Top Banner
64

48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Feb 11, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”
Page 2: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

6 LEYLA ŞAHİN USTA

12 YERKÖPRÜ ŞELALESİ

14 YUSUF TEKİN

26 İSMET HACISALİHOĞLU

28 KEMAL ÖNAL

İÇİNDEKİLER

12

6 2814

26

İRM Pusula Tasarım Ajansı Basın Yayın LTD. ŞTİ.

Adına İmtiyaz Sahibi Mehmet İrmeşe

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hazar İrmeşe

Genel Yayın Yönetmeni Cansın Cansu Selin Temana

Yayınlar Kordinatörü Ercan ÖzdemirHaber Müdürü

Aslı Özaydın

Görsel Sanat Yönetmeni Uğur Sarıer Grafiker

Abdullah Fırat SüslüStajyer Grafiker

Selin Bir Muhabir

Ayşen AydınStajyer Muhabir

Ayşegül YıldızDilan Özden

Halkla İlişkiler Gülnihal Singil

Danışma KuruluMuhittin Bal

(Birlik Vakfı Ankara Başkanı)Nazım Maviş

(Ak Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı)

Erbay Kücet (TBMM Genel Sekreter

Yardımcısı V.)İsmet Hacısalihoğlu

(Demokrat Parti Eski Genel Başkanı)

Mustafa Yazgan (Gazeteci/Yazar)

Page 3: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

38 EROL KARAÖMEROĞLU44 ADEM SEZER

48 HAKAN GÖKPINAR54 NAZMİ AVCI56 YENİ KABİNE

63 MUSTAFA YAZGAN

38

54 63

48 56

w w w . p u s u l a y a y i n c i l i k . c o m • w w w . g e n c b u r o k r a t . c o m

Köşe yazılarının hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

İRM PUSULA TASARIM AJANSI İLETİŞİMKonur 2 Sokak 39/3 Kızılay/ANKARA Tel: 0.312 419 79 35 • Faks: 0.312 419 16 26E-Mail: [email protected] [email protected] @GencBurokrat www.facebook.com/GencBurokrat

Basım yeri : Eflal Matbaacılık Telefon : 0312 341 47 48

Yıl: 4 • Sayı: 42 • AĞUSTOS 2017 • Fiyatı: 25

Dergideki yazı ve reklamlar kaynak gösterilerek kullanılabilir.

Dergimizde Yer Almak İçinBize Ulaşın

©Genç Bürokrat DergisiAylık - Yaygın - Süreli yayın

44

Page 4: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Mehmet İRMEŞE

PUSULANIN YÖNÜ

Davutoğlu’nun görevi bırakması, Sayın Binali Yıldırım’ın Başbakan olması, yeni kabine ve yeni bürokrat ata-maları gibi dönemlerde bürokraside ciddi bir endişe olur. Bürokrasi tam manası ile tıkanır. Bürokratlardan cesur adımlar gerektiren girişimler beklerseniz, çok beklersiniz. Çünkü ‘koyun can derdinde kasap et der-dinde’ misali herkes kendi derdine düşer ve bürokrat her an görevden alınma kaygısına düşer. Bu endişe içerisinde görev yapan bürokrattan da çok şey bekle-memek gerekir.

Bu değişimlerin yaşandığı dönem henüz tam olarak atlatılamamışken 15 Temmuz hain darbe girişimi ya-şandı ve bu durumu da en ağır yaşayan kesim yine bürokratlar oldu. Hainler bir bir ele geçirildikçe kendile-rinden olmayan tertemiz bürokratlarımıza çamur atıp, onları Fetö’cü diye ihbar ettiler. Kurunun yanında yaşta yandı ve haksız yere pek çok bürokratımız görevinden alındı. Bu bürokratlarımızdan bir kısmı görevine döndü, bir kısmı dönemedi şimdi buna girmeyeceğim. Konu-muz her an kendisine bir iftira atılabileceği endişesi ile görev yapan bürokratlar. Kendimizi bir an için bu du-rumdaki bir bürokratın yerine koyalım, ne kadar verimli olabiliriz?

15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken 16 Nisan referandumunu ger-çekleştirdik ve Sayın Cumhurbaşkanımız Ak Parti Genel Başkanı oldu. Böylece yine yeni kabine gündeme gel-di. Bürokrat, yine tedirgin… Nitekim geçtiğimiz günler-de yeni kabine açıklandı. Yeni kabinede yerini koruyan bakanlıklar azınlıkta kaldı, daha çok yer değiştiren ve ilk kez göreve gelen bakanlar dikkat çekti

2019 yılında genel seçimleri yapacağız ve partili Cumhurbaşkanını seçeceğiz. Bu da demektir ki yeni dönemde yeni kabine, yeni atamalar. Yeni Bakanlara seslenmek istiyorum; seçime kalmış iki yıl Allah aşkına bir an önce ekibinizi oluşturun ve seçime kadar değiş-tirmeyin. Bürokratlarımız hiç olmazsa iki yıl huzur içinde çalışıp cesur adımlar atabilsinler. Çünkü bu ülkenin bu adımlara ve bu adımları atabilecek cesur bürokratlara ihtiyacı var.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

CESUR BÜROKRAT

4

Page 5: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

www.birliktehayat.com

HayatBirlik’te

Page 6: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Sizi tanıyabilir miyiz?

8 Mart 1973’de İstanbul’da doğdum. Konyalıyım. Babam askerliğini de, öğretmenliği de İstanbul’da yapınca döneme-mişler. O yüzden ilk, orta ve lise öğrenimimi İstanbul’da tamam-ladım. Pendik İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Bütün hayalim tıp fakültesini kazanmak ve hekim olmaktı; o yönde epey çaba sarf ettim. Pendik İmam Hatip Lisesi, sosyal ağırlıklı bir lisedir; sayısal dersleri ağırlıklı olan bir lise değil ama isteyince ve çabalayınca oluyor. İmam hatip lisesini birinci-likle bitirdim ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım. İdealim, ailemde İstanbul’da olduğu için,

İstanbul’da bir fakülteydi. Ders-lerimde başarılıydım, hiç bütün-lemeye kalmadım. Sonra yatay geçiş yaparak Cerrahpaşa Tıp Fa-kültesine geçtim. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, eğitimime devam ettim; ta ki başörtüsü yasağı gele-ne kadar. 1997-1998 yıllarında 28 Şubat darbesinin olduğu dönem-lerde, 5. sınıfta Cerrahpaşa’da öğrenciydim. Orada eğitimim kesintiye uğrayınca, yine bir ya-tay geçişle Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesine gittim ve 2003 yılında Viyana Üniversitesinden mezun ol-dum. 1993 yılında girdiğim Tıp Fa-kültesinden, 10 sene sonra mezun oldum. Oldukça hareketli bir üni-versite hayatı geçirdim. 3 üniver-site görmüş oldum. Bunların hepsi

(benim için zor olsa da) çok farklı tecrübeler kazanmama, hayatın farklı yönlerini keşfetmeme vesile oldu. O yüzden, özellikle milletve-kili olduğum bu dönemde onun faydasını da görüyorum. Demek ki Allah bize bunları yaşatarak bu noktaya gelmemiz için bazı şey-leri vesile kılmış. Yaşadığımız her şeyin bir sebebi ve bir sonucu var; sonucu hemen göremesek de mutlaka bir müddet sonra görü-yoruz.

Babam, aile bağlarına çok önem veren birisidir; her sene mutlaka yaz tatilinde ve bayramlarda ai-lemiz Konya’da olduğu için ora-ya giderdik. O yüzden, Konya’yla bağım hiç kesilmedi; hep devam

“Yaşadığımız her şeyin bir sebebi ve bir sonucu var”

Dergimizin bu sayısında 28 Şubat döneminde başörtüsü yasağı nedeniyle tıp fakültesinden atılan sonrasında bir daha kimsenin hakkı yenmesin diye siya-sete giren bir isme Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta’ya konuk olduk ve o günlerden bugünlere uzanan hayat hikâyesini ondan dinledik.

Leyla ŞAHİN USTAKonya Milletvekili

6

Page 7: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

etti. Tabii ki milletvekilliği aday adaylığı ve vekilliğe adaylığım açıklandıktan sonra Konya’yla olan bağım, iletişimim çok daha fazlalaştı; daha geniş bir çev-reyle tanışmış olduk. Daha önce tatillerde, bayramlarda gittiğim Konya’yla ilgili artık, ‘’bu şehir için ne yapabilirim, ne yapmalıyım, nasıl katkı sağlayabilirim ve neleri hayata geçirebilirim, neleri başa-rabilirim?’’ çabasına düştüm. Yak-laşık 2 yıldır da milletvekili olarak çalışıyorum.

28 Şubat sürecinde neler yaşa-dınız?

28 Şubat dönemi, Türkiye’de yaşı 30’lar da olan herkesin çok iyi bildiği bir dönem. Ben çok başa-rılı bir öğrenciydim. Belki atılma-saydım derece yapabilecek bir öğrenciyken birden bire, bir gün içerisinde bir karar geldi ve kapı-nın önünde kaldık; zor bir dönem-di. Tıp fakültesi bütün hayatınızı verdiğiniz alan; hayatınız tama-men eğitimle doludur. Vaktinizin çoğunu okulunuz, stajlarınız, etüt alanlarınız ve kütüphanenizde geçirirsiniz. Birden bire çok ciddi bir boşlukta kaldım, bütün haya-tım elimden alınmış gibi hissettim. Sudan çıkmış balığa dönmüş gibi hissettim. Mezuniyetime, hayal-lerime kavuşmama sadece bir sene vardı. İyi bir uzman olarak ülkeme hizmet edeceğimi düşü-nürken, mezun bile olamıyordum. Çok acı ve zor günlerdi. Bazen insanlara anlatınca, “ne güzel yurtdışına çıkmış, bitirmiş, gelmiş-sin” diyorlar ama bunların hiçbiri kolay olmadı; çok ciddi zaman kaybettik ve emek sarf ettik. Ben Cerrahpaşa’da bitiremediğim 1 yıl için, Viyana Üniversitesinde 4 yıl harcadım. 1999 yılının sonunda gittim, 2003 yılında mezun ola-bildim; çünkü aldığımız derslerin hepsi denk olarak kabul edilmedi, alttan dersler verildi, onları kabul ettirmeye uğraştım. Ayrıca Alman-ca eğitim veren bir üniversite, di-limizi geliştirmemiz gerektiği için ona zaman harcadık. Gittiğiniz ülke yabancı bir ülke; Türkiye’nin

içinde bir yere gitmiyorsunuz, vize probleminiz var, canınız istediği zaman çıkıp gelemiyorsunuz, “öz-ledim hadi geleyim” diyemezsiniz. Her şey sorun. Uçak bileti, masraflı bir şey... Zor günlerdi. Gelen öğ-renci sayısı arttıkça, sıkışıklıklar da artmaya başladı. Ama hayat, insana bunları yaşarken çok şey öğretiyor. Kendi başımızın çare-sine bakmayı, ayakta durmayı, mücadele etmeyi başarmak zo-runda olduğumuzu o dönemde öğrendik. O yüzden, o dönem bi-zim için hem çok zor hem de çok eğitici bir dönem oldu. Belki onları yaşamasaydık, şu anda isminin önünde daha yüksek akademik imzası olan bir hekim olarak çalı-şıyor olacaktım; belki farklı kuruluş-larda görev alabilirdim. Belki de, o dönemde yaşadıklarım benim bir milletvekili olarak bu konumda olmam için bir zemin hazırladı ve beni güçlendirdi.

Siyasetle ilk tanışmanız nasıl gerçekleşti?

Aslında, o da 28 Şubat döne-minde oldu. Yasakla birlikte, ‘’ne oluyor, ne bitiyor, biz okuyorduk neden bizi engellediniz?’’ dedik. “Ne değişti, kanun mu değişti, hukukta mı bir problem var, ne-

dir, ne oldu?” derken, kanunlarla ve genelgelerle tanıştık. Kanuni olarak haklarımızın ne olduğunu, o dönemde araştırmaya başladık ve en az konuya hâkim bir hukuk-çu kadar detay öğrendik. “Yasa gereği bize bunu yapamazsınız” diyerek kendimizi savunmak zo-runda kaldığımız günlerden geç-tik. Ankara’yla, meclisle o dönem-de tanıştım. Başbakanlığa gittik. Sesimizi duyurmak için çok fazla eylem yaptık; ne yazık ki medya bizi görmedi. Zaten 28 Şubat dar-besinde medyanın oldukça ciddi bir rolü oldu; bu iş, medya patron-larının ciddi desteğiyle gerçekleş-ti. Bizi, özellikle görmediler. Birden bire, onca eğitimli insanı kapı dı-şarı ettiler. Bu, çok büyük bir acı... Uludağ Üniversitesindeki arkadaş-larımla haberleşiyorduk. Kampü-sün girişi jandarma bölgesinde. Kampüsün girişinde jandarmalar otobüse biniyor, başörtülü öğren-cilere, ‘’ya başınızı açacaksınız, ya da aşağıya ineceksiniz’’ diyor. Özellikle Müslüman bir ülkede, bunun yapılması çok ciddi bir saygısızlık; insanın onurunu kıran bir davranış. Bunu söylediklerin-de inanamadım. Şehrin dışında sizi indiriyorlar; nasıl dönerseniz dönün. Şubat, soğuk bir dönem;

7

Page 8: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

insanlar öylece ortada… Hasta-neye giden hastaları bile, başlarını açtırtıp kampüse öyle sokuluyor-lar. Bu derece acıların ve dehşe-tin yaşandığı bir dönemdi. Bunları insanlara anlatmak için çok çaba sarf ettik. Akşam haberlerini açıp bakıyordum, “Acaba bir tanesi bizden bahsedecek mi?” diye. Kanal 7 vardı o zaman. Onlar sağ olsunlar, yaptığımız her şeyde se-simizi duyurmak için ellerinden geleni yaptılar. Radyolar vardı çok fazla, onların yayınına katıldık; ne-ler olduğunu anlatıyordum. Ama hep kendi kendimize kalıyorduk. Gücümüz azdı, her yönden... Eko-nomik olarak da gücümüz yoktu, öğrenciyiz. Bize destek olan belli başlı sivil toplum kuruluşları, vakıf-lar, dernekler var ama onlarda o dönemde çok zor zamanlardan geçtiler. Hepsinin üstünde ciddi baskılar vardı. Herkesin, kendisini kurtarmak için kenara çekildiği bir dönemdi. Sonra hiç aklımızda yokken, Viyana Üniversitesinden İstanbul’a tatile gelen birisinin bizlere ulaşması vesilesiyle, biz Viyana Üniversitesini keşfettik. Hiç haberimiz yoktu, “Ben sizin belge-lerinizi gönderirim, takip ederim” dedi. O kişi sayesinde, üniversi-teye başvurularımızı yaptık ve 1 hafta 10 gün içerisinde kabuller gelmeye başladı. Hepimiz şaşır-dık; hiç beklemiyorduk. Sonrasın-

da Viyana, imam hatipte okuya-mayan, mezun olup üniversiteye devam edemeyen arkadaşları-mızın da geldiği bir imkân haline döndü. Dediğim gibi, 28 Şubat bu ülkede belki de en ağır bedellerin ödendiği dönemdi. Çok büyük bir kitleyi etkiledi ve uzun sürdü. 2003 yılında Viyana’dan mezun olduk-tan sonra en büyük hayalim bir an önce ülkeye dönmekti; çünkü gurbetteydik. YÖK’e başvurumu-zu yaptık. Viyana Üniversitesi, bir Avrupa üniversitesi ve dünyada tanınır üniversitelerden birisi. Okulu bitirdik; bu sefer YÖK, ‘’Vazgeçtim denkliğinizi tanımıyorum. Önce sınava başvurup sınava girin. Tek sınav hakkı veririm, geçemez-seniz Tıp Fakültesi 3. sınıftan ye-niden başlatırım sizi’’ diyor. ‘’Bu nasıl bir şeydir?’’ dedim; 5’den gittim, 1’den ders verdiler, uğraş-tım tamamladım diploma aldım. Sınava girelim dedik, başvuru ya-parken yine açık fotoğraf istiyor bizden; “sınava da başörtülü gire-mezsiniz” diyor. Böyle kısır bir dön-gü içerisindesiniz. 2007’ye kadar, YÖK bu tavrını devam ettirdi; 4 yıl da öyle bekledik. 2007 yılından sonra, Türkiye’de ki AK Parti iktidarı ile birlikte özgürlükler ve demok-rasi yolunda aşılan kademeler sayesinde YÖK bu tutumu değiş-tirdi, ‘’Tamam ben artık Viyana’nın denkliğini tanıyorum’’ dedi.

Siyasetle tanışmam o zamanlar-dır. 28 Şubat döneminde, meclise gelip milletvekilleriyle görüşmem-le siyaseti tanımaya başladım.

Bizi 15 Temmuz’a getiren süreç de, aslında 28 Şubat darbesidir. O dönemde, FETÖ’nün grubuna mensup olanlara yukarıdan tali-mat geldi “açacaksınız başınızı” denildi. Çünkü darbecilerle iş bir-liği içerisindeydiler; o arkadaşlar, ‘’Biz açacağız, vakti gelince ne yapacağımızı biliyoruz.’’ dediler. Bunu anlayamadım ilk önce, ‘’ne kastediyorsunuz?’’ dediğimde, “göreceksiniz” cevabını verdiler. Onlar devam ettiler, akademik kariyerlerini yaptılar, unvanlarını aldılar, belirli yerlere makamlara getirildiler. Darbecilerle FETÖ’cü-lerin iş birliği, ta o zamandan başlamış. 28 Şubat döneminde meclise geldiğimizde, pek çok kapıdan kovulduk. Üzerimizde be-yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.” veya “Bu ülkeyi siz mi kurtaracaksınız? Uğraşmayın kızım vazgeçin” diyenler var. O dönem siyasetin acı yüzüyle tanıştık ama sağ olsun sahip çıkanlar da vardı. Refah Partisi’nde o dönem millet-vekili olanların, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun emeğini ve fayda-

8

Page 9: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

sı dokundu; onlar da çok sahip çıktılar bizlere. Gelip anlattık der-dimizi, akşam haberlerinde olay olduk o gün ‘’Meclise geldiler, gö-rüşmeler yapıldı.” diye. Ama so-nuç değişmedi, bu yasak 2010’lu yılların sonuna kadar devam etti. Sonrasında yurtdışına gitmem ve-silesiyle direk bağlantım olmadı ama sivil toplum kuruluşlarında aktif çalışmaya başladım. O dö-nemde, öğrenci arkadaşlarla bir dernek kurduk. Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AKDER), hala aktif olan bir dernek; hatta şu anda vakıflaşma sürecindeyiz. Biz, AKDER sayesinde bir arada kala-bildik. Viyana’ya, Macaristan’a, Azerbaycan’a, Romanya’ya gi-denler oldu ama o dernek bizim ortak noktamız oldu; buluştuk. İşinden atılan memur ablalarımız, doktor ablalarımız, öğretmen ab-lalarımız ve hukukçularımızla hep bir arada çalıştığımız bir mekân haline geldi orası bizim için. Der-nekte başladığımız sivil toplum kuruluşu çalışmaları, yurtdışında da devam etti; orada da pek çok sivil toplum kuruluşuyla çalış-maya devam ettim. Belki de ya-sağın, kendimi keşfetmem için en iyi yönü bu oldu; çok asosyalken, birdenbire sosyal bir insan haline geldim. Hak savunuculuğu ve özgürlük mücadelesi nasıl yapı-

lır bunların pratiğini yaptım. Polis, karakol nedir bilmezken gözaltılar yaşadık; karakollara gittik, mahke-melere çıktık, disiplin soruşturması geçirdik. Derse başörtülü girdiğim için, 6 ay uzaklaştırma cezası al-dım. Aynı dönemde İstanbul Üni-versitesinde Rektör Kemal Alem-daroğlu ve Rektör Yardımcısı Nur Serter Rektör, PKK’nın düzenlemiş olduğu bomba eylemine katıldığı tespit edilen öğrenciye sadece kınama cezası verdiler; başörtülü derse girene ise 6 ay uzaklaştır-ma... Böylesine garip bir dönemin içerisinden geçtik. Tek derdimiz okumaktı. Biz bunun için müca-dele verdik ve bunu yaparken de bir başkasının hakkına kesinlikle tecavüz etmedik; bir başkasına kesinlikle zarar vermedik. Birilerinin yaptığı gibi hak savunuyoruz diye ne çukur-hendek kazdık; ne de oraları buraları işgal edip, yakıp, yıktık. Ne kamunun malına zarar verdik, ne de özelin malına. Biz okulda derslere alınmazken ne bir cam kırdık, ne bir sıraya çizik attık. “Bu düzelecek, bu haksızlık bite-cek ama biz yanlış yapmayaca-ğız. Haksızlık yapmayacağız kim-seye” dedik. Bence, o dönemde yaşananlar Türkiye’nin bugün bu noktaya gelmesine sebep oldu. O dönemde bizde başkaları gibi yakıp-yıkıp zarar versek, haklı da-

vamızda haksız konuma düşerdik. Şükürler olsun ki o yola hiç düşme-dik, o yanlışları hiç yapmadık ve bugün bu noktaya geldik.

Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

2007 yılında, denklik çıktıktan sonra Türkiye’ye döndüm; hekim olarak çalışmaya başladım. Tabii o da zor şartlarda oldu. Başörtüy-le çalışmak hala mümkün değil. Uzmanlık sınavlarına giremiyoruz, bu yüzden uzmanlık yapamıyo-ruz ama yine de acillerde nö-bet tutarak özellerde çalışmaya başladık. “Buna da şükür” dedik, mesleğimizi yapıyoruz ülkemiz-de. Bir taraftan da mücadele devam ediyor; her şey bitmiş, sorun çözülmüş değil. 2010 yılı sonrasında, aile hekimi olarak ça-lışmaya başladım. Yasak kalkıyor, ilk defa başörtülü milletvekilleri aday gösterilebilecek. 28 Şubat döneminde Merve Kavakçı’nın atıldığı Meclise, artık başörtülü vekillerimiz de girebilecekti. Sivil toplum kuruluşlarından gelen ar-kadaşlarımın talepleri ve ‘’Neden bizden biri de orada olmasın, bu işin mücadelesini vermiş bu iş için bedel ödemiş insanlardan birisi neden orada temsil etmesin?’’ denilmesiyle, ben aday adayı oldum. 2015 yılındaki aday aday-

“Merve Kavakçı’nın atıldığı meclise artık başörtülü vekillerimizde girebilecekti”

9

Page 10: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

lık ve adaylıkla birlikte, aktif ola-rak siyasetin içine girmiş oldum. Konya’dan vekil adayı oldum ve 7 Hazirandan beri de milletvekili olarak buradayım.

Konya; Mevlana’sıyla, Çatalhöyük’ü ile Alaeddin Tepesiyle, Selçuklu hükümdarlarının türbeleriyle, İnce Minareli Medresesiyle, Bedesten Çarşısıyla, hamamlarıyla, müze-leriyle, camileriyle, mescitleriyle ve yetiştirdiği âlimleriyle tam an-lamıyla bir medeniyetler beşiğidir. Günümüzde ise bir kültür şehri, turizm şehri, tarım şehri, üniversite şehri haline gelmiştir.

Konya özellikle; inanç ve kültür, sağlık, kongre, fuar ve toplantı, doğa, spor ve avcılık alanlarında gelişme ve ürün çeşitlendirme potansiyeline sahiptir.

Konya mutfağı, leziz ve zengin çeşitleriyle dünya mutfakları ara-sında sayılmayı hak etmiştir. Altın sarısı, uçsuz bucaksız tarım alan-ları ile Türkiye’nin tarım merkezidir Konya.

İlimizin 31 ilçesi bulunmaktadır. Akşehir, Nasreddin Hocasıyla, Bey-şehir gölüyle, Sille tarihi dokusu ile ün yapmışken; Ilgın, İsmil ve Köşk kaplıcalarıyla ünlüdür. Konya, el dokuması halı ve kilim geleneğini de ilçelerinde sürdürmektedir.

Ve Hz. Mevlana… Şehrin simgesi haline gelmiş, Konya’yı dünyaya tanıtan isimdir Mevlana Cela-leddin Rumi. Her yıl 17 Aralık’ta yapılan Şeb-i Arus Vuslat Töreni ve sema ayinleri, dünyanın dört bir yanından gelen, farklı inanca sahip insanların ilgi odağı olmuş-tur. Konya, gelen herkesin manevi havasından etkilenerek mutlaka tekrar gelmeyi ve görmeyi arzu ettiği bir büyük şehirdir.

Peki, mecliste aldığınız görevler nelerdir?

İnsan Hakları Komisyonu’nda söz-cü görevindeyim. Milli Eğitim, Gençlik ve Spor, Kültür ve Turizm Komisyonu’nda görevliyim. Aynı zamanda Avrupa Konseyi Par-lamenterler Meclisinde asil üye olarak Strazburg’da ki çalışma-lara katılıyor, Avrupa Konseyi’nin toplantılarına gidiyorum. Şu anda bu 3 görevim var. Genel kurula gi-decek olan kanun teklifleri ve ya-salar önce komisyonlara gelir, bu komisyonlarda görüşmeler yapılır. Biz, bu görüşmelere üye olduğu-muz için aktif katılıyoruz. Mesela İnsan Hakları Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumunun çalışmala-rını ve kamu denetçiliğinde görev yapacak uzmanların seçiminde görevlidir. Yani meclisin kendi için-de vermiş olduğu görevlere göre, komisyondaki çalışmaları yapıyo-ruz. Tabii buna bağlı, illerimizde ki

çalışmalar da buradaki komisyon-larla eşleştirilmiş durumda. Komis-yonlardaki görevimiz dolayısıyla, ilimizde bununla ilgili yapılacak çalışmalar varsa bakanlıkla olan irtibatları sağlıyoruz. Onun dışında kendi projelerim var, onları takip ediyorum. AKDER’le, “Türkiye-Av-rupa Türk Sivil Toplum Kuruluşları Ortaklık ve İşbirliği Konseyi”ni oluş-turduk; geçen sene başlattık. 5 ülkeden 40 ayrı sivil toplum kuru-luşuyla, Türkiye’de ki sivil toplum kuruluşlarına bir iş birliği ve ortaklık konseyi kurduk; bu özellikle genç ve kadınlar üzerine çalışan, onla-rın birbirleriyle bir network oluştur-malarını sağlayan ve bizim yurt-dışında bağlantımızı koruyacak olan bir oluşum. İhtiyacımız ol-duğu, bir iş yapacağımız zaman bağımız olsun aynı zamanda on-lar da Türkiye’yle iş birliği yapmak istediği zaman bir bağları olsun istedik.

Bunun dışında, doktorluğun ge-tirdiği sorumlulukla sağlıkla ilgili çalışmalara katılıyorum. Konya’da pilot il olarak başlattığımız bir pro-jemiz var: “Keşkesiz Doğum” pro-jesi. Kadınların normal doğuma yönlenmesi, sezaryen oranlarının düşmesi; ebelerimizin yetkililiğini ve donanımını artırarak doğum-larda onların daha güçlü olabil-meleri için başlattığımız bir proje. Ebeleri ve gebeleri ortak eğitim-lere alıyoruz ve normal doğumun sayısını arttırmaya çalışıyoruz; bu, Konya’da şu an pilot olarak uygu-lanıyor; çok da iyi gidiyor. Ebeler çok memnun, gebeler çok mem-nun. Kadın doğum uzmanlarımız da işin içindeler, onlarda mem-nunlar. Hedefimiz, bu projeyi Tür-kiye geneline yaymak.

Gençlikle ilgili de çalışmalarımız ve yürüttüğümüz projelerimiz var. Bu çok daha büyük bir proje, “İpek Yolu Uluslararası Çocuk ve Gençlik Çalışmaları Merkezi” diye bir mer-kez oluşturuyoruz. Yaklaşık 1 buçuk yıldır çalışıyoruz, bunun üzerinde. Burada ki hedefimiz de, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesinde-

10

Page 11: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

ki gençlerimize biraz daha elimizi uzatabilmek. Batı illerine baktığı-mız zaman, gençlik yapılanması ve çalışmalarıyla alakalı bağlantı-larımız var ama doğu bölgesinde daha güçlü olmamız gerekiyor. O bölgenin gençlerine hitap edebi-lecek bir çalışma yapalım istedik. Sol örgütler o bölgede çok aktif çalışıyorlar, varlıklarını gösteriyorlar. Biz de, “neler yapıyorlar, nasıl bu gençlere ulaşıyorlar“ diye oturduk biraz inceleme yaptık. El uzatırsak, o gençlerin bizimle de beraber olabileceklerini gördük. O yüzden ciddi bir düşüncenin içerisine gir-dik. Ben Konya milletvekiliyim ama Elazığ’da yapıyoruz biz bu projeyi. Bu Türkiye projesi, Türkiye modeli olsun istedik; bu amaçla o bölge-de güvenli olabilecek, ulaşımı ko-lay ve destek alabileceğimiz bir il olarak Elazığ’ı seçtik. Elazığ millet-vekillerimiz, belediye başkanımız, valilik ve il özel idarenin katkılarıyla Kalkınma Bakanlığından bütçesini alarak yaptık. Önce bir mekân ta-sarladık. “Nerede toparlayabiliriz, gençlerimizle nerede bir araya gelebiliriz?” dedik. Klasik bir tarz olmasını istemedik. “Birisi gelecek konferans verecek, gençler dinle-yecekler” şeklinde değil; tam tersi birebir gençlerimizin katıldığı, yay-gın eğitim metotlarının kullanıldığı, onların ufkunun genişleyebilece-ği, “bu ülke için ne yapabiliriz?” derdine düşecekleri bir yer olsun istedik. Bunun içerisinde sanat atölyesinden tutun, dil kafesine, kütüphanesine, motor atölyesine, resim atölyesine, sergi salonlarına, paintballa, biniciliğe ve okçuluğa kadar her şey var. Geldikleri za-man, bir hafta-on gün konaklaya-bilecekler. İsteğimiz, “Hoş geldiniz, hoşça kalın” demek değil; “Tanıştı-ğımıza memnun oldum, bundan sonra da devam edelim” demek. Bu konuda, özellikle genç arka-

daşlarla çalışıyoruz. Kendi danış-manım, bu konuya yıllardır emek vermiş ve çalışmış birisi: Hakan Karabulut. Onun dışında da pek çok genç arkadaşımızla birlikte çalışıyoruz. Projeyi onlar tasarla-dılar, mekânı onlar çizdiler; “Böyle olursa şöyle olur. Burası bizim için güzel olur” dediler. Onlar istedi, biz sadece desteklerini bulduk. Hedefimiz 2018 Haziranda burayı faaliyete geçirmiş olmak; burayı, sivil toplum kuruluşlarının kullanım alanına açmak istiyoruz. Gençle-riyle bizim orada bir proje ekibimiz olsun istiyoruz. Eğitmen ekibimiz hazır olacak, onlara istedikleri her türlü desteği ve eğitimi verecek. Hem eğlenecek, hem de eğlenir-ken öğrenecekler. Sadece genç-ler değil, çocukları da hedef aldık o bölgede. Çünkü eğitmeye ço-cuklardan başlamamız gerekiyor. Bir nesle eğer bir şeyler vermek istiyorsanız, çocuk yaşta onlara dokunmanız gerekiyor. Resmi ku-rumlarımızın ve bakanlıklarımızın da bu alanda desteklerini alarak onlarında kendi eğitimlerini, pro-jelerini orada hayata geçirmesini sağlayacağımız büyük bir alan oluşturalım dedik. İçerisinde or-ganik tarımda olacak. Bir genç, ‘’Ben baba mesleğim tarımla il-gilenmek istiyorum, ileride iyi bir çiftçi olmak istiyorum. Organik tarım yapmak istiyorum. Bunlarla ilgili bana destek olur musunuz?’’ dediğinde, ‘’Gel, bu konuda sana öncülük edebilecek, eğitim ve-rebilecek ekibimiz var. Burada istediğini alabilirsin.’’ cevabını verebileceğimiz bir merkez açı-yoruz. Beni çok heyecanlandıran bir proje bu. Eminim hayata ge-çildiği zaman da, bu iş bittikten sonra da bizim arkamızdan de-vam edecek; hiç hayır kapısı ek-silmeyecek, kapanmayacak bir alan olacak diye düşünüyorum.

