KARMAKARIŞIK
Hiçlik
Her sabahta bu sabah gibi aynıydı. Bilgisayarım, kitapla-rım, telefonum, kalp ağrılarım... Sorun da burada başlı-yordu zaten. Hayata çiziktirdiğim karalama kağıtlarında kalmasını istemiyorum bazı şeylerin. Artık inanmıyorum saçmasapan yunan yalanlarına. “Değişmeyen tek şey de-ğişimin kendisi” ‘ymiş. Heraklitosun sadece kendini kan-dırmasından başka bir zırva olmayan basit bir söz sadece. Sayısız neden arasında yokolmuş olan tabuları yıkamıyo-rum, benliğime yapışmış olan şeyleri
Yalnızlık
Yok işte. 5 metre karelik hayallerimde, hiç tanımadığım, asla anlayamadığım ve anlayamayacağım bir ruhun tutak-lığında şaircilik oynamaktan başka bir bok yapmıyorum. Hani değişim ? Nerede ? Kiminle ? Hayatın bana sunduk-larıyla en baştan başlıyorum mesela. Ne var elimde ?
Boşboş
Bir tek pencere, derdimi anlattığım boş kağıtlar, gözümün yalnızlıklarını sildiğim bir tutam peçete. Başka ne var ? Hayatın bana sunduğu şeyleri değerlendirememek midir bu yoksa Hayatın bana ekstra şeyler sunmaması mıdır ?
Bilinmezlik
Bu sevmek denilen olgu bağımlılık değil. Tüm sevme-ler kadınlara ait de değil. Ölüm de sevilebilir mesela. Her kalp atışını dinlediğinde ölüme bir adım daha yaklaştığını düşündün mü hiç ? Ölüm de sevilir. Kurtulmak tüm acı-lardan ruhunu teslim ettikten sonra. Her adım daha da yaklaştırır seni.
Son
Saatin her tik tak sesinde kağıtlarıma el sallıyorum. Saat-ler aslında zamansızdır. Sevmemem de zaten bu yüzden, hafızamdaki bu şişkin düşünceyi sindiremedim. İçim de var mesela. Elimde olmasa da zulamda olan. Ben içerim. Kimseye de sormam. Maske takmam neysem oyum. İn-sanların bu maske ticaretine de alet olmadım.
İki yüzlülük
Papazın günah çıkarması gibi miğdemi bulandıran keli-meleri kusuyorum adeta sevmek gibi bir günahı işlemiş-cesine. Kabız bir hayatın sağ kalma düellosundan, geç-mişimin trajikomik can kıırntılarını avuçlarımdan aşağı döküyorum. Bundan zevk alıyorum. Zihnimi turmalayan cinayet kokan saatlere sağırdım. Denedim ama başarama-dım. Başarının tadını ben hiç alamadım.
Başarısızlık
Ben hiç değişmedim işte. Kaç tur oynadıysam türlü oyun-ları, kazanamadım belki de. Vaadettiklerim kimseyi tat-min etmedi. Kalbimin kirini kağıtlara serdim ben, terte-miz duygularla karşınızda oldum, anlamadınız.
Anlamsız Yine ben buracıkta susuyorum işte. Değiştirilemeyecek olan geleceğimle. Birazcıkta olsa ümit var, biliyorum. İk-lim biraz bozdu beni. Sıcağı sevmedim, soğuk sercih et-tim. Çırılçıplak düşünceler istedim. Fırıldaksız, çıkarsız, bencil ve savurgan olmayan. Koskoca okyanusta doğrula-rımla baş başa kalmak artık, en çok sevdiğim şeyler ara-sında.
Balık kılçığı gibi takıldın boğazıma. İstesen çıkarabilirsin ama ölümümü izler gibisin. İyi niyetimi suistimal etmene ramak kalmışken, hak hukuk aramıyorum artık. Son bir fırtına daha beklerim artık, beni katsın içine diye.
Bir an önce
CEMRE BÜKRÜK
Aşk Düeti
Gönlümü kaptırmışım ben sanaÖzlemiş dudaklarım dudaklarınıZarara uğramış bedenim yokluğundaEllerinin içindeki sıcaklığıRenkli kişiliğiniİncecik kaşlarını özlemişimKalbimin inmiş ücra köşelerini aşk.
