Top Banner
MALARI DER S ÇALI MALARI DER S ISSN: 2148-6166 Turkish Journal of Security Studies Cilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3 Cilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3 TJSS BİR HAK İHLALİ OLARAK ÖTEKİLEŞTİRME: GAZETELERİN ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDE SURİYELİ SIĞINMACILARIN ‘ÖTEKİ’ TEMSİLİ Othering As a Violation of Rights: Representation of Syrian Refugees As “Other”in ird Page of Newspapers NATO’NUN YENİ MİSYONU KAPSAMINDA AKDENİZ VE ORTADOĞU BÖLGESİNDE ARTAN ROLÜ NATO’s Growing Role Under the Scope of Its New Mission in the Mediterrenean and Middle East Region ŞİDDET VE İNSAN HAKLARI: SURİYE ÖRNEĞİ Violence and Human Rights: e Case of Syria HUKUKÎ ŞİDDET Legal Violence SAĞLIK HAKKI’NDA DEVLETİN KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ: SAĞLIK ÇALIŞANLARINA UYGULANAN ŞİDDET AÇISINDAN BİR İNCELEME Protection Obligatien of the State on Health Right: A Reviewer Violence Against Health Workers TEMEL SİYASAL KAVRAMLARDA SİYASETİN ARACI OLARAK “ŞİDDET” VE SİVİL TOPLUM “Violence” As a Tool of Politics in the Key Political Concepts and the Civil Society KADININ ŞİDDETE KARŞI KORUNMASINDA ROL OYNAYAN ULUSLARARASI METİNLERİN İNCELENMESİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Analysis of International Literature Having Role in Protection of Women Against Violence and Turkish Case TERÖRİZM: TANIM(LANAMAMAS)I, TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ, ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ VE MÜCADELE YÖNTEMLERİ Terrorism: (in-)Definability, Historical Change and Transformation, Stance in International Law and Methods of Fighting Against It Yavuz BAYRAM İbrahim AKDAĞ Ercan BALÇIK Rabia SAĞLAM Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ Yakup ŞAHİN
186

ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

Mar 19, 2019

Download

Documents

lamliem
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

MALARI DER S

ÇA

LIM

ALA

RI DER

S

ISSN: 2148-6166

Turkish Journal of Security Studies C

ilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3

Cilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3

T J S S

BİR HAK İHLALİ OLARAK ÖTEKİLEŞTİRME: GAZETELERİN ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDE SURİYELİ SIĞINMACILARIN ‘ÖTEKİ’ TEMSİLİOthering As a Violation of Rights: Representation of Syrian Refugees As “Other”in � ird Page of Newspapers

NATO’NUN YENİ MİSYONU KAPSAMINDA AKDENİZ VE ORTADOĞU BÖLGESİNDE ARTAN ROLÜNATO’s Growing Role Under the Scope of Its New Mission in the Mediterrenean and Middle East Region

ŞİDDET VE İNSAN HAKLARI: SURİYE ÖRNEĞİViolence and Human Rights: � e Case of Syria

HUKUKÎ ŞİDDET Legal Violence

SAĞLIK HAKKI’NDA DEVLETİN KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ: SAĞLIK ÇALIŞANLARINA UYGULANAN ŞİDDET AÇISINDAN BİR İNCELEMEProtection Obligatien of the State on Health Right: A Reviewer Violence Against Health Workers

TEMEL SİYASAL KAVRAMLARDA SİYASETİN ARACI OLARAK “ŞİDDET” VE SİVİL TOPLUM“Violence” As a Tool of Politics in the Key Political Concepts and the Civil Society

KADININ ŞİDDETE KARŞI KORUNMASINDA ROL OYNAYAN ULUSLARARASI METİNLERİN İNCELENMESİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Analysis of International Literature Having Role in Protection of Women Against Violence and Turkish Case

TERÖRİZM: TANIM(LANAMAMAS)I, TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ, ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ VEMÜCADELE YÖNTEMLERİTerrorism: (in-)Definability, Historical Change and Transformation, Stance in International Law and Methods ofFighting Against It

Yavuz BAYRAM

İbrahim AKDAĞ

Ercan BALÇIK

Rabia SAĞLAM

Esma Aydan DİKMEN

Gökhan AK

Levent KÜRBÜZ

Yakup ŞAHİN

MALARI DER S

ÇA

LIM

ALA

RI DER

S

ISSN: 2148-6166

Turk�sh Journal of Secur�ty Stud�es

Tel: +90 (312) 462 90 65 / 92 Fax: (312) 462 90 95

Turk�sh Journal of Secur�ty Stud�es Vol:17 Issue: 1

Vol:17 Issue: 1

T J S S

KAMU DÜZENİ, GÜVENLİK VE DEMOKRATİKLEŞME

BİR POST-SOVYET DÖNÜŞÜM HİKAYESİ: MAHALLE ÖLÇEĞİNDE GÜVENLİĞİN ÜÇ GÖRÜNÜMÜ

FOREIGN TERRORIST FIGHTERS (FTF): BREAK & END OF VIOLENT EXTREMISM, RADICALISM (BEVER)

TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN ANATOMİSİ

HUKUKİ METİNLERDEN UYGULAMAYA KOLLUK ZOR KULLANMA MODELİ

TÜRK POLİS TEŞKİLATINDA POLİS MEMURLARININ İŞE ALIM VE TEMEL EĞİTİM SÜRECİNDE YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

KİTAP İNCELEMESİ: POLİTİK PARANOYA NEFRETİN PSİKOPOLİTİĞİ

baskısı bulunmuyor)

Ayşe Çolpan KAVUNCU

Ufuk AYHAN

Yücel YİĞİT

Cenker Korhan DEMİR

Talha ÖVET

Hakan İNANKUL

Yakup ŞAHİN

Güvenlik Çalışmaları Dergisi

Page 2: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

Güvenlik Çalışmaları DergisiTurkish Journal of Security Studies

Cilt: 17 (3) Volume: 17 (3)

2015

Page 3: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

II Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ISSN : 2148-6166

Güvenlik Çalışmaları DergisiTurkish Journal of Security Studies

İmtiyaz Sahibi / Published byProf. Dr. Yılmaz ÇOLAK, Polis Akademisi Başkanı

Danışma Kurulu / Advisory Board

Prof. Dr. Nawal AMMAR, Ontario, CANADAProf. Dr. Mark COLVIN, Ohio, USA.Prof. Dr. Leslie W. KENNEDY, New Jersey, USAProf. Dr. Robert D. McCRIE, New York, USAProf. Dr. Robert REINER, London, UKProf. Dr. Doğan SOYASLAN, Çankaya Üniv.Prof. Dr. Feridun YENİSEY, Bahçeşehir Üniv.Prof. Dr. Minoru YOKOYAMA, Tokyo, JAPANProf. Dr. Şule TOKTAŞ, Kadir Has ÜniversitesiProf. Dr. Ruşen KELEŞ, Ankara ÜniversitesiProf. Dr. Eyüp G.İSPİR , TODAİ.Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ, Gazi ÜniversitesiProf. Dr. Onur Ender ASLAN, TODAİDoç. Dr. Burak TANGÖR, TODAİDoç. Dr. M. Akif ÖZER, Gazi Üniv.Doç. Dr. Peter MOSKOS, USA

Yayın Kurulu / Editorial Board

Prof. Dr. Ali BİRİNCİ, Polis AkademisiProf. Dr. Şafak Ertan ÇOMAKLI,Polis AkademisiProf. Dr. Birol AKGÜN, Necmettin Erbakan Üniv.Prof. Dr. Ali Resul USUL, Stratejik Araştırmalar Mrk.Prof. Dr. Ahmet İÇDUYGU, Koç ÜniversitesiDoç. Dr. Ali BALCI, Sakarya ÜniversitesiDoç. Dr. Mesut ÖZCAN, Diplomasi AkademisiDoç. Dr. İbrahim DURSUN, Polis AkademisiDoç. Dr. Bayram Ali SONER, Polis AkademisiDoç. Dr. Ufuk AYHAN, Polis AkademisiDoç. Dr. Hamit Emrah BERİŞ, Gazi ÜniversitesiDoç. Dr. Mehmet ŞAHİN,Gazi Üniversitesi

Editör / Editor in ChiefEditör Yrd.-Dil Editörü / Associate Editor (Language Editor)Yardımcı Editör / Assistant EditorYardımcı Editör/ Assistant EditorSekreterya / Secretary

: Doç. Dr. Ahmet Erkan KOCA: Yrd. Doç. Dr. Seda ÖZ YILDIZ: Öğrt.Gör. Yasin TURNA: Arş.Gör.Mehmet DEMİRBAŞ: Oya KONCAGÜL ERDOĞAN

Her hakkı saklıdır. © Güvenlik Çalışmaları Dergisi yılda üç kez yayınlanan hakemli ve süreli bir yayındır. Güvenlik Çalışmaları Dergisi’nde yayınlanan makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarların kendi kişisel görüşleri olup, hiçbir şekilde Polis Akademisinin veya Emniyet Genel Müdürlüğünün görüşlerini ifade etmez. Makaleler sadece dergiye referans verilerek akademik amaçla kullanılabilir. Güvenlik Çalışmaları Dergisi’ne gönderilen makaleler iade edilmezler.

Güvenlik Çalışmaları Dergisi, EBSCOhost, Criminal Justice Abstracts,TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı, Akademia Sosyal Bilimler İndeksi (ASOS Index) ve arastirmax Bilimsel Yayın İndeksi’nde yer almaktadır.

Yazışma Adresi / For Correspondence: Güvenlik Çalışmaları Dergisi

Güvenlik Bilimleri Enstitüsü MüdürlüğüPolis Akademisi, 06580 Anıttepe, Ankara / TÜRKİYETel: +90 (312) 462 90 65 Faks: +90 (312) 462 90 95

E-posta: [email protected]

Grafik / Tasarım / BaskıPolis Akademisi Başkanlığı Basım ve Yayım Şube Müdürlüğü

Fatih Sultan Mehmet Bulvarı No:218 06200 Yenimahalle - Ankara

Page 4: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

IIIJournal of Security Studies

İçindekiler

Editörden .................................................................................................. V

Yavuz BAYRAMBİR HAK İHLALİ OLARAK ÖTEKİLEŞTİRME: GAZETELERİN ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDE SURİYELİ SIĞINMACILARIN ‘ÖTEKİ’ TEMSİLİOthering As a Violation of Rights: Representation of Syrian Refugees As “Other” in Third Page of Newspapers ...................................................... 1

Rabia SAĞLAMHUKUKÎ ŞİDDET Legal Violence ........................................................................................ 37

İbrahim AKDAĞNATO’NUN YENİ MİSYONU KAPSAMINDA AKDENİZ VE ORTADOĞU BÖLGESİNDE ARTAN ROLÜNATO’s Growing Role Under the Scope of Its New Mission in the Mediterrenean and Middle East Region ................................................. 55

Esma Aydan DİKMENSAĞLIK HAKKI’NDA DEVLETİN KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ: SAĞLIK ÇALIŞANLARINA UYGULANAN ŞİDDET AÇISINDAN BİR İNCELEMEProtection Obligatien of the State on Health Right: A Reviewer Violence Against Health Workers .......................................................................... 79

Ercan BALÇIKŞİDDET VE İNSAN HAKLARI: SURİYE ÖRNEĞİViolence And Human Rights: The Case of Syria .................................. 97

Gökhan AKTEMEL SİYASAL KAVRAMLARDA SİYASETİN ARACI OLARAK “ŞİDDET” VE SİVİL TOPLUM“Violence” As A Tool of Politics in the Key Political Concepts and the Civil Society.......................................................................................... 117

Page 5: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

IV Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Levent KÜRBÜZKADININ ŞİDDETE KARŞI KORUNMASINDA ROL OYNAYAN ULUSLARARASI METİNLERİN İNCELENMESİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Analysis of International Literature Having Role in Protection of Women Against Violence and Turkish Case ...................................................... 129

Yakup ŞAHİNTERÖRİZM: TANIM(LANAMAMAS)I, TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ, ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ VE MÜCADELE YÖNTEMLERİTerrorism: (in-)Definability, Historical Change and Transformation, Stance in International Law and Methods of Fighting Against It ......... 145

Page 6: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

VJournal of Security Studies

Editörden

Bu sayıda, ağırlıklı olarak ‘şiddet’ konusu etrafında dönen sorunlar Dergi-mizin konusunu oluşturuyor. Bilindiği gibi, şiddet, bireysel ve toplumsal hayatın barış ve uyum içerisinde sürmesini kesintiye uğratan, insanın hem sorunlarla baş edemediğinde hem de bir baş etme aracı olarak başvurabil-diği, psikolojik ve sosyolojik yanları olan çok boyutlu, karmaşık bir konu. Yasaları uygularken ve düzeni sağlarken devletin en çok ihtiyaç duyduğu ve bu alandaki yetkisini polis eliyle kullanırken kuralların dışına çıkma potansiyeli taşıdığı, hukuk devleti ve insan hakları ilkelerini fazlasıyla il-gilendiren ama aynı zamanda siyasal karakteri de oldukça belirgin olan çelişkili bir alan. Hem bir korunma mekanizması hem de bir saldırı; hem bir adaletsizlik kaynağı hem de ahlaki bir adalet aracı olarak devletin -ve kolluk güçlerinin- tekelinde ama bir o kadar da toplumsal ve bireysel alana yayılmış halde gündelik biçimleriyle karşımıza çıkan şiddet konusu hiç şüphesiz analize kolay gelmeyen, farklı yaklaşımları ve dalları işin içine katmayı gerektiren de bir konu; tartışmalı, girift bir mesele.

Bu meseleye dair ilk makalede Yavuz Bayram, medyanın, ‘ötekileştirici’ yayın yapma biçimleri üzerinden temel insan haklarını görmezden geldiği ve sıklıkla ihlal ettiğini 3.sayfalarda yer alan ‘polis-adliye’ konulu haberler üzerinden ele alıyor. Rabia Sağlam, modern hukuk sisteminde ortaya çıkan ‘hukuki şiddet biçimleri’ne odaklanarak hayatımızı belirleyen kuralların ve hukuki süreçlerin örtük bir biçimde nasıl şiddete dönük işlediğini ve baskı oluşturduğunu ayrıntılı olarak ortaya koyuyor.

Şiddet teması dışında kalan bir konu olarak İbrahim Akdağ, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte NATO küresel işbirliği yoluyla kolektif bir savun-ma örgütünden kolektif bir ‘güvenlik örgütü’ne dönüşme sürecini irdeliyor. Esma Aydan Dikmen, son yıllarda artarak devam eden bir problemi, sağlık çalışanlarına yönelik sergilenen şiddeti ve bu konudaki devletin koruma yükümlülüğünü masaya yatırıyor. Ercan Balçık, Suriye’de yaşanan şiddet sarmalını insan hakları örgütlerinin raporlarına dayanarak çözümlüyor. Gökhan Ak, ‘Temel Siyasal Kavramlarda Siyasetin Aracı Olarak Şiddet ve Sivil Toplum’ başlıklı makalesinde ‘toplumsal olan’ın ‘siyasal olan’ı; ‘si-yasal olan’ın ise hem düşünsel hem de maddi anlamda ‘şiddet’e etki ettiği savını tartışmaya açıyor. Levent Gürbüz, kadının şiddete karşı korunma-sında rol oynayan uluslarararası metinleri Türkiye bağlamında inceliyor. Son olarak Yakup Şahin, terörizmin tanım sorununu, tarihsel dönüşümünü,

Page 7: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

VI Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Uluslararası hukuktaki yerini ve mücadele yöntemlerini kapsamlı olarak masaya yatırıyor.

Güvenlik Çalışmaları Dergisi, bir sonraki sayıda ‘terör’ temasıyla yayın hayatına güçlenerek devam ediyor,

İyi okumalar...

A.Erkan Koca Editör

Page 8: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

1Journal of Security Studies

BİR HAK İHLALİ OLARAK ÖTEKİLEŞTİRME: GAZETELERİN ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDE

SURİYELİ SIĞINMACILARIN ‘ÖTEKİ’ TEMSİLİ

Othering As a Violation of Rights: Representation of Syrian Refugees As “Other” in Third Page of Newspapers

Yavuz BAYRAM*

ÖZET:Günümüzde medya insan hakları bakımından iki yönlü bir işlev görmektedir. Bir yandan medya yaptığı haberlerle insan haklarının korun-masını ve kollanmasını yüceltirken bir yandan da kullandığı dille bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde insan haklarını çiğnemektedir. Medyanın bir yan-dan insan haklarına ilişkin yapmış olduğu haberlerle ateşli bir hak savu-nuculuğu yaparken, diğer yandan da herhangi bir konuya ilişkin yapmış olduğu haberlerde insanların en temel haklarını kullandığı dille görmezden gelişi önemli bir paradoks olarak ortada durmaktadır. “Ötekileştirme” kav-ramını kısaca kendimizden farklı gördüğümüz kişileri dışlama, yabancı-laştırma, düşman haline getirmek olarak tanımlamak mümkündür. Medya özellikle yapmış olduğu haberlerde “öteki” olmayı haber değerini arttıran önemli bir unsur olarak görmektedir. Oysa medya haber değerini arttıran “öteki”yi bazen bir hırsız, bir cinayet zanlısı olarak ön plana çıkarırken “öteki”nin ait olduğu toplumsal grupları açık bir hedef haline getirdiğini çoğu zaman anlayamaz ya da anlamak istemez. Bu açıdan bakıldığında medyada ötekinin sorunlu temsili önemli bir insan hakları ihlali konusu olabilmektedir. Yapılacak olan çalışmada medyanın ötekileştirerek aslında temel insan haklarını nasıl görmezden geldiği ve ötekine uygulanan top-lumsal şiddetin ve nefretin nasıl önemli bir aracı haline gelebileceği irde-lenecektir. Bu amaçla 2011 yılından bu güne Türkiye’de önemli bir sorun haline gelen “öteki” olarak konumlandırılabilinecek Suriyeli sığınmacıla-rın özellikle gazetelerin polis-adliye ve aktüalite haberlerini kapsayan 3. sayfalarında nasıl temsil edildikleri incelenecektir. Seçilecek yüksek tiraj-lı ana akım medyaya ait gazetelerin belirli bir zaman diliminde konuya ilişkin haberlerinde ‘öteki’nin söylemsel olarak nasıl inşa edildiği ortaya konulurken eleştirel söylem analizi tekniği kullanılacaktır. Çalışma sonun-da Suriyeli sığınmacıların medyada üçüncü sayfa haberlerinde sorunlu bir şekilde ötekileştirildikleri, bu ötekileştirme yapılırken de temel insan hak-

Page 9: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

2 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

larının ihlal edildiği, ötekiye karşı nefret suçunun işlendiği ve dolayısıyla da medyanın temel insan haklarını suiistimal eden bir araç haline geldiği bulgularına ulaşılacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: İnsan Hakları, Ötekileştirme, Medya, Eleştirel Söy-lem Analizi,

ABSTRACT:Today, media has two-way function in terms of human rights. On one hand media glorifies the protection and observance of hu-man rights with its news, on the other hand violates the human rights con-sciously or unconsciously with the language that it uses. It is an important paradox while media shows a fiery advocacy of rights with its news on human rights, on the other hand ignores the basics rights of human with the language that it uses in the news about any issue. Briefly it is possible to define “othering” as exclusion, alienation of people we consider dif-ferent from ourselves and making them enemies. Media, especially in its news, evaluates being “other” as an important element that increases the newsworthiness. However media features the “other”, which increases the newsworthiness, sometimes as a thief or a murder suspect, usually do not understand or don’t want to understand that it makes the group which the “other” is belong to as a clear target. When considered from this point of view, problematic representation of the other in media could be an impor-tant issue of violation of human rights. In this paper it will be scrutinised how media ignores the basic human rights by othering and how it can be an important tool of the social violence and execration to other. For this purpose, representation of Syrian refugees, who became an important issue since 2011 in Turkey and can be considered as the “other”, will be analysed especially on the third papers of newspapers that covers the current event and criminal news. Critical discourse analysis will be used to explain how the newspapers with mass circulation, which belong to mainstream media, construct the “other” in discourse in the related news in a specific time peri-od. It is considered that the following results will be achieved at the end of the analyses: Syrian refugees are othered in a problematic way on the third page news in the media, while othering them there are violations of human rights and hate crimes against other and so media becomes a tool abusing the basic human rights.

Keywords: Human Rights, Othering, Media, Critical Discourse Analysis.

Page 10: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

3Journal of Security Studies

Giriş

Gündelik hayatta insanoğlunun basit iletişim çabalarında bile toplumsal yapıda ve dolayısıyla bireyde de yerleşik olan söylem/söylemler farkında olmadan kullanılmaktadır. Toplumsal yapı bu söylemlerin bir kısmını ta-rihsel süreç içerisinde üretirken, diğer bazı söylemler de kitle iletişim araç-larında çalışan profesyonellerin ve bu araçların örgütlü yapılarının bilinçli çabaları ile ortaya çıkar. Uzun zamandır kitle iletişim araçları bireylerin en önemli enformasyon kaynağı olarak kabul edilmektedir. Bu araçlar bi-reylere enformasyon sağlarken aynı zamanda bir takım ideolojik tutum ve davranış kalıplarını da bireylerin bilişsel haritalarına işlemektedirler. Bi-reylerin bilinçaltından başlayarak bir tutum ve davranış geliştirdiği nokta-ya kadar devam eden bu etki olayı kitle iletişim araçları ile bir şekilde ilgisi olan en azından bu araçların ürünlerini okuyan, izleyen veya dinleyen bi-reylerin tümünde farklı düzeylerde farklı etkiler ortaya çıkarabilmektedir.

Kitle iletişim araçlarının en önemli ürünlerinden olan haber basitçe ger-çekleşen veya olanın doğrudan aktarımı değildir. Haber bir takım süreçler-den geçerek okuyucuya/izleyiciye/dinleyiciye ulaşır. Bu süreçlerde medya profesyonellerinin bir şekilde farklı payları vardır. Bu profesyoneller ele aldıkları haber malzemesini kendi değer yargıları, ideolojileri ve medya or-ganizasyonunun yaklaşımı gibi bir takım faktörlerin etkisiyle yoğurmakta ve alıcı konumundaki bireye aktarmaktadırlar. İşte bu noktada haberin her zaman doğasında olan kurgusal müdahaleler ortaya çıkabilmektedir. Bu durum okuyucunun haberdar olurken bilinçaltına dünyayı yorumlamanın bir takım mesajlarını göndermektedir. Özetle söylem ya da söylem inşası olarak adlandırılabilecek bu olgu yazılı ya da yazısız, görsel ya da işitsel tüm konuşmaların/metinlerin içinde olabilmektedir.

Yapılan bu çalışmada da söylemin gazete haberlerinde ‘öteki’ni nasıl inşa ettiği eleştirel bakış açısıyla ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu amaçla çalışmada öncelikle söylem kavramından kısaca ne anlaşılması gerektiği açıklanmış, daha sonrada söylem analizi ile bu çalışma için de temel ana-liz yöntemi olan eleştirel söylem analizi ortaya konulacaktır. Daha sonra gazetelerin kurgusal müdahalelerin en az işleyebildiği kabul edilen üçüncü sayfa haberlerinde haberi oluşturan profesyonellerin kendi ideolojilerini ve değerlerini Türkiye’de son zamanlarda yabancı olmasının yanında birçok şehirde gündelik hayatın içinde yer alan Suriyeli sığınmacıların nasıl res-medildikleri ve nasıl söylem yoluyla ötekileştirildikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Page 11: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

4 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

1. Söylem

Söylem kavramı dilin bir ürünüdür. Bu ürün hakkında yapılan farklı tanım-lar “söylem” kavramının farklı boyutlarına vurgu yapar. Kavramın toplum-sal etkileşim yönüne dikkat çeken Gee (2005, s.32’den aktaran Gür, 2013, s.190) söylemi sosyal bir kurum olarak kabul gören dilin bireysel kulla-nım, düşünme, değerlendirme, yorumlama, eylem ve etkileşimlerin uygun zamanda, uygun bağlamda ve uygun araçlarla ifade edilmesi ile oluşmuş dilsel yapılar olarak tarif eder. Kocaman (2009, s.5’den aktaran Gür, 2013, s.190) ise söylemin gündelik hayatta alan yazında farklı kullanımlarına vurgu yapmaktadır. “Bu farklı kullanımlar ise şunlardır; görüş ve bakış açı-sı, anlatım şekli, kişi ya da topluluğa ait özellik taşıyan öğretiler, ideoloji, sözlü ya da yazılı metinler, biçen, dil, sav ve görüşlerdir”. Söylem bilinçli konuşmalarımız veya yazılarımız içerisinde olabileceği gibi, çoğu zaman gündelik konuşmalarımızda anlamsız gibi görünen ifadelerin içerisinde de yer alabilmektedir. Sözen’e göre gündelik bir konuşmada “bildiğini söy-lememe, bilmediği konularda geçiştirici ifadelerde bulunma eylemleri, tek başına bir anlam ifade etmese de söylem içinde kesinlikle bir anlama sa-hiptir. Söylemi anlaşılabilir kılan, anlatım/ifade ve beyanların nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktıkları, söylemleri kullanan söylem aktörlerinin kimliğidir”. (1999, s.13). Özetle söylem bilinçli bir çabanın ürünü olabi-leceği gibi kültürel kodlara işlemiş gündelik bir eylemin sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Söylemi önemli kılan şey söylemde bulunan kişi, söyleyiş zamanı, söyleniş biçimi ve yeridir.

Potter’a göre söylemler bireyler tarafından yaratılmaz. Sosyal düzeyde var olan söylemler anlamı inşa ederler. Böylelikle toplumlar mevcut sembol-ler ile anlamlar arasında bağ kurmuş olur. Toplumlar bu şekilde konular, olaylar ve olgular üzerinde nasıl düşünecekleri ya da iletişim kuracaklarına ilişkin bir takım söylemsel pratikler kazanırlar (Potter, 1996’dan aktaran Çelik-Ekşi, 2008, s.100). Fairclough ve Wodak’a göre de bu söylemsel pratikler “sosyal sınıflar arasındaki, kadın ile erkek arasındaki ve etnik/kültürel azınlıklar ile çoğunluklar arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin üretil-mesine ve yeniden üretilmesine yardım ederek- şeylerin ve insanların po-zisyonlarını yeniden sunmak yoluyla önemli bir ideolojik etkide bulunuyor olabilir” (1997, s.258). Van Dijk’a göre dil kullanımı ve söylem ideolojileri nasıl edindiğimizi, öğrendiğimizi ve değiştirdiğimizi etkilemektedir. Şöyle ki, söylemimizin pek çoğu özellikle bir grubun üyesi olarak konuştuğumuz zaman kanaatler temelinde ideolojik olarak ifade edilir. İdeolojik düşünce-lerimizin pek çoğunu okuyarak ve diğer grup üyelerini, başlangıçta ailele-rimizi ve akranlarımızı dinleyerek öğreniriz. Sonra ideolojileri televizyon seyrederek, okulda ders kitaplarını, ilanları, gazeteleri, romanları okuyarak ve meslektaşlarımız veya arkadaşlarımızın her gün kendi aralarında kur-

Page 12: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

5Journal of Security Studies

dukları çeşitli şekillerdeki konuşma ve diyaloglar arasına katılarak öğreni-riz (Van Dijk, 2003, s.9). Kısacası söylem ve söylemi yaratan dil bireylerin ideolojiyi benimsemesini, öğrenmesini ve değiştirmesini etkilediği gibi ideolojiden kaynaklanan bir takım toplumsal çarpıklıkların her gün yeni-den üretilmesine de katkıda bulunur.

Söylemler bilinçli bir çabanın ürünüdür aslında. Bireyin herhangi bir konu hakkında anlık olarak ifade ettiği görüşler gibi algılanmamalıdır. Söylem-lerin birbiriyle ilişkili metinlerin bir ürünü olduğunu ifade eden Parker, bu birbiriyle ilişkili metinlerin üretimi, anlamlandırılması ve yayılması ile birlikte söylemlerin dilsel yapılar olarak ortaya çıktığını ifade eder. Parker diğer tanımlardan farklı olarak söylemlerin ortaya çıkabilmesi için metin-lerin birbirleriyle ilişkili olmasını ön şart olarak ileri sürer ve bunun için de birçok metnin birleşmesinin ve birbirleri ile ilişkili olmasının gerekti-ğini vurgular (Parker, 1992’den aktaran Gür, 2013, s.190). Buna karşın Ong, hem yazılı hem de sözlü söylemden bahsetmenin mümkün olduğunu ifade eder. Ong’a göre yazılı ve sözlü söylem arasındaki en büyük fark yazılı söylemin, sözlü söylemden daha ayrıntılı ve sabit dilbilgisi kural-ları geliştirmiş olmasıdır. Yazıdaki anlam, dilin düzenlenişiyle ilgiliyken sözlü söylem, yazılı söylemdeki gibi, dilbilgisine gerek kalmadan anlamın belirlenmesine yardımcı olan canlı bir ortama sahiptir. Bir diğer farklılık ise yazılı söylemde anlam dilin kendisinde yoğunlaşırken, sözlü söylemde anlam, bağlamdan doğar (Ong, 1995, s. 54, 122, 128’den aktaran Sözen, 1999, s.36). Bağlam kavramına gelmeden önce son olarak Sözen’in söyle-me ilişkin değerlendirmelerine değinmekte fayda var.

Sözen söylemi sadece dil ve dil pratiğinin bir ürünü olan metinler ile sınır-lamaz. Ona göre Batılı bir felsefenin ürünü olarak söylem basit olarak kul-lanılan bir dil ve dil pratiği olsa da dil kullanımına dayalı dil bilimin gele-neksel öğeleri (cümle, paragraf, metin vs.) ile sınırlı değildir. Söylem, sos-yal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi sosyal hayatın diğer yönleriyle de ilişkilidir (Sözen, 1999, s.20). Aslında sosyal hayatın bu diğer yönleri söylemin çıkmasını ve devam etmesini de sağlar. Şöyle ki; söylem denilen şey toplumsal bir etkileşimin ürünü olarak ortaya çıkar. Bu toplumsal etki-leşimi sağlayan şey ise sosyal, kültürel, psikolojik, tarihsel, dilbilimsel ve iletişimsel unsurlardır. Bu unsurların toplamı da “bağlam”ı oluşturur. Yani bir söylemin ortaya çıkıp, devam edebilmesi için belirli bir bağlam içinde ifadelendirilmesi gerekir. Gür kısaca bağlamı, söylemin ortaya çıktığı ve devam ettiği sosyal, kültürel, psikolojik, tarihsel, dilbilimsel ve iletişim-sel unsurlardan oluşan şartlarla ortaya çıkan bütünlük (Gür, 2013, s.190) olarak tarif etmiştir. Bağlam söylemin ortaya çıkıp anlam kazanabilmesi için önemlidir. Çünkü birer dilsel ürünler olarak söylemler kişilerin dilsel çabalarına dayanır. Dilsel çabalar ise bireyin içinde yaşadığı toplumdan,

Page 13: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

6 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

çevreden, tarihsel süreçten kısaca bireyin bağlamından önemli ipuçları ta-şır. Bağlam inceleme birimi olarak ele alındığında ise herhangi bir ifade içinde yer alan dilbilimsel bir birimin veya iletişimle ilgili bir mesajdaki öğenin önünde ve arkasında yer alan birim veya öğeler bütünü olarak da tanımlanabilir (Bilgin, 2003, s.44). Bu anlamda kelime ve mesajların bir ardılanından yani bağlamından da söz etmek mümkündür.

2. Söylem Analizi

Söylem analizi özellikle sosyal bilimler alanında nicel ve nitel veri analizi tekniğine bir alternatif olarak ortaya çıkmış, birçok çalışmanın temel ana-liz tekniği haline gelmiştir. Söylem kavramını temel alan bu tekniğin kök-lerini yapısalcılık, post-yapısalcılık, post-modernizm ve hermenötik gibi fikir akımları ve bilim dalları beslemiştir. Bunlar dili, anlamı ve metni nasıl yorumlamalı ve anlamalıyızı açıklamaya çalışmışlardır. 1950’lerde ortaya çıkan ve temelleri Saussure tarafından ortaya atılan yapısalcılık akımına göre dili nesne durumuna getirmek gerekir. Ona göre dil düşüncenin aracı değil, aksine düşünce dilin aracıdır. Dil gerçekliği yansıtmaz, gerçekliği üretir ve sözcüklerin anlamını nesneler değil, dil belirler. Yapısalcılığın bu görüşleri dili tarihsel gelişiminden bağımsız kapalı bir sistem olarak görmek olarak eleştirilmiştir. Bu durum dile ilişkin post-yapısalcı düşün-ceyi ortaya çıkarmıştır. Post-yapısalcılara göre her şey bir yapıdır ve bu yapının merkezi ve sınırı yoktur. Dil kendi içinde kapalı bir sistem değil aksine açık ve esnek bir sistemdir (Orkunoğlu, 2007’den aktaran Çelik-Ek-şi, 2008, s.102). Sözen’e göre post-yapısalcı yaklaşım metin merkezli bir yaklaşımdır. Yapısalcıların ileri sürdüğü gibi her metnin arkasındaki ya-pılara bakmak yerine okuyucuyu merkeze almak gerekir. Metnin anlamı-nı belirleyen yazar değil, okuyucudur. Her metnin birden çok okuyucusu olduğu için birden çok anlamı da vardır. Sözen’e göre yapısalcılık, yazarı öldürmüştür. Pos-yapısalcılık ise, bu öldürme faaliyetini genişletmiş, ya-zarı öldürerek metni ve okuyucuyu ön plana çıkarmıştır (1999, s.54-55).

Post-modernizm ise felsefenin merkezine dili yerleştirir. Postmodernistler dil konusunda ‘dilin gerçekliği yansıtmaz’ ve ‘dil gerçekliği artık yansıta-maz’ şeklinde iki ana eğilime sahiptirler. İlk eğilimdekiler dilin gerçekliği yansıtma yeteneğinde olmadığından hareketle dil ile gerçeklik arasında-ki ilişkiyi savunan tüm dilbilimsel teorileri reddederler. Postmodernizme göre dil, dilin yapısı içinde bulunan öğeler arasındaki bir ilişkinin öğesidir. İkinci eğilimdekiler ise yaşanılan çağın simülasyon çağı olduğunu dolayı-sıyla da simülasyonun gerçeklikle ilişkisi olmadığını savunurlar. Gerçek-lik yerini hiper-gerçekliğe bırakmıştır. İmgelerin ve göstergelerin çağında dilin gerçekliği yansıtması söz konusu değildir. Post-modernizm yazarı yıkmış, metni dönüştürmüş ve okuru yeniden yönlendirmiştir (Orkunoğlu,

Page 14: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

7Journal of Security Studies

2007’den aktaran Çelik-Ekşi, 2008, s.103). Hermenötik başlangıçta kutsal metinleri yorumlamasının ardından zamanla anlam genişlemesine uğramış ve tüm beşeri söylem veya ifadeye yorumlamaya başlamıştır. Hermenöti-ğin temelindeki anlayışa göre tüm metin veya söylemler, yorum yoluyla ortaya konması gereken pek çok anlamı içlerinde taşırlar (Bilgin, 2003, s.147).

Söylem analizi literatürde ilk kez Zelling Harris’in 1952 yılında aynı isimle yaptığı çalışmasına dayanır. Buna karşın söylem analizini sosyal bilimlerde bir araştırma tekniği haline Fransız bilim insanı Foucault ge-tirmiştir. Bunu da sosyal olayların ve toplumsal güç mücadelesinin ardı-lanını yorumlarken söylem üzerine eğilinmesi gerektiğini ifade ederek yapmıştır. Foucault söylemlerin yorumlamalarından yapılan çıkarımların bilgiyi oluşturduğunu ifade ederek, söylemi toplumsal yapının merkezine oturtmuştur (Gür, 2013, s.193). Zamanla söylem analizi yukarıda da de-ğinildiği gibi farklı felsefi akım ve düşüncelerden etkilenmiş, farklı bilim dalları içerisinde kullanılan bir analiz tekniği haline gelmiştir. Sözen de bu noktaya dikkat çekerek söylem analizinin bu kadar farklı yaklaşımı içinde barındırmasının söylem analizi denilen yöntemin nasıl bir analiz yöntemi olduğu sorusunu akla getirebileceğini belirtmiştir. Sözen’e göre bu analiz “bir sosyolinguistik çalışma, metin analizi, sosyal analiz ve bütün bu analiz türlerini içine alan refleksif ya da eleştirel bir analizdir. Bu analiz, dili bir eylem, iletişim formu, sosyal pratik olarak görme ve yorumlama özelliği taşır. Söylem analizi refleksiviteye bağlı olarak eleştiriye ve özeleştiriye açık bir analizdir. Söylem analizinde bulguları anlamak ve yorumlamak konusundaki köklü etkiler geleneksel yöntemlerden gelir. Analizin nesne-si, sözlü, yazılı ve sözsüz metinledir” (1999, s.81-82). Bu noktada refleksi-vite kavramı üzerinde durmak gerekir. Refleksivite kısaca kendi hakkında, kendi üzerinde düşünen, kendini bir obje gibi ele alıp bakabilen öznenin durumunu ifade eden kavramdır (Bilgin, 2003, s.308). Dolayısıyla söylem analizinin öz eleştiriye açık, analizi yapanın yaptığı analizi her zaman sor-gulayabileceği bir analiz türü olduğu söylenebilir.

Söylem analizleri dilsel yapılardan hareketle sözlü, sözsüz, yazılı ve yazı-sız tüm ifade ve metinlere uygulanabilen bir analizdir. Bu analiz özellikle dilsel ürünlerin altında yatan egemenlik ve güç ilişkilerini açığa çıkarabil-me amacı taşır. Söylem analizinin kendisi de aslında söylem üretir. Yani inceleme birimi söylemler olmasına rağmen ortaya koydukları ürünlerin kendisi de söylem analizine tabi tutulabilir. Fairclough söylem analizinin bu özelliklerini şöyle özetlemektedir: “Söylem analizi, sosyal araştırma-lar içinde bir yöntem olup, mevcut söylemleri yeniden üretme, değiştirme, dönüştürme ya da mevcut söylemlerin özelliklerini açığa çıkarma özelliği-ne sahiptir. Söylem analizleri; açıkça söylem üretme yollarıdır. Her sosyal

Page 15: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

8 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

araştırma gibi söylem analizi de “verilere”, “analiz” ve “sonuçlara” daya-nır” (Fairclough 1998, s. 225’den aktaran Sözen, 1999, s.83). Söylem ana-lizini çeşitli bilim dalları günümüzde kendi varsayımlarına çözüm getire-cek şekilde farklı biçimlerde kullanabilmektedir. Yani farklı disiplinlerdeki araştırmacılar ellerindeki verilerin niteliğine ve amaçlarına göre söylem analizinin farklı tekniklerini kullanabilmektedir. Örneğin dilbilim ile uğ-raşan araştırmacılar daha çok dilbilimsel yapılar olan cümle, kelime, tam-lama, zarf gibi özellikler üzerinde dururken, siyaset bilimi ya da iletişim alanından araştırmacılar söylemin eleştirel kısmına daha çok odaklanarak kelimelerin veya cümlelerin arkasında yatan ideolojinin ve bu ideolojinin doğurduğu eşitsiz güç ilişkilerinin ortaya çıkarılmasını amaçlar.

Söylem analizinin çalışma konuları çok çeşitlidir. Bu çalışma konuları ül-kelere ve kıtalara göre farklılıklar gösterebilmektedir. Sözen’e göre söylem analizinin önemli ismi Foucault’nun ve diğer Fransız bilim insanlarının çalışmalarında Fransa’yı görmek mümkündür (Sözen, 1999, s.84). Ger-çekten de söylem literatürüne bakıldığında Avrupa ülkelerinde yapılan çalışmaların daha çok cinsiyet, ırkçılık, güç ilişkileri, çevre gibi konular üzerine odaklanırken, Türkiye gibi ülkelerde yapılan çalışmaların da daha çok ülke sorunlarına ilişkin (terör, insan hakları, töre vb.) olduğu görülür. Söylem analizinin materyallerini ise daha çok yazılı metinler oluşturmak-tadır. Gazete haberleri, edebi metinler, raporlar, bilimsel yazılar gibi her tür yazılı materyal söylem analizine tabi tutulabilir. Bu yazılı metinlerin analize tabi tutulabilmesini Sözen söylem analizini bir avantaj olarak gö-rür. Çünkü ona göre bu yazılı materyallerin hepsi araştırmacının etkisi ya da yönlendirmesine maruz kalmayacak şekilde doğal kayıt ve belgelere dayalıdırlar (Sözen, 1999, s.95). Yazılı metinler dışında yazısız metinler de söylem analizcileri tarafından incelenir. Örneğin Ruth Wodak 2006 yılında yapmış olduğu bir çalışmada doktor-hasta diyaloglarını söylem analizine tabi tutmuştur1. Bunun dışında ki örnekleri arttırmak mümkündür. Özetle söylem analizinin örneklem evreni arttırılabilir. Bu evren gündelik diya-loglardan gazete haberlerine kadar yazılı ve sözlü, sözsüz iletişimin çeşitli örneklerini kapsar.

3. Eleştirel Söylem Analizi

Söylem analizinin özellikle yazılı metinlerde güç, mücadele, toplumsal ilişkiler ve gücün dağılımı üzerinde duran çalışmaları zaman içerisinde eleştirel söylem analizi olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Batılı ülkeler-deki Marksizmi temel alan söylem analizcileri yerleşik ideolojik söylem-

1 Bknz. Wodak, R., (2006), Medical Discourse: Doctor–Patient Communication. In: Keith Brown, (Ed-itor-in-Chief) Encyclopedia of Language & Linguistics, Second Edition, volume 7, pp. 681-687. Oxford: Elsevier.

Page 16: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

9Journal of Security Studies

leri yaptıkları çalışmalar ile eleştirmiş, söylem analizinin dil bilim dışın-daki çalışmalarının eleştirel tarafa kaymasına neden olmuştur. Bu analizin önemli isimlerinden Fairclough ve Wodak eleştirel söylem analizinin Batı Marksizmi ile gelişen bir analiz tipi olduğunu ve Batı Marksizminin sade-ce ekonomik temele değil, toplumun kültürel boyutlarına, ideolojik kültüre ve kapitalist sosyal ilişkilere de vurgu yaptığını belirtirler (Fairclough ve Wodak, 1998, s.260-261’den aktaran Sözen, 1999, s.143).