Bu projeleri devam ettirerek iyi bir iş yapmış olmanın derdindeyiz.

Bizim, gençler için yapacağımız çok işler var elbet. Bu ülkenin ge-leceği için de, gençlerimizin ya-pacağı çok şeyler var.

Gençlerimizi öncelikle 15 Tem-muz’daki cesaretlerinden, bu vatana ve bayrağa sahip çıkış-larından, hiç korkmadan şehitlik makamına koşuşlarından dolayı tebrik ediyorum. Hangi meslekte ve görevde olurlarsa olsunlar, işle-rini en iyi ve en doğru şekilde yap-malılar. İsimlerimizin önüne ekledi-ğimiz akademik unvanlar arttıkça egolarımızı azaltmalı, tevazuuyu arttırmalıyız. Hedeflerimiz iki keli-me ile “iyi insan” olmak olmalı. Bu söylendiği kadar kolay değil, zor bir iş. İyi insan olmayı başarmış gençlerimiz bu ülkenin geleceği, umudu ve temel taşı olacaktır.

Bir milletvekili olarak gençlere di-ğer tavsiyem, milletvekili olmayı bir hedef olarak belirlememeliler. Milletvekilliği bir meslek değil, bir görevdir. Bu görev layığı ile yapı-lır ve zamanı gelince yeni kişilere devredilir. Önce bir meslek sahibi olup kendimizi yetiştirmeli, geliştir-meli ve “bu ülkeye nasıl katkı sağ-larımın?” çabasıyla başarılı olmayı hedeflemeliyiz.

Gençlik yaş ile alakalı değil ben-ce; üreten, sorgulayan ve yaptık-ları ile bu vatana, millete değer ve yeni şeyler katabilen herkes gençtir.

En önemli noktalardan biri de ak-lını, vicdanını kimseye teslim et-meyen; özgür ve sorgulayabilen; yanlışa yanlış, doğruya doğru di-yebilen insanlar olmaktır.

“Bir nesile bir şeyler vermek istiyorsanız, onlara çocuk yaşta dokunmanız gerekiyor”

11

Page 12: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

YERKÖPRÜ

ŞELALESİ

12

Page 13: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Konya’ya yaklaşık 110 km uzaklıkta bulu-nan Yerköprü Şelalesi Hadim İlçesi sınırla-rı içerisindedir. Şelaleye gidebilmek için Konya’dan Karaman istikametinde gider-ken sağ tarafta Güneysınır ilçesi tabelası görünür. Güneysınır ilçesini geçtikten son-ra Gürağaç kasabasını da geçip soldaki küçük tabelayı atlamadan şelale yoluna dönülür. Habiller köyünü geçtikten sonra 7-8 km sonra karşınızda 20 mt yükseklikten aşağı akıp Akdeniz’e doğru koşan koca-man bir şelale gelir. Şelalenin alt kısmına gitmek, hayati tehlike arz etmektedir.

Yer köprü Şelalesi, eşsiz doğal güzelliğiyle istisnasız herkesi büyüleyebilecek muhte-şem bir güzelliğe sahiptir. Özellikle Haziran ayı, bu şelaleyi gezmek için en ideal aydır.

Bu ayda özellikle zakkumların muhteşem renk cümbüşüne birçok ağacın çiçekleri de eklenince, şelale tam bir doğa harikası haline gelmektedir. Yer Köprü şelalesi, oluşum olarak, eski Gök-su yatağı üzerindedir. Göksu nehrin üze-rinde doğal bir köprü bulunmaktadır. Bu köprü şeklindeki yerin etrafı kayalarla çev-rili olmasına rağmen, köprü kısmı oldukça düz ve çok sayıda bitkiyle adeta bir bahçe gibidir. Nehrin 30 metre kadar üstündeki bu köprüde, kayaların dibinden çıkan su-yun, tünelin çıkışına üstten dökülmesiyle şelale oluşmaktadır. Dolayısıyla şelaleyi oluşturan su, nehirden değil, bu köprü üze-rindeki kaynaktan gelmektedir.

13

Page 14: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

“Bir ülkenin geleceği olan nesillerin, sağlıklı ve donanımlı bireyler haline gelmesinde en önemli pay eğiti-mindir” dedik ve hayatını eğitime adamış bir isme konuk olduk bu sayımızda. Milli Eğitim Bakanlığı Müste-şarı Yusuf Tekin, eğitim alanında birçok görevde bulunmuş, genç nesillerin eğitilmesine hayatını adamış bir akademisyen. Siyasetle hep iç içe olan ancak aktif anlamda siyaseten uzak duran Sayın Tekin’le, akademis-yenlikten bürokrasiye geçişini ve ülkemizdeki eğitim alanında dünden bugüne değişen koşulları konuştuk.

Yusuf TEKİNMilli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı

14

Page 15: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Sayın Müsteşarım, basına baktı-ğımızda soğuk bir yapınız oldu-ğu söyleniyor. Oysaki, biz sizi hiç öyle görmedik. Basında neden öyle görünüyor olabilir?

Aslında öyle değilim ama, sanırım ciddiyetle soğukluk biraz karıştırılı-yor. Genelde ciddi bir yapım var, ondan kaynaklanıyordur, belki de aşırı yoğunluk ve sürekli iş ağırlıklı tempodan kaynaklanıyordur. De-mek ki dışarıdan öyle görünüyoruz. Uyarınız için teşekkür ederim.

Biz sizi biyografik olarak tanıyoruz ama sizi bir de sizin ağzınızdan tanıyabilir miyiz?

1970 yılında Erzurum’da doğmu-şum. Babam şimdi işçi emeklisi; ÇAYKUR’da çalışıyordu o zaman-lar. 74-75 yılında, babamın işi se-bebiyle ailecek Rize’ye yerleştik; ilkokula orada Rize İslampaşa İl-kokulunda başladım. O zamanki ortaokul ve lise tek bünyede ve 7 yıl idi. Rize İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırdık ortaokul ve lise için. Dolayısıyla ortaokul ve liseyi ora-da okudum. İmam Hatip Lisesi sonrası Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü kazandım. Tam o yıl-larda babamın da emeklilik süresi doldu ve emekli oldu. Sonrasında tekrar ata ocağı Erzurum’a yerleşti. Dolayısıyla o tarih itibariyle bizim Rize’yle aile bağımız kopmuş oldu. Ama İlkokul arkadaşlarımız, çocuk-luk arkadaşlarımız, gençlik arka-daşlarımız sebebiyle kendimi, kan bağı olarak Erzurumlu; dostluk, ar-

kadaşlık ve hukuki anlamda ise Ri-zeli gibi hissediyorum. Dostlarımız, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, mahalle arkadaşlarımız ve kültürü-müzle bir Rize bağlantımız var.

1989 yılında, siyasalda kamu yönetimi bölümünde öğrenime başladım. Benim girdiğim dö-nemlerde vakıf üniversiteleri yoktu. Türkiye’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümü yüzde 1’le öğrenci alan ve herkesin gitmek is-tediği bir fakülteydi; Elhamdülillah oraya yani namı diğer Mülkiye’ye başladık. Fakat Fakülteye başla-yınca, çok ciddi bir hayalkırıklığı yaşadım. O zamanlar başörtüsü eylemleri var; başörtüsüyle ilgili yasaklar yeni yeni konuluyor. Ve benim gözümde demokrasi ve in-san haklarının savunulduğu bir bö-lümde bile bu yasakların uygulan-ması ile şoke oldum. Ben Rize’de yetişmiş muhafazakâr bir gencim; Türkiye’de başörtüsü ile ilgili bir problemin olabileceğini düşüne-bilecek bir yerde değilim.

Yoktu da aslında Sayın Müsteşarım. O dönemde, öyle bir şey yaratıldı.Aslında yok, ancak üniversiteler-de ciddi bir problemdi o zaman. Siyasal Bilgiler Fakültesinde derse başladık; ilk derse gittik, isimlerini söylemeyeyim hocalar (özellikle 1-2 hoca), başörtüsüyle ilgili öyle katı bir tavır sergiledi ki bu hayal kırıklığı oluştu. Burası Siyasal Bilgiler Fakültesi; Türkiye’nin en iyi fakül-telerinden birisi; en zeki, en ba-şarılı çocuklar buraya gelmişler. Siyasal özgürlükler ve demokrasiyi

Türkiye’de beslemesi gereken bir fakülte, siz orada başörtüsünü ya-saklamaya çalışıyorsunuz. Ayrıca gelen hocalar, ilk derste, “imam hatip okullular parmak kaldırsın” diyerek imam hatip mezunları üzerinden olumsuz bir algı yöne-tiyorlar; bunlar beni çok hayal kırıklığına uğrattı. Kafamda, ne yapayım diye “acabalar” oluştu. O yıl, (ilk defa) bizim Siyasal Bilgiler Fakültesinde seçmeli olarak ya-bancı dil hazırlık sınıfı hayata geçi-rilmişti. Ben, Fakültedeki o psikolojik ortamdan biraz uzaklaşmak için 1 yıl İzmir caddesindeki hazırlık oku-lunda okudum. O bir yıl, tabii bizim Mülkiye’ye, Ankara’ya hazırlığımız anlamında önemli oldu. Ben, ya-bancı dil eğitimi döneminde An-kara’daki sosyal ve siyasal ortamı tanımış oldum; Ankara’yı görmüş oldum. Siyasala başladığımızda, biraz daha alışmış olduk. Siyasala başlarken (Rize’den gelirken) te-mel hedefim, kaymakam olmaktı. “Kaymakam olmak istiyoruz” diye geldik.

Küçüklükten gelen bir özenme miydi?

Ailenin durumu var; etrafınızda o koşullarda, kaymakam ve vali çok önemli insanlar. O, bende bir kızıl elma gibiydi; hazırlıkta ve birde böyle. Sonra ikiye geçtik, başka meslekler zihnimizde canlandı. İkinci sınıftan sonra da, Türkiye’de (Anadolu’da) yeni üniversiteler açılmaya başlanmıştı, onlar tartı-şılıyordu. 93’ten itibaren, yeni üni-versiteler açılmaya başlandı. Aka-

“GENÇ KUŞAĞIN YENİ DÖNEMLERE HAZIRLANMASINDA ELİMDEN GELDİĞİNCE KATKI VERMEYE ÇALIŞTIM”

15

Page 16: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

demik çalışma yapmanın, daha saygın ve benim doğama uygun bir meslek olacağına karar ver-dim. 94 yılında siyasalı bitirdiğimiz-de üniversitelerde asistan olmak ve doktora yapmak için kendime bir hedef çizdim. Mezun olur ol-maz, Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümünde araştır-ma görevlisi olarak başladık.

Siz mi tercih ettiniz Cumhuriyet Üniversitesi’ni?

Hayır. “Cumhuriyet Üniversitesi ol-sun” diye özel bir çabam yoktu ama araştırma görevlisine ihtiyacı olan üniversiteler ilan çıkartıyorlar. Ben de, Cumhuriyet Üniversite-sine başvurdum. Kısmet, birkaç tane üniversite vardı, Cumhuriyet Üniversitesini tercih ettim; başvur-dum ve 1994 yılında bu üniver-sitede araştırma görevlisi olarak işe başladım. Siyasaldayken de, akademik anlamda tercih ettiğim alan siyaset bilimi ve onun içerisin-

de özel olarak “Türk siyasal haya-tı” olmuştu; bu alanda çalışmak istediğimi, siyasaldaki derslerde ve ortamda kararlaştırdım. Sonra siyaset bilimi alanında master ve doktoraya başladım. 19. yüzyıl Türk siyasal hayatını anlamadan, çağdaş Türkiye’yle ilgili (20. yüz-yılla ilgili) analiz yapmanın eksik olacağını düşünüyordum. Yüksek lisansa başlarken de, 19 yüzyıla odaklandım (19. yüzyıl Türk siyasal hayatına). Master derslerine baş-lamadan, yüksek lisans için tez-de ne çalışacağımı aşağı yukarı kararlaştırmıştım; hatta doktorada çalışacağım konuyu da. Türk si-yaset tarihinde uzmanlaşacağımı bildiğim ilçin, doktorada da neyi çalışacağımla ilgili konuyu da be-lirlemiştik. Konunun iki sac ayağı olduğunu düşündük; birisini yüksek lisans tez konusu yaptık; daha kap-samlı olanı ise doktora tez konusu yaptık. Sistematik bir master, dok-tora süreci var. Master tezinin yani yüksek lisanstaki çalışmanın esprisi,

olayı şu: Türkiye’deki demokrasi tar-tışmaları parlamento ve seçimler niye, hangi gerekçelerle tartışılmış, neler tartışılmış. Öyle kolay bir şey değil, bir siyasal geleneği yıkıp yerine yenisini inşa ediyorsunuz; bunun altyapısını o dönemin en-telektüeli mutlaka oluşturmuştur, “nasıl oluşturmuş?” yüksek lisansta bununla çok ilgilendim. 1860’dan itibaren 1876’ya kadar yani meşru-tiyetin ilanına kadarki dönemdeki neredeyse bütün gazeteler, dergi-ler ve yayınlara; demokrasi, seçim ve siyasetle ilgili şeylerin hepsine ulaştım. Hepsini değerlendirip bak-tıktan sonra, bir yüksek lisans tezi ortaya çıktı. Sonra doktora tezin-de de onun devamı niteliğinde Türkiye’yi ikinci meşrutiyete götüren koşullar ve Türkiye’de demokrasinin konsolide edilmesi, demokrasiyle ilgili tartışmanın farklı bir boyuta ta-şınması buna çalıştık. Doktora son-rasında da aynı konuya çalışmaya devam ettim ve Cumhuriyet tarihi üzerinde daha çok Türkiye’deki de-

“19. YÜZYIL TÜRK SİYASAL HAYATINI ANLAMADAN, ÇAĞDAŞ TÜRKİYE’YLE İLGİLİ ANALİZ YAPMANIN EKSİK OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORDUM”

16

Page 17: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

mokrasi tartışmaları, seçimler, siya-si partiler onlara çalıştım. 2002 yı-lında doktora bitti o esnada Türkiye 1997’de başlayan kötü bir dönemi daha yaşamaktaydı; 28 Şubat’ı... Maalesef biz 28 Şubat sürecinde (üniversitedeki akademisyenler olarak) çok sıkıntı çektik. Özellikle benim gibi muhafazakâr kesimle-rin yoğunlaştığı bir kaç üniversite (Kırıkkale Üniversitesi, Cumhuriyet üniversitesi gibi) o dönemin YÖK’ü tarafından dağıtılması kararlaştı-rılan üniversiteler halini aldı. YÖK, bizim üniversitemize özel bir rektör, özel bir dekan göndererek fakül-teyi-üniversiteyi tırnak içerisinde muhafazakârlardan temizlemek için bir politika geliştirdi. O esnada statümüzün değiştirmemizden tu-tun da karşımıza bir sürü engel çı-kartılmasına kadar ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. Bunu anlatma sebebim şu: Doktoramı bitirdikten sonra bu kez “ne yapacaksınız artık bundan sonra” durumuyla karşı-laştık. Statümüz değiştirildi; kadrolu araştırma görevlisiyken 28 Şubatçı-lar bir gecede 2547 sayılı YÖK ka-nununun 50-d maddesi uyarınca bizi burslu öğrenci statüsüne dö-nüştürdüler. Bir gecede oldu, sa-bahleyin kalktık her şey değişmişti. Devlet memuruyken (2547’de 33. Madde kapsamında araştırma görevlisisiniz, devlet memuru öz-lük haklarına sahipsiniz. Doktoranız bitse de araştırma görevlisi doktor olarak devam edeceksiniz. Yani akademik çalışma yaparsanız işiniz gücünüz var) bir gün sabah bir geldik masamızın üzerinde bir yazı, “2547 sayının 50-d madde-sine göre atandınız” diyor. 50-d maddesi sizi burslu öğrenci ya-pıyor. “Atandınız” diyor, talebimiz filan yok. Mahkeme süreçleri filan, hepsini kaybettik. Doktoranız bittiği gün, diplomanızı aldığınızda her şey bitiyor. Yani artık bir işiniz yok, çoluğunuz çocuğunu hep bera-

ber açıkta kalıyorsunuz. Cenabı Allah buna müsaade etmiyor ta-bii. Sonra 3 Kasım seçimleri oldu, 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi; yani o 1000 yıl sürecek 28 Şubat ciddi anlam-da sona ermiş oldu. Doktora bitti, ilişiğimiz kesilecek; diplomamızı geciktiriyoruz mümkün olduğunca geç alalım ki o zamanı kullanalım diye. Bu esnada üniversitelerle gö-rüşüyoruz. Elinizde diplomanız var öğretim görevlisi olmak istiyorsu-nuz, üniversite rektörüne gidiyor-sunuz. O rektörün, aslında senin alanında elemana ihtiyacı var. Bu dönemki gibi değil doktora yap-mış insan sayısı sınırlıydı. Bir sürü üniversite kurulmuş; her üniversite-de web sayfasına bakıyorsunuz, arkadaşlara soruyorsunuz “şu alan-da arkadaşınız var mı?”, “yok çok acil ihtiyacımız var”. Rektöre gidi-yorsun, kılı 40 yararak 40 tane refe-rans bularak rektöre ulaşıyorsunuz. Rektörün size ilk sorusu imam hatip mezunu musunuz? Yani imam ha-tip mezunu olmak yetiyor; üzerine siz siyasal okumuşsunuz, master doktora yapmışsınız onların hiçbir espirisi yok ama liseyi okuduğunuz okul belirleyici oluyor.

Fişleniyosunuz...

Evet aynen öyle. Bir de üstüne “eşi-niz başörtülü mü?” diye soruyorlar; ikisi yan yana geldi mi, rektör direk olumsuz cevap veriyor falan filan. Çok zorda kalmıştık; sıkıntılı bir dö-nemdi. Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesinde yardımcı doçentlik kadrosuna başvurduk. Orada da, aslında ilan bize çıkmadı; başka birisine ilan çıkmış, biz de orada-ki ilana başvurduk. Zaten bir sürü yere başvuruyoruz. Bir tane ilan varsa, hemen başvurumuzu yapı-yoruz. Ne olur ne olmaz; belki bir şey olur. Sonra 2002 seçimleri için erken seçim kararı alındı. Üniver-

site rektörü istifa ederek, bir siyasi partiden milletvekili adayı olmak için başvurdu. Üniversitede bir ida-re boşluğu ortaya çıktı, sizin baş-vurunuz artık bekliyor; yani önceki rektör o ilanı bir isim için çıkarmış ama o istifa edip gidince, yerine gelen rektör (bir de vekaleten rek-tör atandı) bekletme yolunu seçti. Bekletirken ama prosedür yürüyor, yani yayınlarınız hakeme gönderi-liyor, hakem raporları geliyor falan filan... Dolayısıyla Şubat veya Mart ayından Kasıma kadar bekledik. 15-20 gün içinde bitmesi gere-ken süreç Kasıma kadar bekledi. Kasım ayında önce üniversitede rektörlük seçimi yapıldı, vekâleten yürüten rektörün yerine başka bir rektör atandı; ardından 3 Ka-sım seçimleri oldu. Derken hem Türkiye’de hem de doğal olarak üniversitelerde konjonktür en azın-dan yumuşadı. Biz Tokat Gazios-manpaşa Üniversitesinde İktisadi Bilimler Fakültesinde Kamu Yöne-timi Bölümüne yardımcı doçent olarak atanmış olduk.

2003 te mi?

2002

O zaman seçim sonrası hemen atandınız.

Tabii, Kasım ayı sonlarına doğ-ruydu, yardımcı doçent olarak atandık. 2009 yılına kadar Tokat’ta yaşadım, öğretim üyesi olarak. O esnada doçentlik sınavı oldu. 2007 yılında doçentliğe başvur-dum. Ortalama akademisyenler, zaten 4-5 yıl yardımcı doçentlik yapar, sonra üniversiteler ara-sı kurula başvurur doçent olmak için. Burada da sadece bir şey söyleyeyim, ben Boğaziçi Üniversi-tesinde doçentlik sınavına girdim. 2007 yılından bahsediyoruz; liseyi bitirdikten sonra üniversite bitirmiş-

AKTİF ANLAMDA, PROFESYONEL BİR SİYASET YAPMAKTAN HEP UZAK KALDIM”

17

Page 18: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

siniz, master doktora yapmışsınız, doçentlik için hazırlanmışsınız an-cak salona girdiğimizde jüri üyele-ri, ”imam hatip mezunuymuşsun” diye başladılar. 2007’de, hatta bi-raz daha kaba bir dil kullanmışlardı o zaman, “niye saklıyorsun bunu?” gibi itham edici bir şey. 2007’de hala imam hatip mezunu olmak sıkıntılıydı. Sonra doçent olduk. “Si-yasal Hayat ve Kurumlar” doçent başlığımız yani siyaset biliminin al-tına Türk siyasal hayatı. Bu esnada bu konuyla ilgili epeyce çalıştım, makaleler-kitaplar-projeler. 2009-2010 yılında Polis Akademisi Gü-venlik Birimleri Fakültesine doçent olarak başladım. Kısa bir sürede orada çalıştım 1,5 2 yıl kadar. Son-ra 2011 seçimleri oldu. Bakan yar-dımcılığı diye bir kavram ilk defa 2011 seçimlerinde oluştu.

Siyasete atılıyorsunuz orada...

Aslında siyaset değil. Normalde, aktif siyasetten uzak kaldım. Teorik olarak destek vermeyi daha doğ-ru buldum. Öğrencilik yıllarımdan beri siyasetle, siyasi partilerle bu anlamda dışarıdan danışmanlık yapma, fikir verme, ortamlarda tartışmalara katılma gibi ilişkileri-miz oldu. İktidar partisiyle de, yani Ak Parti’yle de kurulduğu zaman-dan beri değişik politikalar oluş-turulmasında, değişik ortamlarda bulundum. Parti içi eğitimlerde, akademisyen olarak çok görev aldım. O anlamda siyasetle belki hep iç içeydim ama aktif anlam-da profesyonel bir siyaset yap-maktan hep uzak kaldım. Sonra 2011’de yeni kurulan Gençlik ve Spor Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevine atandım. Bunun sebebi de şudur: Ben 1989’da üniversite-ye başladığımdan itibaren sürekli gençlik hareketlerinin içerisinde oldum. Sivil toplum hareketlerinin hepsinde, mutlaka karınca kara-

rınca bir katkım olmuştur. Bu katkım dolayısıyla, Türkiye’de ki genç kuşa-ğın yetiştirilmesi, genç kuşağın yeni dönemlere hazırlanmasında hep elimden geldiğince katkı vermeye çalıştım. Bu çalışmalarım nedeniy-le Türkiye’de ki gençlik politikaların-daki eksikliği giderecek bir şekilde dizayn edilmesi amacıyla kurulan bu Bakanlığa katkı vermem isten-di. Yaklaşık 2 yıl da orada çalıştım. Fakat çok verimli olamadığımı his-settim açıkçası. Değişik sebepleri sayılabilir bunun: birincisi bakan yardımcılığı kavramı kurumsal ola-rak Türkiye’de oturmamıştı, yetkisi, sorumlulukları, hukuki düzeni tar-tışılmamış, belli olmamış yeni bir kurumdu. Bu nedenle sisteme çok nüfus edemiyorsunuz, bu önemli bir sebep. Başka sebepler de ilave edilebilir. Ben Gençlik ve Spor Ba-kanlığında 2 yıl çalıştım. Benim için dolu dolu geçti ama bu anlamda verebileceğim katkıyı yeterince veremediğimi hissettim. Ardından 2013 yılı Mayıs ayı itibariye Milli Eği-tim Bakanlığına müsteşar olarak atandım.

Ondan beri de “Milli Eğitimde bakan değişir, müsteşar değiş-mez diye bir” imaj var.

Bu doğru değil. Ben Nabi Bey’le çalışmaya başladım, ikinci baka-nımız. Yani iki bakan değişmiş oldu.Birçok yerde aynı bakan döne-minde müsteşarlar değiştiği için, bunun biraz da haklı bir tarafı var.

Onu bilmiyorum ama ben burada hiçbir zaman bir müsteşar gibi ça-lışmadım. Çalışma arkadaşlarım bilirler.

Onu biraz anlatır mısınız?

Evet, bunu biraz detaylandıralım. Şimdi genel olarak, kamudaki müsteşar profili çok bürokratik ve

elitist bir kavramdır. Fakat Milli Eği-tim Bakanlığı farklı. Diğer bakanlık-larla kıyas kabul etmeyecek fark-lılıkları var. Milli Eğitim Bakanlığı bir kere çok geniş bir bakanlık. İkincisi aslında çalıştığınız insanlarla aynı mesleği yapıyorsunuz. Yani siz-de öğretmen, öğretim üyesisiniz. Ben de sonuçta içlerinden çıkmış bir insanım ve dolayısıyla bir ka-rarnameyle, “pozisyonum değişti, burada bürokratik bir makam elde ettim, ben aramıza mesafe koya-yım, sizden kopayım” davranışına girseydim insani hasletlerimi kay-betmiş olurdum ve başarılı olma imkânım kalmazdı; benim yapıma da uygun değil. Biz burada öyle bir çalışma ortamı oluşturduk ki mesai problemimiz yok. Mesai bizim için bir şey ifade etmiyor. Yani haftada 7 günün 24 saati neredeyse bu-rayla ilgileniyoruz. İkincisi çalışma arkadaşlarımızla aramızda bu an-lamda bürokratik bir şey koymadık. Yani tabiri caizse, aynı işi yapmaya çalışan iki insanın istişare yapması şeklinde bir çalışma mekanizması kurduk. Bu kapsamda öğretmen-lerle görüşüyoruz, okullardaki ida-recilerimizle konuşuyoruz. Buradaki daire başkanlarımız memurlarımız herkesle çok rahat bir istişare or-tamı oluşturduk ve 4 yıldır elham-dülillah bunu yürütüyoruz. 4 yıl boyunca çok badireler atlattık. Çok sıkıntılar yaşadık. 2013 yılında dershane krizi başladığında (bu-raya başlamadan önce 2013 yılı 28 Şubat’ında), Cumhuriyet Üni-versitesinde bir panele katılmış-tım; panelde Türkiye’de ortalama 10-20 yılda bir darbe olduğunu analiz etmiştim. O panelde, kar-şımdaki gençlere şöyle demiştim, “bir büyük olarak, bir hoca olarak sizden isteğim; Türkiye’de yeniden bir darbe gündeme geldiğinde, hangi hükümete, hangi siyasi par-tiye yapılmış olursa olsun, hangi siyasi lidere yapılmış olursa olsun,

“DEMOKRASİ KÜLTÜRÜNE SAHİP ÇIKMAYI YENİ KUŞAKLAR İÇİN EN ÖNEMLİ KAZANIM OLARAK GÖRÜYORUM”

18

Page 19: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

demokrasiye sahip çıkan bir kuşak olarak, hep beraber sokaklara çı-kalım direnelim” dedim.

15 Temmuz’u anlatmışsınız.

Tabii, ben gerçekten de demokrasi kültürüne sahip çıkmayı yeni kuşak-lar için en önemli kazanım olarak görüyorum. Vatana ve demokrasi kültürüne, bu coğrafyayı bir arada tutacak değerlere sahip çıkmak gerekiyor; buna yönelik kimden gelirse gelsin, her türlü saldırıya karşı hep beraber, omuz omuza (kendi içimize döndüğümüzde si-yasi kavgalar, siyasi tartışmalar, fikir ayrılıkları mutlaka olacaktır ama mevzu bahis vatan olduğunda tüm bunlar bir tarafa bırakılmalı) bu saldırılara karşı durabilmeliyiz. Ben öğretim üyesiyken de çocuk-lara hep böyle söylüyordum, “Hep beraber bu ülkenin evlatlarıyız. He-pimizin birinci vazifesi bu ülkenin geleceğine sahip çıkmak. Ondan sonra kendi bireysel kariyerlerimiz, bireysel çıkarlarımız (insanın doğa-sında olan bir şey) gelir.”

