Top Banner
117

İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

Aug 31, 2019

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı
Page 2: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ

Yönetimde Yeni Küresel Tehdit: Terörizm ve Bombalı İntihar Eylemi

Dr. P. Alb. Suat BEGEÇ ............. 1

Taslak Anayasa Çerçevesinde AB’nin Geleceği ve Türkiye

P. Kur. Alb. İlkay NERAT ............ 15

Vicdani Ret Uygulaması ve Türkiye

Mu. Kur. Bnb. Ersin KAYA .......... 35

Büyük Savaşların Verileri ve Savaşların Sonuçlarını Etkileyen Önemli Faktörler

Kr.Plt.Yzb.Doğan ÖZTÜRK ........ 43

İsrail’in Türkiye’ye Komşu Kafkas Ülkeleri ile İlişkileri

Öğ. Yzb. Namık TANRIBAKAN ... 55

Merkezi ve Doğu Avrupa ile Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkelerinin Makroekonomik Performanslarının Bir Karşılaştırması

Doç. Dr. Muhsin KAR

Öğr. Gör. Hüseyin AĞIR

Ejder GÖK .................................. 63

Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Kavramı: Öneri ve Teklifler

Dr. Fırat BAYAR ......................... 87

Türkiye - Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceğine Kıbrıs Sorununun Etkileri

Arş. Gör. Sibel AKGÜN .............. 99

STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ

GENELKURMAY ATASE BAŞKANLIĞI YAYINLARI

YIL:4 Eylül 2006

SAYI:8

Sahibi Genelkurmay ATASE Başkanlığı

Dergimizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır; ancak kaynak

gösterilmek suretiyle iktibas edilebilir.

Stratejik Araştırmalar Dergisi’nde yayımlanan makaleler yazarlarının

kişisel görüşlerini yansıtır. Bu itibarla Türk Silâhlı Kuvvetlerinin görüşlerini

yansıtmaz.

ISSN 1303 - 698X

ANKARA

GENELKURMAY BASIMEVİ 2006

Page 3: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ Ulusal Hakemli Dergi

Yılda iki kez yayımlanır.

Eylül 2006 Yılı: 4 Sayı: 8

ISSN: 1303-698X

Genel Yayın Yönetmeni Tuğg. Süha TANYERİ

Prof. Dr. Seçil KARAL AKGÜN

Düzelti/Sayfa Düzeni Uzm. Yasemin TAŞCI

YAYIN KOMİSYONU DANIŞMA KURULU Top. Bnb. İsmail SAYILIR Prof. Dr. Füsun ARSAVA Dr. P. Bnb. Yavuz ERCİL Prof. Dr. Refet YİNANÇ Uzm. Selin ÖZMEN Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Uzm. İbrahim KILIÇ Prof. Dr. Nadir DEVLET Uzm. Özlem DEMİREĞEN Prof. Dr. Sami DENKER Svl. Me. İ. Gamze TÜRECİ

HAKEM KURULU

Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY Prof. Dr. Ayşe Fügen BERKAY Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU Prof. Dr. Beril TUĞRUL Prof. Dr. Cihat ÖZÖNDER Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN Prof. Dr. Emine GÜRSOY NASKALİ Prof. Dr. Ergün AYBARS Prof. Dr. Erinç YELDAN Prof. Dr. Gökhan ÇETİNSAYA Prof. Dr. Hasan SAYGIN Prof. Dr. Mehmet Yaşar GÜRBÜZ Prof. Dr. Nilüfer NARLI Prof. Dr. Rezan TATLIDİL

Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU Doç. Dr. Ayşegül KİBAROĞLU Doç. Dr. Çınar ÖZEN Doç. Dr. Ercüment TEZCAN Doç. Dr. Türel YILMAZ Yard. Doç. Dr. Burak Tuğberk TOSUNOĞLU Yard. Doç. Dr. Elife Hatun KILIÇBEYLİ Yard. Doç. Dr. Esra HATİPOĞLU Yard. Doç. Dr. Gamze KONA Yard. Doç. Dr. Haluk SELVİ Yard. Doç. Dr. Kenan KIRKPINAR Yard. Doç. Dr. Sanem Suphiye BAYKAL Yard. Doç. Dr. Suna TEKEL

Baskı Genelkurmay Basımevi

Yazışma Adresi

Genelkurmay ATASE SAREM Başkanlığı 06100 Bakanlıklar/Ankara

Telefon: 0 312 402 23 42 Belgegeçer: 0 312 425 42 34 Elmek: J7obs @ tsk.mil.tr 0 312 402 23 48 0 312 417 01 32

Page 4: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

SUNUŞ Genelkurmay ATASE Başkanlığınca yayımlanan Stratejik Araştırmalar

Dergisi’nin sekizinci sayısı Türkiye ve dünya gündemini ilgilendiren sekiz makale ile okurlarının karşısına çıkmaktadır.

“Yönetimde Yeni Küresel Tehdit: Terörizm ve Bombalı İntihar Eylemi” adlı makalede, bombalı intihar eylemlerinin etkin olarak kullanılmaya devam edileceği, bombalı intihar eylemcisinin kişilik yapısı ve yöneticilerin bu terör eylemiyle baş etmeleri için bilmeleri gereken hususlar yer almaktadır.

“Taslak Anayasa Çerçevesinde AB’nin Geleceği ve Türkiye“ başlıklı makalede, taslak AB Anayasası’nda yer alan önemli değişiklikler, söz konusu anayasanın reddedilme nedenleri, referandumdan sonra AB’de mevcut durum ve muhtemel gelişmeler, AB’nin geleceğine yönelik görüşler, AB’deki muhtemel gelişmelerin Türkiye’ye ve Türkiye’nin olası üyeliğinin AB kurumları üzerine etkileri konuları irdelenmektedir.

Üçüncü makale Türkiye’de son günlerde yoğun şekilde gündemde olan “Vicdani Ret Uygulaması ve Türkiye“ konulu makaledir. Vicdani ret kavramının tanımı, Avrupa’da vicdani ret uygulamaları ve ülkemizde konunun algılanış biçimi makalede incelenmektedir.

“Büyük Savaşların Verileri ve Savaşların Sonuçlarını Etkileyen Önemli Faktörler” adlı makalede ABD Kara Kuvvetleri Analiz Merkezi tarafından oluşturulan “CB90FT veri seti” kullanılarak günlük zayiat oranları, birliklerin savaş alanındaki dağılma, yoğunluk ve kuvvet faktörleri yoluyla eğilimler belirlenmiş ve elde edilen sonuçların savaşlara olan etkisi değerlendirilmiştir.

Orta Doğu’nun etkin ülkelerinden biri olan İsrail’in Kafkaslar bölgesine olan ilgisi ve bu bölgede yer alan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile olan ilişkileri “İsrail’in Türkiye’ye Komşu Kafkas Ülkeleri ile İlişkileri” adlı makalede incelenmektedir.

“Merkezî ve Doğu Avrupa ile Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkelerinin Makroekonomik Performanslarının Bir Karşılaştırması“ konulu makalede; söz konusu ülkelerin merkez planlamadan piyasa ekonomisine geçişlerinin makroekonomik boyutu ele alınmaktadır.

Küreselleşmenin tanımı, boyutları ile küreselleşme ve güvenlik konularının ele alındığı “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Kavramı: Öneri ve Teklifler” adlı makalede geleneksel ulus devlet modelli güvelik kavramının geçerliliğini yitirdiği ve terörizm ile mücadelede başarılı olunabilmesi için küreselleşme sürecine uyumlu etkin güvenlik politikalarının oluşturulmasının gerekliliği savunulmuştur.

Bu sayıda yer alan “Türkiye - Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceğine Kıbrıs Sorununun Etkileri” adlı son makalede, AB’nin Güney Kıbrıs Yönetimi’ni tam üye yapmasının, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde yaşayacağı en kritik ve olumsuz durumu oluşturduğu ve bu durumunda Türkiye - AB ilişkilerinin geleceğine etki edebileceği değerlendirilmektedir.

Türkiye ve dünyadaki önemli gelişmelere ışık tutmayı amaçlayan makalelerden oluşan dergimizin sekizinci sayısının da daha önceki sayılarda olduğu gibi ilgiyle okunacağını ümit ediyorum. Saygılarımla.

Eyüp KAPTAN Korgeneral ATASE Başkanı

Page 5: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

1

YÖNETİMDE YENİ KÜRESEL TEHDİT: TERÖRİZM VE BOMBALI İNTİHAR EYLEMİ

Dr. P. Alb. Suat BEGEÇ*

Özet: Geleceğin muharebeleri meskûn mahallerde geçecektir. Bu muharebeler özel teknikler gerektirmektedir. Askerî birliklerin tercih etmediği bu savaş tekniği düşmana birçok avantaj sağlamaktadır.

Bunların başında bombalı intihar eylemleri gelmektedir. Bombalı intihar eylemcisini buna iten en büyük etmen kendisini diğerlerinden farklı hissetmesinden kaynaklanmaktadır.

Farklılıklar; bireysel, etnik, kültürel, siyasal ve dinsel alanlarda kendini göstermektedir. Yöneticiler, yeni küresel tehdit terörizmi ve bombalı intihar eylemlerini önleyebilmek için eylemcinin motivasyon kaynaklarını, hedeflerini ve emniyet tedbirlerini bilmelidirler. En önemlisi, yöneticiler farklılıkları yönetebilmelidirler.

Anahtar kelimeler: Farklılık, intihar bombacısı, meskûn mahal.

Askerler; denizin mavisi ile birlikte derinliğini, ovanın düzlüğü ile birlikte engebelerini, ormanın mis kokulu yeşili ile birlikte içinde barındırdığı vahşi tehlikelerini, dağın zirvesi ile birlikte en keskin yarlarını, gökyüzünün özgürlüğü ile birlikte boşluğunu her zaman görmek ve önlem almak zorundadırlar. Şehirler birçok insan için yaşamını sürdürdüğü yer olurken askerler, şehirleri; güzellikleri ile birlikte içinde barındırdığı tehlikelerle birlikte irdelemek zorundadırlar.

Dünya nüfusundaki ve şehirleşmedeki artış nedeniyle dünya, küresel bir şehre dönüşmektedir. Gelişen şehirlere, günde ortalama 150.000 kişi akın etmektedir. Yakın bir gelecekte dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun şehirlerde yaşayacağı, bunların da % 75’ine yakınının sahillere 200 km uzaklıktaki bölgelere yerleşeceği tahmin edilmektedir.

Bu yerleşim düzeni, her şeyde olduğu gibi savaş düzenlerini ve taktiklerini de değiştirmiştir. Günümüzün muharebeleri meskûn mahallerde (FIBUA/MOUT) geçecektir.

1. Geleceğin Muharebeleri Meskûn Mahallerde Geçecek

Tarih boyunca medeniyetler yönetim ve korunmak amaçlı olarak kaleler kurmuşlardır. Bu kalelerdeki savaşlar meskûn mahal muharabeleri (MMM) kavramının harp sanatı ve tarihi süreci içinde yerini almasını sağlamıştır. Tarih boyunca kuşatılan şehirler ya direnmeden teslim olmuşlar ya da direniş göstermişlerdir. Direnişleri zorla kırılan medeniyetler ve şehirler, katliam ve zulümden kurtulamamışlardır. Bu direniş ve savaşlar esnasında her iki taraf da savaş kurallarının dışında yöntemler kullanmışlardır.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu şekilde devam eden savaşlar Birinci Dünya Savaşı’nda yöntem değiştirmiştir. Meskûn mahallerin kuşatılarak ele

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* Genelkurmay Başkanlığı Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Kıdemli Kurs Direktörü elmek: [email protected].

Page 6: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

2

geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı ile tahrip edilmesi yöntemine bırakmıştır. Bu yöntemin en önemli örneklerinden bir tanesi 1936 - 1939 yılları arasındaki İspanya İç Savaşı’nda Alman Hava Kuvvetleri (LuftWaffe)nin gönderdiği Kondor Lejyonunun şehir bombardımanıdır. Ancak meskûn mahallere karşı uygulanan bu bombardımanlarda istenilen sonuca ulaşılamamış ve düşman unsurları üzerinde çok zayiat yaratılamamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın çok geniş bir alana yayılmış olması ve uzun sürmesi, silah teknolojilerinin gelişmesi muharebelerin meskûn mahallerde gerçekleşmesine neden olmuştur. Ancak, bu kez MMM düşman kuvvetlerinin direncini kırmak ve zayiat verdirmek amacıyla kullanılmıştır. Bunun en çarpıcı örnekleri Alman ve Rus birlikleri arasında Leningrad ve Stalingrad’da yaşanmıştır. Bu muharebeler savaşın kaderinin değişmesinde çok önemli rol oynamıştır.

Soğuk savaş dönemine gelindiği zaman; hemen bütün muharebelerin meskûn mahallerde meydana geldiği görülmektedir. Rusların Çeçenlerle, İsraillilerin Filistinlilerle mücadeleleri, Türkiye’nin de Birleşmiş Milletler ve NATO çatısı altında Somali, Bosna - Hersek, Kosova, Arnavutluk ve Afganistan’da gerçekleştirdiği Barışı Tesis ile Barışı Koruma operasyonları ile ABD’nin Körfez operasyonlarında Irak’ta yapmış olduğu muharebelerin büyük bir bölümü meskûn mahallerde gerçekleşmektedir.

Şehirleşmenin ve küreselleşmenin sonucu olarak günümüzün ve geleceğin muharebeleri meskûn mahallerde geçecektir. Askerî çerçeveden bakıldığı zaman askerî birlikler; şehirlerin ele geçirilmesi, stratejik ve taktik avantaj sağlıyorsa ve bu avantaj düşmana bırakılmak istenmiyorsa, savaş şehirde meydana gelmişse ve gelişmekte olan ülkelerin birkaç şehrinin ele geçirilmesi ile ulusal kaynaklarının kontrol altına alınması sağlanabilecekse, şehirler askerî harekâtı etkileyecek bir yerde ve alternatif bir manevra olanağı sağlamayan kritik bir arazi üzerindeyse, zırhlı ve mekanize birliklerin yaklaşma istikametlerini tıkıyor ve mutlaka kullanılması gerekiyorsa meskûn mahallere girerler.1

Bunun dışında genellikle meskûn mahallerin kontrol altına alınması veya etrafından dolaşılarak muharebeye devam edilmesi tercih edilir. Buna karşın, günümüzün şartları askerî birlikleri meskûn mahallere girmeye ve operasyonları meskûn mahallerde yapmaya zorlamaktadır. Ancak, savaş dışı unsurların bulunduğu yerlerde gerçekleşmesi, sivillerin zarar görebilecek olması, eğitimli ve özel birliklere ihtiyaç göstermesi, yönetimin fonksiyonlarını oluşturan; planlama, organizasyon, liderlik, koordinasyon ve kontrolün zor olması MMM’nin en büyük olumsuzlukları olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu olumsuzluklar ise karşı tarafa avantaj sağlamaktadır. Düşman unsurlara kolay ve ucuz olarak büyük zayiat verdirebilmektedir. Örneğin İkinci Çeçenistan Muharebeleri 1998 yılında Rusya’da meydana gelen

1 FM 90-10-1, “An Infantryman’s Guide to Combat in Built up Areas”, Washington, DC, Headquarters Department of the Army, s. 1-1, 1-3.

Page 7: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

3

ekonomik krizin ortaya çıkmasında önemli rol oynamış ve yaklaşık olarak 5,5 milyar dolar zarar verdirmiştir.2

Dolayısıyla günümüz muharebelerinin meskûn mahallerde geçiyor olması, Birleşmiş Milletler ve NATO görevlerinin daha çok meskûn mahallerde icra ediliyor olması askerî birlikleri yerel halk tarafından gerçekleştirilebilecek terörist eylemlere karşı hassas hâle getirmektedir. En kolay icra edilebilen bir eylem şekli olan bombalı intihar eylemlerini kolaylaştırmaktadır.

2. Bombalı İntihar Eylemi

Asırlardır birçok insanın ölümüne, maddi ve manevi hasarlara yol açan terörizm 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren yeni bir boyut kazanmaya başlamıştır. Birçok ülke bombalı intihar eylemlerinden büyük kayıplara uğramıştır. Ayırım gözetmeksizin askerî ve sivil hedeflere karşı uygulanan bombalı intihar eylemlerinden zarar görenlerin başında ABD, İngiltere, Rusya, Bali, Sri Lanka, Lübnan, Mısır ve Türkiye gibi din, dil, ırk olarak birbirinden farklı ülkeler gelmektedir.

Esas amacı panik yaratmak, halkın moralini bozmak ve direncini kırmak, azami düzeyde zayiat verdirmek olan bombalı intihar eylemi; eylemcinin ölümüne bağlı olarak gerçekleştirilen operasyonel bir eylem çeşididir.3 Günümüzde, en çok, eylemcinin üzerine bomba bağlanarak veya araca patlayıcı yüklenerek gerçekleştirilen şekilleri görülmektedir. Bombalı intihar eylemi diğer eylemlerden ayıran en büyük fark eylemi gerçekleştirenin hayatını kaybederek eylemini gerçekleştirmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak eylem hazırlığı yaparken başkalarının ölümüne veya yaralanmasına neden olunması, yanlış hedef üzerinde gerçekleştirilmesi, patlayıcının kendiliğinden patlaması, eylemcinin yakalanması sırasında bombanın patlatılması bombalı intihar eylemi değildir. Eylemin planlanmış olması, doğru hedef üzerinde ve eylemcinin kendi hayatını feda ederek gerçekleştirilmesi bombalı intihar eyleminin en önemli özelliğidir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon kamikaze pilotları tarafından düşman birliklerine, savaş araçlarına karşı gerçekleştirilen bu yöntem günümüzde terörist gruplar tarafından hâkim güç ve otoriteye karşı eylem amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Bilindiği gibi güç, daha geniş bir kavram olup birey ya da grubun başka birey ya da grubun inançlarını yahut hareketlerini kendi isteği doğrultusunda ikna edebilme ve etkileyebilme yeteneğidir. Organizasyonun yapısı, yasal otorite, kurallar ve uygulamalar, karar verme teknikleri, kontrol önlemleri, bilgi ve teknoloji, ticari birliktelik, yönetim kadroları, biçimsel

2 Emil Pain; “The Second Chechen War: The Information Component”, Military Review, July-August, http://fmso.leavenworth.army.mil/FMSOPUBS/issues/secchech/secchech.htm (24.03.2005). 3 Boaz Ganor; Suicide Terrorism: an Overview, Defence against suicide bombing course, Ankara, Center of Excellence Defence Against Terrorism, 2005.

Page 8: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

4

olmayan gruplar gibi kaynaklardan oluşmaktadır.4 Buna karşın otorite; bireylere organizasyondaki konumunun sağladığı karar verme ve astlarının davranışlarını yönlendirme hakkı olarak ortaya çıkmakta,5 güçlülük ve zayıflık imgelerinden oluşmakta, yönetimin yalnızlık, yokluk ve duygusal ifadesi ile eşit olmayan benzer insanlar arasındaki bir bağı6 yansıtmaktadır. Amacı karmaşa yaratmak olan bombalı intihar eylemcisinin asıl hedeflerinden bir tanesi hâkim güç ve otoriteyi yok etmek, yıpratmak ya da zayıflatmaktır. Çünkü oluşturacakları hâkim otorite sayesinde güç sahibi olmakta ve bu güce dayanarak amaçlarını gerçekleştirmekte, bireyleri ve toplumları yönlendirmektedirler.

Günümüzde yasa dışı terör örgütleri bombalı intihar eylemlerini gerçekleştirilerek güç gösterisi yapmakta, bireylere ve topluluklara etki ederek amaçlarına ulaşmayı hedeflemektedirler. Çünkü soyut bir kavram olan otorite, elde edildiğinde somut bir şeyi kazandıracak olan sağlamlık ve güvenlik arayışını oluşturmaktadır. Bu yüzden terör örgütleri tarafından sağduyulu, dürüst ve güvenilir bir biçimde uygulanmadığı takdirde toplulukları derinden etkilemeyen güç ve otoriteye karşı bombalı intihar eylemleri gerçekleştirilmektedir.

3. Bombalı İntihar Eylemcisinin Motivasyonu

Bombalı intihar eylemi gerçekleştirilmesi en zor eylem çeşitlerinden bir tanesidir. Çünkü bireyin yaşamına son vererek gerçekleştirdiği bir eylemdir. Bu eylemi yaptıran gücün ne olduğu, nasıl bir motivasyona gereksinim duyduğu hep merak ve araştırma konusu olmuştur. Aslında bombalı intihar eylemcisi için genel kabul görmüş bir motivasyon aracı olmamakla birlikte sahip oldukları motivasyonun; bireysel, etnik, kültürel, siyasal ve dinsel farklılıklardan kaynaklandığı, bu farklılıkları ortadan kaldırmak veya azaltmak için eylemlerini gerçekleştirdikleri görülmektedir. Bombalı intihar eylemcisinin motivasyonunun ortaya çıkmasının nedenlerinin başında bu farklılıklar gelmektedir.

Fark; şeyleri, kimseleri birbirinden ayıran özellik, ayrılık, başkalık, ayrım; farklılık ise farklı olma durumu, benzemezlik,7 belli bir topluluk içinde yer alan temel insan farklılıklarının derecesi olarak tanımlanmaktadır.8 Farklılığın yaygın konuları arasında bombalı intihar eylemcisinin en önemli motivasyonlarından olan din, dil, ırk, ulusal kültür, etnik köken, cinsiyet, sosyal sınıf, fiziksel ve zeka yeteneği, bireysel ve demografik özellikler gelmektedir.

4 Laurie J. Mullins; Management and Organizational Behavior, Fifth Edition, London, Financial Times, 1999, s. 782. 5 Harold Koontz and Heinz Weihrich; Management, Ninth Edition, USA: McGraw-Hill Inc., 1988, s. 208. 6 Richard Sennet; “Otorite”, Ayrıntı Yayınevi, İstanbul, 1992. http://www.ilim2000.tripod.com/Kitaplar/pisiko_sosyal_metafizik/otorite.htm (04/04/2003). 7 Büyük Larousse; c. 8, İstanbul, Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş., s. 3973 - 3975. 8 Samuel C. Certo; Modern Managemet, Seventh Edition, New Jersey: Prentice Hall, 1997, s. 565.

Page 9: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

5

Farklılığın eşitsizlik yarattığı ortamlarda hak arayışı vardır. Ancak hak arama her zaman yasal ortamlarda gerçekleşmeyebilir. Bazen hak arayışları şiddeti bünyesinde barındırabilmektedir. Dolayısıyla intihar bombacılarının eylemleri genellikle farklılıklardan ortaya çıkan hak arayışından kaynaklanabilmektedir.

a. Bireysel farklılık: Farklılıklar ilk olarak bireysel alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bireysel farklılık satranç oyunundaki taşlara benzetilebilir. Nasıl ki satranç oyunundaki her taşın ayrı bir görevi ve özelliği varsa, bireylerin de farklı özellikleri vardır. Bireysel farklılıklar; bir görev için gerekli olan vücut hareketleri, bireyin sahip olduğu kas gücü, dayanıklılığı, bedeni ve hareket yeteneği ile sürati ve çabukluğundan oluşan fiziksel yetenek9 ile bireyin anlama, düşünme, öğrenme, gözlemde bulunma, sorun çözme ve algısal ilişkilerle ilgili zihinsel işlevlerin toplamını oluşturan zihnin etkili kullanım kapasitesini10 ortaya çıkaran zihinsel zeka yeteneğinden oluşmaktadır.

Bireysel farklılıkların ilkini oluşturan fiziksel yetenek; kas gücü, dayanıklılık ve hareket kabiliyetinden oluşmaktadır. İkincisini oluşturan zeka yeteneğine gelince eskiden akla, bireyin yalnızca zihinsel zekası gelirdi. Ancak günümüzde zeka iki şekilde tanımlanmakta ve geçerlilik kazanmaktadır. Bunlardan birincisi IQ (Intelligence Quotient) olarak da bilinen zihinsel zeka düzeyi, ikincisi ise yeni bir kavram olan kısaca EQ (Emotional Quotient) denilen duygusal zekadır. İnsanlar sahip oldukları iki zeka türünden IQ ile düşünmekte, EQ ile hissetmektedirler.

Duygusal zeka; kendini harekete geçirebilme, bütün aksiliklere karşın yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek doyumu erteleyebilme, ruh hâlini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme gibi duygusal yeteneklerinin toplamı11 olarak açıklanmaktadır.

Bireyler, zihinsel zeka yeteneği sayesinde anlayabilmekte, dilini rahatça kullanabilmekte, sayısal işlemleri yapabilmekte, şekilleri ve boyutları algılayabilmekte, yeteneklerinden yararlanabilmektedir. Duygusal zeka yeteneği sayesinde ise öz bilincini oluşturmakta, kendini tanımakta, duyguları yönetebilmekte ve harekete geçirebilmekte, kendisini başkalarının yerine koyabilmektedir. Bu özellikler, bireyin temel yapısını oluşturmakta ve diğer insanlardan ayırmaktadır.

Aslında zihinsel zeka ile duygusal zeka bir bütünün parçası gibidir. Bireyin başarısında ya da başarısızlığında her iki zeka türünün de etkisi bulunmaktadır. Biri duygusal, diğeri zihinsel olan bu iki zeka türü çoğunlukla bir uyum içinde farklı bilinç biçimlerini birbiriyle kaynaştırarak yaşamda yol

9 John A. Wagner and John R. Hollenbeck; Management of Organizational Behavior, Second Edition, New Jersey, Prentice Hall, 1995, s. 109. 10 Dursun Bingöl; Personel Yönetimi, Üçüncü Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayın A.Ş., 1997, s. 132. 11 Daniel Goleman; Duygusal Zeka, Çev. Banu Seçkin Yüksel, 17. Basım, İstanbul, Varlık Yayınları, 2000, s. 50 - 51.

Page 10: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

6

alınmasına yardımcı olmaktadırlar. Genelde duygusal ve zihinsel zekalar bir denge hâlindedirler. Ancak duygusal zeka, zihinsel zekanın işleyişine katkıda bulunmaktadır. Bireyin sadece zihinsel zeka düzeyinin yüksek olması başarı için yeterli değildir. Bireyin aynı zamanda bu yeteneğini duygusal zekası ile birleştirip birlikte kullanması başarısını daha da artırmasına yardımcı olmaktadır.

Bireylerin kendi özelliklerinden dolayı kaynaklanan bu farklılıklar intihar bombacısı eylemi için uygun zemin yaratmaktadır. Bu farklılıklar bireyin kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Ancak bunun dışında oluşan farklılıklar da bireyi etkilemektedir.

b. Etnik farklılıklar: Etnik kökenler ikinci farklılık olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanlar, etnik kökenleri ile birbirinden ayrılabilmektedirler. Bu farklılık kendi etnik kimliğini veya ırkını ön plana çıkarmak isteyen teröristler tarafından eylemlerini gerçekleştirebilmeleri için gerekçe oluşturabilmektedir.

Dünya üzerinde çok farklı kültürlere sahip gruplar yer almaktadır. Bunlardan birisi etnik gruplardır. Etnik; aynı dili kullanan, ortak tarihi ve kendi içinde kimliği olan bir grup insanın, inanç, davranış ve bilgi birikimine bağlı olarak ortaya çıkan kültürel özelliklerini yansıtmaktadır.12 Ortak bir ya da birden fazla din, dil, ırk farklılıkları ile ulusal ve kültürel gelenekler gibi karakteristik özelliklere sahip insanların bir araya gelmesi ile etnik gruplar ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda etnik grup; toplum içinde kendilerini diğerlerinden farklı gören, yaygın kültüre sahip insanların sosyal kategorisidir.13 Farklı kaynakların ve eğilimlerin bulunduğu her yerde ve zamanda oluşabilmektedir.14 Etnik kelimesi genellikle ırkçı kimliği ön plana çıkartsa da, aslında daha geniş bir anlama sahiptir.

Bilindiği gibi son yıllarda teröristler farklı bölgelerde ve uluslararası alanlarda faaliyet göstermeye başlamışlardır. Dolayısıyla eylemlerini gerçekleştirebilmek için farklı kaynaklardan yararlanmak istemektedirler. Buna karşın birçok grup ortak bir amacı gerçekleştirebilmek ya da yaşamlarını sürdürebilmek için bir araya gelmektedir. Bu da farklı etnik kültürlerin iç içe ve birlikte yaşamasına sebep olmaktadır. Bu birliktelik teröristlerin amaçlarını gerçekleştirebilmesi için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Etnik farklılıklardan yararlanarak eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle farklı kaynaklar ve faaliyet alanları etnik farklılıkların dünyanın her bölgesinde teröristlerin kolayca istismar edebildiği önemli bir etken hâline gelmektedir.

c. Kültürel farklılıklar: Kültür, ortaya çıkan diğer bir farklılığı oluşturmaktadır. Bireyler kültürel açıdan birbirinden farklıdırlar. Bu nedenle,

12 Kenneth Cushner, et al.; Human Diversity in Education, Second Edition, USA: The McGraw-Hill Companies Inc., 1996, s. 62. 13 M. G. Husian; Ethnic Diversity and National Integration, New Delhi, Manak Publications Limited, 1996, s. 16. 14 Larry L. Naylor; Problems and Issues of Diversity in the United States, London: Bergin and Garvey, 1999, s. 112.

Page 11: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

7

kültürel farklılıklar; kendilerini farklı hisseden ve kendi kültürünü yaymak isteyen teröristlerin eylemlerini gerçekleştirebilmeleri için gerekçe oluşturabilmektedir.

Kültür, birçok kaynakta farklı biçimde tanımlanmakla birlikte, bu tanımların ortak özelliği insan ögesi ile ilgilenmesi ve değerler topluluğu olmasıdır. Kültür; memleket, din, etnik köken veya başka birleştirici nedenlerle bir arada olan bir grup insanın yaşamlarını sürdürdükleri özel bir yaşam biçimi, ortakça paylaşılan bilgi, davranış, inanç ve değerler dizesidir.15 Teknoloji, mimari eser gibi kültürel varlıklar, dil, din, ahlak, eğitim, inanç, tutum, sosyal organizasyon gibi pek çok elemanın etkisi ile oluşmaktadır.16 Bazı kültürler din, yaş, cinsiyet, fiziksel özellik, ırk veya bölgesel temele dayalı olabilmektedir. Ülkeler ve organizasyonlar küreselleşmenin ve uluslararası birleşmelerin artmasıyla birlikte kültürel farklılığın bir parçası olmaktadır.17 Ancak birçok insan, organizasyon veya ülke; tek bir kültüre sahip olmalarının kendileri için daha uygun ve daha korumacı bir yaklaşım olduğunu düşünmektedir.

Aslında insanlar, bir topluluk içerisinde yaşayan sosyal varlıklardır. Bu nedenle tek başlarına bir kültür oluşturamazlar. Kültürün oluşması için insanların bir araya gelip bir topluluk oluşturmaları gerekmektedir. Bireyin tek başına oluşturduğu ve bazı çevrelerce kültür olarak tanımlanan olgu aslında bireyin yaşam biçiminden farklı bir şey değildir. Örneğin; Amerikalılar istiridyeyi severek yerler; ancak, salyangoz yemezler. Fransızlar salyangoz yer; ancak, çekirge yemezler. Zulular çekirge yer, ancak balık yemezler. Museviler balık yer; ancak, domuz eti yemezler. Hintliler domuz eti yer; ancak, inek eti yemezler. Ruslar inek eti yer, ancak yılan yemezler. Çinliler yılan yer, ancak insan yemezler. Buna karşın Yeni Gine’de yaşayan Yale kabilesi üyeleri insan etini çok lezzetli bulurlar.18 Görüldüğü gibi bir toplumun yediği yiyeceği diğer bir toplum dini, ahlaki veya kültürel nedenlerden dolayı yememektedir.

Kültür, sonradan oluşturulmakta, insanlar ve toplumlar tarafından yaratılabilmekte ve babadan oğula, aile, okul, sosyal etkileşim ve başka yollarla aktarılabilmektedir. Bu özelliklerinden dolayı insanlığın başlangıcından beri var olmakta ve sürekliliğini korumaktadır. Kültürü oluşturan varlıkların çok farklı değerlerden oluşması toplumların kültür yapıları üzerinde etkili olmaktadır. Bu nedenle her toplumun, kültür yapısı ve bu yapıyı oluşturan değerler, inançlar ve tutumlar farklı olabilmektedir. Bu farklılık teröristlerin amaçlarını gerçekleştirebilmesi için diğer bir gerekçeyi

15 G. Murat Dengiz; Takım Çalışması Teknikleri, Ankara, Academyplus Yayınevi, 2000, s. 87. 16 İnan Özalp; Uluslararası İşletmecilik (Seçme Yazılar II), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Nu: 849, 1995 içinde: İnan Özalp, Derya Şerbetçi, Çok uluslu İşletme Faaliyetlerinde Kültürel Farklılıkların Etkileri, s. 248. 17 Afsaneh Nahavandi and Ali R. Malekzadeh; Organizational Behavior, New Jersey, Prentice-Hall Inc., 1999, s. 84. 18 Enver Özkalp ve diğerleri; Davranış Bilimlerine Giriş, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Nu:1027, 1998, s. 58.

Page 12: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

8

oluşturmaktadır. Bu yüzden, kültürel farklılıkları tanıma ve farklılıklardan korunma kültürel farklılıkların kalbini oluşturmaktadır.

d. Siyasal farklılıklar: Siyasal yapılar diğer bir farklılık unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüz dünyasında ülkeler çeşitli yönetim biçimlerini benimsemekte ve uygulamaktadırlar. Birçok yönetim biçimi olmakla birlikte, devlet, toplum ve birey arasındaki ilişkilerde önceliğin bireyin hak ve özgürlüklerinde olması gerektiğini savunan iktisadi ve siyasal düşünce akımı olan liberalizm,19 üretim araçlarının büyük ölçüde gelişmesiyle ve onlara sahip olmayan emekçiler tarafından kullanılmasıyla belirginleşen bir insan toplumunun hukuki yapısını savunan kapitalizm,20 özel mülkiyetin ve gelir dağılımının, bireylerin yalnızca kendi çıkarları peşinde koşmaları ya da kapitalizm koşularında piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla belirlenmeyip toplumun denetimine bağlı tutulduğu toplumsal örgütlenme sistemini savunan sosyalizm21 birbirinden farklı yönetim biçimleri olarak modern devlet kuramının temel taşlarını oluşturmaktadır.

Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler “laissez faire, laissez passer” veya yasalar çerçevesinde özgürlük felsefesi biçiminde özetlenebilen22 liberalizm; Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Rusya’daki Bolşevik ihtilalinin sonucunda Marksist-Leninist düşünce akımının gittikçe güçlü bir hâle geldiği, bununla birlikte kapitalizmin yarattığı eşitsizlik, sınıflar arası çatışmalar ve imparatorluk savaşlarının olduğu bir dönemde ortaya çıkmış ve önem kazanmıştır.23 Ekonomik faaliyetlerin temel amacı kâr elde etmek olan kapitalizmde ise sermaye birikimine, kâr oran ve kitlesinin kuramsal sınırsızlığına dayanmakta, belirsiz bir tüketici kitlesi ve belirsiz bir piyasa için üretim yapmakta, üretilen malı nerede ve kime satacağını önceden bilemeden üretmektedir.24 Buna karşın ekonomik sistemi yürürlüğe koymayı amaçlayan siyasal hareketler için de kullanılabilen sosyalizm; üretim ve müdahale araçlarının ortaklaştırılması yoluyla sosyal sınıfları ortadan kaldırarak insan toplumlarının örgütlenmesinde köklü bir reform yapmak amacını güden doktrinlerin tümü25 olarak ortaya çıkmaktadır.

Avrupa’daki orta sınıfın, katı devlet yapısına karşı mücadele eden dünya görüşü olarak ortaya çıkan liberalizm; serbest piyasa ekonomisi ve katılımcı ekonomik düzen olması, üretim faktörleri sahiplerinin üretime yaptıkları gerçek katkıyı yansıtması, günümüzde ise düşünce ve basın

19 Ana Britannica; c. 14, 15. Basım, İstanbul, Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş., 1994, s. 398. 20 Meydan Larousse; c. 10, Sabah Yayıncılık, 1992, s. 491. 21 Ana Britannica; c. 19, s. 176. 22 David N. Balaam and Michael Veseth; Introduction to International Political Economy, Second Edition, New Jersey: Prentice Hall International Inc., 1996, s. 42 - 43. 23 Charles W. Kegley and Eugene R.; Wittkopf, World Politics, Seventh Edition, New York, Worth Publisher, 1999, s. 24. 24 Mehmet Ali Kılıçbay; “Globalleşme ve Avrasya”, http://www.da.com.tr/dergi/DaStore/Sayi05/turkce/kapak.htm (05/11/2002). 25 Meydan Larousse; c. 18, s. 217.

Page 13: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

9

özgürlüğü ile ifade hürriyeti olarak algılanması nedeniyle diğer siyasal yapılardan farklılık yaratan bir etiket hâline gelmiştir. Sermayeyi koruyabilmek için sürekli yeni mal veya hizmetin üretilmesi gerektiğini savunan kapitalizm ise dengeli ekonomi yaratması, devletlerin sosyoekonomik düzeni sağlaması, kamu kuruluşlarının gelişmesi, risklerin toplum tarafından karşılanması, piyasa aracılığı ile gelir dağılımının oluşturulması, işletmelerin; kâr ve güvenliği araması ve devamlı büyümek istemesi, diğer bütün sosyoekonomik sistemlerden farklı özellikler olarak görülmektedir. Buna karşın kapitalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışının karmaşıklaştırdığı toplumları, yeniden yapılandırılarak işler hâle getirilebileceğini savunan sosyalizm ise bütün sanayi kuruluşları ve doğal kaynaklar gibi önemli alanları kamulaştırmaya yönelmesi, yerel yönetimleri merkeziyetçi sistemle denetlemesi, otoriter yönetim anlayışına dayalı kurumsallaşması ve kontrollü olarak ekonomisini yönlendirmesi ile liberal ekonomik yapılar ve diğer siyasal sistemlerden farklılaşmaktadır.

Liberalizmin getirmiş olduğu belirsiz yönetim anlayışı, toplumun sömürüldüğü inancının yaygınlaşmasına ve karşıt düşünce akımlarının doğmasına neden olmuştur. Bireyi her şeyin üzerinde tutarak eşitsizliğe yol açmış, otoriteyi ortadan kaldırmış, insanın kendi mutluluğunu istediği biçimde yaratabileceğini savunan anarşizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kapitalizm ise uygulamaları ile insanlara aradığı huzur, mutluluk ve adaleti arzu edilen düzeyde sağlayamamıştır. Özgürlük, adalet ve mutluluk arayışları sosyalizmin gelişmesine uygun ortam yaratmıştır. Buna karşın kuramsal olarak sosyalizm bireylerin özgürlüğünü savunsa da pratikte bireyin haklarını en çok sınırlandıran bir sistem olduğu, uzun yıllar sosyalizmi siyasi bir sistem olarak uygulayan demir perde ülkelerinde görülmüş ve 1990’lı yılların başına kadar dünyayı etkisi altına almıştır.

Sonuç olarak liberaller ve kapitalistler devletin herhangi bir yaptırımda bulunmamasını; çünkü, devletin her zaman var olan otoriteye hizmet ettiğini, buna karşın sosyalistlerin özgür topluma ulaşabilmek için devletin her zaman var olması ve hâkim otoriteyi temsil etmesi gerektiğini savunması en büyük siyasi anlaşmazlık kaynaklarından bir tanesini oluşturmaktadır. Birçok savaşın çıkmasında önemli rol oynayan siyasi farklılıklar, terörizmin ortaya çıkmasına uygun zemin hazırlamaktadır. Siyasi farklılıklar; amaçları, hedefleri ve kurbanlarının seçimi ile var olan siyasi sistemi değiştirmeye yönelik olarak teröristler tarafından eylemlerini gerçekleştirebilmeleri için gerekçe oluşturmaktadır.

e. Dinsel farklılık: Din belki de en önemli ve etkili bir farklılık kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır. Din tanımlanması ve özetlenmesi zor bir olgudur. Din; akıl sahibi şuurlu insanları kendi irade ve arzuları ile hak ve gerçeğe, mutlak doğruya götüren insanlara saadet yollarını gösteren ve peygamberlerin vahiylerine dayanan ilahi kanunlar manzumesi,26 tarihsel,

26 Ayhan Koç; Terör ve Terörizm için Din, Ankara, Polis Dergisi Terörle Mücadele Özel Sayısı, 2004, Sayı 40, s. 123.

Page 14: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

10

görüngü bilimsel (fenomenolojik) ve davranışsal (toplum bilimsel) yaklaşımlar ile bireyin kutsalla ilişkilerini betimleyen inanç ve dogmalar bütünü27 olarak açıklanmaktadır.

Dinin temel özelliğini kutsala olan inanç oluşturmaktadır. Dinsel inanç ya da deneyim genellikle kutsalla dile getirilmekte, gündelik ve din dışı olana karşıt olan, kendisinde üstün bir değer ve son gerçekçilik duygusu taşıyan bir şey, bir kişi - tanrı, bir tanrılar ve ruhlar evreni yaygın bir güç, kişisel olmayan bir düzen ya da başka bir şey olarak algılanabilmektedir. Kutsala yanıt verme ise dinsel bir topluluğun ya da bir iman bağlılığının geleneklerine ve dinsel törenlerine katılmak ya da bunları kabul etmek biçiminde olabilmektedir.28 Üyelerinin uymakla yükümlü oldukları kuralları, dinsel törenleri ve ayin usulleri bulunmaktadır. Dinler geliştikçe, hem uygulama hem de öğreti bakımından inanç sistemleri farklılaşabilmektedir. Tarih boyunca birçok medeniyet ve devlet din veya kutsal değerler uğruna seferlere çıkmışlar ve savaşmışlardır. Bunun için çok eskilere gitmeye gerek yoktur. Yakın geçmişte birçok örnekleri vardır: Mahatma Gandhi, 30 Ocak 1948 yılında ibadet etmek için toplanmış kişilere konuşma yapmak isterken fanatik bir Hindu olan Nathuram Godse tarafından gerçekleştirilen bir suikastta hayatını kaybetmiş,29 ABD Oklahoma şehrinde Murrah Federal Binasına 19 Nisan 1995 yılında yapılan ve 168 kişinin ölümüne sebep olan bombalı saldırıyı bir Hristiyan olan 27 yaşındaki Timothy McVeigh gerçekleştirmiş,30 İsrail Başbakanı İzak Rabin 04 Kasım 1995 yılında Tel - Aviv’de yapmış olduğu mitingden dönerken fanatik bir Yahudi olan Bar - Ilan Üniversitesi öğrencisi Yigal Amir tarafından gerçekleştirilen bir suikastta hayatını kaybetmiş,31 20 Kasım 2003 yılında İstanbul’da yasa dışı radikal dinî terör örgütleri tarafından HSBC Bank Genel Müdürlüğü ile Beyoğlu’ndaki İngiliz Konsolosluğuna yapılan bombalı intihar saldırıları sonucunda 27 kişi hayatını kaybetmiş ve 450 kişi yaralanmıştır.

Bu eylemlerin hemen hepsi kendi dinlerini kendilerinden olmayanlara şiddet kullanılarak gerçekleştirilmek istenmiştir. Yine, Hazreti Muhammed’in ölümünden sonra İslamiyet’i farklı algılayan insanlar tarafından ilk halife Hz. Ebubekir’den sonra gelen diğer üç halife hayatlarını suikastlar sonucunda kaybetmişlerdir. Hz. Ömer; bir kölenin hançeriyle, Hz. Osman Kur’an okurken evine giren bir suikastçı tarafından, Hz. Ali de döneminde çıkan karışıklık sırasında şehit edilmişlerdir.

Din de en büyük farklılığı yaratan olguların başında tarikatlar bulunmaktadır. 23 Ocak 1995 yılında Japonya’nın Kobe şehrinde Aum

27 Grolier International Americana; Encyclopedia, İstanbul, Grolier Incorporated-Sabah Danbury, Connecticut, 1993, c. 5, s. 58 - 59. 28 Grolier International Americana; c. 5, s. 59 - 60. 29 Mahatma Gandhi; http://www.gandhiserve.org/whos_gandhi.html, (11.10.05). 30 Oklahoma City Tragedy; http://www.cnn.com/US/OKC/bombing.html, (11.10.05). 31 Mark Juergensmeyer; Terror in the Mind of God, California: University of California Pres, 2003, s. 48.

Page 15: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

11

Shinrikyo tarikatına mensup Takeshi Nakamura isimli üye tarafından metroya sarin gazı salgılanarak eylem gerçekleştirilmiştir.32 Bilindiği gibi, tarikatlar, öğretileri yoluyla dünyada kısa sürede cenneti yeşertme ya da yeni insanı yaratma gibi abartılı fikirlere sahiptirler. Dünyada olup bitenleri yalnızca kendilerinin açıklayabilecekleri gibi bir inanç söz konusudur. Düşünce ve eylem biçimleri iyi - kötü ya da doğru - yanlış örüntüsü çerçevesindedir. Dünyanın sonunun geldiğine dair sanıları vardır. Dünyayı biz kurtarmalıyız söylemini yaymaya çalışırlar. Merkezdeki bireye tanrı, kutsal kişi ya da sözcü sıfatıyla saygı duyarlar. Eleştirilemeyen bir yönetim biçimleri vardır. Kutsal kişi; ideal veya efsane olarak karizmatikleştirilir. Keskin sınırlar çizerek dışarıya kapalı bir sistem oluştururlar ve birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Emir - komuta zincirine dayalı ilişkiler söz konusudur. Üyeler ucuz iş gücü olarak kullanılmayı çoğunlukla gönüllü olarak kabul ederler. Kendilerinin yasaların üstünde olduğu inancıyla, üyelerini yasa dışı işler yapmaya zorlarlar. Bireylerden kendilerini tamamen gruba teslim etmelerini isterler. Beslenme, giyinme, günlük işler konusunda kesin ve katı bağlayıcı kurallar söz konusudur. Üyelerin kendine ait malı ve parası yoktur. Kaderci bir düşünce biçimiyle yönetilirler. Bireyden ailesi, arkadaşları ile bağlarını kopartması istenir. Üyelere yeni bir ad verilir ve tamamen grupla birlikte hareket ederler. Sürekli tekrarlanan tekerleme veya söz dizileri ile meditasyon gibi duyguları etkileyen, bireyi kendinden geçiren, bilinç değiştirici teknikler uygulanır. Gruptan ayrılmak için hiçbir neden geçerli sayılmaz.33

Terör örgütleri; otorite oluşturabilmek için din olgusunu ön plana çıkartarak güç kullanabilmektedirler. Dinî farklılıklar radikal terör örgütleri tarafından istismar edilerek amaçlarını gerçekleştirebilmek ve var olan sistemi değiştirebilmek için gerekçe olarak kullanılabilmektedir. Birçok savaşın çıkmasında rol oynayan dinî farklılıklar; bütün kutsal kitaplarca reddedilmesine rağmen teröristler tarafından özellikle bombalı intihar eylemlerinde etkin olarak kullanılabilmektedir.

