Top Banner
1. 12 Ektm 1989 Soat: 13.00 TDV Kocatepe Camii Konferans Salonu ll. MEVLID 13 Ekim 1989 Cuma. Saat: 14.00. Ver: M.E.B. Solonu (Eski YOksak Ö{lretmen Okulu Sqlonu) 12 - 17 Ekim 1989 PROGRAM Hl TARIH IÇINDE ISLAM 14 Eklm 1989 Cumartesi. Saat; 14.00 Odalar Blrli{ll Solonu Bakanirklar IV. TASAWUF VE ISLAM 14 El<lm 1989 Saat• 19.30 Tiirk Solonu Somanpozon V. KUR'AN-i KERIM 15 El<lm 1989 Pazar. Saat 15.00 Odatar Salonu Vl. INSAN ISLAM Bahçelievler Son Durak Vll. VE DEGERLENDIRME 17EI<Im .. 00 Mlnf IKOtöphone SOn Dural\:: Dr. HalisAlbayrak Dr. Tayyar lll Prof.Dr. Hayrani Prof.Dr. Mellha Prof.Dr. Orhan Arslan lll Yavuz Prof.Dr. Süleyman Hayri Boloy Prof.Dr. Yüksel Bozer Prof .Dr. ismail lll Prof .Dr. Esot Prof.Dr. Mustafa Faydalll Ayvaz Gökdemir lll Ergun Göze lll Halil Güler S. Ahmet Güner Ahmet Prof.Dr. Abdurrahman Güzel Prof.Dr. Mehmet Ahmet Fehml Koru Nevzat lll Hamdl Mert lll Dr. Haluk Nurbaki lll Prof. Dr. Ahmet Ocak AcarOkan lll Prof.Dr. Necati Öner lll Atilla Özdur Doç.Dr. Nuri Öztürk Prof.Dr. Se dot Topçu Mümtaz'er TOrköne lll Ekrem Prof.Dr. Bohaeddln lll Kemal Zeybek MMID KIRAATI :
17

12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Dec 30, 2019

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

1. AÇIUŞ 12 Ektm 1989 Perşembe. Soat: 13.00 TDV Kocatepe Camii Konferans Salonu

ll. MEVLID 13 Ekim 1989 Cuma. Saat: 14.00. Ver: M.E.B. Şura Solonu ~ Beşevler (Eski YOksak Ö{lretmen Okulu Sqlonu)

12 - 17 Ekim 1989

PROGRAM Hl TARIH IÇINDE ISLAM

14 Eklm 1989 Cumartesi. Saat; 14.00 Odalar Blrli{ll Solonu Bakanirklar

IV. TASAWUF VE ISLAM 14 El<lm 1989 Cumoıtesl. Saat• 19.30 Tiirk Ocogı Solonu Somanpozon

V. KUR'AN-i KERIM 15 El<lm 1989 Pazar. Saat 15.00 Odatar BlrUğ! Salonu Bakanlıklar

Vl. INSAN VARLU~I KARŞlSlNDA ISLAM

~ım;:ııı;~~~~~~~~Soaı ı6oo Bahçelievler Son Durak

Vll. KAPANlŞ VE DEGERLENDIRME 17EI<Im 1989SOiı,Sootl5 .. 00 Mlnf IKOtöphone So!onıu Boh.çe!ıevıer SOn Dural\::

Dr. HalisAlbayrak Dr. Tayyar Allıkulaç lll Prof.Dr. Hayrani Altıntaş Prof.Dr. Mellha Anbarcıo()lu

Prof.Dr. Orhan Arslan Beşir Ayvazoğlu lll Yavuz Sahadır Prof.Dr. Süleyman Hayri Boloy Prof.Dr. Yüksel Bozer

Prof .Dr. ismail Cerrahoğlu lll Prof .Dr. Esot Coşan Prof.Dr. Mustafa Faydalll Ayvaz Gökdemir lll Ergun Göze lll Halil Güler

S. Ahmet Güner Ahmet Gürtaş Prof.Dr. Abdurrahman Güzel Prof.Dr. Mehmet Hatipoğlu Ahmet Kabaklı

Fehml Koru Nevzat Kösoğlu lll Hamdl Mert lll Dr. Haluk Nurbaki lll Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak AcarOkan

lll Prof.Dr. Necati Öner lll Atilla Özdur Doç.Dr. Yaşar Nuri Öztürk Prof.Dr. Se dot Topçu Mümtaz'er TOrköne

lll Ekrem Üçyiğit Prof.Dr. Bohaeddln Yediyıldız lll Namık Kemal Zeybek

MMID KIRAATI : ~moll Coşar

Page 2: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

iSI.AMDA NEFiS TERBiYESi Prof. Dr. Esat COŞAN

Sözlerime Allah'ın adıyla başlarım.

İnsanı yeryüzünde kendisinin halifesi kılan, dağların, taşlann,yerlerin, göklerin, yüklenmekten kaçındığı emaneti taşımaya Hiyık gören, yerde ve gökte bulunan cümle varlıklan insanoğluna musahhar kılan ve onu alıseni takvim üzere yaratan, eşrefi mahlu­kat kılan yüce Allah'a hamdü senalar olsun. Onun alemiere rahmet ve insanlığa örnek olarak gönderdiği habib-i edibi Muhammedi Mustafası'na sonsuz saliitü selam olsun. Ve onun yolunda gidenlere ...

İbrahim Hakkı Erzurum! emsalsiz eseri Marifetnamenin başında ayetlerden ve ha­dislerden çıkartmış olduğu bir ömür hüliisası olarak, bir bilgi konsantresi olarak diyor ki, "Hak Teala dü cihanı benim actem için onu da kendisini bilmesi için yaratmıştır. O halde hılkati alem ve adernden maksadı aksa ve matlabı ala marifedi mevladır." Yani yerin göğün yaratılmasından insan nesiinin bu cihana gönderilip bezemesinden, asıl

maksat Allahu Teala hazretlerinin bilinmesidir. İnsanoğlunun o marifetu'llaha ulaşması hayatının gayesidir. İnsan o irşat sonucuna ulaşmadığı zaman, son derece kötü ve zarar­lı bir varlıktır. Nitekinı Kur'an-ı Kerim'de yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak insanoğ­lunun yaratılacağı meleklere bildirildiği zaman meleklerin cevabı, "Yarabbi orada fitne fesat çıkaran kanlar döken bir varlık mı yaratacaksın?" İnsanoğlu alısen-i takvim üzere yaratılmıştır ama eğitimden ve marifettullahtan malırum olunca estel-i safiline düşer. İnsanlık tarihi incelendiği zaman görülür ki irşat olmazsa insanlar yaratıkların en şerlisi­dir. Yağmacılık savaşlarıyla birbirlerini mahvetmişlerdir. Kuvvetli zayıfı ezmiştir. Kan­ctırma ve sömürme sürmüştür. Geçim derdiyle kız çocuklan diri diri toprağa gömülmüş­tür. Kadın horlanmıştır. Avrupa'da kadın miras alamamıştır. Şeytani sayılmıştır. Sosyal haklardan mahrum kılınmıştır. Nil nehrinin bereket getirmesi için asil bir kızın Nil neh­rine kurban edilmesi Mısırlılar tarafından yapılmıştır. Hindistan'da ölen koca ile sağ ka­lan karısı beraber yakılmıştır. Eskimo yaşlılan beyaz ayılara yem edilmiştir. İbni Fad­lan'ın Seyahatnamesinde aıl'lattığına göre eski Sibirya'da bir kadın din namına, inanç narnma feci şekilde sarhoş edilerek feci şekilde kurban edilmiştir. İntiharlar ve katiller doludur. Halbuki İslam fıkhı 5 büyük gaye gösteriyor. Şeriatın alıkarnı incelendiği ve

-- KUTLU DOGUM----------------- 163--

Page 3: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

onların hikmetleri, gayeleri düşünüldüğü zaman İslam'ın bu abkaını koymakta insanoğ­lunun lehine beş büyük hedefi amaçladığı fıkıh kitaplannda kaydediliyor. İslam, inancı ve ruhu korumayı esas alıyor. Onun için küfrü, şirki ve batıl inançlan yasaklamış. Be­denin korunmasını esas alınıyor onun için intihar ve katil yasaklanmış. Vücudu tahrib eden içki gibi maddenin içilmesi yasaklanmış. Neslin korunmasını esas alıyor, evlenme­yi teşvik ediyor, kürtajı yasaldıyor, çocukların öldürülmesini yasaklıyor. Malın korun­masını esas alıyor.