Foucault’nun çalışmaları eleştirel söylem analizine öncülük etmiştir. Eleş-tirel söylem analizinin ilk örneklerini Austin (1962), Searle (1969), Wit-tgenstein (1953), Foucault (1972), Van Dijk (1993), Halşidey ve Hasan (1989), Hymes (1972)’in çalışmalarında görmek münkündür. Özellikle Teun A. Van Dijk yapmış olduğu çalışmalarla bu gün eleştirel söylem ana-lizinin en çok bilinen ismidir. Van Dijk’a göre eleştirel söylem analizi daha çok toplumdaki güç ve hakimiyet ilişkilerinin yasallaştırılması, onaylan-ması, meşrulaştırılması, dönüştürülmesi, yeniden yapılandırılması ya da bunlara meydan okunması üzerine odaklanır. Ona göre eleştirel söylem analizi var olan paradigmalar ve üsluplar yerine sosyal problemler ve po-litik sorunlara odaklanırken sadece söylem yapılarını tanımlayıp açıkla-maz, aynı zamanda bu söylemlerin sosyal yapı ile etkileşimini de başarı ile açıklar (Van Dijk, 2003, s.352-372). İdeoloji, güç, hiyerarşi ve cinsiyet gibi sosyolojik değişkenlerin her biri ya da hepsi metinlerin yorumlanması ve açıklanması ile alakalı konular olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bu konular farklı meslek ve alanlardan araştırmacılar tarafından araştırılırken eleştirel söylem analizi en çok kullanılan analiz tekniği olmaktadır. Son zamanlarda cinsiyet konuları, ırkçılık konuları, medya söylemleri, politik söylemler veya kimliğin farklı boyutları önemli araştırma konuları haline gelmiştir (Wodak, 2002, s.6). Linguistik ile uğraşan bilim insanlarının ilk çabaları ile söylem analizi ve daha ötesinde eleştirel söylem analizi uzun zamandır bilinen bir araştırma ilişkisidir. Buna karşın söylem ve söylem analizine siyaset ve medya gibi bilim dallarından gelen ilgi görece yenidir.

Gazetelerde yeni tip ırkçılığın izlerini eleştirel söylem analizi tekniği ile süren Peter Teo söylem analizinin eleştirel yaklaşımının genellikle haber metinleri, politik görüşmeler, danışma ve iş görüşmelerinden (ki bu görüş-melerde eşitsiz karşılaşmalar ve gerçekleşen manipülatif stratejiler doğal veya tarafsız pek çok insan tarafından gözlemlenebilir) elde edilen verileri kullandığını ifade etmektedir. Örneğin Fowler vd. 2 yaptığı çalışmada İn-giliz gazetecilerin farklı ideolojik bakış açılarını yansıtacak şekilde benzer olayları nasıl geniş ayrımsal bir şekilde resmettiklerini göstermiştir. Aynı

2 Fowler, R., Hodge, R., Kress, G. and Trew, T. (1979) Language and Control. London: Routledge and Kegan Paul

Page 17: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

10 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

şekilde Margareth Teacher ile yapılan mülakatları analiz eden Fairclough3 otorite ile popüler dayanışmayı birleştiren söylemin nasıl bir otoriter popü-lizm yarattığını açıklamış ve tarif etmiştir. Daha yakın bir dönemde yapı-lan çalışmada eleştirel dilbilim paradigması içerisinde çalışan Brookes4 iki İngiliz gazetesinde Afrika ve Afrikalılara karşı yapılan yeni kolonyal ırkçı-lığın nasıl somutlaştığını açığa çıkarmıştır (Teo, 2000, s.12). Bu türden ör-nekleri arttırmak mümkündür. Zira medya çalışmaları alanı 1970’lerden bu güne özellikle yaptıkları eleştirel haber analizleri ile alana katkıda bulun-muştur. Medya çalışmaları 1970 yılında Halloran, Elliot ve Murdock’un Demonstrattions and Communiction (Göstergeler ve İletişim) çalışması ile ivme kazanmış; daha sonra Glasgow Üniversitesi Medya Grubu tarafından yapılan bir dizi çalışma, Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi tarafından gerçekleştirilen Policing the Crisis (Krizlerin Denetimi) ve dilbilim köken-li araştırmacıların çalışmaları ile bütünleşmiştir. Böylece gazetecilik ve ha-ber konularına yönelik eleştirel bir yaklaşımın oluşması sağlanmıştır (İnal, 1996, s.10-11). Söz konusu çalışmalar günlük haber pratikleri içerisinde basın kuruluşları ve çalışanlarının ürettikleri haberlerde ideolojik taraflılı-ğın dışında söylemi güç/iktidar sahibi kişilerin bildirdikleri gibi kurdukla-rını ortaya koymaya çalışır. İnal bu durumu ‘yapısal yanlılık’ kavramı ile açıklamıştır (İnal, 1996, s.113).

Eleştirel söylem analizi çalışmalarına önemli katkılar yapan Fairclough ve Wodak eleştirel söylem analizinin ilkelerini şu şekilde özetlemektedirler (1997, 258-284):

1. “Eleştirel söylem analizi sosyal problemleri ele alır.2. Güç ilişkileri eleştireldir.3. Söylem toplumu ve kültürü oluşturur.4. Söylemler ideolojik olarak çalışır5. Söylem tarihseldir.6. Metin ve toplum arasındaki bağ aracılıdır7. Söylem analizi yorumlayıcı ve açıklayıcıdır.8. Söylem toplumsal eylemlerin bir şeklidir.”

Eleştirel söylem analizini medya metinlerine uygulayan ilk bilim insanla-rından Teun A. Van Dijk çalışmalarının büyük bir kısmında 1980’ler son-rası Avrupası’nda üretilen ırkçılık ve ön yargı konularına odaklanmaktadır. Van Dijk yaptığı çalışmalarda nitel ve nicel analiz tekniklerini de kullana-rak Almanya, Hollanda ve İngiliz basınından örneklerle toplumun ente-

3 Fairclough, Norman (1989) Language and Power. London: Longman4 Brookes, Heather Jean (1995) ‘Suit, tie and a touch of juju – The Ideological Construction of Africa: A Critical Discourse Analysis of News on Africa in the British Press’, Discourse & Society 6(4): 461–94.

Page 18: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

11Journal of Security Studies

lektüel kesimi sayılan gazetecilerin toplumda var olan etnik ön yargıların yanında ırkçılığı üretmede ne kadar etkili olduğunu kanıtlamaya çalışmış-tır (Sözen, 1999, s.124). Van Dijk haber metinlerindeki söylemleri çeşitli analiz kategorileri altında açıklamıştır: “haber metni analizi”, “metin an-lambilimi”, “yerel ve küresel bütünlük”, “etkiler”, “üst yapılar: haber şe-maları”, “üslup ve retorik”, “sosyal kognisyon ve sosyo-kültürel bağlam” (Sözen, 1999, s.125). Bireyler dünyada nelerin olup bittiğini, bilgilerini, sosyal ve politik inançlarının çoğunu gündelik olarak takip ettiği haber-lerden öğrenir. Buralardan elde edilen sosyal ve politik inançlar ile bilgi-ler günlük konuşmalara yansır ve söylem haline gelir. Van Dijk da çeşitli gazetelerden seçmiş olduğu haberleri metin analizine tabi tutarak söylem yapılarının hangilerinin politik, ideolojik ve sosyal etkilere sahip olduğunu göstermiştir. Metin anlam bilim ise haber metninin haberi yapan muhabir, okur ve haber analizcisi için ne anlama geldiği, ne hakkında olduğu ve ne tür etkilere sahip olduğu ile ilgilenir. Metin anlambilimi kelimeleri, cüm-leleri, paragrafları veya söylemin bütününü yorumlama kurallarını formüle eder. Metin anlambiliminin önemli nosyonlarından biri, metnin yerel tutar-lılığı (local coherence), bir diğeri ise küresel tutarlılığı (global coherence) dır. Van Dijk önermelere dayalı bir yaklaşımla bütüncül olarak bakar. Ha-ber metninin temel önermelerinin haber metnini nasıl kuşattığı, küresel ve yerel tutarlılık açısından ele alır. Van Dijk’a göre bir haber metninde öner-meler birbiriyle bağlantılı olarak gelişir (ölüm, düşman, bombalama vb. kavramların savaş haberleriyle bağlantılı kavramlar olması gibi). Bir de metnin önermeleri ve kavramları arasında kaybolan halkalar vardır. Bunlar okuyucunun bildiği farz edilen ve dolayısıyla haber metninde yer almayan bilgilerdir. Bunlar yerel tutarlılığa dünya hakkındaki bilgi, inanç, ideolo-ji ve sübjektif unsurların katılımını sağlar. Küresel tutarlılık ise konularla ve başlıklarla ilgili ne bilindiğini ortaya koymaya çalışır. Haber başlıkları metni özetler ve habere ilişkin en önemli bilgileri verir. Haber başlıkları haber metninin makro düzeyini teşkil eder (Van Dijk, 1993, s.110-112’den aktaran Sözen, s.125-126). Eleştirel söylem analizinde haber metinlerin-de ele alınan analiz birimlerinden bir diğeri ise ima (implication) dır. Van Dijk’a göre kelimeler, cümleler ve diğer metinsel açıklamalar bilginin ha-berdeki temellerini gösteren kavramları veya önermeleri ima eder.

Van Dijk haber analizlerinde sosyo-kognitif bir yaklaşımla üst yapılar ola-rak kategorileştirdiği haber şemalarına da bakar. Van Dijk kognisyonları bir eylem olarak gördüğü için araştırmıştır. Ona göre eylem olan kognis-yonlar mikro yapılar (gazeteciler, göstericiler, azınlıklar) ile makro yapı-lar (mikro yapılarla ilişkiye giren gazete, hükümet, mahkeme gibi yapılar) arasında ilişki kurmaya yardımcı olur. Sözen’e göre haber şemaları haber başlıklarının bir fonksiyonu olup bir haber şeması ana başlık (headline), üst başlık (lead), ana olaylar (main events), bağlam, tarih, sözlü tepki ve

Page 19: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

12 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

yorumlardan oluşur (Sözen, 1999, s.132, 126). Üslup seçimleri ise bir ha-ber metninde sosyal ve ideolojik etkileri açığa çıkarır. Haberi yazanın fi-kirleri hakkında bilgi verir. Haber cümlesinin sentaksı da üslubun bir diğer görünüşü olarak kabul edilmektedir. Van Dijk haber üslubunu ve cümle sentaksını da bir analiz birimi olarak alır. Son olarak eleştirel haber anali-zinde Van Dijk sosyal kognisyon ve kültürel bağlama bakar. Kognitif sü-reçlere odaklanmak, haber metnin sadece kendisine değil aynı zamanda haber metnini oluşturanın bilişsel süreçlerine odaklanmak demektir (Van Dijk, 1993, s.114-117’den aktaran Sözen, s.126-127). Van Dijk bu nokta-da çalışmalarında fikirler ve ideolojilerle birlikte haberi yazanın kültürel bağlamını da dikkate alarak gazetecinin ve okurların söylem stratejilerini ortaya koyar.

4. Gazetelerin Üçüncü Sayfalarında Yer Alan Suriyeli Sığınmacılara İlişkin Haberlerin Analizi

Suriye ile Türkiye ilişkileri özellikle Hafız Esad döneminde problemli olmuştu. Beşar Esad ülke yönetimini ele aldıktan sonra iki ülke arasın-da yakınlaşma olmasına rağmen bahar dönemi fazla sürmedi. Suriye’de ülke içi muhalefetin diğer Arap ve Kuzey Afrika ülkelerinde olduğu gibi gösterilerle Esad iktidarını sonlandırma girişimi Suriye yönetiminin sert tavrıyla karşılaştı. Türkiye yönetimi Esad’ı göstericilere karşı sert davran-maması ve bir takım reformlarla toplumsal gerginliği azaltması yönünde uyardı. Fakat Esad’ın tavrı daha da sertleşti. Bu sebeple Türkiye 2011 yılı sonundan itibaren Suriye halkının resmi temsilcisi olarak muhaliflerin oluşturduğu Suriye Ulusal Konseyi’ni tanıyacağını ilan etti. Böylece iki ülke resmi makamları arasındaki ilişkiler resmen koptu. Gelinen nokta-da 2011 yılı sonundan itibaren Suriye’den Türkiye’ye başlayan sığınmacı akını zirve noktasına ulaşmış durumda. Hatta öyle ki Türkiye’de 10 ilde Suriyeli sığınmacı sayısı ile yerli halk sayısı hemen hemen eşitlenmiş, Kilis ilinde öne geçmiş durumda. Kilis’de 108 Bin yerli nüfusa karşılık 110 Bin Suriyeli sığınmacı yaşadığı iddia edilmektedir (http://www.cnn-turk.com/haber/turkiye/kiliste-suriyeli-multeci-sayisi-kent-nufusunu-asti. er. tar. 05.10.2015). Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği-ni (BMMYK) resmi web sayfasında yer alan bilgilerde komşu ülkelere sığınan Suriyeli sığınmacı sayısının 4 milyon 52 Bin’in üzerinde olduğu (http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. er. tar. 05.10.2015), Türkiye’ye sığınan sığınmacı sayısının ise 25 Ağustos itibariyle yaklaşık 1 milyon 940 Bin olduğu (http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224. er. tar. 05.10.2015) ifade edilmektedir.

Türkiye’nin Suriye ile uzun bir sınıra sahip olması, resmi olarak Suriyeli sığınmacılara geçici oturma izni vermesi, ülkenin güneydoğu illerinde ya-

Page 20: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

13Journal of Security Studies

şayan yoğun Arap nüfusu dolayısıyla akrabalık ilişkilerinin olması ve bu konudaki resmi söylemin kucaklayıcı olması gibi nedenlerden dolayı yo-ğun bir insan göçü aldığı ortadadır. Ancak özellikle kamp dışında yaşayan ve çeşitli illere dağılan Suriyeli sığınmacılar yaşadıkları zorlukların dışın-da bir iş kurarak/işe girerek ve mahallelerde kiraladıkları evlerde yaşaya-rak topluma entegre olmaya çalışmaktadırlar. Kemal Kirişçi bir enstitü adı-na hazırlamış olduğu raporda Suriye’de yaşanan iç savaşın hızlanması ve sığınmacı akımının artmasının zorluklarını şöyle özetlemiştir (2014, s.8);

“İlk olarak, mültecilerin5 ülkelerine yakın bir tarihte geri dönebilmelerinin imkânsız olduğu giderek belirginleşiyor. Bu durum, hükümetin önüne Su-riyelilere Türkiye’de kalma ve topluma entegre olmalarını kolaylaştıracak imkânları verip vermeyeceğinden acil eğitim ihtiyacına, iş, sağlık, barın-ma ve diğer ihtiyaçlara kadar son derece zor bir dizi hassas ve karmaşık konuyu gündeme getiriyor. İkinci olarak, kamp dışındaki mülteci nüfu-su belirgin biçimde büyüyor ve yılsonunda rakamın 1,5 milyonu bulması (2014 yılı itibariyle yazar notu) bekleniyor. Hükümet çalışmalara devam etse de kayıt konusunda mevcut durum, özellikle de yardım ulaştırmanın son derece zor ve karmaşık hale geldiği kamp dışı mülteciler söz konusu olduğunda, tamamlanmaktan hayli uzak. Ev sahibi toplum içine dağılan mültecilere yönelik çalışma yürütmek, farklı kamusal aktör ve kurumların katılımını gerektiriyor ve hedef topluluğun kimler olduğunu belirlemek, ev sahibi topluma nasıl yardım edileceğini saptamak –özellikle de kapsamlı bir ihtiyaç analizi uygulamasının yokluğunda- daha da zorlaşıyor. Üçüncü olarak, sürekli büyüyen Suriyeli mülteci nüfusunun varlığı ev sahibi top-lumu ekonomik, sosyal ve elbette siyasi bakımdan derinden etkiliyor. Son olarak, en önemli noktalardan bir tanesi de Suriye’deki insani ve siyasi durumun kötüleşmeye devam ediyor olması.”

Görüldüğü üzere Kirişçi sözleri ile Suriyeli mültecilerin yaşadığı zorluk-lara dikkat çektiği kadar yerli halkın da bu süreçte mülteciler ile yaşadı-ğı/yaşayabileceği sıkıntılara da dikkat çekmektedir. Gerçekten de gelinen noktada Türkiye’de yaşayan mültecilerin büyük bir kısmı sığınma kamp-ları dışında genellikle büyük şehirlerde yaşamaktadır. Bu şehirlerin varoş-larında sosyal hayata entegre olmaya çalışmaktadırlar. Özellikle yerli halk ile mültecilerin zaman zaman gazetelere de yansıyacak şekilde uyuşmazlık ve çatışma yaşadıkları bilinmektedir. Bu çalışma işte yaşanan bu çatışma ve uyuşmazlıkların gazetelere nasıl yansıdığını ve gazetecilik pratikleri açısından haber yazan muhabirin haber söyleminde ‘yabancıyı’ nasıl öte-kileştirdiğini göstermeye çalışacaktır.

5 Çalışmanın yazarı çalışma boyunca Suriye’den gelen insanlar için ‘sığınmacı’ kavramını kullanmıştır. Buna karşın aynı insan kitlesi için farklı kaynaklardan yapılan alıntılardaki ‘mülteci’ tanımlaması da kaynak-tan doğrudan alıntı yapıldığı için aynı şekilde kullanılmıştır.

Page 21: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

14 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Çalışmanın hipotezleri ve bulgularına geçmeden önce çalışma boyunca sık sık kullanılacak olan bazı kavramları açıklamaya ihtiyaç vardır. Bunlardan ‘ötekileştirme’ özelikle felsefi bir kavram olarak uluslararası hukukun da ele aldığı bir kavram olmuştur. Köken olarak bakıldığında birçok Avrupa dilinin de köken dili olan Latince de “öteki” için ‘alius’ ‘alia’ ve ‘aliud’ kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelime İngilizcedeki ‘alien’ (yabancı) keli-mesinin de köküdür. Demek ki ‘öteki’ nin ‘yabancı’ olan ile yakın alakası vardır. Nahya da bu noktaya dikkat çekerek ‘öteki’ ni şöyle tanımlamıştır (2011, s.29): “Özetle “Öteki”, bir ya da daha fazla kişi, kültür ya da toplum tarafından, geçmiş veya güncel ilişkiler referans alınarak, dikey (sınıfsal) ya da yatay (etnik vb.) olarak farklılaştırılmış ve ayrıştırılmış olan, kişi, grup, sınıf, halk v. şeklinde tanımlanabilir”. Öteki’nin olağandan ayrı kişi, grup ya da kişiler grubuna atıf yaptığını söylemek mümkün.

Gündelik yaşamda bizden olmayanı ‘öteki’ olarak konumlandırırız. Bu ötekiler kimi zaman bir etnisiteye ilişkin tanımlamayı (kürt, laz, roman vb.) içerir, kimi zaman da cinsiyetçi ayrıştırmayı (kadın, eşcinsel vb.), kimi zaman da ekonomik ayrımcılığı (fakir, işçi vb.) içerir. Bu kategoriler daha da arttırılabilir. Fakat görülen şu ki öteki olarak konumlandırılan genellikle toplumun güçsüz kesimleridir. Bu güçsüzlük ekonomik, sayısal, bedensel ya da cinsel farklılıklara atıf yapar. Ötekinin yukarıda yapılan tanımından sonra çalışma kapsamında sıklıkla kullanılacak olan ‘ötekileştirme’nin ne anlama geldiği üzerinde durmak gerekir. Bu kavramın tanımı aslında ‘öte-ki’ tanımının içerisinden çıkar. Kısaca öteki olarak görülen dezavantajlı birey, grup ya da insan topluluğunun toplumsal güç ilişkileri bağlamında sistematik bir şekilde farklılaştırılması süreci diye tanımlanabilir öteki-leştirme. Daha sistematik bir tanımlamayı Bezirgan Arar ve Bilgin şöyle yapmıştır (2009, s.138); “Ötekileştirme, mesafeli durduğumuz veya aidi-yet grubumuzun dışında konumladığımız hedef grup hakkında bir takım tutum, kanaat, inanç, imaj ve anlamlar, ön yargı ve stereotipler gibi çeşitli bilişsel öğelerin bir bütününü ifade eden bir sosyal temsil geliştirmeyi içe-rir. Bu sosyal temsilin oluşumunda ve yayılmasında kitle iletişim araçları önemli bir rol oynarlar”. Gerçekten de kitle iletişim araçları özellikle ya-rattığı imajlar, oluşturduğu stereotipler ile ötekini kolaylıkla yaratmakta ve ötekileştirmektedir. Bunu kimi zaman yayın politikası ilkesi altında yapmakta, kimi zaman da muhabir, yazar, sayfa sekreteri vb. görevlilerin ideolojik kalıplarına sığınarak yapmaktadır.

Kitle iletişim araçlarının yabancıları, eşcinselleri, kadını, engellileri, Ro-manları, Kürtleri, Ermenileri, İslamcıları, Sosyalistleri vb.’ni nasıl öteki-leştirdiği üzerine 2000’li yıllardan sonra sayısız çalışma yapılmıştır. Yer-li ve yabancı literatürde öteki ve ötekinin söylemsel olarak kitle iletişim araçlarında nasıl kategorize edildiğine dair birçok çalışmadan bahsedile-

Page 22: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

15Journal of Security Studies

bilir. Bu çalışmalardan bir kaçına göz atılacak olursa örneğin; öncü çalış-malardan biri Alankuş Kural tarafından 1995 yılında yapılmıştır. Alankuş Kural bu çalışmasında Türkiye’de etnik ve dini ötekinin temsilini ele almış ve bu ötekilerin medyada nasıl kategorileştirildiklerini ortaya koymuştur. Bir başka örnek çalışmada Bezirgan Arar ile Bilgin uzun dönemli tarama verileri ile gazete haber başlıklarında ötekinin nasıl temsil edildiğini söy-lemsel kategoriler ile açıklamışlardır. Yabancı literatürde yer alan birçok çalışmadan örnek verilecek olursa Peter Teo 2000 yılında gerçekleştirmiş olduğu çalışmasında seçmiş olduğu iki Avustralya gazetesinde ırkçılığın haber söylemine nasıl sinmiş olduğunu eleştirel söylem analizi ile ortaya koymuştur. Eleştirel söylem analizinin öncü ismi Teun A. Van Dijk’ın da bir çok çalışması vardır. Van Dijk bu çalışmalarından biri olan “Racism and the Press” (Irkçılık ve Basın, 1991) Hollanda, Birleşik Krallık ga-zetelerinde ırksal ön yargıların nasıl üretildiğini eleştirel söylem analizi ile bulgular. Bir başka örnek çalışma ise yakın bir zaman diliminde Tahir tarafından 2013 yılında yapılmıştır. Tahir bu çalışmasında ‘dinsel öteki’ olan Müslümanların ABD’de yayınlanan Washington Post gazetesinde na-sıl temsil edildiğini eleştirel söylem analizi ile ortaya koymaya çalışmıştır.

Çalışma boyunca sık kullanılan kavramlardan birisi de ‘mülteci’ kavra-mıdır. Söz konusu kavram BMMYK’nca şöyle tanımlanmaktadır; “Mül-tecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’ ne göre mülteci ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri ne-deniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir”.(http://www.unhcr.org.tr/?page=29. Er.tar.05.10.2015). Yine çalışmada kullanılan kavramlardan bir diğeri de ‘sığınmacı’ kavramı-dır. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere denir. Bu terim genellikle, mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da BMMYK tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılır. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa, sığınmacılar menşe ülkelerine zorla geri gönderile-mezler ve haklarının korunması gerekir (file:///C:/Users/user/Downloa-ds/Turkiye%E2%80%99de-Multecilere-Koruma-Saglanmiyor.pdf. er.tar. 05.10.2015). Bu yapılan tanımlamalar uluslararası hukuku dayanak alan uluslararası tanımlamalardır.

Yapılan çalışmada Teun A. Van Dijk’ın eleştirel söylem analizi tekniği uy-gulanmıştır. Bu analiz yönteminde Van Dijk haber metinlerini ‘makro’ ve ‘mikro’ olmak üzere iki düzeyde inceler. Makro düzeyde haberin ‘tematik’ ve ‘şematik’ özellikleri üzerinde duran Van Dijk, tematik düzeyde ‘haber başlıklarına’, ‘alt başlıklara’, ‘haber girişine’ ve ‘spota’ bakar. Şematik dü-zeyde ise ‘hikaye örgüsü’, ‘ana olayın işleniş biçimi’, ‘sonuçlar’, ‘arka

Page 23: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

16 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

plan bilgisi’, ‘olayın sosyal ve politik yönü’ üzerinde durur. Bunlar şematik düzeyin durum kısmında habere ilişkin araştırılması gereken özelliklerdir. Yorum kısmında ise ‘haber kaynakları’ ile ‘tarafların sözlü tepkileri’ araştı-rılır. Van Dijk eleştirel söylem analizinin mikro düzeyinde ise ‘sözcük se-çimleri’, ‘cümle yapıları’, ‘cümleler arası nedensellik ilişkileri’ ve ‘retorik’ gibi özellikler ile ilgilenir. En özet biçimde Van Dijk’ın eleştirel söylem analizi tekniği bu şekilde çalışır. Söz konusu araştırma başlıklarının neleri kastettiği çalışma içerisinde daha ayrıntılı olarak verilecektir.

5. Araştırmanın Bulguları

5.1 Nicel Bulgular

Çalışma boyunca Basın İlan Kurumu (BİK) İlan Hizmetleri Müdürlü-ğü’nün Ocak 2015-Temmuz 2015 tarihleri arasındaki verilerine göre tiraj bakımından ilk sıralarda gelen Hürriyet, Sözcü, Haber Türk, Sabah ve Pos-ta gazeteleri araştırma evrenine dahil edilmiştir. BİK’ten gelen tiraj rapor-ları yedi aylık süreci kapsamasına rağmen Ağustos ayı da çalışma evrenine dahil edilmiştir. Söz konusu gazetelerin tiraj raporunda ilk altı içerisinde yer aldığı saptanmıştır. Bu gazeteler dışında rapora göre birinci sırada olan Zaman Gazetesi (876 Bin 216 ortalama tiraj) gerek diğer gazeteler gibi 3. Sayfa haber anlayışına sahip olmaması gerekse de abonelik usulü dağıtım yaparak tirajlarını fazla gösterdiği türünden kuşkulara dayanılarak araştır-ma evrenine dahil edilmemiştir. Araştırma evrenindeki gazetelerin ortala-ma tirajları 300 binler civarındadır. Hürriyet 2015 yılının ilk yedi ayında ortalama 359 Bin 255 tiraja, Sözcü 331 Bin 489 tiraja, Posta 365 Bin 778 tiraja, Sabah 309 Bin 090 tiraja ve Haber Türk 189 Bin 045 tiraja sahip olmuştur. Seçilen gazeteler hem tiraj bakımından Türkiye ortalamasının üzerindedir hem de yaygın kitle gazetesidir.

Page 24: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

17Journal of Security Studies

Tablo 1: 1 Ocak 2015-31 Ağustos 2015 Tarihleri Arasında Gazetelerin 3. Sayfalarında Yer Alan Suriyeli Sığınmacılara İlişkin Haberlerin

Aylara Göre Dağılımı

İncelenen Gazete

1-31 Ocak

1-28 Şubat

1-31 Mart

1-30 Nisan

1-31 Mayıs

1-30 Haziran

1-31 Temmuz

1-31 Ağustos

Toplam/Yüzde

Haber Türk - 3 1 4 2 3 2 1 16 (%14,5)

Hürriyet 3 4 3 4 3 6 6 5 34 (%30,9)

Posta 4 1 5 3 2 2 3 3 23 (%20,9)

Sabah 1 1 - - 1 - 3 2 8 (%7,3)

Sözcü 3 2 2 6 4 1 5 6 29 (%26,4)

Genel Toplam 11 11 11 17 12 12 19 17 110

(%100)

Yapılan çalışmada gazetelerin 3. Sayfaları özellikle araştırma konusu ya-pılmıştır. Zira gazetelerin en önemli sayfaları olan birinci sayfaları vitrin sayfaları olup, bu sayfaların nasıl kurgulanacağı konusunda bir gazetenin sayfa editöründen genel yayın yönetmenine kadar birçok kişi sürece mü-dahil olmaktadır. Bu şu demektir ki; gazetelerin birinci sayfaları oluşturur-ken bir muhabirin profesyonel meslek kodları (iş disiplini, gazetenin genel yayın politikası ve dünya görüşü, ideolojik etkenler vs.) yanında gazete-nin kendi yayın politikası da çok etkili olmaktadır. Yani birinci sayfada yer alan haberler her ne kadar var olan bir olayın, sorunun ya da konu-nun haberleştirilmesine dayanıyorsa da aynı zamanda bir takım objektif olmayan ama objektiflik iddiasındaki süreç ve müdahalelere de dayanır. Dolayısıyla birinci sayfa haberleri bir gazete için görece daha az önemli kabul edilebilecek sayfalarına göre daha kurgusaldır ve daha ideolojiktir demek mümkündür. Oysa gazetelerin 3. Sayfa haberleri muhabir ve sayfa editörü dışındaki bir gazete örgütlenmesinin tepe noktasında yer alan isim-lerin müdahalesine daha kapalıdır. Yani gazetenin yönetici ve sahipleri 3. sayfada yer alan daha çok polis ve adliye olayları denilebilecek haberleri kapsayan bu türden bir sayfada gazetenin genel yayın politikasına – hukuki sorun teşkil etmemesi kaydıyla- uygunluk peşinde olmazlar. İşte bu nokta 3. Sayfa haberlerini bu çalışma için araştırma konusu yapmıştır. Bu sayfa-da yer alan haberler daha çok trafik kazaları, iş kazaları, cinayet, yarala-ma, gasp gibi adli suç kapsamındaki haberleri ve kaza haberlerini kapsar. 3. Sayfa haberleri muhabirler tarafından toplanabildiği gibi haber merkezi tarafından da masa başında yapılabilir. Bu haberlerin yazım dilinde ya-

Page 25: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

18 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

zan muhabirin ya da sayfa sekreterinin mesleki kodları haberin söylemsel özelliklerinde belirleyici olabilir. İşte bu çalışma kapsamında araştırılacak temel varsayım muhabirin 3. Sayfa haberi değeri taşıyan haberlerde bile – ki bu haberler Suriyeli sığınmacılarla ilişkilidir – kendi bireysel dün-ya görüşlerini ve gazetenin yayın politikasını haber yazım diline yansıt-tıklarıdır. Kısacası bu çalışma Türkiye’de bir sorun haline gelen Suriyeli sığınmacıların gazetecilerin profesyonel kodları içerisinde yazdıkları ha-berlerde nasıl ötekileştirildiği üzerine odaklanmaktadır. Bunu yaparken de sıradan gazete haberleri bilinçli olarak seçilmiş, bir gazetenin genel yayın politikasının doğrudan gözlemlenebileceği birinci sayfa haberleri yerine daha dolaylı gözlemlenebileceği üçüncü sayfa haberleri araştırma evrenine dahil edilmiştir.

Seçilen beş gazetenin nicel araştırma verilerine bakıldığında; incelenen sekiz aylık dönemde gazetelerin toplamda üçüncü sayfalarında Suriye ve Suriyelilerin geçtiği 110 adet haber yayınladıkları görülmüştür. Haber sa-yılarının özellikle Nisan, Temmuz ve Ağustos aylarında gözle görülür şe-kilde arttığı, bu haberlerin çoğunun da kaçak yollardan Yunanistan’a bağlı adalara gitmeye çalışan ve bir deniz kazasına maruz kalan sığınmacılarla alakalı olduğu söylenebilir. Seçilen beş gazete içerisinde Suriye ve Suri-yelilere ilişkin en çok 3. Sayfa haberini sırasıyla Hürriyet (34 haber) ile Sözcü (29 haber) ve Posta (23 haber) gazeteleri yapmıştır. En az haberi ise sırasıyla Sabah (8 haber) ve Haber Türk (16 haber) gazeteleri yapmıştır. Bu beş gazete içerisinden 110 üçüncü sayfa haberinin 57’sini gerçekleştiren (toplam haberlerin %51,8’ini) Hürriyet ve Posta Gazeteleri Doğan Basım Yayıncılık ve Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılığa aittir. Bu sahiplik yapı-sının her iki gazetenin iktidar ve Suriye konusundaki muhalif genel yayın politikalarını kısmen açıklayabileceğini düşündürtmektedir. Zira çalışma içerisinde daha önce de anıldığı gibi 2011 yılı sonunda insani kaygılar-la başlayıp, gelip geçici bir süreç olduğu tahmini yapılan Suriyeli sığın-macı göçü gelinen noktada ekonomik, sosyal ve kültürel bir sorun haline gelmiş, bu durum iktidar partisine verilen popüler desteği de azaltmıştır. Örneğin Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin 2014 yılı içerisinde Türk toplumunun Suriyelileri nasıl algıladığı üzerine yapmış olduğu çalışmada ankete katılan katılımcıların %70,8’inin Suriyeli sığınmacılara yapılan yardımların Türk ekonomisine dolaylı da olsa zarar verdiği görüşünde olduğu ortaya çıkmıştır. Yine katılımcılara “Suriyeli sı-ğınmacılar bulundukları yerlerde şiddet, hırsızlık, kaçakçılık ve fuhuş gibi suçlara bulaşarak toplumsal ahlak ve huzuru bozmaktadır” önermesine katılıp katılmadıkları sorulduğunda, katılımcıların % 62,3’ünün önerme-yi desteklediği saptanmıştır. Katılımcıların “Suriyeliler ile kültürel olarak aynı olduğumuzu düşünüyorum” önermesine de %70.6’sının karşı çıktı-ğı görülmüştür (http://www.hugo.hacettepe.edu.tr/TurkiyedekiSuriyeli-

Page 26: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

19Journal of Security Studies

ler-Syrians%20in%20Turkey-Rapor-TR-EN-19022015.pdf., s. 26,29,32. er.tar.06.10.2015). Kısaca bir sorun haline gelen Suriyeli sığınmacı konusu zaman içerisinde toplumsal gerilim unsuru da olmuştur denilebilir.

Kitle iletişim araçları toplumsal gerilimin zamanlarında emniyet süba-bı görevini görür. Bu zamanlarda ortamı yatıştırabilecekleri gibi gerilimi daha da arttırabilirler. İncelenen gazetelerden bir diğeri olan Sözcü gaze-tesi de iktidar söylemine muhalif yayın politikasına sahiptir. Söz konusu dönemde gazete yapmış olduğu 29 haber (toplam haberlerin %26,4’ü) ile Suriyeli sığınmacılara ilişkin en çok üçüncü sayfa haberi yapan ikinci ga-zetedir. Haber Türk gazetesi ise 16 haber (toplam haberlerin %14,5’i) ile en az haber yapan ikinci gazetedir. Üçüncü sayfa haberlerinde Suriyelilere ilişkin en az haber yapan gazete ise 8 haber (toplam haberlerin %7,3’ü) ile iktidara söylemine yakın yayın politikası benimsemiş olan Turkuvaz medya grubuna ait Sabah gazetesidir. Gazetelerin üçüncü sayfa haberle-rinde iktidar söylemine yakın yayın politikası benimseyip benimsememe durumuna göre Suriyeli sığınmacıların haber değeri bulduğu düşünülmek-tedir. Bu sonucu, incelenen sekiz aylık süreçteki gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine ilişkin Tablo 1’deki istatistikler de kanıtlamaktadır.

Çalışmanın nicel kısmına ilişkin ulaşılan sonuçlar bunlarla sınırlıdır. Bu noktadan sonra eleştirel söylem analizi ile elde edilen verilere ve yorumla-ra değinilecektir. Yukarıda da değinildiği gibi incelenen beş gazete Suriyeli sığınmacıların üçüncü sayfa haberlerinde nasıl ötekileştirildikleri eleştirel söylem analizi tekniği ile bulgulanacaktır.

2. Eleştirel Söylem Analizine İlişkin Bulgular

Eleştirel söylem analizinde yazılı ve yazısız metinler makro ve mikro ol-mak üzere iki boyutta değerlendirilmektedir. Makro boyutta tematik ve şematik analize ilişkin bulgular değerlendirilirken, mikro boyutta ise cüm-lenin sentaksına ve kelime yapılarına eğilinmektedir.

2.1 Makro Boyutta Tematik Analize İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi

2.1.1 Haber Başlıklarının Değerlendirilmesi

Haber başlıkları haberin özetidir. Yüksel ve Gürcan haber başlıklarının ha-berin kısa özeti olduğunu ve okurun çoğu zaman haberi okumak yerine ha-berin başlığına dikkat ettiğini söylemektedirler. Haber başlıkları muhabirin tavsiyesi ile şekillense de çoğu zaman muhabirden daha üst pozisyondaki sayfa editörleri, yazı işleri müdürü gibi kişiler tarafından baskıdan önceki

Page 27: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

20 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

son şekli verilir (2001, s.38). Teo, haber başlıklarının özenle seçildiğini, minimum kelime ile maksimum bilginin verilmeye çalışıldığını ifade et-miştir (Teo, 2000, s.14). Eleştirel söylem analizinde haber başlıkları ince-lenen önemli verileri oluşturur.

Alfabetik sırayla gidildiğinde araştırma içerisinde haber başlıkları incele-necek ilk gazete Haber Türk’tür. Gazete sekiz aylık dönemde 3. Sayfasında Suriye ve Suriyelilere ilişkin 16 tane haber yayınlamıştır. Söz konusu ha-berlerin dokuz tanesi sığınmacıların yasa dışı yollardan Avrupa ülkelerine gitme girişimiyle ilgilidir. Geri kalan yedi haber ise cinayet, yaralama, te-cavüz, hırsızlık gibi polis-adliye alanına giren haberlerdir. Sığınmacıların Avrupa ülkelerine gitme girişimiyle ilgili dokuz haberin haber başlıkları incelendiğinde söz konusu faaliyetleri gazetenin hukuki açıklamalardan ziyade benzetmelerle (Kaçak, umut yolcusu gibi) açıklama yoluna gitti-ği görülmüştür. Zira Suriye’deki iç savaştan yaşadıkları ölüm korkusu ile Türkiye’ye sığınan bu insanlar 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme’ye göre ‘sığınmacı’ olarak adlandırılmalıdır6. Oysa Haber Türk gazetesinde yer alan dokuz habere ilişkin haber başlıklarının beşinde Suriyeli sığınmacılar için ‘kaçak’ nitelendirilmesi yapılmıştır (bknz. Haber Türk’ün 21 Şubat, 4 Mayıs, 28 Haziran, 9 Temmuz, 9 Ağustos 2015 tarihli 3. Sayfa haberleri). Kaçak kavramı sözlükte ‘yasalara, kurallara uymaya-rak, gizlice’ anlamlarına gelmektedir (TDK, 1988, s.1114). Haber Türk’ün üçüncü sayfa haberlerinde Suriyeli sığınmacıları; “Ege’de umudun kaçak yolcuları”, “40 kaçak jandarmaya takıldı”, “Kaçak teknesi battı” vb. baş-lıklarla tanımlamıştır. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki yasal statüsünü bildirmeye en yakın kavram olarak Haber Türk gazetesinin 4 Mayıs 2015 tarihinde 3. Sayfasında bir haberinin başlığı göze çarpmaktadır. Bu başlık şöyledir: ‘Hafta sonu 5.800 göçmen kurtarıldı’. Bu başlıkta yasal bir tanım-lama (göçmen) olmasına rağmen, Suriyelilerin Türkiye’deki statüsü için doğru bir tanımlama değildir. Zira göçmen çoğu zaman ekonomik sıkıntı-larla bir başka ülkeye oturma izni alarak yerleşen insanı tanımlamaktadır. Suriyelilerin yasa dışı yollardan Avrupa ülkelerine geçme çalışmalarının dışında kalan haber başlıkları ise Suriyeli sığınmacıların karıştıkları adli vakalarla ilgilidir. Bu başlıklarda ise adli vakaya karışan kişinin Suriyeli olduğunun altı ya başlıkta ya da haber metninde çizilmiştir: ‘Suriyeli çocu-ğu tramvay ezdi’, ‘Sahte polis Suriyeli Kadına tecavüz etti 25 yıl istendi’ (30 Mart 2015 ve 24 Haziran 2015 tarihli Haber Türk Gazetesi) vb.

6 Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşmesi’yi (1951 Sözleşmesi) hazırlayan ülkelerden birisi olmakla beraber, sözleşmeyi coğrafi kısıtlama ile onaylamıştır. Bu kısıtlamanın sonucu ola-rak, Türkiye, Avrupa sınırları dışından gelen kişilere, mülteci statüsü tanımamaktadır. Bunun yerine Sözleşme hükümlerine göre mülteci statüsü taşıyan kişileri Avrupa ülkeleri dışından geldikleri için “sığınmacı” olarak tanımlamaktadır. (bknz.http://www.goc.gov.tr/files/files/multec%C4%B1ler%C4%B1nhukuk%C4%B1statusune%C4%B-1l%C4%B1sk%C4%B1nsozlesme.pdf.er.tar.07.10.2015).

Page 28: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

21Journal of Security Studies

Hürriyet gazetesinde ise söz konusu dönemde Suriye ve Suriyelilere ilişkin toplam 34 adet 3. Sayfa haberi çıkmıştır. Bu haberlerin 15 tanesi Suriyeli sığınmacıların Avrupa ülkelerine yasa dışı gitme eylemleri ile ilgilidir. Bu haberlerin başlıkları incelendiğinde sığınmacılar için genelde (beş defa) ‘kaçak’ nitelemesi yapılmıştır. Sayısı az da olsa (iki kullanım, 13 Mart ve 18 Temmuz tarihli Hürriyet gazeteleri) ‘mülteci’ tanımlamasının – her ne kadar Türkiye’nin iç hukuku açısından yanlış da olsa – sığınmacılar için kullanılan hukuki bir tanımlama olduğunu söylemek mümkündür. Hürri-yet gazetesinin 3. Sayfa haberlerinin haber başlıklarında Suriyeli sığınma-cıları ‘kaçak’ olarak nitelendirmesi, bu kişileri ‘yasa dışı iş yapan’ olarak çağrıştırmaktadır. Hürriyet gazetesinin genel itibariyle 3. Sayfa haberle-rinin haber başlıklarında ‘Suriyeli’ vurgusu yapmaması ötekileştirmeme adına olumlu değerlendirilebilecek bir özelliktir. Gazetenin incelenen 34 haber başlığı içerisinde sadece üç başlıkta ‘Suriyeli’ vurgusu yapılmış-tır (6 Nisan, 11 Mayıs ve 18 Temmuz tarihli Hürriyet gazeteleri üçüncü sayfaları). Aynı yayın grubuna ait Posta gazetesinin incelenen döneme ait üçüncü sayfa haberlerinin 23’ünde içinde Suriye ve Suriyeli ibaresi geçen haber metni saptanmıştır. Bu haber metinlerinin tamamı adli vakalardır. Söz konusu haber metinlerinin hiç birisinde ‘Avrupa’ya yasadışı gitme’ ile ilgili konulara rastlanılmamıştır. Posta gazetesi Suriye ve Suriyelilere iliş-kin haberlerinde ve haber başlıklarında olağan hale gelmiş gasp, cinayet, tecavüz, trafik kazası gibi olaylar üzerinde durmuştur. Bu durum Posta ga-zetesinin daha bulvar gazetesi olması ile açıklanabilir. Yine aynı gazetenin haber başlıklarına bakıldığında ‘Suriyeli’ vurgusunun sıklıkla kullanıldığı görülmektedir: ‘Suriyeli Gelin’, ‘Suriyeli Dilenci’, ‘Suriyeli Kız’ gibi (27 Mart, 8 Haziran, 26 Temmuz tarihli Posta gazetelerinin üçüncü sayfaları). Habere konu olan olaylar sıradan bir üçüncü sayfa haberi olmalarına rağ-men olayın aktörlerinin veya mağdurlarının Suriyeli olmasının altı özel-likle çizilmiştir. Bu anlamda gazetenin üçüncü sayfa haber başlıklarının “bizden olmayanı” yani “öteki olanı” özellikle vurguladığı düşünülmekte-dir. Bunun yanında Posta gazetesinin Suriyelilere ilişkin üçüncü sayfa ha-berlerinin başlıklarında sınırlı da olsa ‘mülteci’ ve ‘sığınmacı’ gibi hukuki kavramlara başvurduğu saptanmıştır (27 Nisan, 27 Ağustos tarihli Posta gazetelerinin üçüncü sayfaları). Son olarak Posta gazetesinin 12 Ağustos tarihli nüshasının 3. Sayfasında yer alan ‘Huzur mu kaldı?’ başlığından söz etmek yerinde olur. Söz konusu başlığa ilişkin haber metnine ve fotoğ-rafına bakıldığında tatil beldesi olan Bodrum’da bir tarafta kişisel huzur bulmak için yoga yapan turistler hemen karşılarında jandarma kontrolüne yakalanmış Suriyelilerin resmi bulunmaktadır. Haber metni de bu resmi açıklamaktadır. Söz konusu haber başlığının tatilcilerin huzur aramasına yaptığı atfın yanında yan anlamsal olarak toplumsal bir tepkiye de vurgu yapması Suriyeli sığınmacıları “toplumsal huzuru bozan, toplumsal hoş-nutsuzluğa sebep olan insanlar” olarak sunmaktadır.

