This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
DÜNYA KiTAPLARI 322
Seçki 8
Eleştiri Seçkisi
Eleştirel Bakış Açılan
Mehmet Rifat
Yayın Yönetmeni Feridun Andaç
Sanat Yönetmeni Fatih Durmuş
Dizi Editörü Gülay Türkmen
Grafik Uygulama Duygu Kaplan
ı Hazırlık ve Basım Dünya Yayıncılık A.Ş.
Birinci Basını Ekim 2004
ISBN: 975-304-266-3
Tüm haklan saklıdır. n yayın haklan Dünya Yaymcılık A.Ş.'nindir. kopyalanamaz, aktanlamaz, çoğaltılamaz.
"Batı' da her şey -'Batı' kavramının kendisi bile- filolojiyle başlamış, filolojiyle kurulmuştu. Filoloji, öncelikle bir dilin kendi üzerinde düşünmesi, bu dilin malzemelerini, ürünlerini toplaması ve değerlendirmesi, bu dile başlangıçlar, şecereler ve güzergahlar bulma çabasıdır. Bu çabanın içinde veya yanı başında bazı özel yöntemler, bazı araştırma ve anlama teknolojileri de doğdu: Yorumsama, tarihsel yöntem, fenomenoloji, dille (serbest çağnşım) Hintili olduğu ölçüde psikanaliz ve nihayet yapıbozuro - bugünkü eleştiri kurarn ve pratiğinin temel dayanak ve aletleri."l
Orhan Koçak'ın Batı'da filoloji ve eleştirinin işlevine dair tespiti, Koçak eleştirisini kavramsallaştırmaya başlamak için de uygun bir nokta. Alıntıda ortaya konan iki önenne, Koçak eleştirisinin iki meselesini sunar bize. Birincisi: Türk edebiyatında filoloji ve eleştiri, Batı' dakine benzer bir konumda mıdır? "Biz"in kavramsal olarak oluşumunda kurucu bir işleve sahip midir? İkincisi: Dilin kendi üzerinde düşünme çabasının içinde ya da yanı başında ortaya çıkan özel yöntemlerin, anlama teknolojilerinin, birbirleriyle, metinle ve bağlarola temasında indirgeyici yaklaşımlardan sakınan bir tutum nasıl geliştirilebilir? !ncelikle kurulmuş bu tutum, kısmilik ve evrenselcilik tuzağına düşmeden Türk edebiyatının öteki edebiyatlarla özdeşliğini ve onlardan farklılığını ortaya koyan bir yorumlama ve araştırma teknolojisine dönüşebilir mi?
Bu yazıda Orhan Koçak eleştirisinin temel ilkelerinden, "iyi edebiyat" anlayışından yola çıkarak anlama teknolojileri ile metin ve bağlam arasındaki temas noktalarını kavramsallaştınnada kullandığı "arayüz" kavramının ne şekilde ortaya çıktığına, Türk edebiyatında eleştirinin "kendi"mizle ilişkisini tarihselleştirme çabasına, bu özel tarihin mecelle (kanon- yüksek edebiyat olarak seçilen, edebi geleneği oluşturduğu düşünülen yapıtlar) eksikliği ve özerkleşerneyen estetik olarak beliren sonuçlarına, son olarak da Türk edebiyatının öteki edebiyatlada özdeşlik ile farklılığına vurgu yapmayı ih-
287
Mehmet Rifat
mal etmeyen bir karşılaştırmalı çerçevenin kurulması gerektiğine dair görüşlerini ele almaya çalışacağım.
Orhan Koçak Eleştirisinin Temel İlkeleri
Ahmet Harndi Tanpınar, Cemal Süreya, Sartre, R. P. Blackınur, Valery, Adomo, Adrian Strokes gibi eleştirmenlerin kendisini etkilediği söyleyen Koçak, bu eleştirmenler gibi, metnin bütünlüğü ve uyumu kadar gedikleri ve gerilimlerine de bakmayı amaçlayan bir
.. eleştiri pratiği ortaya koymuştur. 2 Eleştirmenlerin başka bir ortak noktası, izienim ve kurarn arasında kurdukları dengedir. Koçak da bır dengeye inanır: Kura m, izlenime göre ikincildir. Eleştirınen, yapıtın kendisine yaklaşmasına, dokunmasına izin verecektir. Eleştirmenin nispeten edilgen olduğu bu temas anı, kuramsal faaliyetin üzerinde çalışacağı esas malzemeyi sunar.3 Bu bakımdan tehlikeli olan, eleştirinin izlenimi içermesi değil, "ilk izlenimlerin hakkını verememesi"dir.4 Kimi zaman dalaylı kimi zaman doğrudan verilen bu izlenim anı, Melih Cevdet şiirini incelerken en belirgin şekliyle ortaya çıkar:
"Bu dizelerin ertelenmiş etkisine maruz kalan birisiyim ben. Şiiri ilk kez Sözcükler kitabında okumuş, sonra da umıtmuştum. Yanılmışım: Bir süre sonra, bir müzik cümlesinin, müzik cümlesi bile değil, bir ses imgesinin, zihnimde kımıldamaya başladığını, kurtulmaya çabaladığımı farkettim, okuduğum bir şeyle ilgiliydi bu."5
Koçak, izlenimci yanının fenomenolojik teknikten devralındığını belirtir: "Fikrin bağlamının bir an için askıya alınması" sayesinde yapıtın işleyişine dikkat etmeyi sağlayan fenomenolojik teknik aynı zamanda izlenimi düzenler. Fenomenolojinin yanı sıra psikanaliz ve marksizm, Koçakın önemli gördüğü kuramlardır: Ideolojik tahlil ve gizli içeriklerin araştırılması becerisini kazanmasında son iki kuramın etkisi vardır. 6
Orhan Koçak, iyi edebiyat olarak nitelediği yapıtlarda dört temel özelliğin kendisini çektiğini belirtir: Biçim ilkesi, çok-sesliliklçok-katlılık, tarihsel ve ruhsal belirlenmişlik bastırmanın şiddetini ve karşı-direnci dillendirme.
