, 1312 hicrî/ 1895 mîlâdî) mukaddimesinden (s.69) şu cümleleri naklediyor:

“Malûmdur ki, Abbâsî hükümdârlarının saltanat sürelerinin ortalarına doğru memleketin bazı bölgelerinde emîrler ve vâlîler, idarelerinde bulunan yerlerde bir şekilde bağımsızlıklarını îlân ederek, o bölgeleri hükûmet-i muhtâre (bağımsız hükümet) şekline çevirmişlerdi. Mütevekkil ‘Ale’l-lâh’ın öldürülmesi üzerine 232 (hicrî/ 846 mîlâdî) târihinde başlayan bu idari ve siyasi çözülme gittikçe genişlemiş, Mısır’da ve Şam’da Benî Tolûn ve İhşid aileleleri; Mâverâü’Nehir’de sırasıyla Âl-i Sâmân; Âl-i Sebuk Tekin yani Gaznevîler ve Selçûkîler; Irak’ta Benî Hamdân; Irak, Fars ve Kirman taraflarında Âl-i Buveyh idareleri teşekkül etmişti. Bu muhtar idare başkanlarının hepsi, bulundukları yerlerde bağımsız olarak dirhemler, dînârlar ve felsler bastırmışlardır.Bu paraların ağırlıkları ve hâlislikleri ve şekilleri bugün müzelerde bulunan binlerce örneklerinin tanıklıklarına göre, biribirinden çok farklı idi. Dirhemlerin ağırlıkları, dirhem-i şer‘îden eksik olduğu gibi, fazla olanları da vardı. Ayarları ve saflıkları da böyle idi. Meselâ Büveyhîlerin dirhemleri standart değildi. Bazı dirhemlerin ağırlıkları vezn-i seb‘adan ağırdı; bazıları da hafif bulunuyordu. Dînârları da hayret verici bir şekilde 24 kırat ağırlığına yükselmişti. Bu yönüyle,bugün İslâmî paraların uzmanları, bu dînârlar hakkında “ “çiftedirhem” itibariyle basılmışlardır” diyorlar. Vezn-i seb‘aya göre sikkelerin ağırlıklarının bu şekilde dalgalanması, zekât gibi mâlî yükümlülüklerin hesabında tereddüte sebep oluyordu.

120

Page 121: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Endülüslü ünlü âlim İbn Abdilberr (368-463 H./ 978-1071 M.) İslâm topraklarındaki bu dirhem ağırlıklarının farklılıklarına özel önem vererek, Endülüs ve diğer İslâm memleketlerinde dirhemleri ile vezn-i seb‘a arasındaki bu farklara işaret etmiştir (Neylu’l-Evtâr).

BİRGİVÎ’NİN GÖRÜŞÜ: PARANIN DEĞERİNİN KORUNMASI GEREKTİĞİ.

MANGIR. Birgivî Muhammed Efendi (929-981 H./ 1523-1573 M.) ki,Kânûnî devrinde yetişen ve selef ve halefin (İslâm’ın ilk dönemlerindeki ve sonraki dönemlerindeki bütün bilginlerin) eserlerini kavrayarak hakkıyla İmam unvanını almış olan âlimlerden sayılmıştır. Tarîkat-ı Muhammediyye’sinin sonlarında: “(mâlî) akitler ve işlemlerde kullanılan dirhemleri zamanımız adamları o kadar küçültmüşlerdir ki, bunlardan dördü bir araya getirilse, bir dirhem-i şer‘înin ağırlığına eşit ve denk olamaz” diyerek, şikayet ediyor. Sonra da: “asıl şerîatta muteber olan “ağırlık esası” terk edilip, halk dirhemleri sayı ile sayarak, kabullenmişlerdir.” diye, kendi döneminin örfüne işaret ediyor. Daha sonra da bu örfün nas (Kuran ve Hz. Peygamber’in sünneti) ile çelişki halindeki Hanefî imamlarının görüş açılarını bildiriyor ki, biz bu konuyu aşağıda ayrı bir başlık halinde inceleyeceğiz..1925 senesinde Darphane Müdüriyeti tarafından tertip edilerek basılan ve büyük bir cildi içeren raporda Osmanlı akçeleri hakkında gösterilen hesaplar, Birgivî merhumu tamamıyla doğrulamaktadır. Ve rapordaverilen îzâhâta göre, ilk Osmanlı akçeleri gerek ağırlıkları vegerekse sâfiyetleri (katkısızlıkları) yönünden Abdülmelik’in zamanında ilk basılan İslâm dirhemlerine tamamıyla uygun olarakbasılmış ve Fâtih zamamına kadar (ilk 130-140 yılda) bu orijinalliklerini korumuşlardır. Daha sonra ise, bu akçelerin ağırlıkları ve ayarları azaltıla ve küçültüle küçültüle alışverişlerde yaramaz bir hale gelmişler ve karıştırılan yabancı maddenin çokluğundan ötürü, felsler (mangır) derecesineinmişlerdi. Birgivî merhûmun şikâyet ettiği paralar, bu akçelerdir.”(V/98)

PARANIN GÜÇLÜ OLMASI, ÖNEMLİDİR (POWERFUL MONEY IS IMPORTANT).

121

Page 122: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“İslâm’ın ilk devrinde “Men gaşşenê fe-leyse minnê” “Kim ki, bize hîle ve hıyânet ederse, o, bizden değildir” (Müslim, Kitâbu’l-Îmân) hadîsindeki şiddetli azap tehdîdine karşı gelinememiş ve ne Asr-ı Saâdet’te, ne de dört halîfe devrinde, memleketin mâlî kudretinin tek dayanağı olan “para”sına hıyânetedilidiği vâkî olmamıştır. Maqrizî’nin açıklamasına göre, dirhemlerdeki ilk katkılı madde olayı hicrî 64 (684 mîlâdî) yılında meydana gelmiş ve Ubeydullah b. Ziyâd Basra’dan firar ettiği sırada züyuf (sahte, çok katkılı) para basmak fazîhasını (rezilliğini) işlemiştir. Muaviye zamanında da böyle bir olay görülmüştü. Zaman zaman da görülegelmekte olan mağşûşeler (sahte, katkılı) paralar, üçüncü hicrî yüzyılda iyice yaygınlaşmıştır. Böyle mağşûş dirhem olsun, külçe veya benzeri olsun, zekât ve nisâb hesabında bu mağşûşelerin içerdikleri gümüş miktarı mı, yoksa piyasadaki revâcı mı (kaça gidiyor), dikkate alınmalıdır? İşte İslâm alimleri için bunlar en öenmli bir araştırma zemini olmuştur..

BİŞR B. MERÎSÎ VE GÖSERİLEN TEPKİLER (REACTIONS TO BISHR MARÎSÎ.

Bu konuda ilk yükselen ses, İmam Ebû Yûsuf’un talebelerinden Bişr b. Gıyâs-i Merîsî (vefatı 218 H./ 833 M.) olmuş ve hastalığın ve zaruretin tam merkezine parmak basarak: “artık nisâb ve zekâtta ağırlığa değil, adede itibar edilmelidir” demiştir. Bir şehirde dolaşımda olan dirhemin ağırlığı, ayarları ve diğer özellikleri nasıl olursa olsun, iki yüz dirhemde beş adet zekat vermek lazım geleceği, içtihadını ortaya koymuştur. Hiç şüphesiz ki Merîsî’nin bu içtihâdı, ilmî tâbiri ile harq-ı icmâ‘ (icmâ‘ya aykırı) idi (Neylü’l-Evtâr, IV/25). Böyle icmâ‘ya aykırı olarak âlimlerin görüşbirliğine vardığı bir konuda aykırı bir fetva vermek ise, İslâm’ın başlangıcından beri dayanılan ilmî sistemi bozmaktı. İcmâ‘ ile biline gelen bir hükümde böyle ortaya çıkan anlaşmazlık ve görüş farklılığının hükmü ise, usûl-u fıkıh kitaplarında bildirildiği gibi Ebû İshâk Şîrâzî, (İmam) Taberî, Kâdî Ebû Ya‘lâ, İbn ‘Akîl gibi fukahaya (İslâm hukukçularına) göre, icmâ‘ın (tamamen) yok olması (tahrip edilmesi) demektir. Bu içtihâdı ile Merîsî, icmâ‘dan örfe intikâl demek olan çok önemli bir inqılâb-ı fıqhî (fıkhî devrim) ortaya koyuyordu. Müthiş bir tarrâka (gümbürtü) ile duyulan Merîsî’nin bu içtihâdı, bir kasırga halinde ilim dünyasını karıştırdı. Ve

122

Page 123: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

büyük bir muhalefetle karşılandı. Îtizâl (doğru yoldan ayrılmak) ile itham edildi. “(Bu adam) Felsefe ile meşgul olan bir bid‘atçıdır” denildi. Hatta bazı nakillere göre kendisini tekfîr edenler (kâfir diyenler) bile oldu. Halbuki bunların hiçbirisi doğru değildi. Müttekî ve ilmî cesaret sahibi bir alimdi ve Merîsî bu içtihadını da üstadı Ebû Yûsuf’un emvâl-i ribeviyye hakkındaki nasların örf ile mu‘allel ve müevvel olduğuna dair kabul ettiği bir aslına bina etmiş oluyordu..” (Merîsî’nin (büyük) tepki toplamasının sebebi, fıkhî görüşleri değil, kelâmî konulardaki ifadeleridir. Kâmil Mîras’ın konuyu dirhem meselesine çekmesi, isabetli değildir. Merîsî’nin kelâmîkonularda neden tepki topladığı ile ilgili olarak bkz. Saim Kılavuz, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, Bişr b. Gıyâs maddesi, VI/220-221 i.y.)

“Şark’ta (Doğu İslâm dünyasında) şer‘in (şerîatın) mâlî meseleleri cezrî bir bilimsel yol izlerken, aynı dönemde Garb’da (Batı İslâm dünyasında) da Endülüs’ün en büyük alimi olan (Kurtubalı) İbn Habîb (es-Sulemî) (174-238 H./ 790-853 M.)’nin de yine böyle bir fetvası duyuldu. İbn Habîb de, gümüş nisâbının iki yüz dirhem olması konusunda cumhûra (âlimlerin çoğunluğuna) muhalefet ederek: “zekât ve nisâb, her belde halkının kullandıkları kendi dirhemleriyle belirlenir” diyordu (Neylu’l-Evtâr, IV/25).” (İbn Habîb, her türlü meyvanın zekatının verilmesi gerektiğini bildirdiği fetvası ile de, kendinden önceki Mâlikî alimlerine aykırı görüşü ile dikkat çekmişti.(bkz. Tahsin Görgün, İbn Habîb es-Sülemî, DİA, XIX/510-513 i.y.)

KIZIL PARALAR: BİR YÜZYIL SONRA (AFTER A CENTURY…RED COPPER COINS.

“Merîsî’nin içtihadı kendi zamanında muhalefetle karşılandığı halde, olayların gelişimi ve problemlerin artması, bir yüzyıl sonra Mısır’ın bu zeki müçtehidine tamamıyla hak verdirmiştir. Bu defa da ayni içtihad çağrısı, Mâverâü’n-Nehir’de Ebûbekir Muhammed b. Fazl Buhârî(vefatı 381 H./ 992)’nin dilinden yükselmiştir. Bu büyük alim de uygulamaya itibar ederek, dirhemlerden ve gatârifenin felslerinden yani râyiç olan (piyasada işlem gören) kızıl bakır paralardan, sayı hesabıyla zekât vermek gerektiği içtihadında olduğıunu bildirmiştir. Ebûbekir Buhârî: “Bu gıtrıfî paralar, başka memleketlerin gümüşparaları derecesinde bizim en kıymetli nakdimizdir. Gümüş

123

Page 124: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

dirhem gibi bununla eşya ve malların fiyatı belirlenir; mehir belirlenir, değerli ve değersiz her şey alınır. Biz kendi paramızı, tanırız (gıtrıfî paranın değerini biliriz).” diyerek,gıtrıfî dirhemlerin sayı yönünden her “iki yüz” tanesinde rub‘uuşur (öşrün çeyreği) olarak “beş” adet zekât vermek gerektiğinefetva vermiştir.” Bu fetva şimşek hıızyla dört mezhep bilginleri arasında yayılarak, bunların kitaplarında yer almış ve Ebûbekir Buhârî’den önemle bahsedilmiştir. Daha sonra İmam Halvânîler, İmam Serahsîler de hep bu yolda fetvalar vermişlerdir.”(V/105)

“Gıtrıfî, Gıtrıf b. Atâ-i Kindî’dir. Bu şahıs, Hârûn Reşîd zamanında (175 hicrî/ 792-793 mîlâdî) Horasan vâlisi idi. Buhârâ’nın en kıymetli parası olan Gıtârifî para, bu kişinin adına nisbet olunur. Çoğulu “gatârife”dir. Muhîtu’l-Muhît ve Bahru’r-Râiq’den) ”(V/104) (Gıtrıfî dirhemlerin ilk tedâvüle çıktığı yıllarda çok tutulan bir para birimi olmadığı, ama zamanla içindeki gümüş oranının artmasıylapiyasada tutunduğu ve iki yüzyıl sonra Ebûbekir Muhammed’in bunlar için olumlu fetva verdiği dönemde, artık herkesin kabul ettiği bir para birimi olduğu, Abdülkerim Özaydın’ın verdiği bilgiden anlaşılıyor: “Gitrîf in valiliği döneminde gerçekleştirdiği en önemli işlerden biri de halkın gıtrîfî dediği yeni bir dirhem (el-fiddatü’l-gıtrîfiyye) bastırmasıdır.Buhara’da önceleri Buhar-hudâtlar’ın (Buhara hâkimi) bastırdığısikkeler kullanılıyordu. Daha sonra onun yerini büyük ölçüde Hârizm dirhemi almıştı. Şehrin ileri gelenleri Gitrîf b. Atâ’yabaşvurup sadece Buhara’da kullanılmak üzere sikke bastırmasını istediler. Gitrîf bu teklifi kabul etti ve Kasr-ı Mâhak’ta altın, gümüş, kurşun, kalay, demir ve bakır karışımından sikke darbettirmeye başladı. Eski dirhemler saf gümüştendi. Gıtrîfî dirhemlerdeki gümüş oranı diğer mağşûş (katkılı/hîleli) sikkelerden daha fazla olmakla beraber, bunlar siyah renkte olduğu için halkın hoşuna gitmedi. Fakat tedavüle konuldu ve 6 gıtrîfî dirhemin saf gümüşten yapılan 1 dirheme eşit olduğu belirtildi. Gıtrîfî dirhem haraç ödenirken bu rayiç üzerinden geçerli olacaktı. Buhara ve yöresinin haracı o sırada 200.000 dirhem civarındaydı. Nerşahî, bunun yeni para ile karşılığını 1.068.567 gıtrîfî dirhem olarak vermektedir (Târîhu Buhârâ, s. 61). Barthold (1869-1930), bu rakamın doğrusunun 1.168.567 olduğunu ve metinde 100 rakamının karşılığı olan Farsça “sad” kelimesinin hazfedildiğini söyler (Türkistan, s. 221). Maqdisî,

124

Page 125: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Buhara haracının 1.166.897 gıtrîfî dirhem tuttuğunu ve bu dirhemin Heytal bölgesinde tedavülde bulunduğunu belirtirken (Ahsenu’t-teqâsîm, s. 340) İbn Havkal gıtrîfî dirhemlerin sadece Buhara’da ve Mâverâünnehir’in bazı şehirlerinde geçerli olduğunu kaydeder (Sûretü’l-arz, s. 490). Nerşakhî, gıtrîfî dirhemin zamanla değer kazandığını ve saf gümüş dirheme eşit hale geldiğini söyler (Târîkhu Buhara, s. 61). 522’de (1128) 100 saf gümüş dirhem 70 gıtrîfî dirheme, altın miskal de 7,5 gıtrîfî dirheme eşitti.”(Özaydın, 1996, XIV/57-58)

İbn Hümâm (790-861 H./ 1388-1457 M.) Fethu’l-Qadîr’de Asr-ı Saâdet’te 5, 6, 10 miskal ağırlıklarında 10 dirhem olmak üzere üç sınıf dirhem tedâvül ettiğini ve sonra Hz Ömer’in oluşturduğu “Hesap Dîvânı”nda bu üç sınıf dirhem birleştirilip ortalaması alınarak “yedi miskal ağırlığında on dirhem” esasının kabul edildiğini naklettikten sonra diyor ki: “bu rivâyete göre pek açıktır ki, Asr-ı Saâdet’te bu Hesap Dîvânı’nın koyduğu ağırlıkta bir dirhem yoktu. Şüphesiz ve net olarak bilinen şudur ki, zekâtın miktarı Hz. Peygamber tarafından “ikiyüz dirhemden beş dirhem” olmak üzere belirlenmiştir. Fakat zekât nisâbının bu üç sınıf dirhemden hangisi ile hesap edileceği bildirilmemiştir…Buhârî şârihi Hattâbî’nin (319-388 H./ 931-998 M.) Meâlimu’s-Sunen’indeki nakline göre, Ebû Ubeyd (Qâsım b. Sellâm)’dan (154-224 H./ 771-838 M.),sahâbîlerin ikiyüz dirhemin yüz dirhemini büyük, yüz dirhemini küçük paradan hesap edip zekâtlarını öylece verdikleri nakledilmiştir ki, bu da cem‘ ve tevhîd ile vasatını (toplayıp birleştirerek ortalamasını) almak değil midir?”

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE PARA POLİTİKASI (MONETARY POLICY IN THE PERIOD OF THE PROPHET (LAST NOTES OF KÂMİL MİRAS ABOUT EARLY ISLAMIC MONETARY POLICY).

“Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderildiğinde (610 mîlâdî), Ebû Ubeyd, Vâqıdî, Mâverdî gibi bilginlerin naklettiklerine göre, cahiliyet (İslâm öncesi) devrinden beri devam edip gelen,büyük olsun küçük olsun câhiliye döneminin ağırlık ve değerlerine hiç dokunmamış ve bunları halkın uygulamasına bırakmıştı. (Medîne döneminde de) Hatta bunlardan dirhem denilen gümüş paraların üzerlerinde Kisrâların, Nûşirevânların (İrân hükümdarlarının) ve dînâr denilen altınlarda da

125

Page 126: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Herakliyus ve Konstantin gibi (Bizans) imparatorların(ın) resimleri bulunurken, bunları değiştirmeye de gerek görmemişlerdi. (Daha sonra da) Ka‘be içindeki putlar sernigûn edildikten (yere serildikten) sonraki devr-i inkılâbta (devrim döneminde) bile, paraların ağırlıkları ve değerleri işinin halkın uygulamasına bağlı bir piyasa meselesi kabul edilerek, bunların değiştirilmesi, (gelecekte) ümmetin iradesine, zamanınmüsaadesine bırakılmıştır. Hz. Peygamber sadece altın ve gümüş ile yiyecek ve ticaret mallarının zenginlik ve zekât nisâbını (alt sınırını) öğretmekle yetinmiştir.”(V/111) “Bir milletin bekâ ve inkişâfı (ayakta kalması/hayatını devam ettirmesi ve gelişmesi/ ilerlemesinin o milletin mâlî ve adlî gelişmesine bağlı olduğu düsturunu (toplumsal kanununu), tatbîkât sahasında(uygulama alanında) görmek isteyen erbâb-ı ilim ve tedkîk (bilim adamları ve araştırmacılar), Asr-ı Saâdet vakâyi‘ini (olaylarını) mutâlâ‘a etmelidirler (dikkatlice okumalı/gözden geçirmelidirler).”(V/326)

DATALARIN KULLANIMI, KLASİK İSLAM MAKRO VE MİKRO EKONOMİSİNDE (USING OF CENSUS AND DATAS IN CLASSICAL ISLAMIC MACRO AND MICRO ECONOMICS).

“Buhârî’nin Bâbu Vucûbu’z-Zekât (Zekâtın Zorunluluk (Farz) Oluşu Bölümü)’da naklettiği hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Beşokıyye(yani iki yüz dirhem)den az miktar(daki gümüş)da zekât yoktur/verilmez. En aşağı üçer yaşında beş deveden azında da zekât yoktur. Beş vesak miktarının altında(ki hurma, üzüm ve hubûbatta) da zekât vâcip (zorunlu) değildir.”(V/32)

AİLENİN YILLIK GIIDA GİDERİNİN HESAPLANMASI VE AİLENİN NORMAL GÜNLÜK GIDA GİDERİ (CALCULATIONOF THE ANNUALLY SUSTENANCE OF A FAMILY AND NORMAL DAILY FOOD CONSUMPTION OF A FAMILY).

“..Meşhur hadisçi Veliyyullâh Dehlevî (1114-1176 H./ 1703-1762 M.), bu hadiste öğretilen nisab miktarlarına şöyle bir açıklamagetiriyor: “hurma ve hubûbat gibi ürünlerin nisâbının beş vesakolarak takdir edilmesi, küçük bir ailenin bir senelik (yiyecek)masraflarına yetmesinden ötürüdür. Fertleri en az bir ev halkı;karı, koca, bir çocuk veya hizmetçiden oluşur. Bir insanın ise en çok gıdası, bir rıtıl yahut bir müd miktarı buğdaydan

126

Page 127: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yapılmış (pişirilmiş) taamdan (ekmekten) ibarettir. (Böyle) Küçük bir aile halkından (obez olmayan i.y.) her biri bu miktar yerlerse, beş vesak ağırlığındaki zahire, o ev halkına bir sene yettiği gibi, bir miktar artar da, katık masrafını bile karşılardı. Topraktan çıkan ürünlerin bin kilodan ibaret olan bu nisâbı, bir senenin 360 gününe taksim edilince , üç nüfustan oluşan bir aileye, günlük üç kilo demektir. Bu miktar hubûbat (ekin), Asr-ı Saâdet’teki kanaatkârbir ailenin hem ekmeğine, hem katığına yeterdi.”(V/86 ve dipnot: 2)

(Kâmil Miras, üç kilo diyor ama (Prof.) Orhan Çeker’in ölçerek yaptığı hesaplamaya göre bu hemen hemen yarıya düşüyor ama üçkişilik böyle bir aile için 1,5 kilo da yeterlidir; yani günümüzde Türkiye’de ekmek genelde 300 gr. olarak yapılıyor ki, günlük beş ekmek böyle bir aileyi doyurur. Yukarıda verdiğimiz Orhan Çeker’in bulduğu rakamları, terimlere rast geldikçe akılda kalması için burada tekrar veriyoruz:

Buğday 5 vesak 555 kg. Kuru fasulye ve arpa 5 vesak 510 kg.Mısır 5 vesak 600 kg.Nohut 5 vesak 465 kg.Pirinç 5 vesak 570 kg.

1 teneke buğday 16 kg.7 teneke buğday 1 vesak 35 teneke buğday 5 vesak

1 sa‘ =4 avuçBuğday 1 sa‘ 1850 gr. Mısır 1 sa‘ 2000 gr.Burçak 1 sa‘ 1850 gr.

Kıymet itibariyle 1 miskal= 10 dirhemAğırlık itibariyle 7 miskal=10 dirhem

On dirheme iki koyun alınabiliyordu, Asr-ı Saâdet’te. “Koyun o zaman beş dirhemdi (beş gümüş lira) veyahut yarım miskal altın idi: “Yani Hz. Peygamber zamanında koyun beş dirhemdi ve

127

Page 128: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(henüz) bir yaşında (olan) bir deve (de) kırk dirhem idi.” Serahsî’nin Mebsut’u, II/150’den)”(V/86, dipnot: 1)

(Kâmil Miras, Dehlevî’nin görüşünü nakletmeye şöyle devam ediyor) “Araştırmacı bilgin Ahmed Dehlevî merhum, nisâb hakkındaki incelemesine devam edip diyor ki: “gümüş nisâbının iki yüz, altın nisâbının yirmi miskal takdir buyurulması da, birçok şehirlerde küçük bir ailenin tam bir sene aile bütçesinin masraf kısmını karşılamasından ötürüdür. (Huccetu’l-lâhi’l-Bâliga, II/32)”(V/87)

Muhammed Hamîdullah(1908-2002)’ın Asr-ı Saâdet’te data kullanımı ile ilgili notu ise şöyle: “In all planning, it is necessary to have an idea of the available resources. The Prophet organized the census of the Muslim population, as al-Bukharî informs us. In the caliphate of Umar, the census of beasts, fruit-trees, and other goods was organized; and in the newly-acquired provinces, cultivable lands were measured.” (Hamidullah)

ŞERÎATA GÖRE GINÂNIN (ZENGİNLİĞİN) DERECELERİ (THREE GRADES OF RICHNESS).

“Gınâ ki zenginliktir. Muhît’ten naklederek Aliyyu’l-Qârî (vefatı: 1014 H./ 1605 M.) Mirkâtu’l-Mefâtîh’de şerîata göre zenginliğin üç dereceli olduğunu bildiriyor: Birinci derecesi “gınâ-i mûcib”tir ki: bu (miktar) gınâ (zenginlik) sebebiyle, o kişinin zekât ve sadaka-i fıtır vermesi, kurban kesmesi zorunludur. Bu zenginliğin ölçüsü, zekât nisâbıdır. Gınânın ikinci derecesi, “gınâ-i muhrim”dir ki, bu kişinin zekât ve sadaka alması haramdır. Fakat bu kişi sadaka-i fıtır verir ve kurban kesmesi lazımdır. Bunun derecesi de “hâcet-i asliye”(zarûrî ihtiyaçlar)den fazla nisab kıymetinde (ama) zekât mallarının dışında ( o dereceye ulaşamayan) bir mala sahip olmasıdır. Fazla giysi, fazla ev eşyası, gayr-ı menkul veeşek, katır gibi binit hayvanları da buna dahildir. Bu derecedeki zenginliği (geliri/serveti) oluşturan malların, zekât (vermeyi zorunlu kılan) mallar (servet) gibi nemâ ve kazanç verir olması şart değildir. Yine böyle sahip olduğu bu servetinin üzerinden (zekâtla yükümlü olanlarda olduğu gibi) bir senenin geçmiş olmasına da lüzum yoktur. Ramazan bayramınınarife günü bu gınânın (zenginliğin) tahakkuku (gerçekleşmesi)

128

Page 129: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ile, bu kişiye sadaka-i fıtır vâcib (zorunlu) olur. Kurban bayarmında da böyle (bu derece) gelire (paraya) sahip olan kimsenin de, kurban kesmesi gerekir. Bu (ikinci) derecedeki zenginlik, şu hadisle anlatılmıştır: “Ahmed b. Hanbel’in Müzeyne kabîlesinden bir sahâbîden naklettiğine göre, Hz. Peygamber: “Kim ki iffetli yaşamak ve dilenmek düşüklüğünden sakınmak isterse, Allah onu halka muhtaç olmaktan uzak kılar. Kim ki halka ihtiyacım olmadan yaşayayım isterse, Allah onu da zengin kılar. Kim ki, iki yüz dirhem gümüş değerinde bir servete sahip iken, (hâlâ) halktan dilenirse, zorla, bıktırarakve mecbur kalmadığı halde istemiş olur.”(Ve men iste‘affe e‘affehullâhu ve men isteğnê eğnâhullâhu ve men seele’n-nêse ve lehû adlu khamsi evâqın fe-qad seele ilhâfen…ve fî rivêyetin‘an ebî Se‘îdin Radıyallâhu anhu:..hêzêni’r-rivêyetêni ekhracahumê’s-Suyûtî fi’s-Sağîri ‘an Ahmede) buyrulmuştur.”

(O yıllarda, bir koyun beş dirheme (beş gümüş liraya) alınabildiğine göre, iki yüz dirhem, kırk koyun alacak kadar para demektir. i.y.)

“Gınâ”nın (zenginliğin) üçüncü derecesi de, kişiye sadaka ve zekât almayı değil, dilenmeyi haram kılan zenginliktir. Bu da tercümeleri yukarıda verilen hadislerden anlaşıldığı gibi, kırkveya elli dirhem gümüşe veya bu değerde bir mala, yahut da akşamlı-sabahlı bir günlük nafakaya sahip olmaktır. Bu üçüncü derecedeki zengin (sayılan) kişiler, hiçbir şekilde nisâb miktarı bir mala sahip olmadıkları için, Hanefîlere göre bunların zekât ve sadaka almaları helâldir. Yalnız istemeleri haramdır. Şâfi‘î mezhebinde ise, bu üçüncü sınıf insanlardan gücü-kuvveti yerinde olnaların da zekât ve sadaka almaları helâl değildir. Abdullah b. Mübârek (118-181 H./ 736-797 M.), Ahmed b. Hanbel (164-241 H./ 780-855 M.), İshak b. Râhûye (161-238 H./ 778-853 M.) de elli dirhem gümüşe (on koyun alacak paraya), yahut bu değerde bir mala (servete) sahip olan kimse için, hem sadaka almak, hem de dilenmek haramdır, demişlerdir.”(V/89-90-91) (ve’l-ganiyyu hüve men yemlikü nisâben min’en-naqdeyni ev mê kıymetehû nisâben fêdılen ‘an-havêicihi’l-esliyyete min siyâbin ve dêrin.. summe’l-gınê ‘alêdırbeyni: gınêün yahrumu talebu’s-sadakati ve kabûluhê ve gınêün yahrumu’s-süêlü ve-lâ yahrumu’l ekhzü min-gayr-i süêlin.Fe’l-evvelu en-yekûne mehallen li-vucûbi’l-fitrati ve’l-udhiyeti kemê yahrumu ‘aleyhi’l-kabûlu kezêlike yahrumu

129

Page 130: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

‘ale’l-mutesaddıkı el-‘itâu izê kêne ‘âlimen bi-hâlihî yeqînenev bi-eksera ra’yihî ve emme’l-gınâü’llezî yahrumu’s-süêlü fe-hüve en-yekûne lehû kût-ü yevmihî fe-sâ‘ıden” (Qudûrî şerhi Cevhere, I/158)’den, V/90)

“Sünen-i Erba‘a’da Abdullah b. Mes‘ûd’un bildirdiğine göre, Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim ki, kendisini zengin kılacak miktarda malı varken halktan dilenirse, bu kimse kıyamet gününde yüzsüz dilenciliğinin eseri olarak (insanı) iğrendirecek bir şekilde yüzü yara, bere halinde (mahşer meydanına) gelir.” (Daha sonra sahâbîler tarafından) “Ey Allah’ın Elçisi! Dilenmeye engel olan zenginliğin ölçüsü nedir?” diye sorulmuş da, Hz. Peygamber de: “Elli dirhem (gümüş) veya bunun değerinde altın” cevabını vermiştir. Atâ b. Yesâr’ın Esed Oğulları’dan bir sahâbîden nakletiğine göre de, Hz. Peygamber: “kim ki, bir okıyye (ukıyye) (kırk dirhem) gümüşü, yahut buna eşit serveti varken dilenirse, zorlayarak veisraf ile istemiş olur” buyurmuştur, demiştir.” “Uqıyye yedi miskaldir. Âlimlerden yedi buçuk diyenler de vardır. Bu görüşlerde bir çelişki yoktur. Çünkü zamanın değişmesi ve yerleşim birimlerinin farklılığına göre, ölçülerde değişiklik olabilir…”(et-Ta‘lîqu’s-Sabîh Şerhu Mişkâtu’l-Mesâbîh)’den”(V/91) “Ebû Dâvûd’un Sehl b. İbn Hanzaliyye Radıyalâhu Anh’den naklettiğinegöre Hz. Peygamber SAV: “Kim ki dilenmeye engel miktarda malı olduğu halde dilenirse, cehennem ateşinden nasibini artırır” buyurmuştur. Başka bir nakilde de, Hz. Peygamber’e: “Dilencilikuygun olmayan, zenginliğin ölçüsü nedir?” diye sorulmuş, Hz. Peygamber de: “sabah ve akşam yiyecek nafakaya sahip olmaktır” diye cevaplamıştır.” Aliyyu’l Qârî Mirqât’te “zenginliğin bu üçüncü derecesine işaret eden bu hadislerin hiç birisi mensuh (hükmü kalkmış) değildir” diyor. Bu hadisler gerçekte çeşitli dereceleri ifade ettiklerinden Aliyyu’l-Qârî’nin bu tenbihi çoklüzumludur ve yerindedir (Mirqâtu’l-Mesâbîh, II/456)

DEĞİŞİK KESİMLERE DEĞİŞİK MİKTARLARDA YARDIM, DEVLETİN ZEKÂT BÜTÇESİNDEN (AID TO THE CLASSES WITH DIFFERENT AMOUNTS FROM “ZAKAT BUDGET OF THE STATE”).

130

Page 131: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Muhaddis Dehlevî de: “Bizce bu üç hadisin birisinde üçüncü derecedeki zenginliğin elli, öbürüsünde kırk dirhem gümüş ile, üçüncüsünde de bir günlük maîşet ile sınırlandırılmış buyrulmasında, birbirleriyle çelişki yoktur.” diyerek, görünürdeki (miktarlar) yönünden farklılığın sebebini şu şekilde açıklıyor: “Bu farklılık, değişik seviyelerde bulunan insanlardan her biri ayrı ayrı birer geçim yolu tutmuş ve herkesin devam ettiği meslek ve sanattan ayrılması imkansız bulunduğundandır. Meselâ bir sanatı yaparak geçimini sağlayan bir kimse, sanatının gerektirdiği alet ve edavatı bulamazsa, bunları bulana kadar istemesi, mecbûridir ve (dilenmesi/istemesi) ma‘zurdur (bu kabul edilebilecek bir özürdür.) Çiftçi de böyledir. Ziraat aletini buluncaya kadar, bu da ma‘zurdur. Tüccar da, (kendisine yetecek bir) sermaye buluncaya kadar böyledir. “(V/91-92)

ORTALAMA SERMAYESİ BİR TÜCCARIN, HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA (AVERAGE CAPITAL OF A TRADESMAN IN THE TIME OF THE PROPHET).

“Sonra, araştırmacı Ahmed Dehlevî diyor ki: “bir meslek sahibinin ötedenberi insan toplumları içerisinde alışık bulunulan meslekî hayatını bırakıp da diğerine geçebilmesindeki, iddia ettiğimiz imkânsızlık, şehir sosyolojisinden bahseden toplumsal bilimlerin kuralları itibariyledir. Yoksa, nefsi ıslaha çalışan ahlâkî ilimlerden ilham alınarak söylenilmiş değildir.” Aliyyu’l-Qârî’nin ve Dehlevî’nin hadisleri böyle güzel yorumlarla izah etmelerinden sonra Kâmil Miras da burada güzel bir ifade kullanıyor: “(Bu ifadeler) Asr-ı Saâdet’teki iktisadi durumu aydınlatmaya yaramaları dolayısıyla çok önemlidir. Zamanımızda seyyar bir limon satıcısına bile sermaye olamayacak, elli dirhem gümüşün, İslâm’ın o ilk döneminde orta büyüklükte bir ticarethayi kurup işletebilecek bir sermaye değerinde olduğu anlaşılmaktadır.”(V/93)

İPLİKÇİLER VE KADI ŞÜREYH: ÖRFÜN, KARŞILIKLI TİCARETTEKİ ÖNEMİ (THE SPINNING BUSINESS AND THEJUDGE SHURAYKH : IMPORTANCE OF ‘URF IN MUTUAL TRADING).

131

Page 132: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Örf ve âdetin şerîata göre önemini ifade eden hadisler ve diğer nakiller ise pek çoktur. İmam Buhârî Sahîh’inde bunlar için özel bir bâb (bölüm) açıp, bu bâba “Buyû‘ (alış-veriş),icâre (kiralama), keyl (ölçme), vezn (tartma) gibi konularda her memleketin kendi halkı arasında kendi iradeleri ile sünnet-i sâbite (değişmez kânûn) ve tarîkat-ı müstemirre (devamlı takip edilen usûl) halinde teâmül olan örf ve âdetin uygulanması” adını vermiştir ki, bizim için çok önemli olan bu başlığın değerinden ve bilimsel öneminden aşağıda bahsedeceğiz. İmam Buhârî bu bâbın başlığından hemen sonra, Tâbi‘în döneminin iki büyük ilim adamı (Kadı) Şüreyh ile (Muhammed) İbn Sîrîn’in örfe dayanarak verdikleri birer fetvasını naklediyor. Tâbi‘în dönemi kadılarının en meşhuru olan (Kadı) Şureyh b. Hâris Kindî, Hz. Ömer zamanında, iplikçilerin kendi aralarında meydana gelen bir meseleden ötürübir davaya bakarken, sorduğu bir soruya iplikçilerin: “Sunnetunâ kezâ ve kezâ” “biz iplikçiler arasındaki uygulanan âdet şöyle, şöyledir” deyip, sanatlarının örfünden bahsetmeleriüzerine Kadı Şüreyh: “Sunnetukum beynekum” “aranızda geçerli vesürekli o şekilde uygulanan âdet(-i müstemirre) muteberdir” diye hükmederek, bu âdetin şerîat açısından da muteber olduğunubildirmiştir. Muhammed b. Sîrin de “her hangi bir yerleşim biriminde on dirheme alınan bir malın on bir dirheme satılması normal ise, oralarda örfün gereği olarak bir dirhem kâr almaktabir sakınca yoktur” diyerek, fetva vermiştir. Ve Muhammed b. Sîrîn’in bu fetvası, (Tâbi‘în döneminin diğer büyük imamları (alimleri) Sa‘îd b. Müseyyeb, İbrâhim en-Nakha‘î, Sufyân-u Sevrî ve Evza‘î tarafından da kabul edilmiştir.”

ABBÂSÎLER DÖNEMİNDE ÖRF (‘URF IN THE GREAT ABBASID EMPIRE). “Özellikle Hârûn Reşid’in saltanatı döneminde İslâm hudûdunun bir ucu Türkistan’ın ileri kısımlarına, Hindistan’ın Sind ve Pencab ovalarına ve Bahr-i Muhît-i Hindî (Hint Okyanusu) sahillerine dayanıyordu. Diğer ucu da Afrikây-ı Vustâ(Orta-Afrika)’yı ve Bahr-i Muhît-i Atlasî’yi (Atlas Okyanusu’nu) aşıyordu. Bu (kadar) geniş memleketlerde yaşayan (çok çeşitli) akvâm-ı İslâmiyye (Müslümantopluluklar) arasında genel veya özel bazı örf ve âdetlere tesadüf ediliyordu. Bu örf ve âdetlerden naslara (Kurân ve Hz. Peygamber’in uygulama ve hadislerine) uygun olanlar varsa da, içlerinde nassa aykırı olanlar da vardı. İşte bu nedenle

132

Page 133: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

bunların şerîata göre durumlarının belirlenmesi gerekiyordu…”(V/118)

ENFLASYON: UZUN OSMANLI ASIRLARI BOYUNCA (INFLATION IN THE LONG PERIOD OF OTTOMAN EMPIRE).