Bombalı intihar eylemi daha çok ayrılıkçı gruplar tarafından yüksek değerlere sahip sembolik hedeflere, yüksek seviyedeki yönetici, bürokrat ve devlet adamlarına, kalabalık ve toplumun yoğun olduğu yerlerdeki masum insanlara karşı gerçekleştirilmektedir. Radikal terör örgütleri bu eylemi genellikle; şehit olmak, cihat veya kutsal bir davaya hizmet etmek gibi gerekçelere bağlı olarak gerçekleştirmektedirler.

Dinî olarak şehit olduğuna ve ailelerine ilave ödül kazandırdığına inanan eylemciler tarafından bombalı intihar eylemi; halkın moral seviyesini düşürmek, halkın güvenlik güçlerine karşı olan güvenini sarsmak, kargaşa ve anarşi ile kararsız ve güvensiz ortam yaratmak, yenilmezlik duygusunu

32 a.g.e.; s. 07. 33 Werner Gross; “Tarikat ve İbadet Gruplarının Yıkıcı Olma Niteliklerini Değerlendirici Psikolojik Kriterler”, Çev. Psk. Rana Sey Uluç, http://www.pisikolog.org.tr/bulten/yazilar/09_tarikat.htm, (18/03/2003).

Page 16: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

12

ortaya çıkararak halkı ümitsizliğe sürüklemek,34 medyanın dikkatini çekerek eylemlerini geniş kitlelere duyurmak, mümkün olduğu kadar çok zayiat verdirmek için gerçekleştirilmektedir.

Çünkü, bombalı intihar eylemleri birçok zayiata ve büyük hasara sebep olmakta, medyanın ilgisini çekmekte ve haber özelliği taşımakta, çok ilkel ve basit olmasına karşın istenilen yer ve zamanda eylem gerçekleştirilebilmekte, yakalanmak, sorguya çekilmek gibi bir endişe bulunmamakta, eylemi gerçekleştirdikten sonra kaçma ve kurtulma planına ihtiyaç olmamakta, güvenlik güçleri tarafından yakalanılsa bile eylem gerçekleştirebilmektedir. Eylemci ölümü göze aldığı için güvenlik güçlerinin aynı yöntemle karşı eylem yapması olasılık değildir. Aynı zamanda bombalı intihar eylemcisi dünyadaki en akıllı bombadan daha akıllıdır. Bütün bu özellikler yönetimde yeni küresel tehdidi oluşturmakta ve bombalı intihar eylemcisi terör örgütlerine sağladığı avantajlar olarak ortaya çıkmaktadır.

Sonuç

Daha önceleri yerel olarak gerçekleştirilen terörizm 11 Eylül saldırıları ile birlikte küresel bir boyut kazanmıştır. Günümüzde, nerede, ne zaman ve nasıl meydana geleceği belirgin olmayan eylemler birlikte yaşanılması gereken bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Terörizmi engellemek çok zor olsa bile etkilerini azaltmak olasıdır. Terörün en kolay ve ucuz uygulamalarından birisi olan bombalı intihar eylemleri ile karşı karşıya kalan ülkeler; halkın moral seviyesini üst düzeyde tutmak, panik ve korkuyu engellemek, zayiatı en az düzeye indirebilmek için bazı yöntemleri kullanabilirler.

a. Günümüzün muharebeleri meskûn mahallerde geçmekte ve terör eylemleri yerleşim birimlerinde gerçekleştirilmektedir. Güvenlik güçleri ve toplum meskûn mahallerde ortaya çıkabilecek olaylara karşı hazırlanmalıdır.

b. Teröristi bulmak ve eylemden korunmak zordur. Olayı önlemek zor olduğu için etkilerini azaltan tedbirler alınmalıdır. Terörizm ve yansımaları hakkında toplum bilinçlendirilmelidir.

c. Bombalı intihar eylemcisinin genel bir profili olmamakla birlikte genellikle kalın ve bol giysileri tercih etmekte, heyecanlı, sinirli ve çelişkili davranışlar göstermektedirler. Etkin bir istihbarat ağı ile eylemcinin hazırlık ve keşif esnasında yakalanması önemlidir. Çünkü, bombanın pimi daima çekilmeye hazırdır. Bu yüzden terörün en kolay ve ucuz uygulamalarından birisi olan bombalı intihar eylemleri hakkında toplum eğitilmelidir.

ç. Sembolik hedefler, kalabalık ve toplu yerler, kritik tesisler, VİP’ler teröristler ve özellikle bombalı intihar saldırıları için risk oluşturmaktadır. Güvenlik güçleri tarafından bireylerin korunması ve tesislerin kontrolü sağlanmalı, önlem almaları için bireyler uyarılmalıdır.

34 Kemal A. Beyoghlow; Cult of Death, Defence against suicide bombing course, Ankara, Center of Excellence Defence Against Terrorism, 2005.

Page 17: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

13

d. Eylemlerden önce terörist ve bombalı intihar eylemcisinin bulunması önemlidir. Bunun için; güvenlik güçleri arama teknikleri hakkında eğitilmeli, fiziki güvenlik sistemleri oluşturulmalı, şüpheli kadınları arayabilmek için kadın polis, patlayıcıları belirleyebilmek için bomba köpekleri kullanılmalı, şüpheli olanlar derhâl etkisiz hâle getirilmeli, sahte kılıklı olduğu değerlendirilenler öncelikle aranmalıdır.

e. Güvenlik güçleri insan haklarının en temel ögesi olan yaşama hakkına sahip çıkabilmek için her türlü önlemi almalıdır. Terörist ve bombalı intihar eylemcisi ile mücadele ederken olasılı bir yanlışlığı önlemek için şüphelilere karşı teknik cihazlar ve ölümcül olmayan silahlar kullanılmalıdır.

f. Terörizm ve bombalı intihar saldırılarını engellemenin en etkili yöntemlerinden birisi güvenlik güçlerinin olanak ve yeteneklerinin artırılmasından geçmektedir. Bunun için etkin bir istihbarat ağı kurulmalı, uluslararası iş birliği ile millî gücün bütün unsurlarının koordinasyonu sağlanmalı, güçlü millî birliktelik yaratılmalı ve kararlılıkla uygulanmalıdır.

g. Halkın güven duygusunu artırıcı önlemler terörizmin önündeki en büyük engellerden birisini oluşturmaktadır. Bunun için teröristlerin finanssal kaynakları ve ikmal yolları kesilmeli, patlayıcı maddelerin etkin kontrolü sağlanmalı, emniyet tedbirlerinden asla ödün verilmemelidir.

ğ. Önleyici yaklaşım (proaktif) sergilenmesi terörizm ve bombalı intihar saldırılarının etkisini azaltmaktadır. Güçlü bir yargı sistemi kurulmalı, operasyonlarda halkın desteği sağlanmalı, medyadan azami olarak yararlanılmalıdır.

h. Farklılıklar dezavantaj değil aslında bir avantajdır. Bu yüzden yöneticiler, kendisinin dışında kalan bireylerin yapısal farklılıkları olduğunu bilmeli ve farklılıkların giderilmesini, eşitlik ilkesi ile sağlamalı, grupların; etnik, kültürel, siyasi ve dinî farklılıklarını anlamalı, güç ve otorite oluştururken ülke içinde farklılıkların mozaik oluşturduğunu değerlendirmeli, güçlülerin olduğu kadar zayıfların da gereksinim ve istekleri hesaba katılmalıdır.

Bu yöntemlerin tamamının ya da bir kısmının uygulanması terörizmi engellemeye veya ortadan kaldıramaya yetmemekte yalnızca etkilerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bu yüzden yönetimde yeni küresel tehdit terörizm ve onun en kolay ve ucuz yöntemi bombalı intihar eylemleri ile birlikte yaşamanın öğrenilmesi ve önlem alınması gerekmektedir.

Abstract: Future war will be held in urban areas - this war needs special tactics and techniques. However, in this instance military units would wısh to avoıd fighting in built up areas because FIBUA/MOUT benefits their enemies.

One of the greatest advantages for the enemy is the use of suicide attacks agaınst conventional military troops. The motivations and circumstances of suicide bombers are varied: there are individual, ethnic, cultural, political, religious diversities in their reasons; some will commit their attack in despair, others in victory.

Managers must know the motivation of the suicide bombers and target them to protect against the global threat of terrorism. Managers must learn to use diversity management.

Page 18: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

14

Key words: Diversity, suiside, urbanized terrain.

Page 19: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

15

TASLAK ANAYASA ÇERÇEVESİNDE AB’NİN GELECEĞİ VE TÜRKİYE

P. Kur. Alb. İlkay NERAT*

Özet: AB üyesi 25 ülke ile AB’ye aday üç ülkenin (Bulgaristan, Romanya ve Türkiye), 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da imzaladığı “Taslak Anayasa” bugüne kadar 14 ülke tarafından kabul; Fransa ve Hollanda tarafından ise reddedilmiştir. Söz konusu Taslak Anayasa’nın yürürlüğe girmesi için 2007 yılına kadar 25 üye ülke tarafından onaylanması gerekmektedir.

Taslak AB Anayasası’nın reddedilmesi nedenlerini ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal sorunlar olarak sıralamak mümkündür. Anılan anayasa hakkında ne yapılabileceğine karar vermek maksadıyla AB Haziran 2005 Zirvesi bir “düşünme dönemi” başlatmıştır. Bu arada AB’nin yaşadığı sorunlara çözüm bulmak için hem uluslararası düşünce kuruluşları hem de bazı devlet adamları değişik çözüm önerileri sunmaktadırlar. Önümüzdeki dönemde AB’de yaşanabilecek muhtemel gelişmelerin ülkemizin üyelik müzakere sürecini olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmaz olacaktır. Ancak, ülkemizin üyeliği de AB’nin özellikle Kafkaslar, Orta Doğu ve Akdeniz ülkelerine yönelik politikaları ile enerji ve güvenlik konularına önemli katkıda bulunacaktır.

Anahtar kelimeler: Anayasa, Avrupa Birliği, Avrupa, Türkiye, müzakere.

Avrupa Birliği (AB), birleşik bir Avrupa inşa etmek amacıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve hâlen devam eden bir süreçtir. AB’nin, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile GKRY ve Malta’yı içine alması, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan ve Türkiye’yi kapsayacak şekilde genişlemeyi öngörmesi, AB’yi kuran ve üç temel sütun üzerine oturtan 1992 Maastricht ve bu anlaşmayı tadil eden 1997 Amsterdam Anlaşmaları’nın tekrar gözden geçirilmesini gerekli hâle getirmiştir.

Küresel bir güç olmak ve ABD ile rekabet edebilmek için “siyasi’’ birliğin sağlanması gerektiğini savunmaya başlayan AB üyesi 15 devlet, 2001 yılı Laeken Zirvesi’nde, bu gerekçeleri karşılayacak bir AB Anayasası’nın oluşturulması ve bu maksatla aday ülkelerden temsilcilerin de katıldığı 105 üyeli bir konvansiyon teşkil edilmesi kararını alarak başkanlığına eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’i atamışlardır. Yaklaşık üç yıl süren çalışmaların ardından, oluşturulan Taslak Anayasa metni Hükûmetler Arası Konferans tarafından 18 Haziran 2004 tarihinde kabul edilmiştir.

AB üyesi 25 ülke ile AB’ye aday üç ülke (Bulgaristan, Romanya ve Türkiye) tarafından, 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da imzalanan “Avrupa İçin Anayasa Oluşturan Anlaşma”, 448 madde, bir önsöz, dört bölüm, protokoller ve eklerden oluşmaktadır. Aday ülke olduğu için Anayasa ve ekindeki protokollere taraf olmayan ülkeler tarafından imzalanan belge “Nihai Senet” olarak nitelendirilmektedir. Nihai Senet “30 Eylül 2003’te Anayasa’yı oluşturmak için toplanan Hükûmetler Arası Konferans üyelerinin Anayasa, ekindeki 36 protokol, 49 deklarasyon ve iki eki kabul ettiğini” ortaya

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* TMR Başkanlığı AB Askerî Tem. Yrd. elmek: [email protected].

Page 20: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

16

koymaktadır. Bulgaristan, Romanya ve Türkiye AB’ye aday ülkeler olmaları nedeniyle söz konusu “Nihai Senet”i imzalamıştır.

29 Ekim 2004 tarihinde imzalanan söz konusu Taslak Anayasa’nın AB’nin geleceğine ve AB ile Türkiye ilişkilerine muhtemel etkilerinin incelenmesi maksadıyla hazırlanan bu makalede, Anayasa’nın reddedilmesinden sonra AB’de yaşanabilecek muhtemel gelişmelerin ülkemize ve yine ülkemizin olası üyeliğinin AB’ye etkileri ayrıntılı olarak irdelenmeye çalışılmıştır.

Taslak AB Anayasası’nda Yer Alan En Önemli Değişiklikler1

Taslak Anayasa’nın yürürlüğe girmesi için 2007 yılına kadar ulusal parlamentoların onayı veya referandum ile üye ülkeler tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Onay ve referandumların tamamlanması ile birlikte 2009 - 2014 dönemi Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılmasını müteakip 01 Kasım 2009 tarihinde Taslak Anayasa’nın yürürlüğe girmesi öngörülmektedir.

AB’de bir anayasaya ihtiyaç duyulmasının temel nedeni, üye ülke sayısının 25’e yükselmesi sonucunda genişlemiş yapı içinde yönetim mekanizmalarının rahat çalışmasını sağlamaktır. AB Anayasası geçmiş yıllarda Birliğin yapısını şekillendirmek üzere imzalanan çok sayıda anlaşmanın yerine geçecektir. Söz konusu Anayasa, geleneksel anayasalar gibi değerler / ilkeler bütününü, temel haklar konusunu, kurumsal yapıyı içerirken farklı olarak “AB’nin işleyişi ve uygulayacağı siyasetler” gibi unsurları da kapsamaktadır.

Hâlen onay sürecinde2 bulunan Taslak Anayasa’da;

Kurumsal yapısında; altı aylık dönüşümlü başkanlık yerine, bir defa daha seçilmek kaydıyla, 2,5 yıl süreyle görev yapacak bir “AB Konseyi Başkanlığı”nın tesis edilmesi, anılan başkanın en önemli görevlerinden birinin uluslararası platformda AB’yi temsil etmesi,

AB Konseyinde, üye ülke devlet ve hükûmet başkanlarının yanı sıra AB Komisyonu Başkanı ve AB Dışişleri Bakanının da yer alması,

AB Dışişleri Konseyine ilk defa ataması yapılacak AB Dışişleri Bakanı’nın başkanlık etmesi, söz konusu Bakanın şu andaki “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) Yüksek Temsilcisi”nden daha yüksek konumda olması,

Her üye devletin 2014 yılına kadar AB Komisyonunda bir üyeye sahip olması, bu tarihten sonra ise AB Komisyonunun üye sayısının üçte iki oranında azaltılması, üyelerin eşit rotasyon temelinde tayin edilmesi,

1 Treaty establishing a Constitution for Europe, 16 Aralık 2004. 2 Bugüne kadar Taslak Anayasa, Litvanya, Macaristan, Slovenya, İtalya, Yunanistan, Slovakya, İspanya, Avusturya, Letonya, Belçika, GKRY, Lüksemburg, Malta, Estonya ve Almanya tarafından kabul; Fransa ve Hollanda tarafından ise reddedilmiştir.

Page 21: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

17

rotasyon sisteminin sırasının AB Konseyi tarafından oy birliği ile belirlenmesi,

Avrupa Parlamentosunda 2009 yılından itibaren her üye devletin en az altı en fazla 96 üyeye sahip olması,

Avrupa Parlamentosunun yetkisinin güçlendirilmesi, bu bağlamda, Parlamentonun Bakanlar Konseyi ile birlikte yasama organı olarak çalışması, bütçe görevlerinin yanı sıra Anayasa’da öngörülen şekliyle siyasi denetim ve danışma görevlerini sürdürmesi, bu çerçevede, AB Konseyi Başkanının Avrupa Parlamentosu tarafından seçilmesi,

AB Dışişleri Konsey Başkanlığını yürütecek AB Dışişleri Bakanına yardım etmek üzere, “AB Diplomatik Servisi”nin Kasım 2006’ya kadar kurulması,

Karar alma sisteminde (oylama yöntemleri); Avrupa Konseyi ve AB Bakanlar Konseyindeki yeni oylama sisteminde “nitelikli oy çokluğu”nun esas alınması,

Söz konusu sistemle karar alınırken, her bir Konseyin kendi üye sayısının en az % 55’inin onayı olması; ancak, bu % 55 oranındaki üye sayısının en az 15 ülkeyi temsil etmesi ve AB nüfusunun en az % 65’ini oluşturması koşullarını da sağlaması, kararların dört ülkeden oluşan ve toplam nüfusun % 35’ini oluşturan ülkeler grubu tarafından bloke edilebilmesi, (Nitelikli çoğunluk sistemine, ülke sayısı ve nüfus çoğunluğu esasları ile çift başlıklı bir kontrol mekanizması konulmaya çalışılmıştır. Bunu yapmaktaki maksat, AB Anayasası, nitelikli çoğunluk yöntemi ile alınacak ortak kararların kapsamlarını genişletmekte ve Nice Anlaşması’nın öngördüğü ve oy birliği gerektiren bazı alanlar, nitelikli çoğunluk sistemi içine kaydırılmaktadır.)

AB Konseyinin, AB Bakanlar Konseyinin ya da AB Dışişleri Bakanının önerisi ile hareket etmediği durumlarda gerekli nitelikli çoğunluğun AB nüfusunun en az % 65’ini temsil edecek şekilde, üyelerin an az % 72’sini kapsaması,

Nitelikli çoğunluk ile ilgili hükümlerin, Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldıktan sonra 01 Kasım 2009 tarihinde yürürlüğe girmesi,

Ülkelerin üyelik durumları; üye ülkelerin istedikleri takdirde Birlikten bir süreç dâhilinde ayrılabilmesi,

“AB üyeliği”nde üye ülkelerin üyelik haklarının geçici olarak askıya alınabilmesi,

Üye devletlerden herhangi biri terör saldırısına uğrarsa veya doğal ya da suni kaynaklı bir afete maruz kaldığı takdirde, AB’nin ve üye ülkelerin dayanışma ruhu içinde hareket etmesi, bu bağlamda, AB’nin elindeki bütün araçları, üye devletler tarafından sağlanacak askerî kaynaklar da dâhil olmak üzere seferber etmesi,

Page 22: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

18

Dayanışma hükmünün, Komisyon ve AB Dışişleri Bakanının müşterek teklifi çerçevesinde hareket edecek olan Konseyin alacağı karar çerçevesinde işletilmesi öngörülmektedir.

Taslak AB Anayasası’nın Reddedilme Nedenleri

AB Anayasası’nın reddedilme nedenleri ekonomik, siyasi ve kültür ve toplumsal sorunlar olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.

Ekonomik Sorunlar

10 yeni üyenin AB’ye katılması ile birlikte mevcut bütçe (2005 yılı bütçesi 120 milyar €) yetersiz kalmış ve artırılması gerektiği AB Komisyonu Başkanı tarafından hararetle savunulmasına karşı bu bütçeye “net katkı’’da bulunan ülkeler (Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, İsveç ve Avusturya) tarafından olumlu karşılanmamıştır. Bu kapsamda, 2007 - 2013 bütçesinin oluşturulması (öngörülen 160 milyar €) görüşmeleri hâlen devam etmekle birlikte, AB’nin iç ve dış yardımlarının büyük miktarda azalacağı ve dünya kamuoyundaki itibarının zedeleneceği endişeleri mevcuttur.

AB ekonomik ve para birliğinin temelleri 1992 Maastricht Anlaşması ile atılmış ve “Maastricht Kriterleri” olarak adlandırılmıştır. Söz konusu kriterler, İstikrar ve Büyüme Paktı çerçevesinde ele alınır ve AB Komisyonu ile Adalet Divanı, kriterlerin üye ülkeler tarafından karşılanmasının takibinden sorumlu kurumlardır. Bu kriterlerin özellikle bütçe açıkları ve dış borçlar yüzünden son zamanlarda bazı büyük ülkeler (Almanya, Fransa, Portekiz, İtalya ve Yunanistan) tarafından ihlal edildiği ve AB içindeki ekonomik dengelerin bozulmasına sebep olduğu Avrupa Merkez Bankası tarafından açıklanmıştır. Bu bağlamda, İtalya, Avrupa Büyüme ve İstikrar Paktı’nın bütçe açığı için koyduğu “gayrisafi yurt içi hasılanın % 3’ünden fazla olmaması” hedefini karşılayamadığı için cezai tedbirlere maruz kalmakla karşı karşıyadır. Ayrıca, Avro Bölgesi dışında bulunan yeni üyelerden Çek Cumhuriyeti, GKRY, Macaristan, Malta, Polonya ve Slovakya aşırı bütçe açığı bulunan ülkelerdir.

İngiltere, İsveç ve Danimarka hariç diğer üye devletlerin ortak para birimine geçmesi ile birlikte halkın alım gücünün gün geçtikçe düşmeye başlaması, avronun itibarının zedelenmesine neden olmakta ve bazı ülkelerde siyasiler, İngiltere’yi örnek göstererek, ulusal para birimlerine geri dönülebileceği sinyallerini vermektedirler. Bu konuda en son İtalya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile Reform Bakanı, ülkelerinin Avro Bölgesi’nden ayrılması yönünde görüş bildirmişlerdir. Olası bir kopmanın avroya büyük darbe indireceği ifade edilmektedir. Ayrıca, Hollanda’da yapılan bir ekonomik araştırmada, avronun kabul edilmesinden önce ve sonrasındaki geçim standardının karşılaştırılmasında, anılan standardın % 49,1 oranında pahalılaştığı tespit edilmiştir.

AB’nin diğer önemli bir sorunu da, işsizlik ve refah seviyesinin gün geçtikçe düşmesidir. AB bu sorunu gidermek ve on yıl içinde dünyanın en rekabetçi ve en büyük ekonomisini yaratmak maksadıyla, 2000 yılında

Page 23: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

19

“Lizbon Stratejisi”ni hayata geçirmesine rağmen bugüne kadar belirlenen hedeflere ulaşamamıştır. Birliğe katılan ve ortalama kişi başı millî geliri 5000 $ olan yeni üyelerin, gelir düzeyi 18.400 $ olan Portekiz seviyesine çıkarmak için bile AB, oldukça fazla kaynağa ihtiyaç duyacaktır. AB’nin en güçlü ekonomisi olan Almanya başta olmak üzere, birçok ülkedeki işsizlik oranının artması; AB fonlarına daha fazla katkıda bulunan ancak daha azını alan Kuzey Avrupa ülkelerinin bu konudaki hoşnutsuzluğu, çözülmesi gereken ekonomik sorunların başında gelmektedir.3

Birliğin ekonomik büyümesi ve istihdam artışı yeterli değildir. Geçtiğimiz 15 yılda, ABD ekonomisi % 3 civarında bir büyüme gerçekleştirirken AB ekonomisi % 2’nin altında kalmıştır. Ayrıca, Eurostat’ın gözden geçirilmiş tahminlerine göre4 2005 yılının son çeyreğinde GSYH avro alanında % 0,3, AB 25’te ise % 0,4 oranında artmıştır. 2005 yılının üçüncü çeyreğinde her iki alanında da büyüme oranı % 0,7 olmuştur. 2004 yılının aynı dönemine kıyasla avro alanında % 1,8, AB 25’te ise % 2’lik büyüme kaydedildiği tespit edilmiştir. 2005 yılının son üç ayında en yüksek büyüme oranı kaydedilen üye ülkeler ise Letonya (% 2,7), Litvanya (% 2,5) ve Estonya (% 2,2) olurken sadece Yunanistan’da (% -0,2) GSYH’nin düştüğü gözlemlenmiştir.

AB kamuoyu, işsizlik ve refah seviyesinin düşmesinin asıl sebebini, yeni istihdam imkânlarının yaratılamamasına ve genişleme ile yaşanan iç ve dış göçe bağlamaktadır. Bu kapsamda, 10 yeni üyenin AB’ye katılması ile birlikte yaklaşık 200.000 civarında doğudan batıya iç göç olduğu ve yasa dışı dış göç ile bu rakamın her yıl yaklaşık yarım milyona ulaştığı tahmin edilmektedir.

Nisan 2006 tarihi rakamlarına göre5 işsizlik oranı AB 25’te % 8,3; avro alanında ise % 8 olarak belirlenmiştir. Nisan 2005 tarihinde işsizlik oranı AB 25’te % 8,9; avro alanında ise % 8,7 olarak tespit edilmiştir. Nisan 2006’ya göre işsizliğin en yüksek olduğu ülkeler; Polonya (% 16,5), Slovakya (% 15,5), Yunanistan (% 9,6) ve Fransa (%8,9); işsizliğin en düşük olduğu ülkeler ise Hollanda (% 3,8), Danimarka (% 4,3), İrlanda (% 4,3) ve Lüksemburg (% 4,8)’dur.

Ekonomiye doğrudan etkisi olan nüfus yapısı ise üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer sorundur. Avrupa'daki doğum oranları, çocuk yetiştirme yaşındaki her kadın için 2,1 çocuk olarak tayin edilen oranın hayli altındadır. Batı Avrupa'da 1,5 olan söz konusu oran, Almanya’da 1,4, İtalya’da 1,3’tür. Üstelik nüfusun altıda biri 65 yaş ve üzerindedir. Bu oran 2030’a gelindiğinde dörtte bir, 2050’ye gelindiğinde ise üçte bir olacaktır.

3 Ümit Özdağ; Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri, 2003, s. 12. 4 http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm; ”Second Estimate for the Fourth Quarter of 2005”, 12 Nisan 2006. 5 http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm; “Euro Area Unemployment Unchanged at 8.0%”, Nisan 2006.

Page 24: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

20

Büyük oranda hükûmet gelirlerine bağlı yaşayan bu denli yaşlı bir nüfusla ekonominin nasıl işleyeceği ise bilinmemektedir.6

AB içinde iş alanlarının iş gücünün ucuz olduğu yerlere kaymasıyla ilgili eğilimin halkı korkutması ve “Polonyalı Muslukçu” adıyla sembolleşen bu eğilimin, yatırımların yeni AB ülkeleri ile AB’ye aday ülkelerine kayacağı kuşkusunu da doğurması Taslak Anayasa’nın reddedilme nedeni olarak değerlendirilebilir.

Siyasi Sorunlar

AB’nin, Aralık 2000 Nice Anlaşması ile hayata geçirilen mevcut karar alma mekanizması AB Anayasası ile yeniden düzenlenmiştir. Özellikle, AB’nin karar alma mekanizmasında yapılan “nitelikli oy çoğunluğu” ve “güçlendirilmiş iş birliği” kapsamındaki değişiklik büyük ülkelere nüfus çoğunluğu bakımından önemli avantajlar sağlamaktadır. Buna çifte çoğunluk denir. Bununla birlikte, küçük ülkelerin de birleşerek bir kararın alınmasına engel olma hakları bulunur, buna da azınlık blokajı denir. Böylece, bazı ülkelerin onayı alınmadan ve fikir birliği sağlanmadan kritik kararların alınabilmesinin yolu açılmıştır. Bu durum, Hollanda gibi ülkelerde, AB’ye en çok katkıyı yapmalarına rağmen yeni karar alma sisteminde etkinliklerini yitireceği ve güç kaybedilebileceği endişesi yaratmaktadır.

AB bugün ekonomik bir dev, fakat politik bir cücedir. Ancak, AB özellikle de Fransa ve Almanya’nın önderliğinde, bu konumdan hızla kurtulma çabası içindedir. Çünkü AB’nin hedeflediği büyük güç olma isteği, ekonomik gücün ötesinde bir politik irade gerektirmektedir; yani, “ekonomik bütünleşmenin sağladığı gücün politik arenaya taşınması” gerekmektedir.7 AB bu amaçla 1991’de gerçekleşen Maastricht Zirvesi’nden sonra büyük bir hızla ekonomik ve ticari bütünleşmeyi derinleştirirken bu bütünleşmeyi siyasi ve askerî alanlara da taşımıştır.

Bu kapsamda, AB içinde tartışılan projelerden birisi Alman-Fransız ekseninin Hollanda ve Kuzey Avrupa ülkeleri ile birlikte sürdürdüğü AB’yi federal yapılı, süper güç kimlikli bir Avrupa birleşik devletlerine dönüştürülmesi hedefidir. Bu proje Yunan - Roma - Hristiyan kültür kimliği üzerinde yükselen bir Avrupa birleşik devletlerinin kimlik temelini oluşturan ortak bir Avrupa kimliğini hedeflemektedir. Bu projenin gerçekleşmesi durumunda AB üyesi ulus-devletlerin ulus-devlet kimliklerinin zayıflayarak federal yapılara dönüşecekleri ve böylece Avrupa birleşik devletlerinin temelinin oluşturulması öngörülmektedir. Bu projede AB, gelecekte ABD’ye meydan okuyacak süper bir güç olarak tasarlanmaktadır. Bu projeyi destekleyen egemen güçler Fransa ve Almanya, farklı çıkış noktalarından hareket ile aynı noktaya ulaşmaktadırlar. Fransa, İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği günden bu yana ABD’nin egemen konumunu kabullenememiş ve bu konuma karşı Avrupa’nın Fransa’nın önderliğinde bir araya gelerek denge oluşturmasının yollarını aramıştır. (Paris, bugün kendisini bu hedefe en

6 Robert J. Samuelson; AB Haber, 17 Haziran 2005, Radikal gazetesi. 7 Özdağ; s. 18.

Page 25: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

21

yakın olduğu noktada görmektedir. Paris’ten kaynaklanan yoğun anti-Amerikanizm, Fransız devlet adamlarının Almanya’nın Avrupa birleşik devletleri içinde ele geçirebileceği egemen konumu şimdilik göz ardı etmelerine neden olmaktadır.)8

Öte yandan AB, Almanya’nın süper güç olma politikalarına özellikle iki Almanya’nın birleşmesinden sonra etkili bir katkı sağlamıştır. AB kasasına en fazla kaynak aktaran ve AB’nin ekonomisi en güçlü ülkesi olan Almanya birleştikten sonra kazandığı politik bilinçle, Fransa’nın yansıttığı anti-Amerikanizmi göstermeden uyumlu bir çizgide ancak nihai hedef açısından Fransa ile aynı politik hedefe ilerlemektedir.9

Ayrıca, son genişleme dalgasında eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin de AB üyesi olması ve bu genişlemenin Güneydoğu Avrupa, Türkiye ile belki Kafkaslar’a kadar devam etmesi ihtimali de Anayasa’nın reddedilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Brüksel ve Londra strateji kuruluşları, referandum sonuçlarının genişlemeye bir tepki olduğunu, üye ülkelerin genişlemeyi desteklemesinin politik açıdan zor olduğunu ve AB bütünleşmesinin yara aldığını belirtmektedir.

Kültürel ve Toplumsal Sorunlar

AB içinde “Avrupalı” kimliğini oluşturmak çok zor olacaktır. Çünkü ulus-devlet kalıpları içinde gelişmiş bulunan ulusal kimliklerin, AB gibi yeni bir siyasi kimlik gerektiren siyasi yapıların doğrultusunda yeni bir kimliğe dönüşmesi uzun bir zaman gerektirecektir. Bu süreçte, millî devletlerin ideolojileri ve ideolojinin temelini oluşturan inanç ve tarih sistematiği sarsılacak ve yeniden yorumlanması gerekecektir.10 Ancak, AB’nin bu konudaki en büyük avantajı, bütün üyelerinin nüfusunun çoğunluğunun Hristiyan olması ve GKRY hariç aynı coğrafyada bulunmasıdır.

Geçmişte de var olan yabancı düşmanlığı sorunu, özellikle terör, göç ve sosyal yaşama ayak uyduramama gibi etkenlerle günümüzde de güncelliğini korumaktadır. AB üyesi ve aday ülkelerde çok kültürlü topluma karşı çıkanların sayısı gittikçe artmaktadır. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi tarafından yayımlanan raporda, halkın, azınlıklar, ilticalar ve göçmenlere ilişkin tutumu kapsamında, özellikle göçmenlere yönelik olumsuz bir tutum sergilediği, bu eğilimin, Yunanistan, Avusturya ve Macaristan’da belirgin olduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda, AB içinde milliyetçilik akımlarının giderek yeniden güçlenmeye başladığı gözlemlenmektedir.

Referandumlardan Sonra AB’de Mevcut Durum ve Muhtemel Gelişmeler

8 a.g.e.; s. 8. 9 a.g.e.; s. 8. 10 a.g.e.; s. 20.

Page 26: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

22

Fransa ve Hollanda referandumundan “hayır” çıkması, Avrupa bütünleşme sürecine ağır bir darbe vurmuştur. Avrupalıların, “Avrupalı” perspektifini reddetmesi, Avrupa’da ulus-devlet anlayışının devam ettiğinin ve egemenlik devrine Avrupalıların hazır olmadığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Fransa ve Hollanda referandumlarında Anayasa’nın reddedilmesinden sonra, AB içindeki kilit ülkeler, XXI. yüzyılın Avrupası için kendi modellerini uygulatmak bağlamında mücadeleye başlamışlardır. Bu kapsamda, İngiltere, Anglo-Saxon modeli istemektedir. Bunun tam tersine Fransa, katı sosyal yapılanmayı garanti eden bir ülke modelini savunmaktadır. Polonya ise İngiltere modelinin esnekliğinde, ama daha çok siyasi ve ekonomik olarak bütünleşmiş bir Avrupa’dan yanadır.

Avrupa’nın geleceği hakkındaki mevcut tartışmalarda Polonya AB’ye yeni katılan üye ülkelerin görüşlerini paylaşmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu ülkelerin birçoğu, ekonomik ve rekabet politikasını yürütebilecek kuvvetli bir AB Komisyonunun oluşturulmasını istemektedir. Aksi takdirde, kuvvetli bir Komisyon yapısı olmadan, ekonomik ve sosyal politikalar gibi önemli meselelerin üye ülkeler tarafından yürütüleceğinden ve böylece ulusal çıkarların ön plana çıkacağından korkulmaktadır.

AB’nin 16 - 17 Haziran 2005 tarihlerinde Brüksel’de icra edilen Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi sonuç bildirgesinde; AB, üyelerin Anayasa konusunda bir düşünme dönemine ihtiyaçları olduğunu; ancak, üye ülkelerin istedikleri takdirde, bu dönemde, Anayasa’nın onay sürecine ister parlamento ister referandum yolu ile devam edebilecekleri, Fransa ve Hollanda’da Anayasa’nın reddedilmesini müteakip söz konusu ülkeler 2007 yılının ortasından önce net bir cevap verinceye kadar onay sürecinin sonu ile ilgili olarak ilk tespit edilen 01 Kasım 2006 tarihinin yeterli olmadığının düşünüldüğü, Avusturya dönem başkanlığı esnasında Anayasa konusunda tekrar bir araya gelinerek ulusal tartışmaların genel değerlendirilmesinin yapılmasının ve bu sürece nasıl devam edileceğine dair bir karar alınmasının öngörüldüğü belirtilmiştir.

Bu bağlamda, AB Dışişleri bakanları 27 - 28 Mayıs tarihlerinde Viyana yakınlarındaki Klosterneuburg’da bir araya gelmiştir. AB Anayasası’nın Hollanda ve Fransa’da yapılan halk oylamasında reddedilmesinin ardından başlatılmış olan “AB’nin geleceği hakkında düşünme dönemi” kapsamında gerçekleştirilen Konsey toplantısında AB Anayasası’nın onay süreci görüşülmüştür. Bakanlar düşünme sürecinin bir yıl daha uzatılması ve AB dönem başkanlığını 2007 Ocak ayında üstlenecek olan Almanya’nın AB Anayasası’nın onay sürecine ne şekilde devam edilmesi gerektiğine ilişkin bir öneri hazırlaması üzerinde anlaşmaya varmışlardır.

AB’nin 15 - 16 Haziran 2006 tarihlerinde Brüksel’de toplanan Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi’nde ise söz konusu “düşünme dönemi”nin bittiğine ve 2008 yılı sonuna kadar Anayasa’nın hayata geçirilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu kapsamda, AB dönem başkanlığını 01 Ocak

Page 27: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

23

2007 tarihinde üstlenecek Almanya’nın Haziran 2007 tarihindeki AB Liderler Zirvesi’ne sunulmak üzere bir rapor hazırlaması ve Anayasa’nın onay sürecine ne şekilde devam edileceğine bu rapor temelinde karar verilmesi ve verilen karar doğrultusunda en geç 2008 yılının ikinci yarısına kadar bir adım atılması üzerinde görüş birliğine varılmıştır.

AB Komisyonu, AB vatandaşlarının Avrupa’nın geleceği konusunda düşüncelerini tartışabilecekleri ortak bir zemin sağlamak maksadıyla bir internet sitesi oluşturmuştur.11 Vatandaşların bu internet sitesi aracılığıyla toplanacak görüş ve beklentileri, Komisyonun “AB’nin düşünme süreci” konusunda hazırlayacağı raporun temel girdisini oluşturacaktır.

Anayasa’nın yeniden onaya sunulması bir seçenektir. Ancak, bu yapılırken reddedilmesinin en büyük nedeni olan genişleme ile ilgili kusurların giderilmesi beklenebilir. Bu da Türkiye’nin durumunu doğrudan etkileyebilecektir.

Anayasa şokundan sonra, AB içinde yeni bir değerlendirme yapılacağı kuşkusuzdur. Bu gelişme neticesinde hem Fransa ve Hollanda’nın AB içinde rolü sorgulanmaya başlanabilecek hem bugüne kadar AB bütünleşmesinin öncüleri olarak görülen Fransız - Alman ittifakı bundan yara alabilecek hem de tüm bunların ötesinde Avrupa’nın geleceğine ilişkin tartışmalar ve bu bağlamda genişleme politikası yeniden masaya yatırılabilecektir. Belirli bir uzlaşma sağlanana kadar AB ülkelerinin dikkati ve siyasi enerjisi bu konuya odaklanabilecek ve genişleme dinamizmi ister istemez ikinci plana itilebilecektir.

Anayasa’nın reddedilmesinden sonra, “çekirdek Avrupa” görüşünü savunan ülkeler (Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) aralarındaki iş birliğini daha da yoğunlaştırabilecektir. Böylece AB’nin kriz durumundan bu çözüm yoluyla çıkabileceği düşüncesi daha da sağlamlaşacak ve İngiltere ile siyasi bütünleşmeye şüpheyle yaklaşan diğer üyeler dışarıda bırakılabilecektir. Ancak, bu oluşum, siyasi dinamizmin sonucu olarak değil de kriz karşısında umutsuzluğa kapılmamak için devreye sokulduğu takdirde başarı şansını baştan zora sokabilecektir.

AB’nin Geleceğine Yönelik Olarak Gündeme Getirilen Görüşler

AB’yi yaşamakta olduğu sorunlardan kurtarmak maksadıyla gerek uluslararası düşünce kuruluşları gerekse bazı devlet adamları değişik çözüm önerileri sunmaktadırlar.

Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt, AB’nin bir “Avrupa birleşik devletleri” kimliğine bürünmesini önermektedir.12 Bu öneriye göre AB’nin konsantrik iki çemberden oluşan bir birleşik devlet olması; Avro Bölgesi ülkelerinin politik çekirdeği oluşturması, diğer üye ülkelerin ise konfederal yapıdaki dış çekirdeği oluşturması öngörülmektedir. Verhofstadt, “Avrupa Birleşik Devletleri (United States of Europe)” adlı kitabında “Avrupa birleşik

11 http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm. 12 European Voice; 01 - 07 Aralık 2005.

Page 28: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

24

devletleri”nin13 ekonomi için bir Avrupa pilot sistemini oluşturmak, araştırma ve geliştirme ile transavrupa bilgi ağının uygulanmasına bütçeden daha fazla kaynak ayırmak, Avrupa adalet ve güvenlik alanını oluşturmak, Avrupa diplomatik servisinin geliştirmek ve bir Avrupa ordusu kurmak gibi beş öncelikli göreve gayretlerini yoğunlaştırması gerektiğini ifade etmektedir.

Merkezi İngiltere’de bulunan “Centre for European Reform” ile merkezi Fransa’da bulunan “Institut Montaigne” adlı düşünce kuruluşları tarafından yayımlanan makalede, Taslak AB Anayasası’nın yaşatılmaya çalışılmaması gerektiği ifade edilmiş ve AB’nin yeniden dinamizme kavuşması için özetle şu öneriler yapılmıştır:14

AB üyesi ülkeler, AB’nin geleneksel anlaşma tabanlı bütünleşme modelinin, en azından günümüz için, sınırlarına ulaştığını kabul etmeli ve örneğin beş yıllık bir süre için anlaşmalarda herhangi bir değişikliğe gidilmeyeceği hususunda bir bildirge yayımlanmalıdır. Ayrıca AB kendi vatandaşları için faydalı sonuçları olabilecek ve çevre ülkeler ve dünyadaki rolünü artırabilecek proje ve politikalara yönelmelidir.

Londra ve Madrid’deki bombalama eylemleri gibi uluslararası terörizm ve sınır ötesi suçlar nedeniyle, AB üyesi ülkeler, içişleri ve adalet konularında daha fazla iş birliği yapmalıdır.

Güçlü bir “avro”nun, avroyu para birimi olarak seçen ülkelerin tümünün yararına olacağı gerçeğinden hareketle, Avro Bölgesi ülkelerinin mali konulardaki iş birliğini artırmaları hatta bu konudaki iş birliğini maliye bakanları seviyesi üzerine çıkararak devlet ve hükûmet başkanları seviyesinde yürütmeleri gerekmektedir.

Avrupa’nın küresel ekonomiyle rekabet edebilmesi için eğitim ve yenilik çok önemlidir. Dünyadaki en saygın 20 üniversiteden sadece iki tanesi Avrupa’dadır (İngiltere). Bu yüzden AB’nin bütçesini, üniversitelerin bir kısmını “mükemmeliyet merkezlerine” dönüştürmek için harcaması gerekmektedir.

Ortak bir “Avrupa Demografi Enstitüsü” oluşturulmalı ve Avrupa’ya ait tüm demografik bilgiler bu kuruluş tarafından muhafaza edilmeli ve demografik eğilimler dikkate alınarak gelecekteki etkilerine karşı gerekli tedbirler alınmalıdır.

Genişleme, AB’nin en önemli dış politika aracıdır ve bundan vazgeçilmemelidir. Ancak Avrupa vatandaşlarının kaygıları da dikkate alınarak genişlemenin AB sistemine zarar vermediği sürece sadece Avrupa ülkeleriyle sınırlı kalacağı açıklanmalıdır.

Dış politikayla ilgili karar alma mekanizmaları hızlandırılmalıdır.

13 Agence Europe; 13 Şubat 2006. 14 Centre for European Reform (CER); “A Manifesto for Europe: 20 Steps to Relaunch the EU”, 27 Ekim 2005.

Page 29: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

25

Güvenlik konusundaki krizlerin sadece askerî tedbirlerle çözülemeyeceği dikkate alınarak gerektiğinde işçi, mühendis, hâkim, sağlık personeli ve polis gibi sivilleri de eğiterek kriz bölgelerinde görevlendirebilmelidir.

AB’nin çevresindeki istikrarsızlık ve yoksulluk, AB’ye yasa dış göç ve organize suçlar olarak geri dönebilir. Yeni “Avrupa komşuluk politikası” bu tehditleri önlemeye yönelik olarak atılmış bir adımdır.

Doğru veya yanlış, birçok Avrupa vatandaşı, AB’nin yeteri kadar demokratik olmadığını düşünmektedir. Bu nedenle, gerektiğinde Avrupa’nın ulusal parlamentolarının üçte birinin uygun görmesi hâlinde, AB Komisyonunun yasa teklifinin veto edilebilmesine olanak sağlanmalıdır.

Ulusal parlamentolar, AB’nin politika oluşturma faaliyetlerine daha etkin bir biçimde iştirak edebilmelidir.

AB’nin bütünleşmesinin faydalarının daha iyi anlaşılması sağlanmalıdır.

Yine “Centre for European Reform” adlı düşünce kuruluşu tarafından yayımlanan makalede15 ise; 50 yıl boyunca Avrupa’ya demokrasi, güvenlik ve zenginlik yayma konusunda büyük başarı elde eden AB’nin genişledikçe üye ülkeler arasındaki ortak anlayışın kaybolmaya başladığı ifade edilerek özetle aşağıdaki teklifler yapılmıştır:

Liderler, düşük ekonomik büyüme oranı, işsizlik, yasa dışı göç, organize suçlar, terörizm, çevre kirliliği ve küresel ısınma gibi AB vatandaşlarının kaygı duyduğu sorunlara çare bulmalıdır.

