1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA BULUNAN KELİMELER VE ANLAMLARI (AYRICA KELİMELERLE İLGİLİ DİĞER ANLAMLARDA YER ALMAKTADIR) 1995 apologize: v. özür dilemek, af dilemek conclude: v. bitirmek, sonuçlandırmak, anlaşma yapmak, sonuç çıkarmak, karara varmak, bitmek, sonuçlanmak quarrel: n. tartışma, ağız kavgası, atışma, hırgür, kavga, bozuşma, anlaşmazlık quarrel: v. kavga etmek, atışmak, çekişmek, kavgalı olmak, küsmek quarrel with: bozuşmak quarrel with one's bread and butter: v. kendi ekmeği ile oynamak contrast: n. kontrast, zıtlık, tezat, çelişki contrast: v. kontrastı olmak, karşılaştırmak; tezat oluşturmak, çelişmek blame: n. suçlama, suç, kabahat, kusur, kınama, ayıplama; sorumluluk blame: v. suçlamak, sorumlu tutmak, kınamak, ayıplamak 1. I didn’t want to _____ with Peter about doing the washing up. A) apologize B) conclude C) quarrel D) contrast E) blame competent: adj. yeterli, yetenekli, ehil, yetkili; yasal sensible: adj. duyarlı, halden anlayan, hassas, hissedilir, makul, mantıklı, akıllı, akıllıca, farkında
29
Embed
1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ...1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA BULUNAN KELİMELER VE ANLAMLARI (AYRICA KELİMELERLE İLGİLİ DİĞER ANLAMLARDA
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA BULUNAN KELİMELER VE ANLAMLARI(AYRICA KELİMELERLE İLGİLİ DİĞER ANLAMLARDA YER ALMAKTADIR)
1995apologize: v. özür dilemek, af dilemek
conclude: v. bitirmek, sonuçlandırmak, anlaşma yapmak, sonuç çıkarmak, karara varmak, bitmek, sonuçlanmak
quarrel: n. tartışma, ağız kavgası, atışma, hırgür, kavga, bozuşma, anlaşmazlık
quarrel: v. kavga etmek, atışmak, çekişmek, kavgalı olmak, küsmek
quarrel with: bozuşmak
quarrel with one's bread and butter: v. kendi ekmeği ile oynamak
contrast: n. kontrast, zıtlık, tezat, çelişki
contrast: v. kontrastı olmak, karşılaştırmak; tezat oluşturmak, çelişmek
blame: n. suçlama, suç, kabahat, kusur, kınama, ayıplama; sorumluluk
blame: v. suçlamak, sorumlu tutmak, kınamak, ayıplamak
1. I didn’t want to _____ with Peter about doing the washing up.
A) apologizeB) concludeC) quarrelD) contrastE) blame
competent: adj. yeterli, yetenekli, ehil, yetkili; yasal
considerable: adj. önemli, hatırı sayılır ölçüde, hayli, dikkate değer
considerable: çokluk
2. The earthquake caused _____ damage but not much as expected.
A) competentB) sensibleC) rapidD) faithfulE) considerable
strike: n. grev, çalma, vurma, vuruş, vurgun, petrol bulma, maden bulma, beklenmedik başarı, hava saldırısı, nükleer saldırı
strike: v. basmak (çalgı, para), hesap bakiyesini tespit etmek, vurmak, çarpmak, isabet etmek, indirmek, çakmak, işlemek, gözüne ilişmek, yeretmek, etki bırakmak, izlenim bırakmak, gibi gelmek, bulmak, çalmak (saat), gelip çatmak, kök salmak, yolunu tutmak, grev yapmak, çıkarmak, takınmak, sokmak (yılan)
strike a balance: bilanço çıkarmak, uzlaşmak, anlaşmaya varmak
strike a bargain: anlaşmak (pazarlık), pazarlıkta anlaşmak, fiyatta anlaşmak
strike a match: kibrit çakmak
election: n. seçim
election campaign: seçim kampanyası
precaution: n. önlem, tedbir, ihtiyat
promise: n. söz, vâât, umut, umut verici şey
promise: v. söz vermek, vâât etmek, temin etmek, umut vermek,
umutlu olmak, benzemek ( ceğe)
promise faithfully: kati olarak söz vermek
promise oneself smth: umuduna kapılmak, ummak
doubt: n. şüphe, kuşku, tereddüd, kararsızlık, güvensizlik, endişe
doubt: v. kuşkulanmak, şüphesi olmak, kararsız olmak, emin olmamak, güvenmemek, şüphe etmek
