Top Banner
Köprü Dergisi, No. 101, Jan. 2008, pp. 153-182 Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk Love in the Classical Turkish Poetry According to the Ghasals with the Rhyme of Ask Mahmut KAPLAN Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Aşk, bütün dünya edebiyatlarının başlangıçtan itibaren en vazgeçilmez temalarından biridir. İnsanoğlunun yaratılışından itibaren en yoğun yaşadığı duygu aşk olsa gerektir. İnsanın, daha geniş bir ifade ile kainatın yaratılış sebebi de mutasavvıflara göre aşktır. Allah bir gizli hazine olan varlığını tanıyacak göz, sevecek gönül, sanat eserlerini takdir edecek bir akıl dilemiş, evreni ve bütün güzellikleri idrak melekesiyle donanmış insanoğlunu yaratmıştır. Kainatı, bütün güzellikleriyle insanoğlunun beğenisine sunan yaratıcı, ondan bu güzellikleri takdir ve tahsin etmesini, nimetlerine karşı şükür ve ibadetle karşılık vermesini beklemiştir. İnsan ruhlarını yaratıp topluca onlardan “Ben rabbiniz değil miyim?” sorusuyla “evet” cevabını muhtevi sözleşmeyi alan Allah, ruhundan bedene üflemiş ve insanı yeryüzü gurbetine hikmet ve meşietinin gereği olarak yollamıştır. Asıl vatanından ayrılan insan ruhu dünyada sürekli bir daüssıla içinde özlemle yaşamıştır. Esma ve ilahî sıfatların bir tecellisi olan kainat aslında mevhum bir varlık kimliğine sahiptir. Allah’ın varlığına oranla “varlık” denemeyecek olan bu görüntünün ardında bütün haşmet ve debdebesiyle bir tevhid saltanatı hüküm sürmektedir. Dolayısıyla “ikilik” kavramı sadece bir vehim, hakikati kavramada bir varsayım olarak ortaya çıkmaktadır. Görünen, esmâ-i ilâhiyenin tecellileri, parıltılar ve güzellikleridir. Bu güzellikleri temaşa eden insan ruhu, görüntünün ardındaki “gerçek”e ulaşma cehdi içinde asırlar sürecek bir aşk maratonuna girmiş, türünün sözcüsü olarak şair bu özlemi şiir formunda dile getirmeye çalışmıştır. Şimdi “aşk”ın edebiyatımızdaki seyr ü seyahatini kısaca özetleyelim: İslamî literatürde “aşk”, beşerî ve mecaz olmak üzere iki biçimde kullanılır. İlahî aşk karşılığı olarak “hakikî aşk”; beşerî aşk içinse “mecazî aşk” ifadeleri kullanıla gelmiştir. İlahî aşk daha çok tasavvufta, kimi zaman da İslam felsefesinde işlenmiş, varlıklar hiyerarşisinde alttaki varlığın bir üstteki varlığa iştiyakı ve sevgisi de aşk olarak ifade edilmiştir. 1 Kur’an’da ve sahih hadis kitaplarında aşk kavramı geçmez; bunun yerine hub, muhabbet ya da meveddet kelimeleri kullanılır. Yine Rabia, Bayezid-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdadî, Hallac-ı Mansur gibi ilk dönem mutasavvıfları da aşk kelimesini kullanmamışlardır. 2 İslam tasavvufunda aşk kavramını ilk kez ciddi bir biçimde inceleyen Ahmed el-Gazalî’dir. (ö.1126) 3 Ruzbihân-ı baklî, ”Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden bu âlemi yarattım.” mealindeki kudsî hadis olarak rivayet edilen sözdeki bilinmekten amacın muhabbet
26

Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Dec 22, 2022

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Köprü Dergisi, No. 101, Jan. 2008, pp. 153-182

Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde AşkLove in the Classical Turkish Poetry According to the Ghasals with the Rhyme of AskMahmut KAPLANProf. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi

Aşk, bütün dünya edebiyatlarının başlangıçtan itibaren en vazgeçilmeztemalarından biridir. İnsanoğlunun yaratılışından itibaren en yoğunyaşadığı duygu aşk olsa gerektir. İnsanın, daha geniş bir ifade ilekainatın yaratılış sebebi de mutasavvıflara göre aşktır. Allah bir gizlihazine olan varlığını tanıyacak göz, sevecek gönül, sanat eserlerinitakdir edecek bir akıl dilemiş, evreni ve bütün güzellikleri idrakmelekesiyle donanmış insanoğlunu yaratmıştır. Kainatı, bütüngüzellikleriyle insanoğlunun beğenisine sunan yaratıcı, ondan bugüzellikleri takdir ve tahsin etmesini, nimetlerine karşı şükür veibadetle karşılık vermesini beklemiştir. İnsan ruhlarını yaratıp toplucaonlardan “Ben rabbiniz değil miyim?” sorusuyla “evet” cevabını muhtevisözleşmeyi alan Allah, ruhundan bedene üflemiş ve insanı yeryüzügurbetine hikmet ve meşietinin gereği olarak yollamıştır. Asılvatanından ayrılan insan ruhu dünyada sürekli bir daüssıla içindeözlemle yaşamıştır. Esma ve ilahî sıfatların bir tecellisi olan kainataslında mevhum bir varlık kimliğine sahiptir. Allah’ın varlığına oranla“varlık” denemeyecek olan bu görüntünün ardında bütün haşmet vedebdebesiyle bir tevhid saltanatı hüküm sürmektedir. Dolayısıyla“ikilik” kavramı sadece bir vehim, hakikati kavramada bir varsayımolarak ortaya çıkmaktadır. Görünen, esmâ-i ilâhiyenin tecellileri,parıltılar ve güzellikleridir. Bu güzellikleri temaşa eden insan ruhu,görüntünün ardındaki “gerçek”e ulaşma cehdi içinde asırlar sürecek biraşk maratonuna girmiş, türünün sözcüsü olarak şair bu özlemi şiirformunda dile getirmeye çalışmıştır. Şimdi “aşk”ın edebiyatımızdaki seyrü seyahatini kısaca özetleyelim:

İslamî literatürde “aşk”, beşerî ve mecaz olmak üzere iki biçimdekullanılır. İlahî aşk karşılığı olarak “hakikî aşk”; beşerî aşk içinse“mecazî aşk” ifadeleri kullanıla gelmiştir. İlahî aşk daha çoktasavvufta, kimi zaman da İslam felsefesinde işlenmiş, varlıklarhiyerarşisinde alttaki varlığın bir üstteki varlığa iştiyakı ve sevgiside aşk olarak ifade edilmiştir.1 Kur’an’da ve sahih hadis kitaplarındaaşk kavramı geçmez; bunun yerine hub, muhabbet ya da meveddet kelimelerikullanılır. Yine Rabia, Bayezid-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdadî, Hallac-ıMansur gibi ilk dönem mutasavvıfları da aşk kelimesinikullanmamışlardır.2

İslam tasavvufunda aşk kavramını ilk kez ciddi bir biçimde inceleyenAhmed el-Gazalî’dir. (ö.1126)3 Ruzbihân-ı baklî, ”Ben gizli bir hazineidim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden bu âlemi yarattım.” mealindekikudsî hadis olarak rivayet edilen sözdeki bilinmekten amacın muhabbet

Page 2: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

olduğunu söyler; Allah’ın sevgiyle tecelli etmesinden âlem meydanagelmiştir. Bunun sebebi de “hakikat-i Muhammediye”dir.

Görüşleri klasik edebiyatımızı derinden etkileyen İbn Arabî (öl. 1240),aşk kelimesi yerine “muhabbet”i tercih eder. O, sevgiyi üç kısma ayırır:ilahî muhabbet, ruhî muhabbet ve tabiî muhabbet.4 İbni Arabî şöyle der:“Allah, insan için yine insan sûreti üzere başka bir şahsı üretti, onada kadın adını verdi. Kadın kendi sûreti üzere zâhir olunca ona müştakoldu. Bu hal bir şeyin kendi yurduna düşkünlüğüdür. Şu izahımıza göreinsana kadın sevdirildi. Çünkü Allah da bizzat kendi sûreti üzre halkettiği kimseye muhabbet gösterdi; nûrdan yarattığı meleklerin mevki vemertebeleri daha yüce ve âlemden neş’et etmiş olmalarına rağmen bunlarıinsana secde ettirdi. İşte (erkekle kadın ve Hak ile insan arasındaki)münasebet buradan başladı.”5 Yine İbn Arabî’ye göre, “aşk, eşyayıbirbirine rabteden ve tüm varlıkları kuşatan ilahî prensiptir. Bu,Allah’a ibadetin en üst tezahürünün aşk olduğu anlamına gelir. Başkadeyişle evrensel aşk ve evrensel ibadet (kulluk) bir ve aynı olgunun ikiyönünü oluşturur.”6

Gazalî, aşk konusunda şöyle düşünür: “Allah aynı zamanda güzelliksıfatlarına da sahiptir. Planında ve yaratıcı kudretinde güzellikvardır. ‘Allah güzeldir ve güzeli sever’ der Peygamber (sav).” Sonolarak insanın ruhu, ilahî kaynağıyla yakınlığa sahiptir. Allah insanıkendi suretinde yaratmıştır. Böylece Allah’ı tüm bu sıfatları ile bilirve aynı zamanda onunla ilgili konumumuzu kavrarız. O’na olan sevgimizzorunlu hale gelir ve ardından o da bizi sever… Aşk azmi (şevk) içerir,çünkü her âşık her zaman sevdiğini görmenin özlemini duyar. Allah âşıkıkendisine kapalı en büyük ihsan ve en büyük mutluluk olan Allah’ıgörmeye ulaşmak için yalvarıp yakarır. Gene aşk, yakınlık (üns) ileneticelenir… Aşk, Allah’ın bilgi ve seyr ü temâşâsının sonucu olduğuiçin, âşık ariftir.”7

İslam felsefesinde de aşk tartışılan konulardandır. İslam düşünürlerininbu konuda farklı görüşlere sahip oldukları görülür; onlara ilham verenEflatun ve Aristo’dur. Ebubekir er-Râzî’ye göre aşk maddî hazlaradüşkünlüğün bir tezahürüdür. Âşık olanlar şehvetlerinin esiriolduklarından hayvanlardan aşağıdır. İhvân-ı Safâ ise aşkı bir faziletolarak değerlendirir. İbn Sinâ aşkı kemal fikriyle irtibatlandırır. Onagöre hem hakikî, hem mecazî aşk, bir kemale erme iştiyakıdır. İbnMiskeveyh aşkı sevgide aşırılık olarak niteler.8 Miskeveyh’e göre aşk,“asla Aristo’nun inandığı gibi kendini sevmenin bir uzantısı değil,fakat kendini sevmenin sınırlandırılması ve başkasını sevmektir. O,sevgiyi (muhabbet) genellikle insanlarla doğuştan arkadaşlık etmekapasitesi olarak kabul eder… Aşırı haz yahut iyilik arzusu olan aşk –menfaat düşüncesi aşka yabancıdır- iki kişinin ötesine geçmez. Hayvanîaşkın objesi haz, manevî aşkın objesi erdem yahut iyiliktir.”9

İslam mutasavvıfları, “İman edenler Allah’ı daha ziyade severler.(2/1659”, “Allah onları, onlar da Allah’ı severler. (5/54)”, “De ki:Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, yakınlarınız,kazandığınız mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza

