Top Banner
Millet ve Milliyetçilik "Millet" sözcüğü aslen Arapça olup , "din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde 20. yüzyıl başlarına kadar bu anlamda kullanılmıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sözcük Fransızca/İngilizce nation kavramına karşılık olarak kullanılmıştır. Türkçe "ulus" (Orhun Yazıtları'nda uluş olarak yer alır) sözcüğü, 1932 yılında aynı kavramın Yeni Türkçesi olarak benimsenmiştir. Orhun Yazıtları ve Kâşgarlı Mahmud'un 1072-1074 yılları arasında yazdığı Divânu Lügati't-Türk adlı kitabında millet sözcüğünün Türkçe karşılığı budun sözcüğüdür. Arapça’da “Melle” kökünden gelen millet kelimesi asıl olarak “aynı dinden olanlar” anlamında kullanılır. 1 Latince kökenli olan "nation", kök anlamı itibariyle "aynı atadan gelenler topluluğu" demektir. Dolayısıyla esasen Türkçe kavim veya aşiret karşılığıdır. Türkçe ulus ise siyasi amaçla bir araya gelmiş olan boylar konfederasyonunu ifade eder (ayrıca eski Türkçedeki budun sözcüğü de aynı anlamı verir). Milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, Napoleon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya'da güçlü bir milliyetçi akım doğdu. 1821'de Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa'nın milliyetçi çevrelerinde çok heyecanlı destek buldu. 1848'de Avusturya İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa'ya taşıdılar. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılandı. 1870'lerde Rusya'da doğan Pan-Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri idi. 1 A.Ercüment Gedikli,İslam-Asabiye Milliyetçilik,Hamle Yayınları,3.Baskı,syf.11
36

Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Feb 02, 2018

Download

Documents

hatuyen
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Millet ve Milliyetçilik

"Millet" sözcüğü aslen Arapça olup , "din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde 20. yüzyıl başlarına kadar bu anlamda kullanılmıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sözcük Fransızca/İngilizce nation kavramına karşılık olarak kullanılmıştır. Türkçe "ulus" (Orhun Yazıtları'nda uluş olarak yer alır) sözcüğü, 1932 yılında aynı kavramın Yeni Türkçesi olarak benimsenmiştir. Orhun Yazıtları ve Kâşgarlı Mahmud'un 1072-1074 yılları arasında yazdığı Divânu Lügati't-Türk adlı kitabında millet sözcüğünün Türkçe karşılığı budun sözcüğüdür.

Arapça’da “Melle” kökünden gelen millet kelimesi asıl olarak “aynı dinden olanlar” anlamında kullanılır.1

Latince kökenli olan "nation", kök anlamı itibariyle "aynı atadan gelenler topluluğu" demektir. Dolayısıyla esasen Türkçe kavim veya aşiret karşılığıdır. Türkçe ulus ise siyasi amaçla bir araya gelmiş olan boylar konfederasyonunu ifade eder (ayrıca eski Türkçedeki budun sözcüğü de aynı anlamı verir).

Milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, Napoleon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya'da güçlü bir milliyetçi akım doğdu. 1821'de Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa'nın milliyetçi çevrelerinde çok heyecanlı destek buldu. 1848'de Avusturya İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa'ya taşıdılar. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılandı. 1870'lerde Rusya'da doğan Pan-Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri idi.

Ulus, başlangıçta kan, dil ve kültür bağıyla bağlı ve zorunlu olmasa da, genellikle aynı toprağı paylaşan insan topluluğunu belirtmektedir. Çağdaş anlamında, ulus düşüncesi her şeyden önce, aynı yasalara bağlı olarak yaşamak istediklerini belirten ve sözleşme bağlarıyla birlikte olan insanlar birliğini belirtir. Böyle düşünüldüğünde, ulus, ilk anlamıyla, bir başka deyişle, doğum, kan bağı, ırk, etni, toprak ya da kavramın tarihiyle değil, tersine istenç, bir siyasal topluluğun ilkelerine özgür katılım düşüncesiyle tanımlanır.2

Milletler, sitelerde olduğu gibi toprağa bağlı topluluklardır. Sitelerin ve milletlerin arı kovanını andıran kolonileri de yine toprağa bağlı gruplardan sayılır. Renan'dan önce ve ondan beri milleti tanımlayanlar oldu. Genel olarak, milletin, ancak birçok şartların yan yana gelmesiyle gelişip devam ettiği anlaşılmaktadır. Köy ve kent, soy ve sop, dil ve din, dilek ve menfaat birliği millet için esas tutulmaktadır. Fakat itiraf etmeli ki bu fikirler çok yenidir. Daha eski, değişmez ve şaşmaz bir etken de ortaklaşa bir toprak parçasının (ülkenin) var olmasıdır. Millet, devlet ve imparatorluklar, ülke ve yurtlarıyla temsil, tasvir ve sembolize edilirler. Düne kadar Papalık, Eski Milletler Cemiyeti ve bugünkü Birleşmiş Milletler, belirli ülkeden yoksun olduklarından, birçoklarına göre gerçekten bir devlet sayılamazlar. Sınırlar, sınırkentler (Marches Separantes) bir ülke veya milletin şekil ve biçimini tayin ederler. Eski

1 A.Ercüment Gedikli,İslam-Asabiye Milliyetçilik,Hamle Yayınları,3.Baskı,syf.112 Philippe Raynaud ve Stephane Rials, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, İletişim yayınları, İstanbul 2003, syf.929

Page 2:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

çağ sitelerinden yeni çağın büyük devletlerine kadar sınırlar vatan fikrinin ilk dayanağı olmuştur. Ratzel ile Guillaume de Greef", sınırların, milletlerin kişilik ve varlığı kavramında oynadıkları rolü belirtmişlerdir. O halde yurt, milletin maddi olduğu kadar manevi bir unsurudur. Yurt, düşünülmüş, hazırlanmış ve tekrarlanmış bir kavramdır. Sınır iki ülkeyi ayırıkta kalmaz, aynı zamanda onları tayin eder ve karşılıklı iddiaları ifade ederdi. Bu sebeple Aristo'dan bu yana birçok politikacılar, büyük imparatorluklara karşılık, sınırlarının daha yakın, daha belirli ve daha canlı görünmesi bakımından küçük devletleri övmüşlerdir. Bugün daha çok renkli ve noktalı haritalar ve sembollerle milletler arasındaki farklar gösterilir. Devletlerin gücü, ülkelerinin yüz ölçümü ve nüfusunun sayısı ile ölçülür. Bir milleti buyruğu altına almak yerine bir ülkeyi zapt etmek sözü kullanılır. Bu fikir zamanımızda bile devam edegelmektedir. Manda altındaki milletler denecek yerde manda altındaki toprak veya ülkeler denilmektedir." Atasözleri ve özlü sözlerin açığa vurduğu bir fikre göre milletlerin ayrımını daha çok manevi yönde aramak gerekir. Çünkü her milletin kendine has karakter ve orijinal bir yaratılışı vardır. Bu konuda Boutmy siyasi psikolojiden, Lazarus ve Steinthal milletler psikolojisinden bahsederler. Savigny gibi yazarlar her milletin kendine göre bir hukuk sistemi bulunduğunu ileri sürerler. Bütün bunlar doğrudur. Fakat millet fertlerin yüzlerce ve hatta binlerce yıl görüşüp buluşmadan ve komşuluk bile etmeden zamanımıza kadar sürüp geldiği bir gerçektir. İşte mes'elenin özü ve can damarı buradadır. Bununla beraber devrimizde toprak bağı, ilk zamanlardakinden daha çok kuvvetli bulunmaktadır.3

Milletin Oluşumu ile İlgili Geliştirilen Kuramlar

Renancı Millet Kuramı: Ernest Renan tarafından geliştirilen ve milletin oluşmasında ırk faktörüne yer vermeyen bir kuramdır. Aynı zamanda sübjektivist ya da iradeci millet kuramı olarak da anılmaktadır.

Renan’a göre “Millet, bir ruhtur; bir ruhsal ilkedir ve milleti oluşturan kişilerin ona mensup olma iradesidir.” Renan’ın kuramı, anadil gibi farklı kavimsel kültür geleneklerine mensup topluluklar gibi, bir millete mensup olma iradesini taşıyabileceklerini belirtmektedir.

Gobineaucu Millet Kuramı: Gobineau tarafından geliştirilen ve milletin oluşmasında ırk faktörünün belirleyici olduğunu iddia eden bir kuramdır. Aynı zamanda objektivist milliyetçilik kuramı olarak da anılmaktadır.

Gobineaucu, bir milletin oluşmasında aynı kavme mensup olmanın zorunlu olduğunu öne sürmektedir. Gobineaucu görüşüne göre bir milletin oluşmasında dört öğe gereklidir: 1-Irk Birliği 2-Dil Birliği 3-Din Birliği 4-Ortak Coğrafya. Gobineaucu’nun ırkçı ulus kavramı, en etkin uygulamasını Hitler Almanyası’nda bulmuştur. Genelde, kuramcılar arasında, bir milletin oluşmasında tek bir ırka dayalı Gobineaucu kavmiyet teorisinin gerçekçi olmadığı kanısı yaygındır. Günümüzde varlığını sürdüren hemen her milletin, ortak bir biz bilincine ulaşan, az ya da çok sayıdaki değişik kavimlerden oluştuğu gerçeği göz önüne alınarak ırkçı kurama karşı çıkılmaktadır.

Marksçı Millet Kuramı: Marksist kuram, bir arada bulunan ulus öncesi kavimlerin uluslaşması için ulusal bir Pazar etrafında toplanmalarının zorunlu olduğunu öngörmektir.

3 http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/689.pdf

Page 3:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Marksist yaklaşımda Gobineacu’nun ırkçı millet kuramı reddedilmekte ve millet olgusuna ekonomik bir boyut eklenmektedir. Marksist kuramcılar, bir arada bulunan ulus öncesi kavimlerin uluslaşması için, ulusal bir pazar etrafında toplanmalarının zorunlu olduğunu ileri sürmektedir. Marksist kuramcılar milleti özetle şöyle tanımlamaktadır: “Millet, ortak bir coğrafyada yaşayan, ortak bir dili olan, ortak bir tarih ve kültür mirasına sahip ve ulusal bir pazar etrafında toplanmış, özgür vatandaşlardan oluşan istikrarlı bir insan topluluğudur.” 4

Milliyetçilik, bir milletin kendine has kültüre, geleneklere bağlı kalıp, kendi varlığını, her şeyin üstünde tutarak yaşayabileceğine inanan görüştür. Siyasi boyutuyla milliyetçilik, bir dünya görüşü olmaktan çok, politik bir duruş biçimi ve milli inançlar bütünü. Sosyolojik olarak milliyetçilik, bir milletin fertlerini birbirine bağlayan, birlikte yaşatan ulusal duygu ve bağ. Fertlerin, bağlı oldukları milletin milli değerlerini benimsemeleri, sevmeleri ve milletin kalkınmasına hizmet etmelerini isteyen sosyal felsefe. 5

Milliyetçiliğe baktığımızda da farklı bir durumla karşılaşmıyoruz. Breuilly milliyetçiliğe yönelik bakış açılarını değerlendirdiği bir makalesinde literatürde milliyetçiliğin üç şekilde ele alındığını söyler: bir düşünce, bir duygu ya da bir siyasi hareket olarak. Bunların kuramlara yansıması da farklıdır. İlk grup milliyetçiliği açıklamak için milliyetçi aydınların söylediklerine, yazdıklarına eğilirken, ikinci grup belirli bir kültürün (ya da dilin, dinin) gelişimine bakar ve bunların “milli bilinci” nasıl oluşturduğunu araştırır. Sonuncu grubun yoğunlaştığı alansa siyaset sahnesidir. Milliyetçiliği bir hareket olarak tanımlayanlar siyasi çekişmeleri, iktidar kavgalarını inceler.