2013 yılında bu FETÖ ile ilgili mev-zular yeni tartışılmaya başlanırken, hatta hiç gündemde yokken, ben sosyal medya paylaşımlarımda, gazetelere yazdığım köşe yazıları ve röportajlarımda, konferansla-rımda Türkiye’de demokrasinin bağımsızlığın bangır bangır gelen bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu hep söyledim. Amerikadaki terörist başı, terör örgütünü yönlendiren kişi gibi isimlendirmeleri çok kullan-mıştım. Kullanırken de; bir çok kişi, entelektüel, gazeteci, bürokrat, si-yasetçi benim provakatif konuştu-ğumu ima ediyordu. 2013 yılında beni, provakatif konuşmakla itham ediyor ve bana ciddi ciddi bu an-lamda yükleniyorlardı. Orada öyle bir süreç yaşadık ki, sadece o ya-pıyla mücadele etmiyorsunuz, bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz bu yapıyla kavga veriyorsunuz, diğer taraftan da kamuoyunda da sanki çok masum meşru bir kitleyi karşı-nıza almışsınız, onları yok etmeye çalışıyormuşsunuz gibi bir algıyla. En yakın akademisyen arkadaşla-

rım, ben burada oturuyorum bakı-yorum Samanyolu haberde libe-ral diye bildiğimiz arkadaşlarımız dershane ile ilgili bir yasa düzen-leme sırasında benim aleyhime televizyonlarda konuşuyor, gazete-lerde yazılar yazıyor. Çok yakın ar-kadaşım, aile dostum bunlar; öyle bir tablo vardı. Dolayısıyla böyle bir tabloda mücadele etmek de çok zor. Arkanızda sizi masum gören, doğru yaptığınızı düşünen kimseyi görmüyorsunuz neredeyse. Bu an-lamda Sayın Cumhurbaşkanımıza müteşekkirim, derdimi rahatlıkla kendisine anlatabiliyordum, bu ko-nuda bizi o anlamda hep cesaret-lendirdi, arkamızda durdu. Böyle bir ortamda Milli Eğitim bakanlığın-da mücadele ediyorsunuz ve bu yapının en güçlü olduğu yer Milli Eğitim Bakanlığı; insan kaynakları, para kaynakları buradan devşiril-miş, her anlamda güçlü. Burası üzerinden Türkiye’nin geleceği-ne nüfuz edilmiş. Türkiyenin in-san kaynağı, burası üzerinden çalınmış. Şöyle düşünün ilko-kuldan ortaokuldan itibaren bakanlık eliyle zeki çocukları seçiyor ve kendi kurumlarına devşiriyorlar. Bir anlamda ül-kenin en elit, en başarılı ço-cuklarını kendi kurumlarına yönlendiriyorlar. FETÖ’nün elemanı haline getiriyorlar.

Maalesef ki, iyi çalış-mışlar...

Bu çocuk bizim gele-ceğimiz, tırnak içinde söylüyorum en başarılı çocuklarımızı alıp, kendi insan kaynakları ihtiyacı-na göre fakülte ve bö-lümlere yönlendiriyorlar. Bu ayrı bir ihanet. Bizim en nitelikli, kaymak ta-kımı diyebileceğimiz zeki çocuklarımız oraya devşirilmiş oldular. Böyle bir yapının içerisindesiniz, etrafınızda bu anlamda mayınlar döşenmiş du-rumda. Nereye dokunsa-nız elinizde kalıyor, patlıyor, önünüze biri çıkıyor.

19

Page 20: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

O yüzden Zaman Gazetesinde sizi manşet yapan bir süreç baş-lamıştı.

Tabii tabii, mesela Zaman Gaze-tesi manşetini hatırlayın, “müste-şardan eğitime darbe planı” diye birinci sayfadan sürmanşetten bunu verdiler.

Hedef gösterdi sizi.

Sadece ben yapıyormuşum gibi, “müsteşar yapıyor” profilinde su-nuldu.

Meslek hayatınızın en zor döne-miydi sanıyorum.

Kesinlikle en zor dönemiydi. De-diğim gibi çok çalışmanız gereki-yor. Biz burada ortalama 20 saat çalışıyorduk o süreçte. Milli Eğitim Bakanlığı ile ilgili çok eleştiri var; AK Parti dönemde Milli Eğitim Bakanlı-ğında istenilen şeylerin yapılama-dığına yönelik söylemler var.

Hala da var.

Hala var, o tarihte de vardı. O me-sela üstünüzde bir yük, hükümet size güven duymuş ve bir araştır-ma yapmış. Size diyor ki “şöyle ya-palım”, misyon yüklüyor size onun

ağırlığı var. İkincisi ise bütün bun-ları bir bir planlıyorsunuz, “şu olsun, şunu şöyle yapalım” ama bunları hayata geçirmekte başka bir sıkın-tıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Basit bir uygulamayı hayata geçirecek-siniz, sahaya dağılmış olan bu FE-TÖ’cüler sabote ediyorlar.

Uygulamada onlar var.

Evet uygulamada onlar var. Sabo-te ediyorlar, sizin politikanız ters yüz oluyor.

Böylece fatura yine size çıkıyordu.

Tabii tabii. Sınav organize ediyor-sunuz, sınavla ilgili olarak sabote yapıyorlar. En basitinden, kendi üyelerindeki öğretmenler sınavda gözetmenlik görevi alıyorlar. Bir ay önce ilan ediyoruz, “gözetmen olmak isteyenler bize başvursun”. Başvuruyor öğretmen pat sınav yapacaksınız önceki gün bir bakı-yorsunuz binlerce öğretmen rapor almış. 2013 yılındaki TEOG sınavın-da bunu gördük biz. Buna benzer bir sürü örnek verebilirim size. Bu-rası zaten zor karar verilen ve zor iş yapılan bir bakanlık. Bir de karar verdikten sonra bu tür sıkıntılarla karşı karşıya kalınca iş yapmak ger-çekten zorlaşıyor. Öyle bir bakanlık

burası. Bakanlık olarak 18 milyon öğrenciye bedava dağıttığımız kitabın bize maliyetinin yaklaşık 3 katı kadarı onlarda; (sadece o tarihte baktığımda) FETÖ’ye ait yayınevlerinin sadece bandrollü kitap sayısı (bandrolsüz test kitap, yaprak test hariç) bakanlık olarak bizim ayırdığımız kaynağın 3 katı kadar. FETÖ’nün 38 tane yayınevi, oradan para kazanıyor. Ben, 18 milyona yaklaşık 300 milyon adet ders kitabı dağıtıyorum o tarihte, bana maliyeti var. Onun 3 katı kadar yardımcı kitap sektörü üze-rinden para kazanıyorlar. Böyle bir yapıyla mücadele ediyorsunuz. Bunlar varken de, sistemin içinde adamlar olduğu için attığınız her adımı sabote edecek, geciktire-cek bir şey yapıyorlar. Adam me-sela basitçe bir şey yapsa bile işiniz aksıyor. Bürokratik olarak yapması gereken şeyi geciktirse, bahane üretse işte 5. Kattan 6. Kata resmi yazı yazıyor. Resmi yazı 1 ay son-ra gidiyor; “efendim ben o yazı-yı yazdım”. Aleni bir sabotaj bu. Niye? Sizin ders kitabınız yetişmesin ki Fetö’nün kitapları gitsin. Böyle bir yapı söz konusu, tüm bürok-ratik mekanizmalar sizi bir şekilde başarısızlığa sürüklüyor. İşin kendi zorluğu bir tarafa bir de bundan kaynaklanan başka zorluklar da

Şehit Ömer Halis Demir Anadolu Lisesi

20

Page 21: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

var, gerçekten de benim bütün hayatım, bütün aile hayatım özel hayatım her şeyim burası oldu.

Bu dönemde çok zor bir işin ba-şına geldiniz. Bu taraftan bakılıp öz eleştiri yapılırsa, şans mı şans-sızlık mı oldu?

“Şans mı, şanssızlık mı?” sorusu bana sorarsanız, burada bu kadar çok çalışma yapılması gerekmesi yapılacak çok büyük işler yapıla-cak olması bir şanstı. Ama keşke, gönül arzu ederdi ki bu hiç bunlar yaşanmamış olsun, işler bu nokta-ya varmadan çabucak hallolsun çabucak hallolsun ve biz de baş-ka şeylerle uğraşalım diye.

Onlarla uğraşmaktansa eğitim-deki yeniliklerle ilgilenilirdi. Bu zorluklara rağmen, göreve gel-diğinizden beri pek çok reform yapıldı; ciddi ilerlemeler oldu. Bundan sonrası için soracak olur-sak, özellikle Türkiye’de ki eğitimi daha ileriye taşımak için planla-rınız nelerdir?

Bir kere şunu söyleyeyim: bakanlık-ta şu anda tabiri caizse bir tabula rasa yapmış olduk. Bize burada engel üreten, bütün bu vesayet-çi mantıktan başladığımız ilk 2 yıl içerisinde kurtulmaya çaba sarf ettik. Bundan sonraki süreçte çok

daha özgür ve çok daha rahat bir şekilde burada bir politika be-lirleyip hayata geçirme imkânımız olacak. Nitekim öyle de yapıyoruz. Bu süreçte atılan adımlar, bundan sonrası için ümit verici şeyler, inşal-lah bu adımlar ilerleyen dönemde bakanlıkla ilgili gerçekten çağdaş ülkelerdeki eğitim düzeyine ulaştı-racak sonuçlar doğuracak. Ben, bu yeni dönemde çok hızlı karar veren ve çok sağlıklı karar veren bir Milli Eğitim Bakanlığının ortaya çık-tığına inanıyorum. Bundan sonraki süreçte de bunu bir avantaj olarak kullanacağız.

Yine bundan sonraki sürece de-ğinecek olursak? Özellikle de müfredat uygun mu?

Genel olarak baktığımızda fizik-sel altyapı anlamında, Milli Eği-tim Bakanlığı Cumhuriyet dönemi açısından bir devrim gerçekleştir-di; herkes için hayal olarak kabul edilen, hayal olarak görülen şeyleri hayata geçirdi. Çok fazla eskiye gitmeye gerek yok, 1990’lı yıllarda, ortalama bir Anadolu ilinde derslik başına düşen öğrenci sayısı 50’le-rin üzerindeyken (bizim kuşakta 60 kişilik) şuanda AK Parti döneminde neredeyse Cumhuriyet dönemin-de inşa edilen derslik sayısından daha fazla derslik inşa edilerek çok ciddi bir devrim yapıldı. Şu anda

bizim ortalamamız kademeler arası farklılık gösterse de 30’un al-tındadır.

Halkın da bu manada ciddi bir desteği var herhalde.

Tabii tabii. Hayırseverlerin çok cid-di desteği var ama bu yatırımların büyük bir çoğunluğu kamu tara-fından yapılıyor. Bizim yatırımları-mız içinde hayırsever desteğiyle yapılan yatırımların oranı düşük. Çok ciddi destek oluyorlar ama sayı çok büyük olduğu için 300 bin-500 bin derslikten bahsetti-ğimiz için hayırseverin yaptığı kı-sım bizimkinin yanında çok küçük kalıyor. Ama çok ciddi bir destek var, onun altını çizmek lazım. Bu vesileyle derslik yapımında bize destek olan bütün hayırseverle-rimize teşekkür ediyorum. Sağ olsun kimin 3 kuruş 5 kuruş parası varsa, bir okul yapmak istiyor bu da bizim için ciddi avantaj ama ihtiyacımız çok fazla olduğu için kamu yatırımları devasa bir boyut gösteriyor. Şu anda, Türkiye’de ka-demeler arası farklılık var; mesela ortalama olarak 18 kişilik 16 kişilik okullar da var, 28-30 kişilik okul-larda var. Ama her kademede 30’un altında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu, çok önemli bir devrim. Bu, beraberinde şunu da desteklemiş; yine Cumhuriyet dö-

MEB Müsteşarı Yusuf TEKİN’İN ‘ENSAR VAKFI’ Ziyareti

“Türkiye’de kademeler arası farklılık var”

Page 22: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

neminde toplam atanan öğret-men sayısından daha fazla öğret-men atanmış. Yani bir öğretmene düşen öğrenci sayısı da 100’de 50 oranda azalmış, bir öğretmene 40-45 düşerken kademeli olarak 20’li rakamlara düşmüş. Bu da, eğitimi gerçekten niteliğini değişti-ren bir olay. Tabiri caizse, şimdiye kadar MEB bu adımlarıyla unu, yağı, şekeri hepsini bir araya getir-miş alt yapısını hazırlamış. Bundan sonra bize düşen helva yapmak, toplumun beklentilerine uygun po-litikalar üretip onları hayata geçir-meliyiz, yapmalıyız bundan sonra. Bu anlamda da benim en çok önemsediğim şey müfredat reviz-yonumuzdu.

O tamamlandı mı müsteşarım?

Müfredat revizyonunu bitirdik. Bu, şu açıdan çok önemli: Öğretme-nimiz var yeterince, okulumuz var, dersliğimiz var tamam ama niye çocuklarımızın eğitiminden şika-yetçiyiz? Baktığınızda, eğitimin içe-riği hepimizi rahatsız edici bir bo-yutta. Şöyle rahatsız ediyor. Bir kere, bilgiye erişiminin zor olduğu bir dönemde yazılmış bir programla karşı karşıyayız. Bundan 20 yıl önce çocuklara bütün bilgileri müfredat ve ders kitapları üzerinden vermeyi düşünmüşüz.

Mecburen…

Mecburen öyle düşünmüşüz, fa-kat şimdi çocuğunuz ders kitabı-nızdaki bilgiden daha doğru ve hızlısına çok daha kısa bir süre içerisinde ulaşabiliyor. Dolayısıyla bundan 20 yıl önce planlandığı kadar yoğun bilgi vermemiz doğ-ru değil değil. Çağ, çok hızlı geli-şiyor. 2 sene önce verdiğiniz bilgi bile yanlışlanabiliyor, çocuk cep telefonundan bir şeye ulaşıyor ba-kıyor “ders kitabınız yanlış” diyor. Dolayısıyla, bunun revize edilme-si gerekiyordu. Bu anlamda bilgi vermeden ziyade, ulaştığı bilgileri analiz edebileceği bir müfredat tasarlamamız gerekiyordu. Çok fazla bilgi vermek yerine elde eti-ği bilgileri nasıl kullanacak, günlük hayatına nasıl yansıtabilecek onu analiz etmesi gerekiyordu. Bir de Türkiye 15 Temmuz’u yaşadı; biraz önce anlattığım vatana, bağım-sızlığa, demokrasiye sahip çıkma bilincini (mutlaka) çocuklara eği-tim seviyesi içinde vermek gereki-yordu. Dolayısıyla biz 2013 yılında başladıktan itibaren müfredatla ilgili belirli araştırmalar yaptık; ente-lektüeller ve akademisyenlerle tar-tıştık, “bu müfredat yeterli midir, ek-sikleri var mıdır, yanlışları var mıdır?” bunları tartıştık. Sonra öğrencilere, öğretmenlere, velilere, idarecilere sorduk, anketler yaptık; ortaya 4 -5 tane başlık çıktı. Bu başlıklarda müfredatımız eleştiriliyor herkes ta-rafından ve bunlar uzlaşılmış şeyler yani her sorduğunuz kişi bunu söy-lüyor; demek ki burada bir prob-

lem var. Herkes görüyor, veli olarak da görüyorsunuz. Ders kitabına bakıyorsunuz orada görüyorsunuz falan. Biz o araştırmaların bizi yön-lendirdiği doğrultuda müfredatı-mızı revize ettik. Bu konuda çok haksızlık yapılıyor bakanlarımıza, bakanlığa. Bir kere şunu söylüyorlar, “pat diye müfredat mı değişir?’’. Hayır, “pat diye” müfredat falan değişmedi. Son müfredat güncel-lemesi 2005’ te yapılmış üzerinden 12 yıl geçmiş, gayet doğal. Dünya ortalaması 7 yıl. 6-7 yılda bir dün-yada müfredat revize ediliyor. Biz de dolayısıyla müfredatımızı revize etmemiz gerekiyordu. Biraz geç kalarak da olsa revize etmiş olduk. İkincisi şöyle bir şey de yapmadık; yani müsteşar, bakan, akşam yattı, sabah ‘’ya şu müfredatı bir değişti-rin’’ böyle bir şey de yok. O kısmına bakmadıkları için. Bakın 2013 ten beri, aşağı yukarı 2 yıl boyunca biz bununla ilgili araştırmalar ve ana-lizler yaptık. Sahada akademisyen-lerden gelen eleştirileri toparladık. Ondan sonra da müfredatımızı bu eleştirileri ortadan kaldıracak şe-kilde güncellemeyi, revize etmeyi gündemimize aldık ve yaklaşık iki yıl da bu sürdü.

Sınav sistemleri çok değişti; aca-ba ondan dolayı müfredat deği-şikliği gibi algılanıyor olabilir mi?

Böyle eleştirmek isteyenler, görmek istediklerini görüyorlar; diğerlerini görmüyorlar. Mesela bu eleştiren-

22

Page 23: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

lere “eğitim sistemi çok değişiyor, müfredat çok değişiyor diyenlere” soruyorsunuz. Mesela “10 sene ön-ceki bilgiyi çocuğa vermek doğru mudur?”, “Tabii ki, mutlaka değiş-mesi lazım”, O zaman değiştirdik niye eleştiriyorsunuz? İyi tamam di-yor, mesela anlatıyorsunuz, “bakın 10 sene önce ders kitabında şöyle bir şey vardı; şimdi bu sene kita-bımızda bu olsa eleştirir misiniz?’’ diye; ‘’tabii ki eleştiririm.’’ diyor. O zaman, değiştirdik şimdi niye eleş-tiriyorsunuz? Herkes bakmak istedi-ği yerden bakıyor ve kafasına göre yorum yapıyor. Ben şuna inanıyo-rum bakın size bir şey daha söy-leyeyim, PISA ve TIMMS skorlarımız çok eleştiriliyor. Bu tür uluslararası sınavların temel parametresi, ço-cuklar okulda edindikleri bilgileri güncel hayatta kullanabiliyorlar mı kullanamıyorlar mı? Bunu öl-çüyorlar. Ama bizim eğitim müf-redatımız içerisinde böyle bir şey hiç yok. Biz bunu neredeyse hiç dikkate almamışız, mantık olarak bir yere koymamışız. Biz şimdi yeni müfredatta bunu da yapıyoruz. Doğal olarak aşağıdasınız; her şeyi bilgi olarak yüklüyorsunuz. Çocuk mesela türev konuşacak, türevin diğer hayattaki karşılığını öğretme-nimiz söylememiş; programımızda yoktu. Olmadığı için çocuk orada

öyle bir soru çıktığı zaman, bunun türev anlamına geldiğini bilmiyor. Başka derslerde de aynı şeyler gö-rülüyor.

Böylece çocuklar da isyan edi-yor. Neden bunu öğreniyorum, ne işime yarıyor hayatta diyorlar, bilmiyorlar.

Aynen. Dolayısıyla yeni müfredat-tan önemli beklentilerimizden birisi de budur; güncel hayatta çocuk-larımız artık uygulayabilecek. Bu yıl 1, 5 ve 9. Sınıflarda başlayacak. Her kademenin ilk yılı, ilkokul, orta okul ve lisenin ilk yılında müfredatı-mıza başlıyoruz. Bunun sebebi de, çocuklar bu sene okudular bazı konuların yeri değişti, bazı konular üst sınıftan alt sınıfa alındı. Bir eksik-lik, bir aksaklık olmasın diye kade-meli bir geçiş planladık. Bu yıl in-şallah hayata geçiyor. 4 yıl sonra, yeni müfredata göre çocuklarımız yetişmiş olacak (her kademede). Ben şunu iddia ediyorum, mese-la 4 yıl sonra ilk uluslararası sınav olmayabilir (PISA, TIMMS) ama bir sonrakinde Türkiye’nin skoru ve de-recesi ciddi bir ivme kazanacak. Çok farklı bir sonuç ortaya çıkacak. Buna inanıyorum.

Eğitim programlarındaki revizyon-

la ilgili son olarak bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Bakın biz aynı zamanda çocuklarımızı bu vatana, bu vatanın değerlerine, bağımsızlığımıza, demokrasimize, geleneklerimize, kültürümüze kısa-cası bizi bir arada tutan unsurlara sahip çıkacak yetkinlikte yetiştir-mekle mükellefiz. Bu anlamda re-vizyonun en önemli unsurlarından birisi de değerler eğitiminin bütün derslerin içinde ilgili yerlerde sunul-masıdır. Bence bu da çok önemli bir husus.

Eğitimde müfredat kadar öğ-retmenlerimiz de önemli, bütün öğrencilerimizi eğitenler onlar. Öğretmenlerimizin de daha ge-lişmiş olmaları daha donanımlı hale gelmeleri için çalışmalarınız var mı?

Evet. Şimdi şöyle bir şey var, öz eleştiri olarak da kabul edebilirsiniz. YÖK ile Milli Eğitim Bakanlığı ara-sındaki ilişki çok önemli. Şimdiye kadar hatta son birkaç yıla kadar YÖK’le Milli Eğitim Bakanlığı ara-sında sağlıklı bir ilişki kurulmamış. Bunu niye söylüyorum, şunun için; müfredatı değiştiriyorsunuz siz, me-sela bir bitişik el yazısı uygulaması getiriyorsunuz, bundan sonra size gelen bütün sınıf öğretmenlerinin

“BENİM EN ÇOK ÖNEMSEDİĞİM ŞEY MÜFREDAT REVİZYONUMUZDU”

23

Page 24: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

el yazısıyla öğrenci yetiştirmek ko-nusunda üniversite de ders almış olmasını bekliyorsunuz değil mi? Makul olan bu. YÖK’le Bakanlık ara-sındaki ilişki iyi olsa YÖK hemen bu-radan durumdan vazife çıkartır ve “bundan sonra sınıf öğretmenliği bölümüne ben bitişik el yazısı öğ-retmeyle ilgili ders koyuyorum” der. Aradaki kopukluktan dolayı bu ha-yata geçirilmemiş. Biz hala yeni sınıf öğretmenlerine el yazısı öğretmek konusunda yetersiziz. Önce öğ-retmenimize el yazısı öğretiyoruz. Aynı şey Fatih Projesinde görüldü. Biz okullara etkileşimli tahta koyduk. Bekledik ki üniversitelerin müfreda-tında etkileşimli tahtadan yararla-nacakları bir ders olsun. Ancak biz hala yeni aldığımız öğretmenleri bir de etkileşimli tahta için eğitiyoruz. Dolayısıyla bunun sizin sorunuzla bağlantısı şu. Biz bu konuda YÖK’le son yıllarda çok sağlıklı bir iletişim kurduk, bu vesileyle yeni YÖK’e ve Yekta Saraç hocaya bir kez daha teşekkür etmek isterim. Öğretmen-liğe kaynak teşkil eden fakültelerin müfredatı bizim için önemli ve artık biz entegre bir biçimde çalışıyoruz. Burada yaptığımız müfredat deği-şikliklerini YÖK’ün ilgili kurumlarında tartışıyoruz onlara söylüyoruz, YÖK oradan gerekli tedbirleri alıyor. Do-layısıyla öğretmen niteliği ile ilgili olarak birinci başladığımız nokta YÖK’le yürüttüğümüz bu sağlıklı ça-lışma. Daha nitelikli, daha bizim ihtiyaçlarımıza karşılık veren, cevap veren, bizim arzu ettiğimiz şekilde eğitim hizmeti sunabilecek bir öğ-retmen kitlesi aşağıdan geliyor ola-cak. Sonra kendi öğretmenlerimiz-le ilgili olarak da, öğretmen strateji belgemizi hazırladık, öğretmen ye-terliklerini revize ettik, ayrıca öğret-

men performanslarıyla ilgili olarak veli, öğrenci, öğretmen ve idareci-lerin içinde yer aldığı bir mekaniz-ma geliştirdik, hayata geçirdik bu yıl itibariyle. Orada da şunu yapıyo-ruz; öğretmenlerimizi eksikliklerine göre, ihtiyaçlarına göre hizmet içi eğitime alıyoruz sürekli. Performans ölçüm süreci ile öğretmenlerimizin talepleri ve ihtiyaçları doğrultusun-da bir hizmet içi eğitim planlaması yapıyoruz. 4 yılda bir öğretmenleri-mizin eksiklerinin tespit edilip hizmet içi eğitimle giderildikleri bir sınav sü-reci getirdik. 4 yılda bir, öğretmen-lerimiz bir sınava girecek alanıyla ilgili, ilişkileriyle ilgili, öğrencileriyle ilişkileri, öğretmenlik mesleği ile il-gili ve diyeceğiz ki öğretmenimize sizin sadece şu alanda eksikleriniz var, şu alan için sizi hizmet içi eği-time alacağız. Öğretmen niteliğini geliştirmesi için gerçekten ayakları yere sağlam basan yöntemler ge-liştiriyoruz.

Öğretmen atamalarına değine-cek olursak... Öğretmenlerimize, bu konuda dergimiz aracılığıyla da bir müjdeniz olabilir mi? Ata-ma bekleyen öğretmenlerimiz var, eksiklerimiz de var galiba.

Şöyle, bakanlığımızın ihtiyaçları-nı her yıl bütçe sürecinde, Maliye Bakanlığı’na ve ilgili bakanlıklara ulaştırıyoruz. Ülke bütçesinin, eko-nomisinin genel durumu itibariyle kamuya alınacak istem edilecek bir personel her daim aşağı yukarı yarısı Milli Eğitim Bakanlığına verili-yor. Yani yılda 60 bin kişi alınacaksa bunun 20-30 bini her yıl Milli Eği-tim Bakanlığına veriliyor. Bu rakam hükümetimizin ciddi bir fedakarlık yaptığını gösteriyor. Bundan sonra

da biz ihtiyaçlarımızı söylüyoruz. Hükumetimizin bize ayırdığı kadro kadar atama yapıyoruz. Yine ihti-yaçlarımız var. İhtiyaçlarımızdan ne kadarının önümüzdeki yıllarda karşılanacağı kuşkusuz, ekonomik yapıyla yakından ilintili. 2017 yılı içinde süreçlerini tamamladığımız 20.000 arkadaşımız Ağustos ayın-da MEB ailesine katılmış olacak inşallah.

Eğitimde teknolojik olarak eksik-lerimiz var mı?

Bakanlık bünyesinde teknolojik alt yapı eksikliğinin giderilmesi husu-sunda dünyaya gerçekten örnek olacak nitelikte bir projeyi, yani FATİH projesini yürütüyoruz. Dünya-nın neresine gidersek gidelim bu büyüklükte, devasa bir proje hiç-bir yerde yok. Her ülkede teknoloji eğitim de kullanılıyor ama seçmeli veya seçilmiş okullarda bu kadar yoğun bir teknoloji kullanılıyor. Biz, hiç ayrım gütmeden bütün kurum-larımızda (yaklaşık 70 bin kurumu-muzun tamamında) teknolojik alt yapı oluşturuyoruz. Bu büyüklükte, bu kadar istisnasız bir teknoloji kul-lanılan eğitim başka bir ülke de yok. Bu yıl itibariyle de, Fatih Pro-jesinde bütün ihale süreçleri de tamamlanmış olacak ve inşallah Ağustos ayı ortalarında ihale süre-ci bitecek. Yıl sonu itibariyle etkile-şimli tahta kurulumları başlayacak, 2018 yılı başında da tablet bilgi-sayar dağıtımı başlayacak. Top-lamda 10 milyon 600 bin tabletin okullardaki öğrencilere dağıtılması planlanıyor. Bu projenin en özgün yanlarından birisi yerli üretimi teşvik amacı gütmesi. Dolayısıyla bu an-lamda projeksiyonumuz Türkiye’de

“KENDİ ÇOCUKLARIMIZDAN BAŞLAYARAK, EĞİTİM SEFERBERLİĞİNE KATKI SAĞLAMAMIZ GEREKİYOR”

24

Page 25: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

gerekli teknolojik alt yapıyı oluştur-mak, ardından ihale kapsamında-ki satın almaları gerçekleştirmek. Bu anlamda proje kapsamında bu amacın gerçekleşmesini çok önemsedik. Tedrici bir biçimde yerli üretim temin edilmiş olacak inşallah.

Eğitim öncelikle ailede başlar. Siz hem babasınız hem de eğitmen-siniz. Çocuklarınızın eğitiminde özellikle dikkat ettiğiniz şeyler nelerdir? Son olarak velilere ço-cuklarının eğitimleri ile ilgili öne-receğiniz, dikkat etmelerini söy-leyeceğiniz şeyler nelerdir?

Öğretmenler de sonuçta insan. Velilerden istirhamım şu, veli ola-

rak kendilerinin yapamadığı bütün misyonları bir öğretmene yükle-mesinler. Öğretmenimizden şunu bekliyor veliler; hem iyi bir anne olsun, hem iyi bir baba olsun, hem çocuğumun ablası-abisi olsun, hem değerlerimizi versin (dini, milli, manevi), hem de iyi bir öğretmen olsun. Şimdi bu kadar farklı rolleri bir kişiden beklemek olmaz. Öğret-menlerimiz bunları yapabilecekleri kadar yapıyorlar ama velilerimiz de çocukların ailede alması ge-reken eğitim, tabiri caize ailede alması gereken terbiyeyi vererek okula gönderirlerse, bu anlamda çocuklarının eğitimine katkı sağ-larlarsa biz de çok mutlu oluruz. Maalesef çok eleştirmeyi seven ama özeleştiri yapıp üstüne düşen

sorumlulukları yerine getirmeyi sev-meyen bir toplumuz. Hepimiz eleş-tiriyoruz, öğretmenleri eleştiriyoruz ama veli toplantılarımıza katılım oranları maalesef hiçbir okulda yüzde 50 oranında olmuyor; öğ-retmenler zorla telefonla ve başka yollarla davet ediyorlar. Şimdi veli toplantısına bile gitmeyen velimiz, öğretmenimizi eleştiriyor. Eğitim sadece öğretmenin, okulun ya da Milli Eğitim Bakanlığının yapacağı bir şey değil. Çocuklarımızın zeki, donanımlı, eğitimli bireyler olarak yetişmesini istiyorsak hep beraber kendi çocuklarımızdan başlayarak eğitim seferberliğine katkı sağla-mamız gerekiyor.

Muhabirimiz Aslı ÖZAYDIN MEB Müsteşarı Yusuf TEKİN İRM Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet İRMEŞE

25

Page 26: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

(Altı yıl önce GÜNEBAKIŞ gazete-sinde yazılan bu fikirleri güncelliği bakımından aynen okuyucunun dikkatine sunarım.)