“Orhan Gazi zamanında basılmaya başlanılan Osmanlı akçelerinin ağırlıkları ve ayarları, (o devirden altı yüz sene önceki) vezn-i seb‘aya tamamıyla uygundu. Bu akçeler, Abdülmelik b. Mervân zamanında basılan ilk İslâm dirhemlerinin rub‘iyelerine eşit bir zeminde ve bir ayarda idi. Fatih devrinden sonra (1481’den sonra) akçelerin hem vezinleri, hem de safiyetleri (halislikleri) bozulup, günden güne düşmeye başlamış ve Kânûnî devrinde büsbütün bozulmuştur. Bu nedenle İmam Birgivî Tarîkat-i Muhammediyye’sinde: “zamanımızda (piyasada) tedâvül eden dirhemlerden dört dirhem bir araya getirilse de tartılsa, dördünün ağırlığı bir dirhem-i şer‘îye denk olamaz” diyor. Ahmed-i Sâlis (III: Ahmet) ve Mahmûd-u Evvel (I. Mahmut) devirlerinde ise bu Osmanlı akçeleri daha çok bozulmuş ve fülüsderecesine inmiştir.”(V/127) (Bu konuda yukarıdan beri işlenen para konusu hakkında daha fazla bilgi için Ahmet Tabakoğlu’nun Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi ve Adem Esen’in tercüme ettiği Ahmed el-Hasenî’nin İslâm’da Para adlı çalışmalara (sh. 57-73 arası) da bakılabilir. i.y.)

denilmekte ve böylelerinin varacağı yerin cehennem olacağı (Hutame) apaçık ifade edilmektedir. i.y.)

KALKINMAKTA OLAN ÜLKELERE BİLİMSEL/TEKNİK YARDIM (TECHNICAL SUPPORT TO THE UNDERDEVELOPED.

“Bir defasında da Ebû Zer, Hz. Peygamber’e “hangi ibadet daha faziletlidir?” diye sormuştur. Ebu Zerr’in, o günkü soruları vealdığı cevaplar şöyledir: “(Bu soruma Hz. Peygamber: “Allah’a îmân ve Allah yolunda cihat” cevabını verdi. (Yine) Ben: “Hangiesir veya köleyi hürriyetine kavuşturmak daha faziletlidir?” diye sordum. Allah’ın Elçisi: “Fiyatı yüksek olan ve sahibi yanında değeri çok olan” buyurdu. (Ben tekrar): “Ya, köle âzâdına gücüm yetmezse?” diye sordum. Allah’ın Elçisi: “Ya bir sanatkâra yardım edersin, yahut da beceriksiz ve işbilmez kişiye yardım edersin” buyurdu. (Yine ben): “(Böyle bir) Yardımda yapamazsam?” dedim. Hz. Peygamber: “(Kimseye) Kötülük

133

Page 134: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yapmazsın, bu da senin için bir sadaka (sayılır).”buyurdu. Hadiste son olarak geçen “akhraq” (“bir ahraka yardım edersin”), “ahrak” Qâmus Tercümesi’inde “elinden bir sanat gelmez ve bir sanatı, bir işi güzelce beceremez olan hemec ve çulha olan adam”a denilir, diye tarif ediliyor. Şu halde beceriksiz kişiye yardım, “yardımlaşmanın en üstünü”dür, demek oluyor.”(VII/444- 447)

HARAM PARAYLA YOKSULLARA YARDIM, KABUL EDİLMEZ (CHARITY FROM PROHIBITED EARNINGS IS NOT ACCEPTED).

“..Şu kadar var ki, Sahîh-i Buhârî’de bu bâbtan evvel bir bâb daha küşad edilmiştir (açılmıştır). Bu bâbın (alt başlığın) başlığı da “Şarîata Göre Kabul Edilecek Sadaka, Helâl Kazançtan, Helâl Ticâretten Verilen Sadakadır” şeklindedir. Ve bu bâbta hiçbir hadis yer almıyordu. İşte üst parağraftaki hadis, iki bâbın tek hadisidir. İlk bâbın başlığı “Şerîata GöreSadaka, Helâl Kazançtan Verilendir” şeklindedir. Bu hüküm için Buhârî her zaman yaptığı gibi, önce Kurân’dan bir âyeti kanıt olarak sunar. Burada da Bakara sûresi 267. âyeti vermiştir: “ Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan (yoksullara) verin. Size verilse, gözünüzü yummanız dışında, severek almayacağınız derecede kötü ve değersiz şeyler vererek sakın hayır yapmaya kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir (siz vermeseniz de, o yoksul kullarına başka bir şekilde yardımını gönderir), hamde (şükür, teşekkür edilmeye) layık olan da O’dur.” İbn Abbas hazretleri bu âyeti açıklarken demiştir ki: “Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerîmede fukaraya sadaka olarak malımızın en temizinden,en iyisinden, en nefîsinden vermemizi emrediyor. Malınızın âdîsinden, çürük-çarığından yoksula vermeyi de yasaklamıştır. Allah Tayyib’dir, temiz ve helâl maldan verilen sadakayı kabul eder: “İnnellâhe Tayyibun Yuhibbu’t-tîbe”(Ravêhu’t-Tirmizî,, ‘an Sa‘din Radıyallâhu Anhu)”(V/195) (Bâbu’l-Bukhârî: Bâbun Lâ Yaqbelu’llâhu sadeqaten min gulûlin velâ yaqbelu illê min tîbin)

BÜTÜN BİR KOYUNU YOKSULA VERME (TO GIVE A (WHOLE) SHEEP TO THE POOR. JUST INCOME DISTRIBUTION).

“Bu hadisin Sahîh-i Buhârî’deki bâb (konu) başlığı “Zekât ve Sadakadan Ne Miktar Verilir? Bir Zekâtlık Koyun Tamamen Bir Fakire Verilirse Hükmü Nedir?” şeklindedir. Buhârî, bu başlığın

134

Page 135: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ikinci kısmı ile, bir zekât koyununun tamamen bir (tek) fakire verilmesinde bir sakınca olmadığına işaret etmiştir. Çünkü Şârî(Şerîatın Kurallarını Koyan) tarafından koyun zekâtının parçalanmadan bir fakire tam olarak verilmesi hükmü konulmuştur. Bundan ötürü, zekât olarak verilecek bir koyunun, kesilip etinin parçalanarak birkaç fakire verilmesi doğru değildir. Ama böyle hayvan sahiplerinin vermekle yükümlü oldukları zekât değil de,sadaka olarak verilecek/kesilecek bir koyun ise, tamamen bir (tek) fakire verilebileceği gibi, parçalanıp birkaç fakire de dağıtılabilir.”(V/199)

ZEKÂT ÖDEMESİNDE KOLAYLIK (EASINESS IN GIVING RELIGIOUS ANNUAL TAX (ZAKAT).

“…Sürü sahipleri, mandıralarda (veya köylerde, çölde, sahrada i.y.) hayatlarını devam ettirdiklerinden, yanlarında her zamannakit para bulunamaz. (İşte o nedenle) Ellerindeki koyunla zekatlarını ödemeleri, hayvan sahipleri için çok kolaydır. Bundan ötürü “kırk koyunda bir koyun” ifadesi, kolaylaştırmak için (hüküm olarak) konulmuştur.”(V/208)

KIRSAL KALKINMAYA DESTEK E(NCOURAGEMENT TO RURAL DEVELOPMENT (ANIMAL HUSBANDRY).

“Bedevî (çölde yaşayan) bir A‘rabî, Hz. Peygamber’e hicretten sordu. “Medîne’ye hicret edeyim mi?” dedi. Hz. Peygamber cevaben: “Sakın ha! Hicrete kalkışma! Hicret çok çetin iştir.” buyurdu. Ve “Senin deve cinsinden zekâtı verilmiş malın var mıdır?” diye sordu. Bedevî: “Evet, vardır” dedi. Hz. Peygamber:“Öyle ise, sen Medîne’ye uzak olan (bu) köyünde çalış(maya devam etmende ve buraya hicret etmemen de bir sakınca yok). Allah senin (hayırlı) işi(nin sevâbı)ndan bir şey eksik bırakmaz, (bu şekilde çalışmanla köyünde de Allah sana sevap verir) buyurdu.” Kâmil Miras, burada şöyle bir yorum yapıyor: “bedevînin hicret etmeye bu kadar şiddetli arzusunu ortaya koymasına rağmen, Hz. Peygamber’in müsaade buyurmamaları, burada ancak bedevîlerin anlayabilecekleri sıkıntılara dayalıdır. Bedevî (çöl hayatına) alışanların, medenî muhîtte sıkıldıkları ve bir türlü alışamadıkları tecrübeyle sabit bir hakîkattır.”(V/216)

135

Page 136: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

KAZANILDIĞI YERDE DAĞITILMASI, ZEKÂTIN BÖLGESEL KALKINMA VE ADİL GELİR DAĞILIMI (DISTRIBUTION OF ZAKAT IN THE CITY/ PROVINCE/STATE OF THE COMPANY/FIRM/FACTORY. REGIONAL DEVELOPMENT. LOCAL (JUST) INCOME DISTRIBUTION.

“Zekâtı dağıtmakta uygun olan, malın/servetin bulunduğu yerleşim biriminin yoksullarıdır. Yoksa zekât veren kimsenin kimse oturduğu/yaşadığı yerin yoksulları değildir. Bu konu, zekât verilirken göz önüne alınacak önemli meselelerden biridir. İbn Âbidin’in (1238-1307 H./ 1823-1889 M.), İbn Kemâl(873-940 H./ 1469-1534 M.)’den nakline göre, zekâtı veren kişi bir yerleşim biriminde, (fakat) malı (serveti, işletmesi) diğer bir yerde bulunuyorsa, bu kişi zekât verirken, malının/işletmesinin bulunduğu yerin fakirlerine vermesi lazımdır. Bahir’de bu konudaki rivayetlerin hepsinin bu doğrultuda olduğu bildirilmiştir. Meselâ İstanbul’da ikâmet eden bir tüccarın birkaç vilâyette şubeleri olsa, her vilâyetteki malın zekâtının o vilâyet fakirlerine verilmesi lazımdır. Zekâtın sadece, mal (firma) sahibinin ikamet ettiği şehir fukarasına dağıtmasına, İbn Abidin: “mekruhtur” diyor. Ve“zekâtın nakli” konusundaki nakillere kıyas ediyor.”(V/348)

BÜYÜK ŞEHRE GÖÇETMİŞ AİLELERE, KIRSAL BÖLGELERDEN ZEKÂT YARDIMI (ZAKAT HELPS DEVELOPMENT OF RURAL REGIONS AND FINANCIAL SUPPORT (WITH ZAKAT) TO THE POOR OF SUBURBS).

Bir süre işsiz kaldıktan sonra, büyük şehirlere göç edenlerin suç örgütlerine katılmaları, günümüzde bütün dünya metropollerinin en büyük problemlerinden biridir. Müslümanlarınbu probleme nasıl çözüm bulabilecekleri konusunda, yine zekât konuları işlenirken birkaç not dikkatimizi çekiyor: “Zekât verenin bulunduğu yerleşim biriminden başka bir yere zekâtı göndermesi mekruhtur. Sebebi de “hakk-ı civâra riâyet” “komşu hakkına saygı” gibi yüce bir gayeyi de içeren zekâta, zekât verenin kendi bulunduğu yerin halkı, diğerlerinden daha çok layık iken, buna uyulmaması terk-i evlâ olduğundan, zekâtı başka yere nakletmekte kerâhet vardır denilmiştir. Yalnız bu kerahet, kerahet-i tenzîhiyedir/helâle yakın mekruhtur. Ve zekâtın verileceği kişiler kesinlikle fakirler olması

136

Page 137: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

gerektiğinden, nakledilmesi câizdir (olabilir). Zekât verilirken, o malın servetin bulunduğu yerde; sadaka-i fıtır verilirken de veren kişinin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. O nedenle, zekâtı başka yere nakletmek mekruhtur.ZEKÂTI BAŞKA YERE NAKLETMENİN/GÖNDERMENİN MEKRUH OLMADIĞI YER: zekât verenin muhtaç olan akrabasına göndermesidir. Ve böyle bir nakil/gönderme daha fazîletlidir. Hatta Orta-Asya’nın en büyük bilgini ve İslâmî bilimleri ve özellikle İslâm hukûkunu bizzat İmam Muhammed’den öğrenmiş olanEbû Hafs-ı Kebîr, Ebû Hüreyre’den nakledilen bir rivayete dayanarak: “muhtaç akrabası varken, başkasına zekât veren kimsenin zekâtı kabul olunmaz” demiştir...Hadisteki “kabul olunmaz” ifadesi ile kastolunan, sevap ve fazileti olmaz, demektir. Yoksa akrabaya değil de, başka bir fakire verilen zekât ile şüphesiz zekât verme vazîfesi yerine getirilmiş olur. Çünkü zekât vermekten gaye, fakir bir Müslümanın ihtiyacını gidermektir. Fakat akrabaya verilen zekât hem sadaka hem de “sıla” (akrabaya yardım) görevini/sevabını bir arada topladığından, akraba olmayan bir yoksula verilen zekât, bunun kadar sevaplı olmaz.”(V/345)

ADİL GELİR DAĞILIMINI, ZEKÂT İLE SAĞLAMAK FAIR (JUST) INCOME DISTRIBUTION WITH ZAKAT INSTRUMENT).

“Önemli bir mesele de bir fakire nisab miktarı kadar (meselâ 80gr. altın veya bu kadar parayı bir defada) sadaka olarak verilmesidir. Hanefî bilginleri bu derece çok miktarda (yardımın) bir kimseye sadaka verilmesinin mekruh olduğu görüşündedirler. Yalnız Ebû Yûsuf Hazretleri bu görüşe karşı çıkıp, “nisab miktarı kadar verilmesinde bir sakınca yoktur” demiştir. Fakat nisabtan fazla olursa, bu mekruhdur, demiştir. Zâhiriyye gibi bazı kitaplarda nakledildiğine göre, Hişam (herhalde Hişam değil de Harun Reşid olacak i.y.) Ebû Yusuf’a: “yüz doksan dokuz dirhem gümüşü olan kimseye iki dirhem zekât (veya sadaka) verilse, bunu alması doğru mudur?” diye sormuş, İmam Ebû Yusuf da: “bir dirhemini alır, bir dirhemini ise almaz” diye cevap vermiştir. İbn Abidin, görünüşegöre, bu nisabın nâmî veya gayr-ı nâmî olması arasında bir farkgörmüyor. Bu nedenle nisâb derecesinde gayr-ı nâmî bir malın zekât olarak verilmesi de mekruhtur, demek oluyor. Nakitler hayvanlar arasında bir fark görmüyor. Hatta iki yüz dirhem

137

Page 138: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

değerine ulaşmayan beş deve(nin hepsi), zekât olarak bir fakireverilse, bu da mekruhtur, diyor. Yalnız bu fıkhî kuralın iki müstesnası vardır: birincisi verilen fakirin borçlu olması, diğeri de verilen fakirin kalabalık ailesinin olması. Yani, borçlu olan bir fakire borcunu ödedikten sonra geri kaln mal nisab derecesinde olmadıkça da, mekruh olmuyor. Âilesi kalabalık bir kimse de, aldığı zekâtı/sadakayı âile fertleri arasında taksim ettiğinde her birine düşen pay nisabın altında kalıyorsa, bu âile reîsine de (bu miktarda) zekât vermek mubahtır (bir sakınca yoktur). (Durru’l-Mukhtâr, II/93)”(V/344)

BİR YIL YETECEK ERZAKI OLANA DA, ZEKÂT VERİLEBİLİR: SADAKA İSTEMEYİ HARAM KILAN ZENGİNLİK.

“Hâcet-i asliyeden (zarurî ihtiyaçlardan) fazla olarak akşamlı sabahlı bir günlük kendisinin ve ailesinin nafasına yetecek rızka sahip olmasıdır. “Hâcet-i asliye”yi Kerhî (260-340 H./ 874-952 M.) Muhtasar’ında “ev, ev eşyası, at, hizmetçi, silah,kitap gibi varlığı zaruri olan medeni gereçler olarak sayılıp bu eşyaya sahip olan kimseye zekât vermekte bir sakınca yoktur. Bu şekilde durdukları yerde bir değer artışı sağlamayanmallardan, böyle zaruri olarak gerekli olanlarının dışında fazladan iki yüz dirhem değerinde yine buna benzer eşyalara sahip olan kimseye ise zekât alması haram olur.” demiştir. Hasan Basrî ise: “on bin dirhem değerinde bu çeşit eşyaya sahipolanlara bile, sahâbîler zekât verirlerdi” demiştir. Fetva kitaplarında ise: “dükkanları ve gayr-ı menkulleri olup da, bunların geliri kendisine ve ailesinin geçimine yetişmeyen kimse, fakir kabul edilerek, bu kimsenin İmam Muhammed (132-189H./ 749-805 M.) ile İmam Züfer(110-158 H./ 728-775 M.)’e göre, sadaka ve zekât alması helâldir.” deniliyor. Buna kıyas edilerek de tarlası, bağı olup da bunların geliri kendisini ve ailesini geçindirecek miktarda olmazsa, bu kimsenin de İmam Muhammed ve İmam Züfer’e göre zekât almasında bir sakınca yoktur. Yine, evinde bir ay yetecek kadar ve iki yüz dirhem değerinde yiyecek olsa, bu kişi de zekât alabilir. Ama bu erzak, (bir ay değil de)bir yıl yetecek kadar olursa, bazı bilginler o kişinin zekât alması haramdır, demişlerse de, bazı bilginler de “helâl olur” diyerek, şöyle demişlerdir: “bu bir senelik erzak, durduğu yerde değer kazanan bir şey olmadığından ve gün

138

Page 139: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

geçtikçe yavaş yavaş zaten tüketilmiş olacağından, bu kişi de zekât alabilir.”(V/324)

ΑT ÂMİRİ, CENÂB-I HAK’TIR.

“İşte Beytu’l-Mâl bütçesinin gelirler kısmına konulan nakitlerin, ticâretin, arâzinin, ganîmetlerin, hayvanların, madenlerin ve definelerin zekâtlarının, harcama/giderler kısmındaki ilk “hak kazananları”, bu fakirler ve miskinlerdir. Yukarıda bildirdiğimiz gibi “ve fî emvêlihim haqqun li’s-sêilive’l-mahrûm” (ayetinde de emredildiği gibi) bu fakirlerden ve bu miskinlerden gerek isteyebilenlerin, gerekse iffeti buna engel olup isteyemeyenlerin, zenginlerin mallarında belirlenmişhakları vardır. Hem de bu hak, Allahu Teâlâ’nın bahşettiği/lütfettiği bir haktır/bu şekilde hibe edilmiş bir haktır da, fakir ve miskinin bizzat kazandığı bir müktesep hakkı (kazanılmış hak) değildir. Bu nedenle de yoksulların zorla zenginlerden istemeleri de, haram kılınmıştır. Sonra, zekât: âmir-i î‘tâ (ödeme emrini veren) olan Cenâb-ı Hak tarafından verilen, hibe edilmiş bir hak olduğundan zenginin fakirin başına kakması da haram kılınmıştır. Yukarıda zekât bölümünün başında ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi, hiçbir din ve hiçbir medeniyet İslâm dini kadar toplumsal yardımı böyle bir hak olarak kabul etmemiş ve fakirle zenginin karşılıklı görevlerinde bu derece erdemli bir bir münasebet oluşturmayı başaramamıştır.”(V/324)

TOPLUMSAL AYRIŞMA FAKİRLERLE ZENGİNLER ARASINDA (SOCIOLOGICAL GAP BETWEEN RICH AND POOR CLASSES).

“İslâm şerîatının muâvenet-i içtimâ‘iyye (toplumsal yardımlaşma) konusundaki prensibi, aile servetini korumak ve fakirleri de bu (zenginlerin) servetinden istifade ettirmektir ki, bu sayede, servet sahipleri ile fakirler arasında bir sevgioluşturulmuş oluyor. Son yüzyıllarda ortaya çıkan iktisâdî meslekler (doktrinler) ise, zengin ile fakir arasında, sermaye sahibi ile işçi arasında günden güne genişleyen bir boşluk açmıştır”(IV/417) (Kâmil Miras, 1940 yılında komünizm ve faşizm gibi ideolojilerin dünyanın büyük kısmını esir aldığı bir zamanda yazmaktadır bu satırları ki, şu anda da yetmiş yıl

139

Page 140: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

sonra, dünyada gelir dağılımındaki adaletsizlik aynen sürmektedir. i.y.) ARABİSTAN’IN ESKİ FUARLARI (FAMOUS FAIRS OF ARABIAN PENINSULA). “Zeyd (b. Hârise) Radıyallâhu Anh, Arabınmeşhur panayırlarından Hubeşe panayırında (köle olarak) satılığa çıkarılmıştı.” (IV/422)

KAPİTALİZM ÖNCESİ, FAKAT STRESSİZ/HUZURLU EKONOMİ (PRE-CAPITALIST BUT TRANQUIL ECONOMY). “(Bir defasında) Hz. Peygamber ile demirci bir sanatkâr olan Ebû Seyf(Berâ b. Evs)’in evine gitmiştik. Ebû Seyf’in hanımı Ümmü Bürde, Hz. Peygamber’in çocuğu İbrâhîm’in süt annesi idi..”(IV/430)

CESUR OLMAK, RİSK ALMAK (TO BE BRAVE: TO TAKE RISK).

Buhârî ve Müslim’de nakledilen ve Hz.Peygamber’in her zaman yaptığı dualardan “Allâhumme İnnî E‘ûzu bi-ke mine’l-‘aczi ve’l-keseli..ve’l-cubni” “Ey Allahım! Âcizlikten, tembellikten,korkaklıktan.. Sana sığınırım.” Korkaklık ve iradesizlik, insanların iktisâdî, içtimâ‘î (toplumsal) ve siyasi hareketlerinde ayak bağı ve her türlü terakkî (ilerleme, kalkınma) hamlelerine engel olduğu gibi..”(IV/503)

HIRS YOK (NO GREED).

“(Bir gün) Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ..Şu anda bana yeryüzünün hazineleri (yahut yeryüzünün anahtarları) verildi (Bütün dünyaya İslâm’ın nurunun yayılacağı bana müjdelendi). Vallahi ben, vefatımdan sonra sizin şirke (Allah’a ortak koşmaya tekarar) başlayacağınızdan korkmuyorum. Yalnız, sizin (ihtiras) ile nefsaniyet güdüp (egonuzun emrine girip) didişmenizden korkarım.”(IV/513) (Hadis metninde “tenâfüs” kelimesi geçiyor ki, herhalde karşılıklı yarışa girme, yani zenginlik/maddiyat yarışına, daha da güncelleştirirsek, birbirinizle ticârî sahada öldürücü rekabetegirmenizden korkarım. i.y.)

140

Page 141: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

KONUT(LAR), HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA (HOUSING IN THE PERIOD OF THE PROPHET).

“Hz. Peygamber ve yanındakiler, İbn Sayyâd’ı, (Ensar’dan) BenîMegâle boyunun (mahallesinin) kasrı yanında çocuklarla oynarkenbuldular.” Hadiste geçen “ütum” kelimesi “kale” demektir. Bazıları taştan yapılmış, bir korunaklı şatodur, demişlerdir.”(IV/519)

KALKINMA VE YARDIMLAŞMAYA ARACI OLMASI İÇİN BİLİMSEL/TEKNİK İLERLEMEYE TEŞVİK (ENCOURAGEMENT SCIENTIFIC-INDUSTRIAL-TECHNICAL STUDIES FOR DEVELOPMENT AND CHARITY, PHILANTROPHY.

Meşhur “sadaka-i câriye” (sevabı kişi öldükten sonra da kesilmeyip, kişiye sevap yazılmaya devam edilen sadaka) hadisini açıklarken Kâmil Miras şöyle der: “(Yapılan) Üç çeşit hayırlı iş(ler için kişiye sevap yazılmaya) devam eder: 1) Hastane, mektep, mescit, çeşme, köprü gibi devamlı ve (uzun) ömürlü hayırlar, 2) Kendisiyle ümmet-i İslâmiyye’nin istifade ettiği ilmî/bilimsel eserler.

FAİZCİLERE UYARI (HZ. PEYGAMBER’İN MEŞHUR RÜYASI (WARNING TO THE MONEYLENDERS (FAMOUS DREAM OF THE PROPHET).

“Hz. Peygamber şöyle dedi: ..Bu gece ben bir ruya gördüm..Yürüdük, ..kandan bir nehrin içinde ayakta bir adam dikiliyordu. Bu nehrin kenarında da bir adam duruyordu. Önünde nar gibi yuvarlak taşlar bulunuyordu. Nehirdeki adam yüzerek sahile doğru gelip çıkmak isteyince, sahildeki adam onun çenesine bir taş atıyor ve adamı eski yerine geri gönderiyordu.O adam (bu kan dolu) nehirden çıkmaya her teşebbüs ettiğinde, kenardaki adam, hemen onun çenesine bir taş fırlatıyor, onu eski yerine geri gönderiyordu..(Melekler, bu azap edilen kişinin) “nehirde gördüğün de faiz yiyen kişi(ler)dir” dediler.”(IV/597)

KARŞILIKSIZ MİKRO KREDİ, ZEKÂT BÜTÇESİNDEN (MICRO CREDIT FROM THE ZAKAT (BUDGET).

141

Page 142: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Ömer, koyun, sığır gibi sürülerden zekâtlar toplanınca bunlara bakarak, içlerinden en sütlü bir tanesini bir ev sahibine vermiş, bir diğer âileye de on tane (hayvan) verirmiş ve: “ihtiyaca yetecek miktar (kadar) bağış, ihtiyacı karşılamayan bir bağıştan (daha) hayırlıdır” dermiş. Ali Radıyallâhu Anh’ın da, kendisine (toplanıp) getirilen bir zekâtın tamamını bir (tek) âileye verdiği nakledilmiştir. BüyükSahabî Huzeyfe Hazretleri de: “(Kurân’da sayılan sekiz sınıf muhtaçtan) Zekât, hangisi olursa olsun hepsi zekât almaya hak kazanmıştır. O nedenle bunlardan hangisine verilse, olur.” demiştir.”(V/338)

AÇLIĞA KARŞI MÜCADELE (STRUGGLE AGAINST HUNGRY).

“Mescit, köprü, okul, çeşme, yol gibi kamu yararına ait olan bina inşasına ve hayır işlerine de zekât malı harcanamaz. Zekât parası ile ölüye kefen alınamaz, borç takas edilemez. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslâm Dîni kendi topluluğu içinde aç bir Müslüman bulunmasını istemediği için, zekât sırf ve özellikle fakirlerin tehvîn-i maîşetine (geçimlerinin kolaylaştırılması), geçinmesine ayrılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise, (fakir kalmayınca veya çok azalınca i.y.) fakihler (İslâm hukukçuları), zekâtın bu hayır işlerine ve kamunun genel yararına sarf edilebilmesi için, şöyle bir yol bulmuşlardır: zekât malı bir fakire verilir. O da kabul edip aldıktan sonra, “şu hayır işine bu parayı harcayın” der ve o hayır kurumuna bu parayı hibe eder. Böylece zekâtı veren, zekâtverme sevâbına, hibe eden fakir deibadet sevâbına kavuşmuş olur.(Durru’l-Mukhtâr, II/85-86)”(V/338)

EL İŞİ YAPARAK, HANIMLARIN SADAKA VERMESİ (HANDIWORKS OF WOMEN, CRAFTSWOMAN).

“Bir gün Hz. Peygamber mescitten evine girerken, Hz. Bilâl: “EyAllah’ın Elçisi, Abdullah İbn Mes‘ûd’un hanımı Zeynep sizinle görüşmek istiyor” dedi. Hz. Peygamber: “Ona izin veriniz (gelsin)” buyurdu. Zeynep şu soruyu soruyordu: “Ey Allah’ın Elçisi, Siz bugün (Mescitte) sadaka vermemizi emrettiniz. Benimde yanımda zînetlerim vardı. Bunları vermek istedim. Fakat

142

Page 143: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Abdullah) İbn Mes‘ûd, kendisinin ve oğlunun benim sadaka vereceğim kimselerden daha muhtaç olduklarını söyledi ve kendisine bu sadakanın verilmesinin daha uygun olacağını söyledi. (Ne buyurursunuz?)” Hz. Peygamber cevaben: “İbn Mes‘ûddoğru söylemiştir. Eşin ve çocuğun, senin sadaka vereceğin kişilerden daha çok sadakaya layıktırlar” buyurdu (“..Sadeqa İbnu Mes‘ûdin, zevcuki ve-veleduki ehaqqu men tesaddeqte bihî aleyhim”) . Olayı biraz daha ayrıntılı olarak anlatan Tahâvî şöyle der: “Râita binti Abdillâh demiştir ki: “Abdullah ibn Mes‘ûd’un eşi Zeynep, sanatkâr bir kadın idi. Abdullah ibn Mes‘ûd ise fakir idi. İbn Mes‘ûd’a ve oğluna, Zeynep bakıyor idi. Ve –“Seninle oğluna bakmak, beni sadaka vermekten engelliyor. Size bakarken, dışarıya sadaka vermek bir türlü nasip olmuyor” diyerek, şikayet ederdi. Abdullah b. Mes‘ûd da cevaben: “Bize yaptığın bu harcama ve yardımdan ötürü, sen Allah’ın rızasını kazanamazsan, ben de senin bu yardımını istemem” demişti. Bunun üzerine Zeynep ve İbn Mes‘ûd Hz. Peygamber’e giderek, Zeynep Hz. Peygamber’e şu soruyu sormuştu:“Ey Allah’ın Elçisi, Ben sanat sahibi bir kadınım. El emeğimi satar, kazanırım. Çocuğumun ve eşimin bir şeyleri yok. Bunları ben geçindiriyorum ama bunların maişetinden artırıp da dışarıyabir başkasına sadaka veremiyorum. Bunlara yaptığım harcamadan ötürü, bana bir sevap var mıdır?” Hz. Peygamber: “Evet, bunlarayaptığın harcamadan ötürü sevap kazanırsın; sen eşine ve oğlunaharcamaya devam et” buyurmuştu.”(V/537-539)

ATLARIN ZEKÂTI (TAX OF HORSES).

“Hz. Peygamber: “Müslüman üzerine atı için ve kölesi için zekâtvermek gerekmez.” buyurmuştur (Buhârî, K. Zekât). Bu hadisi kanıt olarak kabul eden Sa‘îd b. Müseyyeb, Ömer b. Abdülaziz, Mekhûl, Atâ, Şa‘bî, Hasan Basrî, Muhammed ibn Sîrîn, Sufyân-ı Sevrî, Zuhrî, İmam Mâlik, İmam Şâfi‘î, İmam Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye ve Zâhirîler “atta zekât yoktur” demişlerdir. Hanefîlerden Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed’in içtihatları da bu doğrultudadır. Tirmizî de amel-i ümmet (ümmetin uygulaması) bu Ebû Hüreyre hadisi doğrultusunda olagelmiştir. İlim adamlarına göre sâime olan (yılın yarıdan fazlasında meralarda otlayan) atiçin ve hizmet için ayrılan köle için zekât verilmez. (Günümüzde ancak bazı yerleşim birimlerinde faytonları ve at arabalarını çekmek için kullanılan atlar dışında, herhalde bütün atlar zevk için beslenmektedir ki, bunların değeri

143

Page 144: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

üzerinden kırkta bir zekât vermek gerekir ki aşağıda gelecektir. Üzerine bahis/ganyan oynanan at beslemek ise, zatenharama aracı olduğu için haramadır. i.y.)

FARKLI MAL VARLIKLARINDAN ZEKÂTIN NASIL VERİLECEĞİ KONUSUNDA GENEL KURALLARI BULMAK (FINDING THE GENERAL RULES FOR TAKING ZAKAT FROM DIFFERENT GOODS AND FOODS).

Ticaret gayesiyle (el altında) tutulan at ve köleler için ise bir sene geçince değerleri üzerinden zekât vermek vâcip (zorunlu) olur” demiştir İbrahim Naha‘î ile onun öğrencisi Hammad ve onun öğrencisi Ebû Hanîfe ve onun öğrencisi İmam Zufer ki, tenasül (üremesi veya döl almak) için tutulan atlardazekât vâciptir (zorunludur), demişlerdir ki, ılgı (yılkı demektir) halinde sâime olarak yetişen atlar (yaylımda ovada bayırda otlayarak karnını doyuran, sahibine bir masrafa yol açmayan atlar) olacaktır. Şemsu’l-Eimme Serahsî, Zeyd b. Sâbit’in görüşünün de bu olduğunu nakletmiştir. Bu grupdaki ilim adamlarının dayandıkları kanıtlardan birisi, Müslim’in Sahîh’indeki uzun bir hadistir. Hadis şöyle başlar: “Zekâtını vermeyen hiçbir kenz sahibi (servetini depolamış kimse) yoktur ki, onun o (insanlara dağıtmayıp) sakladığı malı Cehennem’de kızdırılıp da, sahibi onunla azap edilemsin.” Bu hadis atlarla ilgili olarak şu bilgiyi vermektedir: “At üç sınıftır: birisi, sahibi için sevap kazanmasına aracı olur; diğeri günahlarının silinmesine aracı olur; üçüncüsü de günaha girmesine sebep olur.” Bundan sonra hadisin son kısmında, sahibi için günahlarının silinmesine aracı olan at: bu at, kişi için bir izzet ve şeref aracı ve bir zînettir ama o kişi kendi üzerindeki Allah’ın hakkını da unutmayarak bağlayıp beslediği attır. İşte bu at, sahibi için işlediği ayıpların ve günahlarınsilinmesini sağlar, buyrulmuştur. Aralarında Ebû Hanîfe’nin de bulunduğu bu ilim adamları, atta zekâtın gerekliliğine kanıt getirerek, zekât (verilmesi) zorunlu olan diğer zekât mallarında Allah Teâlâ’nın hakkı olduğu gibi, atta da Allah’ın hakkı bulunduğuna ve zekât vermenin mutlaka zorunlu olduğuna buhadis kanıttır, demişlerdir. Bunların kanıtlarından biri de Tahâvî’nin naklettiği Sâib b. Yezîd hadisidir ki, Sâib Radıyallâhu Anh Hazretleri: “Raeytu ebî yuqavvimu’l-khayla ve-yedfe‘u sadeqatehê ilê ‘umera” “Ben babamın ata değer biçtiğini

144

Page 145: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ve onun zekâtını (Hz.) Ömer’e götürdüğünü gördüm” demiştir. Tahâvî, Dârequtnî ve İbn Ebî Şeybe’nin de bu olayı nakletmelerinden sonra Endülüslü büyük ve güvenilir hadisçi ve İslâm hukukçusu İbn Abdilber (368-463 H./ 978-1071 M.) de meşhur eseri Temhîd’de bunu nakletmesinden sonra yine Endülüs’ün büyük bilgini İbn Rüşd (520-595 H./ 1126-1198 M.) deQawâid adlı eserinde şöyle demiştir: “artık, Hz. Ömer’in attan zekât aldığında, hiç şüphe yoktur.”

At, kırda otlayan ve dölü alınmak için erkeği, dişisi ve aygırı, kısrağı karışık yaşayan sâime (yılın çoğunu otlakta geçiren) olursa, Ebû Hanîfe ve İmam Zufer’e göre zekâtı mutlakaverilmelidir. Fakat sahibi dilerse hayvan başına yuvarlak bir hesap ile bir dînar (bir altın) verir; dilerse o andaki değeri ne ise ona göre, her ikiyüz dirhemi için beş dirhem zekât verir. Hidâye’de kanıt olarak da “fî kulli ferasin sêimetin dînârun ev khamseti derâhime” “sâime olan atın zekâtında hayvanbaşına bir dînâr, yahut on (hadis metninde beş i.y.) dirhem zekât zorunludur” hadisi geçiyor. İmâmeyn’e göre ise “(atta) zekât yoktur” deniliyor. İmâmeyn’in kanıtı olarak, üstte geçen “leyse ‘ale’l-Muslimi fî ‘abdihî ve ferasihî sadeqatün” hadisi geçiyor “Müslümana kölesi ve atı için zekât (vermek) yoktur”. (Hidâye’de daha) Sonra da İmâmeyn’in kanıtı olan bu hadisteki “at”ın, gâzi ve mücahitlerin atları olduğu ve Ebû Hanîfe mezhebindeki dînâr (bir altın verme) ile ata değer biçip gümüş üzerinden verme arasındaki tercihin Hz. Ömer’den nakledildiği bildiriliyor. CANLI BİR TARTIŞMA (A LIVING DEBATE).

(Hidâye’nin en meşhur şerhlerinden olan) İnâye’nin yazarı (Bâbertî, 710-786 H./ 1310-1384 M.) ise şöyle diyor: “hadisteki“at”ın, “gâzî atı” olarak yorumlanması, Zeyd b. Sâbit Radıyallâhu Anh’den nakledilmiştir. Şöyle ki: Emevî hükümdârı Mervân, saltanatı zamanında bu “atın zekâtı” meselesini sahâbilere danışmış ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) gerek olmadığını söyleyerek yukarıdaki hadisi nakletmiştir. Bunun üzerine Mervan, Zeyd b. Sâbit’e dönerek, “siz ne dersiniz” diyebu konudaki görüşünü sormuş, fakat Ebû Hüreyre hemen müdahale ederek: “Ben, Hz. Peygamber’in hadisini naklediyorum. Bu adam da (Mervan da), buna kanaat etmeyerek: “sen ne dersin” diyerek Zeyd b. Sâbit’e soruyor” sözleriyle hayretini ortaya koymuş ve

145

Page 146: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kınamıştır. Zeyd b. Sâbit ise söze şöyle başlamıştır: “Gerçekten Hz. Peygamber: “Müslümanın atında(n) zekât (vermek) yoktur” buyurmuştur, doğrudur. Fakat bununla Hz. Peygamber gâzi(ler)in atını kasdetmiş ve guzât-ı Müslimînîn (Müslüman gâzîlerin) atlarını zekâttan istisnâ etmiştir. Yoksa dölü alınmak için kırda otlatılan sâime atlarda zekât vardır.” Bununüzerine Mervan: “peki ne kadar zekât ödemek gerekir?” diye sormuş. Zeyd de buna: “hayvan başına bir dînâr (bir altın) yahut on dirhem (gümüş) zekât (vermek) zorunludur” diyerek cevap vermiştir. Zeyd b. Sâbit, sahâbîlerin hem râvîlerinden (Hz. Peygamber’in hadislerini iyi belleyip nakledenlerinden), hem de en büyük âlimlerinden idi. Hadislerin ne için söylendiğini, söyleniş sebeplerini pek iyi bilirdi. Yine İnâye’de: her at için bir dînâr vermekle, ata bir değer biçip zekâtını gümüş liralar olarak ödemek arasında tercih yapmanın da Hz. Ömer’den nakledildiği şöyle açıklanıyor: Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde’ye yazdığı bir emirnâmesinde sâime atların her tanesinden bir (altın) dînâr, yahut on (gümüş) dirhem zekât alınmasını bildirmiştir. Bu emirnâme hakkında içtihatlarını açıklayan fakihler: “bir dînârın zekât olarak ödenmesi Arap atları içindir. Arap atları değer olarak birbirlerine eşittirler. Diğer atlar, kıymetçe farklı olduklarından, bunlardan “değer biçme” ile zekât verilir.” demişlerdir.”(V/244)

SADAQA-İ FITIR KONUSUNDA FARKLI GÖRÜŞLER (DIFFERENT OPINIONS ON RATE OF SADAQA-I FITR).