Page 29: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

22 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Sabah gazetesi incelenen gazeteler arasında 8 haberle Suriyeli sığınmacı-lara ilişkin en az üçüncü sayfa haberi yapan gazete olmuştur. Gazetenin yapmış olduğu sekiz haberin dördü sığınmacıların yasa dışı yollardan Av-rupa’ya gitme girişimi ile ilgiliyken, diğer dördü Suriyeli sığınmacıların karıştığı adli olaylarla ilgilidir. Sabah gazetesi Suriyeli sığınmacıları bazı başlıklarda ‘mülteci’ ve ‘göçmen’ olarak hukuki bir statü ile isimlendirir-ken, bazı başlıklarda diğer incelenen gazetelerde de olduğu gibi ‘kaçak’ olarak da isimlendirmiştir (20 Ocak ve 2 Mayıs tarihli Sabah gazetelerini üçüncü sayfa haberleri). Gazetenin daha önce de değinildiği gibi iktidara yakın bir haber söylemi benimsemesi ile üçüncü sayfa haberlerinde Su-riyeli sığınmacılara bu kadar az yer vermesi arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu düşünülmektedir.

Üçüncü sayfa haber başlıkları incelenecek son gazete Sözcü gazetesidir. Gazete Suriyeli sığınmacılara ilişkin yapmış olduğu toplam 29 haber-le Hürriyet gazetesinden sonra sığınmacılara ilişkin en çok haber yapan ikinci gazete olmuştur. Sözcü gazetesinin iktidar muhalifi haber söylemine sahip olması ile yaptığı haber sayısının yüksekliği arasında bağlantı ol-duğu düşünülmektedir. Sözcü gazetesinin Suriyeli sığınmacılara ilişkin toplam 29 üçüncü sayfa haberinin altı tanesi yasa dışı yollardan Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacılara ilişkindir. Bu altı haber başlığının dördünde sığınmacılar için ‘kaçak’ nitelendirmesi yapılırken, ikisinde yasal bir ta-nımlama olan ‘mülteci’ tanımlaması kullanılmıştır. Sözcü gazetesi Suriyeli sığınmacılara ilişkin üçüncü sayfa haberlerinin birçoğunda haber başlığını belirlerken failin ya da mağdurun Suriyeli olduğunu belirtme ihtiyacı his-setmiştir. Yani gerçekleşen gasp, cinayet, fuhuş vb. olayın gerçekleşmesine odaklanmak yerine olayın içerisinde bulunan kişinin milliyetine odaklan-mayı tercih etmiştir. Söz konusu başlıklara örnek olarak 3 Şubat 2015’de Sözcü gazetesi üçüncü sayfasında yer alan ‘İlkokul öğretmenini acıyıp evi-ne aldığı Suriyeli öldürdü’, 27 Nisan 2015 tarihli Sözcü gazetesinin üçüncü sayfasında yer alan ‘Suriyeli kadınlar ile göl manzaralı fuhuş’, 2 Ağustos 2015 tarihli Sözcü gazetesinin üçüncü sayfasında çıkan ‘Suriyeliler gasp ettikleri taksicinin boğazını kesti’ haber başlıklarını örnek vermek müm-kündür. Gazetenin ele alınan haber başlıklarının birçoğunda benzer kul-lanımlar söz konusudur. Suriyeli sığınmacıları ele alan 29 haberin 11’inin haber başlığında Suriyeli vurgusu yapılmıştır. Bu durum haber başlıkları üzerinden Sözcü gazetesinin olayın failleri ya da mağdurlarının milliyetle-rine odaklanan bir söylem geliştirdiğini düşündürtmektedir.

2.1.2 Spot/Haber Girişlerinin Değerlendirilmesi

Spot haber metninde haber başlığından sonra gelen ikinci önemli yapıdır. Spot haber içindeki ayrıntıları başlık kompozisyonu içinde sergilemek için

Page 30: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

23Journal of Security Studies

kullanılan, haber metninden daha iri ve koyu harf karakteri ile dizilen ha-ber özeti niteliğindedir (Yüksel, Gürcan, 2001, s.42). Dağtaş ve Dağtaş söylem analizlerinde haber girişlerinin kritik bir öneme sahip olduğunu düşünmektedirler (2007, s.84). Çünkü günümüzün en yaygın kullanılan haber yazım tekniği olan ‘ters piramit’ tekniğine göre bir haber metnine bütüncül olarak bakıldığında en önemli bilgiden en önemsize giden bir bil-gi sıralaması yapılmaktadır. Böylece okur haber metni içerisinde en önem-li görülen unsurların haber başlığında ve haber spotunda olduğunu bilir. Eleştirel söylem analizinde de spotlar tematik olarak ele alınması gereken önemli haber unsurları olarak ortaya çıkmaktadır.

Gerek çalışmanın sınırlılıkları gerekse de araştırılan zaman diliminden elde edilen örneklerin fazlalılığı nedeniyle Suriyeli sığınmacılara ilişkin üçüncü sayfa haber spotlarının tamamını ele almak mümkün değildir. Aşa-ğıda ‘öteki’ söylemini kuran örnek haber spotlarına yer verilmiştir. Araştır-maya konu olan gazetelerin incelenen zaman diliminde ele alınan Suriyeli sığınmacılara ilişkin üçüncü sayfa haberlerinin 21’inde haber spotuna rast-lanmıştır. Haber spotları daha önce de değinildiği gibi haber gövdesinin ters piramit haber yazım tekniğine göre en çok en formasyon içeren kıs-mıdır. İncelenen beş gazetenin haber spotlarında Suriyeli sığınmacılar ya olumsuz (11 haber spotunda) ya da nötr (10 haber spotunda) olarak temsil edilmişlerdir. Suriyeli sığınmacıların olumlu temsil edildiği haber spotu saptanamamıştır. Gazetelerin haber spotlarında Suriyeli sığınmacıların ha-ber başlıklarında olduğu gibi yasa dışı kişiler olduğuna ilişkin söylem tek-rarlanmıştır. Sığınmacılar için sıklıkla “kaçak” nitelendirmesi yapılırken zaman zaman “göçmen ve mülteci” gibi iç hukuk açısından doğru olmasa da hukuki tanımlamalar yapılmıştır. Haber spotlarının büyük bir kısmında Suriyeli sığınmacıların olayın failleri olarak olumsuz temsilinin yanında olayın mağduruyken bile olumsuz temsil edilmesi söz konusudur. Örne-ğin ‘Kızının engelli maaşına el koyan baba Suriyeli kuma alıp evini terk etti’ (16 Ocak 2015, Posta) spotunda olayın faili Türkiye Cumhuriyeti va-tandaşıyken, babanın olumsuz hareketinden etkilenen çocuğunun yanında ikinci kadın olarak zaten mağduriyet yaşayan kadının Suriyeli olduğunun altı kalınca çizilmiş olmaktadır. Yine bir başka örnekte 13 Ağustos 2015 tarihli Hürriyet gazetesinin ‘Basmane kararları’ başlıklı haberin spotun-da Suriye iç savaşının mağdurları olarak sığınmacıların ‘toplumdan izole edilmesi gereken ötekiler’ olarak temsili söz konusudur: “Yunan adaları-na geçme umuduyla İzmir’de özellikle Basmane meydanlarında yaşayan Suriyelilerle ilgili geçici çözüm planı hazırlandı. Mülteciler stadyumda toplanacak, oradan kampa gönderilecek. Kararlardan biri de kente girişin kısıtlanması”. Gazetenin bu haber spotuna bakıldığında “stadyumda topla-mak”, “kampa göndermek” ve “kente girişlerin yasaklanması” gibi önle-yici tedbirler ikinci dünya savaşından kalma görüntüleri hatırlatmaktadır.

Page 31: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

24 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Bu haber spotunda kısaca Suriyeli sığınmacı ‘önlem alınması gereken’ ve ‘yayılmaması gereken’ olarak temsil edilmiştir.

Suriyeli sığınmacıların toplumsal rahatsızlık kaynağı olduğuna dair birçok haber spotundan bahsetmek mümkündür. Örneğin 11 Mayıs 2015 tarih-li Sözcü gazetesinin ‘İstanbul’da Suriyeli krizi’ başlıklı haberinin spotu şöyledir: “Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa gibi sınır kentlerinde yaşanan Suriyeli kavgası İstanbul’a sıçradı. Başakşehir’de taşlı sopalı kavga çıktı. Taksim’de ise pankart açan Suriyelilere polis müdahale etti...”. Söz konusu haber spotu coğrafi olarak Suriye’ye yakın illerde yaşanan yerli halk-Su-riyeli sığınmacı kavgasının İstanbul gibi büyük bir şehire de sıçradığını vurgulamaktadır. Aslında Türkiye’deki sayıları 2 milyonun üzerinde bu-lunan bu insanların elbette çevremizde her gün yaşanan birçok adli olayın olması gibi kendi aralarında ya da yerli halkla bir sıkıntı yaşamaları nor-maldir. Fakat bunun haber spotunda çok yaygınmış gibi vurgulanması öte-kileştirme söyleminin bir başka örneğidir. Bunu Anadolu Ajansı’nın 2014 Eylülünde yaptığı bir haber de desteklemektedir (http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/suriyelilerin-adli-olaylara-karisma-orani-on-binde-33/118752. er.tar.11.10.2015). Habere göre Suriyelilerin Türkiye’ye göç etmeye başla-dığı 2011 yılından haberin yapıldığı tarihe kadar geçen sürede sığınmacı-ların Türkiye’de suça karışma oranları Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’ndan alınan bilgiye göre 10 Binde 33. Yani gerçekleşen her 10 Bin olayın 33’ünde Suriyeli sığınmacıların fail veya mağdur olarak rolü var. Sayısal verilere göre her Suriyeli sığınmacıyı suçlu göstermek imkânsızdır. Oysa birinci sayfa haberleri kadar kurgusal olmayan dolayı-sıyla da daha az ideolojik söylem kullanan üçüncü sayfa haberlerinde bile Suriyeli sığınmacıların sanki her olayın arkasında olduğuna dair yaratılan intiba ötekileştirmenin en kuvvetli delili olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı haberin devamında Anadolu Ajansı bir uzmanın görüşüne başvurmuştur. Söz konusu uzman Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Ensti-tüsü (OAE) Müdürü Prof. Dr. Talip Küçükcan’dır. Küçükcan da Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerinden hareketle Suriyeli sığınmacıların sanki birer suç makinası gibi temsil edildiğini ve toplumda Suriyelilere ilişkin bir takım toplumsal ön yargılar geliştirilmeye çalışıldığını şu sözleri ile vurgulamıştır: “Yabancı, göçmen ve mültecilerin suça eğilimli oldukla-rı ve suç oranlarını artıracak biçimde adli olaylara karıştıkları iddiasının büyük oranda temelsiz olduğu görülmektedir. Türkiye’de Suriyelileri suç-lu, suça eğilimli ve uyumsuz olarak gösterme çabaları sadece önyargı ile açıklanamaz. Bunun ötesinde gizli bir ırkçılık ve ayrımcılığın dışavurumu olarak değerlendirilmelidir”.

Suriyeli sığınmacılara ilişkin yukarıda örneği verilen haber konusu Hür-riyet gazetesinin 11 Mayıs tarihli üçüncü sayfasında da işlenmiştir. Gaze-

Page 32: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

25Journal of Security Studies

tenin söz konusu olaya ilişkin haber spotu şu şekildedir: “Savaştan Türki-ye’ye kaçan Suriyelilerle ilgili rahatsızlık, İstanbul’da faciaya dönüyordu. Güvercintepe’de bir çocuk bıçaklanınca mahalleli ayaklandı, Suriyeliler’e ait dükkânlar kurşunlandı, ateşe verildi.”. Gazete yerli halkın Suriyeli sı-ğınmacılardan duyduğu rahatsızlığı bu haber spotu ile tüm ülkeye yaygın-laştırırken, ‘facia’, ‘ayaklanma’, ‘kurşunlama’ ve ‘ateşe verme’ gibi kaos ortamını çağrıştıran kelime ve tanımlamaları kullanarak sığınmacıları ‘ça-tışma yaratan öteki’ olarak çerçevelemiştir.

Suriyeli sığınmacılara ilişkin haber spotlarında özellikle Hürriyet ve Sözcü gazetelerinin olumsuz, suça eğilimli ve yerli halk tarafından istenmeyen insanlar olarak Suriyelileri kategorileştirildikleri söylenebilir: “Adana’da taksici Erdal Bayakı’nın aracına üç kişi bindi. Bir süre sonra araçtakiler taksiciyi bıçakla yaralayıp, parasını aldı. Şoför telefonla ambulans çağırdı. Sağlıkçılara ‘Beni Suriyeliler bıçakladı’ dedi. Bu onun son sözleri oldu. Meslektaşları ayaklandı, cinayeti protesto etti” (2 Ağustos 2015, Sözcü). Dikkat edilecek olursa katil zanlılarının uyruğu özellikle vurgulanmıştır: Suriyeli. Hâlbuki ülkemizde her yıl çeşitli örnekleri yaşanan ‘taksici cina-yetleri’nde failin uyruğu, memleketi üzerinde genelde durulmamaktadır. Bir başka ötekileştirme (kültürel açıdan) örneği ise Posta gazetesi haber spotunda verilmiştir : “Suriyeliler ile Türkler arasındaki kültür farkı dün bir faciaya yol açıyordu. Yanlış anlama nedeniyle çıkan kavgayı ayırmak isteyen bir kişi kafasına vurulan kalasla hastanelik oldu” (17 Nisan 2015, Posta). Yine Hürriyet gazetesinden mağdur öteki örneği: “Bodrum’da parklar, Suriyeli Türkmen göçmenlerin yaşam alanı haline geldi. Göçmen-lerin durumuna esnaf kızgın, turistler şaşkın, halk üzgün. “Dilenci değil, sürgünüz” diyen göçmenlerse çaresiz”. (23 Haziran 2015, Hürriyet). Ha-ber spotu bazında niceliksel olarak en az sayıda haber yayınlayan iki ga-zete olan Haber Türk ve Sabah gazetelerinin incelemeye değer örnekleri saptanamamıştır. Zira haber spotları genelde gazetelerin önemli gördükleri haber metinlerinde yer almaktadır. Her iki gazete de Suriyeli sığınmacı sorununu üçüncü sayfalarında önemli olarak görmemişler, Suriyeli sığın-macılara ilişkin az sayıdaki haberlerinde bile soruna nötr olarak yaklaşmış-lardır. Ama görmezden gelmek, görse bile önemli görmemeye çalışmak ve hatta yapılan haberlerde resmi otoritenin verdiği bilgilere sadık kalmak da bu iki gazetenin Suriyeli sığınmacılara ilişkin mevcut tutumları olduğunu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Her iki gazetenin yapılan üçüncü sayfa ha-berlerinin büyük bir kısmı yasa dışı yollardan Avrupa’ya gitmeye çalışan sığınmacılara ilişkin olup, haberler bu yolculuk esnasında sığınmacıların yaşadıkları trajik durumlara eğilmiştir. Her iki gazete de Suriyeli sığınma-cıların karışmış oldukları suç olaylarına genelde eğilmemeyi tercih etmiş-lerdir.

Page 33: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

26 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

2.2 Makro Boyutta Şematik Analize İlişkin Bulguların Değerlendirilmesi

Ele alınan beş gazetenin incelenilen dönemlerinde şematik bulgulara bakı-lırken haber kaynakları, tarafların sözlü tepkilerine yer verilip verilmediği, arka plan bilgisi ile olayın sosyal ve politik yönünün habere konu olup olmadığı üzerinde durulmuştur. Haber Türk gazetesinin Suriyeli sığınma-cılara ilişkin haber kaynaklarına bakıldığında 7 haberi kendi muhabirinin yaptığı, 2 haberin ajanslardan alındığı, 2 haberin dış haberler servisince yapıldığı ve geri kalan 5 haberin de kaynağının belli olmadığı saptanmıştır. Haberlerin büyük bir kısmında resmi makamlardan alınan bilgilerin kulla-nılarak haberleştirilmesi söz konusudur. Haberlerin neredeyse tamamına yakınında (14 haber) Suriyeli sığınmacılar ‘mağdur’ olarak çerçevelenir-ken, bir haberde fail, bir haberde ise hem fail hem de mağdur olarak çer-çevelenmiştir. Haber Türk gazetesinin ağırlıklı olarak ‘mağdur Suriyeli’ çerçevesi kullandığı saptanmıştır. Yine aynı gazetenin beş üçüncü sayfa haberinde olayın nasıl gerçekleştiğine ve geliştiğine dair arka plan bilgisi kullanılırken (3 Şubat, 21 Şubat, 4 Nisan, 24 Haziran, 9 Ağustos tarihli Ha-ber Türk gazeteleri), iki haberde tarafların sözlü tepkilerine (4 Nisan ve 24 Haziran tarihli Haber Türk gazeteleri) yer verilmiştir. Haber Türk gazetesi-nin üçüncü sayfa haberlerinde Suriyeli sığınmacılar ‘mağdur’ olarak öteki-leştirilirken, özellikle ‘yerli halkın kötülüğüne uğrayan ötekiler’ olarak da çerçevelenmiştir denilebilir. Bunu 24 Haziran tarihli ‘Sahte polis Suriyeli kadına tecavüz etti, 25 yıl istendi’ ve 10 Nisan tarihli ‘Fast-Food’cu daya-ğına takipsizlik’ başlıklarında ve haber metinlerinde görmek mümkündür. Haber Türk gazetesinin üçüncü sayfa haberinde Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de fail olarak karıştıkları olayları genelde ele almadığını, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de bulunmasının toplumsal ve politik sonuçlarına eğilmediğini söylemek doğrudur.

Hürriyet gazetesinin araştırma konusu yapılan dönemde ele alınan 34 adet üçüncü sayfa haberinin 30 adedi kendi muhabirleri tarafından yapılmış-tır. Diğer 4 haberin 2’sinde kaynak bir haber ajansı, 1’inde dış haberler servisidir. 1 haberde ise haber kaynağı belirtilmemiştir. Gazetenin incele-nilen haberlerde resmi kaynaklara bağımlılığının az olduğu görülmüştür. Elbette diğer gazeteler gibi Hürriyet gazetesi de bazı haber ayrıntıların-da Sahil Güvenlik, Emniyet Müdürlüğü, Jandarma gibi resmi kaynaklara haberini dayandırarak vermektedir fakat gazetenin konuya ilişkin yapılan haberlerinde farklı muhabir isimlerinin olması, resmi kaynaklara bağımlı bir şekilde masa başı haberleri yapmadığını ortaya koymaktadır. Hürriyet gazetesinin üçüncü sayfasında çıkan 34 haberden 22’sinde Suriyeli sığın-macılar mağdur, 2’sinde fail ve 10’unda hem mağdur-hem de fail olarak temsil edilmişlerdir. Yine gazetenin 34 haberinin 13’ünde arka plan bilgisi-

Page 34: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

27Journal of Security Studies

ne yer verilmiştir. Yani olayın nasıl gerçekleştiğinin yanında, olayın ortaya çıkmasına yol açan gelişmelerin dünü ve bugünü üzerinde de durulmuştur. Hürriyet gazetesinde ele alınan 34 üçüncü sayfa haberinin 13’ünde olayın fail ya da mağdurlarının ya da etkilenenlerin sözlü tepkilerine de yer veril-miştir. Hürriyet gazetesinin 34 haberinin 4’ünün habere konu olan olayın sosyal ve politik yönü üzerinde durulması söz konusudur.

11 Mayıs tarihli gazetenin üçüncü sayfasında yer alan ‘Suriyeli savaşı’ baş-lıklı haber örgüsü, sonuçları, arka plan bilgisi, tarafların sözlü tepkileri ile habere konu olan olayın sosyal ve politik yönünü ortaya koyan bir örnektir. Haber ‘Suriyeli’ ve ‘savaş’ bileşenleri kullanılarak başlıklandırılmıştır. Ha-berin alt başlıklarında ‘Suriyeliler saldırdı’ alt başlığı büyük harflerle tır-nak içinde verilmişken, olayın geçtiği İstanbul Güvercintepe halkının ken-dilerine saldırdıklarını iddia ettikleri Suriyeli 30 gencin yaşadığı evi ateşe verdikleri bilgisini içeren ‘Evi ateşe verdiler’ ara başlığı büyük harflerle dizilmesine rağmen tırnak içinde verilmemiştir. Gazetecilik pratiklerinde tırnaklı ifadeler vurgulanmak istenenin altını çizmek amacıyla kullanılır. Burada ara başlıkların olayın taraflarında birisi olan Suriyeli sığınmacıla-rı nitelerken tırnak içine alınması ve olayın diğer tarafı olan yerli halkın yaptığı karşı eylemin tırnak içine alınmaması öteki söylemini güçlendiren bir örnek olarak ortaya çıkmaktadır. Bu haberde tarafların temsilcilerine söz hakkı verilmesi (‘Suriyeliler ne diyor?’ ve ‘Mahalleli ne diyor?’ baş-lıkları kullanılarak) haberde objektif davranıldığı vurgusu yapmaktadır. Bu görüşlerin altında mahalle muhtarının – resmi kaynak olarak - en son sözü söylemesi (‘Her beş kişiden biri Suriyeli oldu’ başlığı kullanılarak ve Suriyelilerin mahallenin ekonomik ve toplumsal şartlarını kötü yönde nasıl değiştirdiğine dair bir takım değerlendirmeler eşliğinde) Suriyelilerin düzen bozucu ve rahatsızlık kaynağı olduğu anlamsal kapanmasını orta-ya çıkarmaktadır. Haber Suriyeli sığınmacıların politik ve sosyal endişe kaynağı olduğunu da hem haber metnini dizimine, hem seçilen kelimelere (Spotta yer alan ifade: “Savaştan Türkiye’ye kaçan Suriyelilerle ilgili ra-hatszılık…”) yansımıştır demek mümkün. Bunun yanında “Güvercintepe sakinlerinden bir grup, yangına müdahale etmek için gelen itfaiye ekiple-rine de saldırdı…” biçimindeki cümlelerle olayın failleri ve aynı zamanda da mağdurları arasında denge kurulmaya çalışılmıştır. Fakat ‘sakin’ ‘sal-dırı’ kelimelerini aynı cümlede kullanmak farklı bir mantık örgüsü ortaya koymaktadır. Hürriyet gazetesinin üçüncü sayfa haberlerinde Suriyeli sı-ğınmacıların nasıl çerçevelendiğine dair farklı örnekler vermek mümkün-dür fakat çalışmasının sınırlıkları bunu imkansız kılmaktadır. Son olarak Hürriyet gazetesinin üçüncü sayfa haberlerinde Suriyeli sığınmacıları hem ‘çaresiz ve savunmasız’ (Bknz. ‘Çocukları yetmedi onu da dövdüler’ (1 Mayıs 2015 Hürriyet), ‘Dilenci değil sürgünüz’ (23 Haziran 2015 Hürri-yet), ‘Suriyeli Savaşı’ (11 Mayıs 2015 Hürriyet), ‘Sınırda fuhuş dinlemeye

Page 35: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

28 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

takıldı’ (3 Mart 2015 Hürriyet) başlıklı örnek üçüncü sayfa haberleri) ola-rak çerçevelediği hem de ‘mevcut toplumsal yapıyı, düzeni bozucu’ olarak çerçevelediğini söylemek mümkündür.

İncelenen gazetelerden Sözcü gazetesi söz konusu dönemde yayınladığı toplam 29 üçüncü sayfa haberi ile Hürriyet gazetesinden sonra Suriyeli sığınmacılara ilişkin en çok üçüncü sayfa haberi yayınlayan ikinci gazete olmuştur. Bu haberlere şematik düzeyde bakıldığında söz konusu haberle-rin 16’sında sığınmacılar mağdur konumundayken, 8’inde fail ve 5’inde hem fail hem mağdur konumundadır. Sözcü gazetesinin üçüncü sayfa ha-berlerinin yaklaşık yüzde 45’inde (fail-mağdur sınıflaması da dahil edildi-ğinde) sığınmacıların ‘suça bulaşmış, suç işlemiş’ olarak çerçevelendiğini söylemek mümkündür. Bunun yanında haberlerin yarısından fazlasında da ‘mağdur’ olarak çerçevelenmesi söz konusudur. Haber kaynaklarına bakıl-dığında Suriyeli sığınmacılara ilişkin 29 üçüncü sayfa haberinin 6’sı gaze-tenin kendi muhabirlerince yapılmışken, 17’si Doğan Medya Grubuna ait Doğan Haber Ajansı’nca (DHA), 3’ü Anadolu Ajansı’nca (A.A.) ve 3’ü de hem DHA hem de AA’dan alınarak yapılmıştır. Bu durumda gazetenin üçüncü sayfasında yer alan haberlerin yaklaşık yüzde 80’ni (%79,3) ajans-lara bağımlı olarak yapmıştır. Bu ajansların içinde de 20 haber ile (toplam haberlerin %69’u) DHA ön plana çıkmıştır. Sözcü gazetesinin 29 üçüncü sayfa haberinin 14’ünde olayın nasıl gerçekleştiğine ve sonuçlandığına dair arka plan bilgisi yer alırken, 5’inde ise gerçekleşen olayın sosyal ve politik yönü üzerinde durulmuştur. 5 haberde ise olayın fail ya da mağdur-larının sözlü tepkilerine yer verilmiştir. Örneğin 2 Ağustos tarihli Sözcü gazetesinin üçüncü sayfasından verilen ‘Suriyeliler gaspettikleri taksicinin boğazını kesti’ başlıklı haberde haber başlığının büyük puntolarla veril-miş olması ve ‘Suriyeliler’ vurgusunun yapılması Suriyeli sığınmacıların gazete haberlerinde nasıl ötekileştirildiklerine dair güzel bir örnektir. Söz konusu başlıkla sanki bütün Suriyelilerin cinayet işleme potansiyelleri ol-duğu anlamsal kapanması ortaya konulmaktadır. Yine 10 Ağustos tarihli Sözcü gazetesinde de Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların içine düştükleri açmazı sosyo-politik yönü ile açıklama çabasındaki ‘Suriye’deki savaştan kaçtı, geçinebilmek için su sattı, yetmeyince fuhuşa battı’ başlıklı haber örnek verilebilir. Söz konusu haberin başlığı haber metnini özetlediği gibi, sığınmacıların yaşadıkları mağduriyeti de vurgulamaktadır. Haber girişin-de “Suriye’de dört yıldır devam eden iç savaş binlerce insanın hayatını ka-rarttı. Yaklaşık 4 milyon Suriyeli, yaşamak için evlerini, yurtlarını terk etti. Başka ülkelere sığındı. Resmi rakamlara göre 2 milyona yakın Suriyeli de Türkiye’ye geldi…” şeklindeki açıklamalar Suriye’de yaşanan iç savaşın insanları nasıl topraklarından ettiğini yansıtmasının yanında Türkiye’deki sığınmacı nüfusuna yaptığı vurgu ile bu mağdur insanların nasıl toplumsal bir sorun haline gelmeye başladığını da ifade etmektedir.

Page 36: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

29Journal of Security Studies

Sözcü gazetesinin Suriyeli sığınmacıların ‘toplumsal sorun haline geldiği’ çerçevesini haber metinlerinde sıklıkla işlediğini söylemek mümkündür. Gerek haber başlıklarında failin ya da mağdurun ‘Suriyeli’ olduğuna dair yapılan vurgular gerekse de Suriyelilerin yerli halka ilişkin karıştıkları olaylarda uyruklarının altının kalın çizgilerle çizilmesi bu hipotezi doğru-lamakta, Suriyeli sığınmacılar ‘toplumsal sorun haline gelen öteki’ olarak temsil edilmektedirler.

Sabah gazetesi üçüncü sayfasında ele alına dönem içerisinde Suriyeli sı-ğınmacılara ilişkin en az haber yapan gazete olmuştur. Sığınmacılar top-lam 8 haberin 4’ünde mağdur, 3’ünde fail geri kalan 1’inde ise hem mağ-dur hem fail olarak vurgulanmışlardır. Bu haberlerin 5’i gazetenin kendi muhabirlerince yapılırken, 1’i ajans’tan alınmıştır. 2 haberde ise haberin kaynağı yer almadığı için haber merkezince yapıldığı anlaşılmıştır. Söz konusu haberlerin yedisinde arka plan bilgisi bulunmaktadır. Dikkat çeken nokta şudur ki; gazete sığınmacıların yasadışı yollardan Avrupa’ya geç-me çalışmalarını daha geniş santim/sütun’a yayarak ve büyük puntolarla verirken (20 Ocak, 20 Mayıs 2015 tarihli gazeteler) Suriyeli sığınmacı-ların karıştığı adli vakaları diğer gazetelerde önemli bir üçüncü sayfa ha-beri olarak verilirken ya hiç görmezden gelmiş ya da küçük başlıklarla ve metinlerle bildirmiştir (2 Ağustos tarihli ‘Taksicinin boğazını kestiler’ haberi gibi). Gazete Suriyeli sığınmacıların karıştığı adli vaka haberlerini mümkün olduğunca ‘Suriyeli’ kelimesi ile bir araya getirmeden haberleş-tirmiştir. Bunu 3 Şubat tarihli ‘Acıyıp evine aldığı genç katili oldu’ ile ‘2 Ağustos tarihli ‘Taksicinin boğazını kestiler’ haberlerinde görmek müm-kündür. Sabah gazetesinin haberleştirdiği Suriyeli sığınmacıları daha çok yardıma ihtiyacı olan ve Türkiye’nin de yardım ettiği savaşın mağdurları çerçevesine yerleştirdiği saptanmıştır. 28 Temmuz tarihli ‘Yunan kovaladı Türk kurtardı’ başlıklı haberde sığınmacıların Ege denizinde botlarının Yu-nanistan’a ait sahil güvenlik ekiplerince patlatıldığı, buna karşın Türk sahil güvenlik ekiplerince kurtarıldıkları bilgisi verilmiştir.

Şematik analize ilişkin bulguları değerlendirilecek son gazete Posta ga-zetesidir. Gazete ele alına dönemde Suriyeli sığınmacılara ilişkin yapmış olduğu 23 haberin 11’inde sığınmacıları mağdur, 5’inde fail ve 6’sında da hem fail hem de mağdur olarak haberleştirmiştir. Bu açıdan Posta gazete-sinin üçüncü sayfa haberlerinde sığınmacıların ağırlıklı olarak ‘mağdur’ olarak tanımlandığını söylemek doğru olur. Yapılan haberlerin kaynağına bakıldığında ağırlıklı olarak DHA ajansı muhabirlerinin haberlerinin kul-lanıldığı saptanmıştır (23 haberin 20’sinde DHA muhabirlerinin imzası vardır). Bu durum gazetenin Doğan Yayın Medya grubuna bağlı olması nedeniyle normal karşılanabilir. Ama Türkiye’nin ilk beş büyük gazetesin-den birisinin muhabir haberlerinden çok ajans muhabirlerinin haberlerine

Page 37: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

30 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

bağımlı olması gazetecilik mesleğinin durumu ve gazete sahiplik yapısı bakımından olumlu olarak değerlendirilmemektedir. Posta gazetesinin ya-yınlamış olduğu 23 haberin 10’unda olayın geçmişi ve nasıl geliştiği ile ilgili arka plan bilgisi saptanmıştır. Yapılan haberlerin biri dışında habere konu olan kişilerin sözlü ifadelerine başvurulmadığı saptanmıştır. Bu da gazetenin Suriyeli sığınmacıları ilgilendiren haberlerinde olayın fail ve mağdurlarına söz hakkı tanımadığı gibi, tanıklarına da tanımadığı bilgisini ortaya çıkarmaktadır.

Posta gazetesine ilişkin şematik analiz düzeyinde ele alınabilecek son konu Suriyeli sığınmacıları ilgilendiren üçüncü sayfa haberlerinde habe-rin sosyo-politik yönü üzerinde durulup durulmadığıdır. Toplam 23 habe-rin 7’sinde habere konu olan olaya sebebiyet veren veya olayın sebebiyet verdiği sosyo-politik yönler üzerinde durulduğu analiz edilmiştir. Örneğin 12 Ağustos tarihli gazetenin üçüncü sayfasında yer alan ‘Huzur mu kal-dı?’ başlıklı haberde Bodrum açıklarında botları batan Suriyeli sığınma-cıların yüzerek denize çıktıktan sonra tatil köyünde yoga yapan grubun önünde perişan bir halde jandarma eşliğinde geçişi konu edilmiştir. Hem çekilen fotoğraf hem kullanılan başlık hem de sözcüklerin diziminde seçi-len ifadeler sığınmacıların nasıl ötekileştirildiğini, nasıl Türkiye’de ‘yerli halkın huzurunu bozan öteki’ olduğunu ortaya koymaktadır. Haberde yo-ganın insanın içsel huzurunu sağlayan bir ‘spor’ olduğu vurgulandıktan sonra, savaştan kaçan sığınmacıların her şehirde olduğu gibi tatil köyünde yoga yapan insanların da karşısına çıkabileceğinin altı özellikle çizildikten sonra ‘Bu nedir bu?’ ara başlığı atılmış ve haberin devamında ‘toplumun huzurunu bozan’ için şu ifadeler kullanılmıştır: “İşte tatilciler de ruhsal dünyalarının derinlerine konsantre oldukları sırada, önlerinden geçen ka-çakları görünce neye uğradıklarını şaşırdı. Huzur muzur kalmadı. Kaçak-lar Bodrum’a gitti.” Yine sosyo-politik yönü irdeleyen bir başka haber de 17 Nisan tarihinde çıkmıştır. ‘Kültür çatışması’ başlığı ile verilen haber de Suriyeli ötekinin yerli halktan kültürel olarak da farklı olduğunun altı çizilmiştir. Haberde Mersin’de bir vatandaşın ‘hışt’ nidasıyla Suriyeli sı-ğınmacılara seslenmesinden kaynaklanan bir kavgada başının Suriyeli sı-ğınmacılarca yarılması hikâye edilmiştir. Zira muhabire göre ‘hışt’ nidası Arapçada ‘eşek’ anlamına gelmektedir ve Suriyeliler de yanlış anlamadan dolayı yerli halkla kavga etmişlerdir. Aslında sıradan bir adli vaka olarak değerlendirilebilecek haber konusu işin içinde Suriyeli sığınmacılar olunca Posta gazetesinde üçüncü sayfanın manşet kısmında geniş bir alana ya-yılarak kendine yer bulmuştur. Haberin spotunda yer alan ‘Suriyeliler ile Türkler arasındaki kültür farkı dün bir faciaya yol açıyordu…’ şeklindeki ifade altı çizileni yani ‘kültürel olarak öteki’yi vurgulamıştır. Özetle Posta gazetesinde Suriyeli sığınmacılara ilişkin yer alan üçüncü sayfa haberle-rinde sığınmacıların ‘düzen bozucu’ , ‘yerli halk ile çatışan’ olarak çerçe-velendiğini ve ötekileştirildiğini söylemek mümkündür.

Page 38: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

31Journal of Security Studies

2.3 Mikro Boyutta Yapısal Özelliklerin Değerlendirilmesi

Eleştirel söylem analizi çerçevesinde haberlerin mikro yapısal özellikleri değerlendirilirken sözcük seçimleri, sözcüğün sentaktik yapısı, cümlele-rin yapısı (aktif/pasif veya cümledeki sözcüklerin dizimi), cümleler arası nedensellik ilişkileri ile retoriğin incelenmesine bakılır. Çalışmanın örnek-lemenin genişliği düşünüldüğünde 110 haberin tamamının mikro yapısal özellikleri üzerinde durmak imkansızdır. Bunun yerine incelenen her bir gazetenin, mikro yapısal özellikleri içinde barındıran örnek haberleri üze-rinde durulacaktır.

Eleştirel söylem analizinin önemli ismi Van Dijk metnin cümle sentaksına otorite olanı, güçlü olan ile zayıf olanı bulmak için bakılması gerektiğini düşünmektedir. Van Dijk yaptığı örnek çalışmalarda suçluların ve gösteri-cilerin eylemlerinin aktif bir cümle sentaksı ile verilmesine karşılık polis gibi hukuki güçlerin göstericilere veya suçlulara karşı yapmış oldukları eylemlerin edilgen bir sentaks ile verildiğini keşfetmiştir (Van Dijk, 1988, s.11). Ona göre ‘polis göstericiyi öldürdü’ cümlesi ile ‘gösterici polis ta-rafından öldürüldü’ cümlesi arasında fark vardır. İkinci cümlede eylemi işleyen özne belirsizleştirilmektedir. Bu durum şüphesiz gerçeği belirsiz-leştirmekte hatta gizlemektedir. Örneğin Hürriyet gazetesi 31 Ocak tarihli nüshasının üçüncü sayfasından verdiği haberde ‘Patatesleri alan Halil’e vurduğum için pişmanım’ başlığını kullanmıştır. Haber konusu şöyle ge-lişmiştir; uluslararası bir fast-food firmasının İstanbul’daki bir şubesinde müşterilerin masada bıraktıkları yemek artıklarını toplayan sığınmacı ço-cuklardan birisine şube müdürü şiddet uygulamıştır. Kamera görüntüleri görsel basına yansıyan olay ulusal gündemi bir süre işgal etmiştir. Mü-dürün bu hareketi bütün basın yayın organlarında yapılan haberlerde kı-nanmıştır. Hürriyet gazetesi yapmış olduğu haberde müdürün pişmanlığını dile getirirken, haber başlığının sentaksından da anlaşılacağı üzere Halil isimli Suriyeli sığınmacı çocuğun yapmış olduğunu daha büyük bir yanlış olduğu iddiasını ileri sürmektedir. Zira haber başlığına bakıldığında söz di-zimsel olarak müdürün duyduğu pişmanlığın ön plana çıkarılması gerekir-ken, çocuğun isminin yaptığı eylemle birlikte ön plana çıkarılarak, gelişen olayda çocuğun da suçlu olduğu vurgulanmak istenmiştir. Haber boyunca suç eylemini işleyen müdürün isminin rumuz ile ‘E.Ö.’ şeklinde verildiği, oysa kanunen korunması daha elzem olan – suçlu bile olsa- çocuğun ismi ‘Halil’ olarak açıkça yazıldığı görülmüştür. Bu da bir başka ‘suçlu öteki’ örneğidir.

Cümlenin sentaksında ortaya konulan tercihlerin gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde özellikle haberin en önemli unsuru olan haber başlıklarında kendini gösterdiğini söylemek gerekir. Daha öncede ele alınan Sözcü gaze-

Page 39: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

32 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

tesinin 2 Ağustos tarihli ‘Suriyeliler gasp ettikleri taksicinin boğazını kesti’ haber başlığı bu türden bir haber başlığıdır. Cümle sentaksına bakıldığında Suriyeli şüphelilerin uyrukları cümle başına çekilmişken, bir taksicinin öl-dürülmesi eylemi cümlenin sonuna atılmıştır. Yani yapılan eylemden ziya-de, yapanlar ve uyrukları okuyucuya sunulmak istenmiştir. Aynı zamanda öldürme eyleminin yapılış şeklinin açıklanmasının da ‘suçlu ötekilerin’ yaptığı suçun dehşetini arttırmak için özellikle vurgulandığını düşündürt-mektedir. Şüphesiz bu türden örnekleri arttırmak mümkündür. Gazetele-rin haberlerinde cümle yapısında bilinçli bir söz dizimi yapıldıktan sonra, yapılan eylemin ne olduğunu vurgulamak yerine ‘yapanın kim olduğu’ ve ‘uyruğunun ne olduğu’ vurgulanmak istenmiştir. Bu durum Hürriyet, Posta ve Sözcü gazetelerinin birçok haberinin başlığında saptanmıştır. 27 Nisan tarihli Sözcü gazetesinde yer alan ‘Suriyeli kadınlar ile göl manzaralı fu-huş’ haber başlığı ile 26 Temmuz tarihli Posta gazetesinde yer alan ‘Suri-yeli gelin tuzağı’ haber başlığı bu türden başlıklardır. Sabah gazetesinde in-celenen haber örneklerinde bu türden bir cümle sentaksına rastlanmamıştır. Haber Türk gazetesi ise özellikle mağdur tarafın Suriyeli sığınmacı olduğu durumlarda ‘Suriyeli çocuğu tramvay ezdi’ (30 Mart 2015) türünden baş-lıklarla Suriyeli sığınmacının mağduriyetini ön plana çıkarma eğiliminde olmuştur. Örneğin gazete 10 Nisan tarihindeki haberinde Hürriyet gazete-sinin aksine dayak eylemini ve yapanı ön plana çıkararak aynı haber için şu başlığı atmıştır: ‘Fast-food’çu dayağına takipsizlik’.