Mecelle'nin kaideleri arasına "la darara ve la dırar" İslam kaidesi girmiştir. İs­lam'da mala zarar vermek şeklinde bir hukuk kaidesi yoktur ve yapılmış bir zarara za­rarla karşılık vermek de yoktur. O da yasaktır. Malı tahrip etmek de yasaktır. Tahpb edilmiş bir malın mukabelesinde karşı tahrifle ona cevap vermek de yasaktır. Aklın ko­runması esas alınmıştır. içki aklı örttüğü için yasaldanmıştır. İnsanlar eşit sayılmıştır. Padişahla köle aynı saftadır. Müslimle gayri müslim adalet karşısında eşittir. Fakirle zenginin farkı yoktur. Fatih Sultan Mehmet camisinin kubbesini eksik yapan mimarı ce­zalandırdığı zaman mahkemeye verildiğinde İstanbul kadısının önünde mindere otur­mak isteyince, "padişahım burası adalet yeridir, sanık mevkiine geç" diye ilitar almıştır. İnsan aziisı kesilemez, savaşta bile aza kesrnek gibi bir işkence yapılamaz. İnsanın diri­sine olduğu gibi kabrine, mezarına da hürmet vardır. İnsanın dişi, tırnağı bile gelişigü­zel çöpe atılmaz toprağa gömülür. Cenaze geçtiği zaman ayağa kalkılır. Cenazeye hür­met edilir. İslam, insanın karşılaştığı şerlerle mücadele etmiş onları kaldırmaya, engellemeye çalışmış. islama göre şerrin kaynaklan şunlardır:

Birincisi şeytandır, görmediğimiz, varlığını Kur'an'dan öğrendiğimiz bir varlık. "Şeytan sizin için bir düşmandır. Aşikar bir düşmandır, siz de onun düşman olduğunu bilin, onun hilelerine karşı uyanık olun", ona karşı dikkatli olun, diye ikaz olunmuşuz­dur. Şeytanın hizbi vardır. (Şeyatinu'l insi ve'l Cirın) İnsanların ve cinlerin şeytanlan vardır, insanlar arasında şeytaniaşmış cinler vardır. Görünmez varlık olan cinlerden şey­tanlar vardır. Dünya üzerindeki insanlar iki hiziptedirler, birisi hizbullah, diğeri hizbu­şeytan, fakat, şeytanın insan üzerine kesin bir tesiri yoktur. Nahl süresinin 99 ve lOO'ncü ayetlerinde bildiriliyor ki; Mü'minlere ve Rabbine tevekkül edenlere onun sulta­sı, tasallutu geçerli değildir. Onun tesiri onu dost edinip, ona yöneleniere ve onunla şirk koşanlaradır, onun tesiri onlaradır. Mü'mine tesiri yoktur. Demek ki sadece bir vesvese verme gücü vardır. Şerrin çeşitlerini insanın gözü önüne sıralama, onlara vesvese verme için gücü vardır.

islama göre kötülüğün diğer kaynağı insanın kendisidir, nefsidir. Yusuf aleyhisse­lamın dili ile Kur'an-ı Kerim'de ifade edilmiş bir hakikattır. Allah'ın müstesna kıldığı ki­şiler hariç, nefis, insanlara kötülüğü emretmekte adeta meslek sahibi olmuş, çok kötülük emredici bir vadıktır. Şeytanın içimizdeki yardakçısıdır, inatçı ve ısrarcıdır. Terbiye edilmesi gerekir, şeytan gibinefsinde insana vesvese vermesi vardır. Binanaleyh Yunus Ernre merhumundediği gibi bizim içimizde "Bir ben vardır bende benden içerfi". Çeşit­li varlıklar görüyoruz, odaklar görüyoruz, vesveseler alıyoruz. Şeytanın vesvesesi ile nefsin vesvesesi arasındaki farkı mutasavvıflar birisinin aynı şeyi söylemesinde ısrar et­mesi, birinin oyundan oyuna geçmesiyle ayırtederler. Şeytan usta bir aldatıcı olduğu

-- 164 ----------------- KUTLU DOGUM --

Page 4: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

için, insanı Allah'ın nzasından mahrum kılmak hedefinde gayesinde olduğu için, bir gü­nahı yaptrramazsa, başka bir günaha geçer, bir oyunu tutturamazsa başka bir oyuna ge­çer. Ama nefis, inatçı bir çocuk gibi aynı şeyi isterim de isterim diye tutturur. Onun ne­fisten geldiği anlaşılrr. Şeytana karşı Allah'a sığınmak, tevekkül etmek ayeti kerimede bize bildiriliyor. Çünkü tevekkül edenlere tesiri yok, onun için işlerimizde efızü besme­le çekiyoruz. Şeytanın bize tesir edeceğini bilerek onun bize tesirinin olmaması için ön­ceden kendi kendimize böylece pratik bir yolla hatrrlatmış oluyoruz. Onun düşman ol­duğu ve onun düşmanlığını hatrrlamamız Kur'an-ı Kerim'de emredilmiş olduğundan devamlı teyakkuz halinde, alarm halinde olmamız gerektiği söyleniyor. Şeytanın hile yollannı tıkamak için başka mücadele şekli göze hakim olmak, günaha götüren yollara ayak dahi atmamak. Onun için Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teala Hazretleri zina etmeyin dememiş, zinaya yaklaşınayın yani oraya götürecek yollara adım dahi atmayın, çünkü yola girince sonucu kaçınilmaz olabilir. Onun için içki yasaklanmıştrr, içki aklı alu, kontrolu kaldrrrr ve insanı ne yaptığını bilmez duruma düşürür.

İnsanın nefsi aslında gereksiz bir varlık da değildir. Peygamber Efendimiz, "Nef­sin senin bineğindir, ona rifk ile muamele eyle, haşin davranma, sert davranma" buyur muştur. O halde insanın nefsinin olması ayıp bir şey değildir. İnsanın asli günahla doğ­ması gibi, kendisinin kesbetmediği bir suçla suçlanması doğru değildir. Herkes İslam fıtratı üzerine doğar, her çocuk temizdir ve masum bir insan olarak dünyaya gelir, fakat annesi-babası onu mecusi yahut yahudi yahut nasrani yapar, yani eğitimle insan bozu­lur. Asıl fıtratından çıkabilir. O bakımdan bir üçüncü düşman, şeytan ve nefisten sonra cahillik, bilmezlik, birtakım gerçeklerden habersizliktir diyebiliriz. Buradaki cahillik tahsil görmemiş olmak, diploma almamış olmak gibi şekli bir şey değildir. Takva yok­sulluğudur. Çünkü bazen alimler de, diplomalılar da cahillik ederler. Bu dini bilgilerin eksikliği Allah'ın ilahi adaletinin sonuçları emirlerindeki hikmetlerinin, kanunlarının bi­linmemesi, sosyal, ahlaki ve dini görgü bilgi ve kültür eksikliğidir. O halde, hiç tahsil görmemiş bir kimse din noktasından cahil olmayabilir, arif olabilir, odunculuk yapan Yunus Emre çok yüksek bir şahıs olabilir de, medresede okuyan bir hrrslı alim çok aşa­ğı bir durumda kalabilir. Azap bakımından en büyük azabı görecek kimselerden birisi ilminden kendisini faydalandrramamış olan iilimdir. Biliyor,bilgeliğin yolunu tutınuyor, Biliyor, kusurlanndan kötülüklerden geri dönemiyor. Onun için İsHim insan terbiyesin­de ilk önce ilk seviyede bilgi noksanlığını, görgü noksanlığını izale etmeye önem verir. Hatta okuma yazma öğrenme, öğretme daha yüksek seviyelerde fevkalade desteklen­miştir. Hz. Ali Efendimizin "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" sözü meşhurdur. Peygamber (s.a.s) Efendimiz, zamanının çok asil kişileri sahabe-i kiram,- çoğu ümmi kimselerdir - Arap şairlerinden mehşur Adiy İbn-i Hatim Hz. Peygamber'in yanına ge­lip ondan bir berat alınca Medine çarşısında beratı okutaeale bir kimse bulamamıştır. Kendisi okuyamadığı gibi şair olmasına rağmen okutaeale kimse dahi bulamamıştır. Ama bu kısa zamanda değişmiştir. İslam alemi dünya durdukça anılacak büyük alimler yetiştirrniştir. Hz. Peygamber'in bir çok hadisleri talebeyi,hocayı,öğrenmeyi,öğretmeyi teşvik ettiricidir. Peygamber Efendimiz'in bir hadisini söyleyerek diğerlerini geçiyorum: "İlim öğrenmek Allah indinde namazdan oruçtan sadakadan hacdan ve Allah yolunda savaştan dahi daha üstündür." Fakat İslamdasadece bilmek yeterli değildir. Sadece bi-

