T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI KLÂSİK ARKEOLOJİ BİLİM DALI ANTİK ÇAĞDA KADINLARIN DİNSEL RİTÜELLERİ -Thesmophoria örnek incelemesi- (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Başak EMİR Danışmanlar Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN BURSA 2012
108
Embed
ANTİK ÇAĞDA KADINLARIN DİNSEL RİTÜELLERİ -Thesmophoria örnek incelemesi-
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
T. C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI
KLÂSİK ARKEOLOJİ BİLİM DALI
ANTİK ÇAĞDA KADINLARIN
DİNSEL RİTÜELLERİ
-Thesmophoria örnek incelemesi-
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Başak EMİR
Danışmanlar
Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN
BURSA 2012
T. C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ'NE
Arkeoloji Bilim Dalı’nda 700847001 numaralı Başak Emir’in hazırladığı "Antik
Çağ’da Kadınların Dinsel Ritüelleri –Thesmophoria Örnek İncelemesi" konulu Yüksek
Lisans tezi ile ilgili tez savunma sınavı, ../../2012 günü ……… - ……….. saatleri
arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin
……………………………..(başarılı/başarısız) olduğuna ………………………… (oybirliği/oy
çokluğu) ile karar verilmiştir.
Üye
(Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı)
Prof. Dr. Mustafa Şahin
Uludağ Üniversitesi
Üye
Doç. Dr. İ. Hakan Mert
Uludağ Ünivesitesi
Üye
Doç. Dr. Gürcan Polat
Ege Üniversitesi
../../2012
II
ÖZET
Ad-Soyad : Başak EMİR
Üniversite : Uludağ Üniversitesi
Anabilim Dalı : Arkeoloji
Bilim Dalı : Klasik Arkeoloji
Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi
Sayfa Sayısı : V + 101
Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 2012
Tez Danışmanları : Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN
ANTİK ÇAĞ’DA KADINLARIN DİNSEL RİTÜELLERİ
-Thesmophoria Örnek İncelemesi-
Antik Çağ kadınları evlerine hapsedildikleri ve hiçbir yasal hakka sahip
olmadıkları bir düzenin içerisinde yer almaktadırlar. Ancak yine bu düzenin
oluşturduğu din yaşantısında sosyal statülerinin aksine oldukça ön planda
bulunmaktadırlar. Hatta bazı tapımları sadece kadınlar gerçekleştirebilmektedir.
Buna verilecek en güzel örnek Tanrıça Demeter adına gerçekleştirilen ritüellerdir.
Toprak ve bereket tanrıçası Demeter, adını "toprak ana" anlamına gelen Ge -
meter'den alır. Kronos ile Rhea'nın kızı olup ikinci tanrı kuşağındandır ve
kardeşi, baş tanrı Zeus ile beraberliğinden kızı Persephone doğar. Demeter,
yapısal bağlamda neolitik çağın Doğa, Doğurganlık (Yaratıcılık) ve Bereket
Tanrıçalarının bir uzantısıdır.
Demeter’in kızı Persephone-Kore ise Hades tarafından kaçırılıp, Hades’in
sunduğu meyveyi yedikten sonra ölüler ülkesinin tanrıçası olmuştur. Persephone -
Proserpina olarak da adlandırılan bu tanrıçanın asıl ismi Kore’dir ve Hades
Persephone ismini O’nu yeraltına kaçırdıktan sonra vermiştir.
Kültü için özellikle Yunanistan’ın buğday üreten bölgelerinde yaygın olarak
düzenlenen “gizem” dolu tapımlar Demeter ve kızı Persephone’nin mitolojik
hikâyelerine öykünmektedir. Demeter’in Kore’den ayrı kaldığı ve kızının yeraltı
dünyasında geçirdiği dönemlerin yansıması doğada kış olarak algılanırken,
Persephone’nin tanrıçanın yanına dönmesiyle birlikte başlayan dönemle birlikte
baharın gelişi ve toprakların bereketlenmesi olarak algılanmaktadır.
Demeter tapımı ile ilgili olarak öne çıkan ve antik çağda bereket için düzenlenen
bir dinsel tören olan Thesmophoria şenlikleri de tanrıça Demeter ve kızı
Persephone’nin mitolojik örgüsü içinde şekillenen ritüeller ile düzenlenmiştir.
Bayramın genel özellikleri, kurban etme (domuz), oruç tutma ve arınma ritüelleri
üzerinde temellendirilmiştir.
Anahtar Sözcükler
Demeter, Kore, Persephone, Thesmophoria, Eleusis Gizemleri, Antik Çağda Kadın
III
ABSTRACT
Name - Surname : Başak EMİR
University : Uludağ Üniversitesi
Field : Archaeology
Branch : Classical Archaeology
Degree Awarded : Master
Pages : V + 101
Degree Date : …. /…. / 2012
Supervisor : Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN
RELIGIOUS RITUALS OF WOMEN IN THE ANCIENT TIMES
-Thesmophoria Case Study-
Ancient Age women were in a social order in which they do not have any legal
rights nor a social statue. On the contrary, these women are also at the forefront in
the religious activities. Even some cults were exclusively open for only women. The
best example for this is the rituals which were done in the name of Demeter.
The name of Goddess of Earth and fertility –Demeter- originates from the
“Gemeter” that means the Mother Earth. She is from the second generation of
gods and goddesses and daugther of Kronos and Rhea. The offspring of her
relationship with Zeus who is also her brother is called Kore or Persephone. In the
structural context, Demeter is a derivation of Earth and fertility goddesses of
Neolithic times.
The Daughter of Demeter Kore-Persephone was kidnapped by Hades and became
the Goddess of underworld. The original name of the goddess was Kore which
means the “daughter”, Hades gave the name “Persephone” after she became the
goddess of the underworld.
The mysteria’s of the Demeter was aped to the myth of Demeter and her daughter
Persephone. The time Demeter remains separeted from Persephone was perceived
as Winter while the time when she meets Persephone was perceived as spring.
Thesmophoria is one of the religious rituals which were organized for Demeter.
Swine sacrificing, fast and purifications were the main rituals of Thesmophoria.
Key Words
Demeter, Kore, Persephone, Thesmophoria, Eleusis Mysteria, Woman in ancient
time
IV
ÖNSÖZ
Bölüm Başkanım, değerli hocam, danışmanım sayın Prof. Dr. Mustafa Şahin’e bana
bu konuda çalışma fırsatını verdiği ve bu konuda beni desteklediği için öncelikle
teşekkürlerimi sunarım.
Tezim için kaynakça yardımları ve değerli görüşlerini benden esirgemeyen
hocalarım sayın Doç.Dr. İ. Hakan Mert’e, Doç. Dr. Gürcan Polat’a ve Dr. Mustafa
Bulba’ya teşekkürlerimi sunarım.
Uludağ Üniversitesi’nin tüm değerli akademik kadrosuna bana arkeoloji ile ilgili
verdikleri tüm bilgiler ve destekleri için teşekkür ederim.
Bu çalışmayı hazırlarken benden yardımlarını ve görüşlerini esirgemeyen, her türlü
soruma sabırla cevap veren Zeynep Yeşim Gökçe (Boğaziçi Üniversitesi), Miray
Antik Yunan Medeniyeti, felsefe ve sanata katkıları nedeniyle batılı
toplumlarca kendi medeniyetlerinin kaynağı olarak gösterilecek düzeyde farklı bir
konum edinmiştir. Ancak, günümüz bakış açısı ile toplumsal olarak incelendiğinde,
ataerkil bir toplum olarak görülmektedir ve kadınlar felsefe, politika ve sanata
“konu” olmalarının dışında toplumsal hayata katılım sağlayamamışlardır.
Din, toplumların tarihinde oldukça büyük bir öneme sahiptir ve aslında
toplumların tarihteki gidişatlarında öncelikli olarak belirleyici bir faktördür. Din
olgusuna baktığımızda ise mitoloji kökenli Yunan dini, “gök tanrı-Zeus-baba tanrı”
yüce tanrının hâkimiyetinde birçok tanrı ve tanrıçalardan oluşan bir yapıya sahiptir.
Bireyler, bu tanrılara ve tanrıçalara tapım seçimlerinde özgürlerdir. Sosyal anlamda
kadınlar bu kadar sınırlı çerçeveler içerisinde işlevsiz olarak tutulurken, dinsel
olaylarda oldukça ön planlarda yer alabilmektedirler ve kadınların en büyük
sorumluluklarını da bu dini görevler oluşturmaktadır.
Dişilik kavramına tarihsel süreç içerisinde bakıldığında çeşitli dinler ve
öğretilerin de etkisiyle değiştiği ve farklı sıfatlara sahip olduğu görülmektedir. Bu
tutum ise “kadınlık” olgusuna ve kadınların sosyal statüsüne yansımaktır. Örneğin
dişiliğin kutsal görüldüğü toplumlarda kadının sosyal statüsü de o derece ön
plandadır ve bu toplumlarda Ana Tanrıça kültü bulunmaktadır (Eliade 2003; Ergener
1988). Zaman içerisinde “kutsal dişi”den “kutsal eril”e geçişle birlikte kadın ve
kadınlığın toplum içerisindeki durumu ikincil bir konuma düşmeye başlamıştır. Bu
durum günümüzde hâkim olan monoteist dinlerin kadına yönelik bakış açısıyla da
örtüşmektedir. Zira tüm monoteist dinlerde kutsal dişi her zaman ikinci plandadır,
erkekten sonra yaratılmıştır ve kötülüklerin kadın yaratılışından geldiğine
inanılmaktadır. Bu inancın izleği Yunan toplumunda Pandora efsanesi ile kendini
göstermektedir.
Tanrıça kavramının Yunan dinindeki varlığı ve çeşitli tanrıçaların Gök Tanrı
Zeus ile olan birliktelikleri bize birçok yaratılış mitosunda da yer alan ana tanrıça
inancını ve onun gök tanrı ile olan birleşmesini “hieros gamos”u anımsatmaktadır.
Ayrıca araştırmacılar, Yunan dinindeki tanrıçaların daha önceki toplumların inanç
sistemlerine hâkim olan Ana Tanrıça kavramının türevleri olduğunu
2
düşünmektedirler (Eliade 2003; Tekin 2003). Bu toplumlarda kadınların sosyal
anlamda ön planda oldukları düşünülmektedir. Yunan dininde devam eden
tanrıçalar anlayışına rağmen kadınların sınırlı sosyal hakları, tarihsel süreçte gök
tanrı-eril yaratan inançlarına geçerken kadınların toplum içerisindeki statüsünün de
değişmesine örnek teşkil etmektedir ve Yunan toplumu bu süreçte ara bir geçişi
temsil etmektedir. Çünkü Ana tanrıça özelliklerini gösteren toprak-ekin-başak
tanrıçası Demeter tapımında yer alan gizemli ritüellerin en önemlilerinden biri olan
Thesmophoria şenliklerinde, kadınlar birincil öneme sahiptirler ve bu gizem
olgusunda erkeklere yer yoktur. Bu durum, bu geçiş aşamasının altını çizmekle
beraber, devam eden ve edecek olan pek çok paganistik öğeleri de barındıran dinsel
bir olgu olarak görülmektedir.
Bu çalışmanın konusunu oluşturan, çok tanrılı bir dinde yer alan ve “Kutsal
Dişi” yani Ana Tanrıça kavramının bir nevi türevi sayılabilecek Tanrıça Demeter
kültü ve bu kült için kadınların erkeklere göre sosyal anlamda geri planda
bulunduğu bir toplumun, sadece kadınları tarafından kutlanan Thesmophoria
şenliği, eril gücün hâkim olarak görüldüğü bir toplumda dikkate değer bir ironi
sergilemektedir. Bu durum Antik Yunan Dininin Kutsal Dişi’den Kutsal Eril’e geçişte
bir aşama olabileceğini düşündürmektedir. Çünkü toplumda geri planda olan kadın
bu tapımda ön planda olmaya devam etmektedir. Bu sebeple Demeter kültü ve
Thesmophoria’yı incelemeye geçmeden evvel öncelikle bu kültü yaşatan kadınların
yaşadığı kültürün genel çerçevesini incelemek faydalı olacaktır.
Bu sebeple, bahsi geçen konuların araştırılmasının amacı, Antik Yunan’da
yukarıda belirtilen sosyal düzen içerisinde, kadınların Demeter tapımındaki önemini,
erkeklerin bu tapımda yer almamasının nedenlerini araştırmak, Antik Yunan’da
kadınların, dini, daha özellikli olarak ise ‘Demeter Kültü’nü bu derece
içselleştirmelerinin sebeplerini ve bu olgudaki önemli rollerini ortaya
çıkartabilmektir.
Bu amaç doğrultusunda öncelikle Antik Yunan toplumunun genel özellikleri
ve dinsel algıları ortaya koyulmuştur. Daha sonra bu toplumdaki kadınların durumu
incelenmiş ve kadınların sosyal statüsü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu
araştırmaların sağladığı zeminle birlikte Demeter Kültü’ne odaklanılmıştır ve
Demeter’in, Ana Tanrıça kavramı ile bağlantısı incelenmeye çalışılmıştır. Bunun için
3
dinler tarihi ve Ana Tanrıça kültü ile ilgili metinlerin incelemesi yapılmıştır. Bu
şekilde Demeter’in tapımı ile Ana Tanrıça tapımlarındaki benzerlikler de sunulmaya
çalışılmıştır. Bununla birlikte Eleusis Gizemleri olarak da adlandırılan Demeter
tapımına yoğunlaşılmıştır. Bu gizemlerin en önemlilerinden biri sayılan
Thesmophoria, antik metin analizleri ve literatür taraması ile birlikte bu buluntular
ışığında incelenmiş ve kadınların bu tapımdaki önemi ve bu tapımın gizemi ortaya
koyulmaya çalışılmıştır.
4
1. YUNAN TOPLUMU ve KADININ YERİ
Antik Yunan medeniyeti, Batı medeniyetleri tarafından sanatsal, felsefi ve
politik anlamlarda tarih boyunca başlangıç olarak kabul edilmiştir. Araştırmacılar
günümüz Batı uygarlığının anlaşılabilmesi için öncelikle eski Yunan tarihinin ve
uygarlığının bilinmesi gerektiğini savunurlar1 (Bonnard 2004; Şenel 1970; Tekin
2003). Bunun en önemli sebebi ise batı düşünce sistemi içerisinde yer alan
günümüz bakış açılarının kökeninin Antik Yunan toplumuna atfedilmesidir. Bunun
örneklerini Rönesans döneminden başlayarak görebilmemiz mümkündür: klasisizm
etkisi ile Antik Yunan estetiği ve felsefi öğeler yeniden gündeme gelmiş ve tarihsel
süreçte önemli bir değişime sebep olmuştur. Bu olguları yaratan bir kültürün, hangi
etkilerle şekillendiğinin anlaşılması için dini, sosyal, politik ve coğrafi unsurlarının
incelenmesi gerekmektedir.
Antik Yunan medeniyeti olarak adlandırdığımız toplum, kendilerini uygar diğer
toplumları ise barbar olarak gören bir toplumdur. Kıta Yunanistan’ın o dönemdeki
adı kaynaklarda Hellas ya da Hellad olarak geçmektedir, ve bu halk kendilerine
Hellenler demektedirler (Bonnard 2004: 24; Tekin 2003). Uygar olarak büyük Hint-
Avrupa dil ailesine dayandırılan Yunanca dilini konuşan halkları tanımlamışlardır ve
Yunanca konuşmayan diğer toplumları barbaros ya da barbaroi (dili yabancı olan,
anlaşılmayan) olarak adlandırmışlardır (Beye 1975: 17-30; Bonnard 2004: 24-26;
Tekin 2003).
Ege Denizi’nin iki kıyısındaki halkları kapsayan Yunan toplumunun2 genel
tarihsel süreci için bazı düşünürler terminus ante quem olarak Myken uygarlığının
ortaya çıkışı (İ.Ö. 2000’ler), terminus post quem olaraksa Arap’ların
Constantinople’yi işgal tarihlerini (674-76) vermektedirler (Toynbee 1953: viii).
Orta Tunç çağının başlangıç dönemine denk gelen İ.Ö. 2. binyılın başında Akhalar
(Akhaioi) olarak adlandırılan ve Yunanca konuşan halkın kıta Yunanistan’a gelerek
Minos-Girit kültürünün üçüncü saray döneminde, Mykenai ya da Myken uygarlığı adı
verilen bir medeniyet kurmuşlardır (Tekin 2003; Thomson 1983). Bu uygarlık,
kendilerine haraç ödedikleri, tarımı, hayvancılığı ve metal işlemeyi (demir haricinde)
1 Alaeddin Şenel, Antik Yunan kültürü ile çağdaş Batı kültürü arasında ekonomik ve siyasal yapı benzerliğini ayrıca öne çıkartarak Batı toplumunun 21. yüzyıla kadar geçirdiği aşamaları, özellikle Atina toplumunun, yerleşme öncesi ve ilkel komünal düzenden başlayarak, feodal üretim düzenine ve üretim koşullarının hızlı bir olgunlaşma sürecine geçişiyle birlikte kapitalizmi ve daha sonra da emperyalist açılıma kadar uzanan dönemin hızlı bir çöküşle bir önceki üretim şekline geçmesiyle sonuçlanan süreçte İ.Ö. 7. ve İ.Ö. 2. yüzyıllar arasında geçirdiğini savunur. (Şenel 1970: 2)
2 Ayrıca batı kıyısındaki halklara Hellen, doğu kıyısındaki halklara da Yunan denmektedir.
5
onlara öğreten Girit kültüründen3 oldukça etkilenmiştir. (Bonnard 2004: 26-27;
Thomson 1983). Akha-Myken uygarlığının hâkimiyetine, Ege Göçleri olarak
adlandırılan Yunanistan’ın kuzeyinden güneye inen Dorlar diye adlandırılan ve
demiri işlemeyi bildikleri için kısa sürede üstünlük sağlayan halk tarafından İ.Ö. 12.
yüz yıl civarında son verilmiştir. Bu sureç ile Karanlık Çağ olarak adlandırılan dönem
başlamıştır. Bu dönemde nüfus azalmış, yazı kaybolmuştur4. Karanlık dönemin
ardından ise İ.Ö. 9-8 yüzyıllarda coğrafi koşullar sebebiyle küçük siyasal bölünmeler
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönem bazı tarihçiler tarafından “Kahramanlar
Çağı”5 olarak adlandırılırken, bazı tarihçiler tarafından feodal yapısı yüzünden
“Yunan Orta Çağı”6 olarak adlandırmaktadır (Şenel 1970: 25). Kantonal biçimli
savunulması kolay site ya da polis adı verilen bu kent devletlerinin ortaya çıkması,
Yunan uygarlığının, Minos ve Mykene uygarlıklarının yıkıntıları üzerinden aynı
toprakta yükselecekleri ve kendi uygarlık seviyelerinde en üst düzeye ulaşac akları
Klasik Dönemlerine doğru bir zemin oluşturmaktadır (Bonnard 2004: 28; Tekin
2003). Yunan kültürü, içinde bulunduğu toplumsal, coğrafi ve tarihsel koşulların
avantajlarını kullanıp, kendisinden once başlamış olan bir medeniyet sürecini de
kendine zemin alarak, tarihsel süreçteki evrimini gerçekleştirmiş ve bu araştırmanın
odağını oluşturan Klasik döneme ulaşmıştır (Bonnard 2004: 36-37).
Bir toplumun ahlak yapısının, o toplumun kabul ettiği din ile paralel
doğrultuda olmasından dolayı, Antik Yunanlıların ahlak yapısını anlamak için bu
yapının kaynağını oluşturan, bireyin topluma dâhil olabilmesinin en önemli
yollarından biri olan dini yapının da anlaşılması oldukça önemlidir.7 (Cosmopoulas
2003: xii) Bu sebeple Antik Yunan’daki din kavramının genel yapısının incelenmesi
gerekmektedir.
3 Önemle belirtilmesi gereken nokta şudur ki, Giritliler döneminde kadın, V. yüzyıl Yunan kadınına kıyasla oldukça özgür sayılmaktadır ve son araştırmalara gore o dönemde Ege kıyılarında yaşayan birçok halkın anaerkil toplumlar oldukları, çocukların annelerin isimlerini taşıdıkları ve akrabalığın kadının soyuna gore hesaplandığı ortaya çıkmıştır. (Bonnard 2004: 26).