Kelime tercihlerinde ise gazetelerin Suriyeli sığınmacılara ilişkin yapmış oldukları haberlerin tamamının üzerinde durulmayacaktır. Çalışma içeri-sinde daha öncede değinildiği gibi özellikle Suriyeli sığınmacıların ülke-nin ‘kanayan bir yarası’ olduğu düşüncesini okura aktarmak isteyen Hürri-yet, Sözcü ve Posta gazetelerinin işlenilen suç ile suçu işleyenin uyruğunu birçok haberde bir araya getirme çabası vardır. Olağan bir zamanda bir gazetenin üçüncü sayfasında yer alabilecek basit bir haberde failin ya da mağdurun nereli olduğu ve nereden geldiği üstünde fazla durulmamasına karşın, söz konusu gazetelerin ‘Suriyeli öteki’ ile ‘suç’ kavramını bir araya getirme çabası içinde oldukları saptanmıştır: ‘Suriyeli-gasp eden’, ‘Suri-yeli-sahte gelin’, ‘Suriyeli-kaçak’, ‘Suriyeli-fuhuş yapan’, ‘Suriyeli-kal-pazan’ gibi. Bu türden birliktelikleri bu üç gazetenin haberlerinde bolca görmek mümkündür. Sabah gazetesi ile Haber Türk gazeteleri Suriyeli sığınmacılara ilişkin haberlerinde eğer ortada suç işleyen bir Suriyeli var-sa bunu haber başlığı içinde genelde görmemezlikten gelmiştir. 2 Ağustos tarihli nüshasında Sabah gazetesi taksici cinayetini ‘Taksicinin boğazını kestiler’ haber başlığı ile verirken edilgen bir sentaks kullanmıştır (öldü-renin kim olduğuna dair derin kuşkular besleyerek). Yine haberi üçüncü sayfa içerisinde görece önemsiz bir alana konumlandırarak (haberlerin en altına) ve habere gerekli alanı daha az ayırarak daha az önemli şekilde

Page 40: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

33Journal of Security Studies

sunmuştur. Haber metni içerisinde ise haberin sonlarına doğru şüphelilerin uyruğuna dair ‘Öldürülen taksicinin kardeşi Ertan Bayakı, “Ölmeden önce, kendisini bulanlara ‘Suriyeliler yaptı’ demiş” dedi…’ cümlesi ile önemsiz-leştirme yapılmıştır denilebilir. Gazetelerin hangi sayfada yer alırsa alsın, eğer haber konusu kişinin, konunun kendisi toplumsal bir sorunun tara-fıysa ve hele de politik bir kutuplaşma konusu ile yakından ilgiliyse haber hikayesine ilişkin kelimeleri özellikle seçtiklerini – seçilen kelime ile ya öne çıkarmak ya da gizlemek amacıyla önemsizleştirmek şeklinde olmak-ta- söylemek mümkündür.

SONUÇ

Toplumsal olarak ele alındığında ‘öteki’ olanın her zaman bireysel bazda ötelenmesi, dışlanması söz konusu olmaktadır. Hele ki bu ötekiler ayrı bir millettense hemen hemen tüm toplumlarda görülebildiği gibi ötekileştirme mekanizmaları daha çabuk işlemektedir. Dünya tarihi olağan olandan farklı olduğu için (ırkı, cinsel tercihleri, siyasal inançları, fiziksel görünüşü vb.) ötekileştirilen insanların hikayeleri ile doludur. Toplumsal ötekileştirmeyi hızlandıran en önemli araçlardan birisi olarak belki de en önemlisi olarak kitle iletişim araçları büyük öneme sahiptir. Günümüz dünyasında millet-ler arası ilişkilerde fiziki sınırların gittikçe bulanıklaştığı, toplumların bir yandan hızla bütünleşirken aynı zamanda daha küçük gruplara ayrıştığı bir zaman dilimi yaşanmaktadır. İşte kitle iletişim araçları bir yandan bu bü-tünleşmeyi hızlandırırken, yaşanan ayrışmaları da hızlandırmaktadır (mik-ro milliyetçilik, kimlik siyaseti gibi anlayışlar vs.).

Yapılan bu çalışma bir ayrıştırma biçimi olarak ötekileştirmenin gazeteler aracılığıyla nasıl haber yazımına yansıdığını, bunun da toplumsal ötekileş-tirmeyi nasıl etkilediğine sınırlı da olsa bir açıklama girişimidir. Ele alı-nan gazetelerin üçüncü sayfalarının gazetelerin birinci sayfaları gibi vitrin görevi görmediği ortadadır. Bununla birlikte üçüncü sayfaların haber me-tinlerinin oluşturulmasında kurgusallığın (editoryal müdahaleler ve genel yayın politikası örtüsü altındaki ideolojik ön yargılar) daha az etkili olabi-leceği, haberi yazan muhabirin kendi ideolojik ve toplumsal ön yargılarını habere daha fazla yansıtabileceği varsayımından hareket edilmiştir. Fakat ele alınan beş gazetede de görülmüştür ki, editoryal müdahaleler ile genel yayın politikasının kıstasları daha haberin sayfaya taşınması aşamasında işlemektedir. Yani bir konu, sorun veya olayın haber değerinin olup olma-dığına ilişkin tüm kurgular birinci sayfada olduğu kadar olmasa da üçüncü sayfada da işlemektedir. İncelenen beş gazeteden üçünün makro düzeyde hükümet söylemi ile ters düşen bir söyleme sahip olduğu bilgisinden ha-reketle, Suriyeli sığınmacıları ‘toplumsal sorun’ olarak görme eğiliminde oldukları saptanmıştır. Hürriyet, Posta ve Sözcü gazeteleri Suriyeli sığın-

Page 41: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

34 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

macıların gerek mağdur gerekse de fail oldukları olayları diğer seçilen iki gazeteye göre üçüncü sayfalarına daha fazla taşıdıkları ulaşılan bir baş-ka sonuçtur. Bunun yanında her üç gazetenin de hikâyeyi haberleştirirken fail ya da mağdurun ‘Suriyeli’ olduğuna dair vurgulayıcı cümle yapıları seçmesi söz konusudur. Yine bu üç gazete haber hikâyelerinde Suriyeli sığınmacı imajını toplumda – yapılan araştırmalardan da saptandığı üze-re – daha olumsuzlaştıracak kelime vurgularını kullanmışlardır. Sıklıkla Suriyeli-savaş, Suriyeli-cinayet, Suriyeli-dilenci vb. kelime birliktelikle-rini bolca tekrarlayarak kullanmışlardır. Ele alına gazetelerin tamamında Suriyeli kişinin fail ya da mağdur olmasına bakılmaksızın ‘Suriyeli’ bilgisi ön plana çıkarılmıştır. Suriyeli kimliğinin bu derecede vurgulanması el-bette Suriyeli sığınmacılara ilişkin ‘gelip düzenimizi bozdular’ şeklinde özetlenebilecek bakış açısını kuvvetlendirmektedir. Zira verilmek istenen mesajın kitle iletişim araçları ile sürekli tekrar edilmesi propagandanın kullandığı önemli tekniklerdendir.

Sabah ve Haber Türk gazeteleri sırasıyla Suriyeli sığınmacılara ilişkin top-lumsal sorunları ve üçüncü sayfa özelinde adli vakaları en az haberleştiren gazeteler olmuşlardır. Bu durumda her iki gazetenin de editoryal haber se-çimlerinin ‘sığınmacılarla ilgili sorun yok’ imajı yaratmaya yönelik olduğu düşünülmektedir. İncelenen diğer üç gazetede büyük puntolarla ve üçüncü sayfanın en tepesinde verilen sığınmacı haberlerini bu iki gazete ya önem-sizleştirerek vermiş ya da hiç vermeyerek görmezden gelmiştir. Diğer üç gazetenin Suriyeli ötekiyi suç ile bir arada hatırlatan haber çerçevelerinin aksine bu iki gazeteden Sabah gazetesi haber çerçevelerinde Suriyeli sı-ğınmacıları ‘mağdur olan kardeşlerimiz’ olarak daha çok haberleştirmiştir. Haber Türk gazetesi ise haber çerçevelerinde sığınmacıların yaşadığı mağ-duriyeti daha fazla ön plana çıkarmıştır. Her iki gazete de Suriyeli sığınma-cıların Türkiye’de karıştıkları adli olayları haberleştiren üçüncü sayfa ha-ber hikâyelerinde özellikle sığınmacının uyruğunu başlıkta kullanmaması ötekileştirmeme adına olumlu olarak değerlendirilebilir.

Özetle gerek haber pratikleri gerekse de haber metnini kurgulayan haber-cilerin pratikleri açısından ele alınan haber metinlerine eleştirel söylem analizi ile bakıldığında incelenen beş gazeteden üçünün (Hürriyet, Posta, Sözcü) Suriyeli sığınmacılara ilişkin geliştirilen resmi söylemin aksine sı-ğınmacıları haber sayısı, haber başlığı, seçilen kelimeler, cümlenin sentak-sı ve yaratılan anlamlar bakımından bilişsel süreçlere hitap edecek tarzda olumsuz anlamda ötekileştirdikleri saptanmıştır. Buna karşın diğer iki ga-zetenin (Sabah ve Haber Türk) sığınmacılara ilişkin haberleri, toplumsal sorunları görmezden gelerek, görüyorsa da metinsel düzeyde ‘Suriyeli ötekiyi’ vurgulamadan ötekileştirmediği-böylece resmi söylemin konuya ilişkin bakış açısının da istediği şekilde- saptanmıştır.

Page 42: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

35Journal of Security Studies

Kaynakça

Kitap ve Makaleler

BEZİRGAN A., Y., BİLGİN, N., “Gazete Haber Başlıklarında Öteki’nin İnşası”, Kültür ve İletişim,12(2) Yaz, ss., 133-157, 2009.BİLGİN, N., Sosyal Psikoloji Sözlüğü, Kavramlar, Yaklaşımlar, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2003.ÇELİK, H., EKŞİ, H., “Söylem Analizi”, e-dergi Marmara, ss.99-117, 2008.DAĞTAŞ, B. ve E, DAĞTAŞ, “Sivil İtaatsizlik Örneği Olarak ‘Cumartesi Anneleri’ Eylemlerinin Türkiye Basınındaki Sunumu”. Kültür ve İletişim Dergisi. (10/1), Kış, ss. 71-104, 2007. FAIRCLOUGH, N., Discourse and Social Change, 5 th. Edn., Polity Press, Cambridge, 1998.FAIRCLOUGH, N., WODAK, R., “Critical Discourse Analysis”. In: Introduction to Discourse Analysis., van Dijk, T.A. (ed.), London, 258-284, 1997.GEE, J.P., An Introduction to Discourse Analysis Theory and Method. Routledge, 2013.GÜR, T. “Post-modern Bir Araştırma Yöntemi Olarak Söylem Çözümlemesi”, ZfWT, Vol.5, No,1, ss. 185-202, 2013. İNAL, A., Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1999.KİRİŞÇİ, K.,“Misafirliğin Ötesine Geçerken: Türkiye’nin “Suriyeli Mülteciler” Sınavı”. Araştırma Raporu, (Jun 2014) (http://www.brookings.edu/~/media/research/files/reports/2014/05/12%20turkey%20syrian%20refugees%20kirisci/syrian%20refugees%20and%20turkeys%20challenges%20kirisci%20turkish.pdf). Erişimtarihi:05.10.2015KOCAMAN, A. Söylem Üzerine. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2009.NAHYA, Z.N., “İmgeler ve Ötekileştirme: Cadılar, Yerliler, Avrupalılar”, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi 1(1), 27-38, 2011.ONG, W., J., Sözlü ve Yazılı Kültür, Sözün Teknolojileşmesi, Metis Yayınları, İstanbul, 1995. ORKUNOĞLU, Y., Neitzsce ve Postmodernizmin Gerçek Yüzü. İstanbul: Ceylan Yayınları, 2007.PARKER, I. Discourse Dynamics: Critical Analysis for Social and Individual Psychology. London: Routledge, 1992.POTTER, W.J., An Analysis of Thinking Research About Qualitative Methods, Lawrence Erlbaum Associates, 1996.SÖZEN, E., Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi, Güç ve Refleksivite. İstanbul: Paradigma Yayınları, 1999.

Page 43: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

36 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

TAHİR, M., “A Critical Discourse Analysis of Religious Othering of Muslims in the Washington Post”, Middle-East Journal of Scientific Research 14 (6): 744-753, 2013TDK, Türkçe Sözlük, Sekizinci Baskı, Ankara, 1998. TEO, P., “Racism in the News: A Critical Discourse Analysis of News Reporting in Two Australian Newspapers”, Dıscourse & Society , SAGE Publications ,Vol 11(1): 7–49, 2000.VAN DIJK T. A., Discourse as Social Interaction,; Discourse Studies: A Multidisciplianry Introduction, Volume 2, Sage Publications, London, 1998. VAN DIJK T. A., News as Discourse, Lawrence Erlbaum Associates, London,1988.VAN DIJK, T.A., Discourse, Knowledge and Ideology: Reformulating Old Questions and Proposing Some New Solutions ,2003. http://www.discourses.org/OldArticles/Discourse,%20Knowledge%20and%20Ideology.pdf. Er.tar. 01.10.2015.WODAK, R., Aspects of Critical Discourse Analysis1, ZfAL 36, pp.5-31, 2002. YÜKSEL, E., GÜRCAN, H., İ., Habercinin El Rehberi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2001.

İnternet Kaynaklarıfile:///C:/Users/user/Downloads/Turkiye%E2%80%99de-Multecilere-Koruma-Saglanmiyor.pdf. er.tar. 05.10.2015.http://www.hugo.hacettepe.edu.tr/TurkiyedekiSuriyeliler-Syrians%20in%20Turkey-Rapor-TR-EN-19022015.pdf., s. 26,29,32. er.tar.06.10.2015.http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/suriyelilerin-adli-olaylara-karisma-orani-on-binde-33/118752. er.tar.11.10.2015.http://www.unhcr.org.tr/?page=29. Er.tar.05.10.2015.http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/kiliste-suriyeli-multeci-sayisi-kent-nufusunu-asti. er.tar. 05.10.2015.http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. er. tar. 05.10.2015.http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224. er. tar. 05.10.2015.

GazetelerHürriyet Gazetesi 1 Ocak-31 Ağustos 2015 Arası Haber Türk Gazetesi 1 Ocak-31 Ağustos 2015 ArasıSabah Gazetesi 1 Ocak-31 Ağustos 2015 ArasıSözcü Gazetesi 1 Ocak-31 Ağustos 2015 ArasıPosta Gazetesi 1 Ocak-31 Ağustos 2015 Arası

Page 44: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

37Journal of Security Studies

HUKUKÎ ŞİDDET*

Legal Violence

Rabia SAĞLAM**

ÖZET: Makale, modern hukuk sisteminde ortaya çıkan hukukî şiddet temalarını irdelemektedir. İnsanların maruz kaldığı ilk hukukî şiddet, hu-kuk diliyle ilişkilidir. Hukuk dilinin şiddeti, hukukî hükümlerde ve yargıç kararlarında izi sürülebilen, ürkütücü ve dışlayıcı hukukî süreç ve usulleri ifade eder. İkinci hukukî şiddet ise güç ile mistik şiddeti birbirine bağlayan hukukun zorlayıcılığı ile ilgilidir. Genel olarak klasik hukuk kuramında, gücün ya da şiddetin hukukî yapıda sadece yaptırım biçiminde tezahür et-tiği kabul edilir. Ne var ki, Benjamin ve Derrida açısından mistik şiddet, hukukun, “yazgı” tarafından dayatılan bir şiddet üzerine kurulduğu (hukuk kurucu) ve muhafaza edildiği (hukuk koruyucu) anlamına gelir. Bir diğer hukukî şiddet ise yasa önünde eşitlik sağladığı varsayılan hukuk adaletin-de görülebilir. Hukuk adaleti, öznelerin aynılığına dayanmasından ötürü, somut bir davada bireysel farklılıkları dikkate almaz. Paradoksal bir biçim-de, farklı özneler aleyhine hukukî şiddeti yeniden üretirken, herkese yasa önünde eşitlik vaat eder.

Anahtar Kelimeler: Şiddet, Benjamin, Derrida, Hukuk, Adalet

ABSTRACT: This essay examines the legal violence themes that arise in modern law system. The preliminary legal violence, which imposed upon people, relates to legal language. The violence of legal language ex-presses the daunting and excluding legal procedures and processes, which can be traced in legal judgments and the verdicts of judge. The second legal violence bears upon the enforcement of law which connects force with mythical violence of law. In traditional jurisprudence, it is generally accepted that force or violence locates within the structure of law only as legal sanctions. However, for Benjamin and Derrida, mythical violence means that law is found (law-making) and is maintained (law-preserving) over violence, which is imposed by the “fate”. Another legal violence can

* Bu makale, 22/23 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Şiddet ve İnsan Hakları Çalıştayı”nda bildiri olarak sunulmuştur. ** Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğre-tim Üyesi, ([email protected]).Makale Geliş Tarihi: 24.10.2015 Makale Kabul Tarihi:27.12.2015

Page 45: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

38 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

be seen in legal justice that is assumed to provide equality before law. Since the legal justice bases on the similarity of subjects, it does not pay attention to the individual differences in a legal case. Paradoxically while reproduc-ing legal violence against different subjects it promises equality for every-one before law.

Keywords: Violence, Benjamin, Derrida, Law, Justice

Giriş

Geleneksel hukuk kuramlarınca pek sorgulanmayan hukuk ve şiddet iliş-kisi bir metnin başlığı yapıldığında, hukukun olağan bir şiddeti içerdiği ve aynı zamanda bu şiddetin, yasadışı, haksız ve gayrı meşru görülmeyen bir boyutu ihtiva ettiği varsayılmış olur. Hukuk ve şiddet ilişkisi genel ola-rak iki bakış açısıyla değerlendirilir. İlki geleneksel hukuk kuramlarının görüşlerini yansıtan meşru hukuk söylemleridir ki bunlara göre hukukî hükümler adildir ve dolayısıyla ne kadar sert olurlarsa olsunlar şedit de-ğillerdir. Sanki şöyle düşünülmektedir: Öyle ya şiddet, bir kimseye isteği dışında başka bir kimse tarafından dayatılan sınırlama ve ihlal anlamına gelmektedir. Oysa hukuk şiddeti, sınırlandırma ve ihlal etme ile aynı an-lamda değildir (Menke, 2010: 2). Hâsılı, hukukî hüküm, haklı olduğu müd-detçe herkes için geçerlidir ve bir şiddet biçimi olarak görülmez.

Bunun aksine, eleştirel hukuk söylemleri, hukukî hükümlerin kuvvet kul-lanma veya şiddet tehdidi ile uygulandığını ileri sürer. Şiddetsiz hukuk yoktur. Hukukî hükmün gerekçelendirilmesinde bile durum değişmez: Ne haklı amaçların ne kurallara uygun prosedürlerin meşru olması hukuku şid-detten muaf kılar. Eleştirel söylemlere göre, hukuk, şiddetten sıyrılmanın yolunu göstermez, bilakis farklı yollarla şiddeti sürdürür (Menke, 2010: 2). Bu metin bağlamında argümanlarımı, eleştirel hukuk söylemlerinin izin-den giderek, hukuk ve şiddetin homojenliği vurgusuna dayandıracağım.

1. Hukukî Şiddet Biçimleri

Şiddet (violence), Türkçe sözlükte “bir hareketin, gücün derecesi, sertlik; kaba güç; duygu ve davranışta aşırılık”1 (http://www.tdk.gov.tr), Cambri-dge İngilizce sözlükte ise “insanlara zarar vermeyi amaçlayan eylem ve sözler; aşırı güç” (http://dictionary.cambridge.org) olarak tanımlanır. Gü-cün derecesi üzerinden tanımlanan şiddet, aynı zamanda gücün niteliğine ilişkin bir anlama da sahiptir. Doğal bir gücün, örneğin bir tsunaminin, maddi bir zarara yahut duygusal bir acıya sebebiyet verse dahi bir şiddet

Page 46: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

39Journal of Security Studies

biçimi olduğu düşünülmez. Peki, ama gücün doğal değilse hangi niteliği şiddet olarak adlandırılır? Derrida, Almanca Gewalt sözcüğünün anlamı-na dayanarak şiddeti “meşru iktidar”, “haklılaştırılmış otorite” (Derrida, 1992: 6) alanındaki güçle tanımlar ve gücün, doğal değil sembolik düzene ait olduğunda şiddet adını aldığını belirtir: Şiddet “hukukun, siyasetin ve ahlâkın sembolik düzenine aittir” (Derrida, 1992: 31). Burada hukukun şiddetinden bahsederken tam da bu meşru addolunan sembolik gücü ir-delemek arzusundayım: Olağan görülen, normal sayılan, adil farz edilen, haklı bulunan hukuk şiddeti.2

Modern hukuk devletinde, hukuk gücü karşısında bireylerin maruz kaldık-ları ilk şiddet hukuk dilindedir. İkincisi hukukun zorlayıcılığı (enforceabil-ity) ve nihayet üçüncüsü hukuk adaletinin şiddetidir. Hukuk dilinin şiddeti, bireylerin girişini bilip çıkışını bilmedikleri yasal terimler ve prosedürler labirentinde kendilerini kaybolmuş hissetmelerine neden olan hukukî hük-mün ve yargıç yorumunun dışlayıcılığını ifade eder. Yasa diliyle ve yargıç eliyle kalıplaştırılan, görünmeyen ama derinden iz bırakan dil yarasının sebebi ve sonucu, aynı dil konuşulsa bile yabancı olunan yasal kavram, hüküm ve usullerin, insan yaşamının her alanında sözünü geçirebilmesi-dir. Hukukun zorlayıcılığı ise hukukî müeyyidelerin cebri ile Benjamin’in altını çizdiği hukukun mitsel (mythical) şiddetidir. İlki yasa yaptırımının şiddeti, diğeri hukuk otoritesi ile yasanın geçerliliğini ve meşruluğunu kendinden menkul bir yetkiyle kuran mistik güçtür. Hukuk adaletinin şid-deti ise kanun önünde eşitliğe indirgenen ve yasanın genelliğine sıkıştırılan Themisçi adaletin artık görevini yerine getiremediğini ifade eder. Benzer-likler üzerinden kurgulanan hukuk içindeki adaletin ötekilerin farklılığını ihmal ettiğini ve nihayet adalet adına yürütülen hukukî gücün şiddetini deşifre etmeyi amaçlar.

Birbirini tamamlayan bu üç hukukî şiddet biçimini, aşağıda ayrıntılandır-madan önce, bir örnek üzerinden açıklayalım: 1111 sayılı Askerlik Kanu-nu’nun ilk maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmaya mecburdur” hükmü, dilsel şiddetin ve hukukî cebrin en yalın göstergesidir. Yasanın erkek yurttaşlara en az 6 ay süreyle mecbur kıldığı ödev, yurttaşlık ve erkeklik kimliğini asker olmakla özdeşleştiren bir dil kullanır.3 Yükümlü kılan dil, cinsiyetçi ve militarist dokuyu yasa eliyle yeniden şekillendirir, diğer yandan yasal mecburiyet eşcinselleri, kadınları veya herhangi bir hastalığı nedeniyle “vatan hizme-ti”ni yerine getiremeyenleri, bu kutsallıktan; ‘iyi’ yurttaşlıktan dışlar. Hu-kukun sembolik şiddeti, erkek cinsiyetini askerlik mecburiyetiyle yüceltip kadim cinsiyet eşitsizliğini yasa dili ve cebriyle muhafaza ederken, yurttaş, erkek ve sağlıklı olmayanları bu “ayrıcalık”tan nasiplendirmeyen zorlayı-cı dilde hayat bulur. Öte yandan yasa hükmündeki “mecburdur” ifadesi,

Page 47: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

40 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

hükme itaat eden veya etmek zorunda kalan erkekleri, şenlik havasında askere uğurlayan kültürel ritüelleri, otoritesini muhafaza edip sürdürebil-mek için kullanır ki hukukun mitsel şiddeti ile ifade edilmek istenen bu-dur. Hukuk, zorunlu askerlik görevini yerine getirirken ölen erkek askeri “şehit” olarak adlandırır4 ve böylelikle her türlü dinsel, kültürel inancı, gücünü pekiştirmek için araçsallaştırır. Hukuk adaletinin şiddeti ise asker-lik ödevini yerine getirirken ölen erkeğin “şehit” olması halinde (varsa) erkek kardeşini yasanın mecburiyetinden muaf tutarak ehveni şer bir adalet tesis etmesindedir.5 Bir bakıma yasa koyucu, ölü bedenleri meşru kılma-ya ilişkin gücünü, ailedeki erkek kardeşlerden biri ile sınırlayarak kısmen adilleştirmeye çalışır. Kısmen adildir, zira aynı maddenin hemen altında bu “hukuk adaleti”nin, “hukuk içindeki adalet”in seferberlik ve savaş hal-lerinde uygulanmayacağı belirtilir.

Hukuk adaleti, ücret karşılığı askerlik mecburiyetinden muafiyetin yolunu da açar. 10.12.2014 tarihli kanuna göre 1 Ocak 1988 tarihinden önce doğ-mak ve 18 bin lirayı ödemek şartıyla, bazı erkekler “temel askerlik eğiti-mine tâbi tutulmaksızın askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılır.”6 Hukuk içindeki adaletin en çıplak şiddetidir bu hüküm; askerlik mecburiyetinden muafiyet yaş sınırına ve ekonomik standarda bağlandığında, yukarıda sözü edilen eşitsizlik durumu katlanır. Erkek yurttaş, yaş sınırı ölçütünü karşılı-yor ve 18 bin lirayı ödeyebiliyorsa askerlik mecburiyetini yerine getirmek zorunda değildir. Kanun, aynı durumda olanlara aynı davranılması gerek-tiğine ilişkin en temel adalet ilkesini, yine adalet adına çiğner. Kadınlar ile sağlıklı ve yurttaş olmayan erkekler aleyhine bozulan eşitlik, yaş kotası ve ekonomik standart ile eşitsizliği sürdürür. Dolayısıyla hukuk, adalet adına ölçüler belirleyip, sınırlar çizerek ötekileri gözden çıkarır, yok sayar ve dışlar; şiddetin mağdurları haline getirir.

2. Hukuk Dilinin Şiddeti

2.1. Metaforik Düşünce

Göstergebilim açısından metaforik düşüncenin yalnızca “mümkün ve yaygın olduğu değil, metaforsuz düşünmenin imkânsız olduğu” kabul edilir. Gerçeklik, “kaçınılmaz surette kıyas sistemleri içinde tasarlanır” ve bu da “bir kavramı başka bir kavram üzerinden görmeyi” sağlar. Anlama, “bilinmeyen bir şeyi bilinir kılma süreci” olarak görülürse kıyastan; bir şeyi bir şeye benzeterek anlamlandırmaktan; metafor kullanımından ka-çınmak imkânsız hale gelir (Boshoff, 2013: 429). Bu açıdan Nietzsche, dilin ve hakikatin temel özelliklerinin metaforik olduğunu, fakat zamanla metaforun normalleştiğini ve kökeninin unutulduğunu ifade eder.

Page 48: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

41Journal of Security Studies

Nietzsche’ye göre dil, şeyler arasındaki ilişkileri belirleyip bu ilişkileri en çarpıcı metaforları kullanarak ifade etmeyi sağlar. Metafor iki şekil-de kullanılır: Hem bir sinir uyarıcısı imgeye dönüştüğünde hem imge ses içinde yeniden biçimlendirildiğinde (Nietzsche, 1989: 248). “Herhangi bir sözcükten söz ettiğimizde”, der Nietzsche, “-ağaçlar, renkler, kar, çiçekler- şeylerin kendilerine dair bir şeyler bildiğimize inanırız. Oysa bildiğimiz şey, asıl kendiliklerle hiç de ilgisi olmayan metaforlardan başka bir şey değildir.” Kavramlar gerçekliği bütünüyle kapsamazlar, fakat tüm farklı-lıkları, bireysellikleri kapsadıklarına ilişkin bir yanılsamayı aktarırlar. Bir kişiyi “dürüst” olarak adlandırırsak, “bugün neden bu kadar dürüst davran-dı” diye sorduğumuzda vereceğimiz cevap “dürüstlüğü nedeniyle” olur. Oysa dürüstlük kavramı, -tıpkı “yaprak” kavramının, diğer yaprakların ayırt edici özelliklerinin dışlanarak, sanki doğada aynı biçimde, renkte tek yaprak varmış yanılsamasını oluşturulması gibi- tekil farklılıklarla ilişkisi keyfi biçimde kesilerek biçimlendirilir. Dürüstlük olarak “adlandırdığımız şeyin özsel niteliğine dair hiçbir şey bilmeyiz. Bildiğimiz, benzer olmaya-nı hariç tutarak ve sonra onlara dürüst eylemler göndermesi yaparak aynı kefeye koyduğumuz” davranışlardır (Nietzsche, 1989: 249). Bu nedenle metafor, “verdiğinden daha fazlasını vaat ettiği”, “anlam bütünlüğünün kendisine ait olduğu” (Derrida, 1982: 228)7 için ekonomik bir kullanımdır; işaret edilen bir anlamdan diğerine hızlıca tutunmayı sağlar.

Hukuk dili de metaforlardan azade değildir. Metaforlar üzerinden “ikinci dereceden anlam alanları” yaratır ve bu alanların hukukî karakteristikleri taşıdığını iddia eder. Boshoff, hukuk dilinin şiddet ve tahribat retoriğini kucaklaması ile kendi işlev ve eylemlerini tanımlamak için metafor kullan-masının nedenini iki şekilde argümanlaştırır: İlki hukukî terminoloji ya da sözcüklerin seçiminin asla tarafsız olmamasıyla; ikincisi ise hukukî termi-nolojinin güçlü bir ideolojik aygıt olarak yalnızca dünyayı tanımlamaması, aynı zamanda dünyayı inşa etmesi, gerçekliği hukuka dönüştürürken huku-ku da gerçekliği de yaratmasıyla ilgilidir (Boshoff, 2013: 426).

2.2. Hukuk Dilinin Performatif Gücü

Hukuk dilinin, sözünü eyleme dönüştürmeye, edimle desteklemeye dair bir potansiyeli vardır ki Derrida buna, dilbilimci John Austin’den ilhamla, “hukukun performatif gücü” adını verir. Derrida, Austin’in, How to Do Things with Words kitabında konuşma edimlerini betimsel söz (consta-tive utterance) ile edimsel söz (performative utterance) ayrımı üzerinden tartıştığını belirtir. Betimsel sözler, olayların tasvirini genel olarak doğru ya da yanlış kabul eden klasik savlardır. Buna karşın edimsel sözler, bir şeyin konuşmanın kendisi aracılığıyla yerine getirilmesini, hayata geçiril-mesini, başarıyla tamamlanmasını sağlar (Derrida, 1988: 13).

Page 49: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

42 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Edimsel sözlerin doğruluğu ya da yanlışlığı konuşmacının söylediği şeyi yapma hususunda yetkili olup olmamasına bağlıdır. Şayet konuşmacı söy-lediği şey konusunda yetkiliyse, konuşma aracılığıyla yerine getirilen edim doğru, değilse yanlış kabul edilir. Bu anlamda hukuk sözü edimseldir; per-formatif bir gücü vardır. Sözgelimi, “on sekiz yaşından küçükler evlene-mez” dediğimde, kanundaki hükmü betimlemiş olurum. Zira yürürlükteki Medeni Kanunun 124. maddesine göre, “erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez.” Söylediğim şeyin -“on sekiz yaşından küçük-ler evlenemez”- doğruluğu ya da yanlışlığı, dinleyiciler tarafından ilgili kanun maddesine, yürürlükte olup olmadığına bakılarak kanıtlanabilir. Fa-kat aynı sözü, bir yargıç olarak mahkeme salonunda ya da evlendirme me-muru olarak bir düğün merasiminde söyleseydim, söylediğim şeyin doğru-luğu ya da yanlışlığı için kanuna bakmak, kanun yürürlükte mi, geçerli mi diye araştırma yapmak konuşmamı duyanlar açısından yersiz bir girişim olacaktı. Zira hukukun yetkilendirdiği bir temsilci olarak söylediğim söz, söylediğim anda, -“on sekiz yaşından küçükler evlenemez”- gerçekleşmiş, somut olay sözüme göre sonuca bağlanmış, tamamlanmış kabul edilecekti. Bir metin yasa adını aldığı ve yasal metin üzerinde hukukun yetkilendirdi-ği temsilciler -yargıç, savcı, polis, kamu görevlisi- konuştuğu, yorum yap-tığı, icrada bulunduğu, karar verdiği anda hukuk sözünü doğrulamış, ye-rine getirmiş, konuştuğu anda olayı sonuca bağlamış, hüküm verdiği anda sonuçlarını doğurmuş olacaktı.

Bu nedenledir ki hukuk metninin veya yorumunun ayırt edici özelliği, hu-kukun sözünü gerçekleştiren, temsilcileri konuştuğu anda, söylenen şeyin doğruluğuna yahut yanlışlığına ilişkin şüpheleri dağıtan bir zorlayıcılığının olmasıdır. Derrida işte bu zorlayıcılığa “hukukun performatif gücü” adını verir ve yasal bir göstergenin (ya da kavramın) anlamının, yalnızca anlam-bilimsel bir bağlama sıkıştırılamayacağını ifade eder. Aşağıda performatif gücün, hukukun koyulması, ilan edilmesi, yerleştirilmesi aşamasında -ör-neğin darbe sonrası anayasalar- “kerametli bir performansı” (Birmingham, 2010: 3) nasıl sergilediğine değinilecektir.

Hukukî şiddet, hem genelleştiren, soyutlayan ve ikincil anlam alanları açan yasanın metaforik diliyle hem otoritesinin kaynağını yine kendisinde bulan sözün performatif gücüyle doğrudan ilişkilidir. Hukuk, elinin uzanabildiği her türlü kurum ve kişiyi kendine bağlayan “kerametli performansı” ile “acı ve ölüm” dağıtır (Cover, 1986: 1609). Soruşturma açılmasına karar veren savcı, mütalaa veren bilirkişi, cezaya hükmeden yargıç, sokakta sizi durdurup kimliğinizi soran polis eylemine kadar yasa adına ve yasaya da-yanarak performe edilen her tür yorum, tahakküm, dışlama ve baskıya da-yanan bir güç edimini yansıtır.

Page 50: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

43Journal of Security Studies

Fakat gündelik hayatta hukuk dilinin şiddetine, daha ziyade genelgeleri, yönetmelikleri, kanunları uygulayan kamu kurumları, adliyeler, mahkeme-ler ve karakollarda maruz kalınır. Hukuk, hangi dili ne şekilde konuşmanız gerektiğini kayıt altına alır. Hukukî sistemin bünyesindeki yol, yordam ve terimlere uygun olmadıkça sözünüz dinlenmez. Hukuk, herkes dil ehli-yetine sahipmiş, herkes aynı dili biliyormuş gibi hükmünü verir. Yargıç kararı ile yeniden inşa edilen hukukî metinlerin anlamları arasına sıkışır hakkınız ve cezanız. Aynı dili konuşsanız dahi yabancı olduğunuz, bilin-meyen, ürkütücü yasanın önünde ömür boyu bekleyebilirsiniz. Türkçedeki deyişle “mahkemelerde sürünürsünüz.”8 Özetleyelim: Sistem tarafından tanınmayan bir dili konuşamazsınız.

Hak arayışınız karşısında hukuk, geçit vermeyen bürokrasiye sığınır ve sessiz kalır. Sessiz kalarak sizi yok sayar. Suçunuzu öğrenemezsiniz, ceza-nızı bilemezsiniz. Böyle zamanlarda sükût, altın olmaktan ziyade şiddetin ta kendisi olur. Nelson Mandela, iktidardaki beyazlarla yaptığı müzakere-lerde hapishaneden yazdığı mektuplara cevap bile alamadığında hor gö-rülmenin; sembolik dilsel şiddetin en acımasız olanını deneyimler: Beyaz adam karşılık vermek şöyle dursun, gönderilen mektubun alındığı bilgisin-den bile mahrum bırakır siyahlar adına konuşan Mandela’yı. Tıpkı beyaz adamın siyah Mandela’yı insan yerine koymaması gibi; hukuk da herkesi, korkutucu, yıldırıcı, tehdit edici usulleri ve temsilleriyle kapısında bekletir. O halde hukukun konuşmasına ek olarak suskunluğu da “şiddetin başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir” (akt. Hobart, 2014: 63).

3. Hukukun Zorlayıcılığı

3.1. Hukukun Zorla Uygulanması

Hukuk, diğer yapısal ya da kurumsal şiddet biçimlerinden (siyasî şiddet, toplumsal şiddet vb.) farklı olarak, zor kullanımını yasal ve meşru bir kı-lıfla etkinleştirir. Derrida, hukuka has zor kullanımını enforce sözcüğüyle açıklar. Enforce sözcüğü, hukukun daima yetkilendirilmiş yahut uygula-ması haklılaştırılmış bir gücü içinde barındırdığını ima eder: Yasayı zor kullanarak uygulamak (to enforced the law), yasanın zorlayıcılığı (enfor-ceability of the law). Zorlayıcılık, hukukun kendisinde, “analitik yapısında a priori” olarak bulunur. Hukuk güce başvurarak, dahası cebirle uygulan-mayı ima etmediğinde yoktur. Yürürlükte olup da uygulanmayan yasalar değildir bahsi geçen; zorlayıcılığı olmayan, zorla uygulanamayan bir yasa, hukuk yasası adını alamaz. Hukuk yasasını yasa yapan kavramın ‘enforce-ability’sidir. Güç ise doğrudan ya da dolaylı, fiziksel ya da sembolik, dışsal ya da içsel, yabanî ya da sinsi bir şekilde söylemsel yahut hermenötik, zorlayıcı ya da düzenleyici olabilir (Derrida, 1992: 6). Hukukiliğe ait bu

Page 51: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

44 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

zorlayıcılığı veya gücü, -kolaylık olsun diye- ikiye ayırabiliriz: İlki hukukî yaptırımlarla ortaya çıkan şiddet ya da hukukî cebir, diğeri Benjamin’in ilâhî şiddetin karşısında konumlandırdığı, hukukun kurucu (law-making) ve koruyucu (law-preserving) şiddetini ifade eden, sözün performatif bo-yutunu da içine alan, Derrida’nın Amerika’daki eleştirel hukuk kuramla-rından ilhamla “mitsel” (mystical) adını verdiği şiddettir.

Hukukî cebir, yasayı ihlal ettiğimizde başımıza dikilen -hukukun adalet adına vaat ettiği- acı ve ıstıraptır; hukukî yargı ve ceza edimlerine daya-nır. Hukukun gücünü caydırıcılık adı altında yaptırımlarla sergilemesi ve desteklemesi, hepimizin az çok bildiği ve deneyimlediği, aşikâr bir şid-dettir ve biri hukukun şiddetinden bahsettiğinde çoğunlukla ilk aklımıza gelen müeyyidelerin cebridir. Yasayı çiğnediğinizde büyük ve korkunç bir mekanizma işlemeye başlar; yargılanırsınız ve cezalandırılırsınız. Hukukun kırmızı çizgisini geçtiğinizde, yasanın sözünü dinlemediğinizde, yetkiniz olmadan “şiddet” uyguladığınız, yetki verildiğinde kullanmadığı-nızda karşılaştığınız müeyyidelerdir: Kira borcunuzu ödemediğinizde evi-nizden tahliye edilirsiniz, suç işlediğinizde hapse atılırsınız, para cezasına çarptırılırsınız, ehliyetinize veya malınıza el konur, çocuğunuz elinizden alınır, oy kullanamazsınız. Ansızın kapınıza dayanan jandarma, yolda sizi çeviren trafik polisi, müebbette mahkûm eden ceza mahkemesi, temerrüt faizini kira borcunuza ekleyen yargıç, biber gazı atan kolluktur bu cebrin uygulayıcıları.

3.2. Hukukun Mitsel Şiddeti

Hukukun mitsel şiddeti, haklı amaçlar uğruna kullanılan şedit araçların meşru olduğuna ilişkin düşünsel tasarımların zorla dayatılmasıdır. Bu ta-sarımların inandırıcılığını sağlayabilmek ve güvenilirliğini sürdürebilmek için hukuk -tıpkı devlet gibi- kendisini sembolik bir güç edimiyle kurar ve koruma altına alır. Diğer bir ifadeyle hukuk, kendisini temsil eden yargı, yasama, mahkeme ve kamu gücünü kullananlardan; kendisini oluşturan, temsil eden ve tatbik eden kurum ve kişilerden bağımsız bir biçimde, onla-ra indirgenemez, onlara aşkın bir düzen olarak inşa edilir (Bourdieu, 2015: 247). Montaigne’nin dediği gibi, “hukukun itibarını sürdürmesi otoritesi-nin mistik temeline” (Derrida, 1992: 12); kendisini gerçekliğe, temsille-rine, ‘olan’a indirgenemez bir düzen olarak sunmasına bağlıdır. Derrida açısından hukukun -aşkın bir düzen imgesiyle- kurulma anındaki şiddeti “yorumlanamaz”, “çözülemez”dir ve bu nedenle mistik (mystique) kabul edilir (Derrida, 1992: 35). Hukukun mistik otoritesi Kafka’nın9 sözünü et-tiği, Yasa’nın önünde beklemesine rağmen Yasa’yı göremeyen, ona doku-namayan, erişemeyen taşralı adamın sıradan ve korkunç durumuna benzer:

Page 52: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

45Journal of Security Studies

“Burada bu olağanüstü paradoksa dokunmaksızın “dokunmak”tayız: İn-sanın önünde ve öncesinde durduğu yasanın/hukukun ulaşılmaz aşkınlığı, (…) insanın yasayı/hukuku kuran performatif edimine dayandığından (…) sonsuz bir şekilde aşkın ve teolojik görünür. Yasa/hukuk aşkındır, şedittir ve şedit değildir, çünkü yalnızca önünde ve dolayısıyla öncesinde olana, mevcudiyetin daima ondan kaçtığı bir mutlak performatiflik içinde onu üretene, kurana, yetkilendirene dayanır. Yasa/hukuk aşkın ve teolojiktir, bundan ötürü daima gelmek üzeredir, vaat edilmiştir, çünkü içkindir, sonludur ve dolayısıyla zaten evveliyattır. Her ‘özne’ bu aporetik yapı için-de peşinen kaybolur” (Derrida, 1992: 36).

Hukukun, özneleri kendine çeken fakat eş zamanlı kendisini erişilmez kı-lan aporetik yapısı, mistik otoritesini okunaklı kılmayı, anlaşılır hale ge-tirmeyi, analiz edebilmeyi imkânsızlaştırır. Zira hukuk, yasanın “geçerli, buyurucu, gerekli ve karşı konulamaz” olduğu bir düzenekle işler; “fan-tazma mekaniği” ile otoritesini güvenilir kılar (Martel, 2014: 760-761). Yalnızca yoksun bırakmaz, baskı altına almaz, yaptırım uygulamaz fakat kendi iyiliği adına, kendi düzenini idame ettirmek, kendi kategorilerini, bakış açısını ve dilini kurmak, uygulamak için kendisini çözümlenemez bir şekilde muteberleştirir (Menke, 2010: 11).