Page 3: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

giden meskenler size Allah’tan, Resûl’ünden ve O’nun yolunda cihaddandaha sevgili ise, o zaman Allah’ın azabı gelinceye kadar bekleyin.(9/24)” ayetleriyle, Hz. Muhammed’in Hz. Ömer’e hitaben söylediği: “Bensana herkesten daha sevimli olmadıkça iman etmiş olmazsın (Buharî,İman8-9, Müslim, İman 67-70)”, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: güzelkoku, kadın ve gözümün nuru namaz.” hadislerini referans alarak aşkkonusunda görüşlerini temellendirmeye çalışmış, Allah ve onunpeygamberini sevme gereğini ifade etmişlerdir. Kuşeyrî, şeyhi Ebu AliDakkâk’ın “aşk aşırı sevgi yani sevgide ölçüyü aşmak anlamına gelir.Allah için böyle bir aşırılık düşünülemeyeceğinden O’nun kuluna olansevgisine aşk denemez. Öte yandan kulun Allah’a duyduğu sevgi ne kadargüçlü olursa olsun yine de O’nu yeterince ve layık olduğu ölçüdesevemeyeceğinden kulun Allah sevgisi de aşk diye adlandırılamaz.”diyerek aşkı tanımlamış, sınırlarını çizmiştir. Ancak Kuşeyrî, sufîlerinAllah’a duydukları sevgiye aşk adını vermelerine hoşgörü ilebakmıştır.10 Müfessir Fahruddin Râzî de Allah’ı sevmenin marifetinayrılmaz bir parçası olduğunu, kişinin irfanı derecesindemuhabbetullahta aşama kaydedeceğini söyler.11Râzî şu kıssayı örnekgösterir: “Hz. İsa üç kişiye rastlar. Bir de ne görsün, onlar daha çokzayıf ve renkleri daha çok soluk. Öyle ki onların yüzleri sanki nûrdanmeydana gelmiş birer ayna gibi. Bunun üzerine Hz. İsa onlara, “siz bumakama nasıl ulaştınız?” dediğinde onlar, “muhabbetullah ile…” dediler.Bunun üzerine Hz. İsa “siz kıyamet gününde Allah’a yaklaştırılacak olankimselersiniz” dedi.”12

Yukarıdaki iktibaslardan anlaşılacağı gibi İslam düşünce sisteminde vetasavvufta “aşk” kavramı değişik bakış açılarından irdelenmiş, konu ileilgili çeşitli, olumlu/olumsuz görüşler ileri sürülmüştür. Ancakmutasavvıflar temel olarak kainatın yaratılışına sebep olarakaşk/muhabbeti ileri sürmüş, kulun Allah’ı aşk derecesinde sevmesiningereği üzerinde durmuşlardır. Bu sevgiye aşk denip denemeyeceği konusunutartışmışlardır. Ancak temel amaç kalb merdiveniyle Allah’a ulaşmaktır.Ali Nihat Tarlan, “şeriatte asıl olan akıldır. Tarikatta aşktır. Akıl,masiva yani kesret âleminde yaşamanın yollarını gösterir. Aşk ise“maverâ” yani vahdet âleminin idraki içindir. Akıl; mahduttur, aşk;sonsuzdur.”13 Aşkın gayesi vahdete erişmektir.”14 diyerek aşkın hedefiniifade eder.

Nihat Sami Banarlı aşk konusunda şöyle der. “…kişinin önünde yalnızAllah varlığı ve içinde yalnız ilahî güzelliğe karşı duyulan en büyükaşk vardır. Demek ki sırları çözen akıl değildir, aşktır. İlâhî kelâmıncan aynasında mânâ haline gelmesi, yani hakikatlerin tam anlaşılması daaşkın yardımıyladır. Ancak kirlerinden temizlenmiş, her türlü paslardanarınarak sırlara aydınlanmış bir can aynasındadır ki mânâların vegerçeklerin çehresi tam görünür.

İlâhî güzellik ve bu güzelliği kelâm haline koyan Tanrı’nın güzeladları, bize mânâ yıldızlarıdır. Yıldızları bilmek ve iyi görmek içinnasıl gözden üstün bir âlete ihtiyaç varsa, ilâhî sırları bilmek vehakikat nurunu görmek için de daha gerçek bir aşka ihtiyaçvardır.”15 Allah’a varmak için iki yol vardır. Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 909)”

Page 4: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

“sahv” (ayıklık, aklı başında olma) yolunu seçmiştir. Ancak Bayezid-iBistâmî (öl. 848) “sekr” (sarhoşluk, kendinden geçme) haliningerekliliğini savunmuştur. Bayezid’e göre “sahv” yani aklın rehberedilmesi, insanlık sıfatlarının sürmesi demek olup bu ise insan ileAllah arasındaki en büyük engeldi. Allah’a ulaşmak için akıl ve iradeninterk edilmesi, insanî sıfatlardan arınılması, “sekr” yani sarhoşluk,çılgınlık, kendinden geçme yolunun seçilmesi gerekiyordu. Bu yolunmanevî hallerini tarif etmek için aşk şaraba, bu şarapla kendinden geçensûfînin hali ise sarhoşluğa benzetildi. Bu yolun manevi duygularını ilkhissetme hali zevk “tatma” sonraki aşama “şürb” içme, daha sonraki aşama“sekr” (sarhoşluk, kendinden geçme) olarak adlandırıldı.”16

Klasik Türk şiirinin önünde örnek olarak Arap ve Fars şiiri vardı.Özellikle Fars şiiri yukarıda özetlemeye çalıştığımız anlayış vedüşünceler çerçevesinde şekillenmiş, oluşan bu gelenek zemininde zenginbir mecazlar dünyası içinde, “aşk”, ifadesini bulmuştu. Şairlermutasavvıfların zengin alegori dünyası içinde elde ettikleri mecaz veistiareleri şiirlerinde kullanarak Allah’a, Hz. Peygamber’e duyduklarısevgiyi ifade etmişlerdi. Şairler Allah ile mürit arasındaki ilgiyiâşık-mâşûk ilgisine, kalpte bir görünüp bir kaybolan ilahî tecellileride kendisini gösterip gizleyen zalim sevgiliye benzetmek suretiyleşiirde anlam zenginliğini temin etmişlerdi.17 Şarap, kadeh, meyhane,mahbup kelimeleri tamamen mecazî anlamlar kazanarak Allah, ilahi aşk,tekke, mürşid-i kâmil gibi anlamlar kazanmış, “11. yüzyılda sekr veşarap kelimelerinin yerine Farsça karşılıkları geçmişti. Artık ‘bezm-ielest ezelî misak’ şarap ve bu dünyada bunu unutma ise “humâr” olarakanıldı.” İl kez şarabı aşk anlamında ünlü mutasavvıf Bayezid-i Bistamîkullanmıştır.18 “Mutasavvıf şairlerin dilinde Allah sevgili (maşûk), insanise âşıktır. Âşığın sevgilisinden ayrılmaktan dolayı duyduğu elemimajının altında ruhlar alemine duyulan özlem feryatları yükselir.Sevgilinin acımasız bigânelik sembolü ile, ifadeye gelmez güzelliğininkısmen de olsa bir an kendilerine âşikâr olmasıyla kendilerinden geçmişaşıklar, zaman zaman ruhlarını aydınlatan, sonra varlığı fark edilmedenkaybolan anlık parlayıp sönüşleri tasvir ederler.”19

Türk şairleri önlerinde buldukları bu örneklerden yola çıkarak yeni birşiir meydana getirdiler. İlk örneklerinde taklit bulunsa da zamanla buşiirle boy ölçüşecek şairler yetişti; klasik şiirimiz milli bir kimliğebüründü. Bu şiirde işlenen en önemli tema şüphesiz aşktı. “Aşk” kavramı,özetlediğimiz macerası içinde kazandığı zengin muhteva ile bu şiirinvazgeçilmezi oldu. Ancak şiirimizde aşk, Tanzimat döneminden başlayarakdozu artan eleştiri ve karalamaların hedefi haline geldi. Şairlerinmecaz örtüsüne sarıp sarmaladıkları aşk ve sevgili konusunda çeşitliiddialar/iftiralar ileri sürüldü. Bu aşk ilahî mi, beşerî mitartışmasının yanında sevgilinin kimliği ve cinsiyeti de çeşitliithamların odağına oturtuldu. Bu tartışmaları yeniden yazmanın yararıolmadığını sanıyoruz. Sadece Klasik Türk şiirinde işlenen aşkın veayrılığından ıstırap duyulan sevgilinin mahiyetine dair bazı bilimadamlarının düşüncelerini özet olarak sunmakla yetineceğiz. E.J.W. Gibbşöyle der: “…bu şiir his ve his ötesi arasında akıp gider; aşk vegüzellik en câzibedar kıyafetleriyle ve en güzel biçimde sunulur, fakat

Page 5: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

bu takdim öyle mâhirâne yapılır ki, okuyucu istediği gibi yorumlamaktaserbesttir.”20

Latifî, tezkiresinin önsözünde bu aşkı şöyle anlatır: “…güzellik vealımlılık, çekicilik ârifle Allah arasında bir şekildir. Kuşkusuz mânâehli şekilde kalmayıp her güzelin yüzünde ilâhî güzelliğinpırıltılarını, mutlak güzelliğin nurlu sırlarını seyreder. “Nereyedönerseniz Allah’ın yüzü oradadır (2/115)” âyeti gereği nakşında nakkâşıve eserinde onun yapıcısını görebilirler.”, “Aslında şairlerin mecazîşiir örtüleri ve gerçeği iltibaslarında def, ney, sevgili ve şarabıgösteren ibare ve istiareler gelirse, görünüşüne bakıp bunları şarap,dilber, kol ve boy övgüsü olarak düşünmemek lazımdır. Tasavvuf ve gerçekbilenlerin dilinde her sözün bir te’vili ve her te’vilin bir temsilivardır. Sözün kısası bunlar ister güzelleri methetsin, istersedilberleri övsün Hakk’ı görebilen gerçek erlerle vahdete ulaşmış Allahdostlarının yolunda gidenler, onları celâl ve cemâl sahibi yüce Allah’aait görürler.21

Ahmet Hamdi Tanpınar: “eski şiirimizde Garb’ın anladığı manâdapsikolojik vaziyetlerden doğan, derunî mücadelelerden, insanı talihinkorkunç iradesiyle karşılaştıran terkiplerden doğmuş bir aşk yoktur.Fakat onlarda sadece insanlığa has bir meziyet olan güzelliğin eldeedilmiş olmasından gelen bir beşerî aşk vardır ki, sanatta asıl istenende odur.”22

Ömer Faruk Akün: “Divan şiirinin teşrifatınca aşk şair için dışındakalınmaz, mutlaka benimsenmesi ve terennüm edilmesi mecburî birduygudur. Şairin aşk duygusunu şiirine mihver yapması, kendini muhakkakâşık pozisyonunda göstermesi bu edebiyatın uyulması şart olanâdâbındandır. Divan şairliğinin yolu, en başta âşıklık rol ve hüviyetinikabullenişten geçmektedir. Şair isterse başka duygu ve konulardan sözaçmayabilir, hayatın başka tezahürlerine ilgisiz kalabilir; fakatşiirlerinde aşkın semtinden, aşkı kendi macerası olarak anlatmadan,devamlı surette âşık pozisyonunda görünmeden şair sayılmak, şairsırasına girmek, divan şiiri teşrifatında düşünülebilecek bir şeydeğildir. Gerçek hayatta bir aşk macerası yaşamamış, hayatına henüz aşkdenilen hadise girmemiş olsa da divan şiirinin dünyasına adımını atankimse, daha başından, bütün diğer şairler gibi aşkı ve aşkınıstıraplarını dile getirmek, kendisinden devamlı söz edeceği birsevgilisi olmak durumundadır. Bütün divan şiiri, işlediği duygu vekonulara toplu olarak bakılınca görüleceği gibi aşk konusu üzerinekurulmuştur. Merkezde sadece o vardır.”23 “Onda seven ve aşkın ıstırabınıçeken yalnız âşıktır. Sevgili ise âşığının duygularına karşı seyircitavrı takınan, ilgisini ondan esirgeyen bir tutum içinde görünür. Moralyapısı âşığına ıstırap çektirmekten hoşlanan, ona yüzünü göstermektenazlanmak olan sevgilinin onunla kendisi arasında daima bir mesafekoyması; dolayısıyla ayrılık ve hasret, buna eşlik eden şikâyettir buaşkın özünü teşkil eden.”24