4 Akhalar Linear B yazısını kullanmışlardır, Fenikeliler onlar ile yaptıkları ticari ilişkiler sonucu bu alfabeyi geliştirmiş ve onlardan aldıkları sessiz harfler ile Eski Yunan alfebesini oluşturmuşlardır. Bu geliştirilmiş harf sistemi İ.Ö. 8. yüzyılın başlarından itibaren Yunanlılar tarafından kullanılmaya başlamıştır. (Tekin 2003)
5 Bazı düşünürler tarafından Akha uygarlığının en parlak dönemi olarak kabul edilen İ.Ö. 14. Ve 13.
yüzyıllar Kahramanlar Çağı olarak adlandırılır. (Tekin 2003: 33) 6 Bu adlandırma yine bazı tarihçiler tarafından “karanlık çağ” ı tanımlamak için de kullanılabilmektedir. (Tekin 2003: 42)
7 Emile Durkheim’a göre din toplumların, soyların ve kavimlerin oluşturduğu bir olgudur. Bireylerin kendilerinden daha üstün bir gücün olduğuna inandıkları bu olguda “Tanrının sesi” olarak adlandırılan hayali ses aslında toplumun, soyun ya da kavmin ortak bilincinin sesidir. (Murray 1955: dip not 1) bu durumda din ve ahlakın birbirleri arasındaki içiçe geçmiş grift yapısı oldukça doğal bir hal almaktadır.
6
Eski Yunan dini de yukarıda sayılmış olan diğer unsurlar gibi Giritliler olarak
da adlandırılan Minos kültüründen oldukça etkilenmiştir. Girit dinini biçimlendiren
başlıca unsurlar arasında Anadolu ve diğer eski Yakın Doğu kültleri bulunmaktadır.
Bu unsurların belki de en önemlisi Ana Tanrıça kültüdür. Knossos’ta bulunan, iki
elinde yılan tutan kadın figürünün (Resim 1) genel olarak Neolitik çağdan itibaren
Ege Dünyasında tapınıldığı bilinen ve Tunç çağında Rhea-Toprak Ana olarak
karşımıza çıkan Doğa tanrıçası ya da Ana Tanrıça kültünü sembolize ettiği
düşünülmektedir. Bu dinde ayrıca Doğa Tanrıçası kültünün varyasyonları olarak
kabul edilen ikinci derecede tanrı ve tanrıçalar da bulunmaktadır (Nilsson 1949;
Tekin 2003; ayrıntılı bilgi için bknz.: Thomson 1983: 283-323).
Mitolojiye ve mitosa dayanmakta olan Yunan dini, sadece inanç sistemi
olarak görülmemektedir, aksine bir yaşam tarzı ve tutum olarak içselleştirilmiştir.
(Vernant 1996: 90). Evrenin tanrıları yarattığı düşüncesine inanan Antik Yunanlılar,
doğadaki her hangi bir objeyi kutsallaştırmak yerine (güneş, ırmak ya da bir idol
gibi), bu kutsallığı doğanın yaşamsal gerekliliğe sahip döngülerini insan biçimli
tanrıların sağladığını düşünmüşlerdir (Fairbanks 1910: 30; Hamilton 2008: 11). Bu
şekilde çok tanrıcı bir din yapısını8 kabul etmiş ve tanrılarına tapınaklar kurarak,
arınma ritleri9 ve kurban verme gibi birçok ritüelin oluşturduğu ibadet kavramı
çerçevesinde bu tapınaklara bağışlarda bulunarak ve onların onurlarına festivaller
düzenleyerek ibadetlerini gerçekleştirmişlerdir. Gerçekleştirdikleri bu ritüellerin
karşılığı olarak da ibadet ettikleri tanrıların kendilerine iyi davranacaklarını
Antik Yunan medeniyetinde oldukça önemli bir etken olan din yapısı daha
sonraki monoteist dinlerce pek çok şekilde yargılanmaktadır ve çoğu zaman tek
tanrılı dinlere benzemediği için din olarak yorumlanmamaktadır11. Antik Yunan
8 Tanrılar, atıfları ve fonksiyonlarına göre birbirlerinden ayrılırlar ancak her tanrı ve tanrıça her birinin
özel bir yerinin ve diğerleri ile ilişkisinin olduğu tutarlı ve uyumlu bir sistemin parçasıdırlar (Lloyd-Jones 2001:457). Birçok tanrı olduğu bilinse de özellikle 12 tanrı (Olympianlar) yani 12 temel ilahlık bulunmaktadır ve bunlar da Zeus, Hera, Athena, Apollo, Artemis, Ares, Hermes, Aphrodite, Posiedon, Hephaistos, Demeter ve Dionysos’tur.
9 Bu arınma ritleri başka hiçbir dinde Yunan dinindeki kadar önemli olmamıştır. Ölü yıkama, doğumdan
sonra arınma, evlilikten önce ve mysterialara katılmadan evvel arınma gibi bireysel ritüellerin haricinde ayrıca herhangi bir hastalıktan ya da kötü ruhlardan korunmak için şehrin de arındırılma ritüelleri bulunmaktadır. (Fairbanks 1910: 99-110)
10Bu noktada önemle belirtilmesi gereken bir durum vardır. Bireyler tanrıları ile yakınlık kurmak amacıyla değil tanrıların onlara zarar vermemeleri ve iyi davranmaları için bu ritüelleri gerçekleştirmektedirler. Çünkü Yunan dinine göre insan, sözcüğün dar anlamında, bir tanrı evladı değildir ve dolayısıyla duaların tanrılarla arasında belli bir yakınlık kurabileceğini umamaz. (Eliade 2003: 318).
11Antik Yunan dini bir anlamda monoteist bir yapıya da sahiptir. Tüm tanrılar Zeus’un hâkimiyetinde toplanmışlardır ve Zeus bu anlamda Tanrıların Tanrısı olarak görülebilmektedir. Zeus’un kuralları ahlaki olarak da birer ölçüt sayılmakta ve bu kurallara uyulmazsa cezasının çekileceğine inanı lmaktadır (Lloyd-Jones 2001:459-460).
7
toplumunun, birçok yönüyle medeniyetin başlangıcı olarak kabul edildiği halde
dininin aynı saygıyı görmemesinin sebeplerini Lloyd-Jones öncelikle çok tanrılı
olması, bu tanrıların hepsinin iyi özellikler göstermemesi ve aralarındaki ayrımın
iyilik derecelerine göre değil de güçlerine göre olması olarak açıklamaktadır (Lloyd-
Jones 2001:456). Bunların yanısıra Yunan dinini, diğer monoteist algılardan ayıran
en önemli özelliklerden birisi cennet kavramının bulunmaması olmuştur. Yunan
toplumuna göre ölüm, güçten ve bellekten yoksun soluk gölgelerin doldurduğu
“Hades’in yeraltı karanlıklarında, kısıtlı ve küçük düşürücü bir hayat sonrası varoluş”
olarak algılanmaktadır (Eliade 2003: 317). Yine günümüz monoteist bakış açısıyla
yaklaşıldığında empati kurulması zor olan bir diğer nokta ise eski Yunanlıların
Hümanist dünya görüşünü de yansıttığı düşünülen ve daha çok bu yönüne vurgu
yapılan ‘insan biçimli-antropomorfik tanrılar olgusudur (Demiralp 2008; Tekin
2003). Didem Demiralp’in açıklamasına göre “tanrıyla insanın başka hiçbir kültürde
bu denli yan yana ve iç içe tasavvur edilmediği” bu olgu aslında insanoğlunun
kendini sonsuz yaşama sahip tanrısıyla özdeşleştirme arzusundan kaynaklanmıştır,
çünkü tanrısıyla arasındaki en önemli fark ölümlü oluşudur. Akhilleus’un ölümsüzlük
nehri Styx'de yıkanarak ölümsüzlük kazanması gibi Demeter efsanesinde de
Tanrıçanın Demophon’u ölümsüzlük kazansın diye ateşe tutması, ölümsüzlüğün
sıradan bir insan için de mümkün kılınabileceğine dair bir gösterge olarak
algılanmaktadır (Demiralp 2008).
Eski Yunan düşüncesine şekil veren etmenlerden bir diğeri ise halkının
yaşama bağlılığı olmuştur ve hayatı yücelten bu dünya görüşünde yaşam olgusu
tamamen dünyaya dönüktür (Demiralp 2008). Din tarihçisi ve filozof Mircea Eliade
bilgeliği, insanın hayatının bir sonu olduğunun ve eğretiliğinin bilinciyle varılan bir
erdem olarak gören Yunan dininin dünyaya dönüklüğünü, şimdiki zamanın
sunabileceği her şeyden yararlanmak olarak açıklamaktadır: gençlik, sağlık, tensel
zevkler veya erdemlerini sergileme fırsatları. Dünyasal yaşama önem veren ve
insanlık durumunun yeniden değer kazanmasına sebep olan bu olguda ona göre asıl
altının çizilmesi gereken nokta, şimdiki zamana verilen dinsel değer olmaktadır ve
yalnızca “var olma”, zaman içinde yaşama olgusu ile dinsel bir boyut taşımaktadır.
Yunanlıların keşfettiği yaşama sevinci dindışı türde bir eğlencenin yerine, var
olmanın, hayatın kendiliğinden oluşuna ve dünyanın görkemine –gelip geçici bir
biçimde de olsa- katılmanın mutluluğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, insan
hayatının sonlu oluşunun ve -herhangi bir özelliği olmayan- bir varoluşun
8
sıradanlığının kutsallaştırılmasının dinler tarihinde de oldukça sık rastlanan bir
görüngü olduğu savunulmaktadır (Eliade 2003: 319).
Yukarıda genel hatlarıyla değinildiği üzere, yaşadıkları topraklardan kazandığı
kültürel mirasları kendi yorumlarını da katarak geliştirmeleri sonucunda tarihte
önemli bir yer kazanan Antik Yunan toplumuna şekil veren en önemli etmenlerden
biri olan din, monoteist bakış açılarıyla birçok farklı şekilde eleştirilmiştir. Tüm
bunlara rağmen, Yunan toplumu ataerkil ve monoteist toplumlarla ortak bir
paydada buluşabilmektedir: monoteist dinlerde de hâkim olan “kadınların kötülüğün
kaynağı olarak görülmesi” ve “kadınların toplumsal statüleri açısından geri planda
kalmaları”. Bu durumun incelenebilmesi ve kadının antik Yunan medeniyetindeki
yerinin algılanabilmesi için kadınların günlük yaşamlarının ve dinsel görevlerinin
incelenmeleri gerekmektedir.
1.1. Günlük Yaşamda Kadın
Bu çalışma içerisinde özellikle Atina toplumuna ve İ.Ö. 5-4 yüzyıllara
yoğunlaşılmıştır. Bunun en önemli sebepleri öncelikle Demeter gizemlerinin
gerçekleştiği Eleusis Tapınağı’nın Atina yakınlarında oluşu ve dolayısıyla bu tapımda
Atinalı kadınların nüfus yoğunluğunun fazlalığıdır.
Atina, diğer Yunan kent-devletlerinde de olduğu gibi özel bir lehçenin
konuşulduğu ve kendine özgü belli bir yönetim biçimin geliştirildiği bir kent-
devletidir. Küçük bir şehir olmasına rağmen Attika’nın en büyük eyaleti olma
özelliğini de taşıyan bu polis’te bireyler Yunanlı olarak değil Atinalı ya da Attikalı
olarak tanımlanmaktadır. Atina halkı kölelerden, Atina vatandaşlarından ve
yabancılardan oluşmaktadır.
Arazinin uygunsuz koşulları sebebiyle özellikle buğday yetiştirmede zorluk
yaşayan Atina kentinin tahıl dış alımına dair bulgular bulunmaktadır (Deighton
2005: 12). Bu sebeple, kıtlık tüm halkın ortak kaygısı olmuştur ve kadınların ev
yönetimindeki rolü oldukça önem kazanmıştır. Hatta ekonomiye katkıları o kadar
büyüktür ki ekonomik sözcüğü Yunanca “ev” ya da “ev halkı” anlamına gelen
oikos’tan türemiştir. (Deighton 2005: 42) Kadınların ev için gerekli üretimi
yapmalarının yanı sıra kölelere dayalı ekonomik yapı, erkekleri bir nevi özgür
kılarak onların kent yaşantısında aktif olabilmeleri için oldukça boş vakitleri olmasını
da sağlamıştır. Atina toplumunda erkekler dışa dönük yaşam sürerken bu durum
kadınları ev içinde “inzivada” bir yaşama itmiştir. (Deighton 2005: 42; Şenel 1970:
284)
9
Bazı araştırmacılar, Atina kadınının ev içinde, üretime yönelik hayatının
sorumlusu olarak Atina’nın geçirmiş olduğu ekonomik değişimi görmektedirler.
Sparta ve Dor polisleri dışında, Atina kadının itibarındaki bu düşüş12, üretim
düzenleri ile bağdaştırılmakta ve Atina’da, ticaret ve sanayinin gelişmesiyle birlikte
toplumun aristokratik özelliklerini kaybedip, kaçınılmaz olan burjuvalaşma
hareketine bağlanmaktadır. (Şenel 1970: 282-284)
Hiç bir şekilde mal varlığı edinemeyen, kişilik hakları için yasaya
başvuramayan ve politik yaşamda yer almayan kadının toplumdan uzak
tutulmasının sebepleri erkeğin erkini belirleyen para, mal varlığı ve statüsünü
korumasıyla ilişkili olduğu kadar, vatandaşlığın yasal aile kurumu içerisinde
kalmasını sağlamaktan kaynaklandığı da düşünülmektedir. Atina vatandaşı
denildiğinde “erkek”lerden bahsedilmektedir. Kadınların görevi ise bu vatandaşlığı
nakletmektir. Perikles’in İ.Ö. 451’de yürürlüğe koyduğu yasa gereğince hem anne
hem baba tarafından Atinalı olan kişiler özgür Atina vatandaşı olarak kabul
edilmektedir ve “demokrasi”de hak sahibi olabilmektedir (Deighton 2005: 14;
Mikalson 2005: 140; Şenel 1970: 290; Yolam 2002a). Vatandaşlığın yasal aile
kurumu içerisinde kalmasından kasıt , evlilik dışı cinsel ilişkiyi engellemektir. Ayrıca
şunu da belirtmek gerekir ki Atina’da kadının aklını çelip onu doğru yoldan
çıkartmak anlamına gelen “birini baştan çıkarmak” tecavüzden daha ağır bir suç
olarak kabul edilmektedir (Deighton 2005: 41).
Kültürel miras bağlamında aynı coğrafya üzerinde yaşayan toplumlarda
tarihsel bir inceleme yapıldığında, bu durumun, Yunan medeniyetini büyük ölçüde
etkileyen Girit kültüründe görülmediği düşünülmektedir. Bunun sebebi Knossos
sarayı duvarlarında bulunan ve Ana Tanrıça inancının verdiği nüfuzun etkisiyle Girit
kadının içinde bulundukları serbestliği gösteren fresk kalınt ılardır. Bu fresklerde
Minos şerefine yapılan bir eğlence ya da törende boğa üzerinde amuda kalkmış bir
kız betimi bulunmaktadır (Resim 2). Bu veri kadınların, sosyal hayatta, dinsel
törenlerde ve kamu gösterilerinde erkeklerle birlikte yer aldıklarının kanıtı olarak
görülmektedir (Şenel 1970: 16-17).
12
“Uygarlık öncesi düzende, komünal, ilkel düzende, büyük olasılıkla kadın erkeğe eşitti. Bu eşitlikçi devrin kalıntılarını Girit’te ana tanrıça kültünde ve Girit arsitokrat kadınlarını fresklerde seyrettiğimiz, erkeklerle birlikte sosyal hayata katıldıkları serbest ve mutlu yaşantılarında görüyoruz. Içinde Akhaların göçebelik devirlerinin mitolojik izleri bulunan Homeros destanlarında, tanrılar dünyasında, kadınlı erkekli Olympos tanrılar kurultayından, göçebe devirlerin eşitlikçi düzeninin izlerini, destanlardaki kahramanlar, asiller dünyasında, Kahramanlık çağında, kadının artık ikinci safa düşmüş olmakla beraber, gene de sonra ki devirlere bakarak yüksek bir itibara sahip olduğunun izleri görülmektedir.” (Şenel 1970: 280-292)
10
Prof. Dr. Alaeddin Şenel’in aktardığı efsaneye göre Atina’da, bir zamanlar
kadınların sosyal ve siyasal hayata katıldıkları, oy kullanma haklarının olduğu bir
dönem olmuştur. Atina polisine bir koruyucu tanrı seçme günü geldiğinde, deniz
Tanrısı Poseidon ile akıl ve kadın işleri Tanrıçası Athena’nın rekabeti üzerine, Atinalı
kadınlar hep birlikte Athena’ya oy vermiştir. Buna çok öfkelenen Poseidon’un,
Atina’yı sele boğmakla ve tufanla tehdit ettiği anlatılmaktadır. Poseidon’un şehre
vereceği zararlardan korkan Atinalıların, tanrıyı yatıştırmak için kadınların oy
hakkını ellerinden aldıkları aktarılmaktadır. (Şenel 1970: 281) Kadınların bir
zamanlar itibar sahibi olduklarının ve zamanla sahip oldukları bu itibardaki düşüşün
izleğini13 taşıyan bu efsaneye göre Atinalı kadınlar o günden sonra siyasal ve sosyal
hayatta yer alamamıştır.
Atina’da yaygın olarak gerçekleştirilen eski bir âdete göre doğum olan bir evin
kapısına eğer bebek erkekse zaferin sembolu olan zeytin dalı, eğer bebek kızsa yün
asılmaktadır (Fairbanks 1910: 121; Şenel 1970: 284). Bu durum henüz doğum
esnasında bile kadın ve erkeğin toplumdaki görevleri ve statüleri hakkında ipucu
vermektedir. Erkek –eğer özgür bir Atina vatandaşı ise- hayatını aktif bir kent
yaşantısında geçirecektir, ancak kız bebeği –eğer baba kız çocuğunun yaşamasına
izin verirse- evin içerisinde yün eğirip, dokuma yaparak geçireceği bir hayat
beklemektedir (Şenel 1970: 284-285).
Antik Yunan toplumunda, İ.Ö. 4. yüzyılın sonuna kadar bölgedeki nüfus
baskısının da sebebiyle, babanın çocuk doğduktan sonra on gün içerisinde çocuğu
vesayetine alıp almama, yaşamasına ya da ölmesine karar verme hakkı
bulunmaktadır (Şenel 1970: 284). Eğer baba, çocuğu tanımaz ve kendi vesayetine
almayı kabul etmezse, çocuk, biri alır ve besler umuduyla toprak bir kaba konularak
kamu meydanına bırakılmaktadır ve babaların kız çocukları için kızına drahoma
sağlaması gerektiğinden özellikle fakir ailelerde bu bırakılan çocuklar çoğunlukla kız
çocukları olmaktadır. (Dickinson 1962: 330; Şenel 1970: 284-285).
Kadınların ev hayatı daha küçüklükten ev içerisinde geçmeye başlamaktadır.
Kız çocukları erkeklerin aksine, evde gynaekonitis denilen evin kadınlara ayrılmış
bölümünde eğitim almaktadırlar ve okuma yazmayı öğrenmenin aksine yün
eğirmeyi, dokuma yapmayı, evdeki hizmetkârları idare etmeyi ve terbiyeli olmayı
13
Prof. Dr. Alaeddin Şenel’e göre Atina kadınının düşüşü, polisin kuruluşu ve burjuvazinin belirişi ile başlar ve bu sebeple bu efsanenin bu düşüşün izlerini taşıdığını aktarır: “Athena akıl tanrıçasıdır, aristokratların erdemini temsil eder. Athena’nın Atina tanrıçası olarak seçilişi, aristokrasinin egemen olduğu, kadının itibarlı olduğu Kahramanlık Çağını yansıtır. Sonra Athena’ya karşı rakip olarak deniz tanrısı Poseidon çıkar. Bu, deniz ticaretinin başlayışını, aristokrasiye karşı burjuvazinin çıkışını sembolize eder. Atina polisi için bir koruyucu tanrı seçimi ise, bu çatışmanın feodal düzenden ticaret düzenine geçiş sırasında, şehirleşme sırasında olduğunu gösterir .” (Şenel 1970: 280-292)
11
öğrendikleri bu eğitimi annelerinden ya da eğer varlıklı bir aileden iseler
paidagogos’tan (özel öğretmen) ya da dadılarından almaktadırlar (Deighton 2005:
43-45; Licht 1993; Şenel 1970: 285).
Yunanlıların “kadın” sözcüğü gyne karı-eş anlamında da kullanılmaktadır
(Clark 1998: 13). Bu sebeple kadınların hayatlarının iyi bir eş ve anne olmak
üzerine şekillediği oldukça açıktır ve evlilik bir kız çocuğunun hayatındaki en önemli
olgu olma niteliğini taşımaktadır (Mikalson 2005: 152; Yalom 2002a: 23-24).