288
Eleştiri Seçlıisi
Biçim ilkesi ya da biçim yasası, yazarın edebi malzemesini dönüştüren, ayıklayan, yeniden düzenleyen, bir bütünün içinde eriten ilkedir. Çiğnendiği anda bile sezdirilen bu ilkenin kaynağında Adamo'nun şu görüşleri vardır:
"Sanat yapıtı iç bütünlüğünü ve özerkliğini kazanırken, yapıtın ri ve moment'leri de bu bütün içinde ölüp giderler. Sanat yapıtlan kendi tikelliklerini bir tümelliğe doğru aşarken ölümle oynaşırlar.(. .. ) Yapıtın kendisi ne kadar bütünleşmişse, bileşenleri de o kadar çözülmüş ve parçalanmıştır." 7
Bu durumda yapıtın hiçbir öğesi rastlantısal değildir, her öğe biçim ilkesinin zorunlu kıldığı bir yasallık olarak ortaya çıkmalıdır.
Koçak, şiirsel malzeme ile biçim ilkesi arasında gerekli ilişkinin kurulamadığı üç durum tespit eder:
-Birincisinde, modem hayattan kaynaklanan malzeme ve uyarım yığılmasının yeterince farkına varamayan şair, sözcüklerin düzanlamlarla yan-anlamlan arasında gerilimin kalmadığı, kamusal dilden ya da klişeleşmiş çağnşımlardan yararlanan bir şiir üretir.
-lkincisinde, şair malzeme ve uyarım yığılmasının farkındadır ama onunla uyumlu biçimsel ilkeyi kuramaz. Kamusalla özel, kuralla kuraldışı arasındaki fark bulanıklaşır; sapmanın olması gerektiği yerde kural, kuralın olması gerektiği yerde istisnayı kural kabul eden bir şiir çıkar ortaya.
-Malzeme ve biçim ilkesi sorununu çözen daha ileri yapıtlarda ise özel bir dünyaya hapsolmuş, okurla flört edemeyen, kışkırtıcılığını kaybetmiş bir yapıt oluşur. B
Çok-seslilik/Çok-katlılık
İyi edebiyatın ikinci özelliği ise yapıtın okuru değişik bağlamlar arasında dolaştırabilmesidir. Birden fazla sesi ve katı olup, değişik bağlarnlara gönderme yapabilen yapıt aynı zamanda yapıtın biçim ilkesine de sadık kalıyor, geçtiği yolları unutınuyarsa edebiyattan söz edebiliriz. 9 Koçak'ın eleştirel emeğinin önemli bir kısmı, e de-
289
lviehmet Rifat
biyat yapıtındaki bu seslerin birbirine değdiği noktaları, gerilim anlannı, katlar arasındaki geçiş biçimlerini tespit etmeye ayrılmıştır.
Örneğin Gülten Akın eleştirisi, şiirdeki özel ve içsel ses ile kamusal ve 'komünal' sesin arasındaki gerilimi ortaya koymaya yöneliktir. I. S. Eliot'tan yola çıkarak ses, içsel ses, kamusal ses terimlerini tanımladıktan sonra istekler ve eğilimlerin içsel sesi ile ödev ve sorumlulukların kamusal sesinin biraradalığını yakın okuma teknikleriyle Akın'ın şiirlerinde göstermiştir. Gerilime dikkat çektiği gibi, folklorik biçimleriyle gelen kamusal sesin, kişisel sesi bastır-
"maktan çok, onun bir fısıltı olarak bütün çıplaklığıyla duyulabilmeiçin bjr arka-plan oluşturduğunu da göstermiştirıo
I arihsel ve Ruhsal u<:..uuc<..uuu;:>a• ...