Öte yandan Kellas milliyetçiliğin bir ideoloji ve davranış şekli olarak görülebileceğini ileri sürer. Milliyetçilik Kedourie’ye göre bir doktrin, Smith’e göre bir “ideolojik hareket”, Gellner’a göre bir “siyasilik”, Calhoun’a göre bir söylemdir. Görüldüğü gibi diğer kavramlarla ilişkileri açısından milliyetçiliğin durumu milletinkinden daha parlak değildir.

Milliyetçilik Düşüncesinin Kökenleri: 18. ve 19. yy’lar

Milliyetçilik düşüncesinin kökenlerini on sekizinci yüzyıl sonlarına, Herder ve Fichte’ye, hatta kimi yazarlara göre Kant ve Rousseau’ya kadar götürmek mümkündür. Fakat bir sosyal bilim konusu olarak ele alınmasıysa 1920 ve 30’ları bulur. Bu dönemde Carleton Heyes’in, 1940’larda da Hans Kohn’un çalışmaları milliyetçiliği akademik dünyanın gündemine sokar. 1960’lardan itibaren sosyal bilimlerin birçok alanında etkisi hissedilen modernleşme ekolünün de rolü vardı. 1980’ler ise pek çok milliyetçilik uzmanı tarafından bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu dönemde John Armstrong, Benedick Anderson, Ernest Gellner, Hobsbawm, Anthony D. Smith gibi düşünürlerin kuramsal içerikli yapıtları yayımlandı.

Milliyetçilik düşüncesinin “öteki izm”ler gibi büyük düşünürleri olup olmadığı pek çok sosyal bilimcinin anlaşamadıkları ve farklı yaklaşımlara eğildikleri bir tartışmalı konudur. Tam olarak kimlerin bu kategoriye dahil edilebileceği tartışma konusu olsa da, milliyetçiliğin kökenleri genel olarak Alman romantik düşüncesinde aranır. Hans Kohn’a göre romantik akım 1800’lerden sonra Alman milliyetçiliğinin yükselmesine büyük katkıda bulunmuştur.

4 Tarık Ziya EKİNCİ, Millet Milliyetçilik Devlet ve Anayasa Sorunları, Cem Kitapevi, İstanbul 2004, syf.23,24 5 Dr Ali SEYYAR, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yayınları, Nisan 2007 İstanbul, syf.662

Page 4:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Pek çok araştırmacıya göre Jean Jacques Rousseau, hatta “kozmopolitan” düşünürlerin babası sayılan Immanuel Kant, Alman romantizminin oluşumuna katkıda bulunan düşünürler arasında ilk akla gelenlerdir. Milliyetçiliği düşünce akımlarıyla açıklayan Kedourie’ye göre Kant, her şeyin başlangıç noktasıdır.

Immanuel Kant (1724-1804), elbette milliyetçi değildir. Düşüncelerinin sonraki kuşaklar tarafından nasıl yorumlandığından da sorumlu tutulamazdı. Ancak Kedourie’ye göre, geliştirdiği ahlakın ve epistemolojik ikiliğin siyasi sonuçları büyük olacaktı. Bu ikiliğin temelinde, görüngülerin dünyasıyla bireyin iç dünyası arasındaki ayrım yatıyordu. Kant’a göre bilginin kaynağı görüngü dünyasından kaynaklanan izlenimlerdi. Ama ahlak asla görüngü dünyasına, yani dış dünyaya bağlı olmamalıydı. Ahlak, olasılıklara, açıklanamaz kavramlara göre değişen dış dünyaya bağımlı olursa, birey asla ‘özgür’ olamaz, bu anlaşılmaz kavramların kölesi olurdu. Ahlakın temeli kişinin iç dünyası olmalıydı. Erdem ve özgürlüğe ancak iç dünyadaki evrensel kanuna uyularak ulaşılabilirdi.

İşte Kant’ın yeni formülü buydu: İyi irade, özgür ve özerk iradeydi. Bu formülle “kendi kaderini tayin eden birey” evrenin merkezine yerleştirilmiş oluyordu. Bunun siyasi alandaki yankılarını tahmin etmek güç değil: Formüle göre “kendi kaderini tayin hakkı en yüce değer”, vatandaşların özerk iradelerini yansıtan “cumhuriyetçilikse en geçerli yönetim biçimi” oluyordu.

Kant’ın kavramında değişiklik yapmaya ilk cesaret edense Johann Gottlieb Fichte (1762-1814) idi. Düşüncelerinin eylemlere temel oluşturmasını istiyordu. Daha gençken ‘Yalnızca düşünmek istemiyorum; bir şeyler yapmak da istiyorum’ diye yazmıştır.

Gözlemlerimiz aracılığıyla anlamlandırabileceğimiz dış dünyayı her tür deneyim ve izlenimin kaynağı sayan, dış dünyadaki görüngülerin (phenomenon) bireyden ve onun gözlemlerinden bağımsız olarak var olduğunu öne süren Kant’a karşılık, Fichte bunların evrensel bir bilincin ya da Ego’nun yansıması olduğunu iddia etmişti. Bu Kant’ın açıklanamaz kanunlarını ortadan kaldırıyor, dış dünyayı tamamen anlaşılır kılıyordu. Ayrıca Kant’ın olasılıklara bağladığı dış dünyayı istikrara kavuşturuyor, belirli bir mantığa uygun gösteriyordu. Dış dünyanın bütünüyle ‘evrensel bilince’ bağlanması, beraberinde bu dünyanın ‘Organik bir bütün’ olarak algılanması gerektiği düşüncesini getiriyordu.

Fichte, bireylerin birer hayaletten ibaret olduğunu, yalnızca bir bütün içinde yer aldıkları sürece gerçeklik kazandıklarını iddia eder. Dolayısıyla bireyin özgürlüğü, yani kendini gerçekleştirebilmesi, ancak bütünle özdeşleşmesiyle olacaktır. Mutlak özgürlük, bütün tarafından mutlak özümsenmeyi gerektirir. Bu düşünceler Fichte’yi organik bir devlet anlayışına götürür. Buna göre devlet, kişisel çıkarlarını kavramak amacıyla bir araya gelmiş bireylerin toplamından ibaret değildir. Devletin kendi bütünlüğü vardır ve bireyden önemlidir, ondan önce gelir. Ancak birey ve devlet bir olduğunda bireysel özgürlük gerçekleşebilir.

Kohn’a göre Fichte’nin milliyetçiliği, ‘ruhsal canlanmaya/yeniden doğmaya’ yönelik bir çağrıydı, dışlayıcı sayılmazdı. Çünkü Fichte dünyayı Almanlar ve Alman olmayanlar olmak üzere ikiye ayırmıyordu. Ona göre insanoğlunun özgürlüğüne inananlar ve inanmayanlar vardı. Birinci gruba dahil olanlar, nerde doğmuş olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşurlarsa

Page 5:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

konuşsunlar Alman –ya da ‘gerçek millet’- sayılıyorlardı. Bireyin özgürlüğüne inanmayanlar ise, ırk ve dil olarak Alman olsalar bile yabancı sayılıyorlardı. Kısacası Fichte’nin milliyetçiliği, ironik/alaycı bir biçimde, kozmopolitliği de içeriyordu. Alman milliyetçisi bireysel özgürlük ülküsünün önce Almanlar arasında gerçekleştirmeye çalışmalı, sonra da bunu tüm insanlığa yaymalıydı.

Bu düşüncelere bir katkı da tarihsici (historicist) akımdan gelir. Alman filozof Johann Gottfried Herder’in düşünceleri bu görüşün temel niteliklerini anlamamızı sağlayacaktır. Dumont’a göre Herder’in temel amacı, o dönemde oldukça yaygın olan evrenselci düşünce ve Aydınlanmacılığa karşı çıkmaktır.

Herder’in çıkış noktası oldukça basittir: İnsanı insan yapan dildir. Dilden önce insandan söz etmek anlamsızdır, çünkü dil aynı zamanda düşüncedir. Ortak bir dil konuşan insanlar, milletin ilk aşamasını oluştururlar. Millet ise ailenin doğal bir uzantısı sayılabilir, çünkü dilin paylaşıldığı en küçük grup ailedir. İnsan olmak demek, bir dile sahip olmak ve bir topluluk içinde yaşamak demektir, ama herhangi bir dil ya da topluluk değil. Her insan belirli bir dilin ve topluluğun ürünüdür. Yani her dil birbirinden farklıdır, kendine özgüdür. Bu da her topluluğun kendine ait bir düşünce tarzı olduğu anlamına gelmektedir. Elbette bu mantık yalnızca dil için değil, her biri bir tür dil olarak algılanabilecek gelenek ve görenekler, kanunlar, töreler, vb. için de geçerlidir.

Herder kültürel farklılıkların yok edilmesinden yana değil. Barnard’a göre Herder’in kurulmasını arzuladığı siyasi düzen, ‘çoğulcu’ bir düzendir. Herder bu sonuca İbranileri örnek alarak ulaşır.

Tarihsiciliğin siyasi alana taşınmasıysa, başka düşüncelerin katkısıyla mümkün olmuştur. Breuilly’e göre bunların en önemlisi ‘otantiklik’ düşüncesidir. Bu düşüncenin özü, herhangi bir topluluğun sınırları içinde nelerin doğal ve gerçek, nelerin gerçek dışı olduğunun belirlenmesinde yatar. Herder otantiklik düşüncesine dayanarak bir toplumun başka bir toplum tarafından zorla ele geçirilmesine karşı çıkmıştır. Herder’e göre toplumları doğa yaratmıştır; toplumların zorla birbirlerine karıştırılması doğaya aykırıdır. Bu noktada Fichte de otantiklik arayışına katılır. Fichte’ye göre dil, milli ruhu yansıtmaktadır; dolayısıyla dili yabancı kelimelerden temizlemek, milli ruhu yabancı etkilerden korumak anlamına gelir. Fichte bu görüşlerini somut bir örneğe uygulamaktan da geri kalmaz ve Almancanın ölü bir dil olarak nitelendirdiği Latincenin etkisinden kurtulması gerektiğini savunur. Benzer görüşler, on dokuzuncu yüzyılda yaygınlaşan ırkçı akımlar tarafından da benimsenecektir.