-- KUTLU DOGUM ------------------ 165--

Page 5: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

lenler helak olacaklar, bildikleriyle amel edenler müstesna. Sadece bilip amel etmek de yeterli değildir. Yaptıklarını Allah rızası için, iyi niyetle yapanlar, ihlasla yapanlar müs­tesna, onlar dahi nice tehlikeler içindedir. İslam'da böylece kuru bilgi yığını yeterli sa­yılmamış, insanın ham veya çirkin veya muzır veya sadist olabileceği daima gözönünde bulundurulmuştur. Ecdadımızdan nakledilen menkıbelerde "Evladım ben sana paşa ola­mazsın demedim, adam olamazsın dedim" sözü meşhurdur.

İslam insanın kamil, olgun, bilgili, nefsinin terbiye edilmiş bir nefis olmasını amaç edinmiştir. Nefis nedir. Nefis insanın kendisidir. Kendi benliğidir. İnsanın maddi hayatı­nı,bedeni" menfaatlarını temsil eden ve vücudu yönetmekle Allah tarafından görevlendi­riimiş bir benliğidir, faydalıdır, olmalıdır, ölmemelidir. Fakat terbiye edilmediği zaman en büyük düşman haline gelmektedir. Peygamber Efendimiz savaştan dönen bir grup ki­şiye "Şimdi küçük savaştan büyük savaşa geldiğimiz bir kişinin kendi nefsiyle mücade­lesi cihadı işi önünüzde duruyor" demiştir. Yani kendi nefsinizi yenme, kendinizi aşma, arzulanmza hakim olma diye bunun en büyük savaş, cihad-ı ekber olduğunu belirtmiş­tir. "En büyük düşmanın şu iki yanın arasında bulunan şu kendin, kendi benliğindir. Kendi nefsindir", buyurmuştur. "Cihadın en faziletiisi kişinin kendi nefsiyi e mücadele etmesi, onu yenmesi ve hevayı nefse hakim olmasıdır" demiştir.

İslamda nefsin bazı istekleri tabii görülmüştür. Reddedilmemiştir. Kanalize edil­miştir. Meşru yollardan karşılanması dinin buyruklan altına girmiştir. Yemek makul öl­çüde meşrudur. Izdırar halinde çölde kalan çaresiz bir insanın haram yemesi bile caiz olur, canını kurtarması için. Uyku insanoğlunun enerji biriktirme vasıtasıdır. Ertesi gü­nünü rahat geçirme ve enerji depolama vasıtasıdır. Tavsiye edilmiştir. Evlilik neslin be­kası için insanın huzuru için sükünu için tavsiye edilmiştir. Nefsin bazı arzuları doğru değildir, meşru değildir. Onlar anormaldir. İşte bunların karşısına çıkmak İslam'ın başlı­ca görevidir. Çünkü bunlar bilkatın kendisine koyduğu duygulan başka istikametlere tevcih etmesinden kaynaklanmaktadır. Hilkatin şaşmasıdır, rayından çıkmasıdır, istika­metinden sapmasıdır. Mesela kişinin rabbena hep bana diye düşünmesi, yarabbi hep ba­na ver başkası ne yaparsa yapsın. Ben öldükten sonra tufan, ne olursa olsun beni başkası ilgilendirmez ... gibi, efendim, kibir gibi, ucub gibi, cinırilik gibi, hırs gibi, gazap gibi ve nefsani şehvetler dediğimiz bir yelpaze bitmek bilmeyen arzular gibi, zevke sefaya düş­künlük gibi, tembellik gibi, gaflet gibi, söylenilen hakkı kabul etmemek gibi, haram ye­mek işin kolayına kaçmak gibi bazı temayüller insan nefsinin ilk tutkusu küçüklüğünde başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata ister, hel­va ister, elma şekeri ister. Çocuk ister, devarnlı bu midenin arzusu şehvetidir. Sonra şeh­vet-i ferc devresi, seks devresi gelir. O zaman, insanın başından aklı biraz yukariara gi­der. Dinin emirlerinden kontrollarından dışta, kabul edilmeyecek işlere sapar. Bir zaman sonra aile kurar dünya sevgisi, efendim gözünü mal toplama arzusu kaplar, be­nim bu çocuklarım ne olacak, viran olası hanede evladı iyal var duygusu başlar. Sonra niye ben bu kadar zenginim de herkes bana itibar etmiyor. Şöyle biraz yükseklere çık­sam da herkes bana itibar ese diye mevki makam hırsı başlar. Küçük mevkilerden de tatmin olmamaya başlar, bu sefer hubbu riyaset ister. Buralardan daha ~lalara çıkmak is­ter. İşte bunlar nefsin çeşit çeşit arzularıdır, hevasıdır. Kim Rabbinin makamından kor-

-- 166 ------------------ KUTLU DOGUM --

Page 6: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

kar nefsi bu hevalardan alıkoyarsa o cennete girecektir. Cennet onun durağı ve barınağı olacaktır. Nefsin terbiyesi elbette mümkündür ve yapılmıştır. Tarih boyu bunun nice güzel misallerini görüyoruz. Nefstemmare Kur'an-ı Kerim'den ayetlerden alınmış birta­kım sıfatlarla sıfatlandırılarak, hangi merhalelerden geçtiği nerelere vardığı belirtilmiş­tir. Levviime olur. Hatasını aniayıp kendi kendisini muhakeme etme, tenkit etme, kritik etme noktasına gelir. Buna nefsi levvame derler. Sonra bir zaman sonra mülheme olur. Manevi hayatın bir takım güzelliklerini sezmeye, Allah'tan gelen haberleri almaya baş­lar buna nefsi mülheme derler. Sonra istikrar kazanır, karar bulur,sükun bulur, rahat bu­lur, karakteri sağlamlaşır. Kötülüğü sevmez iyilikte severek devam eder. Mutmain olur, mutmain olmuş bir nefis haline gelir. Böyle olunca da, mükafatı hakeder. Rabbının ken­disine takdir ettiğinden razı, memnun, hoşnut, kadere itiraz etmeyen, Rabbının her hali­ni her fiilini hoş gören "boştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken lütfunda hoş kalırında hoş mevla görelim neyler,neylerse güzel eyler" gibi duyguların sahibi olan bir insan haline gelir. Tabii sonra merdiyye Allah tarafından sevilen bir insan haline ge­lir. Bundan yukansı da peygamberlerin seviyesi olan nefsi safiyedir.

Tabii nefsin terbiyesi denince zamanın da sınırlan çok önemli oluyor. Galiba nef­sin terbiyesinde size de biraz sabır düşüyor. Nefsin ıslahı ve terbiyesi metodlarını mut­laka ifade etmek gerekiyor. Nefsin ıslahı için çare bizzat İslam'ın kendisidir. İslam'ın uygulanmasıdır.İsliim'ın emir ve yasaklandır. Çünkü o herşeyin ıslahi içindir. Namaz insanı günde beş defa yıkayan üzerinde kir pas bırakmayan ve daima kendisini Rabbı­nın kulu olduğunu sağlayan bir ibadettir. Üç vakit olmaz mı? Olmaz. Çünkü az gelir. Bir vakit olmaz mı? Olmaz, yetmez. Haftada bir olmaz mı? Olmaz çok yanlıştır. Bir hafta çok geç kalınmış olur.

