AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Hüseyin SÖYLEMEZ ANTİK ROMA’DA YAŞAM VE ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Bitirme Tezi Antalya, 2015
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ
Hüseyin SÖYLEMEZ
ANTİK ROMA’DA YAŞAM VE ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü
Bitirme Tezi
Antalya, 2015
1
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ
Hüseyin SÖYLEMEZ
ANTİK ROMA’DA YAŞAM VE ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Tez Danışmanı: Ebru N. AKDOĞU ARCA
Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü
Bitirme Tezi
Antalya, 2015
i
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ .........................................................................................................................................................1
ROMA EVİ .................................................................................................................................................2
SOSYAL YAPI VE ROMA TOPLUM DÜZENİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ............................................................... 23
ROMA AİLESİNİN ÖZELLİĞİ VE BABANIN KONUMU .............................................................................. 25
PATRIA POTESTAS’IN SONA ERMESİ ..................................................................................................... 28
ROMA TOPLUMUNDA EVLİLİK, DÜĞÜN VE KADININ KONUMU ........................................................... 30
ROMA’NIN ERKEK ÇOCUKLARA BAKIŞI .................................................................................................. 37
ROMA’NIN KIZ ÇOCUKLARA BAKIŞI ....................................................................................................... 39
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DÜNYAYA GELİŞİ VE AİLE İÇİNDE DÜZENLENEN ETKİNLİKLERİ....................... 40
ROMA TOPLUMUN ÇOCUĞA VERDİĞİ DEĞER....................................................................................... 43
ROMA’DA EV KÖLELERİ ......................................................................................................................... 44
ROMA’DA KÖLELERDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN DURUMU .................................................................... 47
ROMA’DA YASALAR KARŞISINDA ÇOCUK .............................................................................................. 48
ROMA’DA ÇOCUĞUN YETİŞTİRİLMESİNDE ‘İTAAT ETME’ FİKRİNİN AŞILANMASI ÖNCELİĞİ ................. 50
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DEVAM ETTİĞİ OKULLAR VE EĞİTİMİN ÖNEMİ .............................................. 51
ROMA’DA İLKÖĞRETİM ......................................................................................................................... 53
ROMA’DA ORTA ÖĞRETİM .................................................................................................................... 56
ROMA’DA YÜKSEKÖĞRETİM.................................................................................................................. 57
ROMA’DA YEME VE İÇME ...................................................................................................................... 58
ROMALILARDA GİYİM ............................................................................................................................ 68
ROMALILARDA AYAKKABI...................................................................................................................... 76
ROMALILARDA TAKI .............................................................................................................................. 82
ROMA’DA SAÇ BİÇİMİ ............................................................................................................................ 90
ROMA’DA ÖLÜ KÜLTLERİ ....................................................................................................................... 97
ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ ............................................................................................................... 105
KAYNAKÇA ........................................................................................................................................... 130
ii
Yaşamdan Bir Gün…
Sabahın birinci, ikinci saatlerinde
pestili çıkar esenlemeye gelen gidenin,
üçüncü saatte çene yarıştırmaya başlar
kısık sesleriyle savunmanlar Roma’da,
beşinci saate değin sürer çeşitli işler,
yorgunların dinlenme saatidir altıncısı,
paydos olacaktır yedinci saatte,
yağlı güreş tutulur sekiz-dokuz arasında,
kabarık yastıkları indirmeniz buyurulur:
ağırlığınız altında dokuzuncu saatte,
kitapçıklarım ele alınır saat onda,
Euphemus, tanrı yemekleri gelir ortaya
içkisiyle birlikte, senin özen göstermenle,
göksel içkiyle açılır iyi Caesar,
küçük bir kupa tutar güçlü elinde.İşte
o zaman ortaya sür şakaları:
Korkudan adım atamıyor Thalia’m,
sabahları İuppiter’i esenlemek için1.
1 Marcus Valerius Martialis, Epigramlar, çev. Güngör Varınlıoğlu (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005), 140-
141.
1
GİRİŞ
Roma’da özel yaşam sosyal yapı içinde önemli bir yer tutar. Yaşam; meslek, din,
gelenekler; devlet ve birey arasındaki toplumsal ilişki adını verdiğimiz bağlar ve bunların
görünümleri hiçbir zaman yeterince ve bir alanın bir başka alanı az ya da çok hissedilir
biçimde etkilediği kalıcı birtakım ilişkilerle belirlenemez. Özel yaşamın kendisi, aslında,
hiçbir zaman tespit edilemeyecek sayısız ve karşılıklı olarak birbirlerine bağlı olan boyut ve
oluşumların bir toplamıdır. Özel yaşamın özgün görünüm ve belirtilerinin bağlantılı olduğu
uzmanlık dalına Roma dönemi yaşamı araştırılarak sonuç elde edilebilir. Özel yaşamın kendi
içerisinde faktörlerinden bir tanesi bireyin oturduğu ev oluşturur. Roma evlerinin araştırılması
ilk olarak arkeoloji ile bağlantılı olarak yapılmışsa da; Bir nümismatikçi, yazıt bilimci, mimar
ve sanat tarihçisinin araştırmaları iç içedir. Zenginlerin muhteşem evleri ve gösterişli yapıları
yanında, orta sınıfın konutları ve işlikleri de özel yaşamın tespitinde önemli yer alır.
Kent normal biçimde terk edilirken, insanlar tanrılarını, mutfak eşyalarını ve
mobilyalarını yanlarına alırlar. Oysa, istila veya doğal bir afet sonucu kent yıkıldığında sadece
tanrılar, kap kacak ve mobilyalar değil, insanların bir kısmı dahi ortalığa saçılmış halde kalır.
Biri volkanik kül ve lav altında, diğeri ise yanan çamur içinde taş kesilen Pompeii ve
Herculaneum halklarının şansızlıkları Romalıların yaşantısının incelenebilmesi açıdan bizim
şansımız olmuştur. Bu doğal felaketler sayesinde, bizler onların sıradan yaşamlarına
ulaşabilmekteyiz.
Bu çalışmada, Roma halkının nasıl yaşadığını ve bir Romalı nasıl olur sorularına
cevap bulmaya çalıştım. Roma kültürünü ilgi duyan kişilere bir kaynak niteliğinde olması
ümidiyle.
2
ROMA EVİ
Roma evi denince ilk olarak Pompei ve Herculaneum’daki atrium’lu evler gelir.
Pompeii’deki evlere dayanarak, bir evin şemasını çıkartmak mümkündür. Sokaktan eve birkaç
adımlık küçük bir ön mekândan (vestibulum),dış kapıdan ve dar bir koridordan (fauces) evin
bütün yapısını belirleyen büyük merkezi avluya (atrium) girilmekteydi. Buranın özelliği
tavanında dışarı açılan bir yeni compluvium bulunması idi. Vitruvius bu atriumların farklı
formları olduğunu yazar: Comluviumu çatıda sütunlar değil, sadece klaslar ile tutturulan
atrium tuscanicum, compliviumunda dört tane sütunun çatıyı taşıdığı atrium tetrastylum,
dörtten fazla desteği olan atrium corinthicum, çatı eğiminin içe, compluviuma değil, dışa
verildiği atrium displuviatum ve compluviumsuz olan atrium testudinatum .Compluviumu
yayvan bir kap olan impluvium yağmur suyun dışarıya akıtılması impluviumun kenarında
silindir formundaki bir puteal tarafından çevrelenmiş olan sarnıç deliğinden sağlanırdı.
Yazarlara göre atrium, içinde ocağın olduğu, yemeğin yenildiği ve kadınların el işlerini
yaptıkları bir evin asıl oturma mekânı idi. Pompeii’de bu görülmektedir. Büyük -12m.*17 m.’
ye kadar- ve yüksek atrium’lar bu evlerde gösterişlidirler. Ama buranın oturma amaçlı olarak
kullanılmadığı kesindir. Ev sahibine ait, metal çemberli ve yere sağlam olarak oturmuş bir
para kasası olan arca ve bazen de ev sahibinin bir herme üzerindeki büstü ve atrium’un henüz
ocak yeri ve mutfak olduğu dönemi temsil eden kalıntılar, genellikle impluviumun kenarında
dikdörtgen biçiminde ve gösterişli bir mermer maşa (cartibulum) yer alırdı. Her iki taraftan
atriuma ala adı verilen kapısız bir mekân açılırdı. Asil ailelerin evlerinde, burada atalarının
resimleri asıldığı olurdu. Pompeii’de bunlar işlevsiz olarak görülmektedir. Bu alanların
başlangıçta yatak odaları olan cubicula yer alırdı. Girişte fauces’in iki yanında yer alan,
genelde sokaktan girişi olan ve arka kısma kapalı iki mekân çoğunlukla dükkân veya küçükçe
atölye olarak kiraya verilmekteydi. Atriumun arka kısmında bütün genişliğine rağmen kapısız
–kapamak için perdeler kullanıyordu-bir mekân olan tablinum yer almaktaydı. Daha sonraki
dönemlerde yatak odaları evin başka yerlerine çekilince, arkadaki bahçeye bir pencere veya
kapı ile açılmış olan tablinum ev sahibinin konuklarını ağırladığı yere dönüşmüştür. Alt
kattaki odalar üzerinde galeri biçiminde inşa edilmiş bir yemek salonu yoksa yemek odası
alalar ile tablinum arasındaki iki mekândan birinde yer alıyordu. Daha sonraları cenaculum –
aslında yemek salonudur –sözcüğü genelde köle ve hizmetçi odalarının da bulunduğu bütün
üst katı kapsar anlamda kullanılmıştır. Erken dönemlerde evin arkasında yüksek bir duvar ile
komşu topraklarından sınırlandırılmış bir bahçe (hortus) bulunurdu. İÖ. II. yy.’ da bahçeye
3
Yunan prototipine uygun, birçok mekânın bulunduğu bir peristilyum eklenmiştir. Bu
peristilyum kısmı daha sonraların evin asıl oturulan bölümü haline dönüştürülmüş, atrium
kısmındaki gibi katı geleneksel kurallara bağlı kalmada, modern mekânlar eklenmiş ve
samimi kişisel bir alan niteliği edinmiştir. Form, tertibat ve mekânların oluşumu peristilyuma
uygun olarak değiştirilmiştir. Burada çoğunlukla yatak odaları, yemek odaları (triclinium ) yer
almakta, kalıntılarından görüldüğü kadar ile klineler için U biçiminde dizilmiş taştan alçak
kaideler ve en arkada tablinuma eksenel düşen ve bütün genişliği ile açık bir dinlenme mekânı
olan exedra yer almaktadır. Bazı durularda yemek odası iç döşenmesi acısından oecus
corinthius olarak adlandırılan bir biçimde olurdu. O mekânların bir yarısında bir kare
oluşturarak yükselen dört sütun, odanın geri kalan köşeleri tarafından desteklenmeyen kubbeli
çatısını taşımaktaydı. Kubbenin altında klineler yer almaktaydı, bunlara sütunların yanındaki
bir girişten hizmet edilebiliyordu ve böylece yemek salonunun ön kısmında bir alan boş
olarak durmaktaydı. Boş kısımda misafirler için veya Petronius’un Satyricon eserinin
kahramanı olan Trimalchio’nun2 evindeki gibi pek o kadar ciddi olmayan gösterilerin
düzenlediği düşünülebilir. Mutfak genelde tuvalet ve –varsa-özel bir hamam ile birlikte, kural
olarak peristilyumun kanat kısımlarında, kokuların insanları rahatsız etmeyeceği en uygun
yerlere inşa edilmekteydiler. Bazı evlerde, arkada gizli bir haberleşme girişine (posticum)
sahipti. Romalılar bahçe figürler ve karmaşık su tesisatını zorunlu kılan fıskiyeli havuzları ve
peristilyumlu bir bahçe düzenlemesini (viridorium) severlerdi. Bazen buna içinde uzun ve dar
bir su havuzu (euripes) bulunan kişisel bir bahçe eklenirdi. Burada açık havada kişiler, açıkta
duran triklineler ile yazın, su şırıltısı veren bir çeşmenin yanında yemek yerlerdi3.
Romalıların başka çeşit evleri de bilinirdi. Örneğin İÖ 273 yılında kurulan koloni
kenti Cosa’daki (bugünkü Ansedonia, Grosseto eyaleti) kazılar, İÖ III. yy. ortalarına
tarihlenen ve oldukça bütünlük içinde, büyük parsellerle düzenli sokak ağlarına sahip evler
bulunmuştur. Atriumlu olmayan bu evlerde, iki yanında iki oda bulunan giriş koridoru ile iç
avluya girilmekte, bu avluya başka iki mekân açılmaktaydı. Koloni döneminin ilk
zamanlarındaki bu eşit planlı evler, daha sonra değişikliğe uğramıştır, İÖ II. yy. başı ve I. yy.’
da görkemli bir atriumlu eve dönüşmüşlerdir. Kimi atrium evleri bölümlere ayrılarak kiraya
verilmiştir. Tabernalar da sade birer konut olarak kullanılmıştır. Çok katlı kiralık evler antik
dönemde konu almıştır. Arsa sıkıntısı olduğu ve yoğun nüfusun bulunduğu büyük kentlerde,
çok geçmeden zorunlu duruma gelmiştir. Livius İÖ III. yy. sonlarında Roma kentinde üç katlı
evler bulunduğunu eserlerinde bahsetmiştir. Bu yapılaşma İtalya’da Roma şehrinde çıkmıştır.
Tek ailenin yaşadığı evden, domus’tan ayırmak üzere insula adı verilen bu çok katlı Roma
2 Petronius, Satyricon, çev. F.Gül Özaktürk (Ankara: Dost Kitabevi, 2003).
3 Horst Blanck,Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, çev.İslam Tanrıkurt (İstanbul: Arion Yayınevi, 1999), 63-67.
4
evlerinin mimarlığı en iyi bize bilgi veren Ostia’daki evlerdir. Birçok durumda zemin katı,
sokaktan girişi olan bir sıra dükkânından (taberna) oluşurdu; bunlara arkada bir avlu veya
aydınlıkta bulunan başka mekânlar, depolar veya konut olarak kullanılan odalar olurdu.
Yüksek olan dükkânları ahşap bir ara tavanla bölüp bir asma kat yaratarak ek bir mekân
kazanıldığı olurdu; asma katlarda genellikle dükkân sahibi otururdu. Bu kat, kapı sövesi
üzerinde yer alan bir pencereden ışık alabilmekteydi. Ostia’da ortaya çıkarılan ilk iki tane
yukarı katta ve sayıları üç ile beş arasında değişen odalar bulunmaktadır. Odalar kendi içinde
düzen olarak ışığın yerleşmenin yapısına göre veya evin sokak ile olan bağlantılarına göre
olmuştur. Sokak tarafına düşen odalar, ışığı büyük -genelde selenitle ‘camlanmış’-
pencerelerden almaktaydılar. Çok katlı evler gösterişli ön cepheye sahiptiler ve cepheler
pencerelerle olduğu gibi çepeçevre balkonlarla (maeniana) da bölünürdü. Birçok daire,
doğrudan sokaktan veya avludan başlayan ve bir birine bağımlı olmayan merdivenli girişlere
sahiptiler. Odalar oldukça geniştiler ve genelde kubbeli tavanları olur ve böylece bütün olarak
konforlu bir yapı türü söz konusu idi. Basit sade bir yapı tarzı da, üçüncü ve dördüncü
katlarda mevcut olurdu. Bu tarz Roma’da Kapitol’ün yamacındaki evde bulunmuştur. Koridor
çevresinde bir birine yakın hücre tipinde küçük dar odalar yer almaktadır. Bu odalarda şehir
proletaryası aynı zamanda ‘piani nobili’deki zengin ailelerin köleleri oturmaktaydı. Birden
çok ailenin oturduğu bu evlerin hacminin büyütülmesi eğilimi, yalnız yükseklikte kendini
göstermezdi –Traianus döneminde bir emirnameyle yükseklik 60 ayaklı (yaklaşık 18 m.) bir
sınırla saptanmıştır. Bu aynı zamanda üzerinde yükseldikleri arsanın yüzölçümünde
geçerliydi. Ostia’da iki tane tek başına yükselen evler bulunmaktadır. Case a giardino denilir
bu evlere. Bu büyük ev blokları içerisinde daireler geniş odaları, duvar resimleri ve mozaik
gibi gösterişli iç döşenmeleri görkemlidirler. Bu evlerde zengin kesim otururdu. Fakat bazı
zengin kişilerin küçük ama iyi döşenmiş müstakil evlere yöneldiği de gözükmektedir4.
Bir diğer ev tipide villa’dır. Villa rustica (çiftlik evi) domus’un öğeleriyle çiftçilik
etkinliklerine ve üretimlerine yarayan mekân genişliği ve kullanım yerlerini (depolar, ahırlar,
yağ presleri, şarap mahzeni. vb.) büyük toprak sahiplerinin taşradaki bir konağı olarak
birleştiren bir oluşumdu. Şehirlerden uzakta inşa edilen Villa rustica ‘lar genelde şatovari bir
karaktere sahiptiler. Zengin kişiler İÖ II. yy.’dan itibaren Campania’da, Tiren denizi
kıyılarında, sonraları da ülkenin iç kesimlerinde doğa manzarasına sahip yerlerde, çiftlik
amaçlı değil, büyük şehrin gürültüsünden uzak dinlenme amaçlı, boş zamanlarda özel ilgiler
çerçevesinde meşguliyet (otium)5 için villalar yapmışlardır. Genelde yüksek bir temel (basis
4 A.g.e., 67-70.
5 Dinlenme amaçlı boş zamanlarda özel ilgiler çerçevesinde meşguliyet.
5
villae) üzerine inşa edilen bu villalar, sadece yapı yerinin tercihi değil, manzaraya bakışı,
mekânların dizimi bilinçli olarak bulunduğu yere uygun, dağları, adaları vb. görülebilen
manzaralı dinlenme ve oturma odaları oluşturmaktaydılar.
İmparatorluk döneminde ev mimarlığının eyaletlere taşınması karışık ve özel yeni
formlar ortaya çıkarmıştır. Afrika eyaletlerinde Mauretania Tingitane’da Volubilis ve
Numidia’da Cuicul (Djemila) adlı yerleşim yerinde bulunan Roma önemi evlerin özelliği
oturma ve iş mekânlarının bir bölümü yerine göre oldukça küçük gösterişsiz bir vestibül
bulunmasıdır.
Roma evi konfor gelişimine sahipti. Birçok ev kurşundan borular ile şehrin su
şebekesini doğrudan bağlı olduğundan sürekli akarsuya sahipti. Bahçelerin birçok büyüklü
küçüklü kuyu ve çeşmeler kullanılırdı. Her evde bir tuvalet vardı ve bu bazen doğru dürüst bir
yıkama düzeniyle donatılmıştı. Aynı zamanda caldarium6 , tepidarium
7 ve frigidarium
8 gibi
birçok bölümlerden oluşan küçük hamamlar da evlerde bulunuyordu. Evdeki hamam bir
hypokaust sistemi ile zemine yakın döşenmiş ısıtma tertibatı ve duvarda oyuklu tuğlaların
arkasından dolaşan sıcak hava ile ısıtılmaktaydı. İmparatorluk döneminde çok katlı insulalar
bir gerileme göstermektedir. Evdeki su tesisatındaki basınç suyun üst katlara kadar
verilmesine yetmiyordu. O katlarda oturanlar suyu ya sokakta ya da evin iç avlusundaki
kuyudan temin ediyorlardı. Tuvaletler bütün ev ortak kullanılıyordu ve tuvalet olmayan
evlerde oturan kişiler açık tuvaletlere (foricae)9 gidiyorlardı. İdrarının toplanması için çuha
çırpıcıları ( fullones)10
sokağa amforalar koymaktaydılar ve toplanılan bu idrar daha sonra
kumaşın bir birine daha iyi tutturulması ve parlaklık elde edilmesinde kullanılırdı. Evlerde
ortasında delik olan bir sandalye (sella pertusa)11
ya da bir oturak (metella, lasanum)12
kullanıldığı olurdu. Kişi tuvalet ‘işini’ bitirdikten sonra bir çubuğun ucuna tutturulmuş sünger
ile bazen de bir papirüsle temizliğini yapmaktaydı. Halka açık büyük hamamlardaki lüks ve
konfor evde olmayan banyonun yerini tutardı. Eğer bunların kullanılması ücretsiz değilse
kadınlar 1 As ve erkekler ¼ As ödemekteydiler. Herkes gidebilsin diye düşük ücret idi.
Roma evinin özelliğinden birisi duvar resimleridir. Duvar resimleri kötü korunma
durumlarından dolayı genellikle küçük parçalar halinde durmaktadır. Figürler tasvirler,
genelde Yunan mitolojisinin tanınmış Klasik ve Hellenistik dönem örneklerine
6 Sıcak su banyosu.
7 Terleme odası.
8 Soğuk su banyosu
9 Horst Blanck, 79.
10 A.g.e ,79.
11 A.g.e ,79.
12 A.g.e ,79
6
yönelmektedirler. Günlük tasvirleri az verirler. Ev sahibinin kendi portresininde çok ender
bulunur idi. Dekorasyon amaçlı tasvirler, küçük boyutlarda sevilen liman, villa vb. manzaralı
cansız doğa resimleri yer almaktaydı. İS II. yy’ da taban mozaiklerine olan ilginin arttığını
gözlenmektedir. Erken ve geç imparatorluk döneminde geniş alanlı, büyük boyutlarda,
genelde figürleri açısından zengin olan mozaikleri, görkemli etkide yapıtlar olarak karşımızda
durmaktadırlar. İmparatorluk döneminde duvarların süslenmesi yerine duvarların örtülmesine
(incrustatio)13
ince ve renkli mermer levhalarla ve hatta bazen de kakmacı işi figürler ile
(crustae, opus sectile )14
kaplanmasına bırakmıştır.
Roma evindeki mobilyalar temel formlarında Hellenistik dönemin zariflik ve
formların şıklığı için gösterilen titizliğin daha da geliştirildiği gözlenmektedir. Bu eğilime
uyularak kline parçaları için gümüş karıştırılmış bronz, fildişi ve iyi kaliteli mermer gibi
oldukça pahalı malzeme kullanılmıştır. Pompeii ve Herculaneum’da değerli parçalar ele
geçmiştir. Yoksul kesimde mobilyalar kaba ve sade idi. Orta imparatorluk döneminde
koltuklar yüksek bir yuvarlak arkalığı ile kalmakta ve genelde sepet örgüsü tarzında imal
edilmekteydiler.
Soylu Roma’lıların kıymetli gümüş sofra takımlarına olan düşkünlüğü geç Antik
dönem sonuna kadar canlı olarak kalmıştır. Petronius’un Trimalchio tipinde anlattığı kişinin
bu tarz lüks tasvir etmiştir. Pompeii’deki zengin buluntular ile belgelenmiştir. Zengin cam
kaplar, bardaklar, üzerinde figürler oyulmuş kaplar veya genelde kıymetli taşlara sahip kapları
taklit eden Nuppen15
bardakları sıkça yapılmıştır. Normal bardaklar ihtiyaç için yapılmıştır.
Mutfak takımları bronzdan oluşmaktaydı. Yoksul kesimin günlük yemek takımları Augustus
döneminden beri başlangıçta rölyef ile bezenli parlatılmış yüzeyi ile kırmızı terra
sigillata’lardan oluşturmaktaydı. Günlük gereksinimlere yönelik keramikten yapılmış son
derecede kaba ve pişmemiş topraktan birçok yemek takımı da bulunmaktaydı.
Simpelveld’de16
bulunmuş iç kısmı kabartmalı bir lahit Orta İmparatorluk dönemindeki bir
Romalının mobilya ve ev eşyasının somut örneğidir.
13
A.g.e ,81. 14
A.g.e ,,81. 15
Tomurcuk çıkıntılı bardak. 16
Hollanda’da bir kent.
23
SOSYAL YAPI VE ROMA TOPLUM DÜZENİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Roma toplum düzeni, başlangıçta kapalı bir ekonomi yaşama dayanıyordu. Hayvan
sürülerinden ve otlaklardan ortak yararlanan çoban topluluklar ataerkil bir biçimlenme
göstermekteydi. Özel mülkiyet sınırlıydı.
Roma’daki sosyal yapılanma süreci içerisinde aynı soydan geldikleri inanan gens
birliklerinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Gens üyeleri atalarından aldıkları ortak ad
taşıyorlardı. Romalı kendi adının yanında bağlı olduğu gensin adını kullanmaktaydı. Gens
üyeleri arasında kan akrabalığı, ortak kült, ortak mezarlık, ortak mülkiyet, veraset esası ve
hukuku geçerliydi.
Roma ailesinin karakteristik özelliği aile reisinin (pater familias) otoriter gücü elinde
(patria potestas) elinde bulundurmasıydı. Topluluğun üyeleri üzerinde mutlak söz hakkına
sahipti. Pater familias yeni doğanları gense kabul ediyordu. Erkek ve kız çocuklarının
yaşamları konusunda söz hakkına sahipti. Kızları satıp, erkek çocukları köle olarak
verebiliyordu, ortak mallar üzerinde istediği gibi hareket ediyordu. Topluluğun üyeleri
arasında gelenekleri çiğneyenleri cezalandırıyor veya onları gensten atıyordu17
.
Roma’da dışarıdan olan evlilik nişanlının kaçırılması ya da satın alınma
biçimindeydi. Evli kadınlar, yeni karışmış oldukları klana yabancı sayılıyorlardı. Geldikleri
gensteki isimleri taşıyorlardı. Gens içerisindeki haklardan da yararlanmıyorlardı.
Zamanla üretici güçlerin gelişmesi savaş ganimetlerinin birikimi özel mülkiyeti
beraberinde getirmiştir. Gensler arasında farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Genlerin bazıları
güçlü konuma ulaşmışlardır. Genslerin liderleri, kardeşleri, oğulları ve onların çocukları artık
doğuştan soyluları oluşturmaya başlamıştır. Particiler adını alarak toplumda önemli bir
statüye sahip olurlar. Diğer üyeler de particilere tabi cliens, yanı yanaşma durumuna düşerler.
Toplumsal yapıdaki bu fark cliens arasında bir sosyal tabakayı oluşturan Plebler ortaya çıkar.