Otuz yıl önce lokal olarak başlayan bu isyanda, yıllar geçtikce acılar yığılarak çoğalmaktadır. Otuzbeş-bin Kürt, altıbin güvenlik görevlisi katledildi, şehit edildi. Bir Trilyon Dolar maddi kayıp verildi. Bunlara rağmen alınmış iyi bir netice yok. Terörist sayısı azalmadan, terör can almaya devam etmektedir. Kürt gençlerinin dağa çıkmasına mani olunamıyor. İnsan kaynağı kurutulmadan terör önlenemez. Silah kaynaklarını kurutsanız, para kaynaklarını kesseniz veya destekci devletlere mani olsanız bile, insan kaynağını kurutamazsanız, mo-lotof kokteyli veya yerdeki taşlar silah olarak kullanılarak terör de-vam eder. Silahı kullanacak insan yoksa, dışarıdan gelecek siyasi ve maddi desteğin bir önemi kalmaz. Bunu iyi bilen Öcalan Suriye’de iken destekcisi Kürt’lere yaptığı çağrıda, kabaca, ‘ya silaha sarıl ya karıya sarıl’ talimatını vermiştir. Terörün en yoğun olarak yaşandığı Güney Doğuda, bilhassa HAKKARİ ve ŞIRNAK illerinde en küçük aile, on ile onbeş kişidir. Öcalan çok iyi bilmektedirki, bu ailelerin bir çocu-

ğu öldürülürse geri kalan en az on kişiyi sempatizanı yapacaktır. Bu sempati gurubu amca, dayı, hala gibi yakın ailelerle genişleyerek, yurdun bütününe yayılacaktır. Bu yüzden dağdaki sayı azalmamak-tadır. Şehirde taş atan çocuklar ve yurdun diğer yörelerinde molotof fırlatan, araba yakanlar çoğal-maktadır.

Öldürülen her teröristin sosyal si-nerjisi, PKK desteğini aile bazında katlamaktadır.

Testiyi kırmadan boşaltmak için, ya musluğun altından çekeceksiniz ya da musluğu kapatacaksınız. Türkiye şu ana kadar ikisini de ya-pamadı. Bu bölgede yüz beledi-yeyi PKK destekçileri kazandı. Böl-gede ve parlamentoda guruplu partisi ile, bütün Dünya’ya PKK’nın sesini duyurttu. Son seçimlerde, Batı illerinden de yüksek oranda rey alarak vekiller çıkardılar. KÜRT halkının teveccühü, sempatisi, seçilenlere yani belediye başkan-larına veya milletvekillerine değil, korktuğu PKK’yadır. Bunun için seçi-lenler, bu örgüt ile kendi aralarına bir mesafe koyamazlar. Örgütün maaşlı memurları olarak hareket etmedikleri takdirde tabanlarını, belki de hayatlarını kaybedecek-

lerini biliyorlar. PKK bilinçli olarak, kendi cenderesinden çıkamaya-cak insanları seçtirdi. Bu yüzden, TERÖRÜN BİTİRİLMESİ İÇİN BU VE-KİLLERLE MÜZAKEREDE, BİR UMUT YOKTUR. Çünkü bunlar ŞÖFOR de-ğil, DİREKSİYONDURLAR.

Osmanlı bu bölge insanını yerinde taltif ederek, daima orada tutmuştur. 1926’da Şeyh Sait ve 1937’deki Der-sim olaylarından sonra böl-ge halkının, batıya mecbu-ri göç ettirilmesi hata idi. Memleketlerine dönme-leri de yasaklanmış-tır. DEMOKRAT PARTİ iktidarı ile Rahmetli Menderes, b u n l a r a Doğu ’ya dönme h a k k ı t a n ı -mışt ı r. B ö l g e halkı bir b ü t ü n olarak

TERÖR

NASILBİTER

İsmet HACISALİHOĞLU

26

Page 27: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Menderes’i desteklemiştir. 1960 sonrası darbecilerin, yörenin DP’lilerine ve Saygın insanlarına, toplama kamplardaki eziyetle-ri, bugün bile unutulmadı. SAİDİ NURSİ’nin cesedi, darbeciler tara-fından KÜRT ve İSLAM olduğu için, mezarından çıkarılıp bilinmeyen bir yere taşındı. Kürtce konuşmak, yazmak yasaklandı. Okullarda din kardeşliği yerine, bir ırka men-subiyet dayatılarak, Türkleştirme yoluna gidildi. Bu da KÜRT halkını, kültürünü yaşatmak için bilhassa kız çocuklarını okutmamaya sevk etti. Çünkü bir millet kültürünü an-cak dilini yaşatarak koruyabilir. Dili, yani lisanı da ancak analar öğretir. ANA LİSAN, ismi üzerinde annelerin öğrettiği dildir.

Ancak bu yörenin insanı dindar-dır. Normal okula vermediği kızını dini eğitim veren okula seve seve vermek için yüzlerce İmam Hatip Orta ve Lis açılmasını istedi. 1960 Darbecileri bu istekleri daima red-dettiler. Bu istek yerine getirilip, YATILI KIZ ve ERKEK OKULLARINDA tahsil verilseydi, bu bölgemizde yarının anaları, babaları olacak çocuklarımız, kültürünün yanında Türk- çeyi ve din kardeşliğini de

öğrenirdi. Akil adam-ların, bu okulla-rın bir an evvel

açılması

husu-sundaki ö n e r i l e r i , iktidarı ele geçir-

miş eli silahlılarca, İRTİCA gelir diye red-

dedilmiştir. Yetersiz sayıdaki İMAM HA-TİPLERDE DE, kız-erkek karma hale getirilerek, İSLAMİ vasıfları bozul-muştur. 28 ŞUBAT darbesiyle orta

kısımları da ka-patılmıştır. Bölgede

onbeş yaşına gelmiş

kız çocuğu çoktan evlenip çoluk çocuğa karışmıştır. Erkek çocukta, lise yerine, dağa çıkmayı tercih et-mektedir. 28 Şubat’ta DİN, KAMU DÜŞMANI ilan edilmiştir. Dine düş-man bir zihniyetin, ülkeyi getirdiği nokta bugünkü durumdur.

Şimdi DİNSİZ bir örgüt olan PKK ve temsilcileri dinsizleştirdiği gençler-le, açıkça ayrı bir devlet kurmak istemektedir. Seçilmiş yöre millet-vekillerinin yol, su, havaalanı, ba-raj veya fabrika gibi bir talepleri olmamıştır. İstedikleri tek şey ayrıl-maya gidecek bir ÖZERKLİK. Bun-larla AÇILIM ismi altında yenilikleri konuşmak, Devlet’in zaaf ve tavizi olarak algılandığından, terör şid-detlenmiştir. Dış Politikada yapılan yanlışlar da, terörün dış desteğini arttırmıştır.

Geldiğimiz noktada terörün bi-tirilmesi için, yukarıda özetlenen geçmişin hatalarından ders alarak hareket etmeliyiz. En kesin çözüm, dağa çıkarak örgüte katılan genç-leri kazanmaktır. Bunun içinde aci-len, İlk öğretim ve Lise dahil, YATILI İMAM HATİP KIZ ve ERKEK OKUL-LARINI açmalıyız. Bu okulların ismi mühim değil, yeterki İSLAM ahlak, ahkam ve KİTABI’nı okutmayı, tam olarak öğretmeyi öncelikle ele alan okullar olsun. Geçmişte bu okulları halk yaptı. Şimdide milleti-miz bunlardan yüzlercesini açmak için kuyruğa girecektir. Devletin

yer tahsisi haricinde, mali bir katkısına da ihtiyaç duyul-

mayacaktır. Yeter ki bu okulların açıl-

masını yasak-layan bugün-kü mevzuat,

s i y a - set tarafından değiştirilebilsin. YEDİ YAŞINDA okul-lara alınacak çocuklar, İSLAMİ ve MÜSBET ilimlerle, ondokuz yaşında mezun olacaktır. Arapça-Türkçe eğitimin yanında, seçmeli olarak ırkının lisanını da öğrenebilmelidir. Böyle bir eğitim ve öğretimden geçmiş gençlerimizi kimse anar-şiye bulaştıramaz. Çünkü geçmiş-te, bu gençlerimizi hiçbir anarşik olaya bulaştıramadılar. Böylece on sene zarfında terörün insan

kaynağı kurumuş olacaktır. Ço-cuklara bu eğitim verilirken elbet-teki mevcut teröristle mücadele devam ettirilmelidir. Ancak, İSLAM ahlak ve kardeşliğini geliştiremez-sek, PKK’nın dini ZERDÜŞTLÜK’e dö-nüş başlayacaktır. Buda, binlerce gençin dağa çıkmasına sebep olur. 1964 yılından bu tarafa 47 yıllık olan bu önerilerimiz, İSLAMCI-LIK değil AKILCILIKTIR. Bu okulların açılmasına baştan PKK ve İRTİCA Paranoyakları şid-detle karşı çıkacaktır. Laiklik ve ATA-TÜRK’cülük bahane edilerek büyük gürültü koparacaklardır. Halbuki ATATÜRK yaşasaydı, bunların an-layışına göre, bugün en büyük İR-TİCACI olarak yaftalanırdı. Yatılı ve gündüz kız orta ve liselerini, ayrıca erkek liselerini açan ATATÜRK’tür. Mevzuumuz haricinde ama, ATA-TÜRK, hanımlar ve çocuklar için kadınlar plajlarını açtıran adamdır. Kız okullarını ve kadın plajlarını ka-patanlar, 1960 darbesinde devleti ele geçiren bu paranoyak zihniyet ve takipçileridir.

On yıl devlet-millet hayatında kısa bir zamandır. Açılımla, radyo te-levizyonda Kürtce yayınla, terör bitmedi, bitmeyecektir. Veya Kürt tersten okununca TRÜK, Türk tersten okununca KRÜT olduğu için biz ay-nıyız gibi MARTAVALLARLA, kardeşlik olmaz. Aşı yapmazsanız, elmadan armut alamazsınız. Kardeşliğin aşı-sıda DİN’dir. Türk, Laz, Kürt, Boşnak, Arap, Çerkez, hepimizi kardeş ya-pan aşı, İSLAM DİNİ’dir.

Diğer çareler olarak, Huduttan içeri doğru Otuz kilometredeki yer-leşimleri iç kesimlere nakil, terörist olarak dağa çıkanların ailelerini ayrı bir yerde toplama veya yurt dışına gönderme, Irak Türkmen’le-riyle mubadele gibi önerilerim var-dır. İnanıyorum ki, geçmişte iktidarı ele geçiren zorbaların hatalarını düzeltirsek, on-onbeş yıl zarfında gelecek nesilleri kurtarırız.

31 EKİM 2011

27

Page 28: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Çocukluğunuzdan itibaren sizi sizden dinlesek…

1946 yılında İzmir’in Menemen il-çesinde doğdum. İlk ve ortaokulu Menemen’de okudum. Mahal-lemizdeki ilkokula gittim. Hemen onun karşısındaki ortaokulda oku-dum. Çok güzel bir orta öğretim geçirdim ama lise olmayınca ora-da zorluklar başladı. Karşıyaka’ya gidip gelmek gerekiyordu. Ailem Menemen’de oturuyordu, o za-manın şartlarıyla trenle gider ge-lirdik; sabah çok erken saatlerde trene biner Karşıyaka’ya gelirdik. Aşağı yukarı 40-45 dakikalık bir yolculuktu (şimdi tabii o mesafeler çok kısaldı); akşam da tekrar dö-nerdik. O şartlarda bizim lise ha-

yatımız zorluklarla geçti denilebilir. Sonra da Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım ve Ankara’ya geldim. Buradan 1968 senesinde mezun oldum. Çocukluk ve öğrencilik günleri bu şekilde geçti.

Başarılı bir öğrenci miydiniz?

Yani, iyi bir öğrenciydim. Şimdi takdirler var, teşekkürler var; bizde öyle şeyler yoktu. Ortanın üstünde, iyi bir öğrenci diyebilirim kendime.

Aileniz ne iş yapardı?

Babam tuhafiyeciydi, tuhafiye der-lerdi o zaman, şimdiki konfeksiyon mağazalarının küçüğü. Biraz daha değişik mallar da satardı. Mesela

Dergimizin bu sayısında, kaymakamlıktan öğretmen-liğe, öğretmenlikten valili-ğe, valilikten Emniyet Genel Müdürlüğü’ne kadar birbi-rinden önemli pek çok görev almış; 1999 Gölcük depre-minde halkın yaralarını sar-mış, onlara fazlasıyla destek olmuş, birçok zorluğa rağ-men her şeyin üstesinden gelmiş bir isme, Eski Ankara Valisi Kemal Önal’a misafir olduk. Çocukluğundan emek-liliğine kadar anılarını dinle-diğimiz, Kemal Önal’la keyif-li bir sohbet gerçekleştirdik.

“Ankara demek Cumhuriyet demek,Ankara demek Türkiye demek…”

Kemal ÖNALEski Ankara Valisi

28

Page 29: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

kolonya satardı hatta kolonyayı imal ederdi kendisi. Ben de kolon-ya yapmayı bilirim. O zamanlar fötr şapka meşhurdu, modaydı; fötr şapka satardı ve bu şapkanın temizlemesini de yapardı. Sadece fötr şapkaya has kuru temizleme yapardı. Babam yapardı, ben de izlerdim. Önce amonyakla siler, iyice bir yıkardı onu (kötü kokardı o). Ondan sonra, kalıba koyardı. Küçük bir ütüsü vardı, ütülerdi. O, deforme olmuş fötr şapka pırıl pı-rıl çıkardı. Bunlar, benim çocukluk hayatımda enteresan şeylerdi. Annem rahmetli, bizim o dükkâna gitmemizi istemezdi; para kazan-ma alışkanlığı ediniriz, para kazan-mak hoşumuza gider ve okulu bı-rakırız endişesi vardı. Yaz tatillerinde sınıf arkadaşlarımızdan dükkâna çırak olarak girenler olurdu, biz gir-mezdik. Daha doğru giderdik ama akşamüstü şöyle bir çay bahçesi-ne gider gibi dükkâna gider; do-laşır gelirdik. Çalışamazdık. Hem annem hem de babam, okuma-mız için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İki kardeşiz. Benden iki yaş küçük bir kardeşim daha var; ikimi-zi de okuttular. O da Ege Üniversi-tesinden emekli Profesör, Bilgisayar Mühendisliğinde...

Peki, üniversite yıllarınız nasıl geçti? Üniversite’yi 68 yılında bitirdim; biz meşhur 68 yılı nesliyiz. Tabi 68 ku-şağı olduğumuzu, 1980’den sonra öğrendik; o zamanlar öyle bir şey yoktu…

Öğrencilik yıllarım güzel geçti. O zamanlar, öğrencilere çok say-gı gösterilirdi. Öğrencilik; herkesin yardım etmek konusunda kendisini zorunlu hissettiği bir müessese gi-biydi. Elimizde ağır hukuk kitapları ile otobüse binerdik; çok iyi hatır-larım, teyzeler yer vermeye kal-karlardı, “gel otur oğlum’’ diyerek. “Olmaz” derdim; bu sefer elimiz-deki kitapları alır kucağına koyardı yardımı olsun diye.

Fikir tartışmaları çok olurdu özellikle yurtta. Ailem Ankara’da olmadığı için fakültenin hemen arkasındaki Hukuk yurdunda kaldım. Yani, be-nim öğrenciliğim 24 saatti. Cebe-

ci o zaman da öğrenci muhitiydi. Kütüphanede ders çalışırdık, çıktı-ğımızda koridorlarda fikir tartışması yapılırdı. Siyaset asla ve asla yoktu. Doktrin seviyesinde bir sağ – sol meselesi vardı. Öğrenci dernek-leri vardı; sağ ve sol öğrenci der-nekleri. Ne kavga, ne gürültü, ne de silah sesi duymadan mezun oldum. 69 ve 70’li yıllarda, bizi 12 Mart 1971’e götüren öğrenci olay-ları başladı; kavgalı gürültülü. İlk boykotu bizim dönem yapmıştır, 68 boykotu… Dil Tarih’te başladı; 2 saat sonra Mülkiye ve Hukuk’ta devam etti ve fakülte işgal edildi. 13 gün sürdü yanılmıyorsam. Tam da, o sırada elemelere giriyorduk. Tabii son derece masum öğrenci istekleri olarak başladı, yönetme-liklerimiz çok kötüydü. Masum öğ-renci hareketleri olarak başladı ve

bitti. Yönetmelik değiştirileceğine dair söz alındı. Yönetimde anlayışlı davrandı, ufak tefek itişme kakış-ma oldu ama can kaybına, yara-lanmaya neden olan hiçbir olay yoktu. Sonra elemelere girdim, bi-tirdim ve mezun olup ayrıldım.

O zaman ki yurtlar nasıldı?

Mütevazı şartlardaydı tabii. Son-radan meslek hayatım boyunca yurtları denetledim, gezdim, gör-düm; yeni yurtlar yaptık. O zaman-lar daha mütevazıydı. Herkesin iç içe olduğu büyük koğuşlarda kalırdık. Sonradan onlar oda ha-line getirildi. Bir yaz tatilinde yap-mışlar, bir geldik baktık ki böyle altışar kişilik odalar olmuş; ranza şeklindeydi, güzeldi. Okulda yer, içerdik. Dediğim gibi, öğrencilik

HİTİT GÜNEŞİ

29

Page 30: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

zamanı çok güzel günlerdi. O za-man Cebeci’nin üst taraflarında bir iki tane yurt vardı. Dikimevi’nde Tıp Fakültesi vardı. Mülkiye, Tıbbiye ve Hukuk Fakültesi, Cebeci tama-men bir öğrenci muhitiydi hala da öyle. Geçen gün geçtim, hatta bir öğle yemeği yedim öğrenci lokantalarında, yine aynı. Sayıla-rı artmış; yine temiz, yine öğrenci bütçesine uygun olmaya gayret gösteriyor. O zaman duvarlar yok-tu, fakülte duvarları açıktı, olduğu gibi girilirdi. Taş merdivenler vardı (hala durur o merdivenler), oraya mezun olan arkadaşlar mum ya-karlardı. Baktım bir gün bir iki teyze, Cebeci sırtından gelmiş ellerinde mum, “oğlum burada yatır mı var?” dedi. “Yok, teyze yatır matır” dedim. “Arkadaşlar mezun oldu, o yüzden yakıyorlar.” Demek ki yatır var desem herhalde bir türbe hali-ne gelirdi orası...

Siz mum yaktınız mı?

Yok, ben yakmadım ama Hacı Bayram’a giderdik. Sınav günü hiç aksatmadan her sabah Hacı Bayram’a gider, duamızı eder, sonra koşa koşa tekrar gelir, sınava girerdik. Ama mum yakmadım, fa-kültenin tek mum yakmayanı be-nim herhalde.

Öğrencilik hayatınızda hiç para-sız kaldığınız oldu mu?

Parasız kalmayan bir öğrenci, tatlı bir öğrencilik yapmamış demek-tir. Parasız kaldım tabii. Ulus’tan Cebeci’ye cebimde, 5 kuruş eksik olduğu için, otobüse binmeyip yü-rüdüm; aslında o biletçi kendi ce-binden de koyardı ama utanç... Binmedim, yürüdüm... Elemeler bitmiş, sınavlar bitmiş İzmir’e döneceğim. Böyle Haziran sonu falan, sıcak Ankara, yanıyor.

Yurt kapandı; biz de bavullarımı-zı hazırladık, biletlerimizi 1 hafta önceden aldık cebimize koy-duk, 19.00’da hareket eden Ege Ekspresi’ne bilet aldık; 2-3 arkadaş doğruca memleketimize dönece-ğiz. Cebimizde bir tek taksi parasını ayırdık, fakültenin önündeki çimle-re yatıp saatin gelmesini bekliyo-ruz; saat 17.00 oldu, 18.00 oldu, 19.00’a geliyor, “hadi gidelim” de-dik; bavullar arkada, bindik taksiye. İstasyona gittik, tren yok, kalabalık yok; bizim peronda temizlik işçileri ellerinde süpürge, faraşla peronu temizliyorlar. “Bizim Ege Ekspresi’ne oldu?” dedik, “Polatlı’yı geçti, gidi-yor” dediler. Meğerse bizim ak-şam 7 diye düşündüğümüz, 17.00 imiş. Düşünebiliyor musunuz? O saat bizi mahvetti, kaldık. Telefon yok, evlere nasıl haber verece-ğiz? İsmini hatırlamıyorum ama oradaki istasyon şefine gittik; çok beyefendi biriydi, gözünün önün-de 3 kişiydik, vaziyeti anlattık. Bizi bilet iade eden öğrenci gibi gös-terip, biletlerimizin %35’lik kısmını verebileceğini söyledi. Ama o parayla bilet alamıyoruz mümkün değil. Cebimizde de 5 kuruş yok; kara kara düşünüyoruz. İzmir’den bir arkadaşım var (aynı zamanda fakülteden sınıf arkadaşım, entere-sandır ki hem lise de hem üniver-site de sınıf arkadaşım), onunda ailesi burada. Adı Suat Çelebi, şu an avukat Ankara’da. “Ona gi-delim” dedik, “Şermin Teyze bize bir yardımda bulunur nasıl olsa” diye. Bavulları emanete bıraktık, gittik; Suat sordu, “Siz gitmediniz mi?’’ diye. Vaziyeti anlattık ona da; “tamam ben hallederim” dedi an-nesinden makul ölçüde bir miktar para aldı getirdi bize. Parayı aldık teşekkür ettik, hemen istasyona git-tik. Ertesi gün aynı tren için biletle-rimizi aldık. Yurda gittik, iki üç tane yatak verdiler. Ertesi gün 14.00-15.00 gibi oradaydık.

Bana her ay annemlerden 300-350 lira para gelirdi, bir arkada-şıma da babası gönderirdi. Bir şey oldu, o ay ikimize de para gelmedi. İş Bankası’ndan alırdım. Cebeci’de Dikimevi’nde ki pos-tanenin olduğu yerde, İş Bankası vardı. İş Bankası’na gidip soruyoruz, “Havale geldi mi?’’ diye. Biz 18-19 yaşlarındayız, orada aklı başında bir hanım şef var 40-45’li yaşlarda, ona soruyoruz; o arkada oturuyor şef pozisyonunda, bizi görünce hemen kalkıyor, geliyor havaleleri karıştırıyor, “maalesef’’ diyor. Tırıs tırıs dönüyoruz geriye. Artık öyle bir güne geldik ki bizim Cengiz (kulakları çınlasın), “Ben karnımın gurultusundan duramıyorum, gi-dip yatacağım’’ dedi. O gitti yattı; yurtta yatıyor biz de dersteyiz, yine böyle bir öğleden sonra dersimiz var, ben dersteyim, Bizim Ertuğrul’ da devamlı yurtta gelen havale kâğıtlarına bakıyor. Benim havale kâğıdımı görmüş. O bankacıya o kadar çok gittik geldik ki, en sonun-da dayanamadı bir gün gayet ki-bar bir şekilde, “Çocuklar yanlış an-lamazsanız, havaleniz gelinceye kadar ben size bir miktar vereyim.’’ dedi. Biz tabii o kadar onurluyuz ki, “Hayır, teşekkür ederiz.’’ dedik kibarca. Asla kabul etmeyiz ama karnımız zil çalıyor. Kabul etmedik. Ertesi gün geldi havale, arkadaş girdi sınıfa bana bağırıyor; “ Kemal, Kemal!’’ diye. Kâğıdı gösteriyor. Ben tabii hiç hocaya belli etme-den yavaşça çıktım. Aldık kâğıdı, doğru bankaya...

Aldık parayı; köşede bizim köfteci vardı, o köfteciye gittik, yedik ye-meğimizi, karnımızı doyurduk. Bir de ekmek arası yaptırdık Cengiz’e, aldık geldik yanında da ayranı. Uyuyor Cengiz. Yaklaştırdık, köfteyi burnunda dolaştırıyoruz. “Ne olu-yor?’’ diye kalktı. “Karnımızı doyur-duk, para geldi. Al bu da senin.’’

‘‘Parasız kalmayan bir öğrenci, tatlı bir öğrencilik yapmamış demektir’’

30

Page 31: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

dedik. Ama iyi ki olmuş bunlar, ba-kın aradan kaç sene geçmiş an-latıyoruz hatıra olarak. Bunlar güzel şeyler, öğrencilik günleri...

İnsanlar önceden daha payla-şımcıymış galiba...

Kalite o kadar yüksekti ki, anlatmak mümkün değil. Yine bir gün ele-meler sırasında, Dikimevi’ne çok yakın bir yerde bir lokanta açıldı Birtat lokantası; çok temiz bir öğ-renci lokantasıydı. Çıktık gittik öğle yemeğine. Yedik işte, o kadar da ucuzdu ki çorba, et, pilav yanında salatası ve tatlısıyla birlikte, 125-150 kuruşa karın doyardı. Neyse yedim, fişi yazdı elimi bir attım cüz-danım yanımda yok. Rengimden anladı, inanın daha hiç bir şey de-meden, yırttı fişi. “Olur, insanlık hali” filan dedi. Akşam gitmeyeceğim, yurtta yiyeceğiz bir şeyler ama sırf o parayı ödemek için akşam tek-rar gittim oraya; katiyen almadı parasını, “o öğlendi geçti, gitti’’ dedi. Şimdi olsa döverler kesin.

Peki, iş hayatına dönersek mezun oldunuz, sonrası?

Mezun oldum, sonra hemen Ankara’da Avukatlık stajına baş-ladım. Rahmetli Turan Güneş ve Şevket Çizmeli ikilisinin bir bürosu vardı, arkadaşlarımdan çok sami-mi bir tanesi Münir, onun yanında hem çalışırdı hem okurdu. “Stajı orada yap’’ dedi, gittim ve staja orada başladım. Sonraların çok meşhur Turan hocası o zamanın Dışişleri Bakanı. Şimdi soruyorum “Turan Güneş kimdir?’’ diye kim-se bilmiyor ve öyle üzülüyorum ki; Kıbrıs harekâtındaki Dışişleri Baka-nıdır. Maalesef, tarihle bağımızı hep koparıyoruz. 3 ay orada staj yaptım, sonra askerlik sıram geldi. Hemen stajı kesip askere gittim. Askerliğimin ilk 6 ayını Polatlı’ da, ondan sonraki 1 senesini de İzmir Bornova’da yaptım. Nişanlıydım zaten, nişanlım da sınıf arkadaşım-dı. 4 sene beraberdik öğrenciliği-mizde, son senesi nişanlandık. 6 ay süren Ankara Polatlı macera-sını bitirdikten sonra, İzmir’e kura

çektim ve orada da evlendik. Askerliğim orada tamamlandı. Askerliğim bitti, Ankara’ya geldik. Meslek seçeceğiz; hukukçu ola-rak, hâkimliği düşünüyordum ben hep önce Adalet Bakanlığına müracaat ettim, dilekçe verdim. O zaman hâkimlik, savcılık sırayla olurdu. Tapu kütüğü gibi, nüfus kü-tüğü gibi deftere sırayla kayıt olu-nur; ihtiyaç oldukça yukarıdan 10-15 kişi alınırdı, sırası gelen hâkim olurdu. 5-6 aya gelirdi sıra. Oradan çıkınca, bu sefer de kaymakamlık için başvurdum. İçişleri Bakanlığın-dan geçiyorduk, “bir dilekçe de buraya verelim, kaymakam olmak için” dedik. İlçede büyüdüğümüz için kaymakamlık bizim için her zaman önemli oldu. Kaymakam Bey gözümüzde ilçenin en saygı-değer kişisiydi. O zaman sınavlaydı kaymakamlık. İzmir’de, avukatlık stajımın bitmesine 15 gün kala kaymakamlık sınavı açıldı. Geldim, sınava girdim, kazandım; kayma-kamlığa başladım. Stajım bitti ar-tık kaymakam adayıydım. Herkes “Kaymakam Bey, Kaymakam Bey” diyor. Havam çok güzel, memnu-num hayatımdan; sonra hâkimlik sıram geldi. “Artık gerek yok, bu kadar staj yeter’’ dedim. Böylece kaymakamlığa devam ettim, tam 41 sene meslek hayatım sürdü. 31 Temmuz 1971’ de başladığım gö-revimi, 26 Mayıs 2010’da Ankara Valisi olarak noktaladım.

Askerliğinizi ne olarak yaptınız?

Topçu.

Sizin döneminizde askerlik şimdi-ki gibi miydi peki?

Hayır, hiç ilgisi yok. Biz 24 ay diye gittik askerliğe, bunun o zamanki kurallara göre ilk 6 ayı sınıf okulla-rında yapılırdı (piyade sınıfı olan Tuzla’ da mesela); piyade İstan-bul, ulaştırma olan Mamak, topçu olan Polatlı gibi sınıf okullarında 6 ay yapılır, sonra kura çekilir kıtalara gidilir ve 1 buçuk senelik kıta hiz-metinden sonra 2 senelik askerlik biter. Öyle yok bedelli askerlik, yok kısa dönemli askerlik filan yoktu. İlk,

31

Page 32: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

bize uygulandı kısa dönem asker-lik. 24 ay sandığımız askerliğin 17. ayında, 6 ay kısaltıldığını gördük. Palas pandıras bizi terhis ettiler. İznimi de kullanmamışım, dediler ki “izinlerinizi de kullanmanız lazım hemen yarından sonra sizi terhis ediyoruz’’; öyle ortada kaldık. Evli-yim, eşim hamile kızım doğacak; hep söylerim ona, “15 gün önce doğsaydın hiç olmazsa doğum parası alırdık.’’ Yavrum benim terhi-simden 15 gün sonra doğdu, do-ğum parası da alamadık.

Şu buzdolabı meselesini bize an-latır mısınız?