Brüksel ile üye ülkelerin başkentleri arasında uyum olmalıdır. Brüksel, üye ülkeler tarafından devamlı suçlanmamalıdır.

Schengen ve Avro Bölgesi gibi sadece bazı ülkelerin üye olduğu oluşumlar gibi AB’nin bütün politikalarına tüm ülkelerin katılması yerine sadece istekli olanların katılmasına imkân sağlayan esnek bir yapı oluşturulmalıdır.

AB’ye aday olmak isteyen ülkelere, AB’nin bir kısım politikalarına dâhil olma konusunda çok uzun geçiş süreçleri kabul ettirilmeli ve böylece tam üyelik süresi uzatılmalıdır.

Ancak genişlemenin faydalarının Avrupa halklarına daha iyi bir biçimde anlatılması gerekmektedir. Romanya ve Bulgaristan organize suçlar ve yolsuzlukla etkin bir biçimde mücadele ettiğini kanıtladıktan sonra AB’ye katılmalıdırlar. Türkiye’yle üyelik müzakereleri, Kıbrıs sorununun çözümüne bağlıdır. AB, adanın bölünmüşlük sorununa diplomatik çözüm bulma konusunda daha fazla gayret sarf etmelidir. Bu kapsamda AB, Kuzey Kıbrıs (KKTC)’a yeni bir ekonomik yardım programı üzerinde anlaşmalıdır. Ayrıca

15 Centre for European Reform (CER); “EU 2010: A Programme for Reform”, 2006.

Page 30: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

26

AB, sınırlarını kesin olarak belirlememelidir. Böyle bir durum AB’nin, üyelik arzusu taşıyan Ukrayna gibi komşuları üzerindeki etkisini azaltabilecektir.

Üye ülkeler, Mart 2000 Lizbon kararları kapsamında gerekli ekonomik reformları yapmalı; yükümlülüklerini yerine getirmeyen ülkeler Komisyon tarafından açığa çıkarılmalıdır.

Andre Sapir tarafından 2003 yılında AB Komisyonunun o tarihteki Başkanı Romano Prodi’ye sunulan rapordaki AB bütçesinin çoğunun ortak tarım politikası yerine, dış politika, komşuluk politikası ile ODGP konularına harcanması hakkındaki teklifler dikkate alınmalıdır.

AB’nin araştırma ve teknoloji konusunda çalışmalar yapmak üzere “European Research Council” adlı bağımsız bir kuruluş oluşturma kararı memnuniyetle karşılanmıştır.

Rusya, yükselen Çin, istikrarsız Orta Doğu ve kırılgan transatlantik ilişkiler nedeniyle AB’nin ODGP’yi güçlendirmekten başka bir seçeneği yoktur.

Rotasyonla yapılan dönem başkanlığının dış politika konusundaki etkisi azaltılmalı bunun yerine Genel Sekreter ve ODGP Yüksek Temsilcisinin sorumluluğu artırılmalı ve AB Komisyonundaki Dış İlişkiler Komiseri “fiilî” olarak Genel Sekreter ve ODGP Yüksek Temsilcisinin yardımcısı olarak görev yapmalıdır.

AB Komisyonunun “Demokrasi ve İnsan Hakları Konusunda Avrupa İnisiyatifi (The European Initiative on Democracy and Human Rights)” kapsamında komşu ülkelerin demokrasilerinin geliştirilmesi konusundaki çabaları, bürokrasi ve çok yavaş işleyen karar mekanizması yüzünden ağır ilerlemektedir. Bu nedenle ABD’deki gibi “Avrupa Demokrasi Vakfı (European Endowment for Democracy)” adlı bir kurumun tesis edilmesine ihtiyaç vardır.

Savunma bütçesi konusunda tasarruf yapmak ve tekrarları önlemek için üye ülkeler tarafından ortak bir bütçe oluşturulması gerekmektedir.

AB Japonya, ABD, Brezilya, Çin ve Hindistan’ın kendi pazarlarını az gelişmiş ülkelere açmaları konusunda gerekli baskıyı yapmalıdır.

AB yardımlarının çoğu orta gelir düzeyinde olan ülkelere, çok azı ise fakir ülkelere gitmektedir. Bu durumun düzeltilmesinin yanı sıra yardımlar anılan ülkelerin özellikle ihracat alt yapıları ile özel sektörünün geliştirilmesine yönelik olarak kullanılmalıdır.

Yasa dışı göç, terörizm ve organize suçlarla mücadele konusunda kamuoyu desteği fazla olmasına rağmen karar alma süreçlerinin çok uzun ve yavaş işlemesi ve anılan konularda oy birliğiyle karar alınması nedeniyle ortaya çıkan sonuç genellikle tatminkâr düzeyde olmamaktadır. Mevcut AB Anlaşmasının 42’nci maddesi suçluların yargılanması ve sınır ötesinde takibi hususlarında nitelikli oy çoğunluğuyla da karar alınmasına imkân

Page 31: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

27

tanımaktadır. Bu nedenle oy birliğiyle karar alınması gereken bu tür konularda, karar alma yönteminin değiştirilebilmesi için üye ülkeler anlaşmalıdırlar.

Terörizmle mücadele kapsamında daha fazla iş birliği ve bilgi paylaşımına imkân tanınmalıdır. AB’nin istihbarat değerlendirme merkezi olarak görev yapacak bir birimle, özellikle teröristlerin internet siteleri yakın takip altına alınmalıdır. Ayrıca terörle mücadele için Endonezya, Fas, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle yakın iş birliğine gidilmelidir.

Ayrıca, üye ülkeler arasında Taslak Anayasa’nın geleceğine yönelik olarak üç görüş bulunmaktadır.16

Birinci görüş, Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker’in öncülüğünde, söz konusu Anayasa’yı onaylayan Avusturya, Belçika ve İspanya gibi 14 ülke ile Avrupa Parlamentosu tarafından desteklenen (maximalists) “onaylama sürecinin” devam ettirilmesidir. Bu görüşe göre, altı ülkenin daha Taslak Anayasa’yı onaylaması hâlinde (üye ülkelerin % 80’ine ulaşılıyor) AB Konseyinin, yeniden oylama yapmaları için Fransa ve Hollanda’ya baskı yapması öngörülmektedir. Ayrıca, anılan ülkeler, Anayasa’nın Fransızlar tarafından daha makul bir şekilde karşılanmasını temin edebilecek bir “sosyal bildirge” hazırlanarak Anayasa’ya eklenmesini de tartışmaya devam etmektedirler.

İkinci görüş, İngiltere, Nordik ülkeleri, Polonya ve Hollanda tarafından desteklenen “Anayasa’nın öldüğü”ne yöneliktir. Ancak, söz konusu ülkeler, Taslak Anayasa’da yer alan bazı düşüncelerin, mevcut anlaşmalar çerçevesinde kabul edilerek uygulanabileceğini de savunmaktadırlar.

Üçüncü görüş ise Fransa’nın liderliğinde bazı ülkeler tarafından desteklenen (incrementalists) “Anayasa’nın öldüğü ancak mevcut anlaşmalarda birtakım değişikliklerin yapılabilmesini sağlayacak mini anlaşmanın oluşturulmasıdır.” Bu görüşe göre söz konusu mini anlaşmanın, AB Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığının teşkil edilmesi, AB Komisyonundaki Komiser sayısının azaltılması, “çifte çoğunluk” oylama sisteminin yürürlüğe girmesi gibi Taslak Anayasa’da yer alan önemli hususları kapsaması öngörülmektedir.

“İçine alma / sindirme kapasitesi” AB’nin gelecek genişlemeleri de dikkate alarak kendini tanımlaması olarak açıklanabilir. Ancak bugünlerde söz konusu kapasite daha çok AB’nin gelecekteki genişlemesini, özellikle Türkiye ve Balkanlar, eşit koşullarda yapılması tartışmasına açıkça ya da üstü kapalı şekilde karşı çıkanlar tarafından silah olarak kullanılmaktadır.

Almanya’nın Bavyera Bölgesi Başbakanı, AB’nin genişlemesinde en önemli kıstasın AB’nin “sindirme kapasitesi” olması gerektiğini ve bu bağlamda Türkiye’nin AB’ye katılımı için üyelik koşullarının yerine getirmesinin değil AB’nin Türkiye’yi sindirme kapasitesinin nihai kıstas

16 Centre for European Reform (CER); “The Austrian EU Presidency and The Future of The Constitutional Treaty”, 24 Ocak 2006. Centre for European Reform (CER); Mark Leonard, “Democracy in Europe: How the EU can survive in an age of referendums”.

Page 32: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

28

olduğunu ileri sürmektedir. Ancak, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, AB liderlerini genişleme konusunda verilmiş sözlere sadık olmaya davet ederek bu yaklaşımın uluslararası bir aktör olarak AB’nin inanılırlığını ve saygınlığını artıracağını vurgulamaktadır.

AB’deki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri Avrupalılar, AB genişledikçe sorunların artacağına ve bu nedenle

genişlemenin bir “sınırı’’ olması gerektiğine inanmaktadırlar. Aslında coğrafya, tarih, din ve kültür, demografi gibi etkenlere bağlı olarak AB dış sınırlarının bir şekilde var olduğu AB çevrelerinde kabul edilmesine rağmen, Türkiye’ye verilen “söz’’ yüzünden bu genişlemenin nereye kadar uzanacağı belirsizliğini muhafaza etmektedir. Diğer taraftan küresel bir güç olabilmek için jeostratejik önemi yüzünden Türkiye’nin varlığına ihtiyaç olduğu gerçeği de siyasi çevrelerde kabul görmektedir. AB kamuoyunda Türkiye’nin üyeliğine genelde sıcak bakılmazken Türkiye bu kulübe girmek istemektedir. Bu kapsamda, 03 Ekim 2005 tarihinde başlayan üyelik müzakerelerinin çok zorlu geçeceği Türkiye’ye “kendi isteği’’ ile “tam üyelik’’ten ödün verme ve kendisine sıkı sıkıya bağlanmış bir “imtiyazlı ortaklık’’ önerisini benimsetme politikalarının uygulanabileceği düşünülmektedir.

Geçtiğimiz sonbaharda Almanya’da yapılan erken seçimlerde iş başına gelen Hristiyan Demokrat iktidarın Türkiye’nin AB üyeliğine eski hükûmet kadar açık ve net destek vermeyeceği aşikârdır. Ancak, bir görüşe göre, Alman dış politikası ve AB’nin kendi geleceği açısından Hristiyan Demokrat iktidarın Türkiye konusunda çok ciddi radikal adımlar atması veya politika değişikliklerine gitmesi beklenmemektedir. Özellikle, Almanya ve Türkiye arasında 2004 yılında gerçekleşen 21 milyar dolarlık ticaret hacmi, Almanya’da yaşayan 2,7 milyon Türk vatandaşı, sayıları 60.000’i bulan Türk şirketleri ve bunların 25 milyar avroluk yatırım miktarları ile 2004 yılı sonu itibarıyla dört milyona yakın Alman vatandaşın turist olarak Türkiye’ye gelmesi bu bakış açısına göre hiçbir iktidarın göz ardı edemeyeceği gerçeklerdir.

AB’nin Anayasa referandumu sonuçlarından sonra girebileceği bir duraklama döneminin, ülkemizin müzakere sürecine yönelik bir tehdit teşkil etse de ülkemizi Kopenhag Kriterleri’nin uygulanması yönünde doğru politikalar izlemesi durumunda etkilemeyeceği düşünülmektedir. Ancak, reformlar konusunda somut adımlar atılmamasının bir koz olarak kullanılarak önümüzdeki dönemde müzakerelerin seyrini olumsuz yönde etkileyebileceği de bir ihtimal dâhilindedir.

ABD’nin AB konusunda Türkiye’nin en önemli destekçisi olması bu kriz ortamında ülkemizin lehine işleyen son derece önemli bir faktör olarak kabul edilebilir. Her ne kadar AB, ABD yönetiminin Türkiye için lobi yapmasından hoşlanmıyor olsa da reformlarını başarıyla uygulayan bir Türkiye’ye “hayır” dendiği takdirde karşısında ABD’yi bulacak olma ihtimali bizim açımızdan kaybedilmemesi gereken bir koz olarak görülebilir.

Türkiye’nin Olası Üyeliğinin AB Kurumları Üzerinde Muhtemel Etkileri

Page 33: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

29

AB’de mevzuat çıkarmaya yönelik karar alma sürecinde yer alan başlıca kurumlar AB Konseyi ve AB Parlamentosudur. Konsey tek başına ya da Avrupa Parlamentosu ile birlikte mevzuat çıkartabilmektedir. Başlangıçta sadece istişari bir rolü bulunan Parlamentonun karar alma sürecindeki etkinliği yıllar içinde artmış ve birçok alanda mevzuat çıkarma yetkisini AB Konseyi ile birlikte paylaşır duruma gelmiştir.

Üye ülke hükûmetlerinin bakanlarından oluşan AB Konseyinin hâlen en etkili karar alma organı olduğu söylenebilir. Önceleri, AB Konseyinde oy birliği usulünün geçerli olduğu alanların sayısı ağır basarken zamanla bu usul yerini birçok alanda nitelikli çoğunluk usulüne bırakmıştır. Nitelikli çoğunluk usulünde üye ülkeler, esas itibarıyla nüfuslarına göre belirlenen ağırlıklı oylara sahiptir.

Kararlarını kural olarak oy çokluğu ile alan Avrupa Parlamentosunda temsil ise üye ülkelerin nüfusları esas alınarak belirlenmektedir. Ancak, Parlamentoda, ülkelere göre değil siyasi partilere göre gruplaşma sistemi geçerlidir.

Türkiye üye olduğu takdirde, AB’nin beş büyük ülkesinden biri olacak Parlamentoda güçlü bir şekilde temsil edilecek ve Konseydeki ağırlıklı oyu Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya ile eşit düzeyde olacaktır. Ancak, gözden kaçırılmaması gereken husus, artık genel usul hâline gelen nitelikli çoğunluk usulü ile bir kararın alınabilmesi için üye ülkelerin yaklaşık dörtte üçlük bir çoğunluğunun gerekli olmasıdır. Söz konusu çoğunluğun oluşabilmesi için toplam 321 oyun en az 232’sinin lehte olması ve lehte oy kullanan ülkelerin nüfusunun AB nüfusunun % 62’sinin altında olmaması gerekmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin, mevcut karar alma usulleri çerçevesinde küçük nüfuslu ülkelere göre daha büyük ağırlığa sahip olması, doğal bir sonuç ve temsilde adaletin bir gereğidir.17

Bazı düşünce kuruluşları tarafından genişlemiş AB’nin Nice Anlaşması kuralları altında iyi çalışamayacağı, eğer Taslak Anayasa reddedilirse Nice Anlaşması oylama kurallarının bundan sonraki genişlemeden önce tekrar düzeltilmesinin gerekli olduğu vurgulanmaktadır.18

Taslak AB Anayasası’na göre ise AB’nin üye sayısının 25’den 29’a çıkmasının oylama üzerinde büyük bir etkisi olacaktır. Söz konusu genişleme, Almanya hariç olmak üzere diğer bütün üyelerin gücünü adaletli bir şekilde düşürecek; ancak, Almanya diğer üyelere nazaran iki kat daha fazla güç kaybına uğrayacaktır. Nice Anlaşması kurallarına göre ise üye ülkelerin kaybedeceği güç, üyenin büyüklüğü ile doğru orantılı olacak, örneğin, Fransa Malta’ya oranla yedi kat daha fazla güç kaybedecektir.

17 DPT Müsteşarlığı; “Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri”, Kasım 2004. 18 CEPS; “The Impact of Turkey’s Membership on EU Voting”, Richard Baldwin ve Mika Widgrén, Şubat 2005.

Page 34: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

30

Nice Anlaşması ve Taslak Anayasa’nın oylama kurallarına göre, AB’nin 29’lu formatında Türkiye ikinci en büyük güçlü ülkesi konumuna gelecektir. Bu durum ülkemizin, Fransa, İtalya ve İngiltere’den önemli bir şekilde daha güçlü olacağını göstermektedir.

Sonuç AB, kendi geleceğini öncelikle “siyasi’’ birliğin sağlanması ve bunun

ekonomik (refah), güvenlik ve insan hakları (adalet ve içişleri) ile desteklenmesinde görmekte ve bu bağlamda, AB Anayasası’nın yürürlüğe girmesine büyük önem vermektedir. Ancak, AB’nin iki kurucu ülkesi Fransa ve Hollanda’nın Taslak Anayasa’ya “hayır” demesi ile bu süreç, büyük yara almıştır. Anılan ülkelerde halk öncelikle kendisine sorulmadan alınmış olan genişleme kararını referandumda onaylamamıştır. Bu konuda bir açıklama yapan AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Verheugen, ulusal hükûmetlerin, kendi vatandaşlarını AB’nin genişlemesi ve genelde küreselleşmesi bağlamında yeteri kadar hazırlamadıklarını ifade etmiştir.

AB’nin bir “Avrupa birleşik devletleri”ne dönüşmesi yakın bir gelecekte mümkün görülmemektedir. AB bir “devlet” değildir. Bu nedenle de herhangi bir devletteki mekanizmaları aynen yansıtması mümkün değildir. Dolayısıyla; AB, demokrasi, katılım, saydamlık, verimli işleyiş ve meşruiyet sorunlarına uluslar üstü bütünleşme mantığı içinde, yeni ve özgün yaklaşımlarla çözüm bulmaya çalışmaktadır. AB Anayasası bu sorunlara köklü bir çözüm getirme isteğine karşın şimdilik bunu tam olarak başaramamaktadır. Ancak, yine de çözüm yolunda ilk adımların atıldığı söylenebilmektedir.

Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, belirli din ve kimliklere karşı önyargılar, etnik-dinî aşırılıklar, anti-semitizm gibi içinde bulunduğumuz yüzyıla yakışmayan birtakım olgular dünyada yeniden kendini göstermekte ve insanlığı tehdit etmektedir. Yüzyıllardır, batı kültürü ile doğu kültürü arasında köprü vazifesi görmüş olan Türkiye’nin böyle bir dönemde gündeme gelecek AB üyeliğinin, özellikle İslam ülkelerinin modernleşme çabalarına olumlu yansımaları olabileceği kıymetlendirilmektedir. Türkiye’nin üyeliği, bu ülkeler ile AB arasındaki yakınlaşmayı somut hâle getirebilecektir. Özellikle son genişleme hareketi ile birlikte çeşitlenmiş olan AB mozaiğini daha da renklendirebileceği ve Kafkaslar, Orta Asya ve İslam ülkelerine kadar ilişkilerin ve iş birliğinin güçlenmesinde ciddi katkılar sağlayabileceği değerlendirilmektedir.

Medeniyetlerin ortak potası olan Türkiye’nin, modernleşmenin şu andaki aşamasında AB hedefine kilitlenmesi, tüm dünya için önemli bir kazanımdır. İnşa hâlinde bir medeniyet tasavvuru olarak AB, Türk ve Müslüman dünya başta olmak üzere, küresel düzeyde ilişkiler konusundaki bakış açısını, Türkiye’nin üyeliği ile yeniden gözden geçirecek ve böylece çatışma, iletişimsizlik ve yok sayma yerine; anlama, diyalog ve iş birliğine dayalı bir AB vizyonu, en sağlıklı biçimde Türkiye’nin katkılarıyla oluşacaktır.

Türkiye’nin hedefi, siyaset, savunma ve güvenlik ile ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda değişen AB’nin gelişen iş birliği ve bütünleşme ağına katılmaktır. Türkiye’nin bu hedefi, aynı zamanda, Batı ve İslam dünyası

Page 35: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

31

arasındaki mevcut gerilimin azaltılmasına katkıda bulunacaktır. Bu kapsamda, Türkiye’nin demokratik ve laik bir ülke olarak geçmişten bu yana edindiği deneyim önemli bir unsurdur.19

Doğu-batı ve kuzey-güney arasında geçiş bölgesi olan Kafkasya, soğuk savaş sonrası dünya düzeninde Avrasya’da oluşturulan enerji ve ulaştırma koridorlarının kesiştiği bir noktada yer almaktadır. Bu stratejik konumuyla, tüm Avrasya’da istikrar ve refahın tesisi açısından bölgenin önemi giderek artmaktadır. Kafkasya, Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan doğal kapısı konumundadır. Türkiye’nin, ayrıca, Kafkasya bölgesindeki halklarla siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağları bulunmaktadır. AB’nin geliştirmekte olduğu yakın komşuluk politikasının kapsamına Kafkas ülkeleri de girmektedir. Türkiye’nin, gerek konumu gerek kültürel ve tarihsel birikimi sayesinde bu ülkelerle geliştirdiği yakın ilişkiler, AB’nin yakın komşuluk politikasının güç kazanmasına katkı sağlayacaktır.20

Küreselleşmeye bağlı olarak güçlenen uluslararası bağımlılık ile terörizm, yoksulluk ve iklim değişikliği gibi uluslararası tehditlerin artması gibi etkenler göz önüne alındığında, uluslararası alanda sorumluluğun paylaşılması yönünde adımlar atılması kaçınılmazdır. Avrupa Birliği, sürdürülebilir kalkınma, güvenlik, barış ve eşitlik ideallerine ulaşmak için, mevcut dünya düzeninin yetersiz kaldığı bu konularda etkin bir rol üstlenmek durumundadır. Son genişlemeyle daha da büyüyen Avrupa Birliği, yeni sınırlarının ötesindeki ilişkilerini istikrar, refah ve güvenliği yaymak suretiyle geliştirme imkânına sahip olacaktır.

Hâlihazırda komşu olduğu Rusya, Ukrayna, Moldova, Belarus, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Lübnan, Filistin, İsrail, Ürdün ve Suriye gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin üyeliği ile birlikte Irak ve İran gibi Orta Doğu’nun kalbinin teşkil eden ülkelere de komşu olacak olan AB, dünya siyasetinde daha etkin ve hatta öncü bir rol oynama fırsatı bulacaktır.21

AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının, etkin bir askerî güce sahip Türkiye olmadan yeterince gelişebilmesi mümkün görünmemektedir. AB, Türkiye’nin üye olmasıyla bu alanda da daha etkili bir dünya gücü hâlinde dönüşme fırsatını yakalayacaktır. Kurulduğu ilk yıllardan bu yana NATO’nun güvenilir ve aktif bir üyesi olan Türkiye, AB’nin de dünya barış ve istikrarına somut katkılar yapabilmesine yardımcı olacaktır.

Türkiye, enerji alanında da stratejik bir konuma sahiptir. Türkiye’nin zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip ülkelere erişim bakımından transit ülke konumunda olması, AB ülkelerinin söz konusu kaynaklardan yararlanmasını kolaylaştıracaktır.22

19 DPT Müsteşarlığı; “Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri”, Kasım 2004. 20 a.g.e. 21 a.g.e. 22 a.g.e.

Page 36: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

32

Türkiye’nin üyeliği aynı zamanda, AB’nin sınırlarının biraz daha doğuya kaymasına, Orta Doğu’daki çatışmalara yaklaşmasına yol açacağı gibi aynı zamanda AB’nin bölgeye barış ve istikrar getirmesine ve bu çerçevede daha önemli bir rol oynamasına da fırsat verecektir.

Fransa’da yapılan Anayasa değişikliği ile aday ülkelerin AB’ye kabul edilmesinin halk oylamasına sunulacak olması nedeniyle, Türkiye bütün şartları yerine getirse bile AB üyeliği gerçekleşmeyebilecektir. Bir diğer deyişle, Türkiye’nin kendisinden istenenleri yerine getirmesi karşılığında ne alacağı belli değildir. Mevcut Anayasa sorunu çözülse ve genişlemeye planlandığı gibi devam edilme kararı alınsa bile bu durum değişmeyecektir.

Yeni bir Anayasa yazılamayacağına göre mevcut Anayasa’da “hayır” oylarına neden hususların giderilmesi için bazı rötuşlar yapılarak yeniden halk oyuna sunulabileceği telaffuz edilmektedir. Bu durumda, Fransa’daki ilk referandum sonuçlarının uygulanmasına gerek bile kalmayabilecek Türkiye’nin üyeliği daha riskli hâle gelebilecektir.

Bugüne kadar AB genişlemelerinde nihai kıstas aday ülkenin AB katılım koşullarını tam anlamıyla yerine getirmesi olmuştu. Ancak, henüz tam olarak tanımlanmasa da “sindirme yetkisinin” bir şekilde Kopenhag Kriterleri’ne dâhil edilmesi olası gözükmektedir.

Dikkate alınması gereken diğer bir gerçek ise Avrupa nüfusunun hızla yaşlandığı ve günümüzde dahi önemli bir sorun olan bu durumun, 2010 sonrasında Avrupa’da ciddi bir çalışabilir nüfus ihtiyacına yol açacağıdır. Genç, dinamik ve eğitimli bir nüfusa sahip olan Türkiye, Avrupa Birliğine ihtiyaç duyacağı genç nüfusu sağlayabilecektir.

Eğer Türkiye’nin üyeliği kabul edilirse “medeniyetler çatışmasının” engellenemez olmadığı ispatlanabileceği gibi her iki medeniyetin bir arada barış içinde yaşayacağı da ortaya konmuş olabileceği değerlendirilmektedir.

Abstract: “The Draft Constitution” that was signed by 25 member-states and three candidate states (Bulgaria, Romania and Turkey) in 29th October 2004, has currently been ratified by 14 member-states and rejected by France and Netherlands. In order to come into force, it needs to be ratified by all 25 member-states until 2007.

Economic, political, cultural and social problems could be considered as the causes of rejection of the draft constitution. The EU’s June 2005 summit launched a “period of reflection” in order to decide what to do about future of the constitution. Meanwhile, both international think tanks and some heads of states have submitted various proposals about finding constructive solutions to the EU’s current problems.

It is obvious that possible developments in the EU in upcoming period will affect the negotiation process of Turkey negatively. However, Turkey’s full accession will contribute a lot to the EU’s policies on Caucasus, Middle East, Mediterranean countries as well as energy and security issues.

Keywords: Constitution; Ratify; Rejection; European Union (EU); Turkey; Negotiation.

Kaynaklar 1. Treaty establishing a Constitution for Europe; 16 Aralık 2004.

Page 37: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

33

2. ÖZDAĞ, Ümit; Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri, 2003.

3. SAMUELSON, Robert J.; AB Haber, 17 Haziran 2005, Radikal.

4. European Voice; 01 - 07 Aralık 2005.

5. Agence Europe; 13 Şubat 2006.

6. Centre for European Reform (CER); “A Manifesto for Europe : 20 Steps to Relaunch the EU”, 27 Ekim 2005.

7. Centre for European Reform (CER); “EU 2010: A Programme for Reform, 2006”.

8. Centre for European Reform (CER); “The Austrian EU Presidency and The Future of The Constitutional Treaty”, 24 Ocak 2006.

9. Centre for European Reform (CER); Mark Leonard, “Democracy in Europe: How the EU can survive in an age of referendums”.

10. DPT Müsteşarlığı; “Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri”, Kasım 2004.

11. CEPS; “The Impact of Turkey’s Membership on EU Voting”, Richard Baldwin ve Mika Widgrén, Şubat 2005.

12. http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm.

13. TÜSİAD AB Temsilciliği Haftalık Bülteni, 23 Mart 2006.

14. “Main Contributions of Turkey’s membership to the EU”, TÜSİAD, Ocak 2006.

15. http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm; “Second Estimate for the Fourth Quarter of 2005, 12 Nisan 2006.

16. AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Sonuç Bildirgesi; 16 - 17 Haziran 2005.

17. http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm; Special Eurobarometer on Future of Europe: EU Listens to Citizens”, 05 Mayıs 2006.

18. AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi Kararları; 27 - 28 Mayıs 2006.

19. http://europa.eu/debateeurope/index_en.htm;

“Euro Area Unemployment Unchanged at 8.0%, Nisan 2006

20. AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi Sonuç Bildirgesi; 15 - 16 Haziran 2006.

Page 38: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

35

VİCDANİ RET UYGULAMASI VE TÜRKİYE

Mu. Kur. Bnb. Ersin KAYA*

Özet: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, vicdani retçi bir vatandaşımızın Türkiye aleyhine açtığı davayı sonuçlandırmasıyla gündeme gelen vicdani ret konusu, kamuoyunda zorunlu askerliğin kaldırılacağı gibi bir beklenti yaratmıştır. Yazılı ve görsel basında çıkan haberlerin doyurucu bilgi içermemesi, kafa karışıklığına neden olmuş ve yeni soruları da beraberinde getirmiştir. Bu makalede, vicdani reddin ne olduğu ile Avrupa ülkelerindeki uygulamaları ve ülkemizdeki durum incelenecektir.

Anahtar kelimeler: Vicdani ret, zorunlu askerlik, inanç, AİHM, internet.

Giriş

Felsefi görüşlerinin barışçı olduğunu ileri sürerek askerlik yapmayı reddeden kişiler olarak tanımlanabilecek “vicdani retçi”lerle ilgili tartışmalar, 24 Ocak 2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, vicdani retçi olduğunu iddia eden Osman Murat Ülke’nin davasını sonuçlandırarak ülkemizi 11.000 avro cezaya çarptırmasıyla tekrar hız kazanmış ve kamuoyunda sanki zorunlu askerlik uygulamasının kalkacağı havası yaratılmıştır. Bu makalede, vicdani reddin ne olduğu ile Avrupa ülkelerindeki uygulamaları ve ülkemizdeki durum incelenecektir.

Avrupa’da Vicdani Ret Uygulamaları

Vicdani ret hakkı, ülkemizin de üyesi olduğu, merkezi Strazburg’da bulunan ve Avrupa Birliği (AB)nden bağımsız bir kuruluş olan Avrupa Konseyi (The Council of Europe)’nin gündemine 39 yıl önce girmiştir. Parlamenterler Asamblesi vicdani ret ile ilgili 337 sayılı ilk kararını 1967 yılında almış1 ve müteakiben 1987 yılında Bakanlar Komitesi, “vicdani nedenlerle silah taşımayı reddeden askerî hizmete tabi kişilerin, tavsiye kararında tespit edilen şartlar dâhilinde bu hizmeti icra etmek zorunluluğundan muaf olarak alternatif hizmetlere tabi tutulmasını” öngören R(87)8 sayılı Tavsiye Kararı’nı almıştır.2

Yukarıda belirtilen tavsiye kararı bağlamında, Avrupa Parlamenter Asamblesi 2001 yılı Mayıs ayında vicdani retle ilgili standartları (askerlik sürecinin herhangi bir zamanında vicdani ret talebinde bulunulabilmesi, ayrımcılığa tabi tutulmama, alternatif hizmetin ceza türü bir hizmet olmaması ve süresinin makul olması) belirleyen 1518/2001 sayılı Karar’ı almış3 ve üye ülkeleri, kendi yasalarında R(87)8 sayılı Tavsiye Kararı kapsamında düzenleme yapmaya davet etmiştir. Bu paralelde 2005 yılına kadar birçok

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* AB As. Kh. İrt. Sb. elmek: [email protected]. 1 “Le Droit a L’Objection De Conscience et les Institutions Europeennes”; Bureau Europeen de L’objection de Conscience, Bruxelles, Mars 1995. 2 “Conscientious Objection to Compulsory Military Service”; Directorate General of Human Rights, Council Of Europe, June 2002. 3 a.g.e.

Page 39: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

36

Avrupa ülkesi vicdani ret uygulamasıyla ilgili yasal düzenlemeler yapmıştır. Vicdani retle ilgili ülkelere göre mevcut durum aşağıda sunulmuştur:4

Avrupa Birliği Ülkeleri

Zorunlu Askerlik Vicdani Ret

Hizmet Süresi

Vicdani Ret Uygulaması Başlangıcı

Almanya 9 ay 9 ay 1949

Avusturya 8 ay 12 ay 1974

Belçika 1995 yılında kaldırıldı. +

Çek. Cum. 2004 yılında kaldırıldı. 1990

Danimarka 9 ay 9 ay 1917

Estonya 8-11 ay 12 - 16 ay 1994

Finlandiya 6 ay 13 ay 1931

Fransa 2001 yılında kaldırıldı. 1963

GKRY 26 ay 42 ay +

Hollanda 1996 yılında kaldırıldı. 1922

İngiltere 1960 yılında kaldırıldı. 1916

İrlanda - +

İspanya 2001 yılında kaldırıldı. 1978

İsveç 7,5 ay 7,5 ay 1920

İtalya 2004 yılında kaldırıldı. 1972

Letonya 12 ay 24 ay 1990

Litvanya 12 ay 18 ay 1997

Lüksemburg 1967 yılında kaldırıldı. 1963

Macaristan 2004 yılında kaldırıldı. 1989

Malta - +

Polonya 11 ay 18 ay 1988

Portekiz 2004 yılında kaldırıldı. 1976

Slovakya 2005 yılında kaldırıldı. 1990

Slovenya 2004 yılında kaldırıldı. 1991

Yunanistan 12 ay 23 ay 1997

4 “The Right to Conscientious Objection in Europe: Areview of the Current Situation”,Quaker Council for European Affairs, April 2005.

Page 40: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

37

Diğer Avrupa Ülkeleri

Zorunlu Askerlik Vicdani Ret

Hizmet Süresi

Vicdani Ret Uygulaması Başlangıcı

Arnavutluk 12 ay 12 ay Andorra - - Ermenistan 24 ay 42 ay Azerbaycan 18 ay - Belarus 18 ay - Bosna-Hersek 4 ay 6-10 ay Bulgaristan 9 ay 13,5 ay Hırvatistan 6 ay 8 ay

Gürcistan 18 ay Yasa olmasına rağmen henüz uygulamaya geçilmemiştir.

Lihtenştayn - - Makedonya 6 ay 10 ay Moldova 12 ay - Monako - - Norveç 12 ay 13 ay Romanya 8 ay 12 ay Rusya 24 ay 42 ay San Marino - - Sırbistan-Karadağ 9 ay 13 ay

İsviçre 260 gün 390 gün Türkiye 15 ay - Ukrayna 18 27

Tablo incelendiğinde Azerbaycan, Belarus ve Türkiye’de konuyla ilgili yasal düzenleme bulunmadığı; zorunlu askerlik uygulaması bulunan Avusturya, Estonya, Finlandiya, GKRY, Letonya, Litvanya, Polonya, Yunanistan, Ermenistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya, Sırbistan-Karadağ, İsviçre ve Ukrayna gibi ülkelerde vicdani retçilere askerlik süresinden daha fazla sivil hizmetlerde çalışma zorunluluğu getirildiği görülmektedir.

Vicdani ret hakkı tanıyan ülkelerin uygulamada çeşitli zorluklar çıkardığı iddiaları da yaygındır. Örneğin Belçika’da bulunan, Avrupa İşleri

Page 41: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

38

İçin Quaker5 Konseyi (Quaker Council for European Affairs-QCEA) adlı kuruluş tarafından yayımlanan bir kitapçıkta;6

a. Romanya ve Ukrayna’nın vicdani ret hakkını sadece dinî inancı nedeniyle askerlik yapmayı reddedenlere tanıdığı; dinî inanç dışındaki nedenleri kabul etmediği,

b. GKRY ve Litvanya’nın dinî inanç dışındaki nedenleri de vicdani ret kapsamına almasına rağmen söz konusu ülkelerde henüz bu konuda herhangi bir uygulamanın bulunmadığı,

c. Yunanistan’da Yehova Şahitlerinin neredeyse otomatik olarak vicdani ret taleplerinin kabul edildiği; ancak, dinî inanç dışındaki nedenlerden dolayı vicdani ret statüsünün elde edilmesinin zor olduğu,

ç. Zorunlu askerlik uygulayan 18 ülkenin askerlik öncesi vicdani ret hakkı tanıdığı; sadece yedi ülkenin askerlik esnasında veya yedeklik döneminde de bu hakkı tanıdığı,

d. Vicdani retçilerin başvuru değerlendirmelerinde ayrımcılık yapıldığı ve adil olunmadığı; bazı ülkelerde vicdani ret başvurusu işlemlerinde Savunma Bakanlığından görevliler bulunduğu, aslında Savunma Bakanlığının bu süreçte görev almaması gerektiği,

e. Vicdani retçilere önerilen alternatif hizmetin sivil kapsamlı ve süresinin makul olması ve cezai nitelikte bir görev olmaması gerektiği,

f. Vicdani ret hakkının profesyonel askerlere tanınmadığı, askerlik hizmeti sırasında bu haktan faydalanmak isteyenler için gerekli düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.

Görüleceği üzere, vicdani ret hakkını tanıyan ülkelerin, aslında uluslararası toplum nezdinde, vicdani ret hakkını tanıdıkları gibi görüntü verirken gerçekte suistimalleri önlemek ve ülke menfaatlerini korumak için gerekli tedbirleri de aldıkları anlaşılmaktadır.

Ülkemizdeki Durum Bilindiği üzere ülkemizde askerlik hizmeti zorunludur ve vicdani

retçilere yönelik alternatif hizmet gibi uygulamalar söz konusu değildir. Vicdani ret kavramı, iki vatandaşımızın vicdani retçi olduklarını basın yoluyla açıkladığı 1990 yılında gündemimize girmeye başlamış ve yukarıda belirtildiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 24 Ocak 2006 tarihli kararı sonucunda konuyla ilgili tartışmalar yeniden alevlenmiştir.

Dava incelendiğinde, 15 yaşına kadar Almanya’da Türk ve Alman kültürü arasında büyüyen Osman Murat Ülke, “şiddet karşıtı ve anti-militarist bir motivasyonla geliştirdiği vicdani reddi nedeniyle sürekli olarak cezaya çarptırılması ve bu cezalandırma döngüsünün sonlanacağına dair herhangi

5 Quaker: Bir Protestan Tarikatı Üyesi, Saja English to Turkish Dictionary. 6 “The Right to Conscientious Objection in Europe: Areview of the Current Situation”, Quaker Council for European Affairs, April 2005.

Page 42: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

39

bir gelişmenin olmaması”7 iddiasıyla 22 Ocak 1997 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuştur. Başvuru, Sözleşme’nin üç (işkence ve kötü muamele yasağı), beş (kişi güvenliği ve özgürlüğü), sekiz (bireysel yaşama saygı) ve dokuzuncu (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) maddelerinin ihlal edildiği iddiasına dayandırılmıştır. Ancak AİHM’nin Türk yargıcı Rıza Türmen, “Biz bu kararı vicdani ret maddesinden değil, kötü muameleden verdik... Yani karar uygulamaya değil, vakaya... Askerlik yapmak istemeyenler için emsal oluşturmaz.”8 diyerek konuya açıklık getirmiştir. Yani ülkemiz, iddia edilen tüm maddelerden değil sadece üçüncü maddeden tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Bir başka ifadeyle mahkeme “Türkiye’yi zorunlu askerlik uygulamasından değil, askerliği reddeden kişinin hapis cezasına mahkum edilmesini, onurunun kırılmasını ve yaşam koşullarının tamamen değişmesini dikkate alarak ‘kötü muamele’den mahkum etmiştir.”9

Durum böyleyken bilinçli bilinçsiz birçok kişi veya kuruluş tarafından sanki zorunlu askerlik kaldırılacakmış veya kaldırılması gerekiyormuş gibi bir sonuç çıkarılarak propaganda yapılmaya başlanmıştır. Sade bir vatandaş olarak “vicdani ret nedir” diye “www.google.com” adlı arama motoruna bakıldığında, konuyla ilgili 40.000 belge bulunduğu ve büyük bir çoğunluğunun menfi propaganda yapan ve hatta “www.tsk-genelkurmay.com” ile “www.genel-kurmay.com” gibi Genelkurmay Başkanlığının adını kullanan siteler olduğu görülecektir. Bunun yanı sıra bazı hükûmet dışı organizasyonlar (NGO) da şu veya bu şekilde menfi propagandaya katkıda bulunmaktadırlar. Bu kuruluşlar gerek kendi internet sitelerinde gerekse de düzenledikleri uluslararası toplantılarla kamuoyu yaratmakta ve AB’nin politikaları üzerinde önemli etkilerde bulunabilmektedir (Protestant Association for the Care of Conscientous Objectors; War Resisters International; European Bureau for Conscientious Objection vb.). Örneğin QCEA’nın hazırladığı kitapçıkta, güçlü ordusuyla sık sık AB’nin eleştirilerine maruz kalan ülkemizle ilgili olarak;10

a. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 72’inci maddesinin11 teoride de olsa en azından vatani hizmetin askerî olmayan bir görev şeklinde yapılmasına imkân verdiği; ancak, kanunlarda herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı,

b. Laik vicdani retçilerin yanı sıra Yehova Şahitlerinin de bulunduğu; söz konusu kişilerin Türk Ceza Kanunu’nun 63’üncü maddesi uyarınca cezalandırıldıkları; ancak, son yıllarda Yehova Şahitlerinin Silahlı

7 http://ainfos.ca/cgi-bin/mailman/listinfo/a-infos-tr. 8 Sabah; 28 Şubat 2006. 9 a.g.g.; 28 Şubat 2006. 10 “The Right to Conscientious Objection in Europe: Areview of the Current Situation”; Quaker Council for European Affairs, April 2005. 11 T.C. Anayasası Mad.72: “Vatan hizmeti her Türk’ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.”

Page 43: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

40

Kuvvetlerde silah kullanımını gerektirmeyen hizmetlerde de kullanıldığına dair raporların alındığı,

c. Kesin olarak bilinmemekle beraber, Türkiye’deki asker kaçağı sayısının 350.000 civarında olduğu; asker kaçağının Güneydoğu’ya gönderilme korkusundan kaynaklandığı; ayrılıkçılara sempati duyduğundan şüphelenilen Kürt kökenli askerlerin ayrımcı muameleye tabi tutulduğu; kendi halkıyla (sözde) savaşmamak için askerlik yapmak istemeyen çok miktarda Kürt kökenli askerlik yükümlüsü bulunduğu ve bazılarının bu sebepten dolayı başka ülkelerden iltica talebinde bulundukları iddialarına yer verilmektedir.

Vicdani ret konusunun incelendiği ve E. Org. Edip Başer’in de konuk olarak katıldığı, 17 Mart 2006 tarihinde “Kanaltürk” adlı özel televizyonda yayımlanan “Ceviz Kabuğu“ adlı programda vicdani retçi olduğunu iddia eden bir vatandaş programa telefonla katılmış, program yapımcısının soruları karşısında Amerikan vatandaşlığına geçtiğini söylemek zorunda kalmıştır. ABD vatandaşlığına geçerken “barışta ve savaşta ABD’nin çıkarları için çalışacağına” dair yemin etmekte bir sakınca görmeyen bu kişinin Türkiye’de askerlik yapmak istememesinin nedeninin, arkasına sığındığı “barışçıl felsefi görüşü” yerine bencillik ve menfaatine düşkünlük olabileceği daha kuvvetli bir ihtimal olarak düşünülmektedir. Bu örnek, vicdani retçi olduklarını iddia eden kişilerden bazılarının aslında bencilliklerini ve yabancı kültür ve propagandasından nasıl etkilendiklerini gözler önüne sermektedir. Bu nedenle gençlerimizin menfi propagandadan korunması ve vatandaşlarımıza doğru bilgilerin verilmesi için gerekli tedbirlerin alınması önem arz etmektedir. Aksi takdirde bilgi boşluğu büyük bir olasılıkla art niyetli kişi ve kuruluşlarca doldurulacaktır.

Bilindiği gibi, örf ve âdetler hukukun yazılı olmayan kaynaklarındandır. Kendi hukukumuz da doğal olarak kendi kültürümüzden etkilenmiştir. Avrupa kültürü tarafından normal karşılanan vicdani reddin “askere gitmeyene kız verilmediği”, “ana sütünün helal edilmediği” kültürümüze aykırılığı tartışma götürmez bir gerçektir.

Vicdani ret hakkının tanınması yönünde bir yasa çıkarılması öngörüldüğü takdirde söz konusu yasanın, Avrupa Konseyinin tavsiye kararları da göz önüne alınarak12 sağlam temellere oturtulması ve yeni

12 “Conscientious Objection to Compulsory Military Service”: Directorate General of Human Rights, Council of Europe June 2002. 1. Vicdani ret hakkının etkin bir biçimde uygulanması için kişiler zamanından önce bilgilendirilmelidir. 2. Vicdani ret taleplerinin incelenme ve değerlendirilmesi, askerlik hizmetine alınmadan tamamlanmalıdır. 3. Vicdani ret talebiyle ilgili değerlendirme faaliyetinin adil bir şekilde olması sağlanmalıdır. 4. Müracaatta bulunan kişinin, vicdani ret talebine karşı verilen ilk karara temyiz hakkı bulunmalıdır ve temyiz mercisi askerî makamlardan oluşmamalıdır. 5. Yapılacak yasal düzenlemelerde askerlik esnasında ve askerlik sonrası dönemde de (yedeklik dönemi) vicdani ret hakkına olanak sağlanmalıdır. 6. Alternatif hizmet prensip olarak sivil ve kamu yararına olmalıdır. Sadece silah taşımayı reddedenlerin, silahlı kuvvetlerde silah taşımayı gerektirmeyen görevlerde de kullanılmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.

Page 44: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

41

sorunları beraberinde getirmeyecek kadar kapsamlı hazırlanması gerekmektedir. Ayrıca vicdani ret uygulamasının olağanüstü hâl, seferberlik ve savaş hâlinde askıya alınması; sivil hizmeti dahi reddedenlere yönelik olarak yaptırımlar getirilmesi (kamu hizmetlerinden faydalanmama vb.), suistimal edenlerin cezalandırılması gibi koruyucu tedbirlerin alınması üzerinde önemle durulmalıdır.