Toplumun önde gelen üyelerini oluşturan particiler, pleplerden kendilerini tamamıyla ayırt
etmekteydiler. Örneğin bu sosyal kesimlerin arasında evlilik yasaktı. Plebler kültürel yönden
particilerden farklılıklar göstermekteydiler. Plebler ve patriciler ata kültü içerisinde
yaşamıyorlardı. Farklı tanrılara tapıyorlardı. Baş tanrıçaları Ceres18
idi.
17
Nazmiye Mutlu, Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk (Ankara: Ütopya Yayınevi, 2007), 90. 18
Bereket tanrıçası.
24
Plebler toprakları olmadığından particilerin topraklarını kiralamak durumunda kalan
küçük çiftçilerdi. Plebler aynı zamanda zanaat ve ticaretle uğraşıyordu. Borçlarını
ödeyemediklerinde de o dönemin yasalarına göre alacaklının kölesi haline geliyorlardı19
.
Roma toplum düzenin en alt tabakasında köleler yer alıyordu. Kölelik ya doğuştan
gelmekteydi ya da borç yüzünden insanlar köle durumuna düşerdi. Kimi zaman korsanlar
tarafından kaçırılıp satılan insanlar köle haline getiriliyordu. Diğer bir kaynağı da savaşlardı.
Böylece Roma’da köle sayısı artmıştı. III. ve II. yüzyılda Roma’nın pazarlarına yığınla
kölenin girmesine neden olmuştu.
Köleler farklı fiyatlara satılmaktaydı. Okuryazar ya da bir zanaat sahibi olan
kölelerin fiyatları yüksekti. Kölelerin önemli bir kısmı latifundia adı verilen çiftliklerde
çalışırlardı. Madende, taş ocağında, tuğla işlerinde, harmanda, değirmende, fırında,
seramikçilikte, dokuma atölyelerinde çalışan köleler vardı.
Roma’da çeşitli işlerde ağır koşullarda çalıştırılan kölelerin yanında ev kölelerinin
durumu çok iyiydi. Bunlar arasında, oda uşakları, masörler, berberler, uşaklar, tahtırevan
taşıyıcıları, giysi dolabı görevlerinin bulunduğunu görüyoruz. Ev kölelerinin başında ise
onları yöneten bir kişi yer alırdı. Roma’da özel yetenekleri olan köleler, uzmanlaşarak çeşitli
alanlarda hizmet vermekteydi. Bunlar arasında müzikle uğraşan ya da ailenin çocuklarına
rehberlik edenler vardı20
.
19
Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (İstanbul: Adam Yayınları, 1999), 375. 20
Horst Blanck, a.g.e., 208-209.
25
ROMA AİLESİNİN ÖZELLİĞİ VE BABANIN KONUMU
Latince familia deyimi günümüzde ‘aile’ sözcüğünden içerik olarak daha
kapsamlı bir anlama sahipti; çünkü Roma familiası günümüzdeki anlamı ile sadece dar bir
çevredeki bireylerden oluşan aileyi göstermekle kalmaz, aynı zamanda onun mülkünü ve
kölelerini de içine kapsardı. Bizim bugün ‘aile’ olarak işaret ettiğimiz varlığı, Romalılar
domus olarak adlandırırlardı. Latin yazısında familia sözcüğü bir eve ait köleleri işaret eden
dar bir anlamı vardı21
.
Roma’nın kent uygarlığına geçişine katkıda bulunan Etrüsklerde aile bireyleri
arasındaki ilişki moderndi. Kadınlar, erkeklerin yanı sıra itibarlı bir konuma sahipti. Etrüsk
yapılarında kadın betimlemelerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bunlardan birisinde
pek çok parçadan restore edilen kadın figürünün sol omzuna, sadece bacak kısımları
korunabilmiş olan bir çocuk oturmakta, kadın ise sağ eliyle çocuğu dizlerinde tutmaktadır.
Yine İÖ V. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu örneklerden biriside kollukları sfenks
şeklinde olan bir taht üzerine kilolu bir kadının oturduğunu ve kucağındaki kundaklı çocuğu
iki eliyle sarıldığını görüyoruz.
Kucağında bir çocukla betimlenen Etrüsk kadını
21
A.g.e ,184.
26
Roma ailesi ataerkil bir düzenin belirgin örneklerinden birisini oluşturmaktaydı.
Roma ailesi sahip olduğu özellikleriyle toplumun en önemli dayanağıydı. Roma ailesi kutsal
sayılıyordu. Bir takım dinsel temalar ailenin varlığını sürdürmesinde önemli bir rol oynardı.
Aile ocağının ruhu olarak görülen Tanrıça Vesta22
, Romalının vazgeçilmeziydi. Roma’da aile
tanrıları vardı. Yemekler dini bir hava içerişinde yenirdi. Yemek sırasında tanrılara şarap
sunusu yapılırdı23
.
Roma ailesinin karakteristik özelliği aile reisinin (pater familias) otoriter gücü elinde
(patria potestas) elinde bulundurmasıydı. Topluluğun üyeleri üzerinde mutlak söz hakkına
sahipti. Pater familias yeni doğanları gense kabul ediyordu. Erkek ve kız çocuklarının
yaşamları konusunda söz hakkına sahipti. Kızları satıp, erkek çocukları köle olarak
verebiliyordu, ortak mallar üzerinde istediği gibi hareket ediyordu. Topluluğun üyeleri
arasında gelenekleri çiğneyenleri cezalandırıyor veya onları gensten atıyordu. Öldürme
hakkına (ius vitae nesicque) sahipti. Ama patria potestasın aşırı kötü bir biçimde kullanımı
Censor’lar Kurumu varken, gelenek-görenekler çerçevesinde ve dini kurallar bağlamında o
kurulun denetimi altındaydı. Pater familiasın yeni doğan bir çocuğun kabul edilmemesi gibi
zor kararlarda akrabalarından ve komşulardan oluşan bir consilium’un24
görüşünü alması
genelde başvurulan bir yöntemdi. Pater familiasa bağımlı olanlar ne zaman bir servet, mülk
vb. edinseler bu edilenen şey pater familasa giderdi, öyle ki ona bağımlı olanlar kendi malları
diye bir şeye sahip olamazlardı. Bu bireylere(ki aralarında, duruma göre, kölelerde olabilirdi)
22
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999), 290. 23
Nazmiye Mutlu, a.g.e., 94-95. 24
Ev mahkemesi.
27
istediklerince kullanabilmeleri için az çok yasal olarak, pater familiasın üzerindeydi. Genel
olarak kabul edilmiş geleneklerden dolayı mal varlığı verildiği kişiden tekrar geri istenmezdi.
Patria potestas ancak pater familiasın ölümü ile sona ererdi. Bu durumla birlikte erkek ve kız
çocukları (sui iuris) bağımsız olurlardı, torunlar ise, eğer babaları yaşıyorsa onun Patria
potestasının altına girerlerdi, yaşamıyorsa onlar da özgür olurlardı. Ölen pater familias
arkasında reşit olmayan çocuklar bırakmışsa, bunlar bir tutorun vesayeti altına girerdi.
Genelde babanın kardeşi olurdu. Bunun dışındaki durumlarda bağlı bireyler emancipatio25
serbest kalırlardı. Pater familias tarafından bir belge karşılığı üçüncü bir kişiye satılırlardı ve
bu kişi bunların pater familiası olurdu. İsterse bu kişi satın aldığını serbest bırakma hakkına
sahipti. Laren’lerde26
uygulamaları çevresinde ele alındığında, din hukuku açısından da pater
familias ailenin başıydı27
.
Roma’da babanın sahip olduğu otoriter konum ve gelenekler zamanla değişip
yumuşamıştır. Ancak İmparator Augustus zamanında cumhuriyetin eski dönemlerindeki
geleneklerin yeniden canlandırılmak istediğini görüyoruz28
.
25
Eşitlik, bağımlı bir durumdan serbest bırakılma. 26
Eski Roma’da koruyucu periler. 27
Horst Blanck, a.g.e.,184-186. 28
Server Tanilli, a.g.e., 488.
28
PATRIA POTESTAS’IN SONA ERMESİ
Roma’da Patria potestas’ı sona erdiren sebepler, ölüm, “Capitis Deminutio” ve
“Emancipatio”dur. Patria potestas’ı sona erdiren en doğal sebep, hiç şüphesiz ölümdü. Ölüm
halinde patria potestas kendiliğinden sona ererdi. Pater familias’ın veya patria potestas
altındaki bir kişinin ölümü ile o kişi üzerindeki hâkimiyet ortadan kalkmış olurdu. Patria
potestas, pater familias yaşadıkça var olan bir kavramdı. Pater familias ölünce karısı ve
çocukları sui iuris duruma geçerler ve patria potestas’tan çıkarlardı.
Patria potestas’ı sona erdiren bir diğer durum, capitis deminutio’dur. Capitis
deminutio, aile reisi olan pater familias’ın savaşta esir düşmesi veya sürgün cezasına
çarptırılması durumunda gerçekleşirdi29
. Nitekim hür olmayan ve hâkimiyet ehliyeti
bulunmayan biri patria potestas’a sahip olamazdı. Ancak savaşta esir düşen pater familias’ın,
Roma’ya döndüğü zaman bütün eski haklarını sanki hiç kaybetmemiş gibi geri kazanacağı ve
patria potestas’ına devam edeceği gerçeği unutulmamalıdır. Aile evlatlarından birinin rahip
olması veya yüksek bir mertebeye ulaşması da, capitis deminutio kapsamında patria
potestas’ı sona erdiren bir durumdu. Roma’da kız çocukları da dini hizmetler görebilir ve
rahibe olabilirlerdi. Bu rahibelerin ismi Vesta Bakireleri idi. Bir kız çocuğunun rahibe olması,
patria potestas altından çıkması için yeterliydi. Iustinianus döneminde babasından kötü
muamele gören çocuğun üzerindeki patria potestas’ın da sona ereceği kabul edilmiştir.
Hâkimiyetten çıkarma anlamına gelen emancipatio ise, pater familias’ın kendi
iradesi ile patria potestas’ı sona erdirmesi demektir30
. Emancipatio'nun şekli XII Levha
Kanunları’nın, aile oğlunun üç defa, aile kızının bir defa satılması ile patria potestas'ın sona
ereceği hakkındaki hükmüne dayandırılmıştır. Buna göre pater familias güvendiği bir kişiye
erkek çocuğunu 3 defa mancipatio ile satardı. Bu kişi her mancipatio’dan sonra çocuğu azat
ederdi. Çocuğun satılması ve azat edilmesi işlemi 3 kere sürmek suretiyle, üçüncü
mancipatio’dan sonra çocuk patria potestas’tan kurtulmuş olurdu. Kız çocuğunun bir kere
satılması ve bir kere azat edilmesi, emancipatio’nun gerçekleşmesi ve dolayısıyla kız
çocuğunun patria potestas’tan kurtulması için yeterliydi. Hâkimiyetten çıkarılan kişinin aile
29
“Minima est capitis diminutio, cum et civitas et libertas retinetur, sed status hominis conmutatur; quod accidit
in his, qui adoptantur, item in his, quae coemptionem faciunt, et in his, qui mancipio dantur quique ex
mancipatione manumittuntur; adeo quidem, ut quotiens quisque mancipetur aut manumittatur, totiens capite
diminuatur.” Gaius, Institutes I, çev. Francis de Zulueta, (Londra: Clarenton Press, 1975), 132. 30
“Praeterea emancipatione desinunt liberi in potestate parentum esse…”. Gaius, a.g.e., 132. “Mi, qui non
recipiunt diem vel condicionem, veluti emancipatio, acceptilatio, hereditatis aditio, servi optio, datio tutoris, in
totum vitiantur per temporis vel condicionis adiectionem.” Corpus Iuris Civilis 1: Institutiones, Digesta, haz.
Theodor Mommsen ve Paul Krueger, (Berrolini, 1992), 77.
29
ile olan tüm agnatik bağı ortadan kalkardı. Bu kişi sui iuris hale gelir ve hak ehliyetini elde
ederdi. Emancipatio ile patria potestas’tan kurtulan çocuk, mameleksiz kalıyordu. Bu
durumda ailesinden gelecek olan miras hakkını da kaybediyordu. Ancak pater familias,
emancipatio ile hâkimiyetinden çıkardığı çocuğuna hayatını idame ettirebileceği kadar bir
sermaye vermek zorundaydı. Bu sermaye kızın dos’una31
benzetilebilir. Eğer çocuğun
peculium’u varsa, bu peculium çocuğa satılırdı. Baba hâkimiyetinden çıkarılan çocuk, adoptio
yoluyla tekrar hâkimiyet altına girebilirdi32
. Evli kadının manus altından çıkarılması
isteniyorsa, kadını manus altına sokan işlemlerin tersi yapılırdı. Böylece kadın da patria
potestas’tan çıkmış olurdu.
31
Çeyiz ya da hediye anlamına gelen dos, kocanın artan ev masraflarına katkıda bulunabilmesi için kadın
tarafından verilen mal ya da paranın genel adıdır. 32
“Qui liberatus est patria potestate, is postea in potestatem honeste reverti non potest nişi adoptione.” Digesta,
12.
30
ROMA TOPLUMUNDA EVLİLİK, DÜĞÜN VE KADININ KONUMU
Roma’da ataerkil bir yapıya dayanan ailede, kadın erkeğe tabiydi. Kadına, eski
geleneklere dayanan bir yaşam tarzı öngörülüyordu. İdeal bir kadın, erdemli bir eş ve anne
olarak algılanıyordu. Romalı bir kadına eski biçimde bir hayat tarzı sürüyor demek, onun için
büyük bir övgü ve onur kaynağıydı. Kötü şöhreti olan bir kadınla evlenmek veya bir hayat
kadınıyla birlikte yaşamak hoş karşılanmazdı. Örneğin senatörlerin, azat edilmiş kölelerle
birlikte olmaları hiç hoş karşılanmazdı. Bu kişiler kamusal alanda üst düzey görevlerden
yararlanamıyordu. İmparatorluğun son dönemlerinde sosyal yapıda, bu anlamda bir yozlaşma
kendisini gösterse de toplumun orta ve alt kesimlerinde evlilikteki sadakati yücelten mezar
taşları, yazıtları evliliğin kutsallığının devam ettiğini göstergesidir33
.
Devlete şekil veren, toplumsal yaşama yön veren ailevi ilişkileri düzenleyen hukuk
ise her şeyden önce itaati şart koşuyordu. Aile reisinin otoriter konumu anneye saygı
yürürlükteki hukuk anlayışına uygun değişmekteydi.
Yasal bir evliliğin zorunlu koşullarından biri, evleneceklerin bedensel olarak yeterli
olgunluğa (pubertas) varmış olmasıydı. Bunun için erkek çocuklarda 14, kız çocuklarında 12
yeterli görülmekteydi. İkinci koşul evliler arasında baba tarafından bir akrabalığın
olmamasıydı, bunlar pater familias’ın sorumluluğu altında bulunuyorlarsa onun izninin
olması gerekirdi. Ortalama evlilik yaşı kızlarda 16 ile 20 ve erkeklerde 27 ile 30 yaşı
arasındaydı. Tam geçerliği olan bir evlilik (matrimonium iustum) ancak her iki tarafın Roma
vatandaşlığına sahip olması durumunda veya taraflardan birinin Roma’nın değil de Roma ile
arasında conubium(söz konusu kişiyle, filanca kişiyle evlenme hakkı),anlaşması olan başka
bir topluluğun vatandaşlığına sahip olması durumunda gerçekleşebilirdi. Augustus döneminin
evli olmayanları politik ve vergi açısından ayrımcılığa tabi tutan evlilik yasası ile Roma
vatandaşlarının kötü şöhretli kadınlar (hayat kadınları, tiyatro oyuncuları vb.) ile ve senatörlük
makamıyla yakından bağlantılı olanların azat edilmiş esirlerle bir araya gelmelerinde
conubiumdan yararlanmaları kaldırılmıştır. Bu çeşit engellerle karşın birlikte yaşama
olabilirdi, bu matimonium değil concubinatus olarak kabul edilirdi. Augustus dönemi
yasalarının doğrudan hedef aldığı yüksek konumdaki insanlar arasında gerek halkın daha
aşağı tabakasındakiler arasında, kölelerle azat edilmişler ya da sık görüldüğü üzere, köle
33
Nazmiye Mutlu, a.g.e., 97.
31
efendisi nezdinde etkili bir konumdaysa kölelerle tam yurttaşlık hakkına sahipler arasında
concubinatus hiç de az rastlanır bir şey değildi34
.
Matrimonium evliliğin iki çeşidi vardı; manus evliliği birincisinden gelin, pater
familiasının potestasından çıkıp kocasının veya onun pater familiasının manusu altına girerdi.
Bu şekil evlilikte kadın, sorumluluğuna geçtiği ailenin tam üyesi olarak kendi mülküyle
birlikte evin diğer kız çocukları gibi miras hakkına sahip olurdu. Manusun nedenleri üç farklı
tarzda gerçekleşebilirdi.
1.Confarreatio ile gerçekleşen. En yüksek rahibin pontifex maximus’un ve flamen
dialis’in işbirliği altında uygulanan dini bir gelenekti. Bu evlilik türü sadece patrisyenlere
yani soylu yurttaşlara aitti. İsmi evlenme sırasındaki bir kutsamadan gelir. Yeni evliler çeşitli
kurban ve bağışlar arasında bir de buğday yani farreus ekmeği (panis farreus) dağıtırlardı.
2. Coemptio ile gerçekleşen. Bu sözcük gelinin satın alındığını gösterir belge
anlamına gelir.
3.Usus ile gerçekleşen. Kadınla bir yıl kesintisiz birlikte yaşanması durumu manus
kazandırırdı. Manusun kazanılması eğer gerçekleşmemişse, kadın yılın üç geçesini evin
dışında geçirmek zorunda kalırdı. Manusun usus yolu ile kazanılması daha sonraları (İ.Ö.2
yüzyılda Gaius )kullanım dışı kalmıştır35
.
Evliliğin bir diğer çeşidinde; kadın ailesi tarafındaki pater familiasının potestası
altında, sui iuris kalırdı. Manus dışı evlilik tanıklar önünde yapılan bir evlilik tanıklar önünde
yapılan bir evlilik antlaşması ile gerçekleşirdi. Bu evlilik kadını kocasının ailesinin üyesi
yapmazdı. Böylece kadın doğum ile birlikte kendisine verilen nomen gensiyle ve kendi şahsi
servetini elinde tutmaya devam ederdi. Manus dışı bağımsız evlilik en yaygın tarzdı ve Geç
Cumhuriyet Dönemi sonuna doğru hemen hemen tek evlilik şekli buydu. Böyle evlilikte
manustaki formaliteler söz konusu olduğundan ayrılmalarda basit oluyordu. Ayrılma eşlerin
karşılıklı olarak anlaşarak (divortium) ve tek taraflı isteğe bağlı (repudium) olarak ikiye
ayrılırdı; kural olarak, boşanmak isteyen taraf, bir (nuntium remittere, res tuas tibi habeto)
aracılığıyla ile bu kararını eşine bildirirdi. Kadının zina etmesi ve bunun ispatlanması
durumunda ayrılma zorunluydu; onun dışında, boşanan kadına çeyizinin geri verilmesi
gerekliydi ve bu, erkeğin girişebileceği keyfi boşamalarda bir çeşit güvenceydi36
.
34
Horst Blanck, a.g.e., 193-194. 35
A.g.e.,194-195. 36
A.g.e.,195-196.
32
Romalılarda düğün belli bazı dini ve ailevi seremonilerle belirlenmişti. Evlilik
tarihinin ileri atılabileceği nişanlılıkta, delikanlı kıza bir yüzük hediye eder, kız bu yüzüğü sol
elinin dördüncü parmağına takardı. İki elin birbirine sıktığı motifte bir yüzük, nişan yüzüğü
olarak görülmekteydi. Düğün gününde bir gece önce gelin o zamana kadar kullandığı kızlık
giysilerini bırakır erken dönemlerde kızlar da erkek çocukları gibi toga praetexta giyerlerdi ve
oyuncakları ile birlikte bunları Iarenlere ve Vesta’ya37
adardı. Sonra geline Herakles düğümü
ile pamuktan bir kemerle bağlanan uzun bir beyaz tunik (tunice recta) ve bunun üzerinde de
sarı-kırmızı bir palla giydirilirdi. Gelinin saçları bir mızrak ucu (hasta coelibaris) altı uzun
örgüye ayrılır, pamuk ipliği (vitta) ile sarılır ve tutuluş (tepesi sivri başlık) biçiminde tepede
tutturulurdu. Gelin bunun üzerine de kırmızı bir duvak (flammeum) takardı. Tüm bunlar, aynı
zamanda düğün günü giyimiydi. Düğün günü, sabahın erken saatlerinde gelin ailesinin evinde
tanrıların bu konudaki görüşünün öğrenilmesi amacı ile bir kurban hayvanının iç organlarına
bakılmasıyla (extispicium) başlardı. Bunu yazılı evlilik antlaşmasının düzenlenmesi izlerdi ve
evlilik adayları, gelinin refakatçısı olan ve ilk evliliğinde bulunması gereken yaşlıca bir
kadının (pronuba) huzurunda birbirlerine sağ ellerini (dextrarum iunctio) değdirirlerdi. Evli
çiftin iyi geçinmesinin işareti olarak bu dextrarum iunctio görsel sanatlarda, özellikle lahitler
üzerinde sık tasvir edilen bir konu olmuştur38
.
Evli bir çift kabartması taşıyan lahit.(Dextrarum İunctio)
San Lorenzo Kilisesi 37
Roma’da ocak ateşi tanrıçası 38
Horst Blanck, a.g.e.,196-197.
35
Yazıtın çevirisi:
“Hayattayken Aurelia Philematium olarak anılırdım.
Namuslu.ar sahibi, ayak takımından habersiz, kocasına sadık bir kadın.
Geride bıraktığım kocam, heyhat, o Lucius’un azatlısıydı.
Gerçekten benim için gerçek bir babadan da öteydi.
Yedi yaşımda beni kollarına aldı. Şimdi kırk yaşımdayım ve ölümden daha güçlüyüm.
Hürmetkarlığım sayesinde herkesin gözünde daha da parladı.”
Düğün yemeğinden sonra gelin, henüz anne ve babası yaşayan üç erkek çocuk
tarafından meşaleler ışığında ve ‘thalassio’39
bağrışları arasında şiirler okunarak damadın
evine götürülürdü. Gelin kapının direklerine yağ sürer, yünden kalın örgülerle sarınırdı, daha
sonra kapı eşiği üzerinde havaya kaldırılırdı. Atriumda koca sembolik olarak kadına su ve ateş
vererek onu evin üyeliğine almış olurdu. Bunu başka bir tören izlerdi, kadın yanında getirdiği
üç tane As sikkesinden elinde tuttuğunu eşine verir, ayağının altındaki ikinci sikkeyi lar
familiaris iççin ocağa bırakırdı ve bir kesede taşıdığı üçüncüsünü ise eve en yakın ilk Dörtyol
39
‘Thalassius için!’ anlamındaki bu bağırış, kaçırılmış bir Sabina ile evliliği çok mutlu geçtiğinden ‘ilk birleşme
(zifaf) tanrısı’ katına yükseltilmiş Romalı delikanlının adından gelmektedir.
36
ağzında maden sesi duyulacak biçimde yere fırlatırdı. Evliliğin ilk gecesini izleyen günde
kurban kesilirdi. Akraba ve tanıdıklar için bir yemek verilirdi. Evliliğin geçerli olması için bir
anlam taşımayan bütün bu kapsamlı törenlerin her zaman her yerde yapıldığı pek kabul edilir
bir şey değildir. Eğer gelin dul veya boşanmış bir kadınsa zaten bu sıralananlar yapılmazdı40
.
Tolumda kadınların hukuki hakları kısıtlı olduğunu görüyoruz. Aile babası ya da
eşinin koruması altında olmayanlara bir vasi tayin ediliyordu. Roma’da kadına kamu hukuki
alanında bir hak tanımıyordu. Özel hukuk alanında hakları kısıtlıydı. Örneğin vasi olma hakkı
yoktu. Miras hukuku alanında hakları sınırlıydı. Üçüncü kişiler lehine borç altına giremiyor
ve daha açma ehliyeti yoktu. Augustus döneminde çıkarılan bazı yasalar ile kadınlara tanınan
kısıtlı hükümler yumuşatıldı. İ.S. 50’de çıkarılan Lex Claudia adlı yasayla kadınların akraba
hükmü altında bulunacakları hükmü kaldırıldı41
.
Roma toplumunda kadının hakları sınırlı olsa da haremlik selamlık yoktu. Kurumsal
olarak kadın eşinin himayesinde bulunmakla beraberdi. Kadın yaşamı eşiyle paylaşıyordu.
Romalı kadın eşiyle birlikte şölenlere katılıyordu, arena ve sirkteki oyunları izleyebiliyordu.
Romalı kadınlar iyi derecede eğitim alıyorlardı. Kültür düzeyleri yüksekti.
Roma’nın eğitim felsefesin de kadınların kültürlü olmaları gerektiği anlayışı yer
almaktaydı. Örneğin Romalı düşünür Plutarkhus, toplumun temel biriminin aile olduğunu
dikkatleri çekerken babanın yanı sıra annenin önemine de değinmiştir. Plutarkhus, ailenin
çocuğunun yetiştirilmesinde vazgeçilmez ortam olduğunu belirtirken, kadının toplumdaki
konumunu da yüceltmeye çalışmalıdır. Plutarkhus, ‘’Anne, çocukların öğrenimleriyle
uğraşmalıdır’’ demektedir. Bunun için de kadınların bilgisi olması gerektiği üzerinde
durmuştur: ’’Çocuğun yetiştirilmesine katkılarından dolayı kadınlara yüksek bilimler
verilmeli, onlar matematik, felsefe öğrenmelidirler’’ ifadesini kullanmıştır. Plutarkhus, kendi
eşine felsefe öğrenmeye teşvik etmiştir.
40
Horst Blanck, a.g.e., 197. 41
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,100.