Askerlik bir anda bitince öyle kal-dık ortada ve hayatımın en sıkıntılı günleri oldu; para yok pul yok ev-liyim, çocuğum doğacak, hâlbuki biz ona göre ayarlamıştık. 6 ay daha askerim ona göre planları-mız var, programlarımız var. Herkes o askerlik şapkalarını havaya attı, düğün bayram ediyor. Ben ve be-nim gibi birkaç arkadaş var, kara kara düşünüyoruz, “biz ne yapa-cağız?’’ diye. Çok sıkıntılı günlerdi. İşte o sıkıntılı günlerden birinde buzdolabı alacağız, İzmir’deyim. Eşimle birlikte dolaşıyoruz, Kahya-

oğlu Ticaret diye bir beyaz eşya mağazasına girdik; baktık baktık, bir tanesini beğendik. Ulvi Bey var-dı, ismini sonradan öğrendim, oda arkada oturuyor bizi izliyor, 50’li yaş-larda oldukça şık bir beyefendi. Fi-yatlarına baktık, karar verdik. Dedik ki; “Biz şunu beğendik.’’, “Hayırlı olsun, güle güle kullanın.’’ dedi. O zaman kredi kartı falan yok, senet var; çıkardı. Diyelim ki 12 ay vade-li, 12 tane senet imzaladım ben; bilmiyorum ayda kaç lira veriyoruz 100, 200. İmzaladım, kefil yok. Bir de hukukçuyuz ya, Ticaret Hukuku okudum biliyorum. “Ulvi bey ben-den kefil istemediniz.’’ Dedim. “Biz insanı gözünden anlarız, siz buraya eşinizle geldiniz. Yarım saattir şunu beğendik, bunu beğendik; şu ol-sun bu olsun diye uğraştınız. Anla-dım ki siz bunu ödeyeceksiniz. Eğer gelip burada en büyüğünü görüp ‘alıyoruz’ deseydiniz ben sizden ke-fil de isterdim, sizi araştırırdım da. Ama siz bütçenize göre seçtiniz, bunu ödersiniz; kefile gerek yok kefiliniz benim.” dedi. Düşünün, böyle güzel insanlar da var. Her neyse aldık, teşekkür ettik eve ge-tirdik. Eşimin doğum zamanı gel-di, Ankara’ya geldik; kayınvalide, kayınpeder Ankara’da. Eşim de,

annesinin yanında doğum yap-mak istedi. Doğum oluyor, para pul yok; sıkıntılı durum ve borcumu ödeyemez duruma geldim. Otur-dum Ulvi Bey’e bir mektup yazdım, dedim ki; “Ulvi Bey, eşimin doğu-mu için Ankara’dayım. Doğum masrafları nedeniyle elim sıkışık, bu ay ki senedimi ödeyemiyorum ama gelecek ay ikisini birden öde-yeceğim’’ dedim, gönderdim. 3-4 gün sonra bir mektup geldi bana, “Kemal Bey mektubunuzu aldım, gösterdiğiniz davranış için teşekkür ederim. Yavruya uzun ömürler dili-yorum. Kabul ederseniz, bu bizim yavruya doğum hediyemiz olsun.’’ diyor. O ayki senedi yırtmış, mek-tubun arkasına ekleyip bana gön-dermiş; böyle insanlar yine var, sayıları azalıyor ama asla ve asla kaybolmuyor.

Kaymakamlığa başlama süreci-niz nasıl oldu?

2-3 sene staj devam etti, Bur-dur, İzmir Bornova, Gümüldür’de. Bornova ve Gölhisar’da kayma-kam vekilliği yaptım. Sonra Konya Kadınhanı’na gittim, 1 buçuk sene kaldım orada (yine kaymakam ve-kili olarak). Sonra Ankara’da kursa

32

Page 33: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

geldim. Kursumuz bitti kuraları çek-tik, Kütahya Altıntaş’ a çıktı benim kuram. Kararnamenin çıkmasını beklerken kızımızı da aldık, İzmir’e gittik. Gece yattık, annemlerde kalıyoruz; ertesi günü kalktık ki İzmir körfezinde her taraf savaş gemile-ri. Denktaş’ın sesiyle uyandık, Kıbrıs Harekâtı başlamış. Eve polis geldi, dedi ki, “Derhal görevinize başla-yın, kararname beklemeyin.’’ Apar topar gittim, Kütahya Altıntaş’ta kaymakamlığa başladım. 4 sene orada kaldım, sonra oradan Erzin-can Çayırlı ’ya gittim şark hizmetimi yapmak üzere; 2 yıl orada kaldım. Daha sonra İçişleri Bakanlığı’na şube müdürü olarak geldim. Mali İdarelerde, belediyeler şube mü-dürüydüm. Ben belediye şube müdürü oldum, 3 ay sonra 12 Eylül İhtilali oldu. Sonra Manisa Saru-han Kaymakamlığı’na atandım. İhtilal döneminde kaymakam ve aynı zamanda belediye başkanı olarak orada görev yaptım; ora-da 1 sene kaldım. Sonra tekrar Ankara’ya geldim.

Selahattin Çetiner İçişleri Bakanıy-dı. Çok sert bir görünüşünü var, korgeneral emeklisi. Onu Bülent Ulus’un hükumetinde İçişleri Bakanı yaptılar, bizim bakanımız. Geziyor, genelgeler çıkartıyor, müfettişler geliyor, gidiyor böyle çok hare-ketli günler... Selahattin Çetiner tabii asker bir kişilik, o kadar sert ki millet titriyor. O zaman, bizim Mali İdareler Genel Müdürlüğü Karanfil sokakta. Fethi Aytaç genel müdür-dü, ben şube müdürüydüm. Biz de düşünüyoruz ne sorar diye. Me-sela “8 sayılı genelgenin 5. mad-desi nedir?’’ diye soruyor. Biz hiç böyle bir şeye alışık değiliz, herkes onu ezberliyor gece gündüz, sor-duğu soruya cevap vermek lazım

hemen yoksa hapı yuttun. Biz de hazırlandık. Benim odamda da görevden alınan belediye baş-kanları, atanamayan, soruşturma açılan belediye başkanları dos-yaları hazır; pırıl pırıl küçük bir yerdi ama fonksiyonu çok fazla. Geldi, merdivenlerden çıkıp bana baktı, bende hemen tekmil verdim tabii, “Kemal Önal, Mali İdareler Genel Müdürlüğü Belediyeler İşlemler Şube Müdürü, emir ve görüşle-rinize hazırım bakanım’’ dedim. Baktı bana, ben de bekliyorum kaç numaralı genelgeyi soracak diye, kafam hala orada benim. “Siz en son nerede kaymakamlık yaptınız, nereden geldiniz?’’ dedi. “Erzincan Çayırlı’daydım efendim, oradan geldim” dedim. “Keşiş Dağları’nı bilir misin?’’ dedi. “Bilmez miyim komutanım” dedim, orada-ki köylerimizi saydım, “Munzur var bilir misin?’’ dedi, “bilirim’’ dedim, “neyi meşhur Munzur’un?’’ dedi, “kekikleri meşhur’’ dedim. ’’Aferin’’ dedi ve yürüdü; hiçbir şey sorma-dı bana. Yandaki odaya geçti. Benim de kurum da bir görevim daha var, başka bir şubeye daha bakıyorum, o yan odaya girince ben merdivenlerden yukarı çık-tım, orada bekledim; 5-6 dakika sonra çıktı yan odadan, başını bir kaldırdı yine ben, “Sen buraya da mı bakıyorsun?’’ dedi. “Evet, sayın bakanım buraya da bakıyorum.’’ dedim. “Burada ne yapıyorsun?” dedi. Aslında bir arkadaş izinli onun yerine bakıyorum. “Burada da so-ruşturmalara bakıyoruz’’ dedim. “Tamam” dedi, yürüdü gitti.

Şube müdürlüğünden sonra Ma-nisa Saruhanlıya gittim, bir sene sonra Mülkiye Müfettişi oldum. 10 sene müfettişliğim sürdü, 1982-1990 arası. 1991’de Bakan Da-

nışmanı oldum, sonra personel genel müdürü sonra da müsteşar yardımcısı oldum. 1995-1996’da da Kırklareli Valiliği’ne atandım; ilk valiliğim Kırklareli’dir. Orada 4 sene kaldım. Kırklareli Valiliği sıra-sında Kosova Savaşı’ndan kaçan göçmenler geldiler, onları orada ağırladık, çadır kurduk, kamp-lar kurduk hareketli bir valilikti. 17 Ağustos depremi olduğu zaman ben Kırklareli Valisi’ydim. 15 gün sonra Kocaeli valiliğine atandım. 2 sene kaldım, bütün deprem iyi-leştirme çalışmaları o zaman ya-pıldı, tabii sadece Kocaeli değil; Yalova, Bolu, Sakarya... Orada da çalışmalar oldu. Kocaeli bambaş-ka bir şehirdi. İçinde olunca anla-mıyor insan dağın büyüklüğünü, biraz geriye çekilince görüyorsun ne olduğunu.

O günün şartları nasıldı?

Depremden 15-20 gün geçmiş geldiğim ilk günün gecesi bir Ça-dırkenti geziyorum. Daha elektrik yok; her yer çamur içinde, elimde el feneri, çadırın birine girdim ışığı tuttum yerde yatıyor insanlar, dön-düm. Kimseyi tanımıyorum. Yüzle-rine ışığı tuttum oradaki insanların, “elektrik müdürü kim?’’ dedim. Ora-dan biri geldi; “Benim efendim’’ dedi. “Bu çadırları ne zaman ay-dınlatabiliriz?’’ dedim. “Efendim, 1 haftaya pırıl pırıl yaparız biz burayı’’ dedi. “Şu an da saat 23.00, yarın aynı saatte burada olacağım ve burası aydınlatılmış olacak.’’ de-dim. “Baş üstüne efendim’’ dedi. Ertesi gün topladık milleti, 32 tane vali yardımcısı var, saat 01.00’a doğru gittim çadır kente hepsi pırıl pırıldı. Elektrik Müdür’ü Halil Bey’e döndüm, “biz bu işin altından kal-kacağız.’’ dedim. Benim daire top-

“Denktaş’ın sesiyle uyandık, Kıbrıs Harekâtı başlamış”

33

Page 34: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

lantılarım gece 02.00’da olurdu; bazen aksatırdım. “Efendim bu gece toplanmayacak mıyız?’’ diye telefon ederlerdi. Millet gidiyor evi-ne yatıyor, 02.00’da kalkıp geri ge-liyor. Öyle bir ekip çalışması.

250 bin kişi sokakta yatıyordu. Bun-lar evleri zarar görmemiş ve ya çok az zarar görmüş ancak korku nedeniyle evlerine gidemeyen ki-şilerdi. Parklarda, sokak aralarında, kapı önlerinde, bahçelerde ya-tıyorlardı. Bir de ayrıca 75 bin kişi 32-34 tane çadır kentte yatıyordu. Onlar da evleri tamamen yıkılmış, başlarını sokacak yerleri olmayan insanlardı. 30 küsur vali yardımcısı görevlendirmişti İçişleri Bakanlığı. Gittiğimde ne iş yaptıkları belli de-ğil, öyle dolaşıyorlardı. Çünkü bir görev verilmemiş ellerine. Gittiğim günün sabahında hemen toplan-tı yaptım. Dedim ki; “her biriniz bir çadır kentin başına geçeceksiniz ve kaydını tutacaksınız, ihtiyaçları-nı tespit edeceksiniz. İki gün sonra geleceksiniz.” Çıktıktan sonra “Biz ki koskoca kaymakamız, çadır kentin başında biz ne yapacağız.” diye dedikodumu yaptıklarını biliyo-rum. Gittiler, iki gün sonra geldiler; akşam toplantı yapıyoruz, hangi çadır kentte olduklarını, kaç kişi,

kaç kadın kaç erkek olduğunu, ihti-yaçlarınının hepsini tespit ettim. Bir tanesi kalkıp dedi ki; “Efendim biz sizin günahınızı almışız, şimdi biz ne olduğumuzu anladık.” Daha sonra hepsi aslanlar gibi çalıştılar ve çok kısa sürede toparladık.

Irak hükumeti depremi duyar duy-maz ben gelmeden önce petrol göndermiş. Onu almış petrol ofisi paraya çevirmiş ve Kocaeli’ne göndermiş, para bankada duru-yor. Biz tabii depremle ilgileniyoruz, hayati tehlikeyi atlatır hale getirdik. İlk anda sağlık teşkilatı salgın has-talık bekliyor. Alt yapı sıfıra indi bir anda. Çadırlarda su yok, tuvalet ihtiyacı nasıl giderilecek? Halkımı-zın ne kadar yardım sever olduğu-nu orada gördüm. Yardım akıyor insanlardan. Kocaeli Valisi olarak, hiçbir malzeme eksikliği görme-dim. Ben orada vatandaşıma asla ama asla açık su içirtmedim; asla ikinci el elbise giydirtmedim. Giy-dim diyen varsa, yalan söylüyor-dur. Doktorlar geliyor. Doktor girdi içeriye tedavi ediyor, doktorun cebinde bir şişlik var, “doktor bey bu ne?’’ dedim. “Efendim bu ak-şam yemeğim, bir tane de sabah yedim’’ dedi cebindeki elmayı göstererek. Her yer kan içinde,

bakıyor ediyor. Ağlamak geliyor insanın içinden, ağlayamıyorsun orada. Ağlasan “Vali ağladı.’’ Di-yecek, umutsuzluğa kapılacaklar. Yerlerde ilaçlar toz toprak içinde, neyin nerede olduğu belli değil. “Ne istiyorsun benden söyle’’ de-dim doktora. “İlaçları tasnif etmek için camekân’’ dedi. “İstediğin o olsun’’ dedim. 3 tane istiyordu, ben 5 tane gönderdim. Bunlar yapıldı. Yardımlar dağıtıldı. Kolordu komutanı Aydın Paşa ile büyük bir işbirliği içinde yürüttük işleri. Yardım-ları getirip, halkın üstüne sebil gibi atmak kadar kötü bir şey yoktur. Hem insan onuruna aykırı, hem de adaletsiz. Biz hiç böyle yapmadık, gelen elbiseleri market gibi sıralar-dık; konfeksiyon sırası gibiydi. Her-kes içeri sırayla girer, üstüne uyanı sevdiğini seçer, alır giderdi. Böyle dağıtırsan bir anlamı oluyor. 2010 yılında emekli oldum, 2014’te Van depremi oldu; ilk defa o zaman, “keşke görevde olsaydım’’ dedim. Hükumete talepte bulunup, “beni 15 günlüğüne gönderin’’ diyecek-tim çünkü o malzemelerin nasıl dağıtıldığına dair çok iyi tecrübem var. Yüklenen malzemeyi getirip de insan onuruna yakışmayacak tavırlar ortaya çıkarsa, ondan son-ra da herkes size küfreder. Hâlbuki

‘‘Ağlasan ‘Vali ağladı’ diyecek, umutsuzluğa kapılacaklar’’

34

Page 35: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

o kadar kolay ki şehire 5-10 kilo-metre kala bir yere depolayın, tasnif edin ondan sonra dağıtın efendi gibi.

Oradaki işleri biraz toparlayınca hükumet merkezden aldığı kararla süratle evsizlere ev yapmaya baş-ladı. Çok güzel çalıştılar. Yerler belir-lendi, ihaleler yapıldı. Hatta inşaat altyapıları yapılmaya başlandı, iş o safhaya geldi. Bende dedim ki, “Gelen paraya bir bakalım, neyin nesidir? Ortaya çıkaralım.” Gelen para için, “Depremzedelerin konut ihtiyacında kullanılmak üzere bu para gönderildi” deniyor. Hak sa-hiplerine zaten devlet ev veriyor ama şu var; diyelim ki 10 katlı bir apartmanda ikişer daireden 20 daire var, apartman olduğu gibi yıkılmış, orası 1 kişinin, 19 daire kira-cı var. Şimdi devlet 1 kişiye ev ya-pıyor, yaptığı evlerden bir tanesini veriyor ama kişinin kalan 19 dairesi gidiyor. O 19 dairede oturanın, hiç-bir hakkı yok. Onlar çadırkentte ka-lıyor. Yarın öbür gün çadırkent bitti-ğinde nerede kalacaklar? Bunların çoğu memur, esnaf, işçi, evleri yok zaten kiracı adam. Kiracı olunca da hak sahibi olamıyorsun. Bu, vali için çok önemli bir konu. “Ben hak sahibi olmayanlara ev yapayım.’’

Dedim. Böyle deyince kıyamet koptu. Açıklama yapıyorum, şimdi bu para bana gelmiş mi? Gelmiş. Devlet vatandaşa, hak sahibine ev yapıyor, benim onlara ikinci bir ev yapmamın anlamı yok. Ama yıkılan evlerde kalan bir yığın kira-cı var. Bunların hepsi açıkta; Özel İdare Müdürüne bakıyorum, öyle-ce duruyor. Yanında çalışan sağ-lık memuruna bakıyorum, bunlar kalmış ortada. Onlarda benim insanım ve bunların hiçbir umudu yok. Param da var, “Ben bunlara ev yapacağım’’ dedim. Tabii ne kadar fırsatçı varsa “efendim bu araziyi size verelim, burayı ucuza veririz” diyor. “Hazinenin arazilerini bulacağım” dedim ve buldum da. Kocaeli’nin en güzel yerinden bedava aldım. Tahsis ettirdim, hü-kumet arkamızda. Hemen ihalesini yaptık, kuralı da koyduk. Dedim ki, “en başta, ailesinden 5 kaybı olan-lar. Maaşlı, sigortalı çalışanlar, işsiz-ler…” Her birine birer puan verdik; başına da bir vali yardımcısı koy-duk bu projenin, o yürütüyor, mü-racaatlar geliyor, onlara göre sıra-lıyor. Ben de ev yapacağım, kaç tane istersem. Projeyi hazırladım, maketini yaptık gelene gidene gösteriyoruz. İnsanlar 10 sene sü-reyle orada bedava oturacaklar,

sözleşmemiz o şekilde. 10 seneye kim öle kim kala… Kimi tayini çıkar gider, kimi ev sahibi olur gider. 10 sene sonra, bu evler boşaldıkça da özel idareye kalacak. Özel ida-renin mülkü olacak. Bundan güzel bir proje olur mu? Tabii geldim ba-kanlıktan da onayı aldım, desteği-ni aldım ve bunu o paranın faiziyle yaptım. Ayrıldığımda, anapara hala bankada duruyordu.

Bir gün oturuyorum böyle, bir vakıf geldi. Şimdi ismini hatırlayamıyo-rum. Dediler ki: “Bir köy grubumuz var.’’ 30-40 tane köy, bir yerden içme suyu alıyor. Böyle kılcal da-marlar gibi o köylere sular götü-rülürmüş, depremde gitmiş bun-lar. Bu vakıfta bunu öğrenmiş “biz yapacağız bunu yardım olarak, paramız hazır sadece bize yetki vereceksiniz.’’ dediler. “Tabii, bu-yurun yetki sizin’’ dedim. Sözleşme yaptık, alt yapısını onlar hazırlaya-caklar. “Eski şebekenin üzerinde durmayın yeni şebeke yapın’’ de-dim hevesle gittiler. Bir hafta, 10 gün sonra geri geldiler “Vali Bey biz anlamıyoruz. Biz Avrupa’dan para topluyoruz, getiriyoruz; köylerinize su getireceğiz. İnşaat yapıyoruz, siz bizden KDV istiyorsunuz. Ben dev-lete niye vergi vereyim?” diyor. Son

35

Page 36: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

derece haklı, KDV’nin muaf olması lazım! Adam bize yardım ediyor. “Hallederim sen merak etme” dedim. Açtım telefonu Maliye Ba-kanlığı Gelirler Genel Müdürü’ne vaziyeti anlattım. Cevabı aynen şöyle; “Alırız efendim.’’, “Alıyorsu-nuz zaten, adam isyan ediyor. Ben deprem bölgesinin valisi olarak KDV’nin alınmaması gerektiğini söylüyorum. Adamlar uluslararası bir yardım kuruluşu ve bize yardım ediyor.’’ dedim. “Ama kanun böy-le” dedi. “Tamam, kanunun böyle olduğunu öğrendim sayenizde; değiştirin kanunu, iki dakikalık bir şey. Deprem bölgesinde yapılan-lardan KDV alınmasın deyiverin. Eğer zor geliyorsa, kanun tasarısını ben yazarım; iki satır gönderirim size’’ dedim. “Tabii olabilir ama hiç mümkün değil şu anda’’ dedi. Kapattım telefonu. Sonra Dışişleri Bakanlığını aradım, müsteşarı. Va-ziyeti anlattım ve “Maliye Bakanlı-ğının tutumuna karşı çok sinirliyim, bana nasıl yardım edersiniz?’’ de-dim. “Ben hallederim valim, sen canını sıkma’’ dedi müsteşar. 1-2 saat sonra aradı, dedi ki: “Uluslara-rası bir sözleşmemiz var bizim, ora-nın muafiyeti var onu araya soka-rım ve KDV’yi kaldırtırım.” Hakikaten yaptı ve KDV’siz işi yürüttük. Bir nevi bürokrasiye takıldınız…

2 tip bürokrat vardır: yaptıklarıyla gurur duyanlar ve yapmadıklarıy-la gurur duyanlar. İkisi de kendine göre bürokrattır. Biz, çok şükür hep yaptıklarımızla gurur duyanlar sını-fındanız.

Kocaeli ’den sonra neler yaşadınız?

4 sene, Altıntaş kaymakamlığı yaptım. Oradan mahrumiyete gittik, şimdi 6. Sınıf denilen; Erzin-can Çayırlı ’ya gidiyoruz. Eşim var yanımda, 2 tane de çocuk. Ara-bamıza bindik, bizim Hacı Murat’a gidiyoruz, eşimin tek isteği evimi-zin yol üstünde olması ve geleni geçeni görmek. Çünkü Altıntaş’ta

sokak arasındaydı, jandarmaya bakıyordu. Orası da yine küçük bir ilçe… Geldik geldik ana cadde-den döndük, dönünce bir buruldu, ben de hem araba kullanıyorum hem yüzüne bakıyorum. Döndük kaymakamlık lojmanı yine arka ta-rafta, ana caddeye bakmıyor. Gir-dik eve; belediye başkanı gelmiş, müdürler gelmiş; hoş geldin diyor-lar kaymakama. Ev virane, baktım bir ara eşim yok ben konuşuyorum, “badanasını yapalım, perde ala-lım’’ falan diye. Eski lojmanlarda eşya yok... Şimdi Kaymakam loj-manları eşyalı, vali konağı gibi; o zamanlar yoktu öyle lojmanlar… Kendi eşyamızı kamyonun üstüne atar götürürdük. Ufak tefek eksikleri gidereceğiz. “Nerede bizim ha-nım?” dedim, bir baktım arkadaki odalardan birine geçmiş ağlıyor. “Ne yapıyorsun?’’ dedim. Şimdi ol-maz, milletin içinde ağlama hakkı yok; oda da ağlıyor. “Neyse, buda geçer canını sıkma’’ dedim. Geçti. 2 sene de orada kaldık. Geçti gitti, iyi günde kötü günde geçiyor; kimi mutluluklar bırakıp geçiyor, kimi ya-ralar bırakıp geçiyor ama geçiyor. Orada şimdi, “kaymakamın hanı-mı ağladı’’ olsa kıyamet kopar.

Her mesleğin tabii kendine göre zorlukları var. Bizimki meşakkatli, ben kendi sınıf arkadaşlarımla ko-nuşurken diyorum: “Siz ne gördü-nüz ki? Avukatlık yapıyorsunuz, kalo-riferli dairelerde oturuyorsunuz. Sizin şikâyet etmeye hakkınız yok, sizin bir eliniz yağda bir eliniz balda.’’ Benim kızım, ilkokulu 5 ayrı yerde okudu. Ama oluyor, işin gereği bu.

Eşim çok titizdi. Su yok, çamaşır makinası yok. “Çamaşır makinesini niye almadınız Kaymakam Bey?’’ diye sorarsanız; çamaşır maki-nasını alıyoruz da, yeterli şebeke suyu yok, dolayısıyla belli bir tazyik olmayınca çalıştırmıyor makineyi. Öyle duruyor makine bir köşede. Elde yıkanıyor çamaşırlar. Bir gün yine yıkamış asmış balkona, böyle pırıl pırıl, tertemiz. Bir baktım, ba-

ğırıyor. “Ne oldu?’’ dedim, “İnekler geçiyor bahçenin içinden sürüne sürüne” dedi. O sırada da baldız gelmiş, “Enişte ne kadar romantik bir yerdesiniz. Ben buraya bayılıyo-rum, çiçeklere, böceklere” diyor. Doğayla iç içesiniz de, biraz fazla iç içe oluyor insan.

“İlin emniyet ve asayişinden vali sorumludur”

Sonra Emniyet Genel Müdürü ola-rak Ankara’ya geldim ve 2 sene bu görevi yürüttüm. Emniyet Genel Müdürlüğü benim için çok onurlu bir sayfaydı. Hiç düşünmediğim bir görevdi ama tabii önerilince derhal kabul ettim zaten aksi dü-şünülemez. Benim için çok iyi bir tecrübe oldu. O, bir karargâh hiz-metidir benim ölçülerime göre. Orada, ilk defa emniyet tarihinde basın sözcülüğünü getirdik. Çünkü bizde Emniyet Genel Müdürlüğü mülki idareci, vali sınıfında olduğu için bazen valilikle karıştırılır. Hâlbuki tamamen farklı şeylerdir. İlin emni-yet ve asayişinden vali sorumludur. Türkiye’nin emniyet ve asayişinden içişleri bakanı ve başbakan sorum-ludur. Emniyet Genel Müdürlüğü, valinin emniyet ve asayişi sağla-makla görevli olan iki organının lo-jistik desteğini, personel desteğini veren bir karargâh hizmetidir. Jan-darmanın genel komutanı, nasıl jandarmanın lojistik desteğini veri-yorsa; Emniyet Genel Müdürlüğü’ de, emniyet teşkilatının lojistik des-teğini verir. Bizde eski alışkanlıklar tabii, basından devamlı, “Efendim ne yaptınız, ne ettiniz?’’ bundan ben hoşlanmıyordum; o zaman basın sözcülüğü kurduk. Haftada bir gün, Emniyet Genel Müdürlüğü Basın Sözcüsü yapılan işleri, yapı-lacak işleri bir basın toplantısıyla anlatıyordu; güzel de oluyordu. Emniyet Genel Müdürü olduğum dönemde, Üzeyir Garih cinaye-ti oldu; o öldürüldü o dönemde yaşanan en önemli olaylardan bir tanesi oydu.

“Ben burada kalmak için biraz çaba sarf edeyim”

36

Page 37: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Polis Radyosu’nun yurt genelin-de yayılması için çok güzel şeyler yaptık o zamanlar, yaygınlaştırdık. Çok ufak ufak maliyetler bunlar ama güzel şeylerdi.

Sonra Emniyet Genel Müdürlüğü bitip, Adana Valiliği’ne atandım. 1 hafta sonra Irak Harekâtı başladı. Şimdi gazeteciler soruyor. Biz, biraz fazla gerçekçiydik. Uçaktan iniyo-rum akşam saatleri yine, gazete-ciler, “efendim savaşa giriyoruz, Adana hazır mı?’’ diye. “Ne bileyim Adana hazır mı?’’ dedim. Geliyo-rum, göreceğim; ona göre konu-şacağım. “Efendim bizi şok ettiniz’’ diyorlar. Daha görmedik ki bir şey, daha yeni iniyorum ama ben-den “tamam biz hazırız’’ dememi bekliyorlar. Hayatım boyunca hep gerçekçi oldum “Göreceğiz arka-daşlar Adana’nın ne kadar hazır olduğunu. Ama asla ve asla böyle bir savaştan yana değiliz, olma-masını istiyoruz” dedim. Tabii onlar da, çok hareketli günlerdi. Adana Valiliği, mümkün olsa da her vali-nin gidip görebileceği bir sistem olsa, Adana valiliği Türkiye’nin en önemli valiliklerinden birisidir.

Neden önemli bir valilik?

Jeopolitik olarak çok önemli bir yer ve tarihin her anında da önemli ol-muştur Adana. Atatürk’ün en fazla gittiği il, Adana’dır. Çünkü Adana, Suriye ile bağlantılı; Osmanlı top-

rakları, 7. Ordu Komutanlığı var Şam’da. Mondros Mütarekesi uy-gulamasında, bizim başımıza çok sorunlar açan illerden bir tanesidir. Hala da öyle. Şu anda Adana, yapısı itibarıyla emniyet ve asayiş açısından Türkiye’nin en önemli il-lerinden bir tanesidir. Ben, her gö-rev yaptığım yerin onurunu taşımı-şımdır. Adana’nın da, Kırklareli’nin de Kocaeli’nin de, Ankara’nın da bende çok ayrı önemi vardır.

Peki, sonrasında geldiğiniz Ankara?

2004’te Ankara’ya geldim ve 6 buçuk sene kaldım. Çok uzun bir süre, Ankara’da en uzun kalan 2. Valiyim. O zaman da sordular ga-zeteciler “Ankara valisi olmak nasıl bir şey?’’ diye. Ankara valisi olmak güzel bir şey, Başkent Ankara! An-kara demek Cumhuriyet demek; Ankara demek Türkiye demek… Ankara sadece Cumhuriyette de-ğil, Cumhuriyet öncesinde de çok önemli bir şehirlerden bir tanesi. Jeopolitik olarak da çok merke-zi. Anadolu’nun her yerine ulaşım imkânları olan bir yayla şehri. De-nizden 850 metre yükseklikte; 4 mevsimi yaşayabiliyorsunuz. Gü-venli bir şehir! Türkiye’nin en önemli iki merkezi, İstanbul ve İzmir’e ko-laylıkla ulaşılabilir mesafede ve tarihte de önemli roller oynamış bir şehir. Zamanında bir ticaret merkezi olmuş Hititlerden kalan bir geçmişi var.

Ankara valisiyken, vilayetin önün-de bir kazı yaptırdım. 7 medeniyet çıktı altından. Kat kat duruyor, çok enteresandı. Ankara valiliğinde protokol görevleri çok fazla olur. Ben protokol görevlerine çok bağlı olmak istemedim, protokol valisi dedirtmemeye çalıştım kendime ama tabii işin gereği bu. Ben %30 yatırımları takip, %30 vatandaş iliş-kileri, %40 da protokol olarak den-gelemiştim işlerimi. Ankara valiliği güzeldir. Tekel işçileri olayları oldu benim zamanımda, Ulus çarşısın-da bombalı eylem oldu. 6 buçuk sene sonunda da emekli oldum. Tam 41 sene sonunda İzmir’de başladığım görevi, Ankara’da alnı-mın akıyla tamamladım.