3. What attracted most attention in his speech was his _____ to create new jobs.
A) strikeB) electionC) precautionD) promiseE) doubt
decisively: adv. katı surette
regularly: adv. devamlı, düzenli olarak, devamlı olarak, muntazaman, sistemli olarak, adamakıllı, gerçekten
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
specially: adv. özellikle, özel olarak, bilhassa
elaborate: v. özen göstermek, üzerinde durmak, ayrıntılara inmek, açmak
reliable: adj. güvenilir, emin, inanılır, güvenli, emniyetli(reliably:adv. Güvenilir şekilde)4. This report seems interesting in parts, but the last section is _____
unrealistic.
A) completelyB) sensiblyC) consequentlyD) nervouslyE) reliably
1997generously: adv. bol bol
unusually: adv. olağandışı olarak
properly: adv. doğru dürüst, uygun şekilde, haklı olarak, uygunca, uygun bir şekilde, uygun olarak, adamakıllı, tamamen, iyice
lively: adj. canlı, hayat dolu, enerjik, parlak, heyecanlandırıcı, neşeli, eğlenceli
forgiving: adj. bağışlayan, bağışlayıcı, affeden, hoşgörülü, kin beslemeyen
forgiving: af
2. Parents who understand child behavior are more _____ about their ability to handle difficult situations.
A) familiarB) watchfulC) confidentD) virtuousE) forgiving
required: adj. lazım, gereken
required subject: zorunlu ders
respected: adj. hatırı sayılır, itibarlı
refuse: istenmeyen, işe yaramaz, döküntü, süprüntü
refuse: n. döküntü, kırpıntı, süprüntü, çöp, artık, atık
refuse: v. reddetmek, kabul etmemek, geri çevirmek, izin vermemek, ayak diremek, direnmek, karşı koymak, kaçınmak
refuse point blank: kesinlikle reddetmek
challenge: n. meydan okuma; davet, parola sorma, kimlik sorma; itiraz, reddetme (jüri veya yargıcı); insanı
kamçılayan bir durum, dürtü, bağışıklık, havlamaya başlama (av köpeği)
challenge: v. düelloya davet etmek, meydan okumak, boy ölçüşmek, davet etmek (düello); kafa tutmak (Argo); hiçe saymak; tartışmak (doğruluğunu); reddetmek (hakim veya jüriyi), itiraz etmek; havlamaya başlamak
challenge a judge for bias: taraf tutan yargıca itiraz etmek
challenge cup: çalenç kupası
challenge trophy: çalenç
expected: beklenilen
3. Although the new manager has been very strict with us, he is highly _____ by everyone in the company.
A) requiredB) B)respectedC) refusedD) D)challengedE) expected
properly: adv. doğru dürüst, uygun şekilde, haklı olarak, uygunca, uygun bir şekilde, uygun olarak, adamakıllı, tamamen, iyice
satisfactory: adj. memnuniyet verici, tatmin edici, tatminkâr, memnun edici, yeterli
(satisfoctorily:adv. Memnun edici biçimde)
previously: adv. önceden, bundan önce, evvelce
previously convicted: sabıkalı
rapidly: adv. hızla, çarçabuk, seri bir şekilde
seriously: adv. ciddi olarak, cidden, ağır, ağır şekilde
seriously ill: ağır hasta
seriously wounded: ağır yaralı
4. Foods that were ____ seasonal may be found now throughout the year.
A) properlyB) satisfactorilyC) previouslyD) rapidlyE) seriously
1999
opposition: n. karşıtlık, başkaldırma, karşı koyma, zıtlık, düşmanlık, muhalefet, rekabet, karşısav
reason: n. sebep, neden, gerekçe, sağduyu, akıl, hikmet, mantık, us, insaf, adalet
reason: v. muhakeme etmek, usavurmak, uslamlamak, düşünmek, sonuç çıkarmak, sonuca varmak, mantıklı davranmak, ikna etmeye çalışmak, düşünüp taşınmak, etraflıca düşünmek, kanıtlamaya çalışmak, çözmek, bulmak, konuşmak, görüşmek
reason out: düşünüp taşınmak, etraflıca düşünmek
reason what: ne olduğunu bulmak
reason why: nedenini bulmak
disappointment: n. düş kırıklığı, hüsran, ümidi boşa çıkma, hayal kırıklığı, hayal kırıklığına neden olan şey; kırgınlık
suggestion: n. teklif, öneri, fikir, telkin etme, tavsiye, önerme, ima, hatırlatma, telkin, iz, az miktar