Tüm bu düşüncelerin siyasi açıdan ifade ettikleri açıktır: Milli topluluklar eşi benzeri olmayan, kendilerine özgü oluşumlardır. Özlerini unutmuş, bir gerileme sürecine girmiş olabilirler, ama bu eski doğal otantik hallerine geri dönmeyecekleri anlamına gelmez. Milleti oluşturan bireyler kendi kaderlerini tayin edebilmelidir (bu en yüce siyasi değerdir) ve bir vatandaşlar bütünü olan millet, kendi devletini kurabilmelidir. Alman romantik milliyetçiliğinin dil, millet, devlet üçlüsünü birleştiren denklemi artık oluşmuştur.

Page 6:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Milliyetçilik düşüncesinin oluşumunda başka düşünürlerin de dolaylı ya da doğrudan katkısı vardı. Bunların arasında en sık anılan isim Fransız düşünür Jean Jacques Rousseau’dur. Rousseau’nun ‘genel irade’ kavramı milliyetçiliği etkilemiştir.

Rousseau’ya göre toplumsal yaşamın doğurabileceği en büyük tehlike, bir grubun diğer grubu egemenliği altına almasıdır. Bunu önlemenin yolu ‘genel irade’ye teslim olmaktır. Bu da ancak bireylerin vatandaş olmasıyla sağlanabilir. Vatandaş olan birey, parçası olduğu topluma bağlılık duyar, ‘bütün’ün çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koymayı öğrenir. Bağımsızlığın yerine bağımlılığı, otarşinin yerine katılımı koyar. Kısacası bir siyasi örgütlenme, bireyleri birbirlerine karşı koruyabildiği ölçüde anlam taşır. Bu da bireysel iradenin yerine, genel iradenin konmasıyla mümkün olacaktır.

Barnard’a göre Rousseau gerek vatandaşlığın, gerekse vatanseverliğin sadece ulus-devlet içinde gerçekleşebileceğini iddia etmiştir. Her iki kavram da insanlık bağlamında anlamını yitirecektir. Ne vatandaş, ne de vatansever kozmopolit olabilir. Rousseau büyük devletlerde bu iki kavramın getirilmesinin zor olacağını savunmuştur. Eşzamanlı vatandaşlık ve vatanseverlik bilinci en iyi küçük kantonlarda sağlanabilir.

Belirtilmesi gereken bir nokta da Rousseau’nun düşüncesinde vatandaşlığın ve vatanseverliğin kaynaklarının farklı olmasıdır. Vatanseverlik bir duygu işidir, insanın iç dünyasından kaynaklanır, kendiliğindendir. Vatandaşlık ise akılcı iradenin ürünüdür, daha bilinçli yaşanır. Buna göre vatandaşlık, vatanseverlikten türemez; yaratılmış kurgulanmış bir kavramdır. Ancak vatanseverlik, vatandaşlığı tamamlayıcı bir nitelik taşır, onu daha mükemmel hale getirir. Bir anlamda bu iki kavram, bir madalyonun iki yüzü gibidir; ne tamamen farklı, ne de tamamen aynı.

Milliyetçilik düşüncesine hayat veren on sekizinci yüzyıl, arkasında dünya siyaset sahnesini sarsacak bir miras bırakarak tarihe karıştı. On dokuzuncu yüzyıl ‘milliyetçilik çağı’ olarak anılacaktı. Milliyetçiliğin daha çok ahlaki ve felsefi boyutlarıyla tartışıldığı bu yüzyılda genel olarak iki tür yaklaşımla karşılaşılır. Bunlardan ilki, milliyetçiliğe sempatiyle bakan, çalışmalarını daha çok belirli bir sürecin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla kullanan düşünür ve bilim insanlarının ‘partizan’ olarak adlandırabileceğimiz yaklaşımıydı. İkincisiyse, milliyetçiliğe karşı çıkan onu tarihsel gelişim sürecinde geçici bir evre olarak gören ‘eleştirel’ yaklaşımdı. Daha çok Marksistlerin benimsediği bu ikinci yaklaşımı savunan liberaller de –örneğin Lord Acton- vardı. Bunlar arasında en önemlisi, her iki yaklaşımı savunanların da milliyetçiliğin doğallığını sorgulamadan kabullenmeleri, onu toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak algılamalarıydı.

Milliyetçiliğe sempatiyle yaklaşanlar arasında çoğunluğu tarihçiler oluşturuyordu. Milliyetçi tarihçiler geçmişi tarayarak belirli bir milletin varlığını kanıtlayacak bulguları ortaya çıkarmaya çalışmışlar (ya da yaratmışlar), milli kültürün temel öğelerini, örneğin gelenek ve görenekleri, sembolleri, törenleri keşfetmişlerdi (ya da tasarlamışlardı). Aşağıda bu gibi yaklaşımları temsil eden bazı örnekler verilmektedir.

Page 7:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Devletin üzerinde hiçbir güç olmadığını ileri süren Alman tarihçi Henrich van Treitschke’ye (1834-1896) göre devletin birliği milliyete dayalı olmalıydı. Milliyet en üstün değerdi; demokrasi dahil tüm değerlerden önce gelirdi. Treitschke yazılarında bir vatanseverlik tanımı da yapmıştır: ‘Gerçek vatanseverlik siyasi oluşum içinde işbirliği bilincine sahip olmak, ataların başarılarına saygı duymak ve bu başarıları sonraki kuşaklara aktarmak’ demektir. Treitschke’ye göre tarihte iki itici güç vardı: Her ‘gerçek’ milletin (Treitschke yalnız büyük ve güçlü milletleri gerçek millet sayıyordu) kendi devletini kurma isteği ve her devletin milletini oluşturan tüm hakları bir çatı altında birleştirme eğilimi.

Fransız tarihçi Jules Michelet (1798-1874) ise milleti, bireysel özgürlüğün teminatı olarak görüyordu. 1789’da gerçekleşen devrim bir kardeşlik çağının başlangıcı olmuştu. Bu kardeşlik çağında zengin-fakir, soylu-köylü ayrımı kalmamıştı. Toplumdaki anlaşmazlıklar, kavgalar sona ermiş, düşmanlar barışmıştı. Vatanseverlik insanların tapınması gereken bir dindi. Modern Fransa’nın ve Avrupa tarihinin itici gücüydü.

Milliyetçiliği destekleyenler elbette yalnızca tarihçiler değildi. Örneğin İngiliz düşünür John Stuart Mill (1806-1873) kendisinden önceki liberal milliyetçiler gibi, cumhuriyetçi vatandaşlık kavramıyla milliyet düşüncesini birleştiriyordu. Considerations on Representative Government (1861) adlı eserinde Mill, milliyeti aralarında bir yakınlık olan insan grubu olarak tanımlıyordu. Bu yakınlığı doğuransa kimi zaman etnik benzerlik, kimi zaman ortak dil, din gibi öğeler, en çok da ortak bir tarih ve anılardı. Bu da grubun işbirliği ve tek bir siyasal erkin çatısı altında toplanmasını sağlıyordu. Mill’e göre özgür siyasi rejimler kurmanın yolu türdeş (homogeneus) bir milli kimlik ‘birlik içinde bir kamuoyu’ oluşturmaktan geçiyordu. Farklı milletlerden oluşan bir ülkede özgür kurumlar oluşturmak neredeyse imkansızdı. Ortak bir yakınlık hissinin olmadığı toplumlarda, hele toplumu oluşturan gruplar farklı diller konuşuyorlarsa, ‘ortak’ bir kamuoyu da yaratılmazdı. Bu durumda bir grup, diğer bir grubun duygu ve düşüncelerinden haberdar olamazdı. Bu nedenle temel siyasi birim çok uluslu devletler değil, millet olmalıydı. Millet özgür yönetimin ön koşuluydu. Mill’in bu düşünceleri bize ‘eleştirel’ kampa geçme şansını veriyor.

İngiliz tarihçi Lord Acton (1834-1902) bu kampın liberal üyelerindendi. Lord Acton, Mill’in düşüncelerine bireysel özgürlüğün, farklı milletlerden oluşan ve birden fazla yönetim merkezine sahip devletlerde daha iyi korunabileceğini ileri sürerek karşı çıkıyordu. Acton’a (1996: 17-38) göre milli birlikte ısrar etmek, devrime ve despotluğa yol açardı. Dolayısıyla çok uluslu imparatorluklar, örneğin Avusturya İmparatorluğu, tek uluslu devletlerden, örneğin Fransa’dan üstündü: ‘değişik ırkları tatmin edemeyen bir devlet kendini lanetler, onları etkisiz kılmaya, özümsemeye ya da dışlamaya kalkan bir devlet, kendi canlılığını yok eder’di Acton’a göre.

Eleştirel kampın en önemli grubunu kuşkusuz Marksist Akım oluşturuyordu. Milliyetçilik-Marksizm ilişkisi pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu araştırmaların genel olarak üzerinde birleştikleri nokta, millete duyulan yoğun bağlılığın Marksizm açısından hem siyasi, hem de kavramsal zorluklar doğurduğudur. Milliyetçilik, proletaryayı uluslararası devrim amacından saptıran bir tür ‘yanlış bilinçlenme’ miydi? Yoksa sınıflar ve sınıf çatışması, öncelikle milli sınırları içinde mi düşünülmeliydi? Eğer öyleyse milli burjuvazilere karşı verilen mücadele,