Klasik Türk şiirinde sevgilinin kimliği, daha doğrusu cinsiyeti heptartışma konusu olmuştur. Sevgilinin çoğu zaman erkek kimliğinde

Page 6: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

görünmesi tasavvufun aşk anlayışı ile ilgilidir. Çünkü Allah, buanlayışa göre kendi güzel esmasının tecellilerini güzel insan yüzlerindegöstermiştir. Bu güzelliğe karşı duyulacak bir sevginin saf ve temizolması, behimî hislerden arınması gerekir. Bu da platonik aşklamümkündür. Araya cismanî haz ve duyguların karışmayacağı bir aşk iseancak genç erkeğe yönelik olduğu zaman mümkündür. Bu düşünce Eflatun’dankaynaklanmıştır. İlahî aşka, cismanî haz ve nesli devam ettirme gibimaddî unsurların karışmadığı bir sevgiyle ulaşılabilir. Ancakbaşlangıçtaki bu aşk sadece bir köprü, bir geçiş niteliğindedir. Asılolan mecazî güzelliğin ardındaki hakiki güzelliği keşfetmek, her şeydeCemil-i Mutlak’ın Esma-i Hüsnasının tecellilerini görebilecek bir kemaldüzeyine erişmektir. Bu aşkın amacı kişiyi marifetullaha yükseltmesidir.25

Mehmet Kalpaklı bu aşkı şu cümlelerle anlatır: “Osmanlı şiirindeanlatılan aşk, genellikle ‘gerçek aşk’ yani ‘Tanrısal aşk’tır. Doğuedebiyatının temel unsurlarından biri olan tasavvuf düşüncesininbelirlediği bu nitelik, aşkın dünyevî olanı için de aynı anlatımşekillerinin kullanılmasına izin verir.”26 Bu aşkın kahramanları Tanrı-kul, mâşûk-âşık, padişah-köle olarak karşımıza çıkabilir.

Klasik şiirimizde sevgilinin cinsiyeti elden geldiğince gizlenmiş,sadece mutlak bir güzellik tasviri ile yetinilmiştir, diyebiliriz. Şair,sevgilisini adeta cinsiyetten tecrit ederek bütün güzel sıfatlarladonatır. Öyle ki övülen sevgili Allah mı, Hz. Peygamber mi, padişah mı,gerçek bir kadın ya da erkek sevgili mi, ayırt etmek oldukça zordur.Böyle bir tecridin okur açısından yararı, isteyenin şiirde istediğigüzeli bulmasıdır. Ancak unutmamak gerekir ki öne çıkan sıfatlar birkadın tasviri mahiyetindedir. Övülen fizikî sıfatlar daha çok bir kadınayakışabilenlerdir. Genelde şiir okunduğunda daha çok bir kadın aklagelir.

Atilla Şentürk, bu konuda şu görüşleri ileri sürer: “Osmanlı şiirinintipik bir özelliği de tek bir beyitte yerine göre; Allah, Peygamber,zamanın padişahı, kendisine değer verilen büyük bir insan yahut karşıcinsten bir sevgiliye varıncaya kadar genişletilebilen hüviyeti meçhul,daha doğrusu herkese ve her meşrebe göre değişebilen bir sevgiliyelpazesinin aynı anda oluşturulabilir olmasıdır.”27 Divan şairlericinsiyeti elden geldiğince müphemleştirilen soyut bir sevgili portresiçizmekle her okuyucuya hitap edebilme gibi bir başarıyı yakalamışlardır.Ancak klasik şiirimizin en güzel aşk şiirlerinin Hz. Muhammed içinyazıldıklarını da unutmamak gerekir. Bu şiirlerde Hz. Peygamber bütüngüzellikleriyle anlatılır. Yine yiğitlik sembolü Osmanlı padişahlarıYavuz, Kanunî, Yıldırım Beyazıt için yazılan şiirler de adeta bir kadınayazılmış gibi övülüp tasvir edilmişlerdir.28

Mustafa Uzun, klasik şiirimizdeki aşk konusunda diğer bilim adamlarıylaparalel görüşlere sahiptir: “…aşk ve muhabbetin işlendiği hemen bütündinî ve bazı ladinî eserlerde aşk-ı hakiki, mutlak aşk, aşk-ı ilâhîadlarıyla hep Allah aşkı kastedilmiştir… âşığın bütün merhalelerdengeçerek sonunda varacağı gerçek aşk budur.”29

Page 7: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Muhammed Nurdoğan, klasik şiirimizdeki aşk temasını şu cümlelerledeğerlendirir: “Klasik edebiyatın temelinde bulunan tasavvufî aşktaakıl-aşk çatışması kuvvetli bir şekilde kendini gösterir. Buna görehakikate akıl (ilim) yolu ile değil; aşk vasıtası ile ulaşılabilir.Mutlak gerçeğe varmada akıl eksik bir vasıta, güvenilmez bir araçtır.Hakikat yolunun yolcusu, aklı terk edip ruhunu ve gönlünü bütünü ileaşka teslim etmelidir. Ancak o zaman kapılar açılacak, vuslatgerçekleşecektir.”30

Osmanlı şairleri örnek aldıkları İran şairleri gibi aşkı birtakımmecazların örtüsüne sararak ifade etmişlerdir. Bilindiği gibi ilk kezXI. yüzyılda Ebu Said Ebulhayr zülf, yanak gibi benzetmeleri tasavvufîanlamda kullanmıştır.31 Attâr, Abdurrahman Câmî ve Mevlanâ gibi bazılarıise ilahî aşkı doğrudan beşerî aşk şeklinde tasvir etmişlerdir.32

Yukarıda aşk kavramının İslâmî edebiyatlardaki seyahatini özetle vermeyeçalıştık. Bu konuda yazılanları kısaca sunarak bilim adamlarımızıngörüşlerini andık. Ancak asıl üzerinde durulması gereken başkalarınınyorum ve değerlendirmeleri değil, bizzat şairlerimizin bu konuda nelersöyledikleridir. Çalışmamız asıl bu konuda yoğunlaşacaktır. Bu amaçladivanlardaki “aşk” redifli gazelleri tarayarak inceledik. Çalışmamızıntemelini bu gazeller oluşturmaktadır. Otuz kadar divandan seçtiğimiz bugazellerin incelenmesiyle şairlerimizin aşka dair görüşleri kendimısralarından ortaya konulmaya çalışılmıştır. Gazelleri tek tekincelemek yerine bazı başlıklar altında değerlendirmeyi yeğledik. Buyolla daha sistemli bir biçimde şairlerimizin görüşlerininanlaşılacağını düşündük.

I. Aşk Redifli Gazellerde Aşkın Tanımı

Şairler aşkı çeşitli biçimlerde tanımlamış olmakla birlikte, tanımlarınneredeyse aynı noktada birleştiği, bütün görüşlerin aynı konuda temerküzettiği görülür. 15. yüzyıl başlarının ihtiraslı devlet adamı, kadı veşairi Kadı Burhaneddin (öl.1398) aşkı vefa zemininde tarif eder: ahdinevefa gösteren âşık hastaya şifa, mecliste sevinç, gül bitirendikendir.33 Şairin özellikle aşkı “gül bitiren diken” olarak tanımlaması,âşığın çektiği ıstırabı göstermesi bakımından önemlidir. Aşk bir gönülegirdi mi, başka her türlü sevgiyi söküp atar. O gönülde sadece aşkınsaltanatı hüküm sürer.34 Can ve gönül aşk terazisinin kefeleri olduğundanher an miskin gönüllerin sevdasını tartar.35

Çekdügi sevdâsıdur her lahza miskin dillerüñ Beñzer olmışdur dil ü cân kefe-i mîzân-ı ışk

D.s. 287

Aşk, İsrafil’in suru gibidir; gönül aşk surunun sesini duyunca, “36nefahtüfihi min rûhî”37 (sure 15/29) ayetindeki mana ile can bulur. Aşkdiriltici, hayat verici bir iksirdir. Ölü gönül, aşk iksiriyle canbulur. Gönül Kaf Dağı’na, aşk ise Anka’ya teşbih edilir. Aşkın gönleyerleşmesi şair/âşık için başına devlet kuşunun konmasıdır.38 Aşk bir

Page 8: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

mimardır; onun ölüme mahkûm insanda yaptığı bina, Kaf Dağı’nabedeldir.39 Aşk için koşulan şart “mâsivâdan geçmek”tir.40

Mâsivâdan geçelüm câm-ı mahabbet içelüm Varalum menzil-i maksûda olup hem-dem-i ‘ışk

D.s. 410

Aşkın eyvanı dokuz gökten yücedir, diyen muhteşem hükümdar Kanunî SultanSüleyman (öl. 1566), bu nedenle aşk ehline gökler, ay ve güneş zerregibi görünür demekten kendini alamamıştır.41 Hayretî (öl. 1534) ise aşkıtanımlamaktan çok güzelliğini şöyle ifade eder: Ben aşkın ne denli güzelolduğunu bilmezdim; aşk bilgini bana bunu öğretti. Herkes aşkıngüzelliklerini bilemez; o Allah’ın bir lutfudur. Hayretî, Ey Hakk’ıarayan, eğer aşkı bulayım dersen, aşk hakikat cevherinin madenidir.Dünya aşk ile mamur olmuştur. Aşk, hakikat hazinesinin viranıdır.42 HasanZiyâî (öl. 1584), yüzünü sayfa, gözyaşını mürekkep, kirpiklerini kalemyaparak aşkının macerasını yazdığını söylerken yine dikkati aşkınçektirdiği acılara çeker.43

17. yüzyılın Mevlevî şairi Mezakî (öl. 1676), aşkı Fırat suyunabenzetir; öylesine güzel ve tatlıdır. Ancak bu sudan kanmak mümkündeğildir. Şair, sermest-i câm-ı aşk olmakla birlikte susamışlığınıngiderilemeyeceğini ifade eder.44 Aşk madeninin ve aşkın bulunmazcevherinin kazması göğüs paralayan tırnak ve kavuşma arzusudur, diyenşair aşkın acılarını vurgulamak istemiştir.45

Nâhun-ı sîne-hırâş u ârzû-yı vasl imiş Tîşe-i kân-ı mahabbet gevher-i nâ-yâb-ı ‘ışk

D.s. 245

17. yüzyılın Şeyhülislam şairi Yahya (öl.1644), aşk incisinin değmedenizlerde bulunamayacağını söyler. Gönlün aşka layık olması gereğinivurgular. Aşk bir güneştir; o ışıklarını saçtı mı, zerrede dur durakkalmaz. Her zerre bu güneş karşısında cezbeye gelen Mevlevî gibi sema’akalkar.46 Aşkı bir mecazla tanımlar Şeyhülislam Yahya: “aşk, keyfiyetsizkeyif”tir. Aşk şerbeti acı şarapla mukayese edilemez.47 Allah ezelde aşkıgönle, gönlü aşka ayna yapmıştır. Ruh ve gönül iki eski arkadaşolduğundan aşkın sırrına, hazinesine vakıf olabilirler.48 Aşk yolculuğugönül ayağı ile aşılır diyen Edirne Şeyhi Neşatî Ahmed Dede (öl. 1674),bu yolun tehlikelerine dikkati çeker. Bu bir ilkokuldur. Burada teneffüssöz konusu bile edilmez (dinlenme molası verilemez). Aşk azatlığıolmayan bir aynadır.49 Hz. Peygamber aşkının şeydası, na’t ustası Nazîm(öl. 1726), mecaz köprüsünden geçmek için himmet Kays’ı olmayı öğütler,hakikat yolunun ancak aşk silahı ile kat edilebileceğinihatırlatır.50 Cevrî (öl. 1655), zerrenin ve güneşin dönmesinin hikmetiniaşka bağlar; aşkın harareti dünyanın kalbine tesir edince zerre ve güneşdönmeye başladı, der ve ekler: “Güzellik gül bahçesi, taze ve neşeliolsa şaşılmaz; zira güzellerin gülümsemesi ve âşıkların gözyaşından feyzalır.”51Üsküdarlı Fenâyî (öl. 1664), aşkın evreni kuşattığını şu çarpıcı

