Top Banner
60

Umman Dergisi 3. sayısı

Mar 27, 2016

Download

Documents

Mustafa Can

Adapazarı İmam Hatip Lisesi Dergisinin 3. sayısı
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Umman Dergisi 3. sayısı
Page 2: Umman Dergisi 3. sayısı
Page 3: Umman Dergisi 3. sayısı
Page 4: Umman Dergisi 3. sayısı
Page 5: Umman Dergisi 3. sayısı

ADAPAZARIANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ

YAYIN VE İLETİŞİM KULÜBÜYAYIN ORGANIDIR.

Adapazarı Anadolu İmam-Hatip Lisesi adına sahibiKadir GEZEROkul Müdürü

Genel Yayın YönetmeniNecati KARADAĞTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yayın KuruluHüsna BAKAFeyza GÜRSOYKevser TÜRKYILMAZÖmer Faruk ÖZCANMeryem Dilârâ SELAMET

Danışma KuruluCemâl TEMİZCETürk Dili ve Edb. Uzman ÖğretmeniHüseyin TUNCATürk Dili ve Edb. ÖğretmeniMustafa CANKimya Öğretmeni

Kapak ResmiTuğba YILDIRIM

Grafik TasarımFaruk AKKIRAÇ

Yazışma Adresi Umman DergisiAdapazarı Anadolu İmam-HatipLisesi ADAPAZARI

Telefon : 0264 274 34 60Faks : 0264 277 37 62İnternet : www.adapazariihl.come-posta : [email protected]

TürüYerel Süreli YayınYayın Tarihi10 Mayıs 2009

YapımNİLÇİZGİ OFSET LTD.0264 281 40 82 Adapazarıwww.nilcizgi.com

Bu dergi Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisi ortaöğretim kurumları sosyal etkinlikler yönetmeliğinin 24. maddesi doğrultusunda hazırlanmıştır.

14 Mayıs 2008... Bizim için çok şey ifade eden bir tarih. UMMAN Dergisi olarak yarım asrı devirmiş bir devin, Adapazarı Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nin sesi ve nefesi olmayı umarak çıkmıştık bu tarihte bu zor ve meşakkatli yolculuğa. Allah’a hamdolsun ki bugün takvimler 10 Ma-yıs 2009’u gösteriyor ve 3. sayımızı size ulaştırabilmiş olmanın bahtiyar-lığını yaşatıyor bize.

Hayatımızı anlamlı kılabilmek için; edebiyatı da yol arkadaşı sa-yıp koyulduk işe. Tüm maviliklerin yavaş yavaş kaybolduğu bir dünyada, hayatta hâlâ güzel şeylerin olduğunu anlatabilmek için yazdık. Yazdık; çünkü içimizdeki denizleri diğer yüreklere akıtmak ve UMMAN olmak is-tedik birlikte. Dünya denen koca bahçede, hayatımıza ışık tutan sanatı be-nimsedik ve nice kardeşliğin doğmasını ümit ederek yazdık.

Hayata açılmak için yazdık aslında… Edebiyata vurgun yüreğimiz, umutlu ellerimizle, içimizdeki ırmaklara akabilmek için çıktık bu uzun yolculuğa. Yazmamızın birileri tarafından fark edilmesinden çok hoşlan-dık. Ve şimdi üçüncü sayımızla yüreğimizin en derinliklerinde sakladığı-mız duygularımızı kalemimiz ve kağıdımızla birleştirip tekrar buluştuk UMMAN’da…

İlk bakışta fark edebileceğiniz gibi bu sayımızda daha çok isme yer vermeyi, böylece gençliğin tüm duygu titreşimlerini tek yürek çırpıntısına sığdırmayı amaçladık. Hayatın kıyısından akıp kalemimizi dolduran dam-lalarda yine şiirler, denemeler, mektuplar yazdık, haberler verdik.

İkinci sayımızla başlattığımız ve umduğumuzdan fazla ilgi gören dosya konulu çalışmalarımıza bir yenisini eklemeyi hedefledik bu sayı-mızda da. Tarih boyunca kültürel değerlerimiz ve zenginliklerimiz olsun dedik konumuz. Bizi birbirimize zamk misali yakınlaştırıp, yapıştıran, bizi biz yapan ortak ve çoğu unutulmaya yüz tutmuş zenginliklerimizi hatır-latalım istedik.

Artık biliyorsunuz, her sayımızda hepimizi ilgilendiren bir konuda önemli şahsiyetlerle röportaj yapmaktayız. Bu sayımızda da Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. Sayın İrfan AYCAN’la kap-samlı, doyurucu bir söyleşi bekliyor sizleri.

Umman olarak bizi daha da geliştireceğine inandığımız her türlü fikirlerinizi, eleştirilerinizi ürün ve katkılarınızı bekliyoruz.

Eminim biliyorsunuz. Sevgimizi Umman'ınıza katma çabamıza katkı veren, destek olan birçok dostumuz var. Bu meşakkatli çabamızın görünmeyen kahramanları aslında onlar. Buradan hareketle okul müdü-rümüzden öğrencilerimize, öğretmenlerimizden reklam veren dostları-mıza, mânevî destekçilerimizden matbaa çalışanlarımıza kadar herkese gönül dolusu şükran, minnet ve saygı sunuyoruz.

İnanıyoruz ki sizin de söyleyecek bir şeyleriniz var. Öyleyse edebi-yata bulaşın ve dokunun yazıya…

Sevginin hep açık olduğu bir dünyada tekrar UMMAN’da buluş-mak umuduyla…

editörden

Necati KARADAĞEditör

1 umman

Page 6: Umman Dergisi 3. sayısı

Nevruzlar ve BaşlangıçlarHüsna BAKA

Geçmişten Günümüze EzanSüleyman BAŞ

RÖPORTAJÖrgün Eğitimden din eğitimi çı-

karılırsa Türkiye'nin felake-ti başlar

Kevser TÜRKYILMAZ, Fey-za GÜRSOY, Hüsna BAKA ve

Ö.Faruk ÖZCAN

Açık Tarih Müzesi EMİNÖNÜAfra Nur YILMAZ

Ebruli SanatıTuğba YILDIRIM

HatMeryem Dilârâ SELAMET

Kültürümüzde BayramFatma YENİDOĞAN

Kültür Başkenti İstanbulBeyza YILMAZ

İlme vakfedilmiş bir ömür:Katip ÇELEBİ

Necati KARADAĞ

Zamanın durduğu şirin ilçemiz:TARAKLI

Feyza GÜRSOY

Nimete şükür gerekirSelami GÜRSOY

İnsanlığın iftihar tablosununHayat kronolojisi

MimMeryem Dilârâ SELAMET

Çok güneş doğacakKevser TÜRKYILMAZ

Sinemasal bir arabeskdenemesi :GÜNEŞİ GÖRDÜMHüsna BAKA

Sultan 2. AbdülhamitYusuf GÜLDÜ

Unutma ki sen değerlisin!Feyza GÜRSOY

ŞŞŞTTT SeyirciTuba DEMİRCİ

Bunları biliyor musunuz?Ömer Faruk ÖZCAN

Kitaplar arasında

Kitap eleştirisiElif Şafak'ın AŞK'ı

Haber Umman'ı

Duymaya alıştığımızyalanlarımızAfra Nur YILMAZ

Bulmaca

3 31

içindekiler

4 326 34

3613 3814 4216 4518 4620 4722 482427

52

2854

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 2

Page 7: Umman Dergisi 3. sayısı

Âlemde her şeyin bir lisanı vardır, her şey kendi diliyle terennüm eder demiş hikmet sahipleri. Eğer var olmak istiyorsa insan yaratılan hiçbir şeyi incitmeden, bir eser vücuda getirmek istiyorsa bu deveran içinde, varlıkların dilini öğrenmeli ki hak ettikleri muamelede bulunsun onlara. Bunu bilirmiş eskiden insanlar, hem de öyle böyle değil, manasına ererek bilirlermiş. Bu yüzden her bir şeye kulak verirlermiş, yağmura, ağaca, rüzgâra, güneşe, en çok da toprağa.

Her millet için kutsaldır toprak, insanı doyurur, yurt olur insana. Aidiyet kazandırır, kimlik kazandırır. Milletlerin geçmişini saklar bağrında. Güven verir in-san olsun, hayvan olsun, üzerindeki her canlıya. Ancak, varlıkların diline kulak verenler için, aynı göğü paylaş-tığı varlıkların değerini bilenler için bambaşkadır kut-sallığı toprağın. Onlar bir sevgilinin gözlerini kırpışını, sesinin titreyişini takip eder gibi takip etmişlerdir top-rağın değişimlerini. Toprakla hemhal olmuşlardır ne-siller boyu. Bu yüzden toprağın uyanışını, baharı bir bayram gibi karşılamışlardır her sene, Nevruz’la bir-likte.

Toprağa aşk derecesinde bağlılık duyduğumuz kültürümüzde milattan önce sekizinci yüzyıldan beri kutlanır Nevruz. Bizim için Ergenekon’dan çıkış günü olma değerini de taşır. Baharın enerjisinin, hayat gücü-nün etrafındaki kış çemberini kırıp, buzu eritip çıkma-sı gibi, çok eski çağlarda milletimizin, mahsur kaldığı Ergenekon’dan aynı güçle demiri eritip çıkmasını anla-tır bize. Türk tarihindeki yeni başlangıçlardan birinin yıldönümünü hatırlatır.

Baharın gelişini bir bayram gibi kutlaması, top-rağa karşı bir vefa gösterisidir insanın. Tabiatın canla-nışını, toprağın buzunun çözülüp ekmek verecek hale gelmesini, kâinatın tazelenmesini kutlar insan. Tıpkı velinimetinin hasta yatağından kalkışını sevinçle kar-şılar gibi karşılar baharı. Madem her varlık kendi lisa-nıyla konuşur; ağaçlar çiçekle, gökyüzü mavi suratı, rahmet yağmurlarıyla, hayvanlar yavrularıyla karşı-lar baharı; Nevruz da insanoğlunun karşılamasıdır ba-harı. Hayatı bir savaş, mücadele gibi görme hatasından uzak; bitkilerin köklerinde, yağmurun sesinde, kuşla-rın kanat çırpışında hakiki hayatın nabzını duyan ger-çek insanın bir uyum dersidir, günümüzün tabiatı bile işgal eden istilacı insanına.

Bahar hep yeni başlangıçları getirir akla. Yeni

doğan gün gibi, yeni bir hikâye, yeni bir sayfa gibi. An-cak yeni değildir bahar, her sene kapımızı çalan aynı bahardır, her sene aynı olaylar, faaliyetler cereyan eder kâinatta. Aslında her bahar, aynı şarkıya yeniden başlamaktır, bıkmadan, sıkılmadan. Belki bu yüzden anlamı bu kadar büyüktür baharın, hep aynı sıkıntıla-rı yaşasa da insanoğlu, hep aynı çelişkiler karıştırsa da aklını, bazen bir çemberi tamamlayıp tekrar başlamak ister. Yeni bir şansmış gibi, toprağın kuru dallardan, ot-lardan silkinmesi, kefenini sıyırıp atması gibi, insanın sihirli bir el değmişçesine kendisini kısır bırakan dü-şüncelerden, dertlerden arınması gibi.

Yeni bir başlangıcın da ötesinde, bir devamlılığın ifadesidir her bahar. Nasıl her bahar bir öncekinin tek-rarıysa, bir o kadar bahar daha görecektir kâinat. Şaş-maz bir takvim, yanıltmaz bir saat gibidir baharların gelişi. Her baharla insanın süreklilik, ebedilik arzusu da tazelenir. Baharlar gibi yeryüzündeki mevcudiyeti-ni her bahar kutlamak ister, seyretmek ister eserlerini.

Nevruzu kutlamak, baharın gelişiyle sevinmek herkesin yapabileceği bir şey değildir. Baharın toprağa gelişine sevinmek için toprakla bir tutması gerekir in-sanın kendisini, yapmacık değil hakiki bir tevazuya sa-hip olması gerekir. Dünyadaki saltanatı ne olursa ol-sun, şahsi tekâmülü sonucu varlığının özüne, toprağa ulaşması gerekir insanın. Ancak o zaman Nevruz yeni bir başlangıç olur ona, bahar getirir âlemine. Maksa-dı olan yenilenmeye, tazelenmeye ancak o zaman ula-şır insan. Ancak o zaman köklerine erişir ve sımsıkı ya-pışır benliğine, ona muhtaç olduğu anlayışı, mütevazı-lıği ve hayatı verecek kaynağa.

Nevruzlar veBaşlangıçlar Hüsna BAKA

3 umman

Page 8: Umman Dergisi 3. sayısı

Sözlükte ‘’bildirmek, çağrıda bulunmak, ilan etmek’’ manasında mastar olan ezan keli-mesi, terim olarak da farz namazlarının vaktinin geldiğini bildiren, belirli sözlerle ve özel şekilde mü’minlere duyurulan kutlu bir çağrıdır.

Ezan ilk olarak peygamber efendimiz (s.a.s) zamanında Müslümanların namaz için bir çağ-rı arayışı içinde olduğu anda Yüce Allah tarafın-dan Abdullah ibni Zeyd’e bizim bildiğimiz şekil-de rüyasında öğretilmiş, bunun üzerine Peygam-ber Efendimiz (s.a.s) ilk ezanı okuması ve Müs-lümanlara bu ilâhî kudreti duyurması için Bilâl-i Habeşi’ye emir vermiştir. Böylece İslâm dünyası bu şekilde ilâhi bir kudret olan ezana kavuşmuş-tur. İslâm dünyası bu kutsal çağrıya en güzel şe-kilde sahip çıkmış, onun en güzel şekli de okun-ması ve okutulması konusunda büyük bir hassa-siyet göstermiştir.

Bu konuda en büyük hassasiyet gösteren millet de bizim milletimizdir. Türk Milleti ezanın asırlar boyunca hiç şüphesiz bekçiliğini yapmış, bu cihanşümul değere sahip çıkmış ve her şeyi-ni ortaya koyarak bu kutsal çağrıyı tüm dünyaya ulaştırmıştır. Zaman geçtikçe bu hassasiyet kül-tür haline dönüşmeye başlamıştır. Artık ezanla-rımız semada en güzel sesli müezzinlerimiz tara-fından seslendirilir olmuştur. Bu konuda Türkle-rin birçok çalışması olmuş, her vaktin ezanını ayrı bir makamda okumak ve okutmak için kolları sı-vamışlardır. Bu çalışma kısa zamanda meyve ver-meye başlamış, ezanı okuma konusunda birçok ünlü müezzinimiz dünya sahnesinde boy göster-miştir. Gerek Osmanlı devletinde olsun, gerekse Türk cumhuriyetinde olsun bu geleneğimiz mey-velerini vermeye devam etmiştir.

Ancak acı bir olaydır ki tarih 1932’yi göster-diğinde ezanın Arapça olarak değil, Türkçe ola-rak okunması konusunda meclisimizden bir karar çıktı. Ezanımız tam olarak 18 sene Türkçe okundu. Tarih 1950’yi gösterdiğinde ise tekrar Türk mille-ti ezanını Arapça dinlemeye başladı ve 18 yıllık hasreti sona erdi. Türk milleti yasağın kalkma-sından sonra da ezanın güzel ve makamlı bir şe-

kilde okunması için gayret sarf etmiş, bu gelene-ğe sahip çıkmıştır. Ezanın icrasına bilhassa önem verilen dönemlerde onun tekdüze tekrarlanan bir çağrı olmaması ve ruhunun zenginleştirilmesi amacıyla her vaktin ezanı ayrı bir makamda oku-nurdu. Bu uygulamaya örnek olarak Osmanlı tec-rübesini mercek altına alırsak karşımıza şöyle bir ezan cetveli ortaya çıkmaktadır:

1) Sabah Ezanı: Saba Makamı2) Öğle Ezanı: Rast makamı3) İkindi Ezanı: Hicaz Makamı4) Akşam Ezanı: Evc ve Segâh Makamları 5) Yatsı Ezanı: Uşşak ve Beyâti Makamları

Evet, gördüğümüz gibi Türk milleti gerçek-ten de ezan konusunda hiçbir zaman taviz ver-memiş ve vermeyecektir. Yalnız şunu bilmeyiz ki ezan sadece bir millete mahsus bir emanet değil bütün İslam âlemine gönderilmiş büyük bir ema-nettir. Kanuni’nin bu konuyu çok güzel açıkla-yan bir sözüyle yazımı bitirmek istiyorum; ‘’Ezan, ne Arab’ındır ne de Acem’in. Ne Türk’ündür ne de bir başka âlemin. O, bütün hamd ve övgülerin sa-dece kendisine ait olduğu, âlemlerin Rabb’i Yüce Allah’ın, sadık bir rüya ile kullarına ikram ettiği ilahî armağandır.’’

Mütenafir bir saika var buradaBiliyorumKaideler hep aynıAma maliksiz tasdiklerMaşuklara meftun oluncaÜzülüyor hep meftunlar

Geçmişten günümüzeEzan...

Gönül

Süleyman BAŞ

Ceyda BADANKA

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 4

Page 9: Umman Dergisi 3. sayısı

Toplumunhayat damarı

Temcit Pilavıve temcitlik

Bazen sıcak bir çorba, bazen bir yudum çay ve bazen de bir çift tatlı sözde gizlidir komşuluk. Bilindiği üzere Türk Kültürünün en vazgeçilmezlerinden biri, külüne muhtaç olduğumuz en değerli varlıklardır komşula-rımız. Derdine üzüldüğümüz, mutluluğuna sevindiğimiz biricik dostlarımızdır onlar. Bir adım ötede varlığını hissettiğimiz, yalnızlık korkumuzu yenmedeki en etkili meleklerdir.

Birlik ve beraberliğin sembolüdür komşuluk. Kalem hikâyesi gibidir; tek başına kırılmak ama bir araya gelindiğinde en bü-yük güce sahip olup kırılmadan dimdik ayak-ta durmak… Kışın dondurucu soğukların-da tatlı bir tebessüm eşliğinde bir tas sıcak çorbayı paylaşmaktır. İftar sofralarında bir araya gelmektir; dualar okunarak oruç açı-lan, fakirin, yoksulun doyurulduğu iftar sof-ralarında… Başın sıkıştığında gidebileceğin en yakın kapıdır. Çeşitli bahanelerle bir ara-ya gelmeyi başarmaktır. Beraber bir şeyler yapabilmektir komşuluk. Yeri geldiğinde bir somun ekmeği bölüşmek gibi. Komşun has-talandığında gerekirse sabaha kadar başın-da beklemektir, bir annenin hasta yavrusunu şefkat ve merhametle beklediği gibi. Beraber hayır- hasenat yapmaktır. Bir ağacın dalla-rı gibidir komşuluk; ne kadar ayrı da olun-sa bir noktada birleşilir. Bayram geldiğinde “Bayramın mübarek olsun.” diyerek uzatılan şekere, tatlı bir gülümseyiştir. Yanlışlıkları düzeltmeye bir çabadır. Belki de komşuluk dünyanın en güzel penceresinden çizilmiş bir resimdir. Oldukça iyimser, temiz, saf, duru ve bir o kadar da masum… 

Türklerin tarihini oluşturan en önemli parçalardan biri, birlik ve beraberlik olgusu, insanoğlunun hava gibi, su gibi ihtiyaç duy-duğu en güzel meziyet... Komşuluk denen ni-meti bir anne sıcaklığıyla sarıp sarmalama-lıyız. Çünkü o olmazsa yardımseverlik yok olur, paylaşma denen duygu unutulur. Kom-şuluk toplumun hayat damarıdır.

Taraklı’nın meşhur, bir o kadar da güzel kültür cevheri olan temcit pilavı ve temcitlik ge-leneği bizlere işte budur dedirtiyor. Sahurda ye-nen pilavdır temcit. Temcit pilavı genellikle de akşamdan kalma pilavdır. Fakat onu temcit ya-pan pilav olması değildir tabi ki. Öncelikle Ta-raklının gençleri sahur vaktinde minareye çıkar ve temcit söylerler. Ve hanımlarımız kalkıp pila-vı ocağa koyarlar. Ve sahurda yeterince tok tu-tan pilav yenilir. Bu, geç kalktığında hanımla-rımızın hemen pişirip, doyabilecekleri en kolay ve imdada yetişen pilavın bir de temcitliği var-dır. Taraklı'da süregelen temcit pilavının ardın-dan on bir ayın sultanı olan insanları günahlar-dan arındıran, sakındıran Ramazan ayı bitmek-tedir. Hanımlara verilen değer bir kez daha tem-citin ve ramazanın sayesinde ortaya konmakta-dır. Çünkü; ramazanın sonunda düşünceli bey-lerimiz hanımlarına bütün ay boyunca erken kalkıp benim için uğraştı diyerek Allah’ın(c.c) rı-zası üzerine olsun müjdesiyle beraber hanımla-rını bu dünyada da ödüllendirirler. En azından bir hediye, en makulü ise bir çeyrek altın hediye ederler. Burada önemli olan hediye midir? Tabi ki hayır burada önemli olan husus hanımlarımı-zın beylerimizin rızalarını alıp beylerin ise ha-nımlarına verdiği önem ve değerdir. Beyler! Ra-mazan yaklaşmakta bu yazıdan sonra sizlere düşen Taraklı’yı örnek almak. Bundan sonra ha-nımlar pilav başına beyler ise ay sonunda ku-yumcuya altın almaya. Temcit pilavını ve tem-citliği yaşatmaya. Bu arada unutmadan bekâr beyler kurtulduk zannetmesinler. İmkanları gereği sahura kaldıran kimse(anne kız kardeş...) onlara da bir ödül düşünsün. Hiç olmazsa bir te-şekkür bile yeterlidir hanımlar için.

Fatma YENİDOĞAN

5 umman

Page 10: Umman Dergisi 3. sayısı

"Örgün eğitimden din eğitimi çıkarılırsa Türkiye’nin felaketi başlar!"

D İ N Ö Ğ R E T İ M İ G E N E L M Ü D Ü RÜ P R O F. D R . İ R FA N AYC A N

Hocam biliyorsunuz din öğretimi çok tartışı-lan bir mevzu. Bu tartışmaların nedeni sizce de biraz din öğretimi kavramının tam anlaşılamamış olması, din öğretiminin neyi ifade ettiği, din öğretiminin öğ-rencilere neyi kazandırdığının tam bilinememesi de-ğil mi? Bize bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?

Aslında geldiği noktada din öğretimi konusu çok fazla tartışılmıyor. Artık ne kadar ve nasıl verileceği konusu konuşuluyor. Bütün dünyada şu anda din öğ-retimi ya da din eğitimi yapılmaktadır. Bizim ülkemizin

din eğitimi ve öğretimi konusunda 85 yıllık bir tecrübe vardır. Geldiğimiz noktada özellikle 12 Eylül 1980’den sonra anayasada yapılan bir değişiklikle 24 maddede din öğretimi yapılması kararlaştırılmıştır. Din öğre-timini söyleyeyim. Din öğretimi din ve dinler hakkın-da bilgilendirmedir. Bizim anayasamızın 24.madde-sinde ilköğretim ve ortaöğretim okullarında okutu-lan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunludur. Bu maddenin devamında da bunun dışında din eğitimi al-mak isteyenler küçüklerin kanuni temsilcilerinin tale-biyle, büyüklerin de kendi istekleri doğrultusunda dü-zenlenir, diya-netin yaygın din eğitimi verdi-ği kurslarla gi-derilir. Bizim o k u l l a r ı m ı z -da ilköğretim ve ortaöğretim-de Din Kültürü ve Ahlak Bilgi-si dersi 4. sınıf-tan başlar, lise sona kadar de-vam eder. İlköğretim okullarında haftada 2 saat, lise-de de bir saat olarak verilir. Biz sadece bu ilköğretim ve ortaöğretimde verilen din kültürü derslerinde sadece İslâmiyet ile ilgili değil, diğer dinlerle ilgili de bilgi alı-

rız. Evrensel ahlaki değerlerle ilgili de bilgi veririz. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredatında 11 tane öğrenme alanı var. Bunun 4 tanesi evrensel ahlaki de-ğerler, 3 tanesi değer dinler ile ilgili bilgiler, 4 tanesi de halkımızın büyük çoğunluğu Müslüman olduğu için İs-lam ile ilgili bilgilerdir. Din öğretimi zorunludur. Ülke-mizde Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan her Müslü-man öğrenci bunu almakla hükümlüdür. Zorunlu ol-duğu içinde de devlet, milli eğitim bakanlığı tarafından müfredatı ve kitapları belirlenir ve yazılır.

Hocam gerek yazdığınız kitaplar-da olsun gerekse akademik çalışmaları-nızda Emevîler dönemi üzerine yoğunlaş-tığınız görülüyor. Bilim kültür sanat de-yince de akla direk Endülüs Emevi devle-ti geliyor. Bu konuyu din öğretimine yan-sıtıyor musunuz, nasıl etkileniyorsunuz?

Peygamberimiz Allah’tan aldığı va-hiyle İslamiyeti 23 yılda hem Mekke'de hem de Medine'de insanlara tebliğ etmiş-

tir. Kur'ân-ı Kerim’in üçte biri H.z. Adem’den peygam-berimize kadar olan peygamberlerin, toplulukların başlarından geçen hadiseleri bize anlatır. Üçte biri 23 yıllık peygamberlik süresince, peygamberimizin o top-lumda yerleştirmek istediği anlayışı, ilkeleri, prensip-leri kapsar. Diğer üçte birlik kısımda da peygamberi-miz Allah’tan aldığı vahiyler doğrultusunda insanlar-dan istekleri ve insanları kaçındırmak istediği prensip-lere yer veriyor. Tabi ki peygamberimiz hayatta iken in-sanlar peygamberimizden ve sahabilerden dini öğre-niyorlardı. Peygamberimiz ve sahabiler vefat ettikten

sonra, bunun bir eğitim şeklinde olması yavaş yavaş başlamıştır. O günden sonra, çeşitli ilim dalları doğ-du. Tefsir, hadis, İslam hukuku, fıkıh yada iktisadi ko-nuların tartışıldığı kelam gibi ilim dalları gelişmiştir.

Dergimiz Yayın Kurulu üyeleri Kevser TÜRKYILMAZ, Feyza GÜRSOY, Hüsna BAKA ve Ö.Faruk ÖZCAN arkadaş-larımız 18 Nisan 2009 Cumartesi günü okulumuzu ziya-ret eden Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. Sayın İrfan AYCAN ile yaptıkları röportaj

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 6

Page 11: Umman Dergisi 3. sayısı

Zaman zaman geriye gitmiş zaman zaman ilerlemiş ve bugünümüze gelmiştir.

Din öğretiminin özellikle ülkemizde bu kadar çok tartışılmasına bir neden olarak toplumun her kesimine din öğretiminin ve dinin önemi konusunda mutabık olması yorumunu yapabilir miyiz?