Koçak'm "yalan söylemeyi başaramama eğilimi" olarak da adlandırdığı bu özellik, sanat yapıtmm, içinde bulunduğu toplumsal ve ruhsal bağlaını kendi biçim ilkesine dönüştürebilme becerisidir.ll
Balzac'ta bulduğu "kendi kralcı ideolojisine rağmen burju-va toplumunun gerilimlerini herkesten daha iyi dile getir"me yetisi bu özelliğin tipik örneğidir12
Koçak, Oktay Rifat'm yapıtının bu yönünü sorunsallaştırır: Kamusal ideoloji karşısında salman şair, bir yandan "çoktan işitilmez olmuş" bir sesi uzaktan da olsa duyurmaya, kendine yalan söyleyemediği bir anı dile getirmeye kendini mecbur hissederken diğer yandan da kamusal ideolojiyle söyleşiyi sürdürmek, "uzun denklem"ini devam ettirmek için kendine yalan söylemek zorundadır:
"Topluluk duygusunu, mahrem bir ev sahnesinin doğallıyla anlatmak; ama bu aşıboyalı evi de 'kendini hep sönükçe baştan yaşadığı' bir du-rumda (mitos'un, her-zaman-çoktan'ın düzleminde) tutuklamak.''l3
İyi yapıtlarda yalarıla doğru, istekle sınır arasında gergin bir ilişki vardır. Koçak'a göre şiir de bu türden bir farktır. KamusaHa özel, mantıkla duyum, düzanlarula yananlam arasındaki farkın yok edilmeden şiirin biçim ilkesince içerilmesi, "heterojen öğelerden ele geçmez bir bütün" yaratılabilmesi, şiiri iyi şiir yapar. Ötekinin kavrama ve kendine sığmayan özdeşiik-dışı gövdesidir bu.ı4
290
Eleştiri
Ağlayan Kadınlar Lahdi'nin Enis Batur şiiri içindeki
önemi de bundan kaynaklanır. Sözün ilk kez söz-olmayana, sessizliğe, dilsizliğe de değmesi ya da başka bir deyişle kendini sahnelerken, başka bir varlığın dillenmesinin imkansızlığını da sezdirmesi ile oluşan fark, Batur şiiri için yeni bir döneme geçiştir.ls
Koçak, Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ının başarısızlığını da bu noktada görür. Özdeşlilzle farklılığın birliği, sanatm sanat olmayana değmesi, "aynı"nın yapısına "öteki"nin de dahil olması gibi biçimlerde ortaya çıkan gerilimler edebiyat metnine derinlik verirken; Kara Kitap, aynının tekran üzerine kurulu, dışı olmadığı için içi de olmayan, gerilimin değil çeşitiernenin hakim olduğu, deıinlih yitiminin!yassılmanın örneği bir roman olarak görülür1 6
Dillendinne
Koçak'a göre bu özellik, iyi edebiyatın belki de en önemli işlevidir: lyi edebiyat, "bastırılmış ve silinmiş olanı korur, dillendirir. Hem bastırmanm şiddetini, hem de buna karşı direnci aynı anda dile getirir."l7 Bu özellik Koçak eleştirisinde apaçık bir şekilde sor
gulanmaz çoğu zaman; daha çok eleştirinin biçim ilkesine içselleştirilmiştir. Ece Ayhan eleştirisinde bu özelliğin smanmasının en be
lirgin olduğunu söyleyebiliriz.
Koçak, eleştiri kurumunca yaygın bir şekilde yapılan Ece Ayhan şiirinin dışlanmışların, bastınlmışlann, silinmişlerin sesi olduğu
saptamasım sorgular. Önce bu şiire dair yapılan yorumlan tarihselleştirir, zamanla nasıl değiştiğini gösterir. Ece Ayhan da destekler bu iddiayı: "Gerçek kaynaklanm? Kimini sıralayayım; döküntüler, dışta bırakılmış her şey, düşürülenler, hal ve gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar.." Enis Batur, bu şiiri "dışta bırakılmışların yörüngesi"ne yerleştirirken; Oğuz Demiralp Ece Ayhan'da kişisel sorunun (eşcinsellik) kendisine müttefik olarak tarihten dışlanmışlan seçti
ğini iddia eder. ıs
Koçak, bu iddiaların Ece Ayhan şiiri için geçerliliğinden şüphe
lidir. Özellikle ilk döneminde, silinmiş olanı koruyup dillendirme,
291
Mehmet Rifat
dışta bırakılmışlara uygulanan baskının şiddetini ve onların direncini göstermekten çok "tarihten, bağlamdan, her türlü tanımlanmışlıktan ve anlatılmışlıktan kaçma isteği egemendir."l9 Koçak'ın amacı da bağlamdan kaçma isteğini bağlamsallaştırınak, bu yerden kopma isteğinin aslında ne kadar yerli olduğunu göstermektir. Servet-i Fünun'dan 50'lerin yenilikçi öyküsüne kadar uzanan süreçte Ece Ayhan'daki bu uzaklaşma isteğini, yerel bağlarnın içinde bulunan ve modem dönemin başlangıcından beri var olan yanlma ile ilişkilendirir. Ötekilerin bastırılışına ses vermekten çok kendi bastmlmışlığını bağlamdan kaçarak telafi etme çabasıdır söz konusu olan.
Olarak Eleştiri
Orhan Koçak'ın iyi edebiyattan beklediği özellikler, bir şekilde onun eleştirel çabasını nitelemekte de kullanılabilir. Bir Orhan Koçak eleştirisinin, değişik bağlamlar, kurarnlar ve disiplinler arasında dolaşması beklenir, ancak bu dalaşmanın güzergahında eleştirinin biçim ilkesinden sapmalar yaşanmaz; bağlamlar arasındaki yolculukta yolunu kaybetmez. Biçim ilkesi genel olarak fark ve karşıtlığın temas noktalarını göstermeye dayalıdır. Edebiyatın edebiyatolmayana, kişiselin toplumsala, dilin sessizliğe -sınırları belirsizleştirmeden- değdiği, heterojenliğin türdeşleştirilmediği bir bütünlüğün kurulma anlarına bakar.