Page 8:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

tüm dünyada sosyalizmin kurulması hedefiyle nasıl bağdaşırdı? Bu kavramsal nitelikli sorulara siyasal nitelikli olanlar da ekleniyordu. Marksist düşünür ve eylemcilerin milliyetçi hareketlere karşı tutumlarında –kimi zaman taktik nedenlerden kaynaklanan- farklılıklar görülüyordu. Örneğin ikinci Enternasyonel’de, ‘revizyonist’ ve ‘merkezci’ gruplar emperyalizmi uygarlığın yayılmasına katkıda bulunduğu gerekçesiyle savunurken, daha sonraki yıllarda Rosa Lüxemburg başta olmak üzere, Joseph Strasser, Anton Pannekoek gibi daha radikal sayılabilecek bazı yazarlar milliyetçiliğe ve milliyetçiliğin sosyalizmle bağdaştırılması çabalarına koşulsuz olarak karşı çıkmışlardı. Lenin ise ezen ve ezilen ülke milliyetçiliği ayrımını gündeme getirmiş, emperylizmin baskısı altında ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkı olduğunu iddia etmişti. Bu çelişkili tutumların ve Marksist bir milliyetçilik kuramı olmayışının nedenleri yazardan yazara değişiklik gösterir. Örneğin, Regis Debray Marksizm’in ‘doğa’ kavramına önem vermediğini, bu yüzden millet olgusunu açıklayamayacağını savunur. Debray’a göre Marksizm bizim (insanlığın) ürettiklerimizi değil bizi üreteni dikkate almıştır. Kitching (1985: 99) ise, aydınlanmacı akılcılığın mirasçısı olan Marksistlerin gözlemleyebildikleri ama akılcı bir biçmde açklamadıkları milliyetçiliği psikoloji aracılığıyla çözümlemeye kalkıştıklarını ve milli bağlılıkları duyguların, ideolojik koşullanmaların oyunuymuş gibi sunduklarını iddia eder. Calhoun, milliyetçiliği gözardı eden hiçbir düşünür ya da bilim insanının Marx ve Engels kadar eleştirilemediğini belirtir ve bu ‘görece’ unutuşu düşünürlerin koşulsuz ‘uluslararasılığına’ verir. Calhoun’a göre Marx ve Engels’in en büyük yanılgısı işçilerin, global kapitalist bütünleşmenin doğurduğu sıkıntılara yalnız ‘sınıfsal’ kimliklerine sarılarak tepki vereceklerini düşünmeleriydi. İşçilerin, işçi kimliklerinin yanı sıra pek çok kimliği vardı. Dini topluluğa ya da millete duyulan bağlılıkar da işçilerin tepkilerini yönlendiriyordu (Calhoun, 1997: 26-28). Guibernau ise sorunun kökenlerini Marx ve Engels’in dönemin diğer büyük düşünürleri gibi, toplumların tarihsel gelişim sürecinde geçirdiği tüm evreleri açıklayabilecek bir ‘büyük kuram’ peşinde olmalarında arar. Marx’a göre, Eski Yunan’dan modern çağlara tüm sistemlerin ortak özelliği ‘sınıf çatışması’dır. Dolayısıyla toplumsal gelişimin evrelerini açıklayacak bir kuramın anahtar öğesi bu olmalıdır. Millet ve milliyetçilik bu anlamda ‘marjinal’ olgulardır.

Marksizmin bu klasik sorunsalı, yirminci yüzyılın neomarksistlerini de ateşli bir tartışmanın içine sürüklemiştir. Nichos Poulantzas’a göre bir milliyetçilik kuramı üretilmeyişi, geleneksel marksizmin tüm açmazını gözler önüne sermektedir. İşçi hareketinin milliyetçiliği küçümsediği tezi doğru değildir. Poulantzas buna kanıt olarak işçi hareketi içinde konu üzerine yapılan uzun tartışmaları gösterir. Tüm bunlara karşın bir kuram üretilmediğine göre ‘Marksist bir milliyetçilik kuramı olmadığını kabul etmemiz gerekir’ (James, 1996: 49). Öte yandan Poulantzas’a katılmayanlar da vardır. Bir grup yazar kuram tartışmasının bir kenara bırakılmasını önerir ve Marksistlerin milliyetçilik üzerine yazdıklarının yeterli olduğunu ileri sürer. Örneğin, J.N. Blacet. Bir başka grupsa doğrudan Marksist bir milliyetçilik kuramı olmadığı savına karşı çıkar. Örneğin Nimni (1991) eserinde Marx ve Engels’in milliyetçilik karşısındaki tavırlarının siyasi koşullara göre değişiklik gösterdiği iddiasını reddeder ve konuda yazdıklarının –sistematik olmasa da- belirli bir bütünlük içerdiğini öne sürer. Ronaldo Munck ise Marksizmin bir milliyetçilik kuramı olmadığını söyleyerek başladığı kitabını Bauer, Gramsci ve sosyalist -siyonist- Ber Borochov’un bir kuram için gerekli olan malzemeyi sunduklarını iddia ederek bitirir. Neomarksistler, Marksizmin milliyetçilik

Page 9:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

karşısındaki kuramsal suskunluğunu aşmaya yönelik girişimlerde de bulunmuşlardır. Örneğin Nairn, Hechter ve Hroch’un milliyetçilik kuramlarını söyleyebiliriz.

Marx (1818-1883) ve Engels’e (1820-1895) göre modern millet, kapitalist üretim biçiminin feodalizmin yerine geçmesiyle sonuçlanan uzun bir tarihsel sürecin ürünüydü. Kapitalist ekonomiye geçiş Batı Avrupa’daki pek çok toplumsal oluşumun daha türdeş ve merkezi bir yapıya kavuşmasına yol açmıştı. Yerel farklılıkların törpülenmesi, piyasa ekonomisinin vazgeçilmez önkoşullarından biriydi.

Bu bağlamda Marx ve Engels, Hegel’in ‘tarihi’ ve ‘tarihi olmayan’ milletler ayrımını canlandırmışlardı. Nimni, her iki düşünürün de millet terimini bir devlet sahibi olan topluluklar için kullandıklarını, henüz bir devlet kuramamış olan topluluklar içinse milliyet terimini yeğlediklerini söyler. Buna göre, milletler ya kendi devletlerini kurarak millet statüsüne geçecekler ya da ‘tarihsiz halklar’ (Geschichtslosen Völker) olarak kalacaklardı. ‘Tarihsiz halklar’ kapitalist üretim biçimine uyum sağlayamadıklarından gerici bir nitelik taşıyor, her türlü değişime karşı çıkıyorlardı; çünkü varlıkları eski rejimin sürmesine bağlıydı.

Bu nedenle Marx ve Engels tarihi milletlerin, örneğin Polonyalıların,İtalyanların,milli hareketlerini desteklerken, Avusturya-Macaristan ya da Rus İmparatorluklarına karşı, gelişen akımları ‘gerici’ olarak nitelendiriyorlardı. Daha genel olarak Marx ve Engels ortak bir dil ya da geleneklerin, coğrafi ve tarihsel türdeşliğin bir millet oluşturmaya yetmeceğini düşünüyorlardı. Millet olabilmek için belirli bir ekonmik ve toplumsal gelişme düzeyine ulaşmış olmak da gerekliydi. Buna bağlı olarak, 1848 yılında Schleswig ve Holstein’ın Danimarka’ya bırakılmasına şiddetle karşı çıkmışlardı, çünkü onlara göre Almanya, İskandinav ülkelerine göre daha ileri bir kapitalist gelişme düzeyine sahipti, dolayısıyla daha ‘ilerici’ ve ‘devrimci’ydi.

Marx ve Engels bu genel tavrı, 1848 devrimleri sırasında da sürdürürler. Onlara göre küçük, dinamik olmayı beceremeyen milletler yok olmaya mahkumdur. Fakat Marx ve Engels’in farklı zaman ve koşullarda farklı milliyetçilik hareketlerine aynı ve tek çerçevede yaklaşmadıklarını görebiliriz.

Değinmesi gereken son bir nokta da, Marx ve Engels’in ‘uluslararasıcılığa’ olan bağlarıdır. Mung’a göre bu bağlılık, kimi yazarların iddia ettiğinin aksine, gerçekti. Bunun en önemli kanıtı da 1848’de yayımladıkları- Komünist Manifesto-idi. Marx ve Engels daha o zamandan halklar arasındaki milli farklılık ve karşıtlıkların günden güne eridiğini ileri sürmüşlerdi.

Ulusal ayrılıklar ve halkar arasındaki düşmanlıklar, burjuvazinin gelişmesinde, ticaret özgürlüğünden, dünya pazarından, üretim tarzındaki ve ona tekabül eden hayat şartlarındaki tekbiçimlilikten ötürü günden güne ve gitgide daha çok kaybolmaktadır(Engels ve Marx, 1968: 6).

Marx, Friedrich Hist’in Das Nationale System der Politischen Ökonomie adlı esri üzeri yazdığı bir makalede de şunları söylemişti: İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz ya da Alman değil, emek, bedava kölelik, kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz, ya da Alman hükümetleri değil, sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da

Page 10:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Alman havası değil, fabrika havasıdır. Ona ait olan toprak Fransa, İngiliz ya da Alman toprağı değil, yerin bir kaç karış altıdır.

Benzer görüşler Engels tarafından da dile getirilmiştir. İşçi sınıfı yalızca uluslararası bağlamda düşünmeliydi. Enternasyonal, ülke tanımazdı; birleştirmeyi amaçlardı, bölünmeyi değil, ‘[Enternasyonal] milletin çağrısına karşı çıkardı, çünkü milliyet, hakları birbirinden ayırma eğilimi taşır, zorbalar tarafından önyargı ve karşıtlıklar yaratmak için kullanılır’ dı.

Öte yandan Komünist Manifesto’daki bazı pasajlar, Marx ve Engels’in milliyetçiliğe bakışını irdeleyen yazarlar arasında ateşli bir tartışmaya yol açmıştır. Bunlar Marx ve Engels’in proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin öncelikle bir ‘milli mücadele’ olduğunu söyledikleri pasajlardır.

Özünde olmamakla birlikte, biçiminde, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, başlangıçta ulus ölçüsünde bir mücadeledir. Her ülkenin proletaryası, elbette ki her şeyden önce, kendi burjuvazisiyle hesaplaşmalıdır.

Ya da: Her ülkenin proletaryası her şeyden önce, politik iktidarı ele geçirmek, kendisini ülkenin yönetici sınıfı durumuna yükseltmek, kendisi bizzat ulus olmak zorunda olduğuna göre, proletarya bu bakımdan yüzde yüz millidir; ama kelimenin burjuva anlamıyla değil.

Kimi yazarlara göre bu pasajlar, Marx ve Engels’in karşı karşıya oldukları ikilemi yansıtır: İşçiler hem milli bir mücadele vermeye çağrılırlar hem de onlara vatanlarının olmadığı söylenip onlardan uluslararası devrime inanmaları beklenir. Milli mücadeleden uluslararası devrime nasıl geçileceği ise açıklanmaz. Mung’a göre ise, Marx ve Engels’in kastettiği yeterince açıktır. İşçiler öncelikle kendi ulus-devletlerinin öncü sınıfı (manifestonun Almanca baskısında ‘milli sınıf’ terimi kullanılmıştır) haline gelmelidirler. Ancak iktidarı ele geçirdikten sonra, milli karşıtlıkların törpülenmesi için çalışabilirler. Bu pasajları farklı şekilde yorumlama mümkün değildir. Bu bağlamda bir çelişkiden de söz etmek imkânsızdır (Munck, 1986: 23-25).