denial: n. red, inkâr, reddetme, yalanlama, tekzip, ret
1. During a family discussion on our next holiday plans, my father asked me for my_____.
A) oppositionB) reason
C) disappointmentD) suggestionE) denial
claim: n. istek, talep, hak, alacak, iddia, dava, ısrar, alacak hakkı, dava açma, maden arazisi
claim: v. istemek, talep etmek, hak iddia etmek, sahip çıkmak, iddia etmek, ısrar etmek, dava açmak
claim for damages: zarar ve ziyan talebi, tazminat istemi
claim tag: bagaj kartı
claim under a contract: anlaşmaya göre talep
regard: n. bakış, anlamlı bakış, bakım, itibar, nazar, ilgi, ilişki, dikkat, önem, saygı, beğeni, takdir, hürmet
regard: v. bakmak, göz önüne almak, dikkate almak, hesaba katmak, saymak, saygı duymak, takdir etmek, çok beğenmek, önem vermek, ait olmak, ilgili olmak
regard as: saymak, olarak görmek, gibi görmek, kabul etmek
regard as possible: ihtimal vermek
regard with disfavor: beğenmemek, hoşlanmamak
include: v. içermek, kapsamak, içine almak, katmak, dahil etmek
prefer: v. tercih etmek, yeğlemek, öncelik tanımak, atamak, tayin etmek, sunmak, arzetmek, ileri sürmek
prefer charges: dava açmak
object: n. obje, nesne, cisim, gaye, şey, amaç, hedef, cins adam
object: v. itiraz etmek, karşı çıkmak, razı olmamak, itirazı olmak
object drawing: model ile çizim
object finder: vizör
object glass: objektif, objektif camı
2. They _____ that their team is far better than ours and they expect to win the forthcoming match.
3. Although he is an engineer, he is as _____ as any carpenter at making kitchen furniture.
A) forcefulB) genuineC) skillfulD) extravagantE) current
regularly: adv. devamlı, düzenli olarak, devamlı olarak, muntazaman, sistemli olarak, adamakıllı, gerçekten
extremely: adv. son derece, aşırı, aşırı boyutta, aşırı derecede, fazlasıyla
extremely white: bembeyaz
terribly: adv. son derece, berbat bir şekilde, aşırı
reasonable: adj. akılcı, akla yatkın, mantıklı, akıllı, makul, akla uygun
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
4. The chief of police finally agreed to release news of the accident, but he did so _____.
A) regularlyB) extremelyC) terriblyD) reasonablyE) reluctantly
Make up : to constitute, invent, arrange: Oluşturmak, icat etmek, düzenlemek
Turn over: To invert, start (an engine): Tersine çevirmek, motoru başlatmak, çalıştırmak.Look up : to search for, as an item of information, in a reference book or the like: Sözlükte aramak
Get off (3): to help (someone) escape punishment, to leave (a train, plane, etc.): Kaçmasına yardım etmek,inmek(araçtan)
Take up : to occupy oneself with the study or practice of: Meşgul olmak
5. It took me a long time to translate his business letter as I had to _____ so many words in the dictionary.
A) make up
B) turn overC) look upD) get offE) take up
Get out: to go outside, to leave,to escape,
to be known: çıkmak, ayrılmak, kaçmak
Put out : to extinguish, as a fire, annoyed: Yangını söndürmek, kızmak
Hold up : give, to present to notice expose, hinder: Vermek, fark ettirmek, gizlemek
Break down : break, collapse under its own weight; spoil, decompose: Bozulmak, ruhen yıkılmak.
Hand out: to distribute: dağıtmak, vermek, paylaşmak.