Hiçbir zaman koltuğa bağlı olma-dım. Ben Ankara’nın 44. valisiyim, şu koltuğa benden önce 43 kişi oturmuş; benden sonra da kaç kişi oturacak, burası benim babamın değil. Hükumetin takdiri, geldik bu-raya oturduk; adam gibi görevimizi yapalım, vatandaşı mutlu edelim, onurumuzla çekip gidelim istedim. Çekip gittin mi rahat oluyorsun za-ten, ama “Ben burada kalmak için biraz çaba sarf edeyim” deyince herkesin kulu kölesi oluyorsun; ya-şadığından da yaptığın işten de zevk almıyorsun, almadıklarını dü-şünüyorum yani ben. Çok şükür Al-lah yardım etti, şansım yardım etti ve alnımın akıyla bitirdim.

37

Page 38: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Öncelikle en bilinmeyen yanları-nızla, eğitim hayatınızdan itiba-ren sizi tanıyabilir miyiz?

25 Mayıs 1970’de Rize merkezde doğdum. 7 kız 2 erkek 9 karde-şiz. Babam adliyede kâtipti ama genç yaşta (43 yaşında) vefat etti. Babamın eksikliği nedeniyle eği-tim hayatımız zor geçti diyebilirim. Liseyi bitirene kadar öğle tatillerin-de yemek yediğimi hatırlamam. Harçlığımız dahi olmamıştır. Boya-

cılık yaptım, simit sattım, kahvede lokantada çalıştım. Hayatımız ça-lışarak, mücadele ederek geçti. İlkokulu köyde okudum. Ortaokulu Rize merkezde okudum. Sonrasın-da abim kolay memur olayım diye ticaret lisesine gönderdi. Ben hala ticaret lisesine göndereceğine imam hatibe gönderseydin derim. O zaman ticaret liseleri muhase-be ve daktilo derslerinden dolayı memurlukta tercih edilme sebebi oluyordu. 80 öncesi ticaret lisesine

imtihanla öğrenci alıyorlardı çünkü yoğun bir talep vardı.

1987’de liseyi okul 1’incisi olarak bi-tirdim. Sonrada Hacettepe Kamu Yönetimi bölümünü kazandım ve Ankara’ya geldim. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi mezunuyum. Normalde bizim kay-makamlık hakkımız yoktu. Sadece İstanbul Siyasal ve Ankara Siyasal-dan mezun olanlar kaymakam olabiliyorlardı. Bense her zaman

“Yazıcıoğlu, mesleğimizin duayeniydi”

Karadeniz insanının o doğal enerjisini bilmeyen yoktur. Tabiri caiz ise nevi şahsına münhasır insanlardır onlar. Doğallıklarından, iyi niyetlerinden hiçbir şey kaybetmez-ler. Biz de dergimizin bu sayısında böyle bir isme, stajını Recep Yazıcıoğlu’nun yanında yapan, 15 Temmuz’da ilçesinde en önde yürüyen bir kaymakama konuk olduk. İşte en bilinmeyen yanlarıyla Altındağ Kaymakam’ı Erol Karaömeroğlu…

Erol KARAÖMEROĞLUAnkara Altındağ Kaymakamı

38

Page 39: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

kaymakam olmayı istiyordum. Bu devlet, millet sevdasından kaynak-lanıyor. Anadolu insanıyız. Millete hizmet etmek bizim için daha de-ğerli. Onun için de hep kaymakam olmayı hayal ettim. 91’e kadar bi-zim kaymakamlık hakkımız yoktu. Tam mezun olduğum sene 91 senesinin Haziran ayında bize bu hakkı verdiler. Kasım ayında yazılı sınav oldu ve ben bu sınavı kazan-dım. Sonra mülakatta kaybedince askere gittim. Askerliğimi bitirdiğim sene yeniden sınav açıldı. Bu sefer mülakatı kazandım. 1994 Temmuz ayında Erzincan Valimiz Rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun yanında kaymakam adayı olarak göreve başladım.

Gittiğiniz ilk günü hatırlıyor mu-sunuz?

Yazıcıoğlu gibi bir üstadın yanında çalışmanın heyecanını hepimiz yaşadık. O mesleğimizin duaye-niydi. Türkiye’de bürokrasinin halka yakın kapısını açan, halk tipi bürok-ratların önderi olan bir rol model-dir. 80 sonrası bürokrasinin değişi-

mini o sağladı. Biz de ilk gün öyle bir insanın yanına gitmekten hem büyük bir mutluluk duyduk hem de oldukça heyecanlandık. Kayma-kam adayları olarak bize bir oda tahsis edilmiş, bir araç ayarlan-mıştı. Yazıcıoğlu bizi odasına kabul etti. Çoğu kaymakam adayı vali-lerin çayını bile içmeden sürelerini tamamlamışlardır ama biz şanslı olanlardandık. 24 saat vali beyle beraberdik. Bizi odasında otur-tur ve izleyin derdi. Sorunları nasıl çözdüğünü, insanlara nasıl dav-randığını birebir görme şansımız oldu. Bize arabaya bindiğimiz an hiç teklifsiz yanıma sıkışın, benimle gelin derdi bizde hemen yanına sıkışırdık. 4 kaymakam adayı ikimiz koltuğun arkasında ki bagaj bölü-müne ikimiz yanına oturur valimi sı-kıştırırdık arabada. Nereye gitse biz de gittik ve teklifsizce… Erzincan’ın gezmediğimiz köyü kalmadı. Sa-bah 7’de çıkardık akşam 7’de dönerdik ilçelerden, köylerden… Onun için Erzincan’ın gezmediğim köyü kalmadı. Toprağı bol, mekânı cennet olsun. Mülki idarenin rol modellerinden biridir. Ondan çok

şey öğrendik. Millete büyük hiz-metler etmiş, mesleğimizin önder-lerinden biriydi.

Erzincan’da o dönemde 1 yılda 500 tane köye içme suyu götür-dük. Daha doğrusu vali bey götür-dü. O zamanlar her sene 10 tane köye içme suyu götürebilirdin. Va-lim hizmet satın almak yerine pa-rasıyla çimento, demir, boru alırdı ve vatandaşa; “malzeme benden işçilik senden ” derdi. 50 yılda ya-pılacak işi 1 yılda yapardı. Farklı bir idareciydi o. Çözüm odaklı çalışır-dı. O dönemde bütün valiler ban-kadaki paralarıyla övünürlerken Yazıcıoğlu’nun bankada hiç parası olmazdı. O parayı hizmete çevirir-di. O zaman ki mevzuata göre de sıkıntılar yaşardı çünkü mevzuat valimin arkasından gelirdi.

3 yıl kaymakam adaylığımız Erzincan’da geçti. O süre içerisin-de 6 ay İngiltere’ye dil eğitimine gittim. Müfettiş refikliğim oldu il-çelerde, vekâletlerimiz oldu. 1997 Temmuz’unda da Tokat Artova’ya atandım. Bugüne kadar 11-12

“Mevzuat valimin arkasından gelirdi”

39

Page 40: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

tane ilçeye gittim. Aralıkta çıkan kararnameyle de Altındağ Kay-makamlığına başladım ve devam ediyorum. Evliyim, 3 erkek çocuk babasıyım.

Gittiğiniz her yeri çok fazla be-nimseyen bir kaymakamsınız.

Bu galiba Karadenizliliğin verdiği bir şey. Ya da bu bizim meslek hastalığımız. Gittiğimiz yerlerde biz de müthiş bir ilçe aidiyeti olur. Kaymakam hastalığı derler buna. Gittiğimiz ilçeye müthiş bir aidiyet duyarız.

Gördüğüm kadarıyla bu sade-ce o an için geçerli değil. Daha önce kaymakamlığını yaptığınız Şereflikoçhisar halkı hala size geliyor.

Evet o ilçeden döndüğünüzde de bu devam ediyor. O ilçeyi sa-hiplenmeye devam ediyorsunuz. Ankara’da olmanın faydaların-dan biri de bu oluyor aslında. O

ilçenin işlerini takip etmeye de-vam edebiliyorsunuz. Altındağ Kaymakamlığına geldikten sonra katıldığım ilk il koordinasyon kurul toplantısında Şereflikoçhisar’daki bir sulama projesini Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğüne sordum. Bu not edildi ve takibe alındı. Valimiz de bu konuda hassasiyet gösterdi “bir sonraki toplantıda kaymakam beyin sorusuna yanıt verin” dedi. 2.Toplantıdan önce Vali yardım-cımız beni aradı ve Altındağ’ın sulama suyu projesi var mı? Diye sordu. Ben de o soruyu Koçhisar için sormuştum, dedim.

Meslekte en unutulmaz anınızı sorsak?

Unutamayacağım pek çok an var. Ancak 15 Temmuz hepimiz-de olduğu gibi benim de aklıma kazındı. Halkın bana olan sevgisi-ni de o gün bir kez daha görme şansım oldu. O gün tanklar Boğaz Köprüsü’nü kapattığında Koçhisar halkı benim evimin önünde tur at-

maya başlamış. Bir şey olursa he-men kaymakamımızı alıp güvenli bir yere götürürüz diye düşünmüş-ler. Beni yaylalarına kaçırmayı düşünmüşler. Bu oldukça özel bir andı.

Halk sizce neden sizi bu kadar çok seviyor?

Aslında herkesin yapması gereken ancak ne yazık ki yapmadığı şeyi yaptığım, insana hak ettiği değe-ri verdiğim için seviyorlar sanırım. Ben insanlara tepeden bakmı-yorum. Karadeniz halkı oldukça sıcakkanlıdır ve sosyal ilişkileri ol-dukça kuvvetlidir. Sanırım bu sevgi de bundan kaynaklanıyor, samimi-yetten.

Esnafla sık sık görüşüyor musunuz?

Tabii akşama kadar dolaşıyorum. Onlarla sohbet ediyor, ilçeyi geliş-tirmek adına neler yapabileceği-mizi konuşuyorum. Hiçbir zaman salon adamı olamadım. Ben halk

40

Page 41: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

adamıyım, saha insanıyım. İnsan-larla arama sınır koymuyorum. Onlara bakmayı, dokunmayı sevi-yorum.

Sizce nasıl bir idari amirsiniz? Si-zinle çalışmak kolay mı?

Hoşgörülü olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama Karadeniz gibi olduğum da doğrudur. Çabuk dalgalanır, çabuk durulurum.

Altındağ’ı sizden tanıyabilir mi-yiz? Nasıl bir ilçe? Ben buraya geleli 6 ay oldu. Ankara’da ne yazık ki olumsuz bir Altındağ algısı vardı. Gecekon-duların en yoğun olduğu, sosyal problemlerin yaşandığı bir ilçe olarak tanınırdı. Buraya geldikten sonra daha net bir şekilde gör-düm ki Belediye Başkanımız ade-ta bir kaymakam gibi çalışmış ve oldukça başarılı işlere imza atmış. Burada bir masal yaratmış, Altın-dağ masalı. Çinçin’de inanılmaz bir kentsel dönüşüm başlatmış ve şu anda yüzde 50 – 60’ını tamam-lamış. Büyükşehir Belediyesi ile or-taklaşa yapılan çalışmalar devam ediyor. 10 yıl sonra Altındağ kentsel

dönüşümünü tamamlamış bir il-çeye dönüşecek.

“Türkiye’nin başkenti Ankara’dır. Ankara’nın başkenti ise Altındağ’dır” derler. Bunun yeniden gerçek olması için Ulus’un da bu kentsel dönüşümle beraber o eski Ankara görüntüsüne kavuşturul-ması lazım. Eğlence sektörünün Ulustan çıkarılarak şehrin dışına taşınması lazım. Bu konuda çalış-malar var. Büyükşehrimiz bunu ta-mamladığında Ulus Ankara’nın en güvenli yeri olacak. 10 yıl içerisin-de bu projeler tamamlandığında Ulus’a Hacı Bayram Kültürü hâkim olacak. Bu Ankaralının beklediği ve arzuladığı bir istek. Eğlence sektörü taşındıktan sonra Çankırı cadde-siyle, İstanbul caddesi arasını yıkıp eski Meclisimiz ve koruma altında olan binalar hariç o bölge Hama-mönü gibi bir meydan olduğunda aileler vaktini Ulus’ta geçirmeye başlayacaklar yeniden. İnsanımız Hacı Bayram’da namazını kılar, sonra oradaki Ankara evlerinde dinlenirler. Böylelikle iç turizmde de bir hareket yaşanır. Ben böyle bir Ulus hayal ediyorum ve bu çok uzak değil. Ben 10 yıl içerisinde müthiş bir Altındağ doğacağına

inanıyorum. Belediye Başkanımız bir Altındağ masalı başlatmış bu masalın çok iyi sonuçlanacağına inanıyorum ve toplumdaki Altın-dağ, Ulus algısının da tamamen değişeceğine inanıyorum. Ben de görev yapacağım süre içerisinde bu Altındağ masalına, modern Türkiye’nin, modern Altındağ’ına kavuşmasında ne kadar katkıda bulunabilirsem kendimi o kadar mutlu hissedeceğim.

Altındağ sağlık alanında şanslı bir ilçe. Üniversite hastaneleri de dâhil hastanelerin yüzde 80’i bizim böl-gemizde. Bu sene içerisinde bir yılda 30’un üzerinde okulu hizme-te açacağız ve bir yıl içerisinde tekli eğitime geçmiş olacağız. Türkiye’de ilk tekli eğitime geçmiş illerden ve ilçelerden biri olacağız. Kentsel dönüşümün bizde başla-mış olmasının faydalarını görüyo-ruz. Pek çok ilçede okul yapacak yer bulunamazken biz hem okul yapılacak yerler buluyor hem de ilçe insanımızı büyük parklarla, ge-niş caddelerle buluşturabiliyoruz. Şimdi hükümet konağımızı da Ulus’a taşıyoruz. Bazı bölgelerden insanlar kaymakamlığa gelmek için 2 dolmuş yapmak zorunda

“Ulus’a, Hacı Bayram Kültürü hâkim olacak”

41

Page 42: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

kalıyorlar. Biz bunu dile getirdik. Vatandaşın kaymakamlıkla kolay erişimini sağlamak için Ulus’ta yeni hükümet konağı yapılmasını tek-lif ettik. Sayın Bakanımızın uygun görmesiyle Büyükşehir Belediye Başkanımız tarafından yer tahsisi yapıldı. Bu vesile ile Sayın Bakanı-mıza, Müsteşarımıza teşekkür ve şükranlarımı arz ediyorum.

Altındağ insanın yapısı nedir?

Altındağ, Çankırı, Çorum, Kırıkkale, Kırşehir, Aksaray, Konya illerinden gelen insanlardan oluşuyor. Daha çok Anadolu’dan göç alan bir ilçe. Anadolu ruhunun hakim oldu-ğu bir ilçe.

Çinçin bölgesi hala girilemeyen bölge mi?

Hayır, o günler eskide kaldı. Şimdi girilemeyen bir bölgemiz yok. Çin-çin bu kentsel dönüşümle beraber

müthiş bir değişime uğradı. Eskiden suç örgütlerinin olduğu, polisin gir-meye korktuğu bir mekândı. Kent-sel dönüşümle beraber bu konuda da müthiş başarılara imza atıldı. Ancak ne yazık ki henüz algıyı de-ğiştiremedik. Eskiden polis giremez-di şimdi her akşam orada asayiş uygulamaları yapıyoruz. Çinçin ef-sanesi bitmiştir. İnşallah 10 yıl sonra Çankaya gibi bir Altındağ görecek-siniz. Yakın bir gelecekte Altındağ’ı kimse tanıyamayacak. Büyükşehir Belediye Başkanımız sayın Melih Gökçek’in Ulus’a yönelik çok büyük projeleri var. O açıdan Altındağ’ın geleceğini çok iyi görüyorum. Altındağ’da ki mülteci durumu nedir? Ne kadar Suriyeli var?

Ankara’da 85 bin Suriyelimiz var. Bunun 50 bini Altındağ ilçemizde. Onlara yönelik eğitim, sağlık pro-jelerimiz var. Devletimizin her birimi kendi üzerine düşen görevi layıkıy-

la yapıyor. Her alanda yoğun ça-lışmalar yapıyoruz. Suça karışma oranlarını sorarsanız çok düşük düzeyde. Bu da hayatlarına do-kunabildiğimiz için bu kadar düş-tü. Biz dokunmazsak suç örgütleri dokunur.

5 okulumuzda mültecilere eğitim veriyorduk. Şimdi tüm okullarımıza kayıtlarını alıyoruz. Bütün okullarda onlara hizmet veriyoruz. Daha kolay kaynaşsınlar, okula gidebilsinler diye yoğun çalışmalar yapıyoruz. Kayıtsız öğrencileri tespit ediyoruz ve onla-rın kaydını yapıp okuryazar oranını yükseltmeye çalışıyoruz. Türkçe kursları, meslek kursları açıyoruz. Böylelikle kültürel ve sosyal açıdan entegre etmeye çalışıyoruz.

Genç bürokratlarımıza başarılı olabilmeleri için ne önerirsiniz? Bir konuda mutlaka uzmanlaşma-ları gerektiğini düşünüyorum. Bu

42

Page 43: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

da aslında öğrencilikte başlaması gereken bir süreç. Bizim uzmanlaş-mamız, ihtisaslaşmamız lazım. En azından bir tane yabancı dili çok iyi bilmeleri lazım. Türkiye müthiş bir değişikliğe uğradı. Bu yüzyılda bir bürokratın ayakta durabilmesi için kendini çok yetiştirmesi ve geliştir-mesi lazım. Üretken olması, proje yapabilmesi, farklı iletişim yöntem-leri geliştirebilmesi lazım. Hz. Ali (r.a) “Çocuklarınızı 50 yıl sonrasına göre hazırlayın” dermiş. Bizim de yap-mamız gereken bu. Bürokratlarımı-zın da geleceği öngörerek hareket etmeleri gerekiyor.

Bürokrat halka dokunabilmeli. Özellikle göreve yeni başlayan kaymakamlar için söylüyorum ilçe-lerindeki fakir aileleri, şehit ailelerini ve gazileri ziyaret etmeyi unutma-

sınlar. Onlar bu milletin en onurlu en saygıdeğer fertleridir. Onlara millet olarak şükran ve saygı duyu-yoruz.

Son olarak 15 Temmuz’u sorar-sak, o gün insanlar ne olduğunu anlamaya çalışırken siz çoktan meydana inmiş konuşma yapı-yordunuz. Neler yaşandı? Kork-madınız mı sahada olmaktan?

Biz korkamayız. Evet dediğiniz gibi pek çok insan suların durulmasını bekledi o gün ama ben ilçe hal-kının yanında olmak zorundaydım. Bizim görevimiz vatanını, devletini korumak. Bu insan olarak hepimi-zin yapması gereken şey. O hain karanlık gecede Koçhisar halkı benim evimin önünde dolaşma-ya başlamış, bana bir şey olmasın diye. Bense onlarla birlikte mey-dana indim. Hep beraber milli

iradeden, demokrasiden yana tavır koyduk. Bir kaymakam halka liderlik yapmalı. Onlar beni mey-danda gördükçe cesaretlendiler ben de onların inançlarını gördük-çe umutlandım. 15 Temmuz’un yıl dönümünde de Ulusta bizim ilçenin başındaydım. Milli Birlik ve Demokrasi Yürüyüşünde onlarla beraber yürüdüm. Bu ülke kolay kazanılmadı ve kolay teslim olmaz. Ülkemiz tarihinin en acımasız, hain, alçak fetö darbe girişimi 15 Tem-muz 2016 gecesi yaşanmıştır. Baş-komutanımız, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ ın feraseti, dik duruşu milletimizin ce-sareti ve kahramanlığıyla toprağın üzerinde şerefsiz yaşayacağıma toprağın altında şerefli yaşarım denilerek 2.Kurtuluş Savaşı destanı yazılmıştır. 15 Temmuz’da milletçe bir kez daha bu vatanın bölünme-yeceği dünyaya haykırılmıştır.

“Çinçin efsanesi bitmiştir”

Genel Yayın Yönetmenimiz Cansın Selin TEMANA, Altındağ Kaymakamı Erol KARAÖMEROĞLU

43

Page 44: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

LİDER, YÖNETİCİ VE YÖNETİMDE İNSAN İLİŞKİLERİ

Liderlik kavramı; İnsanlığın varo-luşuyla birlikte tarihin şafağından günümüze kadar her dönemde tartışma konusu olan, hep tartışı-lan, herkesin kendi doğrusunu ön-celeyerek süreci kendi bakış açı-sıyla ve duygularıyla besleyerek kendisini ifade etmeye ve kabul ettirmeye çalıştığı bir olgudur.

Lider ve liderlik olgusunun günü-müzde popüler bir kavram olması ve üzerine birçok şeyin söylenip yazılması onu yeni bir kavram şeklinde yansıtmakla birlikte lider-lik olgusunun insanlık tarihi kadar eski olduğu kabul edilmektedir. İlk çağlardan itibaren süreçle-re bakıldığında liderliğin etkin ve etkili bir şekilde işlerliğinin tespit edilebileceği görülecektir. Bir başka ifadeyle liderlik kavramının ebed-müddet bir anlayış olduğu da değerlendirilip bu şekilde ifa-de edilmektedir. Bazı düşünürlerin, idarecilerin akıllı kişiler olmalarının gerektiği, ya devlet adamlarının filozof, ya da filozofların devlet adamı olması gerektiğini savun-dukları dönemler olduğu bilin-mektedir. Süreç içerisinde düşün-ce ve fikirlerin hayata geçirilmesi anlamında liderlik eğitimi kavra-mına da rastlanmaktadır.

Liderlik kavramına bir tanımlama

yapmanın zor olmasının çeşitli nedenleri olmakla birlikte en bü-yük zorluk nasıl ve ne şekilde bir tanımlamanın yapılacağı ile ilgili-dir. Liderlik tanımının çoğu zaman liderlik ve yöneticilik gibi iki ana olgu üzerinde yoğunlaştırılarak şekillendirildiği görülmektedir. Bazı kurum ve kuruluşlar incelediğinde süreçlerin daha çok yönergeler ve kurallar üzerinden yürütüldüğü genelde yapılacakların belli ve sınırlı olduğu, bazı kurum ve ku-ruluşlar incelediğinde ise, ne ka-dar profesyonel olurlarsa olsunlar, projelerin ve süreçlerin daha çok bireylerin girişimi ile şekillenerek yürütülmektedir. Bunun doğal so-nucu olarak bazı kurum ve kuru-luşların süreçlerini kurallı ve yöne-tim temelli olarak, bazı kurum ve kuruluşların ise süreçlerini daha çok kişi temelli olarak yürütmeyi tercih ettikleri görülmektedir. Bu anlayış ve tercihin ülke yönetim-lerinde de görülmesi mümkündür.

Liderlik kavramının yöneticilik kav-ramından çok farklı bir kavram olduğu kabul edilen bir gerçektir. Liderlik konusunda literatürde çok fazla tanımın olması ve ortak bir tanımlamanın çıkamamasının nedeni kişi temelli anlayıştan kay-naklanmaktadır. Dünyadaki hiçbir insan birbirine benzemezken, iki liderin birbirinin aynı olması duru-mu da doğal olarak mümkün de-ğildir. Liderlik kişiye özgü bir süreç-

tir. Bu durumun “Lider Olunmaz, Lider Doğulur” tezi kadar da basit olmadığı da bir gerçektir. Liderlik kavramı iddialı bir olgudur ve he-men hemen herkes bu kavramı özünde hisseder. Bu duygunun bazıları için baskın, bazıları için çekinik olduğu, utanıp dışa vura-mayanlar olsa da, gerçek liderle-rin en nihayetinde bir platformda bu duygularını açığa çıkarttıkları görülmektedir. Bir başka ifadeyle ’’Lider cümle içerisinde özne ro-lünde olan ve eylemi ilk gerçek-leştiren kişidir.’’ Şeklinde tanımla-malar yapılarak ifade edilmekte olduğu da, görülmektedir.

Lider olarak kabul gören kişilerin hayatları boyunca öğrendikleri birçok unsurun bir araya gelme-siyle kendilerine bir model oluş-turdukları, genetik özellikleri ile bu modelin birleşmesi sonucunda da özgün bir lider profili, yani nevi şahsına münhasır bir lider profili or-taya çıktığı kabul edilmektedir. ’’Li-der kişi güdülerine karşı koyabilen kişidir ’’ tezinden hareketle liderler incelediğinde hayatlarının hiç de kolay olmadığı ve bu kişilerin zor-luklar içinde piştikleri görülecektir. Güdülerin insanı isyan etmeye ya da kolaya kaçmaya sevk ettiği kabul edilir. Liderler işte bu klasik güdüler başta olmak üzere hep-sine karşı koyabilen kişiler olarak ortaya çıkmayı başarabilen ki-şilerdir. Lider olarak kabul gören

TOPLUMSAL HAYATTA, ÖZEL VE KAMUSAL ALANDA İNSAN İLİŞKİLERİ (BEŞERİ MÜNASEBETLER)

İnsan ilişkilerİ

Adem SEZER Ankara Valiliği Protokol Müdürü

44

Page 45: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

kişinin iki temel özelliğinin olması, yani güvenilirlik özelliği ve İletişim yeteneğine sahip olması da ge-rekmektedir. Liderlerin kendilerine özgü birçok davranışı vardır. Bu davranışların birçoğunun bir ara-ya gelmesi liderleri özgün bir kişi haline getirmektedir. Davranışlar sonuçlarıyla anlam kazanmakta-dır. Davranışların yanında sonuç-larının da önemli olduğunu, hatta sonuçların belki daha önemli ol-duğunu da kabul etmekı gerek-mektedir.

Lider ve yönetici birbirine yakın gibi duran, hatta çoğunlukla bir-birinin ikamesi olarak da kullanı-lan aslında birbirlerinden oldukça farklı iki kavramdır. Bu kavramların flu görüntüsü çoğunlukla birbirle-rinden rol çalarak daha karmaşık bir hale gelir. Lider vasıflı birini iyi bir yönetici olarak, ya da yöneti-

cilik vasfı belirgin olan birini lider olarak tanımlamak yanlışlığına sık-lıkla düşüldüğü görülebilmektedir. Bu iki kavram eş anlamlı olmadığı gibi birbirinin ikamesi de değildir-ler. Lider iyi bir yönetici olmayabi-lir, olması da gerekmez. Fakat bir yöneticinin aynı zamanda liderlik vasıflarına sahip olması, etkili bir yönetim oluşturmasına önemli katkılar sağlayarak klasik yönetim anlayışının eksiklerini de gideril-mesine katkı sağlayacağı kabul edilmektedir.

Liderliği tanımlayan kavramlar; önderlik, etkileme, yenilik, deği-şim, dönüşüm, insan ilişkileri ve gönüllülük iken, yöneticilik ile ilgili sık kullanılan kavramlar ise, yetki, yürütme, otorite, kurallar ve sta-tüko olarak adlandırılabilir. Genel kabul gören bazı tespitlere göre lider ile yönetici arasında önemli

farklar olduğu ve bu farklılıklardan bazılarının kısaca aşağıdaki şekil-de ifade edilmekte olduğu görül-mektedir.

•Yönetici, bulunduğu alanı idare eder. Lider ise sizi yeni bir alana taşır.

•Yönetici, karmaşa ile uğraşır. Li-der, belirsizlikle uğraşır.

•Yönetici, karar verir. Lider, hü-küm verir.

•Yönetici işi doğru yapar. Lider, doğru işi yapar.

•Yöneticinin dikkat ettiği verimlilik-tir, Lider, etkin olmaya odaklanır.

•Yönetici neler olduğunu görür ve duyar. Lider, hiçbir ses olmadı-ğı zaman duyar, hiçbir ışık olma-

45

Page 46: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

dığı zaman görür.

Liderlik insanların davranışla-rını değiştirebilme yeteneği ve kapasitesi şeklinde de ta-nımlanmaktadır. Liderlik, iyi bir strateji uzmanı olmanın, cazip bir karizma ve iletişim becerisine, ve gerektiğin-de risk alabilecek kararlılığa sahip olmanın ötesinde in-sanları motive edebilmeyi ve yetkilendirebilmeyi de gerektiren bir olgudur. Lider-lerin, insanlarla ilişkilere özel bir önem vererek, onların yeteneklerine güvenerek gelişimlerine yardımcı ol-maları gerektiği değerlendi-rilmektedir.

Liderlerin önem vermeleri ve zaman ayırmaları gereken en önemli konuların başın-da insan ilişkilerinin olması ve insan ilişkileri konusunda-ki yetkinliklerini geliştirmeye özellikle önem vermelerinin iyi bir kazanım olacağı de-ğerlendirilmektedir. İnsan-ları motive edebilmenin en önemli araçlarından biri onların yeteneklerine güve-nildiğini hissettirebilmektir. İnsanlara başarabilecek-leri hedefler koymak, ve bu hedeflere ulaşıldığında

kendilerini kutlayarak daha yüksek hedefler koymak onların motivasyon dü-zeylerini arttıracak bir davranıştır. Herkese eşit davranmakla, adil davranmak arasında fark vardır. İnsanların, motivasyon düzey-leri, yetkinlikleri ve performansları farklı olduğuna göre on-ları yönlendirmek için de farklı dav-ranışlar ortaya koymak gerekir. İnsanlara bağ-lılığını gösteren liderler, onların da bağlılığı-nı kazana-caklardır ve daha çok kabul göre-ceklerdir.Birlikte ça-lışılan in-sanlar için ö n e m l i olan ko-nu la rda, o n l a r l a i l g i l e n -mek, on-ları zor z a m a n -l a r ı n d a

‘‘İnsanları motive edebilmenin en önemli araçların-dan biri onların yeteneklerine güvenildiğini hissettirebil-mektir’’

46

Page 47: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Liderliği tanımlayan kavramlar;

önderlik, etkileme,

yenilik, değişim,

dönüşüm, insan iliş-

kileri ve gönüllülük iken, yöne-

ticilik ile ilgili sık

kullanılan kavramlar ise, yetki, yürütme,

otorite, kurallar

ve statü-ko olarak adlandı-rılabilir.

yalnız bırakmamak, değişi-min gerektirdiği güçlükleri birlikte aşmada yardımcı olan itici bir güç olarak or-taya çıkacaktır. Liderlerin, birlikte çalıştıkları insanların performanslarının artmasına çalışırken, diğer taraftan ge-lişmelerine destek vererek onların başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olmaları gerekir.