Bu tür eleştirinin uygulanabilirliği için şu tür sorulara cevap verilmelidir: Travmatik bir model değişikliği deneyimini yaşayan modem Türk edebiyatma kurumsal ya da metinsel düzlemde bakarken psikanaliz, marksizm, tarihselcilik, fenomenoloji, yapıbozum, yapısalcılık gibi anlama teknolojileri, eleştiri yöntemleri ne şekilde kullanılmalıdır? Metni, psikanalizin nesnesi/"hasta"sı, sosyolojinin alan araştırması, teorinin meşrulaştıncı vesilesi olarak görmeyen, edebiyatın alanını ihlal konusunda hassas bir bakış nasıl mümkün olabilir?
Çoğu eleştirmenin içinden çıkamadığı bu indirgemeciliği Orhan Koçak, bilgisayar teknolojisindeki "arayüz"ün işlevini gören kavramlarla aşmaya çalışır:
292
Eleştiri Seçkisi
"lki dilsel alanın birbirine temas etmesini, birbirtyle konuşmasını saglayan ama birbirine kanşmasını ve birinin ötekini ihlal etmesini de önleyen kavramlar. Bunu yapabilmek için, malzemenin de konuştugunu, bir şeyler söylediğini, demek kavramsallık üzerinde hak iddia ettigini kabul etmek gerekir. Teori, nesneye yönelirken, nesnenin de -her zaman çapraz kalan bir yoldan bile olsa- teoriye dogru çoktan yönelmiş olduğunu görebilmelidir. n20
Edebiyatın içselliği ile dışsallığı arasındaki o tuhaf söyleşiyi sorunsallaştıran bir eleştiri olarak Orhan Koçak eleştirisi, farklı söylem alanlarının karşılaşma mekanı olur. Psikanaliz, politika, tarih gibi kayıt düzlemlerinin edebiyat düzlemi ile karşılaştığı anda oluşan Koçak eleştirisi, temel olarak bir düzlemde karşılaşılan bir olgunun diğer düzlemdeizi başka bir olguya tercümesinin imkanını, iki düzlem arasında neden-sonuç ilişkisi dışında başka türden ilişkilerin olabilirliğini sorgular. 21
Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanını psikanalitik açıdan çözümlediği "Kaptınlmış ldeal: Mai ve Siyah Üzerine Psikanalitik Bir Deneme"22 yazısında edebiyat-psikanaliz-gecikmiş modernleşme
arayüzünü; Nurullah Ataç ve Cemil Meriç'in Caliban figürüne bakışı ile Türkiye'nin Üçüncü Dünya karşısındaki dış politikasını birlikte düşünmeye çalışan "Ataç, Meriç, Caliban, Bandung: Evrensellik ve Kısmilik Üzerine Bir Taslak"23 yazısında edebiyat-politika arayüzünü kullanarak bir kavramsal çerçeve kurmaya çalışır.
Kimi metinlerinde ise arayüz kıirma metnin tamamını değil de bir kısmını yorumlamak için devreye sokulur. Melih Cevdet'in doğa ile ilişkisindeki kökensel uzaklığı ve onun sonucundaki ardışık uzaklaşma ve yakınlaşmayı, soruyu ve kuşkuyu şairin ben'i ile doğa arasında bir arayüz olarak görerek kavramaya çalışır.24 Oktay Rifat'ta ise "uzun denklemin" değişkenlerinden biri olarak bahçe ara
yüzü söz konusudur:
"Farklı varlık ve deneyim alanlan, Oktay Rifat'ta bahçe figürü aracılıgıyla birbirine deger, hatta geçişir, yine de birbirini ihlal etmez. Issız kırdan ve ormandan farklı olarak, insanla doğanın yogun ve görece düzenli bir alışveriş içine girdigi yerdir bahçe; ama tarladan veya çiftlikten farklı olarak da, doğanın büyük bir maddi yarar beklenmeksizin bakım nesnesi oldugu yerdir."25
293
Mehmet Rifat
Koçak'ın arayüz modelinin en belirgin ömeği Mai ve Siyah'ı psikanalitik açıdan okuma denemesidir. Edebiyat ile psikanaliz arasında kurulmuş bir arayüz olduğu gibi, travmatik bir model değişikliği olarak Türk modemleşmesini de kavramsaliaştırma çabası olması nedeniyle sosyoloji ve siyaset ile de ihlal edici olmayan bir temasın peşindedir. Tarihselliği, toplumsallığı ve ruhsallığı ile Mai ve Siyah'ı anlamlarıdırmaya çalışan eleştiri, amacına uygun değişik kuramlarla arayüz kurmayı dener. Arayüzlerin sağladığı açılım ve kapanımları gösterir. En sonunda en uygun arayüz olarak psikanaliz-
. edebiyat arayüzünü kurar. Böylece eleştirmenin düşünce geliştirme seı~üvenine okur da tanıklık eder.