Cumhuriyetimiz kurulurken ülkemizde din ko-nusunda ne tür bir politika izlenecek bunlar hep ko-nuşulmuş görüşülmüş hatta cumhuriyet kurulma-dan önce cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk İzmir’de yapmış olduğu bir konuşmada “her-kes dinini diyanetini öğrenmek zorundadır. Öğrenece-ği yerde mekteptir.” Diyerek tüm okullarımızda okutu-lan din öğretimi ve eğitimi ile ilgili uygulanacak olan politikanın ipuçlarını vermiştir.Cumhuriyet kurulduk-tan sonra da 1924 yılında Atatürk 29 tane imam ha-tip açmıştır.O zamanlar Türkiye cumhuriyetinin nüfu-su 13 milyon, 23 tane lisesi 72 tane ortaokulu var ama Atatürk 29 tane de imam hatip lisesi açmıştır.Bu du-rumu Tevhidi Tedrisat dediğimiz yasa ile de garanti al-tına almıştır.Bugün bu okullar tevhidi Tedrisat yasa-sının garantisi altındadır.Hem 61 anayasasında hem de 82 anayasasında değiştirilmesi dahi teklif edile-mez maddeler arasındadır.Bu okulları bugün biz ka-patamayız.Ama kendimizi öğrencisiz, işlevsiz bırakır-sak o zaman kendiliğinden kapanmış olur.Atatürk’ün bu okulları kurmasının nedeni şuydu.Tanzimattan bu yana gelen 150 yıllık bir geçmişi olan bir süreç yaşa-dık.Bu süreçte bir tarafta medreseler var biraz işlevi-ni yitirmiş, içeriği boşalmış sadece dini bilgileri tekrar eden, onun dışında beşeri bilimlere yer vermeyen bir okul medreseler. İkincisi azınlık okulları vardı. Azın-lık okullarında da ülkemiz aleyhinde faaliyetlerde bu-lunan ülkemizin altını oymaya çalışan bir kesim faa-liyet göstermekteydi.Bir tarafta da Tanzimat'tan son-ra gelen mektep dediğimiz sadece beşeri ilimler oku-tan ama dini bilimlere yer vermeyen bir okul türü var-dı.buradan da pozitivist, ateist zihni insanlar yetişi-yordu.Atatürk ülkemiz aleyhinde faaliyet gösteren bu azınlık okullarını Tevhidi Tedrisat yasasını çıkararak kapattı.Mekteple de medreseyi birleştirdi.İmam ha-tip dediğimiz okullar meydana çıktı.Yani hem dinini bi-len hem dünyayı okuyan münevver, aydın, çağdaş in-

san tipi yetiştirmek için bu okulları kurdu.İmam hatip-lerin 1924’de başlayıp1930'da kapanmasının temelin-de biraz da kendisine görev verilmeyen medrese hoca-larının aleyhte propagandaları. Yani “bunlardan adam olmaz. Bunların arkasında namaz kılınmaz.” Şeklinde

yakın zamanlarda bu tür görüşler ortaya konuluyor-du. Ondan dolayı bu okullar kapandı. Ülkemizde yak-laşık 17 yıl din öğretiminin yapılmadığı bir dönem ya-şandı. Bir kısım insanlar bu uygulama karşısında ço-cuklarını yurt dışına gönderdiler. Pek çok Arap ülkele-rine insanlar gitti. Onlar da 10-15 sene sonra farklı şe-killerle Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Suudi Arabistan’da, Pakistan da farklı İslâm anlayışlarını buraya getirdi-ler. Bir takım sıkıntılar yaşandı 80li yıllara kadar. Si-yasal İslam dediğimiz şey buydu. 1980'de iki önemli karar alındı. Bunlardan bir tanesi din kültürü ve ah-lak bilgisi dersi zorunlu hale getirildi. İkincisi de ilahi-yat fakültelerinin sayısı birden yirminin üzerine çıka-rıldı. Çünkü Türkiye 1930'dan 1947'ye kadar din öğre-timinin yapılmadığı bir dönem yaşamıştı. Bu dönem-den sonra tekrar 1947'de Cumhuriyet Halk Partisi dö-neminde bu konu masaya yatırıldı. Tekrar imam ha-tip okullarının açılmasına karar verildi. Arkasından okullarda isteğe bağlı 1948 yılında ilkokullarda, 1956 da ortaokul, 1967'de de isteğe bağlı din dersi getiril-di. Tabi az evvel söylediğim şeyler nedeniyle 12 Eylül 1980’e gelindiğinde insanların dinli, dinsiz, alevi, sunî, Müslüman, kafir gibi bir takım kavramlarla birbirle-rini suçlayarak hatta öldürerek, çok büyük bir anarşi ve kaos dönemi yaşandı. Biz üniversite öğrencisiydik o zamanlar. Bunu ortadan kaldırmak için herkesi din ve dinler hakkında bilgilendirelim diye bir karar alın-dı. Bu çok doğru ve isabetli bir karardı. Bunun yakla-şık 25-30 yıllık bir uygulaması var. İnanan inanmayan her kesimde bir hoşgörü ve tolerans var. İstesek de is-temesek de hepimiz bu toplumun içinde yaşıyoruz. Se-nin inandığın değerlere inançlara benim saygı gös-termem, birlikte huzur içinde yaşamamıza neden ol-maktadır. Ama geçmişte böyle değildi. Ben din kültü-rü dersi alıyorsam dinci oluyordum. Almıyorsam din-siz oluyordum. Böyle bir suçlamaya vesile oluyor. Öte taraftan ilahiyat fakültelerinin sayısı da birden yirmi-nin üzerine çıkarılarak ülkemizde yeterli bilim adamı yetiştirmek hedeflendi.1000’e yakın bilim adamı yetiş-ti. Lisans, yüksek lisans, doktora ve sonrası çalışmalar 30.000 cilde yakın bir birikim oluşturdu. Bizim insanı-mızın ürettiği bir bilgi hazinesine kavuştuk. Dolayısıy-la bugün hep hayıflanıyoruz. Keşke bu bilgi hazinesine

Cumhuriyetin başında sahip ol-muş olsaydık. Bu yaşamış oldu-ğumuz acı tecrübeleri yaşamaz-dık diye düşünüyoruz.

Din öğretimi okullarda özellikle imam hatiplerde nasıl daha yüksek standartlara ka-vuşturulabilir?

Ülkemiz her geçen gün farklı bir yapıya doğru ilerli-yor. Geçmiş dönemde imam ha-tip liseleri 7 yıldı. Kuran kursla-rı açıldı. Şimdi belli bir yaştan

sonra kuran kursuna gitme zorunluluğu olması ne-deniyle gençlerimiz kuran kursundan ziyade okulları tercih ediyor. Bizim okullarımızda 7 seneden 4 seneye düştü. Dolayısıyla geçmişte yetişen öğrenci kalitesiy-le bugünkü öğrenci kalitesini karşılaştırdığımızda za-

7 umman

Page 12: Umman Dergisi 3. sayısı

yıf durumdayız. Ama bunun yollarını, daha nasıl iyi-leştirilebileceği hususundaki çalışmaları söyleyebili-rim. Bu konuda diyanetten ülke çapında 100 civarında hafız yetiştiren kuran kursunu talep ediyoruz. Burada diyanetin yapacağı bir takım küçük değişikler var. Bu gerçekleştirilir ve bize mesleki açıdan yetişmiş öğren-ci temin ederse imam hatip liselerinde aldığı eğitim-le ilahiyat fakültelerine hazır hale gelecekler. İlahiyat fakültelerini bitirdikten sonra da din eğitim alanında daha kaliteli hizmet vermeye çalışacaklardır.

Din öğretimi ne kadar yenilik kaldırabilir? Akıllı sınıf projeleri vb. var biliyorsunuz bu teknolo-jik gelişmeler din öğretiminin ne kadar içerisinde?

Bugün ülkemiz çapında 458 civarında imam hatip lisemiz ve 143.000 civarında öğrencimiz mev-cut. Teknolojik imkânlardan bizim okullarımızın diğer okullardan geri kalması söz konusu değil. Milli Eği-tim Bakanlığına bağlı okul olması hasebiyle bir ilköğ-retim, bir ortaöğretim, bir Anadolu öğretmen lisesin-de ne tür imkânlar varsa imam hatip liselerinde de o tür imkanlara sahibiz. Yalnız bunu kullanacak öğret-menlerimizin olmasını, yetişmesini arzu etmekteyiz. Öğretmenlerimiz ayak uydurduğu zaman zaten kitap-larımızı ve müfredatımızı yeniledik. Okullarımız ona-rıldı, içerileri donatıldı. Bunların hepsi bir araya gel-dikten sonra öğretmen helvayı yapacak kişi, öğretmen ve öğrenci bir olacaklar. Ortaya güzel ürünler çıkara-caklar.

Bulunduğunuz göreve gelirken din öğretimini hangi seviyeye ulaştırmayı amaçladınız?

Göreve geldim geleli 6 sene oldu. Öncelikle İmam-Hatip Liseleri için ülkemizin dört bir yanını do-laştığımızı söyleyebilirim. 6 senenin yaklaşık 2 sene-den fazlası dışarıda geçti. 800 gün civarında. Benim de sizin gibi bir kızım var. İmam-Hatibi geçen sene bi-tirdi. Üniversiteye hazırlanıyor. Bir oğlum var. İlköğ-retim ikinci sınıfta. Bir de ağabeyi var. O da üniversi-te son sınıfta. Bütün gücümüzle, arkadaşlarımızla ça-lışmaya gayret ediyoruz. O günden bugünü kıyas etti-ğimizde %400lük bir kalite farkı, imkan farkı ve mo-tivasyon farkı olduğunu söyleyebilirim. Göreve başla-dığımdan 3 ay sonra yollara düştüm, Bu okullarımızı daha iyi hale nasıl getiririz diye ne gerekiyorsa elimiz-den geleni yaptık. Okul idaremizi motive etmeye çalış-tık. Onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık. Bir özel sektör mantığıyla çalıştık. Okullarımızın ayağına git-tik.458 okulun hepsi gözümün önünde.

Son zamanlarda tüm dünyada diyalog vurgu-su öne çıkıyor. Az evvel bahsettiğimiz gibi diyolog, çoğulculuk özellikle Avrupa birliği fonundan fayda-lanan Comenius, Leonarda Da Vinci gibi program-lar var. Bizim de başvurumuz var sanırım. Bu konu-da neler söyleyebilirsiniz? Projemizde nelere yoğun-laşalım?

Küreselleşme… Dünya artık küçüldü ve bir köy haline geldi. Eskiden Kırşehir'deki trafik kazası Ankara da pek duyulmazdı ama şimdi Belçika'daki trafik ka-zasını anında öğrenebiliyoruz. Amerika da bir kriz çı-kıyor. Tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Başka bir yerde-ki başka bir siyasi kriz başka ülkeleri etkileyebiliyor. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bundan kaçınmak müm-

kün değil. Diyolog denen hadise var ve bir tarafta mis-yonerlik faaliyetleri var biz bir defa bunlara karşı ka-pımızı kapatarak, gözlerimizi yumarak onlara savaş açarak bir yere varamayız. Bunlarla küreselleşme-nin, misyonerlik faaliyetlerinin olumsuz etkilenme-sine karşı kendi toplumumuzu kendi din anlayışımız-la kendi kültürümüzle ne kadar iyi donatırsak o kadar iyi mücadele ederiz.

İmam-Hatip Liselerinin meslek lisesi katego-risinde olmasını doğru buluyor musunuz?

Bu okullar mekteplerle medreselerin birleş-mesinden meydana gelmiş okullardır. Ülkemizde iki tür okul var. Ortaöğretim ve mesleki eğitim kurumla-rı. Mesleki eğitimin bir kanunu var.3308 sayılı çırak-lık ve mesleki eğitim kanununa göre kız teknik, erkek teknik, ticaret, turizm, çıraklık ve mesleki eğitim var. Bu kanunda şöyle der. Bu okullar %30 genel kültür, %70 mesleki eğitim alır. Bizim böyle bir durumumuz söz konusu değil dolayısıyla biz eğer %70 mesleki eği-tim alırsak Afganistan'daki Taliban gibi insanlar çıkar. Her şeyin bir normali var. Biz %40 mesleki eğitim %60 genel kültür veriyoruz. Verdiğimiz genel kültür lise-deki derslere neredeyse eş değer. Bizim din adamları-nın din konusunda hizmet verenlerin daha aydın daha modern daha çağdaş olmaları gerekir. Lisedeki bütün dersleri alması gerekir. Dolayısıyla böyle bir şey söy-leniyor; üniversiteye girerken mesleki eğitim verilme-si ama mesleki eğitim imkânlarından yararlanırken de genel ortaöğretim tarafından değerlendiriliyor. Bu çifte standart zamanla anlaşılacak. Anadolu öğret-men lisesi ne ise biz de öyleyiz. Onlar da bir meslek ku-rumudur. Öğretmen yetiştirir. Biz de din adamı yetişti-ren bir kurumuz. Dolayısıyla mesleki eğitime tam gir-miyoruz. Ortada bir yerdeyiz.

Az önce İmam-Hatip Liselerinin sayılarından, öğrencilerinden bahsettiniz. Peki bunların genele göre başarı durumları nasıl, başarı grafikleri nasıl?

2003 yılında 11300 kayıt yapılmış. Geçtiğimiz süreçte olumsuz bir takım şeyler yaşadık. Bu okulları tercih eden öğrencilerin sayısında çok ciddi bir azalma ve daralma görüldü. Bu 11300 çocuk toplumun en alt tabakasından, en zayıf çocuklar. Dolayısıyla bu çocuk-lar sıkıntı verecek, Türkiye’ye sıkıntı verecek diye dü-şündük biz. Hemen yola çıktık. İkinci sene, 2004 yılın-da 11300’den kaydımızı 32500’e çıkardık. Üçüncü sene 37000, dördüncü sene 42500, geçen sene 48000, bu sene de 52500 kayıt yaptık. Ama bizim çok öğrencide gözümüz yok, kaliteli öğrencide gözümüz var. Biz şim-di bunu nasıl yaparız, ederiz diyerek bir yönetmelik çı-kardık. Bir kısım okulların sınıfları zaten Anadolu sta-tüsünde, diğer yönetmeliklere göre de normal imam hatip sınıfları artık otuz altı kişiyi geçemeyecek. Seç-me öğrenci alacağız, burası bir ıslah yurdu gibi görül-mesin diyorum. İmam-Hatip Liseleri için “Aman şu da oraya gitsin, çok yaramaz, aman bu da gitsin, ıslah ol-sun” şeklinde bir düşünceye muhatap olmamalıyız di-yorum. Türkiye’nin kaliteli, sağlıklı, doğru, birikim-li din adamlarına ihtiyacı var. Onun için, bu okulları başarılı öğrencilerin tercih etmesi için ne gerekiyor-sa yapmalıyız. İki-üç senedir öğrenci kalitesinde cid-di bir artış var. Ama vatandaşlarımız başarısız kızla-

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 8

Page 13: Umman Dergisi 3. sayısı

rını imam hatibe, başarılı kızlarını başka okullara ve-riyorlar. Bunu da yavaş yavaş değiştireceğiz inşallah.

Üniversiteye girişte başarı oranını da sormuş-tuk. Tabi üniversite başarısı geçmişe göre çok aşağı-larda. Yüzde beş civarında. Ama şunu söyleyeyim; ge-nel liselerle orantıladığımızda, yine imam hatip lisele-ri genel liselerden daha iyi durumda.

Hocam bunda katsayı uygulamasının da bir rolü var, değil mi?

Şimdi katsayı bizim direk meselemiz değil. Yani bu psikolojik engeli hepimiz, önce öğrenciler, siz-ler aşmalısınız. Bugün yüz bin civarında Diyanet İş-leri Başkanlığı’nda din hizmetleri alanında, yirmi beş bin civarında da Milli Eğitim Bakanlığı’nda norm kad-ro var. Yani yirmi beş bin öğretmen, yüz bin din görev-lisi. Şimdi bizim din görevlilerimiz, hepsi, aşağı yukarı yüzde doksan beşi lise mezunu. Yani ülkemizin bugün geldiği noktada bu lise mezunlarıyla din hizmeti ver-mesi mümkün değil. Onun için ben diyorum ki; katsa-yı matsayı bizim engelimiz değil. Biz kendimizi başa-rılı bir şekilde yetiştirelim. Din hizmetleri alanına gi-delim ve orada hizmet edelim. Eğer sadece bugünden başlasak, ilahiyatlar Diyanet İşleri Başkanlığı’na ele-man yetiştirse, kırk elli senede bu açığı kapatmamız mümkün değil. Öğretmenin olmadığı yerde din adamı var. Bu lise mezunu olursa yeterli dini hizmeti alama-yız ondan. Onun için ilahiyat fakültelerinin kontenjan-larının artırılması gerekiyor. Eskisi gibi başarılı öğren-cilerimizi başka tarafa değil, kendi alanımıza çekmek istiyoruz. Sizlere çok büyük iş düşüyor. Ayrıca kız öğ-rencilerimize de çok büyük iş alanı var. Hem din kül-türü öğretmeni, hem vaize, hem müftü yardımcısı bile oluyorsunuz şimdi. Hem Kuran kursu hocalığı. Bugün aşağı yukarı iki yüz bin Kuran kursu hocası var. Yüz doksan bini ev hanımlarına hizmet ediyor. Buralarda da öğretmenlik yapmak güzel bir duygu.

Gelecekte eğitim kurumlarında din öğretimini gerçekleştirenler bizler olacağız inşallah.

İnşallah.Sizlerin makamına bizler geçeceğiz. Kendimi-

zi geliştirirken ne yapalım, hangi yolu takip edelim, neler okuyalım?

Şimdi bakın ben de sizler gibi 1970 senesinde imam hatibe girdiğimde iki şık vardı önümde ya öğ-retmen olacağım, ya imam olacağım diye düşünüyor-dum. Ama fakülteyi bitirdik, fakülteyi bitirdikten sonra yüksek lisans sınavına girdik, onu da kazandık. Arka-sından doktora geldi, arkasından doçentlik, 2000 yı-lında profesör oldum. Allah bize her türlü imkânı na-sip etti, bahşetti. Sizlere de bahşedecektir. Yeter ki iyi niyetli olun. Biz Allah’ın o kadar şanslı kullarıyız ki, hem bu dünyamız için, hem öbür dünyamız için çok büyük bir imkân yakalamış durumdayız. Yani benim yirmi dört saatim din iman işleriyle geçiyor. Bu alanda hizmetle geçiyor. Çok mutlu insanlarız. Siz de kendini-zi öyle addedin. Fakülteye girin, arkasından lisansüstü eğitim yapın. Arkası gelecektir.

Hocam yalnız bizim bir endişemiz var. Özel-likle medyaya baktığımızda yetkili kişilerin ve ku-rumların tam bir fikir birliği yokmuş, bizim buralar-da yaptığımız çalışmaları toplu bir biçimde destek-

lemiyorlarmış gibi bir izlenim elde ediyoruz. Bu biraz motivasyonumuzu bozuyor. Bu endişelerimizi berta-raf etmek için, siz neler söyleyeceksiniz?

Şimdi şunu söyleyeyim; bir defa toplumda din konusunda çok küçük bir azınlığın önyargılı bir yakla-şımı var. Onun dışında toplumda din konusunda bilgi-sizlik var, cehalet var. Bir de din hizmetleriyle ilgili, ya da eğitim kurumlarımızla ilgili bir takım sıkıntılar ya-şadık. Bir defa özellikle bu okullarda siyaset yapma-malıyız, kesinlikle. Eğer biz bir okulun falanca anla-yış, başka bir okulu filanca anlayış, öbür okulu başka bir anlayışa terk edersek en başta dinimize ihanet et-miş oluruz. Herkesin siyasi anlayışı olabilir, düşünce-si olabilir, seçim sandığına gider, onu yansıtır orada. Ama okuluna gelip yansıttığı zaman önce dinine iha-net etmiş olur. Bizim bundan bu okullarımızı arındır-mamız lazım. Öğrenci olarak, öğretmen olarak kesin-likle bu işlerden uzak durmamız lazım. Geçmişte bu tür hadiseler yaşandığı için maalesef bu okullarla ilgi-li olumsuzluklar meydana gelmiştir. Bu okullarımız-la ilgili önyargılı olan insanlara ben diyorum, özellik-le gazetecilerle sürekli beraber oluyoruz. Bu okulların olmadığını düşünün, şu anda dört yüz elli tane imam hatip lisesi var. Bunların olmadığını düşünün, dinle il-gili konular ne olur acaba; merdiven altına, çatı ka-tına, şuraya buraya. Yani laik devlet din eğitimi vere-mez diyen bir kesim var, bir tarafta da madem devlet bunu vermeyecek, bunu biz yapalım diyen bir kesim var. Türkiye’nin felaketi bu iki anlayışın birleştiği gün-dür. Yani bu iki anlayış ittifak eder de bugünkü örgün eğitimden din eğitimini çıkarırsa o zaman Türkiye’nin felaketi başlar. Onun için, bu fikirler geçecektir, dikkat edin dört beş senedir imam hatipler eskisi gibi tartı-şılmıyor. Yaptığımız bütün işleri tartışmalardan uzak yapıyoruz yani elimizden geldiğince her arkadaşımı-za, öğretmen arkadaşlarımıza, idareci arkadaşlarımı-za diyoruz; uzak durun, uzak durun. Biz bunları uzak-laştırıp bu okulları koruduğumuz zaman inşallah Tür-kiye'de yerli yerine oturacak. Bugün o belli kesimler dahi imam hatip liseleriyle ilgili olumsuz şeyler söyle-memektedir. Çünkü bunun yerine koyacakları bir şey yok. Çünkü dinsiz bir toplum hayatta var olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. O zaman diyoruz biz, eğer din olacaksa bunu gelin eğitime konu edelim, bi-lime konu edelim, okullarımızda verelim. Bunu okul-larda vermediğimiz zaman başka tür yanlış, zararlı anlayışlar çok daha çabuk ortaya çıkacaktır.

Son olarak, biz sizinle bu röportajı Yayın ve İletişim Kulübü olarak okulumuzda çıkardığımız Umman dergisi için yaptık. Bilmiyorum, daha önceki sayılarımızı inceleme fırsatı buldunuz mu?

İki sayısını sabahtan arkadaşlar getirdiler, şöy-le hızlıca bir göz gezdirdim. Gayet güzel olumlu bir çaba. Mutlaka öğrencilik hayatında bunların sizin için ve bizim için çok büyük değeri vardır. Bir defa bu dergi-ye yansıyan şeyler içerideki güzel fikirlerin, duygula-rın, düşüncelerin yansıtılması demektir. Ben de böyle güzel bir dergi çıkardığınız için hepinize teşekkür edi-yorum.

9 umman

Page 14: Umman Dergisi 3. sayısı

Türklerin fizik özellikleri olan çekik göz-lülük, çıkık elmacık kemikli, esmer tipoloji tarih içinde değişmiştir. Bugünkü durumda genel ola-rak ortalama boy 1.70, ten rengi beyaz kumral, saçlar dalgalı siyah, sakal bıyık gür, alın geniş, uzun yüzlü, ve genelde ela gözlüdürler.

Türk adları en fazla Ahmet, Mehmet, Mus-tafa, Ali, Ayşe, Fatma şeklindedir. Arslan, Şahin gibi somut Devrim gibi soyut adlar da vardır. De-delerin adları genellikle torunlara verilir. Pek çok yörede her adın bir sıfatı vardır.

Günlük hayatta miladi takvim kullanılır. Ancak kültürel hayat İslam medeniyetiyle iç içe olduğundan hicri takvim adları yaşatılır, Recep, Şaban, Ramazan adları hem ad olarak konur hem günlük dini yaşayışta kullanılır.

Türkler Avrasya denilen coğrafyaya yayıl-mışlardır. En eski Saka Türklerinden beri göçmen kavim olarak Batı’ya yönelmiş ve göç Anadolu’da sona ermiştir. Bugünün ulus devletler dünyasın-da Batı Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşa-maktadır.

Çadır yerleşiminden kent yerleşimine ge-çen Türkler, ahşap evlerden apartmanlara ve si-telere çevrilen kent kültürüne geçmişlerdir. Ev dekorasyonunda kilimden halıya, sedirden mo-bilyaya, sandalyeden koltuğa, tahta pencereden pimapen pencereye çevrilen ev kültürü, geniş ai-leden çekirdek aileye evrilmiştir. Batılı giyim ku-şam yaygın olmasına rağmen, eski giyim kültürü devam etmektedir. Ocak ve mangal düzeninden kalorifer ve doğalgaz düzenine geçen ısıtma sis-temi; eşek ve attan arabaya; siniden masaya; şer-betten meyva suyuna; bozadan kolaya; hamam-dan saunaya; dere kenarı yıkamadan çamaşır makinesine; teldolaptan buzdolabına temizlik ve sağlık kültürü gelişmiştir. Yemek kültürü et mer-kezli olup, ot, süt, ekmek, bal, balık, yumurta, yo-ğurt temel besinlerdir.

Hayvancılık at, eşek, sığır, manda, koyun,

keçi, arı, ördek, tavuk yetiştirmeciliğindedir. Ta-rım ürünleri arpa, buğday, pirinç, pamuk, kabak, bakla, nohut, fasulye, havuç, lahana, soğan, sa-rımsak, hıyar, turp, bamya, patlıcan, domates, bi-ber, elma, tütün, çay, zeytin, erik, üzüm, patates, ayva, armut, kavun, karpuz, iğde, nar, kiraz, viş-ne, muz, çilek, fıstık gibi sebze ve meyvelerdir. Do-kumacılık, ayakkabıcılık, terzilik en yaygın zena-atlerdir. Çarşı ve bedestenden marketlere, süper-marketlere günlük alışveriş kültürü gelişkindir.

Semt pazarları devamlı işler.En modern iletişim sistemleri kullanılmak-

ta, kara, hava, deniz ve demiryollarında modern araçlarla seyahat edilmektedir. Kent içi raylı sis-temler ve metro mevcuttur.

DİLTürkler Göktürk, Uygur, Araplar (halk)

Arap, Mani, Brahmi, Süryani, Grek, Ermeniler Er-meni, İbrani, Kiril, Latin alfabelerini kullandı-lar. Türkiye’de 1928’den beri Latin alfabesi kul-lanılmaktadır. Türk dili zengin bir sanat gelene-ğine sahiptir, ancak son yüzyıldaki kültür değiş-mesiyle Batı dillerinin etkisi altındadır. Küresel-

Türk Kültürü Ayşe GÜLDÜ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 10

Page 15: Umman Dergisi 3. sayısı

leşme, dünya kültürlerine Amerikan kültürü’nü hayat tarzı olarak en küçük köylere kadar benim-setmekte, ulusal kültür unsurları yabancı kültü-rüyle ikilik içinde yaşamaktadır. Türk dilinin zen-gin atasözleri ve deyimleri dahi dublaj diline feda edilmektedir.