Yukarıda sözü edilen pasajlar hakkındaki görüşler ne olursa olsun, Marksistler arasında bir milliyetçilik kavramı geliştirmeye en çok yaklaşanların Otto Bauer (1881-1938) ve Karl Renner (1870-1950) oldukları konusunda tam bir fikir birliği vardır. Gerçekten de Otto Bauer’in 1907’de yayımlanan Die Nationalitaten Frage und die Sozial Demokratie’sı yalnızca Marksistlerin değil tüm dönemin en kapsamlı milliyetçilik çalışmalarından biri sayılabilir.

Renner’in milli farklılıklardan kaynaklanan sorunlara önerdiği çözüm, devlet ve milleti birbirinden ayırmaktı. Milletle ilgili olan alanlar eğitim ve kültürle sınırlı olmalı, devlet ise toplumsal ve ekonomik konularla ilgilenmeliydi. Devletin örgütlenmesinde federal yapı benimsenmeliydi. Milli özerklik de bir bölgede yaşayan toplam insan sayısına göre değil herhangi bir milliyeti benimseyen insan sayısına göre belirlenmeliydi. Renner’in ‘kişilik ilkesi’ (Personality Principle) olarak adlandırılan bu düşüncesi, Avusturya sosyal demokrasisine damgasını vuracaktı.

Bauer ise milliyetçiliği çözümlemeye milleti tanımlayarak başlamıştı. Yazara göre millet bir ‘kader topluluğuydu’, kendine özgü bir karakteri ve kültürü vardı. Milletin kökeni,

Page 11:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

milliyetçilerin iddia ettiğinin aksine, koşullara bağlıydı. Herder’in sözünü ettiği ‘dil topluluğu’ nun oluşması, modernleşmenin getirdiği bir dizi etkene dayanıyordu. Bauer bunların arasında tarımsal üretim biçimlerinin değişmesi, kırsal alanların bölgesel ekonomik ilişkiler içine çekilmesi ve bunun sonucunda lehçelerin birbirine yakınlaşmasını sayıyordu. Bauer’e göre ikinci aşama ‘kültür topluluğu’ aşamasıydı. Dil topluluğuyla milli kimliğe ulaşılması arasında bir köprü işlevi gören bu aşamada Bauer, ‘yüksek kültürlerin’ gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla bir ‘yüksek’ dilin, yani değişik lehçelerin üstünde, herkesin anlaşabileceği ortak bir dilin oluşmasını önemsiyordu. Kültür topluluğundan millete geçişte önemli olan etkense duyguydu, milleti oluşturanların ortak kaderine olan inançlarıydı. Ortak geçmiş kadar, belki de ondan daha çok ortak geleceği, kader birliğini önemseyen Bauer bu yüzden milleti bir ‘kader topluluğu’ olarak tanımlamıştı.

Bauer millet ve sınıfı biraraya getirmenin yolunu da bulmuştu. Ona göre milli kültür değişik sınıfların katkısıyla oluşuyordu. Sosyalizme geçildiğinde milletler arasındaki ilişkiler düzelecekti. Çünkü bu ilişkileri bozan aslında sınıfsal çatışmalardı. Bunlar ortadan kalkınca, milletler arasındaki ayrılıklar da yerlerini işbirliği ve birlikte uyum içinde yaşamaya bırakacak, toplumun tüm bireyleri milli ülkülerin gerçekleştirilmesi için çalışacaklardı. Bauer bu sonuca Çek-Alman ilişkilerini izleyerek varmıştı. Önemli olan milli konuları (kültürel-karşıtlık içermeyen), sınıfla ilgili olanlardan (ekonomik-karşıtlık içeren) ayırmaktı. Her millete özerklik verilirse, geriye yalnızca sınıf çatışmaları kalacaktı.

En sona bırakılan Fransız tarihçi Renan’a geçmeden önce kısaca değinilmesi gereken iki isim daha var: sosyoloji biliminin kurucuları sayılan Emile Durkheim (1858-1917) ve Marx Weber (1864-1920).

Milliyetçiliğin kolay kolay tarihin karanlıklarına gömülmeyeceği iyice anlaşılmasına karşın, Marx ve Engels’ten bir kuşak sonra hala konuyu enine boyuna inceleyen bir kuramsal çalışma üretilmemişti. Bu suskunluğun nedenleri yine araştırmacıdan araştırmacıya değişiyor. Burada iki görüşü almakla yetinelim. Guibernau, Marx için söylediğini Weber ve Durkheim için de yineler ve milliyetçiliği dışlamalarını, toplumsal gelişimin tüm evrelerini açıklayacak bir kuramsal çerçeve peşinde olmalarına bağlar. Durkheim, ‘iş bölümünü’ toplumun belirleyici niteliği olarak görürken, Weber ‘akılcı örgütlenme’yi (örneğin modern toplumlarda bürokrasiyi) ön plana çıkarıyordu. James ise bu suskunluğu, milliyetçiliğin dönemin atmosferine egemen olmasıyla açıklar. James’e göre yirminci yüzyılın başlarında milli çıkarların diğer tüm değerlerden üstün hale gelmesi düşünce insanlarını da etkiliyor, milliyetçiliği tarafsız gözle incelemelerini güçleştiriyordu. Weber’in Alman milliyetçisi olması da bu şekilde açıklanabilir.

Fransız tarihçisi Ernest Renan (1823-1892), 1882’de Sorbonne’da verdiği “Qu’est-ce que’une Nation” başlıklı dersinde ileri sürdüğü bazı düşünceler, bugün olduğu kadar kendi döneminde de yaygın olan ve milleti ırk, din, dil gibi nesnel öğelerle açıkayan tanımlara karşı çıkmıştı: ‘Nasıl üç dili ve iki dini olan, üç ya da dört ırktan oluşan İsviçre bir millet sayılır da, örneğin çok daha türdeş olan Toscanan millet olarak görülmez? Neden Avusturya bir devlet de bir millet değil?’ Bu noktadan hareketle Renan, milletlerin ebedi olmadığını, bir başlangıçları olduğu gibi bir sonları da olacağını ileri sürmüştü. Milletleri millet yapan ‘kahramanlıklarla

Page 12:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

dolu ortak bir geçmiş, büyük liderler ve gerçek zaferlerdi’. En az bunlar kadar önemli olan başka bir noktaysa, ‘toplu unutuşlar’dı. Milletler, birliklerini sağlamak ve koruyabilmek için yalnızca geçmişlerindeki başarıları hatırlamalı, kimi kötü anıları da unutmalıydılar. Tek bir cümlede toparlayacak olursak, liberal ilkelere bağlı kalmaya çalışan Renan milletlerin doğuşunda siyaseti ve ortak geçmişi ön plana çıkarmıştı (Renan, 1990: 8-22)

Bu düşünceler bizi yirminci yüzyıla taşır. Fakat yazının haddinden fazla uzamasının pek de yararlı olacağını düşünmüyor, yalnız yirminci yüzyılın gelişmelerini ikinci bölüm olarak farklı bir yazıda açıklamayı düşünüyorum. Şimdi buradan millet ve milliyetçilikle ilgili farklı genel yaklaşım ve düşünce tarzı –okulları- akımları kısaca aktarmaya geçebiliriz.

Bir sosyal olgu olarak millet ve milliyetçilikle ilgili kuramsal yaklaşımları –bence- belli başlı iki kampa, biri sosyal-kültürel yaklaşım diğeri sosyal-politik yaklaşım olarak ayırabiliriz. Fakat kaynağın izlediği izlence ve çizgiyi izlemeye bağlı kalmak zorunluluğundan üç farklı genel yaklaşımı göreceğiz. Bunlar ‘İlkçi ekol’, ‘Etno-Sembolcü ekol’(sosyal-kültürel) ve ‘Modernist ekol’ (sosyal-politik) akımlar ya da kuramlar olarak ele alınacaktır.6

Orta Doğu ve Balkanlar’da Milliyetçilik

19.yüzyılın başlarından itibaren önce Balkanlar’da, ardından da devletlerin Arap vilayetlerinde ortaya çıkan ve hızla yayılarak tedricen başarıya ulaşan milliyetçilik akımları, Osmanlı Devleti’ni kemirmeye başlamıştır. Bu akımların arkasındaki itici güç gelişen ve değişen katmanlaşma biçimleri olmakla birlikte, daha sonra bu esas çeşitli faktörlerle beslenerek güçleniyor ve mevcut ayrılıkçı veya otonomist hareketleri başarıya doğru götürüyordu. Bu faktörler içinde belki de en önemlisi askeri olanlardır; zira bu faktör olgunlaşmaktaki bir oluşuma son katkıyı yapmaktadır. Çoğunlukla askeri hareketler sonunda Osmanlı Devleti’nin oturduğu antlaşma masaları, bu oluşumların birer ulus devlet olarak ya da bağımsızlıkları için bir adım daha atmış olarak kalktıkları bir dağılma zemini olmaktaydı. Edirne Antlaşması, Akkerman Antlaşması, Bükreş Antlaşması, Kütahya Antlaşması, Berlin Kongresi…

Bu hareketlerin temelini besleyen esas faktörlere eğildiğimizde üç alan karşımıza çıkmaktadır. Batı da oryantalist ve Slavistik çalışmalarının hızla yaygınlık kazanmasıyla beraber yeni bir kimlik anlayışının belirmesidir; ikincisi özellikle 19.yüzyılda yoğunlaşan misyoner faaliyetlerinin, özellikle Hristiyanlara yönelik olarak bölgeyi sarması; üçüncüsü de Batılılaşma yolunda atılan adımların etkisiyle kurumsal yapının “modernleşmeye” başlaması ve buna ve Batı’da öğrenim gören öğrencilerin etkisine bağlı olarak yeni bir aydın zihniyetinin şekillenmesidir.7

Ulus ve Demokrasi

Ulus ve demokrasi çoğunlukla birbirleriyle bağdaştırılır. Ancak, bazı eski Avrupa ve Asya ulusları siyasal demokrasinin yerleşmesinden çok önce oluşmuştur.

6 http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=687 Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik, Gündoğan Yayınları, Ankara 1993, syf.81

Page 13:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Tarihsel olarak kurulmuş, demokratik özelliğe sahip gerçek ulus statüsünün yalnızca “Batılı” nüfusa veya Avrupalılar’a uygun düştüğünü ileri süren tezin tekin olmaması bir yana, olguları bu şekilde sadece Avrupa-merkezli görünce Japonya, Vietnam, Kore, Tayland gibi çok eski ulusların durumlarını inatla bilmezlikten gelir.