Erkeğin taşınabilir malı, ona muhtaç, soyunun devamının meşru aracı, çocuklarının
bakıcısı, aşçısı ve ev hizmetkârı olarak algılanan kadınların, bir yük hayvanı gibi
algılandığı evlilik ise büyük ölçüde bir mülkiyet düzenlemesi olarak görülmektedir;
soyluluk ve servette eşitlik evlilikte belirleyici etmen olmaktadır (Deighton 2005:
Hem kadın hem erkek için çocukluktan yetişkinliğe dönüştüklerini gösteren bir
törensel geçit olan evlilik, çocuk sahibi olmayı ve evin bakımını yürütmeyi sağlayan
bir kurum olarak saygı görmektedir ve insanların bir duygu birlikteliği sağlamaları
beklentiler arasında bulunmamaktadır. (Şenel 1970: 285; Yalom 2002a: 24)
12
Geleneklerin ve toplumun yasalarla desteklediği evlilik kurumunda boşanmalar
da görülebilmektedir. Zira Atina toplumunda, bir kadın çocuk doğuruncaya kadar
kocasının ailesine kesin bir biçimde dâhil olarak algılanmamaktadır ve bu sebeple o
ana kadar gelinin babası aile mülkiyeti ile ilgili gerekçelerle evliliği sona
erdirebilmektedir (Yalom 2002a: 23). Ayrıca, damat da çeyizi iade etmek koşuluyla
herhangi bir gerekçe göstermeden eşini boşayabilmektedir. Ancak burada özellikle
belirtilmesi gereken şudur ki bir kadının kocasından kendi isteğiyle ayrılma hakkı
bulunmamaktadır.
Evlenerek babasının himayesinden kocasının himayesine geçen Atina kadını
hukuken hiçbir zaman kocasına eşit görülmemektedir ve tam ehliyetli hukuk süjesi
olarak algılanmamaktadır (Şenel 1970: 286). Bu sebeple, herhangi bir sebepten
ötürü boşanma yaşandığında kadın tek başına yaşayamamakta ve babasının, erkek
kardeşinin ya da eğer ergin yaşa ulaşmış bir oğlu var ise onun vesayeti ve himayesi
altına girmektedir (Şenel 1970: 286; Yalom 2002a: 23). Ayrıca erkek, eşini,
çeyiziyle birlikte geri vermek şartıyla istediği zaman istediği gerekçe ile
boşayabilmekteyken, kadın için bu durum oldukça zorlu bir süreci gerektirmektedir.
Çünkü özellikle çocuk doğrup erkeğin ailesine dahiliyeti kesinleştikten sonra kadın,
kocasından ayrılabilmek için mahkemeye ya da arkhona (soylular arasından seçilen
üst düzey devlet yöneticisi) başvurmak zorunda kalmaktadır ve kocasının evini
terkedip babasının ya da tayin edilen başka bir kyrios’un (efendi) himayesine
girebilmesi dokuz baş yargıçtan en az birinin iznini gerektirmektedir. (Şenel 1970:
286; Yolam 2002a: 23)
Diğer konularda olduğu gibi miras hususunda da kadınlar yasalar karşısında
erkeklerle eş değerde olmamaktadır. Zira miras, erkek evlatlara aktarılmaktadır ve
kız çocuklarının bu mirasta hiçbir hakkı bulunmamaktadır. Erkek evladın olmaması
durumunda bile kız evlat mirastan tek başına yararlanamamaktadır ve miras en
yakın erkek akrabaya geçmektedir. Kadının ya da kızın mirastan faydalanabilmesi
için –evli bile olsa- kocasından –eğer ki yasalar buna izin verirse- ayrılıp, bu erkek
akrabasıyla evlenmesi gerekmektedir. Ayrıca en yakın erkek akrabanın da –evli olsa
bile eşinden boşanıp- bu miras için babası ölen kızla evlenmesi gerekmektedir.
(Şenel 1970: 286)
Aile içerisinde eşlerin hakları başka yönlerden de eşit olmamaktadır. Kocalar,
eşlerinin dışında cariyerle, erkek ve kadın kölelerle, erkek ve kadın fahişelerle ya da
erkek ve kadın âşıkları ile meşru bir şekilde ilişki kurabilirlerken, kadınların, kocaları
dışında herhangi başka biri ile birliktelikleri şiddetli cezaları gerektirmekted ir. Bu
13
durumda en hafif ceza, kocasının, kadını boşaması ve ailesinin evine gönderilmesi
olarak görülmektedir. Ancak yasalar daha da fazlasını içermektedir ve kadının âşığı
ile tekrar evlenmesi durumunda, evleneceği adamın vatandaşlıktan atılması kuralı
bu yasalara örnek teşkil etmektedir (Şenel 1970: 286; Yalom 2002a: 23). Bu
şekilde, bu duruma düşmüş bir kadının bir daha evlenememesi onun toplum
içerisinde iffetsiz bir kadın olarak yargılanmasına sebebiyet teşkil etmektedir.
Örneğin, kocasına sadakat göstermemiş bir kadın tapınakta görüldüğünde her hangi
bir vatandaş onu dövüp üzerindeki giysileri yırtıp atabilmektedir. (Licht 1993: 62;
Şenel 1970: 286)
Atina’da erkeklerin kent yaşantısında, Agora meydanında bulunmaları oldukça
normal karşılanmakta ve erkeğin gününü evde geçirmesi utanç verici bir durum
olarak algılanmakta iken, kadınların, bazı özel dinsel bayramlar dışında, yanında bir
akrabası ya da hizmetçi köle kadınlar olmadan dışarı çıkmaları kesinlikle hoş
karşılanmamaktadır. Kadınların erkeklerle olan ilişkilerini minimuma
indirgeyebilmek için kamu işleri hakkında bilgi edinmeleri ve Yunan kültüründe
önemli bir yeri olan komediaları görmeleri yasaklanmıştır, sadece dinsel anlamı olan
tragedialara gidebilmektedirler (Şenel 1970: 287). Ayrıca, kültürel açıdan birleştirici
unsurlardan biri olarak önemli bir fonksiyona sahip olan Olympia oyunlarına Atina
kadınları sadece izleyici olarak katılmaktadırlar (Tekin 2003: 140). Bu sebeple İ.Ö.
5. yüzyılda Atina’nın en önemli rakiplerinden biri olan ve kadınlarının da erkekler
kadar önemli olduğu Sparta kadınlarının toplum içindeki özgür davranışları, hatta
atletizm oyunlarında yer almaları, bir kadının tanımadığı erkeklerin önünde kendi
hemcinsleri hakkında konuşma yapmasının, hatta onların adlarını anmasının bile
uygunsuz bir davranış olarak kabul edildiği cinsiyet ayrımı gözeten bir toplum olan
Atina’da hoş karşılanmamaktadır (Deighton 2005: 10; Tekin 2003: 140).
Atina’da evli bir kadının klasik bir gününün çerçevesini evde çocuklarla
ilgilenmek, hizmetçileri denetlemek, yün eğirip dokuma yapmak oluşturmaktadır.
Fakir ailelerin kadınları bunların yanında ayrıca tarlada çalışmak ve evin bütçesine
katkıda bulunmak zorundadırlar (Deighton 2005; Mikalson 2005; Şenel 1970). Evin
bütçesine katkıda bulunabilmek için kadınların yapabileceği uğraşlar da sınırlı
tutulmuştur. Yazıtlarda, özgür kişilerin veya azat edilmiş kadın kölelerin mezar
taşlarında ya da azat edilme belgelerinde rastlanan meslekler şu şekilde
sıralanmaktadır: Susam satıcısı, yün işçisi, harp çalgıc ısı, at bakıcısı, aulos14
14
Bir üflemeli çalgıdır, alışılmış karşılığı flüttür ancak klarnet ve obua gibi kamışlı sazlara oldukça benzemektedir. (Deighton 2005: 41)
14
çalgıcısı, parfümcü, bal satıcısı, tütsü satıcısı, ayakkabı satıcısı, pelerin satıcısı,
merhem kaynatıcısı, tuz satıcısı, çamaşırcı ve manav. (Deighton 2005: 41)
Atina kadının gününü özetlemek gerekirse, günün evde yapılan ilk işi
alışveriştir ancak kadın kendisi dışarı çıkamadığından dolayı bunun için kocasını ya
da bir hizmetkârını yani kölesini görevlendirmektedir. Atinalı kadınların ev
içerisindeki yaşamlarında öncelikleri eğer varsa çocukları olmuştur ve anne bebeğini
kendisi beslemekle, yıkamakla ve yetiştirmekle sorumlu tutulmuştur. Sütannelik,
Antik Yunan’da geçerli bir olgu değildir çünkü annelik, kadının başlıca sorumluluğu
olduğu için bebeğine de kendisi bakmakla yükümlü kılınmıştır. Kadın evde
hizmetkârların yönetimi ve kilerin denetimini yapmakta, çocukların bakımını
üstlenmekte ve yün eğirip, dokuma yapmaktadır. Ayrıca aile bütçesini gözetmek,
yeterince giysi bulunmasını sağlamak, hasta hizmetkârların bakımı ile ilgilenmek,
hizmetçilere yün eğirmeyi ve ev işlerini göstermek de yine kadının günlük hayatının
bir parçası olmaktadır (Deighton 2005: 54-57; Mikalson 2005: 140). Eğer eşi
ekklesia’dan ya da Agora’dan dönerse ona hafif bir öğle yemeği hazırlamak ya da
hazırlatmaktadır. Kadınlar sofrada yer almamaktadırlar15 ve sofraya kabul edilmiş
olsalar bile uzanarak değil, erkek çocuklar gibi oturarak yemek yemektedirler.
(Deighton 2005: 79)
Kadınların hayatlarının en önemli görevlerinden biri olan yün eğirme ve
dokuma faaliyetleri için evde bir oda bulunmaktadır ve kadınlar o kadar üretken
olabilmektedirler ki evlerinde aile servetini arttırmaya yarayacak kadar çok üretim
fazlası bulunabilmektedir (Resim 3). Sadece giysi için değil, mobilyalara örtü ve
duvara asmak için de yapılan bu dokumaların tezgâhları hem işlik hem de kadınların
arkadaşlarını misafir ettikleri salon olarak fonksiyon gösteren ve evin üst katında
yer aldığı düşünülen gynaikeion’da bulunmaktadır. Öreke ve kirmen yardımıyla
yapılan yün eğirme işlemi ise tüm dokuma sürecinin en fazla vakit alan evresini
oluşturmaktadır. Birden fazla kadının çalışabildiği dokuma işleminde üretilen
dikdörtgen kumaşlar tüm Yunan giysilerinin de biçimini belirlemiştir. (Deighton
2005: 56)
Sosyal hayatın dışına itilmiş Atina kadının, bu sayede, tek yaşam alanı
gynaekonitis yani kadınların evdeki bölümü olarak sınırlandırılmaktadır. Bu durum
erkeklerin sosyal hayatlarına yanlarında bulunmalarını istedikleri bir diğer kadın
15
İonya’da kadınlar ve erkekler birlikte yemek yemektedirler. Azra Erhat bu duruma Karyalı kadınları örnek göstermektedir. Yunanlıların bu topraklara gelip Karya kadınları ile evlenerek yerleşmelerine bir tepki olarak bu kadınlar sofraya Yunanlı erkeklerle oturmayı reddetmişlerdir ve bir tepki olarak uzun süre bunu devam ettirmişlerdir. Azra Erhat, bu örnekten yola çıkarak Ege kıyılarında, İonya’da ve Karya’da kadın ve erkeğin bu dönemden önce birlikte yemek yediklerini savunur. (Sappho: 29)
15
grubu olan –hetairae- leri ya da oğlancılık16 da denilen paederasty17 sonuçlarını
doğurmaktadır (Şenel 1970: 289; Yalom 2002a: 22). Hatairae hayat eşi, dost
anlamına gelmektedir ve evlerine kapatılıp, eğitimsiz bırakılmış ve kültürel
faaliyetlerden mahrum kalmış kadınların aksine, bu kadınlar sosyal hayata katılıp,
kültür edinme olanağı bulan –genel- kadınları tanımlamak için kullanılmaktadır
(Şenel 1970: 289). Hetairae’lerin de bir üst sınıfı bulunmaktadır ve bunlara da
Kortezan18 adı verilmektedir. Kortezan diye adlandırılan kadınlar sosyal hayat ve
politika ile ilgilenmekte, sanat, edebiyat ve felsefe hakkında bilgi sahibi
olmaktadırlar (Şenel 1970: 289). Toplum kendi kadınlarının yasal ve sosyal tüm
haklarını kısıtlayarak ortaya çıkan sonuçlarla bu şekilde ironik bir çözüm üretmiştir.
1.2. Dini Ritüellerde Kadın
“Ne bir düğün ne bir şölen Ne de bir oyun kıyıda
Yoktu ki bizim bulunmadığımız…”19
Kadınların sosyal hayattan soyutlanmış ve dışlanmış bir hayat yaşamalarına
rağmen, dini aktivitelerde kısmi olarak erkekle eşit olabildiği durumlar
görülebilmektedir. Hatta bu araştırmanın odak noktasını oluşturan tarımsal
verimliliğin arttırılması için düzenlenen Demeter ve kızı Persephone tapımları
arasında bulunan Thesmophoria’da kadınların hâkimiyeti egemendir ve bu
şenliklerde erkekler bulunmamaktadır. Kadınların Thesmophoria’daki üstün
durumları ileride irdelenecektir ancak kadınların ön planda olduğu başka ritüeller de
bulunmaktadır. Yunan toplumunda kadınların yerinin incelenebilmesi için günlük
hayattaki rollerinin yanı sıra Yunan dininin büyük bir bölümünü oluşturan bu
ritüellerde de kadının yerinin belirtilmesi gerekmektedir.
16
Oğlancılık, genç adamları güçlü birlikteliklerle tanıştırmak için tasarlanmış ve toplumsal kabul gören bir
kurumdur, genellikle kırkın altında yetişkin bir erkekle, on ila on sekiz yaşlarındaki erkek aşığı arasındaki bir dizi adetle tanımlanmaktadır. Evliliğin yerine geçecek bir şey olarak görülmemektedir. (Yalom 2002a: 24)
17Paederasty, homoseksüellik, oğlan sevicilik demektir ve tüm antik Yunan’da yasal olarak görülen
yaygın bir sevgi türüdür. Bunun nedenleri şu şekilde belirtilmektedir: 1)Kadınların kapatılmışlığı, 2) Yunan kültürünün baştan sona erkek kültürü olması. (Şenel 1970: 289)
18Prof.Dr. Alaeddin Şenel’in aktardıklarına göre Kadınlara yaradılışlarının sınırını aşmamalarını, erkekler arasında sözlerini ettirmemelerini öğütleyen Perikles’in Aspaisa’sı da bir kortezandır ve siyasal konularda Perikles üzerinde çok etkili olmuştur. Perikles, karısını boşayıp onunla evlenmiş tir. Kendisi serbestçe erkeklerle konuşup siyasal tartışmalara katıldığı gibi, kendi evinde de Atina’da asla hoş karşılanmayan eşlerin de kocaları ile birlikte katılabileceği Aristokrat sınıfı için toplantılar düzenlemeye çalışmıştır. Halkın bu durumdan hoşnutsuzluğu üzerine bir sebeple mahkemeye verilmiştir ve Perikles kişisel itibarını kullanarak Aspasia’yı kurtarabilmiştir. (Şenel 1970: 289)
19 Sappho: sf: 98 5. Betik 93
16
Antik Yunan’da kadınlar din için oldukça büyük bir öneme sahiptir. Kadınlar,
özellikle Artemis, Asklepios, Athena ve Demeter gibi bazı kültlerle ilgili ibadetlerini
ev dışında da gerçekleştirebilme özgürlüğüne sahiptirler ve bu dini görevleri
sayesinde evlerinin, köylerinin ve hatta şehirlerinin dışına çıkabilmektedirler.
(Mikalson 2005: 142)
Kadınlar ve genç kızlar gerek ritüellerde gerekse tanrılara adaklara sunmada
kutsal kabul edilmektedir ve özellikle, bakire kızlar Antik Yunan dininde önemli bir
yere sahiptirler. Bakireler, kült ritüelleri sırasında çeşitli dini eşyaları taşıma
görevlerinin dışında tanrılar için şarkı söylemek ve dans etmek gibi sorumlulukları
da üstlenmektedirler (Dillon 2002: 1).
Kadınlar da erkekler gibi rahiplik yapmaktadırlar. Örneğin Atina’da kırka yakın
sayıda rahiplik ünvanına sahip kadın bulunmaktadır ve ayrıca bir kadın da şehrin
patronu ve koruyucusu olan Athena Polias Rahibesi olarak görev yapmaktadır
(Mikalson 2005: 141). Fakat kadın rahipler ile erkek rahipler aynı statü ve değere
sahip olmamışlardır. Bunun en önemli kanıtı, erkeklerin kadınlara göre çok daha
yüksek ücretler almalarıdır. (Dillon 2002: 73)
Buradan da anlaşılabileceği gibi, erkek rahipler kadın rahiplere göre çok daha
itibarlıdır. Rahiplik, satın alınabilen bir makam olmuştur ve bu makamı satın alacak
kişiler için de çeşitli koşullar bulunmaktadır: sağlık ve saflık açısından fiziksel bir
kusurun bulunmaması gibi (Dillon 2002: 74). Örneğin, bedenini satan bir kimse bu
mevkiyi elde edememektedir. Bunun haricinde, rahipliği satın alacak kadınların,
bireysel kültlere göre değişken olmakla beraber genel olarak külte göre 8, 10, 12,
20 veya 40 yaşın üzerinde olmaları gerekmektedir. Kadın rahip olmak için şehir
devletlerindeki yapıya göre ya aristokrat bir ailenin mensubu olunmalıdır ya da
demokratik bir seçimi kazanmak gerekmektedir. Atina’da rahipliğin satılması
durumu mevcut değilken Küçük Asya ve adalarda rahip olmak için tipik yol bu
olmuştur. (Dillon 2002: 76)
Rahiplikle ilgili sınırlandırmalar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin
Delphi rahibesi bakire kızlar arasından seçilmektedir, fakat Delphi’deki Apollo
Tapınağı rahibesinin evli olabildiği durumlar da olmuştur. Ancak tanrıya hizmet
ettiği sırada kocası ile cinsel ilişkiye girmemesi için bu esnada kocasından ayrı
yaşayacağı bir evi olması zorunluluğu bulunmaktadır. (Dillon 2002: 77). Ayrıca evli
bir bayanın burada kadın rahip olması durumunda yukarıda belirtilen koşula
ilaveten bakire elbisesi giymesi de gerekmektedir.
17
Antik Yunan dininde kültlerin gerçekleştirilmesi sırasında bekâret ve namus
kavramları oldukça önem taşımaktadır. Ancak Yunanlıların bu iki kavram için de
belirli bir süre tayin ettikleri düşünülmektedir. Çünkü bakire bir kız iken, kadın rahip
olduktan sonra yetişkinliğe erdiğinde toplumsal düzen gereğince evlenenler
bulunmaktadır. Herakles’in, Thespiai’de, ölene kadar hizmet eden bakire bir kadın
rahibi olduğu söylense de bu durum oldukça olağandışı bir örnektir. Buna karşın,
Eleusis’deki Demeter kadın rahiplerinin çocuk sahibi olabildiği kabul edilmektedir.
Sonuç olarak, Yunan dininde bekâretin değeri kültler içerisinde farklılık
göstermektedir. (Dillon 2002: 77)
Kadın rahipler için çeşitli beslenme kısıtlamaları da bulunmaktadır. Örneğin,
Atina Polias’taki kadın rahipler, Attika’da üretilen peyniri yiyememektedir. Dişi
koyunun kurban edildiği ayinlere de başkanlık edememektedirler (Dillon 2002: 78-
79). Oysaki Yunan toplumunda kadın rahiplerin sosyal rollerinden biri de ayinlere
başkanlık etmeleridir. Özellikle, kurban etme ayinlerine katılımları önem
taşımaktadır. Ancak, bir kadın rahibin başkanlığı olmadan ayinler düzenleyen
kadınlar da mevcuttur. Arkesine’deki Demeter kadın rahibi bu durumdan şikâyetçi
olmuştur. Özellikle, Piraeus’daki Thesmophoria sırasında kadınların kendi başlarına
kurban etme ayinleri düzenledikleri söylenmektedir. (Dillon 2002: 79)
Kadın rahipleri sembolize eden bazı unsurlar da bulunmaktadır. Bunlardan en
başta geleni, anahtardır. Antik Yunan’da kadın rahipler ellerinde tapınakların
anahtarlarını tutarken tasvir edilmiştir. Attika’da kadınların mezar taşlarında
anahtarların bulunması da bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bunlar ise
genellikle 40 santimetre boylarında uzun bronz anahtarlardır. (Dillon 2002: 79-80)
Kadınların şehir yaşantısında görülebildiği durumlar dini ritüellerdir. Şehir
kültü ile ilgili toplumsal kutlamalara katılımlarının yanı sıra, yine şehirle ilgili ancak
sadece kadınların gerçekleştirdiği bazı ritüeller de bulunmaktadır. Ayrıca yine
kadınların hayatında önemli bir yeri olan evlilik töreni de bir dizi ritüel ile
gerçekleşmektedir. Bunların yanı sıra doğum ya da cenazelerde de ritüeller
bulunmaktadır. Bu bölümde kadınların aktif olarak görev aldıkları cenaze, evlilik,
doğum ritüellerinin yanısıra, maenadizm gibi dini festivallerde ön planda oldukları
roller incelenecektir.