İnsanları motive edebilme-nin sırrı, onları sevmekten geçtiği kabul edilmek-tedir. Ancak, sevginin bir zafiyet olmaması-na da dikkat edilmesi gerekir. Problemleri görmezden gelme eğilimi gösterme-den problemlerle yüzleşme ve onla-rı aşma cesaretini göstermek, iyi liderlik özellikle-rindendir. Çün-kü problemler onlardan ka-çılarak değil, onlarla ilgili ç ö z ü m l e r ü r e t i l e r e k aşılabilmek-tedir. Za-m a n ı n d a ele alın-m a y a n k ü ç ü k ko n u l a r, zamanla büyür ve çözümü de zor-l a ş t ı ğ ı gö rü le -cektir.

Lider veya yönetici konumun-daki kişilerin birlikte oldukları kişilerin performansların geliş-tirmesinin en etkili yöntemle-rinden birisinin de sürekli ola-rak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmak olduğu kabul görmüş ve bilinen bir gerçek-tir.. Öğretmek, öğrenmenin ve gelişmenin temeli olarak kabul edilmektedir. İnsanlar uygula-dıklarının çoğunu işi yaparken öğrenirler. İyi bir liderin iş yap-ma sürecinde birlikte çalıştıkları arkadaşlarına destek olarak onlara önderlik yapmaları ge-rekir. İnsanların hata yapmala-rına fırsat tanımak, onların öğ-renme sürecini desteklemek, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları yaratma gibi süreçler geliştirmek insanları etkileme sanatının araçları arasında olduğu kabul edilir. Bu yaklaşı-mın, kişilerin yaratıcılığını gelişti-receği görülecektir. Birlikte ça-lıştığı insanlara zaman yatırımı yapan, onların gelişmesi için samimi katkıda bulunan, insan ilişkilerine olumlu bir yaklaşım gösteren, zorluklardan kaçma-yan bir yaklaşım tüm liderlerin benimsemesi gereken bir yak-laşımdır.

Liderler, insanları sadece gün-lük performanslarıyla değil, aynı zamanda gelecekteki potansiyelleriyle de değerlen-direbilmelidir. İşlerini hem gün-lük performansı, hem de gele-cekteki potansiyeli geliştirmek gayesiyle yönetebilenler iyi bir yönetici ve iyi bir lider olarak kabul görecektir.

47

Page 48: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Hitler Almanya’sı döneminde, Almanya’nın hayali “Alman Bir Av-rupa” idi. Hitler döneminden sonra, Türk iş gücünün tartışılmaz katkıla-rıyla “Avrupalı Bir Almanya” hatta ‘’Çok Kültürlü Bir Almanya’’ hayal-leri kuruldu. Sonrasında Avrupa Birliği çerçevesinde ezeli düşman Fransa ile el ele vererek, ABD’nin güdümünden günden güne kur-tulan; “Alman Ekonomik Mucizesi’’ ile ekonomik ve askeri bakımdan Avrupa’nın hâkim gücü haline gel-miş bir Almanya görüyoruz. Alman-ya bu ekonomik güce ulaşılmasın-da, Avrupa için vazgeçilmez bir pazar olan Yakın ve Ortadoğu’ya ulaşabilmek için Türkiye’yi; Avrupa’yı Küçük Asya olarak nitelendirilen Anadolu’ya, (Ön Asya olarak ta-nımlanan) petrol zengini Arap coğ-rafyasına, Kafkasya’ya bağlayan bir köprü olarak kullanmış. Alman-ya, en büyük kârı da Türkiye ile olan ekonomik ilişkileri üzerinden elde etmiştir. Kısacası Almanya, ABD ve Çin, Türkiye dalına binerek bu coğ-rafyada ekonomik ve kültürel bir yayılmayı başarmıştır. Avrupa’da barış ve güvenlik politikalarının sür-dürülmesinde NATO partneri Türkiye (güçlü ordusuyla), Almanya için vazgeçilmezdir. DAEŞ (IŞİD) ile etkili bir mücadele veren Türkiye, Avru-

palıların güvenliğini tehdit eden teröristlerin Avrupa’ya geçişini ön-leyerek; evrensel barışçıl değerler adına göğsünü siper etmektedir. Bununla da yetinmeyen Türkiye, dünya ekonomisine hükmeden Av-rupalı devletin cesaret edemediği şekilde, (Avrupa’ya gitmek isteyen ancak Avrupalıların çok kültürlü ya-şam söylemleriyle çelişkili şekilde, Avrupa toplumu için tehdit olarak gördükleri) 4,5 milyon Suriyeli göç-meni misafir etmiş. Türkiye, Suriyeli göçmenlerin barınma, beslenme ve sağlık giderleri için 25 milyar ABD dolar tutarında harcamayı tek başına yapmıştır. Türkiye ayrıca yaptığı ve paylaştığı istihbarat fa-aliyetleri ile uyuşturucu kartellerinin Avrupa’ya sevkiyatını önleyerek, Avrupa’nın sosyal ve sağlık güven-liğine hayati bir katkı sunmaktadır. Türkiye, Alman firmalarının endüstri-yel üretimlerinde ana motor görevi görmekte; Türkiye’deki temsilcile-ri veya partnerleri sayesinde her yıl 5 ile 6,5 milyar dolar arasında sosyoekonomik refahı için Alman ekonomisine katkı sunmaktadırlar. Hiç şüphesiz yine insani köprü-nün vazgeçilmez ögeleri olarak nitelendirilebilecek Türkiye, kaliteli ve ucuz turizm imkânlarıyla dar bütçeli Almanlara da hizmet ver-

mekte; alternatifsiz bir turizm ülkesi olarak yerini korumaktadır. Alman hükümetinin Türkiye’nin Alman tu-ristler için güvenli olmadığına dair açıklamalarının yer aldığı GMX gibi Alman haber sitelerinde, 20 Temmuz 2017 itibariyle, (Türkiye karşıtı propaganda mahiyetinde) Alman halkına “Federal Hükümet Türkiye’ye Seyahat Uyarısını Sert-leştirdi” başlığıyla, “Güncel olarak Türkiye’de hala tatil yapmak istiyor musunuz?” sorusu yöneltilerek bir an-ket düzenlenmiştir. Seçenek olarak;

A) Elbette, orada kendimi hala gü-vende hissediyorum.

B) Hayır, benim için oldukça tehlikeli.

C) Şimdi bunu iki kez düşünmeli-yim, şıkları sunulmuştur.

Onlarca yıldır PKK terörüne karşı binlerce şehit veren, güncel ola-rak hem PKK, hem FETÖ hem de DAEŞ’e karşı mücadelesinde yüz-lerce şehit vermiş ve milyarlarca € harcama yapmış Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve Türk milletinin ca-nına kasteden teröre karşı hassasi-yetlerini anlamayarak PKK ve FETÖ terör örgütü mensuplarını hima-ye eden Almanya’nın; Türkiye’de

ALMANYA,BİNDİĞİN DALI KESME!ET TIRNAKTAN AYRILMAZ...

Hakan GÖKPINARBartın Üniversitesi Öğretim

Üyesi/Tarihçi

48

Page 49: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

yaşayan 80 milyon insanın can ve mal güvenliğini düşünmeyip sadece Türkiye’ye kısa süreliğine tatil için gelecek olan veya Türki-ye’deki yaşamı uzaktan–yakından dahi bilmeyen Alman vatandaşları için Türkiye’nin güvenliğini Alman kamuoyunda tartışmaya açması abesle iştigaldir, kin ve nefreti kö-rüklemektir. Yukarıda zikrettiğimiz üzere, Almanya başta olmak üze-re Avrupa’nın can ve mal güven-liğine askeri ve istihbari bakımdan vazgeçilmez katkılar sunan Türkiye, Almanya’nın himaye ettiği terör örgütleri PKK ve FETÖ’ye karşı ken-di 80 milyon vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlamakla da yükümlüdür. Almanya’nın Bavyera Eyalet Parlamentosu, Türkiye’ye va-tandaşlık veya gönül bağı ile bağlı olan insanlara yönelik olduğu şüp-he götürmeyen ve ne “AB’nin de-mokratik hukuk devleti” değerleriyle ne de evrensel değerlerle bağdaş-mayan Nazi kovuşturma metodla-rını anımsatan “aşırı demokratik (!)’’ ve “özgürlükçü (!)’’ müteakip “Güvenlik Kanunu”nu, zikredilen anketin yapılmaya başlandığı 20 Temmuz 2017 günü çıkarmıştır. 20 Temmuz’a kadar geçerli gü-venlik kanununda, tehlike arz ettiği düşünülen şüpheli kişiler 14 güne kadar gözaltında tutulabiliyordu; 20 Temmuz 2017’de kabul edilen kanunla, tehlike arz ettiği düşünü-len şüpheli kişiler en az 3 ay olmak kaydıyla süresiz şekilde gözaltında tutulabilecekler. Bu süre, en az 3 ay olmak kaydıyla her duruşmada uzatılarak süresiz hale getirilecek veya sonlandırılabilecek. Ağustos 2017 tarihi itibariyle, herhangi bir suça karışmamış da olsa bir kişi tehlikeli veya şüpheli olduğu ka-naatiyle gözaltına alınabilecek. Buna ek olarak elektronik kelepçe uygulaması da yürürlüğe girecek ve tüm bunlar için bir suç işlemiş olmanız dahi gerekmeyecek… Almanya, bu suretle “Avrupalı Al-manya’’ olmaktan çıkıp, “Alman Avrupa’’ sürecine yeniden girebilir.Bir kişiyi potansiyel suçlu-terörist

olarak görerek, Türkiye ile arasında “İnsani Köprü’’ niteliğindeki Alman-Türk Toplumu’nu tedirgin eden ve Türklerin Alman toplumuna bütün yönleriyle entegrasyonunu balta-layan bu uygulama, Almanya’nın tamamında barış ve huzura Alman

eliyle sıkılmış bir kurşun; Türk–Alman insani köprüsünü yıkma teşebbüsü-dür. Ne İran ne de Ürdün, Almanya için asla Türkiye’ye alternatif ülkeler olamazlar. Türkiye’nin teröre karşı hassasiyetlerine olumsuz cevap veren Almanya; siyasal, ekonomik ve kültürel bakımdan ABD, İngiltere, Çin ve Rusya ile yarıştığı coğrafya-da bindiği en köklü ağacın dallarını maalesef bizzat kesmektedir. 1918 Versay Barış Antlaşması’nın zincir-lerinden kurtulmak için, Atatürk’ün önderliğinde verilen Sevr Barış

Antlaşmasını paramparça eden, Türk Kurtuluş Zaferi’ni ve Lozan Ba-rış Antlaşması’nı model alan We-imar Cumhuriyeti Almanya’sını ve II. Dünya Savaşı’ndan yıkılarak çıkan Hitler Almanya’sından sonra Almanya’yı yeniden inşaa eden

Türklerin katkıları unutulmamalıdır. Türk–Alman ilişkileri siyasal, ekono-mik ve kültürel açılardan bakıldı-ğında eşi ve benzeri olmayan bir bütünlük arz eder. Türkler ve Alman-lar, “Et ve Tırnak’’ gibidir: “Et Tırnak-tan Ayrılmaz!’’. Türk-Alman Dostluk Yolu’nda güncel olarak birçok engel olsa da, “Önünüze engel olarak dikili taşlardan da bir sanat eseri yaratabilirsiniz – Johann Wolf-gang von Göthe [Man kann aus den auf dem Weg liegenden Ste-inen auch ein Kunstwerk bauen]’’

Almanya, “Avrupalı Almanya’’olmaktan çıkıp, ‘’Alman Avrupa’’ sürecine yeniden girebilir

49

Page 50: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

ERMENİ MESELESİ’ NDE ALMAN REFERANSI PAPAZ JOHANNES LEPSIUS:SAHTEKAR MI, AZİZ Mİ? -3-

Alman Diplomatik Belgelerinde Tahrifat

Almanlar tarihi belgeler üzerinde sahtekârlık yapmayı bir gelenek haline getirmişlerdi. Almanya’ da yıllarca bir kenara itilmiş fakat ulus-lararası arenada “Protestan - Hıristi-yanlık Âlemi’nin Ruhani Lideri’’ gibi bir saygınlık kazanmış Johannes Lepsius Hollanda’dan Almanya’ ya dönüşünden sonra, Alman Dışişleri Bakanlığı yetkilileri –Zimmermann, Solf ve Göppert başta olmak üze-re- kendisiyle diyaloğa geçtiler. İttihat ve Terakki’nin Ermeniler’in zo-runlu göçe tabi tutulması kararında aktif rol oynayan Almanlar bu teh-ciri bir katliammış gibi yansıtmaya çalışan Avrupa kamuoyunun bas-kısından ve doğacak tarihi sorum-luluktan kurtulmak için Johannes Lepsius’un çok yönlü yeteneklerin-den yararlanmak istediler. 1918’de Lepsius, Berlin’deki Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından, Almanya’nın Anadolu’daki diplomatik temsilci-liklerinin belgelerini ve yazışmalarını kullanmak suretiyle Almanya’nın 1915 olaylarına ilişkin ortak bir me-suliyetinin olmadığını ispatlamakla görevlendirilmiştir. 1919’da yayın-lanan bu eser kısa bir süre sonra,

1986’da yeni basımı yayınlanınca-ya unutulmaya yüz tutmuştur.

Lepsius, Alman Dışişleri Bakanlığın-daki diplomatik belgeleri bünye-sinde toplayan söz konusu eserini hazırlama gerekçesini iki sebeple açıklamaktadır:

1. Şimdiye kadar Ermeni meselesi ile alakalı olarak görmemiş olduğu, Alman Büyükelçi ve konsolosluk ra-porlarını değerlendirmek.

2. Alman diplomasisinin, Türkiye’ deki Ermeni olayları ile ilgili tavrı hakkında bir kanaate varmak.

Lepsius’un bu eseri nasıl hazırladığı-nı kendi ağzından dinleyelim: “...Belgelere hızla göz gezdirdikten sonra, bunları teker teker değerlen-dirmenin, Almanya’nın Türkiye’ deki olaylar hakkındaki tutumunu orta-ya koymada yetersiz kalacağı ve bunun için de daha geniş bir ça-lışmaya ihtiyaç olduğu kanaatine vardım. Aynı gün Alman Dışişleri Ba-kanlığı Müsteşarı Solf, Almanya’nın Ermeni meselesinde Türkiye’ ye kar-şı olan tutumunu belgelere daya-narak ortaya koyduğum takdirde, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın Ermeni-

lerle ilgili yayınlamayı düşündükleri bir beyaz kitabı yayınlamaktan vaz-geçeceğini bana bildirdi. Bu teklifi üç şarta bağlı olarak kabul ettim:

1.Bana Dışişleri Bakanlığı ve Büyü-kelçilik belgelerinin tamamını gör-me izin verilmeli.

2. Yayınlanacak olan belgeleri seçme hakkı yalnızca benim takdi-rime bırakılmalı.

3. Eserin dağıtım işini, Dışişleri Ba-kanlığı değil, benim belirleyece-ğim bir yayınevi üstlenmeli.

Alman Dışişleri Bakanlığı Lepsius’un şartlarını aynen kabul eder ve ça-lışma bitene kadar da bu şartlara bağlı kalır. Johannes Lepsius’un “Al-manya ve Ermenistan 1914-1918 – Diplomatik Belgeler Koleksiyonu’’ adı altında Almanya’nın Ermeni meselesindeki tavrını bütün bel-geleri yayınlamak suretiyle değil de sadece kendi seçtiği ve büyük ölçüde tahrif ettiği, orijinal metin-lerden bazılarını kesip bazı orijinal metinlere de eklemeler yaptığı ve hatta kitabın giriş bölümünde kendi verdiği rakamlarla kitabın belgeler kısmındaki belgelerde ve-

JOHANNES LEPSİUS VE DİPLOMATİK BELGE TAHRİFATI

50

Page 51: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

rilen rakamların tutarsız olduğu bir eser yayınlamıştır. Yaklaşık altı aylık bir çalışmadan sonra ‘’Almanya ve Ermenistan 1914-1918’’ isim-li seçme toplam 444 belgeden oluşan çalışmasını yayınlamıştır ve bu çalışma soykırım tezine ilişkin olarak Alman kaleminden çıkmış ve Alman kaynaklarına dayanan bir temel element niteliğindedir. Bu eser günümüzde sözde Ermeni soykırımı acitasyonunu Avrupa’da yayan Avusturyalı yazar Franz Wer-fel’ in 1933’ te ‘’Musa Dağı’nın 40 Günü’’ isimli romanına esin kaynağı olmuştur

Lepsius, Johannes: Almanya Ve Ermenistan 1914 – 1918 Diploma-tik Belge Koleksiyonu, Tempel Ver-lag, Potsdam, 1919

Bu eser aynı zamanda 2005’ te Alman Federal Parlamentosu’nun kararında, karara dayanak olan en önemli referans belgeler olarak gösterilmektedir. İsviçre, Fransa Al-man Parlamentoları başta olmak üzere ‘’Soykırım’’ iddiasında bulu-

nan ülkelerin dayanağı olan bu belgelerin Johannes Lepius versi-yonlarını ve bir de orijinallerini mer-cek altına alalım: Johannes Lepsi-us’ un ‘’Ustalık Dönemi Sahtekârlık Eseri’’ olarak nitelendirebileceğimiz eserlerinin en çarpıcı örneklerinden öncelikle Alman Dışişleri Bakanlığı arşivindeki belgede mevcut olup

Lepsius’un eserinde yer almayan cümleleri ele alalım:

Türkiye’nin Karadeniz kıyısında olan Samsun’daki Alman Konsolos Vekili’nin Telgrafı’ nın Lepsius versi-yonu müteakip şekildedir:

“(İmparatorluk Konsolosluğu Samsun)’’

Özgönül, s. 28, 29

51

Page 52: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Telg-raf

27 Temmuz 1915, Samsun

Alman Büyükelçiliği’ ne İs-tanbul

Hükümet yer meselesinin düzen-lenmesi için de beş günlük mühlet vererek tüm Ermeni halkın Mezo-potamya’ ya çıkarılmaları kararını aldı.

Kuckhoff “ Hâlbuki Kuckhoff’ un Telgrafı’ nın Alman Dışişleri Bakanlığı belgelerin-deki orijinal hali tam metin olarak şu şekildedir:

[…] Ermeniler’ in Anadolu’daki bazı şehirleri yok etme ve içindeki Müs-lüman nüfusu katletme gibi genel komploları ve ihanetleri nedeniyle hükümet, yer meselesinin düzen-lenmesi için (de) beş günlük müh-let vererek tüm Ermeni halkın Mezo-potamya’ ya çıkarılmaları kararını

aldı. Bura-

da ve içe r idek i

E r m e n i l e r -de Alman refe-

ransı önemli ölçüde noksan olduğu için garanti

altına alınmalarına dair adımla-rın atılmasını dilerim.[...] Hüküme-tin tedbir kuralları tam anlamıyla uygulandığı takdirde bütün kıyı kentlerinin [Ermeni] komplocularla bağlantılı olan düşmanlarımız tara-fından tahrip edilmesi beklenebilir. […]”

Benzer bir örnek 9 Temmuz 1915 tarihli Trabzon’ daki Alman kon-solosluğunun Dr. Hergfeld imzalı orijinal belgenin ikinci sayfasında, Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki Hıristiyanların bu savaşta itilaf dev-letleri ve özellikle Rusya tarafını tut-tuklarını belirten

“...Türklerin Hıristiyanlara karşı is-patlanmış önyargısız davranışları Hıristiyanlarca istismar edildi....’’ anlamına gelen ‘’[...] Die Christen

haben die Ihnen von den Türken bewiesene vorurteilslose Behand-lung schlecht gelohnt [...]

Cümlesi Lepius tarafından hiçbir açıklama yapma gereksinimi duymaksızın, Hıristiyan Ermeni azınlığın olumsuz davranışları-nı ört bas etmek uğruna kendi eserinde sansürlenmiştir.

Trabzon’ daki Alman Konsolosluğu -Dr. Bergfeld İmzalı Orijinal Arşiv Bel-gesi

Ek 1a-Sayfa 2 Orijinal BelgeLepisus Versiyonu: Sayfa 99- Belge 109

I. Dünya Savaşı’ nda 2. Ağus-tos 1914’ ten itibaren Osmanlı imparatorluğu’nun resmi müttefiki olan ve 29 Ekim 1914 tarihi itiba-

52

Page 53: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

riyle de Harbiye Nezareti dâhil he-men hemen bütün cephelerde Askeri Misyonları ordu komutanlığı yapmış, İstanbul’daki Alman Bü-yükelçiliği haricinde Samsun ve Trabzon’dan Halep’e Erzurum’dan İzmir’e kadar Anadolu’nun birçok yerinde Konsolosları olan Alman imparatorluğu’nun” tehcir olayını başka kaynaklardan duyduğu’’nu belirten Federal Almanya’nın 2005 tarihli Parlamento açıklaması ger-çeklerden uzak, alaycı ve sami-miyetten uzaktır. Almanya’nın bu dönemde Anadolu’ da kaç dip-lomatik temsilciliğinin olduğunu ve bu Alman diplomatların yazdıkla-rı telgraflarda tehcir olayını nasıl anlattıklarını öğrenebilmeleri için bizzat Türk-Ermeni ve Alman dost-luğuna referans gösterdikleri ve övgüyle bahsettikleri bir sahtekârlık eseri olduğunu burada gözler

önüne serdiğimiz, hemen hemen konuyla ilgilenen bütün tarihçilerin haberdar olduğu Johannes Lep-sius’ un ‘’Alman Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Belgeler Koleksiyonu 191-1918’’ eserini çok istiyorlarsa öncelikle kendilerinin okumalarını tavsiye ediyorum. Bununla birlik-te, bir Tarihçi olarak Tarih meto-dolojisiyle bağdaşmayan şekilde Almanya’yı ve Ermeniler’i Hıristiyan âleminde aklamak adına bir dev-letin en mahrem bilgilerini tahrif edilerek dünya kamuoyuna sunul-ması Tarih Bilincinin Suistimalidir. 1895 / 96 yılları itibariyle Ermeni meselesini yazdığı bütün yazılar ve eserlerde bir Hristiyan – Müslüman çatışması, Müslümanlar’ın Hıristi-yanlara Katiyamı olarak saptıran ve son olarak da Alman Dışişleri Bakanlığı’nın belgelerini yine Al-man Dışişleri Bakanlığı yardımıyla

tahrif etmek ve manipüle etmek suretiyle ‘’Diplomatik Belgeler Ko-leksiyonu’’ eserini yayınlayarak sahtekârlığını taçlandıran Johan-nes Lepsius’ un bu eseri Türk-Ermeni dostluğuna değil, ancak ve ancak Ermeni – Alman dostluğuna katkı sağlar. Netice itibariyle günümüz Alman Parlamentosu’nun 1915 Ermeni olaylarını ‘’Katliam-Soykı-rım’’ olarak kabul nitelendirmesine dayanak teşkil eden, Almanya’nın önceleri ‘’fanatik’’ olarak nitelen-dirdiği günümüzde ‘’Aziz’’ olarak yücelttiği Johannes Lepsius tarafın-dan manipüle edilen Alman Dışiş-leri Bakanları sahte birer belge olup Alman Parlametosu kararı hukuken ve tarih bilimsel olarak hükümsüz-dür. Johannes Lepsius’un çağdaşı Alman Hans Barth’ın çağrısına uya-lım: “Tük, Savun Kendini!”

53

Page 54: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Kodlama ve Kodlama Eğitimi

soru = raw_input(‘Lütfen bir kodlama türü giriniz: ‘)lst = [‘C++‘,’RUBY’,’PYTHON’,’PHP’,’HTML’,’CSS’,’ASP’ ]

class MyClass:if soru == cevap def i in cevap([lst]): print iif soru != cevap print “Doğru Cevap Değil“else: print “Doğru Cevap“

cevap()

Nazmi AVCISeyitgazi İlçe Mİlli Eğitim Müdürü

54

Page 55: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Kodlama ya da programlama, problemleri çözmek, insan –bilgi-sayar etkileşimini sağlamak ve be-lirli bir görevi bilgisayarlar tarafından gerçekleştirmek için çeşitli komut setleri ile yapılan uygulama ve ge-liştirme sürecidir. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üye-si Doç. Dr. Selçuk Özdemir’e göre, kodlama bilen bir kişi bilgisayarları, bilgisayarlı makineleri programla-yarak onlara istediği işleri yaptıra-bilir, bu cihazlara yeni özellikler, gö-revler ekleyebilir.

Kodlama Neden Önemli

Değişen üretim şekillerine ayak uy-durmak ve üreten dünyanın aktif bir üyesi olmak için kodlama dilini bilmek vazgeçilmez bir unsur. Dün-yanın önde gelen endüstrileşmiş ülkelerinin eğitim müfredatlarını değiştirerek karşılamaya ciddi bir şekilde hazırlandıkları “yeni sanayi devrimi” Endüstri 4.0’da yer alabil-mek için en temel becerilerden biri kodlama olarak öne çıkıyor. Kodla-ma becerilerini erken yaşta edinen bireyler, gelecekte üretim şekilleri

başta olmak üzere hayatın her ala-nında kendini hissettirecek Endüstri 4.0’a hazır olarak yetişiyorlar.

Bilgisayar okuryazarlığı ve akıcılığı günümüzde kesin olarak gerekli görülse de, öğrencilerin bilgisayar alanında var olan potansiyellerini gerçekleştirmeleri için yeterli görül-memektedir. Bu yüzden bilgisayar tekniklerini ve uygulamalarını kulla-narak bir meslek alanında, sanatta, beşeri bilimlerde veya sosyal bilim-lerde yaşanan sorunlara çözümler üretebilecekleri, yeni fikirler geliştire-bilecekleri becerilere ihtiyaç duyul-maktadır (Settleve Perkovic, 2010).

Kodlama Eğitiminin Sağladığı Fay-dalar

Kodlama ile uğraşan çocukların düşünme yapıları olumlu yönde değişmektedir. Çocuklar hayalle-rinde canlandırdığı objeleri hare-ketlendirmek için değişik şekillerde düşünmek zorundalar. Kodlama yaparken birçok değişik uyaran ve çevresel koşulları düşünerek çok boyutlu düşünme yetisi kazanmak-

tadırlar. Sonuçlara farklı boyutlar-la düşünerek farklı çözüm yolları üretmelerini ve sorunlarını kolaylıkla çözmelerini sağlayacaktır.

“ Bence bu ülkede herkes bilgisa-yar programlamayı öğrenmeli. Bir bilgisayar dili öğrenmeli. Çünkü bu, insana nasıl düşüneceğini öğreti-yor. Ben bilgisayar bilimini bir sosyal bilim olarak görüyorum. Bu herkesin öğrendiği bir şey olmalı. ” Steve Jobs

Kaynakça:

1. Yeni Bir 21. Yüzyıl Becerisi Olarak Kodlama Eğitimi – Zehra SAYIN, S.Sadi SEFEROĞLU

2.https://www.understood.org/en/learning-attention-issues/child-learning-disabilities/reading-issues/decoding-what-it-is-and-how-it-works

3.http://blog.classloom.com/tr/cocuklar-icin-kodlama-egitimi-ne-den-onemli/

<!DOCTYPE html><html><head><style>body {background-color: dark;}h1 {color: green;}p {color: geen;}</style></head><body>

<h1>Kodlama ve Kodlama Eğitimi</h1><p>Nazmi Avcı</p>

</body></html>

55

Page 56: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

YENİ KABİNEAnayasa değişikliğinin ardından gündeme gelen kabine revizyonu gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım arasında yapılan sürpriz görüşmeden kabine revizyonu çıktı. Yapılan revizyonla 11 bakanlıkta değişime gidildi. Kabineye 6 yeni isim girerken

5 bakanın görev yeri değişti. 15 bakan yerini korurken, 5 Başbakan yardımcısından görevine devam eden tek isim ise Mehmet Şimşek oldu. İşte yeni kabine;

Başbakan Yardımcısı: Bekir Bozdağ

Başbakan Yardımcısı: Fikri Işık

Başbakan Yardımcısı: Mehmet Şimşek

Eski Adalet Bakanı Boz-dağ, 1 Nisan 1965’te Yozgat Akdağmadeni’nde doğdu. Baba adı Mehmet Duran, anne adı Nuriye’dir. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Selçuk Üni-versitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dinler Ta-rihi Anabilim Dalında tamamla-dı. Serbest avukat olarak çalıştı.

22, 23 ve 24. Dönemde Yozgat Milletvekili seçildi. 22. Dönemde Adalet Komisyonu Üyeliği, 23. Dönemde AK Parti Grup Baş-kanvekilliği yaptı. 61. Hükümette Başbakan Yardımcılığı, 61, 62 ve 64. Hükümette Adalet Bakanlığı görevini üstlendi. AK Parti MKYK Üyesi’dir. Orta düzeyde İngilizce ve Arapça bilen Bozdağ, evli ve 3 çocuk babasıdır.

Eski Milli Savunma Bakanı olan Işık, 13 Eylül 1965’te Gümüşhane Ba-bacan köyünde doğdu. Baba adı Tevfik, anne adı Mecbure’dir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fa-kültesi Matematik Öğretmenliği Bölümünü bitirdi. AK Parti Kocaeli Kurucu İl Yönetim Kurulu Üyeliği ve AR-GE’den Sorumlu İl Başkan Yardımcılığı, AK Parti Kocaeli İl Baş-kanlığı görevlerinde bulundu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlar Birliği Vakfı, Hereke Eğitim ve Kültür Yardımlaşma Derneği, Kızılay, Yeşi-lay, Ay Işığı Yetim ve Öksüz Çocuk-

lar Yardımlaşma Derneği ile Koca-eli Gümüşhaneliler Vakfı Üyesidir.

23 ve 24. Dönemde Kocaeli Mil-letvekili seçildi. AK Parti Genel Mer-kez Teşkilat Başkanlığında Bölge Koordinatörü ve Teşkilat Başkan Yardımcısı görevlerini yürüttü. Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Ko-misyonu Başkanlığı yaptı. 61, 62, 63, 64 ve 65. Hükümette Bilim, Sa-nayi ve Teknoloji Bakanı olarak gö-rev aldı. İyi düzeyde İngilizce, orta düzeyde Arapça bilen Işık, evli ve 4 çocuk babasıdır.