SANATMimaride dini yapılar anıtsaldır. Yakınçağa

kadar temel üslup Koca Sinan’da belirginleşmiş-tir. Resimde ve heykelde din kültürünün etkisiy-le gelişme olmamıştır ancak minyatür ve süsleme sanatlarında olmuştur. Türk sanatı çini, hat, ebru ve seramikte, tezhip ve halıcılıkta gelişmiştir.

Müzik gerek sivil gerek askeri müzikte sa-nat müziğinden hafif müziğe evrilir. Dini müzik Türk müziğinin önemli unsurudur. Halk müziği, klasik ve arabesk özelliktedir. Türk sanat müziği çağ-daş bir sesle, ha-fif müzik klasik ve pop müzikle geliş-mektedir.

Türk edebi-yatı şiir, hikâye, ro-man, deneme, mi-zah, eleştiri dalla-rında eski ve yeni formatlarda dünya dillerine çevrilen eserler üretmek-tedir. Sözlü edebi-yat geleneği, dini edebiyat formun-da yaygındır ve en meşhuru kandil-lerde okunan mev-liddir. Halk edebi-yatında dünya kül-türüne Nasreddin Hoca tanıtılmış, halk dansla-rıyla ve seyirlik sanatlarla tarihi kültür yapıları yaşatılmıştır.

AHLÂKTürk ahlâkı yiğitlik, kahramanlık üzerine

kuruludur. Alp ve gazilikten, yüksek karakterli ve temiz kalpli, korkusuz, inanç ve irfanlı, milliyet-perver, adalet ve iffete düşkün karakterleri Ku-tadgu Bilig’den beri sayılan özelliklerdir.

HUKUKŞeriat hukukundan laik Medeni Hukuk’a ge-

çen Türklerin toplum yaşamı Batı medeniyeti çer-

çevesinde anayasal hukuku benimser. Kamu hu-kuku ve özel hukuk, günlük yaşam kültürünü Batı ile paralel bir düzeye getirmiştir. Bununla birlik-te özel hukuk alanında töre ve örf hukuku geçer-li olabilmektedir. Hukuk sistemi evrensel hukuk kurallarıyla uyumludur ve AB’ye girildiğinde AB hukuku geçerli olacaktır. Günlük hukuk kültü-ründe adalet mekanizması ağır işlemektedir. Dü-şünce özgürlüğüne engel yasalar bulunmaktadır.

SİYASİ KÜLTÜRÜTürk siyasi kültürü; beylik, hakanlık, sul-

tanlık ve tek partili cumhuriyetten demokra-tik laik çok partili cumhuriyete doğru gelişmiş-tir. Osmanlı merkezi siyasi yapısı ve bürokratik düzen öğelerinin etkileri cumhuriyette görülme-sine rağmen Batı tarzı demokratik rejim yerleş-

mektedir. Sivil top-lum güçlenmekte-dir. Siyasi kültür, askeri müdahale-lerle birlikte geliş-mektedir. Bunun temeli Türk kültü-ründe ordu - mil-let kavramıdır ve askeri darbelerden sonra otoriterlik-ten demokratik dü-zene geçiş sağlan-maktadır. Siyasi kültürün zayıf yön-leri vesayetçilik ve hoşgörüsüzlüktür. Askerlik bir kültür unsuru olarak Türk kültüründe önem-li bir işleve sahip-tir. Askerlik yap-mamış gençlere kız

verilmemesi hâlâ yaygın bir adettir. Etnik ve dini milliyetçilikler, partizanlık, siyasi kültürde olum-suzluklara ve acı olaylara yol açmışlardır. Halkın devlete bakışı Devlet Baba kavramıyla hâlâ yay-gındır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki otoriteryen-lik yerini liberal demokrasiye terk etmektedir.

Türk spor kültürü Yaşar Doğu, Tanju Çolak, Cemal Kamacı gibi milli şahsiyetlerle ifade edil-mesine rağmen toplumda spor yapma yaygınlığı ve spora ayrılan bütçe çok geridir. En kabul gören spor futboldur . Geleneksel yağlı güreş  ata spo-ru olarak sürerken avcılık, binicilik, kılıç, okçuluk, cirit, atletizm, halter de Dünya ve Olimpiyat dal-larında uluslararası başarı gösterilmektedir.

11 umman

Page 16: Umman Dergisi 3. sayısı

Geçmişimize, tarihimize, atalarımıza dö-nüp baktığımızda neler görebiliriz? İçinizden ge-çenleri okur gibiyim… Savaşlar, antlaşmalar, is-yanlar, fetihler. Bu böyle uzar gider. Peki geçmi-şimize göz attığımızda sadece bunları mı görebi-liyoruz? Bugüne aktarılmış, hala yaşamakta olan bir şeyler kalmamış mı atalarımızdan? Biraz dü-şünüp yoralım beynimizi, bakalım bizi neler bek-liyor?

Bugün hâlâ yaşamakta olan değerlerimi-zin başında gelen gelenek, göreneklerimiz var bi-zim. Kültürümüzün temel taşlarından biri örf ve adetlerimiz. Dünyadaki toplumları birbirlerin-den ayıran özel bir gerçektir bu aslında. Özel kı-lan, ayıran, değer katan bir yapısı var çoğu kez. Bir Afrikalıyı Afrikalı yapan şey onun siyâhî ol-ması mıdır? Elbette hayır. Ona değer katan ya-şam tarzı, gelenekleri, görenekleridir. Bizim Türklüğümüzün ispatı Türkiye’de yaşamamız mı sadece? Atalarımızın değerleri bize aktarılmış ve onlara benzemişiz, zamanla Türkleşmişiz… Çok önceleri bir toplum oluşmuş güç bela, hayat sür-müş. Biz de o toplumun yansımalarıyız bir bakı-ma. Atalarımızın süre gelen nesliyiz. Onların kül-türüyle yoğrulmuş bir yaşantımız var. Ama ma-alesef artık insanlar Batıya özeniyor ve onların kültürüne ayak uydurmaya çalışıyor. Kendi örfü-müz, adetlerimiz sanki artık rafa kaldırılıyor. Çok yazık… Batıyla alakası az olan bölgelerimize bir bakalım. Mesela Doğu Anadolu, Güneydoğu Ana-dolu köylerimize… İnsanlar teknolojiden daha uzaklar bize göre. Bunu bir dezavantaj olarak de-ğerlendirebiliriz farklı konularda. Fakat bizim konumuz çerçevesinde ele alırsak mutlu olabile-ceğimize inanıyorum ben… Orada yaşayan insan-larımız örfüne, geçmişine, özüne sâdık bir hayat sürüyor. Eğlencesini de hüznünü de örfüyle ya-şıyor. Batının sözde cazibesine kapılıp kendileri-ni kaybetmiyorlar. Tabi her şeyin kararını, dozu-nu aşmamak gerek. İşte tam bu noktada maale-

sef kanayan bir yaramız var. Ne mi? Töre… Katı, yok edici kanunlar. İnsan yaşamının dikkate alın-madığı, sadece onurun, şanın, gösterişin düşü-nüldüğü kanunlar. Nice insanımızın kâbusu olan, nice gençlerimizi kurban verdiğimiz o katı kural-lar. Zamanında örfümüz, geleneğimiz olan ama zaman aşımına uğrayıp amacını yitiren kanunlar topluluğudur töre! Birçok genç fidanımızı bir hiç uğruna öldürüyor, solduruyorlar. Hiçbir günahı olmayan masum kızlarımızı, daha hayatlarının baharındayken yok ediyorlar. Hem de bir hiç uğ-runa… Uğradığı talihsiz olaylar ölüm olarak dö-nüyor gariplere… Düşüncesizce, gaddarca katle-diliyor çiçeklerimiz. Bir damla umutlarıyla sol-maya mahkûm yaşıyor gençlerimiz. Oysa ki ata-larımız yok etmeyi değil var olmayı, çok olma-yı hedeflemişlerdir. Acımasızca masum canla-rı katletmek Türkün şanına yakışır cinsten değil-dir! Bir Türk her zaman örnek olmalı, her zaman gıpta duyulacak işler yapmalıdır. Geleneklerimiz ve göreneklerimiz de buna yardımcı olma vasfını taşıyor. Onlarla şanımız artar, değerimiz yeniden baş gösterir. Sadece yaşamak için yaşamıyoruz ki biz! Hayattan tat ve zevk almak en doğal hakkı-mız. Birçok âdetimiz de bu yönde aslında. İnsanı yücelten, mutlu eden, değer katan… Hep te öyle olmalı zaten. Atalarımızın bize aktarmak iste-diği ölüm, savaş değil mutlu bir hayat ve barış-tır. Asılsız kurallara itaat edip dedelerimizi, bü-yüklerimizi hayal kırıklığına uğratmayalım. İn-sanoğlu bu dünyaya yaşamaya, imtihan olmaya geldi. Katliam yapıp masumları yok etmeye de-ğil. Toplumca bunun bilincine varıp özümüze sa-hip çıkarsak eğer bence Türkiye çok kusursuz bir yurt olur. Ne mi yapmalıyız? Aslında tek bir şey… Evet! Evet! Tek bir şey… Ne olduğumuzun farkı-na varıp özümüze sahip çıkmalıyız. Çıkmalıyız ki: Tüm dünya Türkün asaletine gıpta duysun…

Öyle ya ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene!”

Değer Yansımaları Rümeysa YELKENCİ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 12

Page 17: Umman Dergisi 3. sayısı

Tarih deyince akla gelen ilk şehirdir İstan-bul… Evet, İstanbul tarihi bir yer ama her yeri mi öyle. Biraz düşününce cevabını buluyoruz. Evet her ne kadar tarihin asıl mekanı olarak bilsek de içindeki o tarihin de bir asıl mekanı var. İşte bu mekân: Eminönü…

Şehrin tüm sıkıntısından kurtulup, rahat-lamak istediğimiz bir yer ararız ya hani bazen; işte bu ruh dinlenmesine en uygun mekân Sul-tanahmet Meydanı’dır. Başımızı nereye çevirsek bir mabet, her baktığımızda tekrar tekrar dirilip, Allah’ı hatırlayıp kendimizden geçiyoruz. Boğa-zın kucakladığı bu muhteşem belde; Osmanlı’nın zirvede olduğu dönemlerde, cihan padişahlarının önderliğinde tüm dünyaya hükmetmiş ve Efendi-mizin (sav) kutsal emanetlerini koruyan Topkapı Sarayı’nı barındırır. Hemen yanında ecdadımıza ait olmasa da sonradan kucakladığımız bir ma-bet daha; Ayasofya… Biraz ileride Ayasofya’nın da önünde diz çöktüğü, Sinan’ı kıskandıracak o muhteşem eser; Sultanahmet Camii. Osmanlı-nın yetiştirdiği Koca Sinan’dan sonra en yetenekli mimar; Sedefkâr Mehmet Ağa… Öyle bir ihtişam-la imar etmiş ki Mehmet Ağa, sesi Avrupa’da yan-kılanıyor Mavi Cami’nin.

Boğazda bir tekne turunda, Sarayburnu’nu hemen döndüğümüzde Sinan’ın kalfalık eseri olarak gördüğü o muhteşem ustalıkla karşılaşı-rız; Süleymaniye Camii… Devlet-i Âliye’yi zirve-ye taşıyan isme, Kanuni’ye, itaatin bir gösterge-si olarak meydana gelmiş olan bir mimari. Tek-neden ineriz ve kıyıya çıktığımızda bir şaheser daha karşılar bizi, güvercinleriyle ve boğaz man-zarasıyla ünlü Süleymaniye’den sonraki en muh-teşem manzarayla Yeni Cami. Biraz yürüdük-ten sonra tarihi dokusuyla hayli dikkat çeken, İstanbul’un gözde mekânlarından Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı…

Her karışında bin bir manasıyla birçok ma-bet barındıran o muhteşem semte açık tarih mü-zesi diyebiliriz o halde. Tarih sahnesinde baş-rol oynamak isteyen herkes için… Gözlerimiz Sarayburnu’nda boğazın sonsuz maviliğine da-larken, buram buram tarih kokusuyla bir ses yankılanır göklerde Süleymaniye’den:

Allahuekber, Allahuekber…

Açık Tarih Müzesi;EMİNÖNÜ... Afra Nur YILMAZ

Eğer Allah istediğimiz her şeyi bize vermiş olsaydı, elimizden en büyük mükâfatı almış olurdu; yani bir işi başarmış olmanın zevki-ni… Frank A. Clark

Bildiklerimiz hiçbir şey, bilmediklerimiz ise muazzam… Astronom Laplace

13 umman

Page 18: Umman Dergisi 3. sayısı

Su üzerine yazı yazmak, çiçek bahçeleri yapmak. Cenabı Hâkk’ın azametinden boynunu bükmüş lâleler ve Peygamberimizin timsali kır-mızı güller yapmak.

İnsanlar benliklerini anlamak ve kendini tanımak için gelir bu sanata. Tekneye işlenen her nakış, kişinin ruh dünyasını yansıtır. Bu yüzden benliğini anlamak isteyen büyük, küçük bir çok meraklısı var ebrunun. Her ne kadar farklı yaş-larda olsa da insanlar, hepsinin içinde bir talebe-lik ruhu vardır ve her talebe gibi kestirmeden gü-zele ulaşmayı ister gelenler.

Ebruda her şey aşama aşamadır. İlk aşa-ma toprak boyaları ezmektir... Ebru sanatının pîri olan üstâdlarımız hazır boya kullanmak yerine ge-lenleri en az bir ay boyun-ca boya ezmeye tabi tutarlar. Boya ezmek bir külfet gibi gö-rülür; elbet üstâdlarımızın da bir bildiği vardır. Gelen-lerin mermerin üzerinde bo-yayı ezdiğini düşünmeyin sa-kın; kişinin orada ezdiği ken-di nefsidir. Nefsini bilemeyi öğrenir, sabrı öğrenir. Ebru-da her şeyden çok sabır ge-reklidir. Bu yüzden ilk başlar-ken boyayla nefis ezilir ve ta-lebeye sabır dersleri verilir. Boya ezme aşaması bittiğinde bakarsınız ki çok kişinin talip olduğu bu sanatta er kişiler kalmıştır. Sabır sınavını bura-da geçemeyenler hayatta da sınıfta kalmıştır.

Ebruda her şey doğal-

dır; yapmacıklık, sahtelik kabul edilmez. Bu sa-natta her şey emek ister. Nefsin terbiyesinden sonra sıra gül dalı ve at kılı ile fırça yapmaya ge-lir. Gemici düğümünü güzel atanın fırçası da gü-zel olur. Ezilen boyalara bir miktar su ve öd ko-nur, fırçayla güzelce karıştırılır. Boya hazırdır, at-mak için fırça da; ancak suyunu hazırlamak ge-rekir.

Ilık suyun içine kitre azar azar serpilir, un koyar gibi. Bir taraftan da karıştırılır kıvamlı ol-sun diye. Her şey hazırdır ve artık başlamak için bir tek duası kalır. Besmele çekilip fırçaya vuru-lur. Daha birkaç gün önce yollarda umursanma-dan üzerine basılan topraklar şimdi su üzerinde başlayacak olan bir fırtınanın habercisidir. Biraz

sonra damlalar başlar suyun üzerine düşüvermeye. O âna kadar sessiz, duru ve sükût içinde olan kitre de fırtına-lar koparmaya başlar. Düşen her damla gücünün yettiğin-ce daireler çizer ve bir sonra-ki damlayla daralır yer verir ona da. Ebru kişinin kendini bildiği bir edep mekânıdır. Bir anda coşan, dalgalanan, fır-tınalar koparan insan, edep mekânına gelince sâkinleşir, tedirginleşir. Her damla gibi açılır aşkla ve kapanır utana-rak. Düşen her damlanın açı-labildiği kadardır bu dünya-daki yeri. Suyun üzerine zu-hur edecek olan nakışlar eb-ruzenin ruh hâletini yansı-tır. Ebruzenin ruh haline göre aşklar yazılır suya. Daha son-ra renk renk, çeşit çeşit ebru-lar meydana gelir. Oluşan her

EbruliSanatı Tuğba YILDIRIM

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 14

Page 19: Umman Dergisi 3. sayısı

ebrunun bir ad vereni ve hikâyesi vardır. Hatib, ebrularıyla bu dünyadan giderken onun mirasını şimdi yeni nesiller elden ele gezdiriyor ve ölüm-süzleştiriyor. Ömürlerini suyun aşkına adıyor. Bahçelerden önce teknede açıyor lâleler ve kır-mızı güller. Boy boy, akın akın, renk renk lâleler, yapan kişinin zerafetiyle oluşan o güzel lâleler.

Her ne kadar öğretilen hareketler olsa da, her sanatkârın kendine özgü lâleleri ve ruh dün-yası var. Bu yüzden olsa gerek bir ebrudan sadece bir tane var, aynısını yapmak mümkün değil. Tıp-

kı insanların hayatlarındaki gibi. Her şeyden bir tane. Yaşadığımız hüzünler, sevinçler, mutluluk-lar ve o anlar nasıl sadece bir kez oluyorsa ebru

da öyle. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda hangi varlığın aynısından iki tane var ki? Her şey bir de-falıktır aslında, su üzerine yazılan ebru gibi. Ve güller, bütün ihtişamıyla hiçbir söze mâhal bı-rakmayan güller, Sevgiliye sevgiyi en güzel bi-çimde ifade eden güller! Ebruzen tekneye gülle-rin en güzelini nakşediyor. Bizleri sevgiliye, en sevgiliye Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘e çağıran gülle-ri. Ve lâleler, Allah (cc) ‘un azametinden boynu-nu bükmüş, O’na dua eden O’nun birliğini ifade eden lâleler... Allah (cc)’a dallarını bükerek ya-karan lâleler... Bu ebruzenin suya çizdiği bir re-

sim. Ebruzenin yüreğinde işlenen nakışların suya dokunduğu bir resim. Su üzerine yazı yazmak.

Kültürümüz

İnsanlar benliklerini anlamak ve kendini tanımak için gelir bu sanata. Tekneye işle-nen her nakış, kişinin ruh dünyasını yansıtır. Bu yüzden benliğini anlamak isteyen büyük, kü-çük bir çok meraklısı var ebrunun. Her ne kadar farklı yaşlarda olsa da insanlar, hepsinin içinde bir talebelik ruhu vardır ve her talebe gibi kestirmeden güzele ulaşmayı ister gelenler.

*Bizler için çok emek harcayan, kendisi de İmam-Hatip Lisesi mezunu olan ve ebrusunu bizden esir-gemeyen değerli hocamız “Şükran YILGIN”a çok teşekkür ederiz.

Türkiye’miz farklı farklı etnik kökenlerden olmasına rağmen kültür ve tarihi değerlerimizle bir bütün olmaya özen gösteren sayılı ülkelerden birisidir. Osmanlı döneminden bu yana Osmanlı döneminde yaptırılmış olan cami, hamam ve ker-vansarayların çoğu titizlikle korunup günümüz nesline kadar gelmiştir.

Zaten tarihini, kültürünü koruyamayan millet çökmeye mahkûmdur. Bizim de şu son dö-nemlerde kültürümüzde biraz değişiklik olması-na rağmen batı ülkelerinin çoğuna nazaran kül-türel değerlerimiz korunmaktadır, korunacaktır da. Bu dönemde kültürümüzü korumak ve anlat-mak eğitimle olur. Okullarda ve basın yolu ile an-latılırsa kültürümüze daha nice seneler sahip çı-karız. Nedeni artık çocuklar ebeveynlerini dinle-memekte. Ebeveynlerin çoğu da kulaktan dolma bilgilerle çocuklara doyurucu, tatmin edici bilgi verememekte. Bu sebeple çocuklar da teknolo-

ji çağında 300 – 500 yıl önce ve daha önceki dö-nemlere ait kültürel zenginliklerimizi basit gö-rüp kendi iç dünyalarının sesi ile hareket etmek-tedir. Gençlik elden gidip ihtiyarlık kapıyı çalın-ca atalarımızın kültürüne sahip çıkmaya başlan-maktadır. Akraba ziyaretleri günümüzde eskisi kadar yapılmamaktadır. Bayramlarımız, düğün-lerimiz, imecelerimiz ve her şeyden de önemlisi kardeşlik duygularımız ikinci planda seyrini sür-dürmektedir.

Tarihi eserlerimizi korumak topluma mal edilse de devletin görevidir. Devletimiz bugü-ne kadar tarihi eserlerimizin neredeyse çoğunu; eskiyen, tamire ihtiyacı olan köprü, cami, med-rese ve kervansaraylarımızı koruma çabasında olmuştur. Tarihi birikimlerimizin sergi alanla-rı olan müzelerdeki araç gereçlerde o günkü ya-şantıları, teknolojiyi ve yaşayış biçimlerini bil-mek, öğrenmek için önem taşır.

Nurdan BOZKAN

15 umman

Page 20: Umman Dergisi 3. sayısı

Bilindiği üzere son zamanlarda geleneksel sanat-lara olan rağbette bir patlama yaşanıyor. Toplumda bü-yük bir kitle akın akın ebru, çini, ney gibi unutulmaya yüz tutmuş değerli sanatlarımızla ilgilenmeye ve eğitimleri-ni almaya başlıyor. Şüphesiz bu sanatların en başlarında da hat sanatı gelir. Anadolu da bir tabir vardır `El eme-ği göz nuru` diye, işte hat sanatı bu sözü doğrularcasına bir çabayı ifade eder. Hat sanatı son zamanlarda şehri-mizde de yaygınlaşmaya başlamış, İslâm ve Türk kültü-ründe önemli bir yeri olan bir sanat, sanattan öteye bir

ilimdir. Diğer geleneksel sanat-larımızda da olduğu gibi hat da tarihimize, kültürümüze ve gele-neksel yaşantımıza ışık tutan bir zenginliktir.

Tasavvuftaki yerinden ve Osmanlı’da bu sanata ve onu icra edenlere verilen değerden de hat sanatının önemini ve güzelliğini anlıyoruz. Ne mutlu ki ülkemiz-de bu sanata gönül vermiş pek çok sanatçı bulunmakta. Bun-lardan biri de Adapazarı’nda ya-şamış ve İmam-Hatip Liseleri-nin şuuruyla yetişmiş olan Hat-tat Nafi Özdin’dir. 1966 Adapa-zarı doğumlu ve 1986 Adapazarı İmam-Hatip Lisesi mezunu olan Nafi Özdin, hat ile tanışmasını şu şekilde anlatıyor: “Lise yılların-da hat sanatına ilgi duyuyordum. Fakat bu sanata meraklı olmama rağmen Adapazarı’nda bu konu-da kendimi geliştirmem müm-kün değildi. 1996 yılında İlahi-yat Fakültesi öğretim üyesi olan Hattat Ali Hüsrevoğlu ile tanış-tım. Ve böylece merakımı meş-ke dönüştürdüm. Daha sonra yine Ali Hüsrevoğlu’ndan “ne-

sih” meşk ettim. İlerleyen zamanda da Hattat Mehmet Memiş’ten “sülüs” eğitimi aldım. Ve böylece hat sanatı-na başlamış oldum. Zamanla azimle ve sabırla çalışmak bu işin temelidir. Şuan Samek’te ve Geyve Halk Eğitim Merkezi’nde hat dersleri vermekteyim.”

Hat; cismâni varlıklarla yapılan ruhâni bir hen-desedir. Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan” manasına gelen “hattat” ismi verilir. Hat sanatını öğren-meye hevesli kişi bir hattattan ders alır. Başlangıçta alış-tırma niteliğiyle yapılan çalışmalara “meşk” denir. Bire-bir hoca ile meşk edilerek öğrenilir. Teorik değildir. İlk derste hoca, “Rabbi yessir” yazar. Talebe izler ve ikinci derse kadar olan zaman zarfında bu yazıyı meşke çalı-şır. Yapmış olduğu meşki hoca inceler, hatalarını düzel-tir ve tekrar tarif eder. Talebe bu düzeltmelere göre yazı-sını tekrar eder. Bu olay talebenin yazısı belli bir kıvama gelene kadar devam eder. Bu çalışmalara tek tek harf-ler yazılmaya başlanarak devam edilir. Harflerden son-ra, harflerin kendinden sonrakilerle birleşimi çalışılır. Belirtmeden geçmeyelim; talebenin bu işe “Rabbi yessir” duasını yazarak başlamasının sebebi bu zor ve meşak-katli bir sanat olduğu için başlamadan önce işinin ko-laylaşması için bir nevi Rabb’e dua edilir. Elimiz ile ka-lemimiz, kalemimiz ile kalbimizin arası Rabb’imizin yar-dımı ile dolsun anlamına gelen güzel bir gelenektir. Ay-rıca “elin kırılması” denilen hadise bu merhalede halle-dilmiş olur. Hat sanatının standart bir süresi yoktur. Ki-şinin yeteneğine ve çalışmasına bağlıdır. Fakat ders usu-lü birebir uygulama şeklinde olduğundan uzun bir sü-reç alır. Bu nedenle bu sanatı talep eden talebenin istik-rarlı, sabırlı ve gayretli olması gerekir. Hat sanatında da farklı yazı çeşitleri vardır. Bun ar; cel’i sülüs, sülüs, ne-sih, rika, talik, divani, reyhanî, ve kufidir. Klasik ve yay-gın olan usul, hat sanatına “sülüs” ile başlamaktır. Gü-nümüzde en çok kullanılan yazı çeşitleri cel’i sülüs, sü-lüs, nesih ve taliktir. Malzeme olarak hat kamışı, is mü-rekkebi ve aherli kâğıt kullanılır.

Vav harfinin de hat sanatında önemli bir yeri vardır. Vav harfi başlı başına bir eser sayılır. Çokça kulla-nılan müstakil bir harftir. Hattatlar tarafından özel ka-

Hat Meryem Dilârâ SELAMET

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 16

Page 21: Umman Dergisi 3. sayısı

bul edilen bu harfin birden çok anlamı vardır. Öncelik-le Allah’ın zatında, sıfatlarında, isim ve fiillerinde orta-ğı, benzeri ve dengi olmayan anlamına gelen el-Vahit is-mini simgeler. Sonra tevazu ve sadakat anlamlarını ta-

şır. Şekil itibariyle insanın secdedeki haline ve ceninin anne karnındaki haline benzetilmiştir. Ecbed hesabına göre vav harfi “6” rakamını temsil eder. Bu yönüyle ima-nın altı şartına işaret ettiği de bilinmektedir.