Koçak'ın çoğu metninde olduğu gibi bu metin de, ele alınan konu ile ilgili literatürün sunumu ve eleştirisi ile başlar. Mai ve Siyah ve Servet-i Fünun edebiyatma dair yaygın anlayışın zaaflan ile başlayıp buradan aynı malzemeyi başka türlü düşünmenin imkanı meselesine geçer.
l950'lere kadar olan edebiyatı Doğu-Batı karşıtlığına değinen, dolayısıyla toplumsal olan edebiyat ile bireyin iç dünyasına eğilen edebiyat olmak üzere iki çizgide değerlendiren Bema Morarı'ın kavramsallaştırması Servet-i Fünun'u ikinci çizgide konumlandırmaktadır. Koçaiz'ın eleştirisi, Morarı'dan önce de varolan bu ayrımı geçersizleştirme çabasıdır. Hiçbir "iç"in o kadar iç olmadığı, bireyin iç dünyasındaki çatışmaların da toplumsal bir bölünmenin (Doğu-Batı karşıtlığının) yansıtılması ile ilişkili olabileceği noktasından yola çıkan Koçak, bireysel olan ile toplumsal olanın ilişkisini, bireyselin toplumsala indirgenmediği bir bakış açısı kurarak çözümler. lki alanın birbirine temas ettiği ama ihlal etmediği nokta olarak ideal kavramını kullanır. Hem Servet-i Fünuncuların edebi dilinde temel bir motif olması hem de psikanalitik teoride ruhsal sahnenin bir aktörü olması nedeniyle ideal kavramı arayüz olarak idealdir. Böylece psikanaliz ile edebiyatın, Doğu-Batı sorunu ile iç çatışmanın, toplumsal olanla psikolojik olanın birbirine değdiği o hassas noktalarda işleyen eleştiri metni yavaş yavaş örülmeye başlar.
Önce Tanzimat ve Servet-i Fünun kuşaklannın üzerinde bulunduğu zeminin tanımlanması ile tarihsel bağlam verilir. Gecikmişli-
29-1
Eleştiri Seçkisi
ğin kabul edilmesi anlamına gelen Batılaşma karşısında Osmanlı aydınlannın yaşadığı kapılma ve sürükleniş tanımlanır. en başından yaralı olarak başlayan bu süreci yaşayan iki kuşak arasındaki farkın "aynılık zemini üzerindeki fark" olduğunu belirtir.26
Servet-i Fünun'u önceki kuşaktan ayıran fark, ideal kavramının, yazarların edebi tahayyülüne girişidir. Koçak, arayüzün temel terimi olan ideali, psikanalizle ilişkilendirmeden önce farklı yaklaşımlarla arayüz kurmaya çalışır. Her bir yaklaşımın sağladığı açmazı ve olanağı tespit eder. Önce Lukacs'ın ideal kavramını dener. Lukacs ve ondan yola çıkarak Mai ve Siyah'ı ele alan Robert Finn'in ideali kavramsanaştırma biçimlerinin kapitalist pazar koşulları ile ilişkili olduğunu, Osmanlı bağlamının kendine özgülüğünü içeremediğini göstererek yetersiz bulur.
Lukacs'tan sonra Rene Girard'ın üçgen arzu teorisi ile arayüz kurmaya çalışır. Mai ve Siyah'dan ömekler vererek Girard'ın teorisinin geçerli olduğu noktalan gösterir. Ancak, Girard'ın teorisi kültürel farklılığa yer vermediği için yeterince açıklayıcı değildir. Avrupa-merkezci zihniyetin içinden yazılan bu teori, Osmanlı edebiyatının kendisine model olarak aldığı Batı edebiyatı ile kurduğu arzu ilişkisini ancak "dışsal dolayım" kavramıyla açıklayabilir. Bu da modelle Osmanlı edebiyatı arasındaki gerilimli ilişkiyi içerecek şekilde kurulmamıştır: Girard'ın teorisinde dışsal dolayım nefret ve hasetin yeşermesine izin venneyen bir ferahlık ile tanımlanırken Osmanlı edebiyatında Batılı modelle ya da onun yerli temsilcileri ile kurulan ilişki arzu kadar nefret, kızgınlık ve suçluluğu da barındırır. 27
Değişik arayüz denemelerinden sonra Koçak, edebiyat-psikanaliz arayüzünü ideal kavramı üzerinden dener. Ego ideali ve süperegonun teorideki konumlanna dair psikanaliz-içi bir tartışma yürütür. Burada ilginç olan ego ideali ve süperegonun psikanaliz kuramının içinde de bir arayüz işlevine sahip olmalarıdır. Bireysel psikoloji ile toplumsal kurguların birbiriyle en fazla temas ettiği terimlerdir. Bu nedenle Koçak'ın temel amacı olan toplumsal bölünme ile içsel bölünme düzlemleri arasındaki bağıntısallığı göstermeye elverişlidirler.
"Ego ideali, bir acz durumunun imgesel araçlarla giderilmesidir;
295
Me:lımet Rifat
süper-egoysa bir aşın kudret iddiasının smırlanmasıyla doğmuştur."28 Koçak, iki terimi bu şekilde tanımladıktan sonra psikanalitik bulguları bağlama nasıl oturtacağını gösterir. Hem romanda Ahmet Cemil'in Batı edebiyatıyla ilişkisinde hem de genel olarak Tanzimat kuşaklarının Batı ile ilişkisinde görülen kapılmayı, Lacan'ın kapılmanın idealin özgül oluşum biçimi olarak tanımlamasından yola çıkarak ego ideali ile eşleştirir. Süper-ego ise kuşaktan kuşağa geçen fikirlerden oluşan, otoritesi ve yaptının gücü de bu geçişlerden kaynakEman bireyin kadirimutlaklık ihtiyacını sınırlamaya yönelik bir "organ"dır. Mai ve Siyah'ın ayrıntılı ve derinlemesine okunması, dönemin modemist aydınının Batılı ego-ideali ile geleneğin ve' devletin süper-egosu arasmda kalmışlığınm doğurduğu bölünmüş ve mutsuz bilincin ortaya konmasmda kullanılır.