“Ebû Sa‘îd-i Hudrî (Radıyallâhu Anh) anlatır: “Hz. Peygamber zamanında biz (sadaka-i fıtrı) (Ramazan) bayramı günü, her çeşit taamdan bir sa‘ (dört avuç) olarak verirdik. Bizim (genelde) yemeğimiz ise, arpa, kuru üzüm (ile), (yağı alınmadık) keş (yoğurt kurusu) ve kuru hurma idi. “Taam” lûgatta: her yenilen ve azık olarak kabul edilen şeye denilir. Ta‘âm”ın bu genel ve sözlük mânâsı Hanefî imamlarının (büyük bilginlerinin) tercihidir. Taybî burada “ta‘âm” ile kasıt “buğday”dır, diyerek İmam Şâfi‘î ile bu içtihatta bulunan alimlerin bakış açılarını savunmak istemişse de, “ta‘âm”ı (sadece) “buğday” kelimesine tahsis etmek, bu kelimenin genel anlamından sapmak demektir..İmam Şâfi‘î bu hadisteki ta‘âmı buğday manasına kabul ederken, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbelile İshak b. Râhûye’nin görüşleri de aynı doğrultudadır. İmam

146

Page 147: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Evza‘î ise, her insan buğdaydan sadaka-i fıtrı kendi beldesininmüddüyle iki müd verir, demiştir. (Bir müd iki avuç olunca, ikimüd dört avuç oluyor ki yine aynı hesaba varılmış oluyor. Yalnız Evza‘î “kendi beldesinin müddüyle” ifadesi ile içtihat ederek, yoksula yapılacak yardımı kolaylaştırmış oluyor. i.y.) İbn Sa‘d (160-230 H./ 777-845 M.) da, Hişam’ın “iki müd”dü ile verileceğini söylemiştir…Kuru üzüm hakkındaki Ebû Hanîfe’nin bu içtihadı ve İmâmeyn ile görülen anlaşmazlığı, Bedâyi‘’de şöylece uzlaştırılıyor: “Kuru üzümden sadaka-i fıtır, değeri yönüyle vacib (verilmesi zorunlu) olup, Ebû Hanîfe (80-150 H./ 699-767 M.) zamanında kuru üzümün değeri buğdayın değerine eşitti. Bunun için buğday gibi, (üzümden de) nısıf sa‘ (yarım sa‘=iki avuç) kabul etti. İmameyn zamanında ise kuru üzümün fiyatı arpa ve hurma fiyatına indiğinden, İmameyn üzümden sadaka-i fıtrın tam sa‘ olarak verilmesi içtihadında bulundular. Ebû Hanîfe’nin iki görüşü (olmasının) sebebi de budur. Ebû Hanîfe’nin hayatının ilk döneminde üzümle buğday fiyatı birbirine eşit idi. Sonra üzüm fiyatı arpa ve hurma derecesine indi. O zaman üç imamın da ittifak ettikleri görüldü...İmam Tahâvî (239-321 H./ 853-933 M.) de gerek Hz. Peygamber’den, gerekse sahâbîler ve tâbi‘înden sadaka-i fıtrın buğdaydan yarım sa‘, diğer yiyeceklerden bir sa‘ verileceği ileilgili birçok hadisler ve o ilk dönemle ilgili bilgiler naklettikten sonra diyor ki: “Sahâbîler ve tâbi‘înden buna aykırı görüşü olan hiç kimse bilmiyoruz. Bu bir icmâ‘dır (üzerinde görüş birliğine varılmış bir konudur) ki Hz. Peygamber’in dört halîfesi zamanlarından İbrahim en-Neha‘î(46-96 H./ 666-714 M.)’nin, Mücahid’in (21-103 H./ 642-721 M.), Sa‘îd b. Müseyyeb’in (15-94 H./ 636-713 M.), Hammad’ın (vefatı:120 H./ 738 M.), Abdurrahman b. Kasım’ın (128-191 H./ 746-806 M.) yaşadığı devre kadar hiç tartışmasız devam etmiştir. İlk Buhârî şârihlerinden Hattabî (319-388 H./ 931-998 M.), Tahâvî’ye karşı çıkarak, bu konuda “icmâ‘ olduğu görüşü”nün doğru olmadığını, kanıt olarak da: “Ebû Sa‘id-i Hudrî ile Abdullah b. Ömer’in buğdaydan fıtranın yarım sa‘ olduğunu kabuletmemişlerdir” demiştir. Şârih Aynî ise, Hattâbî’nin bu karşı çıkışına, şöyle diyerek karşı çıkmıştır: “Ebû Sa‘îd-i Hudrî, Asr-ı Saâdet’te buğday azlığından ötürü, buğday hakkındaki habere vakıf değildi. ( ‘Aynî mezhebin görüşünü savunmak adına ne yorumlar üretiyor. i.y.) Bundan ötürü, Muaviye’nin haber vermesine veya yaptığı içtihadına karşı çıkmıştır ki, bunun icma‘a bir etkisi olamaz. Abdullah b. Ömer ise, tercümesi az

147

Page 148: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

sonra gelecek hadiste, arpa ile hurmanın sadaka-i fıtrını bildirmekten başka bir şey rivayet etmemiştir. Tahâvî’nin ve Ebû Dâvûd’un bir rivâyetine göre, İbn Ömer: “arpa ile hurmanın sadaka-i fıtrını Hz. Peygamber’den naklettikten sonra: “Hz. Ömer zamanında Medîne’de buğday çoğalıp da buğdaydan da fitre verilmesi lüzum görülünce, insanlar (yani Sahâbîler) buğdayın iki müddünü (yarım sa‘ını) diğer yiyeceklerin bir sa‘ına denk kabul ettiler.” demiştir.

Ebû Sa‘îd-i Hudrî’den bu konuda verdiği bilgi Buhârî’nin bir naklinde, ki yukarıda geçmişti, Ebû Sa‘îd-i Hudrî Hazretleri: “bir hac veya umre için Muâviye Hicaz’a geldiğinde bir hutbe vererek: öyle zannediyorum ki, iki müd buğday, bir sa‘ hurmaya denktir, demişti. Halk da bu yönde uygulama yapmış ve yarım sa‘buğdaydan sadaka-i fıtır vermeye başlamıştı. Ben hurma ile arpadan bir sa‘ veririm” demişti. Nevevî de Ebû Sa‘îd-i Hudrî’nin bu hadisini naklettikten sonra: “bu hadis, Ebû Hanîfe’nin dayandığı hadistir. Yalnız bu bir sahâbî uygulamasıdır ve Muaviye burada kendi görüşünü ve içtihadını bildirmiştir. Hz. Peygamber’den işittiği bir haberi nakletmiş ve anlatmış değildir” diyerek, Hanefîler için kanıt olamayacağına işaret etmiş ise de doğru değildir. Hadiste Muaviye’nin yaptığı bu konuşmanın halkça da kabul edilip, artıko şekilde bir uygulamaya geçildiği bildiliyor ki, bu da işte bir icma‘dır. Hem de dört halîfenin de dahil bulunduğu icmâ‘ı ümmettir (diyor, Kâmil Miras, hemen her zaman yaptığı gibi, Hanefî bakış açısını savunarak. i.y.)

HÜKÜMETE VERMEK, SADAKA-İ FITRI.

“ “Abdullah b. Ömer demiştir ki, Hz. Peygamber sadaka-i fıtrı küçüğe, büyüğe, hür olana, köleye arpadan bir sa‘, hurmadan da bir sa‘ olarak vacip (yoksula verilmesini zorunlu) kıldı.” Buhârî’de bundan evvel Nâfî‘ kanalıyla yine Abdullah b. Ömer’den bir nakil daha vardır. Ve daha uzundur. Abdullah b. Ömer demiştir ki: Hz. Peygamber, sadaka-i fıtrı (yahut sadaka-iRamazan-ı) erkek, kadın, hür ve köle üzerlerine hurmadan bir sa‘, arpadan da bir sa‘ vâcip kılmıştır. Fakat insanlar Muaviye’nin bir konuşması üzerine yarım sa‘ buğdayı bir sa‘ hurmaya denk tuttular. Nâfî‘ demiştir ki: Abdullah b. Ömer sadaka-i fıtrı hurma ile vermeye devam ederdi. Yalnız bir defasında Medîne halkı hurmaya muhtaç olmuşlardı. Hurma kıtlığı

148

Page 149: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

vardı. O sene hurma bulmak mümkün olmadığından, Abdullah b. Ömer fitresini arpadan verdi. Yine Abdullah b. Ömer, sadaka-i fıtrı hükümetin bayram sabahı faaliyete geçen zekât memurlarına verirdi. Halbuki halk bayramdan birveya iki gün evvel verirlerdi.”(V/395)

TEŞHİR EDİLMESİ, YANLIŞ YAPAN GELİR İDARESİ MEMURLARININ.

“Zekât memurlaru (sê‘îler) görevden dönüp geldiklerinde, bizzatHz. Peygamber tarafından hesapları kontrol edilirdi. Bunların hesaplarında ve davranışlarında en ufak bir aksaklık hissedilirse, derhal Sahâbîlerin önünde teşhir edilirlerdi.”

KAYIT DIŞI EKONOMİ YOK, HZ. PEYGAMBER’İN YÖNETİMİNDE.

“Hz. Peygamber, yoksulların haklarını korumakta çok kıskanç davranırdı. Onun bu yönünü Ebû Humeyd-i Sa‘îdî’nin görüp, işitip, naklettiği İbn Lutbiyye hadisinde apaçık olarak görüyoruz. İnsanların haklarını ve hazinenin haklarını ve fakirleri korumak için yapılan gayretler, bazı örneklerini yukarıda gördüğümüz gibi en medenî ve hukûkî usullerdir. Bir milletin ayakta kalması ve gelişmesi mâlî ve adlî(konulardaki/prensiplerdeki) gelişmesine bağlı olduğu kanununu, uygulama sahasında görmek isteyen ilim adamları ve araştırmacılar, Asr-ı Saâdet olaylarını gözden geçirmeleridirler.” (V/326) (Kayıt dışı ekonomiye, Hz. Peygamber ve daha sonraki Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer yönetimlerinde müsaade edilmediği, Hz. Ebûbekir’in “enküçük bir oğlağın (zekat dışı/vergi dışına) kaçırılmasınamüsaade etmeyeceği”ni bildirdiği meşhur konuşmasından anlaşılmaktadır. i.y.) (Kâmil Miras’ın son cümlelerinin orijinali şöyledir: “Hukûk-u nâsı ve hukûk-u hazîne ve fukarâyısiyanet için ihtiyar edilen himmetler, bazı numûnelerini yukarıda gördüğümüz vechile en medenî ve hukûkî usûllerdir. Bir milletin bekâ ve inkişâfı, mâlî ve adlî tekâmülüne bağlı olduğu düstûrûnu, tatbîkât sâhasında görmek isteyen erbâb-ı ilim ve tedkîk, Asr-ı Saâdet vakâyiini mutâlaa etmelidir.”

149

Page 150: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

REFAH DEVLETİ HEDEF Mİ, DEĞİL Mİ? (IS AFFLUENT SOCIETY AN AIM OR NOT?)

Hz. Peygamber’in gelecekte olacak bazı olayları haber verirken söylediği zenginlik dönemi, iyi olarak mı kötü olarak mı yorumlanmalıdır? Hz. Peygamber herhalde o dönemi kötü bir dönemolarak değil de, “ümmet-i Muhammed’in kendi dönemindeki gibi darlık ve sıkıntı içinde değil de, bolluk içinde yaşayacağı devirlerin de geleceğini müjdelemek için bildirmiştir: “Halk için elbette bir zaman gelecektir ki, o sırada bir adam (elinde) altın, sadakasıyla tavaf eder (dolaşır dolaşır da/oraya gider buraya gider de) elinden sadakasını alacak bir fakir bulamaz..”(V/152)

ZEHİRLİ OTU YİYİNCE HAYVANIN KARNI ŞİŞER. (PHILOSOPHY OF EARNING AND USING OF PROPERTY).

“Bir gün Hz. Peygamber, minber üzerinde oturmuştu. Biz de etrafında oturmuştuk. Hz. Peygamber şöyle dedi: Ben (öbür âlemegittik)den sonra dünya çiçeğinden, dünyanın güzelliğinden önünüze açılacak nice nimet sofraları, hayat sahneleri (yok mu?Bu), sizin için kesin korktuğum şeylerdendir. Bunun üzerine sahâbîlerden biri: “Ey Allah’ın Elçisi, Mal, hiç kötülük getirir mi (ki korkuyorsunuz)?” dedi. Hz. Peygamber o sırada sustu. Biz de, o soruyu sorana kızdık ve sen kim oluyorsun da Hz. Peygamber’e böyle karşı bir çıkarak bir soru soruyorsun? Bu arada (hz. Peygamber’in susmasının sebebinin kendisine vahy gelmekte olduğundan meydana geldiğini tahmin ettik ki, Hz. Peygamber de bir süre sonra, kendisinden boşanan teri alnından sildi ve soru soran kimseyi över bir tarzda: “(demin) Soru soran nerede?” dedi. Ve buyurdu ki: “Gerçekten mal, kötülük getirmez (fakat, sebebi olabilir. Bakınız!) Baharın bitirdiği otlardan (zehirli) bir kısmı vardır ki, o (ot, yiyeni) öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Fakat yeşil ot böyle değildir. Onu yiyen hayvan, ölüm tehlikesinden uzaktır. Bu hayvan, o yeşil otu yer, iki böğrünü otla şişirerek, bahar güneşini karşılar. Kolayca büyük abdestini yapar, işer ve genişler. (Bu ot zehirliolmadığı için, hayvanın sindirim ve dolaşım sistemi arızasız biçimde işler). Daha sonra yine bol bol yer. İşte bu dünya malıda yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu maldan yoksula,

150

Page 151: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yetime, yolda kalmışa veren zengin Müslümana ne mutlu!” (Yahut Hz. Peygamber şöyle bir şey de söyledi:) “Haksız olarak haram mal toplayan öyle kişi ki, yiyen ama (bir türlü) doymayan, oburkişi gibidir. İşte kıyamet gününde o mal, sahibinin cimriliğineşahitlik yapacaktır.” Hadisin anlamını bu şekilde verdikten sonra, Kâmil Miras şu yorumu yapıyor: “Evet, mal ve servet Allah’ın insanlara bahşettiği hayır ve saâdettir. Bu yönüyle, mal kötülük ve fesat olmaktan uzaktır. Fakat bu servetin gerek kazanılmasında, gerek harcanmasında, durum değişir. Bu ne gibidir, bilir misiniz? Cenab-ı Hakk’ın cömert hazinesinden dökülen bahar yağmuruyla yetişen otlar, aynı yağmurun eseri oldukları halde, bunların bir kısmı zehirlidir, helâk edicidir;bir kısmı da temizdir, zümrüt gibi yeşildir, faydalıdır. Zehirli otu yiyen her hayvanın karnı şişer, müthiş ağrılar içinde ya derhal ölür, yahut da hayvanın bünyesi zehire direnirama bu defa da ölmese bile, hayatının geri kalanını hastalıkla geçirerek, yavaş yavaş ölüme doğru sürüklenir. Fakat yeşil çayır otu yiyen hayvanlar böyle değildir. Meselâ bir kuzu, yeşil otu bol bol yer, böğürlerini ve midesini şişirir. Bahar güneşinin hayat bahşeden sıcaklığı karşısında sağa sola koşar, oynar, sıçrar, kolaylıkla büyük ve küçük abdestini yapar ve genişler. Tekrar yemeğe başlar. İşte, Hz. Peyagmber’in bu yüksek ifadeleri, iki meseleyi içermektedir: Bunlardan birisi ile dünya malını toplayan fakat fakirlerin haklarını vermeyenlerin hali anlatılmakta; diğerisiyle de kazancında ve harcamasında tarîk-ı î‘tidâli (orta yolu) tutanların istisna oldukları vurgulanmaktadır. Birincisi ile “ve inne mimmê yunbitü’r-rabî‘u yaqtulü ev yulimmu” “baharın yetiştirdiği otlardan zehirli kısmı vardır ki, her yiyen hayvanı ya aniden veyahut yavaş yavaş öldürür” mübarek hadisi ile haksız kazanılan ve fakirlere, yetimlere ve vatanından va ailesinden uzak düşmüş perişan din kardeşlerine yardım etmekten çekinen hırs sahibi kimselerin, bencillerin malları ve durumlarının tablosu çizilip, bu haksız kazançların zehirli otlar gibi, öldürücü bir zehir olduğu, fakirlerden kesilerek zevklerine harcadıkları o servetlerinin âhirette sahibinin gerçek helakı olacağı bildirilmiştir. İkinci grup ise, “êkilete’l-khadrâi” “fakat yeşil çayırdan otlayan hayvan, ölüm tehlikesinden uzaktır” mübarek sözü ile de, helâl yollarla kazanılan ve bir kısmı da sadaka ve zekât olarak hayır yollarına sarf edilen servet de, yeşil otlara benzetilip, sahibinin dünyada ve âhirette mutluluğuna aracı olacağına işaret buyrulmuştur.

151

Page 152: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Hadisin son bölümü olan “innehû men ye’huzu bi-gayri hakkıhî ke’lllezî..” “haksız mal toplayan hırs sahibi kimse de daima yiyen, bir türlü doymak bilmeyen obur gibidir. Bu mal da kıyamet gününde, sahibi aleyhine şahitlik edecektir.” mübarek sözü ile bildirilen şahitlik, bu servetin kazanç şekli ve sarfedildiği yere göre olacaktır. Hulâsâ (Özetle): hadis-i şerîfte “servet”in, esasında hayırlı bir şey olduğu, fakat kazanç şekli ve sarfedildiği yer yönlerinden kişinin mutluluğuna veyahut felâketine sebep olacağı bildirilmiştir. Büyük İslâm düşünürlerinden Gazzâlî (450-505 H./ 1058-1111M) diyor ki: “servet hem zehir hem de panzehiri bünyesinde toplamış bir yılan gibidir ki, bu hayvan, yılanın panzehirini çıkarmasını bilebilen ve yılanın kötülüğünden sakınıp bunu savuştuırabilecek bir sanatkârın eline düşerse, nimet olur. Eğer, bu yılan ahmak bir aceminin eline düşerse, bu kişi için belâ ve felâket olur.”(V/249)

“REFAH DEVLETİ” KAVRAMI MI ÖNCELİKLİ, “BİREYSEL YARDIMLAŞMA” DUYGUSU MU? (“WELFARE STATE” OR “ENCOURAGEMENT TO INDIVIDUAL CHARITY; SOCIAL JUSTICEOR SOCIAL MERCY)

“Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “Ashâbım! Hastaları ziyaret ediniz, açları doyurunuz, sahip olduğunuz kölelerinizi salıveriniz (serbest bırakınız)”(Buhârî, Bâbu’l-Cenâiz). Kâmil Miras, hadisin izahında şöyle der: “Açları doyurmak, teâvün-i içtimâ‘îyedendir (sosyal yardımlaşmadandır).”(IV/279)

DEVLETİN YARDIMINI ALMALI MI?

Hz. Peygamber zengin olduğu halde maddi olarak sıkışık bir halde olduğundan bir defasında devletten yardım isteyip alan, ama Hz. Peygamber’in uyarısı üzerine bir daha dört halife dönemi de dahil ölünceye kadar devletin hiçbir yardımını kabul etmeyen Hakîm b. Hizâm’a şöyle demişti: “Ey Hakîm Şu mal (yok mu? Sanki, o görünüşü) (rengi insanı ferahlatan) yeşil, tadı datatlı (bir meyvadır). Her kim bu malı hırssız (gerçekten ihtiyacı olduğu için) alırsa, bu mal kendisi için bereketli olur. Kim de bu malı (almaya) göz dikerek hırs ile alırsa, alaniçin bereketi olmaz. Bu hırs sahibi kimse (dâü’l-keleb=kuduıza yakalanmış) bir obur gibidir. Daima yer, bir türlü doymaz.

152

Page 153: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Veren) Üstteki el, (alan) alttaki elden daha hayırlıdır.”(V/265)

VATANDAŞLARA MÂLÎ DESTEK (FINANCIAL SUPPORT TO THE CITIZENS “ ‘ATA”; FINANCIAL SUPPORT FOR THE ARMY).

Hz. Ömer de şöyle bir şey anlatır: “Hz. Peygamber ara sıra banaBeytü’l-Mâl’den(Hazîneden) gâzîlik bahşişi verirdi. Ben de: “EyAllah’ın Elçisi! Bunu benden daha çok muhtaç olan bir fakire veriniz” derdim. Hz. Peygamber de cevaben: “Sen bunu al. Sana bu şekilde bir mal geldiğinde -sen hırs sahibi bir kimse olmadığın, kendin de istemediğin için- sen o malı al.(Fakat) Bu şekilde kendi gelmeyen ve senin nefsinin kendisine meylettiğit bir malın peşinde ise (almak için) koşturma.” buyurdu.” Kâmil Miras burada şöyle bir yorum yapıyor: “Hemşehrim Karahisarlı Mustafa (vefatı: 968 H./ 1560 M.) (Allahrahmet eylesin) Ahterî Kebîr’inde ek olarak şu bilgiyi veriyor: “Bazı dilciler “ ‘atâ ” için: Beytü’l-Mâl’den senelik, yahut aylık olarak verilen bahşiştir. “Rızık” da, günlük olarak gündeliktir, demişlerdir. Bazıları da “ ‘atâ ”, genellikle mücahitlere, “rızık” ise fakir Müslümanlara verilen maldır, diye tarif etmişlerdir. Gerçekten, Müslüman gâzîlerin (savaşçıların), zekâtın harcanabileceği yerlerden belirli hisseleri bulunduğu için, hadisteki “ ‘atâ ”yı, “gâzîlik bahşişi” diye terceme ettik.”(V/268)

ARI VE KARINCANIN KENZ YAPMALARI (ANT AND BEE: STORE/STOCK OF ANNUAL FOOD).

“Sineğin benzeri en küçük hayvanlardan olan arıların ve karıncaların kendilerine en ince hesap ile ev bark yapmaları vebu evcikler içine zamanında senelik azıklarını depo etmeleri, hiç şüphesiz birer ilham eseridir.”(IX/71) (Arıların ve karıncaların bu şekilde, kendilerini yaz mevsiminekadar idare edecek yiyeceklerini depo etmeleri, insanoğlunun bu

153

Page 154: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

işten örnek almasına yönelik bir işaret değil midir? Hz. Peygamber’in de, evinin bir yıllık yiyeceğini, hayatının son döneminde, Medine’de hissedilir bir bolluk meydana geldiğinde depo ettiğini, bütün hadis kitaplarında görüyoruz. Bir işi bir hayvandan öğrenmek konusunda diğer bir örnek ise, Kurân’da Âdem’in oğluna ölülerin nasıl gömüleceğini de bir karganın öğretmesidir. (Mâide sûresi 31. âyet, 5:31). Yusuf aleyhisselâmise Mısır yönetimine, gelmekte olan kıtlık seneleri nedeniyle, yedi yıllık yiyeceklerini depo etmelerini söylemişti (Yûsuf sûresi, 47 ve 48. âyetler, 12:47-48 i.y.)

“Kitâbu’n-Nefeqât’ta Buhârî’nin nakli şöyledir: “Hz. Ömer demiştirki: “Hz. Peygamber (kendisine âit olan Benî Nadîr hurmalığının hurma mahsulünü (hurmalar toplandıktan sonra) satardı ve âilesinin bir senelik nafakasını bir kenara (odalardan birine) koyardı...Bu arâzînin gelirleriyle, Hz. Peygamber âilesinin biryıllık ihtiyacını ayırır ve işçi ücretlerini verirdi. Geriye nekalırsa, onu daİislâm mücahitlerine ve diğer Müslümanların işlerine harcardı.”(Tecrîd, XI/374; VIII/235-236))

KITLIK/KRİZ YILLARINDA ZEKÂT ÖDEMEYİ ERTELEME VEYA ZAMANINDAN EVVEL (PEŞİN) ÖDEME YAPMAK (DELAY OF ZAKAT IN SCARCITY YEARS AND IN ADVANCE PAYMENT).

“(“Abbas zekât vermedi” denilince,) Hz. Peygamber şöyle demişti: “Abbas b. Abdulmuttalib, Allah’ın Elçisi’nin amcasıdır. Zekât ödemek, ona da zorunludur. (Ama) Abbas’ın zekâtı (süresinden evvel) bir kat da fazla olarak verilmiştir. Bu konuda farklı nakiller vardır: Hz. Peygamber, Hz. Ömer’i zekât memuru tayin etmişti. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in yanına şikayet ederek geldi ve Hz. Ömer’in kendisine sert uygulama yapmasından dert yandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber de: “Biz Abbas’ın zekâtını bir sene evvel almıştık” buyurdu (Qastallânî,c, 3/67’den). İbn İshâq’ın naklinde şöyle bir fark vardır: “Zekât Abbas’ın borcudur. Bunun yanında bir de bir katı daha (Abbas’ın geçen seneki ödenmedik zekât borcu da var). Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ın o sırada mâlî durumunun çok bozuk olmasından ötürü, iki yıllık zekâtını(n alınmasını) ertelemişti(“..‘âmeyni min ecli hâceti’l-‘Abbâsi”) (‘Umdetu’l-Qârî, IV/395’den). Bu rivayet üzerinde düşünürsek, bir devlet

154

Page 155: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

başkanının (hükümetin), sıkıntılı durumdaki (gerçek ve tüzel) kişilerin ödemelerini) ertelemesi, en açık bir hakkıdır. Daha sonraki yıllarda buna benzer bir uygulamayı da Hz. Ömer kendi devlet başkanlığı döneminde yapmış ve ‘Âmu’r-Ramâde denilen darlık/kıtlık senesinde zekât ödemelerini bir yıl ertelemiş, ertesi sene çift zekât almıştı. Hz. Peygamber zamanındaki uygulama da bunun aynısı idi ve Hz. Peygamber bu ertelemeyi yapmıştı, fakat muhtemelen, Hz. Ömer’in bundan haberi olmadığından, Abbas’tan zekâtını almak için ısrar etmişti. Bu olayı, Abdullah b. Abbas’ın başka hadis kitaplarında geçen şu rivayeti de doğrulamaktadır: Hz. Peygamber, Ömer’i zekât memurutayin ettiğinde (Ömer), babam Abbas’a da gelmişti. Ve babama karşı sert davranmıştı. Hz. Peygamber, olaydan haberdar olunca,Abbas’ın o sene ve gelecek seneki zekâtını ertelediğini bildirmişti. Müslim’in rivayeti ile ise, olay daha da aydınlanmaktadır: Hz. Ömer, Hz. Peygamber’e Abbas’ı şikayet edince, Allah’ın Elçisi: “Abbas’ın zekâtını bir kat fazlasıyla ben üzerime alıyorum” buyurmuştu.”(V/254-257; Buhârî, Kitâbu’z-Zekât’tan)

YÜKSEK VERGİ MAHKEMESİ (HIGH/SUPREME COURT OF TAXES).

Hz. Ömer de, her yıl, vergi tahsildarlarından bir şikayet olup/olmadığını tetkik ettirirdi. Onun bu davranışı ve üstteki Abbas olayı, İslâm hukuk sisteminde de, bir vergi ve yüksek vergi mahkemesi olabileceğine işarettir ki Muhammed Hamidullah da bu konuyu dile getirir: “Büyük bir idarecilik ruhu ile, halkın tam huzuru ve refahı için Halife Ömer’in bu adeti vardı ki, vergiler toplandıktan sonra vilayetlerden halkın temsilcilerini davet ederek, (geçen) yıl boyunca halkın vergi tahsildarlarından bir şikayeti olup olmadığını öğrenirdi.” (“With the large spirit, full of concern for the well-being of the public, caliph Umar had the habit of inviting representatives of the people of different provinces, after the collection of taxes, to find out if they had any complaint against the behaviours of the collectors during the year.”(Hamidullah)

ZENGİNLİK Mİ FAKİRLİK Mİ, HANGİSİ İYİ ? (RICHNESS OR POORNESS, WHICH ONE IS GOOD?).

155

Page 156: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Bir defasında Hz. Peygamber’in yanından zengin birisi geçmişti. (O geçtikten sonra) Hz. Peygamber: “Bu (zengin) hakkında ne dersiniz?” diye sormuştu. (Orada bulunan sahâbîler:) “Bu kimse bir kadınla evlenmeyi istese (rahatça) evlenir. Bir konuda aracılık etse (bir kişinin affedilmesini istese) bu isteği kabul edilir. Bir yerde konuşsa, sözü dinlenir.” dediler. Hz. Peygamber bir şey demeden bir süre sustuktan sonra, bu defa önlerinden yoksul bir kişi geçti. Allah’ın Elçisi: “Bu (yoksul) hakkında ne dersiniz?” dedi. (Oradakiler) “Bu, bir kadınla evleneyim dese, evlenemez; bir konuda aracılık etse, kimse onun ricasını kabul etmez; bir yerde konuşsa kimse onu dinlemez.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bu fakir yok mu! Öteki zengin gibi bir dünya dolusu zenginden daha hayırlıdır.” Bu hadisi Buhârî İslâm’da Kefâet (Denklik) ile ilgili açtığı bir konu başlığı altında nakletmiştir ve erdemli bir fakirin yoksulluğunun, evlenmede denkliğe engel olmayacağını bildirmek istemiştir. Bu hadiste Hz. Peygamber’in yanından geçtiği bildirilen yoksulun İbn Süraka olduğu haber veriliyor ki, en eski (ilk) Müslümanlardan salih bir kişi olup, Uhud harbine Hz. Peygamber’le beraber katılmıştı ki bu hizmetlerin şerefi soy ve asalet gibi toplumsal övgülerle ölçülemezdi. Şu da bilinmelidir ki, bu hadisten ne fakirin zenginden, ne de fakirliğin zenginlikten daha hayırlı olduğu anlaşılmamalıdır. Buhârî’nin hadisi burada nakletmesi bunu ifade etmekle beraber, yukarıda birçok hadiste ve hadislerin izâhında bildirdiğimiz gibi, fakirlik ve zenginlik özelliklerinin yerine ve zamanına göre erdemli ve kınanan yanları vardır. Zaman olmuştur ki, Hz. Peygamber “fakirlikten Allah’a sığınmış”tır. Yine zaman olmuştur ki Hz. Peygamber fakirlik ile övünmüştür.”(XI/266)

ZEKÂT ORANI ÇOK DAHA FAZLAYDI, BAŞLANGIÇTA (EVOLUTION OF ZAKAT TAX).

“Zeccâc (241-311 H./ 855-923 M.) der ki: “Zekât farz kılınıncaya kadar (Mekke’de inen zekât ayetlerinin buyrukları doğrultusunda) insanlar mallarının fazlasını (artanını) yoksullara vermekle emrolunmuşlardı. Kazanç sahipleri her günkükazançlarından kendilerine yetecek kadarını ayırır, geri kalanını yoksullara dağıtırlardı. Altın, gümüş gibi nakit (para) ellerinde olanlar da bir senelik geçimlerine

156

Page 157: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yetecek kadarını ayırır, geri kalanının sadaka olarak yoksullara verirlerdi.”(XI/371) BÜYÜK BARAJIN ÇÖKÜŞÜ (GREAT DAM AND AFFLUENT SOCIETY).

“Sebe sûresi’nin 15-16-17. âyetleri târihî olayı anlatır: “..Vememleketlerinin başkenti olan Me’rib şehri ki, Sebe diye isimlendirilir. Bu şehir, Cennet gibi bir kent durumuna gelmişti. Fakat şehir halkı daha sonra, kendilerine gelen Peygamber’den ve ilâhî çağrıdan yüz çevirdiler. Ve Arîm seli ile Me’rib Seddi (barajı) yıkılmak suretiyle cezalandırıldılar.Tefsir ve târih kitaplarındaki ayrıntılara göre, Me’rib şehrindeki bu seddi, Kral Sebe yahut (kraliçe) Belkıs yaptırmıştı. Halkı susuzluktan kurtarmak maksadıyla, iki dağ arasında, taş, zift, kum gibi levâzımla ve çok ciddî bir özenleyapılmıştı. Etrafındaki akan sular, yağmur, sel suları bu seddi(barajı) dolduruyordu. Halkın buradan su ihtiyacı temin ediliyordu. Bu sed sayesinde Me’rib kenti, o zamanın dünya cenneti olmuştu. Seddin yıkılması üzerine, halk açlıktan ve susuzluktan korkarak yurtlarını terk etmiş, her kabile başka bir tarafa dağılmıştır. İbn Hişam’ın Sîret’inde..”(VI/25)

ULUSLAR ARASI İŞADAMI VE MEŞHUR BİR HAYIRSEVER, İSLÂM ÖNCESİNDE (A BIG BOSS AND FAMOUS PHILANTROPIST TRADING IN MECCA (AND AROUND) BEFORE ISLAM).

“Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’in babası Hâşim, senevî (yıllık) iki kervan düzenlerdi. Birisi kışın Yemen’e, diğeri yazın Suriye’ye giderdi. Servet sahibi idi. İlk olarak Mekke’dehacılara tirit ikram ettiği meşhurdur. Hâşim, Şam’a ticaret için gittiği bir seferinde Gazze’de vefat etmişti. (VI/28) ( Esasen Hz. Peygamber’in kabilesi olan Hâşimîler hemen bütünüyle bir ticaret kabîlesi idi. Bu boyun hemen bütün fertleri ticaretten çok iyi anlarlar, kimisi bölgesel, bir kısmı da uluslar arası ticaret yapan tüccarlar olup, Arabistan yarımadası ve Orta-Doğu’da tanınan, itibarlı kişilerdiler. i.y.)

ULUSLAR ARASI TİCARETTE İSLÂM ÖNCESİ MEKKE VE BUNUN YENİ NESİLLERE ETKİSİ (INTERNATIONAL

157

Page 158: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

BUSINESS IN MECCA BEFORE ISLAM AND ITS IMPACT TO NEW/FUTURE GENERATIONS).

“Kâ‘be’yi buhurlayan (güzel koku) bir kadının ateşinden sıçrayan bir kıvılcım, Kâ‘be’nin perdesini tutuşturmuş ve örtü ile beraber duvarındaki ahşap keresteler de yanmış, hatta taşlar bile simsiyah olmuştu. Bundan bir süre sonra bir sel olmuş, bu sel sonucu da, yangınla zaten zayıflamış duvarlar, tamamen yıkılmıştı. Böylece, Kâ‘be’nin tekrar inşasına kesin kanaat getirildi. Bu iş için para toplanmaya başlanıldı. Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ın dayısı Ebû Vehb b. Amr bir konuşma yaparak, verilecek yardımın herkesin helâl malından yapılmasını teklif etti. Bu sırada uluslar arası iş yapan Rûm bir tüccara ait büyük bir kareste gemisi Cidde sahilinde karayaoturmuştu. Bu kerestenin Kâ‘be inşasında kullanılması için satın alınmasına karar verildi ve satın almak için Velîd b. Mugîre Cidde’ye gönderildi. Velid, geminin yükünü satın aldı. Mekke’de ikamet eden tüccar bir Kıptî aracılığıyla da diğer inşaat malzemeleri getirtildi. Karaya oturan geminin kaptanının, aynı zamanda işini iyi bilen bir mimar olduğu duyulunca, kendisi Mekke’ye çağrıldı. İnşaat esnasında bu kaptana, yine Mekke’de ikamet etmekte olan bir başka Kıptî neccar (marangoz) da yardım etti. İŞ BÖLÜMÜ. Ebû Vehb b. Amr,Kâ‘be’nin yapımını kabileler arasında taksim etti. Kâ‘be’nin kapı kısmını Abd-i Menâf Oğulları ile Zuhre Oğulları; Haceru’l-Esved’in bulunduğu bölüm ile Rukn-u Yemânî kısmını Mahzûm Oğulları ve Teym Oğulları; Mîzab kısmını Abduddâr Oğulları ile Esed Oğulları; Kâ‘be’nin çatısınının yapımını da Cehm Oğulları yapacaktı. Bazıları da Mekke dağlarından taş getirmekle görevlendirildiler.”(VI/30)

ARABİSTAN YARIMADASINDA İSLÂM ÖNCESİ EKONOMİK HAYAT:FUARLAR (PRE-ISLAMIC ECONOMIC LIFE IN ARABIAN PENINSULA: FAIRS).

“Buhârî’deki Hacc bölümünün (Kitâbu’l-Hacc) bir alt başlığı “HacMevsimi Günlerinde Ticaretin, Câhiliyet (İslâm Öncesi) Panayırları(nın kurulduğu mıntıkaları)nda Alış-Verişte Bir Sakıncanın Olmadığı” şeklindedir. Câhiliye devrinde Hicaz’da, Mekke etrafında senenin belirli zamanlarında başlıca dört yerdebüyük pazar kurulurdu. Arap yarımadasının her tarafından grup grup kervanlar gelir, buralarda alışveriş ederlerdi. Hatta

158

Page 159: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

karşılıklı beyit ve şiir söyleme yarışmaları olurdu. Bu dört panayır: Ukâz, Zu’l-Mecâz, Mecenne ve Hubâşe panayırları idi. Ukâz: Zilkâde ayının başında kurulur ve yirmi gün devam ederdi.Kurulduğu yer, Arafat’a yakındı. Şâirlerin övünmesi en çok Ukâzpanayırında olurdu. Hz. Peygamber, zamanın meşhur hatîbi Kus b. Sâide’yi Ukâz’da görmüş ve onun dünya edebiyat târihine geçen konuşmasını burada dinleyip ezberinde kalmıştı. Zu’l-Mecâz için İbn İshak (80-151 H./ 699-768 M.): “Arafat’ın bir tarafında kurulurdu” diyor. Endülüslü târihçi Ruşâtî (466-542 H./ 1074-1147 M.) de “Arafat’ın sağ tarafında olduğu”nu bildiriyor. Mecenne de Mekke’ye birkaç mil uzaklıkta idi. Etrafında bahçe ve bostanlar bulunduğu için Mecenne (cennet=bahçe, Bahçeli, Bağlar semti) denilirdi. Hubâşe ise Mekke’nin sağ tarafında olup, Mekke’ye altı mil uzaklıkta idi. Şimdi nakledeceğimiz İbn Abbas hadisinde bu panayırlardan ikisianılmaktadır: İbn Abbas diyor ki: “İslâm öncesi dönemde Zü’l-Mecâz ve Ukâz, Arabın ticaret yerleri idi. İslâm egemen olduktan sonra, Müslümanlar, buralarda alışveriş yapmayı günah zannettiler. Ama “Leyse aleykum cunêhun en-tebtegû fadlen minRabbikum” “Hac mevsiminde Rabbinizin fazlından ticaret istemeniz (alış veriş etmeniz) size günah değildir” (Bakara: 198) âyeti inip de, Hac mevsiminde Müslümanların ticaret yaparak Rablerinin ihsan/nimet ve cömertliğinden istifade etmelerinde bir günah olmadığı bildirildi.”(VI/174)

ANTİK TOPLUMLARDA REFAH VE KALKINMA (DEVELOPMENT OF ANCIENT) TIMES.