Page 9: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

sözlerle dile getirir: Evrene aşk hakimdir.52 Fasih Dede (öl. 1699), gönülsadefinde bulunan aşkın değerli incisi, aşığı iki dünya hazinesindenmüstağni eder diyerek aşkın kazandırdığı kanaat hasletine dikkati çeker.Aşk dumanı gönlümden tepeme çıkınca sanki bir aşk gölgeliği oluştu, der.53

Ol dem ki çıkdı farkuma dilden duhân-ı ışk Gûyâ çekildi üstüme bir sâye-bân-ı ışk

D.s. 382

Aşk kelimelerle anlatılamaz.54 Zaten gerçek âşıkların hedefi sadece veancak rü’yet-i cemalullah değil midir? Aşk incisi her denizdebulunmadığı gibi her başa da aşk tacı konmaz. Aşk sert taşı bakır gibiyumuşatır. Aşk güneşi, değersiz bir zerreyi güneş; güneşi de değersizbir zerre yapma kudretine sahiptir. Aşk her isteği yerine getirir. Aşkateşi her gönülde yakılmaz, aşk közü her ocağa konulmaz. Aşk gönülehlini mutlu, ehil olmayanı harap eder.55 Aşkı hüma kuşuna benzeterekmakamının yüceliğine dikkati çeken Râmî (öl. 1640), aşk ülkesine girmekiçin gönlünün masiva kirlerinden arınmasını şart koşar.56 Aşk anasınınsütü ateş kıvılcımlarından olduğundan gönül çocuğunun ağlamalarınaşaşılmaz. Aşk, her kişinin bizzat tecrübe etmesi gereken bir olgudur. Buyolda başkalarının ayak izleri takip edilemez.57

18. yüzyılın ve klasik şiirimizin en büyük şairlerinden Şeyh Gâlib (öl.1799), doğum tarihi olan “eser-i aşk” terkibinin ifade ettiği gibifıtratı aşkla yoğrulmuş bir Mevlevîdir. Aşk bir bilinmez davâdır onuniçin. Sevenden sevilenden ötedir bu davâ. Aşkı şöyle tanımlar: Onuricanın ta kendisi yapıp her şeyden ricayı kesmektir. Yani aşk maksud-ıbizzattır.58 Aşkın cilvesi, âb-ı hayatın zulmette gizlenmesi gibi onu,siyah, anber kokulu saçın altına gizlemiştir. Aşk, mecaz köprüsündengeçilerek asıl menziline varır. Aşkın cilvesi, visal ve ayrılığı, kahırve lutfu, bir yerde buluşturmasıdır.59 Saç mecaz, ya da kesret olarak daalgılanabilir. Şair, hakiki aşka mecaz köprüsünden geçileceğinivurgulamak istemiştir. Tasavvufa göre seven ve sevilen ikilemesiyanlıştır. Tek bir varlık vardır; o da Zat-ı Akdes’tir. Bu bakımdan aşklütuf ve kahrı, ayrılık ve visali aynı yerde bir araya getirir. Cisim,can ve gönül aslında hepsi birer perdedir. Aşkın manası suret ve manadeğildir. Bunların ötesindedir. Bu yüzden aşk güneşi doğunca zühdyarasaları darmadağın oldu. Güzelliğin nüktesi ince manâsı anlaşılıncadünya aşk kavgasının mahşeri oldu.60 Cemalullahın feyzi can sabahının gülsaçan yüzü, celâlinin kendisi aşkın anber kokulu perçemi oldu, diyenEsrâr Dede (öl. 1797), cemal ve celâl kelimelerini zengin bir tevriyeanlayışı içinde yoğurur.61 Aşkın mekansız meskeni gönüldür. Aşk dünyasıdüşünce ve vehmin havsalasına sığmaz. Sevgili aşk elinde kadehle gelinceaşkın elest meclisi meyhaneye döndü. O, neş’eyi zuhura layık gördüğündenhüsün baştanbaşa bizzat aşk oldu, derken vahdet-i vücûda göndermeyapar.62 Fıtnat Hanım (öl. 1780), hakiki aşka ulaşmanın mecaz denizinedalmaktan geçtiğini söyler: Yürü, var gönül gemisini mecaz denizine sal;aşk kaptanı onu hakikat sahiline ulaştırır:

Page 10: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Bahr-ı mecâza sal yürü keşti-i dili Sâhil-res-i hakîkat eder nâhudâ-yı aşk63

Adile Sultan (öl. 1899), aşk, gönül karanlığını aydınlatır, der.64 Aşk,gönül dünyasının halini gösteren bir aynadır. Mecazdan hakikate geçilir.Bu aşkın mahiyeti ilâhî yakınlık kuşudur. Aşk, dünya kederini giderenbir dermandır. Aşkın ayetini kalbinde ruh gibi gizle, aşkın sûreti sanaKur’an’ın sırrını açar.65 Aşk güzeli ruhsuz cisme can verir; kavuşmagülşenini gönle hayran eder. Aşkın naz eteği masiva dikenindenkorunmuştur. Aşk, gönül ve can menzilini viran eder, kendinden başka herşeyi yıkar. Aşk, kurb-ı ev-ednâya ruhu yaklaştırır. Aşk hem cemil hemcelildir; bir devlet, bir bahttır; mutluluğun ta kendisidir. Zahirehlinin muhabbetsiz ibadeti makbul değildir. En değerli ibadet aşktır.66

Leskofçalı Gâlib’in (öl. 18679 tanımı şöyledir: Gönül ülkesini viran,bazen bayındır eden, her halimi gören sevgili aşktır.67 Yaradılmışlarıntabiatlarındaki birlik ve imtizaca bak; yer yer güzellik ve aşkın gizlisırları görünür.68

Dikkat edilirse şairlerimizin -burada söz konusu edilen aşk redifligazelleridir-genel olarak mecaz köprüsünden geçilen bir hakiki aşktarifi yaptıkları görülür. Bu aşk, kalbi masiva kirlerinden arındırır,sahibini miraca yükseltir, Vedûd olan Allah’ın muhabbetine layık bir kulhaline getirir. Mecaz örtüsüne sarınan bu aşkın, her türlü güzelliğinkaynağı olan tecellilerinin bir belirip bir kaybolması âşıkta kabz vebast halleri dediğimiz ferah ve ıstırap durumlarını meydana getirdiğisöylenebilir.

Birçok şair, aşkı ya da aşkını anlatırken belirsiz bir tablo çizer;gerçekle mecaz arasında müphem bir perde gerer. Böyle yaparak aşkınınmecazî mi hakiki mi olduğu konusunda okuyucuyu hayrette, tereddüttebırakır. Bir bakıma da geniş bir yorumlama imkânı yaratarak bir anlamzenginliği, bir hayal genişliği kurar. Ancak kimi zaman şair,belirsizliği bir kenara bırakarak aşkının ilâhî boyutlu olduğunu sarihbir biçimde dile getirir. 16. yüzyıl şairi Hayretî, “Aşkın fezâsınıseyreden aşığın gözünde cennetin bir çöp kadar değeri yoktur. Ey gönül,on sekiz bin âleme sultan olayım dersen Mevlâ aşkını edinip aşk sahibiol” derken mutasavvıfların Cennet arzusu ya da cehennem korkusununötesindeki ilahî vuslatı ifade ettiğini söylemek mümkündür. Can gözünüaşkı görücü yaptıysan ten gözünün görmemesinden ağlama.” derken, tamamenilâhî aşkın peşinde olduğunu ilan etmiştir:

On sekiz biñ âleme sultân olayın dir iseñ ‘Işk-ı Mevlâ idinüp ol ey göñül Mevlâ-yı ‘ışk69

Aşktan maksadın ilâhî aşk olduğunu Usulî (öl. 1538) şöyle ilan eder:“Aşkın dünyayı ölçen ayağı, maksut kabesine varmak isteyince bir adımdavahdet semtine varır.”70

Cevrî terennüm ettiği aşkın mahiyetini şöyle ifade eder: Kâküllerin aşkrefrefinin kolu kanadı olmasa gönüller melekût göklerine nasıl uçar?71 Bu

Page 11: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

ifade mecaz köprüsünden hakiki aşka geçişi açık bir biçimde ifadeetmektedir. Nazîm, aşkın Hz. Adem’i Cennet’ten çıkardığını şu beyitledile getirmiştir:

Gönül izârına cân atdı seyr edüp hâlin Düşürdü gurbete miskini âb u dâne-i aşk72

Şeyh Galib, “Yokluğun sırrı, varlığın sırrı aşktadır. Aşk,sonsuzluktur.” diyerek aşkın çerçevesini çizer.73 Şeyh Galib’in can dostuEsrâr Dede ilâhî aşkı şöyle dillendirir: Aşkın hariminin yakınlığıimkâna sığmaz, sûretler bağı bu yüzden aşka nedîm olmaz.”74Şair, maddîgüzelliğe gönül verenlerin hakiki aşka ulaşamayacağını çarpıcı bir dilleifade etmiştir.

Muvakkit-zâde Pertev (öl. 1807) ilahî aşkı şu ifadelerle anlatır: “aşkıntecellisi neş’esini rindin havsalasına verip şarabı ne küpte, ne kadehtebıraktı.”75 Adile sultan, sevgilinin güzelliğinin gönül aynasınıtemizlediğinin, aşkın iki dünyada yücelme ve kurtuluş sebebi, mutlulukve feyiz kaynağı, Allah’ın bizzat âşıklarının mahremi; aşkın sırrıbilinmez bir hikmet perdesi olduğunu,76 tecelli feyzinin neş’esini vererekaşığın gönlünü nurla doldurduğunu söyleyerek ilahî boyutunu ifadeeder77 Rahmî-i Harputî (öl. 1884) ilahî aşkı şöyle anlatır: Masivayı terkedip aşka aşina ol. Ezelde âşıka aşk nidası oldu. Aşkın sadası hertarafı kapladı.78

II. Aşkın Özellikleri

a. Aşk-Tecelli

Aşk aslında bir çeşit tecellidir. Dünyayı süsleyen aşk güneşi tecelliedince cismimin toprağı şevkinden zerre zerre raksa geldi.79 Aşkıntecellisi kalem mızrabının ahenginin perdesini artırıp nağmeyi mıstarıniplerinde bıraktı.80 Aşkın cilvesi Ferhad’ı dağda, Kays’ı çölde, beni debir başka vadide bıraktı. Aşkın tecellisi harabat beyt-i mamurunda nekâfirde, ne de Müslüman’da huzur bırakmadı.81

b. Aşk-Akıl-Sultan

Klasik şiirimizde seven dilenci, geda; sevilen padişahtır. Şairlerimiz,sosyal mevkileri ne olursa olsun kendilerini sevgili karşısında birdilenci konumunda görmüşlerdir. Bu konuda söylenenleri kısaca sunmakfikir edinmek için yeterli olacaktır. Mademki aşk geldi; memleketi onaısmarladım; ülkemin tedbiri, yönetimi aşkın fikrine kaldı.82 Gerçi akıl,bir gece yol kesicisidir, ama aşk mehtabı ona bir şey çaldırtmaz.83 Aşksultanı gönül ülkesinde sancaklar kaldırıp akıl padişahını aşkfermanının kölesi yapmıştır.84Âşıkların listesini yapınca beni listeninbaşına yazsınlar ki okuyanlar aşk serdarı varmış desinler. Aşk sultanıgönül ovasında çadırını kurduğundan sabır, akıl, can ve gönül aşkfermanına uysa kınanmaz.85 Dünyayı süsleyen aşk güneşi âleme ışık saçtı;akıl yarasası bucaktan bucağa kendini vursa ayıp olmaz. Hayretî aşkıneteğini nasıl bıraksın; o, aşk dilencisi olduğundan beri gam ülkesinin