18
1.2.1. Cenaze Ritüelleri
Kadınlar, aile bireylerinin cenazelerindeki temel görevleri ile aile bireylerine
karşı sorumluluklarını tamamlamaktadırlar. Bunun yanı sıra, kadınlar cenazelerde
ağıtçı olarak da görevlendirilmektedirler. Cenaze törenlerindeki bu rolleri, onların
bastırılmışlıklarından dolayı duydukları acının dışa vurumuna kanıt olarak
gösterilebilmektedir (Stears 1998: 113).
Yunan adetlerine göre cenazeler üç bölümden oluşmaktadır: 1) ceset bedeni
hazırlamak, 2) prothesis (sergileme) ceset bedenin ayaklı bir tabut altlığı üzerinde
gün boyunca evin avlusunda sergilenmesi, 3) ekphora ceset bedenin törenle tabuta
alınması ve mezara gömülmesi ya da kremasyon işlemi (Mikalson 2005: 145;
Stears 1998: 113).
Ceset bedenin hazırlanma işlemi sadece 60 yaş üstü, ölü ile akrabalığı olan
kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bedenin cenaze için yıkanması, kutsal yağlarla
yağlanması, giydirilmesi ve cesedin sergilenmesi için uygun bir hale getirilmesi
işlemleri bu kadınlar tarafından gerçekleştirilen bir süreçtir (Mikalson 2005: 145).
Prothesis hazırlanan cesedin yine kadınlar tarafından kumaşlarla sarılarak
kefenlenip serginlendiği süreci kapsayan ritüeller dizisidir. Ayakları evin kapısına
doğru olacak şekilde bir taşıyıcıya yerleştirilen cesedin başının altına bir yastık
koyulmaktadır (Stears 1998: 114). Bu eylem evin bir bölümünde gerçekleştirilir20.
Evin hangi bölümünde yapılacağı muhtemelen evin boyutlarına ve imkânlarına göre
değişmektedir. Bir gün boyunca süren prothesis’te ailenin kadınları ya da kiralanmış
profesyonel ağıtçılar ritüelleştirilmiş şekilde saçını başını yolarak ve ellerini
göğüslerine, başlarına vurarak ağıtlar yakmakta ve mersiyeler söylemektedirler
(Mikalson 2005: 145; Stears 1998: 115).
Cenaze betimleri bulunan bazı (Resim 4) tabletlerden anlaşıldığı üzere
prothesis’de aile fertlerinin cesedin (merhum eğer erkekse) başında belirli bir
dizilimi bulunmaktadır: baş tarafında merhumun büyükannesi (thethe) ve toplamda
üç kişi olmak üzere halaları/teyzeleri (en az birinin baba tarafından akraba olması
gerekmektedir) bulunmaktadır. Merhumun başını tutan annenin (meter) yanında
ölen kişinin kızkardeşi (adelphe) yer almaktadır (Stears 1998: 116).
Bu ritüellerin üçüncü gününü ise ekphora oluşturmaktadır. Cesedin törenle
tabuta alınması ve mezara gömülmesi ya da kremasyon işlemini içeren bu süreçte
20
Solon’un cenaze yasalarına göre prothesis evin iç mekanında yapılmaktadır ancak ikonografik örnekler genelde dış mekanı işaret etmektedir. (Boardman 1955; Garland 1985’den aktaran Stears 1998: 115)
19
hem kadınlar hem erkekler bulunmaktadır. Ölünün en azından ikinci derece kuzeni
olmak şartıyla 60 yaş üstü kadınların katılabildiği bu törenin, cesedin umumi
sergilenmesi ve kadınların ortaya çıkışını bir derece sınırlandırabilmek amacıyla gün
doğmadan önce sabahın erken saatlerinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir
(Mikalson 2005: 145). Erkekler töreni yönetmekle yükümlüdürler. Kadınlar ise ağıt
yakarak (bu törende de profesyonel ağıtçılar bulunabilmektedir) erkekleri takip
etmektedirler. Bu törende ağıtlara eşlik eden ve atmosfere uygun olarak hüzünlü bir
ezgi çalan bir flütçü de bulunabilmektedir (Mikalson 2005: 146; Stears 1998: 116).
Cenaze alayı, tabutun, tabut taşıyıcıları tarafından ya da bir araba ile erkeklerin
önderliğinde taşınması, kadınların ve çocukların da onları takip etmeleri ile
gerçekleşmektedir. Cesedin gömülmesi ya da kremasyon işinin gerçekleştirilmesi
ise erkeklerin görevidir, ancak muhtemelen anne tarafından yönetilen kadınlar
definden önceki tüm gerekli hazırlığı yapmaktadırlar. (Mikalson 2005: 146; Stears
1998: 116).
Ayrıca cenazeden sonra ağıt yakanlar ve cenazeye katılanlar için evde
verilen yemek (perideipnon) kadınlar tarafından hazırlanmaktadır (Mikalson 2005:
146; Stears 1998: 116). Atina’da ölünün ardından tutulan yas bir ay boyunca
sürmektedir. Örneğin ölünün ardından üçüncü gün ve dokuzuncu gün ritüelleri
bulunmaktadır; ta trita ve ta enata olarak da adlandırılan bu ritüellerde mezara
sunular (yemek, libasyon, ve diğer sunular) bırakılmaktadır (Stears 1998: 116).
Evin reisi olan erkek, aile mezarlarından ve bu mezarlara yapılan yıllık sunulardan
sorumludur ancak birçok vazo betiminde kadınların da aile bireylerinin mezarlarını
ziyaret ettikleri ve bu mezarları donattıkları betimlenmiştir (Mikalson 2005: 147;
Stears 1998: 124).
Cenazeye katılan kadın ve erkekler belirtilmiş bu süre boyunca “kirlenmiş”
olarak (miasma-ritually polluted) algılanır ve tanrıların mabetlerine
girememektedirler. Ev halkı, ancak triakositia adı verilen otuzuncu günden sonra
Eski Yunan ve Latin eserleri uzmanı Dr. Karen Stears, kadınların cenazelerde
bu kadar çok görev almalarını, cinsiyetleri gereğince miasma’ya açık olmalarına
bağlamaktadır. Çünkü kadınlar doğum yaparak da miasma’ya maruz kalırlar ancak
erkekler böyle bir durumları olmadığı için miasma’ya maruz kalmamayı
seçebilmektedirler (Stears 1998: 117-120).
20
1.2.2. Evlilik Ritüelleri
Antik Yunan ailelerinin kızları 15 yaşlarına geldiklerinde evlendirilmekte ve
gelin olarak damadın ailesine katılmaktadırlar. Evlilik töreninde, kocasının evine
ritüeller eşliğinde kabul edilmektedirler. Kocasının ailesine kabul edildikten sonra
onlarla birlikte yaşadığı evin dini ritüellerine, cenazelerine ve mezar kültlerine
katılmaktadırlar. Bu sebeple Yunan ailelerinin kızları doğdukları evin geçici bir üyesi
olarak kabul edilebilmektedirler çünkü hayatlarının çoğunu kocalarının ailelerinin
yanında geçirmektedirler. Kızın babası ve damadın nişan töreninde çeyiz miktarının
düzenlenmesi ile birlikte vardıkları sözleşme sonucunda, kız, kadın olma yolunda en
önemli adımını atmış olmaktadır ve bundan sonra en önemli görevi yeni ailesine bir
çocuk vermektir. Hayatlarının dönüm noktası olan evlilik ile kızların statüsü dişiliğin
en önemli iki kategorileri olan parthenos’tan gyne’ye yani bakire den kadına-eşe
dönüşmektedir, ayrıca nymphe adıyla evlenmiş ancak henüz çocuk sahibi olmamış
kadınları tanımlayan üçüncü ek bir kategori bulunmaktadır (Clark 1998: 14). Eğer
zaman içerisinde çocuk sahibi olamazsa, nymphe yeni ailesine de kabul
edilmemektedir (Mikalson 2005: 148-151).
Yunanlı kızların hayatında yaşamlarını tanımlayan bir olgu olan evlilik sadece
eşler arasındaki kutsal bağ sebebi ile değil ayrıca yapılması gereken bir dizi sunu
sebebiyle de dini bir ritüel olarak algılanmaktadır. (Clark 1998: 13; Fairbanks 1910:
122-123). Nişan törenlerinde hiçbir söz hakkı ve sorumluluklarının bulunmamasına
rağmen evlilik törenlerinde yapılan ritüellerde kadınların önemi büyüktür. Evlilik
törenleri genellikle kışın yapılmakta ve iki ila üç gün sürebilmektedir. Törenlerin
birinci gününde gelinin babası evliliği kutsamak ve onu kötülüklerden uzak tutup
bereket sağlamaları için evlilik tanrıları Zeus Teleios ve Hera Teleia’ya adaklar
adamaktadır.21 Gelin ise artık çocukluk dönemini bırakmasının bir simgesi olarak
doğa ve av tanrıçası olmasının yanı sıra bekâret ve doğum tanrıçası da olan
Artemis’e oyuncaklarını, çocukluk giysilerini hatta bazen saçından bir tutamı adak
olarak sunmaktadır. Ayrıca Atina’da, Athena Parthenon’u kadınlar tarafından
süslenir (Blundell 1998: 49) ve tapınakta da küçük bir kutlama gerçekleşir22,
Boeotia’da da evlilik gizemlerinin yöneticisi23 olarak da görülen Demeter’e de sunu
21
Evlilik için yapılan sunulara proteleia denmektedir ve evlenen kişiler de teleioi olarak
adlandırılmaktadır. Bu sebeple evlilik Tanrıçası olarak Hera, Teleia sıfatı ile birlikte kullanılabilmektedir. (Clark 1998: 17). Bu durumun Zeus Teleios için de geçerli olduçu oldukça açıktır.
22Hiç evlenmemiş bir tanrıça olarak “karı-eş” kavramını reddeden Athena için yapılan evlilik sunuları bu sebeple paradoksal bir görüngü oluşturmaktadır. (Blundell 1998: 49)
23Athenaeus, 7, sf:309; Peterson, Hausgottesdienst, n.145 ve 160; Plutarch, Conjug. Praec. 138 B; Preller, Demeter and Persephone, 353, n. 58’den aktaran Fairbanks 1910: 124.
21
yapılabilmektedir. İkinci gün, gelinin evinde bir düğün ziyafeti verilmektedir ve bu
süreçte gelin damada takdim edilmektedir. Sonrasında kalabalık bir insan
topluluğunun söylediği düğün ilahileri (hymen) ile gelin ve damat, damadın en
yakın arkadaşı tarafından bir at arabasına bindirilip yeni evine götürülmektedir
(Resim 5). Gelin yeni evine vardığında ve yeni evliler gelin odasına alındığında
davetliler düğün şarkıları ya da gelin odası şarkıları (hymen oh hymenaios)
Evlilik gününde gelin kendi oikos’unun içinde kadınlar tarafından yıkanır,
giydirilir ve süslenir.24 Bu sıralamanın içerisinde yer alan yıkanma işlemi ise bir
arınma ritüelidir ve “can verici” olarak tanımlanmaktadır. Evlilikten önce
gerçekleşen bu –düğün yıkanması-nın arınma ve bereket için olduğu
düşünülmektedir (Thomson 1983: 250). Bu arınma banyosu için kutsal olarak
adledilen su loutrophoros olarak adlandırılan bir nevi vazonun içinde taşınmaktadır
(Mikalson 2005: 151).
1.2.3. Doğum Ritüelleri
Kadınların hayatlarında tam olarak eş olarak algılanıp gyne olmaları daha
önce de belirtildiği üzere doğum yapmaları sayesinde gerçekleşmektedir ve bu
süreçte de ritüalistik davranışlar bulunmaktadır. Doğum ile özdeşleşen ve evlilik ve
ölüm ritüelleri gibi ayrıntıları ile belgelenmemiş olan bu ritüeller bebeğin aileye ve
tanrılara sunumuna odaklıdır ve anne, miasma’ya maruz kalması gerekçesi ile ön
planda bulunmamaktadır (Stears 1998: 119). Yapılan bu ritüellerin ikili bir amacı
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi doğum esnasında kadının kirlendiği (miasma)
düşüncesinden doğan “arınma” amacıdır, ikincisi ise yeni doğanın ilahi anlamda da
onaylanması amacıdır (Fairbanks 1910: 121).
Yeni doğan eğer kızsa evin kapısına bir yün yumağı, erkekse de zeytin dalı
takılmaktadır (Fairbankas 1910: 121; Şenel 1970: 284). Bu durum abdestsiz olarak
da algılanabilen, miasma’ya maruz kalmış kimselerin eve girişini önlemek için
yapıldığı düşünülmektedir (Fairbanks 1910: 121). Amphidromia yeni doğanın aileye
takdim edilmesi törenidir ve bazı araştırmacılara göre bu tören doğumdan sonraki
beşinci ya da yedinci günde yapılmaktayken, kimi kaynaklara göre doğum
yemeğinin gerçekleştirildiği onuncu günde (dekate) yapılmaktadır (Fairbanks 1910:
24
Sue Blundell, kadınların cenaze ritüellerinde ölüyü hazırlamaları ile evlilik ritüellerinde gelini hazırlamaları arasında bir bağlantı kurar. Ayrıntılı bilgi için bknz: Blundell 1998: 119-120
22
122). Yeni doğanların doğumdan sonraki ilk yedi günü oldukça riskli geçmekte ve
pek çok ölüm olabilmektedir. Bu sebeple bu tören için ilk yedi günün geçmesinin
beklenmesi yaygın bir görüştür (Fairbanks 1910:121-122; Golden 1990).
Anne üç gün boyunca, doğuma katılan kişiler ise beş gün boyunca kirli
olarak algılanmaktadır (Stears 1998: 118). Bu sebeple öncelikli ritüel annenin
arındırılmasıdır ve bu da kutsal sularla temizlenme anlamına gelmektedir. Bundan
sonra genellikle akşamüzeri yapılan bir davet ile bebeğin aileye ve davetlilere
takdimi yer almaktadır. Bu takdim evin kadınlarının, kucaklarında bebek ile birlikte
ocağın etrafında koşmaları ile gerçekleşir ve bu şekilde tanrılara ve aileye sunulan
bebeğin adı koyulmaktadır (Fairbanks 1910: 122). Katılımcılar bu davete hediye
olarak yanlarında yiyeceklerle gelmektedirler ve bu yiyeceklerin en önemlisi ev
hizmetkârlarının hazırladığı özel bir kektir (Fairbanks 1910: 122).
Davetlilerin de getirdikleri ile zenginleşen yemek şöleninden evvel bebeğin
çocukluk ve ergenliğinden sorumlu tutulan tanrılara (Apollo ve Artemis25 gibi)
sunular yapılmaktadır. Gecenin geç saatlerine kadar sürebilen bu davette Yunan
adetlerine göre oldukça alışılmışın dışında bir davranış olmasına karşın kadınlar da
bulunmaktadır (Fairbanks 1910: 122).
1.2.4. Kadınların katıldığı diğer dini festivaller
Yunan kadınları ve kızları, yukarıda bahsedilen törensel durumlardaki
fonksiyonlarının dışında şehir kültleri için yapılan dini kutlamalar ve festivallerde de
yer almaktadırlar. Bunlara Dionysos şenliklerindeki maenad rolleri, Athena
tapımındaki arrephoroi ve Artemis tapımındaki arkteia’daki rolleri örnek olarak
verilebilmektedir. Bu bölümde kısaca bu görevlere değinilmektedir.
Dionysos şenlikleri (Maenadizm):
Maenadizm, Dionysos onuruna düzenlenen coşku dolu kült şenliklerde26 yer
alan kadınlar grubunun sergiledikleri performanstır. Maenadlar topluluğu (Maenadik
thiasos) rolü ise bu şenliklerde satyr rolü üstlenen erkeklere eşlik eden kadınların
oluşturduğu gruptur (Seaford 1998: 128).
25
Kadınlar doğum esnasında da doğum sancılarını azaltmaları için Artemis’e dua etmektedirler. (Guettel Cole 1998: 34)
26Dionysos gizemleri “Dionysiac” ya da “Bacchanalia” adı verilen şenliklerden ve bu şenliklerin Dionysos mitosuna dayalı içeriklerinden oluşmaktadır. Atina’da Dionysos adına dört bayram kutlanmaktadır ve bunlar aralık ayında gerçekleştirilen “Tarlalardaki Dionysos şenlikleri”, kış ortasında kutlanan “Bakkha’lar şenliği-Lenai bayramları”, şubat-mart aylarında kutlanan “Anthesterion şenlikleri” ve son olarak da mart-nisan aylarında yapılan “Büyük Dionysos Şenlikleri” idir. (Eliade 2003)
23
Dionysos gizemlerinde de kadınların27 özel bir yeri ve görevleri vardır. Bu
gizemli şenliklerde Tanrı Dionysos’un dostları yani diğer bir anlamla doğanın ruhları
olarak algılanabilecek varlıklar da bulunmaktadır ve bunlar kadınlar tarafından
canlandırılmaktadırlar. Tanrıdan esinlenip mistik bir delilik halinde çığlıklar atarak
kırlarda dolaşan, pınarlardan su yerine bal ya da süt içen Bacchalar (Maniaslar),
törenlerde kadınlar tarafından canlandırılmaktadır ve kadınlar çıplak bedenlerini
ceylan postlarıyla örtüp (nebris), başlarına sarmaşıktan bir taç takmaktadırlar.
Ellerine ucunda bir çam kozalağı takılı sarmaşık ya da asma yapraklarıyla sarılı bir
değnek (thyrsos) alarak, iki kulplu büyük şarap kupalarıyla (kantharos) dolaşmakta
ve çift borulu flütlerin ezgileriyle ya da teflerden yayılan seslerle dans etmektedirler
(Dürüşken 2000: 93) (Resim 6).
Çoğu kez sadece inisiye olanların katılabildiği Dionysos adına yapılan bu
törenlerde korolar, pandomim gösterileri gibi modern tiyatronun da kökenlendirildiği
eylemler, şarap içimi ve cinsel eylemler bulunmaktadır. Bireyin cinsel yaşamının
başlangıcı ile Dionysos kültüne girişin aynı anda gerçekleştiği düşünüldüğünde
kadınların bu kültlere katılımı kaçınılmazdır (Eliade 2003: 439; Seaford 1998: 129).
Dionysos bayramlarının ana görüntüsüne sparagmos adı verilmektedir ve
anlamı da canlı bir hayvanın parçalanması, etinin yenmesi ve kanının içilmesidir.28
Bu eylemlerde Dionysos’un Titanlar tarafından parçalanmasına öykünülür ve
tapınıcılar, gerçekten tanrının etini yediklerini, kanını içtiklerini düşünmeleriyle
Tanrıyla bütünleşme hissiyatını yaşamaktadırlar. Eliade’ye göre geceleri, kentlerden
uzakta, dağlarda ve ormanlarda gerçekleştirilen bu ritüellerde “kurbanın
parçalanarak öldürülmesi (sparagmos) ve çiğ et yenmesi (ömofagia) yoluyla,
tanrıyla ruh birliği gerçekleştirilmektedir; çünkü parçalanan ve çiğ çiğ yenen
hayvanlar Dionysos’un epafanileri veya bedenlenmiş halleridir ve diğer bütün
deneyimler –olağanüstü fiziksel güç, ateş ve silahlarla yaralanmama, “mucizeler”
(yerden fışkıran su, şarap, süt), yılanlarla ve vahşi hayvan yavrularıyla “yakınlık”-
27Dürüşken’den edindiğimiz bilgilere göre, Yunan Dininin örnek olduğu Roma Dinine, Gizem dinlerinin de
yansımaları olmuştur ve Roma’daki Bacchusçu ayinler ilk dönemlerde sadece kadınlar için düzenlenmektedir. Kadınlar sırasıyla rahiplerin görevlerini üstlenmektedir; ancak zamanla bu dinsel uygulamalar erkekleri de cezbetmiştir ve bu şekilde erkekler de bu dine katılmaya başlamışlardır. (Dürüşken 2000: 97)
28Tanrı Dionysos ve onun varoluş mitosu hakkında farklı yaklaşımlar ve öyküler bulunmaktadır. Eliade’ye göre, “yok olma”, “gizlenme” ve “denize atlayıp yok olma-gizlenme”, “ölüm” kavramının mitolojik ifadeleridir (Eliade 2003: 439) ve Dionysos, kendisi ile ilgili yapılan bütün törenlerde, hem bereket hem de ölüm tanrısı olarak karşımıza çıkabilmektedir, örneğin “Herakleitos “Hades ile Dionysos’un tek ve aynı tanrı” olduğunu söylemiştir” (Eliade 2003: 441). Dionysos’un “deniz dibinden geri çağrıldığında ölüler diyarından yukarı çıkması” da isminin taşıdığı ve var oluş mitosunda da olduğu g ibi yeniden doğumu hatırlatmaktadır. Zagreus-Dionysos (uzuvları koparılmış Dionysos) mitine göre ise Dionysos Titanlar tarafından öldürülüp parçalanarak yenmiştir. Bu mitler Dionysos gizemlerinde de etkisini göstermiştir. (Eliade 2003: 439)
24
yaşanan bu tanrısal coşku hali ve tanrıyla özdeşleşme sayesinde mümkün
olabilmektedir. Dionysosçu esrime her şeyden önce insanlık halinin aşılması, tam
kurtuluşun keşfi, insanlığın erişemediği bir kendiliğindenliğin ve özgürlüğün elde
edilmesidir. Bu özgürlüklerin içinde, etik ve sosyal nitelikteki yasaklardan,
kurallardan ve sözleşmelerden kurtulmak da mutlaka yer a lmaktadır ve bu durum
da kadınların kitlesel katılımını açıklamaktadır (Eliade 2003: 444).