Hukukun “fantazm mekaniği”ne dayanan otoritesi, Benjamin düşüncesinde hukukun mitsel şiddetine karşılık gelir ve bu şiddet “kendi iyiliği için, salt yaşam üzerindeki kanlı iktidardır (…) ve kurban ister” (Benjamin, 1986: 297). Hukukun kanlı iktidar tutkusu bir tür yazgıdır. Sözgelimi hukuk ko-ruyucu şiddet olarak zorunlu askerlik hizmeti, “devletin amaçlarına hizmet eden bir araç olarak şiddetin mecburî, evrensel kullanımı”nı sağlar (Benja-min, 1986: 284). Hukukun yazgısı, yasa koyan ve yasal düzeni muhafaza eden mitsel şiddeti dayatır, bu yüzden yorumlanamazdır, deşifre edilemez-dir. Askerlik Kanununa tâbi kılan, terörle “mücadele” ederken kan akıtan hukuk gücü, otoritesini kaybedeceği vehmiyle tanınan hak ve özgürlükleri gözden çıkararak sözünü gerçekleştirir. Militarizmin dozu arttırılır, iktidar koşullara göre efsanevî anlatılara başvurur, metafizik/metaforik anlamlan-dırmalar devletin diğer ideolojik aygıtları vasıtasıyla öne çıkarılır -“şehit-ler ölmez vatan bölünmez”-, şiddet usulüne uygun uygulansın diye yasalar çıkarılır, meşru görülsün diye ödüller verilir. Hukukun mitsel formlarının ayakta tuttuğu bu kanlı düzen, hukukun kurulma aşamasında, yerleştirilme sürecinde öngörülen bir şiddetle -ki Benjamin buna devrimci genel grev örneğini verir- tehdit edilmeye ya da yok edilmeye mahkûmdur. Böyle bir anda mevcut hukuk askıya alınır ve yeni bir iktidar kendi hukukunu ko-yar; mitini ve adaletini tesis eder. Dolayısıyla hukuk şiddeti, her seferinde küllerinden yeniden doğar, mitsel şiddet döngüsü paradoksal bir biçimde devam eder: “Yeni ya da daha önce bastırılmış güçler, şimdiye kadar hu-

Page 53: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

46 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

kuk koyan şiddete karşı zafer kazanıp, zamanı geldiğinde çürümeye yazgı-lı yeni bir hukuk oluşturana kadar devam eder bu” (Benjamin, 1986: 300).

Benjamin için hukuku yalnızca bir şiddet biçimi değil, şiddetin kaynağı ya-pan tam da bu yazgıdır. Hukukun şiddet yazgısı, yeni düzenin adil olduğu vaadiyle süslenir ve ortaya çıkış gerekçeleri üzerinden kendisini metafor-larla, metafizik tasarılarla, mitolojik bir anlatıyla meşrulaştırır. 1789 Fran-sız İhtilali ile XVI. Louis’i tahtından indiren Cumhuriyetçiler, kurdukları yeni düzende sabık krala nasıl bir ceza verecekleri konusunda kararsız ka-lan kurucu meclis üyelerine eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkeleriyle moti-ve edilen vatan ve ulus hâkimiyeti üzerine düşünmeleri yönünde müdahale eder. Robespierre, yeni hukuk düzenini kutsayarak seslenir meclis üyeleri-ne: “Kral sanık değildir. Siz yargıç değilsiniz. İşiniz, bir adamın lehinde ya da aleyhinde karara varmak değil, halkın selameti için önlem almak, ulusu korumak için eyleme geçmektir. Louis kraldı ve Cumhuriyet kurulmuştur. Aklınızı kurcalayan büyük sorun, sadece bu sözcüklerle çözülür. Tiranı cezalandırma hakkı ile onu tahttan indirme hakkı aynıdır; biri diğerinden farklı usuller gerektirmez” (Vergés, 2014: 53).

Aynı şekilde 1980 askeri darbesinin meşruiyetini kurmayı ve muhafaza etmeyi hedefleyen 1982 Anayasasının giriş kısmı, -1995 yılında yapılan değişikliğe kadar- hukukun kurucu ve koruyucu mitsel gücünü kayıt altına alır: “Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk devleti-nin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş, bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada; Türk milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, milletin çağrı-sıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekâtı neticesinde (…) vazolunan bu Anayasa…” Devrim, darbe, halk ayaklanması ya da savaş sonrası kurulan yeni düzen, hukuku ve anayasayı askıya alıp kendisini yeni bir devletin kurucusu ilan ederek, vuku bulduğu andaki şiddetini, karşı çıktığı çürümüş ve yoz sisteme ikame edeceği daha adil bir hukuk iddiası ile meşrulaştırır (Douzinas, 2015: 170). O halde şiddete yazgılı bir hukuku her seferinde meşru kabul etmemizin nedeni “daha adil” bir düzen vaat etmesi midir?

4. Hukuk Adaletinin Şiddeti

Hukuk düzeninin kuruluşu ve itibarı, ehveni şer bir adalet vaadi temelinde kurgulanır. Hukukun mistik temeli, geçerliliğini ve meşruiyetini sağlam-laştırmak adına adaleti kendi içine hapseder; yasaların ve uygulamasının yegâne adalet temsili olduğunu ileri sürer. Hukuk sözünün, hükmünün, ka-rarının adaleti temsil ettiğine inanırız ve inandırılırız. Mahkeme salonların-da tarafların görebileceği bir biçimde “adalet mülkün temelidir” yazar. Hu-kuk otoritesinin kuruluş ve kurumsallaşma zeminine yalnızca varsayılan

Page 54: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

47Journal of Security Studies

bir adaleti yerleştirmez bu cümle; aynı zamanda içinde bulunulan koşullar nedeniyle adaleti, yargıya, yasaya, yargıcın kararına; hukukî otoriteye has kılar. Hukukî otoritenin temeli, yasadan yargılamaya kadar adalet inancıy-la mistik bir şekilde kurgulanır ve pekiştirilir (Sağlam, 2014: 118). Derri-da’nın Montaigne’den alıntıladığı gibi, “hukukumuzun bile, kendi adale-tinin hakikatini dayandırdığı meşru kurguları olduğu söylenir” (Derrida, 1992: 12). Hukukun otoritesini sağlayan, varsayılan ve mistik bir şekilde kurgulanan adalettir. Yasalar, örtülü ya da açık, kurgulanan adalete gönder-meler yaparak uygulanır. Varsayılan ve kurgulan adalete, Derrida, “hukuk olarak adalet”, “hukukun içindeki adalet” adını verir.

Her seferinde tekrar tekrar hukukun kapısına gidip hak talep etmemizin, şiddetini öngörüp bilsek bile meşru görmemizin sebebi vaat edilen hukuk içindeki adalettir. Platon, devlet ideası için “gerekli bazı yalanlardan” söz eder; “güzel bir yalan bulup, hem önderleri hem yurttaşları” bu yalana inan-dırmak gerektiğini belirtir (Platon, 2015: 110, 414c). Platon’un devletinde şairler topyekûn kovulmaz, devletin yapısına (mayası altın olan önderler, gümüş olan yardımcılar, demir-tunç olan çiftçi ve işçiler) uygun masalları anlatarak yurttaşların devlete bağlanmasını sağlayacak şairlere, masallara, efsanelere izin verilir. Modern hukuk devleti de kendisine saygı duyul-masını, yurttaşların koşulsuz bağlılığını teminat altına almak için adalete; “gerekli bir yalan”a başvurur. Hukukun masalı ya da “meşru kurgu”su, ‘yasalara bağlı olunduğu müddetçe adaletin tecelli edeceği’ vaadidir. Yasa-ya itimat edelim diye adalet, farklı bağlamlarda tekrar tekrar kurgulanarak öne çıkarılır. Hukuk koyan ve koruyan güç, adaletin ne olduğunu, adaletten ne anlaşılması gerektiğini farklı anlatılarla sabitler: Bazen kanun önünde eşitlik, bazen kamu düzeni, bazen güvenlik, bazen hakkaniyet, bazen barış, fakat çoğu zaman intikam, hesap, öç, cezalandırma, mahrumiyet, savaş, ölüm, kurban olmaktır kurgulanan adaletin içeriği. Bir bakıma hukuk oto-ritesi, yasa sözünün, yorumunun ve uygulamasının meşruiyetini sağlamak adına adaletin içeriğini her seferinde yeniden belirler ve “işte adalet budur” diyerek kodladığı denklemi hukuk öznelerine dayatır.

Bütün bu açıklamalardan sonra başta sorduğumuz soruyu yineleyip, yanı-tımızı verelim: Neden şiddete yazgılı hukuka, hukukun mistik otoritesine, hukuk içindeki adalete inanılır? Platon, kanun koyucular ile hekimler ara-sında bir analoji yapar. Toplumsal düzeni ve barışı sağlamak adına sürekli kanun yapanları, boyuna hekime gidip ilaç alan hastalara benzetir; bu has-talar deva bulmazlar ama her seferinde kurtulacaklarını umarlar (Platon, 2015: 123, 425e-426a).

Hukukun gücüne her seferinde boyun eğmemizin, sözünü şiddet içerse bile meşru ve olağan görmemizin, haklı bulmamızın nedeni, paradoksal

Page 55: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

48 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

bir biçimde, hukukun adalet vaadine bağımlılığımızla ve bağışıklık kazan-mamızla ilgilidir. Hukuk koyucu şiddetin adalet vaadine -Fransız Devrimi sonrası kurulan Cumhuriyet rejiminin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vaa-dine, darbe sonrası anayasal düzenin “bölücü, yıkıcı, kanlı bir iç savaşı” engelleyerek güvenliği sağlama vaadine- bağımlıyızdır, zira bu şiddet hu-kukun yazgısıdır. Hukuk koruyucu şiddetin adalet vaadine ise bağışıklık kazanırız, zira bu şiddet öyle ya da böyle asgarî bir adaleti sağlar. Sözge-limi hukuk koruyucu şiddet olarak zorunlu askerlik ödevini düzenleyen Askerlik Kanunu, bu ödevi yerine getirirken ölen kişinin erkek kardeşini askerlik mecburiyetinden muaf tutarak asgarî bir adalet vaat eder. Böyle-likle, hukuk özneleri, -tam da bu asgarî adalet nedeniyle- hukuk koruyucu şiddete; mevcut düzeni muhafaza etmeye yönelik şiddete karşı direnç ka-zanmış olur.

Kafka’nın Yasa’sının kapısındaki bekçinin sözlerine inanıp Yasa’nın önün-de bekleriz, umut ederiz; adaletin geleceğini, yasadan içeri gireceğimiz o günün geleceğini. Fakat o gün hiç gelmediğinden yahut vaat edilen adalet, ivedi ve tatmin edici bir şekilde yerine varmadığından hukukun şiddetine karşı dirençli hale geliriz. Talebimiz karşılanmasa, yasaya erişemesek, hak-kımız yerine getirilmese veya gecikmiş olsa bile yine hukukun kapısından girmek, çetrefilli yollarından geçmek isteriz. Her durumda yeniden yasaya başvururuz; tıpkı yeni bir ilaçla kurtulacağını uman hastalık hastaları gibi.

Oysa hukuk içindeki adalet yanılsamadan başka bir şey değildir. Harper Lee, Bülbülü Öldürmek kitabında siyah bir Amerikalının suçlu olmadığı halde mahkûm edilmesinin nedenini şu sözlerle açıklar: “Dünyamızda insanların akıllarının başlarından çıkmasına yol açan bir şey var; jüridekiler isteseler bile adil olamazlardı. Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bunlar çirkin ama hayatın gerçeği” (Lee, 2014: 278). Jürinin “istese bile” adil olamamasının nedeni ve sonucu, hukukun öteki-ni ‘düşman’ olarak kodlamasıdır. Modern hukuk adil olanı, her şeye gücü yeten, yetkin, yeterli ve tek tip bir özne kurgusuna dayandırarak formül-leştirir. Adaleti bu şekilde kurgulamak hem hukuk öznesi olmayı aynılık esasına bağlar hem farklı özneler -ten rengi, dini, cinsiyeti, cinsel tercihi, mezhebi, etnik kimliği, toplumsal sınıfı farklı olanlar- aleyhine işleyen be-lirli adalet anlayışını yasalar aracılığıyla kurumsallaştırır. Özerk ve özgür bir birey olmanın ön şartlarını taşımayan ya da yerine getirmeyen ötekiler, hukukî şiddete maruz kalır.

Modern hukukun evrensellik ve soyut eşitlik formlarına bağlı yapısı, arızî ve somut ötekinin taleplerine hürmet etmez. Ötekini, genel kurallar ve il-keler eşliğinde fakat aynı zamanda her kararın ve yargının ardından gelen

Page 56: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

49Journal of Security Studies

fiziksel şiddetle bir yorum örneğine dönüştürür (Douzinas-Warrington, 1994: 185). Dolayısıyla ötekinin başkalığı hukuk içindeki soyut eşitliğe indirgenerek yorum yapıldığı, somut olay salt genel kurallara göndermeler yapılarak karara bağlandığı, her bir davanın farklı ve dolayısıyla her sefe-rinde biricik bir yorumu gerekli kıldığı unutularak hüküm verildiği anda, hukuk adaletinin şiddeti sergilenmiş olur.

Hukukun genel ve soyut Themisçi adaleti, kavramları, özneleri, eylemle-ri, olayları genel benzerlikleri üzerinden sabitler ve ötekinin farklılığını, yasadışı ilan etmediği durumlarda, ihmal eder: Yargıcın kararı, yasanın sö-zünün dışına çıkmaz; adalet yasa koyucunun önceden çizdiği sınırlar için-de tutulur ve adaletin içeriği, herkesin benzerliklerinin ve farklılıkların ne şekilde dikkate alınacağını öngören hukuk otoritesinin yörüngesine sadık kalınarak tespit edilir (Sağlam, 2014: 102). Öteki insanın hakkı, her hukukî hükümle yasanın genelliğine, kıyas edilebilir mantığına ve sistemin yekne-saklığına kurban edilir.

Yasalar, mahkemeler, yargıçlar, suçlar ve cezalar, hukukun adalet oyunu-nun güvenilirliğini ve istikrarını sürdürmek için tekeline aldığı mekaniğin parçalarıdır. Bu nedenle hukuk adaletinin şiddetinden bahsedilir. Hukuk içindeki adalet, ötekinin münferitliğini bastırır, dışlar ve yok sayarken -pa-radoksal bir biçimde- eş zamanlı “eşitlik” vaat edip, “hak” bahşederek şiddet mekaniğinin aksamasını engellemeye çalışır.

Sonuç

Klasik hukuk kuramlarının haklı olduğu müddetçe şiddeti meşru kabul eden yaklaşımlarına karşın, eleştirel hukuk söylemleri açısından hukuk dü-zeni şiddet edimiyle kurulur ve cebir mekaniği ile muhafaza edilir. Şiddet hukukun dışında, hukuka yabancı bir madde değildir; bilakis hukukun ku-ruluş an’ı ve kurumsallaşma aşaması bütünüyle şiddet edimlerine dayanır.

Hukuk dili, gerçekliği yeniden biçimlendiren terminolojisi, kendine has kavram, usul ve prosedürleriyle şiddeti soyut bir düzlemde sürdürür. Yasa-nın muhataplarının adalet talepleri, bilmedikleri, öngöremedikleri hukukî hüküm ve yargıç yorumları arasına sıkışır. Hukuk dilinin, yorumu gerçeğe dönüştürecek ve şiddet edimiyle destekleyecek performatif bir gücü var-dır. Hukuk sözünü söylediği, hükmünü verdiği anda söylediği şeyi yerine getirecek bir zorlayıcılık içerir. Hukukun zorlayıcılığı, hem yasa sözünün edimsel gücünü hem cebri müeyyideyi deyimler.

Hukuk, eşitlik, düzen, barış, özgürlük ve adalet vaadine tutunarak büyülü bir dünya kurar. Büyülü hukuk dünyası, sanıldığı gibi ne şefkatli bir kucak

Page 57: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

50 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ne merhametli bir sığınaktır. Hukuk parmakları keser, fakat kesilen par-maklar acımaz. Bunun nedeni, hukuka hasredilen adalet ile adalet adına yürütülen hukukî şiddetin birlikte kurgulanmasıdır. Dilini, yorumunu ve edimini adalet formülleriyle süsleyen hukuk, toplumsal çatışmaları, kişisel husumetleri kutsal bir üçüncü taraf olarak çözer. Oysa hukukun adaleti, şiddetini perdelemeye yarayan hülyalı vaatlerden ibarettir. Hukukun şid-dete yazgılı doğası, adalet tasarımları nedeniyle meşru görülür ve olağan kabul edilir.

Page 58: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

51Journal of Security Studies

(Endnotes)1 “Sıkı bağlama, sıkı bağlanma, sıkma” anlamındaki şedd kökünden türeyen şiddet (şedit), “sertlik, katılık, fazlalık, sıkılık, sözle yola getirme yerine kaba kuvvet kullanma” anlamına gelmektedir (Ferit Devellioğlu, Os-manlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitapevi, 2011, s. 1161).2 Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelerle güvence altına alınan insan hak-ları ihlalleri yahut yasaya aykırı polis şiddeti veya devlet şiddeti bu metnin kapsamı dışındadır.3 Bu yorumu aşırı bulabilecekler için, hukuk sistemine doğrudan yahut dolaylı bir şekilde yansıyan, hukuk sözünü destekleyen ve yorumunu biçimlendiren kültürel söylemler ve değer yargıları hatırlatılabilir: “Her Türk asker doğar”, “Vatan borcu namus borcudur.”4 “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” (An-ayasa, Madde 10).5 “Askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hayatını kaybeden yükümlülerin kendilerinden olma erkek çocukları ile aynı anne ve babadan olan kardeşleri-nin tamamı, istekli olmadıkça silah altına alınmaz ve silah altındakiler istekleri halinde terhis edilir” (Askerlik Kanunu, Madde 10/9).6 6582 nolu Askerlik Kanunu ile Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Madde 1, 10.12/2014).7 Derrida, “beyaz mitoloji” adını verdiği Batı metafiziğindeki temel karşıtlıkların oluşumunu (gösteren/gösterilen, physis/nomos, doğa/kültür vb.) metaforik dil kullanımıyla ilişkilendirir ve Batı felsefesinin metafizik dilini, kendi mitolojisini “logos” adı altında; “aklın evrensel bir biçimi” olarak dayat-tığını belirtir. 8 Dostoyevski, Suç ve Ceza kitabında şöyle der: “Halkımızda adalet sistemimiz üzerine yerleşmiş bir inancın sonucu bu! Yalnızca ‘yargılanma’ sözü bile kimileri için başlı başına ürkütücü bir kavram” (F. M. Dostoyevski, Suç ve Ceza, çev. Mazlum Beyhan, İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2010, s. 568).9 Kafka’nın Yasanın Önünde adlı hikâyesi, kitabı Dava’nın son bölümünde de yer alır. Hikâye özetle şudur: “Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı adam bir gün ona gelip yasaya girme izni ister. ‘Belki’ der bekçi ‘ama şimdi olmaz.’ Bekçi, her zamanki gibi açık duran kapının önünden çekilir ve adam içeri bakmak için eğilir. Bunu gören bekçi güler ve şöyle der: ‘Madem-ki girmeyi bu kadar çok istiyorsun, beni aşarak içeri girmeyi dene bakalım. Ama bil ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun girişinde gitgide daha güçlü bekçilere rastlayacaksın’ (…) Taşralı adam bunca zorluk çıkacağını beklememiştir. Yasanın herkese her zaman açık olduğunu sanmıştır (…) Adam günlerce, yıllarca oturur. Girme izni koparabilmek için girişimlerini sürdürür ve yalvarışlarıyla bekçiyi yorar. İlk yıllarda, talihin

Page 59: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

52 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

zalimliğine yüksek sesle lânetler okur. Sonraları yaşlandıkça homurdanmakla yetinir (…) Artık ölüme yaklaşmıştır. Ölmeden önce, beyninde toplanan tüm anıları, bekçiye henüz sormadığı bir soruya dönüşür. Kaskatı kesilen bedenini doğrultamadığı için de bekçiye yanına gelmesi için bir işaret yapar (…) ve ‘herkes yasayı öğrenmek istediği halde, nasıl oluyor da uzun süredir bend-en başka hiç kimse içeri girmek istemedi?’ (diye sorar). Bekçi adamın hayata veda etmek üzere olduğunu görür ve kaybolan işitme duyusuna ulaşabilmek için kulağına gürler: ‘Bu kapıdan girme hakkı yalnız sana tanınmıştı, bu giriş sırf senin için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum, kapıyı da kapatıyorum’” (Franz Kafka, Dava, çev. Funda Reşit, İstanbul: Varlık Yayınları, 2014, ss.191-192; Franz Kafka, “Yasanın Önünde”, Ceza Kolonisinde, çev. Tevfik Turan, İstan-bul: Can Yayınları, 2007).

Page 60: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

53Journal of Security Studies

Kaynakça

Benjamin, W., (1986). “Critique of Violence”, Reflections, translated. Edmund Jephcott, New York: Schocken Books.Birmingham, P., (2010). “On Violence, Politics, and the Law”, Journal of Speculative Philosophy, Vol. 24, No. 1.Boshoff, A., (2013). “Law and Its Rhetoric of Violence”, International Journal Semiotics Law, Vol. 26.Bourdieu, P., (2015). Devlet Üzerine, çev. Aslı Sümer, İstanbul: İletişim Yayın-ları.Cover, R., (1986). “Violence and Word”, Yale Law School Faculty Series.Devellioğlu, F., (2011). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitapevi.Derrida, J., (1992). “Force of Law: ‘The Mystical Foundation of Authority’”, Deconstruction and Possibility of Justice, translated Mary Quaintance, edited Drucilla Cornel, Michel Rosenfeld, David Gray Carlson, London: Routledge.Derrida, J., (1982). “White Mythology: Metaphor in the Text of Philosophy”, Margins of Philosophy, translated Alan Bass, The University of Chicago Press. Derrida, J., (1988). “Signature Event Context”, Limited INC, Northwestern University Press. Dostoyevski, F. M., (2010). Suç ve Ceza, çev. Mazlum Beyhan, İstanbul: İş Bankası Yayınları.Douzinas, C., (2015). “Şiddet, Adalet ve Yapıbozum”, çev. Rabia Sağlam-Kasım Akbaş, Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları, İstanbul: Notabene Yayınları.Douzinas, C.,-Warrington, R., (1994). Justice Miscarried, Harvester Wheat-sheaf.Hobart, M., (2014). “Şiddet ve Susku: Bir Eylem Siyasasına Doğru”, çev. Yur-danur Salman, Cogito, Sayı: 6-7, İstanbul: Yapı Kredi.Kafka, F., (2014). Dava, çev. Funda Reşit, İstanbul: Varlık Yayınları.Lee, H. (2014). Bülbülü Öldürmek, çev. Ülker İnce, İstanbul: Sel Yayınları.Martel, J., (2014). “A More Exact Criterion: Law’s Violence and the Possi-bility of Nonvilolence in the Work of Walter Benjamin”, Wake Forest Law Review, Vol. 49.Menke, C., (2010). “Law and Violence”, Law&Literature, Vol. 22, No. 1.Nietzsche, F., (1989). “On Truth and Lying in an Extra-Moral Sense (1873)”, Friedrich Nietzsche on Rhetoric and Language, edited and translated Sander L. Gilman, Carole Blair, David J. Parent, New York, London: Oxford Univer-sity Press.Platon, (2015). Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, İstanbul: İş

Page 61: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

54 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Bankası Yayınları.Sağlam, R. (2014). Yapıbozumsal Adalet, İstanbul: Tekin Yayınları.Sontag, S., (2015). Metafor Olarak Hastalık, AIDS ve Metaforları, çev. Osman Akınhay, İstanbul: Can Yayınları. Vergés, J., (2014). Savunma Saldırıyor, çev. Vivet Kanetti, İstanbul: Metis Yayınları.http://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/violence, (21.08.2015).http://www.tdk.gov.tr, (21.08.2015).

Page 62: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

55Journal of Security Studies

NATO’NUN YENİ MİSYONU KAPSAMINDA AKDENİZ VE ORTADOĞU BÖLGESİNDE ARTAN ROLÜ

NATO’s Growing Role Under the Scope of Its New Mission in the Mediterrenean and Middle East Region

İbrahim AKDAĞ*

ÖZET: Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte NATO küresel işbirliği yoluyla kolektif bir savunma örgütünden kollektif bir güvenlik örgütüne dönüşmüştür. Böylelikle asıl olarak Batı Avrupa’yı Sovyet tehdidine kar-şı korumak amacıyla kurulmuş olan NATO, üyelerinin karşılaştığı mevcut güvenlik sorunlarını önleme misyonuyla varlığını sürdürebilen bir güven-lik ittifakına dönüşmüştür. Bu doğrultuda NATO bundan böyle bugünün karmaşık yeni tehditlerinin geniş bir uluslararası işbirliği ve kolektif çaba gerektirdiğini kabul ederek güvenlik alanında ortaklıklar ağı geliştirmeye başlamıştır. Bu itibarla, NATO Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinin jeopoli-tik konumu ve istikrarsızlık ve çatışma kaynağı olması nedeniyle artan önemini kabul etmiş, bu çerçevede bölgeyi güvenlik önceliği bakımından yeniden değerlendirmiştir. 1994 yılında Akdeniz Diyaloğunu, 2004 yılın-da ise İstanbul İşbirliği Girişimini başlatan NATO, 2011 yılında Libya’da gerçekleşen Birleşik Koruyucu Operasyona liderlik etmesi ve DAİŞ tehditi karşısından Irak ordusunun eğitim ve ekipman açısından güçlendirilmesi çağrıları nedeniyle bölgedeki rolünü iyice artırmıştır.

Anahtar Kelimeler: İşbirlikçi Güvenlik, Akdeniz Diyaloğu, İstanbul İş-birliği Girişimi, Arap Baharı, Terörizm.

ABSTRACT: After the end of Cold War, NATO has transformed through global cooperation, from a collective defense organization to a col-lective security organization. Originally founded for the purpose of defend-ing Western Europe against the Soviet threat, NATO is a security alliance that will only survive if it deals with the current security challenges faced by its members. Therefore, NATO has recognized that dealing with today’s complex new threats requires wide international cooperation and collective effort. That is why NATO has developed a network of partnerships in the

* Başbakanlık Uzmanı, Polis Akademisi Doktora Öğrencisi, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, [email protected] Geliş Tarihi : 02.04.2015 Makale Kabul Tarihi : 28.05.2015

Page 63: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

56 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

security field. As a result, NATO recognised certain features of the Med-iterranean and Middle East geopolitical region and the growth of its im-portance for causing a level of instability and insecurity that call for a re-evaluation of the region as a security priority. Initiating MD in 1994 and ICI in 2004, NATO has enhanced its role by leading the Operation Unified Protector in Libya that took place in 2011 and due to the calls for training and equipping Iraq army in the face of DAESH threat.

Keywords: Cooperative Security, Mediterrenean Dialogue, Istanbul Cooperation Initiative, Arab Spring, Terrorism.

Giriş

Risklerin çoğalması ve tehditlerin çeşitlenmesiyle birlikte bugünkü güven-lik ortamı belirsizlikle tanımlandığından bu tehditlere cevap vermek için kullanılan vasıtalar da çeşitlenmiş ve komplike hale gelmiştir. Bu duruma bağlı olarak ortak güvenlik, stratejik ortamın şekillendirilmesi ve krizlerin önlenmesi gibi fikirler ülke savunması ilkesinin yerini almıştır. Ayrıca gü-venlik kavramı bir ulus ya da kuruluşun güvenliği yerine herkesin güven-liği anlamına gelmeye başlamış ve işbirliğine dayanan güvenlik anlayışı önem kazanmıştır (Yılmaz, 2011:20). Bu bağlamda iki kutuplu çatışma yılları sırasında Avrupa merkezli kollektif bir savunma ittifakı olarak kuru-lan NATO, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra gelecekte kendi varlığını garanti edecek yeni bir kimlik arayışına girmiş ve kollektif bir savunma örgütünden kollektif bir güvenlik örgütüne dönüşmeyi amaçlamıştır (Sca-tamacchia:1). Bu yaklaşıma uygun olarak NATO bugünün yeni ve karma-şık tehditleri karşısında krizlerin önlenmesi ya da başarılı bir şekilde idare edilmesi için geniş bir uluslararası işbirliği, diyalog ve kollektif savunma kabiliyeti gerektiğini kabul etmiş ve güvenlik alanında ortaklıklar ağı ge-liştirmeye başlamıştır. (NATO ICI 13, 2013:22)

Böylece NATO Soğuk Savaşın sona ermesinden itibaren yeni küresel gü-venlik tehditlerine uyum sağlamak için önemli değişiklikler geçirmiş ve coğrafi görev alanını genişleterek küresel bir askeri ittifak haline gelmiştir (Saidy, 2009:42). Coğrafi dönüşüm yerine daha ziyade fonksiyonel dönü-şüm geçiren İttifak bu dönüşümle birlikte; kendi geleneksel alanı dışında çıkan krizlerin yönetimine müdahil olarak istikrarı tehdit altında olan böl-gelerin güvenliğine katkı sağlamayı ve NATO ile ortakları arasında daha iyi bir anlayış oluşturmayı amaçlamıştır (Saidy, 2009:43).

Bu duruma bağlı olarak, NATO alan dışı operasyonlarının artmasından sonra özellikle son yıllarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika (Middle East and North Africa-MENA) ülkeleri ile oluşturduğu kurumsal ilişkileriyle daha

Page 64: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

57Journal of Security Studies

çok gündeme gelmeye başlamıştır. Bu bakımdan, 1990’larda eski Sovyet Bloku ülkeleriyle yapılan Barış İçin Ortaklık (Partnership for Peace-PfP) işbirliği öncelikli görünürken, günümüzde Akdeniz Diyaloğu (Mediter-ranean Dialogue-MD) ve İstanbul İşbirliği Girişiminin (İstanbul Coope-ration Initiative - ICI) daha çok önem kazandığı anlaşılmaktadır (Diriöz, 2012:50). MENA bölgesinin güvenlik ve istikrarı Avrupa-Atlantik güven-liği ile yakından ilgili olduğundan, NATO’nun bu bölgelerde yer alan ülke-ler ile daha yakın güvenlik ortaklıkları geliştirmesi stratejik olarak önemli bölgelere doğru müdahil olmasıyla ilgili önceliklerinde değişim yaşandığı şeklinde yorumlanmıştır (NATO PDD, 2005:2).

Bu çalışmada Soğuk Savaşın sona ermesinden itibaren savunma ittifakın-dan güvenlik ittifakına dönüşen NATO’nun MENA bölgesinde yer alan ül-kelerle kurduğu diyalog ve ortaklıklar yoluyla ve söz konusu bölgede ger-çekleştirdiği operasyonlar vasıtasıyla son yıllarda artan etkinliği ve nüfuzu ortaya konulacaktır. Bunun için öncelikle NATO’nun MENA bölgesinde yer alan ülkeler nezdindeki olumsuz algısını değiştirmek ve askeri işbirliği yapmak için başlattığı MD ve ICI girişimleri açıklanacak, daha sonra ise MD ve ICI girişimleri açıklanacak NATO’nun bölgedeki son gelişmeler karşısındaki yaklaşımı ile NATO’nun bölgedeki faaliyetleri konusundaki eleştiriler ele alınacaktır. Sonuç kısmında ise MD ve ICI’nin etkinliğinin artırılmasına yönelik öneriler sıralanacaktır.

1. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde Akdeniz Diyaloğu

Günümüzde Akdeniz bölgesinin jeopolitik açıdan ve güvenlik bakımın-dan önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Bu kapsamda Filistin-İsrail çatışması, Kuzey Afrika’dan Avrupa Birliği (AB) ülkelerine doğru ger-çekleşen kontrolsüz göç, yasadışı uyuşturucu ve silah ticareti, kitle imha silahlarının yayılma riski gibi faktörler Akdeniz bölgesinin güneyinde ya-şanabilecek istikrarsızlık ve çatışmaların NATO ülkelerine karşı olan teh-dit potansiyelini yükseltmektedir. Ayrıca bütün bu faktörler Akdeniz transit geçişlerinin önemi nedeniyle Batının enerji güvenliği ile deniz ticaret yol-larının genel istikrarı için büyük tehlike taşımaktadır (Scatamacchia:2).

NATO’yu Akdeniz ülkeleriyle işbirliği yapmak zorunda bırakan başlıca neden her şeyden önce coğrafi yakınlıktır. Bu yakınlık Avrupa’nın güven-liğini önemli ölçüde etkilediği için NATO tarafından bölgede hem güven-liği hem de istikrarı sağlamayı amaçlayan girişimler başlatılmıştır (Saidy, 2009:44). NATO’nun 1991 yılında kabul ettiği Stratejik Konseptinde de İt-tifakın Güney Akdeniz ve Ortadoğu ülkeleri ile barışçıl ve dostluğa dayalı ilişkileri sürdürmek istediği belirtilmiş, 1991 Körfez Savaşının gösterdiği gibi Avrupa’nın güneyindeki ülkelerin barış ve istikrarının İttifakın güven-

Page 65: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

58 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

liği için önemli olduğu vurgulanmıştır. Bu önemi artıran faktörler arasında bölgede kitle imha silahları ile İttifak üyelerinin bazılarının topraklarına ulaşma kapasitesine sahip balistik füzeler gibi silah teknolojilerinin yay-gınlaşması ve askeri güç birikimi sayılmıştır (NATO, 1991).

Ayrıca bugünün güvenlik sorunlarından bazıları olan terörizm, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, başarısız devletlerin ve uluslararası organize suçların hem NATO ülkeleri hem de MENA bölgesindeki ülkeler için or-tak problemler haline gelmesi bu tehditlere karşı ortak hareket edilmesi-ni gerektirmiştir. Bu çerçevede NATO Afganistan’daki güvenlik yardım operasyonu, Akdeniz’de terörle mücadele deniz operasyonu ve Irak’ta eği-tim misyonu gibi faaliyetlerle Avrupa ötesindeki bölgelere daha çok dahil olmaya başlamıştır. NATO’yu söz konusu bölgelerle ilgili olarak kaygı-landıran diğer husus enerji güvenliğidir. Avrupanın petrol ve doğal gaz it-halatının %65’i Akdeniz’den geçtiğinden Akdeniz bölgesinde güvenli ve istikrarlı bir ortam yalnızca ithalat yapan Batılı uluslar için değil, bölgenin enerji üreticileri ile petrol ve gazın transit geçtiği ülkeler için de önem ta-şımaktadır (NATO PDD, 2005:3).

Akdeniz bölgesinin yukarıda belirtilen stratejik ve jeopolitik konumun-dan dolayı İtalya ve İspanya’nın Pfp programı gibi tam ortaklık şeklinde kurulması yönündeki taleplerine rağmen, NATO 1994 yılında bir diyalog şeklinde MD’yi başlatmıştır. Diyalog üyeleri Batıya dost ve istikrarlı ülke-lerden konsensüsle seçilmiştir. Diyaloğa ilk olarak Mısır, İsrail, Moritanya, Fas ve Tunus’un katılmasının ardından 1995 yılında Ürdün, 2000 yılında ise Cezayir dahil olmuştur. 1997 yılında Diyalog için ilk yıllık çalışma programı hazırlanmış ve 1999 Washington Zirvesinde Diyaloğu güçlen-dirmek için çeşitli adımlar atılmıştır. 2002 yılında Prag Zirvesinde Diyalo-ğun siyasi ve pratik boyutları artırılmış olup, 2004 yılında Diyalog ülkeleri İstanbul Zirvesinde gerçek bir ortaklığa doğru daha geniş ve iddialı bir çerçeve kurmaya davet edilmişlerdir. MD siyasi diyalog ve pratik işbirliği yoluyla, bölgesel güvenlik ve istikrara katkı sağlamayı ve bölge genelinde iyi ve dostça ilişkiler geliştirilmesini teşvik etmeyi amaçlamıştır (NATO PDD, 2005:2,5; Gaub, 2012:6-7).

MD’nin işleyişi; beraber çalışma, uzmanlık paylaşımı ve işbirliğinin NATO ile birlikte üye ülkeler ve MD katılımcılarını Soğuk Savaştan sonra ortaya çıkan yeni güvenlik ortamının idaresinde daha yetkin hale getirece-ği konseptine dayalıdır. Diyalog ülkeleri Bireysel İşbirliği Programlarıyla katılımlarının boyutunu ve yoğunluğunu seçmekte serbest bırakılmışlardır. Diyalog yapısı gereği esas olarak ikili ilişkilere dayansa da (NATO+1) dü-zenli şekilde çok taraflı toplantılara da (NATO+7) imkan tanımaktadır (Sti-vachtis, Jones, 2014:7, 9). Sonuçta MD 28 NATO üyesi, İsrail ve önemli

Page 66: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

59Journal of Security Studies

Arap ülkelerinin düzenli şekilde bir araya gelerek toplandıkları çok taraflı bir forum haline gelmiştir (Stamatopoulos, 2014:24).

NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönüşümü 11 Eylül terör saldırılarından sonra hızlanmış ve Güney Avrupa ve Akdeniz güvenlik ortamına yaklaşı-mının güçlenmesiyle sonuçlanmıştır (Stivachtis, Jones, 2014:6). 11 Eylül olayları NATO üye ve ortaklarına yarattığı güçlü tehdidin sonucu olarak MD’yi NATO’nun stratejik doktrininin ön sıralarına koymuş ve MD’nin yapısı ve işleyişiyle ilgili temel bir değişim başlatmıştır. 2002 yılında ger-çekleşen Prag Zirvesinde NATO MD’nin çatışma önleme mekanizması olarak politik ve pratik taraflarını önemli ölçüde geliştirmeye ve MD’nin gözden geçirilerek gelecekte daha fazla yapılandırılmış ortaklığa dönüş-türülmesine karar vermiştir. Ayrıca 2003 yılında Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra ABD’ye dair olumsuz algıları ortadan kaldırmak adına Diyaloğun güçlendirilmesi daha da önemli hale gelmiştir (Stivachtis, Jones, 2014: 12-13; De Santis, 2010:141).

Bu gelişmelerin sonucunda 2004 yılında gerçekleşen İstanbul Zirvesi sı-rasında MD ortaklığa dönüştürülerek, terör ve kitle imha silahlarının ya-yılmasıyla mücadele, savunma reformu, NATO operasyonlarına katkıda bulunma, sınır güvenliği gibi alanlardaki işbirliği faaliyetleri özel olarak NATO’nun güvenlik çıkarlarıyla ilişkilendirilmiştir (Vasquez, 2012:55-56). MD’nin yeni çerçevesi her zamankinden daha fazla askeri işbirliği içermiş ve ordular arası beraber çalışma, savunma reformu ve terörle mü-cadeleye katkı Diyaloğun amaçları arasında yer almıştır (Stivachtis, Jones, 2014:13). Yapılan yıllık programlarla MD ülkeleri NATO/PfP kapsamın-da yaptığı askeri tatbikatlara katılmaya davet edilmiştir. Bu kapsamda 3 MD ülkesi Mısır, Ürdün ve Fas NATO’nun Bosna Hersek (IFOR/SFOR) ve Kosova’da (KFOR) gerçekleştirdiği operasyonlarda NATO ile askeri işbirliğinde bulunmuşlardır (Jones, Stivachtis, 2014, 10-11). MENA or-takları NATO ile birlikte Afganistan misyonuna önemli katkılarda bulun-muşlar, Libya halkını korumak için 2011 yılında düzenlenen operasyona aktif şekilde katılmışlar ve aşırılıkçı terörist örgüt DAİŞ’e karşı kurulan uluslararası koalisyonda da önemli rol üstlenmişlerdir. DAİŞ’e karşı dü-zenlenen operasyon NATO liderliğinde yürütülmese de bütün müttefikler hava saldırıları, eğitim, ekipman ve insani yardım yoluyla operasyona kat-kıda bulunmaktadır (Stamatopoulos, 2014: 24).

Diğer yandan 2010 yılında Lizbon’da kabul edilen NATO Stratejik Kon-septinde bulunan esnek formatlar MD ortaklarının NATO’nun çeşitli or-taklıklarıyla ilgili girişim ve tartışmalarına, barışı destekleme operasyon-ları ve ilgili eğitim ve sivil yönetim görevlerine (Konseptin 25. paragrafı) katılmalarına imkan tanımıştır. Bu formatlar sayesinde NATO ve ortak-

Page 67: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

60 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

larının gerek bireysel olarak ve gerekse teknoloji, birlikte çalışabilirlik, tatbikatlar ve askeri planlama alanlarında mevcut çerçeveler kapsamında işbirliği yapmaları temin edilmiştir (Aliboni, 2011:160). Bununla birlikte üye ülkelerin kaygılarını daha iyi anlamak, birbirleriyle çalışmaya teşvik etmek ve NATO’nun bölgedeki rolüyle ilgili şüpheleri gidermek amacıyla kurulan MD’nin daha ileriye taşınması ve üye ülkelerin birbirleriyle çalış-ması İsrail ve Araplar arasında yaşanan uyuşmazlıklar nedeniyle gerçekle-şememiştir (Gordon, 2006:22).

2. Ortadoğu Bölgesinde İstanbul İşbirliği Girişimi

Körfez petrol monarşilerinin Irak ve Afganistan işgalleri nedeniyle NA-TO’nun bölgedeki etkisine dair korkularını gidermek ve Irak’taki istikrar-sızlıkla birlikte dengelerin İran’a doğru değişmesi ve İran’ın nükleer silah arayışı nedeniyle Körfez bölgesinde istikrar ihtiyacı doğmuştur (Gaub, 2012:9). 2004 yılında gerçekleşen İstanbul Zirvesi sırasında NATO bünye-sinde kurulan ICI, Ortadoğu coğrafyasında özellikle terörizmle mücadele ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi bağlamında, ICI’ye ka-tılan ülkelerle ikili ilişkileri ilerleterek güvenlik ve istikrarı iyileştirmeyi amaçlamıştır (NATO PDD, 2005:9). ICI esas olarak; savunma reformu, birlikte çalışabilirlik, terörizmle mücadele, istihbarat paylaşımı, kitle imha silahlarının yayılmasının sınırlanması, sınır güvenliği ve sivil acil durum planlamasına odaklanmıştır (Scatamacchia:3).

NATO ICI girişimiyle NATO ve Körfez bölgesi ülkeleri arasında diyalog ve pratik işbirliği için bir forum sağlayarak NATO ile Arap Körfez ülkeleri arasındaki ilk resmi ilişkileri başlatmıştır. NATO 2004 İstanbul Zirvesinde Körfez İşbirliği Konseyi (GCC) ülkeleri olan Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne ICI üyeliği teklif etmiştir. Teklif Bahreyn, Katar ve Kuveyt tarafından kabul edilirken, Bir-leşik Arap Emirlikleri Girişime 2005 Haziran ayında üye olmuştur (Gor-don, 2006:22-23). Bununla birlikte Körfez yarımadasının harcamalarının %70’ini yapan Suudi Arabistan ve Umman ICI’ye katılmakta şimdiye ka-dar isteksiz kalmıştır (Gaub, 2012:10).