Fikir ve siyasi hareket olarak bazı ulusların hayli erken oluşmuş olması bu ulusların devletlerinin topraklarını genişletmelerine imkan verdi, komşu topraklar üzerinde daha sonra diğer ulusların ortaya çıkması ile savaşlara ve çatışmalara yol açtı. Bu durum, başta Balkanlar olmak üzere Avrupa’nın bir bölümünde 19.yüzyıl boyunca süregeldi ve bugüne kadar devam etti. 8

“Demokrasi” denen şeyle “ulus” denen şey arasındaki ilişkiler çok geniş ve karmaşıktır. “Halkların kendi kaderini tayin hakkı”, bugün uluslararası camia tarafından teorik de olsa tanınmaktadır. Bağımsız olma, yani egemen devlet kurma hakkı demokrasinin temel koşullarından biri olarak görülmektedir. Bununla birlikte, bağımsızlığı eski ya da yeni olsun tüm ulus-devletler demokratik devletler değildir.9

Aşırı Milliyetçilik

Her prensibin olduğu gibi milliyetçiliğin de aşırılıkları ve dejenere şekilleri vardır. Milliyet gibi verasetle kazanılan bir vasıf ayrıca bir çaba ve başarıyı gerektirmediğinden övünmeyi ve üstünlük taslamayı haklı kılmaz. Yine bir insanı kendi iradesinde olmadığı halde farklı bir soydan veya milletten olduğu için suçlamanın da hiçbir mantıki dayanağı yoktur. Bu itibarla kendi milletinin kusurlarını görmeyip, hasletlerini abartma, diğer milletleri aşağı görme şeklinde kendini gösteren şovenizmin milliyetçilikten ayrı mütalaa edilmesi gerekir.10

Kültürel Topluluklar Olarak Ulus

Bir ulusun esasen bir etnik veya kültürel varlık olduğu fikri onun ‘birincil’ kavramlaştırması olarak vasıflandırılmıştır. Bu fikrin kökleri 18.yüzyıl Almanya’sına ve Herber ve Fichte gibi kişilerin yazılarına kadar götürülebilir. Herder’e göre her ulusal grubun yaratılış özelliklerini nihai olarak, yaşam biçimi, çalışma alışkanlıkları, tutumları ve bir halkın yaratıcı eğilimlerini şekillendiren doğal çevresi, iklim ve fiziksel coğrafyası tarafından belirlenir. Hepsinden önemlisi, Herder bir halkın ayırt edici gelenekleri ve tarihsel hatıralarının cisimleşmiş hali olduğuna inandığı lisanın önemini vurgular. Ona göre, böyle ulus kendisini şarkılarda, mitlerde ve efsanelerde gösteren ve bir ulusa onun yaratıcılık kaynağını sağlayan bir Volkgeiste sahiptir. Bu nedenle Herder’in milliyetçiliği, açıkça siyasal bir devlet olma çabası yerine ulusal geleneklerin ve hatıraların farkında olma ve değerini bilmeyi vurgulayan bir tür kültürcülüğe karşılık gelir. Bu tip fikirler 19.yüzyıl Almanya’sında ulusal bilincin uyanmasında önemli etkiye sahip olmuştur.

8 Jean Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, Metis Yayınları, syf50,51,539 Jean Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, Metis Yayınları, syf4910 A.Ercüment Gedikli,İslam-Asabiye Milliyetçilik,Hamle Yayınları,3.Baskı,syf.25,26

Page 14:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Milletler ve Milliyetçilik’te Ernest Gellner milliyetçiliğin modernleşmeye ve özellikle de sanayileşme sürecine olan bağlılık derecesini vurgulamıştır. Gellner, modern öncesi veya ‘agroliterate’ tarımsal toplumların feodal bağlar ve bağlılıklar ağı tarafından yapılandırılırken doğmakta olan sanayi toplumlarının sosyal hareketliliği, kişisel mücadeleyi ve rekabeti ilerletmiş ve böylece yeni bir kültürel bütünleşme kaynağını getirdiğine dikkat çekmiştir. Bu milliyetçilik tarafından sağlanmıştır. Bu nedenle milliyetçilik belli sosyal koşullar ve şartların ihtiyaçlarını karşılamak üzere gelişmiştir. Ulusların Etnik Kökleri’nde Anthony Smith milliyetçilik ve modernleşme arasındaki bağı modern uluslarla kendisinin ‘etniklikler’ olarak adlandırdığı modern öncesi etnik topluluklar arasındaki devamlılığı vurgulayarak sorgulamıştır. Bu görüşe göre, uluslar tarihsel olarak gömülüdür: onların kökleri ortak bir kültürel mirasa ve devlet olmayı başarmayı ve ulusal bağımsızlık arayışını bile önceleyebilen lisana uzanmaktadır. Bununla beraber, Smith etnisitenin milliyetçiliğin öncüsü olmakla birlikte modern ulusların sadece yerleşik etnikliklerin doğmakta olan siyasal egemenlik doktrinine bağlandığında ortaya çıktıklarını kabul etmiştir.11

Alman tarihçi Friedrich Meinecke bir adım daha ileri gidip ‘kültürel uluslar’ ve ‘siyasal uluslar’ arasında bir ayrım yapmaktadır. ‘Kültürel’ uluslar yüksek düzeyli etnik homojenlikle karakterize edilmektedir. Sonuçta, ulusal ve etnik kimlikler çatışmaktadır.

Siyasal Topluluklar Olarak Ulus

Ulusların esasen siyasal varlıklar oldukları görüşü kültürel kimlikten daha çok vatandaşlık bağlarını ve siyasal bağlılıklarını vurgular. Buna göre ulus, kültürel, etnik ve diğer bağlılıklarından bağımsız olarak esasen paylaşılmış vatandaşlık bağıyla bağlı bir insanlar grubudur. J.J. Rousseau’nun spesifik olarak ulus sorusuna hitap etmemesine veya milliyetçilik olgusunu tartışmasına rağmen, sonuçta toplumun ortak yararı anlamına gelen, ‘genel irade’ fikrinde ifadesini bulan halk egemenliğine vurgusu 1789 Fransız Devrimi sürecince ortaya çıkan milliyetçi doktrinlerin tohumu olmuştur. Yönetimin genel irade üzerinde temellenmesi gerektiğini ilan ederek Rousseau güçlü bir monarşik iktidar ve aristokratik ayrıcalık eleştirisi geliştirmiştir. Fransız devrimi süresince, bu radikal demokrasi ilkesi, Fransız halkının artık hükümdarın sadece bir ‘tebaası’ olmayıp, dokunulmaz haklara ve özgürlüklere sahip ‘vatandaş’lar oldukları iddiasında ifadesini buluştur. Böylece, egemen güç Fransız ulusuna aitti. Bu nedenle Fransız Devriminden doğan milliyetçilik biçimi kendi kendini yöneten bir halk veya ulus vizyonuna vücut vermekte ve ayrılmaz bir şekilde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkesine bağlı kalmaktaydı.12

Eric Hobsbawm ulusların ne derece ‘icad edilmiş gelenekler’ olduklarını açığa çıkarmıştır. Modern ulusların uzun süreli yerleşik etnik topluluklardan gelişmiş olduğunu kabul etmek yerine Hobsbawn tarihsel devamlılık ve kültürel saflığa duyulan inancın değişmez biçimde bir mit olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, milletlerin milliyetçiliği yaratması değil, milliyetçiliğin milletleri yaratması söz konusudur.

Benedict Anderson da modern ulusu bir yapım olarak betimlemiştir. ‘Hayal edilmiş topluluk’ tabirini kullanmıştır. Anderson ulusların ortak bir kimlik fikrini sürdürmek için yüz yüze 11 Andrew HEYWOOD, Siyaset, Adres Yayınları, 2010,2005 Ankara, syf.15112 Andrew HEYWOOD, Siyaset, Adres Yayınları, 2010,2005 Ankara, syf.151,152

Page 15:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

etkileşim düzeyi gerektiren gerçek topluluklardan daha çok mental görüntüler olarak var olduklarına işaret etmiştir. Uluslar içinde bireyler kendilerinin bir ulusal kimliği güya paylaştığı diğer kişilerin çok küçük bir oranını tanıma fırsatı bulur. Eğer uluslar var ise, onlar bizim eğitim, kitle iletişim araçları ve siyasal sosyalizasyon tarafından inşa edilen hayal edilmiş yapımlar olarak var olur.13

Akrabalık Etnisite ve Kategorik Kimlikler

Milliyetçilik, ayırt edici şekilde modern bir olgudur. O, devlet gücündeki değişim, uzun mesafeli ekonomik bağların artışı, yeni iletişim ve ulaşım imkanları ve yeni siyasi projelerle birlikte ortaya çıkmış bir kolektif kimlik oluşturma yoludur. Ne var ki bu, milliyetçilikle bağlantılı herşeyin yeni olduğu anlamına gelmez. Özgül milliyetçi kimlik ve projeler, uzun zamandır var olan etnik kimlikler, akrabalık ve cemaat ilişkileri ve atalara dayandırılan bir toprağa bağlılık üzerine oturur, Bu tür milliyetçi kimlik ve projeler, kültürel içeriklerini, duygusal bağlılıklarını ve örgütsel güçlerini büyük ölçüde buralardan alır.

Ancak bir kimlik inşa etme biçimi olarak milliyetçiliği etnisiteden, bu ikisini de akrabalıktan ayırmak, analitik açıdan önemliden önemlidir. Bu ayrım sadece içerik üzerinden yapılamaz, çünkü etnisite çoğunlukla akrabalığın bir uzantısı olarak takdim edilir ve milliyetçiler, ulusları kültür ve kan bağı olan büyük aileler olarak sunarlar. Buradaki kilit soru, bunların hangi dayanışma biçimleri olduğu ve nasıl yeniden üretildiğidir. Bu noktada, biri toplumsal ilişki ağları, benzer bireylerin oluşturdukları kategoriler ve doğrudan doğruya kişiler arası etkileşim üzerinden yeniden üretim ile diğeri, nispeten gayrişahsi, büyük ölçekli kültürel standardizasyon ve toplumsal örgütlenme aktörleri vasıtasıyla gerçekleşen yeniden üretim arasında olmak üzere, birbiriyle yakından irtibatlı iki ayrım daha yapılmalıdır.14

İnşacı ve İlkçi Milliyetçilik

Milliyetçilik literatüründeki en büyük tartışmalardan biri de ‘inşacılar’ ya da ‘araçsalcılar’ ile ‘ilkçiler’ arasında yaşanmaktadır. İlk gruptakiler ulusları ortaya çıkaran tarihsel ve sosyolojik süreçlerin altını çizerler. Birçok araçsalcı bu icadın iktidarlarını sağlamlaştırmak isteyen seçkinlerin, peşlerinden gelenleri milliyetçi ideoloji temelinde seferber ederek yürüttükleri, çoğunlukla bilinçli ve yönlendirilen bir proje olduğunu savunur.

Milliyetçilik üzerinde çalışan toplumsal bilimciler genellikle şu iki şeyin farkındadırlar: 1-Tarihsel değişimin ve insan eyleminin rolü, 2-insanların yakın kişisel ilişkilerinde ve ilk kültürel deneyimlerinde biçimlenen güçlü bağlılıkları anlamakla bunların milliyetçi sadakatlere dönüşüp dönüşmediği ve eğer dönüşüyorsa nasıl dönüştüğü arasındaki ayrım. Aslında ikinci husus, adına ‘ilkçi’ denilenlerin en önde gelenlerinden, antropolog Clifford Geertz tarafından vurgulanan bir noktadır.