Gereken eğitimi alan hattat adayı bu sürecin so-nunda iki veya üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verir. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse bu yazının altına imzalarını koyarlar. Buna “icazetname” adı verilir. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz ve dolayısıyla yazdıkları yazının altına adlarını koyamazlar.

Nereden bakarsak bakalım Hat sanatı bu toprak-ların çilesiyle, derdiyle havasıyla, peygamber aşkıyla, in-san öznesiyle ve daha sayamayacağımız nice birikimle-riyle yoğrulmuş, bir sanat dalımızdır. Hat sanatı bir ehl-i gönül sanatıdır. İslam ve sanat deyince verebileceğimiz en güzel örneklerden biridir. Hat ve benzeri sanatları varlığımızın bir parçası olarak görüp, bu sanatlara iliş-kin bir şeyler yapma gayreti içersinde olmalıyız. Gayret, bizden olsun yeter ki...

İki günümüzüÇanakkale'de bıraktık...

Anadolu da bir tabir vardır “El emeği göz nuru” diye, işte hat sanatı bu sözü doğrularcasına bir çabayı ifade eder.

Okulumuz Yayın ve İletişim Kulübü’nün düzenlediği, beklenen Çanakkale gezisi münase-betiyle 1-2 Mayıs tarihlerinde Çanakkale’deydik. 1 Mayıs sabahı saat sekiz buçuk civarı bir otobüs-le hareket ederek uzun, ancak oldukça keyifli bir yolculuk sonrası Çanakkale’deki konak yerimize, İntepe Gençlik Kampı’na ulaştık. Aynı akşam Ça-nakkale şehir merkezini gezip Truva Atı’yla hatıra resmi çektirdik, ardından topluca gittiğimiz Ay-nalı Çarşı’da esnafı ihya ettik, sonra da sıra küçük bir restoranda yenen akşam yemeğine geldi. Ye-mekten sonra tekrar kamp yerimize döndük ama tabi kimse odasında kalmaya niyetli değildi. Ge-cenin ilerleyen saatlerine kadar sahilden arka-daşlarımızın sesi eksik olmadı. Ateş yakmaktan, kısmi olarak denize girmeye kadar yapmadığımız kalmadı.

Ertesi sabah feribotla Eceabat’a gidip kahvaltı yaptık, sonra gün boyu bize eşlik edecek rehberimizle bir araya geldik. Önce Fatih dev-rinde yaptırılmış Kilitbahir Kalesi’ni gezdik, ar-dından Çanakkale muharebesinin cereyan ettiği yerleri dolaşmaya başladık. Kısıtlı zaman nede-niyle bütün anıtları, şehitlikleri, tabyaları ziya-

ret etmemiz müm-kün olmasa da ya-ralı Mehmetçikle-re sıhhi müdaha-lenin yapıldığı Sargı Yeri Şehitliği’yle başlayarak Şehitler Abidesi’ni, Ertuğrul Koyu’na tepeden ba-kan, adına şiirler yazılan Yahya Çavuş Şehitliği’ni, Alçıtepe’de bizi 94 yıl öncesine geziye çıkaran bir müzeyi, geriye şehit olmamış tek bir eri bile kal-mayan 57. Alay Şehitliği’ni ve hemen yanındaki Mehmetçik Anıtı’nı, Atatürk’e göğsünden, tam da saatinin bulunduğu yerden kurşun isabet eden mekan olan Conkbayırı Tepesi’ni gezebildik. Son-ra tekrar Eceabat’a dönerek öğle yemeği yedik ve bu sefer dönüş yolculuğu için tekrar otobüsümü-ze bindik. Bize kısa gibi gelen ancak uzun süren bir yolculuğun ardından gece on bir buçuk civa-rı okulumuzun bahçesinde, bizi karşılamaya gel-miş velilerimizle birlikteydik. Tabi Çanakkale’de bıraktığımız iki güne karşılık yanımızda pek çok unutulmaz anı, hediyelik eşya ve fotoğraf olduğu halde.

17 umman

Page 22: Umman Dergisi 3. sayısı

Ramazanın bitmesiyle başlayan Ramazan Bay-ramımız ve yine Zilhicce ayında arifeyle beklenen Kur-ban Bayramımız. İnsanlığın en âlâ iftihar tablosudur bayramlar.

Bizim kültürümüzde bayram sevginin, saygının, akraba ziyaretinin, sevincin, paylaşmanın, hoşgörü-nün zirve yaptığı günlerdir. Bu günlerde farklı bir hava eser. İnsanlar bayram hazırlığının verdiği tatlı telaşta-dır. Bayanların yaptığı bayram temizliğiyle Peygam-ber Efendimizin (s.a.v) “Temizlik imandandır.” buyur-duğu hadisinde temizliğin önemi birçok kez vurgulan-maktadır. Temizliğin ardından yapılan bayram alışve-rişlerinin olmazsa olmazları tatlılar, şekerlemeler, ko-lonya gibi birçok ev alışverişinden sonra çocuklarımızı bir hayli sevindiren yeni kıyafet alışverişleri yapılır. Be-beklerimizden büyüklerimize herkes yeniliklerle baş-lar bayrama. Ve bizi bayramla ibadete bağlayan arife gecesi en çok fetih süresinin okunduğu en çok salât se-lamların gönderildiği, dünyaya veda edip Allah’ın(c.c) huzuruna kavuşan dedelerimiz, ninelerimiz, yakınla-rımız ve bütün Hak’kın rahmetine kavuşanlara giden yasin-i şeriflerimiz, fatihalarımızdır bayram. Ve o gün-lere özel erken kalkılır bayram sabahları.

Tatlı bir neşedir bayramda erken kalkmak her-kes birliktedir dededen toruna bütün aile. Önce bay-ram namazı eda edilir. İmam Hatip Liselerinden ve İla-hiyattan yetişmiş bilinçli imamların bayrama kavuş-manın şükrüyle kıldırdığı bayram namazı. Namazın ar-dından tanıdık tanımadık herkes dinimizin verdiği kar-deşlikle bayramlaşır birbirleriyle. Ardından çoluk, ço-cuk, torun, torba hep birlikte ölülerimizin kabirleri zi-yaret edilir. Ve en güzel hediye olan Allah’ın kelamı he-diye edilir. Belki de hiç uğranılmayan mezarlıklar süs-lenir insanlarla, dualarla.

Eve dönüldüğünde dededen başlayıp büyükten küçüğe kültürümüzün saygı ve sevgi simgesi olan el öpme âdeti başlar. Büyüklerin elleri öpülür ve bayram-ları kutlanır. Ve yine çocuklara güler bayram verilen ödüllerle. Geç de olsa yemek faslı başlar. Hep birlikte yöresine göre sergilenir yemek çeşitleri. Artık başlar komşu akraba ziyareti adında bayram ziyaretleri. İşte bayram bizi birbirimize bağlayan o güne özel herkesin kötü davranışlardan kaçındığı anlardır. Bizi birbirimi-ze bağlayan huzur dolu zincirdir bayram. Kurban Bay-ramına özel İbrahim Peygamberin Allah’ın emri ile İs-

mail Peygamberi kurban etmesi istendiğinde bu büyük sınavı geçen İbrahim Peygambere gönderilen koç ‘tan beri süre gelen ve kesilen kurbanlardır bayram. Yine Allah’a kurban edilen kurbanların paylaşmanın yar-dımlaşmanın son derece çok olduğu bayramlar et ile

sergiler güzelliğini. Ziyaret edip bayramını kutladığınız evde kültürümüzden son derece güzel bir şekilde tatlı, şekerleme, kolonya, içecek gibi ikramlarla göstermek-tedir misafirperverliğini. Her şey bayram içindir. O gün bayramdır ve insanlar bayramın bereketinden, güzel-liğinden hissesine düşeni almaktadır. Kültürümüzün ve dinimizin en güzel tabloları bayramda çizilir. Okul-lar, iş yerleri tatil edilir genellikle. Çünkü; o gün bay-ramdır. Ve yine o günlerde de susmaz imamın selâları. Duyulur yine inna ileyhi ve inna ileyni raciun (Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz.) sesleri. Gittikçe zayıflasa da bayram gelenek ve görenekleri Rabbim onu koruya-caktır. Bizlere sadece sonsuz kudret sahibinden yardım dilemek düşer. Çünkü; O dualara cevap verendir. Allah her günümüzü bayram gibi hayırlı huzurlu kılsın. Ve o günler gibi insanlar iyi amellerde bulunsun.

KültürümüzdeBayram Fatma YENİDOĞAN

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 18

Page 23: Umman Dergisi 3. sayısı

Biz böyle yaşadık

Hasret

Orta Asya’dan geldi bir Aslan,Aslan oldu Bilecik’te bir Osman,Kükredi ve hızla çıktı Anadolu’ya,Evimiz oldu camiler Anadolu’daAsildi, korkusuzdu, yekti Osman,İki yaşında Murat dediler ona.Anadolu dar geldi ona, çıktı balkanlara,Şanını perçinledi Kosova’da,Yıldırım oldu ondan sonra.İlden ile, harpten harbe koşuyordu sıra sıra,Fatih oldu İstanbul’u aldıktan sonra,Selim dediklerinde mü’min tacı vardı başında,Süleyman dediler mi diz çöktürdü Avrupa’ya.Tek rakibi kendisiydi dünyada,İtaat ediyordu ona: o da Allah’a.Yaşlıyken yaralanmıştı bağladılar hemen,Bütün Avrupa vurdu aman demeden.Bizim için çırpındı usanmadan,Dostken düşman olmuştu sevdikleri,Ama bırakamazdı kimsesiz bizleri.Kendine yakışır bir hamle yaptı Çanakkale’de.Gördü düşmanları o güç hâlâ duruyordu yerinde.Şimdi Aslan yok ama Aslanlar var,Gönlümüzde yatan bir efsane var.Şanlı destanlarla anılırız tarihte,Türkiye var o ruh temelinin üstünde.

Ali KARDIZ

Hasret; yaşadığımız bir mecburiyet,Sensizliğin eşiğine kapanmış bir müebbet.

Hasret; istemediğimiz bir gerçek,Yaşayıp da yaşamadığımız bir hayret.

Hasret; verdiğimiz bir kayıp,Ağladığımız garip bir ayıp.

Hasret; bıktığımız bir oyun,Oyun içinde bilmeğimiz oyun.

Hasret; ağladığımız bir oyun,Bu kaçıncı bastığımız mayın?

Hasret; her an ensemizde bir nefes,Bizi alıkoyan büyük bir kafes.

Hasret; aldığın nefes kadar yakın,Verdiğin nefes kadar uzak…

Hasret; vurgunu olduğumuz bir gerçek,Bize acı veren sahte bir servet…

Rümeysa CAN

İnançlı bir kişinin gücü sadece bilgisi olan dok-san dokuz kişinin gücüne yeter. John Stuart Mill

19 umman

Page 24: Umman Dergisi 3. sayısı

İstanbul, yedi tepe üstüne kurulmuş, kıtaları yö-neten imparatorluklara Bizans’a Osmanlı’ya başkent-lik yapmış, şiirlere konu olmuş, bir koluyla Asya’ya, di-ğeriyle Avrupa’ya uzanarak iki kıtayı da kucaklamış, güzel diyar.

İstanbul, geçmişin ihtişamını günümüzde hala korumaktadır. İstanbul’daki çeşitlilik ziyaretçileri ger-çekten büyülemektedir. Müzeleri, sarayları, camile-ri, kiliseleri, pazar yerleri ve doğal güzellikleri bit-mez tükenmez ayrıntılar sunmaktadır. Boğazın kıyı-

sında oturup, gün batımında kızaran renklerin deni-ze yansımasını seyrederek, yüzyıllar öncesinde, insan-ların bu efsunlu şehri neden seçtiklerini birden anlar ve İstanbul’un dünyanın merkezindeki şehir olduğunu hissedersiniz.

Tepelerden yükselen beş yüzü aşkın caminin ih-tişamı enfes bir atmosfer oluşturur. Altı minaresiy-le İstanbul’un sembolü haline gelen, dekorasyonunda kullanılan mavi çiniler nedeni ile Mavi Cami diye de ad-landırılan Sultanahmet Camii’ni mutlaka görmelisiniz.

Karşısında, İmparator Justinyen zamanında ki-lise olarak inşa edilmiş, İstanbul fethiyle camiye çev-rilmiş, günümüzde ise müze olarak kullanılan, minare-leri birbirinden farklı ünlü Ayasofya Müzesi yer alır. Hz. İsa’yı, Hz. Meryem’i ve imparatorları tasvir eden moza-

ik panolarla bezenmiştir. Bir başka tepeden bu iki muh-teşem abideyi seyreden Süleymaniye Cami ise Osmanlı mimarlık sanatının en güzel örneğidir. Mimar Sinan ta-rafından Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine inşa edilmiştir.

Marmara’ya ve Boğaz’a hakim bir tepe üzerinde, Osmanlı sultanlarına konutluk ve siyasi merkezlik et-miş olan Topkapı Sarayı yer alır. Topkapı’da çini porse-lenleri koleksiyonunu, altın işlemeli ve değerli taşlarla süslü tahtları, içine birkaç insan girecek kadar büyük ve şaşalı sultan kostümlerini, masallardakilere an-dıran mücevherleri, nadir elyazması kitapları, kutsal emanetleri görebilirsiniz. İstanbul’da görmeden ya-pamayacağınız bir başka mekân da Eyüp Camidir. Pey-gamberimize ev sahipliği yapan Eyüp Sultan’ı ziyaret ettiğinizde manevi duygularınız yoğunlaşır. Eyüp’ün üstü olan Pierre Loti Kahvesi’nin methini duydum. An-latılanlara göre kahvenizi yudumlarken bir yandan Haliç’i seyrediyor, bir yandan da ortamın yaydığı gü-zel havayı soluyormuşsunuz. İstanbul ‘a gidip de boğaz turu yapmadan geri dönülmez. Boğaz’ın iki yakasında Dolmabahçe, Göksu ve Beylerbeyi Sarayları, Rumeli ve Anadolu Hisarları, denizin ortasında efsanelerle anla-tılan Kız Kulesi, baharda mis gibi yasemin kokan ada-lar, daha ne muhteşem karelerle doludur. İstanbul an-latmakla bitmez.

Geçmişten günümüze kadar dünyanın tica-ri ve stratejik bakımdan çok önemli bir coğrafyası olan İstanbul, farklı dünyaları bir arada bulundurur, rengârenk bir kültür mozaiği oluşturur, medeniyetleri barış ve hoş görü ikliminde buluşturur. Avrupa Birliği, her yıl Avrupa kültürünün ortak yönlerini vurgulaya-cak bir veya birkaç kenti Avrupa kültür başkenti olarak belirliyor. Türkiye’nin bir kültür hazinesi ve açık hava müzesi olduğunu farkına varan Avrupa İstanbul’u 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti seçti. Bizlere düşen gö-rev kültürel mirasımızı korumak ve gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarmak…

Üstad Necip Fazıl ne güzel demiş.” Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar. /Güleni şöyle dursun, ağla-yanı bahtiyar...” İstanbul, şiirlerin başkenti, Türkiye’nin gözbebeği artık 2010 yılında Avrupa’nın da Kültür Baş-kenti…

Kültür Başkentiİstanbul Beyza YILMAZ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 20

Page 25: Umman Dergisi 3. sayısı

Sakarya’daki köylerde ramazanda mi-safirlere “gulugursa” adlı tatlı ikram edilir. Gulugursa için önce ince bir yufka hazırla-nıyor. İçine kırılmış ceviz serpiştirilen yufka, sağdan ve soldan toplanıp büzüştürülüyor. Tepsiye yerleştirilen yufka, küçük parçalar halinde kesiliyor ve üzerine tereyağı döküle-rek fırında kurutuluyor. Gulugursa, bez tor-balarda saklanıyor ve ihtiyaç duyulduğunda üzerine şerbet dökülerek ikram ediliyor.

Sakarya’da 10-20 haneli olan köyler-de imam bulunmadığı için ramazanda te-ravih namazı kıldırması için “ramazanlık imam” tutulur. Ramazanlık imamın ücreti, köylünün ürettiği mahsulden verilir. İma-mın yemek ihtiyacı ve köy odasına gelen mi-safirlerine ikramı da köylüler tarafından sı-rayla karşılanır.

Sakarya’da“Gulugursa”

Feyzanur AKMAN

Sevmek… Karşılık beklemeden sev-mek. Bazen sadece susmak, aşka susamak. Bazen gücünün yettiği kadar konuşmak dur durak bilmeden koşmak. Bir gün gülmek, bir gün sebepsizce ağlamak.

Kimi zaman kavuşamama korkusuy-la üzülsen de yine de O’ndan vazgeçmemek. Her an O’nu düşünmek her an O’nu hay-kırmak, iyice işlemek kalbine. Gözlerimde-ki parıltının, sesimdeki güzelliğin, dudakla-rımdaki tebessümün tek sebebi olmak…

Her güzelliği O’na bağlamak tüm sev-gileri O’nda birleştirmek. Hayâllerini O’na kurmak, hayatını O’na bağlamak. Tüm ben-liğinle sevmek, yanında olmasan da kalbin-den tutmak. Sevmek işte… Sadece seninle yaşanır Efendim!

Ayşegül ARI

Evlilik törenlerimizde söylenen özellikle kına gecelerinde yakılan kınanın ardından her birinin il-ginç ve ders verici güzel hikâyeleri olan türküleri-mizde geleneğimizin, göreneğimizin bir parçasıdır. Evlenecek kızlarımıza kınadan sonra ya da önce bu ortak türkülerimiz ailenin ve özellikle annelerimi-zin merhametini ve şefkatini ortaya koyuyor. Aile-sinden çok uzak bir yere gelin giden kızın aile has-retinden hastalanıp söylediği bu türkü acıklı bir şe-kilde sona ermiştir. Uzakta olduğu için ailesine gi-demeyen kız en sonunda hastalıktan vefat etmiştir. Senelerdir dilden dile geçen bu türkü kına geceleri-mizin vazgeçilmezidir.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlarAşrı aşrı memlekete kız vermesinlerAnnesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsunBen annemi özledimHem annemi hem babamıBen köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelseAnnemin yelkeni olsa açsa da gelseKardeşlerim yollarımı bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsunBen annemi özledimHem annemi hem babamıBen köyümü özledim

Fatma YENİDOĞAN

SeninleYaşanır

Kına GecelerininVazgeçilmezi

21 umman

Page 26: Umman Dergisi 3. sayısı

Osmanlı ilim ve düşünce tarihinin en par-lak simalarından biri olan Kâtip Çelebi’yi tanı-mak, onun hayatı ve eserleri üzerinde düşünmek, gerçekte Osmanlı ilim ve düşünce tarihinin ana özelliklerini kavramanın verimli bir aracı olabi-lir.

1609’da İstanbul'da doğdu. Adı Mustafa'dır. Ba-bası Abdullah'tır. Kapıku-lu askeri idi. Ayrıca, medre-se tahsili görmüştü. 14 ya-şında iken, babasının mesle-ğine girdi. Babası onu, kendi aylığından 14 dirhem maaş-la yanına aldı. Böylece Kâtip Çelebi, Anadolu Muhasebesi Kalemi'ne kabul edilmiş olu-yordu. Buradaki işi, kâtiplik olduğundan, kendisine "Kâtip Çelebi" denilmiştir. Doğuda Hacı Halife, Batıda ise Hacı Kalfa adıyla da tanınır.

14 yaşından 24 yaşı-na kadar geçen 10 yılı, savaş-

lar, seferler, kuşatmalar içinde geçmiş, çok sev-diği bilim ve tarih ile uğraşmaya pek vakit bula-mamıştır. Sadece, sefer dönüşlerinde İstanbul'da kaldığı sıralar, Kadızâde Mehmet Efendi gibi İstanbul'un tanınmış vaizlerinden dersler almış-tır. Önceleri hayran olduğu bu Kadızâde Mehmet Efendi'yi daha sonraları ilimde hafif bulacak ka-dar ilerleyecektir.

Bağdat seferine (1625 -1626) katı-lan Kâtip Çelebi, kıtlık yüzünden yenilen ordu ile birlikte büyük sıkıntılar çekmiş ve bu sıkıntı-lar içinde çok sevdiği babasını kaybetmiştir. Kısa bir süre sonra, amcasını da kaybeden Kâtip Çele-bi, Diyarbakır'a gelmiş ve babasının yakın arka-daşlarından birinin yardımı ile kendisini Süvari

Mukabelesi'ne tayin ettirmiştir. 1627 -1628 Erzu-rum kuşatmasında bulunmuş, sonuçsuz kuşat-madan sıkılan Kâtip Çelebi bir ara İstanbul'a ge-lerek, yine Kadızade'nin derslerine devam etmek fırsatını bulmuştur.

Ertesi yıl Hüsrev Paşa'nın komuta-sında bir ordu ile Gülanber, Hasanâbât, Heme-dan, Bistûn gibi şehirlere uğramış ve daha son-ra kaleme aldığı Cihannüma'sına izlenimlerini yazmıştır. İstanbul'a dönüp, Kadızade'nin ders-lerine bir süre daha devam ettikten sonra, bu se-fer Tabanıyassı Mehmet Paşa'nın komutasında-ki bir ordu ile Haleb'e geldiği sırada, komutan-dan izin alarak Hicaz'a gitmiş ve dönüşte ordu-ya Diyarbakır'da katılmıştır. 1635'de, IV. Murad'la birlikte Revan seferine katıldı. Bu sefere ait not-larını, "Fezleke"sinde kullandı. 10 yıl süren bu çe-şitli savaş ve sefer hengâmesinden sonra Kâtip Çelebi, kendisini ilme, bilgiye vermeye karar ver-di, İstanbul'a yerleşti. 1638'de evlendi. Birkaç kere, önemlice sayılacak ölçüde mirasa konduğu halde, eline geçen bütün parayı kitaba döktü ve sade bir hayat sürerek ilimle uğraştı..

5 yıl (1639-1644) İstanbul'da zamanın en ünlü hocalarından ders gördü. 5 yılın sonun-da artık kendisi de ders verir olmuştu. Öğrencile-ri vardı ve bunları yetiştirmek için özen gösteri-yordu. Girit seferi sıralarında haritaların nasıl çi-zildiği üzerinde araştırmalar yaptı. Fakat sağlığı bozulmuştu (1646).Tedavi çarelerini aramak için, tıp kitapları okumaya başladı. Ruhsal yollarla şi-faya ulaşmanın mümkün olduğuna inanıyordu. Bu yüzden, "Esma" ve "Havas" kitaplarını incele-di. "İnsanlardan uzaklaşarak Allah'a yaklaşıp, te-miz bir gönülle edilen duaların ve yazılan yazıla-rın şifalı etkisinden emin" olduğunu söylüyordu.

Kâtip Çelebi'nin bu düşüncesi, 1910'lar-da Alex Carel tarafından ele alınmış ve duaların şifaya açılan yollardan biri olduğu, bilimsel de-

İlme vakfedilmişbir ömürKatip Çelebi

Necati KARADAĞTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

2009 yılı, doğu-munun 400. yıl-dönümü dolayı-

sıyla UNESCO ta-rafından dünya-

da Kâtip Çele-bi yılı olarak ilan

edilmiştir.

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 22

Page 27: Umman Dergisi 3. sayısı

neylerle ortaya konmuştur.Şeyhülislam Abdürra-

him Efendi, Kâtip Çelebi'nin yakın dostlarından biri idi. Nitekim, Çelebi'nin "Mizanü'l-Hak"adlı eseri-nin faydalı bir eser olduğu-nu belirleyen bir fetva ver-mesi, o zamana kadar maddî sıkıntı geçiren Çelebi'yi fe-raha çıkarmış, daha sonraki yıllarını, bu kitabın geliriyle geçirmiştir. Birçok eserinin kaleme alınması bu yılla-ra rastlar. Şeyh Muhammed İhlâsi ile birlikte bazı eserle-ri Latince'den Türkçe'ye çe-virmesi çalışmalarını da bu yıllarda sürdürmüştür.

1658'de, hayatının en verimli dönemini yaşamak-ta iken, 49 yaşında öldü. Bü-yük tarihçi, büyük bilim ada-mı, büyük din âlimi idi. Ölümünden iki yıl sonra, eserlerinin bütün müsveddelerini vârislerinden satın alan Muhammed İzzeti: "Kâtip Çelebi gay-retli, becerikli, iradeli, iyi huylu, az konuşan, bil-diğini iyi bilen bir kişi idi. Vakur tabiatlı, hicivden hoşlanmadığı gibi, bâtıl itikatlara da açıkça ve dolaylı olarak daima hücum ederdi. En çok ilgi-lendiği konu tarihti. Kâtip Çelebi, tarihten başka konulara da itibar etmiş, merak etmiş, coğrafya kitaplarını okudukça, Batılıların ve eski Yunan'ın bu konuda çok ilerlediklerini, Doğu yazarlarının çok geride kaldıklarını görmüş ve her iki tarafça yazılan eserlerin yanlışları olduğunu fark etmiş-tir. Bu noksanı karşılamak için 'Cihannüma' adlı eserini yazdı." diyor.

Toplumun ayakta kalmasının, bilgi üret-meye bağlı olduğunu söylüyor ve bilim adam-larını, bir toplumun yüreği gibi görüyordu. Bilim açısından Doğu ve Batı ayrımı yapmadan, bütün bilgileri tarafsız olarak incelemiş, doğruyu, yan-lışı, göstermeye çalışmıştır.

"Keşfüzzünûn"adlı eseri, bir bibliyografik ansiklopedidir. Yazar bu eserinde, ilimlerin tasni-fini yapmakta, 1500 kadar kitabı, adı ve muhteva-sı ile tanıtmaktadır. "Tuhfetü'l-Kibar" denizcilik

tarihi açısından çok değer-lidir. "Cihannüma"da ileri-ye sürdüğü coğrafya görüş-leri ile bilimde bir çağ açtığı söylenebilir.

Yaptığı çalışma-lar her şeyi kapsamayabilir ve fikirleri çok yayılmamış olabilir. Ama onun çalışma-larının değeri, daha sonraki çalışmaları en kötü koşul-larda başlatmış ve hızlan-dırmış olmasıyla ölçülebilir ancak. Bu bakımdan Kâtip Çelebi’nin ülkemiz bilim ve düşünce tarihinde müstes-na bir yeri vardır.

Adnan Adıvar, Kâtip Çelebi için “ilk defa olarak Batı ilmiyle sıkı te-masa girmeye başlayan ve özellikle o ilmin değerini ve önemini takdir eden ve Batı

ilmiyle Doğu ilmi arasındaki seddi yıkmaya kal-kışan zat olması dolayısıyla, kendisini Türkiye’de ilim rönesansının müjdecisi gibi sayabiliriz” de-mektedir. Niyazi Berkes ise Kâtip Çelebi’yi, “Os-manlı tarihinin en büyük bilgini” olarak nitele-mektedir.