Târihçi (Hişam b.) Kelbî(120-204 H./ 738-819 M.)’nin verdiği bilgiye göre: Cenâb-ı Hak, Âd toplumunu helâk ettikten sonra, çevredeki kabileler etrafa dağılıp bir kısmı Mekke’ye, bir kısmı Tâif’e, Huzeyl Oğulları da Yesrib’e (Medine’ye) gelerek yerleşmişlerdi. Bunlar kuyular açıp, hurma ağaçları dikerek Yesrib’i imar ettiler ve hayli zaman burada kaldılar. Daha sonra ise, ahlakları bozulmuş ve bu yüzden de helâk olmuşlardı. Bu bölgedeki kuyular kurumuş, hurmalıklar harap olmuştu. İşte, Medîne’yi yeniden Tübbâ‘ imar etmiştir. İbn İshak’ın verdiği bilgiye göre, Tübbâ‘ Medine’ye geldiğinde Kanât vâdisine karargâhını kurmuş ve bugün Bi’r-i Melek ismiyleanılan kuyuyu kazdırmıştı. Tübbâ‘’nın vefât târihiyle, Hz. Peygamber’in vefat târihi arasında bin sene geçtiği, yine İbn

159

Page 160: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

İshak’ın kitabında nakledilmektedir. “Tübbâ‘’ya sövmeyiniz, çünkü Tübbâ‘ Müslüman olmuştur” şeklinde bir rivayet de vardır.Kâ‘be’nin üstüne ilk örtü geçirenin Tübbâ‘ olduğu da bildirilmiştir ki, Tübbâ‘’nın Allah’ın tek oluşu inancı üzerinekurulmuş olan İbrâhim Aleyhisselâm’ın dinine bağlı olduğunu akla getirmektedir.”(VI/227)

MADDÎ YARDIM VE KÖLELERE ÖZGÜRLÜK: BATI’DAN ON İKİ YÜZYIL ÖNCE (CHARITY /INCOME DISTRIBUTION AND EMANCIPATION, TWELVE CENTURIES AGO FROM WESTERN WORLD) .

“Buhârî’nin Kitâbû’l-Et‘ıme başlığındaki Et‘ıme kelimesi “ta‘âm” kelimesinin çoğulu olup “yenilen şeyler”e denilir. Buhârî bu başlığı açıklamak için Kurân’dan üç âyet (Bakara 172 ve 267 (2:172-267) ile Muminûn sûresi 51. âyetler, 23: 51) not eder ki, bu âyetlerin bildirdikleri genel hükümler şunlardır:Yenilecek rızkın helâl kazanç olması, yediğimiz nimetlerin Allah’ın lütufve inayeti eseri olduğu, bu nedenle de Allah’a kulluk etmiş olmak için, O’na şükrolunması ve helâl kazancımızdan kendi yediğimiz gibi toplumun düşkün sınıflarına da yedirilmesi gereği ile Peygamberlerin de ümmetler gibi, helâlrızıklardan istifade etmelerinin normal olduğu..Bundan sonra İmam Buhârî bu bâbın (kısmın) ilk hadisi olarak, şu hadisi naklediyor: “Ey müminler! Açları doyurunuz, hastaları ziyaret edip hallerini ve hatırlarını sorunuz, esirleri de hürriyetlerine kavuşturunuz.”(XI/376-377)

BAŞKALARINA YARDIMDA ORTA YOL (MIDDLE WAY IN GIVING CHARITY).

“Ka‘b b. Mâlik (tevbesinin kabulüne bir şükür olması için malının tamamını yoksullara dağıtmak ister ve bu niyetini Hz. Peygamber’e açar:) “Ey Allah’ın Elçisi! Allah ve Elçisi(nin rızası) için, malımdan sıyrılıp çıkmak (malımın tamamını fukaraya dağıtmak istiyorum. Bu isteğim,) tevbemin kabulü dolayısıyla(dır)” dedim. Hz. Peygamber: “(Hayır) Malının bir kısmını kendine alıkoy. Bu senin için daha hayırlıdır.”

160

Page 161: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

buyurdu. (Bunun üzerine) Ben de: “Şu Hayber’deki hissemi alıkoyarım” dedim.”(X/433)

DOĞUM KONTROLÜ VE ÇOCUK DÜŞÜRMEYE HAYIR! NO BIRTH CONTROL, NO ABORTION).

“Abdullah b. Mes‘ûd der ki: “Bir defasında Hz. Peygamber’e: “EyAllah’ın Elçisi! Allah katında hangi günah en büyüktür?” diye sordum. Hz. Peygamber: “Allah seni yarattığı halde, Allah’a ortak koşmandır” buyurdu. Ben: “Gerçekten bu çok büyük(günah)tür.” dedim ve “sonra hangi (günah büyüktür)?”diye sordum. Allah’ın Elçisi: “Seninle beraber yemek yemesinden korkarak, çocuğunu öldürmendir” buyurdu. (“..Ve en-teqtule veledeke tekhâfu en-yet‘ame me‘ake”) (Buhârî, Kitâbu Tefsîri’l-Qurân, Âyetu Sûrati’l-Baqara) (XI/38)

DÜNYA HAYATININ ÖNEMİ/ÖNEMSİZLİĞİ (İSLÂM İKTİSAT FELSEFESİ) (IMPORTANCE/NON-IMPORTANCE OF WORLDLY LIFE (ECONOMIC PHILOSOPHY).

“Bir defasında Hz. Peygamber omzumu tutup bana şöyle dedi” der Abdullah b. Ömer: “Ey Abdullah! Sen (şu) Dünyada garip bir kimse gibi, yahut bir yolcu gibi (halktan ve ihtirastan uzak) yaşa(maya çalış)” buyurdu. Bu hadisi Abdullah b. Ömer(613-692 M.)’den dinleyen Mücahid(21-103 H./ 642-721 M.)’e, Abdullah b. Ömer şöyle tavsiyede bulunurmuş: “Akşama eriştiğinde (dünya ve âhiret işlerini (geciktirmeden) yaparak) sabahı gözleme; sabahaeriştiğinde de akşamı gözleme (işlerimi akşam görürüm, deme). Sağlığından bir kısmını, hastalık zamanına ayır, yaşamından birkısmını da, ölümün(den sonra) faydalı olması için ayır.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstîzân)”(XII/178) (Hadisi şerhederken Kâmil Miras’ın parantez içlerinde yaptığı ilaveler: “dünya ve âhiret işlerini geciktirmeden yap” ve “işlerimi akşama görürüm deme” ifadeleri, hem hadisin vermek istediği mesaja, hem de Abdullah b. Ömer’in bu mesaj doğrultusundaki sözüne pek uygun düşmüyor. Elbette kişinin dünya işlerini de geciktirmemesi ve vaktini çok iyi kullanması önemlidir ama hadis-i şerîfde Hz. Peygamber’in esas vurgulamak istediği: dünyaya hırs ile sarılmama ve belki bu akşama veya yarın sabaha sağ çıkılamayacağını sürekli akılda tutarak, âhireti ön plana

161

Page 162: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

alarak, bu dünya hayatını hırstan/ihtirastan uzak bir şekilde düzenlemektir. i.y.) Aynı hadis Buhârî’nin Kitâbu’r-Riqâq kısmında da geçmekte, Kamil Miras oradaki izahında isabetli cümleler kurmaktadır: “Hadisteki “garip” kelimesi, memleketinden ve ailesinden uzak bulunan kimse demektir. “ ‘Âbiri sebîl” de “geçici yolcu” demektir ki, bu da “garip” mânâsını ifade eder. Şu fark ile ki “âbiri sebîl” “tam anlamıyla kimsesiz” demek oluyor. Hz. Peygamber’in Abdullah b.Ömer’e dünyada bir garip, bir kimsesiz yolcu yaşamı yaşamasını vasiyet etmekle: dünyaya ve insanlara çok bağlanıp onlarla iç içe olmamasını emretmiş oluyor. Gurbet diyarında yaşayan ve hiçdurup dinlenmeden (o beldeden/şehirden) gelip geçen bir yolcunun, tanımadığı bir muhitteki kimselere karşı ne hasedi, ne düşmanlığı, ne münafıklığı, ne tartışması ne de benzer ahlâki bir yanlışlığı olur. Bütün bu (kalbî) fazîhaların (çirkinliklerin/edepsizliklerin) sebebi, halkla bir arada olmaktandır. İşte, halkla bir arada bulunmanın, medeni yaşamın gerektirdiği sınırları geçmemesi vasiyet buyurulmuş oluyor.”(XII/357)

MEKKE’NİN BANKERLERİ VE VEDÂ HACC’INDA FÂİZ-KARŞITI SÖYLEM (HZ. PEYGAMBER’İN VEFATINDAN ALTMIŞ GÜN ÖNCE) (BANKERS OF MECCA AND ANTI-INTEREST DISCOURSE IN THE FAREWELL SERMON (SIXTY DAYS AGO FROM THE PROPHET’S DEATH).

“Ashâbım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin. Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat borcunuzun aslını ödemeniz gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle artıkfâizcilik yasaktır. Câhiliye’den (İslâm öncesi dönemden) kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’ın fâizidir.” Kâmil Miras burada şu güzel notu düşüyor: “Câhiliye zamanında Kureyş (Mekke) zenginleri birer banker idiler. Her birinin kendisine özgü fâiz sistemi vardı. Bu sistem genelde bir-iki sene içinde anapara derecesine yükselen ağır şartları içeriyordu. Bu fâiz evlerinden birisi de Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın evi idi. Ne büyük insaf ve adalettir ki, Hz.

162

Page 163: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Peygamber koyduğu yasağı en önce kendi akrabaları üzerinde tatbik ediyordu.”(X/397)

TOPRAK REFORMU VE KOMÜNİZM NEDEN İŞLEMEDİ, AFGANİSTAN’DA. (WHY AFGHANS REJECTED THE LANDS: CHARACTERISTICS OF ISLAMIC ECONOMICS).

“Biz başkalarına ait toprağı kabul edemeyiz” deyip, reddetmişlerdi, Afgan hükümetinin kendilerine vermek istediği toprakları, Afganlı köylüler. Komünist Rus uzmanlar, uzun yıllar Afganistan hükümetine danışmanlık vermelerine ve Afgan hükümetlerinin de onların istekleri doğrultusunda kanunlar çıkarmalarına rağmen, sosyalizm ve komünizm tohumları hiç yeşeremedi Afganistan’da. İslâmî inanç, çok kolaylıkla bu ithaldüşünce sistemlerini daha doğuş aşamasında çürüterek tarihe gömdü. Curtin Winsor bunu şu çarpıcı cümlelerle ifade ediyordu:“During the Russian Revolution and following the Bolshevik coupof November 1917, the desperately poor and largely illiterate Russian peasants wanted the land of the gentry above all. The Communist officials in Kabul believed (after the communist coup of April 27, 1978) that the confiscation and redistribution by them of larger landholdings among the landless villagers and tribespeople of Afghanistan would win their support for the regime. However, the Afghans, whose traditions and religious beliefs promoted respect for property rights, refused to accept land that rightfully belonged to others. Thus, in a society that identified itself with tradition, religion, and tribal identity, the Communist regime in Kabul soon provoked the rural sector of the country with itshasty attempts to implement its programs. Thus were planted theseeds of Afghanistan’s civil war. The rebellion itself began atHerat, on March 5, 1979. Angry villagers and tribesmen marched to this regional town to protest abuses and reforms...”(Winsor,1988, 52-80)

MEDİNE’DE TİCARİ HAYAT: MÜSLÜMANLAR GELMEDEN ÖNCE (BUSINESS LIFE IN MADINA, BEFORE MUSLIMS’ COMING).

“Medine Yahudileri, Benî Nadîr, Benî Qurayzâ ve Benî Qaynuqa: bunlar kısmen Medine’nin içinde, kısmen de dışında ikamet

163

Page 164: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ederlerdi. Medine’nin bütün sanat ve ticaretini ekim ve dikim işlerini ellerine almışlardı.”(X/164) “Benî Nadîr, Medîne’deki Yahûdî akvâmından (toplumlarından) birisidir. Medine’de Yahûdîler üç kısımdı: Qaynuqa‘, Nadîr, Qurayzâ. Bunların hepsi Medine’nin kısmen içinde, kısmen de Hudeybiye çevresinde ikametederlerdi. Ticâretle, harâsetle (çiftçilikle), sanatla uğraştıklarından, hepsi de ashâb-ı servetten (zenginlerden) idiler. Medine’nin iktisâdî hâkimiyeti bunların elinde idi. Hz.Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde bunları nezaketle idare ederek, bunların dini hürriyetlerini kabul, mal ve canlarının masûniyetini (dokunulmazlıklarını) sağlamış ve bunlarla karşılıklı anlaşma yapmıştır.”(VII/155)

Mustafa Küçükosmanoğlu’nun Hz. Muhammed Zamanında Zanaatlar başlıklı çalışmasındakonu ile ayrıntılı bilgiler mevcuttur: “(İran’ın körfezdeki liman kenti) Siraf’da gemicilik ve terazi imalatı vardı. (O zamanlar bir köy olan) Katar’da, (Medine’nin kuzeyindeki) Fedek’te ve (güney batıda, Yemen’e yakın) Necran’da da dokumacılık meşhurdu. Kumaşlar safran, vers ve zaferan ile boyanırdı. Arabistan sıcak olduğundan, Mısır ve Şam’ın beyaz veince kumaşları ithal edilirdi. Yine buralardan hubûbât ve zeytinyağı ile kereste, silah, altın ve süs eşyaları da getirilmekteydi. Yemen’in “bürde” (denilen) giysisi, Aden’in Adenî denilen sarık ve dokumaları, ipek elbiseler, Suhar’ın Suharî dokumaları, Seuk’deki Sehuliye denilen dokumalar ve kumaşlar gibi. Ayrıca demircilik ve dericilik de, dokumacılık gibi, Yemen’in özelliği idi. Taif’in derileri ise, Hicaz’da ünlü idi. Hicaz bölgesinde demircilikle uğraşan pek çok kimse vardı. Bunlar kılıç, mızrak, zırh, ok, miğfer gibi harp silah ve malzemeleri de yaparlardı. Belat, Medine, Necd, Necran, Yemen, Selûk, Kale ve Bahreyn bölgesinde yapılan bu silahlar dışında, ihtiyaca yetmeyen başka silahlar da çevre ülkelerden ithal edilirdi. Arabistan’da kuyumculuk gelişmişti. Qaynuqa Yahûdîleri bu konuda şöhret yapmışlardı. Altın diş ve (savaşlarda kesilen burun yerine) altın burun yapımı gerçekleştirirlerdi. Altın madeni yetersiz olduğundan, altın tozu Afrika’dan ithal ediliyordu. Su yetersizliğinden ziraat ilkel metotlarla ve güçlükle yapılmakta idi. Buna rağmen ağaçlarda aşılama, hurmalarda tozlaştırma, develerde de suni döllenme yapılıyordu. Tıp alanında en gelişmiş metot, dağlamak ve kan aldırmak suretiyle tedavi idi. Bu işi yapan, kabile

164

Page 165: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kabile dolaşarak (muhtemelen az bir ücret karşılığı) bununla geçinen insanlar vardı. Profesyonel berberler vardı. (Hz. Peygamber’in daha sonra yasaklayacağı) Takma saç kullanılmakta ve güzellik malzemeleri ithal edilmekte idi. Arapların evleri basit yapılırdı. Yemen’de çok katlı evler yapılıyordu. (Medine’de en çok iki katlı evler yapılırdı). İnşaat malzemesi olarak kerpiç, taş, tuğla, künk ve kireç kullanılıyordu. Arabistan’da genelde maden yetersizliği vardı. O nedenle çeşitli madeni kaplar ve silahlar ithal ediliyordu. (Daha çok toprak kaplar, deriden tulumlar ve ahşaptan fıçılar yerli imalat olarak tercih ediliyordu.) Bedevîler ip eğirmek, çuval dikmek, çadır bezi dokumak, tereyağ, peynir, yoğurt kurusu (keş) gibi hayvan ürünleri yapımı ve pazarlaması ile meşgul olurlardı...”(Küçükosmanoğlu 1989)

BARIŞ: MUTLAK GEREKLİ İŞ HAYATI İÇİN (PEACE FOR TRADING (IS NECESSARY) : BUSINESS LIFE BEFORE ISLAM).

“Hz. Peygamber (Mina’daki) bu nutkunda (konuşmasında) , önce ayve yıl hesabından bahsetmesi, bunun o devirde can, mal, namus dokunulmazlığı adına çok önemli olmasındandır. Şöyle ki, Araplar eski zamandan beri hadiste bildirilen dört aya hürmet edegelmişler ve bu aylarda harp etmeyi, kan dökmeyi haram kılmışlardı. Hac da bu aylar içinde yapılırdı. ‘Ukâz, Zu’l-Mecâz, Mecenne gibi panayırlar hep bu sakin ve güvenli aylarda kurulurdu. Daha sonraları ise savaş ve çapulculuk gayesiyle, bazen bu haram ayların yerleri değitirildi, bazen de on iki ay,on üç aya çıkarıldı. Bu anarşiye de son vermek için, Hz. Peygamber bu hutbesinde, bir yılın on iki ay olduğunu vurgulayarak, haram ayları da isimleriyle (tekrar) belirlemiştir. Sonra mal, can, şeref ve itibar dokunulmazlıklarının önemini göz önünde tutarak, bu çok mühim kuralları en sade düşüncelerle ifade edip, herkesin anlayabilmesi için de, soru-cevap şeklinde güzel bir uslup ile ifade buyurmuşlardır. (Zaten) Bu konuşmasından bir gün evvel de, Hz. Peygamber, Arafat hutbesinde, Arapların (o ana kadarki (İslâm öncesi) dînî, medenî, iktisâdî bütün adetlerini büyük bir tarrâka (gümbürtü) ile yıkmış ve çiğnemiş olduğundan..”(X/404-405)

165

Page 166: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Peygamber buyurdu ki: “..(kıyametten evvel ortaya çıkacak)alametlerini sana haber vereyim:..(kim oldukları belirsiz) deveçobanları, (yüksek) bina kurmakta birbirleriyle yarışa kalkarlarsa..” Fukarây-ı nâsın (insanların yoksullarının) servet ve sâmâna (zenginliğe) destres (zenginlik) olacağına işarettir ki, bâdiyenişîn (çölde oturan) Müslümanların bir çeyrek yüzyıl geçmeden, Rûm (Bizans) ve Acem (İran) İmparatorluklarına galip gelerek birdenbire hatır ve hayale gelmez büyük servetlere mirasçı olmaları ile, Hz. Peygamber’in haber verdiği bu durum gerçekleşmiştir. Kıyamet alametleri denilenlerin esasında kötü şeyler olduğunu ifade eden alimlere göre ise, servet ve sâmânın zamanın ilerlemesiyle, değersiz ve sefil insanların eline geçeceğine işarettir.”(I/58) (Hadislerde bildirilen büyük kıyamet yani evrenin sonu olabileceği gibi, küçük kıyamet yani her hangi bir toplumun/devletin sonu da olabilir. O zaman çökme durumuna giren toplumlarda/devletlerde, servetin ahlâksız insanların eline geçmesi genel bir toplumsal/ssyolojik kanuna işarettir ki, bu toplumlar mutlaka çöker. Tarih boyunca da öyle olmuştur.2001 krizinden evvel Türkiye’de büyük miktarda servetin bir grup medya-banka-mafya-siyasetçinin eline geçmesi sonucu büyük çöküntü yaşanmıştı. O çöküşte milyonlarca insan işini kaybetmiş, insanlar şehirlerden köylere geri dönmüştü. Bunun daha büyük bir felaket olarak ortaya çıkışını da 2003’den itibaren önce Irak’ta, 2011’den itibaren de Suriye’de görüldü. Bu iki ülkede de, servet belli ellerde (alçak, zalim bir zümrenin elinde) toplanmıştı. Hadisin izahı ile ilgili ikinci bir konu da, Müslümanların zenginleşmesinin sadece fetihlerle ilgili olup/olmadığıdır. İspanya ve Portekiz’in 15. mîlâdî yüzyılın sonundan itibaren Güney Amerika başta olmak üzere Afrika, Güney Asya’dan çeşitli sahil kentleri ve doğuya doğru ilerlemelerini sürdürerek Filipinler ismini verdikleri adalara kadar dünyanın pek çok yerini ellerine geçirip talan etmelerinerağmen, bu iki ülke bunun avantajından yararlanamamışlardır. Yani sadece yeni yerlerin fethi, zenginlik için yeterli bir sebep değildir. Müslümanlar hicretin ilk asrında fethettikleri bölgelerde adil bir ticârî ve yargı sistemi kurmuşlar, Kufe gibi, Basra, Vesît (Kût), Bağdat gibi yeni şehirler kurmuşlardır. Irak ve İran’dan Orta-Asya’ya kadar kısa zamanda,o zaman bile nüfusları bir milyonu aşan metropoller oluşturmuşlardır. Esasen Cuma namazının sadece şehirlerde kılınma şartı, İslâm’ı hızla “şehirlerin dîni” haline getirmiş,

166

Page 167: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

dünya tarihinde ilk defa yoğun nüfuslu birçok şehir Orta-Doğu ve Orta-Asya’da ortaya çıkmış ve bu şehirleşme ve şehirler arasında güvenli ulaşım, kuvvetli/geliri bol ve kârlı bir ekonomik hayatı doğurmuştur. Faizin yasak oluşu da, bütün paranın ticaret ve ziraate akışını sağlamış, İslâmî topraklardaüretim çok büyük oranda artarak, ihracat ve ithalatın çok büyükboyutlara ulşatığı bir dünya ekonomisi oluşturulmuştur. i.y.)

HASET YOK, AMA ÇALIŞIN (NO JEALOUS BUT HARD WORKING).

“Buhârî Temenni-i Mekrûh başlığıyla açtığı bir bâbında (konuda)günaha girmeye sebep olan temennînin mekruh olduğuna işaret etmiştir. Günaha sebep olan temennînin de “haset, kin ve düşmanlığa sebep olan temennî” olduğu, bu başlığından anlaşılmaktadır. Buhârî burada Nisâ sûresinin 32. âyetini not ediyor ki meâli şöyledir: “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayan şeyleri) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleirvardır, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. (Çalışınız da) Allah’ın (ihsan ve cömertliğinden) lütfunu isteyiniz (Başkalarının kazandıklarına göz dikmeyiniz). Şüphesiz Allah (bütün temennîlerinizi) çok iyi biliyor.”(Buhârî, Kitâbu’t-Temennî)”(XII/368)

TEMBELLİKTEN KAÇINMA (AVOID FROM LAZYNESS). “Hz Peygamber zaman zaman “Ey Allahım! Tenbellikten Sana sığınırım”derdi “Allahumme innî e‘ûzu bike mine’l-keseli” (Buhârî, Kitâbu’d-Da‘avât)” (XII/347)

KÖŞKTE YAŞAM VE İBADETE DEVAM (CONSUMPTION (TO LIVE IN LUXURY FLATS). “Buhârî metninde Hz. Enes’le ilgili şöyle bir not vardır: “Biz Basra ahâlîsinden birkaç kişi bir araya toplanarak Enes b. Mâlik’i ziyarete gittik. Bizimle beraber Sâbit Bunânî (41-127 H./ 661-744 M.) de gelmişti..Hz. Enes, Basra’ya bir-iki fersah uzaklıktaki Râviye mevkîsindeki köşkünde ikamet ediyordu.Vardığımızda Hz. Enes kuşluk namazını kılıyordu.”(XII/426)

TURİZM (TOURISM). “Abdullah b. Mes‘ûd anlatmıştı: “Hz. Peygamber’le birlikte (birgün) Medine harabelerinde yürüyorduk.

167

Page 168: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Allah’ın Elçisi) Hurma dalından bir değneğe dayanıyordu.”(Buhârî, Kitâbu’l-‘İlm)”(I/125)

İSLAM İKTİSAT FELSEFESİ (PHILOSOPHY OF ISLAMIC ECONOMICS).

“Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Âdem-oğlunun iki vâdî dolusumalı olsa, bir üçüncüsünü ister. Âdem-oğlunun (hırs dolu) gönlünü, topraktan başka bir şey dolduramaz. Şu kadar ki, (ihtiraslarından nefret edip) tevbe eden kişinin tevbesini, Allah kabul eder.” Bu hadisi Buhârî “Mal Fitnesinden Sakınılması” başlığı altındaki bir bölümünde nakletmiştir. Birçok vesîlelerle yukarıda izah etmiştik ki, İslâm dîni insanlara mal kazanmayı ve (ilerideki bir) ihtiyaç zamanı için mal iddihârını (biriktirmeyi) yasaklamış değildir. (Hatta bunu)Teşvik de etmiştir. Zenginliğin de, fakirliğin de, hal ve duruma göre, iyi yönleri de vardır, fena tarafları da vardır. Zenginliğin bir fena tarafı, bu hadiste bildirildiği üzere, ihtiras derecesinde insanlık erdemine engel olan çeşididir. Nasıl ki bu bölümün Buhârî’deki birinci hadisinde, ihtiras sahibi bu kişiler kınanarak: “Altın, gümüş, para ve kadife ve hamîsa denilen güzel elbiselerin kulu olan kişiler sürünsün, kahrolsun! Böyle menfaat düşkünleri kâr ederlerse memnun olurlar, zarar ederlerse Allah’ın hüküm ve takdirine kızar, isyan ederler” buyrulmuştur. Bu hadisteki “altın(ın), gümüş(ün) ve güzel elbise(nin) kulu” ifadesi ile, bu servet ve ihtişama âzâd kabul etmez bir köle gibi bağlanan ve hayır yapmaktan ve toplumsal yardımlardan uzaklaşan ihtiras sahiplerinin durumu tablolaştırılmıştır. Tevbe sûresinin 58. âyetinde: “Sadakalardan (zekâtlardan) onlara da bir pay verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.” buyrulmuştur.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstîzân) (XII/183)

İKTİSAT FELSEFESİ (ECON PHILOSOPHY).

“Hz. Peygamber: “Ey Allahım! Muhammed âilesine yetecek kadar rızık ver” diye dua etmiştir. Gerek bu, gerekse bundan önceki hadisleri Buhârî: “Hz. Peygamber’in ve Sahâbîlerinin Geçimlerindeki Ferâgatlarına ve Dünyevîlik Anlayışından Uzak Çok Sade Hayatları” ile ilgili bir alt başlığı altında nakletmiştir. Sade bir hayat ve masrafsız, masrafın en

168

Page 169: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

aza indirldiği bir hayat: Hz. Peygamber’in döşeğinin dışı(kabı) kendi (muhtemelen) kestiği hayvanın derisinden, döşeğinin içi de bedava olan hurma liflerinden doldurulmuştu: “Hz. Âişe der ki: Hz. Peygamber’in döşeği(nin dışı) sahtiyandan(deriden), idi. İçi de hurma lifi ile doldurulmuş idi.”(XII/190) (Tek tek fertler, sonuçta bu şekilde sade davranırlarsa, o zaman “büyüme” ulaşılması idealleştirilen bir hedef olmaktan çıkacaktır. O zaman “Büyüme değil de Küçülme” hedef olarak alınabilecek midir/alınabilir mi? Ülkeyi savunma için yapılacak harcamalar dışında, her fert ve her aile, daha az masraf ve daha az ile yetinme ve sahip oldukları eşyaları/giysileri.. mümkün olduğu kadar uzun yıllar kullanmayıhedeflerlerse, o toplumda “küçülme” ister istemez gündeme gelirmi?

PHILOSOPHY OF ISLAMIC ECON. “Hz. Peygamber şöyle buyurur:“(Ashâbım!) Sizden biriniz yaratılış, mal (evlat..) konusunda kendisinden üstün olan kimselere baktığı zaman (kederlenmesin!). Hemen kendisinden aşağı(halli)lere baksın.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstîzân) (XII/195) TOPLUMUN BOZULMASI (WICKED BUSINESSMEN). “Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) demiştir ki:“Ben öyle bir zamanda yaşadım ki, o devirde kiminle alışveriş yapacağım diye tasalanmazdım. Çünkü iş yaptığım insan Müslümansa, onu İslâm dîni (bana ihanet etmekten) engellerdi. Eğer Hıristiyan ise, onu bulunduğu yerin valisi hıyanetten engellerdi. (Bu şekilde o devirde, genel bir emniyet vardı). Bugün ise ben filan ve falandan başka (hiç) kimse ile alışverişedemez oldum.” Hadiste, İslâm’ın nuru, doğduğu ve yaşadığı müddetçe ışığını saçtığı yerlerde Müslüman olsun olmasın bütü fertler arasında genel bir emniyet ve itimat yerleştirip, o apaçık nûrun sönmesiyle, bütün gönülleri genel bir emniyetsizlik karanlığının kaplayışının tablosu çizilmiştir.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstîzân) (XII/198) GÖSTERİŞ İÇİN YARDIM YAPMAYIN (NO CHARITY FOR SHOW OFF/DEMONSRATION). “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Her kim (işlediği bir iyiliği, ikbal için) halka duyurursa, Allah onun (gizli işlerini, halka) duyurur. Her kim de (işlediği iyiliği) gösterirse, Allah da onun gösterişçiliğini, insanlara gösterir (belli olur, er-geç gösteriş için yaptığı).”(Buhârî, Kitâbu’l-İstîzân)” (XII/201) WARNING FOR THE RICHNESS AND CHARITY. “Ebû Zerr-i Gıfârî anlatır: Bir gün Hz. Peygamber’in yanına vardım. O sırada Hz. Peygamber Ka‘be’nin gölgesinde:

169

Page 170: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Kâ‘be’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, şüphesiz onlar çok kayıptadırlar, Kâ‘be’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, şüphesiz onlar çok kayıptadırlar” buyuruyordu. Ben (kendi kendime): “Durumum nedir ki (acaba Hz. Peygamber bende bir ıuygunsuz hal mi gördü?” diyordum. Ve: “Ey Allah’ın Elçisi! Babam ve anam sana feda olsun, bu kaybedenler kimlerdir” dedim. Hz. Peygamber: “Mal yönünden çok olanlar (zenginler). Fakat şöyle (önündeki) şöyle (sağındaki), şöyle (solundaki) yoksullara dağıtanlar müstesnâ” buyurdu.(Buhârî, Kitâbu’l-Eymân)”(XII/235)

“Hz. Peygamber buyurdu ki: “..yine kıyamet kopmayacaktır, aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça ki o kadar çoğalacak ki, mal sahibi malının zekâtını kim kabul edecek? diye endişelenecek. Hatta mal (servet) sahibi bazı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekâtı vermek istediği kişi: “benim ihtiyacım yok” diyecek. Yine (kıyamet kopmayacaktır ki) halk yüksek kâşâneler (villalar) yapmak yarışına çıkmadıkça.” Hadislerdeki mal çokluğunu gelince, Endülüslü hadis âlimi Qurtubî (578-656 H./ 1182-1258 M.), Tezkira fî Zikri’l-Mevtâ ve Ahvâli’l- Âhirati adlı çalışmasında: “bu alâmet henüz gerçekleşmedi, ileride gerçekleşecektir” demiştir. Buhârî’nin en meşhur şerhi olan Fethu’l-Bârî’yi yazan İbn Hacer ise (773-852 H./ 1372-1449 M.), hadis metnindeki “fîküm” “sizin aranızda” ifadesinden, Hz.Peygamber’in sahâbîlerine: “aranızda mal çoğalacak” demiştir vebu mal çokluğu sahâbiler döneminde gerçekleşmiştir. Önce Hz. Ömer zamanında İran’ın baştanbaşa fethedilmesi üzerine, tarihî İran İmparatorluğu’nun hazinesi İslâm mücahitlerinin eline geçmişti. Hz. Osman zamanında ve onu takip eden devirlerde, Bizans üzerine yapılan akınlarda kazanılan zaferler sonucu da, hesapsız ganimetler sağlandı. Nakledildiğine göre Ömer b. Abdülaziz zamanında ganimet malları adaletle dağıtılarak, bütünhalk kesimleri zenginleşmiş ve gerçekten zekât verilecek kimse bulunamaz olmuştur. Zekât verilecek kimsenin: “ihtiyacım yok” demesi de, hadis şârihi bilginlerin açıklamalarına göre, Hz. Îsâ’nın iniş zamanına veya herkesin haşr ile meşgul olduğu (kıyametin kopuş anı) zamana tesadüf etme ihtimali vardır.”(Buhârî, Kitâbu’l-Fiten)”(XII/306-307-311)

DÜNYA TARİHİNDE SANAYİLEŞME (INDUSTRY IN WORLD HISTORY).

170

Page 171: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Gildânîlerin merkezi olan Bâbil şehrinin çok gelişmiş bir kentolduğu ve muazzam ve çok orijinal binalarla dolu olduğu hakkındaki târihî nakillere göre, bu toplumun mîmârî sanatlarında ve diğer sanayi dallarında çok ileri, gittikleri anlaşılmaktadır.”(VIII/226)

PROF. MEHMET S. AYDIN’IN İSLÂM İKTİSADI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ (OPINIONS OF MEHMET AYDIN ON ISLAMIC ECONOMICS. ECONOMICS AND POLITICS ASPECTS OF ISLAM.

“Madalyonun öbür yanını da görmemiz gerekir. İslâm gibi bir dînin, hayatın her yanıyla ilgili işaretleri, sözleri, ilkelerivardır. Bunların bir kısmı tarihin içinde duygu olmuş, teoloji olmuş, felsefe olmuş, siyaset olmuş, kural ve kanun olmuştur. Bu dînin, ferdî hayatımız kadar, sosyal (toplumsal) hayatımızla, yani terbiyevî, iktisâdî ve siyâsî hayatımızla ilgili söyledikleri vardır. Dînini ciddiye alan her Müslüman, ister eğitimci, ister iktisatçı, ister siyasetçi olsun, Müslüman kelimesinin tanımı gereği, bu söylenenleri yüreğinde ve zihninde taşımak durumundadır.”(Gündem, 1999, 207) “Batı Medeniyeti’nde zayıf olan boyut, insanın kendi kendisini de (egosunu da) sorgulaması, yani nefis muhasebesi. İnsanın kendisine soru yöneltmesi çok daha fazla önemlidir, tabiata soru yöneltmesinden, eşyaya soru yöneltmesinden.”(a.g.e. 82) “Bilgi, her gün çoğalan bir seyir izliyor. Bir defa dînden her alanın çıkaracakları vardır. Bu bizde pek gerçekleştirilebilen bir durum değildir...Din ve bilimi aynı kulvarda ele almadığımız için, dînin getirdiklerinden de, bilginin sunduklarından da yeterince faydalanamadık. Kendimizi anlamlı kılacak bütünlükleri oluşturmada pek mahir olamadık. İkincisi, siyasetçi önemli ölçüde dinle ilgileniyor; ama İslâm dîninin siyasetle ilgili ne mevcut birikimini biliyor, ne tarihini biliyor, ne de İslâmiyetle ilgili yeni yorumlardan haberdar. Ekonomi için, insan tabiatı için, psikolojisi için de benzer şeyler söylenebilir. Pek çok bilim adamı, bu gün İslâm dîninin bir tarafından tutuyor. Modern hayatın, modern epistemik dünyanın bir özelliği bu; herkes kendi penceresinden bakıyor, parçadan bütüne varmaya çalışıyor. Yaşayanlar açısından bakıldığında da dîn toptan yaşanır. Dîn, bir gün

171

Page 172: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

psikolojik, bir gün sosyolojik, bir gün başka bir boyutta yaşanmaz. O boyutların hepsi, bir bütün oluşturur ve bu yaşamanın da kendiliğinden kognitif (idrâk isteyen/anlaşılma isteyen) bir yanı vardır. Yaşama, bir yönüyleduygusaldır, ama bir yönüyle de düşünseldir, bilimseldir. Dolayısıyla, dîn parça parça algılanarak hayata geldiğinde, birdizi problemlerin ortaya çıkmasına sebep oluyor.”(a.g.e., 27)

“Kur’an, bir ekonomi kitabı değildir. Ancak orada ekonomik hayatla, öteki hayat alanları arasında açık bağlar kurulmuş, üretim ve tüketimin ahlak ilkelerine göre cereyan etmesi emredilmiştir. Emek ve çalışma ibadet çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmiş, dünyanın ıslah ve îmârı mümine görev olarak verilmiştir. Helâl, haram, sosyal adalet vs. ilkelerine riayet şartıyla, iktisâdî faaliyette kısıtlamaya gidilmemiş, “kazanan,Allah’ın sevdiği kişi olur” “el-kêsibu habîbullâh” inancı esas alınmıştır. Yoksulluğu övme, dünyayı hor görme, ıslah ve îmardageri kalma vs. anlayışlarının, Kurân’la bağdaşması mümkün değildir. İslâm’ın insandan istediği, Hz. Peygamber’in de işaret buyurduğu gibi, “alan el değil, veren el” durumunda olması, mümine yaraşır bir “izzet” ile yaşamasıdır.”

İSLÂM ÖNCESİ İKTİSADÎ YAŞAM VE İKTİSAT (ECONOMIC LIFE AND ECONOMICS IN THE PRE-ISLAMIC YEARS).

Mehmet Aydın bu konularda da şunları söylüyor: “İslâm, iktisâdîve ticârî hayatın, o günün şartlarına göre oldukça faal olduğu,fakat bu arada da sosyal yapıdaki tevhîdin alabildiğince bozulduğu, sömürünün yaygınlaştığı, özellikle yoksul kesimlerinacı ve sefalet çektiği bir toplum sahnesine çıktı. Kurân’ın özellilkle ilk inen âyetleri bu durumu tablosunu çizen ve eleştiren ve düzeltmeyi amaçlayan işaret ve hükümlerle doludur. Söz konusu toplumda pek çok şeyin yapılabilmesi ve düzeltilebilmesi, iktisâdî hayatın (yeniden) düzenlenmesine bağlıydı. Bu da, kendi sırasında bir zemin temizliğini gerekli kılıyor, başka bir deyişle, ekonomik hayatta bazı anlayışlara hayır diyerek, işe koyulmak gerekiyordu.”

“Dünya kötü olamaz. Dünya, Allah’ın “fadl” ve “nimeti” ile doludur.(Bkz. Kurân: 30:46; 62: 10; 73:20) Bunlar, Yüce Kudret’in varlık, ilim, kudret, rahmet ve benzeri sıfatlarının birer “âyetleri” (âyât), yani işaretleridir. Onları anlamsız,

172

Page 173: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kötü, değersiz görmek, eğer bilinçli olarak yapılırsa, ciddî teolojik problemlerin doğmasına sebep olur. Dünya ancak sırf kendi başına düşünüldüğü, ilâhî varlık ve “öteki” dünya ile bağlantısız şekilde ele alındığı takdirde “denî” (alçak ve değersiz) olur. İnsan, kendisine musahhar kılınan (meşrû‘ istifadesine sunulan) dünya nimetlerinden yararlanabilmek için“buradaki nasibini unutmamalı” Allah’ın “fadl”ını elde edebilmek için, yeyüzünde koşuşturmalıdır (Kurân, 62: 10; 73: 20) İnsanın fıtratında tatmin edilmesi gereken mal, mülk, evlat vs. arzusu –ve bu arzuların doğurduğu ihtiyaçlar- vardır(4:128; 17: 100; 3: 14-15). O halde, dünya karşısında olumsuz bir tavır takınmak, insan doğasına ters düşer. Dînin istediği, arzuların yok edilmesi değil, onların insanın doğasına ve nihâî gayesine yaraşır bir sıra düzenine girmesi ve terbiye edilmesidir (3: 14 ; 100:8).(Gündem, 1999, 26-27; 223-227)

(Yakın zamanlara kadar Türkiye’nin pek çok yerindeki dükkanlarda işyerlerinde “el-kêsibu habîbullâh” “(rızkını (alınteriyle) kazanan Allah’ın sevdiği(kişi)dir” levhası asılı idi, kasaba ve şehir merkezlerinde. i.y.)