Ağlamış kalbim hasretineGarip kalmış sol yanımLüle lüle saçlarını okşamayı özlemiş ellerimAramış sesini kulaklarımMaruz kalmış yüreğim aşk selineIslanmış senin yağmurunla kalbimŞahit olmuş gözlerim aşk düetine
UFUK SİLİK
Dayan Bu Acıya Kalbim
Dayan kalbim üstüne tuz basan acılara Ağlayıp yorma kendini, sonu gelmez acılar içinYalvarma senin canını yakanlaraAvazın çıktığı kadar bağır kaderineN’olur dayan kalbim seni yakan acılara.
Ağlama kalbim N’olur ağlamaCevap verme seni bu hale sokanlaraYavaş yavaş kalk ayağa, ant iç
Karşı koy acılaraLanet oku yüzlerineİnan sileceksin onları defterinden N’olur dayan kalbim seni yakan acılara.
UFUK SİLİK
SEVİYOR / SEVMİYOR
Yine perşembeydi günlerden Hüzün doluydu içim
Yanımda duran papatyadanBir tane kopardım
Başlamıştım her âşık gibi Seviyor sevmiyor masalına
İlk yaprağı kopardım.Seviyor
Gözlerimin içindeki maviliğiSevmiyor
Sağ tarafımdan kalkışımıSeviyor
Ona gülümseyişimiSevmiyor
Ona kızdığım zaman yüzüne bakmayışımıSeviyor
Deniz kenarında boynuna sarılışımıSevmiyor
Hüzün dolu zamanlarımıSeviyor
Ona aşkım dediğim anları....
UFUK SİLİK
YAS
Fısıldayışlar arasından bir çığlık,Sükût-u hayal ile sarsılmış bir ruhun
Yerle bir oluş ağıtı...
Tanrı’nın gözlerinden düşen bir melek,Bir meleğin gözlerinden düşen bir umut
Ve umut ederek unutulan bir ışıksızın dirilişi gibi...
Dudaklarında inkâr var !
En sert notalara basarak isyanı evrene taşıyan bir piyanist misali haykırırken onlara
Sessizce dinlerlerdi.Zamanında köleliği doğru sayan bir toplum
O ânda da sessizce dilendirilmedi mi?
“- Konuşun, bağırın, fısıldamayın, sessiz kalmayın.Özgürlük bu.” dedi.
Korku ile kavrulan ruhlar,Bir bir düştü tutsak olduğu yollara...
“- Yasalar, kuramlar, kurallar, doğrular.”Barış getirdiği savunulan,
Savaş doğuran tüm bu yanılgılar.Çöküşe bir adım kala,
Ardına bakmak...
Toprak, avuçlarından çekilirkenToprağa sığınmak gibi...
“- Ve yeniden var olman içinBir meleğin seni dilemesi...”
- İmkansızdı.
Var olan tek gerçek ihanet olduğunda,Maskelere bürünürdü saf ve temiz olan...
Evrenin bir yasası değildi bu,Yasıydı.
EBRU YENİCEVARDARLI
AŞK ÇOCUK GİBİDİR
Azarlanmış bir çocuk gibi ağlıyor aşkDeğeri yokmuş gibi hor kullanıyorlar onu
Bir bilseler kendisine değer vermeyenlere küstüğünüDinleseler aşkı, kulak verseler
Neler söyleyecek belki.
İzliyor gerçekten kendisini arayanlarıNasıl izliyor bir görseniz
Az kulağı sevgi sözcükleri duysaSol yanı kıpırdansa
Kalkıyor ayağa
Ve aşk biliyor kendisine eziyet edenleriUnutmuyor, ayrılıp gidenleri.
UFUK SİLİK ”
‘‘ - Öyle ki,Teninde notalar barındırırcasına her dokunuşumda
kelimeler süzülürdü dudaklarımdan... Ahenk vardı gözbebeklerinde, çorak topraklar filizlenirdi
bir bakışı ile...
Tasviri yok bunun.
O gülümserdi.Bir melek var olurdu Tanrı’nın avuçlarında..”
EBRU YENİCEVARDARLI
‘- SENİ SEVİYORUM DİYEMİYORUM.’
Seni seviyorum demeyi çok istiyorum.Sevgimi anlatmak istiyorum
Körelmiş sözcüklerimle
Senle konuşmamı engelleyen,İçimdeki utangaçlık diye düşünüyorum
Bu yüzden cesaretimi toplayıpSeni seviyorum diyemiyorum
UFUK SİLİK ”-
‘‘-Benliğimde yankılanan sensizlik çanları rüzgar ile fısıldaşırken ‘ aşk’ diye bir meleğin katline daha boyun
eğiyorum.