Page 12: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

sultanıdır. Başını vermeyen aşk ülkesinin önderi olamaz. Aşk sevgiülkesinin sultanı, meveddet âleminin canıdır.86Aşk beyinin sancağı kendiahının dumanıdır. Aşk beyi, padişahça yedi iklimde beş vakit nevbetçaldırarak dokuz kubbeyi yankılandırdı..87 Aşkın sual ve cevabı akılkitabına sığmaz; onun hesabı kitabı açıklanamaz.88 Aşk istiğnasınınsultanı, gök çadırını himmetinin denizinde basit bir kabarcık sayar.89 Aşksultanı hükmünü icraya başlayınca, gönülde itaat etmemek için güçkalmaz.90 Aşk devletinin şahlar şahının nevbeti sabah akşam çalınır.91 Aşkbir nükteyle yüz Eflatun’a cevap verir.92 Adı aşk olan yüce, alicenabpadişah gönlümüze aşinadır.93 Dünya sultanı aşkın eski kölesidir.94

Padişahım, aşk dilencisi âsitanene yerleştiğinden beri Cem’in tahtınatenezzül etmez.95 Aşk, değeri evren rütbesinde olan bir padişahtır.96 Eyakıl gönül asitanesine tereddüt etme, aşk padişahının konağı senin yerinmidir?97 Aşk dilencisi iki dünya saltanatına bakmaz.98

c. Aşk-Derya

Aşk kavramının çağrıştırdığı önemli unsurlardan biri denizdir. Şairderya/deniz kelimelerini boğulma kelimesiyle birlikte kullanır. Bu birazda sonsuzluk ve düşenin kurtulamaması durumu ile ilgilidir. KadıBurhaneddin, “Gönül çok dar, aşk denizi ise ateştir. Can, aşk havasıiçinde buna nasıl katlanabilir” diyerek bu denizin ateşten olduğunadikkati çeker.99 Sultan Cem (öl. 1495), eğer sevgilisine kavuşamazsa aşkdenizinin kendisini boğacağından endişe ettiğini dile getirir; çünkü aşkdenizinin sahili yoktur.100 Taci-zâde Cafer Çelebi (öl. 1516) şöyle der:Gönül kayığı sevgilinin çene çukuru girdabına düşünce sonsuz aşk denizidalgalanmaya başladı.101 Kimi zaman da gönül deryaya benzetilir.102 Usulî,aşk deryası üzerinden aşınca Allah’a sığınır.103Şeyhülislam Yahya ve AdileSultan104 aşkın katreyi denize çevirdiğini söylerler.105Gönül yeter ki aşkyolunda olsun sonunda aşk seli gönlü denize ulaştırır.106

d. Aşk-Sonsuzluk

Bâkî (öl. 1600), aşk tekbirinin bütün evreni doldurduğunu, aşk borusununsesi, davulunun uğultusu dünyayı tuttu, diyerek aşkın sonsuzluğunaişaret eder.107Bakî’nin arkadaşı ve şehzade hocası Nev’î (öl. 1599) iseşöyle seslenir: Bir nağmesi bu dokuz kubbeden geçer; ey saki aşk rebâbıçalgıcının usulüne uymaz.108 Esrâr Dede’nin bir beytiyle noktalayalım:Aşkın övgüsü için kainat bir sayfadır; aşk destanı gazel ve kasideyesığmaz.109

Âlem kitâb-ı na’tına Esrâr bir varak Sıgmaz kasîde vü gazele dâstân-ı aşk

e. Aşk İrfan İlişkisi

Aşk ve irfan sebep sonuç gibidir; birbirinden ayrılmaz, biri birisizolmaz. Usulî bu birlikteliği, “aşk bilgesi, eğer irfan gözünü açarsakatrede denizi, zerrede nurlu güneşi seyreder.”110 Katre, bir damla sudanyaratılan insan; zerre de esma-i ilahiyeye mahzar olan insandır. Hayretî

Page 13: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

de aşk-irfan münasebetini şu sözlerle açıklar: “Ey gönül, sen hele mahirbir dalgıç ol; aşk deryası irfan incileri ile doludur.”111 Aşkın devletiancak sürekli bir himmetle devam eder.112

f. Aşk-Kimyâ

Eskilerden bazıları, bazı madenlerden altın ve gümüş elde edeceklerineinanır, bu uğurda servetlerini bile kaybetmeyi göze alırlarmış. Bununimkânsız olduğunu bilen irfan sahipleri ve şairler, başka madenlerinaltına çevrilmesi ilmi olan kimyayı tasavvufî anlamda kullanmış;mürşidin nazır ve terbiyesi ile bakır gibi ruhların altın derecesineçıkarılmasını kastetmişlerdir. Mürşidin nazarı kimya özelliğinesahiptir. Müridi alır, demirden altına çevirir. Aynı husus aşk için dekullanılmıştır. Aşk kimya özelliğini haizdir. Âşık, aşk kimyasıyla adetayeniden inşa edilir.

Aşk kimyası benim gümüşümü altın eder.113 Burada kastedilen aslında şairindöktüğü gümüş renkli gözyaşlarının, çok ağlamaktan kanlı akmasıdır. Kankızıldır, yani altın. Göz, ayağı tozu sürmesine bir sürmedandı; aşküstadı onu za’f ocağında altına çevirdi.114 Mihnet ateşi yumuşatır, âşıkyumuşak huylu olur; polat ise de aşk iksiri onu altın eder.115

Nâr-ı mihnet nerm ider âşık mülâyim-tab’ olur Âhen-i pûlâd ise altun ider iksîr-i aşk

Gönül kemal sınırına ulaşmasa da, bakır gibi kalsa da aşk iksiri onuçerden çöpten arındırıp saf altın eder.116

III. Aşkın Tezahürleri

a. Ateş

Aşk kavramının geçtiği her yerde ateş karşımıza çıkar. Şairler aşkınıstırabını, üzüntüsünü ateşle ifade ederler. Aşk yanmış gönülleriinletir.117 Adı aşk olan bir parça ateş gönül şehrimi yaktı; aşk üstadıonun yerine bana bir gam evi inşa etti.118Kimin kalbini ezelde aşk ateşiyaktıysa ahının dumanından aşkını izhar ederse ayıplanmaz. Aşk yağmurugözlerimden gönül kanını dökmeseydi baştan başa aşk ateşineyanardım.119 Yakıcı ateş ile aşk tufanı olmasaydı can gemisi için kurtuluşmümkün olurdu. Aşk çölünün kumu ah kıvılcımlarındandır. Gönül ateşindenyine alevler çıktı, galiba aşk denizi dalgalanıyor. Gönül gerçi yakıcıkorlarla yanmakta ama aşkın gizli ateşi kalbin süveydasındadır. Aşk ehligöğüslerinde aşk yarası dağlar, çünkü her akşam aşk sultanı çerağanameyl eder. Yahya’nın kalbi yakıcı aşkla yanmasaydı soğuk ahlar çekipsıcak yaşlar dökmezdi.120

Dökmez idi eşk-i germ itmez idi âh-ı serd Sîne-i Yahyâ eger olmasa sûzân-ı ‘aşk

Aşkının feyziyle gönül köpüklü aşk denizi oldu; ateşin cevherini aşkınharareti suya çevirdi.121 Ben ateşim ateş; zulüm ateşiyle can ve gönül

Page 14: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

dudağını aşk kabarcıkları süsledi.122 Kalbime yine can yakıcı aşk ateşidüştü, gönül mumu meclisi aydınlatsa şaşılmaz. Bu çölün yeli alevtoprağı kıvılcımdır; aşk yolu başsız ayaksız aşılır. Ey Nazîm aşkateşine o derece yandım ki tenimde her kıl ucu bir aşk dili oldu.123 Aşkateşine yananın semtine uğrayan yanar, çünkü o güneşi basamakyapar.124 Aşkın tecellisi güzelliğin ateşini gönüllere koydu.125 Aşksevgilisi, ebedî aşktan safa mumunu âşığın kalbinde bulup kalbininateşine iman eder.126 Aşkın tecellisi anberi aşk ateşinde yaktı, amakokusunu anber kokulu saçlarda bıraktı.127 Ruhlar aleminin gelin odasınıgezdim, güzellik ve aşkın ateş saçan feryatlarının arşı tuttuğunugördüm. Güzellik ve aşk gül bahçesinin fidanı alev, kıvılcım saçtıkçagüzellik ve aşk dünyası tecelli Tur’unu andırır.128 Gerçi birkaçı Mansurgibi meşhur olmuş ama aşkın ateş renkli kılıcı çoklarının ciğerleriniyakmıştır.129 Emel çölünde iç ateşi ve seherin ah meşalesi bana aşkyolunda yol gösterici oldu.130

Yukarıdaki iktibaslar gösteriyor ki aşk ve ateş ayrılmaz yol arkadaşlarıolarak âşıklar kervanının yol gösterici meşalesi olarak kıyamete dekdevam edecektir. Şairler aşk ateşinden yakınıyor gibi görünseler deaslında o ateşin kömür gibi ruhları yakarak elmas gibi saf aşk cevherineulaştırdığından dolayı da hoşnutturlar. Gönül aşk ateşiyle yanmadanmasiva kirlerinden, hadisat endişelerinden arınmaz, Mahbub-ı Hakikiyelayık birer kul olamazlar.

b. Kanla Abdest Almak:

Şairler aşkın gönülde meydana getirdiği titreşimi, gelgitleri, ıstırapve hüzünleri “gönül kanı” tamlamasıyla anlatmışlardır. Kadı Burhaneddin,“aşk için bir dükkân buluncaya kadar dudakları için kan ile abdestalırım. Aşkın ve la’l dudakların kanımı akıttı, özünü, aşkın kan bahasıbudur diye arz eder.” ifadesiyle çektiği ıstırabı anlatmayaçalışmıştır.131 16. yüzyılın yüz akı şair Bâkî, “Geceleri yaramızın kanıgül renkli şarabımızdır. Meclisimizde aydınlık mum, aşk kılıcınınparıltısıdır.” diyerek aşkın açtığı yarayı anlatır.132 Hayâlî Bey’in aşkıstırabından çektiği şu sözlerle dile getirilir: Aşk, Cüneyd’in veBayezid’in elindeki kandan mercan tespihtir.133 Aşkın ıstırabını bubeyitten daha çarpıcı dile getirecek söz zor bulunur. Hayretî’ninsözleri de aşağı yukarı bu mealdedir: Sürekli kanlı yaş akıtmayanlardünyada aşkın macerası nedir duymadılar. Ey sûfî, belâ meclisinde şarapyerine kan içmezsen bırak sen aşkın safâsını anlayamazsın.134

Mezakî, “Niyaz ehlinin aşk mihrabına secde etmeleri için kanla abdestalmaları lazımdır” sözleriyle aşk acısının gönülde açtığı yaranınıstırabını anlatır.135 Leylâ Hanım, bir kadın hassasiyeti ile şöyleseslenir: “Buyrun gelin, gönül kanını için; bizim âlemde aşkın âdetibudur.”136

c. Ney gibi inlemek:

Aşk ıstırabı şairi ney gibi inletir. İnsanlar arasında bu ağlama veinleme âşığın sırrını ifşa eder. Yürek delik delik olarak inler; şimdi