ÂİLE VAKIFLARI: FARKLI BİR SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI (ANOTHER KIND OF SOCIAL SECURITY INSTITUTIONS: FAMILY FOUNDATIONS).

Kamil Miras, bu konuda da yararlı bilgiler veriyor: “Zübeyr b.Avvâm da evini vakfetmiş, ve şunları şart koşmuştu: “Bu evimi kızlarım arasından mutallaqa (boşanmış) bulunan kızımın oturmasına tahsis ettim. Kızımın bu eve zarar vermeyerek, kendisi de bu ev ile zararlanmayarak oturması şarttır. İleride kızım kocasıyla anlaşır da bu eve ihtiyacı kalmazsa, bu evden yararlanma hakkı olmayacaktır.” demiştir. Abdullah b. Ömer de, Hz. Ömer’den kendisine kalan mirası, evlat ve torunlarından meskene ihtiyacı olanların ikametine hizmet etmek üzere ve satılmamak, hibe edilmemek üzere vakfetmiştir. Birçok vakfiyelerde görülen bu(na benzer) şartları fukahâ (İslâm

173

Page 174: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

hukukçuları), yukarıdaki iki örnekte (ve benzerlerinde) görülenhaberlerden çıkarmışlardır. Endülüslü Buhârî Şârihi İbn Battâl (Qurtubî) (vefatı: 449 H./ 1057 M.): “bu şekilde bir vakıf yapan kişi, vakfettiği malın gelirinden/yararından kendisi içinveya mirasçıları için istifade etmeyi şart koşarsa, bunda bir sakınca yoktur. Bu konuda bilginler arasında, buna aykırı bir görüş belirten de olmamıştır.” demiştir”(VIII/238)

ATI SATIN ALDI HZ.PEYGAMBER AMA…ÇARŞIDA/PAZAR YERİNDE(THE PROPHET BOUGHT THE HORSE BUT…THE PROPHET IN THE MARKET AND MARKET IN THE PERIOD OF THE PROPHET).

“Bir defasında Hz. Peygamber, çölden bir kişi olan Sevâ b. Qays’dan bir at satın aldıktan sonra, “gel de bedelini vereyim”diyerek, yürümüştü. Hz. Peygamber giderken, Sevâ daha fazla veren bir müşteri bulurum ümidiyle olsa gerek ki, Hz. Peygamber’i takip etmeyip, oyalandı ve aradığını da buldu. Pazar yerinde bulunan başka birisi, Hz. Peygamber’in pazarlık yapıp satışı bitirdiğinden haberi olmadığından, daha fazla verip atı satın almıştı. Hz. Peygamber’i parayı getirdiğinde, Sevâ: “Ben sana satmadım!” diyerek, alışverişi inkâr etti ve “sattımsa, şâhit göster” dedi. Bu sırada oraya gelen Huzeyfe, Hz. Peyagmber’in aldığına dair tanıklık yaparak..”(İbn Sa‘d’ın Tabaqât’ından, IV/90-91 ve Üsdü’l- Gâbe’den)(VIII/275)

SÜRÜNSÜN, KAHROLSUN ALTININ KÖLESİ OLANLAR.

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Altın, gümüş ve (güzel) elbisenin) kulu nkölesi olan kimseler sürünsün, kahrolsun! (Böyle menfaat düşkünü) kişiye (Allah tarafından) nimet verilirse memnun olur, verilmezse (Allah’ın takdîrine) kızar; (böyle menfaat düşkünü) sürünsün, hüsrana yuvarlansın! Vücudunadiken batsın da cımbızla çıkaran bulunmasın”(Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd)”(VIII/324)

BİR YILLIK YİYECEĞİ KİLERE KOYMAK, GÜNAH DEĞİL (STORE STOCK IN THE PERIOD OF THE PROPHET: LIVELIHOOD OF THE PROPHET. DEFENSE BUDGET).

174

Page 175: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Ömer şu bilgiyi vermişti: Benî Nadîr malları, Allah Teâlâ’nın, Peygamberi’ne fey olarak tahsis ettiği şeylerdendiryoksa Müslümanların at sürerek, deveye binerek (savaşa girerek), kazandığı ganimetlerden değildir. Bu nedenle, Benî Nadîr malları, Hz. Peygamber’indi. Hz. Peygamber, âilesinin birsenelik geçimini buradan sağlardı. Buradan artan geliri de, Allah yolunda savaş hazırlığı olarak silaha ve ata sarf edilmeküzere verirdi.”(Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd)(VIII/332)

TO STORE FOR ONE YEAR’S SUSTENANCE OF FAMILY. TO LEAVE A REVENUE FOR FAMILY MEMBERS.

“Peygamberimiz bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını ayırdıktan sonra, geriye kalandan işçinin ücretini ayırır, gerikalanı da vakıf yaparak, Müslümanların cihat gibi işlerine sarfederdi.”(VIII/431) “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “(Vefatımda) Mirasçılarım ne bir dînar (altın), ne de bir dirhem (gümüş) paylaşmaz. Bıraktığım şey (ki, hurmalıklardır. Bunun) hanımlarımın nafakasından, işçimin ücretinden geri kalanı, vakıftır.” Hz. Peyganber’in hanımları, (Kurân’ın koyduğu hüküm ile) Müslümanların anneleri olduğundan, onların Hz. Peygamber’in vefatından sonra, başka birileriyle evlenmeleri ebediyen haram olduğundan, kendilerine (bakacak hiçkimse olmadığından) böyle bir nafaka takdir olunmuştur. (Hz. Peygamber’in sağlığında) Oturdukları hücreler de (odalar da), kendilerine mesken olarak, (vefat edinceye dek), tahsis edilmiştir.”(VIII/235)

GÜVENLİK ÇOK ÖNEMLİDİR, İŞ HAYATI İÇİN (SECURITY IS VERY IMPORTANT FOR MARKET. ECONOMIC LIFE IN ARABIAN PENINSULA, BEFORE ISLAM.

“Bu yasak aylarda (Muharem, Receb, Zilqa‘de, Zi’l-hicce) mal vecan dokunulmazlığı, savaş ve öldürme yasaklığı bulunduğuna güvenerek, işadamları ticâret mallarını yanlarına alarak, Ukâz,Zu’l-Mecâz, Mecenne gibi meşhur panayırlara gitmek üzere yola çıktıkları sırada, çapulcular tarafından meselâ Receb’in haramlığının Şaban’a nakledildiği ilan edilerek, Receb ayında yağma helal sayılırdı. Kurân dilinde buna “nesî” denilmiştir. (Kurân müşriklerin bu davranışını çok ağır bir dille kınamış ve“nesî”nin (haram ayların bu şekilde yerini değiştirmenin) “ileri derecede bir kâfirlik olduğu”nu vurgulamıştır (Tevbe

175

Page 176: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

sûresi, 37. âyet, 9: 37) (Bu âyet ve âyetteki bu ağır ifade, İslâm’ın ticârî hayatın/iş hayatının güvenliğine ne kadar önem verdiğini göstermektedir. i.y.) “Peyagmberimiz Vedâ‘ Haccı’nda Arafat dağında yaptığı târihî konuşmanın bir cümlesinde: “yıl ve ay hesabı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı zamanki ilk durumuna dönüp, yerini bulmuştur; sene de on iki aydır” sözleriyle, bu gerçeği bildirmiştir.”(IX/10)

TASARRUF VE HARCAMA/TÜKETİM (SAVINGS CONSUMPTION).

“Buhârî’nin, Kitâbu’l-Vasâyâ’da önemli beş bâbı (alt başlığı) ve her bâbında da bazı bilgiler verir ki bunlar (özetle) şöyledir:

1) Kişinin mirasçılarını zengin bırakması, malını şuraya buraya vasiyet ederek, çoluk çocuğunu/yakınlarını fakir bırakmasından hayırlıdır.

2) Vasiyetin, malın en fazla, üçte bir miktarından yapılması 5) Mirasçıya vasiyetin geçerli olmadığı

Hadislerden ilk olarak, “Kişinin Mirasçılarını Zengin BırakarakÖlmesi, Fakir Bırakmasından Hayırlıdır” alt başlığı ile Buhârî (194-256 H./ 810-870 M.), şu hadisi naklediyor: “Sa‘d b. Ebî Vaqqâs (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatır: “(Vedâ Haccı sırasında veya Mekke’nin fethi esnasında) Mekke’de hastalanmıştım da, Hz.Peygamber beni ziyarete gelmişti. Hz. Peygamber önce Sa‘d’a duaetti “Afrâ’nın oğlu (Sa‘d’a) Allah rahmetiyle muâmele etsin” dedi. Ben de: “Ey Allah’ın Elçisi! Malımın hepsini vasiyet etmek istiyorum” dedim. Hz. Peygamber: “Hayır, öyle yapma”, buyurdu. Ben. “Yarısını vasiyet edeyim”, dedim. Hz. Peygamber yine: “Hayır” diyerek engelledi. Bu defa ben: “Malımın üçte birini vasiyet edeyim” dedim. Hz. Peygamber: “Evet, üçte bir yeterlidir; (esasında) üçte bir de (az değil) çok (sayılır). Çünkü ey Sa‘d! Senin mirasçılarını zengin bırakman, onların halka ellerini açarak dilenecek derecede yoksul bırakmandan daha hayırlıdır. (Ey Sa‘d! İnşâAllah sen yaşayacaksın) İşte o zaman, senin aileni doyurman da sadakadır. Hatta öyle bir lokmaki, sen onu kaldırıp eşinin ağzına götürürsün, o da sadakadır. Ey Sâ‘d! Allah’ın cömertliğinden ve yardımından öyle umarım ki,Allah seni bu hastalıktan kaldırır da uzun ömür verirse, senin (fetihlerinle) birçok Müslüman yararlanacak, birçok (müşrikler de) zarar görecektir.” (VIII/213) (Sa‘d bu ümitsiz hastalıktan iyileşip ayağa kalkmış ve kırk yıldan fazla

176

Page 177: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yaşayarak, İslâm ordularının başında pek çok zaferin elde edilmesine vesile olmuştur. i.y.)

DÖRTTE BİRİ GEÇMEMEK Mİ LAZIM, VASİYETTE? Buhârî, yine bu bölümde (Kitâbu’l-Vasâyâ), vasiyette mirasın üçte birindenfazlasının vasiyet edilemeyeceğini açıklarken Sa‘d b. Ebî Vaqqâs’a Hz. Peygamber’in söylediği: “üçte bir..üçte bir de çokve büyük bir paydır(mirasın içinde) bölümünü tekrarlıyor. SAVINGS OF THE NON-MUSLIM CITIZENS OF THE ISLAMIC STATE. Hasan Basrî(21-110 H./ 642-728 M.)’nin “zimmî (Müslüman olmayan İslâm devleti vatandaşı) için de vasiyette üçte bir esastır; zimmî de mirasının üçte birinden fazlasını vasiyet etse, bu mahkemece uygulanmaz” dediğini de, Buhârî ekliyor. Hasan Basrî Hazretleri, zimmî hakkında İslâmî hükümlere göre hükmedilebileceğine işaret için de: “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet..”(Mâide sûresi, âyet: 49, 5: 49) âyetini gösteriyor. Buhârî yine bu bölümde Abdullah b. Abbas’ın da: “Temennî olunur ki, insanlar vasiyet konusunda üçte biri azaltarak, dörtte bire yönelsinler. Çünkü Hz. Peygamber, “üçte bir de çoktur” buyurmuştur” dediğini naklediyor. Şârih ‘Aynî debilginlerin bu konudaki farklı içtihatlarını şöyle hulâsâ ediyor (özetliyor): “Mirasın üçte birini vasiyet etmekte hiçbirsakıncanın olmadığı konusunda alimlerin görüş birliği vardır...Tâbi‘în döneminin büyük bilginlerinden İbrahim en-Neha‘î (46-96 H./ 666-714 M.) de “Selefimiz (bizden önceki alimler), bir kişiye, mirasçıların alacağı hisseden daha fazla bir miktarda vasiyette bulunmayı kerih (çirkin/mekruh) görürlerdi de, bir şey vasiyet edecekleri kişiye, bundan az vasiyet etmeye dikkat ederlerdi. Ve onlara südüs (altıda bir),sülüs(üçte bir)den daha sevimli (daha uygun/daha doğru) gelirdidiyerek, selef (ilk dönem/İslam’ın ilk yüzyılı) bilginlerinin bakış açısını daha kesin ve genel bir kurala rapteylemiştir (bağlamıştır). Diğer bazı tâbi‘în alimleri ise “mirasın onda biri”ni tercih etmişlerdir. Bazı alimler de, malı az olup, mirasçısı da bulunan bir kimsenin vasiyet etmeyi terk etmesi gerektiğini belirtmişlerdir ki, bu içtihat Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Hz. Âişe(Radıyallâhu Anhum)’den nakledilmiştir. Zeyd b. Sâbit (Radıyallâhu Anh) de: “kişinin mirasçısı olmasa bile, malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi doğru değildir” demiştir ki, İmam Malik, İmam

177

Page 178: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Evzaî‘’nin, Hasan b. Hayy’ın ve İmam Şâfiî‘’nin de içtihatları da bu doğrultudadır.” (VIII/214-215)

FAMILY FOUNDATIONS (INHERITORS AND RELATIVES/KIN-FOLK MAY USE/BENEFIT FROM A CHARITY IN PROPER CONDITIONS).

“Abdullah b. Ömer nakleder ki, Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in sağlığında Semğ denilen bir hurmalığını vakfetmek isteyerek: “Ey Allah’ın Elçisi! Benim en değer verdiğim ve halis kazancım olan bu hurmalığımı vakfetmek istiyorum” diyerek, konuyu Hz. Peygamber’e açmıştı. Hz. Peygamber de: “Bu hurmalığın aslını vakfet! Artık o, satılamaz, hibe edilemez, mirasçı olunamaz. Yalnızca (bu hurmalığın) ürünü, hak sahiplerine dağıtılır, yedirilir.” buyurmuştu. Hz. Ömer de bu malını o şekilde vakfetti. Ve bu sadakası Allah yolunda savaşan mücahitlere, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, konuklara, misafirlere ve vakfedenin yakın akrabalarına dağıtılmak üzere vakfedildi. Bunun yanında, vakfa mütevellî (yönetici) tayin edilen kimsenin, vakfın aslına dokunmayarak, yalnız ürününden örfe göre yemesinde, yahut bir dostuna yedirmesinde de bir günah yoktuır.”(Buhârî, Kitâbu’l-Vasâyâ)”(VIII/221-222)KURÂNÎ EKONOMİNİN TEMEL PRİNSİPLERİ (PRINCIPLES (PHILOSOPHY) OF QURANIC ECONOMICS).

“Salih peyganber, alimlerin hepsine göre İbrahim peygamberden öncedir. Birinci Âd (toplumu) munkarız olduktan (İlâhî ceza ileaniden yıkılıp, tarihe karıştıktan) sonra, onlardan geri kalanlar (çevredeki halk) Vâdi’l-Qurâ ve Şam etrafını îmâr etmişler ve hâlâ izleri bulunan o eski yerleşim birimlerini meydana getirmişlerdi. Büyük binalara sahip şehirleri (Metropolis, Megapolis), kasabaları ve dağların zirvelerinde oyulmuş mağaralar içinde lüks konutları vardı. Bunların merkezi Hıcr şehri idi ki, Semûd medeniyetinin eserleri bu Hıcr’ın etrafındadır. Bu Semûd menediyeti, Şuarâ sûresinde Sâlih aleyhisselâmın Semûd toplumuna nasihatı sırasında şöyle bildiriliyor: “Ey toplumum! Siz burada (müşrik olduğunuz halde, âfetten) güvende olarak bırakılır mısınız? Bu bahçeler, bostanlar, pınarlar, ırmaklar, ekinler, meyvası hoş hurma ağaçları içinde (hep böyle kalır mısınız?). Bir de ince bir sanatla, dağlardan (görenleri) hayrete düşüren evler yontuyorsunuz.(Bu evlerin içinde, şirk koşmaya devam ederek,

178

Page 179: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

kalabilir misiniz?) Allah’tan korkunuz ve bana itaat ediniz. Burada (bu ülkede) fesatçılık yapıp, ıslaha çalışmayan bu haddiaşan(müşrik)lara itaat etmeyiniz (bunların sözlerine kapılmayınız).” (Şuarâ, 146-152). Bu ayetlerden açık bir şekilde anlaşılıyor ki, Semûd toplumu döneminde Vâdi’l-Qurâ bölgesinde yüksek bir medeniyet varmış ve dağlar içinde oydukları meskenler, ince birer sanat eseri halinde imiş. Coğrafya bilgini İstahrî (İstakhrî) (vefatı: 340 H./ 951 M.’densonra) “taştan yapılmış bu evleri gördü”ğünü söyleyerek, şöyle anlatır: “Semûd toplumunun bu evleri, bizim evlerimiz gibi çok düzenli ve (ama) dağlar gibi yüksektir. Uzaktan bakıldığında bumeskenler birbirine bitişik sanılır. Fakat biraz ortalarına doğru varılınca, bunlardan her birinin, biribirinden ayrı birerkâşâne (villâ) olduğu görülür. Etrafları dolaşılabilir, fakat yukarısına kadar çıkmakta çok güçlük çekilir” (Yâqût el-Hamevî(1178-1229)’nin Mu‘cemu’l-Buldân(’ından), III/221)”(IX/137)

HAKKINI YEMEYİN MÜŞTERİNİN

Hûd sûresi 84-86. âyetlerine Kamil Miras şöyle meâl veriyor: “Ey toplumum! Allah’a kulluk ediniz. Sizin için O’ndan başka (ibadet edecek) hiçbir ilah yoktur. Ölçek ve teraziyi de eksik tutmayınız. Şüphesiz ben sizi bir servet içinde görüyorum. (Buna şükretmezseniz) Üzerinize çöküp sizi kaplayacak bir gününazabından, elbette korkarım. Ey toplumum! Ölçeği ve teraziyi denk ölçüp tartınız.Ve halkın mallarına haksızlık etmeyiniz.. Yeryüzünde yaramazlıkla halkın dirliğini bozmayınız. Allah’ın helâlinden bıraktığı kâr –eğer müminseniz- sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber ben üzerinize bir muhafız da değilim.”(IX/153)

STANDARDIZATION.

“..(ey Dâvûd ve ashâbı) iyi bir eser meydana getiriniz” (Sebe sûresi, 11. âyet) (IX/157) Kamil Miras âyetin bu kısmına böyle mânâ verirken, âyetin tamamına şöyle meal verilmiştir: “Geniş zırhlar îmâl et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Dâvûd hânedânı!) İyi işler yapın. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim.”(Özek ve diğ., 1987, 428)

PRAYER AND WORKING IN ISLAMIC LIFE.

179

Page 180: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Biz, tarafımızdan Dâvûd’a (diğer peygamberlerden fazla (olaraközel bir fazilet ve mucize olarak Zebur, güzel ses ve edâ) verdik de: “Ey dağlar! Siz onunla beraber tesbîh yapınız. Ey kuşlar, siz de (Dâvûd’la beraber, öterek Allah’ı zikrediniz). Yine Biz, Dâvûd’a demiri (hamur gibi) yumuşattık. Şimdi ey Dâvûd, bol zırhlar yap! Ve (zırhı) örmekte iyi oranla (da biçimini iyi yap. Çivileri ve halkaları ne çok ince, ne de fazla kalın olsun). Ey Dâvûd ve ashâbı, iyi bir eser vücûda getiriniz! Çok iyi biliniz ki, Ben, sizin yapmakta ve yapacak olduğunuz eserlere dikkatle bakarım”(IX/156)

URVE’NİN ÇOK BAŞARILI İŞ HAYATI VE İSLAM’IN İLK ELLİ YILINDA HIZLI ŞEHİRLEŞME VE BÜYÜYEN ŞEHİRLER (GROWING CITIES. AN ECONOMY OF RAPID CIRCULATION. REAL-ESTATE AGENCY. VERY SUCCESSFUL BUSINESS LIFE OF ‘URWA.

“Hz. Peygamber Urve’ye alım ve satımında bereket olması için dua etti. Bundan sonra Urve toprak satın alsa, ondan da kazanıroldu. Ahmed b. Hanbel’in verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber’induasının: “Yâ Rabbî Urve’nin alım-satımda hayırlaşarak el sıkmasını ona mübarek kıl!” şeklinde olduğudur. Urve, kendisi, kazancının ne kadar bol olduğunu anlatan menkıbelerine bir örnek olarak demiştir ki: “Bir defasında Kûfe suyunu satın almıştım. Daha eve dönmeden (başkasına satarak) bu işlemden kırk bin dirhem kazandım. Urve’nin asıl mesleği arsa alıpsatmakmış. Urve (Ebû’l-Ca‘d), âlim sahâbîlerdendi. Hz. Ömer Kufe’nin kurulmasına karar verince, Urve bu şehre yerleşti ve kısa süre sonra da, Hz. Ömer tarafından Kûfe kadılığına tayin edildi.”(IX/324) (İhtimal kadılık görevinden ayrıldıktan sonra da (veya kadılık görevine devam ederken) ticârî hayatını (ve Şa‘bî ve Semmâk gibi pek çok âlimi yetiştirdiği öğretim hayatını) sürdürmüş ve çok başarılı bir işhayatına nail olmuştu, Hz. Peygamber’in bu duası sonucu. i.y.) (Buhârî, ‘Alâmâtu’n-Nubuwwah)

HIRS YOK, FAKİRLİĞİN İYİ VE KÖTÜ TARAFLARI NOT AMBITION. GOODNESS/WICKEDNESS OF POVERTY. PHILOSOPHY OF ISLAMIC ECON.

180

Page 181: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Hz. Peygamber Mi‘raç gecesini anlatırken şöyle dedi: “Cennet’ebaktım da, Cennetliklerinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm.” Cennetliklerin çoğunluğunu yoksulların oluşturması şöyle açıklanmıştır: Kişiyi birçok günahları işlemeye yönlendiren maldır (paradır/servettir), malın verdiği azgınlıktır. Dünya hayatında kötülüğe aracı olan maldan yoksun olan fakirlerin, dünyada da sayı olarak çoğunluğu oluşturduklarından, dünyada dînî görevlerine bağlı bir hayat geçiren fakirlerin, Cennete çoğunluğu oluşturmaları tabiîdir. Hz. Peygamber’in kabir azabından, bunaklıktan Allah’a sığındığıgibi, fakirlikten de Allah’a sığındığı, yukarıdaki çeşitli nakillerde geçmişti. O ifadenin, buradaki cennete girmeye vesile/aracı olması ile ilgili ifade arasında bir aykırılık akla gelebilir. Fakat Hz. Peygamber’in fakirliğin kendisinden değil de, aksine fakrın zaman zaman sebep olduğu fitne ve fesattan Allah’a sığınmasıdır. Aynı şekilde Hz. Peygamber zenginliğin doğurduğu fitne ve fesattan da Allah’a sığınmıştır.İşte, fakirlik veya zenginliğin iyi ve fena olması, insan hayatındaki iyi veya fena etkiye bağlıdır. Müslümanlık, hayra aracı olan servete de, layık olduğu değeri vermiştir.”(Buhârî, Kitâbu Bed’i’l-Khalq)” (IX/40-41)

MÜSLÜMAN OLMAYAN İŞÇİ ÇALIŞTIRMAK (TO EMPLOY NON-MUSLIM WORKERS).

“(Hicret esnasında) Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir (Mekke’de iken) Abd b. Adiyy b. Dîl’den –yol kılavızluğunda maharetli- Abdullah b. Ureykıt isminde birini kiralamışlardı. Bu adam, Âs b. Vâil Sehmî oğulları hakkında halîf olarak elini kana batırmıştı. Kureyş (Mekke) kâfirlerinin dîninden idi. (Fakat doğruluğuna) Emniyet ve itimat ederek, Hz. Peygamber ve Ebû Bekir develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr dağında buluşmak üzere anlaşma yapmışlardı. Bu kılavuz kişi, Hz. Peygamber ile Ebû Bekr’in develeri de yanında olduğu halde üçüncü gecenin sabahına doğru Sevr’e, onların yanlarına geldi..”(X/89) (Buhârî, Kitâbu’l-Menâqıb,

181

Page 182: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Bâbu Hicreti’n-Nebî; Kitâbu’l-İcâre, Bâbu İsti’câri’l-Müşrikîne ‘Inde’d-Darûrati) (Görüldüğü gibi Buhârî İcâre (Kiralama) Bölümünde Zârûret Olursa Müşrik Kişiyi Ücretle Tutmak ifadesiyle, bir alt başlık açmıştır. i.y.)

KADINLARIN ÇALIŞMASI (HANDY WORK. WORKING OF WOMEN).“Abdullah b. Abbas bir defasında iki kadın arasındaki bir davaya bakmıştı. Bu kadınlar bir evde sahtiyan (tabaklanmış, cilalanmış deri) dikiyorlardı/işliyorlardı.”(Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr, Âyâtu Âl-i İmrân)”(XI/66)

İSLAM’DA YARDIMLAŞMANIN FELSFESİ PHILOSOPHY OF CHARITY IN ISLAM.

“Hz. Peygamber bir kudsî hadisi şöyle haber verdi: Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey kulum! Sen fukaraya nafaka ve sadaka ver ki, Ben de sana vereyim.”TEMBELLİKTEN UZAKLAŞMA (AVOID FROM LAZINESS). “Enes b. Mâlik nakleder ki: Hz. Peygamber şöyle dua ederdi: “Ey Allahım!..Cimrilikten, tembellikten, ..sana sığınırım.”(XI/118)

HARCAMANIN ÖLÇÜSÜ (CONSUMPTION). “Hz. Âişe nakleder ki: (Muaviye’nin annesi) Hind, Hz. Peygamber’e : “(Eşim) Ebû Sufyân cimri bir kimsedir. Onun malından gizlice almak (ve âileye sarfetmek) de bir günah var mıdır?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Örfe göre kendine ve çocuklarına yetişen miktar al” buyurdu.” (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘)

TERZİNİN VERDİĞİ YEMEK (DRIED MEAT, CANNED MEAT). ETLERİ ARKADAŞLARI YESİN DİYE, HZ.PEYGAMBER KABAK YİYİYOR

“Bir terzi hazırladığı yemeğe Hz. Peygamber’i de davet etti. Enes diyor ki: “Ben de Hz. Peygamber’le beraber gittim. Terzi biraz (arpa) ekmeği, biraz da çorba getirdi. Çorbanın içinde kabak ve kuru(tulmuş) et parçaları vardı. (Yemeği yerken) Gördüm ki, Hz. Peygamber, yemek kabında kabakları tercih ediyordu. Enes der ki: Artık o günden itibaren, ben de her zaman kabaktan hoşlanmışımdır.” Bazı Buhârî şârihleri şöyle derler: “Hz. Peygamber’in yaşam ve yiyeceği son derece perhizkârâne (çok azla yetinme) idi. Bundan ötürü kabak ve etle hazırlanmış bir yemeğin içinde kabağı tercih

182

Page 183: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ediyor; daha lezzetli olan et parçalarını arkadaşlarının yemesini istiyordu.”(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘; Buhârî Kitâbu’l-Et‘ıme; Müslim, Kitâbu’l-Et‘ıme; Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Welîme; Tirmizî, Kitâbu’l-Welîme.)

SOL VE MUZUR EKONOMİK İDEOLOJİLER.

“Alışverişin meşrû‘ kılınmasının sebebi: geçim yollarlının genişle(til)mesi ile fertler arasında sirkat (hırsızlık), hıyânet, yağmacılık, hîlebazlık, yankesicilik gibi kötülük ve karşılıklı düşmanlığa sebep olacak kapıları kapatıp, gerçek dirlik ve düzenliği oluşturmaktır. Toplumların geçim/gelirlerinin düzeni ve bütün insanlığın medenî bir halde devamı da, ancak uluslar arası ekonomik ilişkilerde karşılıklı (maddî/iktisâdî) değişimin doğruluk ve adalete uygun bir şekilde kurulmasıyla mümkün olabilir. (Kamil Miras’ın yetmiş yıl önceki bu cümleleri, 2000’li yıllarda Türkiye’nin izlediği ve başarılı şekilde uyguladığı win-win politikasını akla getiriyor. i.y. Kamil Miras’ın orijinal ifadesi şöyle: “Cemiyetlerin nizâm-ı meâşî ve bütün beşeriyetin medenî bir halde bekâsı da ancak beyne’l-milel iktisâdî münâsebetlerdemübâdele kânunlarının hakk u adle muvâfık bir şekilde kurulmasıyla mümkün olabilir”) Kâmil Miras şöyle devam ediyor: “Gerek fertler ve gerekse toplumlar, hayâtî ihtiyaçlarını sağlamak için kendilerine gereken şeyleri kimde ve nerede bulurlarsa oradan almaya mecburdurlar. Bu mecburiyet,her iki tarafın rıza ve anlaşmalarıyla karşılıklı işlem, alışveriş ve anlaşma ile giderildikçe, gerek fertler ve gereksetoplumlar, birbirlerine karşı karşılıklı saygı duygusu besleyerek, en mükemmel bir toplumsal düzen içinde yaşarlar. Fakat böyle yapmazlar da, birbirlerinin zaruret ve mecburiyetlerine bakmazlar ve aksine zebûn-küşlük (düşkünleri ezen zalim, gaddarca bir yaklaşım) ile, ihtiyaç sahiplerini ezmeye kalkışırlarsa, işte o zaman anlaşmazlıklar, düşmanlıklar, (iç) savaşlar, ihtilâller baş gösterir; iktisadî düzen muhtel (berbat) olur. Her yüzyılda doğan bazı sol ve muzır (zarar verici) iktisâdî meslekler (sistemler), hep böyle doğmuştur. İşte bunları düşündüğümüzde, ticâretin gerekliliği ve helâl oluşunun önemi ortaya çıkar.”(VI/338-339)

183

Page 184: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

DERHAL ÖLDÜRÜLECEK BEŞ HAYVAN (USEFUL PRECAUTIONS FOR ANIMAL HUSBANDRY).

Hayvancılık sektörü Hz. Peygamber döneminden beri, yüzyıllardırİslâm toplumlarının temel iş alanlarından biri olagelmiştir. Busektör et ve süt endüstrileri başta olmak üzere, dericilik, ayakkabıcılık, çantacılık, yüncülük, yünlü kumaşlar ve yün halılar gibi alt sektörlerle milyonlarca kişiye iş imkanı oluşturur. Hz. Peygamber bazı sahâbileri koyun yetiştiriciliğine teşvik etmiştir.“Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: “Hayvanlardan beş tanesi vardır ki, bunların hepsi de zararlıdır. Bunlar Harem (Ka‘be bahçesi) içinde de olsa öldürülürler ki, karga, çaylak, akrep, fare, kuduz köpektir.” Şârih Qastallânî (851-923 H./ 1448-1517 M.) bu hayvanların verdikleri zararları sayarak diyor ki, karga ile çaylak gagalarıyla zayıf bulduğu sığırın ve diğer hayvanların arka taraflarının etini yer, gözünü çıkarır, şaşkın bir insanın elinden ekmeğini bile kapabilirler. Bunlar kuşların en âdisidir. Akrep de en zehirli hayvanlardandır. Zehiriyle hattayılanı bile öldürür. Akrebin zehiri, fili ve sığırı bile öldürmeye yeterlidir.”(VI/210)

YEMEDİ YEDİ YIL, KOYUN ETİ (SEVEN YEARS HE DID NOT EAT MUTTON: AS AN EXAMPLE OF ETHICS IN ISLAMIC ECON).

“Helâl-haram konusunda İslâm bilginleri çok hassastırlar. Hıll-ı hurmeti (helâl ve haramlığı) şüpheli işler hakkında üçüncüsü Hattâbî(319-388 H./ 931-998)’nin görüşüdür ki, haram-helâl karışık bir mal sahibi ile muamele yapılmasıdır. Bir de çarşıdayiyecek meyve ve benzer şeyler alacak olan bir kimseye, satıcının: “tadına bakınız” diye izin vermesi üzerine, bir tanemeyve yenilerek, alışveriş de yapılmayarak gidildiğinde, bu birmeyve, haram ile helâl arasındaş üpheli sayılmıştır. Bu bir meyve asla haram değildir. Çünkü sahibi izin vermiştir. Kesin helâl de değildir. Çünkü sahibinin izni, bir alışveriş yapılmasına bağlı idi. Hayâtu’l-Hayevân’da bu konu ile ilgili olmak üzere Ebû Hanîfe’nin bir menkıbesi anlatılır: Bir defasında Irak’ta çöl halkının sürüleriyle Kûfe’nin koyunları birbirine karışmış, koyun sahiplerinin hakları ayırt edilemeyecek bir şekle girmişti. Ebû Hanîfe bu sebeple, bu

184

Page 185: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

koyunların etlerini yemeyi takvaya aykırı kabule ederek, koyunların ortalama kaç sene yaşadığını sormuş, yedi sene yaşadıklarını öğrenmesi üzerine, tam yedi sene ağzına koyun etikoymamıştır.(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘)”(VI/348)

SAĞLIK EKONOMİSİ İÇİN DÜŞÜK VERGİ ORANI (HEALTH ECONOMICS. LOWER TAX POLICY FOR HEALTH INDUSTRY).

“Nâfî‘ Ebû Taybe, Hz. Peygamber’e hacamat yaptı (kanını aldı) da, Hz. Peygamber, Ebû Taybe’ye bir sa‘ 1040 dirhem (3,5 kilo) hurma verilmesini emretti. Bundan başka Ebû Taybe’nin efendisi olan Hârise oğlulları âilesine de, ödemek zorunda olduğu vergisini azaltmalarını emretti.” (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘) Bundanönce Buhârî, Ebû Cuhayfe hadisinde kan alma işini yapan kişiyi,bundan ücret almasını yasaklamıştı. Burada ise Buhârî yeni bir bâb açarak “Kan Alma İşini Yapanın Ücret Almasında Bir SakıncaOlmadığı” ile ilgili iki hadis naklediyor. Birisi bu Ebû Taybehadisidir. İkincisi de Abdullah b. Abbas hadisidir. Bu iki hadiste de Hz. Peygamber’in kan aldırdığı ve bu işi yapana bir ücret verdiği açıkça nakledilerek, bu işi (para ile) yapmakta bir sakınca olmadığını göstermektedir. Zaten bu yüzden Abdullahb. Abbas da: “kan alma işi yapanın aldığı ücret haram olsaydı, Hz. Peygamber bu sanatkârlara ücret vermezdi” diyor. Ahmed b. Hanbel’in ve Tabarânî’nin, Muhaysa b. Mes‘ûd’dan naklettiklerine göre, Hârise oğullarından Muhaysa’nın “kan almaişi” yapan bir kölesi bulunuyordu. Nâfî‘ Ebû Taybe isimli bu köle, (günlük) yevmiye olarak efendisi Muhaysa’ya verdiği haracın yüksek olduğundan, Hz. Peygamber’e şikayet etmişti. Hz.Peygamber de Ebû Taybe’ye kan aldırtmış, kendisine ücret olarakbir sa‘ (3,5 kilo) hurma vermiş; hem de Muhaysa’ya vergisinin hafifletilmesini emretmiştir (Qastallânî, IV/44’den).(VI/412)

AİLE (VE DEVLET) BÜTÇESİNİ SENELİK DÜŞÜNME. (FAMILY AND STATE) BUDGET (AND TO AUDIT).

“Sahâbî Miqdâm b. Ma‘dîkerib anlattı ki: “Hz. Peygamber bir gün şöyle buyurdu: “Azığınızı ölçünüz, bereketli olsun.”(“Kîlû ta‘âmeküm yubêrak leküm”). Buhârî bu hadisi de “Kişinin Âilesini Doyurmak İçin Satın Aldığı Erzâkı Ölçüp Tartmasının Müstahab Olduğu” ile ilgili bir bâbında nakletmiştir. Âile

185

Page 186: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

erzakını ölçmenin ve tartmanın berekete aracı olmasının sırrı, âile azığının ne kadar olduğu âilece bilinerek, buna göre hareket etmeleri ve hazırlıklı bulunmalarına aracı olur. Hz. Peygamber’in âilesinin bir senelik gıda maddesini bir kenara koyduğu, sağlam nakillere dayalı bir bilgidir. Bir senelik gıdamaddesinin ne kadar tutacağını bilmek ise, ölçmekle mümkündür.(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘)”

DÖVÜLEREK PAZARDAN UZAKLAŞTIRILANLAR (INTERFERE OF STATE TO ECONOMICS).