Türk Edebiyatında Eleştirinin Tarihselleştirilmesi
Kendi eleştirisini arayüzler kurarak oluşturan Koçak'ın kendi eyleminin bağiarnı üzerine düşünmesi, eleştirinin eleştiri-olmayana değdiği noktayı kavramaya çalışması şaşırtıcı değildir. Travmatik bir model değişikliğini yaşamış mutsuz öznelerin "kendi"leri ile "öteki"lerin ihlal edici temasından kaynaklanan parçalanmışlıklarının hakim olduğu ortamda, eleştirinin işlediği dilin kendisi üzerinde düşünebilme imkanı da sorgulanmalıydı. Eleştirinin tarihselleştirilmesi gerekiyordu.
Kökünde "bunalım", "buhran" anlamlarını içeren "nisis" sözcüğü olan, tehlike anı, dönüm noktası gibi yananlamlan barındıran İngilizce "c;iticism"in tehlike anında, dönüm noktasında yaşanan bunalımı düzenlemelgiderme çabası, "eleştiri"nin kökünde bulunan bazı öğeleri içerip bazılarını dışarıda bırakma anlamındaki "elernek" eyleminin düzenleyiciliği ile birlikte düşünülebilir. 29 Ancak Türk edebiyatında eleştirinin ortaya çıkışının özgül koşulları, kökensel ortaklığın bağlamsal farklılığın yanında açıklayıcılığını zayıflatır. lthal edilmiş bir kurum olarak eleştiri, Türk edebiyatının yerli malzemesindeki bunalımı yabancı teknikle giderme çabasıdır. Halbuki Batı'da malzeme ile teknik arasmda -sorunsuz olmasa da- bir bağ vardır. Malzeme ile tekniğin doğasından kaynaklanan nihai in-
296
Eleştiri Seçhisi
dirgenemezliğin oluşturduğu çatlakların, yarıkiarın Batı'da da var olduğunu kabul etmekle birlikte Koçak, Batı filoloji ve eleştirisinin kuruluş anındaki biçiminin ulusalcılığın tasadanmasında kullanılan organizmacı dünya görüşünün içinde konumlandırılabileceğini ve hem tekniğin hem de organizmacılığın pragmatik düzlemde de olsa toplumsal karşılığının olduğunu iddia eder. 30
Türk edebiyatında eleştirinin kökeninde yatan, malzemeyle teknik arasındaki farkın doğal sonucu, işlevsel farklılıktır. Hem içinde bulunduğu bağlam tarafından oluşturulan hem de bu bağlaını dönüştüren eleştiri, Batı'da dilin kendi üzerinde düşünmesini, edebi geleneğin bir değer olarak icadını mümkün kılarken Türk edebiyatında eleştiri, başka türlü olma, başka türlü okuyup yazma çabasının bir görünümü olduğu için; kullanılan dilin ve eski edebiyat modelinin değersizleştirilmesi projesinin güdümüne girmiştir. 31
Klasik Osmanlı edebiyat modelinden Batılı edebiyat modeline geçişin travmasının içinde oluşan eleştiri, hakikatin zaten hep başkaları tarafından keşfedildiği "fikre geç kalmış" bir ortamda, hakikalin ikamet ettiği mekandaki "evrensel" tekniğin gözüyle kendi gecikmiş edebiyatma baktığında değer bulmakta zorlanacaktır: Değer hep orada olacaktır; burası taklidi aşamayacaktır.
Batı'da organizmacı paradigma ve onun eleştirel uygulaması, varolanın tescilini yaparken, Türk edebiyatında bu paradigma kendine özgü bir çarpıtmaya maruz kalmış, varolanın inkarına yönelmiştir. Bu fark, eleştirinin olanı daha geniş bir bütünün, ortak bir değerin içinde yeniden anlamlandırmasmı, yerli malzemeyi içermesini engellemiştir.32
Gecikmişliğin kabul edilmesi olarak da adlandınlabilecek modernleşme, bu süreçten yenik çıkan seçkinlerin, galip tarafı (Batı'yı) model olarak seçtiği bir zihinsel tasanma neden olmuştur. İster istemez kopyakonumunda bulunan kültür, model karşısında hep bir tedirginlik ve yetersizlik duyacaktır. Buradaki kaygının gerçek hayatta karşılığı olduğu kadar fantazmatik bir yanı da vardır: Cumhuriyet'in kurulması sürecinde savaşılan düşmanın aynı zamanda içselleştirilmiş bir model olarak Cumhuriyet sonrasında ortaya çıkışı, özellikle seçkinlerde içsel bir bölünmeyeneden olmuştur. Yaşanan
297
Mclımet Rifat
zamana bir türlü denk düşerneyen bölünmüş özne, asıl zamanı yaşayan karşısında bir çocuğa/ergene dönüşmüştür.33
Benimsenen modeli ve kendisinin bu modeli benimseıne sürecini yukarıdakine benzer bir şekilde tarihselleştiremeyen eleştiri, bu model değişimi neredeyse hiç olmamış gibi davranacaktır. Koçak'a göre "Cumhuriyet'in soyut evrenselciliği" bu unutuşu kolaylaştırır. Söz kortusu soyut evrensekiliğin en yaygın ifadesi olan "Çağdaşlık" kavramı, bağlamsal farklılıkları silerek evrensel kültürün herkese kucak açtığını ve evrensel olmak için bir adım atmanın yettiğini hayal etmeyi mümkün kılar. Ancak bunun sonucunda kendi ikincilliğive merkezdışılığı ile yüzleşemeyen, hatta bundan kaçan, bu nedenle de derine inemeyen bir eleştiıi oluşur:
bir krizin, bir tıkanma ve zorlanmanın ürünü düşünemeyen, kendi imkansızlıklar ve ödünler tarihini hep çarpıtmak, süslemek ya da unutmak zorunda kalan bir düşüncenin edebiyat ürünüyle yüzeysel ve çocuksu bir hazcılığın veya duyumculuğun ötesinde ilişki kurması da zordu. Bu hazcılığın altematifiyse yine kısır ve çocuksu bir devletçilik oldu: Yapıtın halkı yeni rejimin programına göre eğitmesini bekleyen, ona tekil ve bir tarihsel öznenin (devletin, ulusun, halkın, sınıfın, partinin, hatta yaratıcı bireyin) dolaysız ifadesi olarak bakan ve bunu bulamayınca da yapıtı dışlayan ve görmek istemeyen bir düşünce."34
Koçak, ı 960'lara kadar eleştiride hakim olan çizgiyi bu şekilde niteler. Bir tek istisna vardır: Ahmet Harndi Tanpınar. Hem model değişikliğinin travmasının, sıkıntılarının, tıkanıklıldarının ve zorlanmalarının farkında olması hem de daha çok içe kapanmanın meşrulaştınlmasında kullanılan sahte evrenselciliği aşıp, gitmeye çekinilen bir evrenselliğin sınırlarına gelmesi/değınesi ile Tanpınar, "eleştirinin farklllaşarak kendini var ettiği an ve yer"in ı 960 öncesi tek temsilcisidir.35 Koçak, Tanpınar ile birlikte Fuat Köprülü'nün çalışmalarında da özerk bir kavramsal çaba görür. Ancak Köprülü, edebiyat mirası ile ilişkisini hayal etmek yeıine tescil etmek üzerine kuran filolojisi ile dönemini aşarken; yanı başında beliren gerçek yeniyi de hepten değersiz görmekte, bir türlü bağlamsallaştıramamaktadır. Koçak, Köprülü'nün "tatminsizliği" ve "körleştirici
küskünlüğü"nün üniversitelerin edebiyat bölümlerince devralındı-
298
Eleştiri Seçlıisi
ğını, çağdaş edebiyatla canlı bir ilişkinin bir türlü kurulamaclığını iddia eder.36
ı960 öncesinin en bilinen eleştirıneni olan Nurullah Ataç ise çıkardan, dizgeden bağımsız, saf ve dolaysız bir izlenime dayalı bir eleştiriyi savunduğunu sanırken kendi bağlamının belirlenmişligini görememesi, kendisini oluşturan gizil dizgenin ona sunduğu imkan ve imkansızlıklar üzerine düşünemernesi ile Koçak'ın 1960 öncesi eleştiriye dair saptamalarının alanını aşamazY
ı 960 ile birlikte gelen değişimin temel belirleyicisi sosyalizmdir. Tarihsel maddeci yöntemin güncellik kazanması, ulusçu idealizm ve dar izlenimcilik olarak sınıflandırılabilecek ı 960 öncesi eleştirinin karşısına bir rakip çıkarır. Yeni eleştiri modeli kendine özgü açılım ve kapamınlan beraberinde getirecektir. Önce açılımlar: Yeni eleştirmen, hem metnin estetik özerkliğine hem de toplumsal varlığına öncekilerden farklı bakar. Varolanı tespit edip kavramsallaştırmaya, sonrasında da sorgulamaya gösterdiği özeni, yapıttan aldığı hazzı belirtmeye, alınabilecek zevkleri göstermeye ve yapıtın kendi talep ve vaatlerini belimlerneye de gösterir.38 Turgut Uyar, Cemal Süreya, Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan gibi dönemin iyi eleştirmenlerinde yapıtın çifte varoluşunun farkındalığından kaynaklanan bir zevkle tahlil dengesi vardır. Ancak bu eleştirmenler bile Cumhuriyet evrenselciliğini aşamamışlar; onun içinden konuşmaya devam etmişlerdir.39
ı 960'lardaki toplumcu eleştirinin kapanımlarına gelince: ı930'ların So·vyet Marksizmi'nden etkilenen eleştirmenlerin pratiği ile dogmatik bir eleştiri anlayışı da yaygınlaşır; buna göre, dünyanın devrime doğru gittiği ortadadır, hakikatidevrim henüz gerçekleşmemişse de er ya da geç gerçekleşecektir. Yapıtı da bu ilkeler ışığında düşünmek gerekir. Böyle olunca varolan, kendi varlığı üzerinde hakkı teslim edilen bir yapıt olarak değil de henüz varolmayan ama olacağı kesin olandan (devrimden) uzaklığı üzerinden değerlendirilir. 60'larda diğer eğilimle birlikte varolan bu anlayış 70'lerde hakim söylem haline gelir.40
Koçak, ı 960- ı 980 arasının en önemli verimlerinden biri olarak Berna Moran'ı görür. Moran, tarihsel yöntemi stilistik ve mit eleşti-
299
Melımet Rifat
risi ile birlikte kullanan tematik eleştirisiyle edebiyat ortamında yeni bir yol açar; ancak "bu çalışmanın yetersiz kaldığı yer de bir uluslararası karşılaştırma çerçevesiydi, böyle bir çerçeve yokmuş gibi davramyordu. Türkiye'nin başına gelen model kayması, Moran'da Doğu-Batı çekişınesi olarak tanımlanır; ama bu kültürün kendisinin zaten kullandığı adlandırmadır. "41
1980 Öncesi eleştiriyi tarihselleştirirken kullandığı ölçütler, Koçak'ın kendi eleştiri anlayışına dair ipuçlanna sahiptir. Eleştiri, öncelikle kendine dair bir düşünme denemesini içermeli, bulunduğu
-~glamdaki işlevine dair bir farkındalık geliştirmelidir. Bağlam ve metin üzerine düşünürken bağlarnın ve metnin kendine dair iddialarım başka bağlam ve metinlerle karşılaştırmalı bir biçimde düşünerek sorgulamalı, malzemenin kendini adlandınna biçiminin yeterince açıklayıcı olamayacağının bilincinde olmalıdır. Metne bakış açısının tarihselliği ve bağlamsallığı ne derece olursa olsun metnin kendi vaat ve taleplerini de okura sunmalı; eleştirmen olarak metinden aldığı hazzı da okurla paylaşmalıdır.