Ulusal birliği sağlayan, kan bağı veya toprağın çağrısı değil, giderek artan ölçüde sivil devlete duyulan muğlak, aralıklı ve rutin bağlılıktır; bu, hükümetlerin polis gücüne ve ideolojik baskılara şu veya bu derecede başvurmasıyla tamamlanır…yeni devletler, toplum

13 Andrew HEYWOOD, Siyaset, Adres Yayınları, 2010,2005 Ankara, syf.153,15514 Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul 2009, syf.41,42

Page 16:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

olarak düşünüldüklerinde, ilk bağlılıklar temelinde ciddi yabancılaşmaya karşı anormal derecede hassastır...İktisadi, sınıfsal veya entelektüel sadakatsizlik devrimi tehdit eder, ama ırka dile veya kültüre bağlı sadakatsizler, bölünme, irredentizm veya yutulma, devletin sınırlarının yeniden çizilmesi, topraklarının yeniden tanımlanması tehdidi taşır.

Clifford GEERTZ

Geertz, etnik veya diğer ‘ilk’ bağların ulus ile aynı genel sırada olduğunu öne sürer; bunlar, bu yüzden, yeni bir ulus oluşturma veya mevcut bir ulusun bazı üyelerini koparma temeli olmak konusunda rekabete girmeye can atarlar. Yeni devletle özdeş olduğu ileri sürülen ulus ise daha gevşek dokulu, daha zayıf duygular uyandıran ve daha yapay bir yapı gibi gözükebilir.

İnşacı duruş ise tam tersine kültürün gücünü ve insanların verili olarak aldığı ve dünyayla başetmedeki pratik becerilerine bağlı kimliklerinin kudretini hafife alma eğilimindedir; ama Geertz’inki gibi kurnaz ilk etnik kimlik kuramlarına karşı ciddi bir tez geliştirmiştir. İnşacılar, farklı toplumsal gruplar için ‘otomatikman’ temel oluşturabilecek kadar belirgin sınırları olan başka kültürlerle örtüşmeyen, kendine özgü kültürlere nadiren rastlandığına; olanın daha ziyade, Paul Brass’ın ileri sürdüğü gibi, insanların kimliklerinin hatta en ilksel kimliklerinin bile ilkçilerin sandığından da çoğul, seçime açık ve duruma göre şekillenir olduğuna işaret ederler. Bağdaşık ve sınırları belli bir gruba mensup olma hissi yalnızca geleneklerden dolayı değil, belli bağlamlardan dolayı da uyanır, özellikle diğer gruplarla bir çekişme veya liderlerin yandaşlarını bu kolektif kimlik çerçevesinde harekete geçirme çabası söz konusuysa.15

Akrabalık Soy Etnisite ve Milliyet

Modern ulusların genellikle tarihe giden etnik kökenleri vardır; ama milliyetçilik etnisiteden daha farklı bir toplumsal kimlik düşünme tarzıdır ve zaten etnisitenin kendisi de çoğu kolektif kimliğin geçmişteki örgütleniş biçiminin yalnızca bir cephesidir. Etnisiteyle yakından bağlantılı, ama daha temel ve içe işlemiş bir başka kimlik ise akrabalık ve soy retoriğidir. Milliyetçilikle bu iki farklı bağ ve kolektif kimlik yaratma yolu arasındaki tezatları ortaya koymamıza, onun anlamını netleştirmemize yardımcı olacaktır.

Modern ulusçuluk iddiası, genellikle akrabalık ve soydaşlık dili üzerinden seslendirilir. Liderler, artlarına düşenleri, kız kardeşlerinin yabancı kandan çocuklar doğurmasının ulus kanının saflığına yöneltebileceği tehdidi hatırlatarak ve onları erkek kardeşlerine sadakat göstermeye çağırarak, tahrik ederler. İnsanlar uluslarından sanki büyük bir aileymiş, arada bir kan bağı varmış gibi bahseder veya atalarının nasıl fi tarihinde yapılan savaşta düşmanı pes ettirdiğinden dem vururlar.

Etnisite milliyetçilik ile akrabalık arasında bir yerdedir. Etnik kimlikler birden fazla grubun tarih boyunca aynı topraklar üzerinde birbiriyle ilişkiye girmeleri sonucu önem kazanmıştır. Özellikle bir şehirdeki nüfus yığılmasının, yerel düzeyi aşan ekonomik ilişkilerin ve bir devletin kuruluşunun, birbirinden ayrı, ama kendi içlerinde birer bütün olan toplulukları birbirleriyle ve devletle ilişkiye girmeye sürüklediği yerlerde gelişmiştir. O halde etnisite

15 Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul 2009, syf.44,45

Page 17:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

yalnızca akrabalığın bir uzantısı değil, akrabalık sadakatlerinin, geleneklerin ve diğer ortak kültür aktarım yöntemlerinin, daha büyük bir arenada karşılaştıklarında doğan kolektif bir kimliktir. Bu arenadaki etkileşim, çoğunlukla grup içindekiyle aynı akrabalık ve kültür tarafından düzenlenmez.16

Kategorik Kimlikler

Milliyet, modern çağda merkezi önem kazanan bir dizi ‘kategorik kimlikten’ yalnızca biridir. Bunlar büyük kitlelerin giyindiği kimliklerdir, ama sadece belirli büyüklükte bir gruba has değildir. Tanımlayıcı özellikleri, bir denkler takımının üyesi olarak, benzer atıflarla özdeşleşmektedir. Örneğin klanlar ve yaş grupları birer kategorik kimlikken, sülale değildir, çünkü kişiler bunların, birtakım ilişki ağları vasıtasıyla değil doğrudan üyesidir. Daha önce gördüğümüz gibi, her ülkeyi başka bir renge boyanmasıyla yamalı bohçadan farksız l-olan haritalar, ulusların kategorik özdeşleşmelerini aksettirir. Onlar, ulusal kimliğin belirleyici ölçüsünde benzer olan üye kaplarıdır. Uluslar hakkındaki bu kategorik bakış açısı ulus-devleti inceleyen sosyal bilimcileri etkileyerek, onların bu ulus devletleri, sanki her biri kendi içinde az çok bütünleşik ve sınırları belli bir analiz birimiymiş gibi ele almalarına yol açmıştır.

O halde milliyetçilik söyleminin, somut ilişki ağlarından ziyade, kişilerin benzerlikleri üzerine kurulu ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve diğer kenetlenme söylemleriyle paylaştığı çok şey vardır. Bireyler kategorik kimlikler halinde gruplanabilen birimlerdir. Modern milliyetçilikten önce birçok dini kimlik de bu biçimde işlemiştir.

Feodal Avrupa kendi akrabalık ve soy ağacını da yerleşik bir kategoriler hiyerarşisiyle birleştirdi. Hiyerarşi hem meslekleri, hem de toplumsal hak ve yükümlülükleri belirliyordu. Şehirler, meslek ve statü hiyerarşisine hapsolmuş ‘özgür’ vatandaşlarıyla, bu ‘feodal’ bütün anlayışı içinde bir anomali teşkil ediyordu. Lonca ve benzeri kurumlarda akrabalık hala önemli olabilirdi, ama üyeliğin giderek ağır basan resmi yapısı kategorikti: Yani özgür kalfalar ve onlara işveren ustalar.17

Milliyetçiliğin Çeşitleri

Milliyetçilik yabancı hakimiyeti veya sömürgeci yönetim tecrübesine bir reaksiyon olduğunda özgürlük, adalet ve demokrasi amaçlarına bağlı özgürleştirici bir güç olma eğilimindedir. Milliyetçilik sosyal alt üst olma ve demografik değişim ürünü olduğunda sıklıkla ayrılıkçı ve dışlayıcı bir karaktere sahiptir ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı aracı haline gelebilir. Nihayet, milliyetçilik onu destekleyenlerin siyasal idealleriyle şekillenir. Kendi farklı tarzlarında, liberaller, muhafazakarlar, sosyalistler, faşistler ve hatta komünistler milliyetçiliğe ilgi duymuşlardır. Tüm büyük ideolojilerden belki de sadece anarşizm milliyetçilikle tamamen ters düşmüştür. Bu anlamda milliyetçilik kapsayıcı bir ideolojidir.

Liberal Milliyetçilik:

19. yüzyıl ortası Avrupası’nda milliyetçi olmak liberal, liberal olmak da milliyetçi olmak anlamına gelmiştir.

16 Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul 2009, syf.50,5117 Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul 2009, syf.64,65

Page 18:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Liberal milliyetçiliğin karakteristik konusu ulus fikri ile nihai olarak Rousseau’dan türetilen halk egemenliğine olan inancı birbirine bağlamaktır. Bu kaynaştırma 19.yy. milliyetçilerinin kendilerine karşı savaştıkları çok uluslu imparatorlukların da otokratik ve baskıcı olmaları nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Liberal milliyetçilik bir ulusun çıkarlarını diğer ulusların çıkarları pahasına savunmamaktır. Bunun yerine, her ulusun özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu ilan etmektedir. Bu anlamda tüm uluslar eşittir. Öyleyse, liberal milliyetçiliğin nihai amacı bir egemen ulus devletler dünyası inşa etmektir.

Milliyetçilik sadece siyasi özgürlüğü arttırmanın bir aracı değil, fakat aynı zamanda barışçı ve istikrarli bir dünya düzeninin temin edilmesinin bir aracıdır.18

Liberalizmin ulusun ötesinde giden bir anlamı vardır. Bu iki sebepten ortaya çıkar. İlk olarak, bireyciliğe olan bağlılık liberallerin ırk, inanç, sosyal geçmiş ve milliyet gibi faktörlerden bağımsız olarak tüm insanların eşit ahlaki değerlere sahip olduğuna inandığını ima eder. İkinci neden, liberallerin egemen ulus devletler dünyasının bir uluslararası doğa haline dönüşebileceği korkusudur.

Liberal milliyetçiliğin eleştirileri iki kategoriye girme eğilimindedir. İlk kategoride, liberal milliyetçiler naif ve romantik olmakla itham edilebilir. Onlar milliyetçiliğin ilerici ve özgürleştirici yüzünü görmektedir; onlarınkisi hoşgörülü ve rasyonel milliyetçiliktir. Bununla birlikte ‘bizi’ yabancılardan ayıran ve onları tehdit eden irrasyonel kabilecilik bağlarını görmezden gelmektedir.