6. They had to call in troops to _____ the forest fire which was spreading rapidly.
A) get outB) put outC) hold upD) break downE) hand out
2000performance: n. performans, başarı, verim, başarma gücü, icraat, yerine
increasingly: adv. artan bir şekilde, gitgide artarak, giderek
doubtfully: adv. kuşkuyla, şüpheyle, tereddüdle, tedirgin olarak
adequately: adv. lâyıkıyle, yeterli olarak
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
3. As she grew older, it became _____ difficult for her to do, the shopping.
A) eventuallyB) increasinglyC) doubtfullyD) adequatelyE) reluctantly
establish: v. kurmak, yapmak, yerleştirmek, kanıtlamak, belirlemek, saptamak, pekiştirmek
establish a connection with: bağlantı kurmak
establish one's alibi: suç anında başka yerde olduğunu kanıtlamak
preserve: n. reçel, konserve
preserve: v. korumak, muhafaza etmek, konserve yapmak
raise: n. çıkıntı, kabartı, yükselme, artış, zam, yokuş, rampa
raise: v. kabartmak, kaldırmak, artırmak, yükseltmek, dikmek, ayağa kaldırmak, yol açmak, neden olmak, toplamak, yetiştirmek, büyütmek, beslemek, zam yapmak, son
vermek, ruh çağırmak, karayı görmek
raise a blockade: ablukayı kaldırmak
raise a hue and cry: bağrışmak, protesto etmek
raise a laugh: kahkaha atmak
restore: v. restore etmek, yenileştirmek, eski haline getirmek, onarmak, görevine iade etmek, geri vermek, iade etmek, kavuşturmak, yeniden tahta geçirmek
restore a king to the throne: kralı yeniden tahta geçirmek
spoil: v. bozmak, kaçırmak, nazlı alıştırmak, berbat etmek, tadını kaçırmak, dozunu kaçırmak, şımartmak, yüz verip şımartmak, mahrum etmek, yağma etmek, çürümek, bozulmak
spoil one's appetite: iştahını kaçırmak
spoil things: pişmiş aşa su katmak, içine etmek
5. The melting of all the ice mass in the Arctic would _____ the sea level by several metres.
A) establishB) preserveC) raiseD) restoreE) spoil
Set up : to put upright; raise, construct: kurmak, oluşturmak
Keep up : to persevere; continue, to stay informed: Sürdürmak, devam ettirmek
Rely on : be dependent on, as for support or maintenance: Bağlı
olmak, güvenmek
Make out : to decipher; discern, deceive: Anlamak, ayrımını çözmek
Put off : to postpone: Ertelemek
6. I couldn’t _____ why they were shouting so loudly.
A) set upB) keep upC) rely onD) make outE) put off
2001
insist: v. dayatmak, ısrar etmek, tutturmak, ayak diremek, diretmek, üzerinde durmak, kararlı olmak
complain: v. şikâyet etmek, söylenmek, yakınmak, şikâyetçi olmak, sızlanmak; ihbar etmek; dava açmak
reply: n. cevap, yanıt, karşılık, cevaba cevap
reply: v. cevap vermek, yanıtlamak, karşılık vermek, cevaba cevapla karşılık vermek
inform: v. bildirmek, bilgi vermek, haber vermek, haberdar etmek, ihbar etmek
inform agains: gammazlamak
inform against: v. ihbar etmek, şikâyet etmek
inform oneself of smth: haberdar olmak, öğrenmek
explain: v. açıklamak, izah etmek, anlatmak, hesap vermek, açıklama yapmak
explain away: açıklayarak özrünü bildirmek, başka anlam vermek, örtbas etmek
explain briefly: kısa ve öz biçimde açıklamak
1. I tried hard to _____ why the motor would have to be replaced, but he couldn’t understand what I was trying to say.
A) insistB) complainC) replyD) informE) explain
reach: n. uzanma, erişme, erim, menzil, ulaşılabilecek uzaklık, kavrayış, kavrama gücü, alan
reach: v. uzatmak, uzanmak, bulmak, yetişmek, iletişim sağlamak, ulaşmak, varmak, çarpmak, geçirmek (yumruk), idrak etmek, uzanıp vermek, vermek, etkilemek, isabet ettirmek, erişmek
reach an agreement: anlaşmak, anlaşmaya varmak, bağdaşmak
2. No one knows for certain when the first Anglo-Saxon settlements were made in Britain, but it is _____ that some of them at any rate were founded about the middle of the fifth century A.D.
A) temporaryB) vital
C) probableD) contemporaryE) urgent
superficial: adj. yüzeysel, iki boyutlu, dış, ayrıntısız, üstünkörü, yarım yamalak