37
ROMA’NIN ERKEK ÇOCUKLARA BAKIŞI
Roma’da erkek çocuk, babanın sahip olduğu yetkileri gelecekte üstleneceği için
önemliydi. Özenle yetiştiriliyordu. Çünkü babanın ölümüyle birlikte erkek çocuk kendi
ailesini kuracaktı. Bir aile babası öldüğünde, aile, erkek çocuk sayısınca yeni ailelere
bölünüyordu. Böylece erkek çocuklar aile babası konumuna yükseliyordu. Aile içerisinde
düzenlenen basit dinsel törenlerde rahip rolü oynayan babanın sahip olduğu bu ayrıcalık,
sonra oğula geçiyordu42
.
Romalı çocuk başları.
Erkek çocuğun örnek aldığı kişi babasıydı. Erkek çocuk, gelişimini tamamlayıp
annenin bakımına gereksinim duymadığı andan itibaren, babanın gözetim ve denetimi altında
yaşamaya başlıyordu. Gelecekte üstleneceği rolün gereklerini yerine getirmeye çalışıyordu.
Öncelikle aile içerisinde bir erkek evlattan istenilen davranışları sergilemesi gerekiyordu.
Kendisine özen göstermesi, iyi bir eğitim alması, birtakım sorunlarla baş edilebilecek güce
ulaşması bunlardan bazılarıydı.
Erkek çocuk yetişkin hale geldiğinde ailesinin toplumsal konumuna göre bazı
görevler üstlenmeye başlıyordu. Babasından aldığı direktiflerle hareket ediyordu. Çünkü
Roma yasalarına göre çocuk babanın vesayeti altındaydı. Yaptığı işlerden hukuken babası
sorumluydu. Bu yüzden çocuk davranışlarına dikkat etmesi gerekiyordu.
Erkek çocuk, babasının kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getirirken
gelenek ve göreneklere uygun davranmak durumundaydı. Erkek çocuktan itaatkâr olması
bekleniyordu. Baba sahip olduğu olanaklar çerçevesinde oğlunu yetiştirmek iyi bir eğitim
almasına özen göstermek zorundaydı. Erkek çocuk yaşam mücadelesinde babasıyla birlikte
yol alıyordu. Erkek çocuk üstüne düşen görevleri yerine getirmekte babanın en önemli
42
A.g.e.,101.
38
destekçisiydi. Erkek çocuk ekonomik işlerin yürütülmesinde babanın ortağı durumundaydı.
Sosyal yaşantıda erkek çocuk babayla temsil ediyordu. Birçok yeri babasıyla beraber ziyaret
ediyordu. Resmi ya da diğer törenlere babasının refakati altında katılıyordu43
.
43
A.g.e.,102.
39
ROMA’NIN KIZ ÇOCUKLARA BAKIŞI
Roma kız çocuğa bakış, erkek çocuğa göre farklılıklar arz etmekteydi. Sosyal alanda
çocuklar önemli görevlere hazırlanırken, kızlar toplumun anne için öngördüğü değerler
çerçevesinde yetiştiriliyor; annelerinin gözetmiş ve denetimi altında yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Annelerden ev işlerini öğreniyor, ev yönetimi konusunda deneyim
kazanıyorlardı. Böylece kızları yaşama hazırlayan anne, kız çocuk için örnek olmaktaydı.
Kız çocukları da aile babasının yetkisi ve koruması altındaydı. Evlenmeleri halinde
katıldıkları yeni aile reisinin otoritesi altına giriyorlardı. Kızların evlenmeleri halinde hukuken
kendi aile fertleriyle olan akrabalığı sona eriyordu. Evlilikle birlikte kızların eski aileleriyle
ilgili hukuki hiçbir hak ve yükümlülüklerinin kalmadığı dikkati çekmektedir. Evlenen kızla
ilgili tüm hukuki ilişkiler, eşinin ailesine geçiyordu44
.
44
A.g.e.,103.
40
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DÜNYAYA GELİŞİ VE AİLE İÇİNDE DÜZENLENEN
ETKİNLİKLERİ
Yeni doğan çocuğun aileye kabul edilip edilmemesinin, vatandaşlık ya da ceza
hukuku Romalı aile reisine olağanüstü yetkiler tanımaktaydı. Bu tür kararların alınmasında
akraba ve yakınlardan, komşulardan oluşan bir tür aile mahkemesi oluşturuluyor ve onların
görüşleri alınıyordu. Çünkü Roma’da özürlü ve istenmeyen çocuklar kentin çöplüğüne
bırakılarak ölüme terk edilebiliyordu. Romalı çocuğun yaşam hakkı ailenin idaresine
bırakılmıştı. Her türlü yetkiyi elinde tutan babanın söz hakkı öne geçiyordu.
Benimsenen çocuğun doğumu ise aile içerisinde sevinçle karşılanırdı. Pater familas
tarafından tanınması; bu, çocuğun yere bırakılması, daha sonra pater familias tarafından
yerden kaldırılması gibi simgesel bir sahneyle başlardı. Ailenin büyüdüğü, ev kapısının dışına
gösterişli bir çelenk asarak duyurulurdu45
. Doğumu izleyen birkaç gün içerisinde çeşitli
geleneksel uygulamalar gerçekleştirilirdi. Kız bebeklerin boynuna amuletum46
’lardan oluşan
bir zincir, erkeklere de genelde bir bulla takılmaktaydı. Bu uygulamalar o dönemde
bebeklerin yüksek ölüm oranıyla açıklanır ve yaşamın ilk haftasında bebeğin ölmesi olasılığı
en yüksek olduğundan, çocuğa ad verme günü için dies lustricus47
beklenilirdi. Bu, erkek
çocuklarda dokuzuncu, kızlarda sekizinci gündü. İsim konurken bir aile eğlencesi
çerçevesinde çocuğun dinsel açıdan arındırılması işlemi yapılıyordu. Nomen gentile48
ve çoğu
zaman cognomen49
zaten gensin ya da ailenin bir kalıtı olarak çocuğa geçtiğinden, isim verme
yalnızca praenomen50
vermekle sınırlıydı. Kız çocuklar için bu İÖ. III- II yüzyıllarda
bırakılmış, kız ismi cognomen (lakap) gibi soyadına nomen gentile eklenmeye başlamıştı.
Evlilik içi bir çocuğun doğumunun Roma yurttaşlar yasası gereği başlayarak zorunlu
kılınmıştır. Bu, Roma kentinde Praefectus Aerarii Saturni’nin makamına bildirerek yapılırdı.
Marcus Aurelius’un hükümdarlığı döneminde bu kayıt işlemi meşru olmayan çocukları da
içine alacak şekilde genişletilmiştir51
.
Maddi durumu iyi olan ailelerde çocuğun beslenmesi ve bakımı sağlayacak bir
sütanne tutulması geleneği vardı. Sütanne çocuğun yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Bu
yüzden sütannelerin özenle seçildiği dikkati çekmektedir.
45
Horst Blanck, a.g.e.,189. 46
Nazarlık, muska. 47
Temizleyici, arındırıcı gün. 48
Soyadı. 49
Lakap. 50
İsim. 51
Horst Blanck, a.g.e.,189-190.
41
Antik Roma’da özgür erkek çocukları, Etrüsklerden alınan toga adı verilen bir giysi
giyiyordu. Çocuklar, on altı yaşını bitirdiklerinde üzeri işli togalarını çıkarıp beyaz renkli
erkek togası giyiyorlardı. Bu onların yaşamında yeni bir dönemin başladığını işaret ediyordu.
Amulet ve Bulla
Toga
42
Erken çocuk ölümleri, aileyi derinden etkiliyordu. Onun anısını yaşatarak mezar
buluntuları bu alanda önemli örnekleri sergilemektedir. Lahitler, üzerindeki kabartmalar
yaşamdan alınan sahnelerle dikkatleri üzerine çekerler. Burada çocuğun dünyaya gelişinin
ardından yıkanması, ağlayışı vb. yaşamıyla ilgili bazı kesitler, erken gelen ölümü tanımlayan
betimlemeler bulunur. Ayrıca çocuk yaşasaydı ulaşacağı mevkii görüntüler yer alır52
.
Gutram Koch, Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri (2001)
52
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,106.
43
ROMA TOPLUMUN ÇOCUĞA VERDİĞİ DEĞER
Roma ailesi, sahip olduğu çocuklarla genişleyip güçlenmekteydi. Bazen annenin
ölümünden sonra, erkek tekrar evlenince yeni çocuklar doğuyor ve aileye dâhil oluyordu.
Bazen de akraba ve tanıdıkların yetim çocukları eve kabul ediyordu. Roma’da evlat
edinmenin yaygın olduğunu biliyoruz. Baba hukuki yollarla evlat edinme sonucunda aileye
bir başkasını dâhil edebiliyordu. Aileye yeni kabul edilen çocuk ise ‘aile evladı’ statüsüne
sahip oluyordu. Bu kişiler ailenin ismini alarak yeni girdikleri ailenin bir ferdi haline
geliyordu. Evlatlıklar, diğerleriyle birlikte ailenin tüm haklarına sahiptiler. Ancak Justinianus
zamanında, bir kimsenin kendi soyundan birisini evlat edinmesiyle yabancı birinin aileye
kabulü konusunda farklı uygulamaların getirildiği dikkati çekmektedir.
Roma İmparatoru Augustus’un aile kurumunun bazı sosyal reformları gerçekleştirdi.
O dönem bazı Romalıların evlilikten kaçınması Augustus’u harekete geçirmişti. Augustus aile
yaşamını bir düzene kavuşturmak için İ.Ö. 18 yılında ‘Leges Juliae’(Julia) kanunlarını
çıkararak boşanma konusunu birtakım şartlara bağlamıştır. Bu arada ve evli ama çocuksuz
kimselerle ilgili bazı cezai hükümler de getirilmiştir. Bekârlara miras hakkı tanınmıyordu.
Çocuksuz evliliklerde ise kişiler mirasın yarısını devlete bırakmaya zorlanıyordu53
.
Roma’da ailenin çok çocuk sahibi olması onun itibarını artıyordu. Julia yasasına göre
en az üç çocuğu olan yurttaşlar, idari görevlere getirilmede avantajlar elde ediyorlardı.
Memuriyete girişte bunları tercih hakkı tanınmıştır. Düzensiz bir yaşam süren çiftlerin
mallarına el konulacağı belirtiliyordu. Böyle bu tür davranışları devlete karşı işlenmiş suç
sayılacaktı. Bunların sürgüne gönderileceğini belirtiyordu. İmparator Augustus’un kızı ve
torununun bile böyle bir cezaya çarpıtılması, bunun en önemli örneklerinden birisidir. Ailenin
kutsallığı ve çocukların toplumca saygın bir ortamda yetiştirilmeleri gerekçelerden yola
çıkılarak bazı uygulamaların yürürlüğe koyulduğu anlaşılmaktadır54
.
Roma’da birtakım kamusal haklar konusunda kısıtlamalarla karşı karşıya olan
kadınların, çocuk sahibi olmaları onlara yeni haklar sağlıyordu. Örneğin özgür doğmuş en az
üç çocuğu olan kadınlara vasi tayin edilmeyeceğine ilişkin düzenlemenin getirildiğini
görüyoruz.
53
A.g.e., 106-107 54
A.g.e.,107.
44
ROMA’DA EV KÖLELERİ
Cumhuriyet döneminin son iki yüzyılında yaptıkları savaşlar özellikle Hellenistik-
Yunan dünyasından çok sayıda savaş esirinin getirilmesine yol açmıştır. Bunlar İtalya’daki
köle piyasasında büyük çapta paya sahip bir mal çeşidi oluşturmuşlardır. Bu büyük mal arzı,
bir yandan kölelere karşı hele kölelerin büyük bir kısmının kullanıldığı çiftlik işlerinde, sert,
çoğu zaman insanlık dışı uygulamaları beraberinde getirmiş, öte yandan, kölelerin, özellikle
kentlerde ev işlerinde çalışanların, çeşitli etkinliklerde gitgide uzmanlaşmasını sağlamıştır.
Aynı sahibin kentteki evinde çalışan kölelerin tümüne familia urbana, toprak işlerinde
çalışanlara ise familia rustica adı verilmiştir. Toplumsal açıdan bir kişinin on köleye sahip
olması ufak bir şey sayılırdı. Bu rakam iki yüze varabiliyordu55
. Böylesine kalabalık bir
topluluğun aynı zamanda tek bir evin içinde oturmadığı göz önüne almak gerekir. Köle
sahibinin çeşitli malikânelerine dağıtılırlardı.
Kölelerin çalışma alanları, aşçılar (coquus’lar, bunların içinde başta olan kişiye
yunanca archimagirus denirdi), mutfak için alış veriş edenler (obsonator’lar), oda uşakları
(cubicularius’lar), masörler (unctor’lar),berberler (tonsor’lar),uşaklar (structor’lar),tahtırevan
taşıyıcılar (lectiarius’lar),giysi dolabı görevlileri (vestiarius’lar) vb. gibi görevleri vardı. Bu
ev kölelerinin başında onları yöneten bir atriensis yer alırdı, bunun vicarius denilen bir
temsilcisi olabilirdi. İnsanlar, olanak ve gereksinimlerine göre, bazı köleleri daha üst düzeyde
yazıcılık, sekreterlik, okuyuculuk, öğretmenlik veya kütüphanecilik gibi işlerde kullanırlardı.
Bu işlerde çalışan köleler, yükselip efendilerinin güvendiği kişilerden oluşan dar çevreye
girebilmişlerdir. Çok sayıda köleye sahip olmak, kişinin saygınlığını yükseltirdi. İnsanlar
55
Bkz. Horatius, Sat.1, 3.
45
kölelerinin iyi görünüşüne, elbisesine ve bakımına bazen aşırı derecede nem vermekteydiler.
Fakat kölelere özgü bir giyim yoktu56
.
Tunus, İkinci asırdan kalma Roma mozaiği.İki köle şarap testisi taşıyor.Tipik köle elbisesi
giyinmişler ve kötü gözden korunmak için amuletleri boyunlarında.Soldaki su ve havlu
taşıyor,sağdaki odun ve çiçekler taşıyor.
Kölelere gösterilen davranış, genellikle sahibin karakter ve yaradılışıyla kölenin
kendi davranışına bağlıydı. İmparatorluk dönemi sürecinde bu ilişkiler, köle pazarının eskisi
gibi savaş esirleri ile doldurulmaması nedenine bağlı olarak, genellikle daha insancıl olma
eğilimi göstermiştir. Bu dönemde aile içerisindeki kölelerden doğan çocukların, vernaların,
yani yetiştirilmesine, bunların küçük yaştan uygun biçimde yönlendirilmesine ve özel
görevler yüklenmek üzere okula gönderilmelerine daha büyük önem vermeye başlanmıştır.
Bundan dolayı erkek ve kadın kölenin yaşamaları tercih edilirdi. Contubernium olarak
adlandırılan bu durumlar hukuken geçersizdi, ama fiilen bir evlilik olarak görülürdü. Tek bir
tarafın köle olduğu birlikte yaşamaları da contubernium olarak adlandırılırdı ve her halükarda
56
Horst Blanck, a.g.e., 209.
46
böyle bir birliktelikten doğan çocuk sadece annenin yasal durumunu izlerdi. Her iki eş azat
yoluyla özgür kalmışsa, contubernium, yasal bir matrimoniuma dönüşürdü.
Büyük aileler içinde köleler bir collegium halinde bir araya gelebilirlerdi.Bu
collegiumların örgütlenmesi, devlet kuruluşları örnek alınarak quastor’lar, tribunus’lar,
triumvir’ler gibi memurlarla, bir basamaklanma düzeni içinde gerçekleştirilirdi.
47
ROMA’DA KÖLELERDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN DURUMU
Cumhuriyet döneminin son yıllarında Roma savaşlar sonucu büyük çapta köleye
sahip olmuştu. Bu sıralarda, özellikle Helenistik Yunan dünyasından getirilen kölelerin yoğun
işgücünü karşılamak amacıyla kullanıldığını görüyoruz. Bunlar arasında nitelikli düzeyde
olan pek çok köle vardı; öğrenim görmüşler, müzisyenler, öğretmenler bulunuyordu, bu
köleler Roma’da oldukça rağbet görmekteydi. Köleci toplum karakterinin belirgin niteliklerini
taşıyan Roma’da zaman zaman özellikle çiftliklerde çalışanlara karşı sert uygulamaların
olduğu dikkati çekmektedir.
Kölelerden doğan çocuklar köle anne ve babaları gibi köle statüsüne sahip olup onlar
gibi yaşamak durumundaydı. Gerek kölelerin birbiriyle gerekse köleyle özgür kişiler
arasındaki evlilik, hukuki bakımdan geçerli sayılmıyordu. Bazen gebelik sırasında kadının
özgürlük durumunda değişiklik olabiliyordu. Eğer kadın o anda özgürse doğan çocuk da
özgür ama köle ise çocuk da köle sayılıyordu57
.
İmparatorluk döneminde köle pazarlarının eskisi kadar bol doldurulamaması ve
değişen koşullar, birtakım yeni düzenlemelerin yürürlüğe koyulmasına yol açmıştır. Bu arada
kölelerin bazı yeni işlerde görevlendirmek istenmesi onlara karşı daha insancıl yaklaşımları
beraberinde getirmiştir. Aile içerisinde hizmet gören kölelerin çocuklarının yetiştirilmesine
özen gösterilmeye başlanmıştır. Bu çocukların gelecekte birtakım özel görevler için
eğitilmeleri gündeme gelmiş, okullara gönderilmelerine daha çok önem verilmiştir.
Köle çocukların bir ev ortamı içerisinde olmaları görüşünden hareketle erkek ve
kadın kölelerin birlikte yaşamaları tercih edilmiştir. Bu nedenle kölelerin evlilikleri hukuken
geçersiz olmakla beraber onların birlikte yaşam sürdürmeleri fiilen bir evlilik olarak
görülmüştür.
Roma dünyasında kadın veya erkek tarafın köle olduğu beraber yaşama halinde bu
birliktelikten doğan çocuğun annenin yasal durumuna tabi olduğu dikkati çekmektedir. Anne
ve babanın azat edilerek özgür kalması halinde ise evlilik yasal bir nitelik kazanıyordu58
.
57
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,108. 58
Horst Blanck, a.g.e., 210.
48
ROMA’DA YASALAR KARŞISINDA ÇOCUK
Roma’da yasal evlilikler önemliydi. Resmi olmayan evlilikler geçersiz sayılıyordu.
Roma toplum düzeninde çocukların gelecekteki hukuki statülerinin belirlenmesi açısından
önem taşıyordu. Çocuk eğer yasal bir evlilik sonucu dünyaya gelmişse babanın gebeliğin
başladığı sıradaki hukuki durumunu tabi oluyordu. Çocuk evlilik dışında doğmuşsa annesinin
hukuki durumunu alıyordu. Roma yurttaşı olmak, yasal haklara sahip olmak açısından
önemliydi. Yurttaşı olan ana babanın çocukları da Roma yurttaşı oluyordu. Minicia adlı
yasayla babaları yabancı sayılan çocukların da yabancı sayılacakları kuralı getirildi.
Roma’da bir kimsenin rüştünü kazanma yaşı 25’ti. Bu uygulama İ.Ö.190 yılı
dolaylarında çıkarılan Lex plaetoria adlı yasal bir düzenlemeyle yürürlüğe girdi. Roma
toplumunda yirmi beş yaşını doldurmamış olanlara ‘küçükler’ denilmekteydi. Küçüklerin
hukuki ehliyet bakımından ergenliğe erişip erişmediklerine bakılıyordu.
1-Ergenliğe erişmemiş küçükler,
2-Ergenliğe ulaşmış küçükler.
Roma’da fizyolojik olgunluğa erişme kızlarda 12 erkeklerde 14 olarak saptanmıştır.
Bu görüşün yasayla belirlenmesi İmparator Justinianus zamanında olmuştur. Roma’da 0-7 yaş
arasında çocuğun kendisini ifade etmekten yoksun olduğu kabul ediliyordu. 0-7 yaş çocukla
ilgili işlemleri babası yürütüyordu. Babanın koruyuculuğu altında olmayanlar için bir vasi
tayin ediliyordu.7-14 yaş arasındaki çocuklar kısmi olarak hukuki işlem ehliyetine sahip
oluyordu.
Romalılar, bir kimse fizyolojik olgunluğa erişse de bunu yeterli görmüyordu ve kafa
yapısı bakımından da hukuki işlemler yapabilecek olgunluğa erişebilme yeteneğine
bakıyordu.25 yaşına kadar bazı sınırlamalarla onların korunmaları gerektiğini düşünüyorlardı.
Lex plaetoria adlı yasayla 25 yaşından küçüklerin deneyimsizliklerinden yararlanılarak
onların aldatılabileceği ve bu yüzden korunmalarıyla ilgili yeni bir hüküm getirilmiştir.14-25
yaş arasındakiler, borç yükümlülüğü altına girdiklerinde aldatıldığında kanıtlarsa mahkûm
olmaktan kurtuluyordu. Yine aile evlatlarına, ehliyetsiz olarak kabul edildikleri için İ.S. 47’de
ödünç para verilmesi yasaklanmıştır59
.
59
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,110.
49
Roma hukuksal düzeninde aile babasının gözetimi ve denetimi altında yaşamlarını
sürdüren çocuklar babalarının ölümü halinde reşit değillerse bunların vesayeti bir başka kişiye
veriliyordu. Çocuğun vasiyeti bir başka kişiye veriliyordu. Çocuğun vasisi genelde babanın
erkek kardeşiydi. Roma toplumunda gözlenen diğer bir durum ise çocukla ilgili her türlü
hukuki yetkileri elinde tutan aile babasının gerektiğinde çocuk üzerindeki haklarından feragat
etmesidir.
Çocukların, babanın mutlak yetkilerine karşı korunmak istendiğini de biliyoruz. İlk
dönemlerde babanın çocuk üzerindeki bir takım tasarruflarına müdahale edilmiyordu. Daha
sonra otoritesini arttırmasıyla birlikte devletin gerektiğinde devreye girerek babanın
egemenlik hakkını kötüye kullanmasını engellediği ve bazı önlemler aldığı dikkati
çekmektedir. Evlatlıklara verilen cezalarda kısıntılar yapılarak çocuklar korunmaya
çalışılmıştır. Baba egemenliğinin kötüye kullanılması durumunda, ceza olarak babanın
egemenlik hakkı alınabiliyordu. Örneğin kötü yola iten babanın çocuk üzerindeki hakkını
yitirdiği görülmektedir60
.
60
A.g.e.,110-111.
50
ROMA’DA ÇOCUĞUN YETİŞTİRİLMESİNDE ‘İTAAT ETME’ FİKRİNİN
AŞILANMASI ÖNCELİĞİ
Babanın ailesi üzerindeki rolü, sosyal ilişkileri biçimlendiriyor ve toplum yaşamına
yansıyordu. Bu disiplin ruhunun yerleşmesiyle örf ve geleneklerin kuşaktan kuşağa devamı
sağlanmış oluyordu. Bu özellikler, sonuçta Romalıyı diğerlerinden ayırt eden bir kimliğin
ortaya çıkmasına yol açıyordu.
Toplumda süregelen bu eski geleneklerden birisi Romalıyı yüksek bir otoriteyi
tanımaya ona itaat etmeye alıştırmaktı. Romalı için aile kutsal olduğu gibi, aynı şekilde devlet
de kutsaldı. Aile bireylerinin babaya itaati toplumsal değerlerde ifadesini bulunuyor, devlete
itaat beraberinde getiriyordu. Bu durum görevlilerin devlete hizmeti şeklinde
genişlemekteydi. Devlet katında görev üstlenecek olanların, kendilerine verilecek olan
emirlere kayıtsız şartsız uymaları ve hizmet sunmaları ilkesi ön plana çıkarıyordu. Bu
düşüncelere küçük yaştan itibaren alıştırılıyorlardı. Evde çocuğa verilen terbiye kuralları,
okulda da devam ediyordu. Roma’nın genişlemesinde güç ve kudrete erişmesinde ailenin ve
bu yetişme tarzının büyük önem taşıdığı ortaya çıkmaktadır61
.
Roma hukuku her şeyden önce yasalara itaati şart koşuyordu. Babanın otoritesini
tanıma, anneye saygı ahlaki değerleri sürdürme çabaları çocukların yetiştirilmesinde
yönlendirici olmaktaydı.
61
A.g.e.,111.
51
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DEVAM ETTİĞİ OKULLAR VE EĞİTİMİN ÖNEMİ
Romalılar için evleri büyük önem taşıyordu. Aileleriyle birlikte yaşamlarını
sürdürdükleri bu mekânlar adeta kutsal bir nitelik taşımaktaydı. Çocuklar da bu anlayış
içerisinde ev ortamında aile içinde yetişmekteydi. Aile verilecek olan eğitimde devreye
giriyordu. Böylece çocuk ilk eğitimini anne ve babadan alıyordu. Aileler çocuklarını bir takım
pratik bilgilerle donatmaya çalışıyorlardı. Geçmişine değer veren Romalı örf ve gelenekleri
çocuklarına aktarmaya özen gösteriyorlardı. Yerleşik birtakım eski öykülerden örnekler
verilerek, geçmişin değerleri çocuklara aktarılmak isteniyordu62
. Çocuklara ’12 Levha
Kanunu’ öğretiliyordu. Horatius eğitimde geleneksel değer ve öğütlerin önemini şöyle ifade
etmektedir:
‘’Bilgiler söyleyecektir size nedenini
Filanı yapıp falanı yapmayacağınızı
Bense sizleri eğitebilirsem gittiği yolda
Eski günlerin bilge kişilerinin,
Ve yönetilmemiz gerektiği süre
Adınızla canınıza halel getirmezsem, erdim demektir amacıma
Yıllarla olgunlaşan beyinlerinizle uzuvlarınız güçlenince
Öğüt gerekmeyecek artık, kendi başınıza yürüyeceksiniz’’63
.