Oruç iradeyi eğiten çok kıymetli bir ibadettir. Nefsin şehvetlerini kesen, söndüren bilhassa gençlere Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği bir ibadettir. Zekat yardımlaş­ma duygusunu merhamet duygusunu kardeşlik duygusunu geliştiren ve lafta bırakma­yan tatbikat sahasına indiren güzel bir ibadettir. Hac evrensel müslüman kardeşliğini sağlayan bir ibadettir. Dünyada Hakk'ın hakkaniyetİn sağlanması ibadetler ile müslü­manlara çizilmiş, mekanizma konulmuştur.

Nefsin ıslahı için bir diğer yol turk-u nevafil diye adlandırılır. Kul kendisine farz kılınmış ibadetleri yaptıkça Allah'ın sevgisini kazanır amma nafile ibadetlerle öyle ge­lişme gösterir ki, öyle ilerleme kaydeder ki, Allah onu kıldığı nafile namazlarla, tuttuğu nafile oruçlarla, mecbur olmadan verdiği sadakalarla, hayırlarla öyle bir mertebeye geti­rir ki, nihayet Allah da o kulu sever ve Allah o kulu sevdiği zaman diyor Peygamber efendimiz gördüğü gözü olur, tutan eli olur, duyan kulağı olur, yürüyen ayağı olur. Bu ibadetlerin önemini gösteren nefsin terbiyesinde ibadetlerin fonksiyonunu ifade eden haaıslerdendir. Bilgi verip ikaz ve ihbar etmek, müjdelemek ve korkutmak Kur'an-ı Ke­rim'in bir metodudur. Yani bazen cenneti anlatmıştır, bazan cehennemİ. Bazen müjde­ler, bazen korkutur ve kulu havf ile nca arasında bir istikrar makamında tutar. Bir muta­savvuf diyor ki, kul havf ile nca arasında iki başlı arslanın arasındaki tilki gibi olmalı. Bir tarafa fazla yaklaşırsa tehlike vardır. Diğer tarafa daha fazla yaklaşırsa daha başka tehlike vaıdır. Havf ile nca arasında olacak, ümidi fazla olup gevşemeyecek, korkusu

-- KUTLU DOGUM----------------- 167--

Page 7: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

fazla olup erimeyecek. Havf ile nca nefsin terbiyesi için Kur'an-ı Kerim'in kullandığı bir yoldur.

Daha başka yollarla rabbine intikal eder. İç gözlem tavsiye edildiği gibi dış gözlem de tavsiye edilmiştir. Yerlerin göklerin tefekkürünü emreden, tavsiye eden ayetlerden bir tanesidir. Seyahat olgunlaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Yunus Emre'nin bir dörtlüğünü hatırlarsınız:

Gezdim Urum ile Şamı Yukarı illeri kamu Çok aradım bulamadım Şöyle garip bencileyin

diyor. Demek ki o olgunluğu uzun seyahatlerde çeşitli meşakkatleri çekerek kazanmış. Bilgili ve bilge bir kimseyi kendisine rehber edinmek ve ona teslim olmak, kendi ayıpla­nnı onun direktifteriyle düzeltmeye çalışmak kullanılmış çok yaygın bir yoldur. Hz. Peygamber'in yoludur.

Hz. Peygamber (s.a.s) sahabesini sohbet metoduyla eğitmiştir. Musahabet yoluyla eğitmiştir. Yanında bulundurmak suretiyle, hayatın içinde uygulamalı olarak eğitmiştir. Onun için bu en harcıalem, en güzel, en kolay, en müessir metoddur. Onun için beyatler olmuştur. Tekkeler kurulmuş, tarikatlar kurulmuş ve çalışmıştır. Tarikatıann her birinin kendisinin özel metodlan vardır. Birbirinden farklı olduklan için tarikat adını almıştır. Usuller çoktur. Yani Allah'a giden yollar malılukatın değil, kendileri, nefeslerinin sayı­lan kadar çoktur. Fevkalade çok yollar vardır ama, bunların elbette en kestirmesini, en müessirini seçmek vardır. Mevlevilerde duyarsınız, efendim mutfakta çalışmıştır, bir müddet aşçı olarak çalışmıştır. Ama olgun bir derviştir. O meşakkati çeksin diye kendi­sine o hizmet yüklenmiştir, hizmet ederekizzet bulmuştur.

Aziz Mahmud Hüdayi Bursa kadısı iken, Üftade Hazretlerine gelip kendisinin eği­tilmesini istemesi üzerine Üftade Hazretlerinin sınğa ciğerleri takdırıp, Bursa sokakla­nnda ona ciğer sattırması meşhurdur. Çünkü hakimliğin, kadılığın verdiği nefsi, kibiri ancak böyle sert bir metotla kırmak mümkün olur yoksa yanına yanaşılmaz. Bahaeddin Nakşibendi Hazretlerinin senelerce değil insanlara, kuşlara hasta hayvanıara hizmet etti­ği bilinmektedir. 7 sene kırık kanatlı kuşlara, hastalıklara, kedilere vesair hayvanıara hizmet ettiği yazılıdır. Çünkü malılukata merhamet etmeyen Allah'ın merhametine liya­kat kasbedemez. Arif Nihat ASYA merhum onun için diyor ki, bir güzel duası vardır: "Halka, mahluka, sevgiden gayri kusur verme ilahi kusur verme bana". Evet gayriyi sevme bir kusurdur ama yaratıldığını yaratan için sevmek te Allah'ın razı olduğu bir ku­sur oluyor onun için malıluka sevgiden gayn kusur verme ilahi, kusur verme bana diye dua etmiş.

Tarikatlarda iki ana usul vardır. Bir, tariki nefsani denilen nefsi riyazetlerle erit­rnek, ezmek, zayıftatmak böylece aklın ve kalbin insan üzerinde kontrolünü ve hakimi­yetini sağlamak yolu, meşakkatli riyazet yolu. Bu yolu uygulayan tarikatiara turuk-u nefsaniye derler, yani nefsi ezme yoluyla nefsin ıslahını, nefsin olgunlaşmasını sağla­yan yollar. Diğer bir yol da ruha kuvvet vererek, kalbi nurlandırarak insanı aşk ile şevk

-- 168 ------------------ KUTLU DOGUM --

Page 8: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

ile doldurup gönlü aşkullahla, muhabbetullah ile doldurup gözü başka şeyler görmez hale getirip, her emri seve seve yapar hale getirmektir. Herhalde merhum Orhan Şaik Gökyay'ın bu vatan kimin sorusuna bir gül bahçesine girercesine, bu kara toprağa giren­terin, diye cevap vermesi gibi insanın canını vermesi çok aziz canını vermesi sevgi olunca, iman olunca bir gül bahçesine girercesine, feda edilir. Bir başka şairin de sözü hep hoşuma gider: "Canı canan dilemiş. Vermemek olmaz ey dil ne niza eyleyelim, o ne senindir, ne benim." Canı canan istemiş vermemek olur mu? Onu o istemiş verme­mek olur mu, o onundur manasına. Riyazeti nefiste kıllet-i taam, az yemek killet-i me­nam az uyumak kıllet-i kelam lüzumsuz sözleri bırakmak yani az konuşmak, uzlet-i enam insanlardan bir köşeye çekilip orada tefekküre dalmak ve ibadetle meşgul olmak. Ve zikr-i müdam; daimi Allahu teala hazretlerini anarak sevap kazanmak suretiyle kir­lerden paslardan temiztenrnek suretiyle Allah'ın lütfuna erme metodu. Bunun konsantre şekli, yani bir zamanda bir mahalde yoğun bir şekilde uygulanma şekli halvettir, çiledir.