İkinci olarak, liberal milliyetçiliğin bir ulus devletler dünyasının inşası şeklindeki amacı temelden yanlış yönlendirilmiş olabilir. Kendisi temelinde Avrupa haritasının büyük parçalarının yeniden çizdiği Wilsoncu milliyetçiliğin hatası, ulusların uygun ve ayrı coğrafi bölgelerde yaşadıkları ve devletlerin bu bölgelerle çakışacak şekilde kurulabileceklerini varsaymasıydı.19

Muhafazakâr Milliyetçilik

İnsanlar bir ulusal topluluğa üyelik vasıtasıyla güvenlik ve kimlik arayışındadır. Bu bakış açısıyla, yurtsever bağlılık ve ulus olma bilinci büyük oranda milliyetçiliği tarih tarafından onaylanmış değerlerin ve kurumların bir savunusu haline dönüştüren bir ortak geçmiş fikrinde kök bulmaktadır. Böylece milliyetçilik bir gelenekselcilik biçimine dönmektedir.

Muhafazakar milliyetçilik ulus inşası süresinde olanlardan ziyade yerleşik ulus devletlerinde gelişme eğilimindedir. Tipik olarak ulusun içeriden ve dışarıdan bir şekilde tehdit altında olduğu algısından ilham alır. Geleneksel dahili düşman sınıf düşmanlığı ve nihai sosyal devrim tehlikesi olmuştur. Bu bağlamda, muhafazakarlar milliyetçiliği sosyalizmin panzehri olarak görmüşlerdir: yurtsever bağlılıklar sınıf dayanışmasından daha güçlü olduğu zaman, işçi sınıfı fiilen ulusa entegre olmaktadır. Bu nedenle, ulusal birlik çağrıları ve tavizsiz yurtseverliğin bir kamusal erdem olduğu inancı muhafazakar düşüncede tekrar tekrar

18 Andrew HEYWOOD, Siyaset,2010-2005 Adres Yayınları Ankara, syf 15619 Andrew HEYWOOD, Siyaset,2010-2005 Adres Yayınları Ankara, syf 156,157

Page 19:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

gündeme gelen konulardır. Ulusal kimliği tehdit eden harici düşmanlar göç ve ulus üstücülüktür.20

Yayılmacı Milliyetçilik

En uç şekliyle bu tip milliyetçilik yoğun bir duygudan ve hatta kimi zaman bütüncül milliyetçilik adı verilen histerik bir milliyetçi coşkudan kaynaklanmaktadır. Bütüncül milliyetçilik terimi sağcı Action Française’in (Fransız Hareketleri) lideri Fransız milliyetçi Charles Maurras tarafından uydurulmuştur. Maurras’ın siyasetinin merkezi noktası ulusun büyük öneminin vurgulanmasıydı. Buna göre ulus her şey birey hiçbir şeydi. Bütüncül milliyetçilik, milliyetçilik ile demokrasi arasında daha önce tesis edilmiş bağı koparır. Bir bütüncül ulus, gönüllü bağlılıklardan ziyade geçmişten gelen bağlılıklarla bir arada tutulan dışlayıcı bir etnik topluluktur. Ulusal birlik ve serbest tartışma ve iktidar için açık ve yarışmacı bir mücadele gerektirmemektedir; o disiplin ile tek ve üstün lidere itaat gerektirir.

Yayılmacı milliyetçiliğin tekrarlanan bir konusu ulusal yeniden doğuş veya yeniden yaratılış fikridir. Bu tür milliyetçilik yaygın olarak geçmişteki büyüklük ve ulusal şan efsanelerine dayanır. Eğer milliyetçilik büyüklüğün yeniden tesisinin ve ulusal şanın yeniden elde edilmesinin bir aracı ise, o değişmez bir şekilde militer ve yayılmacı bir karaktere sahip olacaktır. Kısaca savaş bir ulusun sınav zeminidir. Bütüncül milliyetçiliğin gönlünde genellikle yayılma arzusu veya koloniler arayışı içeren bir imparatorluk projesi yatar. Bu durum pannasyolizmin türlerinde görülebilir…21

Sömürgecilik Karşıtı (Anti-Kolonyal) Milliyetçilik

Yüzeysel olarak, milliyetçilik ve sosyalizm birbiriyle uyuşmaz siyasal inançlar olarak görünmektedirler. Sosyalistler insanlığı tek bir varlık olarak görmeleri ve onun ayrı uluslara bölünmesinin şüphe ve düşmanlığı beslediğini ileri sürmeleri itibariyle geleneksel olarak uluslararasıcılığı savunmuşlardır. Özellikle Marksistler sınıf dayanışması bağlarının milliyet bağlarından daha güçlü ve daha gerçek olduğunu vurgulamıştır. Bu düşünceyi Marx Komünist Manifesto’da ‘Emekçinin ülkesi yoktur’ diyerek ortaya koymuştur.

Sosyalizmin gelişmekte olan dünyaya yönelik çekiciliği, sosyalizmin içerdiği topluluk ve işbirliği değerlerinin geleneksel, sanayi öncesi toplumlarının kültürlerinde derin bir şekilde yerleşmiş olması gerçeği üzerine temellenir. Bu anlamda, her ikisi de sosyal dayanışma ve kolektif eylemi vurguladığı oranda milliyetçilik ve sosyalizm birbiriyle bağlantılıdır. Bu kritere göre milliyetçilik sosyalizmin daha zayıf bir şekli olarak görülebilir. Buna göre, milliyetçilik ‘sosyal’ boyutu sadece ulusu, sosyalizmin de tüm insanlığı kapsayacak şekilde uygulamaktadır.22

Ulus Devlet

Milliyetçilik ve ulus, tarihte hangisinin daha önce geldiği, somutlaştığı veya kavramlaştığı henüz tartışmalı olan çeşitli toplum bilimlerinin üzerinde farklı kurumlara yöneldiği

20 Andrew HEYWOOD, Siyaset,2010-2005 Adres Yayınları Ankara, syf.158,159,21 Andrew HEYWOOD, Siyaset,2010-2005 Adres Yayınları Ankara, syf.160,16122 Andrew HEYWOOD, Siyaset,2010-2005 Adres Yayınları Ankara, syf.162,163,165

Page 20:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak elimizdeki bazı veriler, bu soruların cevaplandırılmasında yol gösterici olmaktadır. Bu verilerden birincisi, bugünün dünyasının önde gelen siyasal biriminin ulus-devlet oluşudur; keza “milliyetçilik de, insanlığın bir ulus-devletler dünyası içinde örgütlenmesi gerektiğini kabul eden bir doktrindir; ikinci veri ise ulus kavramının ifade ettiği nesnel olguya doğru ilerleyen yolun sanayileşmeyle eşzamanlılığıdır. Aşağı yukarı bütün yaklaşımlar uluslaşmanın ve dolayısıyla bu süreçle birlikte işleyen milliyetçiliğin modernleşme adı verilen olguyla eşzamanlı olduğu kabul edilmektedir.23

Ulus-Devlet: Hükümetin belirlenmiş bir alanda mutlak gücünün olduğu ve nüfusun çoğunun vatandaşlarının oluşturduğu modern bir devlet, insanların bir araya gelerek oluşturdukları en büyük toplumsal örgütlenme biçimidir. Ulus devlet, belirli bir coğrafyada hakimiyet kuran bir ulusun egemenliğini kazanmasıyla ortaya çıkan devlet şeklidir. Ulus devletlerde, devletin politik kimliğiyle ulusun kültürel varlığı aynı bütün içinde yer alır. Etnik ve kültürel bir sentezi ifade eden ulus kavramı ile jeopolitik bir bütünlüğü tanımlayan devlet kavramının bir araya gelmesiyle oluşan bu siyaset bilimi terimi, vatandaşlarının tamamı aynı dili konuşan ve aynı kültür değerlerini paylaşan devletler için kullanılır. Ulus devletler bilinen uygarlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana tarih sahnesinde var olmuş ve özellikle Fransız Devrimi sürecinde esen değişim rüzgarlarıyla birlikte bu devlet anlayışı da büyük bir değişim geçirmiş.

Milliyetçiliğin devlet kavramının yarattığı bir suni ortaklık olduğu ve ulus-devletler için vazgeçilmez bir aygıt olduğudur. Tarihte yaşanan iktisadi gelişmelere koşut ilerleyen bir siyasi düzlem ve mücadeleler zemininde milliyetçilik, önemli bir kavram olmaya devam etmektedir. Son yıllarda milliyetçiliğin de içinde bulunduğu birçok olgunun; toplumsal yaşamın, insan ilişkilerinin, dayanışmanın, siyasetin, insan olmanın temel değerlerinin değişmesinde rolü olduğu açıktır. Günümüzde kendini milliyetçi olarak tanımlayanların siyasal yelpazenin her tarafına dağıldığını gördüğümüzde, küreselleşmenin ve soğuk savaş sonrası küresel siyaset arenasında solun kendini var edememesinin etkilerinin ne denli zarar verici olduğunu görebiliyoruz. Elbette bunu tersten de okuyabiliriz, solun kendini var edememesinin sonucunda milliyetçi güruh ve ideoloji kendine daha geniş hareket alanları bulabilmekte, toplumu atomize etme çabalarına daha sıkı sarılabilmektedir. Ötekini yaratan ve onun üzerinden siyaset yapan bir milliyetçi ideoloji, etnik temelli çatışmaları körüklemekte, hoşgörüsüzlüğü, rekabeti içselleştirmekte, saygı zeminini ortadan kaldırmaktadır. Ekonomik yönelimlerin de desteklediği bir milliyetçilik sistemi, anti-demokratik paralel devlet örgütlenmelerini ortaya çıkarmakta, mafya ile siyaseti iç içe geçirmekte, toplumun bir arada yaşama kapasitesini yok etmekte ve insanların geleceğini çalmaktadır. Bu koşullar içinde, yeniden bir toplum yapılanması kurmak zarureti ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Özgür ve demokratik bir dünya kurma hedefindekilerin önü açık olsun.24

23 Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik, Gündoğan Yayınları,syf.6024 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=314

Page 21:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

KAYNAKÇA

A.Ercüment Gedikli,İslam-Asabiye Milliyetçilik,Hamle Yayınları,3.Baskı

Andrew HEYWOOD, Siyaset, Adres Yayınları, 2010,2005 Ankara

Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul

Page 22:    Web viewTerry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın. İnternet kaynakları: vikipedi.

Dr Ali SEYYAR, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yayınları, Nisan 2007 İstanbul

Ernest Gliner, Milliyetçiliğe Bakma, İletişim Yayınları,

Jean Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, Metis Yayınları

Philippe Raynaud ve Stephane Rials, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, İletişim yayınları, İstanbul 2003

Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik, Gündoğan Yayınları, Ankara 1993

Tarık Ziya EKİNCİ, Millet Milliyetçilik Devlet ve Anayasa Sorunları, Cem Kitapevi, İstanbul 2004

Terry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın

İnternet kaynakları:

vikipedi

http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/689.pdf

http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=68

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=314