Athena Şenlikleri (Arrephoroi/Arrephoria):
Arrephoria gizlerin taşınması demektir ve Arrephoroi de bu gizleri taşıyan
anlamına gelmektedir (Mikalson 2005: 149; Thomson 1983: 247). Bu giz ritüelinde
Atina’nın genç kızları görevlendirilmektedir ve Athena Polias rahibesi olarak seçilen
iki genç kız her yıl mayıs ayı içerisinde belirlenmiş olan bir gecede, bir kutu içinde
gizli bir şey taşıyarak Akropolis’ten aşağı doğru inmekte ve tepenin dibindeki
mağaraya girip kutuyu bırakmaktadırlar. Arrephoroi’lerin kutuya bakmaları
kesinlikle yasaktır ve bu kızlar mağaraya taşıdıkları kutuyu bıraktıktan sonra, oraya
daha önceden bırakılmış olan diğer bir kutuyu alıp geri dönmektedirler.
Mikalson’dan aktarıldığı üzere Pausanias bu ritüelin tamamını şu şekilde
anlatmaktadır (Mikalson 2005: 149):
“Athena Polias tapınağının yakınlarında bir ev vardır ve arrephoroi olacak iki
bakire genç kız burada ikamet ederler. Arrephoria festivali zamanı geldiği
zaman, gece, Athena rahibesi onlara taşımaları için içinde ne olduğunu ne
rahibenin bildiği ne de onu taşıyacak olan genç kızların bildiği bir kutu verir
ve kızlar bu kutuyu başlarının üzerine yerleştirerek taşımaya başlarlar.
Şehirde doğal bir yeraltı geçidi bulunmaktadır ve kızlar bu geçide doğru
inerler. Geçidin içinde taşıdıklarını bırakıp orada bulunan diğer bir gizli kutuyu
alırlar. Bu festivalin ardından kızlar serbesttirler ve yerlerine başka iki kız
geçer.”
Bu ritüelin Athena ile Erikhthonios efsanesine29 bir öykünme niteliği taşıdığı
düşünülmektedir: Athena Tanrıça, yılan biçiminde dünyaya gelen Erikhthonios’u bir
kutuya koyup açmayın diye tembih ederek Kekrop’sun kızlarına verir ancak kızlar
dayanamaz ve kutuyu açarlar. Kutuyu açınca çıldıran genç kızlar kendilerini
29Hephaistos, Athena'ya tecavüz etmek ister fakat başarısız olur. Semeni yere dökülmüştür ve
Erichthonius'un bu yüzden yeryüzünden doğduğu söylenir. Başka bir söylentiye göre semen Athena'nın bacağına gelir. Athena bir parça yün ile semeni silerek yere atar ve Erichthonius böylece bir parça yün ve yerden meydana gelir. Hephaistos'un Athena ile evlenmek istediği ve ilişki sırasında Athena'nın birden ortadan kaybolduğu, Hephaistos'un da semeni bu nedenle yere akıttığı da söylenir. Athena, Erichthonius'un bakımını üstlenir ve daha sonra onu bir kutuya koyar ve Kekrops'un üç kızına (Herse, Pandrosa ve Aglaura) emanet eder.
25
Akropolis’ten aşağı atarlar (Mikalson 2005: 149; Thomson 1983: 247). Gizemli
ritüellerin çoğunda tanrı ya da tanrıçanın efsanelerine öykünme ve mimesis oldukça
yaygın olduğu için bu ritüelin de Athena’nın bu efsanesine öykünüyor olması
oldukça mantıklı bir hal almaktadır.
Atina’daki genç kızların arrephoroi olmalarının dışında başka görevleri de
bulunmaktadır. Örneğin soylu ailelerin kızları her yıl çeşitli sebeplerle Athena’ya
yapılan kek sunularında kekin yapımına yardımcı olmaktadırlar. Kek sunuları da
aynı hayvan sunuları gibi önemlidir ve bu görev 10 yaşındaki aletrides olarak
adlandırılan kız çocuklarının görevidir. Bölge kültlerinde önemli sorumluluklara sahip
olabilen Yunan genç kızları ile ilgili bu bilgilerin örneği Aristophenes’in
Lysistrata’sındaki Atinalı kadınların koro kısmından şu şekilde aktarılmaktadır
(Mikalson 2005: 148-149)
“Yedi yaşımdayken, arrephoros olarak hizmet verdim,
Onumda Athena Archegetis için aletris oldum.
Daha sonra safran rengi elbisemle Brauronia’da ayıydım.
Ve bir keresinde, güzel bir çocuk olarak ben,
kuru incir kolyeleri takan bir sepet taşıyıcısı oldum.”
(satır: 641-7)
Bu dizelerde bahsi geçen “sepet taşıyıcılığı” görevi ise yine Yunan kız
çocuklarının artık evlenme yaşlarına yaklaştıklarında sahip olabildikleri bir görevdir
ve bu sepetlerin içinde Panathenaia şenliklerinde sunu olarak gerekenler
bulunmaktadır. Mikalson’a göre, Aristophenes’in sepet taşıyıcılarının boynundaki
incirden kolyeler doğurganlığı simgelemektedir. Atinalı kızların bu görev için
seçilmelerinde ailevi bağlantıların olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Helenistik
dönemde kızlarının arrephoroi olarak görevlendirilmelerinden gurur duyan ailelerin,
kızlarının heykellerini adak olarak Acropolis’te Athena’ya sunmaktadırlar.
Bunların dışında yine Panathenaia şenlikleri için kadınlar ve kızlar
(arrephoroiler) Tanrıça Athena için yeni bir peplos hazırlamaktadırlar. Bu görevi
gerçekleştirenlere de ergastinai adı verilmektedir (Blundell 1998: 47; Mikalson
2005: 148-149).
Artemis Şenlikleri (Brauronia):
Artemis orman, bataklık ve kır Tanrıçası olduğu için tapınakları da şehrin
dışında ormanlık alanlarda bulunmaktadır ve Tanrıçanın bu alanları koruduğuna
inanılmaktadır. Artemis için gerçekleştirilen kült törenler bu sebepten şehrin dışında
26
ormanlık alanlarda yapılmaktadır. Kadın ve şehir arasında bir bağlantı olduğunu
savunan araştırmacılara göre kadının kırılganlığı ile şehrin kırılganlığı eş tutulmakta
ve kadınların gerçekleştirdiği başarılı geçen törenler sayesinde Artemis’in şehrin
sınırlarını koruyacağına inanılmaktadır (Guettel Cole 1998: 28). Bu törenler için
seçilen kızların da Tanrıçanın kendisi gibi evlenmemiş ve bakire olması
gerekmektedir. Ergenlik çağına ve evlilik dönemine yaklaşan kızlara, onları
evlendikten sonraki hayatlarında büyük önem arz edecek olan tanrıça kültüne
alıştırmak için bu tür görevler verildiği düşünülmektedir (Mikalson 2005: 150-151).
“Brauron’da ayı olmak” ise 10-14 arası yaştaki kızların safran renginde
elbiseler giyerek Artemis’e sunu olarak gerçekleştirdikleri bir oyundur. Bu oyunun
öykündüğü efsane ise Artemis’in yoldaşlarından Kallisto’nun hamile kaldığı için
cezalandırılıp Artemis tarafından oklarıyla öldürülmesidir. Efsaneye göre Kallisto,
Artemis’in yakın arkadaşlarından birisidir ve tıpkı Artemis gibi evlenmemeye ve bir
erkekle birlikte olmamaya yemin etmiştir. Ancak Zeus, bir gün Kallisto ağaçların
altında dinlenirken Artemis'in kılığına girerek yanına yaklaşır ve Kallisto ondan bu
sebeple çekinmez. Zeus bu fırsatı değerlendirir. Bir gün arkadaşları ile birlikte gölde
yıkanırlarken Artemis peri kızın hamile olduğunu fark eder ve Zeus sevdiği kızı
Artemis'in öfkesinden korumak için Kallisto'yu bir ayıya çevirir ama bu bile onu
Artemis'in öfkesinden korumaya yetmez. Artemis okları ile onu delik deşik eder.
Kallisto ise öldükten sonra Zeus tarafında gökyüzüne alınır ve 'Büyük Ayı’
takımyıldızını oluşturur.
Genç kızların Kallisto’yu canlandırdığı bu ritüelde bakire kızlar ayı rolüne
girmektedirler ve bu ritüelleri arkteia olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca bazı
düşünürlere göre kızlar bu eylemi, bekâretleri ile Artemis’in gönlünü almak için
yapmaktadırlar (Guettel Cole 1998: 33; Mikalson 2005: 151). Bu şekilde Artemis’i
mutlu ederek şehrin sınırlarının da korunacağına inanmaktadırlar. Bu sebeple, bu
görev için şehrin önde gelen ailelerinin kızları seçilmektedir ve bu kızlar şehrin
sınırlarında dans edip ayı rolünü oynamakta; kendi bedenleri ve saflıkları ile şehrin
Demeter Olympia sel taşkınlarından korur, Demeter Himalis değirmenciler
tarafından, Demeter Megalomazos ise fırıncılar tarafından tapım görmektedir
(Fairbanks 1910: 156).
Demeter’in en önemli atribüleri buğday başakları ve meşaledir (Atan 2007:
101). Demeter’in elinde bulunan meşale kızını arayışını temsil etmektedir.
Genellikle başı mantosuyla kapalı ya da saçı açık giyimli olgun bir kadın olarak
betimlenmektedir. Başında polos, diadem ya da stephane bulunabilmektedir.
Demeter’in atribüleri genelde kızı Kore’nin de atribüleridir. Ayrıca, bazı
araştırmacılar tarafından bekâret ve annelik gibi iki zıt niteliği taşıdığı düşünülen
Demeter’in ve kızı Persephone’nin aralarındaki bağ bir kimlik olarak algılanmakta ve
“hem kız-kadın, hem bakire-anne olarak kendi içinde zıtlık taşıyan bir çift
değerlilikte kendini ortaya koyan, evrensel ölçüde büyük tek bir kadın figürünün iki
ayrı görünümü” olduğu savunulmaktadır (Agizza 2001: 111).
Annelik eğilimleri ile öne çıkan Demeter’in hiçbir zaman sürekli onunla anılan
bir eşi olmamıştır. Demeter, kardeşi olan Zeus ile aralarındaki ilişkiden (bir evlilik
kutsanması olmaksızın)30 güzel ve horlanmış kızları Persephone doğmuştur. Ayrıca
Demeter’in, Kadmos ile Harmonia’nın düğün töreninde Giritli avcı ölümlü Iason’la
yaşadığı ilişkiden ev zenginliğinin ve köylü gönencinin Tanrısı olan Ploutos dünyaya
gelmiştir. Bunların dışında, Demeter, kendisiyle birlikte olmak isteyen Poseidon’dan
kaçmak için kendini kısrak görünümüne sokmuştur ancak aygır kılığına giren
Posedion, Demeter’e sahip olmuştur. Poseidon’la bu birlikteliklerinden ise
Demeter’in Desponia denilen Nympha bir kızı ve at -tanrı Areiron doğmuştur.
Posidon’un bu saldırsına çok öfkelenen Demeter’e, bu öfkesinden ötürü –Athena ve
Artemis gibi- korkunç Gorgo’nun taşıdığı lakap verilmiştir ve Demeter, Demeter
Erinye ve Demeter Lousia olarak anılmaya başlamıştır. Yine efsaneye göre Demeter
bu öfkeden ancak Ladon ırmağında yıkanıp arınarak kurtulabilmiş ve eski yumuşak
kimliğine geri dönebilmiştir (Agizza 2001: 116; Kerényi 1967: 31).
30Kutsal evlilik bağı kurulmamış olsa da Zeus ve Demeter’in bu birlikteliği Hieros Gamos olarak
görülebilmektedir, Zeus’un Tanrıçalarla birliktelikleri ile onların vasıflarına sahip olduğu ve bu şekilde anaerkil yapıdan ataerkil bir yapıya doğru geçişin simgelendiği birçok din tarihçisi tarafından savunulmaktadır.
31
Demeter tüm Yunan Tanrıçaları arasında en tutucusu olarak bilinmektedir.
Demeter tapımının yeni bir doğrultuda geliştiği ve bu tapımın panhelenik bir gizemci
dine dönüştüğü Eleuisis’de bile tarımsal niteliğini bütünüyle yitirmemiştir ve tapım
gördüğü diğer yerlerde de karşı cinsle ilişkiye girmemeyi ve bir eşle birlikte
anılmamayı sürdürmüştür (Thomson 1983: 289).
2.1.2. Ana Tanrıça ve Demeter
Tarih boyunca insanoğlu, doğası gereği kendinden yüce bir güce, bir
yaratıcıya tapınma ihtiyacı duymuştur. Bu ihtiyacı oluşturan ana etmen ise “var
oluş”un akıl ve mantık tarafından hiçbir zaman netliğe kavuşamamış olmasıdır.
Çeşitli tarihsel dönemler boyunca var oluş kavramı ve nedenselliği sorgulanmış ve
çeşitli inanç sistemleri oluşmuştur. İnsanlık için ilk karmaşıklık “doğa”31 ile
başlamaktadır. Doğanın, yapıcılığı ve yıkıcılığı, bereketi ve kuraklığı, bunların bir
düzeninin olması ve bunun anlaşılamaması doğayı her zaman insan karşısında yüce
kılmış, insanı ona bağımlı ve güçsüz bırakmıştır. İnsanlık tarihinde, insan türünün
medeniyete doğru ilerlemesindeki ilk adım ise doğayı evcilleştirmeleri olmuştur.
Doğa ve kadın arasındaki benzerlikler, insanların kadına bakış açısını tarihin
her döneminde etkilemiştir ve doğanın bereketliliği ile kadının doğurgan ve besleyici
olması, ayın 28 günde bir dünyanın etrafında dönüşünü tamamlaması ve bunun
dünyada gel-git olaylarına yol açması ile kadının 28 günde bir regl olması ve on
dördüncü günde yumurtlaması arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır (Gezgin ve
diğ. 2004: 91). Kadınlar, adet görmeleri, hamilelikleri, doğum yapmaları ve
emzirme gibi anlaşılması güç doğaları ve şaşırtıcı özellikleri ile kutsal olarak
algılanmaya müsait bir yapıya sahiptirler ve bu sebeple ilkel toplumlarda tabu
olarak görülmüşlerdir. Toprağın verimliliği ve kadının doğurganlığı benzer çarpıcı
nitelikler olduğu için de tarıma dayalı toplumlarda anaerkil yapı hâkim olmuştur
(James 1959: 229-230). Bu sebeplerden ötürü toprak kadın ile özdeşleştirilmiş ve
Toprak (Doğa) Ana kavramı ortaya çıkmıştır.
Kadınlara özgü varoluş biçiminin oluşturduğu “gizem”, gerek tarih öncesinin
gerekse tarihin birçok dininde önemli bir rol oynamıştır (Eliade 2003: 34). Toprak
Ana diğer bir deyişle Ana Tanrıça kavramı birçok farklı kültürün mitolojisinde var
olmuştur. Selma Sözer Kölemenoğlu, “Ana Tanrıça Gerçeği” adlı kitabında Anadolu
31
Sosyal Eleştirmen Prof. Dr. Camille Paglia doğayı tanrı ile ilgili düşüncelerimizin kendisinden ya da kendisine karşı biçimlendiği bir zemin olarak tanımlar (Paglia 2004: 13).
32
ve Avrupa tanrılarının en önemlisi olan Ana Tanrıça’nın farklı kültürlerdeki
karşılıklarını şu şekilde bize aktarır Kölemenoğlu 2001: 51):
Dinler tarihine baktığımızda Ana Tanrıça kavramının nasıl oluştuğu ve
geliştiği ve toplumların yaşayış tarzlarındaki değişime paralellik gösterdiği oldukça
açıktır. Muazzez İlmiye Çığ’ın “Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği” adlı kitabında
verdiği bilgilere göre en eski toplumlarda uygarlık kadınlar tarafından başlatılmıştır:
ip yapmak, yiyecekleri koymak için taştan ve kilden kap kacak yapmak, yiyecek ve
ilaç olarak kullanılabilecek bitkileri kullanmak, ateşi bulmak, hayvanları
evcilleştirmek gibi uygarlığın temelini oluşturan birçok eylemin kadınlar tarafından
gerçekleştiğine inanılmaktadır (Çığ 2006: 76). Bunların haricinde kadınların çocuk
doğurabilme özelliği de yine bu insanlar için oldukça karmaşık gelmekte ve
kadınların “yaratıcı” olarak tanımlanmalarına neden olmaktadır. Böylece “yaratıcı”
sıfatına sahip kadınlar ile ilk “Ana Tanrıça” kavramının ortaya çıktığına
inanılmaktadır. Kadınların ise Ana Tanrıça’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna
inanılmaktadır. İlmiye Çığ’ın, Nickie Robert’ten yaptığı alıntı doğrultusunda
edindiğimiz bilgilere göre İ.Ö. 10 000 yıllarında ilk tarım topluluğunun başlaması
sonucu insanlar arasında bir “din” düşüncesi gelişmiştir ve Ana Tanrıça için küçük
tapınaklar inşa edilmiştir; düzenlenecek törenler için de rahibeler sınıfı oluşmuştur.
Ayrıca Tanrıçanın gücüne ulaşmak için cinsel ayinlerin düzenlendiği de belirtilmiştir
(Çığ 2006: 76).
33
Eliade’ye göre Ana Tanrıça olgusu tarımın keşfi ile paleolitik dönemde
hayvan dünyasıyla kurulan dinsel nitelikteki ilişkinin yerini insan ve bitkiler ile
toprak arasındaki mistik dayanışma olgusunun ortaya çıkması ile oluşmuştur. Bu
şekilde kadın ve dişiliğin kutsallığı ilk sıraya geçmektedir. Ayrıca kadınlar bitkilerin
evcilleştirilmesinde belirleyici bir rol oynadıkları için, toplumsal konumları yükselir
ve anayer (matrilocation-kadının yaşadığı yer) gibi özgül kurumlar ortaya çıkar.
Toprağın bereketi kadın doğurganlığıyla uyumludur ve dolayısıyla mahsulün
bolluğundan kadınlar sorumlu olur, çünkü yaratımın “sırrını” onlar bilmektedirler.
Burada dinsel bir sır söz konusudur çünkü bu sır hayatın kökenini, besini ve ölümü
yönetmektedir. Daha ileri tarihlerde, saban keşfedildikten sonra, tarım çalışması
cinsel birleşmeyle özdeşleşecektir ancak binlerce yıl boyunca Yeryüzü Ana
partenogenez (Döllenmeden üreme) yoluyla tek başına doğurmaktadır. Bu “sırrın”
anısı Olympos mitolojisinde varlığına devam etmiştir (Gaia’nın kendine eş olarak
Uronos’u yaratması-doğurması, Hera’nın tek başına hamile kalıp Hephaistos’u
doğurması gibi) ve yeryüzü insanlarının Topraktan doğuşu, toprak üzerinde
doğurma, yeni doğmuş bebeğin toprak üzerine bırakılması vb gibi çok sayıda halk
inancı ve mitte bu izler ayırt edilebilmektedir. Kadının ve ananın kutsallığı kuşkusuz
paleolitik çağda da bilinmektedir ama tarımın keşfi onun gücünü hissedilir ölçüde
arttırmıştır ve cinsel hayatın ve öncelikle de kadın cinselliğinin kutsallığı mucizevi
yaratılış bilmecesiyle iç içe geçmiştir. Bu sebeple Partenogenez, hieros gamos ve
ritüel orji cinselliğin dinsel niteliğini farklı düzeylerde ifade etmektedirler (Eliade
2003:58).
Bu kavramın Yunan mitolojisindeki izleği mitolojinin en eski kaynaklarından
birinin (Theogonia) yazarı olan Hesiodos’un Thegonia’sında ortaya çıkmaktadır.