Roma topraklarını genişletip giderek bir dünya devleti olma yönünde ilerlerken
çeşitli kültürlerle karşılaşmıştır. Yunan kültürüyle etkileşme başlamıştır. Yunan kültürel
değerleri ve edebiyatının yanı sıra eğitimi de Roma’ya girmiştir. Roma, Yunan kültürüne
karşı direnmiştir; ama konuda pek başarılı olamamıştır. Özellikle Pön savaşlarının ardından
Yunan kültürü Roma’da egemen olmaya başlamıştır. Yunanlı öğretmenler, sanatçılar
Roma’ya akın etmiştir. Aristokrat ailelerde Yunanlı öğretmenleri yanına almış, birçok alanda
onlardan esinlenmiştir. Zamanla Yunan dili aristokrat kesimin, politikacıların, tüccarların dili
haline gelmiştir. Birtakım felsefi akımlarda Roma’ya girmiştir. Yunan Stoa felsefesi, tutucu
62
A.g.e.,112. 63
A.g.e., 112.
52
ve ahlaki özellikleri nedeniyle Roma’da tercih edilmeye başlamıştır. Bunun yanında dini
inancı da Roma’ya girerek benimsenmiştir.
Rheinisches Landesmuseum Trier (Müzesi, Almanya) - Roma’da bir okul sahnesi
Roma’da kabul gören Yunan dili eğitimde kullanılmaya başlamıştır. İki dilli
bir eğitim anlayışı ortaya çıkmıştır. Roma’da eğitimli ve kültürlü çevrelerin, hem Yunanca
hem de Latince bilmeleri gerektiği kanısı yerleşmiştir.
Roma’daki çocukların devam ettikleri okullar konusunda şu bilgilere sahibiz: Roma
devleti, sadık ve itaatkâr yurttaşlar üzerinde yükselmekteydi. Devlete bağlı askerler onun
güçlü bir konuma sahip olmasında önemli bir yer tutuyordu. Romalı çocukların yetiştirilmesi
ve eğitim sistemi de bu düşünceye gerçekleştirmeye yönelik biçimde düzenlemişti.
Roma’da öğrenciler, belli başlı üç tür eğitim aşamasından geçmekteydiler:
1-Triviyal okullar (temel eğitim kurumları),
2-Grammaticus okulları (Orta eğitim kurumları),
3-Yükseköğretim (Retorik okulları).
53
ROMA’DA İLKÖĞRETİM
Yaklaşık yedi yaşında ilkokula başlama zamanı gelirdi. Yunanlılardan örnek alınarak
ev kölelerinden seçilmiş bir pedagog veya custos64
çocuğun yönetilme, çekip çevrilmesiyle
görevlendirilirdi. İlkokullar (ludi litterarii) bir ludi magister’in yönetiminde özel bir kuruluştu
ve bu öğretmen yaptığı işe karşılık öğrencinin ailesinden ücret alırdı. Ücret çoğu zaman pek
düşük olurdu. Okul binasının olmadığı durumlarda dersler ucuza kiralanmış yerlerde veya
açık havada verilirdi. Okul süresi evde yenilen öğle yemeği arasıyla birlikte günde altı saatti
ve derslerde genelde kız erkek karışıktı. Martialis şöyle ifade etmektedir:
‘’Bizimle ne alıp veremediğin var senin,
insanın canına okuyan öğretmen,
küçük kızların, oğlanların başının belası?
Henüz sessizliği yarmadan ibikli horozlar
gürlüyorsun korkunç sesinle, şaklayan kırbacınla.
Böyle gürültülü yankılanır tunç
örsün üzerine vurulduğunda çekiçle,
savunmanı atın terkisine koyarken işçi:
Bundan daha yavaş bağırılıp çağırılır
büyük amfitiyatroda çoşup azıldığında,
kalkanlı kılıç oyuncusunu desteklerken
yandaş kalabalık.-Bütün gece değilse de-
Uyumak istiyoruz biz konu komşu:
Önemli bir şey değildir çünkü nöbet tutmak,
hep uykusuz kalmak ağır gelir insana.
64
Gözetmen.
54
Sal gitsin öğrencilerini, istediğin,
bağırmak için aldığın kadarını
susmak için almak mıdır, düşük çeneli?’’65
Dayak, bağırıp çağırma gibi genelde oldukça ağır metodlar ile öğretmen
öğrencilerine okuma, yazma ve hesap yapmasını öğretirdi. Ama hesap dersine calculator
denen ayrı bir öğretmen de gelirdi. İlkokulda stenografi dersleri de bazen bir notarius
(stenograf) yönetimi altında öğretilmekteydi. Romalılar okuma, yazma ve hesap bilgisini,
Trimalchio gibi, pratik yaşamda yeterli bulmuşlar ve çocuklarının eğitimini genelde ilkokulla
sınırlamışlardır. Çocuğu okula gönderme yasal bir zorunluk olmakla birlikte, en azından
ilkokulun bitirilmesi olağan bir durumdu, bu nedenle de okuma yazma bilmeyenler oldukça
azınlıktaydılar. Bu konuda en iyi bilgiyi elbette Mısır söz konusu olarak papirüsler verir66
.
Roma’da eğitimin önemli bir yeri vardı.
65
Marcus Valerius Martialis, Epigramlar, çev. Güngör Varınlıoğlu (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005), 330. 66
Horst Blanck, a.g.e.,190-191.
55
Romalılarda okul eğitimi içerisinde bedenin güçlendirilmesine değer verilmemesidir.
Spor ve oyun her yaş diliminde çocuk oyunlarının varlığı, hem yazınsal kaynaklarla hem
arkeolojik bulgularla saptanmıştır. Kişinin kendi inisiyatifine ve boş zaman olanakları
bırakılmıştı.
Oynayan çocuklar ve Eroslar. Lahit üzerinde kabartma. Roma. Vatikan Müzesi.
56
ROMA’DA ORTA ÖĞRETİM
Romalı çocukların bir kısmı ilkokul eğitimiyle yetinmemekteydiler. Aileler
çocuklarını isterlerse ilkokuldan sonra grammaticus adı verilen bir okula gönderiliyorlardı.
Köken olarak gramaticuslar Yunanlıydı ve öğretim Yunancanın öğrenilmesiydi, Yunan
edebiyatının tanınmasıyla sınırlıydı. Augustus dönemine kadar buna Latin edebiyatı özellikle
Ennius, Terentius ve Vergilius’un yapıtları eklenirdi. O dönemde nasıl eğitimli çerçevelerde
Yunancayı da Latince gibi hem yazma hem konuşma hâkim olunuyorsa dersler de o iki dilde
yapılıyordu.
57
ROMA’DA YÜKSEKÖĞRETİM
Romalı gençlerin, retorika (güzel konuşma) eğitimi aldıkları süreci oluşturmaktaydı.
15-20 yaş arasındaki genler, hitabet sanatı alanında ustalaşmaya çalışıyorlardı. Bu okula
politika ve hukuk mesleği için o dönemde zorunlu olan iyi ve inandırıcı konuşma becerisinin
elde edilmesi amacı ile gidilirdi. Ünlü Latin hatiplerinin yanı sıra Yunan hatipleri de örnek
alındığından, Roma retorik okullarında eğitim iki dilde verilirdi. Ders yazılı ve sözlü
alıştırmalardan oluşmakta ve her ikisinde de özellikle iki retorik biçimi üzerinde önemle
durulurdu: belli bir karar için gerekçelerinin açıklanması gereken suasoria’lar ve iki
öğrencinin tarihten alınmış bir olay veya hukuksal bir durum üzerine karşılıklı tartışmasını
içeren controversia’lar. Bunların ikisinde de imitatio67
özellikle önemliydi. Ünlü
konuşmacılar arasından biri seçilerek örnek alınır elden geldiğince onunkine yakın bir
konuşma biçimi geliştirilirdi. Örnek alınmış ünlü konuşmacının tarzına yakın bir yeteneğin
kazanılması olan retoriğe gösterilen genel saygı göz önüne alınırsa, bu konuda birçok ders
kitabının yazılmış olmasına şaşmamak gerekir. Bu kitaplar arasında Quntilianus’un (İ.S. 30-
90) Institutio oratoria adlı geniş kapsamlı yapıtı özel bir yere sahiptir. Burada konuşmacının
uygun elbiselerine etkileyici hareketlerine ne kadar büyük önem verildiği görülür. Geç
Cumhuriyet döneminden başlayarak zengin ve eğitimli Romalı gençlerin bilgi ve becerilerini
pekiştirip tamamlamak için doğuya Yunan damgası taşıyan yerlere Atina, Rodos ya da
Berytos gibi ünlü retorik merkezlerine kapsamlı bir gezi yapmaları adet olmuştur68
.
Okul ve öğrenim dönemi çocukluktan erişkinliğe kadar gidebilmekteydi. Çocukluk
döneminin bittiği, erişkenlik dönemine ulaşıldığı, delikanlının genelde 15. veya 16. , en geç
17. yaşının bitiminde zorunlu askerlik hizmeti daha önce başlamış olurdu. O zamana kadar bir
çocuk olarak giydiği eflatun şeritli togayı yani toga praetextayı çıkarması, bullasını evin
lararium’una69
asması ile ilan edilir. Bu, kurbanlar kesilen ve bir şölen verilen bir aile
eğlentisi çerçevesinde kutlanırdı. Bu kişi ilk defa süslenmiş beyaz erkek togası giyerek
akrabaları ve arkadaşları ile birlikte Forum’a götürülürdü(tirocinium fori). Kızlar için
erişkinliğe ulaştığı gösteren bu tarz her hangi bir olay söz konusu değildi. Kızlarda çocuk
giyiminin bırakılması düğün çerçevesi içinde gerçekleşirdi.
67
Taklit, öykünme. 68
Horst Blanck, a.g.e.,192. 69
Yuvayı koruyan tanrıların atları.
58
ROMA’DA YEME VE İÇME
Besin maddesi olarak Yunanlıların mazasına denk gelen fakat ondan nişastadan
yapılmasıyla ayrılan plus’un adı geçer. İnsanlar kendi hortus’larının70
sebzeleriyle, soğan,
sarımsak ve peynir yemekteydiler. Et sadece kurban ve bayram günlerinde vardı. Roma
kentinin en eski sakinlerinin yiyecekleri hakkındaki bilgimiz, sadece Antikçağ aktarımları ile
sınırlı kalmaz, aynı zamanda mezarlara, özellikle Forum Romanum’dakilere konulan
armağanların buluntularına dayanır. Tahıl çeşidi olarak burada arpa, küçük kızıl buğday,
buğday, nişasta buğdayı, delice otu, yulaf ve ayrıca uzun süre sıradan halkın besin kaynağı
olarak kalmış olan iri taneli fasulyeler ve bezelye bulunmuştur. Aynı zamanda koyun, domuz
ve sığır kemikleri de ortaya çıkarılmıştır. İ.Ö. 730-630 yıllarına tarihlenen mezarlarda üzüm
çekirdeği bulunmuştur. En eski zeytin çekirdeklerine S.Omobono’daki (İÖ 6 yüzyıl başları)
kazılarında rastlanmıştır. Plusun yanı sıra pişirilmiş ekmek de kısa sürede yiyecek maddeleri
içene girmiştir. Roma’da en azından İÖ 170 yılından itibaren ayrı bir iş kolu oluşturarak
birçok ekmekçi dükkânı yer almaktaydı. Pompei deki birçok ekmekçi dükkânı ekmeğin yanı
sıra, tam şehirli işi, ince börek çörek de yapmaktaydılar; Ostia’da İS 2-3 yüzyılla tarihlenen
fırınları Antikçağ ölçülerine göre büyük işletmeler olarak görmek gerekir71
.
İ.Ö. I. yüzyıldan itibaren maddi durumu iyi kesim içerisinde doğal olarak Yunan
etkili seçkin bir sofra lüksünün olduğudur. Zengin Romalılar deniz ürünlerine rağbet
ederlerdi. Tercih edilenler; mercan ve merina balığıydı. Pek büyük miktarlarda
tüketildiklerini, bunlara yüksek paralar ödendiğini bildiren kaynaklara rastlamaktayız.
Villaların bulunduğu alanlarda deniz suyuyla beslenen balık, üretimi havuzları bulunmuştur.
Compania’nın kıyı kentlerinde özellikle Lucrina gölünde istiridye yetiştirilmesi gelişiyordu.
Kümes hayvanlarının kaz, horoz ve ördeklerin haricinde, sülün, tavus kuşu, beç
tavuğu ve güvercin de sofraya getirilirdi, yetiştirilmesi için folluklar ve kuşhaneler yapılırdı.
Glires72
yetiştiriliyor ve özel bir toprak kapta yeniliyordu. (Varro, De re rüşt.III,15,1-2). Av
koruluklarında tutulan av hayvanları, özellikle yaban domuzu olurdu. Hayvanların besiye
çekilmesi işi büyük beceri gerektirirdi; bu konuda tarım yazarları kesin bilgiler verirler.
Özellikle hayvanlara uygun yem vererek; örneğin, incir yedirerek, kümes hayvanlarının pek
aranan lezzetli, seçkin bir yiyecek olan karaciğerinin büyütülmesine çalışılırdı. Çok
geliştirilmiş bahçelik yöntemleri, özenli yetiştirilmiş sebze ve meyve çeşitlerine olan istemi
70
Sebze bahçesi 71
Horst Blanck, a.g.e.,151-152 72
Fındık faresi.
59
karşılaşıyordu. Bunlardan bazı türler, örneğin aşılı kiraz (İÖ 74 yılında Lucullus tarafından
Pontus bölgesinden şeftali veya kayısı (ikiside İS I. yy.’da), ancak oldukça geç bir dönemde
İtalya’ya getirmişlerdir. Bitkisel beslenme maddelerinin daha uzak bölgelerden sağlandığı
oluyordu; örneğin, Tiberius, Aşağı Ren deki Gelduba’dan bir çeşit pancar
getirtmiştir.(siser).Bunun yanı sıra Akdeniz bölgesinden meyveler ve örneğin incir, zeytin ve
nohut gibi türler İmparatorluğun kuzey bölgelerine, Germania ve Britania’ya ihraç
edilmişlerdir73
.
Apicius’un kitabı diye bilinen bir yemek kitabı tek tek yemeklerinin yapılışı
hakkında bilgiler vermektedir. Temel bazı maddelerin ve baharatın buradaki tasviri, Roma
mutfağında –en azından maddi durumu iyi olan ve Apicius’a uygun yemek imkânı olan
çevrelerde-kuvvetli bir Yunan etkisi olduğunu göstermektedir. Zıt tat veren yiyeceklerin bir
araya geldiği durumlarda, özellikle tatlı- acılılarla da, Apicius’un birçok yemekleri,
günümüzdeki doğu Asya mutfağı tarzındaydılar. Garum adı verilen bir baharat çeşidi, hemen
tüm yemek tariflerinde karşımıza çıkmaktadır. Apicius’tan başka daha birçok kaynağın da
sözünü ettiği garum, çok miktarda tuzlanmış bir balığın ayrışımından elde edilen bir sıvıydı.
En iyisi kalitelisi İspanya ‘da yapılan garum sociorum’du, fakat örneğin Pompei’de, ürettiğini
kil testiler ve amforalar ile ihraç eden bir garum endüstrisi gelişmişti.
Romalıların başlıca içeceği şaraptı. En çok beğenilen Horatius döneminde Gaeta’da
gelişen, fakat daha sonra türü bozulan Cecuba şarabıydı, bunun yanı sıra Campania’nın
Falerna şarabı meşhurdu. İmparatorluğun bağcılıkla uğraşılır ve şarap ticareti yapılırdı.
Roma’da dünyanın tüm bölgelerinden şarap türleri bulunabilirdi. İnsanlar şarabı sadece saf
olarak içmiyor, aynı zamanda pişirilerek tadı değiştirilen defturum halinde veya bazı
baharatları, örneğin vinum murratum74
ya da vinum piperatum75
karıştırılmış olanını da
içiyorlardı. Sevilen, sağlıklı olarak gören ise, şarap ve şıranın bal ile birlikte elde edilen türü
olan mulsum’du.
73
Horst Blanck, a.g.e.,153. 74
Kereviz. 75
Karabiber.
60
Kostümlü Şölen, El-Jem’den (antik Thysdrus) 200–220 civarı
(mozaik) Bardo Ulusal Müzesi, Le Bardo, Tunus Lauros/Giraudon.
Mozaik amfi tiyatroda yemek yiyenler resmedilmiştir. Petronius’un Satyricon’unda geçen azat
edilmiş köleler gibi konular hakkında gündelik dildeki terimlerle sohbet ediyorlar. Bu alt
tabaka içiciler pek çok zengin villalarda bulunan pek çok mozik resimiyle tezatlık gösterir.
Petronius, kendi Cena Trimalchionis’inde Nero döneminin çok zengin, fakat
kültürsüz bir çevresinin birçok ziyafet çeşidinin canlı birer tasvirini karikatürize ederek verir.
Bu tarz ziyafetlerde, kızartılmış bir hayvanın, örneğin bir erkek domuzun bütün olarak sofraya
konulması ve böylece misafirlerin beklemedikleri dolma içleri –yumurtaların içine
yerleştirilmiş kuş kızartmaları; Trimalchio’nun sofrasında bir domuzun içinden canlı olarak
kaçıp kurtulan ardıç kuşları- nedeniyle şaşkınlığa uğratılması, yemeklerin etkileyici bir
şekilde süslenmesi ve hizmetçilerin de ona uygun giyinmesi karakteristik bir özellikti.
Böylece bu tarz bir cena aynı zamanda tiyatro temsili gibiydi. Doğal olarak böyle bol bir
ziyafet, zenginlere mahsustu ve onların içinde bile, genç Plinius’un bize aktardığı (Ep.1,5), şu
mönüyle yetinen ılımlılar vardı: salata, salyangoz, yumurta, buğday lapasından bir içecek, bal
61
şarabı, karsuyu, zeytin, pazı, kabak ve soğan. Orta ve alt tabaka insanlarının yemeklerinin
mütevazı olduğu, Pompeii’deki evlerde görülen küçük ve çoğunlukla fakir mutfaklar ile
kanıtlanmaktadır; Ostia evlerindeki dairelerde mutfak çok ender olarak görülmektedir.
Burada, olsa olsa taşınabilir ocaklarda, hatta kömür mangallarında pişirildiği sanılan
yiyeceklerin öyle pek zengin yemekler olduğu düşünülemez. Sıradan bir aile, büyük olasılıkla
cadde üzerindeki popina’dan76
hazır yemek almaktaydı. Popinaların pek çok sayıda olması bu
durumu iyi açıklıyor:
unde epulum possis centum dare Pythagoreis.
est aliquit, quocumque loco, quocumque recessu, 230
unius sese dominum fecisse lacertae.
"Plurimus hiç aeger moritur uigilando (sed ipsum
lanquorem peperit cibus inperfectus et haerens
ardenti stomacho); nam quae meritoria somnum
admittunt? magnis opibus dormitur in urbe. 235
inde cabut morbi.raedarum transitus arto
uicorum in flexu et stantis conuicia mandrea
eripient somnum Druso uitulisque marinis.
si uocat officum, turba cedente uehetur
diues et ingenti curret super ora Lİburna 240
atque obiter leget aut scribet uel dormiet intus;
namque facit somnum clasua lectica fenestra.
ante tamen ueniet : nobis properantibus obstat
unda prior, magno populus premit agmine lumbos
qui sequitur ; ferit hiç cubito , ferit assere duro 245
alter , at hic tignum capiti incutit , ille metretam.
76
Ahçı dükkânı.
62
pinguia crura Iuto, planta mox undique magna
calcor, et in digito clauus mihi militis haeret.
"Nonne uides quanto celebretur sportula fumo?
centum conuiuae, sequitur sua quemque culina. 250
Corbulo uix ferret tot uasa ingentia, tot res
inpositas capiti,quas recto uertice portat
seruulus infelix et cursu uentilat ignem.
scinduntur tunicae sartea modo, longa coruscat
serraco ueniente abies, atque altera pinum 255
plasustra uehunt ; nutant alte populoque minantur.
Nam si procubuit qui saxa Lİgustica portat
axis et euersum fudit super agmina montem,
quid superest de corporibus? quis membra, quis ossa
inuenit? Obtritum uolgi perit omne cadauer 260
more animae.domus inte interea secura patellas
iam lauat et bucca foculum excitat et sonat unctis
striglibus et pleno componit lintea guto.
haec inter pueros uarie properantur, at ille
iam sedet in ripa taetrumque nouicius horret 265
porthmea nec sperat caenosi gurgitis alnum
infelix nec habet quem porrigat ore trientem.
"Respice nunc alia ac diuersa pericula noctis :
quod spatium tectis sublimibus unde cerebnum
testa ferit, quotiens rimosa et curta fenestris 270
63
uasa cadant,quanto percussum pondere signent
et laedant silicem. possis ignauus haberi
et subiti casus inprouidus , ad cenam si
intestatus esas : adeo tot fata, quot illa
nocte patent uigiles te praetereunte fenestrae. 275
ergo optes uotumque feras misarabile tecum,
ut sint contentae patulas defundere pelues.
Kâhyası olarak yüz Pythagoras'çıya ziyafet çekebilirsin.
Iyi şeydir bir kertenkelenin efendisi olmak,
her nerede hangi ücra köşede olursa olsun.
"Buradaysa, nice hasta kişi uykuya hasret ölüp gider
( evet haksızlığın nedeni, yanan midede sindirilmeden kalan
yiyecektir),
hangi kiralık odada doğru dürüst uyunabilir ki?
Büyük servetlerle uyunur Roma kentinde.
Hastalığın kaynağı burdadır Arabaların
mahallenin sıkışık, dolambaçlı sokaklarından geçişi
ve önleri tıkanınca davar tüccarlarının bağırışları
Drusus'u ve ayıbalıklarını uykusundan eder.
Görev çağırırsa kalabalığı yara yara götürülür zengin,
uçarcasına ilerler kocaman Lİburna arabası içinde.
Arabada giderken ya okur, ya yazar, ya da uyur,
64
çünkü uyku getirir kapalı pencereli tahtırevan.
Yine de biz önce varır pürtelaş koşuşturup,
bizse geçip gidemeyiz önümüzdeki kalabalıktan,
arkamızdan yüklenen kalabalık belimizi ezer,
biri dirsek vurur, öbürü sert bir sırıkla dürtükler,
bir başkası başımıza çalar kütüğü, öbürü şarap fıçısını indirir.
Semiz bacaklarım çamura, derken
dört yandan dev bir ayağın tabanı
çiğner beni, ve askerin postal çivisi ayak parmağıma çakılır.
"Görmüyor musun, nasıl duman çıkıyor yiyecek
sepetinden?
Yüz konuk, her birini kendi nevalesi izliyor.
Bunca koca tabağı güçbela taşırken Curbulo,
onca nevaleyi başının üstünde bağlamadan götürüyor
talihsiz kölecik, koşuştururken ateşi de yelpazeliyor.
Daha yeni onarılmış gömleği yırtılıyor, bir kütük sallanıyor
Yük arabasında atların çekildiği , bir başka araba
çam ağacı taşıyor, ağaç sallanıyor yukarda herkesin
yüreğini hoplatıp,
çünkü bir düşse Lİguria'dan gelen mermeri taşıyan dingil,
tepetaklak olup kalabalığın üstüne boşalsa,
ne kalır geriye gövdelerden? Kim bulur kemiklerini?
Yok olup gider ayaklar altında cesedi yoksulun
tıpkı ruhu gibi. Bu arada keyfi tıkırında ev halkı
65
tabakları yıkar, üfleyerek fırının ateşini canlandırır,
yağlı satırları takırdatır durur,
dolu yağ şişesiyle keten kumaşları düzeltir.
Bu işler türlü biçimde köle çocuklar arasında
dönüp dururken, efendi hala kıyıda oturur,
yeni gelen çirkin kayıkçının tüylerini diken diken eder,
zavallı talihsiz kayıkçı ne karanlık ne akıntıda bir geçit umabilir,
ne de ağzını açıp kaç para isteyeceğini söyler.
"Şimdi bak, gece neler açar insanın başına :
Başlara kiremitlerin düştüğü damlar bak ne kadar yüksek,
kaç kez düşer çatlamış, yarılmış saksılar
pencerelerden, nasıl olanca ağırlığıyla çarpıp
dilimleyip ufalarlar kaldırımı. Kendini işsiz güçsüz yerine
koyabilir ;
beklenmedik bir kazayı göremeyen biri olduğunu
düşünebilirsin,
akşam yemeğine vasiyetnameni bırakmadan gidersen:
gerçekten, gece sen gerçekten, ne kadar açık pencere varsa,
o kadar da ölüm tehlikesi var demektir.
Öyleyse dua et ve içinde sessiz bir duacı taşı merhamet
uyandıran,
geniş leğenlerini boşaltmaktan keyif alsınlar, diye77
.
77
Iuvenalis, Yergiler-Saturae, çev. Çiğdem Dürüşken-Alova (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
2006), 29- 30.
66
Iuvenalis Roma sokaklarında yemek tencerelerini oradan oraya taşıyan, bir arada
hem yol alıp hem ufak bir ocakla yemekleri sıcak tutmaya çalışan bir alay kölenin arasından
geçmek zorunda kalındığını pek kesin çizgilerle tasvir etmektedir. İnsanlar yemeklerini aynı
zamanda direkt olarak meyhaneler de yiyebilirlerdi. Burada sunulan yemeğin genelde
lezzetsiz, şarabın çoğunlukla hileli olduğu antik dönem yazarlarınca birçok kez dile
getirmiştir.Bunun dışında popinalarda belli bazı yemeklerin satışını yasaklayan resmi
proletaryası içindeki yoksul kesimin büyük bir bölümünün beslenmesinin az veya çok
devletin hibe ettiği yiyecek maddelerine-belli başlı olarak buğday, daha sonraları ekmek
verilirdi, bazen bunlara şarap, domuz eti ve zeytinyağı eklendiği olurdu- bağımlıydılar ve
elbette bu kesimin iyi bir durumda olduğu olarak düşünülemez.
Roma’da zengin evlerdeki cena recta’nın yani günün en önemli öğününün bir
anlamda ziyafet yemeği menüsünün ne bollukta olduğu veya en azından nasıl olmasının
istendiğini Antakya’daki bir taban mozaiği çok açık bir şekilde göstermektedir.
Yemek Mönüsü.Antakya,Daphne’deki ‘House of the Buffet-Supper’den mozaik.