Rüşvet Yemini

Sultan 3. Mustafa devrinin en ünlü devlet adamı, aynı zaman da bir şair de olan Koca Ragıp Paşa’dır. Dürüstlüğü, çalışkanlığı, feraseti ve siyasi dehası ile tarihe mâl olmuş bu paşamız bir gün dev-letin bütün vezirlerini, paşalarını, rical ve maiyetini toplayıp rüşvet alıp almadıklarına dair sorular sor-muş ve nihayet hepsini yemine davet etmiş. Huzur-da bulunan herkes rüşvet almadıklarına dair yemin ettikleri halde Paşa’nın maiyeti arasında yer alan ünlü şair Haşmet, hiç oralı olmamış. Haşmet’in bu tavrı Ragıp Paşa’nın dikkatini çekmiş:

-Haşmet, yemine yanaşmıyorsun; sakın rüşvet almış olmayasın?

Haşmet taşı gediğine koymuş: -Paşam, bana beş dakika müsaade ediniz.

Eğer bunlar çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim.

Ümitsizlik öyle bir bataklıktır ki düşersen boğulursun, Ümide sarıl, çık, bak ne olursun!

M. Âkif Ersoy

23 umman

Page 28: Umman Dergisi 3. sayısı

Osman Gazi tarafından fethedilen, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan, bugün dahi şehir ve sokak dokusu bozulmayan ender yerlerimizden biridir Sakarya’nın Taraklı ilçesi.

1987 yılına kadar Geyve ilçesine bağlı bir kasaba iken bu tarihten itibaren Sakarya’ya bağlı bir ilçe merkezi haline gelmiştir. Kimilerinin geçimini sağladı-ğı kimilerinin ise el sanatını geliştirmek için şimşir ağacından yaptığı kaşık ve taraktan adını alan Taraklı, gerek Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde gerekse Cumhuriyet devri eserlerinde yerini al-mıştır. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Taraklı’dan şu sözlerle bahsetmiştir: “ Oradan Kuzey tarafa köprüyü geçerek Sakarya Nehri boyunca ağaç denizi de-nilen ormandan geçtik. Burası bir or-mandır ki içinde şehir adamı olmayan nice garip kimseler kaybolup vahşi ca-navarlara kısmet olmuştur. Defne, ar-dıç, çam, ıhlamur ağaçlarının kokusundan insa-nın damağı kokulanır. Güneş içine asla etki yap-maz. Bu ağaçlıklar içinde nice bir tahta biçecek biçki değirmenleri olup, gemi keresteleri keser-ler. Bu dağlar dört sancak sınırında olup, ger-çekten ağaç denizidir. Bir yanı Bursa, bir yanı İz-mit, bir yanı da Bolu ve Kocaeli sancaklarıdır. Et-

rafı ancak bir ayda dolaşılabilir. Ama seçme yerleri Geyve Taraklı arasında olan kısmı-dır… Taraklı’yı Bursa Tekfuru yapmıştır. Os-man Gazi’nin fethidir. Kadılıktır.150 akçelik

kazadır.Halen kalesi virandır.Ama kasaba-sı bağlı bahçeli, akarsulu bir dere içinde, 500

mamur evli, tahta ve kiremit örtülü şirin bir kasabadır.11 mihrap ve 7 mahalledir.Çarşı içindeki cami çok güzeldir.1 hama-mı, 5 hanı, 6 çocuk mektebi ve 200 dükka-

nı vardır.Hepsi kaşık ve tarak yapımıyla uğraştıklarından şehre “Taraklu” der-ler.Dağlar saf şimşir ağacı kaplı ol-duğundan halkı bunları işleyip Arap

ve Aceme gönderirler.Suyu ve havası çok güzeldir.Bü-

tün dağları ormanlarla

kaplı av yeridir.Deresi içinden aktıktan sonra di-ğer bir nehir vasıtasıyla Sakarya Nehri’ne kavu-şur…” Evliya Çelebi’nin de sözlerinden anlaşıla-cağı üzere Taraklı hem tabiat güzelliğiyle hem de

tarihi özellikleriyle kendini günümüze kadar mu-hafaza etmeyi başarmış ender yerlerimizdendir.

Taraklı, Osmanlı mimarisinden kalma Saf-ranbolu evlerine benzer evleriyle ünlüdür. Tari-hi evlerin bazıları 3 asrın üstündedir. Evlerin bu-lunduğu alan SİT alanı ilan edilerek burada yak-laşık 120 ev koruma altına alınmıştır. Koruma al-tına alınan bu evler turistler tarafından büyük ilgi görmektedir. Evleriyle, sokaklarıyla bir maket görünümünde olan bu küçük kent insanı mazi-ye götürerek, tarih kokan sokak dokusuyla insanı büyülemektedir. Osmanlı geleneğinin bir parça-sı olan dinlenme taşları betona yenik düşmeyen sokaklarında yer almakta, yorulmuş olanları bir nebze de olsa dinlendirmektedir.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Taraklı'da kışlayan Vezir-i Âzamı Yunus Paşa adı-na 1517 de Mimar Sinan’a yaptırdığı “Yunus Paşa Camii” ilçenin en önemli tarihi eserlerindedir. Mi-mar Sinan caminin yapımında taş bloklar oluş-tururken taşların ortalarını oyarak demir çubuk yerleştirdikten sonra taşın üstüne harçtan çok kurşun döktürmüştür. Bu yüzden halk arasında “Kurşunlu Camii” olarak da anılmaktadır. Yapısın-

Zamanın durduğu şirin ilçemiz

Feyza GÜRSOY

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 24

Page 29: Umman Dergisi 3. sayısı

da kurşun m a d d e s i -nin oldukça çok olması camiyi sağ-lamlığıyla ender eser-lerimizden biri yapmış-

tır. Yanında bulunan hamamın suyunun, caminin altından geçirilmesiyle caminin içi ısınmaktadır. Tarihi eserlerden bir diğeri de tarihi çok eskilere dayanan han ve Hisar Tepesi’nde bulunan su sar-nıçlarıdır. Taraklı, Bağdat yolu üzerinde olduğun-dan kervanların Taraklı’da konakladığı tarihi han ;bu yolun üzerinde bulunan ahşap hanların ayak-ta kalan en son örneğidir.Mısır Seferi’nde ilçenin savunulmasında çok önemli bir yere sahip olan Hisar Tepesi su sarnıçları ile bir kale görünümün-dedir. Bu iki su sarnıcının tarihi M.Ö ki 1000-2000 yılları arasına dayanmaktadır.

İlçenin geçim kaynağından söz edecek olur-sak; ilçenin %80 i dağlıktır, %10 oranında tarıma elverişli arazi vardır. Yüzölçümünün % 65 i de or-manlıktır. Bütün bunlar tarım imkânını kısıtla-maktadır. Büyüklerin “Acırsan Taraklı’nın öküzü-ne acı” sözü mizahıyla insanları gülümsetmek-te ama aynı zamanda da bölgenin tarıma elveriş-li olmadığını doğrulamaktadır. İlçenin bazı köyle-rinde meyvecilik, bazılarında ise ahşap oymacılık yapılmaktadır. Şu an için büyük bir süt inekçili-ği potansiyeli mevcuttur. Süt inekçiliğinin yanın-da tavuk çiftlikleri de yer almaktadır. İlçenin adı-nı aldığı, yüzyıllardan bu yana sürdürülen gele-neksel bir el sanatı olan ahşap oymacılığı da ge-çim kaynakları arasında yer almaktadır. İlçenin Kemaller, Alballar ve Uğurlu gibi köylerinde ya-şatılan bu gelenek bugün de onlarca “kaşık oda-sı” denilen yerlerde sürdürülmektedir.200’e ya-kın aktif ustasıyla kaşıkçılık halk arasında en yay-gın geleneksel el sanatıdır. Evlerin bitişiğine yapı-lan bir iki metre yüksekliğinde, üç metre kare ge-nişliğinde olan kaşık odaları özellikle kış ayların-da kaşık ustalarının vazgeçilmez yeri olmaktadır. Şimşir ağacından yapılan kaşıklar diğer ağaçla-rın kaşıklarına göre daha değerli olduğu için us-talar tarafından şimşir ağacı tercih edilmektedir. Geyve yöresinin halk oyununda kullanılan kaşık-lar da burada üretilmektedir.

Sıcaktan bunalanların rahat bir nefes ala-bileceği rutubetsiz bir havaya sahip olan Taraklı, 800 metre rakımın verdiği serinlikle ufak bir mola

merkezi ol-m u ş t u r. Turistik a m a ç -la ge-lenlerin vazgeçil-mez dura-ğı olan Ka-ragöl Yayla-sı 1150 met-re rakıma sa-hiptir. Serin suyunun verdi-ği tat herkesi olduk-ça memnun etmektedir. İl-çenin en önemli güzellik-lerinden biri de “Hıdırlık Te-pesi” dir. Çamlarla kaplı olan bu tepe adını Anadolu’nun fethinden önce Anadolu’ya gelen Hıdır Dede’den almıştır. Tepe, mesire alanı olarak düzenlenmiştir. Burada her yıl Haziran ayının birinci veya ikinci hafta sonu pi-lav etkinliği yapılmaktadır. Çevre ilçe ve köyler başta olmak üzere herkesin davet edildiği, halkın “Hayır Pilavı” olarak adlandırdığı bu davette etli pilav, yufka ve ayran ikram edilmektedir. Kış mev-siminden hayırlısıyla çıkmanın Allah’a şükran-lık ifadesi ve gelecek yaz mevsiminin de bereket-li geçmesinin temennisi olarak kutlanmaktadır. Toplumda birlik ve beraberliği sağlayan bu gele-nek artık çeşitli sosyal faaliyetlerle zenginleştiri-lerek halk arasında vazgeçilmez bir kutlama ola-rak yerini almıştır.

Osmanlı modeli evleriyle, Mimar Sinan’ın eserleriyle renk bulan, doğasıyla kendine has bir güzellik sunan Taraklı ilçesi halen buram buram tarih kokuyor ve gelecek misafirlerini bekliyor. Osmanlı’nın toprağına kattığı her yerleşim mer-kezine bir çınar ağacı dikme geleneği sayesinde dikilen, çevresi on bir metre genişliğinde olan ta-rihi çınar gölgesi altına ziyaretçilerini bekliyor. Eğer siz de günlük yaşamın yoğunluğundan sıkıl-mış dinlenecek bir yer arıyorsanız, tarihiyle sizi maziye götürecek, güler yüzlü insanlarıyla rahat ettirecek Taraklı sizleri bekliyor.

25 umman

Page 30: Umman Dergisi 3. sayısı

Seni nasıl bir üslupla yazarım, eşsiz gü-zelliklerini nasıl anlatırım diye çok düşündüm. Tarifi güç bu duyguyu sadece yaşayanlar bilir. Resulüm öylesine bir ateş yaktın ki dünyamız-da sadece seninle söndürülebilecek bir ateş olduğunu hissettik her nefes alışımızda. Bizi düşündüren, ürküten, tüylerimizi ürperten şu ki; sevginin tutsağı olmuşuz. Ölçüleri kaçırmı-şız farkında olmadan. Bizi yetiştirenler nasılsa içimize işlemişler seni. Senin sevginin boyutu maneviyatımızla birleşince nasıl da huzur bu-luyor bedenimiz. Bununla birlikte tefekkürü-müzü derinleştirdikçe nasıl da rahatlıyoruz. Sana adamışız kendimizi Resulüm…

Başka düşüncelere yer kalmayacak şe-kilde kaplamışsın duygularımızı. Kaç asır geçti bizleri boynu bükük bırakalı? Hiç bir şeyin tadı yok Resulüm. Dünyada helal çizgisinden ve se-nin izinden yürümek, biliyoruz ki âhirette Sırat Köprüsü kadar incedir. O inceliği düşündükçe daha da çok seviyoruz seni Resulüm. Hepimiz dipsiz bir ummanın içindeyiz. O umman bizim maneviyatımız. O umman Seni ve bizleri yara-tan Rabbimiz. O, sevgileri kalplerimize koyan.

Resulüm, bu maneviyatımızın içinde si-cim sicim gözyaşımızsın. Senin yüce ahlakının büyüklüğü nasıl anlatılır, hangi yazıya sığdı-rılır? Senin yürüdüğün yoldan yürümek nasıl elde edilir? İlimsiz hayatların, maneviyatsızlı-ğın körlüğüdür her an yollarımızı şaşırtan ve bizleri kötü sonlara iten. Biz bu dünyada imti-han için irademizle baş başa bırakılmışız ade-ta. Biliyoruz ki ateş oynayanlara heyecan ve-rir sadece; ama içine düşen bilir onun acıları-

nı Resulüm. Senin yokluğunun ateşi nasıl da kavuruyor bedenimizi. Yanlış biçimlendirdiği-miz duyguların, hayatın ve onların mağduru-yuz her zamanki gibi. Doğrularla yanlışlar ka-rıştı birbirine. Keşke sen olsan Resulüm; biz-leri yanlışların içinden çıkarıp doğruları gös-tersen. Nasıl ki yağmurlar çölleri serinletiyor-sa; gel Resulüm gel ne olur, gel de asırlardır içimizde var olan çölleri bir an olsun serinlet. Çok sevdiğin ümmetin öyle bir hale geldi ki Re-sulüm. Bazılarının umursamamaya çalıştıkla-rı değerler yıprandı, iffetimiz zedelendi, duy-gularımız aşındı, hayatta kutsal saydığımız her şey değersizleştirildi ve bunları yapan Se-nin kendini adadığın ümmetin. Dünyevi arzu-larımızın önüne geçemediğimizde onların im-tihanı ne zormuş meğer…

Rabbimiz! Şüphesiz bütün kâinatın sa-hibi. Terk edilmeyen ve Kendisinden kaçılma-yan bir tek O var. O, ‘ Kâinatı senin yüzün hür-metine yarattım. ‘ buyuruyor. Bundan başka her şey geçici ve boşmuş meğer. Biz bu sevgiye yüklediğimiz manalara ne kadar sadık kalarak yaşarsak, işte onlar o vakit anlam kazanırlar.

Seni anlatmak çok zor Resulüm… Bu yazdıklarım yüreğimde, beynimde kopan fır-tınalardan bir esinti sadece. Gel de bu fırtına-ları dindir Resulüm… Senin sevgin büyüdükçe kendi acziyetimizin farkına varıyoruz. Gönül penceremizdeki körlük, vicdanımızdaki sağır-lıktır bizleri sana karşı duyarsız kılan. Yoksa nasıl bu hale gelirdik Resulüm? Gel ne olsun gel artık…

Seni yazmaya karar verdimResulüm...

Âmine Hatun KOLAY

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 26

Page 31: Umman Dergisi 3. sayısı

Yüce Rabbimiz yarattıklarına sayısız ni-metler vermiştir. Kur-an’ı Kerim’de buna işaret ediliyor. Nahl süresi 18. ayette:

• Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymaya kalkışırsanız, onu kısım kısım bile saya-mazsınız, buyuruluyor.

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:• Yüce Allah’ın kıyamet gününde ilk olarak

hesabını soracağı 2 nimet vardır:1- Biz sana sıhhat vermedik mi?2- Kana kana soğuk su içirmedik mi?Vücudumuzdaki her bir kıl Allah’ın bize ih-

sanıdır. Nefes alıp vermemiz, yürümemiz, yeme-ği yiyebilmemiz, suyu bile içebilmemiz her biri ayrı nimetlerdir.

Bostan ve Gülistan adlı eserin yazarı Sadi Şirâzi diyor ki:

• Bir gün ayağıma giyecek ayakkabı bu-lamadım. Çünkü param yoktu. Dışarıya ayak-kabısız çıktım, biraz yürüdüm. Baktım ki birisi-nin ayağı sakattı. O zaman durumuma şükrettim, ayağım sağlamdı.

Nimet hususunda kendimizden aşağıda olanlara bakalım. Bir gün fakirin birisi Peygam-berimize geldi. Dedi ki:

• Ya Resülallah! Ben de nimetlerden hesa-ba çekilecek miyim? Görüyorsun ki ben fakirim. Efendimiz şöyle buyurdu:

• Sıcakta iken korunduğun gölgeden, içti-ğin soğuk sudan ve giyindiğin elbiseden hesaba çekileceksin.

Allah Resülünün ümmetini sevindiren şu hadisini sizlere aktarmak istiyorum. Sevgili Pey-gamberimiz şöyle buyurdu:

• Allah bir kuluna bir nimet verir, o da El-hamdülillah derse o nimetin şükrünü ödemiş olur. Bir daha Elhamdülillah derse Allah sevabı-nı tazeler, üçüncü defa söylerse günahlarını ba-ğışlar.

Bir gün iba-dete düşkünlü-ğüyle bilinen bi-risinin dişi ağrı-dı. Halk arasında derler ki, diş ağrı-sı kabir azabı gi-bidir. İşte bu dere-ce ağrı çeken kişi o gün ibadetleri-ni bile yapamadı. Yüce Allah’ımız o kulunu imtihan et-mek için bir melek görevlendirdi. Melek, insan kı-lığında bu kişinin yanına geldi. Selâm verdi. “Ne o, seni çok sıkıntılı görüyorum”, deyince. Adam, dişinin çok ağrıdığını söyledi. Melek; “hiç üzül-me bende bir ot var. Onu ağrıyan dişinin üzerine koy, hemen geçer,” dedi. Adam çok sevindi. “Hay-di versene ne bekliyorsun?” Deyince, Melek, “an-cak bir şartla veririm,” dedi. “Nedir o şartın,” diye sordu? Melek şöyle dedi. “Şu ana kadar yaptığın bütün ibadetleri bana verirsen o otu sana veri-rim.” Adam itiraz etti. “Olmaz, böyle bir şey ya-pamam,” deyince Melek, “sen bilirsin,” dedi. Yüce Allah o adamın diş ağrısının şiddetini biraz daha çoğalttı. Artık dayanacak gücü kalmadı. Ken-di kendine şöyle düşündü: “Bu ağrıyla ben zaten ibadet yapamam. Eğe o ilacı alınca dişimin ağrı-sı geçerse gecemi gündüzüme katar yeniden iba-detlerimi yaparım,” dedi ve ibadetlerini vermeye razı oldu. Otu aldı dişine koydu, diş ağrısı kesildi. Gözü-gönlü açıldı ve Elhamdülillah dedi. Bunun üzerine insan kılığındaki melek o adama dedi ki:

• Ben Meleğim, benim ibadete ihtiyacım yoktur. Yüce Allah seni imtihan için beni görev-lendirdi. Şunu iyi bil ki ömrünü tamamen ibadet-le geçirmen dünyada bir gün sağlıklı gezmenin şükrünü ödemeye yetmez, buyurdu.

NimeteŞükür Gerekir

Selami GÜRSOYMeslek Dersleri Öğretmeni

27 umman

Page 32: Umman Dergisi 3. sayısı

Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i bize bir örnek insan ola-rak göndermiştir. Allah Rasulü'nün yaşamış olduğu hayatın her karesin-den alacağımız pek çok ders var.

Bugün yaşadığımız problemleri O'nun örnek hayatından çıkarılabile-cek prensiplerle çözmemiz mümkün. Bu da Efendimizin hayatını bilmemize bağlı. Onun için Allah Rasulü'nün hayatını okumalı, başta çocuklarımız ol-mak üzere etrafımızdaki kişilere okutmalıyız. Ve tabi ki O'nun hayatını ha-yatımıza hayat kılmalıyız. Bu kronoloji sayesinde Efendimizin hayatı kare kare gözümüzde canlanacaktır.

571 Rebiülevvel ayının 12'inci gecesi (20 Nisan) Efendimiz (sas) dünyayı şereflendirdi. 575 Süt annesi Halime Hatun, Allah Rasulü'nü annesi Hz. Amine'ye teslim etti. 577 Efendimiz, Mekke ile Medine arasındaki Ebva Köyü'nde annesini kaybetti. Dedesi Abdülmuttalib Efendimizi himayesi altına aldı. 579 Abdülmuttalib ahirete göç etti. Efendimiz, amcası Ebu Talib'in yanında kalmaya başladı. 583 Amcası Ebu Talib'le ticaret maksadıyla Şam'a gitti. Burada Rahip Bahîra Allah Rasulü'nün beklenen son peygamber olduğunu keşfetti. 590 Hilfu'l-Füdul (Faziletliler antlaşması) cemiyetine iştirak etti. 591 Ticarete başladı. 596 İkinci kez ticaret maksadıyla Şam'a gitti. Üç ay sonra Hz. Hatice Validemiz'le evlendi. 605 Kâbe'nin yeniden imarı esnasında kabileler arasında çıkan anlaşmazlığı giderdi. 610 Hira'da ilk vahiy tebliğ edildi. 613 Safa tepesine çıkıp ilk açık tebliğini yaptı. Yakın akrabalarına tebliğ için yemekler verdi. Müslümanlara işkence yapılmaya başlandı.

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 28

Page 33: Umman Dergisi 3. sayısı

615 Habeşistan'a ilk hicret. Hz. Hamza ile Hz. Ömer müslüman oldu. 616 Habeşistan'a 2. hicret. 617 Müslümanlara karşı üç yıl sürecek sosyal ve ekonomik boykot başladı. 619 Boykot sona erdi. Efendimiz'in oğlu Kasım, ardından diğer oğlu Abdullah vefat etti. Kısa bir süre sonra amcası Ebu Talib öldü. Ardından da Hz. Hatice validemiz irtihal etti. 620 Allah Rasulü, Taif'e gitti. Orada kötü karşılandı. 621 İsra ve Miraç hadiseleri yaşandı. Medineli 12 Müslüman Allah Rasulü'ne biat etti. 1.Akabe Biatı. 622 İkinci Akabe Biatı yapıldı. Müslümanlar ve ardından da Efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret ettiler. Mescid-i Nebevi inşa edildi. İlk ezan okundu. 623 Kıble yönü Cenab-ı Hakk'ın emriyle Kudüs'ten Mescid-i Haram'a çevrildi. 624 Mekkeli müşriklerle Bedir Savaşı yapıldı. Aynı yıl Beni Kaynuka Yahudileri üzerine gidildi ve onlar, Medine'den çıkarıldı. Ramazan orucu farz kılındı. İlk bayram namazı kılındı. Zekat farz oldu. Allah Resulü'nün kızı Hz. Rukiyye vefat etti. Hz. Ali ile Hz. Fatıma evlendi. İlk kurban bayram namazı kılındı. 625 Uhud muharebesi yapıldı. 627 Hendek Savaşı yapıldı. Beni Kurayza kuşatıldı. 628 Kâbe ziyareti için yola çıkıldı. Rıdvan biatı yapıldı. Mekkeli müşriklerle Hudeybiye barışı imzalandı. 630 Mekke fethedildi. Kâbe putlardan temizlendi. Tebük seferi yapıldı. 632 Efendimiz veda haccını yaptı. Rahatsızlandı ve ardından 8 Haziran'da vefat etti.

29 umman

Page 34: Umman Dergisi 3. sayısı

Arzuhalimdir, fedake ebi ve ümmi ya Rasulallah.

Bugün seni yine yâd ediyoruz.

Geldiğin gün Anneni mesrur ederken, kâinatı da vecde getirdin. Âlemi nûra boğdun, putları yıktın, bin yıllık ateşleri söndürdün. Ey baba yetimi. Ey mahlûkâtın en şereflisi.

Bugün senin doğum günün. Nûrun katre katre yeniden yağdığı gün. Gü-neş ayrı bir güzel doğdu, ay farklı parlıyor. Kuşlar havada raks içinde senin adı-nı terennüm ediyorlar. Güller râyihâ kokundan kokular yayıyorlar. Bulutlar birer semâzen gibi dönüyorlar. Kâinat bugün ayrı tebessüm ediyor insanlığa. Senin şe-refinle şerefleniyor tüm mahlûkat.

Ya Rasullullah, sana olan sevdâm katre katre gönlüme akar. Ilık bir meltem sıcaklığında rûhuma dokunur, zerrelerim mesrûr olur.

Çocuksu bir ruhla arınmak isterim günahlarımdan. Dolaştığın sahralarda zerre olup, mübarek ayağının tozuyla şereflenmek isterdim. Ey Habibullah, sana lâyık bir ümmet olamadığım için mahcup, biçâreyim. Ancak biliyorum ki sen çok şefkatlisin. Acziyetimi şefaatçi yapıp, şefkatine sığınıyorum. Livail hamd sancağın altına bizi de al, bizi de gölgelendir.

Hoş geldin, şeref verdin, gözümün nuru. Doğum günün kutlu olsun, Ey Ha-bibi Ekremim. Efendim. Fedake ebi ve ümmi Ya Rasulallah.

Dilşad CANBULAT

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 30

Page 35: Umman Dergisi 3. sayısı

Kaybolup gitmek gibi var olmak sende,Elinin tersiyle itmek gibi her şeyi, seni hissetmek,Âşığım dediğin her şeyin sensiz anlamsız olması gibi...Gölgemin, sonuna kadar arkama düşmesi gibi...Sensiz İstanbul'a düşman olmak, seni özlemek...Kalbimin, "iki!" diye fısıldaması, seni sevmek...Seni arzulayarak ağlamak, gerçek acı!Trenlerin sonlarında seni görmek, hasret!Belki de, kurduğum her kelimede seni aramak!Secdeden başımı kaldırdığımda, ellerini açmış halde,Dünya'ya nur saçtığını görmeyi istemek, sevgin...Yıldızlara bakıp, dediğin gibi; "Kalbimi itaat üzere kıl!" demek, seni hatırlamak...Geceyi aydınlatan aya bakıp, İşaret parmağını aramak, seni sevmek...Ve bir hurma kütüğü gibi inlemek, ayrılığı şikayet!Ebubekr gibi sırtına yaslandığım halde,"Özlüyorum!" diyebilmek, aşk...Ali misali, "yatağıma yat!" dediğinde, Kapıdaki kafirlere rağmen uyuyabilmek, itaat!Ve Musab gibi, sancağı dişlerimle kaldırabilmem, cihat!Habbab gibi, el yazınla şereflenmiş mektuba meftun olmak,Seni düşlemek...Ve "ayağının tozuna" âşık olmak!O'nun kapısını çalmak...O'nun himmetine, Senin şefaatine nail olabilmek kulluğun hazzı...Ben,Ömer'i uyur halde gören elçinin şaşkınlığına,Vahşi'nin korkusuna,Bilal'in özlemine katıyorum cümlelerimi...Ve çağırıyorum Sen'i...