Estetik Özerklik ve Mecelle Eksikliği
Eleştirinin üzerine düşeni yapamadığı, kendini tarihselleştiremediği bir ortamda, edebiyatın siyasal ve toplumsal seferberliğin araçlarından biri olarak görülmesinin iki önemli sonucu vardır. Birincisi estetik özerkliğin imkanının 1950 öncesinde mevcut olamamasıdır. Sanatın da içinde özerk bir alan olarak yer alacağı burjuva kamusal alanı, ancak 1950'deki iktidar değişikliği ile göreceli olarak gerçekleşir. Edebiyat devletten özerkleşmekte ve özgürleşmektedir ancak güvenceli bir özerkleşme değildir bu. Ikinci Yeni şiiri bu görece özerkleşmenin tezahürüdür. Hiç "Atatürk şiiri" yazmamış "parasız yatılı"ların şiiri olarak !kinci Yeni, kendinden önceki kültür politikalarıyla bağını kopartan ya da epey zayıflatan bir şiirdir:
300
"Şair, Batı kültürü ile ilişkinin daha huzurlu olduğu bir dönemde yetişmiştir; birey ve sanatçı olarak rejimin kendi kültür ve eğitim politikalannın nihayet özer/Ileşmiş ürünüdür ve artık zorunlu bir yerellih haygısı taşımalısızın yerel olabilmehtedir. Ama bu özerkleşmenin iktidardan, siyasal alandan ve genel olarak kamusallıktan uzaklaşma ve iç dünyaya açılma
Eleştiri Scçlıisi
(kapanma demek yanlış olur) olarak gerçekleştiğini de yine belirtmek gerekir."42
1950-1970 yıllarını kapsayan bu dönemde göreceli de olsa estetik özerkliğin mümkün olması Koçak'ın başka bir yazıda daha ayrıntılı tartışılması gereken tkinci Yeni ilgisini açıklar. Bir yandan İkinci Yeni'nin içindeki şairlerin şiirsel serüvenlerine, "yaşantıyı 'tek otorite' olarak benimseyip; onun peşinde, önceden bilmedikleri bir yere gitmeyi göze almalan"na43 odaklanan eleştiri, diğer yandan Ikinci Yeni'nin yarattığı şiirsel travmanın Oktay Rifat, Melih Cevdet gibi şairlerce nasıl aşılmaya çalışıldığını inceler.
l 950 öncesi kültür politikalarının ikinci sonucu ise hegemonyacı bir mecellenin (kanonun) eksikliğidir. Tasfiyeci eğilimleri belirgin olan edebiyat seçkinleri, kendilerinden önce gelenler ya da çağdaşları arasında başka türlü düşünenleri de içerecek bir mecelle kurmayı başaramamıştır. Gecikmiş modernleşmenin kendini yetersiz gören ruh hali içinde, varolanı içererek aşan organizmacı bir paradigma geliştirilememiş; yok sayma ya da tasfiye, modeli yakalama telaşı içinde meşru sayılmıştır. 44
Bir bakıma Koçak'ın eleştirel çabası, organizmacı olmayan bir biçimde varolanın tescil edilme çabasıdır. Eleştirinin ve edebiyatın kendi dışına dokunciuğu anları da daima akılda tutarak, heterojenligini tasfiye etmeden bütünlüklü bir şekilde düşünmenin en önemli adımı etkinliği tarihselleştirmektir. "Bizde eleştiri yok" yakınmalarım bir kenara bırakıp bir üçüncü dünya edebiyatı olarak Türk edebiyatının yaşadığı kültürel taşralaşma, bilginin üretimi ve dolaşımı bakımından edilginleşme sürecini özdeşlik ve farklılığı aym anda gözeterek karşılaştırmalı bir biçimde kavramsallaştırmamn Koçak eleştirisinin en önemli çabası olduğunu düşünüyorum.
NOTLAR
l. Koçak, Orhan. 'Türkçe'de Eleştiri: Bir Tarilıselleştinne Denemesi," bahar 1997: 89. (Semih Sökmen'in