Burada nal biçimi(sigma-formlu)bir masada bir cenada yenecek değişik zengin
yemekler değerli gümüş çatal bıçak takımları ile sıra sıra sunulmaktadır; haşlanmış yumurta,
soğuk domuz paçası, enginar, bir kase içindeki bir sos veya içecekten (Mulsum?) oluşan bir
67
ordövr ile başlanır. Bunun yanında yeşil salata yer alır. Onu büyük bir tepsi içindeki balık
izlemektedir. Balığın yanında ise, tıpkı Pompeide bulunduğu biçimiyle yani kolay
dilimlenmesi için ortasından kenara doğru çentikler atılmış olarak ekmek görülür. Balık
tepesinden sonra yuvarlak bir kap içinde parçalanmamış bir domuz budu ve yanında içinde
şarap olması gereken ayaklı bir domuz budu ve yanında içinde şarap olması gereken ayaklı bir
gümüş kupa yer almaktadır. Resim tahrip olmasına rağmen bundan sonra kümes
hayvanlarının ve yine ekmeğin dizildiği görülmektedir. Mozaikteki bir boşluktan sonra-
burada bir et yemeği daha veya meyve tasvir edilmiş olabilir-mönü silindir biçiminde kat kat
bir pasta ile son bulmaktadır. Masa küçük çiçek girlandları ile süslenmiştir. Gerçek cena,
commissatio denen bir genel kadeh kaldırmayla son bulduğunda konuklara böyle demetler
dağıtılırdı. Roma antik dönem yemek ikramlarındaki zenginliğe rağmen, Akdeniz
mutfağındaki mısır ekmeği, patlıcan, domates, biber, limon, portakal, greyfurt gibi birçok
karakteristik yiyecek ve meyvelerle kahve, çay rakı gibi içecekler yer almazdı. Et ikramları
burada sadece Amerikan hindisi ile zenginleştirilmekteydi78
.
Pompeii’de bulunmuş yiyecek maddeleri.Napoli Ulusal Müzesi.
78
Horst Blanck, a.g.e.,156.
68
ROMALILARDA GİYİM
Romalılarda kişinin toplum içerisindeki giyimi sadece katı bazı kurallarla
belirlenmekle kalmamış, yasal düzenleme altına alınmıştı. Sadece Roma vatandaşı toga
giyebilirdi. Bunun rengi ve bordürlerinin genişliği, giyenin patrisyenler, şövalyeler veya
sıradan halk kesiminden hangisine ait olduğunu gösterirdi. Aynı şekilde, ayakkabının bazı
formları da giyen kişinin konumunu belli ederdi. Ayrıca bazı manto türlerinin toga üzerine
giyilmesi yakışıksız görülürdü. Stola sadece yaşlı Romalı kadınlara özgüydü. Bu kurallar
sürekli ihlal edilmekteydi, en azından, resmi olmayan durumlarda veya ülkenin diğer
bölgelerinde insanlar giyim tarzına Roma şehrinden daha az katı kurallar ile dikkat
etmekteydiler. Sonuçta birbirine paralel olarak bir resmi ve bir de günlük giyim söz konusu
idi79
.
Antikçağın yazınsal eserlerinde Roma sakinlerinin en eski dönemlerde giydikleriyle
ilgili olarak verilen dağınık bilgiler, Roma şehri kazılarında arkaik dönemle ve bu konuyla
ilgili az nesne bulunduğu için tam olarak somutlaşamamıştır. Roma şehrinin kazılarında gün
ışığına çıkartılan-insan tasvirleri, genel olarak, mimari terrakottalar ve bronzdan
heykelciklerde görülür-buluntular Etruria’dakiler ile benzerlik göstermektedirler. Etrüsklerin
erken dönem eserlerinden Roma giyimi için de kısmı olarak bazı bilgiler çıkarmak
mümkündür. Çok sayıdaki İÖ 7 yy. ve erken 6 yy. erkek tasvirleri giyim eşyası olarak sadece
bir peştemalı göstermektedirler. Bu dönemde her iki cinste de vücudu tam olarak örten giysi
olarak, khitona benzeyen bir elbise üzerine atılan, örneğin Caere’deki Tomba delle Cinque
Sedie’deki terrakotta heykelciklerinde olduğu gibi, dikdörtgen bir kumaştan meydana gelen
manto vardı. Khhiton benzeri giyimlerin erken arkaik dönemde ağır kumaştan, yünden
yapıldığı görülürken, daha sonraki dönemlerde bu, tümden Yunanistan’daki keten khitonlara
benzer bir tarz almıştır. Kadınlar bunu kural olarak ayaklara kadar veya biraz daha yukarı
gelecek şekilde giyerken, erkekler baldır hizasında veya biraz daha kısa giymekteydiler.
Khiton80
üzerine giyilen çok çeşitli mantolar ve canlı örnekleri hakkında arkaik ve klasik
dönem mezar resimleri iyi bir fikir verirler81
.
79
A.g.e., 116-117. 80
Homeros’un destanlarında adı sıkça geçen khiton Antik çağların erken dönemlerinden beri bilinen bir giysi
parçasıdır. Kadınların ve erkeklerinde kullanabildiği khiton, ipek veya keten gibi hafif kumaştan, 150-180 cm
eninde iki parçalık dikdörtgen parçanın birbirine dikilmesiyle yapılır. Baş ve kollar için bırakılan açıklıklar
dışında geri kalan omuz üzerine denk gelen kenarlar dikiş yerine düğmeler veya broşlarla da tercih edilebilirdi.
Kadınlar erkeklerine tersine khitonu kemerle kullanırlar. Belde kemerin sıkmasıyla biriken kumaş yığını kemer
üstünden sarkıtılır: bu bol kıvrımlı kısma kolpos denilir. Genç kızları canlandıran Korint heykellerinde khiton
eteğinde görülen dikine bordüre paryphe adı verilir. 81
Horst Blanck, a.g.e., 117.
69
Geç Cumhuriyet döneminden beri görsel sanatlardaki tasvirlerde gösterildiği gibi en
önemli Roma giyimi olan, Roma vatandaşlarını özgür olmayanlardan, Romalı olmayanlardan
ve özellikle Yunanlılardan ayıran toga ile başlamak istiyoruz. Arkeolojik eserler ve yazınsal
kaynakların aktarımlarından görüleceği gibi, bu elbise köken olarak sadece Roma kentine
özgü değildir, daha çok orta İtalya ve Etrüsk kökenlidir. Yunan Himation’nundan farklı
olarak yünlü kumaştan oluşan Roma togası yuvarlak, kumaşının vücut üzerinde darlaştırıldığı
(toga exigua) Cumhuriyet döneminde ise, yarım daireli bir kesime sahipti. Augustus
döneminde başlayarak da kumaş çok bollandığından togaya bürünme biçimi de buna
yakından bağlı olarak değişmiştir. Elbise iki tane dairesel parçadan kesilir, bu parçalardan bir
tanesi büyük diğeri ise daha küçük olurdu. Küçük dairesel parça ötekinin üzerine katlanır ve
böylece toga iki kattan oluşurdu. Toganın bilinen o ‘klasik’ formu, kendine özgü kıvrımları ve
kumaş kabarıklıklarıyla yani sağ omuzdan inip sağ kolun dış kenarı üzerinden geçerek sağ
dize kadar sarkan ve oradan yukarıya doğru verilen ve sağ koltuk altından sol omuxa gerilmiş
bir kılıç askısına benzetebileceğimiz eğri çizgi yani balteus ile onun üzerinden aşağı doğru
sarkan bir kumaş kabarıklığı olan umbo ile meydana gelirdi.Toganın bu formu sayısız
heykellerle tam olarak doğrulanabilir82
.
Toga giyinmiş ve bulla takmış bir erkek çocuk. Parma Ulusal Müzesi.
82
A.g.e., 118.
70
İmparatorluk döneminde zamanla elbisenin yapısı değişikliğe uğramıştır: Traianus-
Hadrianus döneminde umbo kaybolur, Severuslar döneminden başlayarak göğüs üzerinde
çarpraz olarak gerilmiş ve tahta görüntüsünde bir kumaş parçası olan contabulatio yer alır.
Togayı kendine özgü görünümünü vererek kuşanmak için, giyilmesinden önce uzun bir
zaman ve emek ile kıvrımlarının doğu olarak düzenlenmesi gerekirdi. Elbise olarak pek rahat
olmayan, böylesine karışık bir giyim, doğal olarak İmparatorluk döneminde zamanla günlük
yaşamda ihtiyaç dışı kalmış ve sadece İmparatorluk kabullerinde, resmi ve bayram
kutlamalarında (kurban törenlerinde, dava duruşmalarında, client’in efendisini ziyaretinde )
giyilir olmuştu.
Paenula,lacerna ve toga giymiş insan figürleri.Trajanus anaglifinden bölüm.
Roma,Forum Romanum
Toga böylece asıl anlamı ile artık özel yaşamın giyimi olmaktan çıkıyordu. Bir
‘devlet giysisi’ olarak togaya, saygıdeğer yaşlı Roma kadınlarının stolası denk gelmekteydi.
Yazınsal metinlerde bu giysi ayaklara kadar inen ve alt kenarına özel şerit (instita) dikili bir
giyim olarak tasvir edilmektedir. Erken İmparatorluk döneminde birçok giyimli kadın
heykelinde stola, tunica üzerine giyilen, omuzlar üzerinde bant formunda iki askı ile
tutturulan uzun ve bol kıvrımlı bir giysi olarak doğru bir şekilde tespit edilebilmektedir.
71
Günlük giyimde stola erkeklerin togasından daha önce kullanım dışı kalmıştır.
Günlük yaşamın asıl giyimi bir birine dikilmiş bir ön ve bir arka parçadan oluşmuş ve genel
anlamda Yunanlıların khitonuna denk gelen tunika idi. Erkeklerde dize kadar gelen tunica
kadınlarda daha uzun olarak giyilirdi. Önceleri kolsuzdu; genellikle kadınların giydiği geniş
bir biçimde, kemerden, tıpkı geniş khitonda olduğu gibi, yarasa kol tipi açık kollar çıkardı.
Çoğunlukla insanlar üst üste iki tunicayı giyerlerdi ve üstteki, kural olarak, omuzdan aşağıya
doğru giden iki tane kırmızı şerit ile süslenirdi. Böyle clavus’lara Etrüsk eserlerinde bile
rastlanır. İmparatorluk döneminde dikişle kapatılmış kollu, daha sonra da uzun kollu tunicalar
ortaya çıkmıştır. Tunicanın çok geniş kollu bir uzun varyasyonu da İS 3.yy.dan itibaren
görülen dalmaticadır; bu, her iki cins tarafından da giyilmekte idi. Tunica, elbette bazı
değişikliklere uğrayarak bugüne kadar gelmiş Hristiyanların dinsel tören giysisi olarak
Katoliklerin dinsel törenlerinde hala yer almaktadır. Üst elbise olarak mantonun değişik
formları kullanılmaktaydı. Tunica üzerine paenula giyilirdi. Bu, huni şeklinde, kolsuz, başın
geçirilmesi için çoğunlukla V şeklinde bir deliği olan bir giysi idi ve ön kısmı erken ve orta
İmparatorluk döneminde yarı yarıya, daha sonra ise bütün uzunluğunca dikişli olurdu. Daha
çok kış ve yolculuk mantosu olarak yünlüden, fakat bazen de daha hafif ve şık kumaştan
yapılan paenula, sıradan insanlarca Traianus döneminden başlayarak resmi törenlerde toga
yerine giyilmiştir. Kadın mantosu olarak kullanıldığında, erkek paenulasından daha uzundu ve
önü tümüyle kapalıydı. Toga üzerine de giyilen ve hafif bir manto olarak yağmura karşı
koruyucu olan, çok renkli kumaştan oluşan bir giyim de lacerna idi. Kesiminde yarım daire
formlu olan bu elbise Yunanlıların khlamysine benzer tarzda göğüs üzerinde veya sağ omuzda
bir çengelli iğne ile tutturulurdu. Köken olarak doğuya (Pers) ait olduğu tahmin edilir; her
halükarda bu elbise hiçbir zaman paenula gibi resmi ‘Ramanus habitus’a dâhil edilmemiştir.
Lacerna en çok, sahne oyunlarına gidilirken toga üzerine giyilirdi; fakat bununla ilgili değişik
bir adet vardı, tiyatroda yüksek tabakadan önemli kişiler selamlanacağı zaman lacerna,
toganın üzerinden çıkarılırdı. Orta ve geç İmparatorluk döneminde üst giyim olarak
erkeklerde pallium ve kadınlarda palla mantoları kullanılırdı ve bunlar Yunanlıların
himationuna denk giysilerdi83
.
Roma İmparatorluğunun İtalya’dan uzakça eyaletlerinde, özellikle kuzey
bölgelerinin yerli halkı nezdinde, iklim şartlarının farklılığından dolayı, yukarıda sözü edilen
biçimlere benzemeyen giyimler de vardı. Böyle köken olarak yabancı bazı elbise biçimleri
Romalılarda kabul görmüş ve geniş bir alana yayılmışlardır. Örneğin Galya’dan alınan, ağır
bir kumaştan yapılmış bir pelerin olan birrus veya yine Galya kökenli huni biçimli, omuzlara
83
A.g.e., 119-121.
72
kadar ulaşan ve genelde işçiler ile köleler tarafından kullanılan bir başlık olan cucullus gibi.
Pantolon (braccae) ise Traianus döneminden beri dize kadar ve daha sonraları ayak bileğine
kadar gelen uzunluğuyla Galya, Germania ve Dakya halkının bir giyimi olarak Roma asker
kostümleri arasına alınkıştır. Sivil halk içerisinde, en azından Roma İmparatorluğunun
Akdeniz bölgelerinde, geç Antik döneme kadar oldukça ender olarak görülmüştür.
Antikçağ giyimi üzerine olan bilgimiz dolaylı kaynaklara dayandığı sürece zorunlu
olarak eksik kalacaktır; zira bu giyimlerin örneğin kumaşın kalitesi gibi çeşit zenginliği
konusunda somut bilgiyi ancak orijinal eserler verebilir. Bu elbiselerin değişik çeşitlerinin
aslında daha fazla olduğunu örneğin Diokletianus’un İS 300 yıllarındaki en yüksek fiyatları
belirleyen tarifesi gösterir. Söz konusu fiyat listesinde, sadece birrus ile ilgili bir düzine farklı
tür belirtilmiştir, dalmatica için ise, ketenden nakışsız basit parçalardan tümden ipekten
yapılmış mor renkli şeritlisine kadar birçok çeşit kayıtlıdır. Bu döneme veya biraz daha
erkene tarihlenen en eski orijinal giysilerden bol miktarda Mısır mezarlarında bulunmuştur.
Ölüye çoğunlukla birçok tunica üst üste giydiriliyor ve onları da kapsayacak biçimde vücut
büyük bir kumaş parçasına sarılıyordu. Bunun dışında bu elbise formları diğer bölgelerdeki
çağdaşı tasvirler ile benzerlik gösterirler; burada Sicilyadaki Piazza Armerina villasındaki
mozaikleri hatırlatmak gerekir.Bu mozaikler, giyim konusunda tam bir örnek kataloğu gibidir.
Mısır’daki elbise buluntularının büyük bir kısmını oldukça uzun ve geniş olan, bu nedenle bir
kemer ile giyilmek zorunda kalınan kollu tunicalar oluşturmaktadır. Bunlar kural olarak tek
bir birine dikilmiştir. En basit tunicalar oldukça kaba ve nakışsız bir ketenden yapılırdı.
Müzelerde kısmen iyi kalitede örnekler de yer almaktadır.Bu elbiselerin en önemli
süslemelerini boyundan dikey olarak göğüse ve sırta inen şeritler, yani geleneksel clavuslar
oluştururlar. Bunun dışında süs olarak omuz üzerinde ve tunicanın üst kısımlarında genelde
yuvarlar bazen de dikdörtgen süslemeler olurdu; kollara süs şeritleri takılırdı. Elbisenin bu
tarz süslenişi görsel tasvirlerden bilinmektedir. Tunicalar çoğunlukla ketenden, ender olarak
yünden olurdu; ancak Mısır’da tümüyle ipekten yapılmış ve oldukça geç döneme ait (İS 6-7
yy.) örnekler de bulunmuştur. Roma’da San Pietro katedralinin altındaki nekropolden İS 2 yy.
tarihlenen ipekten iki tane kadın tunicası parçaları, daha o dönemde bile o pahalı maddeden
giysi yapıldığını ispatlamaktadır. Roma’daki bu iki tane kadın tunikasında da renkli clavuslar
olduğu dokumanın içine karışmış örneklerden anlaşılmaktadır. Mısır gömü yerlerinin büyük
dikdörtgen biçimi bezleri, hemen hemen hiçbir zaman tek başına elde edilemediğinden, esas
olarak palium gibi bir giyim parçası mı olduğu yoksa bir örtü olarak mı kullanıldığını tam
olarak açıklayamıyoruz. Buna karşı örgü yün çoraplar ve başlıkları giyimin bir parçası olarak
adlandırabiliyoruz. Mısırdaki buluntular, yoksul örnekleri dışında, toplumun orta tabaka
insanlarına aittirler.
73
Normalde bir Romalı ne dışarıda ne de evde bir başlık giyerdi. Kurban ve dualar gibi
dini olaylarda başın kapatılması bir gelenek idi.Bundan dolayı bir din adamı özel yaşamın
alanına girmeyen ve burada üzerinde durmayacağımız belli bazı şapka türlerini giyerken,
sıradan Romalı vatandaş, özel dini törenlerde bile, örneğin Lar denilen evi kutsama törenleri
sırasında olduğu gibi, başının ard kesimini toganın bir kısmı ile kapatırdı. Homo pius-yani
din-dar adam- olarak görünmek için özel kişiler de toga giyip ‘capite velato-başörtülü-‘
portrelerini yaptırmışlardır ve bu tip çok sayıda heykelde görülür.
Asıl başlık olarak huni benzeri cucullus dışında, tıpkı Yunanistan’da giyilmesi adet
olan biçimler tanınırdı. Güneşe karşı korunmak için petasus giyilirdi, işçiler, zanaatkârlar ve
denizciler causia veya konik biçiminde bir külah olan ve Yunan pilosunun tıpatıp aynı olan
pilleusu kullanmaktaydılar. Pilleus aynı zamanda özgür olmanın da bir simgesi idi. Köleler
serbest bırakıldıklarında bunu giyerlerdi. Bu başlık aynı zamanda Saturnalia eğlentilerinde de
kullanırlardı. İS 3 yy. sonlarında ortaya çıkan yayvan silindirik, kenarsız bir başlık birçok geç
antik dönem eserlerinde tasvir edilmiştir.
76
ROMALILARDA AYAKKABI
Romalılarda ayakkabılar sandal, ayakkabı ve çizme olarak gruplandırılabilir.
Sandalların (soleae veya sandalia) giyilmesi ev içindeki yaşam ile sınırlıydı ve bunlar ile
sokağa çıkmak, özellikle toga altına giymek geleneklere aykırıydı. Dışarısı için ayakkabı
calceus idi; tıpkı toga gibi, Roma vatandaşlığının işaretiydi. Sıradan vatandaşın ayakkabısı
olarak calceus, ayak bileğinin üzerine kadar kapalı olur, üst kısmı yumuşak deriden yapılırdı
ve bilek üzerinde bir dolak gibi sarılırdı. Doğal deri renklisinden başka calceus’un renklileri
de giyilirdi; kadınlara özgü olan celceus muliebris genelde beyazdı ve erkek ayakkabısına
oranla daha süslü işlenmişti. Calceusun basit bir türü pero olarak adlandırılırdı.Senatörler ve
aristokrat kesim, konumlarının belirtilmesi amacı ile, normal calceustan kırmızı, daha
sonraları siyah rengiyle ayrılan, tabandan ayak bileğine ve baldıra kadar giden ve daha sonra
aşağı sarkan bağcığı ile calceus senatorius veya patricius’u giyerlerdi. Askerler, işçiler ve
köylüler sağlam ve genelde çivili bir tabanı bulunan, sayası şeritlerden kesilmiş olan caliga
giyerlerdi. Hem tabanı hem sayası deriden ayakkabı olarak carbatina vardı. Bu ayakkabının
iyi bir şekilde zımbalanıp süslenmiş birçok örneği kuzey bölgelerde çeşme buluntuları
içerisinde ele geçmişlerdir. Köken olarak bir asker ayakkabısı olan campagus, geç antik
dönemde narinleştirilmiş formuyla çok tercih edilmekteydi. Bu ayakkabı ayak parmaklarını ve
topuğu sarmakta, fakat ayağın üst kısmını açıkta bırakmaktaydı ve bir bağcık ile
bağlanıyordu. Geç antik dönemde sıradan işçilerin ve halkın giydiği bir ayakkabı ise, yukarıda
baldırı kadar bağcıklı, sağlam ve Yunanlıların krepisine benzer bir sandal idi84
.
Romalılarda bir dini geçit toga giymiş, ayakkabı stilleri, Floransa
84
A.g.e., 126-128.
78
Calceus Patricius
(Roma’daki Marcus Aurelius’un atlı heykeline göre)
Calceus (Mammius Maximus’un heykeline göre, Napoli)
82
ROMALILARDA TAKI
Romalıların giyimi içinde takı, gereksinim için veya sadece süs olarak kullanılmasına
göre ikiye ayrılabilir. İlk önce eyaletler dâhil Roma egemenliği bölgesinde çok bol bulunan
çengelli iğneden söz etmek gerekir. Bulunanların büyük kısmı sivil elbiselerden ziyade askeri
kıyafete aitti. Bu iğneler, moda değişimlerine göre ortaya çıkmış ayrı bilimleri ile –örnek
vermek gerekirse, tataroku biçiminde kavisli olanlar, büyük, yuvarlak genelde süslü bir
levhaya sahip olanlar, gamalı haç formundakileri veya geç Antik döneme özgü bitiş
kısmındaki haç biçiminden dolayı soğanbaşlı çengelli iğne diye adlandırılan –giyimli
figürlerin tarihlenmesi de dâhil – tarihlemede önemli bir yardımcı olarak kullanılır ve önemli
bir rol oynarlar. Geç Antik dönemde değerli soğanbaşı çengelli iğneleri, öyle anlaşılıyor ki,
yüksek rütbeliler için belirleyici bir işaretti. Yine genelde oldukça sanatsal bir tarzda işlenilen
kemer tokaları de ihtiyaç amaçlı takıların alanına girmektedir85
.
Dar anlamında Roma takıları yani süs eşyası olarak kullanılanlar, çok sayıda orijinal
buluntu olarak Roma İmparatorluğunun bütün bölgelerinde ele geçirilmiştir. Bunların
İtalya’da en eski ve büyük miktarda olanları Vezüv şehirlerinden gelmektedirler. Altının daha
Cumhuriyet döneminden beri süs takısı olarak kullanıldığını, 12 levha kanununda altının
ölüler ile birlikte gömülmesinin yasaklanması ile çıkartabiliyoruz. İO 215 yılına ait lex oppia,
bir kadının yarım ons’tan fazla altına sahip olmasını yasaklamaktadır. Bu hüküm birçok
bölgede tepki ile karşılaşınca 20 yıl sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Bazı yazarlarca (Livius,
Plinius gibi) dile getirilen eski dönemlerde sadece soyluların ve şövalyelerin altın yüzük
takabileceklerini, buna karşılık sıradan vatandaşların sadece demirden yüzük takabilecekleri
yolundaki bilginin doğru olabileceği pek inandırıcı değildir. Burada söz konusu olan herhalde
altın yüzüğün bazı özel formlarıydı. Erken döneme ait Roma şehrinin altın buluntuları ele
geçmediğinden bu süs takılarını doğrudan doğruya incelememiz mümkün değildir. Fakat
ortaya İtalya Etrüsk bölgesinin o dönemdeki genel sanatsal yaratısından anlaşıldığına göre,
Roma’da Etrüsk mezar buluntularında ortaya çıkarılan eserlerin benzerleri kullanılmış
olmalıydı. Ünlü Latin bölgesi Lavinium’daki Aenas kültü uygulamaları gereği bir Minerva
tapınağına bırakılan ve İO 5-3 yy. dönemine ait normal insan boyutundaki adak heykelleri
maddi durumu iyi çevreden kadınların, en azından dini merasim günlerinde, bol bol taktıkları
altın süsler konusunda açık, somut bilgi aktarmaktadırlar. Burada tasvir edilenler büyük
ihtimalle genç gelinlerdir. Bu terrakotta figürlerde görülen altın takıların (gerdanlıklar,
sarkıntılı küpeler, zincirli kolyeler, göğse inen takılar) bazıları gerçek figürleri üzerinden
85
Horst Blanck, a.g.e., 129.
83
şekillendirilmiştirler. Roma orijinal takıları içerisinde en çok rastlanan türler, zincir kolyeler
(monoilia), küpeler (inaures) kol bantları (brachialia, armillae) ve özelikle yüzüklerdir
(anuli). Yüzüklerin arasında da mühür yüzükleri önemli yer tutar. Bunların bazılarında kesme
değerli taşlar, bazılarında ise cam hamuru gibi ucuz malzemeden taklitler görülür. Birbirine
tutuşmuş iki eli concordia (birlik, uyum) simgesi olarak gösteren nişan yüzükleri de az
değildir. Özgür Romalı çocukların, çocukluğundan toga virilis’e sahip oldukları döneme
kadar boyunlarında taşıdıkları altından yuvarlak amulet (muska, nazarlık) kapsüllerini, yani
bulla’ları da burada söylemek gerekir.86
Burada Etrüsklerden alınan bir geleneğin söz konusu
olduğu hem yazınsal kaynaklar (Iuvenalis 5,164) hem de orijinal Etrüsk buluntularınca
belgelenmektedir.