Gel...Gel Efendim!"Can'ı arıyorsan, "Can"sın, Ekmeği arıyorsan "Ekmek"sin..." dedi Mevlânâ..."Neyi arıyorsan, O' sun!" dedi...Yüreğime dokundu...Görmesem de,Duymasam da,Her şeyde "Sen" varsın...Yüreğimin güneşisin...Seni arıyorum!Ve kapına geldiğimde, "Kimsin?" dediğinde, "Sensin!" diyebilmek,Sen olmak...Zira; bir odaya iki "ben" sığamayacağı gibi,Benim de yüreğime bir "ben" sığmıyor!O, artık, "SEN" sin... (Mim'e âşık bir mim)

Meryem Dilârâ SELAMET

31 umman

Page 36: Umman Dergisi 3. sayısı

Daha ilk mısraları duyulduğunda şiddet-li alkışlarla kesilen ve o alkışların bugüne ka-dar hiç dinmediği bir şiir… Tüm edebiyatımızı ge-ride bıraktığımızda yola sadece onunla bile de-vam edebileceğimiz, aydınlatıcı bir kitap… Bir za-manlar içindeki güçten habersiz olan, yiğitliğini onunla fark etmiş bir nesil…

İmanı, imanı mısralara dökmek, istiklâl imanı ile bütünleşmek, benliği bizliğin içinde erit-mek… İşte tüm bunları biz ondan öğrendik. Onun elleri sayesinde bir bütün olduk biz. Millî şuuru-muzu uyandıran, dünden bugüne destanlaşan İstiklâl Marşımızı, o yokluklarla savaşırken, kar-şılığında hiçbir şey beklemeden, adeta vatanına bir borç bilerek yazmıştı. Üç beş gün sonra res-men başlayan savaşa oğullarımızı “Korkma!” di-yerek gönderebilmiştik sayesinde.

Milli mücadelenin başlıca kurucuların-da olan bu insan Mehmet Âkif’ten başkası değil. Onu anlamak, bir milletin sessiz çığlıklarına ter-cüman olmak, hasta Osmanlı’nın içindeki filiz-lenmiş gencecik Türk’ü görebilmekti. Onu anla-mak; sadece inanmaktı, sonuna kadar inanmaktı. Onu anlamak; hakkın olanı son damlasına kadar savunmak, geçmişe hürmet etmek, cömertliği görev bilmek, sözünde durmaktır. Hani diyor ya :”Kim bilir belki yarından da yakın”.İşte bu umut-tur Mehmet Âkif. İnanma ve güvenme ne gücü ye-tene…

O farklıydı. O sadece şiirleriyle değil, hare-ketleriyle, ailesiyle, yaşamıyla bile bir âbide gö-revi görüyor, o yanlış ile doğrunun belli olmadı-ğı, herkesin herkesi sırtından vurduğu ve tam bir sefâlet içinde olunan o dönemde tüm aldatma-calara bir gülücük atıp benliğindeki saf dürüst-lüğü sonuna kadar koruyordu. Zaten şimdi tüm okulların duvarlarını Ata’mızın hitabesi ve şan-lı hilalle süsleyen İstiklal Marşı’ da böyle biri-nin mısralarına dökülebilirdi. Bizi tam mânâsıyla ifade eden, Türk gücünü ortaya koyan, herkesi galeyâna getiren bu şiir ancak böyle birine yakı-şırdı.

Şimdi sıcak yatağımızda rahat uyuyabili-yorsak, bu onun ve onun gibilerin, yerin altında yatan binlerce şehidin ve inancını asla yitirmeyen aziz Türk halkının sayesindedir. Âkif ne unutula-cak bir insan ne de biz onu unutacak gençleriz. İstesek de unutamayız. Çünkü; o kendini dudak-larımızda bir çok nameyle ölümsüzleştirip gitti.Bir nesil…Hani diyordu ya; “Âsımın nesli!’”İşte o benim.İşte o biziz! O ve onun gibiler sayesinde bu ülkede bir hilal uğruna, o ulu hilal uğruna çok güneş doğacak!..

Mehmet Âkif ERSOY ve Millî Mücadele konulu Liselerarası kompozisyon yarışması il birincisi

Çok güneşdoğacak Kevser TÜRKYILMAZ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 32

Page 37: Umman Dergisi 3. sayısı

Sen değil misin?Kararmış kalplerden kinleri söken İman ışığını kalplerde yakanBütün yeryüzüne rahmeti saçanAlemlere rahmet sen değil misin?

İşkence çekip sabır gösteren Çıkardı müşrikler seni Mekke’denBütün insanlara şefaat eden Fahri kainat sen değil misin?

Sende dirilmişti ölü bedenlerSende ıslah buldu kararmış kalplerArtık gülüyordu kederli yüzlerBize şefaatçi sen değil misin?

Bütün hayatın kederle dolmuşGerçeği görenler İslâma dönmüşBin yıllık Mecûsi ateşi sönmüş Allah’ın Habibi sen değil misin?

Selami GÜRSOYMeslek Dersleri Öğretmeni

Karanlık

Elvedâ

Karanlıktayım..Hem de ne karanlık.Ne kadar koşarsam koşayımHiç yetişemedim aydınlığaHızı ne kadar arttırdıysamO kadar daha uzaklaştımAynı kanadı kırık bir kuşunUçmaya çalışması gibiArtık yoruldumNefes nefese kaldım, Dermanım kalmadıŞimdi bir seçim yapmalıyımYa dinlenipAydınlığa doğru koşacağımYa da pes edipKaranlıklarda kaybolacağım..

Müzeyyen Akyıldız

Artık uzaklarda sevdiklerim..Veda etmek zorunda kaldığım hayallerimBütün hislerimi bir kenara bırakıpGitmek zorunda kaldığım yüreğimSon defa dönüp bakmak istesem deBakamadığım geçmişim Ne kadar özlesem de Dön denmesini beklesem deİçimde yasaklarımUmursamamak elimde olsa keşkeAma elden ne gelir..Hüzünlerim , geçmişim yine peşimdeKimsesizliğimin çaresizliğinden Kendimden gidişim Kalbime elveda deyişimSon defa veda...

Ayşe Güneş

Âfâk-ı Âkif Korkmadı yüce Akif bunu yazarkenGarbın afakına kafa tutarkenSel gibi kükreyip bendini aşarkenKorkmadı Akif istiklalimizi yazarkenAkifimiz yazdı büyük istiklaliKorkutmadı onu bu fakir haliPara verdiler ona ödül diyeAlmam dedi evim olmasa dahiMehmet namluya sürdü milliyet ateşiniAyakta alkışladı tüm millet kardeşiniBir hilal uğruna, ufka insanlığı yazdıBu insanlığa sadece Türk milleti vardı.Nesli tükenmez bu ulusun Ufka doğru baktıkçaBu millletin yanındaMehmet Akif oldukça Rüyasında görmüş büyük marşıDökmüş rüyasını kağıda karşıAllah yardım etmiş Akif’eOlmuş Türk milletine İstiklal Marşı..

Abdulhamit İnce

33 umman

Page 38: Umman Dergisi 3. sayısı

Bir önceki filmi Beyaz Melek’te doğunun kültürel cazibesini, ahlak anlayışını, insanlığı-nı ön plana çıkaran, biz misafirlerimizin ve yaş-lılarımızın kıymetini iyi biliriz, yolunuz düşerse mutlaka uğrayın mesajıyla filmini bitiren Mah-sun Kırmızıgül; ikinci yönetmenlik denemesinde bu kez doğunun problemlerine eğilmiş. Değerle-rimizin gün be gün yok oluşundan, güzel olan ne varsa modern yaşamın hay huyu arasında kaybo-lup gidişinden yakındığımız bir vakitte Beyaz Me-lek ile bize masal diyarı gibi gelen, oryantalizm soslu bir doğu portresi çizen Kırmızıgül, Güneşi Gördüm ile o büyüleyici vitrinin arkasını anlat-mış.

Film, terör nedeniyle köylerini terk et-mek zorunda kalıp İstanbul, hatta Norveç yolla-rına düşmek zorunda kalan bir aile-nin gittikleri yerlerde yeni açmazlar-la karşılaşmasını ve bu açmazlar kar-şısındaki tavrını anlatıyor. Fakat bu noktaya varmadan, daha ilk sekans-larda filmin bir derdini anlatamama derdi olduğunu fark ediyoruz; filmin terörü, terörün kararttığı hayatları mı anlatmaya çalıştığını, böyle bir konu işlendiğinde olmazsa olmaz kardeş-lik vurgusu mu yapmaya çalıştığını, yoksa bilinen bir köyden şehre inme, kültür şoku, yabancılaşma hikâyesi mi anlatmaya çalıştığını anlayamıyo-ruz. Filmin ister sosyal bir meseleye, ister iç si-yasetle ilgili bir meseleye parmak bastığını düşü-nelim, hatta yabancılaşma gibi kilit ifadelerle her iki meseleyi de aynı düzlemde ele aldığını varsa-yalım, bu derdini anlatamama derdinden muzda-rip olma sorunu değişmiyor.

Mahsun Kırmızıgül köylülerin, hatta ge-nel halkının Türk-Kürt kavgasına bakışını akta-rırken geniş tabanlı bir özet yapmaya çalışmış. Çatışmaları sadece gündelik yaşamı aksatma-sı bakımından dert olarak gören halk, asker kar-deşle terörist abi, komutan, şehit babası, top-rağı bırakmak istemeyen ailenin yaşlısı, Beyaz Melek’te olduğu gibi birer tip olmaktan öteye ge-çememiş. Onlara biçilen rol, sınırları bastıra bas-tıra belirtilen bu alanda temsil ettikleri grubun sözcülüğünü yapmak gibi olmuş, inandırıcılıktan uzaklaşmış. Kırmızıgül’ün gencecik delikanlılar boşu boşuna ölüyor, buna bir son vermek lazım, unutalım bunları, Türkmüş Kürtmüş kimsenin umurunda değil, insanlar yaşamlarını sürdür-me telaşında, ekmek derdinde tavrı Türkiye’ye

son yirmi beş yıl boyunca karın ağ-rısı çektiren bu konuyu irdelemede kolaya kaçan, çözüme götürmek-ten uzak bir tavır olmuş. Bu nokta-da hükümete, yöneticilere yönelti-len eleştiriler de meselenin özüne inmekten, problemlerin kaynağını çözmekten uzak, aynı bakış açısı-na sahip. Yukarıdakilere okul yap-madıkları, ekonomik destek sağla-madıkları, ellerinden tutmadıkla-rı için, para için kızılıyor. Bölgeye bakışları, uyguladıkları askeri ve idari politikalar hakkında sessizlik

tercih ediliyor. Terörün acı meyvelerini tatmak zorun-

da kalıp köyden şehre, şehirlerin şehri İstanbul’a göç ise terörden bağımsız bir şekilde de okuyabi-leceğimiz bir hikâye. Daha önce defalarca anla-tılmış, ekonomik nedenlerle toprağını bırakmak

SiNEMASAL BiR ARABESK DENEMESi

Hüsna BAKA

Yönetmen : Mahsun KırmızıgülOyuncular:Muhsun Kırmızıgül,

Altan Erkekli,Demet Evgar, Ali Sürmeli

Yapım: 2009 Türkiye / Norveç

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 34

Page 39: Umman Dergisi 3. sayısı

zorunda kalmış Anadolu köylüsünün İstanbul’la tanışma öyküsü. Belki farklı olan; daha önce fır-satları, keşfedilmeyi bekleyen sırlarıyla Anado-lu köylüsünü çağıran sokak, bu filmde karak-

terleri her çağırışının akabinde derin acı ve yı-kım getiriyor. İstanbul sokaklarının karakterle-re ilham ettiği başarı öyküleri, kendi ayaklarının üstünde durma, gücünü kanıtlama, şehri yenme hikâyeleri değil, savunmasızlık, işgal, çaresizlik, kirletilmişlik ve bambaşka bir direnişin hikâyesi. Bu hikâyede modern dünyadaki her masum keşif, modern dünyaya her masum adım acımasız bir tokat olarak geri dönüyor.

Farklı eğilimlere sahip kardeş Kadri’nin öyküsü bu noktada iki hikâyeyi birleştirmemiz için bize köprü uzatıyor. Sindirilmeye çalışılan, şiddete maruz kalan Kadri’nin direnişinin daha büyük bir şiddete sebep olması uzatılan köprü-nün çürük olduğunu düşündürüyor. Farklı olana, bizden olamayana, bize benzemeyene tahammü-lümüz yok, onu yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz özeleştirisi de çözüm için bir kapı ara-lamıyor. Burada kardeşler arasındaki mücadele ile mesele Türk Kürt meselesi değil, hepsi insan tabiatından denilmeye çalışılması da faydalı ol-muyor. Kadri’nin hikâyesinin tek anlatabildiği te-rör nedeniyle toprağına yabancılaşan köylülerin

şehre geldiklerinde yine müthiş bir yabancılaş-ma yaşayacağı, bu sorunu aşanların ise yanında getirdiği Anadolu kimliğine yabancılaşmaktan kurtulamayacağı oluyor.

Yeni hayat kur-mada tek başarılı aile-nin Norveç’te deneyen akrabalar olması bu ya-bancılaşma sorunu hak-kında yönetmenin fikri-ni görmemizi sağlıyor. Köyden kente göç sorun değildir, devlet vatanda-şın elinden tutunca yeni bir hayat kurulur, uyum sağlanır, dengeler otu-rur yorumu bizden me-sele keşke sadece eko-nomik olsaydı tepkisi alı-yor. Norveç’teki, diğerle-rinin aksine siyasal ne-denlerden ülkesinde ba-rınamamış solcu akraba tipinin emperyalist dev-letlere sayıp döküp sır-tını kapitalist sistemlere

dayayan sosyal devlet anlayışını övmesi bir çeliş-ki olarak kaşlarımızın kalkmasına sebep oluyor ve bizde bu çelişkili yeni başlangıçların uzun va-dede çözüm olamayacağı düşüncesi uyandırıyor.

Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki her me-seleyi ekmek meselesine çevirmesi, devletin va-tandaşın elinden tutması gerektiğini, maddi des-tek yapması gerektiğini tekrar tekrar vurgula-ması, değindiği birbirinden farklı boyutları bir araya getirmeye maalesef yetmemiş. Bu nedenle film bitince ilk aklınıza gelen derli toplu bir film izleyemediğiniz düşüncesi. Değinmeye çalıştı-ğı konuların hala kanayan yaralar olması, bel-ki Türkiye’nin başka coğrafyalarında aynen ya-şanıyor olması filmin etkileyiciliği adına bir artı. Güneşi Gördüm filminin belki bu değindiği bir-den fazla boyut nedeniyle Beyaz Melek’e göre daha az didaktik olması da sevindirici. Son olarak Kırmızıgül’ün güneşi görme bahtiyarlığına ermiş tiplerine birer selam yolluyoruz ve keşke bu bo-yutları iyi işlenmiş karakterler, ders verme kay-gısından uzak, gerçekçi diyaloglarla teker teker ele alsaydı diyoruz.

FiLM ELEŞTiRMENi

35 umman

Page 40: Umman Dergisi 3. sayısı

İkinci Abdülhamid İstanbul’da doğmuştur. Uzun boylu, buğday benizli, siyah ve sık sakallıy-dı. Kaşlarının üzeri hafifçe çıkıntılı ve gözleri de siyahtı. Devrinin en kıymetli âlimlerinden, çok iyi bir tahsil yaptı. Kuvvetli bir hafıza ve basirete sa-hipti. Gayet güzel ve düzgün konuşurdu. Deha de-recesinde bir siyasete sahipti. Aynı zamanda çok cesur bir padişahtı. Spor yapmaktan hoşlanırdı. Gayet güzel silah ve kılıç kullanırdı.

Son derece takva idi. Tasavvufa ait ge-niş bilgisi vardı. Padişahlığı zamanında yıkılmak üzere olan devleti ayakta tutacak en iyi tedbir ne ise onları hiç tereddüt etmeden yerine getirdi ve devletin yıkılmasını tam 33 sene geciktirdi. Dev-rinde yapmış olduğu işleri, bazı aydın geçinen ta-baka hariç, herkes takdirle karşılıyordu. Aleyhi-ne her türlü iftiralar en kötü isnatlar uydurulu-yor ve Avrupa devletlerinin himayesinde yaşa-yan çeyrek aydın bile olamayanlar gazetelerin-de, durmadan iftira ve isnatlar yazıyorlardı. Hiç yılmadan ve bıkmadan Devlet-i Aliyyeyi 33 sene idare etti.

Dünya savaşın çıkacağına inanıyor, çıktı-ğında ise Osmanlı Devletini kurtaracak şeyin, an-cak denizlerde kuvvetli bir devletin yanında sa-vaşa katılmak olduğunu düşünüyordu. Tahttan indirildiğinden hemen sonra bu görüşünün tam zıddı yapılmış koca devlet de tamamen yıkılmış-tı. Prens Bismark’a göre 100 gram aklın 90 gramı Abdülhamid Han’da, 5 gramı kendisinde, 5 gramı da diğer siyasilerdedir. En büyük talihsizliği dev-leti en kötü şartlar altında eline almış olmasıdır. Tahttan indirildikten sonra zaman ilerledikçe, aleyhinde olup da pişman olmayan hemen he-men kalmamış gibiydi. Son derece dindar ve na-muslu idi. Zevk ve sefaya düşkün değildi. Abdest-siz olarak hiç bir devlet işine imza atmadığı meş-hurdur. 1908 senesinde düzmece bir irtica olayı bahane ederek tahttan indirdiklerinde yüksek bir veli derecesinde olan Büyük Hakan: “Bu Cenabı

Hakkın takdiridir.” Diyerek elinde muazzam kuv-vetler olduğu halde müdahale bile etmeden tah-tını terketmiştir.

Tahttan indirilmesinde birinci derece-de Yahudilerin rolü vardı. Çün-kü daha o za-manlar Yahudi-ler Filistin’den toprak istemiş-ler, Sultan Ab-dülhamid de red-detmişti. Siya-si ve diploma-tik hadiselerin en çok olduğu devir şüphesiz Abdül-hamid Han devri-dir. Bu büyük pa-dişaha, bütün ta-rihi hakikatler ortaya çıkmış ol-masına rağmen, hala iftira eden-lere rastlamak m ü m k ü n d ü r . Tahta çıktığında, amcası Sultan Abdülaziz’in inti-har edip etmediğini tesbit etmek için bir mahke-me kurdurmuş ve kurulan bu mahkemede; Hü-seyin Avni, Mithat Paşa ve daha bazılarının öl-dürttüklerini tesbit ettirmiş. Bunun üzerine Mit-hat Paşa’nın idam edilmesini, Gazi Osman Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa gibi büyük dâhiler bile is-temiş olmalarına rağmen idam cezasını müebbet hapse çevirmiştir.

Yeryüzünün son bağımsız Müslüman Türk Devletinin Hükümdarı İkinci Abdülhamid’e Cuma selamlığında camiden çıkarken atılan

Sultan ikinciAbdülhamit Yusuf GÜLDÜ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 36

Page 41: Umman Dergisi 3. sayısı

bombanın fitilini bir şahıs değil, koca bir ehlisa-lip cephesi ateşlemişti. O gün gaflet içinde bulu-nan bazı aydınlarımız, bu arada şâir Tevfik Fikret suikastçının şahsında ehlisalip cephesine kaside yazıyorlardı. Çocuğu Halük’a verdiği terbiye ile onu ancak papaz yapabilen bir şâirin bu açık iha-net vesikası çok acıdır.

Abdülhamid neler yapmıştır:Polis teşkilâtını geliştirdi. Komiserlik ve

başkomiserlik makamlarını ihdas etti. Savcılık müessesesini kurdu. Ceza ve Tica-

ret usulü kanunlarını çıkarttı. Askeri dikimevleri, tersaneler, feshaneler

kurdurdu.İstanbul, İzmir limanlarını tesis etti. Taht’a çıktığı zaman 252 milyon altın bor-

cumuzu taht’ı bıraktığında 30 milyon altına indir-di.

Hereke Halı ve Dokuma, Beykoz Deri, Yıldız Çini, Cibali Tütün, Yedikule İplik ve Havagazı, Ki-reçburnu Tuğla, Çubuklu Carrı, Istınye Buz Fabrı-kalarını işletmeye açtı.

Zirai alanda haralar, örnek çiftlikleri tesis etti. Ziraat, Baytar, İpek böcekçilik, Halkalı Zira-at, Orman ve Maden, Ticareti Bahriye, Mülkiye, Hukuk, Sanayii Nefise, Tıbbiye, Ticaret ve Hende-sei Mülkiye, Dârü’ I-muallim, Dârülfünûn gibi her dereceden okulları açtırdı ki bugün hepsi kulla-nılmaktadır.

Köylerdeki ilkokulların dışında 300 tane ortaokul açtırdı ki bu okullarda yabancı dillere kadar birçok yeni dersler okutuluyordu.

Arkeoloji, Askeri Müze, Yıldız Müzesi, Yıl-

dız ve Beyazıt Kütüphaneleri yine o devirde açıldı.Gureba Hastanesi, Hamidiye Etfal Hasta-

nesi, Yıldız Askeri Hastanesi o devirde hizmete girdi.

Kuduz Müessesesi o devirde açıldı, bugün-kü Darülâceze yine o devirde hizmete girdi.

Hamidiye çeşmeleri ve Terkos Su Şirketi-ni yine Abdülhamit kurdurdu ve Kırkçeşme ile Halkalı Suları’nın ıslahı yine Abdülhamid’e na-sip oldu.

Tahttan indirildikten sonra Selanik’e sü-rülmüş, birçok işkenceler yapılmış ve Selanik’in düşman işgali altında kalma ihtimali çıkınca İstanbul’a Beylerbeyi Sarayı’nda oturmaya mec-bur edilmiştir.

Abdülhamit döneminde yapılan Hicaz garı/Abdülhamit döneminde yapılan Haydarpaşa ga-rıdır.

Büyük Hakan 1918 senesinin 10 Şubat’ında bu sarayda hayata gözlerini yum-muş, Divanyolu’ndaki Sultan Mahmud Türbe-sine, amcası Sultan Abdülaziz ile dedesi İkinci Mahmud’un yanına defnedilmiştir. Vefatında 75 yaşını 4 ay geçiyordu. Cenazesinde en hareketli aleyhtarları bile ağlamışlardır.

Erkek Çocukları: Mehmed, Selim, Abdülka-dir, Ahmed Nuri, Mehmed Burhaneddin, Abdür-rahim, Ahmed Nureddin, Mehmed Âbid, Ahmed.

Kız Çocukları: Ulviye Sultan, Zekiye Sul-tan, Naime Sultan, Naile Sultan, Ayşe Sultan, Re-fia Sultan, Sadiye Sultan.

37 umman

Page 42: Umman Dergisi 3. sayısı

Ruhu kaybolmuş, bedeni ise bu yola hap-solmuş bir insan… Evlâdı göz göre göre yok olan, bunun için kahrolan bir aile… Bunların sonunda gerilemeye mahkûm olan bir toplum… İşte yanlış bir başlangıcın kaçınılmaz sonu; ufak bir kibri-

tin orma-nı yok et-mesi gibi bir şey asl ında. İ n s a n ı n bedenini, en önem-lisi değe-rini tör-püleyen, s o n u n -da sade-

ce keşkeler bırakan bu kötü düşman; bağımlılık.Maddi manevi insanı zor duruma düşüren,

fiziki ve psikolojik sorunlar ortaya çıkaran esrar, kokain, alkol gibi maddeler bağımlılık yaratır ve insan dengesini bozar. Bu maddeleri elde et-mek için paraya ihtiyaç duyan kişi hem kendisi-ni hem de ailesini zor duruma düşürerek aile or-tamında huzurun ve birliğin bozulmasına neden olur. Maddi problemlerin yanında manevi prob-lemlere de neden olan bu maddeler insanlar ara-sı ilişkileri bozmakta, toplumda ahlaki çöküntü-lere neden olmaktadır. Çünkü bu maddeleri kul-lanan kişinin akli dengesi yerinde olmaz; bu da insan ilişkilerinin bozulmasına neden olur. Ör-neğin esrar alındıktan yaklaşık yarım saat son-ra etkisini göstermeye başlar ve insan fiziksel ve zihinsel yeteneklerini kullanamaz. Böyle bir ki-şiden de sağlıklı düşünmesi, topluma faydalı bir kişi olması beklenemez. Bunun sonucu olarak da insanlar arası sevgi ve muhabbet azalarak yerini şiddete bırakır.

Madde bağımlılığının önüne geçmenin en iyi ve en etkili yolu eğitimdir. Bağımlılığın kötülü-ğünü, göz göre göre kendisini kötü yola sürükle-diğini bilerek yetişen bir birey böyle bir yola düş-mez. Bu kötü maddelerin pençesine düşmeyerek de topluma faydalı bir birey olarak yetişir. Şu an madde bağımlısı olan kişilerin çoğunda eğitim

eksikliği, bu konudaki bilgisizliği göze çarpmak-tadır. Bu yüzden bu maddelerin kötülüğünü daha küçük yaşlardayken çocuklara anlatmalı, onla-rın zihinlerine bu alışkanlığın kötülüğünü yer-leştirmeliyiz. Çünkü bağımlılık yaratan bu mad-delere başlama yaşı oldukça düşmektedir. Şu an sigaraya başlama yaşı dokuz-on, alkole başlama yaş oranı ise on iki- on dört yaşına kadar inmiştir. On beş yaşına kadar inen uyuşturucu bağımlılı-ğı ise bu vahşeti gözler önüne sermektedir. Bizler bu yaş oranlarının daha da altlara inmesini iste-miyorsak eğitime önem vermeli, toplumsal iliş-kilerimize özen göstermeliyiz. Birbirine saygı ve muhabbet duyan sorumluluk sahibi bireyler ola-rak bu tuzağa düşmüş ya da düşmek üzere olan insanları tekrar topluma kazandırmalı, onlara değerli olduklarını kanıtlamalıyız. Onları tedavi olmaya teşvik etmeliyiz. Devletin sağlık kuruluş-larıyla, eğitim merkezleriyle bize sunmuş olduk-ları hizmetlerden yararlanmalı, insanları tedavi-ye yönlendirerek onları bu tuzaktan kurtarmalı-yız. Onların elinden tutmalı, onlara destek olma-lıyız. Çünkü dünyada her yıl otuz beş milyon in-san bu yoldan kurtulmak için tedaviye başvur-muş ama bir iki gün içinde tedaviyi bırakmıştır. Bu tuzaktan kurtulmak için bir adım atmış olan bu insanlara yardımcı olmalı, tedaviden dönme-lerini engellemeliyiz. Onlara değerli olduklarını bir kez daha hatırlatmalıyız.

İnsan değerlidir, kendisine ve topluma ya-rarı olan insan ise çok daha değerlidir. Bizler ön-celikle kendisine saygısı olan insanlar olarak eğitimimize önem vermeli, bu kötü alışkanlık tu-zağına düşmemeliyiz. Ölüme davetiye çıkarma-malı, göz göre göre kendimize zarar vermemeli-yiz. Bu yola düşenleri kurtarmaya, onları toplu-ma kazandırmaya çalışmalıyız. Gelişen sağlıklı bir toplum olabilmek için onlara bunu kabullen-dirmeliyiz: “unutma ki sen değerlisin! ”.