Page 15: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

aşk neyi benim diye iddia eder.137Hayretî feryadını şu sözle haykırır:“Dostlar ben bu arzuyla ölürsem, her bir kemiğimden bir aşk neyiolacağını umarım.”138 Kemik içi boş olduğu için neye benzetilmiş. Istırap,şairi o kadar kaplamıştır ki kemikleri birer ney olmuştur. Hayretî, hâlehlini ok yemiş av gibi aşka gelip coşarak semaa kalkmış hayaleder.139 Usûlî, feleklerin dönmesini elest meclisinde aşk neyininçalınmasına bağlar: “Ezel meclisinde bir kez aşk neyi üflenince göklerve eşya dönmeye başladı.”140

d. Sarhoşluk

Şairler, aşkla sarhoşluk arasında bir benzerlik bulmuş, aşkın etkisiyleşarabın etkisini sarhoşluk kelimesiyle karşılamışlardır. Ağzına birdamla içki koymayan şairler bile söz konusu aşk olunca körkütük sarhoşolduklarından dem vurmuşlardır. Aşk ister mecazî, ister hakiki olsun,âşıktaki etkisi bir çeşit sarhoşluktur. Aşkın humarının canımı dudağımagetirdiğini unutma.141 Ey sâkî aşk şarabı aklımı sarhoş etti; aşkın ruhartırıcı içkisinin zevki canıma can kattı. Aşk Cem’i ezelde kime aşkşarabı sunduysa o, ebediyen aşk sarhoşu oldu.142 Ey sufî, bize salihlikkisvesi içinde sararmış yüz gösterme; aşk şarabı riya rengini safigöstermez.143 Aşk Cem’inin kadehi insanı sarhoş eder, aklını başındanalır; kişiyi iki cihandan vaz geçirir.144 Arif isen yürü aşk şarabını iç;aşkın bir âlemi iki cihanın zevkine değer. Gerçi Ziyaî şarap içmezderler ama vallahi onu aşk şarabı sarhoş etmiştir.145 Kulağıma aşkkurutuluşuna gelin çağrısı gelinceye dek sabuh kadehini sabah tayınıyaptım.146 Burada şair hakiki aşkı kastediyor. Ben de Nazîm gibi muhabbetşarabının sarhoşuyum; ezelde bana aşk içkisi içirildi.147 Şair elestmeclisinde payına aşk düştüğünü ifade ediyor.148 Aşk kadehi, mahmurunuayıltır; aşktan habersiz olan hayret haberinin sahibi olur.149 Aşk şarabıbeni öyle sarhoş etti ki yüz kıyamet kopsa ayılmam.150 Kâsesi aşklakırılan sarhoşa Cem’in kadehi de sunulsa almaz.151

e. Yağma

Aşk, yağmalayıcı bir karaktere sahiptir. Âşık maddî manevi servetininaşk tarafından yağmalanmasına itiraz etmez. Fettan gözlerini gördüğümdenberi ruh ve gönül ülkesini aşka yağmalatırım.152 Gözler yol kesiciyağmalayıcıdır. Ancak yağmaladığı âşığın manevî yönüdür. Ruh ve gönülşehrini ezelde aşka yağmalattın, bu sebeple bu alemlere aşk kavgasıdüştü.153

Cân u dil şehrin ezelden eyledüñ yağma-yı aşk Ol vecihden düşdi bu âlemlere gavgâ-yı aşk

f. Girdap

Aşk, aşığı içine alarak kapıp götüren bir girdaptır. Bu girdaba düşeninkurtulması düşünülemez; zaten aşığı da böyle bir düşüncesi olamaz. Gönülkayığı aşk girdabına düştü, şaşırdı, zira aşkın sınırsız dalgalarıbaştan aştı.154 Zikir halkasına girenler kurtuluş umudu beslemezler; aşkgirdabı hangi gemiyi yok etmedi ki?155

Page 16: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Meclis-i devre girenler itmez ümmîd-i halâs Kangı keştîdür ki nâ-bûd itmedi gird-âb-ı ‘aşk

g. Saç-anber-müşk-fitne-tuzak

Klasik şiirimizde sevgilinin en çok işlenen güzellik unsurlarından biriolan saç, aşk kavramı içinde önemli bir yere sahiptir. Tasavvufta kesretanlamına gelen saç kelimesi zengin çağrışımlarla kullanılır. Saç kokusuve rengi ile de şiire sık sık konu edilir. Kadı Burhaneddin, “anbersaçının kıvrımında canım müşg toplar; benden özgeye asla aşk hatasıolmadı.”156 derken saç, anber ve müşg ilişkisini dikkatlere sunar. Hatakelimesi de ülke ve yanlış anlamında tevriyeli kullanılmıştır. Bir başkabeytinde Kadı Burhaneddin, “aşk, belime kara zünnarı bağladığından bericanımız onun saçının karalığını iman sayar” sözünü tasavvufî manadakullanır.157 Bir başka beytinde Kadı Burhaneddin aşk ayağı ile yürümeninimkansızlığını dile getirir.158 Aşk, gönlü kararsız kılar; sevgilininrüzgârla savrulan saçları gibi.159 Gönül sevgilinin saçına dolanıpkalmaktan dolayı halkın kınamasına aldırmaz.160 Daha dünya topuna aşkçevganı vurulmadan gönül, saçının kıvrımı ile aşk sarhoşu olmuştu.161 Eyzahid biz aşk ehliyiz, riya tesbihinin tuzağına düşmeyiz; bize tuzaksevgilinin saçıdır.162

Nazîm, dostun suretinin nakışları gönül kıvrımlarına o kadar doldu kiher bir kılım aşk puthanesi oldu, diyerek kalbinde tecelli eden ilahîgüzellikleri anlatır.163 Şeyh Galib aşağıdaki beyitte saç aşk ilişkisiniçarpıcı bir dille anlatmıştır:

Devr-i zülfünde ferâmûş olunan fitneleri

İntizâr-ı dem-i mahşerde kodu cilve-i aşk

Ş. Galib D. s. 342

Esrar Dede şöyle ifade eder: “Gönülde kâfir saçın kokusu varken aşkfitnesinin kavgası bitmez.”164 Beyitte geçen kâfir sıfatının siyah rengiçağrıştırdığını unutmamak gerekir. Saç kesrettir. Kalpte “kesret”karalığı varken elbette kargaşa bitmez.

h. Gam

Divan şiirinde gam, aşkın tabii neticelerinden addedilir. Aşk gamsızdüşünülemez. Şair ister gam çeksin isterse çekmesin, bu şiirin aşkteşrifatı içinde gamdan şikayet etmek durumundadır. Sultan Cem, aşkıngönlüne yüklediği gam yükünden şöyle yakınır: “Aşk diyarından gelen hergam kervanı viran gönlüme gelip yükünü çözer, konar.”165 Ümmî şair Enverî(öl. 1547-8) ise şu sözlerle yakınır: “Aşk ayrılığının kılıcı canımaişledi, bu aşk sultanının beni öldürmesinden korkarım.”166 Şair sürekli ahçeker; ancak bu ahları gamdan çektiği sanılmasın o aşkın sevinçırmağının ah ve vaveylasıdır:

Page 17: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Gamdan aglar âh ider sanmañ beni olmış durur Dem-be-dem rûd-ı sürûdum âh u vâveylâ-yı ‘ışk167

Aşk gamı onu dost gibi davranarak âşığı kibarca öldürür.168 Şair “gam”ıkendisi için ezelde takdir edilmiş olarak kabul eder.169 Bundan dolayı aşkerbabının gündüzü gece gibi gamla kararmıştır.170 Âşık, aşkın gamı uğrundacanını feda etmek durumundadır.171 Şair, sürekli sevgiliyi anmaktan dolayıgam içindedir.172 Aşkın gam kemanı binlerce Rüstem’i zebunetmiştir.173 Fıtnat Hanım bazı şairlerin aksine aşk tutkunlarının gamlaaşina olmayacağı düşüncesini ileri sürer.174 Ancak bir kadın şairden,Şeref Hanım’dan bir itiraz gelir, “Eğer aşk, kalb kalesine her an yardımgöndermeseydi, gamın saldırısından sabrım firar ederdi” diyerek aşkıngücüne dikkati çeker.175

ı. Rüsvalık

Aşk denince akla gelen ilk sonuç dile düşmek, halka rezil olmaktır. Aşkgenel geçer kuralların dışına taşma, yerleşik anlayışı sarsma, örselemefonksiyonuna sahip olduğundan şairler rüsvalığı sıkça işlemek gereğiduymuşlardır. Talihsiz şehzade Sultan Cem, gönlüme aşk deniziişlediğinden beri derdin beni aşk rezili etti, diyerek dile düşmektenduyduğu huzursuzluğu anlatır.176 Hayalî Bey’e (öl. 1536-7) göre aşkmelamet ülkesinin sultanıdır.

Sa’adet mülkü şâhı bir gedâsı Melâmet tahtının sultânıdır aşk177

Taşlıcalı Yahya Bey (öl. 1582) ise aşk rüsvasının içinin mamur, dışınınviran olduğuna dikkati çeker.178 Usulî, melamet şehrine aşk rüsvasınıngirişinin, çıkardığı hay huydan belli olacağını söyler.179

i. Derd-Cefa-Zulüm

Divan şairlerinin neredeyse tamamı aşkın dert ve ıstırabından şikayetetmiş, yakınma dolu şiirler söylemişlerdir. Dert, adeta aşkın bir zarurisonucu gibi görülmüş, şairler sevgililerinin kendilerinde açtıkları dertve yaralardan, gördükleri eziyetten feryat etmişlerdir. KadıBurhaneddin, aşktan yanaklarının sarardığını, kendisinden hatıra olarakıstırapla kopmuş bir feryat kaldığını, aklın bu aşk derdine çarebulamadığını, bu derdin ilacının yine aşk olduğunu söyler.180 Sultan Cem,aşk derdinin kendisi için mağara arkadaşı olduğunu, sevgilinin yüzünügördüğünden beri aşk kavgasının bülbülü olduğunu söyler.181 Enverî, aşkdikenliği, kış mevsiminde dertliler için sincap kürkünden yataktırdiyerek çarpıcı bir tezatla aşkın verdiği acıyı dile getirir. Başka birbeytinde ise vücudunda açılan yaralardan kendisini aşk kaplanınabenzetir.182

16. yüzyılın usta şairi Zâtî (öl. 1546), kendisini Ferhat’lakıyaslayarak çektiği acılara katlanması gerektiğini söyler; aşk sırrınınsararmış yüz ve gözyaşı ile ortaya çıktığını ifade eder; aşkı

Page 18: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

düşmanlarına bile tavsiye etmez. Usulî, vücudunun ülkesinin aşktarafından darmadağın edilmesinden yakınır.