Forsitan inpensae Virronem parcere credas.
hoc agit,ut doleas;nam quae comoedia,mimus
quis melior plorante gula? ergo omnia fiunt,
si nescis, ut per lacrimas effundere bilem
cogaris pressoque diu stridere molari.160
tu tibi liber homo et regis conuiua uideris:
coptum te nidore suae putat ille culinae,
nec male coniectat; quis enim tam nudus, ut illum
bis ferat, Etruscum puero si contigit aurum
uel nodus tantum et signum de paupere loro?165
spes bene cenandi uos decipit.’ecce dabit iam
semesum leporem atque aliquid de clunibus apri,
ad nos iam ueniet minör altilis.’ inde parato
intactoque omnes et stricto pane tacetis.
ille sapit,qui te sic utitur.omnia ferre170
si potes,et debes.pulsandum uertice raso
86
Horst Blanck, a.g.e.,129-130.
84
praebebis quandoque caput nec dura timebis
flagra pati, his epulis et tali dignus amico87
.
(160-170) 5/ Yergi
Kimbilir, belki de, Virro’nun masraftan kaçındığını
sanıyorsun.
Hayır, bunu sana acı vermek için yapıyor;
çünkü hangi komedi, hangi pandomim inleyen bir gırtlaktan
daha eğlendirici?
Sana şunu diyeyim, her şey yapılır,
gözyaşları arasında safra dökmeye,
dişlerini sıkıp gıcırdatmaya seni zorlayacak.
Sen kendini özgür bir insan, ekâbir bir konuk sanırsın:
Oysa seni mutfağının dumanıyla esir aldığını düşünür;
haksız da sayılmaz :çünkü kim böyle birine iki kez
katlanacak kadar
muhtaç konuma düşer, çocukluğunda Etrüskler’in altın
muskasını
ya da bir yoksulun yaptığı deri muskadaki soyluluk
işaretini takmışsa?
Seni iyi bir akşam yemeği hayali aldatır:
‘’İşte, şimdi verecek yarısı yenmiş yabani tavşanı
ve yaban domuzunun kıçından bir parçayı,
87
Iuvenalis, a.g.e., 49.
85
artık bize de düşer semiz bir hindinin artığı.’’
Böylece, suskun oturursun,
elinde tuttuğun, tatmadığın ve kavgaya hazır ekmeğinle!
Efendin, sana böyle davranmakla bilgeliğini gösteriyor.
Her şeye dayanıyorsan, bunu hak ediyorsun demektir.
Gün gelecek, başının kazınmış tepesini göstereceksin herkese,
korku duymayacaksın sert kamçı darbelerine dayanmaktan,
bu şölenlere ve böyle bir arkadaşlığa yaraşan biri olarak88
.
Roma süs eşyalarının sanatsal olarak şekillendirilmesine gelince, erken dönem İtalya
buluntuları, örneğin Pompei ve Herculaneum’daki parçalar, düzgün bir bombe diş yüzeyin
tercih edildiğini gösterir. Bunun, daha önceden de geç dönem Etrüsk takısının bir niteliği
olduğu bilinir. Daha sonraki örneklerinde giderek renkli taşların bol kullanılması ve itinalı bir
işçilik ile süslemenin daha çok tercih edildiği görülmektedir. Altın sikkeler de pandantif
olarak boyuna asma yoluyla sevilerek kullanılmışlardır. Roma devleti sınırları içerisinde
birçok takı atölye merkezleri vardı ve bunlar kendi stiline, Yunan bölgesindekiler ise
Helenistik geleneğe sahiptiler. Bundan dolayı Roma İmparatorluğundaki bütün takıları
‘Romalı’ yerine ‘Roma dönemine’ ait olarak adlandırmak gerekir. Fakat Roma kentinin bir
takı üretimi merkezi olduğu, bulunmuş bir miktar kuyumcu yazıtından anlaşılmaktadır.
Yoksul insanlar için değerli madenler yerine daha uygun fiyata bronzdan, demirden, camdan
ve kemikten takılar vardır. Bir fosil kömür olan siyah kehribardan yapılmış takı ve süs eşyası,
Germanya, Galya ve Britanya eyaletlerinin bir özelliğiydi89
.
88
A.g.e., 49. 89
Horst Blanck, a.g.e.,131.
90
ROMA’DA SAÇ BİÇİMİ
Çok sayıdaki portrelerden dolayı bu konudaki gelişim İÖ 1 yy.’dan Antik dönemin
sonuna kadar iyi bir şekilde takip edilmektedir.Erken ve orta Cumhuriyet döneminde elde
edilen gerçek parçalar çok daha kötü durumdadır.Az sayıdaki Roma portresi vardır.Bunların
tarihlendirilmeleri çğu zaman kesin olamamıştır.Uzak geçmişten şahıslara ait tasvirler pek
güvensiz bir kaynak oluştururlar.Örneğin İÖ 1 yy. ortalarından kısa bir süre öncesine
tarihlenen iki sikkeden birisinde Sabinuslar kralı Titus Tatius ve diğerinde ise Roma kralı
Ancus Marcius’un portleri vardır .Bunlardan ilki klasik stilde,belli bir kişiyi işaret etmeyen
alışılmış görünümde sakallı biri olarak ikincisi ise Hellenistik bir hükümdar gibi
betimlenmiştir90
.
Sabinuslar kralı Titus Tatius
Roma kralı Ancus Marcius
90
Horst Blanck, a.g.e.,132-133.
91
T.Quinctius Flamininus
Romalı T.Quinctius Flamininus ise önemli diğer belge bir altın stater üzerinde
görülen portredir.Sikke,Romalıların Kynoskephalia zaferinden (İÖ 197) sonra bastırılmış olup
Quinctius zamanının tek örneğidir.Saç biçimi burada serbest bırakılmış, orta uzunlukta, orak
biçiminde ve başın epeyce arkasından enseye ve alına verilen saç lülelerinden
oluşmaktadır.Tasvir edilen kişinin kısa bir de sakalı vardır.Burada saç ve sakal biçimi o
zaman yaşamış Hellenistik hükümdarlarınkine, örneğin Quinctius’un rakibi Makedonya kralı
Filip V.’e benzemektedir.Napoli deki Cupua’da bulunmuş altın bir yüzük üzerindeki
portrenin Büyük Scipio Africanus olduğu sağlam kanıtlarla ileri sürülmüştür; bunda düz saç
tellerinin bir bölümü tepeden alına doğru taranmış, geri kalanları enseye iner biçimde
görülür.Böyle nispeten uzun ense saçıyla baş, yine Hellenistik dönem diadokhos portleri ile
ortak yönler taşır; düz fakat karışık saç ise, orta İtalya’daki kim olduğu belli olmayan ,
çoğunda sadece el işçiliğinin ön plana çıktığı başlarda görülmektedir. Burada, gerçekten Orta
İtalya’daki bir saç modasının mı, yoksa orta İtalya heykeltraşlığı stil özelliğinin mi söz
konusu olduğunu söylemek oldukça zordur91
.
91
A.g.e.,133-134.
92
Kadın başı, Palestrina Arkeoloji müzesi Prenestino
Praeneste’deki İÖ 3 yy.’a tarihlenen kadın büst ve portre grubu, alın üzerinde ayrılan
ve başı kapatan, başın arkasında toplanan bir saç kabarıklığından dolayı doğrudan dğruya
Hellenistik –Yunan saç biçimi ile karşılaştırabiliriz.Yazılı kaynaklar en eski dönemler için
erkeklerin uzun saçlı ve sakallı olduklarını bildirirse de, bunlarda söz konusu olan saç
biçiminin Etrüsklerinkinden pek farklı olamayacağı tahmin edilir, zira Etrüsk tasvirleri
Yunan-Arkaik saç biçimi ile birçok yönden benzerlik göstermektedirler.92
Portrelerden anlaşıldığına göre İÖ 1yy.’dan yaklaşık olarak İS 1 yy. ortalarına kadar
erkeklerin genelde oldukça kısa, ortadan ayrılmamış ve alına taranan sade bir saç biçimine
sahip oldukları görülmektedir.Romalılarında gösterişsiz bir saç biçimine sahip olmak, iyi örf
adet gereğiydi; bu kurala uymayan, saçını çok özenli tarayan, pomatlayan veya sıcak maşayla
ile kıvıran, sadece bundan dolayı toplum içerisinde kuşkulanılacak bir kişi haline
gelebilirdi.Daha sonra Nero ,Domitianus ve özel kişilerin portrelerinde görülen bir saç modası
doğmuştur; bu modaya göre saç, üst üste gelen birçok sıra durumunda kesilir, özenle kıvrılmış
ve orak biçiminde başı kaplardı.Bu saç biçimi coma in gradus formata olarak adlandırılır93
.
92
A.g.e.,134. 93
A.g.e.,134.
93
İmparatorların saç biçimi ile özel kişilerinki arasındaki benzerlik daha ileride devam
etmiştir.Traianus döneminde saçlar düzgün bir şekilde alına taranmış, Hadrian dönemiyle
Antoninuslar dönemi başlarında lüleler halinde dalgalıya dönüşmüş, bu dönemden Septimus
Severus’a kadar dolgun çok sayıda küçük ve yanmış izlenimi veren küme şeklinde saç lülesi
yığını durumunu almıştır.Romalılar matem tutarken bıraktıkları kısa sakal dışında, normalde
sakalsızdırlar.İlk kez Hadrianus ile, büyük ihtimalle onun teşviki ile, başlayan top ya da kaba
sakal, daha sonraki dönemde genel bir modaya dönüşmüştür. Önceleri kısa olan sakal,
Antoninuslar ve Severuslar döneminde daha da uzatılmış, özenli ve kıvırcık bir hal almıştır.
Adeta buna bir tepki olarak İS 3 yy.’da asker imparatorlar ile birlikte, genelde kısa asker
kesimine geçilmiştir; bu dönemde kaba sakal da oldukça kısa tutulmuştur94
.
94
A.g.e.,134-135.
94
Titus Fulvius Aelius Hadrianus Antoninus Augustus Pius
Konstantin döneminde kendisini göstermiş, bir sonraki nesilde tekrar genelde alna
taranan uzun saç ve sakalsızlık alışılmış bir hale gelmiştir. Kadın portreleri açık bir şekilde
göstermektedir ki, saç modasındaki değişim, döneminin İmparatorluk saray çevresinin
kadınlarının saç biçimine bağlı olarak gelişmiştir. Aynı saç modasının sürekli olarak Roma
İmparatorluğunun en ücra köşelerine kadar portrelerden tespit edilmesi, İmparatoriçelerin
portrelerinin her tarafa hızlı olarak dağılıp genel moda için belirleyici olduklarını
göstermektedir. Yani İmparatoriçe portreleri dizisi, İmparatorluk dönemindeki saç modasının
değişimi için, elimizdeki en sağlam veridir. Erken Augustus döneminde saç, şakaklar
üzerindeki gevşek, öteki kesimlerde sıkı kıvrılarak başın arkasında bir topuz biçiminde
toplanırdı; ayrıca bir tutam saç da ortadan ayrılarak öne getirilir ve alın üzerinde yassı bir
düğüm ile bitirilirdi. Augustus’un kız kardeşi Octavia’nın sikkelerindeki bu saç biçiminde
görülmesinden ötürü, arkeolojide Octivia saç modeli olarak adlandırılan bu saç biçimi, yerini
ensede saçın örülerek bağlandığı biçime bırakmıştır. Claudius döneminde kısa saç lüleleri
sıralarının alına ve şakaklara verilmesi ile zenginleşmiştir. Daha sonra Flaviuslar döneminde
Traianus’un yönetimine kadar süren gösterişli bir moda başlamıştır. Ek bir takma saç
kullanmadıkça gerçekleştirilemeyecek bu saç biçiminde alnın üzerinde neredeyse virtüozca
hazırlanmış bir taç gibi yükselen bukleler bulunurdu. Buna karşılık Hadrianus ve
Antoninuslar dönemi saç biçimi ise, yine sadeleşmiştir. Gevşek dalgalı saçlar önceleri
yüksekçe bir saç kasnağı ile sonraları ise başın arkasında düğümlenerek tutturulur veya bir file
içine sokuşturulurdu. Septimus Severus’un eşi Julia Domna’nın yıllarında ise tekrar kıvır kıvır
bir saç biçimi görülür; çoğu zaman uzun ve dolgun bir saç örgüsü kulakların üzerinden başın
arkasına verilirdi. Bazı tasvirler bu tarz saç biçiminin bir peruk olduğunu açık bir şekilde
göstermektedirler. Sonra, yeniden saç uzatılmasına, düz ya da sıcak maşayla kıvrılmış lüleler
95
halinde başı kavrayan bir miğfer biçimi verilmesine başlanmıştır. Başın arkasını bir saç filesi
veya düz bir bağ süslerdi; -yaklaşık İS 240 yılından itibaren – bundan bir ayırım çizgisiyle,
öne doğru verilen bir saç örgüsü uzatılmasına başlanmıştır; bu örgünün uzunluğu ise gittikçe
artmıştır. İS 3 yy.’ın sonuna doğru –İmparator Aurelianus’un eşi Severina’nın sikke
portrelerinde olduğu gibi ayrılmış saç örgüsü alın üzerinde bir halka biçiminde kendisini
gösterir. Bu saç biçimi 4 yy. süresince daha kabarıklaşırken, aynı zamanda eski modayı,
Hadrianus- Antoninuslar dönemi saç biçimini hatırlatır biçimleri de ortaya çıkmıştır95
.
Satirikler gibi yazarlardan öğrendiğimize göre, saç ve sakal bakımı bazı kişiler için
günlük yaşamda önemli ve çoğunlukla abartılmış bir rol oynamış olmalıydı. Köleleri arasında
bir berbere (tonsor) sahip olmayan kişiler, berber dükkânına giderlerdi, bu tonstrinae süse
düşkünlerin ve meraklıların bir buluşma yeri olmuştu. Saç boyama özellikle kadınlar arasında
yaygındı. En sevilen ton ise tıpkı Germania’lı kadınların açık renk saçlarından yapılmış
perukların tercih edildiği gibi, sarışındı. Taraklar ise saç iğneleri ve benzeri nesnelerden
genelde fildişi ve değerli metal gibi pahalı maddelerden yapılmış birçok orijinal parça ele
geçmiştir.
Roma kadın saç stilleri
95
A.g.e.,135-138.
97
ROMA’DA ÖLÜ KÜLTLERİ
Romalılarda ölü törenleri, ölümden hemen sonra gerçekleşen bir conclamatio
(yakınma, ağıt yakma) ile başlardı. Bu ölünün akrabalarının birçok kez ona ismi ile
seslenmesiydi. Ölünün tabuta ve katafalka konulmasında çeşitli hazırlıklar yapılırdı. Önce ölü
yıkanır, merhemlenir be bazı durumlarda bozulmasını önlemek için mumyalanırdı. Katafalkta
tutulma yüksek kademedeki önemli kişilerde yedi güne kadar sürebilirdi, giydirilir ve
süslenirdi. Giysi ve süslenme ölen kişinin konumuna göre olurdu. Bu işler ailenin kadın
üyeleri tarafından görülürdü. Daha sonraki dönemlerde bu konu bir cenaze firmasından
(libitinarius=Cenaze tanrıçası Libitina’nın adından) uzman kişiler (pollinctores) tarafından
yapılması yoluna gidilmiştir. Ölünün tabutunun bir tören yatağı (lectus funebris) üzerinde
bekletildiği süre içerisinde evde belli bazı geleneksel işlemler yerine getirilirdi. Mumlar ve
günlük yakılır flüt eşliğinde ağıtlar söylenir ve gece ölü beklemesi için bir araya gelinirdi96
.
96
A.g.e., 200.
98
Haterier’nın mezarı. Ağıt yakan kadınlar ve müzikçilerle bir katafalktaki ölü.
Vatikan Müzesi.
Polybios ünlü bir betimlemesinde (VI, 53) bize kendi döneminde (İÖ 2 yüzyılda) üst
tabakadan seçkin aile üyelerinin ölüsü tabuta konulduktan sonra nasıl bir işlem gerçekleştiğini
aktarır. Ölü bir cenaze alayı ile Forum’daki rostra’ya yani konuşmacı kürsüsüne götürülür,
orada iyi görünecek şekilde çoğunlukla dik ve bazen de yatırılmış durumda konulurdu. Sonra
oğlu veya başka bir erkek akrabası ölü üzerine bir söylev verirdi. Laudatio funebris denilen
bu konuşmada, ölen kişinin iyiliklerinden ve faziletlerinden bahsedilir, bu arada ailenin ataları
da övülürdü. Cenaze alayına-bu, en ilginç olanıdır-bir araba içinde, ölünün geçmiş aile
büyüklerinin maskelerini takmış, elbiselerini giymiş aile büyüklerinin maskelerini takmış,
elbiselerini giymiş ve kişinin makamına ait rütbe işaretleri ile tiyatro oyuncuları eşlik
ederlerdi. Rostrada laudatio funebris esnasında bunlar ir sıra curulis denen sandalyeye oturur,
böylece sanki geçmişteki aile büyükleri de bu törende yer alıyormuş gibi bir izlenim verilirdi.
Polybios’un kişinin yapısını doğru biçimde verdiğini belirttiği bu portre maskeleri, gelenek
olarak aile bireyinin ölümünden sonra evin atriumunda bir sandık içinde korunmaya alınır ve
bayram günlerinde çelenk ile süslenirdi. Diğer kaynaklardan (Plinius,nat.hist.35,6)
99
öğrendiğimize göre bu imagines maiorum’lar balmumu maskelerdi. Modern arkeoloji
literatüründe bunlar, genelde yanlış olarak ölünün yüzünden kalıp çıkararak yapılmış
maskeler olarak gösterilir ve ünlü Roma geç Cumhuriyet dönemi gerçekçi biçimindeki
portreleri bunlardan türemiş olarak gösterilir. Ama bu tür düşüncelerin somut bir dayanağı
yoktur. Laudatio funebris’den sonra ölü, şehrin dışındaki gömüt yerine götürülmekte ve orada
ya gömülmekte ya da yakılmaktaydı. Ölünün toprağa verilmesi ve yakılması adetleri bütün
dönemlerden birinin diğerine belli bazı dönemlerde ağır bastığı olmuştur. Örneğin
Cumhuriyet döneminde yakma yönteminin ağır bastığı bir zaman dilimi içinde ünlü
genslerden Cornelius’lar, ölüyü lahit içinde gömme yolunu seçmişlerdir. Bu sadece yazılı
kaynaklarla değil, Scipio Cornelius’lar ve daha başka Cornelius’lar için arkeolojik olarak da
saptanmıştır. Diğer yandan İS 2 yüzyılda başlarından itibaren ölünün gömülmesi daha çok
yaygınlaşmış ve bu lahit üretiminin artmasına neden olmuştur. Ölü, bir odun yığını üzerinde
yakılırdı; odun yığınının da –ölünün kendisi gibi- süslendiği olurdu. Yakma sırasında yine
ağıtlar okunurdu. Sonra kemiklerden arta kalan, süt ve şarapla sulanır ve bir küp içinde
gömülürdü. Ölünün mezara gömülmesi ile ilgili gelenekler için antik kaynaklar fazla bilgi
aktarmazsa da arkeolojik kazılar birçok durumda parçalar halinde de olsa ölü ile beraber
gömülen buluntular ortaya çıkarmıştır. Polybios tarafından sözü edilen o cenaze işlemleri,
Roma toplumunun yüksek derecedeki kesimi içinde gerçekleşmekteydi. Bu gömme şeklinin
tam tersine yoksul halk tabakasının mezarlarında ölü sadece basit bir şekilde açılmış bir
çukura bırakılırdı; Cumhuriyet döneminde ise Roma’nın Esquilina tepesine gömülüyorlardı.
Onurlu bir şekilde gömülmek için, zamanla birçok gömüt derneği (colligia funeraticia)
kurulmuştur. Bunlar kendilerine ödenen aylık belli bir ücret karşılığı, ölen üyeleri için iyi bir
gömme töreni yapıp mezarlıklarda tek kişilik bir yeri ayıracaklarını garanti ediyorlardı97
.
Mezarlar biçimleri bakımından büyük fark gösterir, bu sadece ayrı dönemler ve
bölgeler içinde değil aynı zamanda belli bir dönem içinde tek bir bölgedeki mezarlar içinde
geçerlidir.12 levha kanunları ölünün şehir sınırları içerisinde gömülmesini yasaklamaktaydı.
Bundan dolayı şehir kapısı dışında, kent dışına giden yollar boyunca birçok mezar vardır. Bu
mezar yolların en tanınmışı, Roma önündeki via Appia’dan kalan parçasıdır; bunun tersine
Pompei’de Herculaneum kapısı önündeki mezar yolu, anıtları bakımından bugüne kadar daha
iyi durumda gelmiştir. Farklı mezar mimarilerinin çeşitliliği içinde bu yol geç Cumhuriyet ve
erken İmparatorluk döneminde çok görülen anıtsal mezar tiplerinin çoğunu somut olarak
gözler önüne serer. Bu dönemde mimari açıdan büyük yapılı mezarlar ya tek bir kişi ya da az
sayıdaki aile bireyleri için yapılırken, mimari olarak o kadar gösterişli olmayan ve genelde
97
A.g.e., 201-203.
100
toprak altında bulunan yerlerin ise birçok ölü külü kabının konulması için hazırlandıkları
söylenebilir. Ailelerin özene bezene kendi sosyal yapılarını gösterdikleri anıtsal mezar
yapıları grubu içerisindeki kule biçimde mezarlar(örneğin Capua’daki Conocchia), büyük bir
kaide üzerine oturulan altar biçimindeki mezarlar(örneğin Pompei’deki M.Porcius
mezarı),büyük bir yarım çembersel oturma bankı biçimindeki anıtsal mezarlar (örneğin
Pompei’deki Mamia mezarları) ve silindirik mezarlar (örneğin Via Appia’daki Caecilia
Metella mezarı) birçok yönü ile Etrüsk tumulus’larının etkisi altındadırlar. Bunun yanı sıra
bireysel bazı formlar da vardı. Fırıncı Eurysaces’in Roma’daki mezarı veya Cestius piramidi
burada örnek olarak verilebilir. Bu mezarlarda dışarıdan görülen yapının içinde, içine urna
yani kül kabı konulacak olan asıl mezar odası ya ikincil bir önem taşır ya da hiç yoktur, o
durumda mezar, gömülü kül kabının üzerine doğrudan doğruya yapılmıştır98
.
Capua’daki Conocchia kule biçiminde mezar
98
A.g.e., 203-204.
102
Cestius Piramidi
Bu çeşide benzemeyen ve yer altında bulunan grup mezarlarının özelliği ise, odanın
sık sık yeni getirilen ölü külleri içinde kullanımından dolayı, duvarlarda yan yana birbirlerine
çok yakın sıralanmış kovukların bulunmasıdır. Bu görünümleri ile bir güvercinliğe
benzediklerinden columbarium olarak adlandırılan bu mezarlar 700 tane ayrı ölü külünü
alacak kapasitedeydiler. Buraya gömülenler genelde yoksul halk kesiminden insanlar, köleler
103
veya azat edilmiş eski kölelerdi ve bunlar ya bir columbariuma sahip olan bir aileye mensup
olmalarından ya da bir mezar derneğinin üyesi bulunmalarından ötürü buraya gömülme
hakkına sahiptiler.
Roma.Vigno Codini’deki columbarium.
İS 2. yüzyılda o zamana kadar görülen gömüt türlerine, Ostia yakınlarında Isola
Sacra’da, Roma’daki San Pietro’nun altındaki nekropolde ve Roma’da Via Latina’da iyi
korunmuş durumda görüldüğü gibi, ev biçimindeki mezarlar da katılmıştır. Burada ölü külü
kabı yanı sıra cesedin bir lahit içerisine bırakılmasına da gittikçe daha sık rastlanmaktadır.
İçerisinde sanatsal açıdan oldukça iyi verilmiş örnekleri ile çok küçük formattaki ölü külü
gömütünün yanında büyük lahitler genelde mermerden yapılmakta, etrafındaki kabartmalar ile
orta ve geç İmparatorluk dönemi Roma sanatının çok anlamlı birer heykeltıraşlık örnekleri
vermektedirler. Bunlarda süs motifleri(örneğin av, savaş, düğün, zanaat ve mesleki konular,
çocukların yaşamı) sahneler canlandırılırdı. Çok sayıdaki ölünün bir arada gömülmesini
sağlayan katakomblar, önce yakılan ölülerin küllerinin bırakıldığı columbariumların yerini
almış, zamanla da Hristiyan mezarlıkları olarak yerleşmiştir. Mimari açıdan az veya çok bir
süslenme ile görülen bu mezarlar ile birlikte, her dönemde ceset veya ölü külü kabının
indirildiği torak altı mezarı da kullanılagelmiştir. Bu kategori içerisinde de yine, ölü külü
kabını veya cesedi örten basit kiremit semerlerden, kül kabı diye kullanılan amforlardan ya da
tabutlardan lahit biçimi taş sandıklara veya ahşap tabutlara kadar farklı biçimler vardı. Bu
mezarların en yoksulları, ya yere diklemesine konulmuş bir amfora ile ya da üzerinde ölünün
104
ismi bulunan bir mezar taşıyla dışarıya belli edilirdi. Mezar taşının üzerinde başka yazılar ve
süsler de olabilirdi. Bu mezar türlerinde büyük bir form zenginliği vardır, aynı zamanda
birçok bölgeye özgü çeşitleri de görülür. Büyük anıtsal mezarların belirlenmiş bir toprak
parseli üzerinde yer alması gibi, yer mezarları da çoğu zaman, özellikle bir aileye ait birden
çok mezar bulunması durumunda, diğer mezarlardan belli bir sınırla ayrılmış, çevresi
belirlenmiş bir parsel üzerinde olurdu, bu parselde de mimari bir süsleme bulunabilirdi. Mezar
parselinin yüzölçümünü belirten, mezarın tahrip edilmesine veya satılmasına ya da devrine
karşı uyarıcı birçok yazıtlar ele geçmiştir.
Ölen kişinin toprağa verilmesinden sonra ölü kültü çerçevesinde, mezarın başında
silicernium denilen bir cenaze yemeği verilirdi ve burada Ceres’e domuz, evde ise Laren’lere
bir koyun kurban edilirdi. Başka bir kabir yemeği de ölümün dokuzuncu gününde mezarda
ölüye bırakılan hediyeler ile yaslı aile bireylerini bir araya getirirdi. Parentalia adı verilen ve
her yıl şubat ayında yapılan dokuz günlük ölü törenlerinde, ölülere ufak armağanlar olarak
mezarlarına meyve, şarap ile yumuşatılmış ekmek ve çiçek bırakılırdı. Ölünün doğum
gününde de anılması ve kurban kesilmesi bir gelenekti99
.