Yunan Yaratılış mitine göre önce Khaos vardır. Ve bu sonsuz boşluk Khaos’tan önce
ilk tanrıça Gaia (toprak, yeryüzü ve toprak altı-Tartaros) ve Eros-sevgi var olur. 32
“Khaos’tu hepsinden önce var olan,
Sonra geniş göğüslü Gaia, Ana Toprak,
Sürekli, sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin,
Onlar ki tepelerinde otururlar karlı Olympos’un
32
Bu konuya farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır, örneğin Philip Wilkinson’un “Kökenleri ve Anlamlarıyla Efsaneler ve Mitler” adlı kitabında bulunan yaradılış miti şu şekildedir: “Başlangıçta hiçbir şey yoktu, sadece Kaos denilen geniş, karanlık bir ıssızlık. Bu boşluktan yaratıcı güç ortaya çıktı. Eski Yunanlıların yaradılışa ait çeşitli rivayetlerinde bu güce farklı isimler verilir: bu, bazılarında yaradılış sürecini başlatmak üzere Orphion adındaki bir yılanla cinsel ilişkiye giren Eurynome adında bir tanrıça iken, diğerlerinde de Toprak Ana Gaia’dır.” (Wilkinson 2009: 16)
34
Ve yol yol toprağın dibindeki karanlık Tartaros’ta,
Ve sonra Eros, en güzeli ölümsüz tanrıların,
O Eros ki elini ayağını çözer canlıların,
Ve insanların da tanrıların da ellerinden alır
Yüreklerini, akıl ve istem güçlerini.”
(Thegonia, 115-123)
Hesiodos’a göre, Khaos’tan sonraki aşamada ortaya çıkan ilk şey somut
olarak da tanımlanabilen Toprak Ana-Gaia’dır. Burada Gaia ölümsüzlerin bile sağlam
tabanı olabilecek kadar güçlü bir kutsallığa sahip bir varlık olarak nitelendirilmiştir.
Gaia, Yunan yaratılış mitolojisinde cinsiyeti belli olan ve bazı insansal sıfatlara sahip
olan ilk yaratıktır ve yeryüzünü temsil etmektedir; evrenin oluşması için ihtiyaç
duyulan “doğurucu”yu temsil etmektedir (Gezgin ve diğ. 2004: 39). Yeryüzünün
dişileştirilmesi aynı zamanda kutsalın akla uygun hale getirilmesidir ve kutsal olanı
insan biçimli dişil olarak tasarlamak, böylelikle bulanık kollektif korkudan büyük
ölçüde kurtulmak demektir (Türcke 1995: 30).
Gaia (Toprak) daha sonra kendine eş olarak ilk önce Uronas’u (Gök) yaratır
ve onunla birleşerek33 Okeanos, Themis, Thetys, İapetos, Rhea ve en küçükleri
Kronos’un34 da aralarında yer aldığı on iki Titan’ı doğurur. Diğer toplumlardaki
yaratılış mitoslarına bakıldığı zaman hemen hepsinde benzerlik bulunmaktadır.
Örneğin Sümer mitolojisinde Tanrıça Nammu’dan doğan An ve Ki (Gök ve Toprak),
Babil mitolojisinde Anşar ve Kinşar (Gök ve Toprak) yaratılış mitoslarında yer
almaktadırlar (Gezgin ve diğ. 2004: 39). Burada dikkat edilmesi gereken nokta
göksel tanrıların eril, toprağı temsil eden tanrıçaların da hepsinin dişil olduğudur;
yaratılışta sadece kendi yaratıcılığını kullanan dişil ilke, eril ilkeyi dölleyici olarak
devreye sokmakta, ona yaratıcılığın sırlarını vermekte ve paylaşmaktadır. (Gezgin
ve diğ. 2004: 39-40). İnsanların Dişiliği en üst kutsallık mertebesinde görmelerinin
sebepleri dişil yaratıcı gücün insanlara hayat vermesi ve aynı zamanda topraktan
besin sağlaması olarak da açıklanmaktadır (Ergener 1988: 35; Stone 1990).
33
Yer tanrıçalarıyla Gök Tanrılarının tarihler boyu sürecek kutsal evliliklerine (Hieros Gamos) ilk örnektir,
daha sonra Zeus ile farklı yeryüzü tanrıçalarının birleşmeleri de bu evliliklere benzetilmiştir. 34“Kronos’un “tarihi”ni hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Neredeyse hiçbir tapımı kalmamış, arkaik bir tanrı olduğuna kuşku yoktur. Tek önemli miti, tanrılar arası savaşın önemli bir bölümünü oluşturur. Bununla birlikte, ilk insan ırkıyla, “altın ırk”la ilişkin olarak da Kronos’un adı anılır. Bu bilgi önemlidir çünkü insanlarla tanrılar arasındaki ilişkilerin başlangıcını ve ilk evresini ortaya koyar. Hesiodos’a göre “tanrıların ve ölümlülerin kökeni aynıdır”, çünkü ilk tanrıları nasıl Gaia doğurmuşsa, insanlar da yerden doğmuştur (gegeneis)” (Eliade 2003: 311).
35
Neolitik dönemde sanat imgesi olan ana tanrıça imgesi, tarım kültürünün
gelişmesiyle birlikte yeniden biçimlenerek gittikçe soyutlaşan bir hal almıştır ve
Neolitik Çağın sonları ve Tunç Çağının başlarından itibaren tarım kültürünün
gelişimine bağlı olarak toplulukların daha organize toplum yapılarına yönelimine
bağlı olarak anne imgesi otoriter, nesnel bir hal almaya başlamıştır. (Yılmaz 2010:
47) Arkeolojik buluntular Neolitik ve erken kalkolitik çağlarda da Ana Tanrıça
kültünün bulunduğunu işaret etmektedir. Fransa’nın güneydoğusundan Sibirya’da
Baykal Gölü’ne ve Kuzey İtalya’dan Ren Nehri’ne kadar oldukça yaygın bir alanda
bulunan son buzul çağına ait boyları 5 ila 25 santimetre arasında değişen ve taş
kemik veya fildişinden oyulmuş kadın heykelciklerinin efsanevi Ana Tanrıça’yı temsil
ettiği düşünülmektedir (Eliade 2003: 33). Venüs heykelcikleri de denilen bu
heykelciklerin en ünlüsü Willendorf Venüsü (Resim 7) olarak adlandırılan kireçtaşına
oyulmuş ve 25.000 yıl öncesine ait olduğu sanılan dişi figürinidir ve bu tip
heykelciklerin bu kadar yaygın bulunması bazı bilginleri Paleolitik çağ boyunca “Ana
Tanrıça” kültünün var olduğunu ileri sürmeye itmiştir (Winston 2010: 71-72).
Bunların yanı sıra Çatalhöyük’te bulunan kadın formlu yontular yaklaşık İ.Ö.
7000 yıllarına tarihlendirilmektedirler. Ayrıca, Burdur yakınlarındaki Hacılar’da İ.Ö.
5500 yıllarına tarihlenen benzer formda kadın yontuları bulunmuştur. Girit -Minos
uygarlığı kalıntıları arasında, kısa boylu şişman kadın yontuları bulunmaktadır ve bu
yontular İ.Ö. yaklaşık 3500’e tarihlendirilmektedirler (James 1959: 128). Nippur’da,
Babil Ana Tanrıçası’yla bir tutulan İ.Ö. 2700 yılından kalma, kadın yontuları
bulunmuştur. Ayrıca Japonya’da, cilalı taş çağından kaldığı düşünülen abartılmış
üreme organları bulunan, kilden, küçük kadın yontuları ortaya çıkmıştır. Yakın
tarihte ise Filipinler ve Güneydoğu Caroline Adaları yerlileri benzer yontuları
tahtadan yapmaktadırlar, hatta Afrika’da, bazı kuttörenlerinde tahta kadın
bebeklerin önemli işlevleri olduğu düşünülmektedir (Ergener 1988: 33-34). Bu
durum Ana Tanrıça kavramının birbirinden bağımsız bir şekilde, toplumların gelişme
süreçleri ile birlikte doğal olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Ayrıca kadın
yontularının yoğun olarak görüldüğü bu toplumlar anaerkil yapıları ile dikkat
çekmektedirler.
İ.Ö. 4000’lerde Anadolu ile ilişkilerde bulunmaya başlayan Girit Kültüründe
Ana Tanrıça kavramının bu ilişkiler ile ortaya çıktığı ancak antropomorfik bir kimlikle
yerin, yerin altının ve dağların Tanrıçası olarak ortaya çıkmasının bu ilişkilerin arttığı
orta Minos dönemine tekabül ettiği savunulmaktadır (James 1959: 129). Bu şekilde
yaklaşık İ.Ö. 1600’lere tarihlenen ünlü yılanlı Tanrıça ya da Rahibe figürleri ortaya
36
çıkmıştır ve Yunan dinini oldukça etkilemiş olan Minos uygarlığında dinsel yaşamda
kadınların üstünlüğüne işaret etmektedirler (Yalom 2002b: 15).
George Thomson, toprak ve bereket Tanrıçası Demeter’in atalarının Minos’lu
olduğu düşüncesinin ipuçları için kimi Demeter tapımı anıtlarının incelenmesini
önermektedir. Örneğin Louvre müzesindeki Demeter’i terracotta kabartmasında iki
elinde başak tutan, kollarından yukarı yılanlar süzülen Demeter yerden göğe doğru
yükselirken betimlenmiştir. Daha sonraki dönemlerde yapıldığı düşünülen bu
kabartmanın tipolojisi oldukça eskiye dayandırılmaktadır (Resim:8). Ayrıca
Eleusis’de bulunan çok eski bazı küçük yontularda, Demeter’in başında Yunan
pappas’larının başlıklarını andıran silindir biçiminde bir başlık bulunmaktadır ki bu
da Minos’un yılanlı tanrıçasının ya da onun rahibesinin uzun başlıklı, etekliği
farbalalı, göğüsleri açık korsajlı olarak gösterildiği bazı orta ve geç minos yontularını
anımsatmaktadır (Resim 9-10) (Thomson 1983: 286-287). Bu başlık modeli ayrıca
yine Ana Tanrıça olarak tapım gören Efes Artemisi’nin Efes müzesinde bulunan
büyük yontunun başındaki üç katlı yüksek başlığı da anımsatmaktadır.
Bunların yanı sıra ayrıca öne uzatılmış ellerinde yılan bulunan ve başka
yılanların da kollara omuzlara ve kafaya dolanmış olduğu bu minos tipi, saçlarında
ve ellerinde yılanlar bulunan kadınlar biçimindeki Erinys’leri akla getirmektedir zira
Demeter, Arkadia’da, Demeter Erinys adıyla tapım görmektedir. Ayrıca Poseidon’un
saldırısından sonra öfkelendiği için bu sıfatı aldığı önceki bölümlerde belirtilmiştir.
Bu durumda Demeter ve Erinys’ler arasında bir bağlantı kurulabileceği ortaya
çıkmaktadır (Thomson 1983: 287)35.
Bir diğer taraftan, Demeter kültünün Yunan medeniyetinden evve l bu
topraklarda bulunduğunu kanıtlayan başka veriler de bulunmaktadır. Örneğin,
Eleusis’deki Demeter Tapınağında gerçekleştirilen kazılar burada Miken dönemine
kadar geri giden sürekli bir yerleşim olduğunu ortaya çıkartmıştır. Şenliklerde son
ritüellerin gerçekleştiği telesterion (erginlenme odası) bölümünün Miken bir lordun
megaron’unun kalıntıları üzerine inşa edildiği düşünülmektedir (Guthrie 1955: 282).
Geçmişte kült tapımlarının tek bir ailenin yöneticiliğinde gerçekleştirildiği
düşünülürse mekânın kutsallığı ortaya çıkmaktadır.
35 Thomson, Demeter’in Erinys’lerin kişileşmiş biçimi olduğunu savunmaktadır, Artemis ile Nympha’lar
arasındaki ilişkiye benzer bir ilişkinin Demeter ve Erinys’ler arasında bulunduğunu düşünmektedir. (Thomson 1983: 287)
37
Yukarıda bahsi geçen örneklerin ışığında Demeter’in, Ana Tanrıça kavramı ile
eşleştirilmesi oldukça doğal bir durumdır. Unutulmaması gereken nokta Ana Tanrıça
kavramının, toplumların ataerkil yapıya dönmeleri ile birlikte yeni ataerkil koşullara
uyum sağlayarak kendine farklı bir alternatif yaratmış olduğudur. Ana Tanrıça
imgesi, Antik Döneme doğru tarımsal bereketin sembollerini üzerinde taşıyan fakat
doğurganlığı artık ikinci planda kalan yüzü, bedeni ayrıntılı olarak tasv ir edilen bir
biçime dönüşmüştür. Bu biçimdeki tasvir anlayışı insan-tanrıdan, insanı betimleyen
bir anlayışa doğru değişmiştir. Ana Tanrıça geleneği, sonunda eril bir tanrıyı
yaratarak rolünü ona devretmiştir (Yılmaz 2010: 47). Paleolitik, Neolitik Devri ve
Tunç Çağı uygarlıklarına esin kaynaklığı eden bu Ana Tanrıçalar,
“Olymposlulaştırılarak”, her biri kendilerine daha spesifik ve daha sınırlı anlamlar
yüklenilen, güçleri azalmış ilahlara dönüşmüşlerdir (Borgeaud 2004: xv-xix; James
1959: 128-153; Thomson 1983: 282; Yalom 2002b: 17) ve Yunan Pantheonu’ndaki
Ana Tanrıça türevi olan tanrıçaları oluşturmuşlardır. Ancak, Yunan Pantheonu’ndaki
diğer tanrıçalara göre Demeter, Toprak ve Bereketin Tanrıçası da olması sebebiyle
Ana Tanrıça’ya en yakın Tanrıça olma özelliğini göstermektedir.
2.2. Persephone/Kore
Demeter’in birlikte efsanelerini oluşturdukları kızı Persephone-Kore, Yunan
mitolojisindeki diğer Tanrı ve Tanrıçalar arasında oldukça farklı bir konuma sahiptir.
Demeter ve Kore, Yunan mitolojisinde anne-kız olarak yer alan tek Tanrıçalar
grubudur ve bu özellikleri özellikle Persephone’nin tanımlanabilmesi açısından farklı
yaklaşımlar doğurmuştur.
Tarımla ilgili atribüleri elinde veya başında başak demeti, haşhaş ve başak,
çiçek ve meyve dolu sepettir. Yer altı ile ilgili atribüleri ise meşale, yılan ve içinden
yılan çıkan sandıktır (cista mystica)36. Persephone devamlı giyimlidir ve başı
mantoyla örtülü, palosla taçlanmış, saçları açık ve uzun olarak betimlenmektedir.
Persephone’nin adı İ.Ö. 1400’lere tarihlenen ve Pylos’ta bulunan Linear B
Miken tabletlerinde geçmektedir. John Chadwick’in Preswa olarak tanımladığı bu
isim, Okeanos’un kızı Persa’yı da anımsatmakla birlikte Persephone adının ilk hali
36 Gizli ritüeller için gerekli olanları içinde barındıran sepet. (Kerényi 1967: 32)
kapı tanrısal bir ışık ile dolar. Metaneira, korkudan ve şaşkınlıktan
solgunlaşır. Sandalyesinden kalkıp Demeter’e oturmasını söyler. Ama
Demeter buna oturmaz. Bunun üzerine kendisine bir tabure getirip üstüne
gümüş bir post atarlar. Tanrıça bunun üzerine oturur. Yüzüne örtüsünü iyice
çeker ve uzun süre sessizce öyle oturur. Hiç ses çıkarmadığı gibi kımıldamaz.
Hiçbir şey yemez ve içmez. En sonunda, hizmetçi akıllı Iambe (Kır tanrısı Pan
ile su perisi Ekho’nun kızı, Eleusis kralı Keleos’un sarayının hizmetçisi), onu
yaptığı şakalarla güldürmeyi başarır39
. Metaneira, tanrıçaya bir kap şarap
39 Bazı kaynaklarda Iambe’nin yaptığı şakaların arasında “eteğini kaldırıp edep yerlerini gösterdiği” ve bu
şekilde Demeter’i güldürdüğü aktarılmaktadır (Agizza 2001: 113). Bu durum Ergener’in aktardığı ortaçağ köylerinde, bir tarlanın çevresinde ekinlerin daha hızlı büyüdükleri inancıyla cinsel organlarını sergileyen kadınları (Ergener 1988: 14) anımsatmaktadır. Demeter’in yüzünün gülmesi de bereket getirmektedir. Bu noktada “edep yerini gösterme”deki benzerlik dikkat çekicidir.
43
sunar ama o bunu içmeyi reddeder. Kırmızı şarap içmenin caiz olmadığını
belirtir… Tanrıçanın isteği üzerine, arpa, su ve yumuşak nane yapraklarından
bir içki karıştırıp kendisine sunulur (kykeon). Demeter onu alır ve töresine
uygun bir şekilde içer (101-212). Metaneira, oğlunun bakımını Demeter’e
bırakır. Tanrıça çocuğu kucağına alıp göğsüne götürünce annesinin kalbi
sevinçle dolar. Demeter bu çocuğu bir tanrı gibi büyütür. Ne ekmek ne de süt
verir. Bir tanrı oğluymuş gibi, onu ambrosia ile besler ve geceleri kaynayan
ateşe daldırarak ölümlü derilerini soyarak büyütür. Böylece onu yaşlılıktan ve
ölümden kurtarmaya çalışır. Ama annesi bir gün onun, oğlunu ateşe
soktuğunu görünce, büyük bir öfkeye kapılır. Demeter o zaman tanrı
olduğunu açıklar ve kadının kendisine engel olmasına çok kızar. Oğlu artık
ölümsüz olmayacaktır ama ölümden sonra büyük bir onur kazanacaktır.
Tanrıça kendisine büyük bir tapınak ve onun altında bir sunak yapılmasını
ister. Bu tapınakta kendisine uygun bir şekilde tapınıldığında, kendisinin de
onlara onur bahşedeceğini söyler. Bunun üzerine kılığını değiştirip eski
güzelliğine kavuşur, ölümsüz yüzünden parlak bir ışık, giysilerinden de güzel
kokular yayılır. Altın saçları omuzlarına dökülür. Saray ışıkla dolar… Bütün
gece korkuyla titreyip tanrıçaya dua ederler. Şafakla birlikte Keleos’a giderler
ve onun isteğini belirtirler. Tapınak yapılır ve tanrıça buraya çekilir. Tanrıça
tohumları sakladığından, insanoğlu o yıl toprağından hiç ürün alamaz.
Öküzler boş yere kıvrık sabanı sürer dururlar. Zeus bu durumu görüp
yumuşamasa, insanoğlu açlıktan ve kıtlıktan perişan olacak ve Olympos’un
tanrıları da kurbanlardan ve tapımlardan yoksun kalacaktı… Zeus Iris’i,
ardından tüm tanrıçaları Demeter’e gönderir ve tanrıçayı Olympos’a çağırır.
Ama o, kızı olmadan asla dönmeyeceğini belirtir. O zaman Zeus, Hermes’i
Hades’e yollar ve Persephone’yi yeryüzüne salmasını ister. Hades,
Persephone’nin annesine kavuşmasına izin verir ve ona ölümsüzler arasında
bir yer ayıracağından söz eder. Ama tam ayrılırken ona yemesi için bir nar
tanesi verir ve genç kız bunu yer. Persephone, Hades’in arabasına binip
annesinin tapınağına gider. Onu görünce kalbi büyük bir sevinçle dolan
Demeter’in ilk işi, kızına yeraltında bir şey yiyip yemediğini sormak olur. Kız
bir şey yemediyse, Zeus’un ve diğer ölümsüzlerin yanında sonsuza kadar
oturacaktır, ama eğer yediyse, o zaman Hades’e, yerin derinliklerine geri
dönüp yılın üçte birini orada geçirecektir. Kızı kendisine doğruyu söyler…
Yasını sürdüren Demeter’e bu kez Zeus, annesi Rhea’yı yollar. Rhea,
Olympos’un doruklarından uçarcasına aşağı iner ve Rharium ovasına gelir. Bu
ova bir zamanlar yaşam sağlayan yiyeceklerle doluyken, Demeter beyaz
arpayı sakladığı için artık kupkurudur (310-411). Rhea, ısrarla tanrıçayı
Olympos’a çağırır ve Persephone’nin yılın üçte ikisini tanrılarla, üçte birini de
Hades’le birlikte geçireceğine ilişkin Zeus’tan söz aldığını belirtir. Demeter,
yatışınca, her yer yeniden buğday başaklarıyla kaplanır. Rhea’nın, sözünü
dinleyen tanrıça sakladığı tohumları her yana serper. Yeryüzü yeniden
yeşillenir ve çiçeklenir. Bereket yeniden gelir. Demeter yörenin krallarına
gidip töresini ve gizemlerini anlatır. Hiçbirinin bunları etrafa yaymaması ve
töreyi bozmaması gerekir. İnsanlar arasında bu gizemlere girenler kutlu
sayılacaktır. Ama katılmayanlar, karanlığın ya da Hades’in derinlerinde
kendilerine düşenle yetineceklerdir. Demeter bunları anlatıp kızını alarak
Olympos’a çıkar ve orada Zeus’la birlikte oturur (433-495)…Bu gizemleri
görmüş olan yeryüzündeki insanlara ne mutlu! Ama bu dine eremeyen,
erenler arasında yer almayan kişi, öldüğünde, karanlığa ve sıkıntıya gark
olduğunda, iyiliklerden asla pay alamayacak (480-487)… “
44
Demeter’e Homeros Övgüsü’nde iki tür erginlenme nakledilmektedir ve
metinde Eleusis gizemlerinin temelinin hem iki tanrıçanın bir araya gelmesiyle hem
de Demophon’u ölümsüzleştirme çabasının uğradığı başarısızlık ile oluştuğu
belirtilmektedir. Eleusis gizemlerinde erginlenen kişi ölümsüzlüğe erişmemektedir.