Seylden leşker çeküp kaldırdı âteşden alem Yakdı vü yıkdı vücûdum âlemin Dârâ-yı aşk 183

Usulî’ye göre aşk derdinin ilacı yine aşk derdidir.184 Hayalî, aşkı ciğerkanı olarak tarif eder. Yani aşk acıdır, ıstıraptır, ciğerleriparalayacak bir hastalıktır. Dert yiğitlerinin gül bahçesidir. Aşkınınalevi dert pazarını hararetlendirir. Aşk yükünün ağırlığı, kaşlarını yaygibi bükmüştür. Aşk yaraları tenini süslü bir fidana benzetmiştir.185YahyaBey, aşk kavgasının ah u efganla arttığını, ancak aşk gamının gönüleğlencesi olduğunu iddia eder.186 Hayretî, aşkın belasının aşıklara uçmakiçin kanat olduğunu, gönül derdine ancak aşk tabibinin aşk merheminindeva olacağını söyler.187 Nev’î, gök cisimlerinin aşk derdinden raksagelip döndüğünü şairane bir ifade ile dile getirir:

İnsâf idince Nev’î-i ser-geşte n’eylesin Ecrâm-ı çarhı raksa koyar ıztırâb-ı ışk188

Hasan Ziyaî şöyle hitap eder: Ey sevgili, eğer aşkın elemleri boyumu lâmgibi etmeseydi, aşkının yolunda elif gibi dosdoğru olurdum.189 Cevrî, birgönülde aşk yıldızının eserinin parıltısı olsa haşre kadar yarası aşkgecesinin mumu olur, sözüyle aşk yarasının kapanmayacağınıanlatır.190 Şeyhülislam Yahya ise, ey sıkıntılı gönül, aşkın özelliği,âşığın yüzünü sarartarak işini altın etmektir.191

‘Âşıkuñ rûyını zerd ü işin altun eyler Böyledür ey dil-i mihnet-zede hâsiyet-i ‘aşk

Neşatî, aşk yolunun yolcularına ah ve inlemenin kervan çanı olduğunusöyleyerek âşıkların dert ve acıdan inlemelerine dikkati çeker; âşığınaşk derdinden yakınmaması gerektiğini hatırlatır.192 Fasih Dede, aşkın,gözyaşı ve gönülden yükselen ahları karıştırıp gönül ülkesinin havasını,suyunu değiştirdiğini, yani âşığın mizacını hasta ettiğini söyler.Eziyet edildikçe aşkının arttığını, yatağı Huma kuşunun tüyünden deolsa, aşk hastasının uyuyamayacağını ifade eder.193 Nazîm için aşk derd-idünyayı gösteren aynadır; bu derdin ilacı İbn Sina’nın Kanun ve Şifakitaplarında yoktur.194

Fıtnat Hanım da aşk derdinin ilacı olmadığını, aşk macerasının, kalemindiline sığmayacağını; bu yüzden gönül derdi için dilekçeverilemeyeceğini, söyler.195

Kâbil mi arz-ı hâl ile derd-i dili beyân Sığmaz zebân-ı hâmemize mâcerâ-yı aşk

D.s. 14

Şeyh Gâlib, aşkı bir eziyet, bir hastalık olarak niteler; aşk yolukedersiz geçilmez, âşık her kapıda bir başka derde uğrar, diyerek

Page 19: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

çekilen sıkıntılara işaret eder.196 Esrar Dede, aşkın cilvesinin âşıklarıeziyet ve keder içinde bıraktığını beyan ederek aşkın cana yüzünügöstermesiyle âşığın gönlünün kanadığını söyler, aşkın inişli çıkışlıyolunun gamsız geçilemeyeceğini hatırlatır.197

Adile Sultan, bir kadın inceliğiyle, ancak can tabibi zuhur ederse aşksevgilisinin ayrılık hastasına ilaç yapabileceğini söyler:

Ol tabîb-i cân eger etse gam-ı vasla zuhûr Hasta-i hicrân için dermân eder cânân-ı aşk198

Bir diğer kadın şair Leyla Hanım (öl. 1847) şöyle der aşk derdindenyakınanalara: Ey Leyla, derde tahammül edemedin, sende hiç mi aşkınizzeti yok; bilmiyor musun aşkın şarabı zehir, meclisi külhandır?199 ŞerefHanım, aşkın cevrinden mutlu olduğunu, aşktan hayran olduğunu, sevgilieziyet taşlarıyla bedenini yıktıkça aşkın hatırını mamur ettiğinisöyler.200 Muvakkit-zâde Pertev’in şu beytiyle bu kısmı noktalayalım:Aşkın cilvesi derdini gizli yere koydu; güzeli gönül derdine perde etti.

Derdini dilde nihân yerde kodı cilve-i aşk Dil-beri derd-i dile perde kodı cilve-i aşk201

j. Cünûn-Delilik-Çılgınlık

Aşk ve cünûn divan şiirimizde ayrılmaz ikili, sebep sonuç gibidir.Şairler her fırsatta Mecnun’a göndermelerde bulunur, kendilerini onunlakıyaslarlar. Mesihî (Ö. 1542), aşkın akıllıları, sevgilinin zincir gibisaçlarını görünce kendilerini deliliğe vururlar, sözleriyle bu gerçeğidillendirir.202 Tâci-zâde Cafer Çelebi konuya estetik kaygıyla yaklaşır:Çılgın gönül, sevgilinin yanaklarından saçını, gündüzden geceyi ayırtedemez:

Ruhlaruñdan zülfüñi fark eylemez âşüfte-dil Subhdan şâmı ne bilsün vâlih ü hayrân-ı ışk203

Zâtî, divanelik yaptığı için kınanmaması gerektiğini hatırlatır, çünküaşkın sivri uçlu hançeri akıl ve sabır bağıyla ilişkisini kesmiştir:

Nâsıha ‘ayb eyleme dîvânelükler itdügüm Kesdi benden sabr u ‘aklı hançer-i sertîz-i ışk204

16. yüzyılın büyük şairi Bâkî şöyle der: Öğüt vererek aşk delisinezincir bağlama; bilirsin aşk aslanı bağ ve zincir takmaz. Âleminuygunsuz durumu, aşkın tedbirsiz işi aklımı perişan, gönlümü harapetti.205

Cevrî, aşk mezhebinin aklı divane, zühdü sarhoş ettiğini; aklınıcinnetle yaraladığını söyler.206 Şeyhülislam Yahya, sahrada dönüp duranhortum değil, aşk meydan boş kalmasın diye dönüp duran zavallı Mecnun’untoprağıdır, diyerek kıyamete kadar bu cinnetin süreceğini belirtir:

Page 20: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Hâk-i Mecnûndur dönen sahrâda sanmañ gird-bâd İstemez bî-çâre hâlî kaldugın meydân-ı ‘aşk207

Üsküdarlı Fenâyî ise aşkı pek çok ârifi mecnuna çevirdiğini söyler.208

Nazîm, daha Kays Leyla’nın güzelliğiyle irşad edilmeden önce ben cünunhazinesinde idim, çılgın gönlün kırıklığının aşk deliliği için yeterdelil olduğunu söyler.209 Şeyh Galib, aşkın tecellisinin kendisini Kays’laeşit hâle getirdiğini söyler ve ekler: Aşk mecnunu göğün dokuz kubbesiniyıkar, ama zincirlerini kıramaz.210 Esrâr Dede, ezelden aşk çılgınıolduğunu iftiharla belirtir:

Tâ ezelden olmuşum şeydâ-yı aşk Sanma kim oldum bugün rüsvâ-yı aşk211

Sâbir Parsa (öl.1679-80), tasavvuf neş’esiyle, “aşkın çeşitli halleribir düzende gitmediğinden aşk mecnunu her sefer başka bir şey söyler”diyerek aşkın hareketli psikolojisini dile getirir.212

Sonuç

Klasik şiirimizin, inceleyebildiğimiz aşk redifli gazellerinde, muhatabıkesin çizgilerle belirlenmemiş bir aşk kavramı çizildiği görülür.Şairler, içinden geldikleri medeniyet ve kültür dairesinin şartlarıiçinde ruhlarının ürperişlerini bu şiirlerde ifade etmiş, aşkınkalplerinde meydana getirdiği titreşimleri zengin mecaz, teşbih veistiarelerle anlatmışlardır. Şairler üzerinde İbn Arabî ve MevlanaCelaleddin’in önemli etkisi olduğunu söylemek gerekir. Mutasavvıfolmasalar bile yetiştikleri çevrenin, medeniyet ve kültür dünyasınınbirer ferdi olarak başta Kur’an, hadis olmak üzere büyük mutasavvıflarınyine İslam’dan kaynaklanan görüşlerinden etkilenerek aşk şiirleri kalemealmışlardır. Bu şiirlerde sevilen açık seçik belirtilmemiş, okuyucununzihnine hayal dünyasına rahat hareket imkânı tanımışlardır. Ancakdikkatle incelenirse, kâinatın yaratılışının aşka bağlandığı, bundandolayı asıl sevgilinin bütün esma ve sıfatlarıyla tecelli eden Allaholduğu söylenebilir. Aşkın, ezelde, elest meclisinde bağışlanan birmevhibe olduğu vurgulanmış; âşıkların aşktan dolayı sıra dışıdavranışlarının kınanmaması istenmiştir.

İkinci olarak sevgili, hürmetine evrenin yaratıldığı Hz. Muhammed’dir.Türk edebiyatının en güzel aşk şiirlerinin Hz. Peygamber için söylendiğibilinmektedir. Üçüncü sırada padişah ve nihayet erkek ya da kadın diğersevgililer… Sevgili tasvirlerine dikkatle bakılırsa genel olarak birkadın imajı çizildiği görülebilir. Sevgilinin kimliği elden geldiğincegizlenmiştir. Hele aşk redifli gazellerde sevgiliden çok, aşk kavramınıntezahürleri üzerinde durulmuştur. Ancak tasavvufun aşk şiirlerindeağırlıklı bir etkisi bulunduğu söylenebilir. Sevgilinin cinsiyeti konusuaşk redifli gazellerde söz konusu edilmemiş, sadece saç, cemal ve yüzkelimeleri ile güzelliğin tecellisi verilmiştir.

Page 21: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

Aşk redifli gazellerde aşkın tarifi yapılırken tecelli kavramı üzerindedurulmuş, aşkın ilahî boyutu ifade edilmiştir. Âşığın sıfatları, aşkınhalleri uzun uzun anlatılmıştır. Aşkın akıl üzerindeki etkisine vurguyapılarak Mecnun’a sık sık atıfta bulunulmuştur. Aşk, ıstırap, kanlıgözyaşı, cünun, zulüm kelimeleri çok sık kullanılmıştır.

Klasik şiirimizde aşk kavramının tam olarak anlaşılabilmesi içinbaşlangıçtan itibaren divanların incelenmesi ve değerlendirilmesigerektiği açıktır. Bir iki şiir ya da bilgi kırıntısıyla yapılacakdeğerlendirmeler sadece birer isnat olarak kalmaya mahkûmdur. Şairlerinhayatları hakkında yeterli bilgi bulunmadığı, şiirlerin yazılıştarihleri de belli olmadığı için tek tek gazelleri değerlendirmek bizisağlıklı verilere ulaştırmayacaktır.

Özetlemek gerekirse klasik şiirimizde aşk, şairin kalbininderinliklerinden semaya yükselen ateşten bir ahtır.

Öz

Bu makalede aşk redifli gazeller incelenerek klasik Türk şiirinde aşkkavramı hakkında değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışmamızda heryüzyıldan birkaç şair seçilerek şiirleri incelenmiş, bu şairlerin aşkhakkındaki görüşleri tespit edilmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Klasik Türk şiiri, gazel, tasavvuf, aşk, muhabbet, hakiki aşk, mecazi aşk

Abstract

In this article, the author evaluates the concept of love in theclassical Turkish poetry analyzing the ghasals with the end rhyme of aşk(love). Some poets from each century are elected and their poems havebeen analyzed in detail so that their views on love are found out.

Keywords: Classical Turkish poetry, ghasal, mysticism, love, affection, eternal love, metaphoricallove

Dipnotlar:1. Süleyman ULUDAĞ, “Aşk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1994,

s. 11.2. ULUDAĞ agm. s.11.3. ULUDAĞ agm. s.12.4. ULUDAĞ agm. s.13.5. İbn Arabî, Füsûsu’l-Hikem, terc. M.N.Gençosman, İstanbul 1964, s.447.6. A.E. Afifi, İbn Arabi, İslam Düşünce Tarihi C.II, İstanbul 1990, s. 28. Terc. Mustafa

Armağan.7. M. Said Şeyh, Gazalî, İslam Düşünce Tarihi C.II, İstanbul 1990, s.260, Terc. Mustafa

Armağan.8. İlhan KUTLUER, “Aşk”, TDV. İslam Ans. C.4,s. 17.9. Abdurrahman Bedevî, Miskeveyh, İslam Düşünce Tarihi C. II, s. 95. Terc. Kasım Turhan10. ULUDAĞ, agm. s. 12.11. Fahruddin Râzî, Tefsir-i Kebir, terc. Suat Yıldırım, C.4. Ankara 1989, s. 183.