99
Horst Blanck,Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, çev.İslam Tanrıkurt (İstanbul: Arion Yayınevi, 1999),
105
ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Roma’da yasal bir evlilikle meydana gelen bir ailenin günlük yaşamı, hiç şüphesiz
günümüzdeki bir ailenin günlük yaşamından çok da farklı değildi. Çünkü tarih boyunca
değişen insan değil, teknolojidir. Elbette Romalıların da inançları, batıl inançları, gelenekleri,
aşkları, oynayacak oyunları, yemekleri, inşaat teknikleri, yol ağları, makineleri, silahları,
beslenme şekilleri, giysileri, ilaçları, resim ve müzik zevkleri, ruh halleri, iş koşulları ve boş
vakitleri vardı.
Bundan iki bin yıl öncesinin Roma toplumu sağlığına ve temizliğine özen gösterirdi.
Politikadan vergilendirmeye kadar her şey tamamıyla yasalara bağlanmıştı ve kontrol
altındaydı. Antik mekânların turistik ziyaretlerine, evde çeşitli koleksiyonlara ve gürültülü
eğlencelere önem veriyorlardı. Roma’da ve büyük şehirlerde botanik ve hayvanat bahçeleri,
resim ve heykel sergileri, şiir, edebiyat, müzik yarışmaları yapılırdı. Üzerine belirli harfler
kazınmış bilyeler, tiyatro, amfitiyatro ve sirklerin girişlerinde bulunurdu. Kişinin oturacağı
bölüme ve yere işaret edenler de vardı. Eşiklerdeki taşlarda bulunan ayak izi şeklindeki
oymalar, yürüme yönüne işaret ederdi. Böylece bir kapıdan insanlar, sağ taraftan geçmek
suretiyle, aynı anda hem girip hem çıkabiliyorlardı. Yollarda araçların trafiği de genel olarak
yine bu yönden akıyordu.
Romalıların yaşadığı apartmanlarda, bir numaralı kat ikinci kattı ve yukarı çıkıldıkça
katlar ve daireler daha gösterişsiz oluyordu. Hepsinin sokağa bakan pencereleri vardı ve bu
daireler sıklıkla ahşaptan bir merdivenle birleştiriliyordu. Roma’da bol olan ve kurşun borular
sistemi aracılığıyla her yere ulaştırılan su, çoğu zaman bu binalarda ikinci veya üçüncü kata
çıkacak kadar basınçlı olmuyordu. Bu yüzden üsttekiler suyu basit kovalarla ve aynı zamanda
yiyecekleri de tepeye ulaştıran yukarı çekmeye yarayan sistemlerle alıyorlardı. Çatı katları
ahşaptan olduğundan ve ısıtma sistemleri iyi binalarda olduğu gibi merkezi olmayıp sobalarla
yapıldığından ve aydınlatma da güvenli olmayan toprak lambalarla gerçekleştirildiğinden
yangınlar bu binalarda kolaylıkla yayılabiliyordu. Roma’da bol su bulunurdu. Şehrin üstünde
yükselen, sifonları ve gerekiyorsa kum ve taşlarla su arıtma tesisleriyle büyük sukemerleri
belirli bir noktada birleşiyordu. Roma’ya gelen suyun tamamı içme suyuydu.
Roma trafiğe kapalı bir şehirdi. Yollar, sadece yayalara ayrılmış durumdaydı ve
taşıtlar belirli malların yerine ulaştırılabilmesi için sadece geceleri geçici olarak girebiliyordu.
İnsanlar genelde her yere yürüyerek giderdi. Bayramlar, zaferler ve askeri geçitler dışında
şehrin içinde çok az at kullanılırdı. Yollar tercihen düzdü ve dağlardan tüneller, vadi ve
106
nehirlerden köprüler aracılığıyla geçilirdi. İmparatorluk zamanında sokaklarda hijyeni
korumak için bu konu teşvik edilmişti. Bloklarda biriken çöplerin toplanması hizmeti
olmadığından sokaklar her gece yıkanır ve süpürülürdü. Bunun dışında dev kanalizasyonlar
olduğundan sel baskınları önlenebiliyordu. Geceleyin şehrin aydınlatılması için, silindir
şekilli gövdesi olan bronz sokak lambaları kullanılırdı. Evlerin kapılarında da bu lambalardan
veya uzun süre yanan meşaleler vardı. Sokaklar günümüzün polisine benzer bir teşkilat
tarafından gözaltında tutulsa da, yoldan geçenleri ardından lamba veya meşaleleriyle
hizmetçileri takip ederdi. Tüm şehir mahallelere bölünmüştü. Romalılar tarafından inşa
edilmiş şehirler, dikdörtgen şeklindeydi. Bu dörtgen yapı, ulaşımın kolay sağlanması için
şehrin içindeki sokaklarda da korunuyordu.
Roma’da hamamlar, oldukça önemli bir yere sahipti. Roma hamamlarının asıl
amaçlarıyla ilgili bölümlerinin dışında, kütüphaneler, resim sergileri ve konser salonları gibi
bölümleri de bulunurdu. Bunun yanında birçok Roma evinde banyo ve tuvalet de mevcuttu.
Bu imkânlara sahip olmayanlar için de herkese açık tuvaletler vardı. Bu tuvaletlerde akan su
bulunurdu. Kişisel hijyen amacıyla, kişiyi utandırmamak için, bir delikten bir sopanın ucuna
tutturulmuş su ve şarap sirkesine batırılmış bir doğal sünger uzatılırdı. Bu hizmet sadece
erkekler içindi. Hamamlarda ise kadınların ve erkeklerin kullanımı için farklı zaman dilimleri
belirlenmişti. Tüm bu hizmetler ücretsiz olup karşılığında sadece bahşiş verilirdi. Sirklere,
tiyatrolara ve amfitiyatro’lara giriş ise ücretli olup sadece bayramlarda halk ücretsiz bir
şekilde girebiliyordu. Romalılar, gladyatör oyunlarına büyük ilgi gösteriyordu. Bu oyunlarda
belirli özelliklere sahip erkekler karşılaşıyordu. Bu karşılaşmalarda taraflardan birinin ölmesi,
sık rastlanan bir durumdu.
Roma dünyasında yüzlerce tanrı, tanrıça ve farklı inanç bulunuyordu. Ancak resmen
tanınan bütün dinlere özgürlük tanınmıştı. Herkes, başkasının dini inancına saygı duyuyordu.
Dini inanç, imparatorun kontrolü altındaydı. İmparatorun kendisinin en büyük başrahibi
olduğu resmi dinin dışında, Augustus döneminde (M.Ö. 27-M.S. 14) üç yüz adet din
bulunuyordu. Roma’da tanrılar, Yunan tanrılarında olduğu gibi, insan formunda tasvir
edilmişti. En önemli tanrı, imparatorların koruyucusu da olan “Jüpiter”di. Çoğu yerel
tapınakta ibadetler, öbür dünya için rahatlık ve umut getireceğine inanılan “Mithras” ve
“Isis” adına yapılıyordu. Roma’da hayatın her alanını koruduğuna inanılan tanrılar vardı ve
insanlar, tapınaklarda bu tanrılar için kurbanlar sunuyordu. Tarihi eser niteliği taşıyan bazı
kaplar, tanrılara adanan hediyeler ve muskalar gibi din ile bağlantılı çoğu eşya, tapınaklarda
yapılan dini törenler esnasında kullanılıyordu. Bir Roma tapınağı, en basit şekliyle, bir ev
107
olabilirdi (Aedes). Roma’da tapınaklar, ibadet merkezi olarak kullanılmıyor, sadece tanrılara
adaklar sunulan kutsal yerler olarak kabul ediliyordu.
Müzik ve dans, Roma günlük yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Müzik; tiyatrolar,
dini törenler, gladyatör oyunları ve akşam yemeklerinde her mekâna uygun olarak mutlaka
çalınıyordu. Özellikle dini törenlerde, müziğin uğursuz sesleri yok ettiğine inanılıyordu.
Bronz başlıkları olan üflemeli çalgılar, kamıştan yapılıyordu. Bunların en önemlisi bir flüt
şekli olan “Tibiae” idi. Darbukalar ve ziller, ağırlıklı olarak kullanılan diğer müzik aletleriydi.
Roma’da kullanılan çoğu müzik aleti, Yunanlılardan alınmıştı.
Romalıların yemekleri çok bol olmazdı. Çok özel durumlarda resmi veya özel
saraylarda harika ziyafetler olurdu. Ancak normalde günde üç kere yemek yenirdi ve en çok
yemek akşamleyin olurdu. Pater familias’a eşlik eden kadın ve çocuklarla geçirilen akşam
yemeği sonrası sohbetlerde her türlü konudan konuşulurdu. Akşamdan kalanlarla da sabah
kahvaltısı hazırlanırdı. Oldukça geç yenen öğle yemeğinin temel gıdaları meyve, sebze, hafif
etler idi. Hindistan’da şekerkamışı çok yetişmesine ve Roma’nın Doğu ile ticari ilişkileri
olmasına rağmen şeker kullanılmazdı. Bunun yerine bol miktarda bal tüketilirdi. Ballı su,
meyve suları, bal likörü ve bira en fazla tüketilen içeceklerdi. Günümüzdekilere çok benzer
kaşık, çatal ve bıçaklar kullanırlardı. Aynı şey tabak ve servis tabakları için de geçerliydi.
Yemek için kullanılan divanların her birinde üç kişi dirseklerine dayanarak yan pozisyonda
yaslanmış bir şekilde yemek yiyebilirdi. Hizmetkârların geçebilmesi için arada bir boşluk
bırakılarak bu kanepelerden üçü bir araya getirilir ve ortaya alçak bir masa yerleştirilirdi.
Daha ziyade varlıklı ailelere özgü olan bu yemek yeme alışkanlığından, Romalıların lüks ve
rahat bir yaşama düşkün oldukları sonucu çıkartılabilir.
Roma’da bulunan hiyerarşik düzenin, Roma günlük yaşantısını da fazlasıyla
etkilediği unutulmamalıdır. Varlıklı aileler ile köle ailelerin bir gününü aynı şekilde geçirmesi
beklenemez. Peki, Roma’da bir aile, günü nasıl geçiriyordu? Günlük yaşam, Roma toplumsal
yaşantısını ne ölçüde etkiliyordu? Çalışmanın bu bölümünde Roma ailesinin bir günü, sabah,
öğle ve akşam olmak üzere 3 bölümde ele alınacaktır.
Sabah (Mane)
Romalılar, güne erken başlıyordu. Yataktan çabucak kalkmak ve giyinmek hiç de zor
değildi. Çünkü bir erkek veya çocuk, “Tunik” ile uyurdu. Elbise biçiminde, kolları kısa, dize
kadar uzanan ve belden bir kemer ile bağlanan tunik, sade veya çok süslü olabilir, değişik
yünlerden yapılabilirdi. Köleler kısa bir tunik giyerlerdi. Ancak ister uzun, ister kısa olsun
tunik, giyimi kolay ve rahat en temel Roma giysisiydi. Tunik, genelde köleler ve çocuklar
108
tarafından giyilmesine rağmen, daha sonra kadın-erkek herkesin evde de giyebildiği bir giysi
haline geldi. Tunik’in, Roma vatandaşlarına özgü bir giysi olan “Toga” ile karıştırılmaması
gerekir . Toga, Roma’da uygarlık ile eşanlamlı sayılır, toga’yı giymek için soylu bir kişilik
gerekli görülürdü. Toga giymek, Roma vatandaşlarını özgür olmayanlardan ayırırdı. Toga,
yarım daire şeklinde, yünlü dokumadan yapılmış, ağır bir erkek giysisiydi. Toga önce sol
omuzdan aşağı dökülür, sağ kolun altından dolaşır ve sonra arkadan sol omuzun üstüne
çıkardı. Değişik renkleri olan toga’nın, altın yaldızlı olanı ve mor rengi modaydı. Çok
kullanışlı olmayan toga, bu kıyafeti taşıyan kişinin toplumsal statüsünün bir göstergesiydi.
Erkek çocuk, ergenlik çağına gelene kadar “Toga Praetexta”, (çocuk toga’sı) ergenliğe
ulaştığında ise “Toga Virilis” (yetişkin toga’sı) giyerdi. Seneca, ergenlik yaşına gelerek toga
virilis’ini giyen bir çocuğun içindeki onuru şöyle anlatmıştır: (Sen. epist. I, 4, 2: “Tenes
utique memoria quantum senseris gaudium cum praetexta posita sumpsisti virilem togam et in
forum deductus es: maius expecta cum puerilem animum deposueris et te in viros philosophia
transscripserit. Adhuc enim non pueritia sed, quod est gravius, puerilitas remanet; et hoc
quidem peior est, quod auctoritatem habemus senum, vitia puerorum, nec puerorum tantum
sed infantum: illi levia, hi falsa formidant, nos utraque.”)
“Praetexta’yı bir kenara koyup delikanlılık toga’sını giyerek forum’a götürüldüğün
gün duyduğun sevinç aklından çıkmamıştır. Çocuksu ruhunu bırakıp felsefenin seni erkekler
listesine yazacağı gün daha büyük bir sevinç bekle. O güne kadar çocukluk değil, ondan daha
kötü bir şey; çocuksuluk kalmıştır üzerinde…”
Yataktan kalkan çocuk, gece çıkardığı “Amulet” (muska) veya “Bulla”yı (mühür)
yeniden takardı. Roma’da bu tür koruyucu simgeler taşımak, yaygın bir davranıştı. Bu
simgeler, kızlar için 8, erkekler için 9 gün olmak suretiyle doğumlarından sonra bebeklerin
boyunlarına takılıyordu. Amulet ve bulla’nın çocukları, şeytanın kötü güçlerinden
koruyacağına inanılıyordu. Çünkü Romalılara göre çocuklar, kötü etkilere karşı büyüklerden
daha savunmasızdı.
Roma’da üst sınıftan olan zengin aileler villalarda, alt sınıftan olan halk ise “İnsula”
adı verilen ve boyutları açısından farklılıklar gösteren apartman bloklarında yaşıyordu. İlk
olarak M.Ö. 3. y.y.’ın sonlarında inşa edilen insula’ların, nüfusun artması sonucunda ortaya
çıktığı söylenebilir. Yoksul ailelerin yaşadığı insula’lar, çökme tehlikesi olan ve kötü inşa
edilen yapılar olduğu için, insula’ların yüksekliği ile ilgili bazı kısıtlamalar getirilmişti. Buna
göre bir insula’nın yüksekliğinin en fazla 20-25 metre olması gerekiyordu. İnsula’nın en alt
109
katı genelde dükkânlar ve küçük işletmeler için kiraya verilirdi. Yukarı çıkıldıkça odalar daha
gösterişsiz olduğundan, en az istenilen oda, en üst kattaki oda oluyordu. Kadın ve erkek, bir
insula’nın dar ve sıkışık dairelerinde bulunan yatak odalarında bir arada yatmıyorlardı. Yatak
odaları, genelde tek kişilikti ya da nadiren aynı odada iki yatak bulunuyordu. Yataklar divan
tipinde ve ahşaptı. Yatak odaları çok büyük olmayıp, misafirlerin kabul edildiği oturma
odalarından ziyade, sadece uyku için kullanılan yerlerdi. Yatak odalarında, yatağın yanı sıra
bulunan diğer eşyalar arasında, giysiler, değerli eşyaların konulduğu dolaplar, masa ve tabure
sayılabilir. Tüm bu eşyalar, olası bir yangında kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Sabah yataktan daha geç kalkan kadın ise, köleler yardımıyla giyinir ve
makyajını yapardı. Roma’da kadınların giydiği kıyafete “Stola” deniyordu. Erkeklerin giydiği
toga’ya benzeyen stola, özgür veya köle, Romalı her kadının giyebildiği bir giysiydi. Stola bir
tunik üzerine giyiliyordu ve şala benzer uzun bir aksesuar olan “Palla” ile tamamlanıyordu.
Ovidius, elbise konusunda kadınlara mor rengin yakıştığıyla ilgili öğütler vermiştir. Yine
Ovidius, giyim kuşam ve süslenmenin dışında, güzelleşmeyi sağlayacak başka faktörlerin de
olduğunu söylemiştir. Ovidius’a göre güzelleşmenin amacı aşktır. Ovidius, güzelliğin
karakterde gizli olduğunu, yüz güzelliğinin geçici olduğunu ve en güzel yüzün bile bir gün
kırışıklıklarla dolacağını söylese de, kadınlar erkekleri etkilemek için sağlıklarını tehlikeye
atarak, abartılı makyajlar yapıyorlardı.
Kadınların güzel görünmek için kullandığı beyaz kurşun, en zehirli makyaj
malzemelerinden biriydi. Beyaz kurşun ve toz tebeşir pudra; kırmızı aşı boyası allık ve kül
göz boyası olarak kullanılıyordu. Taraklar, saç kıvırmaya yarayan maşa, aynalar, parfüm
şişeleri, cımbızlar, kadınların kullandığı eşyalar arasındaydı. Kadınların oldukça karışık ve
yapımı zor saç stilleri vard. Saç bakımı ya bir bayan kuaförü ya da bir köle tarafından
yapılıyordu. En sevilen mücevher inci olmakla birlikte, safir, zümrüt, kuvars, pırlanta ve
elmas, kadınların mücevher seçiminde kullandığı diğer önemli taşlardı. Roma’da çoğu
kadının kulakları delikti ve küpe, bilezik, yüzük ve kolye, en çok takılan takılardı. Sözü edilen
bu kadınlar, hiç şüphesiz varlıklı kadınlardı. Plinius, bir nişan partisinde imparator
Caligula’nın üçüncü karısı olan Lollia Paulina’yı saçına, kulaklarına, parmaklarına ve
boynuna taktığı 40 milyon sesters tutarındaki mücevherle gördüğünü söylemiştir. Plinius’a
göre Caligula, karısının bu kadar çok mücevheri olmasını nasıl karşıladığı sorusuna: “Bu
israfı önlemek için, kızım olursa kulaklarını keseceğim” cevabını vermiştir. Köleler ya da
maddi durumu daha düşük seviyede olan kadınlar ise güne kısa bir duş ile başlar, saçlarını
toplar, basitçe giyindikten sonra hemen evin işlerini yapmaya koyulurlardı.
110
Çocuklar, sabahın erken saatlerinde “Paidogogus” eşliğinde okullarına
giderlerdi. Özel öğretmen olan paidogogus, güvenilir bir köle ya da azat edilmiş bir köle
olabilirdi. Bu kişinin görevi, çocuğu okula götürmek, onunla okulda kalmak ve onu tekrar eve
getirmekti. Quintilianus’a göre başta baba olmak üzere, çocuğun eğitimiyle ilgilenecek olan
herkesin özellikle ahlaki açıdan olumlu niteliklere sahip olması gerekiyordu. Roma’da kız
çocukları da eğitilirdi. Ancak kız çocuklarının eğitimi, erkek çocuklarınınki kadar yaygın
değildi. Özellikle yoksul ailelerin kız çocukları daha ziyade, ev işlerini öğrenmeleri için evde
yetiştirilirlerdi ve erkek gibi çalışmak zorunda bırakılırlardı.
Okula giden çocuk, yazı yazmak için, taşınabilir ve içi mumla kaplı ahşap bir tabla
kullanırdı. Harfler, ucu sivri bir aletle mumun üzerine kazınırdı. Kitaplar, papirüsten yapılmış
rulo şeklindeydi. Çocuğu disipline etmek için dayak atılması, sık rastlanan bir durumdu.
Eğitimin önemli bir bölümünü ezber oluşturuyordu. Roma’da bir çocuğun, dinleyicileri
etkileyip ikna edebilecek kadar iyi konuşması onun iyi bir “Romalı” olduğu anlamına
geliyordu. Bu nedenle çocuğun eğitiminde hitabet sanatı (retorik) önemli bir yer tutuyordu.
Soylu ailelerin çocukları, okula devlet işlerinde önemli bir kariyer yapmak için gidiyordu.
Okuma yazmayı bile öğrenemeyen daha alt sınıftan olan pek çok Romalı çocuk için ise
eğitim, ticaret, zanaat ya da ev işlerini öğrenmekten ibaretti. Bu çocuklar, sabah saatlerini
çiftlikte, mutfakta ya da evcil hayvanların yanında geçiriyordu.
Roma evleri içe dönük yapıdaydı ve çok geniş değildi. Evler bir ailenin ve
bazen de kölelerin yaşayabileceği büyüklükteydi. Sade görünümlü olan dış kapılar ya uzun
koridora ya da direk evin en büyük salonu olan “Atrium”a açılırdı. Atrium, evin en önemli ve
merkezi bölümüydü. Atrium’un tavanında “Compluvium” adı verilen ve gökyüzüne bakan bir
açıklık bulunurdu. Yağmur suları, bu açıklık yardımıyla, atrium’un zemininde ve
compluvium’un altında bulunan havuzu doldururdu. Bu havuza da “İmpluvium” adı verilirdi.
Atrium’da yer alan mobilya ve eşyaların kalitesi, ev sahibinin statüsüne ve maddi durumuna
göre değişiklik gösterirdi. Atrium’dan, hem atrium’a hem de evin arka bahçesine açılan ve
pater familias’ın çalışma odası olan “Tablinum”a geçilirdi. Tablinum başlarda pater
familias’ın eşi ile birlikte kullandığı yatak odasıydı. Ancak daha sonra ev sahibinin
konuklarını da ağırladığı bir yer haline gelmiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere evde
yaşayan herkes, pater familias’ın hâkimiyeti altında olduğundan, tablinum, sanki bu
hâkimiyetin merkezi gibiydi. Tablinum’un her iki tarafında ise bahçeye açılan bir geçit
bulunuyordu. Buradan yatak odalarına, yemek salonlarına ve bahçeye geçilirdi.
Atrium’un zemini, geometrik desenlerle süslüydü. Mermer, Roma evlerinde
kullanılan en önemli dekorasyon malzemesiydi. Duvarlar, merdivenler ve zeminler
111
mermerden yapılmıştı. Atrium, evin merkezindeki tören alanı olmasına rağmen, evin diğer
bölümlerinde de bazı kutsal mekânlar oluşturulmuştu. Bu kutsal mekânlardan en önemlisi
“Lares” ve “Penates” için hazırlanmış ve minyatür bir tapınak şeklinde olan “Lararium”du.
Lares ve Penates, ev halkını koruduğuna inanılan ev tanrılarıydı. Koruyucu anlamına gelen
“Lar” kelimesinden türetilen Lares, hem kamusal alan için, hem de kişiler için olabilirdi.
Penates’in ise daha çok evin erzak ve kilerini koruduğuna inanılırdı. Ev halkı, bu iki tanrı için
de her sabah lararium’da kurbanlar sunardı. Lararium’da aynı zamanda bebeklere isim
verme, ergenliğe girme ve evlilik törenleri gibi törenler de yapılıyordu.
Romalılar, zamanı güneş saatine göre belirliyorlardı. Bir dikilitaşın
gölgesinden yararlanmak, bunun en belirgin örneğidir. Bunun yanında ölçekli bir kap içindeki
su seviyeleri yardımıyla zamanı ölçen su saatleri de kullanılıyordu. Roma’da gündüz ve gece
12 saat olarak bölünmüştü ve gün ortası, altıncı saat olarak kabul ediliyordu.
Romalılar, evlerindeki banyoyu lüks için değil, sadece sağlık ve temizlik için
kullanıyorlardı. Burada günlük olarak bacaklarını ve kollarını yıkıyorlar, haftada bir kere de
tüm vücutlarını yıkıyorlardı. Bu amaç için ayrılmış odaya “Latrina” deniyordu. Latrina, bir
Roma evinde, sıcak suyun kolayca temin edilebilmesi için mutfağa en yakın yere yapılıyordu.
Latrina, aynı zamanda Roma’da tuvaletler için de kullanılan bir terimdi. Ancak her evin böyle
bir konforla inşa edilmediği unutulmamalıdır. Evlerinde latrina bulunmayanlar için,
sokaklarda çok sayıda halk tuvaleti bulunuyordu. Hem ev hem de halk tuvaletlerinde kişi, alt
kısmından kanalizasyona doğru sürekli su akan bir deliğin üzerine otururdu. Evde bulunan
latrina’larda oturma yerleri, odanın kenarları boyunca sıralanırdı. Halk tuvaletlerinde ise
kadın ve erkek ayrımı yapılmıyordu. Bu durum, Romalıların giyim tarzıyla açıklanabilir.
Nitekim böyle yerlerde örtünmek için tunik, pantolondan daha kullanışlıdır.
Roma’da su, bol miktarda bulunurdu. Yaşam için gerekli olan en temel ihtiyaçlardan
biri olan suyun kaynağının bulunması, evlere, sokaklara ve hamamlara ulaştırılarak insanların
kullanımına sunulması gerekiyordu. Romalılar, suyun yerleşim yerlerine ulaşabilmesi için çok
gelişmiş bir su kemeri ve kanalizasyon tekniği kullanmışlardır. Su kemerleri, kurşun borular
yardımıyla suyun taşınmasını sağlıyordu. Boru yapımında kullanılan kurşun zehirli ancak
ucuz bir metaldi. Romalıların inşa ettiği su kemerleri, suyun tüm şehre ulaşmasını sağlarken,
kirli ve atık içeren sular, kanalizasyonlar yardımıyla Tiber Nehri’ne dökülüyordu. Şehrin en
önemli kanalizasyonu günümüze kadar kalabilmiş olan “Cloaca Maxima”ydı.
Roma’da tam anlamıyla bir üretim mekanizması oluşturulmuş değildi. Üretim, köle
gücüne dayanıyordu. İnekler, et ve sütlerinden çok, derileri için önemliydi. Peynirler, keçi ya
112
da koyun sütünden yapılıyordu. Ekmek, odun kömürü ile ısıtılan fırınlarda yapılıyordu.