Peygamber Efendimiz'in bir hadisi şerifi vardır et-Terğib Ve't-Terhlb'de. Kim kırk gün Allah rızası için ihlas ile bir köşeye çekilip Allah rızası için ibadet/e meşgul olursa gönlünden lisanına hikmet pınarları coşup akmaya başlar, onun için 40 gün çile çekip erbaine girip halvete girip kendisini kontrol edip ibadetlerle meşgul olup erişme zikri vardır. Eşref oğlu Rumi'yi biliyoruz. Saadettlni Hamavi'nin yanına gitmiş, bir halvet çı­karmış, bir halvet daha çıkarmış, bir halvet daha çıkarmış, 120 gün yani 4 ay ibadetle meşgul olmuş. Tabii böyle şeyler olmayınca insanın olgunlaşması mümkün olmuyor. Çünkü insanoğlunun tabiatının sertliklerinin kırılması ciddi çalışmalara bağlıdır. Kültür tarihimizde nefs terbiyesi yönünden çok zengin, çok büyük, renkli, çok sevimli şahıslar sahibi bulunuyoruz. Hepimizin gönül verdiği kişiler Mevlana Celalettin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşi Veli, Eşref oğlu Rumi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Birgivi Muhammed Efendi, Aziz Mahmud Hüdayl ve daha nice binlercesi. Eski halkımız, padişahtan halka, üromiden okumuşa, büyük çoğunlukla nefs terbiyesi gör­müş kimselerdir. Kanuni diyor ki: "Nefs hazzın ey muhibbl vermegil hayvan sıfat zabtı nefsetarif ol insanlık budur." Kanuni'yi en büyük yapan muhteşem yapan belki bu zih­niyettir. Nefsine hakim ol, hayvani hareket etme, nefsinin esiri olma, nefsine hakim ol. Yavuz Selim vefatı sırasında şimdi Allahu teala hazretlerinin fikriyle zikriyle meşgul olmak zamanıdır diyen musilhibine, "Ya sen bizi neyle meşgul sanırdın" demiştir. O ba­kımdan eski büyüklerimizi eski ecdadımızı sakin, vakurlu, edepli, tok gözlü, cömert, kalıraman, sabırlı, şükürlü, çalışkan, verimli, başkalanna merhametli, iyilik seven, se­ven ve sevilen, olgun kişiler olarak görüyoruz. Günümüzde bu konuda büyük boşluk görüyoruz. Mill'i eğitim müesseselerimizde öğretim var ama, eğitim yok denecek kadar azdır. Hele nefsin terbiyesi hiç yoktur. Bunun çaresini bulmalı, bizi cihana sevgili ve saygılı kılan öz değederimizi korumalı, kurtarmalı ve tekrar çağdaş ve bilimsel olarak işler hale getirmeliyiz.

Hepinizi saygıyla sel~mlanm.

-- KUTLU DOGUM------------------ 169--

Page 9: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Prof. Dr. Mehmet HATiPOGLU

Cenab-ı Hak, Resulü Ekremini insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiştir. Karanlıklardan aydınlığa çıkarmaya talip bir müslüman kimsenin, onların imaını durumunda olan Rasulü Ekremin bütün hayat saflıaları bizler için ibret doludur. Rasulullah 23 seneyi bulan risalet vazifesinde, hemen hemen her gününü müslümanlar için bir ibret sahifesi olarak göstermiştir. Kur'an-ı Kerim'in beyan buyurduğu üzere Pey­gamber Efendimiz insanlığın, bilhassa müslümanların örnek şahsiyetidir. Bu örnek şah­siyet bütün faaliyetlerini sulh ve selamet içinde yürütmeye tercih etti, hiç bir zaman kavgaya ve döğüşe, sert harekete tevessül etmedi. Hz.Aişe validerniz buyuruyorlar ki; "Resullullah köle durumunda olan müslümanlara bile en ufak bir sert harekette bulun­mamıştır." Keza ailesi efradına karşı hareketi de oydu. Fakat biz 20'nci asnn müslüman­ları kendimize karşı bile bir saygıyı unutuyoruz. Bazen birbirimizi kırıcı hareketlerde bulunuyoruz. Böyle davranışlar, müslümanlığın temel vasıflarından olan İslam ahlakına Peygamber siretine tamamen aykındır. İnşallah hepimiz sakin olmayı öğrenir ve ancak hayırlı işlerin sükunet neticesinde olduğunun idraki içerisinde oluruz.

Cenab-ı Allah bildiğiniz üzere insanoğluna iki dünya gösteriyor: Birincisi bu dün­ya, dünya hayatı dediğimiz bu devre, ikincisi de ahiret hayatı. Bu ahiret hayatı ebedi ha­yat. Burası geçici hayat. Ama ne diyor kitabın pek çok ayetlerirıde? Ebedi hayatın bu dünyada yapılacak işlerle, anıellerle elde edilebileceğini vurguluyor. Bütün ayetlerinde hemen hemen aynı fikir mevcuttur. Şu halde bu dünyadaki hayatımızia biz ebedi hayatı­mızı kazanacağımıza göre, bu dünyada her attığımız adımın İslam ahlakına göre Pey­gamber efendimizin siretine uygun bir şekilde olması, boynumuzun borcudur. Cenab-ı Hak bu ayetlerinde, sizlere hatırlatınada fayda görüyorum. Bu dünyada diyor öteki ale­mi hazırlayabilmeleri için müslümanların dikkat etmesi gereken iki umde vardır. Bir iman sahibi olmak, ikincisi de salih amel sahibi olmak, bunun dışında ahireti elde et­mek mümkün değildir. Dikkat buyurulacak olursa bu çerçevede olan ayetlerin hemen hemen bütün hedefi budur. Bakın ben size hatırlatmak kabilinden bir kaç ayet okuya­yım: "Kim bu dünyada kör ise öteki dünyada da kördür" diyor. Körlük maddi körlük değildir. Manevi körlük, ahlaki körlük, edep körlüğüdür. Bunun benzeri pekçok ayeti kerime var bunları zikrederek, zamanınızı almak istemiyorum. Resulü Ekrem bu ayetle-

-- KUTLU DOGUM ------------------ 171--

Page 10: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

rin ışığında hareket etti. Bu ayetler yani Kur' an, onun ahlakını teşkil etti ve bu istikamet­te bütün mü'minlere telkinlerde bulundu. Bunları söylüyorken yani hayırlı hizmet, salih amel diyorken dikkat buyurun hiçbir sayımda bulunmamışlardır. Her türlü güzel hare­ket, İslamın içerisinde dahildi. İmana dahildir, biz bazen deriz ki, ahireti kazanabilmek için işte şöyle adam olmak böyle adam olmak,din adamı olmak şudur, budur deriz. Bun­ları belirteyim benim bir tabirim var maruz görün. İsliimda din adamı diye bir tabir yok­tur. Çünkü İslam'da herkes dininin adamı olJ11ak.zorundadır. Bizim lügatımızda din ada­mı deyince mesela sokakta geçenlerden bir anket yapsanız size müezzin, imam, müftü hatta diyanet reisi diyecektir. Ama benim şu ana kadar vasıl olan kültürümle, vasıl olan netice bu. İsliimda hayra hizmet eden her türlü hareket dini bir harekettir. Dini bir vasıfa sahiptir. Bu bakımdan günümüzde tıp adamı da din adamıdır; Eczacısı da odur, ziraatçı­sı da odur, mühendisi de odur. Yeter ki insanlığa hayırlı bir hizmette bulunsun. Kur'an-ı Kerim'in bu beyanlarının yanı sıra Rasulullah ne buyurmuş. İnsanların hayırlısı kimdir. İnsanlara hayırlı iş yapandır. Hayırlı iş yapan kimdir? Bu hayırlı iş çerçevesine hangi iş giriyorsa onu yapan adamdır. Rasulullah imanı tarif ederken buyurmuşlar ki: "İman 40 küsür şubedir bunlardan bir tanesi de, sokakta gördüğün taş toprak cinsinden ayağa ta­kılacak bir şeyi alıp kenara atmandır buyuruyor." Mesela bir tanzifat memurunun bir süpürme görevini yapan bir vatandaşımızın vazifesi imanın şubesinin bir· vazifesidir. İmana dahildir o hizmet. Dünyada görülebilecek hayırlı işleri bizim İsliimi sistemimiz ve İsliimi bir değere dini bir değere sahip kılmak zorundayız. Diyeceksiniz ki İsliimiyette din adamı yok diye, imam, müezzin olmasın mı? Katiyen böyle bir şey söylemedim. İmamlık hizmeti, vaizlik hizmeti İsliimm hizmetleri içerisinde bir hizmettir. Yoksa bir vakitler bu memlekette, kongrelerde bile, ilmi dedikleri kongrelerde bile İsliimda din adamı yoktur, öyleyse imam ve müezzinlere devletten maaş vermek caiz değildir hük­münü veren kimselerle karşılaştık biz. Bu tamamen cahiliyetİn kendisidir. Neye dayan­dırıyorlardı. Dayandırdıkları husus bir hadisi yanlış anlamadan geliyordu. Hıristiyanla­rın rahiplik mesleği sanatı İsliimda yok demektir bu hadis. Sahabe-i kirarndan bir tanesi evli olduğu halde evini harkını terketmiş, kendisini ibadete vermiş. Hanımı gelip şika­yetçi oluyor, Resullullaha bizim bey bizleri unuttu diyor. ResuluHalı bunun üzerine ya­nına çağırıp: Ey Osman ben senin rehberin değil miyim? Benim hanımını var, işim var, bunların hepsini yapıyorum, üstelik de ibadetlerimi yapıyorum. Sakın ruhbaniyet hayatı­nı benimsemeyin, İslamda ruhbaniyet yani ruhhan hayatı yoktur, kiliseye çekilip kendi­sini ibadete vermek gibi bir hayat yoktur. İslamın hayatında ahiret, ibadet ve dünya bir arada gidecektir. Her an Allah'ı düşüneceksin, her an, Allah'ın istediği şekilde hareket edeceksin. Ama hangi istikamette? Hayırlı istikamette. İnsanlara faydalı olacak şekilde olmak suretiyle. Şurda Peygamber Efendimizin, Buhari'de bizim en kıymetli hadis ki­taplarırnızdan birisinde rastlamıştım -hadis deyince hatırlatayını Peygamber efendimi­zin sözlerine hadis denir- Said İbni Abbas, bu aşerei mübeşşereden cennetle müjdele­nen bir sahabi, makamı yüksek olan bir sahabi. Resulullah'ın arkadaşlarından. Hasta olmuş, öleceğim sanmış ve kurtulmuş. Ona ResuluHalı ziyaretlerde bulunuyorlar, ziya­retlerinde de tavsiyelerde bulunmuşlar. İşte malım mülküro hepsini feda edeyim diyor­lar, teklif ediyorlar. ResuluHalı hayır diyor, işte şu kadarını müsaade etmiş, üçte birini. Bundan sonra söyledikleri şu: Allah nzası için vereceğin her türlü malda, vergide, ba-