Sonuç

a. Jeostratejik konumumuz ve içinde bulunduğumuz durumlardan kaynaklanan artan güvenlik ihtiyacımız ve geleneksel değerlerimiz nedeniyle, iç ve dış güvenliği tehdit eden faktörler bulunduğu sürece vicdani reddin yasalarımıza girmesinin uygun olmayacağı,

b. Vicdani ret hakkının, ancak güvenlik ihtiyaçlarımızda ciddi bir azalma olduğu değerlendirildiğinde düşünülebileceği; bu durumda, vicdani retçiler için yapılacak sosyal kurumlarda çalışma düzenlemesinin, ne teşvik edecek kadar kısa ne de Türkiye aleyhinde dava açılacak kadar uzun ve eziyetli bir hâle dönüştürülmemesinin gerektiği,

c. Vicdani retçilerin interneti kendi çıkarları doğrultusunda yoğun olarak kullandıkları gerçeğinden hareketle, kamuoyunun doğru olarak bilgilendirilmesi maksadıyla Genelkurmay Başkanlığının resmî internet sitesinde konuyla ilgili bir bölüm açılmasının ve bu bölümdeki bilgilerin belli başlı arama motorlarına (www.google.com, www.alta-vista.com vb.) kaydettirilmesinin faydalı olacağı,

ç. “Genelkurmay” adını kullanarak menfi propaganda yapan “www.tsk-genelkurmay.com” ile “www.genel-kurmay.com” siteleri başta olmak üzere “www.savaskarsitlari.org”, “www.wri-irg.org”, “www.mehmettarhan.com” ve www.kurdishinfo.com gibi sitelerin kapatılması yönünde hukuki girişimlerde bulunulmasının ve

d. Gençlerimizi vicdani ret konusundaki menfi propagandadan korumak maksadıyla, hâlen liselerde okutulan “Millî Güvenlik Bilgisi” derslerinden istifade edilmesinin uygun olacağı,

e. Yabancı hükûmet dışı organizasyonların seminer, toplantı vb. faaliyetlerine aktif olarak katılarak Türkiye ile diğer ülkelerin güvenlik ihtiyaçlarının ve mevcut durumunun aynı olmadığının vurgulanmasının ve ülkemizin tezlerinin Avrupa kamuoyuna anlatılmasının ülkemizin lehine olabileceği değerlendirilmektedir.

Abstract: Conscientious Objection, which has become a current issue when The European Court of Human Rights gave its verdict on the lawsuit brought against Turkey by a Turkish conscientious objector, has caused an expectation on abolition of conscription.

7. Vicdani retçilere önerilen alternatif hizmet cezai nitelikte olmamalıdır. Askerî hizmetle kıyaslandığında süresi makul olmalıdır. 8. Alternatif hizmet yapan vicdani retçiler, diğer yükümlülerden daha az mali ve sosyal hakka sahip olmamalıdır.

Page 45: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

42

Unsatifactory news about Conscientious Objection, bradcasted or published by media helped nothing but added confusion and caused further questions to emerge. This article will focus on the definition of Conscientious Objection and the implementation of its in Europe and current situation in Turkey.

Keywords: Conscientious objection, compulsory military service, faith, European Courth of Human Rights (ECHR), internet.

Page 46: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

43

BÜYÜK SAVAŞLARIN VERİLERİ VE SAVAŞLARIN SONUÇLARINI ETKİLEYEN ÖNEMLİ FAKTÖRLER

Kr. Plt. Yzb. Doğan ÖZTÜRK*

Özet: Bu makalede, savaş sonuçlarını etkileyen önemli faktörler yapılan istatistikî analiz ışığında incelenmiştir. Analizlerde, ABD Kara Kuvvetleri Analiz Merkezi tarafından oluşturulan “CDB90FT veri seti” kullanılmıştır. Veri setinde yer alan en eski savaş, 1600 yılındaki Hollanda’nın Bağımsızlık Savaşı son savaş ise 1982 yılında gerçekleşen İsrail - Lübnan Savaşı’dır. Çalışma kapsamında “günlük zayiat oranı”, birliklerin savaş alanındaki “dağılma” ve “yoğunluk” ile “kuvvet oranı” faktörleri kullanılmıştır. Analizler sonucunda, tarihî süreç içinde faktörlerin eğilimleri belirlenmiş ve elde edilen sonuçların savaşlara olan etkisi değerlendirilmiştir.

Anahtar kelimeler: Savaş faktörleri, CDB90FT veri seti, günlük zayiat oranı, GZO, dağılma, yoğunluk, kuvvet oranı, KO.

Giriş

Bu çalışmanın amacı, tarih boyunca meydana gelmiş büyük savaşlardan elde edilen verilerin incelenmesiyle savaş sonuçlarını etkileyen önemli faktörlerin bulunmasıdır. Veriler incelenirken söz konusu önemli faktörlerin tarihî süreç boyunca izlediği eğilim, kendileri arasındaki ve savaş sonuçlarını tahmin üzerine etkileri dikkate alınmıştır.

Sun Tzu, ünlü eseri “Savaş Sanatı”nda savaş tahminine ilişkin ilginç tespitlerde bulunmaktadır:

“Savaşı etkileyen önemli askerî faktörler;

-Her iki hükümdardan hangisi ahlaki kurallardan ilham almaktadır?

-Her iki komutandan hangisi en fazla kabiliyete sahiptir?

-Hava ve karadan kaynaklanan avantajlar her iki taraftan hangisinin yanındadır?

-Her iki tarafın hangisinde disiplin tam olarak uygulanmaktadır?

-Her iki ordudan hangisi daha kuvvetlidir?

-Her iki taraftan hangisinde subaylar ve askerler daha fazla eğitimlidir?

-Her iki ordudan hangisinde ceza ve ödül sisteminde daha fazla istikrar vardır?

şeklinde sıralanabilir. Savaşa ilişkin muhakemenizin, bu faktörlerin birbirleriyle karşılaştırılması temeline dayanmasına özen gösterin.

Bu yedi faktörü kullanarak size savaşın zaferle mi yoksa mağlubiyetle mi biteceği konusunda tahminde bulunabilirim.”

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* Kara Harp Akademisi Komutanlığı Birinci Sınıf Öğrencisi elmek: [email protected].

Page 47: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

44

Tarih boyunca, savaş analizcilerinin üzerinde çalıştıkları en önemli konu savaş sonuçlarını tahmin etmek olmuştur. Analizciler, ilerleme hızları, öldürücülük, kuvvet oranları, savaşı sona erdirme şartları, zayiat oranları, savaş alanındaki birliklerin yoğunluk ve dağılmaları gibi harp prensiplerine ilişkin soruları cevaplamaya çalışmışlardır. Geçmiş savaşlardaki tecrübeler ve mümkün olan diğer bilgileri kullanarak gelecekteki savaşın sonuçlarına ilişkin yorum yapabilmek maksadıyla savaşın doğasına ilişkin genel kurallar belirlemişlerdir.

Her ne kadar bir savaşın sonucunu önceden bilmek mümkün olmasa da savaşın bazı sayısal olmayan, konsepte dayalı ve entelektüel yönleri zaman içinde tutarlı bir seyir göstermeye başlamıştır. İşte, savaşın bu yönleri, aynı zamanda savaşın nasıl gerçekleşeceği hakkında da bize ipuçları vermektedir. Geçmişte meydana gelen savaşların analizi, sadece bir savaşın hikâye gibi anlatılmasından ziyade, hikâyenin ne anlama geldiğinin değerlendirmesini içermektedir. Bu nedenle, muharebelere ilişkin toplanmış geniş kapsamlı veriler üzerinde yapılacak çalışmalar neticesinde elde edilecek paternler doğrultusunda muharebe analizleri yapılması gerekmektedir.

Harp tarihi, tarih biliminin en eski dallarından birisidir. XIX. yüzyılda dahi, harp tarihi kayıtları ve analizleri o ana ve geleceğe yönelik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde gelişmiş ve üzerinde uzun süre çalışılmış bir görünüm arz etmekteydi. Geçmiş zamanın özgün askerî bilim düşünürlerinden Miksche’nin gözlemlediği gibi “eğer tarihçiler savaşların dışarısında bırakılsa idi, dünya tarihi doğru anlaşılmazdı.”1

İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren savaşlar üzerine matematiksel ve bilgisayar destekli modellemelerde çok büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Bir savaş modellemesinde veya tahmininde, analizciler tarihî süreç içinde elde edilen bazı savaşlara ilişkin prensipleri kullanırlar. Her ne kadar savaş meydanındaki bazı etkiler ve şans faktörleri tam olarak izah edilemese de bu faktörlerin genel olarak her iki tarafı da etkilediği gözden kaçırılmamalıdır. Harp tarihinin en büyük önemi, objektif ve bilimsel bir şekilde analiz edildiği takdirde, bize geçmişteki tecrübelerin eğilimlerine ışık tutma imkânı sağlamasıdır. Bu, ancak gerçek muharebelerden elde edilebilecek bir derstir.

En eski askerî öğreti olan ve milattan önce 500’de Sun Tzu tarafından Çin’de kaleme alınan “Savaş Sanatı”ndan itibaren2 savaş biliminin teorisyenleri savaşın sonuçları ile savaş içindeki askerî kuvvetlerin ilişkilerini açıklayan bazı temel kurallar ve teoriler bulmuşlardır. Jomini, Clausewitz, Full ve Lanchester tarihteki savaşları inceleyen savaş biliminin teorisyenleri ve bilim adamları içerisinde en ünlü olanlarıdır.

1 C. Bellamy; “The Evolution of Modern Land Warfare”, Routledge Books, 1990. 2 Dupuy, Col. T. N. (U. S. Army, Ret.), “Understanding War”, Paragon House Publishers, 1987.

Page 48: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

45

CDB90FT Veri Seti

Bu çalışmada; geçmiş çalışmalardaki karşılaştırmalar ile birlikte paternler, eğilimler ve ilişkiler araştırılırken objektif, bilimsel ve kapsamlı analizler yapılmasına imkân sağlaması nedeniyle “CDB90FT veri seti” kullanılmıştır.

CDB90FT veri seti, ABD Kara Kuvvetleri Analiz Merkezinden alınmıştır. Veri setinin güvenilirliği yapılan başka çalışmalar ile de teyit edilmiştir. Bu kapsamda, yapılan analizlerin doğruluğu doğrudan söz konusu veri setinin güvenirliğine bağlıdır. Veri setinde, 51 adet savaşa ait, 660 adet muharebe bulunmaktadır. Her bir muharebe için ise 140 adet sayısal özellik bulunmaktadır. Veri setinin kronolojik olarak ilk savaşı 1600 yılında yapılan Hollanda’nın Bağımsızlık Savaşı, son savaşı ise 1982 yılında gerçekleşen İsrail - Lübnan Savaşı’dır. Veri seti, birçok savaş üzerine birçok ilginç gerçekler içermektedir: Başlangıç kuvvetleri, toplam kuvvetler, zayiatlar, ilk hatlardaki cephe uzunluğu, muharebe sahasının özellikleri, komuta kabiliyetleri, hava koşulları, lojistik etkinlik, istihbarat, liderlik vb. özellikler.

Günlük Zayiat Oranı (GZO) Analizi

Zayiata ilişkin birçok faktör bulunmakla birlikte bu çalışma kapsamında;

-Her bir savaştaki taarruz edenin kuvveti ile GZO, -Her bir savaştaki savunanın kuvveti ile GZO, -Her bir savaş için savunan ile taarruz edenin GZO değerlerinin

karşılaştırılması, -Savaşların çıktığı tarihleri dikkate alınarak ortalama GZO değerinin

tarihi süreçteki eğilimi, -50 yıllık periyotlara göre GZO eğilimi, -Yüzyıllık periyotlara göre GZO eğilimi faktörleri ele alınmıştır. Birkaç çeşit zayiat oranı olduğu dikkate alındığında; analiz içerisinde

hangi tür zayiat oranının kullanıldığı önem arz etmektedir. Verileri değişik oranlar ile karşılaştırmak bizi yanlış sonuca yönlendirecektir.

Zayiat oranlarının üç önemli boyutu:3

-Hesaplanan GZO değeri için muharebenin süresi,

-Muharebeye katılan birliklerin büyüklüğü,

-Muharebenin seviyesi şeklinde sıralanabilir.

Muharebenin gerçek süresini kararlaştırmak, GZO değerini hesaplamada önemli faktörlerden birisidir. Bir muharebenin çatışmanın

3 Dupuy, Col. T. N. (U. S. Army, Ret.); “Attrition: Forecasting Battle Casualties and Equipment Losses in Modern War,” Hero Books, 1990.

Page 49: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

46

başladığı günden itibaren savaşın sona erdiği güne kadar sürdüğü kabul edilir. Ancak; GZO değerini hesaplamak için kullanılacak muharebenin gerçek süresi bu iki tarihin birbirinden çıkarılması ile bulunan süre değildir. Aslında, bizim savaşın süresi olarak algılamamız gereken birliklerin aktif olarak muharebede bulundukları süre olmalıdır. Bu nedenle; gerçek GZO değerinin bulunulabilmesi için savaştaki muharebe edilmeyen bazı boşlukların toplam geçen süreden çıkarılması gerekmektedir.

GZO değerlerinin eğilimine ilişkin yapılan incelemede, bu eğilimlerin altında yatan nedenler üzerinde durulması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Aslında, zayiat değerlerinde duruma bağlı olarak oldukça büyük değişiklikler görülmektedir; bu nedenle, zayiat oranları ile ilgili olarak bir patern yakalayabilmek için değerlerin dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekmektedir.

GZO değerlerinin eğilimini hesaplayabilmek maksadıyla incelemelerde üç değişik sınıflandırma esas alınmıştır:

-Savaşların başladıkları tarihler dikkate alınarak yapılan analiz, -50 yıllık periyotlara göre yapılan analiz, -Yüzyıllık periyotlara göre yapılan analiz. Savaşlar üzerine yapılan bu analizler neticesinde tarihî süreçte

meydana gelen zayiat verilerine göre elde edilen kayıp oranları dikkate alındığında, genel paternler daha açık ortaya çıkmaktadır:

-Geçen 400 yıl içinde GZO değerleri genel olarak düşüş eğilimindedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Arap-İsrail Savaşları’nda en düşük seviyelere ulaşmıştır.

-Hemen hemen bütün savaşlarda taarruz edenin GZO değeri savunana oranla daha düşüktür.

-Savaşta kullanılan birlik büyüklüğü arttıkça zayiat oranı da azalmaktadır.

Aynı şartlar altında, ufak birliklerin GZO değerlerinin büyük birliklerin GZO değerlerinden daha yüksek olmasının altında yatan iki neden bulunmaktadır. Birincisi; ufak muharebe kuvvetlerinin savaşa doğrudan katılmayan birlikleri oldukça azdır. Alaylar ve tugaylardan başlayarak muharebeye doğrudan katılmayan karargâh ve destek personelinin oranı artmaktadır. İkincisi ise birlik büyüklüğü arttıkça muharebe alanındaki birlikler üzerindeki kontrol gerekliliği de artmaktadır. Böylece, birlik büyüklüğü arttıkça görevin icrasındaki performansta artan oranda gecikmeler meydana gelmektedir. Büyük birlikler muharebeye girdiğinde, karşıt kuvvetler arasında etkinlik azalması ve zayiatın düşmesi konusunda istenmeyen bir iş birliği ortaya çıkmaktadır.

Her ne kadar, zayiat oranları tarihî süreç içinde azalan bir eğilim izlese de gelecekte tekrar yükselmeyeceği konusunda bir garanti bulunmamaktadır. Diğer taraftan, gelecekteki savaşlarda zayiat oranının artacağı yönünde görüşler de bulunmaktadır. Fakat, tarihî veriler bunu desteklememektedir.

Page 50: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

1. Savaşların Başladıkları Tarihlere Dayalı Analiz

Savaşların başladıkları tarihler dikkate alınarak yapılan analiz sonucunda elde edilen (Şekil-1’de de görüldüğü gibi) tarihî süreçte kronolojik olarak GZO değerinde genel olarak bir düşüş eğilimi olduğu bulunmaktadır.

Taarruz eden tarafın azalan eğilimi Otuz Yıl Savaşları’ndan itibaren başlamakta ve Avusturya Savaşı’na kadar devam etmektedir; Avusturya Savaşı’ndan sonra eğilimin yönü değişmekte ve takip eden iki savaş boyunca yükselmektedir. Bu savaşlar Yedi Yıl Savaşları ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’dır. Taarruz edenin GZO değeri en üst noktasına Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda ulaşmaktadır ki; bu savaştaki değeri 0,21’dir. Genel olarak baktığımızda; taarruz edenin GZO değeri azalan bir eğilim göstermektedir. GZO değerinin başlangıç oranı 1600’lü yıllar için % 20 iken 1960’larda % 2 seviyesine kadar inmiştir.

Diğer taraftan, savunanın başlangıçtaki azalan eğilimi Napolyon Savaşları’na kadar devam etmektedir. Daha sonra değişken bir rejim izlemektedir. Ancak, genel olarak bakıldığında savunanın GZO değeri 1600’lü yıllarda % 20 ile başlamış ve 1960’lı yıllarda % 4’e kadar düşmüştür.

GZO değerinin bu azalan eğilimine ilişkin tespite ilave olarak bir başka tespit ise genel olarak savunanın GZO değerlerinin taarruz edeninkinden daha yüksek olmasıdır.

Şekil 1: Savaş Tarihleri Tabanlı Günlük Zayiat Oranı Eğilimi4

47

4 Doğan Öztürk; “Finding the Important Factors of Battle Outcomes by Exploring the Data From Major Battles”, Thesis for Master of Science, 2003, Marmara University, İstanbul.

Page 51: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

2. 50 Yıllık Periyotlara Göre Analiz

Bu analizde GZO değerleri ellişer yıllık gruplara ayrılmıştır. Bu gruplar 1600-1650 yıl aralığından başlamakta ve 1950-2000 yıl aralığında bitmektedir. Her bir 50 yıllık periyot için GZO değerleri ortalama olarak hesaplanmıştır. Analiz sonucunda, GZO değerleri ile ilgili olarak Şekil - 2’de görüldüğü gibi daha net bir azalan GZO eğilimi ortaya çıkmaktadır. Gerek taarruz edenin gerekse savunanın GZO değerleri tarih boyunca azalan bir rejim izlemektedir.

Taarruz eden ile savunan tarafın GZO değerlerini karşılaştırdığımızda, 1800 - 1850 aralığı haricinde diğer 50 yılllık periyotlarda savunanın GZO değerlerinin taarruz edeninkinden daha fazla olduğu görülmektedir.

Şekil 2: 50 Yıllık Periyot Tabanlı Günlük Zayiat Oranı Eğilimi5

3. Yüzyıllık Periyotlara Göre Analiz

Yüzyıllık periyotlara göre yapılan analizde, yüzyıl gruplaması XVII. yüzyıldan başlamış ve XX. yüzyıl ile sonlanmıştır. Burada da her yüzyıl için ortalama GZO değerleri kullanılmıştır. Analiz sonucunda elde edilen Şekil - 3, genel anlamıyla varılan değerlendirmeyi güçlü bir şekilde desteklemektedir. Gerek taarruz edenin gerekse savunanın GZO değerindeki azalan eğilim burada da görülmektedir. Aynı zamanda savunanın daha fazla GZO değerinin olduğu değerlendirmesi de desteklenmektedir.

48

5 a.g.e.

Page 52: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

Şekil 3: Yüzyıllık Periyot Tabanlı Günlük Zayiat Oranı Eğilimi6

Yoğunluk / Dağılma Analizi Bu bölümde, askerlerin savaş alanındaki “dağılma”sı dikkate alınarak,

savaşlara ilişkin bir patern aranmaktadır. CDB90FT veri setinde, “derinlik” değerinin sadece altı adet savaş için bulunması nedeniyle, analizler sadece Napolyon Savaşları, Amerikan Sivil Savaşı, Fransız-Rus Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve 1973 Arap-İsrail Savaşı’na ilişkin çalışmayı içermektedir.

Çalışmanın temelinde yatan iki unsur; askerler tarafından işgal edilen alan (dağılma) ve bir alanda bulunan asker adedidir (yoğunluk). İşgal edilen alanın büyümesi dağılma değerindeki artmaya işaret etmekte diğer taraftan o alandaki birlik adedinin artması da dağılmada azalmayı ifade etmektedir. Örneğin, 10.000 kişilik bir ordu 10 km2 alanı işgal ediyorsa, bu birliğin 5 km2 alanı kapsamasına nazaran daha fazla dağılması vardır. Diğer taraftan, 10.000 kişilik bir ordu 10 km2 alan işgal etmesi durumundaki dağılma, bu alana düşen 5000 kişilik bir ordunun dağılmasından daha azdır.

Dağılma ve yoğunluk ile ilgili olarak basit bir formül ortaya koyacak olursak:

Yoğunluk = (Ordunun toplam kuvveti) / (Ordunun kapladığı alan), Dağılma = 1/ (Yoğunluk). Bu iki faktör arasında ters ilişki olduğu açıktır.

49

6 a.g.e.

Page 53: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

“Yoğunluk” ve “Dağılma” ile ilgili temel görüş; savaş alanındaki birliklerin yoğunluğunun zamanla küçüldüğü ve dağılmanın modern savaş alanında arttığıdır. Bu konseptlerin incelenmesinde hem savaş alanın boyutları hem de savaştaki asker sayısı önem arz etmektedir.

Çalışmanın odak noktası silahların öldürücülüğü, zayiat oranı ve dağılma konseptleridir. Her ne kadar, tarih boyunca silahların öldürücülüğü hızla artan grafik izlese de GZO değeri aynı süreçte azalan bir grafik izlemektedir.

Bu gerçeğin arkasında ise bazı nedenler yatmaktadır. Bu konuda en çok dikkati çeken görüş, dağılmanın silahların öldürücülüğüne oranla tarih boyunca daha fazla arttığıdır. Buna bağlı olarak da GZO değeri daha fazla azaltılmıştır.

Diğer taraftan taarruz edenin yoğunluğu ile savunanın yoğunluğu karşılaştırıldığında; savunanın taarruz edenden daha fazla yoğunluğunun olduğu, dağılmasının ise daha az olduğu sonucuna varılmıştır.

Şekil 4 ve Şekil 5’te dağılmadaki artış görülmektedir. Aynı zamanda, dağılma ve yoğunluk arasındaki ilişki de dikkat çekmektedir. Taarruz edenin yoğunluğu savunandan daha yüksek ve doğal olarak dağılması ise savunandan daha düşüktür. Temel olarak bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi; taarruz eden savunana nazaran birliklerini daha az dağılmaya yönlendirmektedir ve bu durumda taarruz eden gücünü savunanın daha güçsüz olduğunu değerlendirdiği bölgelere yönlendirmektedir. İkincisi ise genel olarak taarruz edenin sayısının savunandan daha fazla olmasıdır.

50

Şekil 4: Taarruz Eden ve Savunanın Yoğunluk Karşılaştırması7

7 a.g.e.

Page 54: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

51

ekil 5: Taarruz Eden ve Savunanın Dağılma Karşılaştırması8

Kuvvet Oranı (KO) Analizleri

alizi, CDB90FT veri setinden 51 adet savaş ve 632 cepheyi (muharebe) içermektedir. Çalışmanın esas maksa

toplam gücü ve D: savunanın toplam gücüdür.)

aş veya bir simülasyon sonucu da olabilir. Her iki durumda da savaş

Ş

Bu bölümdeki kuvvet oranı an

tlarından birisi KO ile savaş sonuçları arasındaki ilişkiyi bulmaktadır. Taarruz edenin daha fazla güce sahip olduğunu dikkate alırsak taarruz edenin galip gelme / mağlup olma sonuçları ile KO değerleri arasındaki ilişki çıkarılmaya çalışılmıştır.

Kuvvet oranı için basit formül:

KO = A / D (A: taarruz edenin

Aslında KO, savaşı tanımlamak için bir yöntemdir. Savaş tarihteki gerçek bir sav

sonucunu tahmin etmek için KO kullanılır. KO’nun anlamı iki açıdan değerlendirilebilir: “güvenirlik” ve “tutarlılık”. Güvenirlik, savaşın gerçekten olduğu şekliyle tanımlanabilmesidir. Tutarlılık ise oranların tutarlılığıdır ki; bu da savaşların mantıklı bir şekilde herhangi bir tutarsızlık veya çelişki olmaksızın tanımlanması anlamına gelir.

8 a.g.e.

Page 55: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

52

Yöneylem araştırmasında, KO iki alanda yaygın olarak kullanılmaktadır: savaş sonuçlarını tahmin etmek ve savaştaki hareket oranlarını bulmak. Böyle tahminlerde, önemli olan nokta, KO değerinin yükselmesiyle başarı oranın artması arasındaki doğru orantıdır. Bu konudaki değerlendirmeler de tarihteki savaşları inceleyerek elde edilebilir.

Normal olarak savaş şartlarında, taarruz eden sayısal üstünlük elde etmek istemektedir ki; bu sayede taarruzun başarısını garanti etmek için gücünü kritik olduğunu değerlendirdiği noktalarda yoğunlaştırabilsin.

Bu konuda, tarihî bir gerçek ise savaşın sonucunda başarılı olabilmesi için taarruz edenin daha fazla kuvvete ihtiyacı olacağıdır. En önemlisi KO değeri için, taarruz edenin savunanın üç katı kuvvetinde olması gerektiğini ifade eden “3-1 kuralı”dır. Hâlihazırda, bu kuralın geçerliliği modern savaş modellerinde de sorgulanmaktadır.

KO, tarih boyunca savaşların sonucunu tahmin etmek için kullanılan temel değişken olarak kabul edilmiştir.9 CDB90FT’den elde edilen Şekil 6’daki değerler incelendiğinde, taarruz edenin kazandığı savaşlara bakıldığında ortalama KO değeri 1,6’dır. Savunanın kazandığı durumlarda ise ortalama KO değeri 1,3’tür. Taarruz eden kazandığı durumlarda, taarruz edenin 1,6’dan daha büyük KO olma olasılığı % 65’tir.

Bütün sonuçların şematik gösterimine baktığımızda hem taarruz eden hem de savunan bize KO değerleri hakkında genel bir görüntü sunmaktadır. Her ne kadar ihtimal değeri (P değeri) karşılığında KO değerine göre ufak farklılıklar olsa da genel olarak bütün savaşlar için KO değeri yükseldikçe kazanma ihtimali artmaktadır.

9 Dupuy, Col. T. N. (U.S. Army, Ret.); “Numbers, Predictions, and War: The Use of History to Evaluate and Predict The Outcome of Armed Conflict,” Hero Books, 1985, p. 57 - 118.

Page 56: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

Şekil-6: Taarruz Eden ile Savunan Kuvvet Oranı Karşılaştırması10

Sonuç

Tarihte gerçekleşen savaşlar bize gelecekteki savaşların nasıl olabileceği konusunda fikir vermektedir. Günümüzde en yaygın şekliyle kullanılan “savaş tahminleri” çalışmalarında kullanılabilecek değişkenlerden bahsedildiğinde temel olarak günlük zayiat oranı, savaşın cereyan ettiği alandaki dağılma/yoğunluk ve kuvvet oranı faktörleri akla gelmektedir.

Bu faktörlerin, tarihte meydana gelen savaşlar ışığında incelenmesi ve istatistikî olarak yorumlanabilmesi ise analiz yapılacak veri setinin büyüklüğü ve güvenirliğine bağlıdır. Bu çalışma kapsamında, kullanılan CDB90FT veri setinin özenle hazırlanmış olması, harp tarihi bilim adamları tarafından güvenirliğinin teyit edilmesi ve toplam 660 adet muharebeyi 140 adet değişken ile tanımlaması, elde edilen sonuçların gerçeği yansıtması konusunda kuvvetli dayanaklar oluşturmaktadır.

Bu makale kapsamında yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen üç temel sonuç bulunmaktadır:

-Günlük zayiat oranı (GZO) değeri tarihî süreç içinde giderek azalmaktadır; hemen hemen bütün savaşlarda taarruz edenin GZO değeri savunana oranla daha düşüktür ve savaşta kullanılan birlik büyüklüğü arttıkça zayiat oranı da azalmaktadır.

-Dağılma değeri tarihî süreç içinde giderek artmakta ve bununla ters orantı içinde olan yoğunluk değeri ise giderek azalmaktadır; taarruz edenin dağılma değeri genel olarak savunana nazaran daha azdır.

53

10 Öztürk.

Page 57: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

54

-Taarruz edenin kuvvet oranı (KO)nın artması ile savaştan galip gelmesi arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır.

Savaş alanındaki dağılmanın artması, GZO değerinin silahların öldürücülük oranlarının artmasına rağmen düşmesindeki ana neden olarak değerlendirilmektedir. Daha fazla dağılma, gittikçe gelişen yeni silahların öldürücülük oranlarının artmasına karşı geliştirilmiş bir yöntemdir.

Kuvvet oranında belirlenen doğrusal ilişkiye rağmen savaş tahminlerinde kurulacak fonksiyonlarda KO değerinin yalın olarak kullanılması, sonucun doğru çıkmasına istenen düzeyde katkı sağlayamayacaktır. Oluşturulacak fonksiyonun doğruluğu, insan sayısına ilave olarak tank sayısı, top sayısı ve yapılan uçuş adedi gibi diğer objektif değişkenlerin ve bunun yanında liderlik, eğitim, disiplin ve lojistik destek gibi bağıl değişkenlerin de benzer şekilde analiz edilmesi sonucunda elde edilecek verilere göre oluşturulması ile sağlanabilecektir.

Abstract: This study explores important factors in battle outcomes through a statistical analysis of data from major historical battles CDB90FT data set is used in these analyses. The data set of CDB90FT has been made available and documented by the Center for Army Analysis (CAA).The earliest battle in the data set is the Netherlands’ War of Independence in 1600, while the last one is from the Israel-Lebanon War in 1982. The analyses of this research are based on the daily casualty rate (DCR), Dispersion/Density of the troops and Force Ratio (FR) factors. The trends of these factors and their behaviour through the history are revealed. The results of these factors have some resoanable effects on the nature of the war.

Keywords: Daily casualty rate (DCR), density, dispersion, force ratio (FR).

Page 58: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

55

İSRAİL’İN TÜRKİYE’YE KOMŞU KAFKAS ÜLKELERİ İLE İLİŞKİLERİ

Öğ. Yzb. Namık TANRIBAKAN*

Özet: İsrail, içinde bulunduğu Orta Doğu’nun etkin ülkelerinden biridir. Yakın dönemlerde özellikle zengin petrol yatakları ve doğal gaz kaynaklarına sahip Kafkaslar İsrail’in ilgisini çekmektedir. Kafkaslar’da İsrail’in ilgisiz kalamayacağı bir başka konu, hâlihazırda dünya gündeminde fazlaca yer alan yükselen radikal İslamcı unsurlardır. Güvenlik konusunda her zaman tehdit altında olan İsrail’in Türkiye’ye komşu Kafkas ülkeleri olan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile ilişkileri bu iki perspektiften incelenecektir.

Anahtar kelimeler: Kafkaslar, güvenlik, radikal İslamcı unsurlar, petrol yatakları, doğal gaz kaynakları.

Giriş

Uluslararası ilişkiler teorilerinden realizme göre ülkeler arasında kişilerden kaynaklanan ilişkiler ve dostluklar yoktur. Güç politikaları (power politics) denilen ve tamamen ulusların kendi çıkarlarını dikkate aldıkları politikalar uygulanır.1 Bu tür bir yaklaşımda aktörler kişilerden ziyade ülkelerdir. Her ülke kendi çıkarlarını gözetir. Herhangi bir ülkeye karşı duygusallıktan kaynaklanan önyargılı sevgi ya da nefret söz konusu değildir. Bu çalışmada da İsrail’in Türkiye ve daha çok da Kafkaslar’da Türkiye’ye komşu ülkeler ile ilişkilerine o açıdan bakılmaya çalışılacaktır.

İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini irdelemeden bu ülkenin Kafkas ülkeleriyle kurduğu yakınlıklar hakkında bir değerlendirme yapmak eksik kalacaktır. Bu yüzden konu incelenirken zaman zaman Türkiye-İsrail ilişkilerine de atıflarda bulunulacaktır.

Ankara, İsrail’i 1949 yılında tanımış ve Mısır’ın da İsrail’i resmen tanıdığı 1978 Camp David görüşmelerine kadar bu ülke ile diplomatik ilişkileri olan ilk Müslüman ülke olarak kalmıştır.2 Bir başka açıdan bakıldığında, Türkiye’nin Orta Doğu’da tarihi boyunca sorun yaşamadığı tek ülke İsrail’dir.3

Son 10 - 15 yıllık süreçte, 1990’lı yıllardan itibaren iktidara gelen İsrail hükûmetlerinin Türk-İsrail ilişkilerinin gelişmesinde İsrail Devleti’nin millî menfaatlerinin olduğunu tespit etmiş oldukları ifade edilebilir.4 Karşılıklı olarak Türkiye de 31 Aralık 1991 tarihinde Filistin ile birlikte İsrail’in diplomatik temsilciliğini Büyükelçilik düzeyine çıkarmış, ardından Eylül 1992’de yıllardır kapalı olan Kudüs Başkonsolosluğunu hizmete açmıştır.5

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* K.K. Astsb. Meslek Yüksek Okulu elmek: [email protected] / Mercan 4370 1 Andrew Heywood; ‘Politics’ Macmillan Foundations, 1997, s. 144. 2 Soner Cagaptay; ‘Hamas Visits Ankara : The AKP Shifts Turkey’s Role in The Middle East’ 16 Şubat 2006. 3 http://www.turkavi.net/makale_turkiye_israil_iliskileri.htm. 4 Eser Cengel; “Soğuk Savaş Dönemi Sonrası Türkiye-İsrail İlişkileri”, Seminer Dersi Ödevi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 2001. 5 Süleyman Özmen; Orta Doğu’da Etnik, Dinî Çatışmalar ve İsrail, IQ Yayınları, İstanbul, 2002, s. 113.

Page 59: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

56

O günlerden bugünlere İsrail - Türkiye ilişkileri zaman zaman inişli çıkışlı; ancak, çoğu zaman özellikle güvenlik konuları yönünden olumlu yönde seyretmiştir. İsrail - Türkiye ilişkileri en son Hamas liderlerinden Halid Mishal’in Şubat 2006’da Ankara’ya yaptığı ziyaret ile gündeme gelmiştir. Bu ziyaret, İsrailli makamlar tarafından eleştiri konusu yapılmıştır.6

1. İsrail’in Kafkaslar’daki İlişkileri

Güvenlik ve enerji kaynakları, içinde yaşadığımız çağın iki önemli olmazsa olmazıdır. Gelişen sanayi ile birlikte devletlerin enerjiye olan ihtiyaçları tartışılmazdır. Bu bağlamda özellikle Azerbaycan ile ilişkiler İsrail için önemlidir. Öte yandan İsrail’de en son 28 Mart 2006’da yapılan seçimleri Ariel Şaron’un Gazze’den tek taraflı çekilme politikasını devam ettireceğini ve hatta Batı Şeria’dan da çekileceğini ilan etmiş olan Kadima Partisi kazanmıştır.7 Partinin hâlihazırda liderliğini yapan Ehud Olmert’e başbakanlık yolunu açan bu gelişmeden de anlaşılacağı üzere İsrail’de yaşayan halk, terörden uzak kalarak ve daha güvenli bir yaşamı arzu etmektedir. Bu anlamda da yükselen radikal İslamcı akımlarla mücadele konusunda İsrail’in Kafkas ülkeleri ile ilişkileri önem arz etmektedir. Çünkü gelişen olaylar göstermiştir ki, özellikle Türkiye ve Azerbaycan tarzı Müslümanlık ve bu konulardaki devlet politikaları fanatizme boyun eğmemektedir.

a. İsrail’in Azerbaycan ile İlişkileri Dünya ölçeğinden bakıldığında Orta Doğu’nun hemen yanı başında

yer alan önemli Müslüman yerleşimlerinden bir tanesi de Kafkaslar’dır. Orta Doğu’da olduğu gibi bu bölgede de İslamcı radikal hareketlerin yer aldığı dikkat çekmektedir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Kafkaslar’daki istikrarsızlığın Orta Doğu’ya da yansıyabileceği görüşüyle İsrail, Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurma girişimlerinde bulunmaktadır.8

Azerbaycan, Kafkaslar’da Gürcistan ve Ermenistan gibi Hristiyan çoğunluğa sahip ülkeler arasında tek Müslüman çoğunluklu ülkedir. Genel olarak değerlendirildiğinde İsrail Azerbaycan'da önemli menfaatler geliştirmiş ve Gürcistan ekonomisinin en büyük yatırım kaynaklarından biri olmuştur.9

Petrol kaynakları güçlü bir ülke olan Azerbaycan, çoğunluğu Şii kökenli, sekiz milyonluk bir nüfusa sahiptir. 1990’lı yıllardan itibaren İsrail - Azerbaycan ilişkileri özellikle ticaret ve güvenlik konularında artarak gelişmektedir. Ayrıca, örneğin kültürel iş birliği konusunda 2005 yılı Mart ayında Azerbaycan’da bir İsrail kültür festivali düzenlenmiştir. İsrail ve Azerbaycan arasındaki ilişkiler Ağustos 1997’de dönemin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Bakü ziyareti ile ivme kazanmıştır.

6 http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberID=159296 İsrail Büyükelçisi AKP’yi ziyaret etti 21 Şubat 2006.7 Menderes Özel; “Adı Yeşil Yaprak Ama Çevreci Değil”, Milliyet Gazetesi, 18 Mart 2006. 8 Alexander Murinson; “Good Relations Between Azerbaijan and Israel: A Model for Other Muslim States in Eurasia?” March 30, 2005. 9 Bülent Aras; “Azerbaycan ve Orta Asya'da İsrail'in Stratejisi”, Middle East Policly, c. 5, Nu. 4 Ocak 1998.

Page 60: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

57

İsrail’in Azerbaycan’daki faaliyetlerinden bir tanesi Bakcell cep telefonu şebekesidir. Bakcell, ülkede Türkcell’den sonra ikinci büyük telekomünikasyon yatırımıdır.10 Ayrıca pek çok İsrailli yatırımcının Türk iş adamları tarafından işletilen Azeri tesislerinde sermaye payları vardır. İsrail’in ekonomik iş birliği Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol kaynaklarını ne kadar iyi idare ettiği ve petrol fiyatlarının ne kadar yükseldiği ile ilgilidir. Azerbaycan’ın GSMH’si 2003 yılında % 10,6 oranında bir artış göstermiş ve kişi başına millî gelir 1998’deki yıllık 1640 dolardan, 3400 dolara yükselmiştir. Azerbaycan ve diğer bazı Türk Cumhuriyetleri’nin petrol ve doğal gaz zengini olmaları hem İsrail’i hem de Amerikalı Yahudi iş adamlarını cezbetmektedir.11

Bölge ülkeleri açısından bakıldığında, Azerbaycan’ın İran ile sıkıntıları vardır. İran, 1921 ve 1941 anlaşmalarıyla Hazar petrollerini o zamanın Sovyetler Birliği ile yarı yarıya paylaşmıştır. Sonradan Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla oluşan Azerbaycan, Kazakistan, Rusya ve Türkmenistan’ı kefenin bir ucunda kendisini öbür ucunda görmektedir. Özellikle Azerbaycan, haklarını savunmakta büyük sıkıntı yaşamaktadır. Örneğin, 1992’de İran, Ermenistan’a doğal gaz ve yakıt sağlamış ve Ermenistan ordusu bu destekten ciddi fayda sağlamıştır - ve İran’daki rejime karşı belli bir mesafesi olduğundan hem Türkiye hem de İsrail ile güvenlik ve istihbarat konularında iş birliği içindedir. Netenyahu’nun ziyaretiyle artış gösteren bu iş birliği içinde bilgi alışverişi, rutin güvenlik brifingleri, veri analizleri (İsrail uyduları ile toplanan) yer almaktadır. Ayrıca Azerbaycan Cumhurbaşkanının yurt dışı gezilerinde güvenliği İsrail sağlamakta ve Azerbaycan güvenlik ve istihbarat kuvvetlerine İsrail tarafından eğitim verilmektedir. Bazı kaynaklara göre İsrailliler Hazar Denizi boyunca ve İran sınırı yakınlarında elektronik dinleme istasyonları kurmuşlardır.12

Hâlen çözüme ulaşmamış Dağlık Karabağ meselesinden dolayı Azerbaycan, silahlı kuvvetlerini modernize etme çabası içindedir ve bu anlamda İsrail’den silah ve mühimmat konusunda destek almaktadır.13

b. İsrail-Ermenistan İlişkileri Şu ana kadar yaşanmış en büyük soykırımı Yahudilerin yaşadığı

varsayımı genel kabul gördüğünden soykırım yaşamış bir millet olarak Yahudilerin ve dolayısıyla İsrail’in Ermenilere vereceği destek son derece hayati olabilirdi. Ancak İsrail, Ermenilerin sözde “soykırım” iddialarına ve Yahudi Holokostu ile 1915 olayları arasında Ermenilerce kurulmak istenen benzerlikleri reddetmektedir. -Ermeniler 1990’lı yıllardan itibaren soykırım (genocide) kelimesinin yanında Yahudi soykırımı ile özdeşleşmiş bulunan (holocaust) kelimesini de kullanmaya çalışmaktadır.-14

10 Murinson. 11 Sedat Laçiner; “İsrail’in Ermeni İddialarına Yaklaşımı ve Ermeni Sorununa Etkileri”, Stratejik Analiz, Nu. 23, Mart 2002. 12 Murinson. 13 Jane’s Defense Weekly; Ekim, 1996. 14 Laçiner.

Page 61: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

58

İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres Ermeni iddialarının “anlamsız” olduğunu ilan ederken İsrail’in Ermenistan Büyükelçisi Rivka Kohen İsrail’in 1915 olayları ile ilgili olarak Ermeniler ile aynı görüşte olmadığını söylemiştir. Büyükelçi Kohen, 07 Şubat 2002’de Ermeni iddialarının “soykırım” olarak kabul edilemeyeceğini Ermenistan’da, Ermenilere ilan etmiştir. Hiçbir olayın Yahudi holokostu ile karşılaştırılamayacağını da vurgulayan Kohen, konuşmasında 1915 olaylarının “soykırım” olmadığını; çünkü, olaylardan önce bir ırkı ya da grubu yok etme niyetinin bulunmadığını, Osmanlı Hükûmetinin bu yönde herhangi bir plan yapmış olmadığını ifade etmiştir.15

Karşılık olarak da Ermenistan siyasi partilerinden Aryan Partisi, Kohen’in sözlerini “Ermenistan’ın iç işlerine karışmak” olarak değerlendirerek “İsrail Ermeni soykırımını reddediyor, Türkiye’ye ve Azerbaycan’a yardım ediyor ve onların Ermeni düşmanı politikalarına destek oluyor.” açıklamasını yapmıştır.16

Öte yandan İsrail’in Ermeni konusunda Türkiye’ye verdiği destek tamamen sorunsuz ve sınırsız olmamıştır. İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid’in 2000 yılında Ermeni olaylarını “soykırım” olarak tanımlaması ve İsrail okullarında bu olaya atıflarda bulunulacağını açıklaması buna örnektir.17 Sarid’in sözleri doğal olarak Türkiye’den tepki çekmiş İsrail’in Türkiye’ye verdiği cevap ise o ana kadar “soykırım” kelimesini kullanmamaya özel bir önem veren İsrail’in resmî tutumunda ciddi bir değişikliğin olmadığı şeklinde olmuştur.18

İsrail’in bu tutumu sadece Türkiye ve Ermenistan’ı etkilemekle kalmamakta, bölge dengeleri üzerinde de hissedilir bir etkide bulunmaktadır: Bir yandan Ermenistan, İsrail’in düşman saydığı tüm ülkeler (İran ve Suriye gibi) ile iş birliğine giderken İsrail Türkiye ve Azerbaycan ile olan ilişkilerini geliştirmektedir.19

İsrail’in bu tavrının altında yatan nedenlere bakılacak olursa birden fazla gerekçenin bulunduğu ve Türkiye ile ilişkilerin dışında bazı güdülerin var olduğu da görülecektir. Bu nedenleri kısaca sıralayacak olursak bunlar; holokostun tekliğini koruma çabası, Yahudi Ermeni ortak geçmişi -İkinci Dünya Savaşı esnasında Taşnaklar gibi bazı Ermeni grupları Yahudi düşmanı söylemler geliştirmiş ve Nazilere destek vermişlerdir-20 jeopolitik dengeler ve Filistin sorunudur.

Pek çok İsrailli araştırmacıya göre Nazilerce Yahudilere yapılanların tarihte bir benzeri yoktur ve Yahudilerin yaşadıkları sıkıntıları bir başka milletin yaşadığını iddia etmesi her şeyden önce öldürülen milyonlarca

15 “Israeli Ambassador Says No Parallels Between Holocaust and 1915 Genocide”, Asbarez (Günlük Ermeni Gazetesi), 08 Şubat 2002. 16 “Armenian Party Urges Persona Non Grata Status for Israeli Envoy”, Arminfo, 11 Şubat 2002. 17 Leora Eren Frucht; “A Tragedy Offstage No More”, Jerusalem Post, 12 Mayıs 2000. 18 Jolyon Naegele, “Turkey: Term ‘Armenian Genocide’ is Political Issue”, RFE / RL, 28 Nisan 2000. 19 Laçiner. 20 Christopher J. Walker; Armenia: The Survival of a Nation, Londra, 1980. Türkkaya Ataöv; Hitler and “Armenian Question”, Ankara, 1984; Salahi Sonyel; The Great War and the Tragedy of Anatolia, Ankara, TTK, 2000.