1 Ocak 1967’de Batman’da doğdu. Baba adı Hasan, anne adı Mehdiye’dir. Ankara Üniversi-tesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını İngiltere’de University of Exeter’de tamamladı. Ankara, İstanbul, New York ve Londra’da uluslarara-sı kuruluşlarda ekonomist, stratejist ve yönetici olarak çalıştı. “Emer-ging Markets” dergisi tarafından 2013 yılında “Yükselen Avrupa’da

Yılın Maliye Bakanı” seçildi, aynı yıl “Foreign Policy” dergisi tarafından da dünyanın en etkili 500 kişisin-den biri olarak gösterildi. 23. Dö-nemde Gaziantep, 24. Dönem-de Batman Milletvekili seçildi. 60. Hükümette Devlet Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı, 61 ve 62. Hükü-metlerde Maliye Bakanlığı görev-lerinde bulundu. Çok iyi düzeyde İngilizce bilen Şimşek, evli ve 3 çocuk babasıdır.

56

Page 57: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Başbakan Yardımcısı: Hakan Çavuşoğlu

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Fatma Betül Sayan Kaya

Başbakan Yardımcısı: Recep Akdağ

Adalet Bakanı: Abdülhamit Gül

26 Şubat 1972’de Yunanistan Gümülcine’de doğdu. Baba adı Hasan, anne adı Gülsüm’dür. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte-sini bitirdi. Batı Trakya Türkleri Da-yanışma Derneği Bursa Şubesi Başkan Yardımcılığı ve Başkanlığı görevlerinde bulundu. 24. Dö-nemde Bursa Milletvekili seçildi. Adalet Komisyonu Üyeliği ve Tür-kiye-Bosna Hersek Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanlığı görevlerinde bulundu. İyi düzey-de Yunanca, orta düzeyde İngi-lizce ve Arapça bilen Çavuşoğ-lu, evli ve 2 çocuk babasıdır.

31 Ocak 1981’de İstanbul’da doğdu. Baba adı Ramazan, anne adı Hatice’dir. Elektrik-Elektronik Mühendisi, Tıp Doktoru; Cerrah-paşa Tıp Fakültesini bitirdi. Bilkent Üniversitesi Elektrik Elektronik Mü-hendisliği Bölümünden şeref de-recesi ile mezun oldu. New York Üniversitesinde meme kanserinin termal görüntülenmesi konusun-da master çalışması yaptı. AK Parti İstanbul İl Dış İlişkiler Başkan Yardımcılığı, AK Parti İstanbul İl Ta-

nıtım Medya Başkanlığı görevle-rinde bulundu. AK Parti 5. Olağan Kongresiyle Merkez Karar Yönetim Kurulu Üyesi seçildi. 13 Eylül 2015 tarihinde AR-GE’den Sorumlu Ge-nel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. 25 Kasım 2015 tarihli MYK değişikliği itibariyle AK Parti Dış İliş-kilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekte-dir. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Almanca bilen Sayan Kaya, evli ve 2 çocuk annesidir.

Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 8 Mayıs 1960’ta Erzurum’da doğ-du. Baba adı Yahya, anne adı Zekiye’dir. Erzurum Atatürk Üniversi-tesi Tıp Fakültesini bitirdi. Aynı fakül-tede Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman oldu. Londra’da kan hastalıkları üzerine çalıştı. Ata-türk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştır-ma Hastanesinde Başhekim Yar-dımcılığı, Satın alma Komisyonu Başkanlığı ve Tıp Dergisi Editör Yar-dımcılığı; Biyoteknoloji Uygulama

ve Araştırma Merkezinde Müdür Yardımcılığı, AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Ço-cuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında Öğretim Üyesi olarak ders verdi. 100’ün üzerinde makalesi ve tebliği yayımlandı. 22, 23 ve 24. Dönemde Erzurum Milletvekili seçildi. 58, 59, 60, 61 ve 65. Hü-kümette Sağlık Bakanlığı yaptı. İyi düzeyde İngilizce bilen Akdağ, evli ve 6 çocuk babasıdır.

12 Mart 1977’de Gaziantep Nizip’te doğdu. Baba adı Cemil, anne adı Saliha’dır. Ankara Üni-versitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının gençlik kollarında aktif olarak yer aldı. Milli Gençlik Vakfı Üniversite-lerden Sorumlu Genel Başkan Yar-dımcılığı görevinde bulundu. Hu-kuki Araştırmalar Derneği (HUDER) Üyesidir. Ankara’da serbest avu-katlık yaptı. Refah ve Fazilet Partisi Ankara İl Gençlik Kolları Yönetim Kurulu Üyeliği, Saadet Partisi Ge-

nel İdare Kurulu Üyeliği görevlerini yürüttü. HAS Parti Genel İdare Ku-rulu Üyeliği ve Ankara İl Başkanlığı görevlerinde bulundu. AK Parti 4. Olağan Kongresinde MKYK Üyesi seçildi. Seçim İşleri Başkan Yar-dımcılığı ve Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcı-lığı görevlerinde bulundu. AK Parti 5. Olağan Büyük Kongresinde yeniden MKYK Üyeliğine seçildi ve AK Parti Genel Sekreteri olarak gö-revlendirildi. Gül, evli ve 3 çocuk babasıdır.

57

Page 58: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Faruk Özlü

Çevre ve Şehircilik Bakanı: Mehmet Özhaseki

Avrupa Birliği Bakanı: Ömer Çelik

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Jülide Sarıeroğlu

19 Kasım 1962’de Düzce’de doğ-du. Baba adı Ahmet, anne adı Behiye’dir. Makine Yüksek Mühen-disi; Yıldız Teknik Üniversitesini bitir-di. İstanbul Teknik Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yaptı. İspanya’da proje ve mühendis-lik, Harvard Üniversitesinde üst düzey yönetici eğitimi aldı. Yıldız Teknik Üniversitesinde Araştırma Görevlisi; Milli Savunma Bakan-lığı Savunma Sanayii Müsteşar-lığında Mühendis, Uzman, Proje Müdürü, Daire Başkanı, Müşteşar

Yardımcısı olarak çalıştı. Müsteşar vekilliği yaptı. Savunma Sanayii Müsteşarlığınca yürütülen önemli ve bütün projelerde görev aldı. Bu süre içinde savunma sanayii stratejik planlarının hazırlanması, savunma yönetimi, tedarik sistemi ve savunma reformu konularında çalıştı. TAI-TUTŞAŞ, HEAŞ, TEKNO-PARK İSTANBUL ve STM şirketlerinde yönetim kurulu üyesi ve yönetim kurulu başkanı olarak görev yap-tı. İyi düzeyde İngilizce bilen Özlü, evli ve 2 çocuk babasıdır.

1957 yılında Kayseri’de doğdu. Hacettepe Üniversitesi Mühendis-lik Fakültesi Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü yarıda bırakmak zo-runda kaldı ve ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Tekstil Ticareti ile iş-tigal etti. 27 Mart 1994 mahalli seçimlerinde Melikgazi Belediye Başkanlığı’nı kazandı. 23 Haziran 1998 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na getirildi. 1999,2004, 2009 ve 2014 yerel seçimlerinde yeniden belediye başkanı oldu. Tarihi Kentler Birliği’nin 7 yıl baş-kanlığını yaptı. 10 Şubat 2015

tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan istifa etti ve AK Parti’den milletvekili adayı oldu. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde 25. Dönem Kayseri Milletvekili olarak seçildi. 12 Eylül 2015 tarihinde yapılan AK Parti Olağan Büyük Kongresi’nin ar-dından AK Parti Genel Başkan Yar-dımcısı ve Yerel Yönetimler Başkanı olarak yer aldı. 1 Kasım 2015 ta-rihinde yinelen genel seçimlerde tekrar seçilerek 26. Dönem Kayseri Milletvekili oldu. Evli ve 4 çocuk babası olan Mehmet Özhaseki, İngilizce ve Arapça biliyor.

15 Haziran 1968’de Adana’da doğdu. Baba adı Yusuf Ziya, anne adı Dudu’dur. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi; yüksek lisansını Siyaset Bilimi ala-nında yaptı. 22, 23 ve 24. Dö-nemde Adana Milletvekili seçildi. TBMM Dışişleri Komisyonu ve NATO Parlamenter Asamblesi Türk Gru-bu üyeliklerinde bulundu. Türkiye - ABD Dostluk Grubu Başkanlığını

yürüttü. AK Parti’nin kuruluşundan itibaren Merkez Karar Yürütme Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2010 yılında AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldu. 61 ve 62. Hükümette Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptı. AK Par-ti Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü olarak görevine devam etmektedir. Çok iyi düzeyde İngi-lizce bilen Çelik, bekârdır.

7 Haziran 1979’da Adana’da doğdu. Baba adı Şadi, anne adı Kadriye’dir. Çalışma Ekonomisti, Sendikacı; Gazi Üniversitesi İktisa-di ve İdari Bilimler Fakültesi Çalış-ma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünü bitirdi. Aynı bölümde lisansüstü eğitimini sürdürmekte-dir. AK Parti Genel Merkez Kadın Kollarında MKYK Üyeliği, İstihdam Komisyonu Başkanlığı, Seçim İşleri Başkan Yardımcılığı, Teşkilat İşleri Başkan Yardımcılığı, Doğu ve Gü-neydoğu Koordinatörlüğü ve Halk-la İlişkiler Başkanlığı görevlerinde

bulundu. Çankaya Belediyesi AK Parti Belediye Meclis Üyeliği, HAK-İŞ Konfederasyonuna bağlı Öz Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanlı-ğı, HAK-İŞ Kadın Komitesi Başkanlı-ğı, Genel Başkan Danışmanlığı gö-revlerini yürüttü. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıdır. Kadın Çalış-maları El Kitabı-Çalışan Kadınlar: Hakları ve Yeni Yasal Düzenlemeler isimli bir kitabı ile Kayıtlı Çalışmanın Avantajları, İş Arama Teknikleri, Ço-cuk Hakları, AB Ülkelerinde Sosyal Diyalog Örnekleri isimlerinde ortak kitapları bulunmaktadır.

58

Page 59: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekçi

Gençlik ve Spor Bakanı: Osman Aşkın Bak

Dışişleri Bakanı: Mevlüt Çavuşoğlu

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Berat Albayrak

1 Ocak 1961’de Denizli Tavas Pı-narlar beldesinde doğdu. Baba adı Şükrü, anne adı Fatma’dır. Sanayici, İş Adamı; Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde yüksek lisans yaptı. Özel sektörde üst düzey yö-netici olarak çalıştı. 1994’te ken-di şirketini kurdu. Denizli Platform Sözcülüğü, Denizli Sanayi Odası Meslek Grubu Üyeliği, Denizli Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği Başkanlığı, Denizli Belediye

Başkanlığı, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi Türkiye He-yeti Başkanlığı, Türkiye Belediyeler Birliği Başkan Vekilliği ve Başkanlığı görevlerinde bulundu. 24. Dö-nemde Denizli Milletvekili seçildi. AK PARTİ Merkez Karar ve Yöne-tim Kurulu Üyesi oldu. Sanayi, Ti-caret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanlığı yaptı. 61, 62 ve 63. Hükümetler-de Ekonomi Bakanı olarak görev aldı. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Almanca bilen Zeybekçi, evli ve 4 çocuk babasıdır.

11 Ekim 1966’da İstanbul Üsküdar’da doğdu. Baba adı Muhittin, anne adı Fatma’dır. Makine Mühendisi, Üst Dü-zey Yönetici, Öğretim Üyesi; İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesini bitirdi. İngiltere’de Nottingham Üni-versitesinde İşletme Yönetimi ve En-düstri Mühendisliği alanında yüksek lisansını, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Endüstri Mü-hendisliği Programında doktorasını yaptı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Türk İran İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi olarak görev üstlendi. İstanbul Ticaret Odasında Meclis Üyesi olarak görev

yaptı. Çeşitli spor kulüplerinde genel sekreterlik ve başkanlık görevleri ile federasyonlarda yönetim kurulu üye-liği, kurul üyeliği, genel kurul delege-liği ve başkanlık görevlerinde bulun-du. Çok sayıda makale ve bilimsel yayını bulunmaktadır. 24. Dönemde İstanbul Milletvekili seçildi. NATO Par-lamenterler Asamblesi Türk Grubu Üyesi ve Dışişleri Komisyonu Sözcüsü oldu. Dopingle Mücadele Araştırma Komisyonu Başkanlığı yaptı. Çok iyi düzeyde İngilizce ve orta düzeyde Almanca ve Farsça bilen Bak, evli ve 4 çocuk babasıdır.

5 Şubat 1968’de Alanya’da doğ-du. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 1991 yılında New York Long Island Üniversitesinde Ekonomi alanında yüksek lisansını tamamladı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde özel öğrenci ola-rak doktora programına başladı ve Jean Monnet bursuyla 1993-1995 yılları arasında London School of Economics’te (LSE) doktora çalış-masına devam etti. 22, 23 ve 24. Dönemde Antalya Milletvekili seçildi. AK PARTİ Kurucu Üyesi, AK PARTİ Dış

İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci görevlerinde bulun-du. 2010-2012 yılları arasında Avru-pa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanlığına seçildi. 2003-2014 tarihleri arasında AKPM’de çe-şitli üst düzey görev ve çalışmalarda bulundu. 7 Nisan 2014 tarihinde AKPM Onursal Başkan unvanına la-yık görüldü. 24 Kasım 2015 tarihinde 64. Hükümetin Dışişleri Bakanı olarak tekrar göreve başladı. Çavuşoğlu; çok iyi düzeyde İngilizce, orta dü-zeyde Almanca, Japonca ve Rus-ça bilmektedir.

21 Şubat 1978’de İstanbul’da doğdu. Baba adı Sadık, anne adı Kıymet’tir.

Yönetici, Ekonomist, Yazar; İs-tanbul Üniversitesi İngilizce İşlet-me Bölümünü bitirdi. New York Pace Üniversitesi Lubin School of Business’ta yüksek lisansını ta-mamladı. Finans ve Bankacılık alanındaki doktorasını “Yenilene-

bilir Enerji Kaynaklarının Finans-manı” üzerine yaptı. Özel sektör-de üst düzey yöneticilik görevi üstlendi. Basın kuruluşlarında ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev yaptı. Marmara Üniversi-tesinde Bankacılık ve Finansman alanında dersler verdi. AK PARTİ Merkez Karar Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev aldı. Albayrak, evli ve 3 çocuk babasıdır.

59

Page 60: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Gümrük ve Ticaret Bakanı: Bülent Tüfenkçi

Kalkınma Bakanı: Lütfi Elvan

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Ahmet Eşref Fakıbaba

İçişleri Bakanı: Süleyman Soylu

26 Nisan 1966’da Malatya Yeşilyurt’ta doğdu. Baba adı Os-man, anne adı Ayşe’dir. Avukat; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakül-tesini bitirdi. Ticaret Hukuku ala-nında yüksek lisansını tamamla-dı. Serbest avukat olarak çalıştı. Malatya AK Parti İl Başkanı olarak görev yaptı. İyi düzeyde İngilizce ve orta düzeyde Arapça bilen Tüfenkci, evli ve 2 çocuk baba-sıdır.

12 Mart 1962’de Karaman Ermenek’te doğdu. Baba adı A. Nuri, anne adı Samiye’dir. Maden Yüksek Mühendisi, Ekonomist ve Planlamacı; İstanbul Teknik Üni-versitesi Maden Fakültesini bitirdi. İngiltere’de Leeds Üniversitesinde Maden ve Yöneylem Araştırması alanında, ABD’de Delaware Üni-versitesinde Ekonomi dalında yük-sek lisanslarını yaptı. Çeşitli kamu kurumlarında uzmanlık, daire baş-kanlığı ve müsteşar yardımcılığı gö-revlerinde bulundu. Organisation for Economic Co-operation and Development Kırsal Kalkınma Gru-bu Başkan Yardımcısı, Avrupa Birliği

Eğitim ve Gençlik Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı ve AB Müzakere İzleme ve Yönlendirme Komitesi Üyesi olarak görev yaptı. 23 ve 24. Dönemde Karaman Milletvekili se-çildi. 23. Dönemde Türkiye-AB Kar-ma Parlamento Komisyonu Eşbaş-kanlığı, Türkiye Macaristan Dostluk Grubu Başkanlığı ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Türkiye Tem-silciliği görevlerinde bulundu. 24. Dönemde Plan ve Bütçe Komisyo-nu Başkanı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce bilen Elvan, evli ve 2 çocuk babasıdır.

16 Aralık 1951’de Şanlıurfa Birecik’te doğdu. Baba adı Ali, anne adı Rızkiye’dir. Genel Cerrahi Uzmanı; Atatürk Üniver-sitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Tak-sim İlk Yardım Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde ihtisas yaptı. Amerika’da Texas Eyaleti Ar-lington Hastanesinde gözlemci

olarak bulundu. Iğdır ve Birecik Devlet hastanelerinde ve Şan-lıurfa SSK Hastanesinde Başhe-kimlik yaptı. 2 dönem Şanlıurfa Belediye Başkanlığı görevinde bulundu. Gıda, Tarım ve Hay-vancılık Bakanıdır. Çok iyi dü-zeyde İngilizce bilen Fakıbaba, evli ve 3 çocuk babasıdır.

21 Kasım 1969’da İstanbul’da doğdu. Baba adı Hasan, anne adı Servet’tir. Sigortacı; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesini bi-tirdi. İstanbul İl Gençlik Kollarında siyasete başladı. Gaziosmanpa-şa İlçe Başkanlığı, İstanbul İl Baş-kanlığı görevlerinde bulundu. De-mokrat Parti Genel Başkanı oldu.

Bu görevi yaklaşık 1,5 yıl devam ettirdikten sonra aktif siyasete bir süre ara verdi. 12 Eylül 2010 Re-ferandumu sırasında ‘’Demokrasi Buluşmaları’’ adı altında toplan-tılar düzenledi. 2012 yılında AK Parti’ye katıldı. AK Parti AR-GE Baş-kanlığı ve Teşkilat Başkanlığı gö-revlerini üstlendi.

60

Page 61: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Maliye Bakanı: Naci Ağbal

Milli Savunma Bakanı: Nurettin Canikli

Kültür ve Turizm Bakanı: Numan Kurtulmuş

Milli Eğitim Bakanı: İsmet Yılmaz

1 Ocak 1968’de Bayburt’ta doğdu. İs-tanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakülte-si Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olan Ağbal, İngiltere Exeter Üniversitesi İş İdaresi Genel İşletme Yönetimi (MBA) Programı’nda yüksek lisans eğitimini ta-mamladı. Maliye Bakanlığında müfettiş, teftiş kurulu başkan yardımcılığı, Gelirler Genel Müdürlüğünde daire başkanlığı ve bakan danışmanlığı görevlerinde bulunan Ağbal, 2006-2009 yılları arasında Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, 2009-2015 yılları arasında ise Maliye Bakanlığı Müste-şarlığı yaptı. Naci Ağbal, 2004-2006 yılların-da TÜPRAŞ Yönetim Kurulu Üyeliği, 2006’da

PETKİM AŞ Yönetim Kurulu Üyeliği, 2006-2015 yıllarında Türk Hava Yolları (THY) AŞ Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulun-du. 2008-2015 yıllarında Yüksek Öğretim Kurulu Üyeliği ile Uluslararası Ahmed Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyeliği yaptı. 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçiminde AK Parti Bayburt Milletvekili olarak TBMM’ye giren Ağbal, 1 Kasım 2015 Milletvekili Ge-nel Seçiminde de yine Bayburt’tan millet-vekili seçildi. Ağbal, AK Parti MKYK üyeliği ile MYK üyesi olarak Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görev-lerinde bulundu. İyi düzeyde İngilizce bilen Ağbal, evli ve 2 çocuk babasıdır.

Eski Başbakan Yardımcısı olan Canikli, 15 Mayıs 1960’ta Giresun Alucra’da doğdu. Baba adı Şev-ket, anne adı Aişe’dir. Yeminli Mali Müşavir; Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bö-lümünü bitirdi. Yüksek lisansını İngil-tere Sheffield Üniversitesinde “Pa-ra-Banka-Finansman” alanlarında tamamladı. Maliye Bakanlığında Maliye Başmüfettişi, Gelirler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı ve İstanbul Def-terdar Vekili görevlerini yürüttü. Ekonomi ve finans konularında

köşe yazarlığı yaptı. Kurucu üyesi olduğu AK Parti’de Sosyal İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. 22, 23 ve 24. Dö-nemde Giresun Milletvekilli seçildi. 22. Dönemde TBMM KİT Komis-yonu Başkanı ve Avrupa Akdeniz Parlamenter Asamblesi Üyesi oldu. 23 ve 24. Dönemde AK Parti Grup Başkanvekilliği görevlerini yürüttü. 62. Hükümette Gümrük ve Ticaret Bakanı, 65. Hükümette Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Milli Savunma Bakanıdır. İngilizce bilen Canikli, evli ve 4 çocuk babasıdır.

15 Eylül 1959’da Ordu Ünye’de doğdu. Baba adı İsmail Niya-zi, anne adı Ayşe Güngör’dür. Akademisyen; İstanbul Üni-versitesi İşletme Fakültesini bi-tirdi. Aynı üniversitede yüksek lisans yaptı. ABD’de Temple Üniversitesi School of Business & Management’da lisansüstü ça-lışmalarına devam etti. ABD’de Cornell Üniversitesi New York Sta-

te School of Industrial & Labor Relations’da misafir öğretim üye-si olarak bulundu ve doktorasını tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde doçent oldu. 2004 yılında profesör unvanını aldı. 62, 63, 64 ve 65. Hükümet-te Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Kültür ve Turizm Ba-kanıdır. İngilizce bilen Kurtulmuş, evli ve 3 çocuk babasıdır.

10 Aralık 1961’de Sivas Gürün’de doğdu. Baba adı İbrahim, anne adı Turunç’tur. Hukukçu; İstanbul Teknik Üniversitesi Yüksek Deniz-cilik Okulu Makine Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte-sini bitirdi. İsveç Dünya Denizcilik Üniversitesinde Gemi İşletmeleri Teknik Yönetimi alanında ve Mar-mara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Özel Hukuk alanında iki ayrı yüksek lisans yaptı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-sünde Özel Hukuk alanında dok-torasını tamamladı. Kamu ve özel

sektörde yaklaşık 20 yıl mühendis ve müşavir avukat olarak çalıştı. Denizcilik Müsteşarı olarak atandı. Türk Telekom Yönetim Kurulu Baş-kanvekilliği görevini yürüttü. 2007 seçimi öncesi Bağımsız Ulaştırma Bakanı oldu. Seçim sonrası Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı gö-revine atandı. 24. Dönemde Sivas Milletvekili seçildi. 61 ve 62. Hükü-metlerde Milli Savunma Bakanı olarak görev yaptı. 25. Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı oldu. İyi düzeyde İngilizce bilen Yılmaz, evli ve 3 çocuk babasıdır.

61

Page 62: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

Sağlık Bakanı: Ahmet Demircan

Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Ahmet Arslan

13 Temmuz 1954’te Samsun’da doğdu. Baba adı Mehmet Faik, anne adı Behiye’dir. Tıp Doktoru, Genel Cerrah; Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Aynı fakültede Genel Cerrahi İh-tisası yaptı. Samsun 1 No’lu Sağlık Ocağı Doktoru, Muş Devlet Has-tanesi ve Bafra Devlet Hastane-si Genel Cerrahi Uzmanı olarak

görev yaptı. 20 ve 21. Dönemde Samsun Milletvekili seçildi. 54. Hükümette Devlet Bakanlığı gö-revinde bulundu. 21. Dönemde Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ve Milli Savunma Komisyonu Üyesi oldu. Sağlık Ba-kanıdır. İngilizce ve Arapça bilen Demircan, evli ve 6 çocuk baba-sıdır.

18 Ağustos 1948’de Afyonkara-hisar Şuhut’ta doğdu. Baba adı İbrahim, anne adı Emine’dir. Öğ-retim Üyesi; İstanbul Teknik Üniver-sitesi İnşaat Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Doçent ve profesör oldu. Hollanda’da araş-tırmalar yaptı. İTÜ İnşaat Fakültesi Yönetim Kurulu Üyeliği, Çevre Tek-nolojisi Anabilim Dalı Başkanlığı; İSKİ Genel Müdürlüğü, İSTAÇ, KİP-TAŞ, BİMTAŞ, HAMİDİYE, İSFALT AŞ, İstanbul Ağaç ve Peyzaj AŞ’de Yönetim Kurulu Başkanlığı; İGDAŞ,

BEDAŞ, AYEDAŞ, TEMSAN’da Yö-netim Kurulu Üyeliği ve DSİ Genel Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Su Vakfı kurucusu ve Mütevelli He-yeti Üyesi olup, Dünya Su Konseyi guvernörüdür. 45’i yabancı dilde olmak üzere 350’nin üzerinde ilmi makale, tebliğ ve mesleki teknik raporları ile kitapları yayınlandı. 23 ve 24. Dönemde Afyonkarahisar Milletvekili seçildi. 60. Hükümette Çevre ve Orman Bakanlığı; 61, 62 ve 63. Hükümette Orman ve Su İşleri Bakanlığı yaptı. İngilizce bilen Eroğlu, evli ve 4 çocuk babasıdır.

2 Haziran 1962’de Kars Kağızman’da doğdu. Baba adı Süleyman, anne adı Lalizar’dır. Gemi İnşa ve Makine Mühendisi; İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi ile Milli Güvenlik Akademisini bitirdi. Denizcilik Müsteşarlığı Daire Baş-kanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı ve Ulaştırma Bakanlığı Demiryolla-rı, Limanlar ve Hava Meydanları İn-şaatı Genel Müdürlüğü görevlerini yürüttü. Devlet Hava Meydanları İşletmesi, TT-NET ve Türk Loydu Vakfı Yönetim Kurulu, TÜRKSAT Denetim

Kurulu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Denizcilik Meclisi Üyeliğinde bulundu. Türk Dünyası Mühendis-lik Ödülü, Fahri Profesörlük unvanı ve 2010 Yılı Negatifi Pozitife Çevi-renler Yılın Bürokratı ödülleri sahibi-dir. 24. Dönemde Kars Milletvekili seçildi. Plan ve Bütçe Komisyonu Üyeliği, Türkiye - Çek Cumhuriyeti Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığı, Türkiye - Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu Üyeliği görevlerinde bulundu. Orta düzeyde İngilizce bilen Arslan, evli ve 1 çocuk babasıdır.

62

Page 63: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

BİZİM YAYLA

Mustafa YazganMustafa YazganMustafa Yazgan

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Püfür püfür eser yayla rüzgârıBunalanlar çıksın bizim yaylalaraZirvelerde eksilmez buzulu karıSular lezzet verir bizim yaylaya

***Boz bulanık akarsuyu dağların

Yamaçlardan suyu iner bağlarınEn vasıflı gerçek tereyağlarınKokuları siner bizim yaylaya

***Kovanlardan yayla balı alınırKovalarla süte yoğurt çalınır

Bir yaz boyu bu yaylada kalınırGüzün, hüzün iner bizim yaylaya

***Koyun, kuzu meleşerek otlarlarŞen gönüllü çocuklar ip atlarlarBu yaylada gelin gibi atlar varSesler seda verir bizim yaylaya

***Bin bir renkten çiçek açan toprakta

Seher vakti çiğ oluşan yapraktaKaval sesi yankılanır uzakta

Hasret çadır kurar bizim yaylaya***

Bahar gelir bizim yayla şenlenirBurada kekik kokulu etler yenirAkşam olur ezan sesi dinlenirGece nurlar iner bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Cırcır sesi nağmesidir geceninBurada ne ah var, ne de bir eminŞehirler yanarken biz serin serinUyuruz, can gelir bizim yaylalara

***Bazen gece yaz yağmuru dökülür

Sebze, meyve, buğday, mısır ekilirVarsa, bu yaylanın kahrı çekilirMutluluklar dolar bizim yaylaya

***Davul-zurna vadilerden akseder

Güzel kızlar, halay çeker, raks ederBu neşede keder kalmaz, gam gider

Kardeşlik yayılır bizim yaylaya***

Yaylalardan Alp-Erenler geçmişler‘’Vatan’’ diye buraları seçmişler‘’Anadolu’’ deyip yolu açmışlarHatıralar kalmış bizim yaylaya

***Her vadide her tepede bir şehit

Her kümbette, Allah dostu bir zahitBunlar vatan toprağına bin şahitHepsi misafirdir bizim yaylaya

***Âşık ozan! Yine coştu kalemin

Sana şiir yazdırıyor eleminAslı’nın aşkıyla yanan Kerem’inYolu düşmüş belli bizim yaylaya

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

Leylalar Mecnunlar yol sormuş buradaDerdini anlatmış, dost olmuş kurda

Âşıklar maşuka hep kavuşur daDüğün dernek gelir bizim yaylaya

63

Page 64: 48 56 - gencburokrat.com · yaz önlükler var, tıp öğrencisi ol-duğumuzu bilsinler diye kapı kapı geziyoruz; “Kamunun düzenine uyacaksınız biz sizin gibileri okut-mayacağız.”

İ R M P U S U L A TA S A R I M A J A N S I B A S I N Y A Y I N LT D . Ş T İ .

ABONE ÖDEME BİLGİLERİ

İRM PUSULA TASARIM AJANSI LTD. ŞTİ.

YAPI KREDİ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ

ŞUBE KODU : 156

HESAP NO : 92362178

IBAN : TR41 0006 7010 0000 0092 3621 78

İLETİŞİM

Konur 2 Sokak 39 / 3 Kızılay/ANKARATel: 0.312 419 79 35 • Faks: 0.312 419 16 26E-Mail: [email protected]@pusulayayincilik.com

@GencBurokrat www.facebook.com/GencBurokrat

w w w . p u s u l a y a y i n c i l i k . c o m • w w w . g e n c b u r o k r a t . c o m

ABONELİK BİLGİLERiAdı-Soyadı:

Görevi:

Adres:

Tel/Faks:

Gsm:

Web:

Mail:

Abone Başlangıç Tarihi:

Abone Süresi: Abone TutarıAbone Adet::

*Bir yıllık 1(bir) adet abone bedeli 240 ¨ dir.

64