NATO tarafından ICI kapsamında katılımcı ülkelere öncelikli alanlarda iş-birliği teklifinde bulunulmuştur: 1) Ordular arası İşbirliği: seçilen askeri tatbikatlara katılım ve ilgili eğitim faaliyetlerinin geliştirilmesi 2) Terö-rizmle Mücadele ve Yeni Güvenlik Tehditleri: kitle imha silahlarının ya-yılmasını ve erişim yollarını engelleme 3) Sınır Güvenliği: küçük ve hafif silahlar ile yasadışı ticaretin yayılmasının önlenmesi 4) Sivil Acil Durum Planlaması: felaketlere karşı hazırlıklı olma durumu 5) Savunma Reformu: silahlı güçlerin demokratik kontrolünün teşvik edilmesi, ulusal savunma

Page 68: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

61Journal of Security Studies

planlaması ve bütçe yapılırken şeffaflığın kolaylaştırılması, sivil-asker ilişkileri. Ayrıca bilgi paylaşımı ve denizlerde yapılan işbirliği yoluyla te-rörizmle mücadele önemli işbirliği öncelikleridir (NATO PDD, 2005:10).

ICI’nin NATO’nun Körfez devletleriyle ilişkilerinde bir çerçeve sunarak Körfez bölgesine odaklanması nedeniyle İran’ın nükleer silah programı ve El-Kaide tehdidiyle mücadelede gittikçe daha fazla önem kazanabileceği öngörülmüştür (Coffey, 2012:1). Zira ICI NATO’ya hem iki hem de çok taraflı ilişkiler düzeyinde Körfez ülkeleriyle yapılandırılmış bir diyalog imkanı tanımıştır. Bu Girişim NATO için Körfez Bölgesinin güvenlik ve istikrarının Avrupa-Atlantik bölgesininki kadar stratejik öneme sahip ol-duğunu göstermiştir (Stamatopoulos, 2014:24). Zaten Körfez ülkeleri de önceden İngiltere, Fransa ve ABD ile ikili anlaşmalar akdederek yaptıkları gibi NATO ile ilişki kurarak güvenliklerinin stratejik olarak uluslararası hale gelmesini sağlamışlardır (Gaub, 2010:10).

Bu itibarla ICI’ye katılan ülkelerin pek çoğu NATO ile işbirliği yapma konusunda istekli olmuşlar ve hatta NATO’nun liderliğinde yürütülen mis-yonlara askeri personel sağlamışlardır. NATO Kosova Görev Gücünde Fas’tan ve BAE’den askerler bulunurken, Afganistan’daki NATO Görev Gücünde Ürdün, BAE ve Bahreyn’den askerler yer almıştır. Ayrıca Ürdün, Katar ve BAE NATO’nun Libya’ya müdahalesine uçak ve kaynak temin etmiştir (Coffey, 2012:1-2).

3. Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişiminin Etkinliği

MD günümüzde siyasi tartışmalar için bir forum olarak ve Akdeniz bölge-sinde güvenlik ve istikrara katkıda bulunan pratik işbirliği için önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte MD Akdeniz’de yer alan ve aralarında koordinasyon bulunmadığından faaliyetlerinde rekabet ve tekrarlara neden olan pek çok güvenlik girişiminden (AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) İşbirliği Ortakları, 5 AB Ak-deniz ülkesinin kendi inisiyatifleri) biridir (Vasquez, 2012, 7,9). MD ku-ruluşundan beri önemli değişiklikler geçirmesine rağmen, amaçlarını tam olarak gerçekleştirememiştir. Akdeniz bölgesinde uluslararası kuruluşların sayıca çokluğu ve MD ülkelerinin karşılaştığı siyasi sorunlar politik di-yaloğu engellemiş ve MD’nin tam potansiyeline ulaşmasını engellemiştir (Jones, Stivachtis, 2014, 18).

Ayrıca NATO’nun MD ülkeleriyle ilişkilerinde bu ülkelere kendi çıkarla-rını ve güvenlik gündemini empoze ederek karşılıklı çıkarlara ve eşitliğe dayalı bir ilişki kurmadığı yönünde eleştirilerde bulunulmuştur (Vasquez, 2012:12; Smith, Davis, 2011:1). Gerçekten MD ülkeleri güvenlik ihtiyaç-

Page 69: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

62 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ları ve stratejik kültürlerinin NATO tarafından yeterince anlaşılmadığın-dan şikayet etmektedirler. Özellikle İsrail-Filistin meselesiyle ilgili durum böyledir. Pek çok bölgesel devlet bu meseleyi terörizm, politik fundamen-talizm, göç ve devlet dışı aktörler gibi güvenlik konuları için bir platform olarak görmektedir (Gaub, 2010:27).

Akdeniz Bölgesinin güvenliği NATO’nun kontrol edemediği diğer faktör-lere bağlı olduğundan 1995’ten itibaren bazı çatışma ve terörist saldırılar (İspanyadaki terörist saldırılar, İsrail ve Filistin çatışması ve Irak savaşı) yaşanmıştır. NATO her şeyden önce Atlantik ötesi askeri bir ittifak oldu-ğundan, MENA bölgesinde güvenliği ve istikrarı etkileyen ekonomik, çev-resel, coğrafi ve iç politik faktörler görev alanının dışında kalmaktadır. Bu nedenle diğer kurum ve örgütler (Avrupa Birliği, AGİT, Fransa’nın Akde-niz Birliği İnisiyatifi) pek çok operasyon, diyalog, program ve forumla Ak-deniz Bölgesinde faaliyet göstermiş ve bunun sonucunda MD’nin başarı şansı zayıflamıştır (Stivachtis, Jones, 2014:15).

Özellikle Irak Savaşı ile İsrail-Filistin krizi NATO’nun Akdeniz ve Orta-doğu bölgesinde imajının düzelmesini engellemiştir. Bu krizler en azından Akdeniz ülkelerinin çoğunun gözünde NATO’nun bölgedeki meşruluğunu azaltmıştır (Stivachtis, Jones, 2014:16-17). NATO MD ortaklarının politik ve askeri elitleri nezdinde iyi bir görünüme sahip olsa da, özellikle Kuzey Afrika ülkeleri toplumlarının gözünde kötü bir imaja sahiptir. Bu durum NATO ile ABD arasındaki yakın ilişkiden, ABD ile NATO’nun Müslüman ülkelere askeri müdahalelerinden ve genel bir politika olarak Filistin ve Araplara karşı İsrail’in desteklenmesinden kaynaklanmaktadır (Vasquez, 2012: 56).

Ayrıca bölge halklarını etkileyen ve NATO’nun herhangi bir şekilde yar-dım sunamadığı daha önemli sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar bu-lunmaktadır. Bu nedenle MD ile NATO’nun birlikte gerçekleştirdiği ve pratik işbirliğinin köşe taşı olan askeri tatbikatlar NATO ve girişimleri-nin desteklemesinde halkları ikna etmede başarısız olmaktadır. Daha da önemlisi NATO’nun bölgeyle işbirliği girişimleri oluşturması ABD’nin bölgeye daha derinden nüfuz etmesi olarak algılanmaktadır. (Stivachtis, Jones, 2014:17). Sonuçta ekonomik ve askeri anlamda baskın olan NATO güçlerinin MENA’nın Müslüman devlet ve toplumlarında yabancı değer-leri empoze ettiği ve böylece Batı karşıtı duyguları güçlendirdiği yönünde bir algı oluşmuştur. Üstelik son 20 yılda Akdeniz’in kuzeyinde gerçekleşen sürekli büyüme ile ekonomik ve politik entegrasyon Akdeniz’in güneyin-deki izolasyon duygusunu artırmıştır (Vasquez, 2012:56).

Diğer taraftan MD’nin iki farklı jeopolitik bölgeye ait ülkelerden oluştuğu ve Batı Arap Dünyası ile Doğu Arap Dünyasının meşgul oldukları sorunla-

Page 70: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

63Journal of Security Studies

rın birbirinden çok farklı olduğu gözlenmektedir. Batı Arap Dünyası daha ziyade ekonomik kalkınma ve sivil toplum meselelerine odaklanırken; Doğu Arap dünyası politik konular ile Arap-İsrail barış süreciyle meşgul görünmektedir (Scatamacchia:3). Nitekim MD’nin etkinliğinin artmasında İsrail-Filistin sorununun çözümü büyük önem taşımaktadır. Bu kritik soru-nun çözümü kısa vadede mümkün olmadığından İsrail’in MD’nin dışında bırakılması ve NATO’nun bu ülke ile ikili ilişkiler kurması daha uygun olabilir. Zira MD’nin Arap ortakları İsrail’e karşı şüpheyle yaklaşmakta ve bu durum İsrail ile ilişki kurmakta isteksiz davranmalarına neden olmakta-dır (Joergensen, 2012:17). İsrail Atlantik ötesi ülkelerle yakınlığı ve sahip olduğu iyi diyalogla MD ülkeleri arasında öne çıkan ülke konumundadır. Buna karşılık Filistin meselesi nedeniyle Türkiye de dahil Ortadoğu’nun geri kalanıyla çatışma halinde olması İsrail’in askeri gücü sayesinde de-ğerli bir ortak olmasını önlemektedir. Bu durum MENA bölgesinde İsrail ile işbirliği yapılmasında ve İsrail’in NATO ile ilişkilerini geliştirmesinde ciddi bir engel yaratmaktadır (Ergüvenç, 2013:65).

MD’nin etkinliğini olumsuz yönde etkileyecek faktörlerden biri de NA-TO’nun ilgisini küresel politikanın belirlenmesinde söz sahibi olacağı id-dia edilen Asya-Pasifik bölgesine yönelteceğine dair beklentilerdir. İttifa-kın en güçlü üyesi ABD’nin Irak ve Afganistan’dan askerlerini çekerken askeri, diplomatik ve ekonomik açıdan Asya-Pasifik bölgesine daha çok ağırlık vereceği belirtilmektedir. ABD Asya-Pasifik Bölgesini 21. yüzyılın ekonomik ve stratejik ağırlık merkezi gördüğünden, transatlantik bölgesin-de olduğu gibi bu bölgede de güvenliğin ve siyasi bağların pekiştirilmesi ile Çin’in askeri ve ekonomik bakımdan dengelenmesi için kurumlar ve ilişkiler ağı oluşturmak istemektedir (Eckert, 2011). Bununla birlikte pek çok NATO üyesi özellikle güneydekiler coğrafi yakınlık, terörizm, nükleer yayılma ve iç istikrar gibi devam eden tehditler nedeniyle MENA bölge-siyle ilgili olmaya devam edecektir (Joergensen, 2012:16).

Böylece NATO’nun gelecekte daha çok Güneydoğu Asya’ya odaklanma ihtimali olduğundan MENA bölgesine ve ortaklıklarına daha az kaynak ayırıp ilgi gösterebileceği söylenebilir. Bu durum MD ve ICI’yi işlevsiz durumda bırakabileceği gibi, NATO’nun güvenlik tehdidi algısını Güney-doğu Asya’ya yöneltmesiyle birlikte MD ve ICI’ye daha çok ihtiyaç duy-masına yol açabilir (Joergensen, 2012:11).

Arap Baharıyla birlikte yaşanan halk ayaklanmaları ve NATO tarafından Libya’ya karşı girişilen Birleşik Koruyucu Operasyon (Operation of Uni-ted Protection-OUP) NATO ülkelerinin dikkatini tekrar MENA bölgesine çekmiştir. Buna rağmen NATO ortaklık programlarını kullanmak ya da de-rinleştirmek için herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Diğer yandan halk

Page 71: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

64 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ayaklanmalarına katılanların kritik çoğunluğa erişmesi halinde otoriter re-jimlerin çok istikrarsız olabileceği ortaya çıktığından yürütülen ortaklık programlarının amaçladığı bölgesel güvenlik ve istikrar vizyonu gerçekle-şememiştir (Joergensen, 2012:13).

NATO MD ve ICI yoluyla karşılıklı anlayış, güven ve işbirliği geliştirmek için 11 MENA ülkesiyle ilişki kurmuştur. Bu ilişki yoluyla NATO’nun aynı frekansta iletişim kurabileceği ve birlikte çalışabileceği ortakları olmuştur. Bu bağlantı kapsayıcı olarak düzenlenmesine rağmen İran, Irak, Libya, Lübnan ve Suudi Arabistan ICI’nin dışında kalmıştır (Ergüvenç, 2013:66). Ayrıca son yıllarda Ortadoğu ve Akdeniz’in jeopolitik evriminin iki bölge-yi objektif şekilde birleştirdiği göz ardı edilerek Akdeniz ayrı bir stratejik ya da politik çerçeve olarak tek başına bırakılmıştır (Aliboni, 2011b:173). MENA bölgesi ülkeleri arasında ekonomi, politik sistem, etnik ve dinsel yapı, uluslararası ilişkiler, coğrafya ile eğitim standartları açısından farklı-lıklar olsa da, bölge ülkelerinin Akdeniz ya da Körfezde bulunmasına göre ayrıma tabi tutulması bölgenin bir bütün olarak ele alınmasını engellemek-tedir (Gaub, 2010: 27).

ICI esas itibariyla medeniyetler arasında diyalog kurulması yerine belli teknik alanlarda işbirliği yapılması amacıyla kurulmuştur. ICI’nin öne çı-kan pratik öğesi ve çok taraflı yerine iki taraflı çerçevesi ICI’yi MD’den ayırmaktadır. MD kapsamında olduğu kadar faaliyet gerçekleşmemesine rağmen NATO ile ICI ülkeleri arasındaki diyalog artmaktadır. MD ve ICI çerçevesinde pratik ve ikili işbirliği faaliyetleri yerine getirilse de aynı uy-gulamalar MD’nin çok taraflı boyutunda yetersiz kalmaktadır. MD’de ger-çek politik tartışmanın gerçekleşmesi ve ICI’de çok taraflı bir yaklaşımın oluşturulması ortaklıkların işbirliği ve iletişimini geliştirebilir. ICI içinde çok taraflı işbirliğinin teşvik edilmesi, Batı ve Körfez devletleri arasın-daki ilişkilere siyasi boyutun dahil edilmesini kolaylaştırabilir ve önemli ortaklık sorunlarının çözülmesi için oluşturulacak stratejinin ilk adımını oluşturabilir (Scatamacchia: 2-3; Gaub, 2010:10). Ayrıca savunma bakan-ları ya da dışişleri bakanları düzeyinde düzenli toplantılar yapılabilir ve söz konusu ülkelerle bireysel ortaklık işbirliği programı akdedilebilir. Yine NATO ile ortak tatbikat düzenleyen askeri personel sayısında artış yapıla-bilir (Gaub, 2010:10-11).

ICI kapsamında çözülmeyen meselelerden biri Suudi Arabistan ile Um-man’ın ICI’ye katılmamış olmalarıdır. Özellikle Suudi Arabistan’ın politik ve ekonomik nüfuzuyla varlığı ortaklığa yapıcı siyasi diyalog için kredi-bilite ve görünürlük sağlayabilir. Aslında Arap yarımadası ülkeleri ICI’nin gelişiminin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aleyhine olmasından ve NA-TO’nun bölgeye müdahil olmasının KİK’in siyasi çerçevesinin önemini azaltmasından korkmaktadırlar (Scatamacchia:2-3; Gaub ,2010:12).

Page 72: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

65Journal of Security Studies

Buna karşılık NATO’nun Ortadoğu Bölgesine dair vizyonu da ICI’nin yü-rütülmesini olumsuz yönde etkilemektedir. NATO’nun Ortadoğu bölge-siyle ilgili vizyonunun büyük kısmı nüfuzunu sürdürmeye, hidrokarbon kaynaklarına erişimin açık tutulmas ile İsrail’in güvenliğine odaklanmıştır. Ayrıca NATO üyeleri arasında var olan İslamofobi de söz konusu vizyonu gölgeleyebilmektedir. (Ergüvenç, 2013:65).

MD ve ICI girişimlerini etkileyen diğer faktör NATO’nun bu girişimler için kendi içinde güçlü bir desteğe sahip olmamasıdır. Bazı ülkeler Kör-fez bölgesini ön planda tutarken, diğerleri Kuzey Afrika üzerinde durmuş, önemli sayıda ülke ise bu girişimlere ilgisiz kalmıştır. NATO’nun 2011 yılındaki Libya müdahalesi de tüm üyelerinin konsensüsü yerine BM Güvenlik Konseyi Kararı sonucunda üstlenilmiştir. Akdeniz havzası ya da Körfez kadar kendi içinde çeşitliliği barındıran bir bölge için MD ve ICI’nin bütün ülkeleri için geçerli olacak tek bir politika bulunamamıştır. Sonuçta daha geniş işbirliği çerçevelerine gevşek şekilde bağlı birbirini izleyen ikili girişimler oluşmuştur (Eyal, 2012:59).

MD ve ICI’nin etkinliğinin artmasını engelleyen diğer sorun NATO hak-kında MENA bölgesi halklarının algısı ile resmi söylem arasındaki fark-lılıktır. NATO’nun Akdeniz ve Ortadoğu söz konusu olduğunda ülkele-rin hükümetleriyle halklardan daha iyi ilişkilere sahip olması NATO için önemli bir zafiyettir. NATO’nun demokrasiyle yönetilen ortaklarındaki hü-kümet değişiklikleri NATO’nun sorgulanmasında ve NATO ile ilişkilerde nerdeyse hiç değişikliğe neden olmazken MENA ülkeleri hükümetlerinin düşmesi ya da değişmesi durumunda ne olacağı belirsizdir. Bu yüzden bu bölgede NATO üyelerinin bölge rejimlerinin istikrarı için beyanlarında po-litik reform ve iyi yönetişim lehine vurguda bulunmaları gerekmektedir (Aliboni, 2011b:173; Smith, Davis, 2011:11).

Bilindiği üzere NATO’nun Arap Baharında söylemlerle verdiği destek ve OUP’de üstlendiği rol, MENA ülkelerinin bazılarında Arap dünyasının Batı algısını değiştirmek için olumlu bir hava estirmiştir. NATO Arap Baharıyla birlikte ortaya çıkan halk ayaklanmaları sırasında daha önce müzakere-ler yürüttüğü rejimleri desteklemekte çok isteksiz davranmıştır. Böylece Arap halklarının çoğunluğu OUP operasyonunu Batıyı bölgenin otoriter rejimlerine karşı halkın yanında olduğuna dair bir işaret olarak görmüştür. Bununla birlikte devleti yöneten otoriter rejimler bu duruma şüpheyle yak-laşarak NATO’ya karşı yabancılaşmışlardır (Joergensen, 2012:16; Smith, Davis,2011:4,11).

Diğer taraftan MD ve ICI’nin geliştirilmesi için tahsis edilecek kaynaklar konusu başka bir endişe kaynağıdır. ABD NATO için ayırdığı kaynakları kıstıkça ve Hint-Pasifik güvenliğine öncelik verdikçe, Avrupa’nın kendi

Page 73: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

66 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

bölgesi için daha fazla sorumluluk üstlenmesi ve Ortadoğunun güvenliği-ni sağlamada ABD’nin yakın ortağı olarak kalması gerekmektedir (Pavel, Lightfood, 2012: 67). Ancak Avrupa dışında NATO’nun rolü konusunda NATO üyeleri arasında konsensüs bulunmamaktadır. Bazı üyeler NA-TO’nun Avrupanın jeopolitik rolünü almasından endişe ettiğinden İttifakın geleneksel görevlerinden çok fazla uzaklaşmasını istememektedir. Ayrıca NATO ülkelerinin, İttifakın misyonunun hem coğrafi hem de fonksiyonel olarak gelişmeye devam etmesi için gerekli savunma kaynaklarını ayırma-ya istekli olup olmadığı belirsiz durumdadır (Gordon, 2006:8).

Dolayısıyla NATO’nun Ortadoğuda artan askeri ve siyasi varlığının doğ-rusal ve geri dönülemez bir trend olduğu sonucunu çıkarmak naif bir yaklaşım olacaktır. Nitekim bölgede şimdiye kadar üstlenilen faaliyetle-rin pek çoğu kapsam açısından sınırlı kalmış ve NATO üyeleri arasında ciddi tartışmalara neden olmuştur. Aslında Ortadoğuda ve başka yerlerde NATO’nun artan rolü için NATO üyeleri arasında ihtilaf bulunmaktadır. Bazı AB üyesi ülkeler aşırı güçlü ve aktif bir NATO’nun küresel bir politik ve stratejik aktör olarak AB’nin gelişimine engel olduğuna inanmaktadır (Gordon, 2006:25-28).

4. NATO’nun Akdeniz ve Ortadoğu Faaliyetlerine Türkiye’nin Katkısı

Soğuk Savaş sonrası yeni güvenlik ortamında pek çok faktörden dolayı (NATO’da ABD’den sonra en büyük ikinci orduya sahip olması, çoğulcu demokrasisi, laik politik sistemi, modernlik geleneği, serbest piyasa eko-nomisi, kargaşa dolu bir bölgede istikrar kaynağı olması) Türkiye’nin po-litik ve stratejik önemi artmıştır. Türkiye bölgesinde arabuluculuğa, barışa, refaha ve bölgenin istikrarına her zaman katkı yapmaya hazır olduğunu göstermiş, MD ve ICI kapsamındaki çabalara G-8, AB ve AGİT gibi diğer bölgesel inisiyatiflerle uyum ve tamamlayıcılık ilişkisi içinde katkı sağla-mak için hazır olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 11 Eylül saldırıları sonucun-da NATO’nun terörle mücadeleyi gündeme almasından sonra bu alandaki acı tecrübesi ve yetenekleriyle NATO’nun terörle mücadelesine yardım et-mek için Türkiye uygun bir konumda olmuştur (Nişancı, 2005:2,4-5,7). Bu doğrultuda Türkiye 2005 yılından beri özellikle en iyi uygulamalar ve son gelişmeler konusunda dinamik ve etkin bir merkez olarak NATO Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezinin (COE-DAT) ev sahipliğini yapmak-tadır (Breedlove, 2014:30).

Benzer şekilde Türkiye MD ve ICI yoluyla MENA ülkeleri ile diyalog kur-mak için NATO’nun girişimlerinde önemli bir rol oynamıştır. Son 20 yıldır NATO’nun Bosna’da IFOR/SFOR, Kosova’da KFOR, Akdeniz’deki Aktif

Page 74: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

67Journal of Security Studies

Girişim Operasyonu (NATO 5 inci madde, Terörle Mücadele Operasyonu), Okyanus Kalkanı Operasyonu (NATO Korsanlıkla Mücadele Operasyo-nu), Afganistan’daki ISAF gücü ve Birleşik Koruyucu Güç Operasyonu gibi her önemli operasyonuna katkı sağlayan Türkiye’nin İttifakın güven-lik çıkarlarına bağlılığı konusunda şüphe yoktur (Breedlove, 2014:31).

Türkiye, özellikle 2000’li yılların başından itibaren NATO’nun Ortado-ğu’daki faaliyetlerine önemli ve çeşitli katkılar sağlamıştır. ISAF Afga-nistan gücüne asker gönderilmesi, Aden Körfezindeki Okyanus Kalkanı Operasyonuna gemi ve firkateyn sevk edilmesi, Akdeniz’de güvenlik ve terörle mücadele faaliyetleri için Aktif Girişim Operasyonuna denizcilik malzemeleri sağlanması bu katkılardan bazılarıdır. Ayrıca Türkiye, Kad-dafi rejiminin 22 Mart 2011’de başlayan saldırılarına karşı sivilleri koru-mak amacıyla İzmir’deki NATO hava komutanlığını kullandırarak askeri operasyonlara destek vermeyi uygun görmüştür. Bu çerçevede NATO’nun, Türkiye’yi lider ülke tayin ederek Sovyetler Birliği sonrası barış için ortak-lık girişimine benzer şekilde Arap dünyasındaki yeni demokrasiler için bir program tasarlayabileceği değerlendirilmektedir (Outzen, 2012:2,7,12).

Türkiye, Ortadoğu’da yaşanan sorunların diyalog ve konsensüs yoluyla çözümüne öncelik vermekte ve işlerin yürütülmesinde koordinasyon ve işbirliğini hakim kurallar haline getirmek istemektedir. Ayrıca bölgenin kaderinin bölge ülkeleri tarafından belirlenmesi ve bölgesel problemlerin katılımcı ve uzun süreli bir barış dinamiğinin kurulması ile çözülmesi ge-rektiğine inanmaktadır (Yılmaz, 2011:22). Bu anlayışa bağlı olarak, Türki-ye ilk başta NATO’nun Libya’ya müdahalesini yüksek sesle sorgulamasına rağmen, Libya operasyonunun kontrolünü NATO’nun üstlenmesi üzerine operasyona destek vermiştir. Bununla birlikte Türkiye müslüman bir ül-keye karşı yabancı askeri müdahaleyi sınırlamak istediğinden, NATO’nun diplomatik kanalları araştırmaya devam etmesi, askeri katkısının uçuş ya-sağı ilan edilen bölgelerin korunması ve insani yardım sağlanmasıyla sınır-lı olmasında ısrarcı olmuştur. (Kardas, 2012:2-3). Böylece NATO’nun li-derliğinde Libya’da yürütülen OUP’ye Türkiye tarafından sağlanan güçler, NATO’nun operasyonel kontrolünde sadece silah ambargosu kapsamında görevlendirilmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye Libya’ya insani yardım (sivil-lerin tahliyesi ve tedavisi) taşınmasını da desteklemiştir (Yılmaz, 2011:22).

Yine Türkiye NATO füze savunma sisteminin bir parçası olarak istihba-rat toplama amacını güden ABD radarının kendi topraklarına yerleştiril-mesini kabul etmiştir. Bu kapsamda bir X-band radar sisteminin Malatya ilinde kurulacak bir askeri üste konuşlanmasına dair mutabakat muhtırası 14 Eylül 2011 tarihinde Türkiye ve ABD arasında imzalanmıştır (Özcan, 2011:109). Sonuçta Türkiye, İran ve Rusya’nın muhtemel füze saldırılarına

Page 75: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

68 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

karşı ABD’nin öncülüğünde NATO tarafından kurulacak radar sisteminin sağladığı istihbaratın İsrail ile paylaşılmayacağına dair güvence aldıktan sonra sistemin kendi ülkesinde inşa edilmesine izin vermiştir.

Bununla birlikte Türkiye’nin, NATO ve AB arasında daha yakın bağlan-tıların kurulmasına şiddetle ihtiyaç duyulduğu zamanda bu iki örgüt ara-sındaki işbirliğine güçlü muhalefeti halen devam etmektedir. Ayrıca İsra-il-Türkiye sürtüşmesi zaten sorunlu olan MD’yi daha da karmaşık hale getirmektedir. Unutmamak gerekir ki Suriye’de uzun süredir devam eden kaos dönemi ve İran’la yükselen jeopolitik rekabet nedeniyle Türkiye’nin transatlantik güvenlik ortaklığının pekiştirilmesinde ve Türk topraklarına olacak tehditlerin caydırılmasında NATO önemli bir rol oynayacaktır (Les-ser, 2012:1-3).

5. Akdeniz Bölgesi ve Ortadoğu’da Yaşanan Son Gelişmeler Karşısında NATO’nun Yaklaşımı

NATO için dünyada ortaya çıkan güvenlik problemleriyle başa çıkabilmek ve herhangi bir tehdidin tanımlanarak askeri güçle çözülmeden önce teh-likenin giderilmesi bir öncelik olarak kalmaktadır. NATO’nun 2010 yılın-da yayımlanan Stratejik Konseptine de yansıdığı gibi İttifak sadece ortaya çıktıklarında değil, fakat bütün gelişim sürecinde tehditleri ele alması ve krizlere cevap vermesi için askeri gücünü hazırlamaya devam edecektir (Breedlove, 2014:26).

Ayrıca Stratejik Konsept NATO sınırları ötesinde aşırılıkçılık, terörizm, si-lah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi sınır aşan yasa dışı faaliyetleri teş-vik eden istikrarsızlık ya da çatışmaların yeni bir güvenlik anlayışı ihtiyacı doğurduğunu kabul etmiştir. Bu itibarla yeni Konsept Avrupa-Atlantik gü-venliğinin en iyi şekilde dünyadaki uluslararası kuruluş ve ülkelerle ortaklık ilişkisine dayanan geniş bir ağ vasıtasıyla sağlanacağını teyit etmiştir. Yine 2010 Konseptinde; terörizmin NATO ülkeleri vatandaşlarının güvenliğinin yanısıra uluslararası istikrar ve refaha da doğrudan tehdit oluşturduğu ve aşırılıkçı grupların NATO için stratejik açıdan önemli bölgelerde yayılma-ya devam ettiği belirtilmektedir. Özellikle teröristlerin nükleer, kimyasal, biyolojik ya da radyolojik silahlara erişmesinin terörist saldırıların tehdit ve potansiyel etkisini artırdığı vurgulanmıştır (NATO, 2010).

Söz konusu değerlendirmelere bağlı olarak yeni Stratejik Konseptte NA-TO’nun önceliklerinden biri olarak işbirlikçi güvenlik kavramı öne çıkmış-tır. Belgede Avrupa-Atlantik Konseyi ile Barış İçin Ortaklık Programının bir bütün olarak barış içinde özgür bir Avrupa vizyonu için merkezi önem-de olduğu, bütün Akdeniz ülkeleri ile dostça ve işbirliğine dayanan ilişkiler

Page 76: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

69Journal of Security Studies

geliştirmeye sıkı sıkıya bağlı olunduğu ve MD’nin ilerleyen yıllarda daha fazla geliştirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir (Horn, 2011:99).

2001 yılından sonra Akdeniz, Afrika, Aden körfezi, Ortadoğu ve Afga-nistan operasyonları ile 2011 yılında Libya’da icra edilen operasyon NA-TO’nun uluslararası müdahale gücüne dönüştüğü fikrini akla getirmiştir (Birsel, 2012:120-121). Özellikle Afganistan, Somali ve Libya’daki ope-rasyonlar NATO’nun komşu bölgesi ile olan diyalog ve işbirliğini arttır-ması gerektiğine dair algıyı pekiştirmiş ve MD ve ICI girişimleri bölge ile olan işbirliği çabalarını kurumsal çerçevelere oturtmuştur. 2010 Kasım ayında Lizbon’da kabul edilen NATO’nun yeni Stratejik Konseptinde de bu iki kurumsal girişime özellikle gönderme yapılmış ve MD ve ICI kap-samındaki ilişkilerin daha da geliştirileceği belirtilmiştir (Diriöz, 2012:50).

NATO’nun 2012 yılında yayımlanan Şikago Deklarasyonunda da MD ve ICI’ye ilişkin olarak dikkate değer hususlar yer almıştır: Fas öncülüğünde MD’ye ilişkin politik içerikli yeni bir çerçeve belge geliştirmek için girişim başlatılması, Libya’nın Diyaloğa katılması için davet edilmesi, Kuveyt’in ICI bölgesel merkezine ev sahipliği yapmasının duyurulması, NATO’nun güvenlik kaygılarını paylaşan Ortadoğu ülkelerinin ICI’ye katılması için açık davet yapılması, NATO-Irak ortaklığının geliştirilmesine yardım için Irak’ta NATO geçiş hücresi kurulması (Coffey, 2012:2).

Bilindiği üzere, İran’ın son yıllarda nükleer programıyla ilgili ortaya çıkan endişe ve bölgesel gerilimler küresel barış ve istikrarı tehdit edici boyu-ta ulaşmıştır. ABD ve İsrail İran’a önleyici saldırı açıklamalarında bulu-nurken, İran da dünyayı Hürmüz boğazının kapatılmasıyla tehdit etmiştir. Ayrıca İran’ın bölgedeki nüfuzu yükselmiş, Sünni-Şii kutuplaşması hız kazanmış ve mezhepçi çatışma riski artmıştır. 2011 yılında başlayan Arap halk ayaklanmaları bu kutuplaşma için uygun ortam sağlamıştır. Suriye ve Mısır’daki ayaklanmalar ile Irak’taki durum dış müdahaleyi davet eder şekilde belirsizlik ve istikrarsızlık yaratmıştır (Ergüvenç, 2013:66).

2010 yılı sonu ve 2011 yılı başlarında Tunus’ta başlayan yönetim karşıtı halk ayaklanmaları Mısır’a ve sonrasında Libya’ya sıçramıştır. 17 Şubat 2011 tarihinde Libya’da başlayan isyan hareketleri Kaddafi’nin güçlü di-renişi ile karşılaşmıştır. Kaddafi’nin muhalifleri tümüyle yok etmek yö-nündeki tehditkar beyanları ve taraftarlarını silahlandırarak muhalifleri ortadan kaldırma girişimleri sonucunda 17 Mart 2011 tarihinde BM Gü-venlik Konseyi 1973 sayılı Kararı almıştır. Sivil halkın güç kullanımı dahil her türlü yöntemle korunmasını öngören bu Karar gereği, NATO 19 Mart 2011 tarihinden itibaren Libya’ya askeri müdahalede bulunmuştur (Yıl-maz, 2012:2).

Page 77: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

70 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmaları sonucunda Suriye ve Irak’ta yaşanan şiddet ve çatışmadan dolayı milyonlarca insan yerlerinden edilmiş ve çok sayıda mülteci Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi komşu dev-letlere sığınmıştır. Bölgedeki savaş istikrarsızlık, terörizm ve kitle imha si-lahlarının yaygınlaşması gibi güvenlik tehditlerini NATO ve AB ülkelerine ihraç etme riski yaratmıştır. Ayrıca bu ülkelerden Suriye’ye giden önemli miktardaki yabancı savaşçının daha radikalleşmiş ve terörizm alanında eğitilmiş olarak ülkelerine geri dönme ihtimali bulunmaktadır (Stamato-poulos, 2014:22). Bölgedeki son gelişmelerin sonucu olarak Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı NATO üyeleri için öncelikli ulusal güvenlik tehditleri arasında uluslararası terörizm ve MENA bölgesinden gelen teh-ditler ön sıralarda yer almaya başlamıştır (Wickett, McInnis, 2014:7).

NATO 2014 yılında Suriye ve Libya’da yaşanan iç savaş nedeniyle DAİŞ gibi aşırılıkçı gruplardan gelen önemli güvenlik tehlikeleriyle karşı kar-şıya kalmıştır. Özellikle NATO müttefiki Türkiye, hem Suriye hem de Irak’tan kaynaklanan şiddet ve terörizm nedeniyle tehdit altına girmiştir. Bu bağlamda, 2014 Eylül ayında İskoçya’da yapılan son NATO Zirvesinde müttefik güçler, ortaya çıktığı lokasyona bakmaksızın NATO’nun mevcut ve gelecekteki tehditleri ele alma kabiliyetini geliştirecek bir Eylem Planı kabul etmişlerdir. Bu Planın parçası olarak İttifakın dönüşümü için önemli bir unsur olan ve 2004’ten beri operasyonel olarak hazır durumda bulunan NATO Görev Gücünün, saldırı tehditlerine hızlı bir şekilde cevap vermek üzere hazırlık durumunun artırılması kararlaştırılmıştır (Stamatopoulos, 2014:20-22; Breedlove, 2014: 27).

2014 Haziran ayında DAİŞ’in Musul’u ele geçirerek Irak’ın batı böl-gesinde hızlı bir şekilde ilerlemesi sonucunda DAİŞ’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyon dikkatini hava saldırılarından sonra kara saldırısına odaklanırken, Irak’ın zayıf ve kötü idare edilen silahlı kuvvetlerinin daha fazla desteklenmesi için talep artmıştır. Bu talep doğrultusunda NATO Irak hükümetine destek teklifinde bulunmuştur. NATO Genel Sekreteri Irak hü-kümetinin savunma kapasitesinin geliştirilip güçlendirilmesi için Irak hü-kümetine yardıma hazır olduklarını duyurmuştur. Bu yardım kapsamında Iraklı komutanların eğitilmesi için NATO askerlerinin Ürdün’de konuş-landırılması düşünülmektedir. NATO’nun katkısının silah kullanılması ve savaş alanı taktikleri yerine strateji ile komuta-kontrol konularına odakla-nacağı belirtilmektedir (Jones, 2014).

Diğer taraftan son yıllarda Gazze’de İsrail ve Hamas arasında yaşanan savaşların da gösterdiği gibi Filistin sorununun bölgesel barış ve istikra-ra engel olarak çözümsüzlüğü devam etmektedir. NATO Genel Sekreteri Rasmussen 2011 Şubat ayında yaptığı açıklamada İsrail ve Filistin arasın-

Page 78: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

71Journal of Security Studies

da yaşanan çatışma sürecinin bölgesel istikrarı zayıflattığı ve bölgesel gü-venliği etkileyen diğer tehditlerin ele alınmasını engellediğini belirtmiştir. Bu nedenle İsrail-Filistin barış sürecinin çözümünün kolaylaştırılmasında ve İran’ın nükleer silah elde etmesinin önlenmesinde NATO’nun liderlik rolü üstlenmesi gerektiği ileri sürülmektedir (Horn, 2011:105-106). NA-TO’nun barışı koruma gücü olarak İsrail-Filistin sorununda liderlik rolü üstlenebilmesi için öncelikle taraflar arasında kapsamlı bir barış anlaşma-sının akdedilmesi, tarafların rızası ve BM tarafından yetkilendirilmiş ol-mak gerekmektedir (Scheffer, 2009).

NATO’nun BM Güvenlik Konseyinden yetki aldığı durumlarda ya da ken-di üyelerini savunmak amacıyla bu liderlik rolünü üstlendiği örnekler mev-cuttur denilebilir. Türk halkının ve topraklarının Suriye’ye karşı korunması amacıyla hava savunma kabiliyetlerinin artırılması için Türkiye 4 Aralık 2012 tarihindeki başvurusuyla NATO’dan ülkesine patriot füzeleri yerleş-tirilmesini talep etmiş ve NATO 21 Aralık 2012 tarihinde Kahramanma-raş, Adana ve Gaziantep’e ABD, Hollanda ve Almanya’dan temin edilecek patriot füzelerinin yerleştirilmesi kararını almıştır (NATO, 2013a).Buna karşılık NATO Suriye’deki iç savaşta 2013 yılı Ağustosunda kimyasal si-lah kullanılması üzerine doğrudan Suriye’ye askeri müdahaleye sıcak bak-madığını, politik çözümün öncelik taşıdığını ve BM bünyesinde varılacak bir uzlaşmayı desteklediğini belirtmiştir (NATO, 2013b).

Sonuç

MENA bölgesi günümüzde gerek iç gerekse devletler arası savaşlara kadar varan siyasi çalkantılar, darbeler, ayaklanmalar ve en önemlisi de aşırılıkçı terörizm nedeniyle ortaya çıkan istikrarsızlık nedeniyle NATO için strate-jik kaygı nedeni olmaya devam etmektedir. Bölgede kitle imha silahlarının yayılması tehlikesi ile yeni savaşların ortaya çıkma ihtimali, çöken devlet-ler, göç ve bölgeden NATO ülkelerine yayılacak terörizm İttifak üyelerini endişelendirmektedir (Gaub, 2010:30). Nitekim Cezayir, Mısır ve Lib-ya’da yerleşik El Kaideye bağlı terörist grupların devlet olma iddiasında-ki DAİŞ’e bağlılık yemini etmeleri Irak ve Suriye topraklarından yayılan DAİŞ terörizmini daha da tehlikeli hale getirmiştir.

Bilindiği üzere NATO’nun bazı üyelerinin MENA bölgesinin eski sömür-geci güçleri olmaları, Soğuk Savaşın etkisi, Sovyetler Birliği çöktükten sonra İslami fundamentalizmin bir sonraki düşman olarak tanımlanması bölge genelinde olumsuz çağrışımlara yol açmıştır. NATO hakkındaki ne-gatif izlenimleri ortadan kaldırmak ve askeri işbirliği için tesis edilen MD ve ICI, NATO ve bölge ülkelerinin ortak güvenlik çıkarlarına sahip olduğu ve modern dünyada güvenliğin ancak birlikte hareket edilerek sağlanacağı

Page 79: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

72 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

yaklaşımına dayalı olarak kurulmuştur. Bu doğrultuda tarihi ve kültürel engellere rağmen İttifak ve güney komşuları karşılıklı çıkarları nedeniyle stratejik gereklilikten bir araya gelmiştir (Gaub, 2010:23, 31; Smith, Da-vis, 2011:3).

Söz konusu stratejik gerekliliğin günümüzde aşırılıkçı terörizm nedeniy-le gittikçe arttığı göz önüne alındığında, NATO’nun MD ve ICI ile sahip olduğu işbirliği ve ortaklık düzeyinin daha etkin hale getirilmesi için bazı önerilerde bulunulabilir. NATO’nun 2012 Şikago Deklarasyonunda MD ve ICI kapsamında MENA bölgesine verdiği önem karşısında NATO’nun temsilcisi olarak bölgeyi iyi bilen saygın devlet adamlarının MD ve ICI ülkeleriyle temas sağlaması düşünülebilir. Ayrıca NATO Zirveleri MD ve ICI’yi daha kurumsal ve önemli hale getirmek için hem MD hem de ICI’nin hükümet başkanlarını resmi olarak bir araya getirebilir. NATO ül-kelerinin önemli miktarda askeri ve mali kaynaklarının tahsis edildiği Irak ve Libya’nın terörizm tehdidinden kurtulduktan sonra MD ve ICI’ye dahil edilmesi sağlanabilir (Coffey, 2012:2). Yine MD ve ICI ülkelerinin NATO ile ilişkilerinde daha çok söz sahibi olmalarını sağlamak amacıyla asker katkısında bulundukları operasyonların planlama sürecine katılabilmeleri gündeme getirilebilir.

Ancak daha da önemlisi NATO’nun MENA bölgesinde güvenlik ve is-tikrarın etkin şekilde sağlanması için MD ve ICI girişimlerinin somut bir uluslararası birime dönüştürülmesi ve NATO’nun kendi üyelerine verdiği güvenlik garantilerine benzer garantileri MENA ülkelerine vermesi öngö-rülebilir. Zira söz konusu girişimlere düşük düzeyli politik katılım, sınırlı taahhütler, NATO’nun kaynaklarının daha önemli güvenlik düzenlemeleri nedeniyle kısıtlı oluşu ve bölgedeki askeri ve politik varlığının düzeyi gibi sebeplerle NATO ile MD ve ICI ülkeleri arasında etkin bir güvenlik işbir-liği gerçekleşememektedir.

Arap Baharı sürecinde yaşanan halk ayaklanmaları bölgede demokrasi, insan hakları ve özgürlüklere olan talebi arttırmıştır. Bu bağlamda NATO MENA bölgesi halkları nazarında sahip olduğu kötü imajı düzeltmek adına kendi kurucu ilkeleri olan demokratik değerlerin yerleştirilmesi için MD ve ICI ülkelerini teşvik etmelidir.