Page 62: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

59

Yahudi’ye hakaret anlamını taşır. İkinci olarak holokost uzunca bir süre Yahudilerin belki de en büyük “zenginlik kaynakları”ndan biri hâlini almıştır. Holokost sayesinde kazanılan moral ve siyasi güce ek olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve ABD nezdinde elde edilen maddi yardımlar ve tazminatlar sayesinde Orta Doğu’nun o karmaşık coğrafyasında böyle bir devleti ayakta tutabilmek mümkün olabilmiştir.21

Bölgesel dengeler dikkate alındığında İsrail’in Türkiye, ABD ve diğer Türk devletleri ile birlikte aynı safta yer aldığı, buna karşın Ermenistan’ın İran, Suriye ve Rusya ile ilişkilerini geliştirdiği gözlenmektedir. Topraklarında Rus askerî üsleri bulunduran ve İran, Suriye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile siyasi bir ittifaka yönelen Ermenistan’ın bu hâliyle İsrail’in dış politika hedefleriyle bağdaşmadığı açıktır.

Bu durum “radikal İslam”ın yükselişiyle daha bir belirgin hâl almaktadır. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra gelişen olaylar Türkiye, Azerbaycan ve Özbekistan başta olmak üzere Müslüman Türk devletlerinin diğer Müslüman ülkeler ile “farklı” İslam anlayışının altını çizmiş ve bu da ABD gibi İsrail’in politikalarına da uymuştur.22

Özetle güç dengesi bağlamında İsrail;

-Türkiye ile geliştirdiği askerî ve siyasi iş birliğini devam ettirebilmek,

-Hızla gelişen Türk dünyası enerji kaynaklarından uzakta kalmamak,

-Türk dünyasının İslam anlayışını Arap ülkeleri ve İran’a karşı denge unsuru olarak kullanabilmek için Türkiye ile iyi geçinmek istemekte bu da Ermeni sorununun da dâhil olduğu diğer bazı “hassas” konularda Türkiye lehine tutum alınmasında en önemli etkenlerden biri olmaktadır.

c. İsrail-Gürcistan İlişkileri

Gürcistan 1992 yılında Birleşmiş Milletlere 179’uncu üye ülke olarak dâhil edilmiştir. Eski Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan devletler arasında Birleşmiş Milletlere dâhil olan sonuncu ülkedir. Aralık 1992’ye kadar Gürcistan’ın başkenti Tiflis ile altı ülkenin diplomatik ilişkisi vardı: Çin, Almanya, İsrail, Rusya, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri. Ülkenin BM’ye üye olmasının hemen ardından 17 ülke daha Ukrayna ve Rusya’daki büyükelçileri aracılığıyla Gürcistan ile diplomatik ilişkiler başlatmışlardır. Ağustos 1993’te Amerika Birleşik Devletleri Gürcistan’a “en favori ülke” statüsü vermiş ve Avrupa Birliği de teknik ve ekonomik destek sağlamıştır.

Ermenistan, Litvanya ve Ukrayna gibi eski Sovyet cumhuriyetlerinin aksine Gürcistan’ın zamanında Batıya göç etmiş bir diasporası söz konusu

21 Norman G. Finkelstein; The Holocaust Industry, Reflections on Exploitation of Jewish Suffering, Verso Books, 2001. 22 Laçiner; “11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, c. 2 (19), Kasım 2001, s. 39 - 51.

Page 63: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

60

değildir. Oysa bu tip bir bağlantı Gürcistan’ın dışarı ile özellikle de Batı ile ilişkilerini çok daha kolaylaştırabilirdi. Özellikle Paris’te çok ufak sayılarda Gürcü asıllı yerleşimciler vardı; ancak, bunlar 1921 yılında bizzat Gürcistan’ın girişimleriyle sürgüne gönderilmiş eski sosyal demokrat hükûmet üyeleriydi. Dolayısıyla onlardan katkı beklemek çok uzak bir ihtimaldi.

Bu noktada İsrail’in Gürcistan ile ilişkileri gündeme gelmektedir. Gürcistan ile bağlantılarını hâlâ devam ettiren tek göçmen grubu 1970 - 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin Yahudi göçmenlerinin haklarını genişletme politikasından yararlanmış olan Gürcü asıllı Yahudilerdi. Gürcistan’da yüzyıllar boyunca barış içinde yaşayan ve hiçbir biçimde anti-semitist tepkilerle karşılaşmamış olan bu grup, her zaman Gürcistan’a bir gönül bağıyla bağlanmış, kültür, dil ve insanlarına ayrı bir sempati duymuştur. Tarihsel bu gerçeklerle de güçlenen İsrail - Gürcistan ilişkileri pek çok alanda artarak ivme kazanmıştır.23

İsrail’in Gürcistan ile ilişkilerinin gelişmesinin bir diğer nedeni de çok yakınlarındaki petrol rezervidir. Örneğin, İsrail Azerbaycan’dan petrol satın alan ikinci önemli ülkedir.24 İsrail, her zaman Azerbaycan petrolünün Bakü, oradan Tiflis ve Türkiye’nin güneyinde Ceyhan bağlantısıyla dünyaya açılması planını desteklemiştir. Çünkü Ceyhan, neticede İsrail’in Hayfa rafinerilerine birkaç saatlik mesafededir. Amerika Birleşik Devletleri de Hazar petrollerinin İran ve Rusya’dan ziyade Batı yanlısı Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üçlüsü üzerinden taşınmasını tercih etmiştir.25

Hâlihazırda İsrail, Gürcistan’a en büyük yatırımı yapan ülkelerden bir tanesidir. Gürcistan’ın İsrail’den aldığı desteklerden bir tanesi de askerî konulardadır. 2004 yılında Gürcistan, Güney Osetya ve Abhazia’da gündeme gelen ayrılıkçı hareketlere karşı Devlet Başkanı Mikheil Saakashvili’nin ağzından İsrail ile silah anlaşması imzalandığını duyurmuştur. Buna göre Gürcistan birkaç yüz tane İsrail yapımı Tavori otomatik silahlarından satın alacaktır. Gürcistan bu silahları özel kuvvetlerine kullandırmak istemektedir. Sonraki dönemde de diğer kuvvetlere ait alt birimler, giderek artan oranlarda İsrail yapımı silahlar kullanacaktır. Ayrıca Gürcistan ordusuna ait silahlar Ukrayna’da modernize edilmektedir. 2004’te Ukrayna’da modernize edilmiş beş adet helikopter Gürcistan ordusuna teslim edilmiştir. Bir dönem bu tür yatırımlar yapmakta büyük zorluklar yaşayan Gürcistan, bir anda maddi imkânlara kavuşmuş görünmektedir.26

23 ‘Georgia - Government and Politics’ http://www.mongabay.com/reference/country_studies/georgia/GOVERNMENT.html. 24 Richard Allen Greene; ‘Greater ties for Israel, Azerbaijan?’ Cleveland Jewish News 30 Nisan 2002 http://www.azembassy.com/archive/2002/media/cjn29apr02.htm. 25 a.g.e. 26 Aleksandr Babakin and Anatoliy Gordiyenko; “Tbılısı Talks Of Peace And Prepares For War- The Militarisation of Oil Pipeline Routes: Georgia Prepares for War”, Nezavisimaya Gazeta (Moskova) August 21 Ağustos, 2004. http://www.globalresearch.ca/index.php?context=viewArticle&code=BAB20040821&articleId=67.

Page 64: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

61

Sonuç

İsrail, ortak sınırımız olmamasına rağmen özellikle güvenlik ve ekonomi yönünden ilişkilerimiz olan bir ülkedir. Kafkaslar gibi gündemi pek çok farklı parametrenin şekillendirdiği bir coğrafyada esas olan, Türkiye’nin çıkarları açısından bütün ülkelerle bir anlamda aktörlerle ilişkilerin yürütülmesidir. Hiçbir aktör hele hele bölgesel etkinliği İsrail kadar yüksek hiçbir aktör oyundan yok sayılamaz. Uluslararası ilişkiler teoremi bunu gerektirir. İsrail’in komşularımızla olan ilişkilerinin hiçbirinde Türkiye taraf değildir ve yapılması gereken öncelikle Türkiye’nin çıkarlarını gözetmek olmalıdır. Dolayısıyla sadece İsrail’in değil diğer bütün ülkelerin bize komşu coğrafyalarda ne tür ilişkiler geliştirdiğini bilmek ve takip etmek de ulusal çıkarımıza olacaktır.

Abstract: Israel is one of the leading countries in the Middle East. Nowadays Israel has a close interest in the oil and natural gas rich Caucasian region. Another issue Israel has to consider in the Caucasian region is the presence of rising Islamic fundementalism in the world agenda nowadays. Israel which is always under the threat of terrorism and its relations with the three Caucasian countries neighboring Turkey are analyzed with these perspectives in mind.

Keywords: The Causus, security, radical Islamist elements, oil reserves, natural gas resources.

Page 65: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

63

MERKEZÎ VE DOĞU AVRUPA İLE BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU ÜLKELERİNİN MAKROEKONOMİK PERFORMANSLARININ BİR

KARŞILAŞTIRMASI Doç. Dr. Muhsin KAR*

Öğr. Gör. Hüseyin AĞIR**

Ejder GÖK***

Özet: Bu makalenin amacı, Merkezî ve Doğu Avrupa ile eski Sovyetler Birliği ülkelerinin merkezî planlamadan piyasa ekonomisine geçişinin makroekonomik boyutunu ele almaktır. Özellikle, bu geçiş ekonomilerinin makroekonomik performansları, ekonomik büyüme, enflasyon, sermaye birikimi, cari açık ve doğrudan yabancı yatırımlar bağlamında incelenmektedir. Merkezî ve Doğu Avrupa ile eski Sovyetler Birliği ülkelerinin karşılaştırılması, Merkezî ve Doğru Avrupa Ülkelerinin diğer gruba göre, daha hızlı büyüdüğünü, fiyat istikrarının görüldüğünü, daha yüksek sermaye birikimi olduğunu, dünya ekonomisiyle daha çok bütünleştiğini ve daha çok doğrudan yabancı sermaye çektiğini göstermektedir.

Anahtar kelimeler: Geçiş ekonomileri, Merkezî ve Doğu Avrupa ülkeleri, Bağımsız Devletler Topluluğu, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, ekonomik performans.

Giriş

XX. yüzyılın sonuna doğru, dünya ekonomik ve siyasal yapısında çok büyük çalkantılar yaşanmış ve büyük değişimler gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünya, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla yeni bir döneme girmiş ve Varşova Paktı, COMECON gibi uluslararası örgütler ile SSCB, Yugoslavya gibi çok uluslu devletler tarih sahnesinden çekilmiştir.

İster merkezî planlama ekonomileri ister piyasa ekonomileri olsun, tüm ülkelerin en büyük hedefi kalkınma ve ekonomik büyümedir. Kişi başına gelir seviyesini artırmak, sosyal olanakları genişletmek, iyi beslenmek, rahat, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre oluşturmak şeklinde ifade edilebilen hedefleri gerçekleştirmek tüm ekonomilerin ve sistemlerin amacını oluşturmaktadır. Bu nedenle ülkeler değişik stratejiler takip etmek suretiyle bu amaçlara ulaşmaya çalışmaktadırlar. Sovyetler Birliği’nin başını çektiği ve merkezî planlama ekonomisinin uygulandığı sosyalist blok ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı sonunda kalkınma açısından iyi bir performans göstermiş olsa da sistemin bazı ekonomik sorunları da içinde barındırdığı 1970’li yıllarda görülmeye başlanmıştır. Planlamacı ekonomik sistemin kendi içinde ürettiği sorunları çözmeye yönelik reformlar, geçen yüzyıla damgasını vuran sosyalist bloğun çözülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu gelişmeler geçen yüzyılın en önemli ekonomik - sosyal ve siyasal olayı olarak değerlendirilebilir. Bu

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi elmek: : [email protected]** Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi elmek: : [email protected]*** Fortis Yönetici Yardımcısı Kahramanmaraş Şubesi elmek: : [email protected].

Page 66: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

64

süreç ekonomik olarak merkezî planlamacı ekonomiden vazgeçerek piyasa ekonomisi oluşturma ve siyasal olarak demokratikleşme şeklinde kendisini göstermiştir. Kuşkusuz bütün bunlar, bu süreçteki toplumların derin bir dönüşüm içine girdikleri anlamına gelmektedir.

Teknolojideki hızlı gelişmeler, bu ekonomilerin dünya ekonomik sistemine hızlı bir şekilde eklemlenmelerine neden olmuştur. Küreselleşme kavramıyla ifade edilen bu “tılsımlı” süreç piyasaların birbirleriyle daha çok bütünleşmesine olanak sağlamış, ülkeler arasında daha sıkı ekonomik ve siyasal ilişkiler kurulmuştur. Eski Sovyetler Birliği sistemi içinde yer alan ülkeler bağımsızlıklarını ilan etmişler, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkasya, Baltık ve Orta Asya’da bağımsız yeni ülkeler ortaya çıkmıştır. Merkezî plana dayanan karar alma mekanizmalarını terk edip piyasa yönelimli uygulamalara geçen bu ülkelere “geçiş ekonomileri” adı verilmiştir.

Gelişmekte olan çoğu ülke bu kapsamda yer almaktadır. Ancak özel olarak “geçiş ekonomileri” kavramı; önceden sosyalist ekonomi sistemine sahip olup, günümüzde piyasa ekonomilerini oluşturmaya çalışan ülkeler için kullanılmaktadır. Bu ekonomiler birbirinden farklı piyasa ekonomisi deneyimleri yaşamakla beraber, yoksulluk, az gelişmiş alt yapı, güçlü ve katı bir komuta sistemi ile sürekli büyüyen ve ağırlaşan kamu sektörünün yol açtığı sorunlar ortak paydalarını oluşturmuştur. Sözü edilen ülkelerde, dönüşüme uğraması gereken devlet olduğu için, devletin ekonomik rolünün ve görevlerinin belirlenmesi gereklidir. Geçiş ülkeleri, devletin ekonomideki yükünü azaltmaya çalışmaktadır. Diğer yandan ekonomik kurumları ve kuralları piyasa sistemiyle uyumlaştırma çabalarında devlete çok önemli görevler düşmektedir. Dolayısıyla, geçiş ekonomileri ekonomik kalkınmalarını sağlayacak kurumlar oluşturmak için yoğun reform çabaları içine girme gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktadırlar.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Sovyetler Birliği’nin parçası olan ülkeler birer birer bağımsızlıklarını ilan eden ve hemen ardından serbest ekonomik politikalara yönelen ülkeler için planlı ekonomiden piyasa ekonomisine “geçişin” nasıl olacağı konusunda yeterli çalışma iktisat yazınında bulunmamaktaydı. Ekonomistler, gelişmekte olan ülkelerin nasıl kalkınacağı hakkında farklı öneriler ileri sürerken geçiş ekonomileri konusunda âdeta “hazırlıksız” yakalandılar. Uluslararası finansal kurumlara başvuran bu ülkelere, gelişmekte olan ülkelere uygulanan serbest politikaların benzerini kapsayan “Washington Uzlaşması” olarak adlandırılan politika seçeneği sunulmuştur. Ancak bu politika seçeneklerinin bu ülkelerin ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu çok geçmeden anlaşılmış ve yeni versiyonları geliştirilmiştir. Aslında geçiş ekonomilerine ilişkin iktisat yazını teorik alt yapıdan yoksun gelişmiştir. Daha çok pratikten türetilmiş bir teorik çerçeve söz konusudur.

Bu bağlamda bu makalenin amacı, geçiş ekonomilerinin temel ekonomik sorunlarını tartışmak ve bu ülkelerden Avrupa Birliği (AB)ne üye olan Merkezî ve Doğu Avrupa (MDA) ülkeleri ile Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)nu oluşturan ülkelerin ekonomik performansının bir

Page 67: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

65

karşılaştırmasını yapmaktır. Burada Türkiye için önemli olan tarihî ve kültürel bağları olan Kafkas ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin durumunun diğer ülkeler karşısında durumunu değerlendirmektir. Güçlü ekonomik yapıların beraberinde istikrarlı siyasal yapılar ve bölgesel ilişkiler ortaya çıkardığı bir gerçektir. Türkiye’nin ilgi ve bölgesel kapsama alanına giren bu ülkelerin ekonomik durumlarını değerlendirmek bu açıdan özel bir önem arz etmektedir.

1. Geçiş Ekonomilerinin Özellikleri ve Temel Sorunları Geçen yüzyılın başlarında Rusya’da gerçekleştirilen Bolşevik devrimi

ile uygulanmaya başlanılan sosyalist ekonomik sistem, 1970’li yıllara kadar sergilediği kalkınma performansı ile gelişmekte olan birçok ülke için cazip model hâlini almış ve değişik versiyonları uygulanmaya başlanmıştır. Ancak sosyalist ekonomik sistemin uyguladığı planlamacı anlayışla başlayan hantallık, yeni tekniklerin geliştirilememesi ve verimliliğin artırılamaması, 1970’li yılların sonunda sistemin durağanlaşarak tıkanmasına yol açmıştır.

Sosyalist ekonomilerde reform çalışmaları daha eskilere gitse de en ciddi reform çabaları Berlin Duvarı’nın yıkılmasından birkaç yıl öncesinde 1989’da geliştirilmiştir. Planlamacı ekonomik sistemin ürettiği sorunlara karşı Gorbaçov tarafından Perestorika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) önerilmiştir. Hantal ekonomik yapının yeniden yapılandırılmasını ve siyasette açıklık ana ilkeleri etrafından uygulanmaya konulan birbirileriyle yakından ilintili bu iki süreç kendi iç dinamiğini yaratmış ve karşı konulamaz bir yapıya kavuşmuştur. Bu süreç, sonunda sosyalist bloğun ekonomik ve siyasal olarak çözülmesine kadar gitmiştir.

Planlamacı ekonominin uygulamasının bu şekilde sonuçlanması XX. yüzyılın ikinci yarısının en önemli sosyal-politik-ekonomik olayı olarak değerlendirilmektedir. Diğer bir ifade ile SSCB’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte yalnızca sosyalist blok içinde uzun süre yer alan ve bağımsızlıklarını kazanan ülkeler değil aynı zamanda dünyanın değişik bölgelerinde planlamacı ekonomik sistem uygulamaya çalışan ülkeler de piyasa ekonomisine yönelik programlar uygulamaya başlamışlardır. Planlamacı ekonomik model uygulanmaktan vazgeçerek serbest piyasa ekonomisine yönelen ülkeye, literatürde, “geçiş ekonomisi (transition economy)” denilmektedir.

Geçiş ekonomilerinde planlamacı ekonomik sistemden kalan miras genel hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:1

-Hizmet sektörü aleyhine olmak üzere sanayi ve tarım sektörlerinin normal olmayan ağırlığı ve ekonominin aşırı şekilde askerî amaçlara hizmet etmesi,

-Ekonominin çeşitlendirme yerine uzmanlaşmış yapısı,

1 A. Somuncuoğlu; Kazakistan ve Özbekistan Ekonomileri Geçiş ve Büyüme Stratejileri, Türkistan Araştırmaları Dizisi 3, ASAM, Ankara, 2001, s. 7. G. Schroeder; “Economic Transformation in the Post-Soviet Republics: An Overview”, içinde Ed. B. Kaminski, Economic Transition in Russia and the New States of Eurasia, New York: M. E.Sharpe, 1995, s. 12.

Page 68: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

66

-Merkezî planlama tarafından devletin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş devasa üretim birimlerinin olması,

-Sermaye stoğunun teknolojik açıdan geri olması, -İş gücünün merkezî önceliklere göre eğitilmesi ve yönlendirilmesi, -Merkezî önceliklere göre kullanılan toprağın tahribata uğraması, -Cumhuriyetler arası ticarette aşırı bağımlılığın olması, -Üretim birimlerinin dış rekabetten uzun süre korunmuş olmasıdır. Diğer taraftan devlet sosyalizminin pozitif mirası da bulunmaktadır.2

Bunlar; -Beşeri sermaye stoğu, kişi başına gelir açısından karşılaştırılabilecek,

piyasa ekonomilerine göre göreceli olarak yüksek olması, -Sosyal güvenlik sistemi geniş kapsamlı ve herkese iş ve gelir

güvencesi tanımış olmasıdır. Bu konular devlet sosyalizminin olumlu yönlerini oluştururken geçiş

süreci için farklı yansımaları da söz konusudur. Yüksek beşeri sermaye birikimi bir taraftan geçişi kolaylaştırabilecek iken diğer taraftan kapsamlı sosyal güvenlik anlayışı gerçekleştirilmesi sırasında bireylerin ekonomik belirsizlikler ve farklılıklar (örneğin, işsizlik) konularında deneyimsiz kalmalarına yol açabilecektir.

Geçiş ekonomilerinde uygulanacak politikalarda, uluslararası finansal kuruluşlardan katılan araştırmacıların ve politika yapıcıların önderliğinde bu ülkelerde yapılacak reformların içeriği ve sıralaması belirlenmeye çalışılmıştır. Literatüre 1989 Washington Uzlaşması olarak giren bu politikalar aşağıdaki ilkelerden oluşmaktadır:3

-Mali disiplin: Bütçe açıkları, enflasyon vergisiyle kapatılmaya çalışılmayacak kadar küçük olmalıdır.

-Kamu harcamaları öncelikleri: Harcamalar politik olarak kullanılmaktan çıkarılarak ekonomik getirisi yüksek ve gelir dağılımını iyileştirme potansiyeli olan alanlara kaydırılmalıdır.

-Vergi reformu: Vergi tabanı genişletilmeli ve yatırımları teşvik edici bir nitelikte olmalıdır.

-Finansal liberalizasyon: Faiz oranlarının hükûmetler tarafından enflasyonun altında suni olarak belirlenmesine son verilerek piyasada oluşması sağlanmalıdır.

-Döviz kurları: Kurlar, rekabetçi bir ortamın oluşmasını sağlayacak ve ihracatçıların rekabetçiliğini uzun vadede sürdürebilecekleri bir düzeyde olmalıdır.

2 IMF; World Economic Outlook: Focus on Transition Economies, Washington D.C.: IMF., www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2000/22/pdf/chapter3.pdf, ve www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2000/22/pdf/chapter4.pdf (Erişim: 10.08.2003), 84-137IMF, s. 88. 3 G. W. Kolodko; Ten Years of Postsocialist Transition: The Lessons for Policy Reform, Development Economics Research Group, Washington D. C.: World Bank, 1998, s. 5.

Page 69: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

67

-Ticaret liberalizasyonu: Kantitatif ticaret kısıtlamaları çok hızlı bir şekilde kaldırılmalı ve tarifeler de aşamalı olarak % 10’lar düzeyine çekilmelidir.

-Yabancı doğrudan yatırımlar: Yabancı işletmelerin ülkeye girişi önündeki engeller kaldırılarak yerli ve yabancı firmaların eşit bir şekilde rekabet edebilecekleri bir atmosfer sağlanmalıdır.

-Özelleştirme: Kamu işletmeleri özelleştirilmelidir. -Deregülasyon: Hükûmetler, yeni firmaların girişini ve rekabetçi bir

ortamın oluşmasını engelleyen her türlü düzenlemeyi kaldırmalı ve bu düzenlemeler, güvenlik, çevre koruma ve finansal kuruluşların etkin denetlenmesini sağlayacak uluslararası standartlarda olacak şekilde belirlenmelidir.

-Mülkiyet hakları: Yasal sistem, aşırı bir maliyet gerektirmeksizin mülkiyet haklarını korumalıdır.

Washington Uzlaşması çerçevesinde oluşan politika önerileri, o dönemde daha çok Latin Amerika ülkelerinin yaşadıkları ekonomik krizlerden kurtulmak için uygulamaları gereken reformlar niteliğinde olmasına karşın, yapısal dönüşüm krizlerinin olduğu diğer bölgelere ve geçiş ekonomilerine de uygulanmıştır.4 Geçiş ekonomilerinde, sorunlar teori ile pratik arasındaki karşılıklı etkileşim çerçevesinde “yaparak öğrenme” şeklinde çözülmeye çalışılmıştır.5

Washington Uzlaşması çerçevesinde önerilen politika seçeneklerinin uygulama yöntemi ister “şok terapi” isterse “aşamalı” bir şekilde olsun, ekonomistler reformlarla birlikte oluşan boşluğun piyasa ekonomisi güçleriyle doldurulacağı beklentisi içindeydiler. Geçiş dönemi boyunca ekonomik bir gerilemenin olabileceği; ancak, piyasa ekonomisinin kurallarının çalışmaya başlamasıyla ekonomik canlanma ve hızlı büyümenin geleceği beklenilmekteydi. Geçiş ekonomilerindeki büyük üretim düşüşlerinin, “geçiş resesyonu” olarak adlandırılmakta ve bu düşüş tam olarak doğrudan geçiş politikalarından çok ekonomik sistemin değişimiyle ilgili olduğu ileri sürülmüştür.6

Bu tartışmalar, planlamacı ekonomik sistemden piyasa ekonomisine yönelme kapsamının geniş tutulması gerektiğini ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz geçiş süreci ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda geçiş ekonomilerinin karşı karşıya kaldığı ve çözmeleri gereken sorunlar şu temel başlıklar altında sınıflandırılabilir.7

4 a.g.e.; s. 6. 5 N. F. Campos ve F. Coricelli; “Growth in Transition: What We Know, What We Don’t and What We Should”, Journal of Economic Literature, XL, 793-836, 2002. 6 J. Kornai; “Transformational Recession: A General Phenomena Examined Through the Example of Hungary’s Development”, Economie Applique, 46(2), 1998, s. 192 - 193. J. Winiecki; “An Inquiry into the Early Drastic Fall of Output in Post-communist Transition: An Unsolved Puzzle”, Post-Communist Economies, 4 (1), 2002. 7 IMF; Transition Economies: An IMF Perspective on Progress and Prospects, IMF Working Paper, No:00/08, www.imf.org/external/np/exr/ib/2000/110300.htm (Erişim: 06.10.2003).

Page 70: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

68

a. Makro Ekonomik İstikrar Makro ekonomik istikrar, istikrarlı bir ekonominin oluşturulmasına

katkıda bulunan en önemli unsudur.8 Planlamacı ekonomik sistemden piyasa ekonomilerine yönelen ülkeler değişen makro ekonomik atmosfer, değişen ekonomik politikalar ve daha önce karşılaşmadıkları yeniliklere şahitlik yapacaklarından bütün ekonomik birimler üzerinde derin etkiler yaratacağı açıktır. Bu etkiler, eskiden var olan gizli işsizliğin yeni ekonomik atmosferde işletmelerin rekabeti sonrası açığa çıkarak işsizliği artırmasından, yeni yatırımlarla eski sermaye ve üretim tekniklerinin güncelleştirilmesine, mal ve hizmetlerin fiyatları üzerine konulan sınırlamaların kaldırılmasıyla ortaya çıkan enflasyonun devletin kamu harcamalarını karşılamak için bankalardan borçlanmasıyla daha da artmasına, sanayinin aşırı derece sübvanse edilmesi sonucu devletin dengeli ve istikrarlı bir bütçe oluşturmasının zorlaşmasına ve dış dünya ile olan ekonomik ilişkilerin bir göstergesi olan ödemeler bilançolarındaki aşırı açıkların oluşmasına kadar çok farklı şekilde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca gerçekleştirilecek makro ekonomik reformların bireylerin ekonomik refahını artırması gerekir. Aksi takdirde reformlara olan destek azalacak ve eski sistem arzulanır hâle gelecektir.

b. Liberalizasyon Piyasaların gelişimi ve fonksiyonlarını etkin bir şekilde yerine

getirmeleri, her şeyden önce fiyatların piyasa koşullarında oluşmasına bağlıdır.9 Bu yolla piyasalar, yalnızca kaynakların etkin dağılımını gerçekleştirmez, aynı zamanda fiyatların piyasa koşullarında arz ve talebe göre belirlenmesine de olanak verir. Planlamacı ekonomik sistemde üretim piyasadaki arz ve talebe göre oluşmak yerine merkezî otorite tarafından belirlenmektedir. Yine aynı şekilde merkezî otoritelerce belirlenen mal ve hizmetlerin fiyatı fiyat ise gerçek değeri yansıtmamaktadır. Piyasa ekonomisine yönelen geçiş ekonomileri, fiyatlar üzerinde var olan kısıtlamaları kaldırılmakta ve fiyatlarının piyasa koşullarında oluşmasına olanak vermektedir.10 Ayrıca küçük tasarrufçu ve yatırımcılar için yeni fırsatlar yaratan sermaye piyasalarının oluşturulması gerekmektedir.

c. Kurumsal Değişim Kurumsal değişim ile iktisadi kalkınma arasında yakın bir ilişkinin

varlığı özellikle son dönemde sıkça vurgulanan bir konu hâline gelmiştir.11 Planlamacı ekonomik sistemin kurumsal yapısı serbest piyasa ekonomilerinden oldukça farklılık göstermektedir. Bu ekonomiler, finansal

8 O. Havrylyshyn - I. Izorski ve R. Van Rodeon; Recovery and Growth in Transition Economies 1990-97: A Stylized Regression Analysis, IMF Working Paper, WP/98/141, Washington D.C.: IMF, 1998. 9 a.g.e. 10 J. Exeter ve S. Fries; “The Post-Communist Transition: Patterns and Prospects”, Finance and Development, 35(3), 1998. http://www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/1998/09/exeter.htm (Erişim: 12.01.2004). 11 H. Mıhçı; “İktisadi Büyüme ve Kalkınmaya Kurumsal Değişim Yaklaşımı”, Toplum ve Bilim, Sayı 72, 1997. Mıhçı; “İktisat Yazınında Kurum ve Kurumsal Değişim Kavramları Üzerine Bir Not”, Hacettepe Üniversitesi İİBF Dergisi, 18(2), 2000.

Page 71: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

69

kuruluşlar, enflasyonun kontrolü, istikrar ve makroekonomik yönetim için gerekli olan deneyim, kurumsal yapı ve politika araçları açısından oldukça geri bir durumdadırlar.12 Ayrıca piyasa ekonomilerine yönelen ekonomilerin öncelikle piyasa ekonomisinin temelini oluşturan özel mülkiyet sorununu çözmesi gerekmektedir. Bu ise çok büyük boyutlarda kurumsal değişimi gerektirmektedir. Bu bağlamda, planlama ve kontrol sürecini yerine getiren bürokrasinin kaldırılmasının, özel mülkiyet sahipliği ve komünist hükûmetlerce malları kamulaştırılan ekonomik birimlerin taleplerini içerecek şekildeki yeni gelişmelerin yasal alt yapısının oluşturulmasının ve planlama hedeflerini gerçekleştirmekten ziyade kâr amacına dayanan ve reformlara karşı geliştirilmesi olası olan karşı devrimi zorlaştırmak için Batılı gelişmiş ülkelerde bile görülmeyen büyüklükte bir özelleştirme programının başlatılmasının gerekliliği açıktır.13 Ayrıca yasal reformlarla kurumsal alt yapının güçlendirilmesi ve piyasa yanlısı kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır.14

ç. Kültürel Değişim Planlamacı ekonomik sistemden piyasa ekonomilerine yönelen

ülkelerin karşı karşıya bulunduğu bir diğer sorun ise kültürel içeriklidir. Bu ekonomilerde kâr, girişimci, rekabet, piyasa gibi kavramlar ekonomik birimlerin sözlüklerinde, değer ve inanç sistemlerinde yer almamaktadır. Bu açıdan piyasa ekonomisinin temel unsurları olan bu ve benzeri unsurları geçiş ekonomileri ekonomik birimlerinin gündemine getirmek ve bunun sağlıklı bir şekilde oluşmasının sağlanması gerekmektedir.15 Ayrıca muhasebe sistemleri, yeni yönetim teknikleri, piyasa ekonomisi ve yabancı dil gibi alanlarda bilgi ve uzmana gereksinim bulunmaktadır. Diğer taraftan reformlarla birlikte gündeme gelebilecek ve yatırımları geciktirebilecek olan grevlerle, geniş ölçekli olarak görülen yolsuzluk ve eski sistemdeki imtiyazlı yerlerini kaybetmek istemeyen bürokratların ve komünist parti üyelerinin açık muhalefetine karşı politikalar geliştirmek gerekmektedir. Benzer şekilde kayıt dışı ekonomi, vergi kaçakçılığı ve suçla mücadelenin yasal ve kurumsal yolları aranmalıdır.16

d. Siyasal Değişim Geçiş ülkeleri, yalnızca planlamacı ekonomiden piyasa ekonomisine

dönüşümü tecrübe etmemekte, aynı zamanda otokratik yönetimden

12 G. Ofer; Development and Transition: Emerging, But Merging, Manuscript, 2000, s. 11. 13 Havrylyshyn vd. W. Branson - J. B. De Macedo ve J. Von Hagen; Macroeconomic Policy and Institutions During the Transition to European Union Membership, NBER Working Paper, No:6555, Cambridge: NBER, 1998. P. K. Mitra ve M. Selowsky; “Lessons from a Decade of Transition in Eastern Europe and the Former Soviet Union”, Finance and Development, 39(2), 2002. http://www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/2002/06/mitra.htm, (Erişim: 17.04.2004). 14 C. W. Gray; “Reforming Legal Systems in Developing and Transition Countries”, Finance and Development, September, 14-16, 1997. 15 P. K Mitra ve M. Selowsky; “Lessons from a Decade of Transition in Eastern Europe and the Former Soviet Union”, Finance and Development, 39(2), 2002. http://www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/2002/06/mitra.htm, (Erişim: 17.04.2004). 16 C. W. Gray; “Reforming Legal Systems in Developing and Transition Countries”, Finance and Development, September, 14-16, 1997.

Page 72: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

70

demokratik yönetime geçişi de gerçekleştirmektedirler.17 Bu ise ekonomik reformlarla demokratik reformların ne ölçüde beraberce gerçekleştirilebileceği tartışmasını beraberinde getirmektedir.18

e. Dış İlişkiler Planlamacı ekonomik sistemden piyasa ekonomisine geçişi yaşayan

ülkelerin bir diğer özelliği ise uluslararası siyasal ve ekonomik organizasyonlara üye olarak uluslararası toplumun bir üyesi olma çabalarıdır.19 Özellikle, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finansal kuruluşlara üye olan bu ülkeler, uluslararası sermayeye ve teknik anlamda yardım sağlayacak uzmanlara ulaşma olanağı yakalamış bulunmaktadırlar.20 Ayrıca bu ülkelerin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)ne üye olmaları yıllarca içine kapalı ve izole edilmiş bir yapıda olan ekonomik sistemin küresel dünyayla bütünleşmesini de beraberinde getirmektedir.21

2. Geçiş Ekonomilerinin Piyasa Ekonomisi Deneyimi Geçen yüzyılın son 10 yılında geçiş ekonomilerinin ortaya çıkması

ekonomik ve politik konularda araştırmalarda bulunan akademisyenler kadar politika yapıcıları da o güne kadar karşı karşıya gelmedikleri ve üzerine çözüm üretmedikleri sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin (özel mülkiyet, pazar, rekabet, kâr gibi piyasa ekonomilerinin temel kavramları bu ülkelerde gelişmemiş bile olsa görülmektedir) hangi politikalarla gelişeceklerine veya gelişmiş ülkeler seviyesine çıkacaklarına ilişkin farklı teorik yaklaşımlar geliştirilmiştir.22 Ancak geçiş ekonomileri için aynı şeyi söylemek olanaklı değildir. Piyasa ekonomilerine yönelen geçiş ekonomilerinin en büyük talihsizliği, daha önce böyle bir deneyimin yaşanmamış olmasıdır.23 Dolayısıyla planlamacı ekonomilerin olabildiğince sorunsuz bir şekilde piyasa ekonomilerine geçişine ilişkin geliştirilen görüşlerin doğruluğu yada yanlışlığı yaşanarak (deneme yanılma yoluyla) gözlemlenmektedir.24

17 B. Kim ve J. Pirttila; The political Economy of Reforms: Empirical Evidence from Post-communist Transition in the 1990s, BOFIT (Bank of Finland, Institute for Economies inTransition) Discussion Papers, Nu.4, 2003. 18 J. Fidrmuc; “Economic Reform, Democracy and Growth During Post-Communist Transition”, European Journal of Political Economy, 19, 2003. 19 a.g.e. 20 IMF; World Economic Outlook: Focus on Transition Economies, Washington D.C.: IMF., www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2000/22/pdf/chapter3.pdf, ve www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2000/22/pdf/chapter4.pdf (Erişim: 10.08.2003), s. 85. 21 Z. K. Wang; “Integrating Transition Economies into the Global Economy”, Finance and Development, September, s. 21 - 23. 22 M. Todaro; Economic Development in the Third World, Fourth Edition, New York: Longman, 1989. Van Den Berg; Economic Growth and Development, Boston: McGraw-Hill, 2001. 23 Ofer. 24 Kolodko; s. 5.

Page 73: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

71

Çizelge 1: Reel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (% Değişme)

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti .. -11,6 -0,5 0,1 2,2 5,9 4,2 -0,7 -1,1 1,2 3,9 2,6 1,5 3,2 4,4Estonya .. -10 -14,1 -8,5 -1,6 4,5 4,4 11,1 4,4 0,3 7,9 6,5 7,2 6,7 7,8Macaristan .. -11,9 -3,1 -0,6 2,9 1,5 1,3 4,6 4,9 4,2 5,2 3,8 3,5 2,9 4,2Letonya .. -12,6 -32,1 -11,4 2,2 -0,9 3,8 8,3 4,7 3,3 6,9 8 6,4 7,5 8,5Litvanya .. -5,7 -21,3 -16,2 -9,8 5,2 4,7 7 7,3 -1,7 3,9 6,4 6,8 9,7 6,7Polonya .. -7 2,6 3,8 5,2 7 6 6,8 4,8 4,1 4 1 1,4 3,8 5,3Slovakya .. -14,6 -6,4 -3,7 6,2 5,8 6,1 4,6 4,2 1,5 2 3,8 4,6 4,5 5,5Slovenya .. -8,9 -5,5 2,8 5,3 4,1 3,6 4,8 3,6 5,6 3,9 2,7 3,3 2,5 4,6BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan -5,5 -11,7 -41,8 -8,8 5,4 6,9 5,9 3,3 7,3 3,3 5,9 9,6 15,1 14 10,1Azerbaycan -11,7 -0,7 -22,6 -23,1 -19,7 -11,8 1,3 5,8 10 7,4 11,1 9,9 10,6 11,2 10,2B. Rusya -1,9 -1,4 -9,6 -7,6 -11,7 -10,4 2,8 11,4 8,4 3,4 5,8 4,7 5 7 11Gürcistan -15,1 -21,1 -44,9 -29,3 -10,4 2,6 11,2 10,5 3,1 2,9 1,8 4,8 5,5 11 6,2Kazakistan -1 -11 -5,3 -9,2 -12,6 -8,2 0,5 1,7 -1,9 2,7 9,8 13,5 9,8 9,3 9,4Kırgızistan 4,8 -7,9 -13,8 -15,5 -20,1 -5,4 7,1 9,9 2,1 3,7 5,4 5,3 .. 7 7,1Moldova -2,4 -17,5 -29 -1,2 -30,9 -1,4 -5,9 1,6 -6,5 -3,4 2,1 6,1 7,8 6,6 7,3Rusya -3 -5 -14,5 -8,7 -12,7 -4,1 -3,6 1,4 -5,3 6,4 10 5,1 4,7 7,3 7,2Tacikistan 0,2 -8,5 -32,3 -16,3 -21,3 -12,4 -16,7 1,7 5,3 3,7 8,3 10,2 9,5 10,2 10,6Türkmenistan 1,8 -4,7 -15 1,5 -17,3 -7,2 6,7 -11,4 7,1 16,5 5,5 4,3 0,3 3,3 4,5Ukrayna -3,6 -8,7 -9,9 -14,2 -22,9 -12,2 -10 -3 -1,9 -0,2 5,9 9,2 5,2 9,6 12,1Özbekistan -0,8 -0,5 -11,1 -2,3 -5,2 -0,9 1,7 5,2 4,4 4,4 4 4,5 4,2 4,4 7,7

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 74: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

72

Bu bağlamda özellikle Sovyetler Birliği’nin dışında emir kumanda ekonomisi uygulayan ve karşılaştıkları sorunları farklı yöntemlerle çözmeye çalışan Çin, Vietnam, Lao Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi ülkeleri de unutmamak gerekir.25 Bu çalışma inceleme alanını Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisine yönelen geçiş ekonomilerinden AB’ne üye olan Merkezî ve Doğu Avrupa (MDA) ülkeleri ile Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)nu oluşturan ülkelerin makro ekonomik performanslarının karşılaştırmalı bir analizini yapmaktadır. Dolayısıyla yukarıda adı geçen diğer geçiş ekonomilerinin durumu bu makalenin kapsamı dışındadır.

Çizelge 1’de geçiş ekonomilerinin büyüme performanslarına ilişkin göstergeler yer almaktadır. Çizelge 1’de görüldüğü gibi, 1990-1995 döneminde geçiş ekonomilerinin hepsinde çok ciddi boyutlarda daralmalar görülmüştür.26 Ekonomideki bu daralma BDT ülkelerinde diğer gruba göre daha yıkıcı boyutlarda olmuştur. MDA ülkelerinde iyileşme eğilimi 1994’te başlamış iken BDT ülkeleri, 1995 yılına kadar küçülmeye devam etmiş ve hatta bir kısmı 1998 yılına kadar büyüme oranlarında aşırı bir oynaklık göstermiştir. Ancak bu ülkeler son dönemlerde istikrarlı bir büyüme eğilimi yakalamışlardır.

Kafkasya ve Orta Asya geçiş ekonomilerinin yaşadığı daralmanın diğer geçiş ekonomilerine göre daha ciddi olduğu görülmektedir. Üretim kayıpları 1990-2000 döneminde Azerbaycan için % 63, Kazakistan için % 39, Kırgızistan için % 50, Tacikistan için % 60, Türkmenistan % 48 ve Özbekistan için % 17 oranlarında gerilemiştir.27 Bu ülkeler son dönemdeki pozitif büyüme oranlarıyla ekonomide görülen büyük daralmayı ancak dengeleyebilmişler ve 1989 yılındaki seviyelerini ancak yakalayabilmişlerdir. Diğer bir ifadeyle bu ülkeler önce çok büyük bir daralma ve ardından büyüme ile ancak 10 yıl önceki seviyeye gelebilmişlerdir. Bu 10 yıla kayıp yıllar olarak bakmamak gerekir. Çünkü planlı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçmeye çalışan bu ülkelerde görülen ve yaşanan yapısal değişim ve dönüşüm bu daralmayı ve ardından tekrar büyümeyi beraberinde getirmiştir. MDA ülkeleri AB’ye coğrafi ve siyasi yakınlıklarından ve üyelik perspektifinden yararlanarak hızlı bir şekilde toparlanırken BDT ülkelerinin kendilerini toparlaması daha uzun zaman almıştır.

Geçiş ekonomilerinin makro ekonomik performansını gösteren bir diğer gösterge ise enflasyondur. Geçiş döneminde bu ülkelerin hemen hemen hepsi yüksek enflasyon sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Geçiş ekonomilerinin enflasyon göstergeleri ve geçiş dönemi başlangıç tarihleri ile istikrar programı uygulamaya başlama yılları Çizelge 2’de görülmektedir.

25 Somuncuoğlu; s. 6. 26 Fidrmuc. Campos ve Coricelli. 27 Fidrmuc.

Page 75: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

73

Enflasyon oranlarını gösteren Çizelge 2 incelendiğinde, 1990-2000 döneminde ülkelerin enflasyon oranlarındaki dalgalanma oldukça büyük farklılıklar göstermektedir. Genel olarak geçişin ilk beş yılı enflasyon oranları, ikinci beş yıla göre oldukça yüksek seviyelerde gerçekleşmiştir.28 Bu göstergeler, geçişin ilk yıllarında gerek ekonomik sistem dönüşüm deneyiminin etkisinden gerekse uygulanılan politikaların yetersizliğinden enflasyonun düşük seviyede tutulması başarılamamış olduğunu göstermektedir.

Bağımsızlıklarının ardından planlı ekonomik sistemin üretim süreçlerinde görülen aksama ve koordinasyonsuzluğun ciddi üretim kayıplarına neden olduğu daha önce vurgulanmıştı. Arzda görülen bu daralma, eski dönemdeki talebi bile karşılayamaz duruma gelmiş ve fiyatlar genel seviyesini çok yüksek oranlarda artırmıştır.

28 H. A. Egeli ve Ö. S. Emsen; “Geçiş Ekonomilerinin Makroekonomik Performansları ve Kırgızistan Üzerine Bir Değerlendirme”, Küreselleşme ve Geçiş Ekonomileri Uluslararası Sempozyumu, 2 - 4 Mayıs, Bişkek, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Kırgızistan, 2002.