Şimdi gözlerini kapat Josephine,Sadece seni diliyorum.”
EBRU YENİCEVARDARLI
VeHüzün sarmaşıkları saçlarına bir örgü ile işlenmişti. Karanlık, bedenini saran bir geceyi anımsatıyordu.
Teninden süzülen gözyaşları ise düş yıldızları misaliAvuçlarından bir bir gömülüyorlardı toprağa...
Dudaklarında,Anlam veremediğim bir karamaşa..
Buruk bir ton ile intihar ederken kelimelerİçimi sızlatan o masumiyetin çöküşü !
‘- Jessica, bu sen değilsin.’
EBRU YENİCEVARDARLI
‘‘ -Ben uzayda doğdum. Güneşin yüzüme vurduğunu hiç hissetmedim. Gerçek havayı soluyup suda yüzmedim.’’
97 yıl önce yaşanan nükleer kıyamet sonucunda insanoğlu kendi kendini yok etmiş, Dünya’nın bir kısmını yaşanmaz hale getirmiş ve medeniyet denilen kavramı yeryüzünden silmiştir. Bu nükleer kıyametten kurtulanlar felaket sıra-sında 12 uluslararası uzay istasyonuna sığınan 400 kişidir. Yıllar geçtikçe nüfus artmış ve bu insanların sayıları 4000’i bulmuştur. 12 uzay istasyonu artık birbirine bağlıdır ve sadece tek bir amaçları vardır... Hayatta kalmak. Fakat nü-fus artışı sebebiyle salgın hastalıklar başlar ve oksijen yet-mezliği birçok kişinin kronik hastalıklara yakalanmasına sebep olur. Yönetim buna bir çare bulabilmek için istas-yondaki 100 genç mahkumu yaşanabilir olup olmadığını test etmek için Dünya’ya yollarlar.
Dizimizin ana senaryosu bu. Evet, ben de ilk başta okudu-ğumda çok çekici bulmuştum. Kıyamet senaryolarına sahip diziler listemde her zaman bir numaradadırlar.
Fakat izlemeye başladıktan sonra bir sürü mantık hatası ve klişeler beraberinde geldi. Sanırım hayata pozitif bakan biri olduğum halde bu dizi hakkında olumlu pek fazla bir şey yazamayacağım.
*Bu satırdan sonra anlattıklarım izlemeyenler için ileriye dönük bilgi (spoiler) içermektedir.
Şu televizyonlarda akşam 8’den sonra başlayan filmleri bilirsiniz. Genelde izleyicisi az olan kanalların yayınladı-ğı filmlerde yer alırlar. Doğru bildiniz. Kendi başlarına birşeyler yapmak isteyen ıssız bir ormana kamp yapmaya gidip bir psikopatın pençesinde yaşamla boğuşan gençler-den bahsediyorum.
Uzaydan Dünya’ya gelene kadar iyiydi. Ta ki Octavia (Ma-rie Avgeropoulos) o yeşil çime basana dek. O dakikadan sonra kamera herkesi objektife alarak bir çekim yaptı. ‘Yapma be!’ dedim içimden. O kadar adam nasıl eksilecek de bir grup öne çıkacak. Çünkü sayı ne kadar fazla olur-sa senaryo o kadar dağılır kanımca. Bu yazıyı diziden beş bölüm izledikten sonra yazıyorum ve şu an sanırım 80 ci-varı kişi kaldı.
Fakat şöyle de bir şey var. Diziyi tutsa tutsa şu başta Finn’in (Thomas McDonell) ‘Grounders’ diye hitap ettiği felaketten bir yolunu bulup sağ çıkmış insanlar ayakta tu-tar. İlk bölümde Jasper’a (Devon Bostick) saplanan devasa mızrak bunların radyasyonun etkisiyle mutasyona uğra-mış etçil yaratık türünde bir ırk zannetmeme neden oldu. Fakat kendilerini beşinci bölümün sonunda gösterdiler. Zaten diziye dahil olduklarından beri ne zaman çıkacak-lar diye bakıyorduk.
Kadro her ne kadar kamp yapmaya giden ergen grubunu çağrıştırsa da bence başroldeki oyuncular bu tabuyu yıkı-yor. Öyle ki grubun yaş ortalaması araştırdığım kadarıyla 23 civarında. Bu da onları genç yetişkin grubuna sokar. Sergiledikleri davranışlara bir şey diyemeyeceğim. Özel-likle ilk iki bölümde Bellamy’nin (Bob Morley) ‘Asarım! keserim!’ muhabbeti canımı sıkmıştı.