-- 172 ----------------- KUTLU DOGUM --

Page 11: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

ğışta senin için öteki dünyada bir ecir vardır. Bir de misal vermişler: "Hatta hanımının ağzına koyacağın lokma dolayısıyla Cenab-ı Hakk'ın ecrine sahip olursun diyor." Yani İslamın Peygamberi, hanımıarına beylerin hizmette bulunmalarını, lütufta bulunmaları­nı öteki dünyada ecre nail olmak için bir vesile, bir kapı addediyor. Nerde kaldı ki "Şe­riat ve Kadın" ismini vererek kitap yazan, İsHim'a hakaret için doğduğunu zanneden za­vallıların İsHim kadınını erkeklerin altında hatta ve hatta merkeplerin seviyelerine indirmeleri nerede, nerede kaldı Resulullah'ın şu lütuftan.

İslam kolay bir din değil. Müslüman olmak o kadar kolay bir iş değil. İslam bir kültür meselesi. Adam olabilmek kültür meselesi. Cenab-ı Resul Medine'de ilk İslam devletini kurduğu zaman İslam'in istikbali için nelerin yapılması gerektiğini bir bir anlattı ve İs­lam, gerçek bir müslüman olarak ölmemizi tavsiye ediyor. Gerçek müslüman olabilme­nin şartlarını da kültüre bağlıyor, marifete bağlıyor, kültüre, bilgiye bağlıyor. İslam üm­metinin temel vasfı nedir? İman sahibi olmak, salih amel sahibi olmak. Salih arnelde bulunabilmenin şartları da kültürlü olmaktır. Bir cemiyeti ayakta tutmanın şuurunda bunlar var ve murakabede bunlar var. "Emri bil maruf nehyi amil münker" prensibi var. "Hepiniz çobansınız ve hepiniz de sürünüzden mesulsunuz" diyor Resulullah. Herkesin .kendi selahiyet dairesinde çoban olduğunu farz ederseniz, o .kendi emrindeki işlerden kendisine tevdi edilen işlerden elbette mesul olacaktır. Onları tam yapmak zorundadır. Elbette onlardan mesul olacaktır. Bunu nasıl yapabilir? Bunu ilim ve irfanla yapabilir. Bilgisi olmayan bir adamın iyiliği emretmesi, kötülükten nehy etmesi mümkün değildir. Cahil bir adam "Emri bil ma'ruf nehyi anil münker" yapıyorum derken kötüyü emreder marufu da nehyedebilir. Bu mümkündür. O zaman ideal bir ümmeti müslümanın vücu­da gelebilmesi için biz herşeyden evvel kültürlü cemiyet, kültürlü ümmet olmak duru­mundayız. Bunlar yapılmadan neler görüyoruz biz? islama yön vermek isteyen §lim sı­fatlı kimseleri görüyoruz. Ben 30-40 senelik bir inceleme hayatım boyunca İslam ilimlerini nakletmek şerefiyle mubali, pek çok alimin islamı anlatıyorken bile ne kadar yaniışiara düştüğünü tesbit ettim acizane. İslamın ruhundan ayrılmış alimler var İslam dünyasında. Ne gibi diyeceksiniz? Biz hepimiz okuduk, ResuluHalı Efendimiz islamı beşeriyete tebliğ ediyorken herhangi bir ırk, herhangi bir coğrafya, herhangi bir millet ayrımı yaptı mı? Katiyetle böyle bir şey yoktur.Bakın Kur'an-ı Kerim Arapça nazil ol­muştur, ama içinde bir tek ayet yoktur, "Ey Araplar" diye hitap etsin, katiyen böyle bir­şey yoktur; "Ey Mü'minler" der Kur'an'ın hitapları, manevi vasıflara sahip olan kimse­lerdir. Yoksa Arabı, Acemi, Fransızı, ingilizi değildir. Buna rağmen biz neler yapmışız bir görseniz. İslam peygamberinin yaşadığı bir devirde bir köleyle Kureyş'in en yüksek seviyede sayılan eski zamanda, adamları evlendikleri halde daha birinci asrın Emevi devrinde Arapları öteki İslam devletlerinden yüksek seviyede tutan bir zihniyet yeşer­miştir. Bu zihniyetin neticesinde fıkıh kitaplarımıza bile giren öyle izahlar vardır ki İs­lam milletleri arasında, millet tasnifi yaparlar. En yüksek ırk kimmiş? Araplarmış. On­dan sonra İranlılar, ondan sonra Türkler falan gelirmiş! Hatta hatta o dereceye vardırmışlardır ki Arapların içerisinde, bile bölünme yapmışlar kabileler açısından, en muteber kabile Kureyş kabilesi. Mesela Meşhur Haccac-ı Zalim hepiniz tanırsınız, Sa­kiflidir. Kureyşli değildir, Kureyş'ten bir hanım almış, Halife Emevi Halifesi Abdul Me­lik hemen hanımını boşatıyor. Sen, Kureyşli hanım almaya layık değilsin diyor. Bu zih-

-- KUTLU DOGUM------------------ 173--

Page 12: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

niyet bize ne gösteriyor? Şimdi bu zihniyet bize Resulullah'ın kurmak için ter döktüğü, kan döktüğü bu ümmetin daha 20-30 sene geçmeden ne hale düşürüldüğünü gösteriyor.

Daha sonra bu gelişti. Abbasiler zamanında öyle netice verdi ki İslam hilafetine. Abbasi hilafetini çökmekten kurtarmış Selçuklular. o·devrin icabı üzere halifenin kızını istemiş. Kızıyla evlenmek istemiş önce Tuğrul Bey güçbela alabilmiş, daha sonra Me­likşah talip olmuş, Melikşah'ın en acı tarafı budur. O devrin Kadıyül Kuzatı Harezmde, onu kız istemeye halifeye gönderiyor. O kadiyUl kuzat halifeye gidiyor, kızını istiyor ve ondan sonra diyor ki şimdi benim elçilik işim bitti geldi şimdi sana nasihat etmeye, -hani ResuluHalı nasihat dindir demiş ya-,şimdi nasihat edecek kadiyUl kuzat,sen diyor bu sultana kızını verme. Türkmen Türk kanıyla senin o mübarek kanını bozma diyor. Şimdi böyle alirolerin islamı temsil ettiği memleketten hayır gelir mi?