“Görgü şahidi olarak Abdullah b. Ömer anlatır ki: “Hz. Peygamber zamanında ben, götürü pazarlık erzak satın alan (ve kendisi daha malı teslim almadan, başkasına satmak isteyen) öyle (muhtekir)ler gördüm ki, bunlar, bu malları yükleyip nakledinceye kadar dövülürler, (ve kabzetmeden/teslim almadan) satmak yasaklanırdı.” Hadiste geçen “mücâzefe ile satın almak” “ölçmek ve tartmaksızın götürü olarak almaktır ki, değişik şekillerde olur ve bu konuda farklı fetvalar verilmiştir. Ama problemin önemli olan noktası bundan sonrasıdır. Bu şekilde alınan mal teslim alınmadan ve (kendi mekânına) nakledilmeden, başka bir müşteriye satılmasıdır. Kavram olarak da, uygulama olarak da ihtikâra kapı açan nokta burasıdır. Satın alınan malı teslim almadan satış yolu açık bırakılırsa, bir ambarda depo edilmiş bir mal, yerinden oynamadan, elden ele dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere (az-çok) fiyatının artmasına sebep olur. İşte bunu engellemek için de, hubûbâtın kabzı gerektiğine, Abdullah b. Ömer tarafından işaret edilerek: “mücâzefe usuluyle alınan malın sahipleri, bu mallarını hayvanlarına yükleyip pazara götürünceye kadar, sıra dayağına çekilirlerdi” deniliyor ki, bu “malın bulunduğu (satın alındığı) yerden kaldırılıp nakledilmesi, şerîatın fiyatların artmasını engellemek için hedeflediği bir işlemdir.” Nevevî (631-676 H./ 1234-1277 M.) “haram olan ihtikâr, erzaklarla (gıda maddeleri) sınırlıdır” derken, İmam Malik ihtikâr hakkındaki hadislerin genel olmasını kanıt

186

Page 187: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

göstererek, “haram olan ihtikâr gıda maddesi olsun olmasın, halkın muhtaç olduğu her çeşit eşyada geçerlidir” demiştir (Mirqât). Müslim’in rivayetinde Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim ki ihtikâr yapar, o âsîdir, günahkârdır”. İbn Mâce (209-273 H./ 824-887 M.) ve Dârimî (181-255 H./ 797-869 M.) ise şu rivayeti naklederler: “El-câlibu merzûkun ve’l-muhtekiru mel‘ûnun” “Ticaret yapan rızıklandırılır (rızkı bir şekilde gelir, ona), ihtikâr yapan ise melundur (lanetlenmiştir)”. Ahmed b. Hanbel ile Hâkim (321-405 H./ 933-1014 M.) ise şu rivayeti naklederler: “Her kim, fiyatlar artsın diye kırk gün ihtikâr yaparsa, (o kişi) Allah’ın ahdi ve mîsakından uzaklaşmıştır. Allah da ondan uzak olur” Kâmil Miras bu rivâyetleri naklettikten sonra şunları ekliyor: “İhtikâr yapan,bu çirkin işten ötürü, Allah’a karşı ahdini bozduğundan, hadiste (öncelikle) o kişinin (kendisinin) Allah’tan uzaklaştığı belirtilmiştir. Kişi böylece Allah’tan uzaklaşınca,Allah’ta onun bu işi bırakmadığını ve tevbe etmediğini görüp bir süre sonra ondan uzaklaşır. Burada Bakara sûresi kırkıncı ayetteki: “..Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size vaat ettiklerimi vereyim” ilâhî uyarısı hatırlanmalıdır. Beyhakî’nin Şu‘abi Îmân bölümünde naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İhtikâr yapan ne kötü bir kuldur.Allah fiyatları ucuzlatırsa hüzünlenir, fiyatlar yükselirse ferahlanır.” İnsanlığın en musîbetli zamanlarında, insanların gıda ve yaşamsal maddeleri(nin fiyatları)yle oynayarak, servet kazanmaya çalışan ve bir kelime ile halkın felâketiyle kendi mutluluklarını temin etmek isteyen ihtikârcılar, insanlığın en sefil tabakası olduklarından, İslâm dîni en büyük savaşını onlara karşı açmıştır. İnsanları bu uğursuz kazançtan men etmek ve sakındırmak için, pek çok hadis ve ilk dönem uygulamalarının bilgisi bize ulaşmıştır.” Abdullah b. Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) demiştir ki: “Hz. Peygamber, kişiyi satın aldığı yiyecek maddesini teslim almadan, başka bir müşteriye satmasını yasaklamıştır. Hadisi Abdullah b. Abbas’tan dinleyen Yemenli büyük alim Tâvûs (33-106 H./ 653-725 M.), Abdullah b. Abbas’a “böyle bir alışverişin yasaklanmasının nedeni nedir?” diye sormuş, o da: “müşterinin aldığı her hangi bir gıda maddesini teslim alıp nakletmeden başkasına satması, parayı para ile satmak demektir. Halbuki ortada birinden diğerine geçen mal yok (Bankacılıkta olduğu gibi sadece para dönüyor; hakikatta mal alım-satımı gerçekleşmemiş oluyor i.y.)” cevabını vermiştir. Abdullah b. Abbas’ın bu cevabı da hadis

187

Page 188: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

şarihleri tarafından şöyle bir misal ile anlatılmıştır: Birisinin belli bir müddet sonra ödemek üzere bir başkasından bir (altın) dînara gıda maddesi satın alması, sonra bu satın alanın aldığı malı teslim almadan ya mal (henüz) elinde bulunansatıcıya (tekrar geri) veyahut başka bir ikinci müşteriye iki dînara satması, hadisteki (malsız dirhemi, dirheme satmaktır) sözünün mânâsıdır. Yukarıda îzah ettiğimiz gibi, bunun fâizin kısımlarından “vâdeye bağlı nesîe” olduğu ortadadır ve kesindir. Hatta, fâizin kendisinden ve tefecilikten daha çirkinbir işlemdir. Fâizi zararı yalnızca borç alanla sınırlı iken, gıda maddelerinde böyle malın teslim alınmadan elden ele geçmesi fiyatların artmasına sebep olduğundan, buzarar bulaşıcı ve toplumu kapsayıcıdır. Bu yaygınlığından ötürü de ihtikâr yapanlar, “topluma karşı cephe alan en kötü kişiler” kabul edilerek, her yerde ve her devirde toplumların lanetine, kınamasına ve hakaretine uğramış sefillerdir.(Buhârî, Kitâbu’lBuyû‘; Müslim, Kitâbu’l-Buyû‘; Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Buyû‘; Nesêî, Kitâbu’l-Buyû‘)” (VI/452)

Buhârî yine bu konuda ta‘lîqân şu hadisi nakleder: “Sizden biriniz, (mümin) bir kardeşinden öğüt almak istediği zaman, (kuşkulu ve yanlış kavramlarla değil, doğruları söyleyerek) onanasihat etsin”. Bu sebeple şehirlinin köylüye (gerçek fiyatı öğrenmesi için) kılavuzluk yapıvermesi, “şerîata göre sakıncasıyoktur” noktasından da öte, son derece lüzumlu bir görev halinialıyor. Buhârî’nin bu ta‘lîqını Ahmed b. Hanbel Müsned’inde (daha sağlam bir senede) vaslederek (bağlayarak) Tâbi‘în dönemibüyük bilginlerinden Kûfeli hadisçi Atâ b. Sâib (vefatı 136 H./753 M.) kanalıyla, Hakîm b. Ebî Yezîd’den şu bilgiyi vermiştir:Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanları alışverişlerinde kendi hallerine bırakınız. Cenâb-ı Hak insanları birbirinden rızıklandırır ve istifade ettirir. Ne zamanki bir kişi öbürüsünden öğüt almak isterse, esirgemesin, ona nasihat etsin”(“De‘u’n-Nêse Yerzuqullâhu ba‘dahum min ba‘dın fe-ize’stensaha’r-raculu’r-racule fe’l-yensıh lehû” ‘Umdetu’l-Qârî) FREE ADVISE. Ebû Dâvûd’un Sünen’indeki bir bilgide ise: bir ‘Arabî (çölden gelen bedevî) sütünü satmak için Talhâ b. Ubeydullâh(Radıyallâhu Anh)’a müracaat etmiş. Hz. Talha ise onaşöyle demiş: “Hz. Peygamber, şehirlinin bedevî adına malını satmasını yasaklamıştır. Şimdi sen, çarşıya git bak. Malını kimalmak isterse ve ne fiyat(lar) veri(li)rse gel, benimle fikir alışverişinde bulun. Ben sana (o zaman) “sat” derim veya

188

Page 189: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“satma” derim.” (“..velêkin’i-zheb ile’s-sûqı ve’nzur men yubêyi‘uke fe-şêvirnî hattê êmuruke ve enhêke”) (VI/473)

HAYSİYETLİ KİŞİ, KARIŞMAZ BAŞKASININ ALIŞVERİŞİNE (DON’T INTERFERE ANOTHER’S SALE).

“Hz. Peygamber, şehirliye (pazardaki fiyatı öğrenmemiş olan) köylünün malını satın almasını yasaklamıştı. Ve “müşteri kandırıp, kızıştırmayınız.” buyurmuştu. Yine Hz. Peygamber: “Hiçbir kimse (din) kardeşinin alışverişi üzerine, (o alışverişi bozdurup kendisi almak için) alışveriş yapmaz” buyurdu. Bu hadiste Hz. Peygamber tarafından yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın tutulmuş olduğu en eski toplumsal hastalıklara değiniliyor. Öncelikle: malını satmak isteyip de, bu amaçla çölden şehre gelen köylülerin, kentin tüccar ve simsarlarına (komisyoncu/aracılarına) müracaat etmelerindeki duruma işaret ediyor. Bu simsarların, saf kalpli yani pazardaki fiyatı bilmeyen/henüz öğrenememiş köylülere/mal sahiplerine: “malını satmak için acele etme. Onu bana bırak. Sana ben bundan daha yüksek bir fiyatla müşteri bulurum” dedikleri ve bunun haram bir işlem olduğu bildiriliyor. İkinci olarak, “tenâcüş”ten yani satıcı ile alıcı arasına girerek ve kendisini alıcı gibi göstererek, müşteriyi kandırıp fiyatı yükseltmeye çalışmaktan da yasaklamıştır. Üçüncü olarak da: İnsanlık şeref ve haysiyetini taşıyan bir kimse, din kardeşinin alışverişine müdahale etmez, buyruluyorki, bu da iki şekilde açıklanmıştır: 1) Muhayyerlik (malı geri verme) hakkı olan bir müşteriye: “alışverişi feshet, ben sana aynı malı daha ucuz fiyatla alırım” 2) yahut bir satıcıya “alışverişi feshet,ben malını daha yüksek bir fiyatla satarım” diyerek, alışverişi bozmaya çalışmasıdır. Bu yasaklanmıştır ve haramdır.

ÂSIM MOLLA VE GÜNÜMÜZ REKLÂMCILIĞI (GREAT (ARABIC AND PERSIAN) LEXIOGRAPHER ‘ASIM MOLLA AND TODAY’S ADVERTISEMENT.)

“Qâmûs Tercümesi’nde ‘Âsım Molla (1169-1235 H./ 1755-1819 M.) “Necş (tenâcüş)” maddesinde şu bilgiyi veriyor: “Mal sahibi, müşteriye malını överken ve malının özelliklerini anlatırken, (bu satışı) teşvik için bir (başka) kimse de arkadaşına katılarak yani beraberce (malı) övmek” ve “satın alma isteği

189

Page 190: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yok iken, mal daha fazla fiyata satılsın diye musannâ‘ (yapmacık) olmak üzere mala fazla fiyat vererek müşteri olmak” mânâsınadır ki o mala bakan o fiyata (yanılır da) alır. Veya insanlara bir malı kötüleyip nefret ettirerek başka bir mala sarf (yönlendirerek) ve imâle eylemek (meylettirmek) mânâsınadır.” Alım-satıma bu menfûr (nefret edilen) şekillerdenhangi şekilde olursa olsun müdahalenin haram olduğunu Buhârî şârihleri bildirmişlerdir.”(VI/457)

KAÇINILACAK ALIŞVERİŞ TÜRLERİ (GENERAL CONCEPT/GENERALMEANING OF BAY‘U’L-GHARAR).

“Garar (sonucu bilinmeyen): esas olarak hatar (tehlike)) ve tehlikeye denilir ki, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen,âkıbeti (sonu) meçhul (bilinmeyen) olan şeydir. Bazı bilginleregöre: garar: dışı parlak içi meçhul olan şeydir. Bu sebeple deşeytana (Kurân’da) garûr ismi verilmiştir (Lokmân sûresi, 33. âyet, 31: 33). Çünkü şeytan insanı nefsin (egonun) hoşlandığı şeye yönlendirir ama bunun arkasında kötülük ve zarar gizlidir.Ezherî (838-905 H./ 1435-1499 M.) de: “Bey‘i garar, ya satıcı ile alıcının aslını özelliklerini bilmediği bir satıştır” diye tarif etmiştir. Meşâriq yazarı da: “bey‘i garar, ya semeni (fiyatı), yahut müsemmeni (satılacak mal), yahut da vadesi meçhul (bilinmeyen/belirtilmemiş) olup, muhataralı (tehlikeli ve zarar ihtimali olan) alışveriştir.” diyor. Bu tariflerin hepsi “meçhûlun (bilinmezin) satışı ve muhataranın varlığını ifade ediyor. Tirmizî, İmam Şâfi‘î’den “bey‘i garere misal olarak “sudaki (henüz avlanmamış) balığın satışı”, “havadaki kuşun satışı”nı nakletmiştir.”(VI/463) (Bu tariflere ve örneklere benzeyen ne kadar iktisadi/ticârî işlem varsa, onların hepsi yasaktır, İslâm iktisadına göre. i.y.)

KUYRUK YAĞI İLE ARPA EKMEĞİ (GREASE AND BARLEY BREAD) (ANIMAL HUSBANDRY).

“Enes (Radıyallâhu Anh) der ki: “Bir defasında (elimde) bir arpa ekmeği ve bir miktar bayat yağla, Hz. Peygamber’e gittim (götürdüm).” Hadiste geçen “ihêle” kelimesine (muhaddis) Dâvûdî(374-467 H./984-1075 M.) “koyun kuyruğudur” demiş, Muhken’de de “eritilmiş kuyruk yağı” diye tarif edilmiştir. Bazı bilginler bunun “zeytin yağı ile karışık” bazıları da “sırf yağdır” dediklerinden, biz de tercümede herhangi birini tercih

190

Page 191: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

etmedik. “Senîha” da “kokusu bozulmuş, bayat” demektir.”(VI/368) (Ahterî Kebîr de “ihêle”ye: “yağ ve erimiş kuyruk”, “sunh”a ise:” ta‘âm (yemek/gıda) kokup, mütegayyer olma (değişme/bozulma)” olarak mânâ veriliyor. i.y.)

YÜN ŞALLAR VE HALILAR (WOOLEN SHAWLS AND CARPETS).

“Horasan’ın eskiden beri bir ticaret merkezi olmasının yanında,zamanın en iyi hayvanları da burada yetiştirilirdi. Horasan koyun ve keçilerinin tüyleri de ince olduğundan halı ve şal imaline yaradığından burada dokunurdu. Devenin ve atın da en üstün cinsleri burada yetiştirilmiştir.”(IV/376)

ELİME KUM ALSAM ALTIN OLUYOR.

“Süt ve peynir satmakla ticarete başlayan Abdurahman b. Avf, azzaman zarfında çok büyük bir servet sahibi oldu. İbn Sa‘d’ın Tabaqât’ında verdiği bilgiye göre Hz. Abdurrahman: “Allah’a çokşükür, elime kum alsam altın oluyor” demiştir.”(VII/78)

ÇAKMAK TAŞIYLA KESTİ KOYUNU (HAYVANCILIK SEKTÖRÜ).

“Ka‘b b. Mâlik’in ailesinin (Medine) Sel‘ dağında güdülen bir sürüsü vardı. (Ka‘b diyor ki) “Bunları güden câriye, bir koyunun ölmek üzere olduğunu gördü. Hemen sert bir taşı kırarak(bıçak gibi keskin) taş parçasıyla koyunu kesti. Ka‘b ev halkına: “(Durun!) Bu durumu Hz. Peygamber’e (gidip) soruncaya kadar, yahut O’na soracak birisini gönderinceye kadar, koyu(nuneti)ndan yemeyiniz” dedi. Sonra Hz. Peygamber’e sorulunca, bunuyemenin bir sakıncası olmadığı anlaşıldı.”(Buhârî, Kitâbu’l-Vekâlet)

“Enes b. Mâlik de şöyle bir olayı anlatır: “(Bir defasında) Hz.Peygamber (içsin diyerek) bizim evdeki besi koyununu sağmıştım.Bu koyunun sütü, evdeki kuyunun suyu ile karıştırılıp Hz. Peygamber’e bir bardakta sunuldu. Hz. Peygamber bunu içti (Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb). Hadisten istifade edilerek çıkarılan fıkhî bir hüküm de: sütün su ile karıştırılmasının haram oluşunun, başkasına satılan sütte olduğu, kişinin kendi içeceğisüte su katmasında bir sakınca olmadığıdır.”(VII/205) Bir başka haberde de sahâbîlerden Miqdâd arkadaşı ile beraber bir gün (veya bir günden de fazla) çok aç kaldıklarını o kadar ki

191

Page 192: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

açlıktan neredeyse gözlerinin görmez, kulaklarının işitmez bir hale geldiklerini (iyice açlıktan tansiyonları da herhalde düşmüş)..Hz. Peygamberle karşılaşınca, Allah’ın Elçisi’nin onların durumlarını fark edip hemen evine götürdüğünü ve orada bulunan üç keçiye işaret eden Hz. Peygamber’in “şu keçileri sağın da ortak olarak içelim” dediğini ve o sütten doyuncaya kadar içip, kendilerine geldiklerini anlatır.”(VII/400)

“Hz. Âişe’nin (kardeşi Esmâ’nın çocuğu olan) ‘Urve’ye söylediği şu sözü unutulacak gibi değildir: “Ey kardeşimin oğlu! Biz hilâle bakar(görür)dık. Sonra bir hilâl (daha görürdük); iki ayda üç hilâl (tamamlardık da, bu uzun süre içinde) Hz. Peygamber’in evinde (hiç) ateş yakılmamış (yemek pişirilmemiş) olurdu. ‘Urve: “Ey Teyze! Peki sizi ne yaşatırdı?” diye sordum. O da “Esvadân (İki siyah: hurma ile su)” dedi. Yalnız bazen Ensâr’dan olan komşuların sağdıkları koyunları vardı da, bunlar sağdıkları sütten Hz. Peygamber’e hediye (olsun diye) getirirlerdi de, Allah’ın Elçisi de onu bize verirdi.” Medîne hurması çoğunlukla siyah olduğundan iki siyahtan biri odur. Hz. Âişe’nin su içtiği kap da tahtadan veyatopraktan olduğundan siyah renkte gözüyordu da, Hz. Âişe ona dabu sebeple siyah demişti.(Buhârî, Kitâbu’l-Hibe)”(VIII/7)

DAVUT PEYGAMBER’İN ELİNİN EMEĞİ GEÇİNMESİNİ ANLATMASI, HZ. PEYGAMBER’İN (VERSES OF QURAN ANDSTATEMENTS OF THE PROPHET MUHAMMAD ABOUT THE WORKING OF THE PROPHET DAVUD.

“Hz. Peygamber: “hiçbir kimse asla kendi el emeğini yemekten daha hayırlı bir lokma yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd dakendi elinin emeğini yerdi.” Buhârî bu hadisi Buyû‘ (alışveriş)bölümünde “Bâbu Kesbi’r-Raculi ve ‘Amelihî bi-Yedihî” (Kişinin Kendi Eliyle Geçimini Sağlamasının Erdemi) alt başlığı altında nakletmiştir. Hz. Âişe de nakletmiştir ki: “(Babam) Ebû Bekir halîfe seçildiğinde şöyle demişti: Toplumum beni çok iyi bilir ki, benim çalışmam geçimimi temin etmem, ailemi geçindirmekten beni aciz bırakmaz. Şimdi ise (halife seçildiğim için) Müslümanların işleriyle meşgul oluyorum. (Bundan ötürü) Bundan sonra Ebû Bekir (ve) ailesi şu (Beytu’l)Mâl’den (Hazineden) yiyebilirler. Ebû Bekir de bu nedenle (artık, bütün vaktinde tamamen) Müslümanlar için çalışır.” Hz. Âişe yine demiştir ki: “Hz. Peygamber’in sahâbîleri, kendi işlerinin işçileri idiler.

192

Page 193: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(Bin-nefs (bizzat) çalışırlar, terlerler, işten ezan okununca namaza giderlerdi de) daima vücutları ağır kokardı. (Hz. Peygamber bundan ötürü): “Keşki gusledip, yıkansanız” buyurdular (Buhârî, Kitâbu’l-Cumu‘a) ki, üzerinizdeki bu ağır kokular giderdi, demektir. Bu Âişe hadisinden de kişinin kedd-iyemîni (eliyle çalışması) ve arak-ı cebîni (alın teri) ile kazancının en üstün kazanç olduğu ve Hz. Peygamber’in sahâbîlerinin bizzat çalışarak geçimlerini sağladıkları ortaya çıkıyor. Buhârî bu bölümde yine meşhur bir hadisi de ilave ediyor: Hz. Peygamber buyurdu: “Sizden herhangi birinizin (ipini alıp da dağdan) arkasına bir bağ odun yükle(nerek getirip sat)ması, herhangi bir kişiden istemesinden çok daha hayırlıdır. (Kim bilir) O (istenilen) kişi de, ya verir (gerçi o zaman da verenin minnetine girersin), yahut vermez (bu defa da, o durumun üzüntüsünü çekersin)”

İŞ YAPARKEN NAMAZLARI DA KILMA (BUSINESS LIFE WITH PERFORMING OF THE PRAYERS).

“Nice erler vardır ki, ne (seferde) ticaret, ne de (memleketlerinde) alışveriş, onları Allah’ı zikirden, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Onlar yalnız(ca), kalplerin ve gözlerin (korkudan) döneceği (son) günden korkarlar”(Nûr sûresi, 37. âyet, 24: 37) “Âyetteki “ticâret” ile seferdeki ticârî işlemler, “bey‘ ile de, oturduğu yerleşim birimindeki ticârî işlemler kastedilmiştir”

1) TARIM, 2) SANAYİİ, 3) TİCÂRET: HANGİSİ DEĞERLİ İSLÂM İKTİSAT FELSEFESİNDE 1) AGRICULTURE, 2) INDUSTRY, 3) TRADING: PHILOSOPHY OF ISLAMIC ECON.

“Bu hadis (el emeğinin/alın terinin en hayırlı kazanç olduğunu), tam bir açıklıkla bildirir ki, en hayırlı kazanç, kişinin el emeğinin kazancıdır. Mâverdî (364-450 H./ 974-1058 M.) Ahkâmu’s-Sultâniyye’sinde diyor ki: kazanç yolları üçtür: ziraat, ticaret, sınâât. Bunlardan hangisinin en hoş/en iyi olduğunda alimlerden üç (ayrı) çeşit içtihat nakledilmiştir. İmam Şâfi‘î (150-204 H./ 767-820 H.) ticareti, öbürlerine tercih etmiştir. Mâverdî: “Bence ziraat, en üstünüdür; çünkü tevekküle (Allah’a güvenip/dayanmaya en yakın olan bir kazanç

193

Page 194: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

yoludur” demiştir. Nevevî (631-676 H./ 1234-1277 M.) de: “ziraatle sanat (sanayi/teknoloji), ticaretin önüne geçirilir ve tercih edilir. Çünkü ziraatla sanat kişinin el emeğidir. Bu ikisinden ise, ziraat daha önemlidir. Çünkü nef‘i (yararı) umûmidir (herkesedir). Ziraatın yararı insanları da hayvanları da kapsar. Yaşam sahibi her şey, ziraata nuhtaçtır.” (Pek çok bitkinin özünü/meyvasını insanlar yer, samanını da/küspesini dehayvanlar i.y.).

GÜBRE SATIŞI, KÖPEK SATIŞI, PUT SATIŞI.. PROHIBITED JOBS IN ISLAM: SELLING OF WINE, PORK, IDOLS.

“Hz. Âişe der ki: ‘Bakara sûresinin son ayetleri -ki faiz ayetlerinden sûrenin sonuna kadar devam eden ayetler- indiğinde, Hz. Peygamber Mescide çıktı ve sahâbîlere şarap ticaretinin haram olduğunu bildirdi.’(VI/538) SELLING OF EXCREMENTS OF CATTLE AND SHEEP.. “Qurtubî der ki: ‘Kendisinde bir yarar bulunan hayvan tersi ve mezbele gübrelerigibi her pisliğin satışında sakınca olup olmadığında, bilginlerarasında farklı görüşler vardır. İmam Malik ve İmam Şafi‘î bunuyasaklamış, Kûfe bilginleri ile Taberî satılabilir demişlerdir.Üçüncü bir görüşe göre de, müşteri gübre almaya muhtaç olduğu için, müşteri hakkında bir sakınca yoktur. Bu görüş de bazı Şâfi‘î bilginlerinden nakledilmiştir.” “Domuzun satışının haramolması da, meyte (ölü hayvan/leş) gibi, kendisinin pis olmasındandır. “Sanem”e (puta) ise İbn Esîr (Mecduddin 544-606H./ 1149-1210 M.) Nihâye’sinde: “Allah’tan başka ilah edinilenşeydir” demiştir ki, müşriklerin taptıkları put demektir. Yine İbn Esîr “vesen” maddesinde de “vesen” ile “sanem” arasında şöyle bir fark olduğunu ifade ediyor: “Vesen insan sureti gibi taştan, ağaçtan oyulmuş, yahut herhangi bir madenden imal edilmiş hacmi olan bir şeydir ki, bir yere dikilir ve müşriklertarafından ibadet edilir. Sanem ise, cüssesiz (hacimsiz) suretten (resim, yağlı boya tablo gibi) ibarettir.” Bazı dilciler ise bu iki kelime arasında bir fark gözetmeyerek, her iki kelimeyi, her iki mânâ için de kullanmışlardır. Hulâsâ (özetle): içki, ölü hayvan eti, domuz ve put şerîat örfünde malolarak kabul edilmiyor. Bunların satışı batıl (hükümsüz) olduğugibi, bunlarla bir mal satın almak da fasid (geçersiz) olmuş oluyor. Ölmüş hayvanların iç yağları ki, bu konuyu soran

194

Page 195: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

birisi: bu yağlarla vapurların yağlandığını, derilerde kullanıldığını, mum yapılıp yakıldığını söyleyerek, bu yararlarından ötürü, bu yağın istisna edileceğini ummuştu. Hz. Peygamber ise, bu yağın da, kan gibi, hem yenilmesinin, hem de faydalanmanın haram olduğunu bildirmiştir.”(VI/540)

ZİNA PARASI, YASAKTIR (BROTHEL’S EARNINGS IS ALSO PROHIBITED).

(Batı dünyası ve iktisadında, özellikle son yirmi yılda yapılanpek çok araştırmada, genelevler de bir ticarethane gibi görülerek, burada ırzlarını satan insanlar için “sex işçileri” tabiri kullanılarak, Batı iktisadı, insani değerlerini tamamen kaybetmiş duruma düşmüştür. i.y.) “Hz. Peygamber köpek parasını, zina kazancını ve kâhinin aldığıücreti yasakladı. Böyle fuhuş yoluyla kazanılan para, bir kadının namusunun bedelidir. Namus ile vekahetin (hayasızlık, utanmazlık, edepsizliğin) değiştirilmesi/alım-satımı kadar acıklı bir alışveriş ve mübadele olmayacağından, zina kazancı yasaklanmıştır. Müslim ve dört sünende geçen bir hadiste Hz. Peygamber: “Mehru’l-bagıyyı khabîsun” “fuhuş yoluyla kazancın necasetten (pislikten) ibaret olduğunu bildirmiştir.” (VI/541)

HER İŞİ YAPAMAZ, MÜSLÜMANLAR, İÇKİ SATILAN DÜKKANLARA GİREMEZLER…FARKLI AHLÂKÎ/MÂNEVÎ DEĞERLER MUSLIMS CAN NOT DO EVERY JOBS, CAN NOT ENTER EVERY SHOPS THAT SOLD ALCOHOLIC DRINKS THERE…ETHICAL/DIFFERENT/MORALE VALUES.

“Taberânî’nin naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Çengi kadının çengilik ücreti haramdır, sesi haramdır, (bunun hayasız) yüzüne bakmak da haramdır. Çenginin ücretinin, köpek parasından farkı yoktur. Her kim ki, vücudununorganları haram lokmadan oluşmuştur; artık cehennem o vücuda yaraşan (konulacağı) en iyi yerdir.”(..fe’n-nêru evlê bihî). (İsviçre’deki Migros marketler zincirinde içki satılmadığı gibi, sigara da, çıplak içerkli dergi de satılmamaktadır. Bu durum şirketin web sitesinde de açıklanır: “Migros sells neither alcoholic beverages nor cigarettes in its flagship supermarkets and Migros does not stock pornographic magazines of any level of explicitness.” http://m09.migros.ch/en/cooperative

195

Page 196: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

KAHİNİN (FALCININ) ALDIĞI ÜCRET. “Hadisteki “hulvân-ı kâhin” ifadesinde, “”hulvân” halâvetten (helva) tatlı ve şirin olmak manasınadır. “Kâhin” de “kehanet eden”, “gayptan haber veren” kimsedir ki, “falcı” “bakıcı” denilir. İbnü’l Esîr Nihâye’de “kâhin”i: “..bunlardan kimisi, kendisinin cinlerden kendi emrinde olan hizmetçileri olduğunu, bunların kendisine ikide bir olacak şeylerle ilgili haberler getirdiklerini iddia ederlermiş. Bir kısmı da, bazı araçları ve aracıları kullanarakçalınan veya kaybolan şeyin bulunduğu yeri belirlemek iddiasında bulunurlardı. Buna ‘arrâf (çok bilen) da denilirdi.” diye izah ediyor. Bugün (1940 yılları), 20. Medeniyet asrında bile en müterakkî (ilerlemiş) milletlerin, enmünevver (aydın) sınıfları arasında kehanete inananlar ve bunu sanat (iş) edinenler bulunduğunu, hayretle görüyoruz. İslam dini her çeşit hurafelerle mücadele ederken, kehanetle mücadeleyi de ihmal etmemiştir. En‘âm suresinde: “gayb hazinelerinin anahtarlarının Allah’ın katında olduğu, Peygamber’in bile bunlara nüfuz edemeyeceği bildirilmiştir: “..ve ‘ındehû mefâtihu’l-gaybi lâ-ya‘lemuhê illâ Hû”.”(VI/543) (Kendilerine astrolog denilen modern kahinlerin Arap ülkeleri dahil dünyanın hemen her ülkesinde hergün tv’lerde konuşmaları, gazetelerdeki sütunları milyonlarca hatta dünya ölçeğinde düşünürsek milyarlarca kişi tarafından takip edilmektedir. Hz. Peygamber’in uyarısı, insanoğlunun psikolojik ve sosyolojik özelliklerinin her devirde aynı olduğunu gösterdiği gibi, insanın sapma noktaları ve işlenen günahların da, yüzlerce, binlerce yıldan beri aynı olduğunu gözler önüne sermektedir. İnsanın özelliklerinin değişmemesine rağmen, zaman değişti deyip de dinde reform diyenler, bu söylemlerinin insanlığın (Müslümanların) temelli raydan çıkmasının sebebi olacaklarını unutmamalıdırlar. i.y.)

“Enes b. Mâlik’ten gelen bir nakilde: “istihare eden kayba uğramaz, istişare eden pişman olmaz, iktisada uyan da, fakirleşmez” buyrulmuştur.”(VI/545) (Özellikle yeni bir işyeriaçılacağı zaman veya iş adamları büyük yatırımlara kara verecekleri zaman, mutlaka istihare yapmalı, daha sonra da danışmalarda bulunmalıdırlar. i.y.)

196

Page 197: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

REKABET Mİ, KARDEŞLİK Mİ? (COMPETITION OR BROTHERHOOD).

“Enes, “Hz. Peygamber, hurma koruğunun izhâ (denilen alacalanma) dönemine kadar, hurma(nın) satışını yasakladı.” demiştir. Hz. Peygamber’e: “(Ey Allah’ın Elçisi) Hurma izhâ dönemine nasıl ulaşır?” diye sorulmuş. Hz. Peygamber de: “”Kızarınca” diye cevaplamış. Sonra Hz. Peygamber davam ederek:“Haydi bana söyle bakalım! Allah, (mevsimsiz satılan bu) hurma (ile faydalanmak)dan (bir âfetle satın alanı) yoksun bıraktığı zaman, sizin biriniz (diğer) kardeşinin malını ne hakla alacaktır?” buyurmuştur. Hadisteki bu yasaklamanın sebebi, edebî bir üslûb ile ifade edilmiştir. Soru şeklinde söylenilip,bununla emir kastedilmesi, en edebî bir kinaye yoludur. Olgunlaşma dönemine yaklaşmadan hırs ile alel acele ağaç üstünde satılan meyvelere, Allah tarafından gelecek bir soğuk veya rüzgar veya dolu gibi bir afetle henüz körpe olan ürünün mahvolması ve zavallı alıcının (meyvasız) çıplak ağaçlara hüznle şaşkın şaşkın bakakalması durumu: “eraeyte izê mene‘allahu’s-semerate” “haydi, söyle bakalım! Allah alıcınınbu meyveden faydalanmasını bir afetle engellediği zaman, bu zavallının hali ne olur?” güzel ifadesi ile tablolaştırılıyor. Sonra bu şart cümlesinin cevabı olarak “bi-me ye’khuzu ehadukum mêle ekhîhi” “Satıcı, kardeşi demek olan alıcının parasını (afete/belaya) rağmen nasıl alır?” diye ikinci bir soru ile, bu alışverişteki gayr-ı meşru (meşrû olmayan/şerîata aykırı) duruma işaret ediyor. Hadisin başka bir kanalla gelen ifadesinde de: “bi-me yestehıllu ehadukum mêle ekhîhi” “satıcı, (din) kardeşi olan alıcının parasını nasıl helal sayacak (da yiyebilecek)?) buyrulması, bu tehlikeli ve gayrı meşru işlemin içeriğini tamamıyla ortaya koymaktadır.(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘)”(VI/503)

TURP, ŞALGAM, PATATES, HAVUÇUN TARLADA SATIŞI

“Muhâqale, mukhâdara, mulâmese, munâbeze, muzêbene tür satışlaryasaklanmıştır, Hz. Peygamber tarafından. İmam Şâfi‘î: “Bana göre görülmeyen her ürünün alım satımı bey‘u garardır (sonu meçhul/bilinmez alışveriş kapsamındadır)” demiştir. Buhârî

197

Page 198: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

şârihî İbn Battâl: “turp, şalgam, havuç gibi yerde kapalı olan tarım ürünlerinin alım satımının da, bey‘u mukhâdaradan sayıldığını bildiriyor. Yerde gömülü olan bu tür ürünlerin satışı konusunda İmam Ebû Hanife: “satın alana hakk-ı hıyâr (alışverişten vazgeçme hakkı) tanınarak, gerçekleştirilebilir” demiştir. Müşteri zamanı gelip de, bu yerde gömülü ürünleri topraktan çıkarmaya başladığında, bozuk çıkarsa reddeder. İmam Malik de aynı görüştedir. Yalnız “yerin üstündeki yeşilliği biçildiğinde, yerin altındaki ürüne zara vermiyorsa” diyerek, bir şerh düşerek, soğan ve pırasa gibi ürünleri ayırmıştır.”(VI/506)

HAYRA TEŞVİK (ENCOURAGEMENT TO SOLIDARITY/CHARITY).

“Hz. Peygamber: “(İş sahibi tarafından tam yetki ile görevlendirilmiş) Kişi, patronunun emrettiği bir sadakayı gönülhoşluğu ile o yoksula verirse, (bu görevli de) iki hayır sahibinden biridir.”(Buhârî, Kitâbu’l-İcâre) (Henüz zengin olmayanları da, sadaka vermeye alıştırma görülüyor, bu hadiste ki, o kişi de yarınlarda işinin patronu olunca, yoksulları gözetsin. i.y.)

“Ensar’dan Ebû Mes‘ûd el-Ensârî geçmişteki sıkıntı dolu günlerianlatırdı da: “Hz. Peygamber bize sadaka vermemizi emrettiği sıralarda, sadaka vermeye kudreti olmayanlarımız, çarşıya giderve arkasında (ücretle) yük yüklenip taşıyarak (hamallık yaparakveya bir bahçe sahibine kuyusundan sabaha kadar su çekerek) iki avuç hurma kazanır ve bu kazancından sadaka verirdi. Bugün onlardan (o fakirlerden) bazılarının yüz binlerce serveti var” Ebû Mes‘ûd o zamanki bu yoksullardan biridir ki, İslâm Medîne’ye geldiği zaman fakir iken, daha sonraki yıllarda (çok)zengin olmuştur.”(Buhârî, Kitâbu’l-İcâre)

HZ. PEYGAMBER ÇARŞIDA ( THE PROPHET WAS IN THE MARKETPLACE).

Hz. Peygamber zaman zaman Medîne’deki çarşıları pazarları dolaşırdı. “Ebû Hüreyre anlatır ki: Hz. Peygamber (bir defasında) gündüz evinden çıkarak..Benû Qaynuqâ‘ çarşısına kadar yürüdü. Sonra buradan dönüp Hz. Fatıma’nın evinin önüne

198

Page 199: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

gelerek oraya oturdu.”(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘; Kitâbu’l-Libâs; Müslim,Kitâbu’l-Fezâil; Nesâî, Kitâbu’l-Menâqıb

REKLÂMIN SINIRI (LIMITS OF ADVERTISEMENT).

“Sahâbîlerden Abdullah b. Amr b. Âs’a, Hz. Peygamber’in Tevrât’ta (yazılı) olan alametlerinden soruldu da, o şu cevabı verdi: “Evet, Vallahi, Allah’ın Elçisi, Kurân’daki bazı sıfatlarıyla Tevrat’ta da geçer ki bu kesindir (ve şöyledir: “Ey Aziz Peygamber! Şüphesiz Biz seni (Hakka/doğrulara) tanık, (müminlere) müjdeci, (inkâr edenlere) uyarıcı, acizlere mahmî (koruyucu) olarak gönderdik. Sen, elbette Ben’im kulum ve peygamberimsin. Sana Ben, “mütevekkil” adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu, katı kalpli, çarşılarda çığırtkan değildir.” Buhârî bu ifadeyi, “Çarşıda, Pazarda Malı Satmak İçin Bağırıp Çağırmanın Çirkinliği” ile ilgili açtığı bir alt başlıkta nakletmiştir. Bu ifadenin buraya konulmasının sebebi, insanların kalabalık olduğu yerlerde yaygaracılığın çirkinliğini ifadedir..Zaten Hz. Peygamber, hiçbir yerde yüksek sesle konuşmazdı.”(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘) İCRADAN ALINAN MALDA HAYIR YOKTUR (PROPERTY BOUGHT FROM EXECUTION SALE IS NOT BENEFICIAL).

“Hz. Ali Efendimiz: “Hz. Peygamber, zorda kalmış kişiden yapılan alımı yasakladı” demiştir. Hadisteki “bey‘u muztar, “çaresizlikle satış”tır. Nihâye’de “bey‘u muztar” iki şekilde açıklanmıştır: 1) Zorlama ile yani hapis, dövme, öldürme gibi bir şeyle tehdit edilerek, mal sahibinin satışa mecbur olmasıdır ki, bu bey‘u fâsiddir. (Böyle) Zorlama ile yapılan alışveriş gerçekleşmiş olmaz (yok hükmündedir). 2) Bir borcun yükü altında ezilen bir kişinin veyahut ailesinin geçimini temin etmek için eve rızık almak gayesiyle, zaruretten ötürü elindeki malını değerinden düşüğe satmaya mecbur olmaktır. Böyle bir zaruretin yönlendirmesiyle yapılan alışveriş akdi ise, kerahetle caizdir (çirkin olmakla beraber, akit/alışveriş geçerlidir. Yalnız şu var ki, satıcı böyle zarurette kalıp da malını satışa sunduğunda, alıcıya düşen ahlakî görev, böyle birdüşkünün malını zebunkeşlikle (düşkünleri ezen bir tavırla) değerinden aşağı almak değil, aksine o malı o sıkışmış kişiden emanet olarak alıp, eli genişliğinde ödemek üzere bu zavallının(para) ihtiyacını karşılamaktır. Yahut eli genişleyene kadar

199

Page 200: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

geçici olarak satın almak yahut da malın tam değerini verip öyle almaktır. Sonuç olarak, zaruret halindeki kişinin malını değerinden düşüğe satın almanın, menhî ve mekrûh (yasak ve çirkin) olduğudur.”(VI/464)

TİCARİ DAVRANIŞLARA İSLAMIN MÜDAHALESİ (ISLAM IN THE MARKET SOCIOLOGY AND MARKET PSYCHOLOGY).