Şu ana kadarki gözlemlerim neticesinde diziyi iki karak-terin götüreceğini düşünüyorum. Clarke Griffin (Eliza Taylor) ve Bellamy Blake (Bob Morley). Finn’i sorarsanız, bu iki karakterin gölgesinde kalacağını düşünüyorum. Ra-ven’in (Lindsey Morgan) Dünya’ya iniş yapmasıyla ne ka-dar arkadaşça tavır sergilese de Clarke ile aralarındaki bir mesafe olacaktır.
Bir de kafamı karıştıran bir durum var. İlk bölümde birbi-rine güvenmeyenler şimdi sıkı fıkı oldular. Bunun olması için 3 bölüm bence çok az. Ya olaylar çabuk gelişiyor ya da yönetmen izleyici kapmaya çalışıyor. Belki de ortak düş-manları nedeniyle birbirlerine güvenmek zorundalar.
Ama olaya bir de olumlu yanından bakın. Dizi Kass Mor-gan’ın ‘The Hundred’ isimli kitap serisine dayanıyor. Yani elde hazır senaryo var. Umarım senarist bunu mahvet-mez. FURKAN ÖZDEN
BAK BİZİM ŞARKIMIZI ÇALIYORLAR Oyunda ünlü ve başarılı bir besteci olan Vernon Gersch ile henüz kimsenin tanımadığı beş parasız söz yazarı So-nia Walsk arasındaki imkânsız aşk anlatılıyor.Birbirine zıt iki insanın bir araya gelme çabalarını ve bu yolda seyircinin kendi şarkısını söyleyip imkânsız aşka ta-nıklık edeceği oyun Türkçemize Yeşim Gökçe tarafından çevrilmiş.
Outer Critics ve Theatre World ödülüne hak kazanmış olan bu yapım yaşayan en önemli tiyatro yazarlarından Neil Simon tarafından yazılmış. Oyunda besteci Mar-vin Hamlisch ile söz yazarı Carole Bayer Sager arasında-ki aşkın gerçek hayattan hikayesini anlatıyor. Bu müzikli oyunun şarkıları da tahmin edersiniz ki tanınmış besteci Marvin Hamlisch tarafından bestelenmiş ve sözleri Carole Bayer Sager tarafından kaleme alınmış.Yönetmenliğini İskender Altın’ın yaptığı oyunun minik bir oyuncu kadrosu var: Vernon Gersch rolünde Niyazi Özgün Çoban, Sonia Walsk rolünde ise Gonca Coşkun.Bu da bir oyunu sadece kadronun ayakta tuttuğunu değil kadro ve senaryonun beraberce ayakta tuttuğunun kanıtı niteliğinde.
Öyle ki oyuncular az olsa bile senaryonun bu denli sizi içine çekişi kendinizi bambaşka bir dünyada bulmanıza neden oluyor. Oyunun kostüm tasarımlarını yapan Fun-da Karasaç’ı tebrik etmek isterim. Vernon’un kıyafetleri için fazla uğraşmağa değmez ama Sonia karakterinin kı-yafetlerini tam anlamıyla üstüne oturmuş. Böyle samimi ve çocuksu karakterini önplana çıkaran kıyafetler kulla-nılmış oyuncunun üstünde. Mekâna gelecek olursak, bu yazıyı yazmadan önce yaptığım araştırmalar neticesinde bazı şehirlerde mekân tasarımının seyirciyi hayal kırıklı-ğına uğrattığını düşünüyorum. Benim izlediğim sahnede arkaplan kocamandı. Boydan boya sahneyi kaplıyordu. Bunun sonucunda sahnedeki oyuncuların arkasında dev pencereler ve dev duvarlar oluşuyordu. Diğer şehirlerde de tam tersi olmuş sanırım. Mekân tasarımını bu yüzden pek sevemedim. Bu eksiği sebebiyle çok dikkat dağıtıyor-du. Oyunun müziklerinde dikkat ettiğim kadarıyla orjina-line sadık kalınmaya çalışılmış. Çünkü şarkıyı Türkçe söy-lerken bazı kısımlar kulağa batıyordu.Oyunculardan iksine de diyecek lafım yok ama bana göre öne çıkan oyuncu Gonca Coşkun’du. Belki hiperaktif bir genç kızı canlandırdığı için böyle düşünüyor olabilirim ama en azından Niyazi Özgün Çoban’ı gölgede bırakma-mış. 8 yaş üstü için uygun olan bu oyunu şehrinize geldi-ğinde kaçırmamanızı öneririm.