Eğer İslam dünyası bugün Garplıların hakimiyeti altındaysa, bizim kabahatimiz ne­ticesinde hakimiyetine girdi. Yoksa İslamiyet'in kabahati yok burda. Biz bozduk İslami­yeti, biz dejenere ettik. İnşaallah başta biz Türk milletinden olmak üzere islamı gerçek çehresiyle anlayan nesiller yetişiyor. Bu nesillerin yayacağı ışıkla dünya müslümanlık faziletinin nimetlerine en kısa zamanda erecektir. Bunun alametleri var. Geçenlerde bir vesileyle İstanbul'daydım. Vardemburg diye bir alim var. Ben Marselm Buazar diye ali­min kitabını almıştım. İslam hümanizmi diye koca bir kitap o alim bana dediki bu alim müslüman oldu. Haberiniz varını böyle bir alimden, bu alimi müslüman eden Içim biz miyiz? Maalesef ki değil. Kendisi anlıyor, kendisi tatbik ediyor da İslam'ın o hiçbir ka­ba sığmayan faziletleri neticesinde müslüman oluyor. Keşke biz de bu zaatları müslü­man etme katkısına sahip olsaydık inşaallah olacağız efendim.

Hepinize teşekkür ederim.

-- 174 ------------------ KUTLU DOGUM --

Page 13: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Yavuz BAHADIROGLU

Devr-i Saadeti ve o saadet devrinin mimarını anlayabilmek, bir ölçüde devr-i ceha­leti intikal ile mümkündür diye düşünüyorum.

Hatırlayalım ...

Dünyada, özellikle de Arap Ceziresinde maddi ve manevi anarşi zirveye çıkmıştır. Zenginin fakire, erkeğin kadına, güçlünün güçsüze, devletin halkına zulmettiği karanlık bir dönem yaşanmaktadır. Şefkat, merhamet vicdanlardan silinmiş, babalar öz evlatlan­nı diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşmiş, kainat manasını kaybetmiştir.

insanlar adeta kör, adeta sağırdır ...

Ne her sabah doğan güneşin sırrı, ne her gece çıkan ayın hikmeti, ne devasa bir avize gibi gökyüzünde ışıldayan yıldızların tesbihi birşey ifade etmektedir.

Zihinlere hakim tek unsur, kuvvet, bunu sağlamanın tek yolu ise servettir. Ve in­sanlar bu uğurda insanlıktan uzaklaşmış, tek bir Allah'a kul olmak yerine, sayısız eşya­ya kul olmayı tercih edecek derecede düşünce ufuklarını daraltmışlar, yaradılış hikme­tinden kopup menfaatlerinin kölesi haline gelmişlerdir.

Hem bu insanların, hem de istikbalde aynı duruma düşmeye namzet kişilerin ebedi bir rehbere ihtiyacı vardı.

O gelmeli ve insanın yeryüzünde Allah'ın yarattığı varlıkların en kıymetlisi, en mükemmeli olduğunu, her birinin doğuştan bazı hak ve hürriyetlere sahip olduğunu an­latmalıydı.

O gelmeli varlıkların "ilah" değil, "vazifedar birer İlahi memur" olduğunu söyle­meli, güneşin, ayın, yıldızların, ağaçların, çiçeklerin, kısacası bütün kainatın sırrını aç­malı, hayatı anlamsızlıktan kurtararak hayata gerçek boyutunu kazandırmalıydı.

Sadece insanların değil, kainatın da bir rehbere, bu rehbere ihtiyacı vardı.

V e O seçilmiş insan, Seçenin kudreti tahtında, kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu

anda geldi. Şahsiyeti, ahlakı, dürüstlüğü, doğruluğu ve güvenilirliğiyle hem kendi asn­na, hem de asırlar ötesine örnek oldu. Ona "Muhammed-ül Emin" dediler.

-- KUTLU DOGUM------------------ 175--

Page 14: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Muhammed-ül Emin, Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, külli muarriften biri ola­rak seçilmiş ve gönderilmişti. Muarriflerden, yani tarifçilerden ikisi kainat kitabıyla Kur'an-ı Kerimdir. Muhanımed-ül Emin, üçüncüsüdür.

Sözlerimizin girişinde kaba çizgilerle tablolaştırmaya çalıştığımız bir dünyada "Al­lah'tan başka bir ilah yoktur ve ben Allah'ın kulu ve Resfilüyüm" diye Tevhid davasını omuziadığından bu yana 1.400 küsür sene geçti.

İlk günlerde bir kadınla bir çocuk çerçevesinde makes bulan davası, bugün yeryü­zünde, dünyanın dört bir yanında ırkı, dili, rengi, kültürü, tarihi, gelenekleri tamamiyle farklı milyonlara hitap ediyor.

Yüz milyonlarca insan O'nun izinden gidip, getirdiği ebedi hakikatı yaşamaya çalı­şıyorlar.

Demek oluyor ki: Nice inancı, nice fikri savuran zaman rüzgan, O'nun sesini daha da gürleştirerek, mesajını tazeleyerek günümüze taşıdı. Asırlar ötesine aşırdı. Çünkü o yalnızca kendi çağında, kendi çağının insanıarına seslenmiyor, aynı zamanda çağlar öte­sine sesleniyordu. Getirdiği hakikatler geçmiş ve gelecek zamanlardaki bütün asırları, bütün insanları kucaklıyor, bütün sorular makul ve mantıklı cevabı O'nun getirdiklerin­de buluyor ve gönüllerini O'na açıyorlardı. Başka türlü, bir mesajın 14 asır boyunca ta­zeliğini muhafaza etmiş ve ediyor olması izah edilemez.

Hatırlayalım ki her tik:ir, sonrakiler tarafından çürütülegelmiştir. Bir vakitler nihai netice sayılan bilimsel bulgular bile zaman rüzganna dayanarnayıp silikleşmiş, yahut yeni verilerin gölgesinde unutulmuştur.

Sadece Resulullah'm inancı, davası, mesajı, fikri bundan müstesnadır. O'nun davası ve inancı, kendisinden önce yaşayanların tasdikinde olduğu gibi, sonraki asırların insan­ları tarafından da tasdik ediliyor. Her geçen gün daha da gençleşip, tazelenip, güçlene­rek zamana ve mekana meydan okuyor.

"Alerolere rahmet" olarak gönderilen Zat, Alerolerin Rabbinden insanlığa hitap ile geldi ve asırlara sığmayacak inkılabları birkaç sene içinde gerçekleştirdi. Arap cezire­sinde abideleşen zulüm birkaç yılda yıkıldı. Evlatlarını diri diri toprağa gömen babalar, O'na ve getirdiğine iman ettikten sonra mükemmelleştiler; dünyaya insanlık, adalet ve medeniyet rehberi olacak hale geldiler. Ünlü şairler, O'nun getirdiği Kur'an'ın önünde ihtiram durdu. Hükümdarlar O Zata hizmetkar olmak istediler. Ona ümmet olma şerefi­ne hükümdarlık imtiyazını terk ettiler.

İnsanlar O'nun tek emriyle, kökü yüzlerce yıl derinde olan alışkanlıklarını bıraktı. Bir zamanlar üç kuruş menfaatı uğruna cinayet işleyenler O'nun talimatıyla mallarını fa­kire sadaka verdiler.

O, zengini fakirin, kuvvetiiyi zayıfın yardımına koşturdu. O, ruhları coşturdu. Düş­man kavimleri, nesep kardeşliğinden daha güçlü, daha sıcak duygularla birleştirdi.

Ve O yirminci asır insanının yüz yılda yerleştiremediği hakkı, hukuku, adaleti, hürriyeti, demokrasiyi ve insan haklarını bir solukta yerleştirdi. Böylece cehalet asn, bir saadet asn olup çıktı.

-- 176 ----------------- KUTLU DOGUM --

Page 15: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Nihayet asır asırlara taştı. Ve O çağlar ötesiyle kucaklaştı.