Page 76: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

74

Çizelge 2: Enflasyon Oranları (%)

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti 9,9 56,7 11,1 20,8 10 9,1 8,8 8,5 10,7 2,1 3,9 4,7 1,8 0,2 2,8Estonya 18 202 1076 89,8 47,7 29 23,1 11,2 8,2 3,3 3,9 5,8 3,5 1,1 3,1Macaristan 28,9 35 23 22,5 18,8 28,2 23,6 18,3 14,3 10 9,9 9,2 5,4 4,9 6,8Letonya 10,9 172,2 951,2 109,2 35,9 25 17,6 8,4 4,7 2,4 2,8 2,4 1,9 3 6,3Litvanya 9,1 216,4 1020,8 410,2 72,2 39,6 24,6 8,9 5,1 0,8 1 1,5 0,4 -1,2 1,1Polonya 585,8 70,3 43 35,3 32,2 27,8 19,9 14,9 11,8 7,3 10,2 5,5 1,9 0,7 3,5Slovakya 10,4 61,2 10 23,2 13,4 10 5,8 6,1 6,7 10,6 12 7 3,3 8,5 7,5Slovenya 551,6 115 207,3 32,9 21 13,5 9,9 8,4 7,9 6,1 9 8,6 7,6 5,7 3,7BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan 6,9 174,1 728,7 3731,8 4962,3 176 18,8 13,8 8,7 0,6 -0,8 3,2 1 4,7 6,9Azerbaycan 6,1 106,6 912,3 1129,1 1663,5 411,8 19,9 3,7 -0,8 -8,5 1,8 1,5 2,8 2,1 6,7B. Rusya 4,7 94,1 970,8 1190,2 2221 709,3 52,7 63,8 73 293,7 168,9 61,4 42,8 28,5 18,3Gürcistan 4,2 78,7 1176,9 4084,9 22470 162,7 39,4 7,1 3,6 19,2 4,2 4,6 5,7 4,9 5,6Kazakistan 5,6 114,5 1514,8 1658,4 1877,4 176,2 39,3 17,7 7,1 8,3 13,4 8,5 6 6,6 7,1Kırgızistan 5,5 113,9 854,6 1086,2 180,7 43,5 32 23,4 10,5 35,9 18,7 6,9 2,1 3,1 4,1Moldova 5,7 101,1 1108,7 1183,7 486,8 30 24 11,8 8 39 31,3 9,8 5,3 11,7 12,5Rusya 5,2 160 2510 840 220 131 21,8 11 84,4 36,5 20,8 21,6 16 13,6 11Tacikistan 5,9 101,6 963,1 2136,1 239,4 443,1 270,2 71,7 43 26,3 32,9 38,6 12,2 16,3 7,2Türkmenistan .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. ..Ukrayna 5,4 94 1527 4734,9 891,2 377 80,3 15,9 10,6 22,7 28,2 12 0,8 5,2 9Özbekistan 5,8 97,3 414,5 1231,8 1550 76,5 54 58,8 17,7 29,1 25 26,6 21,6 3,8 ..

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 77: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

75

Enflasyon konusunda da MDA ve BDT ülkeleri arasında büyük farklılıklar görülmektedir. Özellikle MDA ülkeleri ile BDT geçiş ekonomileri arasında görülen farklılık kayda değer bir görüntü sergilemektedir. Genel olarak ikinci gruptaki ülkelerde karşılaşılan enflasyon oranları diğerlerine göre oldukça yüksek seviyelerde gözlenmiştir. MDA ülkelerindeki enflasyon, 1994 sonrası büyümede görülen düzelmeye paralel olarak kontrol altına alınmış ve dönem sonu itibarıyla makul sayılabilecek düzeye düşürülmüştür. BDT ülkelerinde ise 1996 sonrasında enflasyon azalmaya başlamış ise de bazı ülkelerde dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir.

Çizelge 1 ve Çizelge 2 beraber incelediğinde, ekonomik büyümenin başlayabilmesi için fiyat istikrarın sağlanmasının paralellik gösterdiği görülmektedir. Gerek fiyat kontrollerinin kaldırılmasından gerekse yapısal kaynaklı fiyat istikrarsızlığını ortadan kaldırmadan ve makro ekonomik istikrarı olabildiğince sağlamadan büyümenin başlamasının zor olduğu anlaşılmaktadır. Bu genel ifadeler, enflasyon ile büyüme arasında negatif bir ilişki olduğunu ileri süren çalışmaları doğrular niteliktedir.

Enflasyon, ekonomik birimler için istikrarsızlık beklentileri oluştururken bir belirsizlik unsuru olduğundan yatırımlar üzerinde olumsuz bir etki yapabilecek ve dolayısıyla ekonomik büyüme engellenmiş olacaktır. Her ne kadar ılımlı bir enflasyonun ekonomik büyüme için olumlu olabileceği ileri sürülse de ılımlı enflasyonun gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için ne kadar olması gerektiği ciddi tartışma konusudur. Bu bağlamda, geçiş ekonomilerinin sergiledikleri enflasyon oranlarını ılımlı enflasyon olarak değerlendirmek oldukça zordur. Çünkü yapısal bir dönüşüm geçiren bu ekonomilerin enflasyonlarının dinamikleri hem gelişmekte olan ülkelerden hem de az gelişmiş ülkelerden farklılık göstermektedir.

Çizelge 3’te gayrisafi sabit sermaye oluşumundaki değişim görülmektedir. Ülkelerin sabit sermaye birikimi açısından da benzer şekilde çok büyük farklılıklar gösterdiği anlaşılmaktadır. Örneğin Kırgızistan, inceleme dönemindeki üç yıl yüksek oranlı pozitif değişim gösterirken diğer yıllarda sermaye birikimi azalmıştır.

MDA ülkelerinin 1994 sonrası iyileşme eğilimlerinin 1999 yılında sekteye uğradığı; ancak, bu yıla özgü bu daralmanın kalıcı olmadığı görülmektedir. Ve yine bazılarının incelemenin son dönemlerinde negatif oranlı sermaye birikimine sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Çizelge 4 ise, incelenen ülkelere ilişkin istihdamdaki değişimi yansıtmaktadır. İstihdamdaki daralma geçişin ilk yıllarında daha yüksek seviyelerde olmuştur. 1995 sonrasında bu gerilemenin yavaşladığı anlaşılmaktadır. İstihdamdaki değişme açısından MDA ile BDT ülkeleri arasındaki eğilim farklılığı belirgin değildir. Diğer bir ifadeyle gerek MDA ülkeleri gerekse BDT ekonomilerinde, son yıllarda bile istihdamdaki daralma çok yüksek boyutlarda olmasa da hâlâ sürmektedir.

Page 78: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

76

Çizelge 3: Reel Gayrisafi Sabit Sermaye Yatırımları (% Değişme) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004

AB YENİ ÜYELERİ

Çek Cumhuriyeti .. -27,3 16,5 0,2 9,1 19,8 7,6 -3,4 -1,1 -3,5 4,9 5,4 3,4 4,7 7,6

Estonya .. .. .. .. 9,2 5,6 9,6 19,9 14 -15,6 14,3 13 17,2 8,5 6

Macaristan .. -10,5 -2,6 2 12,5 -4,3 6,7 9,2 13,2 5,9 7,7 5 10,3 2,5 7,9

Letonya .. -28,7-63,9 -15,8 0,8 8,7 22,3 20,7 61,4 -6,8 10,2 11,4 13 10,9 17,3

Litvanya .. .. .. .. .. .. 15,2 24,5 21,8 -6,1 -9 13,5 11,1 14 12,3

Polonya .. -4,4 2,3 2,9 9,2 16,5 19,7 21,7 14,2 6,8 2,7 -8,8 -5,8 -0,9 5,1

Slovakya .. -25,2 -4,4 -4,2 -2,5 0,6 29,1 15 11 -19,6 -7,2 13,9 -0,6 -1,5 2,5

Slovenya .. -11,5 -12,9 10,7 14,1 16,8 11,3 13,5 9,9 21 0,6 4,1 3,1 6,3 6,8

BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU

Ermenistan .. -33 -87,2 -7,8 45 -17,3 10,3 2,1 12 0,6 16,2 5,3 33,1 27,5 12,4

Azerbaycan .. .. .. -39 89 -18 111,4 67 23 -2 2,6 20,6 84 61,5 ..

B. Rusya .. 4,2 -18,7 -7,6 -13,7 -29,6 -3,1 21,7 10,1 -4 2,3 -2,3 6,7 22 18,9

Kazakistan .. -25,8 -16,6 -28,5 -11,4 -37,9 -23,9 3,3 -7,2 0,5 16,1 25,3 10,2 8,9 12,4

Kırgızistan .. -10,6 -29,3 -21,8 -28,9 60,7 -13 -29,6 -1,6 28,1 26,9 -1,9 -7,4 -6,4 -3

Moldova .. .. .. .. -43,5 -10 25,6 -5,3 9,2 -23,1 -8,7 17,3 5,7 18,6 7,6

Rusya .. -15,5 -41,5 -25,8 -26 -7,5 -20,1 -9,6 -12,4 8,1 16,6 10,9 3,1 12,8 10,8

Ukrayna .. -20,9 -14,9 -30,5 -41 -30,8 -22,7 2,1 2,6 0,1 12,4 6,2 3,4 15,8 ..

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 79: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

77

Çizelge 4: Toplam İstihdam (% Değişme)

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti -0,9 -5,5 -2,6 -1,6 1,1 0,7 0,2 -0,7 -1,4 -2,1 -0,7 -0,1 0,8 -0,7 -0,6Estonya -1,4 -2,3 -5,6 -8,2 -3,4 -6,2 -2,2 -0,3 -1,7 -4,5 -1,2 0,9 1,4 1,5 0,2Macaristan -3,3 -10,3 -10 -6,3 -2 -1,9 -0,8 .. 1,4 3,1 1,2 0,3 0,1 1,3 -0,5Letonya 0,1 -0,8 -7,3 -6,9 -10,1 -3,5 -2,6 4,3 -0,4 -1,8 -2,8 2,2 2,8 1,8 1,1Litvanya -2,7 2,4 -2,2 -4,2 -5,8 -1,9 0,9 0,6 -0,8 -2,2 -4 -3,3 4 2,3 -0,1Polonya -4,2 -5,9 -4,2 -2,4 1 1,8 1,9 2,8 2,3 -2,7 -2,3 -0,6 -2,2 -0,7 -0,1Slovakya -1,8 -12,5 1,1 -2,6 -4,2 2,1 3,3 -0,5 -0,3 -3 -1,4 1 0,2 1,8 0,3Slovenya -3,9 -7,8 -5,5 -2,9 -2,5 -0,2 -0,5 -0,2 0,2 1,8 1,3 1,4 0,6 -0,8 0,6 BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan 1,6 1,7 -6,5 -3,1 -4,6 -1,7 -3,9 -5,7 -3,8 -4,3 -2,9 -2,3 .. 0,1 0,3Azerbaycan 0,9 0,8 -0,3 -0,2 -2,2 -0,5 2 0,2 0,2 .. .. 0,3 0,3 0,6 1,7B. Rusya -0,9 -2,5 -2,6 -1,3 -2,6 -6,2 -1 0,1 1,1 0,6 .. -0,5 -0,8 -0,9 -0,1Gürcistan 2,3 -8,9 -21,2 -9,6 -2,4 -1,2 2,7 0,2 -6,3 0,1 6,2 2,1 -2,1 -1,3 -1,7Kazakistan 1,3 -1,1 -1,8 -8,1 -5,5 -0,5 -0,5 -0,7 -5,3 -0,4 1,6 8 0,2 4,1 2,8Kırgızistan 0,5 0,3 4,7 -8,5 -2,1 -0,2 0,6 2,3 0,9 3,5 0,2 1,1 1,1 1,7 3,4Moldova -0,9 -0,1 -1 -0,8 -0,4 -0,5 -0,8 -0,8 -0,2 -9 1,3 -1,1 0,4 -9,9 -3Rusya -0,4 -2 -2,4 -1,7 -3,3 -3 -0,7 -1,9 -1,4 0,2 0,6 0,2 2,6 -0,6 2,4Tacikistan 3,2 1,7 -3,2 -2,8 .. -0,1 -6,6 3,5 0,3 -3,3 0,5 4,8 1,5 1,5 -0,2Türkmenistan 3,4 3,5 3,3 3,2 3,9 3,4 1,8 2 1,3 0,7 3 2 2,5 2,2 ..Ukrayna .. -1,7 -2 -2,3 -3,8 3 -2,1 -2,7 -1,1 -2,3 -2,5 -1 0,6 0,4 0,7Özbekistan 4,2 4 0,2 -0,1 1,4 0,8 1,3 1,4 1,4 1 1,1 1,7 2,1 2,8 3,4

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 80: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

78

Geçiş ekonomilerinde ekonomik reformlar çok geniş bir çerçevede sürdürüldüğünden ekonomilerin genel olarak bir liberalleşme dönemi yaşadığı bir gerçektir. Bir ekonominin liberalizasyon açısından aldığı yolu ölçmek için geçiş ekonomilerinden sonra liberalizasyon indeksleri yayımlanmaktadır. Bu ölçüt daha çok geçiş ekonomilerinde uygulanan reformların büyüklüğünü ve derinliğini yansıtmaktadır. Çizelge 5’te liberalizasyon indeksi değerleri yer almaktadır. Bu indeks, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD)nın belirlediği sekiz ilerleme göstergesinin ağırlıksız ortalamasından oluşmaktadır. 0, liberalizasyonun olmadığını,1 ise tam liberalizasyonu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle indeks değerinin 1’e yaklaşması liberalizasyonun yüksek olduğu anlamına gelmektedir.

Çizelge 5: Liberalizasyon İndeksi

1989 1994 2000

AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti 0,17 0,92 0,92Estonya 0,25 0,75 0,92Macaristan 0,58 0,92 0,92Letonya 0,25 0,75 0,92Litvanya 0,25 0,83 0,92Polonya 0,58 0,83 0,92Slovakya 0,17 0,75 0,92Slovenya 0,42 0,92 0,92BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan 0,25 0,58 0,50Azerbaycan 0,25 0,17 0,25B. Rusya 0,25 0,50 0,17Gürcistan 0,25 0,33 0,50Kazakistan 0,25 0,25 0,25Kırgızistan 0,25 0,58 0,25Moldova 0,25 0,50 0,67Rusya 0,25 0,58 0,33Tacikistan 0,25 0,00 0,17Türkmenistan 0,25 0,00 0,00Ukrayna 0,25 0,58 0,50Özbekistan 0,25 0,00 0,08

Kaynak: Fidrmuc.

Page 81: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

79

Liberalizasyon ile büyüme arasındaki yakın ve güçlü bir ilişkinin varlığı uluslararası organizasyonların raporlarında açıkça vurgulanmaktadır.29 Raporun yayımlandığı yıla kadar geçiş ekonomilerinin gösterdiği ekonomik performansın kötülüğü, ekonomik büyümeye geçişin sağlanamaması liberalizasyon ile büyüme arasında var olduğu ileri sürülen ilişkiye kuşkuyla bakılmasına neden olmuştur. Geçiş ekonomilerinin üzerinden geçen yaklaşık 15 yıllık süreden sonra geriye bakıldığında görülmektedir ki, liberalizasyon ile ekonomik büyüme arasında yakın bir ilişki vardır. Özellikle liberalizasyon politikalarını kararlı bir şekilde hızla gerçekleştiren ülkelerin ekonomik büyümeye diğerlerine oranla daha hızlı geçtikleri görülmektedir.30

Çizelge 5’te MDA ve BDT ülkelerine ilişkin liberalizasyon indeksi sunulmaktadır. Bu çizelge, MDA ile BDT ülkeleri arasında dışa açılma ve dış dünya ile bütünleşme bağlamında çok açık bir farklılık olduğunu göstermektedir. MDA ülkeleri, neredeyse tamamen dış dünya ile bütünleşmiş bir yapıya sahipken aynı durum diğer gruptaki ülkeler için çok düşük seviyede kalmıştır.

Çizelge 5, ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde geçiş ekonomilerinden AB’ye üyelik perspektifi içinde olan ülkelerin dünya ekonomisi ve AB ülkeleri ekonomileri ile bütünleşme konusunda ciddi ilerlemeler kaydettiğini göstermektedir.31 Ancak aynı ilerlemenin Kafkasya ve Orta Asya geçiş ekonomilerinde yaşanmadığı da açıktır. BDT ülkeleri, MDA ülkeleri ile karşılaştırılamayacak kadar kapalı bir ekonomi özelliği yansıtmaktadır. MDA ülkelerinin AB üyeliği çerçevesinde, kendi aralarında “iş yapabildiklerini gösterme” bağlamında oluşturdukları serbest ticaret anlaşmalarının (CEFTA ve BFTA gibi)32 bu süreçte önemli rol oynadıkları görülmektedir.33

29 World Bank; From Plan to Market, World Development Report 1996, New York, Oxford University Pres, 1996. 30 M. Lavigne; “Ten Years of Transition: A Review Article”, Communist and Post-Communist Studies, 33, 2000, s. 481. 31 H. Arıkan ve M. Kar; "Merkezi ve Doğu Avrupa ile Baltık Ülkelerinin Avrupa Birliği'ne Ekonomik ve Politik Entegrasyonu", içinde S. Dedeoğlu ve T. Subaşat (Editörler), Kalkınma ve Küreselleşme, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2004. 32 CEFTA, Merkezî Avrupa Serbest Ticaret Anlaşmasını; BFTA ise Baltık Serbest Ticaret Anlaşması’nı ifade etmektedir. 33 M. Dangerfield; “Subregional Cooperation in Central and Eastern Europe: Support or Substitute for the “Return to Europe”, içinde C. Ross (Editör) Perspectives on the Enlargement of the European Union, Leiden:Brill, 2002. Dangerfield; “Integrating the “New” Europe:What Role (if any) Does CEFTA Have?”, içinde H. Ingham ve M. Ingham (Derleyenler), EU Expansion to the East, ss.65-87, Cheltenham:Edward Elgar, 2003. Dangerfield; “The Central European Free Trade Agrement (CEFTA) and Subregional Economic Cooperation in Southeast Europe: Model or Player?”, içinde S. Reic (Derleyen), Enterprise in Transition, Faculty of Economics, Split, Hırvatistan, 22-24 Mayıs 2003. I. Mile; “The Central European Free Trade Agreement (CEFTA): A Step Towards EU Membership or Genuine Cooperation?”, içinde C. C. Paraskevopoulos, A. A. Kintis ve A. J. Kondonassis (Editörler), Globalization and the Political Economy of Trade Policy, Toronto: APF Press http://www.apfpress.com/book2/pdf_files/12.pdf, (Erişim: 10.06.2004).

Page 82: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

80

Çizelge 6 ise, cari hesap dengesine34 ilişkin bilgileri vermektedir. MDA ülkelerinin liberalizasyon ile birlikte cari açıklarının önemli ölçüde arttığı görülmektedir. BDT ülkelerinin cari açıkları ise oldukça dalgalı bir seyir izlemektedir. Bazı ülkelerin (örneğin Azerbaycan) cari açıklarında kısmi bir iyileşme görülse de son yıllarda tekrar arttığı görülmektedir.

Geçiş ekonomilerindeki yapısal dönüşüme paralel olarak ortaya çıkan cari açıkların nasıl finanse edildiği oldukça önemlidir. Bu bağlamda geçiş ekonomilerine yönelen doğrudan yabancı sermayenin miktarının cari açıkların kapanmasına katkıda bulunduğu bir gerçektir. Çizelge 7 incelemeye konu olan ülkelere yönelen doğrudan yabancı sermaye miktarlarını göstermektedir. Çizelge 7, MDA ülkelerinin doğrudan yabancı sermaye çekme noktasında oldukça başarılı olduklarını göstermektedir. Büyük küçük hemen hemen bütün MDA ülkeleri, yıllar itibarıyla doğrudan yabancı sermaye miktarında artışı gerçekleştirmiştir. Ancak aynı durumu BDT ülkeleri için söylemek oldukça zordur. Azerbaycan, Kazakistan, Ukrayna ve Rusya hariç diğer BDT ülkeleri, doğrudan yabancı sermaye çekme noktasında başarılı olamamışlardır. Bu durum BDT ülkelerinin yeterince dışa açık olmama politikalarının bir sonucu olarak da algılanabilir. Ancak bu noktada bu ülkelerden Azerbaycan ve Kazakistan’a yönelen yabancı sermayenin petrol sektörüne yoğunlaşması ayrıca dikkate değer bir durum arz etmektedir. Diğer bir ifadeyle, doğrudan yabancı sermayenin, bu ülkelerde ekonominin bütün sektörlerine yönelme yerine, stratejik önemi olan petrole odaklandığı ve dolayısıyla yabancı sermayeden beklenen istihdam yaratma, teknoloji transferi ve yönetim bilgisi getirme gibi beklenen etkileri kısıtladığı görülmektedir.

34 + cari fazla ve - cari açık verildiğini göstermektedir.

Page 83: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

81

Çizelge 6: Cari Hesap Dengesi (Milyon Dolar) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004

AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti .. .. .. 456 -787 -1369 -4121 -3564 -1255 -1462 -2718 -3273 -4166 -5690 -5574Estonya .. .. 36 22 -167 -158 -398 -563 -478 -247 -294 -339 -716 -1116 -1432Macaristan 123 267 325 -3455 -3911 -1656 -1788 -2055 -3393 -3762 -4010 -3200 -4639 -7183 -8845Letonya .. .. 191 417 201 -16 -279 -345 -560 -654 -355 -626 -621 -917 -1673Litvanya .. .. .. -86 -94 -614 -723 -981 -1298 -1194 -675 -574 -734 -1278 -1589Polonya 3067 -2146 -3104 -5788 954 854 -3266 -5744 -6901 -12487 -9981 -5376 -5011 -4599 -3585Slovakya .. .. .. -532 759 511 -1960 -1827 -1982 -980 -702 -1746 -1924 -276 -1447Slovenya 517 129 926 192 575 -75 56 51 -118 -698 -548 37 325 -99 -122BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan .. .. .. -67 -104 -218 -291 -307 -403 -307 -278 -200 -148 -191 -167Azerbaycan .. .. 488 -160 -121 -401 -931 -916 -1365 -600 -168 -52 -768 -2021 -2589B. Rusya .. .. 131 -435 -444 -458 -516 -859 -1017 -194 -338 -394 -311 -423 -1043Gürcistan .. .. .. -354 -277 -363 -570 -514 -290 -264 -175 -211 -198 -371 -349Kazakistan .. .. .. -641 -905 -213 -751 -799 -1236 -236 366 -1390 -1024 -270 533Kırgızistan .. .. .. -88 -81 -235 -425 -138 -364 -184 -78 -24 -45 -79 -84Moldova .. .. .. .. -82 -85 -192 -175 -335 -68 -98 -25 -67 -130 -113Rusya .. .. -69 9013 7844 6963 10847 -80 219 24616 46839 33935 29116 35410 60109Tacikistan .. .. .. -208 -170 -89 -75 -61 -120 -36 -62 -61 -17 -5 -57Türkmenistan -308 447 926 776 84 24 2 -580 -1029 .. .. .. .. .. ..Ukrayna .. .. .. .. -1163 -1152 -1185 -1335 -1296 1658 1481 1402 3173 2891 6804Özbekistan .. .. -236 -429 118 -21 -980 -584 -103 -126 224 -115 .. .. ..

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 84: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

82

Ekonomilerin geçişe farklı aşamalarda kalkınmışlık düzeylerinden başlamalarından veya farklı dışsal faktörlerden kaynaklanan başlangıç koşulları olarak ise şu şekilde sıralanabilir:35

-Gelişmişlik düzeyi

-Yapısal ve makroekonomik çarpıklıkların boyutu

-Sosyalist sistemin geçerli olduğu süre

-Sosyalist sistemde reformların olup olmadığı ve kapsamı

-Sosyalist ülkeler arasındaki ticari sisteme entegrasyon ve bağımlılık derecesi

-Ulusal ekonomide özel sektörün büyüklüğü

-Doğal kaynakların varlığı ve dünyaya ulaştırma durumu

-Reformların başlangıç tarihleri

-İç ve dış makroekonomik denge

-Sosyalist sistemin uygulanması sırasında siyasi özgürlüklerin ve demokratikleşmenin boyutları

-Tarihî şartlar

-Sosyalist sisteme karşı yapılan bağımsızlık hareketlerinin gücü

-Etnik homojenlik ya da değişkenlik

-Devlet yönetiminin kalitesi.

Geçiş ekonomileri ekonomik sistem ve beşeri sermaye açısından birbirlerine benzer özelliklerde olsa da yukarıda belirtilen nitelikler ve nicelikler açısından farklılık göstermektedirler. Yukarıda anılan ampirik çalışmalarda başlangıç alanlarındaki farklılığın ülkelerin gösterdikleri ekonomik performansla yakından ilintili olduğunu açığa çıkarmıştır. Örneğin; sosyalist sisteme geç katılan ülkeler, “pazar hafızası (market memory)” açısından kendilerinden önce katılanlara göre piyasa ekonomisine daha kolay uyum sağlamışlardır. Bu görüş, sosyalist sistem içinde uzun kalan ülkelerin performanslarının göreceli olarak daha kısa kalanlara göre geçiş döneminde daha ağır sorunlarla karşılaşacağı görüşünü de içinde

35 M. Dabrowski; “Different Strategies of Transition to a Market Economy: How Do They Work in Practice?”, Policy Research Working Paper, Nu. 1579, Washington D.C.: World Bank, 1995. M. De Melo ve diğerleri; Circumstances and Choice: The Role of Initial Conditions and Policies in Transition Economies, IFC, October, Washington D.C: World Bank, 1997. Havrylyshyn vd. G. Krueger ve M. Ciolko; “A Note on Initial Conditions and Liberalization During Transition”, Journal of Comparative Economics, 26, 2000. E. Kocenda; “Macroeconomic Convergence in Transition Countries”, Journal of Comparative Economics, 29, 2001. M. Balcılar; “Geçiş Ekonomilerinin Büyüme Etkinliklerinin Bir Değerlendirmesi”, Küreselleşme ve Geçiş Ekonomileri Uluslar arası Sempozyumu, 2-4 Mayıs, Bişkek: Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Kırgızistan, 2002. Mitra ve Selowsky.

Page 85: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

83

taşımaktadır. Yine benzer şekilde özellikle Doğu Avrupa geçiş ekonomileri dışa açıklık açısından diğer sosyalist ülkelere göre daha açık bir ekonomik yapıya sahip olmuş ve Avrupa ile daha yakın ekonomik ilişkiler içinde olmuşlardır. Başlangıç koşulları, ekonomik performansı ve ekonomik liberalizasyonu etkilerken siyasi reformlar da ekonomik serbestleşmenin hızını etkilemektedir.36

Geçiş ekonomileri üzerine son zamanlarda yapılan çalışmalarda bu ülkelerdeki kurumsal eksiklik sıkça vurgulanır hâle gelmiştir.37 Bu eleştiriler daha çok 1989 Washington Uzlaşması’nı oluşturan politika seçeneklerinin geçiş ekonomileri için ölçülemez bir öneme sahip olan kurumsal öncelikleri ihmal ettiği üzerine yoğunlaşmaktadır. Geçiş ekonomilerine uygun bir teori tam olarak geliştirilemediğinden uygulanan politikalarla elde edilen sonuçlar teorik çerçevenin gelişmesine katkıda bulunduğu kadar politika seçeneklerinin de değiştirilmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, 1989 Washington Uzlaşması’nın “kurum inşasını (institution building)” da kapsayacak şekilde genişletilmeye çalışıldığı ve kurumsal alt yapının oluşturulmasının geçiş ekonomilerinin başarısını etkileyen olmazsa olmaz koşullar arasında sayıldığı görülmektedir.38

36 De Melo vd. Fidrmuc. Kim ve Pirttila. 37 Kolodko. Branson vd. Ofer. Lavigne. 38 Kolodko. Lavigne. Fidrmuc.

Page 86: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

84

Çizelge 7: Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı (Milyon Dolar) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004

AB YENİ ÜYELERİ Çek Cumhuriyeti .. .. .. 654 869 2562 1428 1300 3718 6324 4896 5641 8483 2101 4463Estonya .. .. 82 162 215 202 151 267 581 305 387 542 284 919 1049Macaristan 311 1459 1471 2339 1146 4834 3333 4174 3350 3309 2763 3929 2998 2155 4178Letonya .. .. 29 45 214 180 382 521 357 347 413 132 254 300 647Litvanya .. .. . 30 31 73 152 355 926 486 379 446 732 179 773Polonya 89 291 678 1715 1875 3659 4498 4908 6365 7270 9343 5714 4131 4123 6159Slovakya .. .. .. 195 269 308 353 231 707 428 1925 1584 4141 669 1107Slovenya 4 65 111 113 117 151 174 334 216 107 136 370 1686 337 516BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Ermenistan .. .. .. 1 8 25 18 52 232 122 104 70 111 121 218Azerbaycan .. .. .. 60 22 330 627 1115 1023 510 130 227 1392 3285 3556B. Rusya .. .. 7 18 11 15 105 352 203 444 119 96 247 172 169Gürcistan .. .. .. .. 8 243 265 82 131 110 167 339 499Kazakistan .. .. .. 228 635 964 1137 1321 1151 1472 1283 2835 2590 2088 4269Kırgızistan .. 10 38 96 47 83 109 44 -2 5 5 46 35Moldova .. .. .. 12 67 23 79 76 38 127 102 132 71 148Rusya .. .. 1161 1211 690 2066 2579 4865 2761 3309 2714 2748 3461 7958 11672Tacikistan .. .. .. 9 12 20 18 18 25 21 24 9 36 32 272Türkmenistan .. .. 11 79 108 233 108 108 62 .. .. .. .. .. ..Ukrayna .. .. 159 267 521 623 743 496 595 792 693 1421 1715Özbekistan .. .. 9 48 73 -24 90 167 140 121 75 83

Kaynak: United Nations, 2005, Economic Survey of Europe, Secretariat of the Economic Commission for Europe, Nu. 2, Geneva.

Page 87: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

85

Sonuç

Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılmasının ardından gelişen olaylar dünya ekonomisini ve uluslararası ilişkileri derinden etkilemiştir. Birinci olarak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlıklarını ilan eden ülkeler, bir yandan planlı ekonomik sistemden serbest piyasa ekonomisine (geçiş ekonomisi), diğer yandan da politik anlamda liberal demokrasilere yöneldiler. Bu süreç özellikle ekonomik ve politik anlamda bu ülkelerde çözülmesi gereken birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Piyasa ekonomisi, özel mülkiyet, fikrî haklar gibi serbest piyasa ekonomisinin temel unsurlarına uzak bir şekilde örgütlenen planlı ekonomik sistemin serbest piyasa ekonomisine yönelirken makro ekonomik istikrar, kurumsal yapı değişikliği, fiyat istikrarı gibi temel sorunları çözmesi gerekmektedir.

Neredeyse 20 yıla yaklaşan bu geçiş sürecinde uygulanan politikaların içeriklerinde, uygulama şekillerinde ve diğer bazı dışsal faktörlerde görülen farklılık nedeniyle, ülkelerin ekonomik performansları arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle MDA ülkelerinin ekonomik performansı, BDT ülkelerine göre oldukça iyi bir durumdadır. Kafkas ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin geçiş sürecindeki performansları kendi içinde de bir bütünlük arz etmemektedir. Ama genel olarak bakıldığında hâlâ önemli ekonomik sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Türkiye’nin bu ülkelerle orta ve uzun vadeli ortak projeler geliştirmesi, bir yandan Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak etkisini artırırken diğer yandan bu ülkelerin ekonomik ve politik olarak daha istikrarlı olmasına katkı sağlayacaktır.

Abstract: The aim of this paper is to survey macroeconomic issues that marked the transition from centrally planned to market economy in the Central and Eastern European and the former Soviet Union countries. In particular, the macroeconomic performance of these transition countries is examined in terms of economic growth, inflation, capital formation, current account and foreign direct investment. The comparison of the Central and Eastern European countries with the former Soviet Union countries revealed that the Central and Eastern European economies have grown faster, shown price stability, accumulated higher capital formation, integrated into the world economy and attracted more foreign direct investment than the other group.

Keywords: Transition economies, Central and Eastern European Countries, Commonwealth of Independent States, Central Asian Turkish Countries, economic performance.

Page 88: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

87

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE GÜVENLİK KAVRAMI: ÖNERİ VE TEKLİFLER

Dr. Fırat BAYAR*

Özet: Çağdaş küreselleşme sürecinde, salt ulus-devlet temelinde tanımlanmış geleneksel güvenlik kavramı geçerliliğini yitirmekte ve mevcut küresel sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, uluslararası terörizm ile mücadelede başarılı olunabilmesi ve küresel güvenliğin temin edilebilmesi için küreselleşme süreci ile uyumlu etkin güvenlik politikaları üretilmelidir. Hâlihazırdaki çalışma, bu adımlara ilişkin belli başlı öneri ve teklifler getirerek mevcut tartışmaya katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Anahtar kelimeler: Küreselleşme, teknoloji / iletişim devrimi, yönetişim, terörizm, küresel güvenlik.

Giriş

Ekonomik, siyasi, teknolojik / iletişimsel, çevresel / demografik ve kültürel olarak çeşitli boyutlardan meydana gelen ve içinde yaşadığımız dünyanın şekillenmesinde oldukça etkin biçimde rol alan küreselleşme süreci, diğer tüm alanlarda olduğu gibi güvenlik kavramını da yapısal ve köklü bir dönüşüme zorlamaktadır.

Ulus-devlet, uluslararası kuruluşlar ve devletler üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları gibi aktörlerin karşılıklı iletişimi ve etkileşimi sonucunda şekillenmekte olan çağdaş küreselleşme sürecinde, salt ulus-devlet temelinde tanımlanmış geleneksel güvenlik kavramı geçerliliğini yitirmekte ve küresel sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadır.

Dolayısıyla, terörizm ile mücadelede başarılı olunabilmesi ve küresel güvenliğin temin edilebilmesi için öncelikle içinde yaşadığımız küreselleşme sürecine özgün özellik ve dinamikler teşhis edilmeli; bunu müteakip güvenlik konusunda uygun ve etkin politikalar üretilmelidir. Hâlihazırdaki çalışma, bu girişimler konusunda belli başlı öneri ve teklifler getirerek mevcut tartışmaya katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Bu çerçevede çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, çağdaş küreselleşme sürecini incelemektedir. Bu bağlamda, öncelikle küreselleşmenin kısa bir tanımına yer verilmekte, sonrasında bu kavramın kısa bir tarihçesi ve farklı boyutları üzerinde durulmaktadır.

İkinci bölüm ise güvenlik konusunu irdelemekte; küreselleşme sürecinin güvenlik kavramı üzerindeki etkileri, teknoloji / iletişim devrimi ile küresel terörist faaliyetler arasındaki ilişki ve küresel güvenliğin temininde ulus-devlet ötesi iş birliğinin gerekliliği gibi konular üzerinde durulmaktadır.

Son bölüm ise çağdaş küreselleşme sürecinde terörizm ile mücadele ve küresel güvenliğin temini doğrultusunda çeşitli öneri ve teklifleri dile getirmektedir.

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* elmek: [email protected].

Page 89: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

88

1. Küreselleşme

a. Küreselleşmenin Tanımı

Küreselleşme, son yirmi yıl içinde, gerek uluslararası politika ve diplomasi alanında gerek bu alana ait akademik çalışmalar çerçevesinde en çok kullanılan terimlerin başında yer almaktadır. Bu özelliğine rağmen, küreselleşmenin genel kabul gören bir tanımı bulunmamakta, bu kavram birbirinden farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanılmaktadır. Örneğin, literatürde küreselleşmenin, uluslararasılaşma, evrenselleşme, liberalizasyon, Batılılaşma, karşılıklı bağımlılık, modernizasyon gibi çeşitli terimlerle eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir.

Buna ilaveten, günümüzde yaygın bir şekilde rastlandığı üzere, küreselleşme kavramı hemen her türlü olayla ilintilendirilmekte neden - sonuç ilişkisi içinde temel etken olarak yansıtılmakta ve bu geniş kullanımdan ötürü, esas itibarıyla ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir “klişe” hâline gelmektedir.1 Bu nedenle, hâlihazırdaki çalışma küreselleşmenin tanımını yaparak başlamakta ve küreselleşme, en genel anlamda, yerkürenin farklı bölgelerinde yaşayan insan, toplum ve devletler arasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin “karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak ifade edilmektedir.2

Bu tanımıyla küreselleşme, yerel-evrensel sarkacında her iki yöne doğru ilerleyen bir süreci tarif etmekte, statik bir yapıdan ziyade son derece dinamik ve değişken bir kavrama işaret etmektedir. Küreselleşme, her geçen gün dünyanın farklı alanlarını nüfuzu altına almaya devam etmekte ve bu sayede bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile mevcut yapısını sürekli biçimde uyarlamaktadır.

Yukarıdaki tanım ışığında, küreselleşmenin çok boyutlu bir kavram olduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Nüfuz alanı insan ve insan toplulukları arasındaki ilişkiler olan küreselleşme, bu itibarla ekonomik, siyasi, teknolojik / iletişimsel, çevresel / demografik ve kültürel boyutlara sahiptir. Bu boyutlar üzerinde makalenin ilerleyen bölümlerinde durulacaktır.

Bu çerçevede üzerinde durulması gereken son bir husus ise küreselleşme sürecinin temel aktörlerine ilişkindir. Çağdaş küreselleşme, çok-aktörlü bir yapı içinde gelişmektedir. Bu bağlamda, dört temel aktörden bahsedilebilir: Ulus-devlet, uluslararası kuruluşlar ve devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları. Küreselleşme süreci, bu aktörlerin karşılıklı iletişimi ve etkileşimi sonucunda şekillenmektedir.

b. Küreselleşmenin Kısa Tarihçesi

Küreselleşme, esasen yeni bir olgu değildir. Küreselleşmenin tarihi farklı coğrafyalarda yaşayan insan toplulukları arasındaki ilişkilerin kurulduğu zamana kadar uzanmaktadır. Bununla birlikte, bugün sahip olduğu anlam

1 D. Held - A. Mcgrew - D. Goldblatt ve J. Perraton; “Global Transformations: Politics, Economics and Culture”, Polity Press, Cambridge, 1999, s. 1. 2 J. Baylis ve S. Smith; “Introduction”, Ed. J. Baylis ve S. Smith; “The Globalization of World Politics”, Oxford University Press, 2004, s. 8.

Page 90: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

89

itibarıyla, küreselleşmenin üç evreden geçerek günümüzdeki hâlini aldığı söylenebilir. Bu evreler şu şekilde sıralanabilir: XIX. yüzyılın sonlarından 1914’lü yıllara kadar olan dönem, 1914’lü yıllardan 1945-1950’li yıllara kadar olan dönem ve 1945-1950 sonrası dönem.

XIX. yüzyılın sonlarından 1914’lü yıllara kadar geçen dönemde, küreselleşmenin, özellikle iktisadi anlamda oldukça ileri bir seviyede olduğu görülmektedir. Bu dönemde, uluslararası ticaretin önündeki engel ve tarifeler yok denecek seviyelere gerilemiş, küresel piyasaların entegrasyonu derinleşmiş, ulaşım maliyetleri ve uluslararası alanda kişilerin serbest dolaşımı önündeki kısıtlamalar oldukça düşük seviyelere inmiştir.

Küreselleşme lehinde gelişen bu hava, 1914’lü yıllardan 1945-1950’li yıllara kadar süren evre içinde ise tersine dönmüştür. Birinci Dünya Savaşı ile başlayan büyük bunalım ile devam eden ve İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi ile sona eren bu dönem, küreselleşme dinamiklerinin ve küresel entegrasyon akımlarının ciddi bir biçimde sekteye uğradığı bir dönemdir. Siyasi anlamda aşırı milliyetçilik, iktisadi anlamda korumacılık ve kendi kendine yeterlilik türündeki eğilimler bu dönemin tipik özellikleridir.

1945-1950 sonrası dönemde ve özellikle 1980 sonrasında ise küreselleşme büyük bir ivme kazanarak benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durumun türlü nedenleri bulunmaktadır. Ekonomik anlamda, uluslararası ticaret hacmi ve uluslararası sermaye akımlarının hızı daha önceden eşi görülmemiş seviyelere erişmiş, küresel üretim süreçleri büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Öte yandan, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bu denli büyük bir savaşın bir kez daha yaşanmamasını teminen, siyasi küreselleşme ivme kazanmıştır. Ayrıca, teknolojik anlamda bu dönemde, yerkürenin hemen her kesimini etkisi altına alan bir iletişim devrimi yaşanmıştır. Son olarak ve bilhassa 1980 sonrasında, küreselleşmenin çevresel, demografik ve kültürel boyutları da dünya gündeminin ilk sıralarında yer almaya başlamıştır.

c. Küreselleşmenin Boyutları

Yukarıda ifade edildiği üzere, küreselleşme, çok boyutlu bir kavram olup tüm bu boyutların karşılıklı etkileşimi sonucunda şekillenmektedir. Söz konusu boyutlar ekonomik, siyasi, teknolojik / iletişimsel /, çevresel / demografik ve kültürel olarak sıralanabilir.

1) Ekonomik Boyut

Ekonomik boyut, küreselleşmenin en önemli itici güçlerinden birini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, çağdaş ekonomik küreselleşmenin özellikle üç alt bileşeni üzerinde durmak isabetli olacaktır. Bunlardan ilki, günümüz uluslararası ticaretinin kendine özgü niteliklerine ilişkindir. Bu çerçevede bir örnek vermek gerekirse aşağıda Şekil 1’de görüldüğü üzere, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde dünya gayrisafi yurt içi hasılası (GSYİH) altı kat artmışken dünya ticari eşya ihracatı 20 kat artmıştır. Ticari eşyanın yanında,

Page 91: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

90

benzer bir artış mamul mallar ve hizmetler ihracatında da yaşanmıştır. Savaş sonrası dönemde dünya ticaretindeki bu artışın temel nedenlerinin başında ticaretin önündeki vergi, tarife ve kısıtlamaların hızlı bir şekilde düşürülmüş olması ve anılan dönemde gelişmiş ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin de dünya ticareti içinde önemli bir rol üstlenmeleri gelmektedir.3

Çağdaş ekonomik küreselleşmenin ikinci bileşeni ise küresel mali piyasaların ve küresel sermaye akımlarının günümüzde sahip olduğu benzersiz hacim, derinlik ve çeşitlilikle ilgilidir. Günümüzdeki küresel ekonominin yürütülmesinde, uluslararası bankacılık ile uluslararası döviz, tahvil ve bono piyasaları büyük bir role sahip bulunmaktadır. Örneğin, günümüzde, dünya ölçeğinde bir günlük döviz işlem hacmi 1,5 trilyon ABD doları civarındadır. Öte yandan, özellikle “türev araçları” olarak nitelendirilen enstrümanlar sayesinde, küresel alanda kullanılan mali araçlar son derece çeşitlenmiş bulunmaktadır.

Küreselleşmenin ekonomik boyutu çerçevesinde son olarak küresel üretimdeki radikal dönüşüme değinmek gerekmektedir. Günümüzde, geleneksel ulus-devlet temelindeki yapının aksine, üretim faaliyetleri küresel ölçekte yerine getirilmekte, üretimin farklı aşamaları farklı coğrafyalarda sonuçlandırılmaktadır.4 Bu süreçte, en önemli birim çokuluslu şirketler olarak ortaya çıkmakta, bu şirketler portföy yatırımlarından doğrudan yabancı yatırımlara, uluslararası mal ve hizmet ticaretinden turizme kadar birçok ekonomik alanda faaliyet göstermektedirler. Öte yandan, “yeni ekonomi” ve “post-endüstriyel üretim” gibi kavramlarla da tanımlandığı üzere, günümüzdeki üretim sürecinin en önemli özelliği, mal üretiminden ziyade hizmet üretimine ağırlık vermesi ve bu itibarla en önemli üretim faktörünün nitelikli insan kaynağına dönüşmüş olmasıdır.5

2) Siyasi Boyut

Siyasi küreselleşme, esas itibarıyla günümüz dünyasında siyasi güç, otorite ve yönetim biçimlerindeki yapısal dönüşüm olarak tanımlanabilir. Günümüzde, nüfuz alanını tüm dünya olarak ilan eden “küresel siyaset” anlayışının giderek güçlendiği görülmektedir. Bu durum, geleneksel siyaset

3 Held - McGrew - Goldblatt ve Perraton. D. Tussie ve N. Woods; “Trade, Regionalism and the Threat to Multilateralism”, Ed. N. Woods, “The Political Economy of Globalization”, Macmillan, Londra, 2000, s. 59. J. Perraton; “The Scope and Implications of Globalisation”, Ed. J. Michie, “The Handbook of Globalisation”, Edward Elgar, Cheltenham, 2003, s. 44. C. Pierson; “Globalization and the end of Social Democracy”, Working Documents in the Study of European Governance, Number: 9, The Center for the Study of European Governance, University of Nottingham, 2001, s. 2. 4 T. Biersteker; “Globalization as a Mode of Thinking”, Ed. N. Woods, “The Political Economy of Globalization”, Macmillan, Londra, 2000, s. 151. J. A. Scholte; “Global Trade and Finance”, Ed. J. Baylis ve S. Smith, “The Globalization of World Politics”, Oxford University Press, 2004, s. 606. 5 D. Bell; “The Coming of Post-Industrial Society: A Venture in Social Forecasting”, Heinamann Educational, Londra, 1973. D. Marin ve T. Verdier; “Globalization and the ‘New Enterprise’”, Discussion Paper, 2002-07, Department of Economics, University of Munich, 2002, s. 2 - 3. L. Bryan - J. Fraser - J. Oppenheim ve W. Rall; “Race for the World: Strategies to Build a Great Global Firm“, Harvard Business School Press, 1999.

Page 92: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

91

anlayışından farklı bir yapıyı yansıtmakta, küreselleşmenin yukarıda değinilen çok aktörlü yapısına işaret etmektedir.

Bir başka deyişle, “küresel siyaset”, söz konusu yapının dört temel aktörü olan ulus-devlet, devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşimi sonucunda şekillenmektedir.6 Ulus devlet, bu süreçte şüphesiz temel birim olarak faaliyet göstermeye devam etmekte, ancak manevra alanları geçmişe oranla belirli ölçülerde kısıtlanmaktadır. Literatürde, bu yeni yapıyı betimlemek üzere “küresel yönetişim” kavramı kullanılmaktadır.

Küresel siyasetin ortaya çıkışı, ortodoks uluslararası ilişkiler teorilerinde bulunan geleneksel iki ayrımı da geçersiz hâle getirmektedir. Bunlardan ilki, geleneksel iç/dış siyaset ayrımının artan bir oranda sorgulanmak durumunda kalmasıdır. Günümüz siyasetinde, gerek iç, dış siyaset üzerinde gerekse dış, iç siyaset üzerinde belirleyici etkilerde bulunabilmektedir.