Romalı tüccarlar ve zanaatkârlar, sokaklarda mallarının türlerine göre sıralanmıştı. Bir sokak
peynirciler için ayrılmışken, başka bir sokak dericiler için ayrılmıştı. Deri, tekstil, ahşap,
çanak-çömlek, metal ve cam işçiliği, gözde mesleklerdi. El sanatlarıyla uğraşan işçiler, kendi
dükkanlarında çalışıyordu. Hazır yemek dükkânları ve küçük işletmeler, Roma sokaklarında
sık rastlanan mekânlardı. Tavernalar, şarap dükkânları ve “Thermopolium” bunlardan
bazılarıydı. Thermopolium, sıcak içki ve yemek satan lokantaydı Yemek pişirmenin tehlikeli
olduğu ve yangın çıkma ihtimalinin olduğu ahşap evlerde oturan aileler, taze ve sıcak yemek
için thermopolium’dan alış veriş yapıyor olmalıydılar.
Öğleden Sonra (Meridianus)
Romalı aileler, sabah koşuşturmasının ardından, zamanlarının bir bölümünü evlerinin
bahçelerinde geçiriyorlardı. Bu bahçe, varlıklı aileler için bir villa bahçesi, daha alt sınıftan
olan aileler için bir insula’nın avlusu olabilirdi. Villa bahçesi, villada yaşayan ailenin
kendisine aitken, İnsula avlusu, bir insula’da yaşayan herkesin kullanması içindi. Bununla
birlikte, yoksul Romalıların gidebilmesi ve bahçe keyfini yaşayabilmesi için, şehir
merkezinde halka açık bahçeler de bulunuyordu. Küçük suyolları, çeşmeler, çitler, tablolar,
yemek için kullanılan kanepeler, havuzlar, heykeller, değişik ağaçlar ve bitkilerle süslenen
bahçeler, adeta Roma sanatının bir minyatürü gibiydi. Bu bahçelerde, gül, menekşe, sümbül
gibi süs bitkilerinin yanında, nar, ayva, rezene, maydanoz gibi tüketim amacıyla üretilen
bitkiler de bulunuyordu. Bahçeler, bahçıvanların gözetimi altındaydı. Roma evlerinin
bahçelerinde bir de kutsal bir alan ayrılmıştı. Burada bahçe ve bereket tanrısı olan
“Priapus”un heykeli bulunuyordu.50 Villalarda oturan varlıklı aileler için, bahçede yemek,
günün en keyifli faaliyetlerinden biriydi. Bu iş için, bazı evlerin bahçelerine bir tentenin
altında ve havuzun yanında bulunan özel yemek odaları kurulmuştu. Bu alan, Plinius’un
Toscana’daki villasının bahçesinde de yer aldığı gibi, ortasında küçük bir havuzun bulunduğu
beyaz mermer bir alandı. Bazı yiyecekler, soğuması için bu havuzun içinde yüzdürülürdü.
İnsula’da oturan ailelerinse dışarıda yemek yeme keyfini yaşaması söz konusu değildi.
Öğleden sonra güzel vakit geçirmenin en iyi yollarından biri, hiç şüphesiz oyunlardı.
“Aşık”, en sevilen oyunlardan biri olup, oyun tahtası üzerinde zarla oynanan bir oyundu. Bir
diğer oyun çeşidi, bir tahmin oyunu olan “Morra” idi. Bu oyunda oyunculardan biri,
parmaklarını, belli sayıları işaret edecek şekilde havaya kaldırıyor, diğer oyuncular da doğru
sayıyı tahmin ediyordu. Morra’yı karanlıkta oynamak ve doğru sayıyı bilmek, mucize olarak
görülüyordu. Bir başka tahmin oyunu ise oyuncuların avuçlarına gizledikleri çakıl taşı sayısını
tahmin etmek üzerine kurulu olan “Par İmpar”dı. Bir tabla üzerinde piyonlarla oynanan ve
113
amacı, karşıdaki oyuncunun tüm piyonlarını almak olan “Duodecim Scripta”, altı harfli
sözcükler kullanarak anlamlı cümleler oluşturma üzerine kurulu olan “Tabula” ve piyonların
damalı bir oyun tahtası üzerine dizilerek satrançtaki gibi değişik yönlere hareket ettirilmesiyle
oynanan “Ludus Latruncularum” sevilen diğer oyunlardı.
Bu oyunlarla oynamak istemeyenler, evcil hayvanlarla da oynayabilirdi. Köpekler
kadar kuşlar da, Roma’da en sevilen evcil hayvanlardı. Lesbia’nın serçesi, bunların içinde en
ünlüsüdür. Vaşak, maymun, yılan ve baykuş gibi hayvanlar da evcilleştirilmiş diğer
hayvanlardı. Romalıların hayvanlara duyduğu bu sevginin yanında, avlanmaya da büyük ilgi
gösterdikleri unutulmamalıdır. Bazı vahşi hayvanlar, arenalarda avlanıyor veya insanlar
tarafından katlediliyorlardı. Hatta sırf bu hayvanların katlini izleme zevki için, Kuzey Afrika
ve Orta Doğu’daki aslan, kaplan, su aygırı ve fil nüfusu ortadan kaldırılmıştı.
Romalıların “Balneae” veya “Thermae” adını verdikleri hamamlar, varlıklı veya
yoksul herkesin, öğleden sonra en uzun zaman geçirdiği tek yerdi. Çünkü Roma’da hamamlar,
sadece temizlik amacıyla gidilen mekânlar değil, içinde spor salonları, konferans salonları,
kütüphaneler ve gezinti yerleri de bulunan sosyal buluşma yerleriydi. Hamama gitmek,
Romalıların yaşam biçimi haline gelmişti. Hamamda iyi vakit geçirmek, sadece belli bir
azınlığa özgü değildi. Nitekim Roma’da hamamlar, küçük bir ücret karşılığında herkese açıktı
ve çocuklar hamamlara ücretsiz girebiliyordu. Varlıklı ailelerin bazılarının evinde özel
hamamlar bulunuyordu. Ancak bu ev hamamları, halk hamamları kadar sık kullanılmıyor,
misafirler için hazırlanıyordu. Zenginler de halk hamamlarını tercih ediyordu. Dolayısıyla
hamamlar, sınıf farkının az olduğu veya hiç olmadığı yerlerdi. Gündoğumundan günbatımına
kadar hizmet veren hamamlar, hem kadınlara hem de erkeklere açıktı. Ancak kadınlar ve
erkekler, hamama ayrı ayrı gidiyorlardı. Geçerli olan bu uygulama, hamama farklı saatlerde
gitmeye dayanıyordu. Hamamı önce kadınlar, daha sonra da erkekler kullanabiliyordu.
Quintilianus, evli olmayan kadın ve erkeklerin hamamı aynı anda kullanmasının zina
göstergesi olduğunu söyleyerek, bu uygulamanın önemini vurgulamıştır.
Hamama gidenler, arkadaşlarıyla sohbet ederken, bir yandan da görevlilerin
ikram ettiği yiyecek ve içecekler eşliğinde masaj yaptırabiliyorlardı. Büyük hamam
tesislerinin önemli bir bölümünü “Palaestra” adı verilen spor salonları oluşturuyordu. Burada
hem kadınlar hem erkekler değişik oyunlar oynayabiliyor, güreş, yüzme, koşu, atlama gibi
egzersizler yapabiliyordu. Banyo yapmak, palaestra’da yapılan egzersizlerden sonraki
adımdı. Nitekim egzersizden önce banyo yapmanın pek bir anlamı yoktu.
114
Hamama girildiğinde ilk karşılaşılan yer, “Apodyterium”du. Apodyterium, hamama
girmeden önce giysilerin çıkarılarak bir rafa konduğu soyunma odasıydı. Hamamda yıkanacak
olan kişi, daha sonra ısıtma ve soğutma işlemlerinden kademeli olarak geçiyordu. Roma
hamamlarında tek bir sıcak oda yerine, farklı derecelerde ısıtılmış birkaç oda bulunuyordu.
Bunlardan “Tepidarium”, (ılık oda) hamamın orta derecede ısıtılmış bölümüydü.Burada
kusursuz bir temizlik için, Türk hamamlarında yapılan keseye benzer bir şekilde vücuda
sürülen zeytinyağı, biraz bekletildikten sonra “Strigilis” adı verilen kazıcı bir aletle deriden
kazınırdı “Caldarium”, (sıcak oda) hamamın sıcak sularının ve sıcak su havuzlarının
bulunduğu en sıcak bölümüydü “Sudatorium”, (terleme odası) buhar banyosu yapılan
bölümdü.71 Son olarak girilen “Frigidarium” (soğuk oda) ise hamamın ısıtılmayan ve soğuk
su havuzlarının bulunduğu bölümüydü Banyo, frigidarium’da bulunan soğuk su havuzlarına
atlanarak tamamlanıyordu. Sıcaktan bunalanlar, frigidarium’da serinleyip rahatlayabilirlerdi.
Hamamdan çıktıktan sonra apodyterium’a bırakılan giysiler giyildiğinde, hamamın
kalabalığı içinde kaybolan sınıf farklılıkları, tekrar belirgin hale gelmiş oluyordu. Ama hangi
sınıftan olursa olsun hamamdan çıkan herkes, eve gitmeden önce biraz daha eğlenceli vakit
geçirmek isteyebilirdi. Hamamların içinde bulunan kütüphaneler, oturma ve gezinti yerleri,
konferans salonları ve heykel galerileri, Romalıların bu isteğini karşılamak için inşa edilmiş
olmalıydı. Hamamların bu özelliğinin alt sınıftan olan yoksul ailelerin de eğlence ihtiyacını
gidermesi açısından önemli olduğu söylenebilir.
Hamam dışında Romalıların eğlenmek ve dinlenmek için gittiği diğer yerler,
gladyatör oyunları ve tiyatrolardı. Gladyatör oyunları, birbirleriyle veya vahşi hayvanlarla
dövüşmek zorunda bırakılan insanların yarıştırıldığı oyunlardı Gladyatör oyunları, Romalı
erkekler kadar, kadınların da ilgisini çeken bir organizasyondu. Hatta oyunların daha ilgi
çekici hale getirilmesi amacıyla bazı kadın, çocuk ve engelli kişiler bile, arenada
dövüştürülebiliyordu. Çok sık rastlanmasa da, kadınların gladyatör oyunlarında dövüşçü
olarak yer alması, kadının toplum içindeki konumunu açıklayan bir durumdur. Gladyatör
oyunları, pek çok kadın için, seksüel açıdan da cezp edici oluyordu. Üst sınıftan olan çoğu
kadın, gladyatörlerle aşk ilişkisi içine girebiliyordu.
Seyircilerin atlar için bahse girdikleri ve tezahüratlarıyla sürücüleri destekledikleri
atlı araba yarışları, vahşi hayvanları avlama gibi birçok heyecan verici oyun da gladyatör
oyunları içinde yer alabiliyordu. Son derece vahşi olan ve devlet için önemli bir kazanç
sağlayan bu oyunlar, Roma’daki “Amfitiyatro”, “Circus Maximus”, “Collesium” ve
“Forum”da halka açık bir şekilde yapılıyordu. Gladyatör oyunları dışında Romalıların ilgi
gösterdikleri bir başka aktivite ise, yine amfitiyatro’da sahnelenen trajedi ve komedi türündeki
115
tiyatrolardı. Yunanlılardan alınan trajedi ve komedinin yanında, en sevilen tiyatro türü,
Romalıların bulduğu ve aktörün öyküyü mimikleriyle anlatması üzerine kurulu olan “Mim”di.
Hangi sosyal sınıftan olursa olsun, sabah yorgunluğunun ardından, öğleden sonrayı
dinlenerek geçiren Roma ailesi, artık, belki de günün en önemli olayı olan akşam yemeğini
yemek üzere eve gitmek için hazırdı.
Akşam (Vesper)
Akşam saatleri, Romalı bir aile için genelde, akşam yemeğinin (Cena)
koşuşturmasıyla geçiyordu. Akşam yemeği, Romalı aileler için, kahvaltı (Ientaculum) ve öğle
yemeğinden (Prandium) çok daha önemli bir öğündü. Çünkü Roma ailesi, bütün aile
üyelerinin bir arada yaşadığı, kalabalık bir aile olduğundan, akşam yemeği, aile üyelerinin hep
birlikte sohbet etmelerine, eğlenmelerine, birlikte vakit geçirmelerine, dolayısıyla da birbirleri
ile olan ilişkilerinin pekişmesine olanak sağlıyordu.
Roma’da akşam yemeği, yemek odası olan “Triclinium”da, müzik eşliğinde
yeniyordu. Akşam yemeği, insula’da yaşayan yoksul aileler için basit bir yemek olurken,
villada yaşayan varlıklı aileler için bir ziyafete dönüşebiliyordu. Akşam yemeğine öylesine
önem veriliyordu ki, özellikle üst sınıftan olan Romalılar, daha fazla yemek yiyebilmek için
yemek yedikten sonra kusarak midelerinde yer açmayı, alışkanlık haline getirmişlerdi. Akşam
yemeği, genelde evde yenirdi. Bazı durumlarda aile dışından misafir alınabilir ya da başka bir
eve misafir olarak gidilebilirdi. Aile dışından misafir geldiğinde kadınlar ve çocuklar da
sofrada ailenin erkek üyeleri yanında yer alabiliyordu. Toga, resmi bir kıyafet olduğu için,
akşam yemeği sırasında giyilmiyordu. Onun yerine daha rahat ve sade bir giysi olan
“Synthesis” tercih ediliyordu. Yemeğe gelen misafirler bu giysiyi yanlarında getirmek
zorundaydı. Yemek ya kapalı sandaletler yerine açık bir ayakkabıyla ya da çıplak ayakla
yeniyordu.
Roma yemekleri, süslü ve zengin olsa da, pişirildikleri mutfak çok basit bir
yapıdaydı. Mutfakta tuğladan yapılmış ocak içinde odun kömürü veya odun yakılıyor, pişirme
işi bu fırının içinde yapılıyordu. Kubbeli dairesel formda olan bu fırından çıkan dumanın
dışarıya atılması için, duvara bir delik açılarak baca yapılmıştı. İnsula’da oturan apartman
sakinleri, muhtemelen böyle bir fırına sahip değildi. Zaten insula’lar yemek pişirmeye
elverişli olmayan ve bu nedenle de yangın çıkma ihtimali olan evlerdi. Horatius, bu tip
evlerde çok sık yangın çıktığını söylemiştir. Bu nedenle yoksul ailelerin yemek pişirebilmesi
için halka açık fırınlar bulunuyordu. Gıdaların bozulmadan muhafaza edilmesi oldukça zor bir
işlemdi. Yiyecekler, kiler veya depo olarak kullanılan odalarda tutuluyordu. Balık ve kabuklu
116
deniz ürünleri varillerde saklanıyordu. Yemekleri tuzlu suda bekleterek yapılan salamura ve
yemekleri kurutarak saklama da, gıdaların bozulmasını önleyen diğer işlemlerdi. Kırılmasına
rağmen pişmiş toprak çömlekler, ucuz olması sebebiyle en yaygın mutfak kaplarıydı. Metal
mutfak kaplarının yapımında en sık kullanılan malzeme ise bronzdu. Roma mutfağı basit
yapıdaydı ancak iyi bir akşam yemeği için gerekli olan çoğu araç gerece sahipti. Bu araç
gereçlerden belki de en ilginci “Thermospodium”du . Ateş üzerinde tutulan ve ön tarafında
bir musluk yer alan bu büyük kap, sıvıları, özellikle de şarabı ısıtmak için kullanılıyordu.
Romalılar, yemek yapımında fasulye ve nohut gibi baklagiller ile buğday ve
arpa gibi tahılları kullanıyorlardı. Yemekleri yaparken yemeğin içine sıvı olarak şarap
katıyorlardı. Sofra şarabının yanı sıra yemeklere katmak için özel şarapları bulunuyordu.
Bunlar; kuru üzüm şarabı olan “Passum”, bal ve şarap karışımı olan “Mulsum” ve tatlı bir
şarap olan “Hydromel”di. Tüm bu şaraplar hem ekşi hem de tatlı yemeklerin yapımında
kullanılabiliyordu. Balık sosu olan “Garum” ve balıkların bağırsaklarından elde edilen bir sos
olan “Liquamen” gibi soslar, Romalıların yemeklerine kattığı ve her Roma mutfağında
bulunan soslardı. Bunların yanı sıra yemekleri zenginleştirmek için baharatlara da çok sık
başvurulurdu.
Ziyafet olarak nitelendirilen akşam yemeğinin menüsünde yumurta, kıvırcık salata,
kuşkonmaz ve soğandan oluşan aperatifler, havuç, pancar, lahana, fasulye, bal, tavuk, balık ve
ekmekten oluşan ana yemek bulunurdu. Ana yemekten sonra ise tatlı olarak, üzüm, armut,
elma ve kestane yenirdi. Romalılar aynı zamanda, bugün bize tiksindirici gelebilecek çoğu
yemeği sofralarında bulunduruyorlardı. Geyik, tavşan, sülün eti, flamingo dili ve tavus kuşu
beyni bunlardan bazılarıydı. Lucania sosisi en sevilen sosis türüydü. Salyangozlar olduğu gibi
yeniyordu. Roma’da salyangoz üretimine o kadar çok önem veriliyordu ki, kabukları 10 litre
sıvı alacak büyüklükte salyangoz üretilmiştir.
Elbette ki durum, yoksul aileler için biraz daha farklıydı. Sofralarında daha basit
yemekler bulunan yoksul aileler, genelde kendi ürettikleri sebze ve meyveleri yiyordu.
Lahana, turp, zeytin, yumurta, elma, üzüm, Ovidius’un “Philemon et Baucis” masalında
anlattığı gibi yoksul bir ailenin sofrasında bulunan yiyeceklerdi.
Yemekler pişirildikten sonra, triclinium artık akşam yemeği için hazırdı. Büyük
evlerde birden fazla bulunan triclinium, zevkle dekore edilmiş ve duvarlarında süslemeler
bulunan önemli bir sosyal mekândı. Yine büyük evlerde bahçede yer alan bir yaz triclinium’u
da bulunabiliyordu. Triclinium, pişmiş topraktan yapılmış kandillerle aydınlatılıyordu.
Aydınlatılan bu mekânda akşam yemeği yemek, belli bir düzene göre oluyordu. Bu düzene
117
göre, masaya yakın kısmı, ayak ucuna göre daha yüksekte olan üç tane divan, kare bir
masanın etrafını çevreleyecek şekilde yerleştiriliyordu ve dördüncü kenar, kölelerin kolayca
servis yapabilmeleri için açık bırakılıyordu. Bu divanlar, daha rahat oturmak açısından
yastıklarla dolu olup, her biri, üç kişinin rahatça uzanabileceği büyüklükteydi. Dokuz kişinin
yemek yemesi için hazırlanan triclinium’da, yemek uzanarak yeniyordu ve yemeği uzanarak
yemek, Romalıların akşam yemeği geleneklerinden belki de en ilginç olanıydı. Çocuklar
yemeği divanda değil, divanın yanındaki taburelerde oturarak yiyordu. Bir erkek çocuk, toga
praetexta’yı çıkarıp, toga virilis’i giyene kadar uzanarak yemek yiyemezdi. Kadınlar ise
yemeği uzanarak değil, oturarak yiyordu. Ancak sonradan kadınlar da erkekler gibi yemeği
uzanarak yemeğe başlamışlardır.
Triclinium’da belli bir düzene göre yerleştirilmiş olan masa ve divanların yanı sıra,
yemek yiyecek olan kişiler de, belli bir düzene göre oturuyordu. Ortadaki divan “Lectus
Medius”, en önemli divandı. Soldaki divan “Lectus Summus” ve sağdaki divan “Lectus Imus”
adını alıyordu. Yemekteki kişiler, önem derecelerine göre, en alt konumdaki kişi, en sola
gelecek şekilde, soldan sağa doğru yerleşiyorlardı. Bu durumda en sağda oturan kişinin, aile
reisi olan pater familias olduğu söylenebilir.
Roma’da yemek, kaşıkla veya elle yeniyordu. Çatal sadece servis yapmak için
kullanılıyordu. Bunun yanında pişmiş toprak veya gümüşten yapılmış tabak, bardak, fincan,
kadeh ve şarap için yapılmış sürahiler, masada bulunan diğer araç gereçlerdi. Şarap ve bira,
Roma’da akşam yemeklerinin vazgeçilmez içeceğiydi. Romalılar, şarabı, susuzluklarını
gidermek için içiyorlardı ve kadınların şarap içmesi hoş karşılanmıyordu. Ovidius, içki
yüzünden bir kadının başına gelebilecekler konusunda uyarıda bulunmuştur. Ovidius’a göre
şarap içmek, kadının uykuya yenik düşmesine ve böylece de grup içindeki erkeklere davetiye
çıkarmasına imkân veren bir davranıştı.
Sapları ve kabuklarıyla birlikte suda bekletilen üzümlerden elde edilen Roma
şarapları, ağır ve tatlı olduğu için suyla karıştırılarak içiliyordu. Romalıların en ünlü şarapları,
kuzey Campania’nın Falernus bölgesinde üretilen “Falernus şarapları” idi. Yemek sırasında
alkollü olmayan içecekleri içmek, medeniyetsizlik olarak görülüyordu. Örneğin süt, koyun ve
keçilerden bolca elde edilmesine rağmen içilmiyor, sadece peynir yapımında kullanılıyordu.
Akşam yemeği boyunca bolca tüketilen şarap, akşam yemeğinden sonra, ikinci bir yemek ya
da ziyafet olarak görülen fakat sadece meyve ve tatlıların yendiği “Commissatio”da da
içilmeye devam ediyordu.
118
Eğlenceye çok düşkün oldukları bilinen Romalıların hayatında, oyun, ziyafet, müzik
ve şarap kadar, cinsellik de önemli bir yer tutuyordu. Antik Roma’nın ünlü şairleri olan
Ovidius ve Catullus’un yazdığı erotik şiirler, dönemin kabul gören bir edebiyat türü olmuştu.
Bunun yanında Roma’da genelevler ve fahişelik, oldukça yaygındı. Roma’da fahişelik,
zinadan ayrı tutulan bir kavramdı. Zina, kadının sadece kendi zevki için yaptığı bir eylemdi ve
hem kadını hem de kadının birlikte olduğu erkeği aşağılayan bir hareket olarak
cezalandırılıyordu. Fahişelik ise para kazanmak için yapılan bir meslekti ve bu nedenle de
kabul görüyordu. Fahişelik yapan kadınlar, genelde evlilik dışı doğan kız çocukları, kölelerin
çocukları veya sokağa bırakılan çocuklar arasından seçiliyordu. Pompeii’de bulunan ve
duvarlarına cinsel ilişkiye giren insanların resmedildiği “Lupanare” isimli genelev, dönemin
en kötü üne sahip geneleviydi.
Erkekler arasındaki eşcinsellik de, Roma’da oldukça sık rastlanan bir durumdu. Öyle
ki, bir kadın ve bir erkek arasında gerçekleşen yasal bir evlilik gibi olmasa da, beraber
yaşamak suretiyle iki erkeğin evlenmesi ya da kadınlarla evli olan bazı erkeklerin, toplumsal
baskı ya da eleştirilme korkusu olmadan erkek kölelerle cinsel ilişkiye girmesi, Roma’da
yaygın olan örneklerdir. Bununla birlikte, Roma’da kadınlar arasında da eşcinsellik mevcuttu.
Ancak kadınlar arasındaki eşcinsellik veya kadınların biseksüelliği, erkeklerinkine nazaran
daha kabul edilebilir bir durumdu.
Roma cinsel yaşamında aktif veya pasif olmak, önemli olan iki kavramdı. Çünkü
Roma’da pasiflik veya partnere teslim olmak aşağılıkla, aktiflik ise üstünlükle eşdeğerdi.
Bununla birlikte pasif olan bir erkek için yapılacak en büyük hakaret, onda kadınsılık aramak
olarak görülüyordu. Örneğin; kendisinin son derece aktif bir cinsel yaşamı olmasına rağmen,
Iulius Caesar hakkında bu konuda hep bir şüphe vardı. Çünkü Iulius Caesar, bu konu
hakkında sonradan çok popüler bir Roma esprisi olan bir söz söylemişti: “Omnium mulierum
uirum et omnium uirorum mulierem.” (Her kadın bir erkek ve her erkek bir kadındır.)
Suetonius, Caesar’ın Bithynia kralı IV. Nicomedes ile bir ilişki yaşadığına dair söylentiler
olduğunu belirtmiştir. Caesar’dan Bithynia kraliçesi olarak bahseden bu hikâyede Suetonius,
Caesar’ın askerlerinin Gallia Zaferi dönüşü “Caesar Gallia’yı fethetmiş olabilir ama
Nicomedes de Caesar’ı fethetmişti.” diye şarkı söylediğini aktarır.
130
KAYNAKÇA
Blanck, H. Eski Yunan ve Roma’da Yaşam. çev. İslam Tanrıkut. İstanbul: Arıon Yayınevi.
(1999).
Corpus Iuris Civilis 1: Institutiones, Digesta, haz. Theodor Mommsen ve Paul Krueger, Bero
lini, 1992.
Deighton, H. J. Eski Roma Yaşantısında Bir Gün. Çev. H.K.Ersoy. İstanbul: Homer Kitabevi,
2012.
Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999.
Gaius, Institutes I, çev. Francis de Zulueta. Londra: Clarenton Press, 1975.
Iuvenalis, Yergiler. çev. Dürüşken, Ç.,&Alova, E. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları. (2006).
Latince-Türkçe Sözlük, haz. Sina Kabaağaç ve Erdal Alova. İstanbul: sosyal Yayınları, 1995.
Marcus, Valerius Martialis. Epigramlar. çev. Varınlıoğlu, G. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
1998.
Matz, D. Daily Life of the Ancient Romans. Londra: Hackett Publishing Company,Inc.
Indianapolis/ Cambridge, 2008.
Mutluay, N. Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk. Ankara: Ütopya Yayınevi. (2007).
Petronius, Satyricon. çev. Özaktürk, F.G. İstanbul: Dost Yayınevi. 2003.
Tanilli, Server, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası I, Adam Yayınları. İstanbul, 1999.