Page 22: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

12. Fahruddin Râzî, agm. s. 18313. Ali Nihat Tarlan, Fuzulî Divanı Şerhi,C. 1. Ankara 1985, s. 12.14. Tarlan, age. s. 15.15. Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, İstanbul 1971, s. 123.16. A. Atilla Şentürk, “Osmanlı Şiirinde Aşk’a Dair”, Doğu Batı, İstanbul 2004, S. 26, s.

57.17. Cihan OKUYUCU, Divan Edebiyatı Estetiği, İstanbul 2004, s. 20618. Cihan OKUYUCU, age. s. 207.19. E.J.W. Gibb, “Osmanlı Şiirinin Hususiyetleri ve Sahası”, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine

Metinler, İstanbul 1999, s. 59.20. GİBB, agm. s. 60.21. Mustafa İsen, Tezkire-i Şuara’nın Önsözünden, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler s.

3-4.22. Ahmet Hamdi TANPINAR, “Eski Şiir”, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, İstanbul 1999,

s. 78.23. Ömer Faruk AKÜN, “Divan Edebiyatı”, TDV. İslam Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul 1994, s.

414.24. Ömer Faruk AKÜN, agm. s. 415.25. Ömer Faruk AKÜN, agm. s. 419.26. Mehmet KALPAKLI, “Divan Şiirinde Aşk”, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, s. 454.27. A. Atilla Şentürk, Doğu Batı, s. 6228. A. Atilla Şentürk, agm. s. 63.29. Mustafa UZUN, TDV İslam Ans.C. 4. İstanbul 1991, s. 18.30. Muhammed Nur Doğan, “Divan Şiirinde Aşk”, Doğu Batı, yıl 7, S. 26, İstanbul 2004,s.40-

41.31. Cihan OKUYUCU, age. s. 207.32. Cihan OKUYUCU, age. s. 208.33. Kadı Burhaneddin Divanı, haz. Muharrem Ergin, İstanbul 1980 s. 2.34. Kadı Burhaneddin D., s. 235. İsmail E. Erünsal, The Life And Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi, With a Critical

Edition of His Dîvân, İstanbul 1983. s. 287.36. Usûlî Divanı, haz. Mustafa İsen, Ankara 1990, s. 154.37. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman… Hicr 2938. Usulî D., s. 154.39. Yahyâ Bey Divanı, haz. Mehmed Çavuşoğlu, İstanbul 1977. s. 408.40. Yahya Bey D., s. 410.41. Divan-ı Muhibbî, haz. Vahit Çabuk, İstanbul 1980. s. 217.42. Hayretî Dîvan, haz. Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri, İstanbul 1981. s. 245-246.43. Hasan Ziyâ’î, Hayatı-Eserleri-Sanatı ve Divanı(İnceleme-Metin), haz. Müberra

Gürgendereli, Ankara 2002s.219.44. Mezâkî Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanının Tenkitli Metni, haz. Ahmet Mermer,Ankara

1991 .s.196.45. Mezâkî D., s.245.46. Şeyhülislam Yahya Divanı, haz.Hasan Kavruk, Ankara 2001.s.199.47. Ş.Yahya D., s.200.48. Neşatî Divanı, haz. Mahmut kaplan İzmir 1996,.s.125.49. Neşatî D., s.126.50. Nazîm Divanı. İstanbul 1258, s.40451. Cevrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divanının Tenkidli Metni, haz. Hüseyin Ayan,

Erzurum 1981.s.231.

Page 23: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

52. Abdullah Aydın, Üsküdarlı Fenâyî Cennet Mehmed Efendi ve Divanı, İstanbul 2004 s. 196.53. Fasîh Divanı, haz. Mustafa Çıpan, İstanbul 2003 s. 382.54. Fasîh D., s. 382.55. Fasih D., s. 383.56. Ramî Dîvânı, haz. Erdal Hamami, Ankara 2001 s. 158.57. Sâbir Parsâ Divanı,haz. Kâzım Yoldaş, İstanbul 2005. s. 128.58. Şeyh Gâlib Divanı, haz. M.Muhsin Kalkışım, s. 343.59. Osman Horata, Esrâr Dede Hayatı-Eserleri Şiir dünyası ve Divanı, Ankara 1998. s. 43860. Esrâr Dede D., s. 440.61. Esrâr Dede D., s. 442.62. Esrâr Dede D., s. 443-444.63. Fıtnat Hanım Divanı s. 15.64. Adile Sultan Divanı, haz. Hikmet Özdemir, Ankara 1996 .s. 366-367.65. Adile sultan D., s. 370-37166. Adile Sultan D., s. 365-366.67. Leskofçalı Gâlib Divanı İstanbul 1334, s. 30.68. Leskofçalı Gâlib D., s. 10669. Hayretî D., s. 244-245.70. Usulî D., s. 154.71. Cevrî D., s. 231.72. Nazîm Divanı, İstanbul 1257, s. 405.73. Şeyh Galib D., s. 343.74. Esrâr Dede D., s. 442.75. Muvakkit-zâde Pertev Divanı, haz. Ekrem Bektaş, Malatya 2007 s. 302-300376. Adile Sultan D., s. 365-36677. Adile Sultan D., s. 370-371.78. Rahmî-i Harputî Divanı, haz. Halil Erdoğan Cengiz-Gönül Hatay Eren, Ankara 1996. s.163.79. Usulî D., s. 154.80. Ş. Galib D., s. 342.81. Muvakkit-zâde Pertev D., s. 302-303.82. Kadı Burhaneddin D., s. 1.83. Mesihî D., s. 196.84. Taci-zâde Cafer Çelebi D., s. 287.85. Muhibbî D., s. 216- 217.86. Hayretî D., s. 244-246.87. Bakî D., s. 245-246.88. Nev’î Divan, haz. Mertol Tulum-M. Ali Tanyeri, İstanbul 1977. s. 360-361.89. Hayalî Divanı, haz. Ali Nihat Tarlan, Ankara 1992,s. 177. s. 178.90. Şeyhülislam Yahya Divanı, haz. Hasan Kavruk, Ankara 2001. s. 201.91. Fasih D., s. 381.92. Fasih D., s. 383.93. Ş.Galib D., s. 34394. Esrar Dede D., s. 442.95. Fıtnat D., s. 16.96. Adile D., s. 370-71.97. Sâbir Parsa D., s. 128.98. Rahmî-i Harputî D., s. 163.99. Kadı Burhaneddin D., s. 1.

Page 24: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

100. Cem D., s. 169.101. Tâci-zâde Cafer Çelebi D., s. 287.102. Hayalî D., s. 78103. Usulî D., s. 154.104. Adile Sultan D., s. 365.105. Ş. Yahya D., s. 201.106. Ş. Yahya D., s. 199.107. Bakî D., s. 245-246.108. Nev’î D., s. 360-361.109. Esrâr Dede D., s. 443.110. Usulî D., s. 154.111. Hayretî D., s.244-245.112. Ş.Yahya D., s.200.113. Kadı Burhaneddin D., s. 1.114. Zâtî Dîvânı, haz.Ali Nihat Tarlan, İstanbul 1970, C.II, s. 163115. Bakî Dîvânı,haz. Sabahattin Küçük,Ankara 1994,s.245,246.116. Bâkî D., s.245.117. Kadı Burhaneddin D., s.1.118. Zâtî D., C.II, s.163119. Muhibbî D., s. 217.120. Ş. Yahya D., s. 202.121. Cevrî D., s. 231.122. Neşatî D., s. 126.123. Nazîm D., s. 404-405124. Esrar Dede D., s. 443.125. Şeyh Galib D., s. 342.126. Adile D., s. 366.127. Muvakkit-zâde Pertev D., s.302-303.128. Leskofçalı Galib D., s. 106.129. Sâbir Pârsâ D., ss. 129-130.130. Rahmî-i Harputî D., s.163.131. Kadı Burhaneddin D., s. 1.132. Bâkî D., s. 246.133. Hayâlî Bey D., s.177.134. Hayretî D., s. 245.135. Mezâkî Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanının Tenkitli Metni, haz. Ahmet Mermer, Ankara

1991136. Leyla D., s. 66-67.137. Kadı Burhaneddin D., s. 1.138. Hayretî D., s. 44-45.139. Yahya Bey D., s. 408.140. Usulî D., s. 154.141. Cem Sultan’ın Türkçe Divanı, haz. Halil Ersoylu, İstanbul 1981 s.168.142. Hayretî D., s. 244-245.143. Nev’î D., s. 361.144. Yahya Bey D., s. 410.145. Ziyaî D., s. 219.146. Ş. Yahya D., s. 203.

Page 25: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

147. Nazîm D., s. 404.148. Nazîm D., s. 404.149. Ş. Galib D., s. 343.150. Esrâr Dede D., s. 440.151. Esrar Dede D., s. 443-444.152. Cem D., s. 169.153. Üsküdarlı Fenâyî D., s. 196.154. Muhibbİ D., s. 217.155. Ş. Yahya D., s. 199156. Kadı Burhaneddin D., s. 1.157. Kadı Burhaneddin D., s. 2.158. Kadı Burhaneddin D., s. 1.159. Cem Sultan D., s. 168.160. Cem Sultan D., s. 168.161. Ş. Yahya D., s. 201.162. Ziyaî D., s. 219.163. Nazîm D., s. 405.164. Esrâr Dede D., s. 440.165. Cem Sultan D., s. 168.166. Enverî D., s.117.167. Hayretî D., ss. 244-245.168. Hayretî D., ss. 245-246.169. Cevrî D., s. 231.170. Mezakî D., s. 245.171. Nazîm D., s. 404.172. Zîyaî D., s. 219.173. Fasîh D., s. 382.174. Fıtnat D., s. 14.175. Divan-ı Şeref Hanım, İstanbul 1292, .s. 31-32.176. Cem Sultan D., s. 168.177. Hayalî Bey D., s. 177.178. Yahya Bey D., s. 408.179. Usulî D., s. 154.180. Kadı Burhaneddin D.s. 1.181. Cem Sultan D. 168-169.182. Enverî D. s. 217.183. Zâtî Dîvân-ı, haz. Ali Nihat Tarlan, İstanbul 1970. s. 163-164.184. Usulî d.s. 154.185. Hayalî Bey D. s. 177-178.186. Yahya Bey D. s. 408,410.187. Hayretî D. s. 245-246.188. Nev’î DE., s. 360-361189. Hasan Ziyâ’î, Hayatı-Eserleri-Sanatı ve Divanı (İnceleme-Metin), haz. Müberra

Gürgendereli, Ankara 2002. s.219.190. Cevrî D. s. 231.191. Ş. Yahya D. s. 200.192. Neşâtî D. s. 126.193. Fasih d. ss. 381-382.

Page 26: Aşk Redifli Gazellere Göre Klasik Türk Şiirinde Aşk

194. Nazîm D. s. 404.195. Fıtnat D. s. 14.196. Ş. Galib D. s. 343.197. Esrar Dede D. s. 443198. Adile Sultan d. s.365.199. Leyla Hanım D. ss.66-67.200. Şeref Hanım D. ss. 30-32.201. Muvakkit-zâde Pertev D. s. 302.202. Mesihî D. s. 196.203. Taci-zâde Cafer Çelebi D. s. 287.204. Zatî D. s. 166205. Bâkî D. ss. 245-246.206. Cevrî D. s. 231-232.207. Ş. Yahya D. s. 201.208. Üsküdarlı Fenâyî D. s. 196.209. Nazîm D. ss. 404-405.210. Ş. Galib D. ss.342-343.211. Esrâr Dede D. s. 440.212. Sâbir Parsâ D. s. 129.