“Buhârî, Âl-i İmrân sûresi 77. âyetin inmesi ile ilgili olarak şu bilgiyi not eder: Sahâbîlerden Abdullah b. Ebî Evfâ anlatır ki: çarşıda malını satışa sunan birsinin malına, bir diğer Müslüman alıcı olmuş. Pazarlık esnasında satıcı, Müslüman alıcıya yemin ederek: “bu mala, senin vermediğin parayı verdim”diyerek, onu ikna etmeye çalışmış. Bu olay üzerine âyet inmişti: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlara gelince, işte bunların âhiretten nasibi yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azapvardır.”(Âl-i İmrân 77, 3: 77) (Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb)”(VII/215)

İŞ HUKUKU VE İŞÇİ HAKLARI (LABOR LAW AND LABOR RIGHTS IN ISLAMIC ECON).

“Maden ocağına girse bir insan veya hayvan ve bir şekilde ölse maden sahibi bir şey ödemez. Kuyuya düşse birisi veya bir hayvan, kuyu sahibi bir tazminat ödemez. (Başkasının) Hayvan(ı)tarlaya bir zarar verse, (hayvan sahibi tarafından bir) tazminat ödenmez.” Kuyunun zararında bir tazminat ödenmediği şöyle bir misal ile anlatılıyor: Bir kuyu ustası kuyu kazmak için kiralansa ve kuyucu kuyuyu kazarken maazallah (Allah korusun) göçük meydana gelse, kuyucu da ölse, (kuyuyu kazdırana) bir tazminat ödemesi gerekmiyor.”(VII/216)

DOĞRU OLMAYAN REKLÂM (MISTAKE ADVERTISEMENT).

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Üç kişi vardır ki Allah kıyamet gününde onlara iltifat etmez (onların yüzüne bakmaz), onları temize çıkarmaz, onlar için ağrıtıp inleten müthiş bir azap kesindir…(Üçüncüsü) ol kimsedir ki, bu da malını ikindiden sonra (pazara) çıkarır ve: “Kendisinden başka ilah olmayan

200

Page 201: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Allah’a yemin ederim ki, bu mala ben emin ol, şöyle şöyle para verdim (bana şu fiyata mal oldu)” der, müşteri de (onun bu yeminine inananarak) tamam der (ve o fiyattan satın alır). Hz. Peygamber, bundan sonra (yine) Âl-i İmrân suresi 77. âyeti okumuıştur.”(VII/217). (This statement of the Prophet reflects the principles of general Islamic economics philosophythat another important point will be seen above. i.y.)

“(Bu Allah’ın yüzüne bakmayacağı, temize çıkarmayacağı ve dehşetli azaba uğrayacak kişilerden birincisi de) Bir kişidir ki,, onun yol (üstün)de (ihtiyacından) fazla suyu bulunur da, osuyu yolculardan esirger.” Susuz bir kimseyi hatta onun hayvanını bu haktan men etmeye kimsenin yetkisi yoktur. Özellikle o civarda içecek başka su bulunmazsa, kuyu sahibi su vermeye yahut da kuyudan su almalarına müsaade etmeye mecburdur. Tavzîh’de bu mecburiyeti tanımayıp, su vermemekte inat edenlerden, ihtiyaç sahiplerinin zorla almak hakkı vardır”denilmiştir.”(VII/220)

SEBİL: SU HAYRI (CHARITY: FREE WATER).

“Su hayrının önemi: bu hadiste de görülmektedir: “Hz. Peygamberşöyle buyurmuştu: Bir kişi (Mekke yolunda) giderken iyice susamıştı ki (önüne gelen) bir kuyuya indi de suyundan içti. Sonra çıkınca bir de ne görsün; bir köpek susuzluktan dilini çıkarıp soluyor (hatta) rutubetli toprakları da yalıyor. Bu yolcu (kendi kendine) “bende demin zirveye ulaşmış olan susuzluk hali, bu hayvanda da var” de(yip merhamet eyle)di. (Vekuyuya indi). Ayakkabısı(nın birini çıkarıp) içine (su) doldurdu. (Kuyudan çıkarmak için) Mesti ağzıyla tuttu. Sonra çıktı. Köpeği suladı. Bu davranışından ötürü de Allah bu kulunuövdü ve onu(n geçmiş günahlarını) bağışladı.” Sahâbîler: “Ey Allah’ın Elçisi! Hayvanları sulamakda bize bir sevap var mıdır?” dediler. Hz. Peygamber: “(Evet! Kendisinde yaşam eseri olan) Her yaş ciğer (sahibini sulayan için de) sevap vardır.” buyurdu. Bu hadisten istifade edilen hükümlerin en mühimi: su hayrının Hakk’a (Allah’a) yakınlık olduğudur. Bazı Tâbi‘în (dönemi) âlimleri: “günahı çok olanlar, susuzları sulasın” demişlerdir. Susuz bir köpeği sulamak bağışlanmaya aracı olursa, bir müminin susuzluğunu ve su ihtiyacını gidermek de bağışlanmaya aracı olacağı muhakkaktır. Yine bir hadiste, Hz. Peygamber’e: “hangi sadaka üstündür” diye sorulmuş da Allah’ın

201

Page 202: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Elçisi: “su sadakası” buyurmuşlardır. Hatta bu konuda su ihtiyacı giderilecek kişinin Müslüman olması veya kâfir olması gibi bir fark da gözetilmemiştir. Bu sebeple İslâm içtimâ‘î (toplumsal/sosyal) hayatında su hayrına çok önem verilmiştir. İslâm diyarında her nereye gidilse, ya bir çeşmeye yahut bir kuyuya tesadüf edilir. Hatta su bulunmayan sahralarda, civardaki köy halkı tarafından yol uğraklarına (toprak) küpler gömülerek sıcak mevsimlerde her sabah doldurulup yolcuların su ihtiyaçlarını telâfiye çalıştıkları görülür.”(VII/224-226)

SON BEŞ YÜZ SENEDE Mİ MEDENÎLEŞTİ, İNSANOĞLU ? (HAS HUMAN KIND BECOME IN LAST FIVE CENTURIES ?).Zemzem kuyusu ile ilgili Buhârî’deki bilgiye bir kez daha yakından göz atmak yararlı olacaktır: “Hz. Peygamber anlattı ki: “Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin! Hacer Zemzemsuyunu (ilk ortaya çıkışında) kendi haline bıraksaydı, bu su (kuyu değil de) sürekli kaynayan (ve akan) bir pınar (nehir) olacaktı. (Zemzemin akmaya başlamasından bir süre sonra) Cürhüm kabilesi (buraya) geldi. Bunlar Zemzem suyunun sahibi Hacer’e: “Buraya yerleşmemize müsaade eder misin?” diye sordular. Hacer bunlara: “Evet, izin veririm. Fakat bu suda hakkınız olmamak şartıyla” dedi. Cürhümîler de: “Evet, Zemzem’de mülkiyet hakkımız olmamak üzere” dediler. Buhârî’dekibu hadis de, mâ-i muhrezin (kuyu kazılarak veya başka bir gayretle elde edilen suyun) mülkiyetinin sahibine ait olduğunu ispat için nakledilen hadislerden biridir. Cürhümiler, Yemen’den Mekke’ye gelmişler ve suyu gördükleri için oraya yerleşmek istemişlerdi. Hattâbî (319-388 H./ 931-998 M.) der ki: bu hadise göre, hiç kimsenin mülkü olmayan sahrada bir kimse, bir kuyu kazıp su çıkarsa, bu suya sahip olur; başkalarıbu suya ortak olamazlar. Ancak suyu çıkaran kimsenin rıza ve uygun görmesi ile faydalanabilirler. Yalnız bu suyun sahibi ihtiyacının artanından, başkalarının yararlanmasını engelleyemez. Bu “fazla”dan başkalarının yararlanması için, sahibinin rıza ve onayı gerekmez. Hz. Hacer’in Cürhümîler’e karşı söylediği şart, kuyuda sahiplik iddia etmemeleri ile ilgili idi. Hulâsâ (özetle), sahradaki kuyunun suyu (ancak) sahibinin ihtiyacına yetecek derecede olursa, başkalarının bu suda yalnız “hakk-ı şefe”si (içme hakkı) vardır. İhtiyacından fazla olursa, bu “fazla”lıkta başkalarının “hakk-ı şirb”i

202

Page 203: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

(hayvan, tarla sulama ve insanların diğer ihtiyaçları için kullanma) vardır.”(Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb; Kitâbu Ahâdîsu’l-Enbiyâ) (VII/232) (Sonuç olarak bu hadis olsun, fıkıh kitaplarındaki İhyâu’l-Mevât (Ölü Toprağı Diriltme) bölümleri olsun, yeni toprakların tarıma açılmasını (Batı’daki tabirle homesteading) teşvik etmektedir ki öyle de olmuştur. Bu teşvik edici (İslâmî) ekonomi politik sonucu Müslümanların hakim oldukları topraklar sürekli büyümüştür. i.y.)

SERVET HIRSI VE ALNININ TERİYLE YAŞAMAK (AMBITION OF WEALTH AND TO EARN ONE’S LIVING BY THE SWEAT OF ONE’S BROW).

“Hz. Peygamber buyurdu: “İnsanlara bir zaman gelir ki, o devirde kişi, ele geçirdiği mal helalden mi, haramdan mı kazanıldığına hiç aldırmaz.” İzahıyla meşgul olduğumuz bu hadishakkında İbnu’t-Tîn de: “bu hadiste kendi davranışlarını gözdengeçirmeyi terk edenlere uyarı vardır. Malın insanlar arasında uyandırdığı fitne ve ihtiras çok şiddetlidir.” demiş ve Enes b.Mâlik’ten şu hadisi nakletmiştir: Hz. Enes: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben dualarımın kabulünü isterim. Bana bunun yolunu gösterir misiniz?” diye rica ettim. Hz. Peygamber: “Ey Enes! Helal kazan, duan kabul olur. Çünkü kişi, ağzına haram bir lokma götürse, kırk gün duası kabul olunmaz” buyurdu. Zamanımızdan altı-yedi asır önce yazılan Buhârî şerhlerinde şârihler, halkın kazançları hakkındaki mübâlâtsızlığına (özen göstermemesine) bakarak, bu hadisteki gerçeklerin ortaya çıkmasının, Hz. Peygamber’in mucizelerinden olduğunu not etmişlerdir. Halbuki zamanımıza (1940 lı yılların başı) oranla o devirdeki duygu ve erdem daha yüksek olsa gerektir.”(Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘) (VI/356)

KİMSENİN MİNNETİ ALTINA GİRMEK İSTEMEMEK.

“ “Hz. Peygamber, (demirden) bir zırhını, Medine’de bir Yahudi’ye rehin olarak vererek, o Yahudi’den ailesi(nin gıda ihtiyacı) için (bir miktar) arpa aldı.” Borç olarak alınan arpanın otuz veya kırk sa‘ (altmış-yetmiş kilo) olduğu ifadeleri vardır. Sahâbîler arasında zenginlerden birçok kişi varken, Hz. Peygamber’in bir Yahudi tüccardan arpa borç alması garip görülmemelidir. Hz. Peygamber hiç kimsenin minneti altınagirmek istememiştir. Bu minnet konusu, Hz. Peygamber’in çok

203

Page 204: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

özen gösterdiği bir konudur. (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû‘; Kitâbu’l-İstiqrâz, Kitâbu’r-Rehn; Kitâbu’Selem.. olmak üzere toplam on bir yerde geçiyor)

ÇALIŞMA HAYATI İÇİNDE İBADETE DEVAM (PERFORMING THE FIVE DAILY PRAYERS IN THE WORKING LIFE).

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Davud Aleyhisselam’a (kendisine vahyolunan Zebur’u) okumak kolaylaştırıldı. Davud kendisinin (ve maiyetinin) binit hayvanlarının (sefere) hazırlanmasını emrederdi de, (hayvanlar) eğerlenirdi. Bunların eğerlenmesi bitmeden evvel o Zebur okurdu. Davud, kendi elinin emeğinden yerdi...Yine bir bilgiye göre, Davud, Allah Teâlâ’dan kendisini Beytu’l-Mâl’e (hazineye/devlete) muhtaç etmeyecek ve ailesini geçindirecek bir geçim yolu nasip etmesini istemiş, Allah Teâlâ da Davud’un eline demiri hamur yapacak bir kuvvet vermiş, o da elinin emeği ile geçinmiştir.”(IX/155-157)

“Abdullah (b. Amr b. Âs)’ın: “benim daha fazla(ibadete)sına gücüm yetişir”, demesi üzerine Hz. Peygamber: “Öyle ise bir günoruç tut, bir gün tutma! İşte bu Davud’un orucudur” buyurmuştur. Abdullah’ın “bundan fazla” dilediğine karşı da “Bundan faziletli oruç yoktur” buyurmuşlardır. İkinci bir naklegöre de Hz. Peygamber: “Allah Teâlâ’ya en sevimli oruç, Davud orucudur. O bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allah’a en sevimli namaz da, Davud’un namazı idi. O, her gecenin (ilk) yarısında uyurdu, (sonraki) üçte birinde namaz kılardı. (En son) Altıda birinde (imsak ile sabah namazı arasında) yine uyurdu.” buyurmuşlardır.”(IX/157)

MARANGOZ ZEKERİYA ALEYHİSSELAM (ZACHARIA AS A CARPENTER). “Zekeriya peygamber marangozdu. (O da) Elinin emeğiyle geçinirdi.”(IX/164)

VEKALET VERMEK MÜSLÜMAN OLMAYANA, TİCARİ İŞLERDE. (MUTUAL BUSINESS WITH NON-MUSLIMS, TO GIVE RESPONSIBILITY/AUTHORITY FOR PROXYSHIP TO A NON-MUSLIM).

204

Page 205: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Buhârî’nin Vekâlet Bölümünde bir bâb (alt başlık) vardır ki: “Dâr-ı Harpte (Kâfirlerin Egemenliğinde) Bulunan veyahut Dâr-ı İslâm’da (İslâm Yurdunda) Müstemen (Pasaportla Giriş Yapmış) Olan Harbîyi (Kafir Ülkesi Vatandaşı) (bir kişiyi), (Bir) Müslüman(ın) Vekil Tayin Etmesinde Bir Sakınca Yoktur” başlığını taşımaktadır. Buhâri burada bir örnek olarak Abdurrahman b. Avf’tan bahsediyor. Abdurrahman Hazretleri der ki: Mekke’deki mallarımı ve ailemi korumak ve himaye etmesi için Ümeyye b. Halef’e bir mektup yazmıştı. Buna karşılık kendisinin de, Ümeyye’nin Medine’deki mal ve yakınlarını koruyacağını ve himaye edeceğini bildirmişti..”(Buhârî, Kitâbu’l-Vekâle) (VII/86) HEMEN DAĞITMAK ZORUNDA MIDIR DEVLET, TOPLADIĞI ZEKÂTI ? (FINANCIAL POLICY OF ISLAMIC STATE).

“Himâ” kelimesi lugatta “halktan koruma ve halkın girişine ve hayvanlarının otlamasına müsaade edilmeyen otlu yer”dir. Şerîatterminolojisinde ise: “ölü araziden olup, devletin beylik (kendi) hayvanları için koruduğu ve halkın burada hayvanlarını otlatmasını yasak ettiği bir arazi parçasıdır.” Hz. Peygamber: “.koruma hakkı yalnız Allah’ın ve Peygamber’inindir.” buyurdu ki, “devlete ait bir hak” demektir. Bu korulukta, (savaşa gidecek) gazilerin atları beslenirdi ve ordunun nakliye (ulaştırma) kollarında kullanılan develer yayılırdı. Zekât develeri gibi, savaş dışında devletin sahip olduğu hayvanlar da, bu korular ve hâralarda barındırılırdı. Buhârî Sahîh’inde,Hz. Peygamber’in Naqî mevkiini koru olarak belirlediği nakledilir. Hz. Ömer de kendi yönetimi döneminde Serif ve Rebeze mıntıkalarını devlet hayvanları için koru olarak belirlemişti. İbn Vehb de bu bilgiyi naklederek, Naqî’nin genişliği bir mil, derinliği sekiz mil idi ve Medine’ye yirmi fersah uzaklığında idi, diyor. Yine Hz. Ömer zamanında Müzeyne tarafında Naqîu’l-Hadamat denilen bir mıntıka koru olarak belirlenmişti ki, burada zekat develeri güdülür, cihat için atlar beslenirdi.”(VII/237)

İÇKİ YASAĞI (PROHIBITION OF ALCOHOLIC BEVERAGES).

205

Page 206: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“İçki yasağının Uhut savaşından sonra, üçüncü veya dördüncü Hicrî yılda (yani Hz. Peygamber’in peygamberliğinin on beşinci yılında emir olarak geldiğini söyleyenlerin görüşü, daha kuvvetli ve daha doğrudur. (Uhut savaşının mağlubiyetinin sebeplerinden biri de, mücahitlerin bir kısmının o gece içki içmiş olmalarıdır.) Gerçi bu yasağı, Mekke fethine kadar uzatanlar da vardır. İçkinin haram oluşunun Mekke’nin fethi senesinde olduğunu söyleyenlerden biri de Hafız İbn Hacer (773-852 H./ 1372-1449 M.) olup, bununla ilgili olarak Fethu’l-Bârî’deMâide suresinin tefsirinde Ahmed b. Hanbel’in bir naklini not ediyor: İbn Vâle demiş ki: “Abdullah b. Abbas’a içki satmanın hükmünü sordum. Abdullah İbn Abbas bana: Hz. Peygamber’in Sakîfyahut Devs kabilesinden bir tanıdığı vardı. Mekke’nin fethi günü elinde şarap tulumu ile Hz. Peygamber’le karşılaştı. Allah’ın Elçisi ona: “Ey filan! Allah Teâlâ’nın şarabı haram ettiğini bilmiyor musun? buyurdu, diye cevapverdi..(Uzak kabilelerden olan halkın, yeni inmiş bir hükmü geç duyduklarının örneği çoktur.”(VII/255)

ŞİRKETLEŞME KÜLTÜRÜ, İSLÂM’IN İLK DÖNEMİNDE.

“Hz. Ebûbekir, Bahreyn’e vergi tahsildârı olarak gönderdiği Enes b. Mâlik’in oradan gönderdiği bir soruya şöyle cevap yazmıştı: “Herhangi iki ortağın ortaklaşa bir sürüsünün zekâtı konusunda, (şirket) sahipleri aralarında adaletin gereği olarak, birbirlerine müracaat ederler.” Buhârî’nin Kitâbu’z-Zekât’ta naklettiği bu metni Kamil Miras şöyle açıklıyor: “Hadisteki “halîtayn” kelimesi hakkında Ebû Hanîfe “halît” “şerîk” (ortak) demektir, demiş, İbn Esîr de bunu doğrulayarak:“Hz. Peygamber’in bize hitap ettiği şerîat dilinde “halîtayn”, birbirinden ayırt edilemeyecek bir halde malları birbirine karışan iki şerikten (ortaktan) ibarettir, diyor. Bu nedenleayrılması mümkün olamayacak şekilde birbirine karışık olmayan mala “halîtayn” denilmez. Ortaklardan her birisinin malı diğerinden ayrılabildiği sürece “hulta” (meselesi) oluşmaz. EbûHanîfe’ye göre, iki ortaktan veya fazla ortaklardan hiçbirisi ve hisseleri nisâba ulaşmadıkça zekât gerekmez. Bunlar, müşterek olmadıkları halde (ortak olmadıkları zaman), ne hükme tâbî‘ iseler, yine haklarında o hal (o durum) cârîdir (geçerlidir).

206

Page 207: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Mebsût’taki ve bütün Hanefî kitaplarındaki hüküm de böyledir. Hanefîlerin ilk dönem bilginleri, böyle “halîtayn”da (karışık, müşterek malda) her ortak için, ayrıldığı zamanki nisâb-ı kâmilmuteberdir. “Hult”un (karışmış olmanın) zekât konusunda, hiç etkisi yoktur. Şirket (ortaklık) ister irs (miras) ile,(veya) hîbe ile, şirâ ve benzeri şekilde oluşmuş olsun, şirket-i mülk olsun, isterse şirket-i inân ve mufâvada suretiyle oluşturulmuşbir şirket-i akd olsun, değişmez, demişlerdir. Şirket-i inân: paylar eşit olarak yalnız bir maddeye ait olmak üzere aktedilmiş şirkettir. Şirket-i mufâvada ise ortakların mal olarak ve tasarruf olarak deyn olarak genel ve yine eşit paylarla ortak oldukları bir şirkettir.

İbn Munzir (241-318 H./ 855-930 M.) bu konuda fakihlerin (İslâmhukukçularının) farklı görüşlerini aşağıdaki misallerle şöyle açıklıyor: İki kimse arasında koyun nisâbı olan kırk koyun ortak olsa, bazı fakihler, her iki ortağa da zekât vermek gerekmez, demişlerdir. İmam Malik, İmam Sufyân-ı Sevrî, İmam Ebû Sevr ve Irak fakihleri, Şerîk b. Abdullah (95-177 H./ 713-794 M.), Hasan b. Hayy bu doğrultuda içtihat etmişlerdir. İmam Şâfi‘î, Leys b. Sa‘d, İmam Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye iseikisinin de zekât ödemeleri gerekir, demişlerdir. Hatta bu ortaklar kırk kişi olsalar da, bu ortaklığa birer koyunla katılmış olsalar, bu kırk kişiye bir koyunun kıymeti oranında zekât vermeleri gerekir. (Elbette böyle bir içtihat ve böyle bir uygulama adil olmayacaktır. i.y.) (Bu nedenle de) İbn Munzir kendi görüşünü eklemiş ve “birinci görüş” yani “zekâtın adem-i lüzûmu (ödenmemesi gerektiği) en doğru içtihattır”, demiştir. Aslen Endülüslü olup, daha sonra İskenderiye’ye yerleşen büyük alim Turtuşî (451-520 H./ 1059-1126 M.) “hulta” sahih değildir. Yalnız iki ortaktan birinin tam nisâba sahip olmaları durumunda sahih ve geçerli olur, demiştir.”

“İKİ YÜZ ORTAK” OLSA, DİYOR İBN HAZM: ŞİRKETLERİNZEKÂTI (200 SHAREHOLDERS, ZAKAT OF COMPANIES).

“İmam Malik, İmam Evza‘î ve Zahirî fakihlerinden Ebu’l-Hasan (vefatı: 436 H./ 1044 M.): “ “hulta” ve ortaklık yalnız hayvan sürülerinde geçerlidir” demişlerdir. İmam Şâfi‘î, kendisince kabul edilen “hulta” ve şirketin (ortaklığın) hayvan sürülerinde de, hubûbatta da, meyvalarda, dirhemlerde ve

207

Page 208: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

dînarlarda geçerli olacağına hükmetmiştir. İbn Hazm: “iki yüz kişi iki yüz dirheme ortak olarak sahip olsalar, bunlara ortaklaşa (toplam hepsinin ancak) beş dirhem zekât ödemeleri gerekir” demiştir.

İKTİSÂDÎ DEHÂSI, EBÛ HANÎFE’NİN (ABU HANİFAH: AS A GENIUS OF ECONOMICS).

Kâmil Miras, bu konudaki bir içtihadını anlatırken Ebû Hanîfe’nin “iktisâdî dehâ (dehây-ı iktisâdî) sahibi” olduğunu söylüyor: “Zekât ve nisâb konusunda Ebû Hanîfe’nin tek şart olarak geçerli saydığı “ortakların ortak maldaki hisselerinin ayırt edilmemesi” şartı, yüksek bir dehây-ı iktisâdî ile konulmuş bir şarttır. İmam Buhârî de bu şartı tercih ederek, konumuz olan hadisin konu başlığında “Tâvûs (33-106 H./ 653-725M.) ile Atâ(27-114 H./ 647-732 M.)’nın mezhepleri ise, Ebû Hanîfe’nin mezhepleri gibi muşâ‘an tasarruf ifade eden bir “şirket-i şuyû‘”dur. İmam Buharî, katıldığı bu Ebû Hanîfe’nin görüşünü destekleyen (İmam) Sufyân-ı Sevrî’nin de: “iki ortaktan birsinin kırk, diğerinin de kırk koyunu tamam olmadıkça, zekât gerekmez” dediğini naklediyor. Bu sebeple Teymî (457-535 H./ 1065-1141 M.): “Sufyân-ı Sevrî, Ebû Hanîfe gibi zekâtta “halt”ı yani şirketi müessir bulmuyor.” demiştir. Sadru’ş-Şerî‘a da (vefatı: 747 H./ 1326 M.) Tavzîh’de: “İmam Mâlik’in görüşü Atâ’nın görüşü gibidir.” demiştir. İbn Hacer (773-852 H./ 1372-1449) “bi’s-seviyye” kelimesini “eşitlik” ileaçıklamıştır. Aliyyu’l-Qârî Mirqâtu’l-Mesâbîh’de “bi’s-seviyye” kaydı ile “adalet” manasına alınmalıdır, diyerek, şu açıklamayıyapıyor: “Şu halde hadisin mânası, “ortak bir sürünün zekâtı, ortaklardan birisinden alındığında, onun adaletin gereği olarak, diğer ortağa müracaat hakkı vardır” demek olur (ödediğizakâtın yarısını veya sürüdeki payı ne kadar ise, o kadarının zekâtını da senin ödemen lazım, diyerek, onun namına da ödemiş olduğu zekâtın bir kısmını ortağından alır i.y.) Ve bu mânâca hadisin hükmü, bütün hulta ve şirketleri kapsamına alır.Hadisin bütün bu kayıtlarını göz önüne alan şarih Qastallânî konuyu şöyle resmeder: “Sâ‘î, yani zekât memuru, ortak bir sürünün zekâtını alırken, bu iki ortağın birisinden zekâtın tamamını alırsa, veren taraf diğerine adaletin gereği olarak müracaat verebilir (isteyebilir, onun namına ödediği zekâtı i.y.)”(V/212-215)

208

Page 209: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

TİMUR KURAN’A CEVAP: İSLÂM’DA ŞİRKET KÜLTÜRÜ HAKKINDA HODGSON’UN GÖRÜŞLERİ (RESPONSE TO TIMUR KURAN: HODGSON’S OPINIONS ABOUT ISLAMIC COMPANY CULTURE).

Timur Kuran’ın İslam’da şirket kültürünün olmadığı ve hem bu yüzden, hem de vakıf kurumlarının çokluğu yüzünden geniş ekonomik kaynakların verimli kullanılamadığı ve bu yüzden İslamdünyasının geri kaldığı yönündeki iddiası, kendisinin ABD akademik dünyasında bulunması nedeniyle Batı yarıküresinde ve dünyanın diğer bazı akademik çevrelerinde de kabul edilmiş ve on beş yıla yakındır (2001’den beri) kendisi başta olmak üzere,bu asılsız iddiayı tekrar edenler çoğalmıştır. Burada Kâmil Miras’ın konu ile ilgili notlarına kısa bir ara verip İbn Qayyım’ın ortaklıkla ilgili görüşlerine geçmeden önce, yirminciyüzyılda Batı’daki İslâm araştırmacılarının en dikkatli ve insaflılarından biri olan ABD’li tarihçi Marshall G.S. Hodgson (1922-1968) -ki çalışmalarıyla Edward Said gibilerin önünü vezihnini açmıştır- bu konudaki görüşünü naklediyoruz:

“(İslâm toplumunda)Ticaretin hemen her türlüsü ortaklıklarla yapılıyordu; sayısız çeşitte ortaklaşma biçimi vardı; ve ortak sayısının sınırı yoktu. Bazen Müslüman ve Müslüman-olmayanlarında ortaklaştığı oluyordu; bu da herkesin işine geliyordu. Meselâ, bir Müslüman-Yahûdî ortaklığında, Yahûdî Sebt günü (cumartesileri), Müslüman da Cumaları tatil yapabilirdi.” (Hodgson, 1995, I/256) (Hodgson’un metninin orijinali şöyledir:“Commercial arrangements always tend to be relatively flexible,but this was a time of unusual diversity and inventiveness. Almost all forms of mercantile life tended to be carried on in partnerships; these varied almost indefinitely as to the terms of cooperation between the partners and as to the number of partners engaged in a single endeavour. Muslims and non-Muslimswere sometimes partners together; this could be convenient: forinstance, in a partnership between a Muslim and a Jew, the Jew

209

Page 210: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

would take off on the Sabbath and the Muslim on Friday.) (Hodgson, 1977, pp. 301-302)

ESKİ ORTAĞIYLA YILLAR SONRA KARŞILAŞMASI, HZ. PEYGAMBER’İN.

Peygamberimiz (SAV) de ortaklık yapmışlardır. Allah’ın Elçisi’ne bir gün ortağı gelip de “beni tanımadın mı” deyince, “Emê kunte şerîkî ? Fe-ni‘me’ş-şerîkü kunte Lâ-tüdêrî ve-lâ-tümêrî” “Sen benim ortağım değil miydin? Ne güzel ortak! Senkavgacı da değildin, inatçı da” (Ebû Dâvûd, Sunen, Edeb; İbn Mâceh, Sunen, Ticâret, Bâbu’ş-şirketi ve’l-mudârabe, hadis no: 287) “Tüdâriü” kelimesi mudârâetun” kökünden gelir ki, hakkı (doğruyu) savunmak, anlamındadır. Eğer hemzesi terk edilirse “müdarâtü” kökünden olur ki, bu da “en güzel şekli ile savunmak” demektir.(Zâdu’l-Me‘âd, I/162) (İbn Qayyım, 1989, I/192) İbn Qayyım (el-Cevziyye) (691-751 H./ 1292-1350 M.) İslâm’da ortaklık konusunda şu bilgileri de verir: “Topraktan elde edilen meyve veya tahılın bir kısmına karşılık musâqât ve muzâraâ‘t akti yapılabilir. (Muzâra‘a: tohumu birinden, işlemesi diğerinden olmak üzere yapılan bir ortaklık anlaşmasıdır. Musâqât ise, tarlayı ıslah için tutulan işçiye ücret değil de, tarlanın ürününden bir pay vermek üzere yapılanakittir.) Nitekim Hz. Peygamber, Hayber halkına böyle bir uygulama yapmıştır. Bu da Hz. Peygamber’in vefatına kadar bu şekilde sürmüş ve hükmü kalkmış değildir. Dört halife dönemindeki uygulama da aynı şekilde süregelmiştir. Bu işlem, kiraya verme cinsinden bir uygulama olmayıp, aksine, ortaklaşmasınıflarından bir uygulamadır. Bu mudârabe(ortaklığı)nin aynen bir benzeridir. Mudârabeyi mubah (helâl) görerek, buna haram diyen kimse, iki benzerin arasını ayırmış olur. Hz. Peygamber, Hayber halkına kendi mallarında işletmek üzere araziyi vermiş, tohumu vermemiştir. Medine’den onlara tohum da göndermemiştir. Bu da, Hz. Peygamber’in bu konudaki davranışında “tohumun mal sahibinden olması şartı” diye bir şey olmadığını, tohumun işleticiye ait olabilmesinde bir sakınca olmadığını, gösterir. Hz. Peygamber’den sonra, dört halifenin uygulamaları da böyle olmuştur ki kıyasa uygun olan da bu uygulamadır. Çünkü arazi “qıraz” ortaklığındaki ana sermayeye benzer. Tohum ise, sulama yerine geçer. Bundan ötürü toprakta çürür ve sahibine geri dönmez. Eğer mudârabe türü şirketteki sermaye gibi olsaydı,

210

Page 211: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

sahibine geri verilmesi şart olurdu. Bu ise, muzâra‘a ortaklığının bozulmasına yol açar. (“Qıraz”: kâr ve zarar sermayeye ait olmak üzere, sadece kârdan anlaştığı kadar miktarına ortak olmak üzere, birine ticaret yapması için sermaye verilmeye denilir.)”(İbn Qayyım, 1989, III/346). “Birinin arâzisi, diğerinin suyu olan iki adam beraberce ziraatyapmak için ortak olmaya karar verdiklerinde, böyle bir ortaklığın ikisi arasında geçerli olup olmayacağı konusunda İmam Ahmed b. Hanbel: “bunun bir sakıncası yoktur” demiştir.”(İbn Qayyım, VI/2685)

TİMUR KURAN’A BİR DİĞER SUSTURUCU CEVAP

“Şerîat örfünde müzâra‘a bir taraftan arâzî, öbür taraftan çalışma, yani ziraat olarak hasılat (ürün elde etme için çalışma ve) aralarında taksim olunmak üzere bir çeşit şirket aktinden ibartetir ki buna muhâbere de denilmiştir. Müzâra‘a ile muhâbere arasında şarih Qastallânî (851-923 H./ 1448-1517M.) şöyle bir fark bildiriyor: “Tohum, tarlanın sahibi tarafından verilirse müzâra‘adır. Çalışan tarafından verilirse muhâberedir. Kısaca gerek müzâra‘a, gerekse muhâbere ürünün mesela üçte biri veya dörtte biri üzerine anlaşılmış bir akittir. Ebû Hanîfe’ye göre, bu akit geçerli değildir. Fakat (iki büyük öğrencisi olan) İmâmeyn’e göre geçerlidir. Müzâra‘anın şartı fıkıh (İslâm hukuku) kitaplarında sekize ulaşır (ki bunlardan bizim için önemli olan ikisi): 1) Akit yapan iki tarafın ehliyeti yani akıllı olmalarıdır (bâliğ olmaları şart değildir). (Bâliğ olma şartının getirilmemesi çok önemli bir teşviktir, 1) gençlerin de (çok erken yaşta) ticari ortaklıklara girebilmeleri/girmeleri açısından, 2) Gençlerin şirketlerden (çok erken yaşta, küçük birikimleri varsa) hisse senedi alabilmeleri açısından, 3) (Çok) Genç yaşta şirket kurabilme yetkilerinin olması açısından, 4) Çok genç yaşta tarımsal ve ticari hayata girebilmeleri, ticarete alışmaları açısından. Bukonu, “Müslümanlarda şirket hukuku ve şirket kültürü oluşmadı” diyerek bilimsel atmasyon üreten ve bu iddiasını ABD’deki ünlü iktisat journallarında (dergilerinde) gerçekmiş gibi pazarlayan Prof. Timur Kuran’a da yine susturucu bir cevaptır. i.y.) 2)(Bu) Aktin, üçüncü şahıslara karşı şirket hüviyetine sahip

211

Page 212: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

olması. Müzâra‘a, aktin başlangıcında bir icare (arazi kiralama) şekli gibi görünse de, sonunda şirket hükmünü kazanır. O nedenle, şirketi bozan her şart bu icare aktini de bozar.”(VII/118)

MEDİNE DÖNEMİNDE ŞİRKET KÜLTÜRÜ, MÜSLÜMAN OLMAYANLARLA ORTAKLIK (CULTURE OF COMPANY IN THE EARLY YEARS OF ISLAM,PARTNERSHIP WITH NON-MUSLIMS.

“Hz. Ali anlatır ki: “Hz. Peygamber’le beraber bulunduğum Bedir(savaşı) günü, bana ganimetten yaşı olgunlaşmış bir deve verildi. Hz. Peygamber bana bir yaşlı deve de, Bedir’den evvel vermişti. Fatıma ile düğün yapmadan önce, bir gün bu develerimiEnsar’dan birisinin kapısı önünde çöktürmüştüm. Bunlara ızhır (otu) yükleyip, satmak ve parasıyla Fatıma’nın düğün yemeğine para biriktirmek istiyordum. Qaynuqa‘ kabilesinden (bu işi bilen) bir (Yahûdî) kuyumcu da benimle beraberdi.”(Buhârî, Kitâbu’ş-Şirb)(VII/244-246) (Müslümanlarla, Medine çevresindeki Yahûdîler arasında bu tür ortaklıklar, Hz. Peygamber’in yaşamı boyunca devam edecektir. i.y.)

“Batı’da ticaret ve sanayi, deniz ticareti ve deniz tüccarları (great (sea) merchants) aracılığıyla gelişmiştir. Daha İslâm’ınilk yüzyılında Atâ b. Ebî Rebâh (27-114 H./ 647-732 M.): “her şeyde şüf‘a hakkı vardır, hatta elbisede bile” demiştir. Atâ’nın bu içtihadı İmam Malik ile bazı Şâfi‘î imamlarından da nakledilmiştir.”(VII/12) İmam Malik’in gemide (gemi ortakları arasında) şuf‘ayı kabul etmesinin sebebi herhalde Atâ’nın bu içtihadıdır. Gerçi küçük sermaye sahiplerinin bir gemiye ortak olması ile ilgili binlerce yıl önce Hz. Musa zamanında geçen bir olay Kehf sûresi 79. âyette açık olarak görülmektedir.(Kurân, 18: 79) Kamil Miras bu bölümde İslam şirket hukuku ile ilgili şu özet bilgiyi veriyor: “Şirket(ler) iki çeşittir: şirket-i mülk, şirket-i akd.

(Nadiren oluşan ilk şirket tipi) Şirket-i mülk(tür ki) : iki kişinin bir şeye satın alma, miras, hibe..gibi mülk edinme sebeplerinden biriyle, yahut kendi isteği dışında malların karışması ile, yahut istekleriyle/kasdî olarak mallarını karıştırarak sahip olmalarıdır…Yine böyle iki kişi ya bilerek

212

Page 213: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

veyahut bilmeyerek zahireleri ayırt edilemeyecek şekilde birbirine karışsa, bu zahire artık ikisi arasında ortak olur.