Sakarya Emniyet Müdürlüğü ve İl Millî Eğitim Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenlediği “Madde Bağımlılığı” konulu Kompozisyon ya-rışmasında il üçüncüsü

Unutma kiSen değerlisin! Feyza GÜRSOY

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 38

Page 43: Umman Dergisi 3. sayısı

Hiçbir asırda eskimeyen daima yeni olan İslâm dininin temel müesseselerinden biri de ai-ledir. Kurulan aile eş çocuk ve akrabalardan olu-şan şerefli bir ocaktır. Aile bir milleti ayakta tu-tan sütundur. Aile sütunu çökmüş milletin ayakta durması mümkün değildir. Müslüman Türk mille-tini mağlup edip yıkmak isteyen dış güçler buna muvaffak olamadıkları için bizi içten yıkma faali-yetlerine girişmişlerdir. Bu yıkıma da aile mües-sesesinden başlamışlardır. Üzülerek ifade edelim ki bugün yine aile yapımızda çok çeşitli tehditler altındadır. Bütün cemiyetler de tehdit altındadır. Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çarpıklıkları bizim ailemiz de yaşamıştır. Denilebilir ki aile ya-pımız çöküntüye gitmektedir. Toplumumuzu hız-la saran alkolizm, uyuşturucu, rüşvet, nikâhsız yaşama, kumar, hırsızlık, boşanma ve inançsızlık aile binamızı tahribe yöneltmiştir. Boşanma oran-larının sürekli yükselişi, evden kaçan ve suça iti-len çocuk sayısının devamlı artışı, gençlerin uyuş-turucuya yönelişi gibi durumlar aile yapımızın bir çöküşe gittiğinin göstergesidir. ''Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimesinde “Zinaya yaklaşmayın, zira o bir hayâsızlıktır. İğrenç bir iştir ve kötü bir yoldur.'' buyurmaktadır.

Aile yapımızdaki çöküntünün sebeplerini şöyle açıklamak mümkündür :

1) Aile binası İslâm temelleri üzerine kurul-mamaktadır.

Çocuklarımıza dinin öğretilmesi bir ihtiyaç kabul edilmediği gibi onlara örnek bir aile yaşa-yışı sunulamamıştır. Büyürken, eş seçerken, ev-lenirken maddi değerlerin dışında bir ölçü tanı-madan kurulan aile, kısa zamanda sarsılmakta ve çöküşe geçmektedir. Çünkü aileyi ayakta tu-tan maddiyat değil, inançtır, sevgidir, hoşgörü ve fedâkârlıktır.

2) Bazı çevreler aile hayatını sarsan her tür-lü çarpık ilişkinin reklamını yapmış ve özellik-

le genç nesillerin beyinlerini târ u mâr etmiştir. Nebiler nebisi Hz. Peygamberimiz (S.A.V.); “Alkol kötülüklerin anası ve günahların en büyüğüdür.” buyurmuşken alkolün her çeşidi özendirilmiş ve alkol kullanma çağdaşlık olarak ortaya çıkmıştır. Cinayetlerin % 85 ini boşanmaların, %80 ini eşle-rini dövmenin %50 sini alkol yüzünden meydana geldiği resmi makamlarca açıklanmıştır. Görülü-yor ki kurban yine ailedir.

3) ''Devir değişti '', ''zamana uymak lazım'' gibi sözlerle anne ve baba tutucu olarak mahkûm edilmiştir. Çocukların her düşüncesi haklı, anne ve babanın haksız olarak görülmüştür. Bir erkek veya bir kız çocuğu ailesine kafa tutmuşsa o alkış-lanmıştır. Böylece aile çatışmaları desteklenmiş ve aile bütünlüğü sarsılmıştır.

4) '' Hayat müşterek '' düşüncesi ile kadı-nın iş hayatına atılmasından dolayı gene aile da-

ğılmıştır. Böylece kadın evi ile işi arasında bütün-müş, çocuklar yuvaya veya bakıcıya bırakılmış, büyükler huzurevine gönderilmiş, boşanmalar artmıştır.

Görülüyor ki aile yapımız çöküş halinde-dir. Bu bina çökerse millet olarak ayakta kalma-mız mümkün değildir. Bu bakımdan İslâm dinin-de cemiyetin çekirdeği ve kalesi olan aileye gere-ken önemi vermeliyiz. Aile fertlerine yüce dinimi-zin inancını mutlaka öğretmeliyiz. Onların imânî, ahlâkî ve amelî duygularını güçlendirmeliyiz. Şahsiyetlerimizi kendi kültür değerlerimize ilmek ilmek dokumalıyız. Unutmamalıyız ki bizi ayak-ta tutacak, ailemizi koruyacak tek değer İslâmdır.

Aile YapımızdakiÇöküntü Ayşe BEYAZIT

Kur'ân-ı Kerim de şöyle buyruluyor : '' Ey iman edenler, gerek kendinizi ve gerekse aileni-zi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ate-şinden koruyunuz.''

39 umman

Page 44: Umman Dergisi 3. sayısı

Üşüdük

Gelme Bahar

Biz hüzün ve sevinçlerdikSevinçler en küçüğümüzdübizimHüzünlerimiz büyüdükçe,sevinçler üşüdü!O nice sevinçler arasından Kendimizi bulduk bu yollardaVe bu uzun yollarda(gül)dükBahçeler boyuen sonundaüşüdük yıllarcaBiz hüzün ve sevinçlerdikSevinçler en küçüğümüzdübizimHüzünlerimiz büyüdükçesevinçler üşüdü!

Ceyda BADANKA

Gelme bahar!Mutlu insanlar olmasınSenin gölgende.Beni çektiğin gibi,Çekme karanlığa kimseyi

Gelme bahar!Ağaçlar yeşermesin, çiçekler açmasınÇevremdeki umutlar da olmasınHüznüm yine kalsın benimleİçimde kalsın her şey

Gelme baharGetirme bana sevinçleriKaramsarlığım silinmesin yüzümdenSessizliğim terk etmesin beniYaklaşmasın huzur, uzak dursun

Gelme bahar!Mutsuz mutluyum..

Esra ALTUNDAL

Büyük kafaların büyük hedefleri vardır, küçük kafaların ise sadece arzuları… Washington Irving

Büyük MirasAl bayrak semâlarda,Dans eder rüzgârlarda,Ulu bir marş doğuyor,Âkif’teki ilhamla.

Yazar on kıta birden,Hiç karşılık beklemeden,Pırlantalar dökülür,İnci gibi dizelerden.

Âkif bir hazineydi,Ve bizlere bıraktı,Ay yıldızlı bayrağa,Eşlik eden bu marşı.

Dökülür bugün bile,Bütün halkın dilinden,Her bir Türk’ün içindeGezer durur yürekte.

Dünyayı sarsan o marş,Duyanın gözleri yaş,Âkif’in on incisi,Oldu büyük bir miras.

Sema ÇERÇEL

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 40

Page 45: Umman Dergisi 3. sayısı

Hayat nedir? İnsan ne için yaşar? Hz. Âdem’den beri bir sürü insan gelip geçti bu dün-yadan. Bazıları hem bu dünyaya hem de ahiret yaşamına kendini hazırlarken bazıları hep dün-yalık peşinde koştu. Kendilerini sadece dünya iş-lerine verip dünyevi noktalara gelmeye çalıştı-lar. Peki, insanlar sadece dünya için mi yaşamalı?

HAYIR!!!İnsan dünyaya bir amaç doğrultusunda

gönderildi. Bu dünya hayatı insanlar için bir test. İnsan bu âleme hem dünya yaşantısına ait görev-lerini, hem de Allah’a kulluğunu en iyi şekilde

yapmaya gönderildi.Biz İmam-Hatipliler olarak bu toplumun

öncülüğünü yapmalı ve sadece dünya için yaşa-yanların ahirete de hazırlanmalarında onlara örnek olmalı ve destek vermeliyiz. Bu konuda biz imam hatiplilere çok iş düşüyor.

Umarım ben de bir İmam-Hatip Lisesi öğ-rencisi olarak topluma karşı bu görevimi yerine getiririm. Allah hepimize topluma örnek bir in-san olmayı nasip etsin.

Gizem YILDIRIM

“Yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık…” demiş şâir. Yalnızlık sigara külü kadar bile değildir. Çünkü bedenle değil, ruhla düşününce yalnızlık diye bir şey yoktur.

Etrafınızda kimse kalmayabilir. Belki araya-bileceğiniz bir dostunuz bile kalmamıştır. Kendinizi dünyanın en yalnız insanı hissedersiniz. Ama size şah damarınızdan daha yakın olan Yaratıcıyı nasıl unu-tursunuz? Oysa ki O sizden bir hareket bekler. Bir dua kadar yakındır size.

Yalnızlığınızı Rahman’a şikâyet etmek için, O’nunla paylaşmak için ellerinizi açıp dua etmeniz yeterlidir. Evrenin sahibiyle irtibata geçmek bu kadar kolaydır.

İki arkadaşımın konuşmalarına şahit oldum geçenlerde. Biri diğerine “Neyim var ki Rap’den baş-ka!” dedi. Diğer arkadaşım ise “ Neyim var ki Rabb’dan başka!” diye cevap verdi. Bu manzara gerçekten hay-ret vericiydi benim için. Aynı neslin iki genciydi bun-lar. Biri maneviyat yoksunu ve tamamen boşluk içeri-sinde. Yeterince tanımadığı için kendisine şah dama-rından daha yakın olan Yüce Kudretin farkında değil. Diğeri ise Kâinatın sahibinin onu hep gördüğünün, hep onunla olduğunun idrakinde.

Biliyor ve hissediyorum ki biri var! Hiçbir şeyi boşuna yaratmadı O. Ve beni de boşuna yaratmadı. Peki ya neydi beni yaratmasındaki sebep? Evvela ney-di?

Evvela tanınmak istedi. O’nu tanımamı istedi

önce ve sonra beni hep gördüğünün farkında olma-mı istedi. Rabbim hepimizi Kudretinin farkına varan-lardan eylesin…

Peki neden şimdi “yalnızım” diye bunalımlara giriyor nesil? Neden?..

Sebebi açık aslında; kendilerini Yaratanı yete-rince tanımıyorlar ki. Tanımadan O’nu nasıl daha faz-la sevip, yalnızlık denen şeyi yok edip, O’na lâyık kul olsunlar?

Biz O’na bir adım atsak, O bize on adım gelir as-lında. İyi de O’nu daha fazla tanımak için neden bir şeyler yapmıyoruz? Aslında yetmez mi ki; yarattıkla-rındaki güzellikleri görüp “Bunları Yaratan nasıldır kim bilir?” diye düşünmek? Yani tefekkür…

İşte Yaratanı unutmaktır asıl insanı yalnız ko-yan. İnsan Rabbini daha çok tanıdıkça, fark edecek ki O hep yanındaydı zaten. Ve daha çok sevecek. İnsan Rabbini daha çok sevdikçe, anlayacak ki; gelinen yer yok O’ndan başka, gidilen yer yok O’ndan başka… Ve daha çok korkacak. İnsan Rabbinden daha çok kork-tukça işte o zaman uyanacak ve idrak edecek; yalnız-lık, yalnızlık neydi? Neydi şu yalnızlık?...

Feyza Çelik

Yalnızlık mı?O da ne?

Hayat Nedir?

41 umman

Page 46: Umman Dergisi 3. sayısı

Yorucu ve keyifli bir gü-nün ardından dershanenin görünmez kahramanları yine baş başa kalmışlardı. Gün-lerden cuma olduğu için tüm gün sınıflarda sınav olmuş-tu. Sınav sırasında öğrenci-lerden çıt çıkmadığı için tüm sınıflar uykuya dalmıştı ade-ta. Akşam olduğunda sınıf sı-raları, bütün gün ağırladıkla-rı çocukların, üzerinde bırak-mış olduğu yorgunluğu ata-bilmek için tatlı tatlı gerin-meye başlamışlardı. Kapı-lar, tahtalar, dolaplar, kürsü-ler ve masalarda çok farklı bir durumda değiller-di. İlk uyanan B sınıfının kapısı oldu. Ne olduğu-nu anlayamadan uykusunda hızlıca eşiğe çarp-mıştı. Uykusundan bir sarsıntıyla uyanmış olma-nın verdiği şokla sıkı bir çığlık attı. Çıkardığı gü-rültünün ardından diğerleri de huzursuz bir şe-kilde uyanmışlardı.”Özür dilerim hepinizden. İs-teyerek olmadı.” diyebildi sadece. Sınıf tahtası si-nirden simsiyah olmuştu.”Bu ne düşüncesizlik kardeşim! Az kalsın yere çakılacaktım.”Sınıf ka-pısı utancından ne cevap verebildi, ne de tahtanın yüzüne bakabildi. Ağladı ağlayacaktı. Yan sınıfın kapısı hemen imdadına yetişti.”Ne var üzerine bu kadar gidecek? Yazık, kendisi de ne kadar kork-tu görmüyor musun? Belli ki menteşeleri gevşe-miş, istemeden çarpmış.”Bu sözler üzerine tahta hiç bir şey diyemedi. Genç kapı kendisini koruyan komşusuna teşekkür etti sessizce. Tecrübeli kom-şu bir tavsiyede bulundu: “Yarın sınıf temizlenir-ken gıcırdaman lazım, yoksa derdinden anlayan olmaz. Bu kadar sessizlik iyi değildir.” Kürsü ger-ginliğe hiç dayanamazdı Hemen konuyu değiştir-mek istedi.”Tamam uzatmayalım arkadaşlar. He-pimiz kardeşiz bu öfke ne diye?” Kürsü eğlenceye

dair ne varsa takip ederdi. Mü-zik, sinema, televizyon...

Hepsi ondan sorulur-du. Konuşmasının içinde ya bir dize ya da şarkı sözü ge-çerdi muhakkak. Arkadaşla-rının canı sıkıldığı zaman, on-ları neşelendirmek için ço-cuklardan duyduğu dizelerin özetini ya da film konularını anlatırdı.”Dün televizyonda ne varmış biliyor musunuz?”diye sordu. Dolap atıldı söze “Hani şu mafyalı dizi mi? Geçen bö-lümde 3 adam öldürülmüş-tü...”

Kürsü biraz daha merak etmelerini istiyordu:”Hayırrrrr! Bilemedin. Başka tahmini olan var mı? Bu kez pano tahmin yürüttü: ”Bul-dum galiba! Sevdiği adamla kaçtığı için ailesi ta-rafından reddedilen kızın dizisi mi?” Kürsü tah-min edemeyeceklerini biliyordu. Çünkü dün ak-şam Büşra o programı ilk defa izlemiş ve arkadaş-larına anlatırken duymuştu.”Peki tamam bileme-yeceksiniz anlaşılan! Bir kere dizi değil arkadaş-lar, program. Bazı insanlar varmış ünlü olmak is-teyen. Onları aynı eve koyuyor ve her yere kame-ra yerleştiriyorlarmış. İzleyip beğendiğine oy ve-riyormuşsun. Birinci olan para armağanı kazanı-yormuş. Nasıl eğlenceli, değil mi?” Seminer salo-nundaki koltuklardan biri kendini tutamayıp: ”Ye-ter ama kürsü! Ne zaman faydalı şeyler ilgini çe-kecek senin? Bilinçli bir izleyici olmayan çocuklar için üzüleceğin yerde en az onlar kadar zevk alı-yorsun bu tarz programlardan! Hem geçen gün rehber öğretmen Kılavuz Hanım çocuklara bir se-miner verdi. Her şeyin bir ölçüsü olmasının ge-rektiği gibi TV izlemenin de bir niteliği ve niceliği olmalıymış.”Kürsü seminer salonundaki koltuk-ları pek sevmezdi; ne zaman bir seminer verilse

ŞŞŞŞTTTTSeyirci Tuba DEMİRCİ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 42

Page 47: Umman Dergisi 3. sayısı

hemen havaya girip bilgiçlik taslıyorlar diye.“Biraz anlayacağımız bir dilden konuşur-

san iyi olur. Kılavuz Hanım'ın dediklerini papağan gibi tekrarlamana gerek yok! ”Öğretmenler oda-sındaki masa, seminer salonundaki koltuğu des-tekleyerek kürsüye açıklamalarda bulundu.”Yani demek istiyor ki: belli bir zaman diliminde ve se-çici davranarak televizyon izlemeli insan. Çöp öğütücü gibi karşısına geçip sırada ne varsa tüm programlarla zihnini yormamalı. Hem bu çocuk-lar sınava girecek okul dersleri de cabası. ”Sınıfın en arkasındaki sıra söz aldı: ”Biliyor musun kür-sü; Ömer ve Mustafa bu sınavdan yine kötü sonuç alacaklar! Bu haftayı da TV karşısında geçirmiş-ler. Mustafa'nın ders çalışmaya vakti kalmıyor-muş. Çünkü her gün TV'deki programların çoğu-nu izliyormuş. Ömer de televizyon karşısında ça-lıştığı için öğrendiklerini hemen unutuyormuş. Buna ne diyeceksin?”

Kürsü arkadaşlarına küsmüştü. Yüzünü camdan dışarı çevirdi. Tek bir kelime bile etmiyor-du. Koridordaki pano kürsünün gönlünü almak istiyordu. Arkadaşları haklıydı ama, üzerine faz-la gidilmişti. ”Kürsü, hatırlıyor musun aramızda bir bilgi yarışması yapmıştık?” Kürsü cevap vere-cek gibi yaptı ama kendini naza çekiyordu. Pano, kimseyle küs kalamayan arkadaşının, konuşma-dan duramadığını da biliyordu. ”Hani bizim grup birinci olmuştu.” Kürsü hemen söze atıldı. ”Hiç te

bile! Açık ara farkla biz birinci olmuştuk.” Pano amacına ulaşmıştı. Kürsü artık kendisiyle konu-şuyordu. ”Evet, şaka yaptım sadece. Elbette siz bi-rinci oldunuz. Peki kimin sayesinde?” Kürsü hiç duraksamadan cevap verdi: ”Tuba'yla, Betül sa-yesinde. Çünkü o dönem belgeselleri, haberleri hiç kaçırmamışlardı: teneffüslerdeki sohbetlerin-den epeyce bilgi edinmiştim ben de.” Pano konu-yu tatlıya bağlamak için: ”Sen de biliyorsun ki ha-yat seçimlerden ibarettir. Tuğba ve Betül kültür-lü ve başarılı olmak istiyorlar. Mustafa ve Ömer de onlar gibiler ama henüz bunun farkında değil-ler. Okudukları dergilerden bile bunu anlayabilir-sin. Bu çocuklar şimdi seçici olmayı öğrenemez-lerse, gelecekteki işleri çok zor.” Kürsü arkadaş-larına hak vermişti. Ama bunu dile getirmek iste-miyordu. ”İyi ki sadece bir kürsüyüm. İnsan ola-bilmek zor imiş!” demekle yetindi.

Kürsünün son sözü üzerinde herkesi bir dü-şünce aldı. Gerçekten insan olmak zor muydu? Tahta da öyle düşünüyordu; okul, dershane, sınav derken lise, dershane, sınav, üniversite...

Sonra iş bulmak için yarış. “Ne zor bu ço-cukların hali” diye düşündü. İyi ki kendi halinde bir tahtaydı. Tek zorluğu tebeşir tozunu yutma-maya çalışmaktı. Ha! Bir de matematik öğretme-ni Sinüs Hanım yazı yazarken tebeşirin çıkardığı ses kulakları tırmalıyordu o kadar... Kendi kendi-ne gülümsedi... Sonra da derin bir uykuya daldı.

İstanbul… Şehirlerin sultanı, aslında ne kadar ağır bir kelime ne söylenir ki bu muhteşem güzelliğe…

Bazen en güzel köşende gözlerimiz sonsuz maviliğine daldı, kaybolduk. Kimi zaman o eşsiz manzaralarını ölümsüzleştirdik sahte tebessüm-lerimiz eşliğinde, yeri geldi maşallahlar üfledik sonsuz güzelliğine… Hayranlık uyandıran gü-zelliğin bazen bir aşığın şiirlerine özne bazen bir günahkârın günâhına örtü oldu.

Aslında umut sendin, hep dediler İstanbul’un taşı toprağı altın diye… Onlar haklı mıydı bilmem ama sen de boğazını, kuleni, deni-zini altın renginde sermişsin yolumuza.

Peygamber örtüsü ile korudun kendini gü-nahtan. Asırlardır medeniyetlerin hatta dünya-nın merkezi oldun. Taşınla, toprağınla buram bu-ram aşk, tarih koktun. Sevdâlıların yâri oldun. Ezanlarınla kalpleri coşturdun. Hiçbir kötülüğü-nü görmesek bile ağladık, haykırdık hasretinle ve

sonra küçük bir mucizeyle tekrar bağlandık des-tansı hikâyene…

En çok neyini sevdim biliyor musun? Kal-bine bir bir saplanırken günahlar, minarelerinin göğe doğru el açıp tövbe edişini. Ne olursa olsun affedildiğini hissetmeni. Ve herkesi her şeyiyle kabul etmeni… İşte bu yüzden;

Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyârGüleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyâr…Her gün yeniden keşfe çıksak seni, kim bi-

lir daha nelere şahit oluruz. Acaba her gün gö-rür müyüz yeniden fethedildiğini, ya da yine du-yar mıyız Topkapı Sarayında Fatih’in sesini.

Yeditepe üstünde, her sabah yeniden do-ğup şahadet getirir minareler,

Ve şâirin deyişiyle“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre de-

ğer…”

Afra Nur Yılmaz

Aziz İstanbul

43 umman

Page 48: Umman Dergisi 3. sayısı

Eğer bir çocuk sürekli eleştirilirse kınama ve ayıplamayı öğrenir.Eğer bir çocuk kin ortamında büyütülmüşse kavga etmeyi öğrenir.Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa sıkılıp utanmayı öğrenir.Eğer bir çocuk devamlı utanç duygusuyla eğitilmişse kendini suçlamayı öğrenir.Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişsen sabırlı olmayı öğrenir. Eğer bir çocuk desteklendirilip yüreklendirilmişse kendine güven duymayı öğrenir.Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse takdir etmeyi öğrenir Eğer bir çocuk haklarına saygı gösterilip büyütülmüşse adil olmayı öğrenir.Eğer bir çocuk güven ortamında yetiştirilmişse inançlı olmayı öğrenir. Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse kendini sevmeyi öğrenir. Eğer bir çocuk ailede dostluk görmüşse bu dünyada mutlu olmayı öğrenir. Büşra YILDIZ

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilmiş iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonların-da açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havası-nı bir anda değiştirir ve apartmanda hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak li-mon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsiz-di. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçüm-ser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu li-mon ağacından ümidi kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek sev-mezdi.

Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir gurup çiçek tohumu-nu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorun-da olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gele-rek onların altında yeşermek için izin istedi.

Büyük ağaç, iyice kasılarak:-Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye

atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer di-bimde çoğalırsanız, suyumu emip beni kurutursu-nuz.

Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengârenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kala-cak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabile-cekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.

Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohum-lara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendi-sine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.

Tohumların teklifini kabul ederken:-Sizlerle birlikte olmak bana mutluluk verir,

dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz. Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:

-Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gel-mez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.

Küçük limon ağacının altında filizlenen to-humlar, birkaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp tüm bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu ara-da ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardım-cı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneş-li ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyor-du.

Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi koku-lar yaymaya başladı. Bahçe sahibi o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdı-ğında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü.

Adam, rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları ar-tık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübre-lerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağa-cı, köklerinin en ince ayrıntılarına ulaşan bu sula-rı çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpi-lip büyüyordu.

Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bah-çenin güzelliğine güzellik kattı.

Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.

Zehra GÖKÇE

Çocuk yaşadığını öğrenir

Bahçe

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 44

Page 49: Umman Dergisi 3. sayısı

En uzun süre uçan tavuk 13 saniye havada kalmıştır. El tırnakları ayak tırnaklarına oranla 4 kat daha hızlı uzarlar. Yılda ortalama 10 milyon kez göz kırparız. Yarasalar bir mağaraya girdiklerinde önce sola dönerler. Ortalama bir insan günde 13 kez güler. Kalbimiz günde ortalama 100.000 kez çarpar. Thomas Edison karanlıktan korkardı. Bir fare, susuzluğa bir deveden daha fazla dayanabilir. Boğalar renk körüdür. Kirpiler suda batmaz.İtalyan bayrağını Napoleon Bonaparte tasarlamıştır. İstakozların kanı mavi renktedir. Timsahlar daha derine batabilmek için tas yutarlar. Kalınlığı ve büyüklüğü ne olursa olsun hiçbir kağıt parçası 7 kereden fazla katlanamaz. Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kani hisse-debilir. Her insanin dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır. Her gün doğan çocukların ortalama 12'si yanlış anne babaya verilmektedir. Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır. Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve sinir sistemi-ne zarar verir.Yarım kilo kadar çikolata küçük bir köpeği öldürebilir. Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı. Bir karınca ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilir, 30 katı ağırlığı çekebilir ve zehirlendiğinde her zaman sağ tarafına doğru düşer. Sıçrayamayan (zıplayamayan) tek hayvan fildir. Devekuşunun gözü beyninden daha büyüktür. Deniz yıldızının beyni yoktur. Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar. Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur. Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. Meşe ağaçları elli yaşına gelmeden meşe palamudu üretemezler. İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir. Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir. Kanada, Kızılderili dilinde "büyük köy" anlamına gelmektedir. Ortalama bir erkek, hayatının 3350 saatini tıraş olmak için harcar. Geçen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.

Bunları biliyor musunuz?

Ömer Faruk Özcan

45 umman

Page 50: Umman Dergisi 3. sayısı

Kitaplar arasındaTÜRK EDEBİYATI'NDA SAKARYA Engin YILMAZ 2007

Son yıllarda oldukça ön plana çıkan 'Şehir ve Edebiyat İlişkisi " kavramından yola çıkılarak Sakarya'nın edebiyatımızda arz ettiği önemi anlatan bir kitap bu... Gerek Sa-karyalı şâir/yazarlarının hayatları gerekse buralı olmasa bile dizelerinde/satırların-da Sakarya'yı hisseden ve yaşatan edebiyatçıları görüyoruz bu kitabın içerisinde. Sonuç olarak Sakarya 'nın edebiyatımıza kattığı değeri anlatmaya sayfaların bile yetersiz kal-dığını ise kitabı bitirdiğimizde anlıyoruz...