FURKAN ÖZDEN
GEZİ FOTOĞRAFÇILIĞI VE ÇEKİM TEKNİKLERİ
Gezi fotoğrafçılığı: Bireylerin özel gün veya tatillerinde planladıkları anılarını kalıcı olmasını sağlamak için belgelemek ve başkalarıyla paylaşmak için sergilediği bir anlayıştır.Gezilerde birçoğumuz anların kalıcılığnı sağlamak üzere ellerimiz fotoğraf makinelerine kayar peki bu gezilerde elde ettiğimiz görüntüleri nasıl etkili ve dikkat çekici bir hale getirebiliriz bu sayımızda da sizlere gezi fo-toğrafçılığı çekimleri hakkında tüyolar vereceğim.
Öncelikle gezi yapılacak coğrafi bölgenin özellikleri ,tarihi dokusu ,örf adet gelenek ve görenekleri hakkında küçük bilgilere sahip olmamız kompozisyon oluşturmada önem-li bir unsur olduğunu unutmamalıyız.Bu bilgiler ölçüsün-de fotoğraf makinemizin ekipmanlarını hazırlar ve çekim-ler için ortama hazır oluruz.Gezi fotoğrafçılığını daha elverişli hale getirmek için tür-lere ayırarak çekim tekniklerinden şu şekilde bahsedebili-riz.
KENT MANZARALARIKent fotoğraflarında kişisel görüşüm olarak şehre hakim olan yani tüm açıdan fotoğraflama imkanı olan bir yerde konumlanmaktır.Bu özellik sayesinde ince datay yada bü-tüne hakimlik sağlar.Kent fotoğrafçılığında bence en iyi anlar ve etkili kareler sağlamak istiyorsanız gece çekimle-rini tercih etmeniz ve uzun pozlama yaparak müthiş gö-rüntüler elde edebilirsiniz.
ESKİ MEKANLAR:Eski mekanlar olarak genelde saray-lar ,müzeler,kutsal mekanlar, yönetim binaları tabi bunları çoğaltabileceğimiz mekanlar yer alır.Bu mekanlarda eski-nin sosyal,ekonomik,siyasal açıdan bilgiler edinmemize katkı sağlayan mekanlar olarak sayabiliriz.Bu mekanların en etkili fotoğraflarını çekebilmemiz için bir rehber ışı-ğından hareketle o tarihi eserlerin çarpıcı özelliklerini ön plana çıkaran kompozisyon oluşturur ve içeriği hakkında karşımızda ki insanlara çağrışım uyandırır.
CADDELER VE SOKAKLAR:Birçoğumuzun yaşam se-rüvenleri cadde ve sokaklarda geçer çünkü yaşamın kalbi cadde ve sokaklarda atar her türlü sevinç, hüzün oralar-da geçer ve bunları çevremizdekilerle paylaştığımız ortak mekanlardır.Her şehirde önemli cadde ve sokaklarda bir çok yaşam öyküsüne şahit oluruz ve nedense o şehirlede yaşayanlar o mekanları benimder ve gezi için gelenlere
önemini vurgular.Cadde fotoğraflarında da yine kompo-zisyon oluşturmamız etkili unsurdur caddelerde bulunan dükkan,tramvay,insanlar düşünülerek haya gücümüzle bu unsurları bir bütün olarak karelememiz istediğimiz gö-rüntüleri elde edebiliriz.
DOĞA:Bu gezilerde etraftaki canlı,cansız her nesne kom-pozisyonunuz için elverişli unsurlardır örnek verecek olursa ağaçların suya yansıması ,bulutların ova,dağ,deniz gibi doğa harikaları üzerinde gölge yada leke etkisi oluş-turabilir.Kompozisyon için çok etkili olan doğa fotoğraflı-nızda etkili olabilecek unsurları kadraja almanız önemli-dir. Önemli bir bilgi olarak şunuda söyleyebilirim kendinizi,-fotoğraf makinenizi ve ekipmanlarınızın güvenlik tedbir-lerini almayı unutmayınız. Son olarak anlar güzeldir siz fotoğrafladığınız takdirde daha da güzelleşecektir. SAMET KÖSE