Tarık bin Ziyad'lar, Selahaddin Eyyubiler, Celalüddin Harzemşahlar, Alpaslanlar, Gazi Osmanlar, Fatihler, Selimler, Süleymanlar, Ak Şemseddinler, Güraniler, Geylani­ler, Gazaliler, Mevlanalar, Yunuslar,Uluğ Beyler O'nun sevdasıyla yanıp sevdayolunda ebedileştiler. Yol üstündeki bağlardan kopardıkları üzüm salkımlarının yerine altın bağ­layan ordunun ilham kaynağı O'ydu.

Hıristiyanlık taassubunun kol gezdiği bir devirde Bizans Kardinalına: "Bizans önünde Latin serpuşu görmekteuse Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim" sözünü söyleteıi adalet ve müsamahanın dayanağı O'ydu.

Fatih'e İstanbul'u fethettiren cehdi aşılayan O'ydu.

Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; bürhan-ı bahir olan Pey­gamberimiz bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-ı zikrin serzakiri ... Bü­tün enbiya, hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri, O bir şeceııe~i nuraniye­dir ki: her bir davasını, mucizelerine istinad eden bütün enbiya ve kerametierine itimad eden bütün evliya tastik ile imza ettiler.

Elinde muciznüma bir kitap, lisanında hakaik-aşina bir kitap, bütün insanlığa, hat­ta cinlere, meleklere ve bütün kainattaki varlıklara ezeli bir hutbeyi tebliğ ediyor:· Ki­mim, neciyim, nereden geliyor, nereye gidiyorum gibi suallere mukni ve makul cevap­lar verip yaradılıştaki hikmeti gösteriyor.

İşte bu sebeple zaman ihtiyarladıkça O gençleşmekte, her geçen asır O'nu evvelki­lere kıyasla biraz daha anlamakta, idrak etmektedir. Dünya O'nu idrak etmek zorunda­dır. Çünkü kapitalizmde, komünizmde, faşizmde bulamadığı huzur O'nun getirdiğinde­dir.

Hazret-i Muhammed (s.a.s) bir elçidir, bir resuldür, bir muallimdir. Vazifesi, Kur'an'ı ve kainatı delil göstererek insanlara Yaratıcısını tanıtmaktır. Yaratıcı'nın isim ve sıfatıarını öğretmektir.

Öğrenmek ve öğretmek. Öğrenmek için Rabbi, O'na ilk vahiyde, ilk hitapta "Oku!" buyurdu. Böylece okumak, öğrenmek ve öğretmek Müslüman üstüne mukad­des vazife oldu. İnsan buna memur: Kendinden başlayarak kainat kitabını okumaya ... Kainat kitabının fihristesi Kur'an'ı okumaya .. Tefekküre ve nihayet baktığını görme me­lekesi kazanıp Rabbine bağlanmaya ...

Muhammed-ül Emin, bütün İlahi derslerin ilk muhatabı oldu. Allah'ın yeni indir­meye başladığıyla birlikte, kainat kitabının ayetlerini de okudu, düşündü ve tıpkı bir muallim gibi tebliğ etti. Kainatın kilitli kapılarını, kilitli kafalarla birlikte Kur'an anahta­nyla açtı.

Formül belliydi: "Rabbinin adıyla oku!" Bu formülle, derin esrar yumağı olan in­san, insanın yaradılış hikmeti, görevi, krunat, yer, gök, geçmiş, gelecek, ilk yaradılış, ölüm, kabir, haşir, kıyamet bilmeeeleri bir bir çözüldü. Önce anladı, sonra anlattı. Önce tebliğ aldı, sonra tebliğ etti.

Kur'an'dan aldığı dersle bütün zamanların insanlarına, şu kainat sarayının harikula-

--KUTLU DOGUM----------------- 177--

Page 16: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

deleğini gösterdi, sırrını çözdü. Sarayın hakiki sahibini tanıttı. Ona ulaşma yollarını açtı. İnsanlığın hem rehberi, hem şuuru oldu.

Muhammed-i Arabi Aleyhisselatü vessalamın getirdiği inkılab ve insanlık alemine vurduğu ebedi mühür ortadadır. Tarihte hiç kimseye nasip olmamış bir inkılabı, üstelik cahil bir topluluk içinde ve akıllara durgunluk verecek kadar kısa bir zamanda gerçek­leştirdiğille dostları kadar düşmanları da şahittir.

Öyle bir devirde bunu başardı ki, büyük maddi imkanlarla ve insan gücüyle destek­li çevre kendisine düşmandı. Ebu Cehil'le yandaşları her türlü işkenceyi, zulmü, alçaklı­ğı reva görüyor, O'nu ve O'na gönül verenleri davalarından vazgeçirmek için akla, hav­salaya sığmayan yollara başvuruyorlardı. Ama tek kişi dahi vazgeçmiyor, kimse, hiçbir mü'min "Lailahe İllallah Muhammedün Resulullah"ı terk etmiyordu.

Hazret-i Bilal, göğsünde koca bir taşla çöl sıcağında kavrulurken bile kelime-i şe-hadet getiriyordu.

Kelime-i şahadet getirenler kazandı.

Özetlersek ...

O Zat-ı Nuraninin getirdiği nur, dünya tarihine "Asr-ı Saadet" olarak geçti. O'nun gelmesiyle dünya tarihine nurani, pınl pınl tertemiz bir sayfa açıldı: Adalet, hukuk, in­sanlık, ahlak, muavenet, dostluk, kardeşlik sayfası.

Bugün Müslümanlar arasındaki bazı istenmeyen haller O'nu asla ilzam etmez. Müslümanın alıvali sadece kendisini ilzam eder.

Düşününüz ki, adetlerini ve ahşkanlıldannı muhafaza etmekte son derece tutucu, son derece fanatik, son derece egoist ve menfaatperest bir toplumda ...

Atalarından tevarüs ettiklerini amansız bir katılıkla sürdüren, çocuklarını canlı canlı gömerken bile ruhunda küçücük bir rikkat titreşimi meydana gelmeyen insanlar arasında çalıştı. Onları gergef gibi işledi ve kısa zamanda vahşetten medeniyete ulaştınp Endülüs yoluyla Avrupa'ya muallim eyledi.

Katı kalpli insanlar, O'nunla ve getirdikleriyle tanışınca karıncayı incitmekten dahi çekinir oldular. Geleneklerinden, dinlerinden, putlarından bir sözle koptular. Şarabın ha­ram olduğu bildirildiğinde sokaklardan günlerce şarap aktığınıİslam tarih~ kaydeder.

Şahsi çıkarı için başkalarının hukukunu çiğnemekte bir beis görmeyenler, O nura muhatap olduktan sonra yalnız insanların değil hayvanların hakkını-hukııkunu bile gö­zettiler. Bütün servetlerini Allah yolunda sebil ettiler.

Zengin fakirin, özgür kölenin, güçlü zayıfın, erkek kadının, çocuğun himayecisi ol­du. Zulmün yerini hak, hukuk, adalet, istibdadın yerini hürriyet, yalanın yerini doğru­luk, ahlaksızlığın yerini iffet, menafatın yerini yardımlaşma aldı. Böylece hayat müca­deleden ibaret sayılmaktan kurtulup bir muavenet haline geldi.

Kadının insandan sayılmadığı bir toplumda kadın hakları doğdu. O, kadına nasıl davranılması gerektiğini bütün hayatıyla ömekledi. O her devrin inançlı insanına hem önder oldu, hem örnek oldu.

--. 178 ----------------- KUTLU DOGUM --

Page 17: 12 -17 Ekim 1989 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D01372/1990/1990_COSANE_HATIPOGLUM_BAHADIROGL… · başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata

Sonsuz saadet sırrını içinde saklayan ve 14 asır öncesinde Hira Dağına inip de vic­danlarda yankılanmayı sürdüren mesaj, kainat sarayında, yirminci yüzyılın son çeyre­ğinde yaşayan misafirler olarak hepimize hitap ediyor: "Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!"

Dünya bu hitabı her geçen gün biraz daha yakınında duyuyor.

İman bir hükümdür. İnkar ise hükümden kaçınmaktır. İman edenlerin şanı delile dayanmak, inkarcıların ise deliliere karşı göz kapamaktır.

Bilenle bilmeyen bir olmadığı gibi, elbette görenle görmeyen, yahut görmek iste­meyen de bir olmaz.

-- KUTLU DOGUM----------------- 179--