İkinci tip (büyük çoğunlukla kurulan) şirket (tipi ise) , şirket-i akddir. Ortaklardan birisinin diğerine: “sana şu işte ortak oldum” demesi, öbürünün de kabul etmesi sonucu oluşan ortak akittir. (Laik Türk) Borçlar Kanunu’nda da (1940’lı yıllar) buna “âdi şirket” deniliyor. Ve (bu kanunun) 520. maddesinde: “şirket bir akittir ki, onunla iki veya daha çok kimseler, çalışmalarını ve mallarını (servetlerini) ortak bir gayeye erişmek için birleştirmeye karar verirler.” diye tarif ediliyor. Şirket-i akd de dört çeşittir. Şirket-i mufâvaza, şirket-i inân, şirket-i tekabbul ve şirket-i vücûhtur. Şirket-iakdin her kısmı (karşılıklı) vekâleti de içerir. Şöyle ki, ortaklardan her biri tasarrufta yani alım-satımda ve başkasından iş kabul etmekte, diğerinin vekilidir. Bu nedenle vekâlette akıl ve temyiz (seçme/ayırma kabiliyeti) şart olduğu gibi, şirketlerde de ortakların akıllı ve mümeyyiz (seçme kabiliyetine sahip) olmaları şarttır. Şirket-i Mufâvaza: (ortakların karşılıklı) kefâleti ve eşit mali ve borçlanma yetkisini içeren şirkettir. Şirket-i İnân: Kefaleti değil, yalnız vekâleti içeren şirkettir. Bununla beraber, şirket-i inânın akti zamanında “kefalet” de anılırsa, bu ortaklar birbirinin kefili olurlar. Bu çeşit şirkette hisselerin eşit olması şarttır, fakat kazançta eşitlik şart değildir. Şirket-i teqabbul: ki buna şirket-i sanâyî de denilir: iki veya daha çoksanatkârın ortaklık etmesidir. Mesela iki terzinin yahut iki terzi ile bir boyacının ortak iş yapmaları gibi ki, kazançları ikisi arasında ortak olur. Şirket-i Vücûh: Sermayesiz ve yalnıziki ortağın itibarlarıyla alışveriş yaparak kazanmak için kurdukları şirkettir. Şirketin bu çeşidi de, öbürleri gibi, vekâleti içerir.”(VII/419) Şirket-i ‘Urûz: mal ortaklığıdır. ‘Urûz “arz”ın çoğuludur. “Arz”, “mal” manasınadır. “Nakit” karşılığıdır. Fakat şirket-i ‘urûz hakkında fukahânın (İslâm hukukçularının) görüş ayrılığı vardır. Hanefî imamları (büyük hukukçuları), “şirket-i mufâvazaolsun, şirket-i inân olsun, (ancak) “nakteyn” (iki nakit) yani altın ve gümüş ile kurulur; ticaret mallarıyla (bu şirket) kurulamaz” demişlerdir. İmam Malik, cinsi aynı olmak üzere ‘urûzda da ortaklığı kabul etmiştir. Şâfi‘î imamları ise, mislî(çarşıda pazarda eşi ve benzeri bulunan mal) olmak üzere olur demişlerdir. İmam Muhammed, altın ile gümüşe fülüs yani madeni

213

Page 214: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

para ile ortaklığı da, nakteyn gibi sakıncası yoktur, demiştir.İmam Muhammed, fülüs piyasada kabul gördüğünden nakteyn hükmündedir derken, Ebû Hanife ile Ebû Yusuf, fülüsün piyasada (para olarak) kabul edilmesi geçici ve itibarî olduğundan, fülüs ile ortaklık anlaşmasını geçerli bulmamışlardır.”(VII/420)

“Muzâra‘a-i sahîha çeşitlerinden birincisi: akti yapanlardan birisi tarlasıyla öbürüsü de tohum, çalışma, çift hayvanı ve diğer aletleriyle ortak olarak ve tarlanın(bahçenin, meyveliğin..) sahibine üründe bir pay vermek üzere kurulmuş birşirkettir (ortaklıktır). İkincisi: çalışma bir ortağa, tarla tohum, çift hayvanını sağlamak öbür ortağa ait olmak üzere bir ortaklık anlaşmasıdır ki, bu da olabilir. Üçüncüsü: tarla ve tohum bir ortağa, çift hayvanı ileçalışmak diğer ortağa ait olmak üzere kurulan bir ortaklıktır. Müzâra‘anın, Mecelle’deki: “Bir taraftan arazi, diğer taraftan amel (çalışma) olarak, ürünü aralarında taksim olunmak üzere, bir çeşit şirkettir” şeklindeki tarifi, noksandır ki, yukarıdaki üç çeşidi içermemektedir.”(VII/183)

ENSAR VE MUHACİRLER ARASINDA ORTAKLIK (CORPORATE BETWEEN ANSAR AND MUHAJIRIN).

“..Bu kurulan kardeşliğin tesiriyle, Ensar, Hz. Peygamber’e müracaat ederek: “Ey Allah’ın Elçisi! Hurmalıklarımızı muhacir kardeşlerimizle aramızda taksim et!” demişlerdir. Hz. Peygamberise: “Hayır. Öyle olmaz. Mülkiyeti verilmez. Ancak muhacirler çalışmalarıyla ortak olurlar, sularlar, tımar ederler. Ürünü aranızda taksim edersiniz” buyurmuştur. İki taraf da bu şekilderazı oldular. Musâqât denilen bu ortaklık, muhacirler belli birservet sahibi oluncaya kadar devam etmiştir.”(X/123)

REFAH DEVLETİ (WELFARE STATE).

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Hiçbir mümin yoktur ki, ancak ben, ona dünya ve âhiret(işlerin)de (kendisinden) daha yakınım.İsterseniz (Kurân ayetini hatırlayın): “En-Nebiyyu evlâ bi’l-muminîne min enfusihim” (Peygamber, müminlere kendi canlarındandaha yakındır/onları kendilerinden daha çok düşünür) Her hangi bir mümin ölür de mal bırakırsa, bu mala kim olursa olsunlar,

214

Page 215: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

onun asabesi mirasçı olsun. Herhangi bir mümin de borç yahut (fiakir bir) aile bırakırsa, o da bana gelsin. Ben onun velîsiyim” Beytü’l-Mâl (Hazine) refaha kavuştuktan sonra borçlu ölen müminlerin borçları, Hz. Peygamber tarafından ödenerek, cenaze namazları kılınmıştır. Hadisteki asabe, kişinin babası tarafından akrabasına denilir. Ferâiz (Miras hukuku) bilginlerine göre “asabe: Allah’ın Kitabı’nda belirlenmiş/yazılı payı olmayıp (da), ashab-ı ferâiz(birinci derece yakınları) hisselerini aldıktan sonra geri kalanı alan ve ashab-ı ferâizin bulunmaması halinde, mirasın tamamını alan kimselerdir.”(VII/286)

BORÇTAN SAKINMA (AVOID FROM DEBT) (ECON PHILOSOPHY).

“Borçtan Allah’a sığınmak konusunda Buhârî, Hz. Âişe’den Hz. Peygamber’in her namaz sonunda şöyle dua etmeye devam ettiğini naklediyor: “Yâ Rab! Günahtan, borçtan sana sığınırım.” Hz. Âişe: “Ey Allah’ın Elçisi! Hiç bir şeyden sığınmadınız, Allah’a, borçtan sığındığınız kadar” demişti de, Hz. Peygamber:“Kişi borçlandığı zaman (ödeyemediği zaman yalan söyler, vaat eder (ama, gelecek olan parası) gelmez de vaadinde duramamış olur.” Hadisin işaret ettiği toplumsal hastalıklar (emrâz-ı içtimâ‘îye), yalan ve vaadinden dönmedir ki şüphesiz bunlartoplumları helak eden büyük felaketlerdendir (mühlikât-ı içtimâ‘îyedendir). Borç bu iki âfeti doğurduğundan, Hz. Peygamber namazlarından sonra bunlardan Allah’a sığınmıştır. Borç, esasında insanlarla medenî bir ilişki olduğundan fena değildir. Fakat günaha girmeye sebep olduğu için, Hz. Peygamberher zaman ümmetini borçlan(ma)mak konusunda uyarmıştır. Bunların dışında, borcun borçluya yüklediği ve insanlar arasında değerini düşüren durum da ortadadır. Hele ahlakı sert bir alacaklıya borçlu olmak –Allah esirgesin! Şarih İbn Battâl: “bu hadis sedd-i zerâyiin vucubuna kanıttır” demiştir.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstiqrâz, ve’l-hacır ve’t-teflîs) (Hadiste Hz.Âişe: “namazda borçtan ve günahtan Allah’a sığınırım” diye dua ederdi” diye geçiyor: “İnne Rasûlellahi Kêne yed‘û fi’s-salâti ve yeqûlu: Allahümme innî e‘ûzu bike min’el-me’semi ve’l-meğrami” İbn Battal’ın sözü ise, üzerinde düşünülecek daha geniş bir konudur. Normalde borçlanmak günah olmayan bir şey olduğu halde, Hz. Peygamber, borçlanılmaması için kuvvetli uyarılar yapmıştır. Hakikaten, borçlu kimsein aklına borcu ve

215

Page 216: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

borcun aksaması/aksadığı gelir de, bazen namazını bile bu yüzden doğru dürüst (huşu içinde) kılamaz. Namaz ise bu dünyadakulun yapacağı en önemli iştir. Bu iş (namaz), hakkı verilerek kılınmazsa/ kılınamazsa müminin ne dünyası ne de âhireti düzgünve huzurlu olmaz. O yüzden mümkün mertebe borçlanmaktan uzak kalınmasını Hz. Peygamber istiyor ki, İbn Battâl buna dikkat çekiyor ve Müslümanların idarecisinin, halk için kötü gördüğü bazı şeyleri o işler helal bile olsa, sonunda fertleri ve toplumu sıkıntıya sokacaksa, yasaklayabileceği/yasaklaması gerektiğine işaret ediyor. Buna usûl-ü fıkıhta (hukuk usulünde)sedd-i zerâyî‘ deniliyor ki “kötülüğe aracı olan yolları kapamak” anlamına geliyor. i.y.)

AGRICULTURE, ANIMAL HUSBANDRY GENERAL CHARACTERISTICS OF ISLAMIC ECONOMICS. “Hz. Peygamber buyurmuştur: “Her kim ihtiyacından fazla suyunu, fazla otunu (halkın kullanımından) engellerse, Azîz ve Celîl olan Allah da o kişiye nimetini esirger.” Bütün hadis kitaplarının naklettiği bu hadiste Hz. Peygamber’in tarım kesimiyle hayvancılıkla uğraşanların birbirlerine destek vererek işlerini artırmaları tavsiyesini görüyoruz.”(VII/209) (Hadisin metni: “Men mene‘a fadle mêihî evfadle keleihî mene‘allâhu azze ve celle fadlehû”)

“Hz. Peygamber buyurdu: “Her kim ki bir araziden (bir karış bir) yeri haksız yere ele geçirirse, (kıyamet gününde o) yerin yedi katı onun boynuna geçirilir” Daha ayrıntılı bir nakilde ise: “Herhangi bir kişi (başkasının) toprağından bir karış yerihaksız yere ele geçirirse, Allah ona, yedi kat yerin dibine kadar o işgal ettiği yeri kazmasını teklif eder, sonra da o toprak parçasını (Arasat meydanında) insanların arasında hesap görülmesi bitinceye kadar boynuna halka gibi geçirirler (o muazzam kütlenin ağırlığı alında ezilme işkencesini çekmeye devam eder)”(VII/379)

DEVLET ÇİFTLİKLERİ (THE LANDS OF STATE. STATE OWNED ENTERPRISES).

“Ömer b. Abdülaziz (61-101 H./ 680-720 M.) “Ömer b. Abdülaziz diyor ki: “Hz. Ömer halife olduğunda Necran, Fedek, Teyma ve Hayber ahâlîsini Medine dışına sürüp bunların evlerini,

216

Page 217: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

barklarını, bütün mallarını Beytü’l-Mâl adına satın almıştı. VeYa‘lâ b. Umeyye Hazretlerini bu mallar ve arâzi üzerine görevliolarak tayin etmişti. Hz. Ömer, Ya‘lâ(Radıyallâhu Anh)’ya verdiği talimatta: “Bu araziyi, ziraatçilere müzâra‘a suretiylevermesi, eğer Ömer adına ziraatçıya tarla ile beraber tohum, çift hayvanı, demir saban da verirse, ürünün üçte ikisi Hz. Ömer’e (devlete), üçte biri de çiftçiye ait olması; eğer tohum,çift hayvanı, saban gibi ziraat aletlerini çiftçi kendisi sağlarsa, ürünün yarısı çiftçiye, yarısı da Hz. Ömer’e ait olmak üzere taksim edilmesi; hurma, üzüm gibi meyvelerin üçte biri işçiye, üçte ikisi Hz. Ömer adına (devlete) ayrılmasını emretmişti.” Beyhekî ve Buhârî’deki (bir başka rivayette ise): Hz. Ömer hilafeti zamanında ziraatçilere şöyle (bir) uygulama (da) yapmıştır: “Eğer tarla ile beraber tohumu da (devlet) verirse, ürünün yarısı, eğer tohum çiftçi tarafından atılırsa üçte biri Hz. Ömer’e (devlete) verilecektir.”(VII/152-153)

ÖMER B. ABDÜLAZİZ’İN İKTİSAT POLİTİKASI

İslam’ın ilk asrının son yıllarında Kurân’a ve Hz. Peygamber’inuygulamalarına göre İslami toprakları yöneten Ömer b. Abdülaziz’in uyguladığı iktisat politikası konusunda, İsmail Yiğit’in değerlendirilmeleri hayli yararlı olacağı için buraya alıyoruz. Görüleceği gibi, Ömer b. Abdülaziz, başarılı bir ekonomi için gerekli olan sosyal siyaset tedbirlerini süratle uygulamaya sokmuş ve ekonomi iki yıl gibi kısa bir zamanda büyük bir sıçrama kaydetmiştir: “Ömer b. Abdülaziz’in yönetim süresi iki buçuk yıldır: Milâdî: 22 Eylül 717-5 Şubat 720/ Hicrî 10 Safer 99 / 20 Recep 101 H.) Ömer b. Abdülazîz’in ilkicraatı İstanbul’u kuşatmakta olan Mesleme b. Abdülmelik’in ordusunu geri çağırmak oldu. Daha sonra, Darende’yi tahliye edip halkını Malatya’ya yerleştirdi. Hicrî 100 (718-19) yılındaBizans tarafından tahrip edilen Lazkiye şehrini yeniden inşa vetahkim ettirdi. Bu arada Mâverâünnehir bölgesindeki fetih hareketini de durdurdu. Bununla birlikte sınırların korunması ve Bizans’a saldırı fırsatı verilmemesi için, geleneksel yaz vekış seferlerini devam ettirdi. Azerbaycan’a saldıran Türkler hezimete uğratıldı. Pireneler’i aşıp Güney Fransa içlerinde ilerleyen ordular, Toulouse şehrine kadar ulaştı.

Ömer b. Abdülaziz, saraydaki lüks eşyaları Beytü’l-Mâle

217

Page 218: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

koydurması, köle ve câriyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halkiçin okunan umumi duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla, Emevîler’in geleneksel saltanat görüntülerine son verdi. İlk dört halifeyi örnek alan bu davranışları sebebiyle Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi sayılan Ömer b. Abdülaziz, idarî, iktisadîve içtimaî sahalardaki icraatlarıyla da aynı çizgiyi devam ettirdi. İdarî alandaki icraatlarına halka zulmeden ve yolsuzluklara adı karışan valileri ve diğer memurları görevlerinden almakla başladı. Onların yerine hangi kabileden olduklarına bakmaksızın dindar ve dürüst yeni memurlar tayin etti. Valilik, kadılık, vergi memurluğu görevlerini halifelikle birlikte dört temel esas kabul ederek özellikle kadılık görevine hukuk bilgisi yanında takvâsıyla temayüz etmiş âlimleri getirdi. Kötülüklerinden emin olunamayacağı gerekçesiyle, çeşitli devlet dairelerinde çalışangayri müslimleri görevlerinden uzaklaştırdı. Valilerin ticaretle uğraşmasını ve hediye almasını yasakladı. Halka mazlumun yanında olduğunu, memurlardan şikâyetçi olanların doğrudan kendisine başvurabileceğini bildirdi. Cuma gününü mezâlim mahkemesi (yüksek mahkeme) duruşmalarına ayırdı. İdam ve el kesme cezalarının kendisinden izin alınmadan uygulanmasını, suçlulara dayak atılmasını yasakladı. Hapishaneleri ıslah ederek, suçluları işledikleri suçlara göre ayrı koğuşlara yerleştirdi.

Muâviye’den itibaren Emevî hânedanı mensuplarının ve devlet adamlarının gasbettikleri malların tesbitini ve hak sahiplerineiade edilmesini sağlamaya çalıştı. Muâviye tarafından Mervân’a iktâ edilen ve zamanla kendisine miras kalan Fedek arazisini sahipleri olan Ehl-i beyt mensuplarına iade etti. Önceki halifeler tarafından kendisine verilmiş diğer gayr-i menkullerive kıymetli eşyayı Beytü’l-Mâle devretti. Hanımının mücevherlerini ve evindeki fazla eşyayı da Beytü’l-Mâle koydurdu. Halifelik görevi karşılığında maaş almayı reddetti. Emevî hânedanı mensupları ve diğer devlet adamlarının haksız kazançlarının tesbiti için geniş kapsamlı bir çalışma başlatması, ellerindeki malların alınmasına tahammül edemeyen yakınları tarafından tepkiyle karşılandı ve ölümle tehdit edildi. Ancak o bu tehditlere aldırmadan bu uygulamayı ısrarla sürdürdü. Onun bu uygulamaya karşı çıkan yakınlarını Medine’ye gidip halifeliği şûra sistemine çevirmekle tehdit ettiği

218

Page 219: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

rivayet edilir (İbn Sa‘d, Tabaqât, V, 344).

İç barışa büyük önem veren Ömer b. Abdülazîz idareye muhalif gruplara karşı âdil bir yönetim uyguladı. Hulefâ-yi Râşidîn’in anlayışını ihya ederek din âlimlerinin ve halkın sevgi ve desteğini kazandı. Hz. Ali evlâdı ve Hâricîler’in de yönetimle barış içinde yaşamasını sağladı. Muâviye devrinden beri devam eden, hutbelerde Hz. Ali’nin lânetlenmesi âdetini kaldırdı; onun evlâdına ve taraftarlarına karşı çok iyi davrandı, ellerinden alınan emlâkı geri verdi. Hâricîler’le mücadelede deikna yolunu benimseyip mecbur kalmadıkça silâh kullanılmasına izin vermedi. Kendileriyle çeşitli konuları tartışarak Yezîd b. Abdülmelik’in veliahtlığı hariç diğer bütünmeselelerde görüşlerini onlara kabul ettirdi. Kaderiyye görüşünü benimseyenlerle ilmî münazaralara girişip, liderleri Gaylân ed-Dımaşkī’yi ikna etmeyi başardı. Fanatik Kaderiyye taraftarlarını ülke dışına çıkarmakla yetindi.

Ömer b. Abdülazîz, Emevîler’in ilk dönemlerinden itibaren ikinci sınıf Müslüman muamelesi gören mevâlîyi, Arap asıllı Müslümanlarla eşit kabul etti. Gayri müslimlerin idare ve Müslümanlar aleyhindeki şikâyetlerine kulak vererek haksız yere ellerinden alınan kiliselerini, evlerini ve diğer mallarını iade etti ve mağduriyetlerini giderdi. Yaşlı ve muhtaçlara hazineden tahsisat ayırdı. Ülkesindeki gayri Müslimlerin İslâm’a girmesi için büyük gayret sarfetti, davet mektupları ve tebliğ heyetleri göndererek onları İslâm’a çağırdı. Berberî kabilelerinin tamamı, onun gayretleriyle Müslüman oldu. Horasan ve Mısır halkı kitleler halinde İslâm’a girdi. Mâverâünnehir’de bazı mahallî hükümdarlar, halklarıyla birlikte İslâmiyet’i kabul ettiler. Hindistan hükümdarlarından birkaçı, onun davetine uyup halklarıyla birlikte Müslüman oldular.

Malî alanda yaptığı düzenlemelerle de dikkat çeken Ömer b. Abdülazîz başarılı bir vergi reformu gerçekleştirdi. Fethedilentoprakların Müslümanların ortak mülkü olduğu düşüncesinden hareketle, hicrî 100 (milâdî 718-19) yılından itibaren haracî arazilerin satışını yasakladı. Önceden Müslümanlara satılmış olan bu nevi araziler için toprak vergisi olarak haraç, ürününden de öşür vergisi olmak üzere iki vergiyi birden aldı (Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, s. 169-176). Cizye ile

219

Page 220: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

ilgili önemli bir düzenleme yaptı. Emevî valileri, zimmîler arasında Müslüman olanların çoğalması üzerine, devletin cizye geliri azaldığı için, mevâlîden de cizye almaya başlamışlardı. Ömer b. Abdülazîz, Müslüman olmanın cizyeyi düşürdüğünü vurgulayarak, mevâlîden alınan bu vergiyi kaldırdı. Ayrıca zimmîlerden ruhban sınıfını ve cizye ödemekte zorlananları geçici süreyle cizyeden muaf tuttu. Bunun yanı sıra dinî bir esasa dayanmayan bütün vergileri kaldırdı. Mandaların ve madenlerin zekâtı ve gümrükvergisiyle ilgili yeni düzenlemeler yaptı. Deniz ticaretinive tarımı teşvik etti, sulama işlerine önem verdi. Ziraatı geliştirmeleri için, zimmîlere cizye muafiyeti tanıdı. Vergilerin öncelikle mahallî ihtiyaçlarda harcanmasını sağladı. Yeterli geliri olmayan bölgelere yardımda bulundu. Malî sistemde yaptığı düzenlemelerle, güçlenen devlet hazinesini savaş yapmak veya isyanları bastırmak için değil, halkın refah düzeyini yükseltmek için kullandı. İlk İslâm tarihçileriyle bazı şarkiyatçılar, sadece iki buçuk yıl sürmesine rağmen onun döneminde büyük bir maddî kalkınmaolduğu konusunda birleşirler. Kendisine karşı sevgi ve güven duyan mükellefler, zekâtlarını ve vergilerini ödemede duyarlı davrandıkları için, halkın refah seviyesi yükseldi. Ticaretle uğraşanlar dışında, herkese yeterli miktarda maaş bağlandı ve böylece ülkede muhtaç kimse kalmadı. Zekâta muhtaç Müslümanların sayısının azalması sebebiyle, artan zekâtve vergi gelirlerinin bir kısmı esirleri kurtarmak,borçlulara yardım etmek, fakir bekârları evlendirmek için kurulan yardım fonlarına aktarıldı. Fakirler ve yolcular için aşevleri, işlek yollar üzerinde, yolcuların bir gün ücretsiz olarak kalabilecekleri konaklar inşa edildi. Aden’de bir cami, Misis’te (Adana Yakapınar) bir cami ve bir sarnıç yaptırıldı.(Yiğit, 2007)  (Böyle iki buçuk yıl gibi kısa bir zaman diliminde, hızlı bir ekonomik toparlanma ve başarı ve değişim, dünya tarihinde çok nadir görülmüş, belki de hiç görülmemiş bir olaydır. Kurân ve Hz. Peygamber’in rehberliği, böyle hızlı bir ekonomik refahı gerçekleştirmiştir. Marx veya Adam Smith veya onların takipçileri, böyle kısa bir zamanda, böyle

220

Page 221: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

halk tabanına yaygın bir refahı gerçekleştirebilmişler midir? diye sormak herhalde ayıp olmaz. i.y.)

PARA İLE ARAZİ KİRALAMA (AGRICULTURE).

“Ürün veren toprak parçalarının, (çıkarılacak) ürünün üçte biriveya dörtte biri karşılığında kiraya verilmesi konusunda olumluve olumsuz iki farklı nakil bulunmasına rağmen, arazilerin paraile kiralanmasında bir sakınca olmadığı konusunda görüş birliğivardır. Buhârî Sahîh’inde bu konu için ayrı bir alt başlık açarak, (bilgin sahabî) Abdullah b. Abbâs’ın şu sözünü nakleder: “Yapacağınız işlerin en iyisi -içinde dikili ağaç olmayan- düz bir tarlayı (altın veya gümüş (akçe) ile) senedenseneye kiralamaktır.” Sa‘îd b. Zeyd’in verdiği bilgide de: “Hz.Peygamber bize arâziyi altın ve gümüş (para) ile kiralamamızı emrederdi.” denilmektedir. İbn Münzir de, bu şekilde nuqûd (altın, gümüş (para) ile kiralamakta bir sakınca olmadığında sahâbîlerin görüş birliği vardır” demiştir. Abdullah b. Ömer demiştir ki: “Hz. Peygamber’in yasakladığı arâzi kiralama, (anlaşma maddeleri) içinde fasit (bir) şart bulunan kiralamadır.” Râfî‘ (b. Khadîc) ailesi sulak kısmın ürünü kendilerine ait olmak ve (ayrıca) samandan da bir pay almak üzere kiraya verirlerdi ki, bu (kiralama) meçhul (bilinmezlikler) üzerine inşa edilmiş bir akitti. Bu akit, arazinin bir kısmı az, bir kısmı çok ürün vermek; iki taraftan arazi sahibine çok, kiralayana az ürün düşmesi gibi tartışmaya sebep olacak şartları içermekte idi. Herhalde hadisteki yasaklama, bu çeşit bir fasit şartı içeren kiralamalar içindi. Yoksa arazinin ürününün üçte biri veya dörtte biri gibi bir payile kiralama, bu hadisin yasağının kapsamında değildi. Abdullahb. Ömer, (yanında otuz yıl süresince dîni ilimleri öğrenen azatlı kölesi) Nâfî‘(30-117 H./ 650-735 M.)’ye: “Ey Nâfî‘! Sen (de) bilirsin ki, biz, tarlalarımızı Hz. Peygamber zamanında tarlanın sulak ve verimli yerlerinin ürünü ve samandan da (ayrıca yine bir (pay) tarla sahibine verilmek üzere kiraya verirdik (ki, yasaklanan budur).” demişti.” (Buhârî, Kitâbu’l-Hars ve’l-Muzâraa‘) (VII/173)

MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN TİCARÎ HAKLARI, İSLÂM DEVLETİNDE (ISLAMIC ECONOMIC POLICY AGAINST NON-MUSLIM CITIZENS).

221

Page 222: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

“Ehl-i Kitâb’ın malları ve canları, Müslümanların malları ve canları gibi masûn (dokunulmaz) idi. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde, orada kitap sahibi tek millet olan Yahûdîleredîn ve ayin serbestîsi vermişti. Medine’de iktisadi hâkimiyeti ellerinde tutan bu sarraf ve faizci milletin iktisadi durumlarına dokunulmamıştı. Eskisi gibi ed‘âf-ı mudâ‘afa (kat kat) ile kazanıyorlar, dîn ve ayinlerini serbestçe yapıyorlardı. Fakat bu simsar ve şeytan millet rahat durmadı. Kendilerine bahşedilen bu müsâadeyi, (Müslümanların) korkaklık(ların)tan zannederek, ilk fırsatta ahitlerini bozdular..”(VII/166)

FAİZSİZ BORÇ ALMAK (BORROW NON-INTEREST LOAN).

“Hz. Peygamber buyurdu: “Her kim halkın malını (geri) ödemek niyetiyle (borç olarak veya başka bir işlem sebebiyle) alırsa, Allah o kimseye (bu borcu dünyada ödemeyi) nasip eder. Her kim de ödememek niyetiyle alırsa, Allah o kişiyi mahveder/rezil eder/perişan eder/itibarını alır.” Hadisi İbn Mâce de Ahkâm bölümünde naklederken, Buhârî hadisi naklettiği bölüme alt başlık olarak: “Ödememek Niyetiyle Alınan Malı/Parayı, Allah’ın Yok Etmesi ve Böyle Borç Alanın Aldığı Borcun Bereketini, Yararını Bulamaması/ Görememesi”’dir. (Buhârî, Kitâbu’l-İstiqrâz ve’l-Hacır ve’t-Teflîs) (Hadisteki “..etlefehu’llâhu” daki “hû”nun “men”e gittiğini düşünmek daha doğru olur; çünkü “emvâl” hakkında “hê” zamiri kullanılmıştır. O nedenle, “bu kötü niyetli kişiyi Allah perişan eder” demek daha uygun olabilir ki, biz de o manayı tercih ettik. i.y.)

“Hâkim(321-405 H./ 933-1014 M.)’in sağlam bir nakille verdiği bir bilgide de: “Hz. Âişe bir defa borç almış da, kendisine: “Ey Müminlerin Annesi! Ne cesaretle borçlanıyorsun? Ödeyecek malın yoktur!” denilmiş. Hz. Âişe: “Ben her zaman Allah’ın Elçisi’nin: “Borcunu ödemek niyetinde olan hiçbir kul yoktur ki, elbet ona Allah Azze ve Celle tarafından bir yardım gelir. Ben de Allah’ın bu yardımını dilerim/ararım/isterim” demiştir. Yine Hâkim’in Ebû Ümâme(Radıyallâhu Anh)’den naklettiğine göre,Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Her kim gönlünde ödemek niyeti olarak borçlanır da, sonra borcunu ödeyemeden ölürse, Cenâb-ı Hak onun borcundan vazgeçer de, alacaklısına dilediği karşılığını vererek, alacaklıyı razı eder. Her kim de, bir borç

222

Page 223: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

alır da, gönlünde ödemek niyeti olmadan ölürse, Cenâb-ı Hak kıyamet gününde bu borçludan, alacaklının alacağını alır.”

BORÇLAR ÖDENMELİ (ENCOURAGEMENT TO PAY THE DEBTS).

“Yine Hâkim’in Buhârî ile Müslim’in şartlarına uygun diyerek naklettiği bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Her kim üç şeyden: kibirden, ganimet malına hıyanetten ve borçtan uzak olarak vefat ederse, Cennet’e girer.” İbn Mâce ile Hâkim’in naklettiklerine göre de Abdullah b. Ca‘fer sık sık borç alırmış. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda şöyle demiş: “Ben Hz. Peygamber’in: “İnnellâhe mea‘’d-dêini hattê yaqdıye deynehû” “Borçlu, borcunu ödeyinceye kadar, Allah borçlu ile beraberdir.” buyurduğunu işittim.” Hiç şüphesiz, her borcunu ödemek niyetinde olan borçlu pek ala bilir ki: borçlular, borçlarını ödemek için daima Cenâb-ı Hakk’ın bârigâh-ı inâyetine (kuluna her zaman yardım eden Huzur’una) sığınırlar. Hiçbir an kalpleri Allah’tan gafil olmaz. Gizli ve açık her şeyi bilen Allah’ın yardım kapısına sığınan bir kulundan, AllahTeâlâ uzak olur mu? İşte Allah’ın borçlu kuluyla birlikte olmasının sırrı ve mânâsı budur. Hz. Âişe’den nakledildiğine göre de: “Hz. Peygamber, Ebu’ş-Şahm denilen bir Yahûdî’den borçolarak, parası sonra ödenmek üzere bir miktar buğday satın almıştı da, demirden bir zırhını da ona borcuna karşılık rehin olarak vermişti.” Bu bilgi de, borçlanarak bir şey satın almakta bir sakınca olmadığını göstermektedir.”(Buhârî, Kitâbu’l-İstiqrâz ve’l-Hacr ve’t-Teflîs) (VII/272-275)

(Konu ile ilgili diğer çalışmalar:

islam ekonomisi: mehmed vehbi efendi(1861-1949)’nin tefsirindeislami iktisat notları https://www.academia.edu/5576227/islam_ekonomisi_mehmed_vehbi_efendi_1861-1949_nin_tefsirinde_islami_iktisat_notlari_Notes_of_Islamic_Economics_in_the_Quran_Interpretation_of_Mehmed_Vehbi_Efendi_1861-1949_additional_and_revised_text_in_Turkish_

islam ekonomisi: Elmalılı(1878-1942) Tefsirinde İktisat Notları https://www.academia.edu/6426784/islam_ekonomisi_Elmalili_1878-1942_Tefsirinde_

223

Page 224: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

%C4%B0ktisat_Notlari_Notes_On_Economics_in_the_Quran_Interpretation_of_Elmalili_1878-1942_in_Turkish_

islam ekonomisi: Omer Nasuhi Bilmen (1882-1971) Tefsir’inde İktisat Notları https://www.academia.edu/6844586/islam_ekonomisi_Omer_Nasuhi_Bilmen_1882-1971_Tefsirinde_%C4%B0ktisat_Notlari_Notes_on_Economics_in_the_Quran_Interpretation_of_Omer_Nasuhi_Bilmen_1882-1971_in_Turkish_

islam ekonomisi Türkçe kitaplar https://www.academia.edu/9345537/islam_ekonomisi_Turkce_kitaplar

imam Malik’in Muvatta’ında iktisat ticaret notları https://www.academia.edu/13880179/imam_malikin_Muvatta%C4%B1nda_iktisat_ticaret_notlar%C4%B1

Müslim’in Sahîh’inde İktisat Ticaretle İlgili Hadisler https://www.academia.edu/14106293/Muslimin_Sahihinde_%C4%B0ktisat_Ticaretle_%C4%B0lgili_Hadisler

İbn Kayyım’ın Zâdu’l-Meâd’ında İktisat Ticaret Notları https://www.academia.edu/14840581/%C4%B0bn_Kayy%C4%B1m%C4%B1n_Zadul-Me%C3%A2d%C4%B1nda_%C4%B0ktisat_Ticaret_Notlar%C4%B1

Hz. Peygamber’in Söz ve Uygulamalarında Hayvancılık https://www.academia.edu/31006251/Hz._Peygamberin_S%C3%B6z_ve_Uygulamalar%C4%B1nda_Hayvanc%C4%B1l%C4%B1k

Maverdi’nin yaşam Standardından Ebu’l-Hayr’ın Teknik Ziraat Kitabına: 11. Yüzyılda İslam Topraklarının Ekonomik Durumu https://www.academia.edu/3639156/Maverdinin_Yasam_Standard%C4%B1ndan_Ebul-Hayrin_Teknik_Ziraat_Kitabina_11._Yuzyilda_Islam_Topraklarinin_Ekonomik_Durumu

Harezm Kavunu Bunlar: On Üçüncü Yüzyılda İslam Topraklarının Ekonomik Durumu https://www.academia.edu/3633734/ON_UCUNCU_YUZYILDA_ISLAM_TOPRAKLARININ_EKONOMIK_DURUMU

224

Page 225: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Aliya İzzetbegoviç’te İslam İktisat Felsefesi https://www.academia.edu/3639146/Aliya_Izzet_Begovicte_Islam_%C4%B0ktisat_Felsefesi

Osmanlı’nın Son döneminde Bozulan İş Ahlakı: Mahmed Akif, H. B. Cantay, Mehmed Vehbi Efendi’nin Gözlemleri https://www.academia.edu/5576074/Osmanlinin_Son_doneminde_Bozulan_i%C5%9F_ahlaki_Mehmed_Akif_H._B._Cantay_Mehmed_Vehbi_Efendinin_Gozlemleri_Decreasing_of_Business_Ethics_in_the_Late_Years_of_Ottoman_Empire_Observations_of_Three_Islamic_Scholars_of_the_Period_inTurkish_

İslam Deniz Ticaret Hukukunda Gemi İle İlgili Hükümler https://www.academia.edu/16986680/%C4%B0slam_Deniz_Ticaret_Hukukunda_Gemi_%C4%B0le_%C4%B0lgili_H%C3%BCk%C3%BCmler

İktisat Tarihi Notları https://www.academia.edu/3633678/%C4%B0ktisat_Tarihi_Notlar%C4%B1

From Malacca to Mali: Economic Conditions of Islamic Lands in 15th Century https://www.academia.edu/11372484/From_Malacca_to_Mali_Economic_Conditions_of_Islamic_Lands_in_15th_Century

Animal Husbandry For Development https://www.academia.edu/11182471/Animal_Husbandry_For_Development

What Were the Promises of Islam: Garaudy’s Notes on Economics After Thirty-Three Years https://www.academia.edu/10728685/What_Were_the_Promises_of_Islam_Garaudys_Notes_on_Economics_after_Thirty-Three_Years

From End of Economics to Normalization of Economics https://www.academia.edu/10507676/From_End_Of_Economics_to_Normalization_of_Economics

islamic econ: Tallest Buildings of the World: Economic Conditions of Kilwa and Other Islamic Lands inthe 14th Centuryhttps://www.academia.edu/10349826/Islamic_econ_Tallest_Buildin

225

Page 226: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

gs_of_the_World_Economic_Conditions_of_Kilwa_and_Other_Islamic_Lands_in_the_14th_Century

Islamic econ: These Are the Melons of Kharazm: Economic Conditions of Islamic Lands in the 13th Century https://www.academia.edu/10323246/Islamic_econ_These_are_the_Melons_of_Kharazm_Economic_Conditions_of_Islamic_Lands_in_the_13th_Century

Can Government Curb the Animal Spirits https://www.academia.edu/10124940/Can_Government_Curb_the_Animal_Spirits

islamic economics: studies of non-Muslims in last 125 years inislamic econ history https://www.academia.edu/9502362/islamic_economics_studies_of_non-muslims_in_last_125_years_in_islamic_econ_history

islamic econ: studies of some Muslim scholars on Islamic economics history https://www.academia.edu/9480603/islamic_econ_studies_of_some_Muslim_scholars_on_islamic_economics_history

islamic econ: Islamic Perspectives on Savings Consumption Behavior https://www.academia.edu/9436791/islamic_econ_Islamic_Perspectives_on_Savings_Consumption_Behavior

islamic econ: Islamic Economics History Studies in Canada https://www.academia.edu/9342803/Islamic_econ_Islamic_Economics_History_Studies_in_Canada

Islamic econ: Islamic Accounting https://www.academia.edu/9341666/Islamic_econ_Islamic_Accounting

KAYNAKLAR Ahmet Cevdet Paşa(1966). Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. İstanbul: Bedir Yayınevi

Ahterî Mustafa Şemseddin(1311 H./ 1893 M). Ahterî Kebîr. İstanbul: Dâru’t-Tıbâ‘ati’l-Âmire

226

Page 227: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Çakan İsmail Lütfü (1991). Babanzâde Ahmed Naim. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA). IV/375-376.

Doğan D. Mehmet (1996). Büyük Türkçe Sözlük. 11. baskı. İstanbul: İz Yayıncılık

Gündem Mehmet (1999). Mehmet Aydın ile İçe Kritik Bakış. İstanbul: İyiadam Yayıncılık

Hamidullah Muhammad. Economic System of Islam –An Introduction. http://www. iium. edu. my/deed/articles/econ_islam.html ve https://archive.org/details/EconomicSystemOfIslam

Hodgson Marshall G. S.(1995). İslâm’ın Serüveni. I-III. İstanbul: İz Yayıncılık

Hodgson Marshall G.S(1977). The Venture of Islam. I-III. USA: The University of Chicago Press.

İbn Kayyım(1989). Zâdu’l-Me‘âd (tercüme ve tahkik: Muzaffer Can).I-VI. İstanbul. Cantaş Yayınları

Küçükosmanoğlu Mustafa(1989) www.academia.edu/Documents/in/Muhammed/Hz. Muhammed Zamanında Zanaatlar-Contemporary Crafts at the Time of Prophet Mohammed

Naim Ahmed-Miras Kamil (1976). Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi. I-XII. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Müftüoğlu Mustafa (1988). Cumhuriyet Tarihinde Mühim Olaylar. Berlin.

Özaydın Abdülkerim(1996). Gıtrîf b. Atâ. DİA, XIV/57-58)

Özek Ali ve diğerleri: Karaman Hayreddin, Turgut Ali, Çağırıcı Mustafa, Dönmez İbrahim Kafi, Gümüş Sadreddin(1987). Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli. Medine: Suudi Arabistan Krallığı

Redhouse James (1998). Redhouse Sözlüğü Türkçe-İngilizce. İstanbul: Sev Yayıncılık

227

Page 228: Buhari Tecrid-i Sarih'te İktisat-Ticaret Notları

Winsor Curtin(1988). “From Reagan Doctrine to Detente”, Global Affairs, winter 1988, pp.52-80

Yazıcı Nesimi (2005) “Kamil Miras”. DİA, XXX/145-146

Yel Ali Murat (2003). “Lane-Poole, Stanley”. DİA, XXVII/100-101

Yiğit İsmail (2007). “Ömer b. Abdülaziz”. DİA, XXXIV/53-55)

228