Ancak Eleusis tapınağının zaman zaman büyük bir ateşle aydınlatıldığı bilinmektedir
ve bilinen bazı insan yakma törenlerinin dışında erginlenme törenlerinde doğrudan
bir rol oynaması düşük bir ihtimal olarak belirtilmektedir (Eliade 2003: 360).
Demeter'e yazılmış Homerik övgüde basit bir şekilde Eleusisli Demeter'in yerel
kült efsanesidir denilememektedir çünkü bazı yerlerde bu efsane daha geniş bir
Yunan kitlesine ulaşabilmesi amacıyla genelleştirilip şekli değiştirilmiştir. Bu
durumun en dikkat çekici özelliği değişiklik isimlerdedir (Mikalson 2005: 85).
Eleusis'de Persephone'nin ismi Kore'dir ve yeraltı tanrısı da Hades değil Pluton'dur.
Eleusis'in yerel efsanesinin daha geniş bir Yunan kitlesine müsait ve anlaşılır hale
getirilmesi yerinde olmuştur çünkü Eleusis'deki gizemler, neredeyse diğer bütün
Atina kültlerinin aksine, bütün Yunanlılara açıktır.
Homerik övgüde anlatıldığı biçimiyle, Persephone’nin kaçırılması bir tür zorla
evliliğe işaret etmektedir (Thomson 1983: 259). Ayrıca diğer kaynaklarda Hades’in,
Zeus’un rızasıyla bunu yaptığı belirtilmektedir (bknz. Eliade 2003: 358). Bu durum,
gelinin kocasının evine gittiğini örtük bir biçimde gösteren ataerkil bir birleşmedir.
Eleusis’de Demeter’i sarayına çağıran ve orada onun onuruna eğlentiler düzenleyen
de Kraliçe Metaneira’dır ki bu durum da söylencenin geçtiği ortamın anaerkil
olduğunu göstermektedir (Thomson 1983: 259). Öyleyse eğer evlilik kısmı
sonradan eklenmemiş ise bu durum kutsal evliliğe (hieros gamos) bir gönderme
ihtimalini de taşımaktadır. Zira Eleusis gizemlerinde de buna öykünüldüğü
düşünülen, başrahiple başrahibenin canlandırdığı kutsal bir evlenme söz konusudur
(Eliade 2003: 360; Thomson 1983: 259).
Persephone’nin Hades tarafından kaçırıldığı “çayır” ile ilgili farklı yaklaşımlar
bulunmaktadır. Bunlardan en ilginci bu çayırın Dionysos’un doğum yeri olarak kabul
edilen Nysa’da bulunan Nysion ovası olduğudur. Bu yaklaşıma göre Hades’le
özdeşleştirilen şarap tanrısı Dionysos’un yer altı tanrısı olma özelliği ve
Persepnone’yi kaçıranın aslında Dionysos olduğu düşüncesi Hymnos’ta üstü kapalı
bir şekilde ifade edilmiştir. Bu yaklaşıma kaynak olarak bazı vazo resimleri
Övgüler’de Gülmez Kaya’dan söz edilmemektedir ancak Demeter’in Kız Kuyusu’nun
başında oturduğu söylenmektedir. Kız Kuyusu, doğal bir pınar değil yapay bir kuyu
olarak algılandığında bir tahıl ambarını sembolize etmektedir ve Gülmez Kaya da
onun kapağı haline gelmektedir. Kız Kuyusu’nun diğer bir adı da Çiçekli Kuyu’dur ve
Persephone’nin kaçırılması anında topladığı çiçeklerden esinlenilerek bu adı almıştır.
Bu durumda yeraltı tahıl ambarları, ölüler evi-Hades olarak algılanabilmektedir
(Eliade 2003: 358-361; Thomson 1983: 256-257).
Ayrıca yine Homerik Övgü’de Persephone’nin ay ile ilişkisine dair de ipuçları
bulunmaktadır: Hekate40 genç kızın çığlıklarını duymuş ancak kaçırılışını gözleri ile
görmemiştir çünkü o sırada mağarasındadır. Aradan geçen dokuz gün boyunca
Demeter kızını aramıştır, kavşaklarda ve yol ayrımlarında ağlayıp yakarmaktadır41.
Hekate’nin gözle görülmez olduğu ve Demeter’in arayışla geçirdiği bu dokuz günlük
süreç ayın yitmekte olduğu son üçte birlik dönemidir, yani Orpheusçu geleneğe
göre ayın Persephone halidir.
Yine Homerik övgüde de adı geçen Nergis çiçeği, Demeter ve Persephone
tapımında sümbül ve çiğdem gibi kutsal bir nitelik taşımaktadır ve kendilerini bu
tapıma adayan kadınlar başlarına nergisten çelenkler örmektedirler. Thomson bu
mitos’daki çiçek toplama olgusunun temelinde “bitki büyüsü”nün varlığına işaret
etmektedir (Thomson 1983: 258-259). Kadınların yazları kumaş boyası, ilaç ve
40 Bazı kaynaklarda Atinalıların, Hekate’nin Demeter’in kızı olduğuna inandıkları belirtilmiştir. (Keréenyi
2001: 36)
41 Ay ile arasında en açık seçik bağ kurulan kutsal varlık Büyü Tanrıçası Hekate’dir. Ay sonlarında ayın
görünmez olduğu zamanlarda Yunanlı kadınlar yerleri süpürür, çöpleri ve süprüntüleri yol ayrımlarına götürür ve orada bırakırlardı. Bunlara “Hekate’nin akşam yemekleri” denmektedir. Ayrıca Hekate’ye trioditis (kavşak) ve triprosopos (üç yüzlü) ön adları verilmektedir. Üç yüz-yol durumunun ayın üç evresini simgelediğine inanılmaktadır. (Thomson 1983: 253-254) Ayrıca, Orpheusçu geleneğe göre ayın yerin üzerindeyken Selene, içindeyken Artemis, yerin altındayken ise Persephone olarak adlandırıldığı da önceki bölümde belirtilmiştir. Bu durumda Demeter’in kavşaklarda ve yol ağızlarında dokuz gün boyunca Persephone’yi araması oldukça dikkat çekicidir.
46
büyü hazırlamak üzere bitki toplamalarını örnek vererek bu bölümün efsanedeki en
eski bölümlerden biri olduğunu savunur. Çünkü bitki büyüsü tarımdan eski
zamanlarda varlığını göstermiştir.
Demeter Övgüsü’nde, Tanrıça Demeter’i tuttuğu yas esnasında yaptığı
müstehcen şakalarla tek güldürebilenin Iambe olduğu belirtilmektedir. Bu durum,
Demeter festivallerinde kaba saba hareketlere ve hikâyelere yer verilmesinin
altında yatan unsuru oluşturmaktadır. Ayrıca efsanenin yine bu bölümünde
Metaneira, Demeter’e içmesi için bir kap şarap sunar ancak Demeter bunu içmeyi
reddeder. Hades’i, Dionysos ile özdeşleştiren inanca göre Persephone’yi kaçıran
Dionysos’tur. Bu durumda Demeter, kızını kaçıran Dionysos’un yeryüzüne armağanı
olan şarabı bu sebeple reddeder ve daha sonra erginlenme gizlerinin temel içkisi
olacak olan arpa, su ve naneden hazırlanan kykeon olarak adlandırılan karışımı
hazırlatır (Kerényi 1967: 40).
Demeter’e Övgü’de tarıma yalnızca bir kez, mysteria’larda ilk erginlenen ve
gizemleri ilk öğrenenin Triptolemos olduğu belirtilirken bir gönderme yapılmaktadır
çünkü geleneğe göre Demeter, Yunanlara tarımı öğretmesi için Triptolemos’u
görevlendirmiştir. Bazı düşünürler, kuraklığı Persephone’nin Ölüler Ülkesi Hades’e
gidişinin bir sonucu olarak açıklasa da (bknz: Fairbanks 1910: 156) Homeros,
Demeter’in kuraklığın çok sonra, Eleusis’de kendisi için yapılan tapınağa çekildikten
sonra ortaya çıktığını anlatmaktadır. Ayrıca birçok metin ve betim buğdayın
Persephone dramından sonra, Demeter tarafından insanlara verildiğini
doğrulamaktadır. Eliade’ye göre bu durumda tahılların yaratılışının bir tanrının
ölümü ile açıklandığı arkaik bir mite gönderme bulunmaktadır (Eliade 2003: 360).
Ayrıca övgüde Eleusisli Demeter’in iki ana alanı görülmektedir: ürünlerin
verimliliği, özellikle Yunanlıların temel besin maddeleri olan buğday ve arpanın ve
ikinci olarak da ölülerin ölümden sonraki hayatlarındaki refahı. Demeterin tahıl
ürünlerinin tanrıçalığı rolü Yunan dünyasının genelinde kabul edilmektedir ve her
Yunan şehrinde kadınlar özellikle hasat zamanında ürünlerin verimliliğini arttırmak
amacıyla Demeter'e ayinler düzenlemektedirler. Bu Thesmophorialar (bu ayinlere
Thesmophoria denilmektedir), Atina ve Eleusis'de de düzenlenmektedir, ama
Eleusidekiler büyük ihtimalle Demeter'in sadece tahıl hasatını idare etmeyip ayrıca
Eleusisli Triptolemos'a tahıl ürünlerini ekmeyi öğretenin ilk o olduğunu anlatan
övgünün ortaya çıktığı yüzyıldan sonra gelişmeye başlamıştır. Övgüde Triptolemos
sadece Eleusisli soylulardan biri olarak görülmektedir fakat Atina efsanesinde,
47
Demeter’in ona öğrettiklerini dünyaya yayarken görülmektedir. Bu efsane ile
Eleusisliler ve Atinalılar Demeter tapınakları yapmışlardır ve Yunanlıların yaşamında
hayati öneme sahip besinlerin kaynağı olan bu tanrıçayla yakın ilişkiler
kurmuşlardır. İ.Ö. 5. yüzyılda, "Atalarının Adetlerine" ve Delphi'li bir kâhine
dayanarak Atinalı çiftçiler onlara sağladığı nimetlere karşılık ürettikleri bütün
arpaların 1/600'ünü ve buğdayların 1/1200'ünü "ilk mahsul" adağı olarak Eleusisli
Demeter’e sunmaya başlamışlardır. Tahılları depolamak için tapınağa silolar inşaa
edilmiştir ve bu tahılların satışı tapınağa hatırı sayılır bir zenginlik getirmiştir42. İ.Ö.
430'lu yıllarda, Atinalılar daha da ileri giderek bütün Atina eyaletlerinden, ürettikleri
tahıllardan aynı oranda Eleusisli Demeter'e bağış yapmalarını istemişlerdir ve diğer
Yunan eyaletlerini de aynısını yapmaları konusunda teşvik etmişlerdir. Ancak diğer
Yunanlıların Demeter'e dair farklı kültleri olduğu için ve Eleusislilerin, Triptolemos
hakkındaki iddialarını kabul etmedikleri için Atina'nın bu isteğini görmezden
gelmişlerdir (Mikalson 2005: 85).
Buraya kadar aktarılanlardan anlaşıldığı üzere Homerik Demeter Övgüsü,
Eleusis’deki Demeter kültünün ritüellerinin oluşumunda oldukça önemli bir yere
sahiptir ve efsanenin bu versiyonu Eleusis’e özgüdür. Ayrıca bu efsane ve bu
efsaneye öykünülen ritüellerle ilgili faklı yaklaşımlar da bulunmaktadır. Bu durum
“insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişileştirerek yorumlamak,
henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam
kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş öyküler” olan mitlerin çeşitli
yorumlara açık olabilmesinden kaynaklanmaktadır (Necatigil 2002: 13). Ayrıca tüm
bu farklı yorumlar, Eleusis’deki Demeter tapımının anlaşılabilmesinde büyük önem
arz etmektedir.
2.4. Triptolemos ve Tarımın insanlara ulaşması
Demeter efsanesinde önemli bir yere sahip olan Triptolemos, Demeter’in ona
öğrettiği gizemler doğrultusunda tarımı insanlara yaymakla sorumlu tutulmuştur.
Bu sebeple, efsanede olduğu gibi, insanlık tarihinde de uygar Tanrıça Demeter’in
“uygarlığını” insanlara ulaştırdığı için özel bir konuma sahiptir (Resim 13).
42Bu durum Katolik Hristiyanlıkta kilise için toplanan vergilere benzemektedir ki Hristiyanlığın mezheplere
ayrılmasında bu vergiye karşı muhalif olan krallıklar oldukça etkili olmuştur. Dinlerin Tarihsel enlemlerine bakıldığında kilise ve tapınakların inancı kullanarak bu şekilde vergi ya da bu örnekteki gibi ürün toplamaları oldukça yaygın bir durumdur.
48
Triptolemos adı (Τριπτόλεμος) üçlü savaşçı anlamına gelmektedir. Eleusis Kralı
Keleus ve Metaneira’nın oğullarıdır. Bazı kaynaklara göre ise Gaia ve Okenaos’un
oğullarıdır. Yani başlangıçtan beri var olandır. Ancak bu yaklaşım Demeter
Efsanesine oldukça uzak durmaktadır.
Demeter efsanesinde, Triptolemos’un varlığı ve adının Demeter ile birlikte
anılması, Demeter ile benzerliği ortaya koyulmuş olan Minos Ana Tanrıçasının
yanında betimlenen oğlu ya da eşi olarak algılanabilen ve cilalı taş devrinde hiçbir
betimde yer almayan erkek ortağını anımsatmaktadır. Bu durumda anaerkil toplum
düzeninden ortaya çıkan ataerkil bir ilkeyi temsil etmektedir.
Triptolemos, Demeter’den öğrendiği saban kullanmayı ve tarla bakımını bütün
dünyayı dolaşarak insanlara öğretmiştir. Bu şekilde, söylencede erkeğin belirmesi,
erkeğin tarımla uğraşmaya başlamasını temsil etmektedir (Thomson 1983: 288-
289). Bu noktada Eliade’nin belirttiği gibi önceki bölümlerde işlenmiş olan sabanın
keşfi ile tarım çalışmasının cinsel birleşmeyle özdeşleştiği hatırlanmalıdır. Bu şekilde
tarım ve üretim kadının tekelinden çıkmaktadır ve erkeklerin de üretkenliği ortaya
çıkmaktadır. Resim 13’de Eleusis’de bulunan bir vazo resminde Demeter,
Persephone ve Triptolemos betimi bulunmaktadır. Sol tarafta Demeter,
Triptolemos’a tohum uzatmaktadır. Triptolemos ise temel "saban-fallus” analojisini
anımsatan bir şekilde elinde saban tutmaktadır. Arkasında ise iki elinde meşalelerle
yer altı dünyasını simgesi haline gelmiş Persephone bulunmaktadır.
Bir diğer Demeter miti olan Giritli Demeter efsanesinde değinilen ancak
Homeros’un övgüsünde hiç bahsedilmemiş olan bir diğer erkek karakter ise
Ploutos’dur. Homeros öncesi özellikler taşıyan bu diğer efsaneye göre Demeter’in,
Giritli avcı İason’la yaşadığı ilişkisinden Ploutos dünyaya gelir (Kerényi 1967: 30-
31). Ploutos bolluk ve gönenç tanrısı olarak anılmaktadır. Hesiod, Ploutos için:
“Kime rastlar, kimin eline düşerse,
Zengin eder onu, berekete boğar…”
diye yazmıştır. Ploutos bir anlamda dünya zenginliğinin kişileştirilmesidir; daha
geniş anlamı ile ayinler tanrısı Dionysus’un eşdeğeri olarak da anılmaktadır
(Campbell 1995: 18).
Triptolemos’un Homerik Övgü’de sahip olduğu öneme benzer bir şekilde
Ploutos da Demeter’in bolluk ve bereketinin bir sembolü olarak Girit mitinde yerini
almıştır. Her iki efsanede de Demeter’in yanında, Demeter’in atıflarını vurgulayacak
49
nitelikte erkeklerin bulunması dikkat çekicidir. Triptolemos insanlara tarımı öğretip,
Demeter’in ona verdiği tohumları dünyaya yayan karakter olarak efsanede yerini
alırken, bir diğer mitte Ploutos da bu ürünlerin bolluk ve gönencinden sorumlu
olmuştur (Resim 14-15).
Tüm bunlar dâhilinde Triptolemos, Tanrıça efsanesindeki eril katılımı ifade
eden ve farklı mitlere göre adı değişmiş olan erkek karakterin isimlerinden sadece
birisidir. Tarihsel sürece bakıldığında, Triptolemos, Ataerkil bir toplumun
anaerkillikten kurtulması ya da en azından üret im sürecine dahiliyeti için gerekli bir
karakter olmuştur. Yunan toplumuna bakıldığında, zaman içerisinde falluslar
bereketin sembolü haline gelmektedir. Triptolemos, belki de bu değişimin ilk adımı
olabilir.
2.5. Eleusis Gizemleri
“İnsanlar arasında bu gizemlere girenler kutlu
sayılacaktır. Ama katılmayanlar, karanlığın ya
da Hades’in derinlerinde kendilerine düşenle
yetineceklerdir...”43
Antik Yunanlıların ölümlülükleri ile başa çıkabilmek için yaptıkları ruhsal
girişimler olarak algılanan gizem kült lerinin en önemlilerinden olan Eleusis’deki
Mysteria’ların yaklaşık olarak iki bin yıl boyunca kutlandığı ve bazı törenlerin zaman
içerisinde kısmen değişikliklere uğradıkları düşünülmektedir (Cosmopoulas 2003: 1;
Eliade 2003: 361; Guthrie 1955). Eleusis’in Atina’ya komşu olması ve bu kentin
sağladığı koruma Eleusis Mysteria’larının tüm Yunan dinsel hayatının merkezine
yerleşmesine katkı sağlamıştır (Eliade 2003: 361).
Eleusis’deki kutlamalar ve törenlerin mimetik (insanların tanrıçayı taklit
etmesi) karakterinin geçmişi Miken çağına dek uzanmaktadır. Ancak Eleusis, Atina
kontrolüne girince buradaki törenler, Atina’nın himayesinde düzenlenen festivaller
haline gelmişlerdir. Demeter ve kızı Persephone onuruna her yıl düzenlenen bu
bayramlar, tüm Yunan dünyasının katılımıyla gerçekleşen saygın dinsel kutlamaların
başında yer almaktadır ve Eleusis dinsel törenleri kapsamında Attika bölgesi
genelinde Demeter ve kızı Persophone onuruna kutlanan sekiz büyük bayram
43 Önceki sayfalarda belirtilmiş Demeter’e Övgü’den alıntıdır.
tarihlerde farklılık olmasına rağmen bahara hazırlık sırasında toprağa ekin atılırken
gerçekleştiği bilinmektedir (Dillon 2002: 111).
51 Ayşen Sina makalesinde Thesmophoria kutlamalarına hazırlık günü –stenia-yı da da ekler ve kurban
törenlerinin de ayrı bir gün yapıldığını savunarak bu bayramın 5 gün sürdüğünü savunmaktadır (Sina 2004). Ancak diğer kaynaklarda Thesmophoria’nın üç gün boyunca kutlandığı belirtilmektedir.
65
Thesmophoria’nın tarım verimliliğini artırmanın merkezi amaç olarak belirdiği
bir festival olduğu düşünülmektedir ve başlıca özellikleri domuz kurban edilmesi ve
tarımsal verimliliğin artırılması için yapılan ritüellerdir. Antik Yunan’daki çoğu
bereket ritüellerinde ve tarımla ilgili festivallerde olduğu gibi Thesmophoria’da da
başlıca ve hatta temel rol ‘kadın’a aittir (Mikalson 2005: 144-145). Burada dikkati
çeken nokta tarım verimliliğini artırmanın temel amaç olduğu bir tapımda verimliliği
temsil ettiğine inanılan kadının başrolü oynamasıdır. Böyle bir tapınmada erkeklere
rol bulunmamaktadır. Erkeklerin şehir devletlerinin senatolarında söz sahibi
olmalarının, seçimlerde oy haklarının bulunmasının ve sosyal statülerinin
kadınlardan daha ön planda olmalarında rağmen din, kadının saflığına, bekâretine
ve doğurganlığına önem vermektedir. Erkeklerin bu şenliklere katılmaları kesinlikle
yasaklanmıştır ve buna cesaret etmenin oldukça ciddi cezası bulunmaktadır.