SAKARYA'NIN YEMEK KÜLTÜRÜAli AKTAŞ 2008 Yazarın "Yedi Renk Yedi İklim; Sakarya"(İl yıllığı) kitabında yer alan 'Sakarya Mut-

fağı; Üç Kıtanın Damak Zevki' adlı makalesinden yola çıkarak yazdığı bu kitap içerisinde farklı kimliklerin kültürleri birleştirerek oluşturulmuş ,tam 339 yemek ve tatlı adı ile on yedisinin tam tarifi bulunmaktadır.Fakat yalnızca bu bilgilerle sınırlı kalmayarak ;mut-fak sözlüğünden tutun da kültürel toplulukların ortak özelliklerini yansıtan yiyecek ve içeceklerinden dahi örnekler sunmaktadır .Üstelik bu kitabı okuduğunuzda Sakarya da yaşayan tüm toplumlardan , farklı esintilerle meydana gelen 'yöre' mutfağımızın zen-ginliğini fark edeceksiniz.

SAİT FAİK ADAPAZARI HİKÂYELERİ 1906 yılında Sakarya da doğan Sait Faik, o günlerde başlayan memleket sevdası-

nı hiç yitirmedi Öyleki Modern Türk Hikayeciliğinin öncülüğünü yapan eserlerinde bile unutmadı Adapazarı'nı, Adapazarlılığını ... İşte bahsedilen hikâyelerden oluşan bu örnek kitap bize tam da bu noktayı işaret etmektedir.

SAİT FAİK 'İN SAKARYASI Engin YILMAZ 2006 Çocukluğunu yeniden yaşamayı çok arzu eden bir yazar için en önemli husus; sa-

nırım çocukluğunun geçtiği yerlere verdiği ehemmiyettir. İşte böyle biriydi Sait Faik ...Bu sebepten dolayıdır ki memleketiyle eserlerini hep özdeştirdi..Bir anlamda bu noktayı vurgulamak isteyen kitabımızda Sait Faik'in hayatından , eserlerinden ve Sakarya'sından bahseden derin anlatımlar bulacaksınız.

SAKARYA ŞÂİRLERİ Fahri TUNA Mart 2008 Sakarya 'nın bağrından kopmuş, topluma çok şey katan, bu şehrin şair evlatla-

rının anlatıldığı bir kitap... Kitabın içerisinde öncelikle hayatta olmayan şairlerin daha sonra ise yaşayan ve kitapları çıkmış şairlerimizin kısa hayat hikâyeleriyle beraber şiir-leri de koyularak tanıtılmıştır.

"Boşa akmaman için gönlüme bağlıyorum Hasretinle Sakarya'm, ağlıyor, ağlıyorum ..."

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 46

Page 51: Umman Dergisi 3. sayısı

ELİF ŞAFAK'IN AŞK'I

K İ TA P E L E Ş T İ R İ S İ

Kevser TÜRKYILMAZ

Pinhan, Şehrin Aynaları, Mahrem, Med-Cezir, Bit Palas, Baba ve Piç ve otobiyografik kitabı Siyah Süt ile tanınan tasavvufla ilgilendiği bilinen Elif Şafak Aşk romanına böyle bir yazıyla başlamış.

Aşk deyince çoğumuzun aklına günlük hayat-ta yaşadığımız türden bir aşk gelebilir. Fakat kitap bu aşkla sınırlı kalmayıp manevi aşkı da anlatmış. Kitap Boston’da ailevi sorunlar yaşayan, eşine duyduğu nef-retle, aşka ve romantizme inanmayan 40 yaşlarında Yahudi Ella’nın eşinin yardımıyla bir yayınevinde ede-biyat editörünün asistanı olup patronu tarafından Aşk Şeriati adlı bir kitabın raporunu çıkartmakla görevlen-dirilmesiyle başlıyor. Şafak Ella ile öyle güzel bir tip yaratmış ki, romanı okurken bölümlere ayrılan başlık-larda hep onun adını görmek istiyor insan. Bu da iç içe geçmiş hikâyenin başarısını gösteriyor.

Ella Aşk Şeriati ile ilk başta ilgilenmese de daha sonra kitap çok ilgisini çekiyor ve kitabın yazarı Aziz Z. Zahara ile birlikte Ella tarafından atılan bir mail ile ya-zışmaya başlıyorlar. Aşk Şeriati ise roman içinde ro-man olmasına rağmen güzel kurgulanmış. Burada ise 1200’lü yıllarda Şems-i Tebrizi eli Mevlânâ Celâleddin Rumi arasındaki dostâni aşktan bahsediyor. Bir yandan bu aşk anlatılırken 40 kuraldan bahsedilmiş. Bu kırk kural aşktan, sevgiden ve iyiye dair her şeyden öğüt ve-riyor. Roman çoğumuzun yaşadığı ikilemleri, kibri, öf-keyi yenmenin yollarını anlatıyor.

Romanda hem 13. hem de 21. yüzyılın ortamının yansıtıldığını ele alırsak, dili hikâyenin seyrettiği or-tama göre zaman zaman aykırı düşse de romanın in-sanı içine alıveren duygusal ortam ve sürükleyici kur-gusu, Türk romanında son yıllarda özlemini çektiği-miz kalitede. Zengin ve bir o kadar da yalın dil okurun bir sonraki roman için beklenti çıtasını arttırıyor. Fakat bu kadar dikkatli bir yazarın tasavvufu bu kadar yü-zeysel geçmesi beni şaşırttı. Ta-savvufa biraz daha derinleme-sine girmesini beklerdim. Pratik olarak yaşamın içinden örnek-ler ve hikâyelerle şeriat ve haki-kat yolu arasındaki ayrım açık-ça belirtilmiş. Okurların içinde var olan mistisizmi uyandırmak, araştırılacak ve öğrenilecek bir şey sunmak ayrı bir lezzet kata-bilirdi kitaba.

Aşk Şeraitinin, hatta tüm romanın anlatıldığı teknik “Be-nim Adım Kırmızı” da Orhan

Pamuk’un kullandığı her bölümün anlatıcısının farklı olması tekniğiyle aynı. Yazar bu sayede herkesin içine girmiş, iç tahlilini yapmış ve romanın sürekliliğini sağ-layan bitmek bilmeyen olayların herkes tarafından na-sıl düşünüldüğünü rahatça anlatabilmiş.

Kitabın içeriğine baktığımızda insan kendini eski dönemlerin Anadolu’sunda buluyor ama düşünme-den de edemiyor: Şems ile Mevlâna bu kadar dünye-vi olay yaşayıp bu kadar ufak mevzulara takıldılar mı diye? Kendi şeyhi hakkında “uyuşuk” tabirini kullanan bir derviş, flashback olmadığı halde tarihlendirilme-deki hatalar ve bazı sözcüklerin ısrarla yanlış yazılma-sı okuyucuda bazı soru işaretleri uyandırmıyor değil.

Bir tarafta Newyork’lu mutsuz yavaş yavaş yo-rulduğunu ve yaşlandığını hisseden aşkı kaybetmiş bir kadın. Öte yandan Avustralya'da yaşayan modern bir sufi. Bir taraftan da 8 asır öncesinin Konya’sı. Bir farklı unsurları bir araya getiren tek bağ ise aşk…

Elif Şafak kendisine yöneltilen tasavvufla ilgili bir soru da söyle diyor: “Benim tasavvufa ilgim bu ro-manla başlamadı. Tasavvuf merakımın kökleri 14-15 sene öncesine uzanıyor. İlk zamanlarda ilgim daha en-telektüel bir merak vesilesiyle idi. Tezimi Bektâşi ve Mevlevi felsefesi üzerine yazmıştım. Ancak tasavvuf romanlarımda hep bir alt akıntı olarak vardı. Ama bu sefer ana damar oldu. Ben bu romanda yüreğimi aç-tım okurlara. Mevlânâ’nın bende çok izi var ama bana Mevlana’yı sevdiren kişi Şems’tir. Ben onu ilk defa Şems’in aynasında gördüm ve öyle sevdim.”

Elif Şafak Aşk’ın yazılış biçimi ve nedenine dair ipuçlarını ise söyle veriyor: “Benim romanlarım çok odalı, çok kapılı saraylar gibi. Kimi okur bir kapıdan gi-rer, kimi ötekinden. Her okur her odayı sevmez, göre-mez. Farklılıkları buluşturan hikâyeler anlatmayı sevi-yorum.”

Kitabın sonunda Ella eşini ve çocuklarını terk edip kanser olduğunu son anda öğrendiği Aziz ile hiç tereddüt etmeden Aziz’in yarım kalan dünya turunu beraber tamamlıyorlar. Son durakları Konya oluyor. Aziz burada son nefesini veriyor ve Mevlâna’nın düğün gecesi gibi bir törenle, yas yerine neşe, düğün alayı gibi bir cenaze ile defnediliyor. Ella sonra bir başına kalı-yor ama hiç pişmanlık duymuyor. Çünkü; aklına kırkın-cı kural geliyor.

40.Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşan-mıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım meca-zi mi, yoksa dünyevi, semavi yada cismani mi diye sor-ma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşkın ise hiçbir sıfa-ta ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dün-yadır aşk… ya tam ortasındasındır, merkezinde. Ya da tam dışındasındır, hasretinde…

Şems’in diliyle:”Dünyayı sular seller götürse bundan ördeğe ne? Aşkı bil, onda yüz.”

Aşkı bilmek ve Aşk’ta yüzmek isteyen herkese …

AŞK’ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.Başlı başına bir dünyadır aşk.Ya tam ortasındasındır, merkezinde.Ya da dışındasındır.

47 umman

Page 52: Umman Dergisi 3. sayısı

Okulumuz son günlerde hareketli gün-ler yaşıyor. Erkekler arası futbol turnuvası ve kızlar arası voleybol turnuvası hem öğrenci-ler hem öğretmenler arasında büyük ilgi gö-rüyor. Hâlen devam etmekte olan turnuvala-rın bunlarla sınırlı kalmaması bekleniyor.

Okul Müdürlüğümüz çok zarif bir davra-nış örneği göstererek Umman Dergimize yazı ve şiirleriyle katkıda bulunan arkadaşlarımızı ödül-lendirdi. Bu zarif davranıştan ve ödüllerin seçi-minde teknolojik ihtiyaçların düşünülmesinden dolayı dergimiz adına okul idaremize teşekkür ederiz.

Bahara Turnuvalarla Giriş...

Bu Sefer de Biz Ödüllendirildik...

İstiklal Marşı’nın kabul yıldönümü mü-nasebetiyle düzenlenen "Milli Mücadele ve Mehmet Âkif" konulu kompozisyon ve şiir ya-rışmasında 7 derece birden aldık. Arkadaşı-mız Kevser Türkyılmaz kompozisyon dalında il birincisi olurken, Abdülhamit İnce şiir da-lında ikinci oldu.

Gönüllü arkadaşlarımızın bayan öğ-retmenlerimiz desteğiyle hazırladıkları Gazze’ye destek programı büyük ilgi gördü. Sunum odasında gerçekleştirilen programda arkadaşlarımız okudukları yazılar ve şiirler-le velilerimize duygulu anlar yaşattı.

Bir yarışmada Yedi derece...

Gazze'ye Destek Programı...

Haber ı

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 48

Page 53: Umman Dergisi 3. sayısı

Akyazı’da, belediye salonunda düzenle-nen mesleki yarışmadan arkadaşlarımız de-recelerle döndü. Ezanı güzel okuma katego-risinde Resul Caner birinci, Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma kategorisinde Mustafa Atalar birinci ve hafızlık kategorisinde Süleyman Baş ikinci oldu. Arkadaşlarımıza ödülleri 10 Nisan Cuma günü yapılan törenle okulumuz-da verildi.

Okulumuz Mesleki Tatbikat Kulübü ta-rafından düzenlenen 2009 yılı Hadis Yarış-ması 17 Nisan 2009 Cuma günü Sunum sa-lonumuzda gerçekleştirildi.Yarışma sonun-da 1. olan İ 11/A sınıfından Zehra Gökçe , 2.liği paylaşan A 9/A sınıfından Sevde Özel ve Ne-sibe Emanet’le 3. olan A 12/A sınıfından Tuğ-ba Yıldırım arkadaşlarımız çeşitli hediyeler-le ödüllendirildi.

Mesleki YarışmalardaZirvedeyiz...

Hadis Yarışması Yaptık...

Arkadaşlarımızın ve bayan öğretmen-lerimizin düzenledikleri kermesler sonucu elde edilen gelirle yenilenen kız öğrenciler mescidinin açılışı arkadaşlarımızın, öğret-menlerimizin ve müdürümüzün katılımıyla gerçekleşti. Daha kullanışlı ve cazip hale ge-len mescidimiz, Selami Hocamızın içten dua-sı ve kurdele kesme töreniyle açıldı.

6. Bölge Kur’an-ı Kerim-i Güzel Okuma Ya-rışması 26 Nisan 2009 Pazar günü Bartın’da ya-pıldı.Yarışmada Sakarya ilini temsilen okulu-muz İ.11/C sınıfından Mustafa Atalar arkadaşı-mız 3.lüğü alarak bizleri sevindirdi.

Kız ÖğrencilerMescidinde Yenilik

Bartın'dan Derece ile Döndük...

Haber ı

49 umman

Page 54: Umman Dergisi 3. sayısı

Okulumuz coğrafya öğretmeni Hati-ce Kara’nın tertip ettiği, okulumuzun A 12/B, A 12/ C ve A 12/D sınıflarının katılımıyla ger-çekleşen bilgi yarışmasının galibi Seda Mut-lu, Beyza Yılmaz ve Havva Çilenay Yiğit’in temsil ettiği A 12/B sınıfı oldu. Program okul Müdürümüz Kadir Gezer ve İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Ziya Cevherli’nin de katıldıkla-rı ve konuşma yaptıkları ödül töreni ile sona erdi.

Adapazarı Müftüsü Sayın S. Emin AR-VAS Kutlu Doğum Haftası münasebetiy-le okulumuzu ziyaret etti. Öğrenci ve öğret-menlerimizle görüşen müftümüz çeşitli he-diyeler verdi. Okul müdürümüzden okulu-muzla ilgili bilgiler aldı.

Coğrafya Bilgi Yarışması

Müftümüzden Kutlu DoğumZiyareti...

Okulumuz bugünlerde öğrencileri bilgi-lendirme maksatlı seminerlere mekân oluyor. En son Sağlık-Temizlik ve Yeşilay Kulübü’nün dü-zenlediği Sakarya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nur-sen Çınar’ın konuşmacı olarak katıldığı Gençliğin Sağlığını Koruma ve Geliştirme Semineri’ne ev sahipliği yaptı. Aralık ayında da Sakarya Emniyet Müdürlüğü’nün İl Milli Eğitim Müdürlüğü’yle or-taklaşa gerçekleştirdiği madde bağımlılığı konu-lu öğrencilerin yoğun katılımının olduğu bir se-miner gerçekleştirilmişti.

Peygamber Efendimiz’in dünyayı teşrif-lerinin 1438. yıl dönümü münasebetiyle oku-lumuz Tiyatro Kulübü tarafından tertip edi-len Kutlu Doğum Programı büyük ilgi gör-dü. İlahiler, şiirler, tiyatro gösterileriyle dolu program İlahiyat Fakültesi Salonunu hınca hınç dolduran davetlilere coşkulu ve duygu-lu anlar yaşattı.

Mesleki Bilgilendirme Semineri

Kutlu Doğum Programı Büyük Beğeni Topladı...

Haber ı

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 50

Page 55: Umman Dergisi 3. sayısı

Başlarına kına yaktılarVatana kurban oldular Allah Allah diyerekYaradana koştular Çünkü; onlar;Ölümsüz Kahramanlar...

Okulumuz Kültür-Edebiyat Kulübü ta-rafından düzenlenen bir programla 18 Mart günü en güzel bir şekilde andık şehitleri-mizi. Bir kez daha okulumuz şehitlerine ve millî değerlerine verdiği özeni ortaya koy-du. Çanakkale haftası için şiirler, konuşma-lar, milli marşımızın kazanılması ve bağım-sızlığımızın korunması için yapılan savaş-ta en güzel mücadeleyi verip bayrağına sa-hip çıkan şehitlerimizin ardından gurur-la İstiklâl Marşımızı canlı ve gür bir şekilde okuduk. Şehitlerimize olan minnet duygula-rımızı dile getirdik.

Ziyaretler ve faaliyetler açısından çok yoğun günler geçiren okulumuzun misafirle-ri arasında Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fa-kültesi, Arapça Öğretmenliği Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa YILDIZ’ da yer aldı. Okulumuz Arapça Zümre Öğretmenle-rinin girişimleriyle 15 Nisan 2009 Çarşamba günü gerçekleştirilen bir etkinlikle Prof. YIL-DIZ, öğrencilerimize yönelik Mesleki Bilgi-lendirme Semineri verdi.

Okulumuzun tabelası MEB Tabela Yö-netmeliği çerçevesinde yenilendi. Sarı ze-min üzerine siyah renkli yazı ile ‘SAKARYA-ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ’ yazılı olan ve sol tarafında MEB logosu bulu-nan tabela okulumuzun geniş bahçesine ba-kan girişine asıldı.

Prof.Dr. Musa YILDIZOkulumuzdaydı...

Şehitlerimizi MinnetleAndık...

Adımız Değişti...

Haber ı

“Ahlâk olmayan yerde kanun bir şey yapamaz…” NAPOLEON

51 umman

Page 56: Umman Dergisi 3. sayısı

Sizden iyi olmasın bir arkadaşım vardı.

Kuru ekmek yeter bana yeter ki huzurum ye-rinde olsun.

Aradım… Çaldı çaldı açan olmadı.

Bu konuda elimizden geleni yapıyoruz.

Kalsaydınız, bir şeyler yerdik.

Vallahi sarıda geçtim memur bey.

Kazanmak önemli değil mühim olan yarış-maya katılmaktı.

Şu an 70 milyon bizi izliyor.

Bu son sigaram.

Seni düşünmekten bütün gece gözüme uyku girmedi.

İki saat kapıda bekledim açan olmadı.

Sen bir de beni gençliğimde görecektin.

Ağlamıyorum gözüme bir şey kaçtı.

Yemezsen arkandan ağlar.

Seni leylekler getirdi yavrum.

Akşama erken geleceğim

Bu aldığım en güzel hediye.

Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için.

Ben almayayım, rejimdeyim.

İşim bitsin seni ararım.

İhraç fazlası bunlar.

O elinizdeki tek kaldı başka yok.

Ben de tam seni arayacaktım.

Bir şey olmaz.

Bizi davet ettiler ama gitmedik.

Valla bu size çok yakıştı.

Senin annen bir melekti yavrum.

Bana yan bakan daha anasının karnından doğmadı.

Evi boşaltın, Almanya’dan oğlum geliyor.

İki gözüm önüme aksın ki.

Kilolarımla barışığım, ben böyle mutluyum.

Bu sene ÖSS soruları çok basitti, keşke sına-va girseydim.

Hatırası var bunu sana veremem.

Arkasından değil, burada olsa yüzüne de söylerim.

Her bedene uyar bu.

Senin eline kimse su dökemez.

Benim için önemli olan ruh güzelliği.

Bir arkadaşa bakıp çıkacağım, istersen kim-lik bırakayım.

Belki biraz sıktı ama hiç merak etmeyin, kul-landıkça açılır.

Onun için bir şeyler yapmayı çok isterdim ama maalesef elimden bir şey gelmez.

Afra Nur YILMAZ

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 52

Page 57: Umman Dergisi 3. sayısı

SORU 1) Bir çocuk eşit adımlarla ilk önce 19 adım ileri daha sonra 21 adım geriye yürümektedir. Bu şekilde toplam 380 adım atarsa bulunduğu noktadan kaç adım uzaklaşır?

SORU 2) Bir anket şu sonuçları verdi; İnsanların % 70 i baharı sever. İnsanların % 25 i baharı sevmediği gibi kuş ları da sevmez. İnsanların % 5 inin fikri neydi acaba?SORU 3) Bir trenin üç vagonunda toplam 90 yolcu vardı.

Eğer birinci vagondan ikinci vagona 12 yolcu geçip, ikinci vagon-dan üçüncü vagona 9 yolcu geçerse, vagonlardaki yolcuların sa-yıları eşit oluyor. Başlangıçta her bir vagonda kaç yolcu vardı?

SORU 4) Aslı’nın ilginç bir telefon numarası var. 7 rakamlı olan bu numaranın son 4 rakamı blok halinde alınıp başa getiri-lince oluşan sayı, orijinal sayının iki katından bir fazla oluyor. Te-lefon numarasını bulunuz.

Soru sormadığı halde cevap isteyen şey nedir? Çalan telefon.

Uzun zaman yazdığımızda ağırlaşan kalem hangi kalemdir? Kurşun kalem.

Şaşı olduğunuzu nasıl anlarsınız? Kendinle göz göze gelebiliyorsan şaşısın demektir.

Yaşlandığınızı nasıl anlarsınız? Pasta, mumlardan daha ucuza mal olduğunda.

Siyah kedi tarafından takip edilmeniz ne zaman uğursuzluk-tur? Eğer fareyseniz.

Zekâ Testi

Bilmeceler

Makine, elektrik ve bilgisa-yar mühendisi üç arkadaş ara-bayla giderken araba bozulur. İlk olarak makineci der ki; “bu ma-kine mühendisinin işi, bana bıra-kın.” Ama işi başaramaz, bırakır. Elektrik mühendisi elektrik sis-teminde sorun olduğunu düşü-nür, kurcalar, işe yaramaz. Diğer ikisinin kendine baktığını gören ve sıranın geldiğini anlayan bil-gisayar mühendisi:

-‘‘Arkadaşlar, arabadan çıkıp tekrar girsek olur mu?’’der.

Bir işadamı, oldukça yo-ğun ve yorucu geçen bir seneden sonra tatile çıkmaya karar verir. Eşi de kendisi gibi meşgul oldu-ğu için birlikte tatil yapacakla-rı bir dönem ayarlamak zor olur. İspanya kıyılarında bir otel bu-lur ve bulduğu ilk uçakla oraya gider. Otele yerleşirken bir aylık bir rezervasyon yaptırır. Bir haf-ta kadar güzelce tatil yaptıktan sonra, bir akşam yemeğinde gar-son kendisine bir mektup iletir. Mektubu okuyan işadamı, tatilini geçirdiği otelin yöneticisinin ya-nına gider. "Ne yazık ki tatil sona erdi..." Yönetici şaşırır ve üzülür. "Ama beyefendi, bir aylık rezer-vasyon yaptırmıştınız, ne oldu böyle aniden?" İşadamı çaresiz bakışlarla cevap verir: "Evet bir ay kalacağım, ama tatil bitti. Ka-rım işinden izin almayı başarmış ve iki gün sonra burada olacak-mış..."

Mühendisler

Tatil bitti

Zehra GÖKÇE

53 umman

Page 58: Umman Dergisi 3. sayısı

SOLDAN SAĞA1. “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih–Harbiye”

romanlarının yazarı. 2. Agah Sırrı Levend’in bir roma-nı. Ziya Gökalp’in mektup türündeki eseri, “... Mektup-ları”. 3. Çoğul eki (tersten). Halit Ziya Uşaklıgil’in bir ro-manı. 4. Tanzimat sanatçısı, “Yusuf .. . Paşa” (ters-ten). 5. Rıfat Ilgaz’ın bir şiir kitabı. Bir yapım eki. 6. “... Türkleri Edebiyatı”. Sait Faik Abasıyanık’ın bir öyküsü “... Şekerli”. İşaret, belirti, alamet. 7. Refik Halit’in baş harf-leri. Melih Cevdet Anday’ın bir romanı “... Sarayı”. Halk dilinde yemek 8. Temiz, pak, namus. İtmek fiilinin emir kipi hali. Coşkulu, içten, etkili tarzda yazılan şiirler. 9. Süleyman Nazif’in bir makalesi “... Çoban Çal” (tersten). Sezai Karakoç’un bir şiiri “...’nın Kitabı”. Son dönem sa-natçılarımızdan, “... Güler” 10. Bir gösterme ünlemi. Eski dilde su. 11.Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan, “Re-fik Halit ...”. “... Fontaine Masalları”. Bir yazarın kendi-ne veya yakın bir tanıdığına ait geçmiş olayları anlattı-ğı yazı türü. 12. Ahmet Haşim’in en önemli sanatçısı ol-duğu 1909–1912 yıllarını kapsayan edebi dönem. Farsça bir olumsuzluk ön eki (tersten).

YUKARIDAN AŞAĞIYA1. Necip Fazıl Kısakürek’in bir oyunu. W.

Shakespeare’nin bir oyunu, “... Lear”. 2. “İkin-ci Yeniciler”in bir şâiri, “... Ayhan”. Abdülhak Hamit Tarhan’ın yazdığı ilk pastoral şiir. Bağışlanma, dile-me. 3. Faruk Nafiz Çamlıbel’in bir romanı, “... Yağmu-ru”. Umar, deva. 4. Yaşar Kemal’in bir romanı, “... Göz-lüm Seyreyle Salih”. “Hayriye, Hayrabat” adlı eser lerin sahibi, 17. yüzyıl Divan şâiri. Cenap Şehabettin’in bir gezi yazısı, “... Yolunda”. 5. Gülşehri’nin önemli bir didaktik eseri. 6. “İki Rahat El” adlı oyu nun baş harfleri. 7. Na-bizade Nazım’ın bir öyküsü “... Güzel” 8. Eski dilde iş ya-pan, amel eden. Natüralizmin kurucusu sayılan “Ger-minal, Meyhane” adlı eserlerin sahibi ünlü Fransız sa-natçısı, “Emile ...”. Atmak fiilinin emir kipi hali. 9. Orhan Asena’nın bir oyunu, “... Kız”.10. Sait Faik Abasıyanık’ın bir öyküsü, “... Dağda Var Bir Yılan”. İlk realist romanı-mız, “... Sevdası”. 11. Çağatay Türk edebiyatının en bü-yük şâiri, “Muhakemetü’l-Lügateyn” adlı eserin yaza-rı. Bir Farsça olumsuzluk ön eki. 12. Osmanlıca hakeme götürme. Halit Ziya Uşaklıgil’in bir öyküsü, “... Pençesi”.

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 54

Page 59: Umman Dergisi 3. sayısı

TELEMARKETTelemarket İletişim

Mrk: Çark cad. No.69/C AdapazarıTel: 0264 277 39 67 Faks: 279 45 05Şube1: Atatürk Bulvarı No.30/B AdapazarıŞube2: Pasaj 2000 No.64 Adapazarı

Hendek Şb3: Başpınar Mah. Mustafa Kemal Paşa No.133Tel: 0264 614 23 15 HendekSapanca Şb4: Rüstempaşa Mah. İzmit Cad. No.13Tel: 0264 582 72 20 Sapanca

E-Posta: tele.market@süperonline.com

55 umman

Page 60: Umman Dergisi 3. sayısı

ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 56