Uluslararası ilişkiler teorisinde mevcut diğer bir geleneksel ayrım olan “üst-alt siyaset” farklılaşması da küreselleşme sürecinde giderek bulanıklaşmaktadır. Teoride 1960 ve 1970’li yıllarda oldukça geçerli olan bu ayrım, uluslararası ilişkilerde güvenlik konularının “üst”, ekonomik konuların ise “alt” bir siyasete işaret ettiği varsayımına dayanmaktaydı. Günümüzde ise bu farklılaşmanın sınırları geçerliliğini kaybetmekte, her iki alan artan oranda iç içe geçmiş durumda bulunmaktadır.

3) Teknoloji / İletişim Boyutu

Çağdaş küreselleşmenin en önemli tetikleyicilerinden biri de özellikle son dönemde giderek artan bir hızla gelişen teknoloji / iletişim devrimine ilişkindir. Literatürde, “üçüncü sanayi devrimi” olarak da adlandırılan bu devrimin özellikleri arasında veri iletiminde mikroişlemciden ve uydu teknolojilerinden faydalanılması, bilginin saklanması, depolanması, işlenmesi ve iletilmesinde dijital ortamlardan yararlanılması ve iletişim araçlarının üretim ve kullanım maliyetlerindeki radikal düşüş seyri sıralanabilir.7

Yukarıda belirtilen hususlara ilişkin birkaç çarpıcı istatistiksel bilgi şu şekildedir: 1 milyon megabitlik bir veri, 1970 yılında Boston’dan Los Angeles’a 150.000 ABD doları civarında bir maliyet karşılığında ulaştırılırken aynı işlemin bugünkü maliyeti 12 sent civarındadır. New York’tan Londra’ya üç dakikalık bir telefon görüşmesinin 1930 yılındaki ücreti 300 dolar iken, bugün 20 sent kadardır. 1993 yılında dünya genelinde yalnızca 50 internet sitesi bulunurken bundan sadece sekiz yıl sonra, bu rakam 350 milyona

6 A. Mcgrew; “Power Shift: From National Government to Global Governance?”, Ed. D. Held, “A Globalizing World?: Culture, Economics, Politics”, Routledge, Londra ve New York, 2000. 7 J. S. Jr. Nye; “In Government We Don’t Trust”, Ed. A. Giddens; “The Global Third Way Debate”, Polity Press, UK, 2001, s. 252. J. S. Jr. Nye; “Globalization and American Power”, Ed. D. Held ve A. Mcgrew, “The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate”, Polity Press, Cambridge, 2003, s. 215.

Page 93: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

ulaşmıştır.8 1990’lı yıllar boyunca telekomünikasyon hizmetlerinde yaşanan radikal gelişmeler Şekil 2’den de takip edilebilmektedir.

4) Çevresel / Demografik Boyut

Çevre konusu, özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren küreselleşmeyle birlikte anılan en önemli konulardan biri hâline gelmiştir. Küresel ısınma, hava kirliliği, nükleer ve kimyasal atıklar, kuraklık ve sel felaketleri, biyo-çeşitlilik ve türlerin yok oluşuna ilişkin sorunlar, asit yağmurları, deniz, göl ve akarsu kirliliği gibi problemler küreselleşme süreci ile doğrudan ilintili konulardır.9

Bu sorunların temel özelliği, belirli bir yer ya da bölgeyi ilgilendirmekten ziyade küresel ölçekte sonuçlara neden olmalarıdır. Bu itibarla, anılan sorunların çözümü için ulus-devlet ötesi bir çaba gerekmekte, küresel düzeyde bir bilinçlenme sonucunda oluşacak bir uluslararası dayanışma ve iş birliğine ihtiyaç duyulmaktadır.

Öte yandan, küreselleşmenin çevre boyutu, yerkürenin demografik durumuyla da yakından ilintilidir. Dünya nüfusunun artışı, en azından bazı bölgelerde, mevcut kaynakların yok olması anlamına gelmektedir. Günümüzde 6,3 milyar civarında olan dünya nüfusunun 2050’de 9,4 milyara ulaşacağı ve bu artışın % 95’inden fazlasının gelişmekte olan ülkelerde yaşanacağı dikkate alındığında, bölgesel düzeyde ortaya çıksa da küresel etkiler doğurabilecek olan açlık, kıtlık, kuraklık, kirlilik ve göç gibi çevresel sorunlar ciddiyet arz etmektedir.

5) Kültürel Boyut

Kültürü genel anlamda bir topluma özgü maddi ve manevi değerler bütünü olarak ele alırsak, bu çalışmanın başında yapılmış olan tanım ışığında, küreselleşmenin kültür üzerinde önemli etkiler doğuracağı kolaylıkla ifade edilebilir. Özellikle iletişim devrimin bir sonucu olarak günümüzde, tüm dünya genelinde bireyler ve toplumlar arasındaki etkileşim oldukça ileri bir seviyede bulunmaktadır. Bu sayede, söz konusu bireyler ve toplumlar arasında daha önceden birbirlerine yabancı gelen yaşam tarzları temelinde ortak bir payda oluşmakta, farklı zevkler, ilgi alanları gibi konularda belirli bir

92

1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002Telefon Hatları (milyon) 520 574 645 740 848 970 1.115Mobil Telefon Kullanıcıları (milyon) 11 23 55 145 319 650 1.000Uluslararası Telefon Konuşmaları (milyar dakika) 33 43 56 71 90 110 130Kişisel Bilgisayarlar (milyon) 120 150 190 260 370 500 670Internet Kullanıcıları (milyon) 2.6 6.9 16 54 149 311 500Kaynak: Uluslararası Telekomünikasyon Birliği

Tablo 1: Dünya Telekomünikasyon Hizmetleri Göstergeleri (1990-2002)

8 I. Clark; “Worlds Apart: Civil Society and The Battle For Ethical Globalization”, Earthscan Publications, Londra, 2003. 9 D. Held; “The Transformation of Political Community: Rethinking Democracy in the Context of Globalization”, Ed. I. Shapiro ve C. Hacker-Cordon; “Democracy’s Edges”, Cambridge University Press, Cambridge, 1999.

Page 94: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

93

ahenk, hatta yeknesaklık sağlanmaktadır. Bir anlamda, küresel bir kültür ve birikim ortaya çıkmaktadır.

Ancak, bu noktada unutulmaması gereken diğer bir husus, küreselleşme dinamiklerinin zaman zaman anılan kültürler arası ahenkten ziyade farklılaşma ve ayrışmayı da tetikleyebilmesidir. Kültürel etkileşim, çift yönlü bir biçimde seyredebilmekte, “küreselin” “yerele” ulaşması kadar, “yerelin” de “küresele” ulaşması söz konusu olabilmektedir.

2. Küreselleşme ve Güvenlik

a. Küreselleşme Sürecinin Güvenlik Kavramı Üzerindeki Etkileri

Güvenlik kavramı, geleneksel uluslararası ilişkiler disiplininde belirli bir toprak parçasının hükümran bir güç tarafından korunması çerçevesinde tanımlanmıştır. Başka bir ifadeyle, 1648 yılında düzenlenmiş olan Vesfalya Konferansı’nı müteakip olarak dünyanın ulus-devletler temelinde yapılandırılmış olması neticesinde, güvenliğin sağlanması görevi anılan ulus-devletlerin tekelinde olan bir işlev olarak mütalaa edilmiştir.

Bu durum hâlen geçerliliğini korumakta; ancak, yukarıda ifade edilen küreselleşme süreci ve bu sürece bağlı olarak gelişen “küresel yönetişim” adı altında tanımlanmakta olan yeni siyaset anlayışı çerçevesinde güvenlik sorunlarına salt ulus-devlet temelinde yaklaşmanın, sorunların çözümü için yeterli olamayacağı gerçeği, soğuk savaşın bitmesinin ardından kısa sürede anlaşılmıştır.

Güvenlik sorununun çözümüne ulus-devlet temelli yaklaşımların artık yetersiz olduğu ve uluslararası ilişkilerde savaşın yalnızca devletler arasında ortaya çıkan bir durum olduğunu savunan geleneksel görüşün geçersiz kaldığı,10 en açık ve trajik şekilde ABD’de yaşanan 11 Eylül olayları ile ortaya çıkmıştır. Dünyanın askerî bakımdan tek süper gücü olan ve benzeri olmayan yüksek güvenlik teknolojilerine sahip bulunan ABD, kendi toprakları üzerinde düzenlenen bu terörist faaliyeti engelleyememiştir.

Bu çerçevede, öncelikle çağdaş küreselleşme sürecinin güvenlik kavramı üzerindeki etkilerinin analitik bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Hâlihazırdaki çalışma, söz konusu etkileri altı alt başlık altında toplamaktadır.

Bu bağlamda birinci etki, küreselleşme sürecinde, dünya genelinde her çeşit silah ve askerî mühimmatın üretim ve tedarikinin daha kolay bir hâle gelmiş olmasıdır. Günümüzde, devletlerin yanı sıra birçok ulus-ötesi birimler, yüksek askerî teknoloji ve nükleer silahlara sahip olabilmekte; bu durum küresel güvenliğin sağlanmasının önünde önemli bir engel teşkil etmektedir.

10 S. Hoffmann; “Clash Of Globalizations”, Ed. D. Held ve A. Mcgrew, “The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate”, Polity Press, Cambridge, 2003, s. 16.

Page 95: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

94

İkinci olarak belirtilmesi gereken husus, küreselleşme sürecinde terörizm kavramının geçmişe nazaran tamamen farklı bir anlam kazanmış olmasıdır. Günümüzde terörist faaliyetler eskiden olduğu gibi belirli bir coğrafi bölgeyle sınırlı kalmamakta, tamamen küresel ölçekte icra edilmektedirler.

Bir diğer konu, kimlik ve buna bağlı olarak aidiyet sorunlarının günümüzde temel bir çatışma nedeni hâline gelmiş olmasıdır. Özellikle soğuk savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrasında ortaya çıkan devletler arasında ve Doğu Avrupa ve Balkan coğrafyaları üzerinde etnik kimlik temelinde yaşanmış olan ve “yeni savaşlar”11 olarak tanımlanan bu çatışmalar, bu konuya ilişkin en belirgin örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dördüncü olarak, yolsuzluklar, gücün haksız kullanımı, şeffaflık ve hesap verebilirlikten yoksunluk gibi bileşenlerden oluşan ve günümüzde “kötü yönetişim” olarak adlandırılan kavram, küresel terörizmi besleyerek güvenlik kavramını olumsuz bir biçimde etkilemektedir.12

Bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu ise günümüzde, güvenlik konusunda geleneksel olarak nitelendirilemeyecek birçok sorunun ortaya çıkmış olmasıdır. Örneğin sınır aşan organize suçlar, insan, silah ve uyuşturucu ticareti, kara para aklama, yasa dışı paranın uluslararası tedavülü gibi geleneksel olmayan risk ve tehditlerin dünya ölçeğinde yaygınlaşması, küresel güvenliğin temini önünde önemli engeller olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son olarak içinde bulunduğumuz çağdaş küreselleşme sürecinde, güvenliğin temini önünde en önemli engellerden biri olarak yasa dışı göç konusu bulunmaktadır. Türlü neden ve amaçlar gözetilerek özellikle geri kalmış ülkelerden kalkınmış ülkelere doğru bir seyir izleyen yasa dışı göç akımları, güvenlik bakımından birçok sorunu beraberinde getirmektedir.

b. Teknoloji / İletişim Devrimi ve Küresel Terörist Faaliyetler

Bir önceki bölümde ifade edildiği üzere, çağdaş küreselleşmenin en önemli bileşenlerinden ve itici güçlerinden bir tanesini teknoloji / iletişim devrimi oluşturmaktadır. Dünyaya ve insanlığa çeşitli olanaklar sağlamasının yanı sıra teknoloji ve iletişim alanlarında ortaya çıkan söz konusu devrim paradoksal bir biçimde küresel terörizmin gelişmesine türlü kolaylıklar sağlamaktadır. Bu durum da doğal olarak küresel güvenliğin büyük ölçüde zedelenmesine neden olmaktadır. Bu çerçevede, küreselleşme sürecinin teknoloji / iletişim boyutunun küresel terörizm üzerindeki etkileri beş alt başlık hâlinde incelenebilir.13

11 M. Kaldor; “New & Old Wars: Organized Violence in A Global Era”, Polity Press, Cambridge, 1999, s. 1 - 11 ve 69 - 90. 12 J. Solana; “A Secure Europe in A Better World: European Security Strategy”, Council of The European Union, 2003, s. 6. 13 J. D. Kiras; “Terrorism and Globalization”, Ed. J. Baylis ve S. Smith, “The Globalization of World Politics”, Oxford University Press, 2004, s. 489 - 493.

Page 96: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

95

Bu etkilerden ilki, günümüzde terörist oluşumların, faaliyetlerini planlarken ve icra ederken internetten, çeşitli bilgisayar sistemlerinden, sanal ortamlardan ve multimedya aygıtlarından faydalanarak bu sayede uluslararası alanda çok daha hızlı bir biçimde hareket edebilme ve manevra kapasitesine sahip olabilmesidir. Terörist örgütler, internet vasıtasıyla birbirleriyle kolaylıkla haberleşebilmekte, hatta kendilerine ait siteler geliştirerek faaliyetlerini hızlı bir biçimde yürütebilmektedirler. Bu şekilde örgütsel propaganda materyalleri hazırlayabilmekte, uzaktan eğitim programları geliştirebilmekte, tüm bu faaliyetleri son derece ucuz maliyetlerle icra edebilmektedirler.

İkinci olarak teknolojik ve iletişimsel kolaylıklardan yararlanmak suretiyle terörist birimler dünya genelinde koordineli bir biçimde çalışabilmekte ve faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler. 1998 yılında bazı Afrika ülkelerindeki ABD büyükelçiliklerinin eş zamanlı olarak bombalanma olayları ve daha sonra New York, Madrid, İstanbul, Londra ve Amman gibi şehirlerde yaşanmış olan terörist faaliyetler bunun en tipik örneklerini oluşturmaktadırlar.

Bu çerçevede belirtilmesi gereken diğer bir husus ise terörist örgütlerin, teknolojik olanakları kullanarak kendi örgüt ve liderlerini de korumakta oldukları gerçeğidir. Günümüzde terörist örgüt mensupları, internet üzerinde geliştirmiş oldukları gizli ve şifreli yazılımlar sayesinde kendi aralarında güvenli iletişim yolları edinerek kişisel korunmalarını da geliştirebilmektedirler.

Küreselleşme sürecinde teknoloji ve iletişim devriminin terörist birimlere sağladığı en önemli fırsatlardan bir diğeri ise bu sayede anılan birimlerin tüm dünyada sınırlar ötesine kolaylıkla ve hızlı bir biçimde hareket ve nüfuz edebilmesinin yolunun açılmasıdır. Geçmiş dönemlerde gerçekleştirilmesi oldukça sınırlı olan bu imkân ile teröristler, tüm dünyada aralarında kolaylıkla temas edebilmekte; çeşitli taktik, metot ve teknikleri birbirleriyle paylaşabilmektedirler.

Son olarak günümüzde terörist örgütler artan bir oranda kitle imha silahlarına sahip olabilmekte ve bu silahlardan faydalanabilmektedirler. Küreselleşme süreci, bu silahların terörist birimler tarafından üretim ve tedarik aşamalarını kolaylaştırmaktadır.

Sonuç itibarıyla, çağdaş küreselleşmenin teknolojik / iletişimsel boyutu, dünya ve insanlık için birçok olumlu olanak sağlamakla birlikte terörist örgüt ve birimlerin faaliyetlerini artırıcı ve kolaylaştırıcı bir etkiye de sahip bulunmaktadır. Tabiatıyla, bu durum küresel güvenliğin temini açısından oldukça ciddi sorunları da beraberinde getirmektedir.

c. Küresel Güvenliğin Temininde Ulus-Devlet Ötesi İş Birliğinin Gerekliliği

Yukarıda yapılan analiz neticesinde, küreselleşme sürecinin hızlı bir biçimde ilerlediği günümüz dünyasında güvenliğin, salt ulus-devletlerin gerçekleştireceği çabalar sonucunda sağlanabileceğini düşünmek yetersiz

Page 97: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

96

kalmaktadır. Güvenlik konusu, artan bir biçimde çok-taraflı ve ulus-ötesi bir niteliğe bürünmektedir.

Bu nedenle, küresel terörizm ile savaşta ve güvenliğin temininde uluslararası iş birliği konusu temel gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde, küresel ve bölgesel güvenlik kurum ve kuruluşlarının önemi daha da belirgin bir hâle gelmektedir. Dünya üzerindeki birçok devlet, kendi güvenliklerini sağlayabilmek için çok-taraflı oluşumlara taraf olmakta ve uluslararası güvenlik örgütlerine üye olmak için çaba göstermektedir. Bu bağlamda, küresel güvenlik konularındaki karşılıklı bağımlılık sonucunda ortaya çıkan ve “dünya güvenliği” olarak adlandırılan terim sıklıkla dile getirilmektedir.14

Günümüzde güvenlik konusunda çok-taraflı politikalar yürütmenin şart olduğuna ilişkin olarak gösterilebilecek en uygun örneklerden bir tanesi, ABD’nin 2003 yılında Irak’a karşı başlatmış olduğu harekâttır. Dünyanın askerî güç bakımından mukayese kabul etmez bir biçimde süper gücü olan ABD, harekâtın başında tek yanlı ve uluslararası koalisyonu dışlayan bir tutum sergilemiş; ancak, harekâtın ilerleyen safhalarında gelişen olayların açık bir biçimde gösterdiği üzere Irak’ta istikrarı sağlayamamıştır. Bu nedenle ABD, Birleşmiş Milletlerden askerî ve ekonomik destek talebinde bulunmak zorunda kalmıştır. Bu durum, dünyanın en güçlü devleti olsa dahi günümüzde tek başına hiçbir ülkenin güvenlik sorunlarına kapsamlı bir çözüm getirmeye muktedir olmadığı ve bu doğrultuda ulus-devlet ötesi iş birliğinin mutlaka sağlanması gerektiği görüşünü göstermesi açısından iyi bir örneğe işaret etmektedir.

Sonuç

Bir önceki bölümde ifade edildiği üzere, küresel güvenliğin temini için ulus-devlet ötesi bir iş birliği gerekmektedir. Tabiatıyla, bu gerekliliğin içeriğinin somut öneri ve tekliflerle doldurulması ve bu doğrultuda bir eylem planının ortaya çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Bu çerçevede hâlihazırdaki sonuç bölümü, bu amaca hizmet etmeye çalışmaktadır.15

Küresel güvenliğin temin edilebilmesi için öncelikle, ulus-devletlerin hukukun üstünlüğü prensibi temelinde çok taraflı kurum ve kuruluşlara sıkı bir bağlılık taahhüdünde bulunmaları gerekmektedir. Savaş, bir çözüm aracı olarak algılanmamalı, terörist faaliyetlerde bulunan örgüt ve birimler, bir

14 D. Held - A. Mcgrew; “Globalization/Anti-Globalization”, Polity Press, Cambridge, 2002, s. 21 - 22. Held - Mcgrew; “The Great Globalization Debate: An Introduction”, ed. Held D. ve Mcgrew A., “The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate”, Polity Press, Cambridge, 2003, s. 13. Clark; “The Security State”, Ed. D. Held ve A. Mcgrew, “The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate”, Polity Press, Cambridge, 2003, s. 178. 15 Held; “Global Covenant: The Social Democratic Alternative to the Washington Consensus”, Polity Press, Cambridge, 2004, s. 145 - 146. Held; “Global Social Democracy”, ed. “Progressive Futures: New Ideas for the Centre-Left”, Policy Network, Londra, 2003, s. 202 - 203. D. Archibugi ve I. Young; “Toward A Global Rule of Law”, Dissent, Spring 2002, Sayı 27-32, 2002, s. 28 - 31.

Page 98: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

97

uluslararası ceza mahkemesi önünde yargılanmalıdırlar. Bu mahkemenin, Birleşmiş Milletler çatısı altında kurulması, verilen kararların dünya genelinde itibar görmesi ve bağlayıcı olarak addedilmesi bakımından olumlu olacaktır.

İkinci olarak terörizm ile savaşın etkin olabilmesi için güvenlik alanında faaliyet gösteren tüm uluslararası ve çok-taraflı örgütlerin küresel anlamda meşruiyetinin artırılması gerekmektedir. Bu doğrultuda kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Bu örgütlerde hesap verebilirlik mekanizmaları geliştirilmelidir.

Öte yandan, küresel terörizmin en önemli kaynakları arasında yer alan yoksulluk, açlık, geri kalmışlık gibi ekonomik sorunların üzerine gidebilecek ve bunları ortadan kaldırma yönünde etkin açılımlar yapılmalıdır. Ekonomik şartlardaki eksiklik ve geri kalmışlıklar, toplumlar ve gruplar arasındaki düşmanlığı ve nefreti besleyebilmekte, bu şekilde terörist faaliyetlere yönelim ve desteği artırabilmektedir. Bu nedenle, küreselleşme sürecinin sosyal adalet ve adil bölüşüm yönünde geliştirilmesi gerekmektedir.

Terörist örgütler ve organize suç şebekeleriyle mücadelenin en etkin yöntemlerinden biri de bu grupların mali ve finansal kaynaklarına erişiminin kesilmesi ile mümkün olabilecektir. Ulus-devletler, bu amaca yönelik olarak bir araya gelmeli ve kapsamlı düzenlemeler gerçekleştirmelidirler.

Terörizme ve küresel güvenlik konusunda çalışan istihbarat örgütleri arasında etkin bir iş birliği ve eş güdümün tesis edilmesi gerekmektedir. İstihbarat konusu hâlen esas olarak ulus-devlet düzeyinde ve uluslararası bir birliktelikten yoksun bir biçimde yürütülmektedir. Bu durum, ulus-ötesi bir yapıya sahip terörizm faaliyetleri ile baş edilebilmesi açısından yetersiz kalmaktadır.

Küresel terörizm ile savaş ve güvenliğin temini açısından son bir öneri ise gelişmiş ülkelerin ve uluslararası toplumun, terörist faaliyetlerin ortaya çıktığı az gelişmiş ülkelere, bu sorunların kaynaklarının ortadan kaldırılması amacıyla devlet-inşası stratejileri temelinde yardımcı olmalarıdır. Söz konusu ülkelerde devletin asli işlevlerini yapma gücünden yoksun olması, kaotik ve başına buyruk yapılanmaların doğmasına neden olmakta, söz konusu sorunların sınır ötesine ihraç edilmeleri ile bölgesel ve küresel güvenlik problemleri ortaya çıkmaktadır.16

Mevcut küreselleşme sürecinde güvenliğin sağlanabilmesi yönünde yukarıda sunulan öneri ve teklifler bizi, ister istemez ulus-devlet ötesi seviyede faaliyet gösteren ve en geniş üye ülkeye sahip olan Birleşmiş Milletler teşkilatı üzerinde bir kez daha düşünmeye sevk etmektedir. Özellikle güvenlik konularında faaliyet göstermek üzere oluşturulmuş olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yapısı itibarıyla hâlen kurulduğu tarih olan 1945 yılının şartlarını taşımaktadır.

16 C. W. Hughes; “Reflections on Globalisation, Security and 9/11”, Centre For the Study of Globalisation and Regionalisation Working Paper Nu. 105/02, Ağustos, 2002, s. 18.

Page 99: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

98

Ancak bu tarihten itibaren geçmiş olan altmış yılı aşkın süre içinde, dünya konjonktürü ve küresel yapılanma tamamen değişmiştir. Dolayısıyla, Birleşmiş Milletlerin günümüz dünyasında küresel güvenliğin sağlanması yönünde etkin bir biçimde rol alabilmesi için kapsamlı bir reform sürecinden geçirilmesi gerekmektedir.

Örneğin, gerçekleştirilecek bir reform paketi çerçevesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde beş daimî üyeye tanınmış olan geniş haklar bir ölçüde hafifletilebilir, Konseyde daha geniş katılıma dayanan ağırlıklandırılmış bir oy verme süreci geliştirilebilir. Bu sayede, Konseyin küresel anlamdaki meşruiyeti güçlendirilerek terörizm ile savaşta daha etkin bir karar alma ve uygulama mercisi olması sağlanabilir.

Benzer şekilde, terörizmin en önemli kaynaklarından birinin yukarıda ifade edildiği üzere ekonomik şartlar olduğu gerçeği dikkate alınarak Birleşmiş Milletler bünyesi altında bir Ekonomik Güvenlik Konseyi tesis edilebilir. Bu Konsey, küresel ölçekte yoksulluk ve fakirlik ile mücadele ve küreselleşmenin olanaklarının daha adil bir biçimde paylaştırılması konularında öncül kuruluş olarak yetkilendirilebilir ve bu sayede küresel terörizmin kaynaklarının kurutulması yönünde etkin rol oynayabilir.

Şüphesiz, küreselleşme sürecinin hızla ilerlediği içinde bulunduğumuz dönemde, terörizm ile mücadele ve küresel güvenliğin temini son derece kapsamlı bir konuya işaret etmektedir ve bu doğrultuda birçok önemli adımın atılması gerekmektedir. Hâlihazırdaki çalışma, bu adımlar konusunda belli başlı öneri ve teklifler getirip mevcut tartışmaya katkıda bulunmayı amaçlamakta; bu ve benzeri konular üzerinde gerek siyaset yapıcıların gerekse akademik dünyanın önümüzdeki dönemde derinlemesine çalışmalar yapmaları gerektiğinin altını çizmektedir.

Abstract: In contemporary globalization process, traditional security concept defined on the basis of merely the nation-state is losing its validity and remains inadequate in the resolution of current global problems. Therefore, in order to succeed in the fight against international terrorism and assure global security, effective security policies in line with the globalization process need to be produced. By putting forward certain recommendation and proposals with respect to these steps, the present study aims at contributing to the current debate.

Keywords: Globalization, technological/communications revolution, governance, terrorism, global security.

Page 100: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

99

TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİNE KIBRIS SORUNUNUN ETKİLERİ

Arş. Gör. Sibel AKGÜN*

Özet: Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarından itibaren yüzünü Batıya dönen bir ülke olarak 1959 yılında Avrupa ekonomik bütünleşmesinin temeli olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile yakın ilişkiye geçerek, 31 Temmuz 1959’da AET’ye üyelik için başvurmuş ve 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması ile AET ile ilişkilerini hukuksal bir zemine oturtmuştur. 3 Ekim 2005 tarihinde ise Avrupa Birliği ile olan 40 yılı aşkın bir süredir devam eden tam üyelik yolculuğunda müzakere tarihi alarak önemli bir aşamayı geride bırakmıştır. Ancak soğuk savaşın bitiminin ardından sadece ekonomik değil askerî ve siyasi olarak dünya politikasında önemli bir aktör hâline gelmek isteyen AB’nin, stratejik açıdan önemli bir konumda bulunan Doğu Akdeniz bölgesine verdiği önem Kıbrıs (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) ile arasında tam üyelikle sonuçlanan bir ilişki kurmasına neden olmuştur. Bu ilişki Türkiye ile AB arasında başlayan tam üyelik müzakere sürecine olan olumsuz etkisiyle müzakere sürecinin en kritik ve olumsuz unsurlarından biri olarak Türkiye’nin karşısında durmaktadır. Kıbrıs sorunu sadece geçmişte değil gelecekte de Türkiye - AB ilişkilerinin sağlıklı olarak yürütülmesinde önemini korumuştur ve korumaya devam edecektir.

Anahtar kelimeler: Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliği, Türkiye, müzakere süreci, stratejik önem.

Giriş

17 Aralık 2004’te AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirve Toplantısı’nda Türkiye’nin AB ile müzakere başlangıç tarihini 03 Ekim 2005 olarak belirleyen kararla birlikte Türkiye 31 Temmuz 1959 yılında başlayan 40 yıllık AB yolculuğunda teknik anlamda çok önemli bir aşamayı geride bırakmış ve tam üyelik müzakerelerine 03 Ekim 2005’te başlanmasına karar verilmiştir. Ancak bu karar AB açısından Türkiye’nin Avrupa’ya ait olup olmadığı, Avrupa’nın kendisinden farklı bir yapıya kapılarını açıp açamayacağı, Türkiye’nin hazmedilemeyecek kadar büyük bir ülke olduğu, “Ermeni soykırımı” iddiaları, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu gibi son derece farklı konu başlıklarıyla tartışılmaya başlanmıştır. Bu yazıda Türkiye - AB ilişkileri açısından kolay geçeceğini söylemenin zor olduğu 2006 yılı içinde en sıcak konulardan biri olan Kıbrıs konusu ele alınarak incelenecektir. Öncelikle Kıbrıs’ın Türkiye ve AB için önemine değinilecek ve daha sonra tarihsel süreçleri ile birlikte Türkiye - AB ilişkilerinin geleceğine Kıbrıs sorununun etkileri değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Kıbrıs’ın Türkiye ve AB İçin Önemi

Kıbrıs’a duyulan ilginin gerekçeleri farklı yaklaşımlar ön plana çıkartılarak tanımlansa da Kıbrıs’ın jeopolitik konumu, ilgili tüm taraflar açısından önemli bir unsurdur. Kıbrıs’la ilgili herhangi bir tarih ya da inceleme kitabında; adanın tarih boyunca farklı krallıklar, imparatorluklar ya da ülkelerin eline geçiş nedeninin arka planında Doğu Akdeniz’e hâkim olma

Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8

* Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi elmek: [email protected].

Page 101: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

100

düşüncesinin yattığı ortaklaşa bir saptama olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğu Akdeniz Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirlerine yakın ve birleştiği oldukça geniş ve önemli bir coğrafyayı; Kıbrıs adası da Doğu Akdeniz’i kontrol etmektedir. Bu kontrollerin ekonomik, politik ve güvenlik açılarından oldukça önemli bir değeri vardır. Ayrıca ulaşım, ticaret ve taşıma faaliyetlerini kontrol etme bakımından son derece önemli bir coğrafyadır. Doğu Akdeniz’in coğrafi konumuna bakılırken Süveyş, Cebelitarık ve Çanakkale Boğazları da dikkate alınmaktadır. Bu bölgeden Balkanlar - Kafkaslar - Orta Doğu üçgeninin kontrol edilmesi mümkündür. Doğal olarak Hazar bölgesi ve Orta Doğu bölgesi enerji merkezleri ile bu merkezleri uluslararası pazarlara bağlayan boru hatları da Doğu Akdeniz üzerinden kontrol edilebilir.1

Jeopolitika coğrafyanın geniş kapsamlı değerlendirilmesi ve yorumlanması olarak dünyanın ve dünya ülkelerinin bugününe ve yarınına geniş açılardan bakılmasını sağlama iddiasında olan bilimsel bir disiplindir. Böylece stratejik yaklaşım kazanılarak uzun vadeli düşünme ve hareket etme kabiliyeti artar. Kıbrıs’ın jeopolitik konumuna bakıldığında, Doğu Akdeniz’de 34.33. - 35.42 enlem, 32.17 - 35.42 boylamları arasında Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Yüzölçümü 9251 kilometrekare, doğu batı mesafesi 225, kuzey güney mesafesi 93 kilometredir. Türkiye’ye 70, Suriye’ye 98, Mısır’a 384, Yunanistan’a 900 ve İngiltere’ye uzaklığı 3000 kilometredir. Kıbrıs yer aldığı bu coğrafi konumuyla bütün Batılı hâkim güçlerin stratejilerinin içinde yer almaktadır. Kıbrıs stratejik bir hedeftir ve stratejik birçok hedefi kontrol etmektedir.2

Ada, Doğu Akdeniz’i kontrol edebilen konumu nedeniyle, Doğu Akdeniz kıyıları ile bu kıyıların hemen arkasındaki topraklarda tarih boyunca çıkmış uygarlıklar da dâhil her türlü ekonomik, politik ve güvenlikle ilgili gelişmelerden etkilenmiştir. Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin Antik Çağdan beri ele geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Kıbrıs tarihi bu etkilerin izlerini taşımaktadır.

Kıbrıs adası, Akdeniz’in doğusunda en az 270 derecelik açıyla Orta Doğu’ya ve 360 derecelik bir açıyla da Kuzey Afrika’ya hâkim bir bakışa sahiptir. Ada bu konumuyla tarih boyunca Orta Doğu’ya açılmak isteyen güçler açısından vazgeçilmez stratejik ve ticari bir üs olarak görülmektedir. Bu nedenle İngiltere Kıbrıs’ta Dikelya ve Agrotiri üslerini, dünyada kendi yönetimi ve denetiminde mevcut olan hemen hemen bütün üslerini kapatmasına rağmen korumakta ısrar etmektedir. Ayrıca Kıbrıs adası Akdeniz’den Süveyş Kanalı yoluyla Kızıldeniz’e, oradan da Hint Okyanusu’na açılan, Akdeniz’den Fırat ve Dicle nehirlerinin vadisini takiben

1 Osman Metin Öztürk; Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, Ankara, Altınküre Yayınları, Nisan 2003, s.125-126. 2 İsmail Bozkurt; “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”, AB ve Kıbrıs, Ed. İrfan Kaya Ülger- Ertan Efegil, İstanbul, Gündoğan Yayınları, 2002, s.33.

Page 102: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

101

Basra Körfezi’ne inen stratejik yollar üzerinde bulunmasından dolayı jeostratejik açıdan değerli bir ada konumundadır. Kıbrıs adası gerektiğinde askerî bir yığınak bölgesi, hava kuvvetleri için mükemmel bir üs, insanlı ve insansız istihbarat ve karşı istihbarat için değerli fırsatlar sunan bir konumdadır.3

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasının stratejik öneminin taşıdığı en önemli noktalar şöyle sıralanabilir:

-1990 sonrasında, Hazar bölgesinde, ham madde kaynakları yönünden de oldukça büyük pazar alanlarının ortaya çıkmış olduğu dikkate alınırsa, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası, bu coğrafyaya yönelik ithalat ve ihracatta bir geçiş ve ulaşım güzergâhı durumundadır.

-Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen deniz ticaretini kontrol edebilen önemli bir coğrafyadır. Ayrıca Orta Doğu Bölgesi enerji merkezleri ile bu merkezlere ilişkin boru hatlarını kontrol eder. Önümüzdeki dönemde bölgede kaçınılmaz olarak gündeme gelecek su sorununda, çözüme yönelik olarak çıkacak su merkezleri ile taşıma yolları da adanın kontrol alanında olacaktır.

-Önemli ticaret yolları ile enerji merkezlerini kontrol eden Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası, doğal olarak kendisini kontrol eden aktörlere önemli politik avantajlar sağlamaktadır. Bu alanı kontrol etmek kadar, bu coğrafyanın hasım/rakip aktörlerin kontrolüne girmesinin beraberinde getireceği olumsuzluklar da önemlidir.

-Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası, bölgesel ve küresel barış ve istikrar açısından önemli bir coğrafyadır. Adanın Orta Doğu’da ortaya çıkmış kriz, gerginlik ve çatışmalarda önemli rol oynayacağı bilinmektedir. Ada, Doğu Akdeniz’e komşu coğrafyadaki küçük asi devletler ile terörist grupları kontrol açısından çok önemlidir.4

Türkiye İçin Önemi: Kıbrıs’ın bu stratejik önemi Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Kıbrıs tarihi boyunca kesintisiz en uzun süre olan 307 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında kalmıştır. Adada yaşayan değişik kökenli halka, 1571’den sonra Anadolu’dan gelen 20.000 Türk ailesi de katılmıştır. Kıbrıs’ın hem tarihten gelen nüfus ve kültür yapısı hem de Adanın Türkiye’ye sadece 38,8 mil uzaklıkta olması Türkiye’nin adayı ihmal edemeyeceğinin en belirgin nedenleridir.

Öncelikle Türkiye’nin jeopolitik konumu ile nüfuz alanı bakımından Hazar Bölgesi ve Orta Doğu Bölgesi enerji merkezleri ile bu merkezlere ilişkin boru hatlarının kontrol edilmesi açısından Kıbrıs çok önemli bir konuma sahiptir. Soğuk savaş sonrası dönemde petrol ve doğal gaz

3 Elif Hatun Kılıçbeyli; “Kıbrıs’ın Jeopolitikası: Avrupa ve Avrasya İçin Önemi”, Kıbrıs Laboratuarı, Ed. Şenol Kantarcı, İstanbul, Aktüel Yayınları, 2005, s.22 - 23. 4 Öztürk; “Doğu Akdeniz’in ve Kıbrıs Adası’nın Stratejik Dengeleri Bağlamında Annan Planı”, http://www.stradigma.com/turkce/subat2003/makaleprint_1.htm., 11.05.2005.

Page 103: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

102

rezervlerinin Orta Doğu’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bir bölgede yayılması ve bu bölgelerin dünya pazarlarına çıkış yollarının önemli bir bölümünün Doğu Akdeniz’den geçecek şekilde çizilmesi söz konusudur. Türkiye’nin Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının Bakü - Ceyhan Petrol Boru Hattı ile Yumurtalık’a aktarılmasını öngören projeye işlerlik kazandırması, bu hattın güvenliği açısından Kıbrıs’ı önemli hâle getirmektedir. Bunun diğer bir anlamı İskenderun Körfezi’nin öneminin ve güvenliğinin artmasıdır. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin tam olarak devreye girmesinden sonra İskenderun Körfezi’nin öne çıkacağı ayrıca hatırlanması gereken bir husustur.5

Türkiye’nin su sıkıntısı çeken Orta Doğu ülkeleri için geliştirdiği “Barış Suyu Projesi” ile Türkiye ve İsrail arasındaki su taşıma projesi de genelde Doğu Akdeniz’deki ve özelde de Kıbrıs adasındaki gelişmelerden etkilenmektedir. Ayrıca Türkiye’nin politik olarak İsrail’le ilişkilerinde de etkili bir konumu olacaktır. Türkiye ile İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında Doğu Akdeniz’in uluslararası sularında yapılan insani amaçlı arama-kurtarma (SAR) tatbikatlarına Arap ülkelerinin gösterdiği tepkiyi bu çerçevede algılamak gerekir.6

Adanın Türkiye’ye olan yakınlığı, Anadolu’nun anahtarı olduğu ve Anadolu’nun ikmal yollarının açık tutulması açısından hayati önemi haiz gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlamak üzere, Kıbrıs’a yönelik politikasının iki ana unsurundan biri, adanın stratejik açıdan Anadolu için arz ettiği önemdir. Kıbrıs adasının, Türkiye’nin Antalya ve İskenderun körfezlerini kontrol edebilecek bir konumda olmasından dolayı Anadolu’nun savunulması ve lojistik desteğinin sağlanması açısından önemidir. İkincisi de adada yaşayan Türklerin güvenliklerinin, refahlarının sağlanmasıdır. Ayrıca Türkiye bölge devleti olmasının bir gereği olarak Doğu Akdeniz’i kontrol etmek ve bu kontrolden kendisi için avantajlar sağlamak durumundadır. Türkiye’nin güvenliği ve dış bağlantıları bakımından politik, ekonomik, askerî ve kültürel boyutları ile Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasının önemi artarak devam etmektedir.7

AB İçin Önemi: 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktının dağılması mevcut bölgesel ve küresel dengeleri etkilemiştir. Avrupa, ortaya çıkan yeni koşullarda kendisine yeni bir yön verme ihtiyacı duymuştur.

Aralık 1992’de Hollanda’nın Maastricht kentinde yapılan AB Zirve Toplantısı, Avrupa’nın kendisine yeni bir yön vermesi açısından bir dönüm noktası olmuştur. AB bütünleşme ve siyasal entegrasyon çabalarına hız verirken savunma ve güvenlik konularında öne çıkmaya, bölgesel ve küresel ölçekte rol üstlenmeye özellikle istekli olduğunu da ortaya koymuştur. Soğuk

5 Kılıçbeyli; s.24 - 25. 6 Öztürk; s. 83. 7 a.g.e.; s. 84.

Page 104: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

103

savaşın bitiminin ardından dünya pazarlarının bölünmüşlükten kurtulmasıyla da AB’nin büyük ülkeleri için yeni pazarlar açılmıştır. Ancak dünya pazarında ABD ve Japonya ile rekabet edebilmesi için AB’nin kendi içini ve çevresini donatması gerekmiştir. Bu nedenle AB derinleşme adı altında önce kendini yenilemiş, genişleme yoluyla da üyelik için adaylarını yeni konjonktürde belirlemeye başlamıştır.8

Büyük çapta sanayileşmiş olan AB, ihtiyaç duyduğu petrolün % 69’unu Orta Doğu’dan temin etmekte olup bu petrolün hemen hemen tamamını da Akdeniz üzerinden taşımaktadır. Dünyadaki petrol rezervlerinin giderek azaldığı, petrol arz ve talebi arasında kurulan dengenin XXI. yüzyılda daha nazik bir noktaya geleceği göz önüne alındığında Orta Doğu, AB için çok önemlidir. Kurulmakta olan yeni dünya düzeninde bir büyük güç merkezi olarak yerini almakta olan AB’nin Akdeniz ve Adalar Denizi’nde bir deniz hâkimiyeti kurma amacına yönelik politika izlemesi büyüme ve genişleme stratejisinin gereğidir.9

AB, Akdeniz’de kurmayı planladığı deniz hâkimiyeti ve Orta Doğu’da sahip olacağı nüfuzu için Cebelitarık Boğazı, Malta, Kıbrıs ve Girit adalarını kontrol altına almak zorundadır. AB bu amaçla Girit ve Malta adalarıyla Cebelitarık Boğazı’na ilaveten Doğu Akdeniz’de stratejik mihverleri kontrol altında tutan Kıbrıs’ı, Birliğe üye yapmak için çaba sarf etmiştir. AB’nin Akdeniz’e hâkim olmadan dünya sahnesine süper bir güç olarak çıkmasının zor olacağı bilindiğinden dünya genelinde küresel bir güç olarak rol oynayabilmesi Akdeniz’de kuracağı hâkimiyet ölçüsünde etkili ve kuvvetli olacaktır.10

AB - Kıbrıs ilişkisi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1962’de Avrupa Topluluğu (AT)na yaptığı ortaklık başvurusu ile başlamıştır. 1972’de AB ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında Ortaklık Anlaşması imzalanmış, GKRY AB’ye 1990’da tam üyelik başvurusu yapmış, 1998’de AB ile GKRY’i arasında tam üyelik müzakereleri başlamış ve 1 Mayıs 2004’te GKRY, AB’ye tam üye olarak katılmıştır. AB özellikle 1980 sonrası Kıbrıs sorunuyla daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Yunanistan’ın 1981’de Birliğe üye olması ve 1990 sonrası Yunanistan’ın oy birliği gerektiren konularda veto yetkisini kullanması sayesinde Kıbrıs - AB ilişkileri de tam üyeliğe doğru hızla ilerleyebilmiştir. Soğuk savaşın ardından oluşan yeni toplu durumda kendine ön saflarda yer arayan AB, Kıbrıs’ın üyeliği ile sınırlarını Doğu Akdeniz’e uzatarak önemli bir koz yakalamak istemiştir. Kıbrıs adası, soğuk savaş sonrası oluşan yeni sistemde ticaret ve enerji yolları ile askerî açıdan da AB’nin Doğu Akdeniz’deki ileri karakolu ve köprübaşı olacaktır.11

8 Filiz Yıldız Çakar; “Türkiye’nin Geleneksel Güvenlik Sorunu: Kıbrıs”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet Yinanç - Hakan Taşdemir, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002, s. 336 - 337. 9 Armağan Kuloğlu; “Doğu Akdeniz’in Güvenliği Kapsamında Kıbrıs’ın Stratejik Boyutu”, Stratejik Analiz, c. 3, Sayı 32, Aralık 2002, s. 26. 10 a.g.m.; s. 26. 11 Çakar; s. 334 - 335.

Page 105: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

104

Doğu Akdeniz’i ve Kıbrıs adasını kontrol etmek, AB’ye çok geniş bir coğrafyada politik, askerî ve ekonomik açılardan avantaj sağlayacaktır. “Avrupa - Akdeniz Ortaklığı - MEDA” AB’nin Doğu Akdeniz’e ilişkin politikası çerçevesinde 1996 yılında geliştirilmiştir. Bu ortaklık programı AB’nin Kuzey Afrika’yı esas alan bir programıdır ama AB’nin Doğu Akdeniz’e ilişkin politikası çerçevesinde de görülebilir. Ayrıca Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs, Balkanlar ABD kaynaklarında “Güneydoğu Avrupa” tanımı içindedir. Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi şimdiye kadar Anglosaksonların hâkimiyeti altında bulunan jeopolitik kavşağın Avrupalılaştırılması anlamını da taşımaktadır.12

Dünya siyasetinde öne çıkma bir açıdan ekonomik büyüme anlamına gelir. Ekonomik büyüme ile de enerji ihtiyacı arasında doğru bir orantı vardır. Doğu Akdeniz bölgesine ve Kıbrıs’a AB’nin giderek artan enerji ihtiyacı çerçevesinde bakılmalıdır. Bu bölge karadan Karadeniz’e, Ege Denizi’ne ve Akdeniz’e ulaşan ve buradan tankerlerle taşınan petrol ve doğal gaz üzerinde kontrol imkânı vermektedir. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasının kontrolü hem Bakü - Ceyhan üzerinden Yumurtalık’a ulaşacak Hazar bölgesi petrol ve doğal gazı üzerinde hem de Orta Doğu enerji kaynakları ile bu kaynaktan çıkarak Türkiye ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan Orta Doğu bölgesi petrol ve doğal gazı üzerinde AB’ye etkili olma avantajı sağlayacaktır. Buna Süveyş Kanalı’nı ve Güneydoğu Asya’nın ekonomik potansiyelini de eklemek uygun olacaktır.13

Tarihsel Süreçten Günümüze ve Geleceğe Türkiye - AB İlişkisine Kıbrıs Sorununun Etkileri: Neler Oldu ve Neler Olabilir?

Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine baktığımızda Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri Batı yönlü bir politika izlediği görülür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ATATÜRK döneminde de yeni kurulan devlet Batı yönlü siyaset izlemiştir. Doğu - Batı arasında bulunan Türkiye 1950’li yıllarla birlikte Batı Avrupa’da kurulmakta olan siyasal, ekonomik, kültürel örgütler içinde yer almaya başlamıştır. Türkiye’nin Batıya yönelişi siyasi bir gelenek olmuştur. Bu sebeple Türkiye Batıda oluşan gelişimlere, kurumlara olumlu bakmıştır.

Türkiye 1959 yılında Batıda kurulmuş olan AET’yi, Batı ile olan bütünleşmesini sağlayabilmek için tercih etmiştir. Türkiye - AET ilişkileri 1959 yılında yapılan başvuruyla şekillenmiştir. 12 Eylül 1963 yılında Türkiye AET ile Ortaklık Anlaşması (Ankara Anlaşması)’nı imzalayarak ileride üyeliğin temelini oluşturacak olan adımı atmıştır. 14 Nisan 1987 yılında ise AT’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 06 Mart 1995’te Türkiye ile AT arasında Gümrük Birliği Ortaklık Konseyi Kararı ile oluşturulurken 10 - 11 Aralık 1999’da Helsinki AB Zirve Toplantısı’nda Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğe aday bir ülke olduğu teyit edilmiştir. 16 - 17 Aralık 2004 AB Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde yerine getirdiği belirtilerek katılım

12 Hatunbeyli; s. 27. 13 Öztürk; s. 110 - 111.

Page 106: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

105

müzakerelerinin 03 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararlaştırılmıştır. Nihayetinde 03 Ekim 2005’te AB Dışişleri bakanlarının Lüksemburg’da yaptıkları toplantıda Türkiye’ye yönelik Müzakere Çerçeve Belgesi onaylanarak müzakerelerin tarama süreciyle resmen başlatılması kararlaştırılmıştır.14

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde 03 Ekim 2005 tarihinde AB ile müzakerelere başlaması çok önemli bir aşamadır. Ne var ki Kıbrıs sorunu Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerini tamamlayıp Birliğe tam üye olması açısından önüne konulan en önemli engellerden biridir. Her ne kadar Türkiye’nin üyeliği ile Kıbrıs sorununun beraber değerlendirilemeyeceği dile getirilse de uygulamalar bunun tam tersini göstermektedir. Bunu tarihsel süreçten günümüze AB’nin Kıbrıs’la ilişkilerini ve bunun Türkiye’yi nasıl etkilediği ve etkileyeceği konusuna bakarak değerlendirebiliriz.

Kıbrıs ile AET arasındaki ilişkilerin başlangıcını 1960’lı yıllara kadar götürebiliriz. Bilindiği gibi 1960 yılında Kıbrıs, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla bağımsızlığına yeni kavuşmuştu. Kıbrıs Cumhuriyeti dış politikasının ana eksenini bağlantısızlık olarak belirlemesine karşın, kurucu anlaşmalarından olan Garanti Anlaşması ile garantör devlet statüsünü kazanmış olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin AT’ye ortaklık başvurusunda bulunmalarının ardından 1962 yılında kendisi de aynı başvuruda bulunmuştur. Aslında Kıbrıs’ı 1962 yılında AT’ye ortaklık anlaşması için başvuruda bulunmaya iten neden siyasi değil ekonomikti; bu ekonomik neden ise İngiltere’nin AT’ye üye olması durumunda 1961 yılında Kıbrıs’ın Commonwealth üyesi olması nedeniyle İngiltere arasında imzalamış olduğu “Tercihli Ticaret Anlaşması”’ndan dolayı ekonomik ilişkilerinin değişiklik gösterebileceğinden duyulan kaygıydı. Kıbrıs Cumhuriyeti bu dönemde ihracatının % 75’ini İngiltere ile yapıyordu. 1962 yılında Ortalık Anlaşması için yapılan başvurunun hemen ardından 1963 yılında Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmalar başlamış ve Türk toplumu temsilcileri, ortak hükûmetten ayrılmıştır. Buna rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti adına Rum toplumunun temsilcileri tek başlarına AT ile müzakereleri yürütmeye devam etmişlerdir.15

1972 yılında AT Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Rum Yönetimi ile Ortaklık Anlaşması imzalarken 1963’ten beri ortak hükûmetten çekilmiş olan Kıbrıs Türk toplumu Ortaklık Anlaşması’nın imzasına yönelik görüşmelere katılmamıştır. Kıbrıs’taki iki toplum arasında 1964 yılından beri Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde devam etmekte olan görüşmelere destek vererek Kıbrıs sorununa doğrudan taraf olmamaya dikkat eden AT, bu Ortaklık Anlaşması’na koyduğu beşinci maddeyle, iki tarafın bu anlaşmadan hiçbir ayrımcılığa uğramadan yararlanmasını hükme bağlamıştı. AT’nin bu tutumu nedeniyle Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rum Yönetimi ile AT arasında imzalanan bu anlaşmaya herhangi bir ideolojik ya da siyasi nedenle karşı çıkmamıştı.

14 “Avrupa Birliği Özel Eki”, Milliyet, 25 Aralık 2005, s. 4. 15 “Kıbrıs- Avrupa Birliği İlişkileri: Kısa Bir Tarihçe”, http://www. cyprus-eu.org.cy/tr/brief_history.htm., 11.01.2003.

Page 107: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

106

Kıbrıs Türk tarafının itiraz ettiği tek husus, anlaşmanın yapılış yöntemiydi. Kıbrıs Türk tarafının itirazları karşısında AT’nin açıklamaları, müzakerelere ve Ortaklık Konseyi toplantılarına Türk temsilcilerin de katılımının beklendiği şeklinde olmuştu. Ancak Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rumlarının yanına eklemlenmenin, onların statüsünü tanımak anlamına geleceğini düşünerek bu çağrıya uymamış ve toplantılara katılmamıştır.16

1974’te Kıbrıs’ta yaşanan Yunanistan destekli darbe girişimi ve Türkiye’nin adaya askerî müdahalesi üzerine AT tarafından yayımlanan bildirilerde Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına verilen önem belirterek iki toplum arasında görüşmeler yoluyla adil ve kalıcı bir çözüm biçimi bulunmasını vurgulamıştır. Ne var ki Yunanistan’ın 1981 yılında tam üyeliğinden sonra Kıbrıs konusunda AT’nin tutumu belirgin bir biçimde değişiklik göstermeye başladı. Yunanistan tam üye olarak topluluğun kararlarında belirleyici rol oynuyordu. Türkiye’nin 1987 yılında tam üyelik başvurusunda bulunması üzerine hazırlanan 18 Aralık 1989 tarihli AT Komisyonu görüşünde Türkiye’nin Topluluğa katılmasının siyasal verilerinin Kıbrıs’taki durumunun yarattığı olumsuz etkilere değinilerek söz edilmesi Topluluğun Kıbrıs konusunda taraflara eşit uzaklıkta bulunmadığını gösteriyordu. 19 Ekim 1987’de Kıbrıs Rum Yönetimi ile AT arasında Gümrük Birliği Anlaşması imzalanarak adanın federal bir çatı altında birleşmesini savunur gözüken AT, Rumlarla tek taraflı bir ilişki içine girmiş bulunuyordu.17 1990 yılına gelindiğinde ise AB - Kıbrıs - Türkiye ilişkileri çok başka boyutlara gelerek farklılaşacaktı.

Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Doğu bloğunun çözülüşü ile birlikte Avrupa coğrafyasının yeniden şekillenmesi sürecinde eski Doğu bloğu ülkelerinin AB ile olan ilişkileri, AB genişleme politikasının ana eksenini oluşturmuştur. 1989 sonrası Avrupa’da, güvenlik ve savunma başlıklarının ön plana çıktığını, Doğu Avrupa ve Güney Avrupa’da bu çerçevede ilişkilerin yeniden belirlendiğini söylemek mümkündür. Bu dönemin en önemli farklılıklarından biri, AB’nin, iktisadi bütünleşmenin yanında siyasi bütünleşmeyi gerçekleştirmeye yönelik politikaları öncelikli hedefleri arasına almasıdır.

AB devlet ve hükûmet başkanları 9 - 10 Aralık 1991’de Hollanda’nın Maastricht kentinde parasal bir birliğe geçilmesinin kararını vermişlerdir ve dış politika, güvenlik ile adalet ve içişleri alanlarında ortak politikaları kapsayan bir siyasal birliğin temelini atmışlardır. Böylece ekonomik entegrasyonun yanına siyasal birlik hedefi de eklenmiştir. AB 1990 sonrasında Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile kapsamlı bir genişleme hareketine karar verirken bu genişleme kararında siyasi bütünleşme, güvenlik ve savunma başlıkları anahtar rolü oynamaktaydı. Bosna-Hersek, Kosova deneyimleri AB’nin Avrupa’da sınırlı yetki ve kapasiteye sahip bir Acil Müdahale Gücü gerekliliğini gündeme getirme zeminini güçlendiren

16 Melek Fırat; “AB - Kıbrıs İlişkileri ve Türkiye’nin Politikaları”, En Uzun On Yıl, Der. Gencer Özcan - Şule Kut, İstanbul, Büke Yayınları, Mart 2000, s. 246 - 247. 17 a.g.e.; s. 251 - 252.

Page 108: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

107

unsurlar olurken aynı zamanda Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)’nın oluşum süreci Avrupa ülkelerinin savunma ve güvenlik konularında NATO’dan ayrı bir yapılandırmaya olan isteklerini ortaya koymuştu. Böylece bir Avrupa Acil Müdahale Gücü yaratma istemi genişleme sürecinin temel hedefleri arasında yer almakta, transatlantik iş birliği AGSP - NATO iş birliği olarak yeniden tanımlanmak istenmekteydi.18

Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gündeme gelişi, soğuk savaş döneminin ardından sınırsız bir Avrupa yaratma, Avrupa’nın güney ve doğu genişlemesi arasında denge yaratma ve de sorunlu başlıkların “Topluluk” metodu ile çözülebileceğine dair inancın odağında şekillenmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti adına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 04 Temmuz 1990’da AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye üyelik başvurusunun ardından bunun 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmalarına aykırı olduğu yaklaşımını uluslararası alana taşımış, GKRY’nin AB üyeliğinin kabulünün “hukuk dışı” bir girişim olacağını belirtmiştir. Bu yaklaşımla birlikte AB - Kıbrıs ilişkileri ve de Kıbrıs sorununa yaklaşımda “hukuksal boyut” ön plana çıkmıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise Türk tarafının tezlerine karşıt olarak Türkiye’nin adadaki varlığının “hukuk dışılığını” gündeme getiren girişimlerde bulunmuştur.19

1990 yılında AT Bakanlar Konseyine tam üyelik başvurusunda bulunan GKRY’nin üyelik görüşmelerine başlayıp başlayamayacağına AT Komisyonu üç yıl sonra yanıt verebilmiştir. 1993 Lüksemburg AB Zirvesi’nde Kıbrıs’ta dengeli ve barışçıl bir çözümün bulunması amacıyla BM’nin üreteceği siyasi çözümlere ve de çabaya destek verileceği açıklanmıştır. İktisadi, sosyal ve siyasi geçiş sürecinde Kıbrıs Hükûmeti ile gerekli iş birliğinin sağlanması amacıyla gerekli araçların kullanılacağı belirtilmiş, Konsey, Komisyonu Kıbrıs Hükûmetinin katılım müzakerelerini başlatmaya davet etmiştir. Avrupa Parlamentosu, 1993 yılında Türk ordusunun yerini BM güçlerine bırakması çağrısında bulunurken Türkiye’nin adadaki işgale son vermesi ile 1992 Butros Gali Fikirler Dizisi’nin kabul edilmesi, Türk tarafının yeniden görüşmelere dönmesi gerektiği vurgulanmıştır. 24 Haziran 1994 tarihinde Korfu adasında düzenlenen AB Zirve Toplantısı’ndan sonra yayımlanan sonuç bildirgesi ile Kıbrıs ve Malta’nın Birliğin genişleme programına alındığı resmen açıklanmıştır.20 Bu bilgiler çerçevesinde Kıbrıs’ta yeni durumun Ocak 1995 tarihinde yeniden gözden geçirilmesi kararlaştırılmıştır.

AB Barselona Anlaşması (1995) ile Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri olan ilişkilerini şekillendirmiştir. İkinci Akdeniz genişlemesi olarak da adlandırılan bu süreçte iktisadi ilişkilerin güçlendirilmesinin yanı sıra güvenlik ve savunma

18 Christopher Hill; “The Common Foreign and Security Policy of the EU”, http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/RelatedSites.htm/20.05.2002. 19 Fırat; s. 256 - 257. 20 a.g.e.; s. 254 - 255.

Page 109: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

108

başlığının belirleyen olduğu görülmektedir. AB, ham madde ve enerji ithalatının % 20’sini Akdeniz ülkelerinden karşılamaktadır. Bu nedenle 06 Mart 1995 AB Konseyi kararlarına (Fransa’nın başkanlığı döneminde) göre “Kıbrıs’ın” AB’ye katılım sürecinin genişleme takvimi ile birlikte ele alınması kararlaştırılmış, Kıbrıs’a üyelik görüşmelerinin başlaması için tarih verileceği özellikle vurgulanmıştır. Türkiye’nin Gümrük Birliği Ortaklık Konseyi Kararı’nı imzaladığı bu tarihte Yunanistan’ın Türkiye’nin imzalayacağı Gümrük Birliği Ortaklık Konseyi Kararı’na yönelik vetosu, GKRY’nin AB genişleme takvimine dâhil edilmesi ile ortadan kalkmıştır. Türk tarafı ise bu koşullar altında GKRY’nin AB üyeliğinin “hukuk dışılığını” gündeme getirememiştir. Aynı gün AB Bakanlar Konseyi 1996 Hükûmetler Arası Konferans’ın bitiminden altı ay sonra Kıbrıs’ın tam üyeliğine ilişkin görüşmelerin başlaması kararını almıştır.21

AB’nin Kıbrıs’a karşı değişen tavrı gün geçtikçe belirginleşmiş, Kıbrıs âdeta Türkiye’nin üyeliği yolunda bir koz olarak kullanılmıştır. AB Komisyonu 15 Temmuz 1997’de Gündem 2000 isimli raporunda Türkiye’yi yeni aday listesine koymazken GKRY ile tam üyelik müzakerelerinin, Kıbrıs’ta siyasi bir anlaşma olsun ya da olmasın 1998 yılı başlarında başlayacağı ilan edilmiştir. 12 - 13 Aralık 1997 tarihli Lüksemburg Zirvesi’nden çıkan karar 10 Doğu ve Orta Avrupa ülkesi ile Kıbrıs’ın genişleme sürecine alındıkları ve üyelik müzakerelerinin 31 Mart 1998’de başlatılması yönünde olmuştur.22

Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi’nde ise AB, Kıbrıs politikasını daha net bir şekilde tanımlamıştır. Bu zirve ile GKRY’yi ve Malta’nın üyeliğine öncelik tanınması kararlaştırılmıştır. Taraflar arasında 03 Aralık 1999 New York’ta başlayacak olan görüşmelerden memnuniyet duyduğunu belirten AB, siyasi çözümün Kıbrıs’ın AB üyeliğini kolaylaştıracağı üzerinde durmuştur. Ancak çözüm elde edilmemesi hâlinde Komisyonun Kıbrıs ile ilgili kararlarında değişiklik olmayacağı belirtilmiştir. Çözümün Kıbrıs’ın AB üyeliği için bir ön şart olarak görülmediği vurgusu her koşulda tek taraflı da olsa GKRY’nin AB üyeliğinin kabul edilebileceği anlamına gelmekte idi.23

Helsinki Belgesi’nin 12’nci maddesinde Türkiye’nin adaylığının şartları sayılırken 4. ve 9. (a) maddelerine ağırlık verilmesi şartıyla ibaresinin yer alması aslında Kıbrıs’ın Türkiye’nin önüne konulmasının devam edilmesi demekti. Çünkü bu maddelerde siyasi çözümün Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğini kolaylaştıracağı vurgulanırken çözüm elde edilememesi hâlinde Komisyonun Kıbrıs’la ilgili kararlarında değişiklik olmayacağı belirtilmişti. Yine 08 Kasım 2000’de açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)’nde Türkiye’nin AB üyeliği için gerekli öncelikli kısa vadeli hedefler içinde Kıbrıs sorunu da vardı. Belgede Kıbrıs konusunda siyasi diyalog çerçevesinde BM Genel

21 Christopher Brewin; The EU and Cyprus, UK, Eothen Press, 2000, p.22. 22 Fırat; s. 268 - 270. 23 Enver Bozkurt - Havva Demirel; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği Kapsamında Kıbrıs Sorunu, Ankara, Nobel Yayınları, Ocak 2004, s. 212.

Page 110: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

109

Sekreteri’nin soruna kapsamlı bir çözüm bulunması sürecinin başarılı bir sonuca ulaştırılması yönündeki çabalarının kuvvetle desteklenmesi ifadesi yer almıştı. AB’nin KOB’u açıklamasından sonra Türkiye’nin 19 Mart 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul ettiği Ulusal Program (UP) da KOB’da kendisinden istenen yükümlülükleri kabul edilmiştir.24

Kıbrıs’ta tarafların 1999 yılında başlattıkları görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan Annan Planı, 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara sunulan Birinci Annan Planı ile görüşülmeye başlamış, planın beşinci versiyonu olan Beşinci Annan Planı 31 Mart 2004’te tamamlanarak 24 Nisan 2004’te adanın iki tarafında eş zamanlı olarak referanduma sunulmuştur. Her iki tarafın tezlerine belli ölçülerde yer veren bir içeriğe sahip olun bu planın daha çok İngiltere’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Sör Lord Hannay tarafından hazırlandığı yaygın bir görüştür. İngiltere, Annan Planı aracılığıyla adadaki askerî üslerinin varlığını garanti altına alırken adanın geri kalan kısmında AB’nin varlığından rahatsız olmayacağını göstermekteydi. Planda ne konfederasyon ne de federasyon tanımı yapılırken taraflar iki ayrı kurucu parça devletin sahibi olarak görülmekteydi. Egemenlik, anayasal haklar, garantörlük, yerleşim, toprak, mülkiyet özgürlüğü ve AB üyeliği başlıkları tarafların tezleri gözetilerek ele alınmış, tarafların yaklaşımları arasında belli bir denge oluşturulmaya çalışılmıştı. Ancak planda yer alan askersizleştirme başlığı İngiltere’ye ait olan askerî üslerin varlığı ihmal edilerek tanımlanmıştır. Plan 24 Nisan 2004’te adanın her iki kesiminde yapılan referandumda Türk tarafında % 64,91’lik bir çoğunlukla kabul edilirken Rum tarafında % 75,83’lük bir oranla reddedilmiştir.25

Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu Kıbrıs sorununun çözümü için herhangi bir kurum ya da ülkenin çizmiş olduğu yol haritasından ziyade BM çatısı altında kurumsallaşacak bir çözüm istediği için Annan Planı’nın kabul edilmesinden yana tavır koymuştur. Ne var ki 24 Nisan 2004’te AB’ye 01 Mayıs için giriş vizesi alan GKRY’yi AB üyesi olarak durumunun yaratacağı üstünlüğü ve avantajları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Türkiye’ye kaptırmak istememiştir. Bu nedenle büyük bir çoğunlukla planı reddetmiştir.

Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin AB ile üyelik sürecine 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’ne tam anlamıyla damgasını vurmuştur. Türkiye her ne kadar bu zirveden müzakere başlama tarihi olarak 03 Ekim 2005 tarihini alsa da zirvede Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması anlamına gelebilecek olan Ankara Anlaşması hükümlerini birliğe katılan 10 yeni AB üyesine genişletilmesini esas alan Ek Protokolü müzakerelerin başlayacağı 03 Ekim 2005 tarihine kadar parafe etmesi isteniyordu.26

24 a.g.e.; s. 222 - 224. “8 Kasım 2000 Katılım Ortaklığı Belgesi”, http://www.belgenet.com/arsiv//ab/kortak _2000.html., 09.02.2006. 25 Emine Tahsin; “ABD ve AB’nin Kıbrıs’a Bakışı”, http://www.sav.org.tr/Almanak yazilar%5CAB K 04 E Tahsin.htm., 09.11.2005. 26 “Evet’e Kıbrıs Şartı”;http://www.milliyet.com/2004/11/30/siyaset/asiy.html., 09.02.2006.

Page 111: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

110

Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı’nın parafesi ve Başbakan’ın sözlü onayıyla Türkiye 03 Ekim 2005 tarihine kadar Ankara Antlaşması’nın GKRY’yi de içine alacak biçimde 10 yeni ülkeye teşmil edilmesi koşulunu kabul ediyordu. Türkiye’nin bu kararı 17 Aralık Zirve Sonuç Bildirisi’nin 18’inci maddesinde yer almıştır. Söz konusu zirvede alınan kararların 19’uncu maddesinde “AB Konseyinin, 10 yeni devletin katılmış olduğunu göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Ankara Anlaşması’nı uyarlamasına yönelik Protokol’ü imzalama kararını memnuniyetle karşıladığı” belirtilmiştir.27

Türkiye AB ile 03 Ekim 2005’te tam üyelik müzakerelerine başlayabilmek için 29 Temmuz 2005 tarihinde 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nı, aralarında Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin de bulunduğu 10 yeni üyeyle genişleten Protokol’ü imzalamıştır. Protokol’ü Türkiye adına AB dönem başkanlığının başlattığı mektup değişimi çerçevesinde, Türkiye’nin AB nezdindeki Büyükelçisi Oğuz Demiralp imzalamıştır. Protokolde, Kıbrıs Rum Kesimi, Ankara’nın 30 yıldır tanımadığı “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla, Türkiye - AT arasındaki Ankara Anlaşması’na taraf yapıyordu. Türkiye Protokol’ü imzalarken Rum Kesimi’ni tanımadığını vurgulayan bir bildirge yayımlamıştır.28

03 Ekim 2005’te AB Dışişleri bakanlarının Lüksemburg’da yaptıkları toplantıda Türkiye’ye yönelik Müzakere Çerçeve Belgesi’ni onaylandı ve müzakerelerin tarama süreciyle resmen başlatılması kararlaştırıldı. AB ile müzakere sürecinin yol haritasını çizen Müzakere Çerçeve Belgesi 22 maddeden oluşuyordu ve bu belgede AB’nin hazmetme kapasitesi özel olarak vurgulandı. Müzakerelerin başarısızlığı durumunda “Türkiye’nin en güçlü şekilde Avrupa’ya bağlı kalması sağlanmalıdır.” deniliyordu. Belgeye Rumların talebi üzerine yedinci madde kondu. Katılıma kadar geçecek süre zarfında Türkiye’nin uluslararası örgütler içindeki tutumunu, AB ve üye devletlerin politikalarıyla uyumlulaştırması gerektiği vurgulanan bu maddeye, Rumların istediği biçimde “Türkiye’nin AB üyelerinin uluslararası organizasyonlara ve düzenlemelere katılımı konusundaki politikalarını da AB ile uyumlu hâle getirmesi” ifadeleri eklendi.29

Ayrıca AB Komisyonunun 09 Kasım 2005 tarihli İlerleme Raporu’yla aynı gün üçüncüsünü açıkladığı KOB’da Ek Protokol hükmü olan limanların Rumlara açılması ve Rum Kesimi’yle ilişkilerin normalleştirilmesi talebinin yinelenmesi dikkat çekiyordu. KOB’da İlerleme Raporu’nda dile getirilen eksiklikleri göz önüne alarak Türkiye’nin iki yıl içinde yapması gereken “kısa vadeli yapılması gerekenlerin” listesini sunuluyordu. Türkiye açısından AB sürecinde izlenecek yol haritası niteliği taşıyan KOB AB’nin Mayıs 2003’te yayımladığı KOB’a göre belli noktalarda önemli farklılıklar içeriyordu. AB Komisyonu tarafından 09 Kasımda açıklanan belgede en önemli söylem

27 a.g.e. 28 “Beş Lidere Mektup”; http://www.milliyet.com/2005/07/29/siyaset/siy05.html., 09.02.2006. 29 “İşte Çerçeve Belge”; http://www.milliyet.com.tr/2005/10/04/dunya/dun01.html., 09.02.2006.

Page 112: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

111

değişikliği Kıbrıs’la ilgili olarak da yaşandı. KOB’da bir önceki metne göre farklılaşan ana unsurlar şu şekilde belirginleşmişti:

Kıbrıs: Önceki belgede sadece çözüme atıf yapan AB, bu kez Türkiye’den Ek Protokol’ü Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde uygulamasını istiyordu. Belgede, “Türkiye ile aralarında ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bulunduğu tüm AB üyeleri arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik adımları atın.” deniliyordu.30

AB Komisyonu Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin takvimini 23 Ekim 2005’te belirledi. AB’ye üyelik müzakerelerine ilk adımı olan tarama sürecine, “Bilim ve Araştırma”yla başlayan Türkiye’yi 2006’da zorlu bir takvim beklemektedir. Finlandiya’nın dönem başkanı olduğu 2006’nın ikinci altı aylık dönemde müzakere sürecinin devamında sorun yaratma potansiyeli yüksek olan “Malların Serbest Dolaşımı” ve “Gümrük Birliği” başlıklarının taramasının başlaması planlanmaktadır. AB Komisyonunun Ek Protokol’ün uygulanmasıyla doğrudan ilişkili olan bu iki başlıkta “Protokolün tam ve eksiksiz uygulanmaması halinde bu başlıklarda müzakere açılması mümkün olmaz.” şeklindeki mesajını net biçimde vermesi beklenmektedir. Komisyonun Türkiye’yle ilk başlığı 2006’da müzakereye açmayı öngörmesi ve bunun ancak aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu 25 ülkenin onayıyla yapılacak olması sürecin kritikliğini daha da artırmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi’nin “Ek Protokol”ün uygulanması kapsamında Türk deniz ve hava limanlarının Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmaması durumunda süreci baltalayıcı girişimlerde bulunmasından endişe edilmektedir.31

Türkiye, AB ile ilişkilerinde Kıbrıs sorununun tam üyelik müzakerelerini etkilemesini önlemek için en son 20 Ocak 2006’da Kıbrıs Eylem Planı’nı hayata geçirmeye çalıştı. GKRY’nin Kıbrıs sorununu BM zemininden AB zeminine kaydırarak Türkiye’yi de baskı altında tutma politikası karşısında 10 madde olarak açıklanan Eylem Planı’nda Türkiye’nin limanlarını ve hava sahasını Rum gemi ve uçaklarına açması karşılığında KKTC’ye uygulanan ekonomik ambargoların kaldırılması öngörülüyordu. Eylem Planı’nın uygulanması BM Genel Sekreterliği himayesinde Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının katılımıyla gerçekleşecek ve toplantının sonuçları BM Güvenlik Konseyine sunulacaktı.32

Türkiye’nin yeni Kıbrıs Eylem Planı AB, BM, İngiltere, Rusya gibi bölgesel ve büyük güçlerce olumlu bir adım olarak değerlendirilirken Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından reddedilmiştir. 25 Ocak 2006 tarihinde tüm AB ülkelerine Türkiye’nin önerilerine karşı görüşlerini gösteren bir tutum belgesi ileten Rum Yönetimi, bu belgede kapsamlı çözüm için masaya oturma

30 “AB’den Zorlu Ödev”; http://www.milliyet.com/2005/11/06/siyaset/axsiy01.html, 9.02.2006., “2005 İlerleme Raporu”, http://www.abhaber.com/belgeler/rapor.pdf, 09.02.2006. “2003 Katılım Ortaklığı Belgesi”, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/kortak_2003-1.html., 09.02.2006. 31 “2006 Zorlu Geçecek”, http://www.milliyet.com/2005/10/23/dunya/adun.html., 09.02.2006. 32 “Rumlara Samimiyet Testi“, Milliyet, 25 Ocak 2005, s. 19.

Page 113: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

112

koşullarını sıralamıştır. Bu koşullar; müzakerelerde BM’ye hakemlik rolü verilmemesi, belirli bir takvimle görüşmelerin sınırlandırılmaması ve “Avrupa gerçeklerinin göz önünde bulundurulması”ydı. Ayrıca Rum yönetimi Türkiye’nin Kıbrıs Eylem Planı’ndaki önerilerini Türkiye’nin AB yükümlülüklerinden kaçmak için bir manevra olarak gördüğünü açıklıyordu. Rum yönetimi AB liderlerini Türkiye’ye “Rum Kesimi’ne limanlarını açması ve ilişkilerini normalleştirmesi” şeklindeki yükümlülüklerini hatırlatması çağrısında bulunurken gerekli olması hâlinde Türkiye’nin AB sürecinde veto uygulayabileceğini belirtiyordu. 28 Şubat 2006’da Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili ortaya attığı Eylem Planı’na karşılık hazırladığı bu önerileri BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a sunmuştur.33

Türkiye ısrarla yeni Eylem Planı içindeki KKTC’ye yönelik tüm kısıtlamalar kaldırılmadıkça Gümrük Birliğini GKRY’yi kapsayacak biçimde genişleten Ek Protokol’ün Meclisten geçmeyeceğini belirtse de 2006 yılı ve daha sonraki dönemler Türkiye’nin AB ile ilişkisinde Kıbrıs sorununun çok ciddi boyutlarda karşısına çıkacağını göstermektedir. Bu konuda sıcak bir gelişme 23 Şubat 2006’da Suriye’nin Lazkiye Limanı’ndan kalkan Rum bandıralı ABLE- F gemisinin Mersin Limanı’na girmek istemesi ile yaşanmıştır. Olayı provokasyon olarak nitelendiren Türkiye, geminin girişine izin vermedi. Limanın iki mil dışına demirleyen gemi, 15 saatlik bir beklemenin ardından Türk karasularından ayrıldı. Bu olay üzerine Yunanistan ve Rum Yönetimi, Türkiye’nin Gümrük Birliğini ihlal ettiğini belirterek bunun AB’yle müzakereleri zorlaştıracağı tehdidinde bulundu.34

Türkiye - AB ilişkilerinde Kıbrıs düğümünün çözülememesinin en somut göstergelerinden biri de 08 Mart 2006’da yapılan AB Troykası - Türkiye toplantısında kendini göstermiştir. Toplantıda Kıbrıs sorunu bu yılın en sıcak konusu olacağını bir kez daha hissettirmiş ve tarafların Kıbrıs konusuna yaklaşımlarının farklılığı toplantıya damgasını vurmuştur. AB kanadı Ek Protokol’ün Rum Kesimi’ni de kapsayacak şekilde ve gecikmeksizin uygulanması konusuna verdiği önemi bir kez daha vurgulamış ve bunun yapılmaması hâlinde “müzakere sürecinin sürdürülebilirliğinin olumsuz etkileneceği” belirtilmiştir. 2006’da AB’nin konuyla ilgili bir değerlendirme yapacağı hatırlatılarak süreçte aksama yaşanmaması için Türk tarafının malların serbest dolaşımı ve Gümrük Birliği gibi Kıbrıs’la bağlantılı konularda müzakerelerin başlatılabilmesi için Ek Protokol’e ilişkin adım atılmasının kaçınılmaz olduğu iletilmiştir. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn Türkiye’nin limanlarını Rum kesimine açmasının şart olduğunu vurgulayarak “Aksi hâlde kriz çıkma ihtimali var. Türkiye 03 Ekimde bize Ankara Anlaşması Ek Protokolü’ndeki yükümlülüklerini yerine getireceğini taahhüt etti. Bu taahhüdüne uyması ve limanlarını Rum kesimine açması şart” şeklinde konuşmuştur. Türkiye ise AB’nin Kıbrıs Türk toplumu

33 “Şimdi de Annan Vetosu“, Sabah, 30 Ocak 2006, s.20. “Kıbrıs’ta Düğüm“, Milliyet, 09 Mart 2006, s. 18. 34 “Rumlar İlk Resmî Belgeyi Elde Etti”, Milliyet, 24 Şubat 2006, s. 22.

Page 114: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

113

konusundaki taahhütlerini yerine getirmesi ve bu yapılmadan Türkiye’den ek adım beklenmemesi yönündeki görüşlerini yinelemiştir.35

Bu konuda İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, İngiltere Avam Kamarasında yaptığı konuşmada Rum Kesimi’nin BM ile ilgili konularda AB üyeliğinden istifade etme çabalarının ve uzlaşmaz tavırlarının Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamasını imkânsız hâle getireceğini belirtmiştir. Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis ise ülkenin etkin gazetelerinden To Vima’ya yaptığı açıklamada “Türkiye Gümrük Birliği Protokolü’nü 2006 içinde uygulama yükümlülüğünü üstlendi. Şimdi 2006’nın ikinci ayındayız. Müzakere edilmez ön şart olan bu uygulamayı görmek için daha zaman var.” ifadesini kullanmıştır. Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Kıbrıs’ta çözümden bahsederken artık Kıbrıs’ın AB üyesi olduğunun göz önünde bulundurulması ve çözümün işlerliğinin olması için AB çerçevesinde bir işlerliği olan çözümden bahsedilmesi gerektiğinin altını çizmiştir.36

12 - 13 Haziran 2006 tarihlerinde Lüksemburg’da Türkiye ile AB’nin 25 üye ülkesi arasında gerçekleştirilecek Türkiye - AB Ortaklık Konseyi toplantısı öncesinde AB tarafından hazırlanan Ortak Tutum Belgesi’nde Kıbrıs konusunda sadece Türkiye’den talepte bulunulması ve Türk limanlarının Rumlara açılmasının anlaşmalardan gelen zorunluluk olduğu ifadeleri yer almaktadır. 12 Hazirandaki toplantı öncesi “Bilim ve Teknoloji” alanında fiilî müzakereleri başlatacak olan “Hükûmetler Arası Konferans” konusunu masaya yatıran AB Daimî Temsilciler Komitesi (COREPER)nin toplantısı öncesinde Rum tarafı Ortak Tutum Belgesi’nde sert bir yaklaşım sergilemektedir. Bunun temelinde Türk liman ve hava limanlarının Rum gemi ve uçaklarına açılması gereğinin güçlü biçimde vurgulanmasını sağlama çabaları yatmaktadır.37

Türkiye’nin AB ile müzakerelere başladığı bu dönemde bu veriler ışığında Türkiye - AB ilişkilerinin çok zorlu geçeceğini söylemek kehanet olmaz. Kıbrıs sorunu 2006’da ve daha sonrasında Türkiye’nin AB ile başladığı üyelik müzakerelerinin gidişatını etkileyecek en önemli sorundur. Türkiye’nin Gümrük Birliğini GKRY de dâhil olmak üzere tüm üyelere genişleten Ek Protokol’ün gereklerini yerine getirerek Meclisten geçirme yükümlülüğü altına girmiş olması AB ile ilişkilerinin 2006 seyri için ve daha sonrası için olumlu bir durum yarattığı söylenemez. Bu konuda AB yetkilileri de Türkiye’nin tavrında değişiklik yapmazsa hızla duvara doğru gidildiği benzetmesini yapmaktadırlar.

Sonuç Doğu Akdeniz; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birleştiren ve bu

kıtalar arasında geçim / ulaşım yollarını düzenleyen önemli bir bölgedir. Doğu Akdeniz’in konumuna bakılırken Süveyş, Cebelitarık ve Boğazlar da dikkate alınmaktadır. Bu bölge Balkanlar - Kafkaslar - Orta Doğu üçgeninin

35 “Kıbrıs’ta Düğüm“; Milliyet, 09 Mart 2006, s. 18. “Kriz Çıkabilir“, Sabah, 09 Mart 2006, s. 16. 36 “İngiltere’den Rumlara Tarihî Uyarı“, Milliyet, 10 Şubat 2006, s. 19. “Dora Heyecanla Gül’ü Bekliyor”, Milliyet, 27 Şubat 2006, s. 22. 37 “Rumlardan Sorun Üstüne Sorun“; Milliyet, 09 Haziran 2006, s. 22.

Page 115: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

114

kontrol edilebilmesi açısından önemlidir. Akdeniz’in kuzeydoğusunda bulunan Kıbrıs adası ise Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutma açısından öne çıkmaktadır. 1990 sonrası iki kutuplu küresel stratejik güç dengesi sona erip yerini ABD’nin yanında, Rusya Federasyonu, AB, Japonya gibi diğer büyük güçlerin oluşturduğu yeni bir dönem başlamıştır. Belirsizlik, kitle imha silahlarının üretim ve satışına ilişkin yoğun bir alışveriş trafiğinin yaşanması, küresel ölçekte enerji ihtiyacının artmış olması, uluslararası pazarlara yeni enerji merkezlerinin dâhil olması yeni dönemin göze çarpan özellikleri olarak öne çıkmıştır. Coğrafi konumu itibarıyla Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası bu nedenlerle bölgesel güç dengeleri üzerinde doğrudan küresel stratejik güç dengeleri üzerinde ise dolaylı olarak etkilidir ve bu güçlerin ihmal edemeyeceği bir konumdadır.

Kıbrıs’ın Türkiye bakımından önemi adanın Türkiye’nin Akdeniz’e çıkış yolu üzerinde bulunmasıdır. Ada, Türkiye’nin güvenliği bakımından önemli bir konumdadır. Türkiye, soğuk savaşın bitiminin ardından dünyanın istikrarsız ve sıcak çatışmalara en çok açık bölgeleri hâline gelen Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde güvenliğini sağlamak için Kıbrıs’a önem vermektedir. Ayrıca tarihî ve kültürel olarak da ada üzerinde yaşayan Türk toplumunun varlığının korunması Türkiye açısından yaşamsal önemdedir. AB açısından ise AB sadece Avrupa’da değil hem küresel hem de bölgesel ölçekte dünya siyasetinde belirgin güç olmaya çalışmaktadır. AB’nin dünya siyasetine politik, ekonomik ve askerî açıdan avantaj sağlayabilmesi Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasını kontrol edebilmesi ise daha kolaylaşabilir. Çünkü Doğu Akdeniz bölgesi Avrupa, Asya ve Afrika’ya olan ulaşım, ticaret ve taşıma faaliyetlerini kontrol etme açısından önemli bir coğrafyadır. Kıbrıs ise Doğu Akdeniz bölgesini kontrol eden yeriyle bu coğrafyada merkezî bir konumdadır. AB, 1991 Maastricht ile bütünleşme, 1993 Kopenhag Zirvesi ile genişleme politikasını oluşturup küresel ve bölgesel açıdan büyük güç olma isteğini ortaya koyarken Kıbrıs’ı (GKRY) stratejik konumu ve Yunanistan’ın baskısıyla 2004 yılında Birliğe tam üye alarak almıştır.

AB, Kıbrıs’ta jeopolitik ve jeostratejik çıkar sağlamak için 1960 yılından günümüze kadar meydana gelen olayları ve Adadaki de facto durumu hiç olmamış gibi kabul ederek Kıbrıs sorununa kalıcı ve tarafları tatmin eden bir çözüm bulunmadan GKRY’yi 01 Mayıs 2004’te adanın tümünü temsilen üyeliğe kabul ederek sorunun çözümsüzlüğüne en büyük katkıyı yapmıştır. AB, sadece Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüne değil GKRY’yi Türkiye’nin karşısına üye devlet olarak oturtarak GKRY’yi Türkiye - AB ilişkilerinde daimî bir provokasyon aleti hâline de getirmiştir.

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarından beri yüzünü Batıya dönmüş, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Batının yükselişini ve üstünlüğünü simgeleyen Avrupa devletleriyle yakın ilişkiler kurulmasına çaba göstermiştir. Bu tarihsel ve ideolojik nedenlerin yanında ekonomik ve siyasi etkenlerden kaynaklanan politikalarla 1959’dan itibaren Avrupa ekonomik bütünleşmesinin temeli olan AET ile yakın ilişki içine geçmek istemiştir. Türkiye’nin 31 Temmuz 1959’da AET’ye başvurusu ile başlayan ve 12 Eylül

Page 116: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

115

1963’te imzalanan Ankara Anlaşması ile hukuksal zemine oturan ilişkilerinden zorlu bir süreç içinde gelişmiştir. Nihayetinde geride bıraktığımız 2005 yılı Türkiye - AB arasındaki ilişkilerde dönüm noktası olma niteliğine sahip gelişmelere sahne olmuştur. Türkiye’nin 40 yıldan beridir talip olduğu AB üyeliği için teknik anlamda çok önemli bir viraj dönülerek Ekim 2005’te müzakerelere start verilmiştir. AB’yle tarama süreci ile başlatılan müzakerelerin ilk aşaması şimdilik sorunsuz olarak yürüyor gibi gözükmektedir. Ancak bu yıl içinde bazı fasıllarda başlaması beklenen müzakerelerin temel safhasına geçişte özellikle Kıbrıs konusunda ortaya çıkacak muhtemel gelişmeler Türkiye - AB ilişkilerinin seyri açısından sorunlu bir dönemin oluşmasına yol açacaktır. Özellikle Malların Serbest Dolaşımı ve Gümrük Birliği başlığında Türkiye’nin bugüne kadar tanımadığı GKRY’ye liman ve hava sahasını açma konusunda 2006 yılı için KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılması şartı ile taahhütte bulunması sorunun ana kaynağını teşkil edecektir.

Böylece Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde önünü açan, pazarlık gücünü artıran ve / veya ulusal / bölgesel saygınlığı için olumlu katkı sağlayan değil önünü tıkayan, pazarlık gücünü zayıflatan, siyasal açıdan sorun olmaya devam eden bir konumda olduğu söylenebilir. Türkiye bu nedenle bir yandan AB ile ilişkilerinde sorunlar yaratan Kıbrıs konusunda BM çatısı altında adil ve kabul edilebilir bir çözüme varılması için çaba sarf ederken diğer yandan bulunacak çözümün kendi ulusal politikalarına uygun olarak gerçekleşmesi için çalışmaktadır.

Abstract: Turkish Republic, as a country which has turned its face towards the West since its foundation years, Therefore, establishing close relations with European Economic Community (EEC), which is the basis of the economical integration of Europe in 1959, made an application for the membership to EEC on July 31, 1959 and put its relations with EEC on legal grounds with Treaty of Ankara signed on September 3, 1963. Getting negotiation date on October 3, 2005, Turkey has took an important step in its 40- year full membership journey. However, wishing to become a leading actor in the world politics not only economically but also militarily and politically after the Cold War was over, Europe’ s attacment of importance to the East Mediterranian Region, which has a strategically important position, caused Europe to establish a relation with Cyprus (South Cyprus Greek Government) resulting in its full membership of EU. With its negative effect to full membership negotiation process started between Turkey and EU, this relation stands against Turkey as one of the most critical and negative factor of the negotiation process. Thus, Cyprus problem has retained its significance in keeping healty relations between Turkey and EU, not only in the past but also will go on retaining it in the future.

Keywords: Cyprus Problem, European Union, Turkey, Negotiation Process, Strategical importance.

Page 117: İ Ş İÇİNDEK İ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/Stratejik Araştırmalar... · 2 geçirilmesi yöntemi, yerini hava bombardımanı

YAYIM İLKELERİ

Yayın Amacı ve Kapsamı 1. Ulusal hakemli dergi niteliğine sahip ve yılda iki sayı olarak

yayımlanan Stratejik Araştırmalar Dergisi özellikle güvenlik boyutunda geleceğe yönelik jeopolitik ve jeostratejik seviyede Türkiye’nin uygulamasında fayda mütalaa edilen stratejik seçenekleri ortaya koyma amacına yöneliktir. Bu itibarla ilgi alanımıza giren jeopolitik, jeostratejik ve ekonomik seviyede güvenliğimizi ilgilendiren konularda daha önce yayımlanmamış özgün ve bilimsel nitelik taşıyan tüm çalışmalara açıktır.

2. Stratejik Araştırmalar Dergisi’nde; ülkemizin güvenliği ile ilgili konuları işleyen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasada ifadesini bulan temel niteliklerine ve yasalarına tamamen saygılı bir tutum ve uyum içinde kaleme alınmış olan ve hakem onayından geçmiş makalelere yer verilmektedir.

3. Stratejik Araştırmalar Dergisi’nde makalesi yayımlanan yazarlara telif ücreti ödenmektedir.

4. Stratejik Araştırmalar Dergisi’nde yayımlanan makaleler yazarlarının şahsî görüşlerini içermektedir. Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin resmî görüşlerini yansıtmamaktadır.

Yayın Kuralları 1. Makaleler A - 4 kâğıdının bir yüzüne gelecek şekilde 5 - 20 sayfa

olarak bilgisayar ortamında Microsoft Word programında yazılarak bilgisayar çıktısıyla birlikte disketle gönderilmelidir.

2. Makalenin başlangıç kısmına (50 kelimeyi geçmeyecek şekilde), Türkçe ve İngilizce özeti ile beşer adet anahtar kelime yazılmalıdır.

3. Yazı karakteri Arial, yazılar 10 punto, dipnotlar 8 punto, fotoğraf, şekil ve çizelge yazıları 10 punto olmalıdır.

4. Makalenin konusu ile ilgili belge ve fotoğrafların orijinalleri veya baskıya uygun nitelikte olanları seçilmelidir.

5. Yazar adı ve açık adresi (elektronik posta adresi ve telefon numarası dâhil), sağ köşeye, italik, koyu 10 punto olarak yazılmalı, unvan ve görev yeri dipnota (*) işareti ile belirtilmelidir.

6. Dipnotlar yer aldığı sayfanın alt tarafında ve numaralandırılarak verilmelidir.

(Adı Soyadı; Kitap / Makale Adı, Cilt / Sayı, Yayın Evi / İl / Basım Evi, Yıl, Sayfa No.)

7. Kaynaklar makalenin sonuna aşağıdaki şekilde konmalıdır. (Soyadı Adı; Eser İsmi, Cilt / Sayı, Yayın Evi, İl, Yıl) 8. Yayımlanacak makalelerde esasa ilişkin olmayan redaksiyon

değişiklikleri ve düzeltmeler Gnkur. ATASE Bşk.lığı SAREM’ce yapılabilir.