Örneğin, Cyrene Kralı Battos’un, kadın kılığında bu şenliklere katılması sebebiyle
hadım edildiği bu tür söylenceler arasındadır (Thomas 1998: 282) Sonuç olarak
Thesmophoria kadın egemenliğinde ve erkekler tarafından bilinmeyen bir tapım
haline gelmiştir. Ayrıca Thesmophoria bayramlarının amacının ekinlerin bereketini
arttırmak olduğu halde kadınlar erkekleri bu etkinlikten uzak tutarak bir nevi
dölleyici etkilerden de uzak durmaktadırlar. Bu durum ise bu şenliğin başlangıçtaki
işlevinin unutulup farklı bir nitelik kazandığının düşünülmesine yol açmaktadır
(Thomson 1983: 246).
Bayram kutlamalarına katılacak kadınların nasıl bir araya geldiği kesin olarak
bilinmemektedir. Bu kadınların bulundukları toplumda yüksek statüye sahip
oldukları, fahişelerin bu kutlamalara katılmasına izin verilmediği ileri sürülmektedir.
Üç antikçağ yazarı Aristophanes, Isaios ve Lukianos bu konuya daha ayrıntılı ışık
tutmaktadır. Aristophanes katılımcı kadınları "eugeneis" olarak adlandırmaktadır. Bu
sözcük, insana olduğu kadar bitki ve hayvanlara da atfedilir ve "kalıtımla geçen iyi
özelliklere sahip" anlamına gelmektedir. Isaios, tapınağa sadece temiz bir yaşam
süren kadınların girmesine ve dinsel törenleri izlemesine izin verildiğini
yazmaktadır. Ayrıca, Thesmophoria şenliğinde "arkhousa" görevi yapacak bir
kadının kanuna ve törelere uygun bir seçimle bu göreve geldiğini ekler. Kısaca
kadınların hem temiz bir yaşam sürmeleri hem de toplumun üst tabakasının üyesi
olmaları gerekmektedir. Lukianos, şenliğe yalnızca evli kadınların değil genç kızların
da katıldığını, hatta anneler ve kızlarının birlikte katıldıklarını aktarmaktadır. Öte
yandan Menandros'un Epitrepontes (Hakeme Başvuranlar) adlı oyununda varlıklı bir
adam Thesmophoria şenliğine hem karısının hem de metresinin kat ılması için
66
yüklüce para öder. Alkiphron'un Mektuplarından birinde bir fahişe bir diğerine şöyle
yazar: "Biz şimdi Thesmophoria şenliğini kutluyoruz. Yarın da Kalligeneia'yı
kutlayacağız, Atinalı kadınlarla birlikte kurban sunmak için acele Atina'ya gel!"
Lukianos’un oyununda da şenliğe katılmaya can atan bir fahişe geçer (Sina 2004:
45). Ancak yine de katılımcıların profilleri hakkında kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır.
Bu festivelde gizlilik hayati bir önem taşımaktadır ve Thesmophoria kutlamalarına
izinsizce katılan erkeklerin kadınlar tarafından hadım edildiği söylenceler arasında
bulunmaktadır. Erkeklerin, ritüelleri izlemelerinin dışında onunla ilgili hikâyeleri
dinlemeleri de yasaklanmıştır. Bu nedenle, Aristophanes’in Thesmophoriazousai adlı
oyununda52 Thesmophoria ritüelleri ile ilgili çok sığ bilgiler verdiği düşünülmektedir
(Mikalson 2005: 145).
Atina’da şehrin içinde ve çevresindeki tapınaklarda kutlanan ve 3 gün süren
bu festival, evin hanımı ve ev halkındaki diğer evli kadınların evden dışarı çıkıp
yakınlardaki Demeter Tapınağı’nda kamp yapabildikleri nadir durumlardan birisi
olmuştur. Eleusis Gizemlerinde de olduğu gibi bu kutlamalarda da kadınların
tarımsal döngünün yeni başlangıcını kutladığı özellikle de tahıl ürünleri için şükür
ettikleri düşünülmektedir (Mikalson 2005: 144-145).
Festival ayrıca cinsellikle de mükellef tutulmaktadır, fallus sembolleri ve
müstehcen şakalar da bu kampta yer almaktadır. Bu durum bu ritüellerin açıkça
hem tarımsal üretim hem de doğurganlıkla alakalı olduğunu düşündürmektedir.
(Mikalson 2005: 144-145) Demeter, Thesmophoros (kadınlarla ilgili yasaları koyan)
kabul edildiği için, bu bayram bir tür evlenme ve anneliğe hazırlık kutlaması olarak
da algılanmaktadır. Modern araştırmacılar bu festivaldeki gizlilik ve cinsel
sembolizminin yanında kadınların bu kampta kurdukları düzen ile kendi “geçici
kendi şehir-devletleri” olarak da adlandırılabilecek özerklikleri, erkeklere muhalif
duruşları, kamptaki küfürbaz ve bayağı davranışları ile kadınların davranışlarını
sınırlayarak sosyal düzeni tersine çevirmeleri karşısında büyülenmişlerdir (Mikalson
2005: 144-145).
Ekim-Kasım aylarına denk gelen bu bayramın birkaç ay öncesinden Haziran’da
ya da Temmuz’da kutlanılan Skirophoria’da kadınlar domuz kurban etmekte ve
bunları Demeter’e sunu olarak büyük bir mağaraya bırakmaktadırlar. (Thomson
1983: 246). Thesmophoria bayramı geldiği zaman üç gün boyunca bedenlerini
52 Bu oyun http://www.youtube.com/watch?v=qp3KDHFVPEI linkinden izlenebilmektedir. (07.08.11)
temiz tuttuktan sonra mağaralardaki yılanları53 ürkütüp kaçırmak için ellerini
çırparak büyük mağaraya –megaron-a girer ve domuzların çürümüş kalıntılarını
toplayarak bunları güz ekimi için bereket versin diye tohumluk tahıllarla
karıştırırlardı.
Demeter kültünde oldukça önemli olan domuz kurban edilmesi Thesmophoria
şenliklerinde de ön plandadır. Bu duruma sebep olarak efsanede de geçen, Kore’nin
Hades tarafından yer altın dünyasında kaçırıldığı zaman yakınlarındaki domuz
çobanı Euboleus ve domuzlarını da yer altına aldığı inancı gösterilmektedir.
Eleusis’de Euboleus ya da diğer yerel bölgelerdeki isimleri olan Zeus Boleus ve Zeus
Euboleus olarak Thesmophoria’nın ilk gününde Demeter ve Kore ile birlikte saygı
görmektedir (Thomas 1998: 281).
Burada domuz kurban edilmesinin iki türlü anlamı bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi Persephone’nin yeraltı dünyası Hades’e kaçırıldığı zaman, orada bulunan bir
domuz çobanı ve beraberindeki domuzların da toprağın altına çekildiği mitosudur.
Bir diğeri ise domuzun doğurganlığı sebebi ile bereket simgesi haline gelmesi ve
domuzun kadının yerine konulmasıdır. Thomson domuzla kadının bağdaştırılmasına
örnek olarak domuz için kullanılan khoiros sözcüğünün halk arasında pudenda
muliebria (kadının edep yeri) karşılığı olarak kullanılmasını vermektedir (Thomson
1983: 247). Ayrıca domuz kanı, kadının aybaşı kanının –katharmata- ya da
lohusalık akıntısının da yerini tutmaktadır ve önceleri katharmata’nın tohumların
verimini arttırmada kullanılmak amacıyla gizlice dağıtılması biçiminde ilkel bir
uygulama bulunmaktadır. 54 Bu görev domuz kanına aktarıldığında kadınların olumlu
niteliğini yitiren cinsel etkinlikleri bir kirlenme olarak görülüp yasaklanmıştır
(Thomson 1983: 247). Domuz kanı ise bu ilkel uygulamadaki katharmata’nın yerini
almıştır.
Ayrıca yapılan araştırmalar göstermiştir ki çürümüş olan bu domuz kurbanlar
toprağa koyu renkli, killi ve verimli bir özellik kazandırmaktadır. Hatta Eleusis
Bothroi’sinde bulunan toprakta yapılan incelemeler son kurban etme ritüellerinden
yaklaşık 1500 sene geçmesine rağmen toprağın verimliliğini hala koruduğunu
53Mağaralarda aşağıya atılan domuz etlerini yiyen yılanlar olduğu söyleni lmektedir. Ayrıca yılanların
kutsal yerler olarak kabul edilen bu mağaraları koruduğuna inanılmaktdır. (Sina 2004)
54Aybaşı kanının doğurganlığa neden olduğu gibi ürünlerin bereketini de arttırdığına inanılmaktadır. Bu
uygulama ortaçağ da bile devam etmiştir; Ortaçağ Avrupası’nda kadınlar, tohumları tarlalara, aybaşı kanıyla lekeledikleri torbalardan saçarlardı ve bazen ekinlerin bereketinin arttırılması amacıyla tarlalara doğrudan aybaşı kanının döküldüğü de görülebilmektedir. (Ergener 1988 c.3: 14)
68
göstermiştir. Bu benzeri olmayan kurban ritüellerinin Thesmophoria kelimesinin
anlamca kökenini oluşturduğu düşünülmektedir: “thesmos” bırakmak, yere
yatırmak anlamlarındadır; “phoria” ise bunu tekrar kaldırmak ve atlar üzerine
koymak eylemini ifade etmektedir (Thomas 1998: 282).
Thesmophoria ile ilgili olarak, Samsatlı (Samosato) Lukianos, bu bayramın
nasıl kutlandığı konusunda en önemli kaynaktır: (Sina 2004: 41-42)
"Thesmophoria, Skirophoria da denilen gizem törenlerini kapsayan bir Yunan
şenliğidir. Katılımcılar, çiçek toplarken Pluoton tarafından kaçırılan Kore
efsanesi gereğince bu şenliği kutlarlardı. Kore'nin kaçırıldığı yerde Eubouleos
adında bir domuz çobanı sürüsünü otlatmaktaydı. Plouton'un Kore'yi
kaçırmak için açtığı yarığa bu domuz çobanı da düşer. İşte, Eubouleos'un
onuruna, Demeter'in kızı Kore'nin yeraltına kaçırılırken domuzların da
düştüğü ve "megara" denilen bu yarıklara domuzların atılması bundandır.
Törenlerin saflık kuralları üç gün gözledikten sonra, "bulucu" denen kadınlar
mağaralara inerler ve çürümüş kalıntıları arayıp bulduktan sonra da yukarı
çıkarırlardı. Tapınağa getirilen bu kalıntıları sunağın üzerine koyarlardı. Sunak
üzerindeki kalıntılardan bir parça eline geçiren kişi de, bunu tohumluk ekinine
karıştırıp tarlasına ektiğinde iyi bir ürün alacağına inanırdı. Ayrıca,
mağaralarda aşağıya atılan domuz etlerini yiyen yılanlar olduğu söylenirdi.
"Bulucu" denilen kadınlar gürültü yaparak yılanları korkutup kaçırır ve
aşağıya atılanlardan geriye kalanları alırlardı. Yılanların kutsal yerler olarak
kabul edilen bu mağaraları koruduğuna inanırlardı. Bir de benzer biçimde
yapılan Arretophoria vardı. Bu da, insanoğlunun üremesi ile ürünlerin
bereketini arttırmak amacıyla kutlanırdı. Katılımcılar bu kutsal yere gelirken
yanlarında yılanlara göstermek için hamurdan yapılmış erkek cinsel organı
şeklinde mahrem nesneler ile çok çabuk büyüyen bir ağaç olmasından dolayı
kozalaklı çam dalları getirirlerdi. Yanlarında getirdikleri bu nesneleri
domuzlarla beraber kutsal saydıkları mağaralara atarlardı. Domuzlar, insan
ve hayvanların üremesini sağlayan bereket sembolleri olarak kabul edilirdi.
Yani, insan soyunu uygarlaştıran Demetrian'a (Tahıl Ana), bereketi sağlayan
Demeter'e şükran sunusu olarak domuz sunulurdu. Yukarıda anlatılanlar bu
eylemin mitolojik açıklamasıdır. Gerçekte bu ritüeller doğayı izlemekten
başka bir şey değildir. Söz konusu bu Thesmophoria şenliği adını, Demeter'in
"yasa koyucu, düzen sağlayıcı" anlamına gelen Thesmophoros sıfatından
alır."
Eski Yunan Halkının kadınları aralarından bu grubu yönetmeleri için ritüellerin
gerçekleştirilmesini sağlayabilecek ve Demeter Rahibesine eşlik edebilecek iki kadın
seç ilmektedir. Ayrıca seçilen bu kadınlar festivale kocalarının sağladığı dörder litre
arpa, buğday, arpa unu, buğday unu ve kuru yemiş ile üç litre şarap, yarım litre
zeytinyağı, yarım litre bal ve birer litre beyaz susam ile haşhaş, 450 gramdan az
olmamak şartıyla peynir, 900 gram soğan, birer meşale ve yaklaşık 400 dolara-
1000 TL’ye denk gelecek nakit para getirmekle yükümlüdürler (Mikalson 2005:
144).
69
Thesmophoria şenliği başlamadan evvelki geceye stenia adı verlmektedir ve
bu süreç festival için yapılan hazırlıklarla geçmektedir. Yalnızca yasal eşlerin
katıldığı bu şenlik Pyanopsion ayının 9'una denk gelmektedir ve gündüz gerçekleşen
resmi açılış törenlerinin ardından, Yunanistan'ın her yanından gelen kadınlar bütün
gece boyunca açık saçık konuşmalar ve kaba saba hareketlerle geceyi
geçirmektedirler. Bu etkinlikte, Demeter Övgüsü’nde geçen, kızı için yas tutan
Demeter’in Eleusis sarayına vardığında moralini düzeltmek için Iambe’nin yaptığı
müstehcen tavırlara öykünüldüğü düşünülmektedir: "Hizmetçi akıllı Iambe yaptığı
şakalar ve şaklabanlıklarla güldürmeyi başarır Demeter'i".
G. Thomson, dinsel törenler sırasındaki bu tür edebe aykırı davranışlar ve
cinsel imaların, tüm dünyada yaygın olan ilkel bir bereket töreni olduğunu,
erginlenmeyle özellikle bir bağıntısı olmadığını aktarmaktadır (Thomson 1983). Eski
toplumlarda hemen her yaşantı biçimi törensel bir eyleme dönüşmektedir. Böylelikle
de dinsel tören, bütün özelliklerini yeniden üreten ve dinsel törenin açıklaması
olduğuna da inanılan bir mitos ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, Demeter'e hymnosda
da benzer durum vardır: Bunlardan ilki bir genç kızın evlenmesi, ikincisi ise, bir
annenin (özellikle de annenin ve kızın rızası alınmaksızın) kızının evlenmesiyle
ortaya çıkan dramatik duygusallığı ve son olarak da kızın evlilik sonrası konumu
öykülenir. Bu bağlamda, geceleyin gerçekleşen genel ahlaka aykırı bu eylemlerin
amacı büyük bir olasılıkla toplumsal baskının kadınlar üzerinde yarattığı yasaklardan
kurtulma denemesi olarak görülebilmektedir. Ancak müstehcen davranış ve
konuşmaların en önemli amacı, apotropaios (kötülükleri uzaklaştırıcı) işlevi olduğu
inancıdır (Sina 2004: 42-43).
Kutlamalar süresince kadınlar Persephone'nin çiçek toplarken kaçırılmasından
dolayı çiçeklerden yapılmış taç takmamakta ve cinsel ilişkiden kaçınmaktadırlar.
Ayrıca, Eleusis Gizemlerinde yernilmesi kesinlikle yasak olan nar, Thesmophoria’da
Eleusis Mysteria’larının aksine çok farklı bir anlamı ifade etmektedir. Bu durumda
eğlence, hüzün ifadesinin önüne geçer ve kadınların oruç günlerinde nardan başka
bir şey yemeleri kesinlikle yasaktır. Sadece yere düşen nar tanelerine dokunmaları
yasaklanmıştır. Bunun içinse Alexandira’lı Celement’in ilginç bir açıklaması vardır:
nar ağacı Dionysos’un yere düşen kan damlalarından ortaya çıkmıştır (ayrıntılı bilgi
için bknz Kerényi 1967: 140).
Kırmızı renkli yiyeceklerin yalnızca ölülerin yemeği olarak görüldüğü ilkel
tabular bulunmaktadır. Persephone de şartlı olarak geri dönmüş olsa bile, ölüler
70
ülkesini temsil etmektedir ve yılın büyük çoğunluğunu yer altında yediği nar tanesi
yüzünden Hades’te geçirmek zorundadır. Nar Akdeniz’de yemek ve suyundan içecek
ve şarap edinilerek tüketilen pek çok bitkiden yalnızca birisidir. Meyve ve bitkiler
dinsel çağrışımlarına göre ikiye ayrılmaktadırlar. Nar, elma, incir ve şarap
Dionysos’la özdeşleştirilirken; nar, badem ve hurma tanrıların annesi Rhea ile
özdeşleştirilmektedir (Kerényi 1967: 134). Ayrıca günümüzde dahi nar bereketin
sembolü halinde kullanılmaktadır. Ancak Demeter efsanesinde nar, ölüler ülkesi
Hades’in sembollerinden de birisi olmuştur. Bu durumu Kerényi şu şekilde açıklar:
narın kana benzeyen rengi ve tohumlarının çok fazla olması nedeniyle Persephone
mitinde yerini almış olabilir ancak yine de nasıl ölümle de özdeşleştirildiği
bilinememektedir. (Kérenyi 1967: 137) Bunlara ek olarak, Eleusis gizemlerinde
tüketilmesi yasak olan narın, Persephone mitiyle ilişkisi bulunsa da, Eleusis’de
Persephone’nin nar ile birlikte bir betimi bulunmamaktadır. Diğer bölgelerde ise yer
altı dünyasıyla ilişkisini sembolize etmek için Persephone’nin nar ile birlikte
betimleri bulunmaktadır (Kerényi 1967:137).
Thesmophoria bayramı kutlamalarının hangi gününde yapıldığı kesin olarak
bilinmeyen ve yalnızca kadınlar tarafından gerçekleştirilen başka ritüeller de
bulunmaktadır: Bunlardan ilki verimlilik ve doğurganlığı arttırması amacıyla
yapıldığı sanılan ve morotton denilen yünden yapılmış bir kırbaç ile kadınların
birbirlerine vurması ya da vurur gibi yapmasıdır. Diğeri zemia denilen kefaret
kurbanın kesilmesi ve sonuncusu da kadınların habersizce birbirlerini kovalaması
temeline dayanan diogma ve Khalkis kovalaması ritüelleridir (Sina 2004: 44).
Kampın birinci günü yerleşme ile geçmektedir (Kathados & Anodos). İkinci
gün oruç tutulur (Nesteia), 3. ve son gününde ise "Kalligeneia" kutlanmaktadır.
Kampta gerçekleşen ritüller Eleusis'deki gibi çok gizlidir ve bu konuda bilinenler
oldukça azdır. Ancak ana törenin bir önceki festivalde kurban edilen domuzların (bir
anlamda da depozito edilen kurbanlardır bunlar) gömüldükleri yerlerden çıkarmak
için toprakta derin çukurların (megaron) açılması ve bu kemiklerin çıkartılması
sırasında gerçekleştiği düşünülmektedir. Çıkartılan bu kalıntılar Demeter’in sunağına
yerleştirilmekte ve o senenin mahsulünden çeşitli tahıl tohumları bu kemiklere
karıştırılmaktadır (Mikalson 2005: 144-145). İkinci gün tutulan oruç (ayrılmalarına
ağıt) ve 3. gün gerçekleşen kutlamalar (birleşme) Eleusis Gizemlerindeki dizilimi ve
ritüellerin de kökenini oluşturan Demeter ve Kore-Persephonenin ayrılışını ve tekrar
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TEZ ÇOĞALTMA VE ELEKTRONİK YAYIMLAMA İZİN FORMU
Yazar Adı Soyadı Başak Emir
Tez Adı
Antik Çağ’da Kadınların Dinsel Ritüelleri –Thesmophoria örnek incelemesi-
Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü
Anabilim Dalı Arkeoloji Bilim Dalı Klasik Arkeoloji
Tez Türü Yüksek Lisans Tez Danışman(lar)ı Prof. Dr. Mustafa Şahin
Çoğaltma (Fotokopi Çekim) İzni x Tezimden fotokopi çekilmesine izin veriyorum
Tezimin sadece içindekiler, özet, kaynakça ve içeriğinin % 10 bölümünün fotokopi çekilmesine izin veriyorum
Tezimden fotokopi çekilmesine izin
vermiyorum
Yayımlama İzni x Tezimin elektronik ortamda yayımlanmasına izin veriyorum
Tezimin elektronik ortamda
yayımlanmasının ertelenmesini istiyorum 1 yıl 2 yıl 3 yıl Tezimin elektronik ortamda
yayımlanmasına izin vermiyorum Hazırlamış olduğum tezimin yukarıda belirttiğim hususlar dikkate alınarak, fikri mülkiyet haklarım saklı kalmak üzere Uludağ Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı tarafından hizmete sunulmasına izin verdiğimi beyan ederim.