Diğer yandan MENA bölgesinde MD ve ICI’ye üye olmayan devletler açı-sından da problemler yaşanmaktadır. Suudi Arabistan ve Umman ICI’nın dışında bulunmaktadır. NATO ICI’ye üye olmaması nedeniyle Ortadoğu bölgesinde İran’ın nüfuzunu dengelemek açısından önemli bir politik ve ekonomik aktör olan Suudi Arabistan ile işbirliği yapmanın yollarını ara-malıdır. İlave olarak NATO’nun Libya müdahalesinde önemli bir rol oy-

Page 80: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

73Journal of Security Studies

nayan Arap Ligi ile resmi ilişkilerin düzeyi ve yoğunluğu artırılmalıdır. Ayrıca bölgede önemli bir istikrarsızlık kaynağı olan İsrail-Filistin çatış-masının barışçıl biçimde çözülmesine mümkün olduğunca hız verilmeli ve Türkiye ile İsrail ilişkileri İsrail’in Akdeniz Bölgesindeki NATO tatbikat-larına katılabilmesi açısından normalleşmeye başlamalıdır.

Öte yandan MENA bölgesinde 2011 yılında Suriye iç savaşının yolunu açan Arap Baharı sonucunda önemli bir güvensizlik ve istikrarsızlık orta-mı doğmuştur. Bu durum terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, insan ticareti, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi sınır aşan organize suçlara uygun bir zemin yarattığından MENA devletlerinin NATO ile yaptıkları güvenlik işbirliğini artırmaları kendi ulusal güvenlik çıkarlarına olacaktır.

NATO’nun MENA bölgesinde etkinliğinin artması ve ortaya çıkan gü-venlik tehditleriyle başa çıkabilmesi için caydırıcılık, kriz yönetimi, kamu diplomasisi ile erken uyarı ve istihbarat konularında kapasitesinin gelişti-rilmesine daha çok odaklanması gerekmektedir. NATO, 2011 yılından beri devam eden Suriye iç savaşında olduğu gibi bölgede ortaya çıkan çatış-malara doğrudan askeri güçle müdahale etmek yerine, çatışmanın siyasi alanda barışçıl ve diplomatik yollarla çözülmesi için çaba göstermelidir. Aksi durumda Libya’da olduğu gibi bölgede yapılacak askeri müdahale-lerin devlet otoritesinin çökmesi ve terörist grupların gelişerek yayılması gibi daha büyük tehlike ve bunalımlara yol açabileceği ortadadır.

Dolayısıyla NATO sınırları ötesindeki bölgelerden gelen terörizm ve iç ça-tışma gibi tehlikeleri ortadan kaldırmak için bölge ülkelerinin ordularının savunma kapasitelerini eğitim misyonu ve lojistik destek yoluyla geliş-tirmelidir. Zira Afganistan ordusunun El-Kaide, Irak ordusunun da DAİŞ karşısında yaşadığı zafiyetin bu terörist grupların güçlenmesine yol açtığı unutulmamalıdır. Ancak söz konusu ülkelere askeri ve mali kaynak ayrıl-ması için NATO’ya üye ülkelerin azalan askeri harcamalarını artırmaları gerekmektedir. Çünkü NATO’nun güvenlik ve istikrarın sağlanmasında küresel bir rol üstlenmekte başarısız olması durumunda, ABD NATO’nun geleceğine yatırım yapma ilgisini kaybedecektir. Bu yüzden AB’nin MENA bölgesindeki gerek güvenlik sorunları gerekse sosyal ve ekonomik problemlerle mücadelede NATO’ya destek vermesinin önündeki engelle-rin kaldırılması adına, AB üyelerinin Türkiye’yi Avrupa Savunma Kurumu ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil etmesi düşünülebilir. Nitekim NATO’nun bölgedeki askeri olmayan tehditlerle baş edebilmek için özellikle çatışmaların önlenmesi ve kriz yönetimi alanlarında AB ile ortak hareket etmesi bir zorunluluk halini almıştır.

Page 81: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 82: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

75Journal of Security Studies

Kaynakça

Aliboni, R., (2011),“The New NATO Strategic Concept and the Mediterra-nean”, pp.158-161, http://www.iemed.org/observatori-en/arees-danalisi/arxi-us-adjunts/anuari/med.2011/Aliboni_en. pdf, (erişim tarihi:2 Mart 2015)Aliboni, R., (2011), “Le nouveau concept stratégique de l’OTAN et la Médi-terranée”, pp.169-173, http://www.iemed.org/observatori-fr/arees-danalisi/arxius-adjunts/anuari/med.2011/Aliboni_ fr.pdf, (erişim tarihi:2 Mart 2015)Birsel, H., (2012), “Başlangıçtan Günümüze NATO Sorunsalı “Madalyonun İki Yüzü”,” SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi S o s y a l Bilimler D e r g i s i, S:25, ss.109-124.Breedlove, P. M., (2014), “What is Next For NATO”, Turkish Policy Quarter-ly, Vol. 12, No.4, pp.25-32.Coffey, L., (2012), “NATO Should Improve Relations with Its Southern Neigh-bors”, No. 3683, The Heritage Foundation, Issue Brief, pp.1-3, http://thf_me-dia.s3.amazonaws.com /2012/pdf/ib3683. pdf, (erişim tarihi: 30 Mart 2014).De Santis, N., (2010), “NATO’s Outreach to and Cooperation with Mediter-ranean Countries through the Mediterranean Dialogue”, pp.139-143, http://www.iemed.org/anuari/2010/aarticles/ DeSantis_NATO_en.pdf, (erişim tarihi: 12 Mart 2015).Diriöz, A. O., (2012), “NATO’nun Ortadoğu’ya Yönelik Politikası ve Kurum-sal Programları”, Ortadoğu Analiz, C.4, S.40., ss.49-57.Eckert, P., (2011), “Clinton declares America’s Pacific century”, /http://www.reuters.com/article /2011/11/11/us-apec-usa-clinton-f- idUS-TRE7AA2S120111111, (erişim tarihi: 12 Ocak 2015)Ergüvenç, Ş., (2012), “Turkey’s Nato Agenda: What Role In Middle East?”, Smart Defense and the Future of NATO: Can the Alliance Meet the Challeng-es of the Twenty-First Century?, pp.63-66, http://espas.eu/orbis/sites/default/files/generated/document/en/Conference_Report.pdf, (erişim tarihi: 12 Kasım 2014).Eyal, J., (2012), “NATO and Middle East A Positive Agenda For Change”, Smart Defense and the Future of NATO: Can the Alliance Meet the Challeng-es of the Twenty-First Century?, pp.59-62, http://espas.eu/orbis/sites/default/files/generated/document/en/Conference_Report.pdf, (erişim tarihi: 12 Kasım 2014).Gaub, F., (2012), Against All Odds: Relations Between NATO and the MENA Region, US Army War College, Strategic Studies Institute, pp.1-37, http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/ pdffiles/PUB1112.pdf, (erişim tarihi: 12 Kasım 2014).Gordon, P., (2006), Nato’s Growing Role in the Greater Middle East, The Emir-ates Center for Strategic Studies and Research, pp. 1-48, http://www.brook-ings.edu/~/media/research/files/papers/ 2006/3/spring%20middleeast%20gor-don/emirates20060530.pdf, (erişim tarihi: 12 Aralık 2014).

Page 83: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

76 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Horn, M. M., (2011), “NATO, The Meditarranean Dialogue, And The Middle East: It Is Time For NATO To Get Serious”, Turkish Policy Quarterly, Vol.10, No.4, ss.97-106.Isaac, S. K., (2011), “NATO and Middle East and North Africa (MENA) Secu-rity: Prospects for Burden Sharing”, NATO Defense College, Rome, pp.1-58, http://www.isn.ethz.ch/Digital-Library/Publications/Detail/?id=128708&l-ng=en, (erişim tarihi: 13 Mart 2015). Joergensen, Jakob Aaroee, (2012), “The Mediterranean Dialogue and Istan-bul Cooperation Initiative”, pp.1-18, http://dpsa.dk/papers/Troubled%20Part-nerships%20in%20the%20Middle%20East(1).pdf, (erişim tarihi: 12 Aralık 2014).Jones, S., (2014), “Nato offers resources in fight against Isis”, http://www.ft.com/cms/s/0/aaa14400-796f-11e4-a57d-00144feabdc0.html#ixzz3Sz2T-JWkr, (erişim tarihi: 14 Ocak 2015).Kardas, S., (2012), “Turkey on NATO’s Role in the MENA: Perspectives from a “Central Country,” pp.1-7, http://carnegieendowment.org/files/Kardas_Brief.pdf, (erişim tarihi: 25 Aralık 2014).Lesser, I. O., (2012), “Turkey and Syria: The Middle Eastern Risks NATO Can not Ignore”, pp.1-3, http://www.gmfus.org/file/2697/download, (erişim tarihi:26 Aralık 2014).NATO, (2013a), “NATO support to Turkey : Background and timeline,” (Erişim) http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_92555.htm?, (erişim tari-hi: 14 Ocak 2015).NATO, (2013b), “L’Otan se refuse à intervenir directement en Syrie”, “http://www.rfi.fr/moyen-orient/20130831-otan-refuse-intervenir-directement-syrie/, (erişim tarihi: 14 Ocak 2015).NATO, (1991), “The Alliance’s New Strategic Concept”, http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_ texts_ 23847.htm, (erişim tarihi:14 Aralık 2014).NATO ICI 13, (2013), “NATO’s Approach To Gulf Cooperation”, Dubai, pp.1-32, http://www.nato.int/nato_static/assets/pdf/pdf_2013_10/20131015_131022-dubai-ici13-conf-booklet.pdf, (erişim tarihi:14 Aralık 2014).NATO Public Diplomacy Division (PDD), (2005), “Security Cooperation with the Mediterranean Region and the Broader Middle East”, pp.1-12, http://www.nato.int/docu/mediterranean/secopmed-e.pdf, (erişim tarihi:14 Aralık 2014).Nişancı, Ş., (2005), “Turkey’s Role in NATO in the Post-Cold War Security En-vironment”, pp.2-7, http://www.isn.ethz.ch/Digital-Library/Publications/De-tail/?ots591=0c54e3b3-1e9c-be1e-2c24-a6a8c7060233&lng=en&id=14446, (erişim tarihi:14 Aralık 2014).Outzen, R., (2012), “Policy Notes, From Crisis To Cooperation, Turkey’s Re-lations With Washington and NATO”, Washington Institute For Near East Pol-icy, No. 12, pp.1-16, http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/pubs/PolicyNote12.pdf, (erişim tarihi:13 Aralık 2014).

Page 84: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

77Journal of Security Studies

Özcan,Y., (2011), “Turkey As A Nato Partner: Reality vs. Rhetoric”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 10, No. 3, , pp.105-112. Pavel, B., Lightfood, J., (2012), “The Transatlantic Bargain After Gates”, Smart Defense and the Future of NATO: Can the Alliance Meet the Challeng-es of the Twenty-First Century?, pp.67-70, http://espas.eu/orbis/sites/default/files/generated/document/en/Conference_Report.pdf, (erişim tarihi: 30 Kasım 2014).Saidy, B., (2009), “Le rôle de l’OTAN en Méditerranée et au Moyen-Orient”, Revue internationale et stratégique, No.73, pp.33-42.Scatamacchia, D., “NATO and the Greater Middle East: A Challenge For Mul-tilateral Dialogue and A Need For A Public Diplomacy Function”, (Edited by J. Lindsay Kellock), pp.1-3, http://www.natowatch.org/sites/default/files/NATO_and_the_Greater_Middle_East_-_Donatella_ Scatamacchia_Final.pdf, 22 Aralık 2014.Scheffer, Jaap de H., (2009), “Speech by NATO Secretary General”, http://www.nato.int/docu/speech/2009/s090111a.html, (erişim tarihi:25 Aralık 2014).Smith, M. A., Davis, I., (2011), “NATO’s Mediterranean Dialogue in the wake of the Arab Spring: partnership for peace or succour for despots?”, pp.1-11, http://www.natowatch.org/sites/ default/files/NATO_Watch_Briefing_Paper_No.19.pdf, (erişim tarihi:15 Mart 2015).Stamatopoulos, T. T., (2014), “Nato Today: Facing Challenges From The East And South”, Turkish Policy Quarterly, Vol.13.No.3, pp.19-24.Stivachtis, Y. A., Jones, B., (2009), “Nato’s Mediterranean Dialogue: An As-sessment”, Research Institute for European and American Studies, pp.1-21, http://rieas.gr/images/rieas137.pdf (erişim tarihi:15 Aralık 2012).Vazquez, A. A., (2012), NATO Mediterranean Dialogue: Does it Have A Fu-ture, Spain Defence Ministry. Wickett, X., J. Mccinnis, K., (2014), “NATO: Charting the Way Forward”, pp.1-38, http://www.chathamhouse.org/sites/files/chathamhouse/field/field_document/20140721NATO1.pdf, (erişim tarihi:28 Şubat 2015).Yılmaz, İ., (2011), “Turkey and Nato’s Approach To Cooperative Security,” Turkish Policy, Vol.10, No.3, pp.19-23. Yılmaz, M. E., (2012), “Kaddafi Sonrası Libya’da Siyasal Dönüşüm”, Akade-mik Orta Doğu, C.7, S.1 . ss.1-13.

Page 85: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 86: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

79Journal of Security Studies

SAĞLIK HAKKI’NDA DEVLETİN KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ:

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA UYGULANAN ŞİDDET AÇISINDAN BİR İNCELEME

Protection Obligatien of the State on Health Right: A Reviewer Violence Against Health Workers

Esma Aydan DİKMEN*

ÖZET: Sağlık hakkı uluslararası düzlemde kabul görmüş bir insan hak-kıdır. Bu hak yalnızca hasta olmamayı değil, “bedensel, zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali”ni ifade eder. Ülkemizde, sağlık hakkının kapsa-mı açısından yapılan tartışmalar sonucunda ulaşılan yaygın görüş, sağlık hakkının bir sosyal hak olduğudur. Hakkın mevzuat içindeki yeri de bunu göstermektedir. Her sosyal hak gibi, Sağlık Hakkı da devlete birtakım yü-kümlülükler yükler. Bunlar; saygı yükümlülüğü, koruma yükümlülüğü ve gereğini yerine getirme yükümlülüğü olarak sıralanabilir. Sağlık Hakkı’nda devletin koruma yükümlülüğünü “kişilerin sağlık hakkını üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı korumak” biçiminde özetlemek mümkündür. Ülkemizde ve dünyada pek çok sağlık çalışanı, görevini yerine getirirken şiddete uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin engellenmesi, devletin koruma yükümlülüğü kapsamı-na dahildir.

Bu bilgiler ışığında; çalışma kapsamında ilk olarak sağlık hakkının tanımı yapılacak ve mevzuattaki yeri ile hakkın niteliği açıklanacaktır. Ardından hakkın getirdiği yükümlülükler özellikleriyle anlatılacaktır. Bunun yanında sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet, daha önce yapılmış olan incelemeler ışığında kapsamlı olarak incelenecek ve ortaya çıkış biçimleri, sebepleri ve etkilerinden söz edilecektir. Ve son olarak; devletin koruma yükümlülüğü kapsamında almış olduğu önlemler ve soruna yönelik çözüm önerileri tar-tışmaya açılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sağlık hakkı, Devletin Koruma Yükümlülüğü, Heki-me Şiddet, Fiziksel Şiddet, Beyaz Kod

* Araştırma Görevlisi, Bartın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yöne-timi Bölümü Hukuk Bilimleri Anabilim Dalı ([email protected])Makale Geliş Tarihi :03.10.2015 Makale Kabul Tarihi :10.11.2015

Page 87: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

80 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ABSTRACT: Health right is accepted as a fundamental human right, widely and internationally. This right can not be merely described as “the absence of disease but a state of complete physical, mental and social well-being”. According to the debates in our country, health right is con-sidered as a social right in line with it’s description in legislation. In this concept, it binds state with some obligations, just as all social rights do. These obligations can be listed as obligation of respect, obligation of pro-tection and obligation of execution. Protection Obligation of the state can be summarized as protection of people’s right from the unjust interventions of third parties including protection of health workers from the risks of violation while performing their duties. In Turkey, just like many other countries, numerous health workers face with the risk of being violated while fulfilling their duties

First, health right and it’s place in the legislative framework will be ex-plained in this study. Then, it’s legibility and liabilities brought forward by the right itself will be described in details. Violence against health workers will be elaborated in comparison with the earlier studies considering it’s origins, motivations and effects. Finally, discussion will focus on the mea-sures enforced by the state in the context of obligation of protection and suggestions for solution.

Keywords: Health Right, Obligation of Protection, Violence Against Health Workers, Physical Violence, White Code.

Giriş

Sağlık hakkı, ulusal ve uluslararası hukuk açısından bir insan hakkıdır. Ni-teliği ülkemizde uzunca bir süre tartışılmış olsa da, varılan noktada sağlık hakkı bir sosyal haktır. Bu hak, her sosyal hak gibi devlete üç tür yüküm-lülük yükler. Bunlar; saygı yükümlülüğü, koruma yükümlülüğü ve yerine getirme yükümlülüğüdür.

Sağlık hakkı açısından devletin koruma yükümlülüğü “kişilerin sağlık hakkını üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı korumak” olarak özetlemek mümkündür (Kol, 2015). Devletin koruma yükümlülüğü çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Bu çalışmada yükümlülük, sağlık çalışanlarına uy-gulanan şiddet açısından incelenmektedir.

Çalışmanın hedefi, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddeti hem sağlık ça-lışanlarının hem de okurun gözünden değerlendirmek ve devletin koru-ma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini değerlendirebilmektir. Bu amaçla; çalışma kapsamında sağlık çalışanlarına yapılmış olan anket-

Page 88: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

81Journal of Security Studies

ler incelenmiş ve çalışanların şiddete maruz kalma riski, şiddetin ortaya çıktığı alanlar, kim tarafından ortaya çıktığı, sağlık çalışanları ve aileleri ile arkadaşları üzerinde bıraktığı doğrudan etkiler, şiddetin sağlık sistemi üzerinde bıraktığı etkiler belirtilmiştir. Bunların yanında sağlık çalışanla-rının şiddete uğramaması için alınmış yasal önlemler gösterilmiş ve sağlık çalışanlarının alınması gerektiğini düşündüğü önlemlere de yer verilmiştir. Son olarak alınmış tüm önlemlere rağmen devletin koruma yükümlülüğü-nü “yeterince” yerine getirmiş sayılamayacağı sonucuna varılmıştır.

1. Sağlık Hakkı

Sağlık hakkı, insan hakkı olup olmadığı ve kapsamı bir zamanlar oldukça tartışmalı; ancak günümüzde sosyal hakların arasında yer alan bir insan hakkıdır. Bu hakkın konusu olan sağlık, hasta olmamaktan daha fazlasıdır. Uluslararası sözleşmelerde görüleceği üzere; hasta olmamanın yanında an-cak “bedensel, zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali” sağlık kelime-sinin tam karşılığı olabilir.1

Sağlık hakkı ise sağlıklı olma hakkından daha geniştir. Birleşmiş Milletler Uzmanı Paul Hunt’ a göre sağlık hakkı;

“Ulusal ve yerel önceliklere yanıt verecek ve herkes tarafından ulaşıla-bilecek türden, sağlık bakımını ve sağlığın temel belirleyicilerini içeren, etkili ve bütünleşik bir sağlık dizgesi hakkı” şeklinde açıklanmaktadır (Clapham, 2010, s. 175).

Uluslararası belgelerce sağlık hakkından anlaşılan “mümkün olan en yük-sek sağlık standardı”dır. Bu standart evrensel değildir; yere ve zamana göre değişebilir (Tahmazoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 6).

Jellinek’in hak sınıflandırması kullanıldığında sağlık hakkı pozitif sta-tü hakları-sosyal haklar-isteme hakları arasında yer alır (Tahmazoğ-lu-Üzeltürk, 2012, s. 8). Sosyal hakların bir hak olup olmadığı konusunda yapılan tartışmalar artık geride kalmış ve bu hakların da insan hakkı ol-duğu görüşü baskın hale gelmiştir. Ancak sağlık hakkı devletin ciddi yatı-rımlar yapmasını gerektirdiği için hak olup olmadığı bir süre tartışılmıştır. Bu hakla ilgili olarak devletin gerçekleştireceği müdahalelerin bu ve diğer sosyal haklara yarardan çok zarar getireceğini savunan düşünürler olduğu gibi (Örn. Goodman) bu görüşe karşı çıkanlar da vardır. Sağlık hakkını “serbest piyasa ekonomisine dayanan talepler” olarak görenlerin aksine; günümüzde sağlık hakkının bir hak olduğu fikri yaygın olarak benimsen-mektedir (Tahmazoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 15-16).

1 DSÖ Anayasası, 1978 Alma-Ata Deklerasyonu

Page 89: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

82 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Türk Hukuku’nda sağlık hakkı; konusu yönünden sosyal haklar arasın-da, tarihsel gelişimi açısından ikinci kuşak haklar arasında yer alır. 1982 Anayasası’ndaki yeri incelendiğinde hakkın bir pozitif statü hakkı olduğu görülür (Temiz, 2014, s. 168). Ancak sağlık hakkını bu sınırlamaya tabi tutmak doğru olmayacaktır. Zira sağlık hakkı devlete bakan yönü ile nega-tif statü hakları ile de bağlantılıdır. Bu manada sağlık hakkı asıl olarak bir pozitif statü hakkıdır; ancak negatif boyutu da dikkate alınmalıdır, denile-bilir (Temiz, 2014, s. 169-170) (Tahmazoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 16).

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödev-ler bölümü altında yer alan 56. Maddesi sağlık hakkını düzenler. Bu mad-deye göre; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip-tir.” Yani hiç kimse dil, din, ırk, düşünce, inanç gibi bir ayrıma sokulmadan sağlık hakkına sahiptir. Bu hak herkese tanınmış bir haktır, herkes bu hak-kın öznesidir. Ki bu niteliği de sosyal hak olmasından ileri gelir (Tahma-zoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 28).

Sağlık hakkı üç çekirdek hakkı kapsar. Bunlardan biri temel sağlık hakkı olarak ifade edilebilecek hakların ilki olan önleyici veya koruyucu sağlık hakkıdır. Buradaki amaç insanların hasta olmamasını sağlamaktır. Bunun için gerekli olan tüm tedbirler mümkün olduğunca alınmaya çalışılır. Temel sağlık hakkının kapsamındaki diğer hak, tıbbi kaynaklara ulaşma hakkıdır. Bu hakkın kapsamına ilaca ve doktora ulaşma, herkese yönelik ve yeterli kalitede sağlık hizmetlerine sahip olma girer. Çekirdek hakların sonuncusu ise sağlık hizmetini sağlayanlara karşı ileri sürülebilen haklardır. Bunlar; tıbbi kayıtların gizliliği hakkı, kişisel tıbbi haklara giriş, tıbbi muamelenin öngörülebilir olması, tedaviyi reddetme hakkı ve tedavi öncesinde onay verme hakkı olarak detaylandırılabilir (Tahmazoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 18). Yani sağlık hakkı; hasta hakları, sağlık çalışanlarının hakları ve sorumlu-lukları, olası riskler ile sağlık çalışanlarının ve hastalarının mağduriyetle-rin giderilmesi gibi hususları içinde barındıran geniş kapsamlı bir haktır (Şahbaz, 2009, s. 410).

1997 tarihli Maastricht İlkeleri’ne göre sosyal haklar devlete üç tür yü-kümlülük yükler (Temiz, 2014, s. 176). Bu yükümlülükler; saygı duyma yükümlülüğü, yerine getirme yükümlülüğü ve koruma yükümlülüğü ola-rak sıralanabilir (Kol, 2015, s. 139).

Sağlık hakkında devletin saygı duyma yükümlülüğü, kişilerin sağlık hak-kını kullanmasına dolaylı veya doğrudan müdahalede bulunmaktan ka-çınma anlamına gelir. (Tahmazoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 54). Clapham’dan aynen aktaracak olursak:

Page 90: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

83Journal of Security Studies

“Saygı yükümlülüğü devletlerin hakkın kullanımını engelleyebilecek ön-lemler getirmekten kaçınmalarını gerektirmekte. Bu nedenle, devletler (i) bütün insanların koruyucu, sağaltıcı ve dindirici sağlık hizmetlerine eşit ölçüde erişmesini engellemeden ya da sınırlamadan, (ii) geleneksel engel-leyici bakım, sağaltım uygulamaları ve ilaçlarına sekte vurmaktan ve (iii) cinsel eğitim ve bilgiler de dahil olmak üzere sağlıkla ilişkili bilgileri san-sürlemek, saklamak ya da bilerek yanlış yorumlamaktan ve halkın sağlıkla ilişkili konulara katılımını engellemekten uzak durarak sağlık hakkına say-gı gösterme yükümlülüğünü taşırlar.” (Clapham, 2010, s. 176)

Yerine getirme yükümlülüğü uyarınca devletler sağlık hakkının tam anla-mıyla sağlanabilmesi için gerekli olan idari, mali ve yasal altyapıyı oluş-turmalı ve geliştirmeli ve bunlar için gereken önlemleri almalıdır (Tahm-azoğlu-Üzeltürk, 2012, s. 54). Clapham yapılması gerekenleri; ulusal bir sağlık siyaseti belirlemek, aşılama gibi sağlık hizmetlerini yerine getirmek, sağlık çalışanlarının eğitimini sağlamak, herkesin sağlık hizmetlerine ve sağlık hakkının gereklerine eşit koşullarda erişimini sağlamak, özel veya kamusal bir sağlık sigortası sistemi geliştirmek ve sağlığa zararlı alışkan-lıklar ile diğer hastalıklar hakkında bilgilendirici kampanyalar düzenlemek olarak örnekler (Clapham, 2010, s. 177-178).

Bu çalışma açısından devletin en önemli yükümlülüğü koruma yükümlü-lüğüdür. Koruma yükümlülüğü kapsamında devlet, sağlık hakkının üçüncü kişiler tarafından ihlal edilmesini engeller (Kol, 2015, s. 139). Yine Clap-ham’dan aynen aktaracak olursak;

“Koruma yükümlülüğü devletlerin üçüncü şahısların uygun sağlık hiz-metlerine erişim hakkına müdahale etmesini engellemesini gerektirir. Bu nedenle de koruma yükümlülüklerine devletlerin (i) üçüncü şahıslar tara-fından sağlanan sağlık hizmetlerine ya da sağlıkla ilişkili hizmetlere eşit erişimi sağlayacak yasalar çıkarması ya da önlemler alması, (ii) sağlık sektörünün özelleştirilmesinin sağlık kurumlarının, araç ve hizmetlerinin uygunluğu, ulaşılabilirliği, uzlaşılabilirliği ve kalitesi açısından bir tehdit oluşturmamasını sağlaması, (iii) üçüncü kişiler tarafından tıp gereçleri ile ilaçların pazarlanmasını denetlemesi, (iv) üçüncü kişilerin kadınları, cinsel organ üzerinde sünnet benzeri uygulamalar gibi geleneksel uygulamalar-dan geçmeye zorlamalarını engellemesi ve (v) toplumun tacize açık ya da marjinalleştirilmiş bütün gruplarını –özellikle kadınları, çocukları, ergen-leri ve yaşı daha ileri olan kişileri- korumak için önlemler alması dahildir.” (Clapham, 2010, s. 176-177)

Devletin koruma yükümlülüğü gereğince alması gereken önlemlere Clap-ham’ın örneklerine ek olarak; Temiz’in (2014) de değindiği sağlık çalışan-

Page 91: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

84 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

larına uygulanan şiddet de verilebilir. Zira ülkemizde ve dünyada sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet büyük bir sorun teşkil eder. Burada zarar gören hem sağlık çalışanın kendi sağlık hakkı hem de sağlık çalışanının verdiği hizmet sebebiyle sağlık çalışanları dışında kalan herkesin sağlık hakkıdır. Temiz’e göre “Sağlık personeline yönelik saldırıların etkili bir şekilde engellenmesi, hem sağlık personelinin hem de sağlık hizmeti alıcı-larının sağlık haklarına karşılık gelen devletin koruma ödevi kapsamında-dır.” (Temiz, 2014, s. 181)

Yukarıda verilen bilgiler ışığında, devletin koruma yükümlülüğü kapsa-mında değerlendirilen sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin, gerçekleş-me biçimleri, sebepleri ve etkileri açısından incelenmesinde yarar vardır.

2. Sağlık Çalışanlarına Uygulanan Şiddetin Analizi

a. Şiddetin Tanımı ve Ortaya Çıkış Biçimleri

İşyerinde şiddet tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun-dur. Bu şiddeti; çalışan kişinin işiyle ilgili durumlarda üçüncü kişiler tara-fından uğradığı fiziksel veya sözel şiddet olarak tanımlamak mümkündür. Bu şiddetin sonucunda ölüm, yaralanma, maddi ve manevi zarara uğrama gibi ağır sonuçlar ortaya çıkabilir (TBMM, 2013, s. 123). Sağlık işyerinde uygulanan şiddet ise, sağlık çalışanı ile hasta veya hasta yakınları ya da bir üçüncü kişi arasında gerçekleşebilecek sözel, fiziksel veya cinsel şiddet olarak tanımlanabilir (TBMM, 2013, s. 124).

Fiziksel şiddet, insanların vücut bütünlüğünü hedef alan zarar verici dav-ranıştır. Psikolojik şiddet ise, vücut bütünlüğünü değil psikolojik sağlık durumunu hedef alır. (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 46) Bu manada sözel şiddet psikolojik şiddet sınıfında değerlendirilebilirken, cinsel şiddet her iki sınıfa da girer.

Sağlık işyerlerinde ortaya çıkan şiddet, diğer işyerlerinde ortaya çıkan şid-detten daha farklı özellikler arz eder. Sağlık işyerlerinde şiddetin ortaya çıkma riski diğerler iş yerlerine kıyasla 16 kat daha fazladır (TBMM, 2013, s. 127) (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 47) (Keser Özcan & Bilgin, 2011, s. 1443) (İlhan ve Arkadaşları, 2013, s. 6). Bunun yanında bu alandaki şid-det etki alanı açısından da bir sorun teşkil eder. Zira söz konusu olan, bir insan hakkı olan sağlık hakkına yönelik müdahaledir. Burada korunması gereken değer hem sağlık çalışanlarının sağlık hakkı hem de dolaylı olarak diğer tüm insanların sağlık hakkıdır.

Sağlık işyerindeki şiddetin en büyük mağdurlarının hemşireler, hekim-ler ve ambulans personelleri olduğu görülmüştür (TBMM, 2013, s. 127).

Page 92: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

85Journal of Security Studies

Beyaz Kod Birimi’ne başvuranların değerlendirildiği bir araştırmada baş-vuruda bulunanların %58’inin hekimler olduğu tespit edilmiştir (Turkan, 2013, s. 254). Bir üniversite hastanesinde intörn hekimlere yapılan ankete katılanların %78,4’ü kendisi dışındaki bir hekimin görevi sebebiyle maruz kaldığı şiddete şahit olduğunu belirtmiştir (Turla, Aydın, & Ünlü , 2012, s. 7). Yapılan bir başka araştırmada ankete katılan hemşirelerin şiddete maruz kalma oranı %67,1 olarak tespit edilmiştir (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 47). Yapılan çalışmalar şiddetin sıklıkla sözel şiddet şeklinde ortaya çıktığını ve %79’unun acil servis kliniklerinde meydana geldiğini göster-mektedir. Bunun yanında şiddeti gerçekleştirenlerin %91’i hasta yakınıdır. (TBMM, 2013, s. 165) İntörn hekimlerin katıldığı ankette de şahit oldukla-rı şiddet olaylarının %98,2’si de hasta veya hasta yakını tarafından gerçek-leştirilmiştir (Turla, Aydın, & Ünlü , 2012, s. 7). Tüm bu veriler sağlık iş-yerindeki şiddetin büyük bir sorun teşkil ettiğini gözler önüne sermektedir.

b. Şiddetin Nedenleri

Turkan’ın çalışmasında (2013, s. 254-255) şiddetin nedenleri aşağıdaki gibi sıralanmıştır:

• Eğitimsizlik ve Bilgisizlik• Hoşgörüsüzlük ve Sabırsızlık• Sağlık Çalışanlarının Tutumları• Tedavi Sürecinin Beklendiği Şekilde Gitmemesi• Siyasetçi ve Sağlık Yöneticilerinin Tutumu• Alkol ve Uyuşturucu Madde Kullanımı• Hasta ve Hasta Yakınlarının Psikolojik Problemleri• Medyada Yer Alan Provokatif Yayınlar• Hasta ve Hasta Yakınlarının Kendi Kusurlarını Sağlık Çalışanlarına

Yansıtması• Geçmiş Yıllardaki Yaygın Sağlık Sistemi Sorunlarının Günümüze Ta-

şınması• Hastanın Sevk Edildiği Merkezlerdeki Hekimlerin Tutumu

Meclis Komisyonu Raporu’nda (2013, s. 168) belirtilen nedenler ise aşa-ğıdaki gibidir:

• Mental ve davranış bozukluğu• Eğitim düzeyi düşüklüğü ve kurallara uymama• Çok sayıda muayene ve test yapılması• Stresli hasta yakınları ve kalabalık gürültülü ortamlar• Hasta ve hasta yakınlarının aşırı istekte bulunması• Uzun bekleme süreleri

Page 93: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

86 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

• Sağlık çalışanı yetersizliği• Yanlış anlamalar, iletişim problemleri ve kişisel sorunlar

Hastalar ve hasta yakınları kendilerinin veya yakınlarının sağlık durumla-rına ilişkin kaygıları yüksek olan kişilerdir. Hastanenin fiziksel koşulların-daki olumsuzluklar zaten kaygılı olan kişileri negatif etkileyebilir. Bunun yanında sağlık hizmetleriyle ilgili olarak yapılan yeniliklerin veya bu ko-nudaki mevzuatın kişilere tam anlamıyla aktarılamamış olması da şiddeti tetikleyen bir nedendir. Zira mevzuatı veya prosedürleri tam olarak bilme-yen bireylerin beklentileri yükselecek ve yapılması gereken rutin işlemler kendilerine eksik yahut az gelecektir. Bunun yanında tedavi ve muayene sürelerinin kısa tutulması her ne kadar iş yoğunluğundan kaynaklansa da şiddetin temel nedenlerinden biridir. Yeterli güvenlik önlemlerinin alına-maması, sağlık çalışanı sayısındaki eksikliğin sisteme negatif geri dönüş-leri, sağlık çalışanlarına şiddet konusunda etkili bir çözüm bulunamamış olması ve performansa dayalı ödeme sistemi ile Sağlıkta Dönüşüm Proje-si’nin olumsuz yönleri şiddetin örgütsel-kurumsal faktörlerine örnek veri-lebilir. (TBMM, 2013, s. 169-171)

Belki de yukarıda sayılan örneklerin en önemlisi performansa dayalı ödeme sistemi ve Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin neden olduğu yeniliklerdir. Zira hekimlerle yüz yüze görüşülerek yapılan bir çalışmada (Sağlıkta Dönüşüm Sürecinde Performansa Dayalı Ücretlendirmenin Hekimler Üzerindeki Et-kileri, 2013); bu sistem nedeniyle hekimlerin odak noktasının hasta olmak-tan çıktığı, bürokratik işlemler nedeniyle hastalara ayıracakları zamanı kıs-mak zorunda kaldıkları, sistemin hekimin özerkliğini ortadan kaldırmaya başladığı ve bu nedenle hastaların hekime saygı duymadığı, medyanınsa bu olumsuz tutumu empoze ettiği belirtilmiştir. Sistem sebebiyle hekimler riskli hastaları tedavi etmekten kaçınmaya başlamıştır ki bu o hastaların sağlık hakkını ihlal ettiği gibi hekimleri de şiddet riskine karşı savunmasız hale getirmektedir. Hekimlerin beyanına göre hasta artık hekime güven-mektense şikayet hakkına güvenmekte ve kaba kuvvet ile şikayeti hekime karşı adeta bir koz olarak kullanmaktadır. Bunun yanında performans sis-temi sebebiyle bakılması gereken hasta sayısının arttığı, hekimlerin uzun süreler boyunca çalışması gerektiği, bakamadıkları hastaların öfkelendiği ve hekimlerin zor durumda kaldığı belirtilmiştir. Beyanlara göre sistem, hekimi hastanın gözünde değersiz hale getirmiş ve paragöz, hilekar gibi görüşlerin toplum içinde yayılmasına neden olmuştur. Bu durum hasta ile hekim arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkilemiş ve hekimi şiddete açık hale getirmiştir. (Kart, 2013, s. 127-132)

Şiddetin toplumsal faktörleri incelendiğinde; toplum ve bireyin şiddet eği-limindeki artışın, günlük hayata hakim olan hoşgörüsüzlüğün ve olumsuz

Page 94: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

87Journal of Security Studies

kimi olayların artık kanıksanmış hale gelmesinin sağlık çalışanlarına yö-nelik şiddeti de etkilediği söylenebilir. İletişim becerilerinden yoksun bir toplum da sağlık çalışanını şiddete uğrama riskine açık hale getirir. Zira sağlıklı iletişim kuramama, empati yapamama, şiddet ile hak arama ve bunların getirdiği önyargı günlük hayatı etkileyecek öneme sahip problem-lerdir. Bunlara ek olarak yukarıda da bahsedildiği gibi medyanın olumsuz yönlendirmesi, hekimin bilgisinin sorgulanır hale gelmesi, televizyonda ve gündelik hayatta şiddetin özendirilir hale gelmiş olması şiddetin toplumsal faktörlerine örnek verilebilir. İletişimin hekime bakan yönü ise, mesleğinin yapısı gereği üzücü haberler vermek zorunda kalabilen hekimlerin eğitim-leri sırasında bu beceriyi kazanmış olmaları gerektiğidir. Bunun yanında hekimlerin hastalarla yeterli şekilde ilgilenmemesi ve onları bilgilendir-memesi de sağlık işyerindeki şiddetin ortaya çıkmasına neden olabilir. (TBMM, 2013, s. 171-175)

Sağlık çalışanlarının ülke genelindeki dengesiz dağılımı, mevcut sistemin çalışanlardan beklediklerinin yıpratıcı olması ve çalışma koşullarının ağır olması sağlık çalışanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu durum hasta ile hekim arasında iletişimin sorunlu olmasına ve öfke kontrolünün tam anlamıyla gerçekleşemediği durumlarda şiddetin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında hasta ve hasta yakınlarının içinde bulunduğu durum da beklenti-lerinin yüksek olmasına, olağan komplikasyonları anlayamamalarına ve kendi sorunlarını biricik gibi görmelerine neden olabilir (TBMM, 2013, s. 175-176). Bunlar ise hasta ve hasta yakınlarının şiddete başvurmasını tetikleyebilir. Örneğin; yapılan bir çalışmaya (Toplum Gözüyle Sağlık Çalışanlarına Şiddet: Nedenler, Tutumlar, Davranışlar, 2013) katılanların %22,9’u bazı durumlarda sağlık çalışanlarına şiddet uygulamanın gerekli olduğunu düşündüğünü, %20.2’si ise sağlık çalışanının şiddeti hak ettiği-ni düşündüğünü ve bu düşünceye sahip olanların %58.2’si düşüncelerinin temel nedeninin sağlık çalışanlarının hastayla yeterince ilgilenmemesi ol-duğunu dile getirmiştir (İlhan ve Arkadaşları, 2013, s. 7).

Yukarıda sayılan faktörlerin yanında, çevresel faktörler de şiddetin nede-nini oluşturabilmektedir. Yerleşik hizmet veren sağlık birimlerinin bulun-dukları çevre, o çevrenin yoksulluk düzeyi, çevredeki uyuşturucu kullanım oranı gibi faktörlerin şiddeti tetiklediği söylenebilir (TBMM, 2013, s. 178).

İlhan ve Arkadaşları’nın yaptığı çalışmaya katılanların %79’u sağlık ça-lışanlarına yönelik şiddetin önlenebileceğini düşündüklerini ve %68,4’ü yasal düzenlemeler yapılması gerektiğini belirtmiştir. Zira Türkiye’de yar-gıya güven sarsılmış olup uzun bekleme süresi sonunda alınan kararların caydırıcı olmadığı bilinmektedir (TBMM, 2013, s. 178).

Page 95: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

88 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

c. Şiddetin Etkileri

Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet her şeyden önce çalışanın kendi sağ-lık hakkını ihlal eder. Bunun yanında uygulanan şiddet uzun süreli etkilere sahiptir ve bu durum dolaylı olarak toplumdaki her bir bireyin sağlık hak-kını ihlal eder.

Büyükbayram&Okçay’dan aynen aktaracak olursak uygulanan şiddet aşa-ğıdaki etkileri bırakabilir:

“…moral düşüklüğü, iş kaybı, memnuniyetsizlik, iş doyumunda azalma, anksiyete, yaşamını tehdit edecek şekilde yaralanma, huzursuzluk, öfke, stres bozukluğu, kabus, uyku sorunları, bitkinlik, sürekli baş ağrıları, kro-nik ağrı, spazm, kendine güvensizlik, hayal kırıklığı, korku, depresyon, al-kol, sigara kullanımı, intihar, fiziksel yaralanma, özgüvende azalma, mes-leğe saygı inancında azalma, kendini suçlama, çaresizlik duygusu, cinsel sorunlar, tükenmişlik duygusu, kişiler arası ilişkilerde bozulma ve işlerini bırakma düşünceleri…” (2013, s. 51)

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan araştırma görevli-leri ve intörn doktorlar üzerinde yapılan bir araştırma (2009) yukarıdaki etkileri kanıtlar niteliktedir. Buna göre meslekleriyle ilgili gelecek kaygısı duyanların %76’sı şiddete maruz kalmıştır. Bunun yanında yine aynı araş-tırmaya göre “gelecekte mesleği ile ilgili olarak çalışmak istemeyenlerin hepsi şiddete maruz kaldığını belirtmiş, bu konuda bir fikri olmayanların ise %71,4’ü şiddete maruz kalmıştır” (İlhan ve Diğerleri, 2009, s. 19). Bu hususlara ek olarak, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet hekimlerin branş seçimlerini de etkilemektedir denilebilir. Zira hekimlerin şiddete uğrama riski sebebiyle hastayla daha az temas edecekleri veya hiç temas etme-yecekleri alanlara yöneldikleri bilinmektedir (Medimagazin, 2014) (Erbil, 2015).

Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet, onların aile ve arkadaşları üzerinde de etki gösterir. Büyükbayram&Okçay’dan aynen aktaracak olursak bu et-kiler aşağıdaki gibi örneklenebilir:

“...Ailesi ve arkadaşları üzerinde şok, güvensizlik/inancını yitirme inkar, üzüntü çalışanın gelecekte tehdit edilmesi ve yaralanmasından korkma, ai-lenin gelirinde azalma günlük yaşam aktivitelerinde bozulma, aile içi ve sosyal aktivitelere katılımda azalma, olayın fiziksel ve psikolojik etkilerine bağlı olarak aile içi strese neden olduğu; çalışanın iş arkadaşları üzerinde de inkar, kendini suçlama öfke, artmış stres, kendi güvenliği konusunda korku duyma, işyerinde morallerin bozulması, mağduru suçlama, çalışma

Page 96: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

89Journal of Security Studies

arkadaşları arasında çatışma ve güvensizliğe neden olma fiziksel ve/veya psikolojik olarak zarar gören personelin ayrılması nedeniyle iş programı-nın değiştirilmesi/yeniden düzenlenmesi gibi olumsuz etkilere; görgü ta-nıkları ve diğerleri üzerindeki etkileri üzerinde de şok ve inancını yitirme/güvensizlik öfke, inkar, kendi güvenliği konusunda korku duyma gibi et-kiler…” (2013, s. 51)

Tüm bu etkilere ek olarak ortaya çıkan bir sorun vardır. Yapılan araştırma-lara göre; şiddete maruz kalan sağlık çalışanları uğradığı zararın boyutu nedeniyle fiziksel şiddeti bildirmekte; ancak sözel şiddeti mesleğin bir par-çası olarak değerlendirerek bildirimde bulunmamakta ve sonuç alamamak-tan yahut suçlanmaktan korkmaktadırlar (Keser Özcan & Bilgin, 2011, s. 1453).2

Yukarıda anlatılanlar ışığında sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin doğ-rudan ve dolaylı etkileri düşünüldüğünde acilen çözüm bulunması gereken bir konu olduğu düşünmek yanlış olmayacaktır.

3. Devletin Koruma Yükümlülüğü Kapsamında Alınan Önlemler

Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin önlenmesi için bir dizi yasal düzen-leme yapılmış ve önlem alınmaya çalışılmıştır. Bunlardan ilki 2009 tarihli “Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulanması Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ”dir (Yürürlük tarihi 16.10.2009) Bu tebliğ ile;

• Sağlık hizmetinin verildiği kritik alanlara giriş çıkışların kontrollü ola-rak sağlanması,

• Yeterli sayıda güvenlik görevlisi bulundurulması,• Ortak kullanım alanlarında kamera sistemi ile izlemenin yapılması ve

gerekli önlemlerin alınması düzenlenmiştir (TBMM, 2013, s. 179).

06.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağ-lanmasına Dair Yönetmelik ile çalışanların güvenliğinin sağlanması ve çalışanlara yönelik fiziksel şiddetin önlenmesine yönelik düzenleme ya-pılması ve tedbirlerin alınması gerektiği düzenlenmiştir (TBMM, 2013, s. 179).

28.04.2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık Bakanlığı Per-soneline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile, Sağlık Bakanlığı ve bu bakanlığa

2 Ancak anılan araştırmadan sonraki bir tarih olan 14 Mayıs 2012’de Beyaz Kod uygulaması başlamış ve sağlık çalışanları uğradıkları şiddeti daha çok dile getirir olmuşlardır. Uygulamanın başlamasından sonraki ilk beş ay içindeki istatistikler için bkz. http://www.medimagazin.com.tr/hekim/genel/tr-saglik-calisanlarina-sid-deti-onlemek-icin-acilan-beyaz-koda-sikayet-yagdi-2-12-47814.html

Page 97: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

90 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

bağlı kuruluşlarda görev yapan çalışanlara sağlık hizmetinden yararlanır-ken veya görevlerinden dolayı kendilerine gerçekleştirilmiş bir suçun var-lığı halinde yararlanacakları hukuki yardım düzenlenmiştir (TBMM, 2013, s. 179).

14.05.2012 tarihinde Çalışan Güvenliğinin Sağlanması Genelgesi ile hiz-metten çekilme kurumu düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile sağlık çalışanları acil durumların gerektirdiği hizmetler dışındaki durumlar için, görevlerini yaparlarken şiddete uğradıkları takdirde ilgili kişi ve kurumlara bildirerek görevlerinden çekilebileceklerdir (TBMM, 2013, s. 180).

26.04.2012 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan Sağlık Ça-lışanlarına Karşı İşlenen Suçların Soruşturulması Genelgesi ile sağlık ça-lışanlarına kamu görevleri nedeniyle işlenen yaralama, tehdit ve hakaret fiilleri sebebiyle şikayetleri aranmaksızın hastane polisi veya kolluk güçle-ri tarafından işlem yapılması ve durumun Cumhuriyet Savcılığına bildiril-mesi kararlaştırılmıştır (TBMM, 2013, s. 180).

Bunlara ek olarak Hastane Hizmet Kalite Standartları 2011 Rehberi ile her hastanede bir Çalışan Güvenliği Komitesi kurulması ve Beyaz Kod yönte-mine ilişkin olarak düzenleme yapılması ve yöntemin gerektirdiği fiziksel ve kamusal önlemlerin alınması gerektiği düzenlenmiştir (TBMM, 2013, s. 181).

Alınan bu yasal önlemlerin yanında sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin engellenmesi için 4000 polisin istihdamı ile ilgili çalışmalar yapılacağı belirtilmiş; ancak henüz bir çalışma başlatılmamıştır3. Buna ek olarak An-talya Milletvekili Niyazi Nefi Kara (CHP) sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin engellenmesi için bir yasa teklifi sunmuş ve sunduğu bu yasa ile TCK’ya eklenecek maddeler ile bu alandaki cezaların caydırıcılığının artı-rılmasını hedeflemiştir4.

Yalnızca yasal önlemlerle yetinilmemiş, bunlara ek olarak konu ile ilgili sempozyumlar düzenlenmiş, spot reklamlar ve ilanlar ile toplumun bilgi-lendirilmesi sağlanmış, Beyaz Kod ile ilgili eğitimler verilmiş ve hastane personelleri ile sağlık çalışanlarına iletişim eğitimleri verilmiştir (TBMM, 2013, s. 182).

Alınan önlemler arasında Beyaz Kod Sistemi yadsınamayacak derecede önemlidir. Bu sistem, bir erken uyarı sistemidir. Sistem dahilinde şiddet

3 İlgili haber için bkz. http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-saglikta-siddetin-onlenmesi-ic-in-4-bin-polis-alinacak-1-11-66256.html4 İlgili haber için bkz. https://www.chp.org.tr/Haberler/4/karadan-saglikta-siddetin-onlenmesine-yone-lik-kanun-teklifi-2472.aspx

Page 98: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

91Journal of Security Studies

vakasının belirtileri gerçekleşir gerçekleşmez Beyaz Kod bildirimi ve çağ-rısı verilir ve böylece olaya müdahale edilerek olay ile ilgili tutanak tutul-ması sağlanır. Devamında hukuki prosedürler kamu avukatları tarafından yerine getirilir.

Yukarıda anlatılanlar ışığında Devlet, koruma yükümlülüğünün kapsamın-da alabileceği bütün önlemleri almış ve yükümlülüklerini yerine getirmiş görünmektedir. Ancak durum bu ise, neden bugün dahi şiddete maruz kalan sağlık çalışanları ile karşılaşıyoruz? Alınan önlemler gerçekten yeterli mi?

Aslında bu sorunun cevabı kendi içinde gizlidir. Bugün hala sağlık çalışan-larına uygulanan şiddet sorununu tartışıyorsak alınan önlemler yeterlidir demek zordur. Devam eden sorunlar için doktrin ve sivil toplum kuruluşla-rı birtakım önerilerde bulunmaktadır. Bu öneriler TBMM’nin Meclis Ko-misyon Raporu’nda da yer almaktadır.

Öncelikle Beyaz Kod sisteminin şiddeti önlemede önemli bir adım olduğu kabul edilmelidir. Ancak sistem devlet yetkilileri tarafından övülür ve mü-kemmel şekilde işliyor gibi gösterilirken doktorlar ve diğer sağlık çalışan-larının aynı fikirde olduğu tartışmalıdır5. Belki de bu durum fark edilmiş ve bunun üzerine hasta ile sağlık çalışanı arasında aracı olması planlanan Hızır Acil Ekibi6 çalışmalarına ilk olarak Adana’da başlamıştır.

Yapılan çalışmalar sağlık çalışanlarının yasal düzenlemeleri yeterli bul-madıklarını ve güvenlik önlemlerinin artırılması gerektiğini belirtmektedir (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 51-52).

Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin bir devamı olarak hayata geçirilen perfor-mans sistemi, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin mahiyetini değiştirmek-te, hastaların hekimlere bakış açısı olumsuz etkilenmektedir. Sistemin da-yattığı düzenlemeler yüzünden gereksiz ameliyatlar ve tetkikler artmakta, bu durum hekimin itibarını sarsmakta ve hasta yakınlarının fikirlerini doğ-rulamakta, hekimi şiddete açık hale getirmektedir. Bunun yanında kimi he-kimlerin daha çok hasta bakarak daha çok puan toplama düşüncesi, şidde-tin en temel nedenlerinden biri olarak gösterilen “yeterince ilgilenmeme” sorununa yol açmaktadır (Kart, 2013, s. 113-117). Burada hekimin niyeti sorgulanabileceği gibi, onu bu yola iten düzenlemeler de sorgulanabilir. Bunun yanında Merkezi Randevu Sistemi ile hastalar 10 dakikalık periyot-larla hekimlerden randevu alabilmekte, sistem düzgün işlemediğinde hasta

5 Konuyla ilgili görüşler için bkz: http://www.medimagazin.com.tr/authors/cem-oktay/tr-beyaz-kod-geldi-sorunlar-bitti-mi-72-50-3716.html http://www.medimagazin.com.tr/hekim/genel/tr-saglik-muduru-175-dos-yadan-133u-ceza-aldi-2-12-65522.html6 Konu ile ilgili bilgi için bkz. http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-saglikta-siddeti-onle-mek-icin-proje-uygulamaya-gecti-hizir-mudahale-ekibi-1-11-65940.html

Page 99: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

92 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

uzun süre beklemekte ya da sistemin düzgün işleyebilmesi için hekim “üs-tünkörü” bir muayene ile hastayla ilgilenmek durumunda kalabilmektedir. Performans sisteminin hızlı değil etkili çalışması hedeflenmelidir (TBMM, 2013, s. 188) Ayrıca sağlık çalışanlarının ağır çalışma tempoları da maruz kaldıkları şiddetin bir nedeni olabilmektedir. Bu nedenle çalışma koşulları yeniden düzenlenmeli ve üzerlerindeki ağır yük hafifletilmelidir (TBMM, 2013, s. 188) Bu sebeple yapılan düzenlemelerin “yeterince yeterli olma-dığı” söylenebilir. Konu hakkında yapılacak düzenlemelerin yanında halk da konu hakkında detaylı olarak bilgilendirilmeli ve gereksiz beklentiye girmeleri engellenmelidir (TBMM, 2013, s. 189)

Hastanelerin fiziksel koşulları daha iyi hale getirilmeli, verimlilik esas alı-narak kan verme, sonuç bekleme, bilgilendirme gibi süreçler ve bu süreç-lerin yaşandığı fiziki alanlar yeniden düzenlenmelidir (TBMM, 2013, s. 188) (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 52). Bunların yanında hastaneler ve diğer sağlık birimlerindeki güvenlik önlemleri arttırılmalıdır (TBMM, 2013, s. 189).

Şiddetin engellenmesi için bir diğer önemli adım iletişimin öneminin kav-ranmasıdır. Günlük hayatın her alanında şiddet söylemi ile karşı karşıya kalan halk, artık bunu benimsemiş ve kendi hayatında bunu uygular hale gelmiştir. Bu sebeple toplumun bu konudaki farkındalığının, eğitim düze-yinin çeşitli şekillerle arttırılması gerekmektedir (TBMM, 2013, s. 190). Bunun yanında sağlık çalışanlarına öfke kontrolü, iletişim ve şiddete karşı tedbir alma eğitimleri sıkça tekrarlanmalıdır ve bu eğitimlere okul sırala-rından başlanmalıdır (Büyükbayram & Okçay, 2013, s. 51) (TBMM, 2013, s. 192) Ayrıca medyanın sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet konusunda daha objektif bir tutum takınması beklenebilir. Tüm sorunu sağlık çalı-şanındaymış gibi gösteren haberler yerine, hasta ve hasta yakınlarının da sistemi yer yer aksattığı yahut buna benzer hususlar sebebiyle şiddetin yal-nızca sağlık çalışanından kaynaklanmadığı medya aracılığıyla dile getiri-lebilir. Şiddet uygulayanların aldıkları cezalar ve onlar için alınan caydırıcı önlemler duyurularak şiddetin cezasız kalmadığı ve çözüm yolu olmadığı fikri yine medya aracılığı ile benimsetilebilir (TBMM, 2013, s. 191).

Uygulanan şiddetin devam etmesinin bir nedeni de yaptırımların yeterince caydırıcı olmaması ve uzun süren mahkeme sürecidir. Bunun önüne geçi-lebilmesi için Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer ilgili mevzuatta yenilik ya-pılabilir. Ve hatta yeni bir kanun çıkarılması için yapılan mevcut çalışmalar hızlandırılabilir (TBMM, 2013, s. 194-197).

Alınabilecek önlemlerin arasında şiddet uygulanan yahut uygulanma ris-ki bulunan sağlık çalışanları için alınacak çeşitli tedbirler de eklenebilir.

Page 100: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

93Journal of Security Studies

Yaşadıkları olaylar karşısında yalnız olmadıkları fikrinin benimsetilmesi, haklarının korunacağı yönünde yönetimsel destek verilmesi ve güvence sağlanması, konu ile ilgili olarak destek grupları oluşturulması ve danış-manlık hizmeti verilmesi; bu tedbirlere örnek olarak sayılabilir (Büyük-bayram & Okçay, 2013, s. 52).

Devlet’in koruma yükümlülüğünü ancak aldığı önlemlerin kapsamını ge-nişleterek, alınan önlemleri artırarak, bu önlemlerin etkin ve kalıcı olmasını sağlayarak; bunu yaparken de sağlık çalışanlarına ve sivil toplum kuruluş-larına kulak vererek, onları kendilerine uygulanan şiddetin önlenmesinde başrol kabul ederek yerine getirmiş olabileceğini savunmak mümkündür.

Sonuç

Sağlık hakkı sosyal haklar arasında yer alan bir insan hakkıdır. 1982 Ana-yasası’nda da düzenlenmiş olan sağlık hakkı, devlet tarafından korunur. Devletin sosyal haklar bağlamında üç temel yükümlülüğü vardır. Bunlar saygı duyma yükümlülüğü, yerine getirme yükümlülüğü ve koruma yü-kümlülüğüdür. Devletin koruma yükümlülüğünü yerine getirebilmesi sağ-lık hakkının öznesi olan herkesin ve onların bu hakkının kullanılabilmesin-de aracı olan sağlık çalışanları için ayrı bir önem taşır.

Günümüzde sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet, günlük hayatımızın bir parçası olmuş ve neredeyse normalleşmiştir. Oysa, bu durum başta sağ-lık çalışanlarının sağlık hakkını ihlal etmekte ve bıraktığı etkiler sebebiy-le dolaylı yoldan herkesin sağlık hakkını olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan araştırmalar bu alanda yaşanabilecek şiddet riskinin diğer işyeri şiddetlerine göre 16 kat daha fazla olduğunu, hemşirelerin ve doktorların yoğun şekilde fiziksel ve sözel şiddette maruz kaldığını, şiddet sonrasında yaşadıkları psikolojik ve fiziksel sorunlar nedeniyle işlerine karşı olumsuz bir tutum takındıklarını ve kendilerini savunmasız hissettiklerini ortaya koymaktadır.

Bu durumu göz önünde tutan Devlet birtakım yasal önlemler almış olsa da sağlık sisteminde yapmış olduğu düzenlemeler sebebiyle bir yönden şiddetin ortağıdır. Koruma yükümlülüğü kapsamında almış olduğu yasal önlemler ve yapmış olduğu düzenlemeler yeterli değildir ki pek çok sağlık çalışanı hala şiddet görmeye devam etmektedir ve hatta kimileri bu şiddet yüzünden canından olmaktadır.

Devletin konu ile ilgili alacağı önlemlerin kapsamını genişletmesi, yapmış olduğu mevcut düzenlemelerde değişikliğe gitmesi, hastanelerin çalışma ve fiziki koşullarını iyileştirmesi, şiddete uğrayan sağlık çalışanlarının ar-

Page 101: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

94 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

kasında durması ve en başta tüm bu şiddetin temel nedeni olan algıları değiştirmesi gerektiği açıktır. Tüm bunlardan sonra Devlet koruma yü-kümlülüğünü yerine getirmiş olacaktır. Aldığı önlemlerle yetinmeyip sağ-lık çalışanlarına ve sivil toplum kuruluşlarına danışan ve anlatılanları esas alarak daima gerekenleri yapan bir Devlet ancak bu yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılır.

Page 102: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

95Journal of Security Studies

KaynakçaBüyükbayram, A., & Okçay, H. (2013). Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddeti Etkileyen Sosyo-Kültürel Etmenler. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 4(1), 46-53.Clapham, A. (2010). İnsan Hakları. (H. Gür, Çev.) Ankara: Dost Kitabevi Ya-yınları.Erbil, Y. (2015, Ağustos 10). Hekime dava arttı cerrahlığa ilgi azaldı. (S. Bah-çetepe, Röportaj Yapan) 10 10, 2015 tarihinde http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/341627/Hekime_dava_artti_cer-rahliga_ilgi_azaldi.html adresinden alındıİlhan ve Arkadaşları. (2013). Toplum Gözüyle Sağlık Çalışanlarına Şiddet: Nedenler, Tutumlar, Davranışlar. Gazi Medical Journal, 24(1), 5-10.İlhan ve Diğerleri. (2009). Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Çalı-şan Araştırma Görevlileri ve Intörn Doktorlarda Şiddete Maruziyet ve Şiddetle İlişkili Etmenler. Toplum Hekimliği Bülteni, 28(3), 15-23.Kart, E. (2013). Sağlıkta Dönüşüm Sürecinde Performansa Dayalı Ücretlendir-menin Hekimler Üzerindeki Etkileri. Çalışma ve Toplum(3), 103-140.Keser Özcan, N., & Bilgin, H. (2011). Türkiye’de Sağlık Çalışanlarına Yöne-lik Şiddet: Sistematik Derleme. Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri Dergisi, 31(6), 1442-1456.Kol, E. (2015, Ocak). Türkiye’de Sağlık Reformlarının Sağlık Hakkı Açısın-dan Değerlendirilmesi. Sosyal Güvenlik Dergisi, 5(1), 135-164.Medimagazin. (2014, 12 15). Branşlarda trend değişiyor. 10 10, 2015 tarihin-de Medimagazin Web Sitesi: http://www.medimagazin.com.tr/medimagazin/tr-branslarda-trend-degisiyor-676-676-12313.html adresinden alındıŞahbaz, İ. (2009). Bir Sosyal Hak Olarak Sağlık Hakkı. TBB Dergisi(86), 405-424.Tahmazoğlu-Üzeltürk, S. (2012). Anayasa Hukuku Açısından Sağlık Hakkı (Ulusal ve Uluslararası Boyutuyla). İstanbul: Legal Yayıncılık.TBMM. (2013). Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araş-tırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Ankara: TBMM.Temiz, Ö. (2014). Türk Hukukunda Bir Temel Olarak Sağlık Hakkı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 165-188.Turkan, S. (2013). Sağlık Çalışanlarına Şiddet Üzerine Analiz. Androloji, 15(55), 254-255.Turla, A., Aydın, B., & Ünlü , B. (2012). İntern Hekimlerin Hekime Yönelik Şiddet Konusunda Yaşanmışlıkları ve Düşünceleri. Adli Tıp Bülteni, 17(1), 5-11.

Page 103: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 104: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

97Journal of Security Studies

ŞİDDET VE İNSAN HAKLARI: SURİYE ÖRNEĞİ

Violence And Human Rights: The Case of Syria

Ercan BALÇIK*

ÖZET: Suriye’de Mart 2011’de başlayan gerginlik kısa sürede silahlı ça-tışma haline dönüşmüş ve halen devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı da somut olaylar üzerinden Suriye’de yaşananları; şiddetin boyutları da gözler önüne koyarak, hükümetin uygulamış olduğu şiddetin, insan haklarını ihlal eden boyutlarının hukuk ilkeleri açısından incelemektir.

Suriye’de yaşananlar uluslararası insancıl hukuka (savaş hukukuna veya si-lahlı çatışma hukukuna) göre uluslararası nitelikte olmayan bir silahlı çatış-madır. Bu çalışmada insan hakları kapsamında insancıl hukukun dört temel ilkesi olan ayırt etme, askeri gereklilik, gereksiz acıya sebebiyet vermeme, orantılılık kapsamında Suriye’de hükümetin yapmış olduğu insan hakları ihlalleri Birleşmiş Milletler organları ve bağımsız sivil toplum kuruluşları tarafından yayımlanan raporlar ışığında değerlendirilmiştir.

Sonuç olarak, Suriye’de yaşananlar bağımsız kuruluşların yayınladığı ra-porlar ışığında; şiddetin hem sayısal hem de nitelik olarak boyutları, çatış-maların hangi insan hakları hukuk kurallarını bağladığı, Suriye hüküme-tinin bunların hangisine taraf olduğu ve yapmış olduğu saldırılarda hangi hukuk ilkelerini ihlal ettiği örnekleriyle tarih, yer ve sayısal veriler sunu-larak açıklanmış, şiddet ve insan hakları açısından yapılması gerekenler irdelenmiş ve değerlendirilmiştir.

Anahtar Sözcükler: İnsancıl Hukuk, Ayırt Etme, Askeri Gereklilik, Ge-reksiz Acıya Sebebiyet Vermeme, Orantılılık.

ABSTRACT: The tension began in Syria in March 2011, it has been transformed into an armed conflict in short time and is still continuing. The aim of this study was based on concrete events happening in Syria; evaluating with the dimensions of violence placed in front of the eyes, the government violated the human rights which are the dimension of the vio-lence from the viewpoint of law principles.The events in Syria according to international humanitarian law (the laws of war or the law of armed

* Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü (SAVBEN) Yüksek Lisans ÖğrencisiMakale Geliş Tarihi :30.09.2015 Makale Kabul Tarihi :24.11.2015

Page 105: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

98 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

conflict) is an armed conflict not of an international character. In this study, with the four basic principles of humanitarian law in the context of human rights; discrimination, military necessity, not to cause unnecessary suffer-ing, proportionality, the human rights violations of the government that have made in Syria were assessed in the light of the report published by United Nations bodies and independent civil society organizations.

As a result, events in Syria in the light of reports from the independent institutions; both the number and nature of the dimensions of the violence, which human rights and the rule of law are bond to conflicts, which con-ventions are counterparty for Syrian government and which principles of law are violated from their attacks with the examples of date, place and numeric data was determined, from the view of violence and human rights what can be done was explained and evaluated.

Keywords: Humanitarian Law, Discrimination, Military Necessity, Not To Cause Unnecessary Suffering, Proportionality.

Giriş

Suriye’deki yönetim Mart 2011’den itibaren kendisine karşı olan pek çok etnik muhalif grubun ve silahlı militan hareketin hedefi haline gelmiştir. Ülkedeki etnik, ideolojik ve mezhepsel ayrışmalardan kaynaklandığına inanılan siyasi gerginlik kısa sürede silahlı çatışmaya dönüşmüştür.

Bu çalışmanın amacı Suriye’deki Baas rejiminin ve bu rejime karşı silah-lı mücadele veren tarafların siyasi amaçlarını analiz etmek veya kuvvet kullanmadaki meşruiyetini araştıran bir inceleme yapmak değildir. Bu tür çalışmalar akademik çevrelerde farklı alanlarda fazlasıyla yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak Suriye’deki iç savaş, uluslararası insancıl hukuk açısından neredeyse hiç incelenmemiştir. Bu alanda yapılan çalışmalar da yüzeysel ve genel olarak yapılmıştır. Bu çalışmada ise bu olumsuzluklar giderilerek somut olaylar üzerinden durum çalışması yapılacaktır.

Bu çalışmanın amacı, bugüne kadar yaşanan Suriye iç savaşını dönemsel olarak, insancıl hukuk açısından sınıflandırabilmek, bunun için de önce-likle insancıl hukukun tarihsel gelişimi içerisinde kaynakları ele alınarak savaşın içerisinde geçerli olan insancıl hukukun ilkelerini açıklamak, bu açıklanan ilkeler çerçevesinde hükümet kuvvetleri tarafından yapılan ey-lemleri Birleşmiş Milletler ve bağımsız sivil toplum kuruluşların yayımla-dığı raporları göz önüne alarak değerlendirmektir. Ancak çalışmada mu-halif grupların sayıca fazla, karmaşık ve belirsiz olması nedeniyle kapsam dışında bırakılacaktır. Aynı zamanda savaşın şu an halen devam ediyor

Page 106: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

99Journal of Security Studies

olması da çalışma için sınırlayıcı bir durumdur. Fakat bu yapılan çalışma, savaşı dönemsel olarak değerlendireceği için aslında daha sonra yapıla-cak çalışmalar için bir yol gösterici olabileceği ya da ilerleyen zamanlarda daha derinlemesine araştırma yapılması için farklı bakış açıları sağlaya-bileceği değerlendirilmektedir. Çalışmada yayımlanan raporlar ışığında Suriye yönetimi tarafından yapılan insan hakları ihlallerine insancıl hukuk ilkeleri açısından cevap bulunmaya çalışılacaktır.

Bu amaçla, birinci bölümde insancıl hukukun gelişimi ve kaynakları hak-kında bilgi verilerek çatışmaların nasıl sınıflandırıldığı açıklanacaktır. İkinci bölümde, Suriye iç savaşının sınıflandırılması yapılacaktır. Üçüncü bölümde insancıl hukukun ilkeleri açıklanarak Suriye’de yaşanan olaylarla ilgili yayımlanan raporlar incelenecektir. Son bölümde ise, ortaya çıkan sonuçlar, uygulanması ve alınması gereken tedbirler ile birlikte insancıl hukuk açısından mevcut durum değerlendirilecektir.

1. İnsancıl Hukuk

Uygulanan uluslararası hukukun Dünya’daki silahlı çatışmalar tarihi açı-sından bakacak olursak Birleşmiş Milletler (BM) düzenine yani II. Dünya savaşından öncesine kadar çatışmalar genellikle devletlerin kendi arasında cereyan ettiği, aynı zamanda geniş çaplı ve daha yoğun olarak yaşandığı dönemlerdir. Bir devletin içindeki silahlı grupların ya düzeni ya da yönete-ni değiştirmek için hükümete karşı faaliyetleri olarak görülmektedir. Ya da bu grupların birbirleri arasında rekabetinden dolayı başvurdukları silahlı çatışmalar ön plana çıkmaktadır. Her iki durumda da diğer üçüncü devlet-ler bu grupları tanımadıkça uluslararası hukukun kapsamına alınmamıştır. Bu durum sadece ilgili devletin iç güvenliği ile ilgili olarak görülmüştür. Ancak BM sonrası dönemde uluslararası hukuktaki bu kurallar değişiklik-lere uğramıştır. İlk önemli değişiklik 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile ger-çekleşmiştir. Anılan sözleşmelerin ortak 3. Maddesi ile belirli özellikler gösteren kimi iç çatışmalar da “uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatış-malar” adı altında insancıl hukukun kapsamına sokulmuştur. İkinci önemli değişiklik ise 1977 tarihli II Numaralı Ek Protokol’ün kabul edilmesi ile olmuş ve söz konusu protokol uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatış-malara ilişkin kuralların daha da belirginleştirilmesi sürecini başlatmıştır (Pazarcı, 2000: 137, 138).

Peki, bu insancıl hukuk sürecine nasıl gelindiğine ve ondan sonra neler yapıldığına, kısaca bakacak olursak; aslında insancıl hukuk diye şu anda kullandığımız terim yerine, zaman zaman, özellikle askerler içinde savaş hukuku ve silahlı çatışma hukuku olarak da kullanılmış ve halen kimi kaynaklarda da kullanılmaya devam etmektedir. Ancak burada bunu kul-

Page 107: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

100 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

lanmamızın sebebi 2000’li yıllara gelindiğinde BM, geçmiş yüzyıllarda insanlığa çok acılar çektiren savaşları, 21. yüzyılda tamamıyla ortadan kal-dırabilmek, barış ve güvenlik ortamını her daim sürekli bulundurabilmek için uluslararası örgütlerde ve alanlarda görev yapanlara yönelik bilimsel çalışmalar yapabilmek amacıyla Cenevre’de bulunan merkezine “İnsancıl Hukuk Fakültesi” (Humanitarian Law Faculty) kurmuştur. Aynı zamanda BM, “savaş” kelimesinin ürkütücülüğü ve korkunçluğu sebebiyle yayın-lamış olduğu belgelerinde kullanmamaya dikkat etmiş ve savaş hukuku yerine “insancıl hukuk” terimi kullanılmasına ağırlık vermiştir (Çeçen, 2012). İnsancıl hukukun başlangıç sürecine dönecek olursak eğer; tarihin arka odasında 24 Haziran 1859’da gerçekleşmiş olan Avusturya İmpara-torluğu ile Fransa ve Sardinya Krallığı arasındaki Solferino savaşında yaşananlar milat olmuştur (Solferino [web], 2015). Savaşta tanık olduğu yaralıların dehşet saçan görüntülerini izleyen İsviçreli işadamı Jean Henry Dunant’ın girişimleri, 7 Şubat 1863’te Uluslararası Kızıl Haç Komitesinin (ICRC) (International Committee of the Red Cross) ve ardından Kızılay Hareketinin kurulmasına kadar giden süreci başlatması dönüm noktasıdır. Savaş sonrası düzenlenen 1864 tarihli Cenevre Sözleşmeleri Konferansı da uluslararası insancıl hukukun başlangıç tarihi açısından daha da anlam-landırmaktadır (Taşdemir, 2009). Devamında bunu 1864 Cenevre Savaş Alanındaki Yaralıların Durumunun iyileştirilmesine dair sözleşme izlemiş-tir. Ardından da savaşta kullanılması gereken araç ve yöntemleri ilk kez düzenleyen 22 Ağustos 1868 tarihli “Saint Petersburg Bildirisi”, 1899’da imzalanan dört sözleşme ve üç adet Lahey bildirisi ve 1907 tarihinde im-zalan 13 adet Lahey sözleşmesi izlemiştir. Böylece savaş hukukuna dair örf ve adet hukuku bu sözleşmelerle ilk kez yazılı hale gelmiştir (a.g.e.: 84) Lahey konferanslarının en önemli kazanımlarından biri insancıllık il-kesinin savaş hukukuna sokulması olmuştur. Martens kaydı (Martens Cla-use) olarak da bilinen bu hüküm “savaşta yasaklanmayan her şey zorunlu olarak mübah değildir” mantığı üzerine kuruludur (Öktem, 2007). Son-rasında yaşanılan I. Dünya Savaşı’nın öngörülemeyen kapsamı, mevcut sözleşmelerin yetersizliğini ortaya koymuştur. Savaş tutsaklarına yönelik muamelede yetersiz kalmıştır (Taşdemir, 2009). Bu durum iki dünya savaşı ararsındaki insancıl hukuk düzenleme çalışmalarının sürdürülmesine yol açmıştır. 1925 tarihinde “Savaşta Boğucu, Zehirleyici ve Benzeri Gazların ve Bakteriyolojik Savaş Yöntemlerinin Kullanılmasının Yasaklanmasına ilişkin Protokol” ve 1929 tarihli “Cenevre Savaş Alanındaki Yaralıların ve Hastalıların Durumunun iyileştirilmesine İlişkin Sözleşme” imzalanmıştır. Daha sonra II. Dünya Savaşı sonunda edinilen tecrübeler 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin imzalanmasına yol açmış ve savaş hukukunun düzenle-me alanına girmiştir. Günümüzdeki anlamıyla uluslararası insancıl huku-kun temel kaynaklarını ise, 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmele-ri, 1954 tarihli “Silahlı Çatışmada Kültürel Değerlerin Korunmasına Dair

Page 108: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

101Journal of Security Studies

Sözleşme ve İki Protokol”, 1977 tarihli Uluslararası Nitelikteki Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunmasına Dair I Numaralı Ek Protokol” ve 1977 tarihli “Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdur-ların Korunmasına Dair II Numaralı Ek Protokol” oluşturmaktadır (Taşde-mir, 2009: 85, 86).

İnsancıl hukukun tanımına gelecek olursak, silahlı çatışmalar nedeniyle oluşabilecek bütün tehlike ve zararların önlenmesi açısından sivil halkın korunmasını sağlayan kurallardır (Tütüncü, 2006). İnsancıl hukukun ko-nusunu uluslararası nitelikte olan ve uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar sebebiyle meydana gelen insani sorunlar oluşturmaktadır. 1949 Cenevre Sözleşmeleri yürürlüğe girmeden önce uluslararası nitelikte olma-yan çatışmalar uluslararası hukukta düzenlenmemişti. Bu bağlamda mini (miniatür) sözleşme olarak da anılan Cenevre Sözleşmeleri ortak madde 3, iç silahlı çatışmaların hukuksal bakımından düzenlenmesi yolunda bir başlangıç ve çok önemli bir adımdı. İnsancıl hukukun tarihsel gelişiminde devrimsel bir gelişme ve önemli bir kilometre taşı olan bu hüküm, çatış-malarda bulunmayan kişilere temel insani güvenceleri sağlamak açısından, çatışmanın yoğunluğu düşük ya da yüksek olsun iç silahlı çatışmaların ta-mamında uygulanır. Uygulamalarla birlikte örfi hukuk statüsü kazanmış-tır. Fakat burada da şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor hangi çatışmaları uluslararası nitelikte olan hangisini olmayan bir iç silahlı çatışma olarak adlandırabiliriz. 1977 tarihli Diplomatik konferansta kabul edilen II Nu-maralı Ek Protokol bu sorumuza cevap bulmaya yardımcı oluyor. Protokol bize asileri ülkenin bir kısmında, sürekli bir şekilde, düzenli olarak planlı askeri harekat yürütmeye izin verecek düzeyde denetime sahip olmasını öngörmektedir. Bu durum yüksek yoğunluklu silahlı çatışmalara uygula-nabilirlik açısından önemli olmakla birlikte, günümüzde yaşanan yüksek yoğunlukta olmayan çatışmaları ise kapsam dışı bırakmaktadır. Ancak daha sonra BM Güvenlik Konseyinin anlaşmanın VII. Bölüm, md.38, 39, ve 41’e dayanarak 1994’te Yugoslavya ve Ruanda’da kurduğu ad hoc (geçici) niteliğindeki mahkemelerin yapmış olduğu yargılamalar ve aldığı kararlar uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar için önemli kat-kılar sağlamıştır. Daha sonra burada alınan kararlar 1998’de daimi ola-rak kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’ne uyarlanmıştır. Halen geçerli ve yürürlüktedir. Kurulan bu mahkemelerin almış olduğu kararlar uyguluma açısından ilk ve teamül yaratan örnekler olması açı-sından önemlidir. Bu kararlardan önemli olanlarına bakacak olursak; ilk olarak uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmaların tanımı yapılarak kavramsallaştırıldığını görürüz. Burada Yugoslavya Mahkemesi, Tadic da-vasında “… hükümet otoriteleri ile silahlı olan örgütlü gruplar arasında ya da bir devlet içinde bulunan örgütlü grupların kendi aralarında meydana gelen ve uzun süre devam eden silahlı şiddet eylemleri…” olarak uluslara-

Page 109: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

102 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

rası nitelikte olmayan silahlı çatışmaların tanımını yapmıştır. Böylece ilk defa tanımı yapılan uluslararası nitelikte olmayan çatışmalarda asgari dü-zeyde uzun süreli bir çatışmanın olmasını ve şiddet eylemlerinde bulunan örgütlerin belli bir örgütlenme seviyesine sahip olmasını zorunlu kılmıştır. İkinci olarak çatışmaların sınıflandırılması açısından bazı kriterler koy-muştur. Tadic davasında bir iç çatışmanın iki durumda uluslararası nitelik kazanabileceği saptanmıştır: Bir başka devletin kendi güçleri ile çatışmaya karışması ya da buna alternatif olarak, iç çatışmaya katılanlardan bazıları-nın, diğer devlet adına hareket etmesidir. Burada diğer devlet adına hareket etmeyi ise bütünsel denetim testine tabi tutmuştur. Bu konu bir sonraki bölümde Suriye’deki iç savaş değerlendirilirken daha detaylı incelenecek-tir. Üçüncü olarak uluslararası nitelikteki silahlı çatışmalarda uygulanması için geliştirilen uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerinin uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalara da uygulanır hale geldiğini tespit et-miştir. Dördüncü olarak ise bu mahkemeler bireysel cezai sorumluluğu konusunda da gelişmeler göstermiştir. Soykırım ve insanlığa karşı suçların çatışmayla bağlantılı olmadığını, barış zamanlarında da işlenebileceği de-ğerlendirilmiştir (Taşdemir, 2009: 304-313).

2. Suriye İç Savaşı

İnsancıl hukuk, daha önceki bölümde de belirttiğimiz üzere hem uluslara-rası hem de uluslararası olmayan nitelikteki silahlı çatışmalara da uygu-lanır. Ancak uygulanacak hukuk kuralları açısından hangisine ait olduğu önemlidir. Suriye’de 2011 yılından itibaren devam eden çatışmalar Tadic davasında da belirtildiği gibi uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma hukuku açısından asgari düzeyde uzun süreli bir çatışmanın ve grupların belli bir düzeyde örgütlü olmasını gerektirmektedir.

Suriye’deki çatışmalarda, bu zamana kadar, farklı kaynaklara göre farklı sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Bunların arasında en güvenilir kaynak olarak kabul edilebilecek BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi ta-rafından yapılan araştırmanın sonucuna göre, 13 Haziran 2013 tarihi itibarı ile çatışmalarda meydana gelen ölü sayısı 93.000’dir. Ancak bu tarihten sonra BM, güvenilir verilere ulaşmanın imkânsız hale gelmesi nedeniyle Ocak 2014 tarihi itibarıyla ölü sayısını hesaplamayı bıraktığını açıklamış-tır. Aralık 2013 itibariyle de ülkedeki sivil toplum kuruluşlarından Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin açıklamasına göre, savaştaki toplam kayıplar Aralık 2013 itibariyle 125.835 olup, bunların üçte birini siviller oluştur-maktadır (Çelik, 2014). 2014 yılında da aynı kuruluş tarafından açıklanan sayıya göre 2014 yılında da 76 bin 21 kişinin hayatını kaybettiğini açıkla-mıştır (Sabah [Web], 2015). Böylece 2015 Ocak itibariyle toplam olarak 201.856 kişinin hayatını kaybettiği değerlendirilmektedir. Bu çalışmanın

Page 110: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

103Journal of Security Studies

yazıldığı tarihi itibariyle de çatışmalar ülkenin belirli bölgelerinde ağır si-lahların ve rejime ait hava unsurlarının da kullanılması suretiyle halen de-vam etmektedir. Bu durumda, çatışmaların belli bir uzunluk ve yoğunluk eşiğini geçtiği varsayılabilir. Böylece ilk koşul olan asgari düzeyde uzun süreli bir çatışmanın olmasını sağlamaktadır.

Aynı zamanda uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma olabilmesi için de şiddet eylemlerinde bulunan örgütlerin belli bir örgütlenme seviyesine sahip olmasını zorunlu kılmıştır. Bunun için de Birleşmiş Milletler adına Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonunun (Independent Interna-tional Commission of Inquiry) Suriye için yayımlamış olduğu son rapor olan, dokuzuncu raporda, Suriye’deki çatışmalarda Suriye hükümeti1 ile birlikte El-Nusra (Jabhat Al-Nusra), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) (Free Syrian Army) ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)2 (Islamic State of Iraq and Al-Sham, ISIS) sorumlu tutmaktadır. Suriye’nin, kurulduğu günden beri, ulusal ve bölgesel çıkarları ve sahip olduğu tehdit algıları gereği, si-lahlanmaya özel bir önem atfeden bir egemen devlet olarak yüksek düzey-de örgütlenmiş bir silahlı güce sahip olduğu bilinmektedir. Devlete karşı silahlı direniş eylemleri düzenleyen güçlerin en bilineni olan ÖSO’nun ya-pısı incelendiğinde ise, söz konusu militan hareketin de, nicelik açısından olmasa bile nitelik açısından, benzer bir biçimde örgütlenmiş olduğu gö-rülmektedir. ÖSO, aynı zamanda hareketin komutanı olarak bilinen Albay Riyad El-Esat tarafından kurulmuştur. Ona bağlı olan Suriye Ulusal Kon-seyi siyasi kanadını oluşturmaktadır. Örgütün üye sayısı ile ilgili kesin veri elde edilememektedir. Ancak kendi kaynaklarından yapılan açıklamalarda 40,000 silahlı militanlarının olduğu değerlendirilmektedir. Örgüt, askeri faaliyetlerini bölgesel konseyler dâhilinde planlamakta ve icra etmekte-dir. El-Nusra Cephesi ise, yaklaşık 5.000 silahlı militandan oluşan bir güç olup, Şam’da düşük seviyede organize olmuş hücre tipi yapılanmaya sa-hip olmasına rağmen, Halep’te tugay, alay ve müfreze olarak adlandırılan ve hepsi birbirine bağlı şekilde faaliyet gösteren yüksek düzeyde organize olmuş bir örgütlenmeye sahiptir. Cephe içinde savaşçı statüsündeki birlik-lerin dışında dini liderlerden oluşan bir dikey örgütlenme de mevcut olup, bu organizasyon, en üstte Meclis-i Şura olarak bilinen bir lider kadronun yönettiği hiyerarşik bir yapıya sahiptir (Benotman ve Blake, 2013). BM raporlarında IŞİD, kendi tanımlamasıyla İslam Devleti (Islamic State), Arapçası ise DEAŞ olan örgüt, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi üzerine Ebu

1 Raporda Suriye hükümeti terimi Suriye Silahlı Kuvvetleri, istihbarat kuvvetleri, yerel militanlar ve dışarı bağlantılı Hizbullah, Şebbiha örgütü, Ulusal Savunma Güçleri ve Halk Komiteleri anlamına gelmektedir, diye belirtilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent Interna-tional Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY , 5 Şubat 2015, s.4, 3ncü dipnot. 2 BM’in Suriye ile ilgili yayınlamış olduğu bağımsız soruşturma komisyonu raporlarında bu şekilde geçtiği için böyle kullanılacaktır.

Page 111: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

104 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Musab Zerkāvî önderliğinde 2003’te Irak’ta kurulmuştur. Irak’ın dışından gelen yabancı savaşçılarla da desteklenen örgüt, 2004 yılında El-Kaide’ye bağlılığını ilan etmiş ise de sonraları bağlarını kopardığını açıklamıştır. Ör-gütün lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin Suriye’de yeni bir cihat organizas-yonu kurduğu ve militanlar yetiştirildiği bilinmektedir. Örgütün, sayıları 8 ile 13 arasında değiştiği belirtilen bir yönetici şurası bulunmakta, aske-ri operasyonlar bu şura tarafından planlanmaktadır. (Çelik, 2014) Suriye İnsan Hakları İzleme (Human Rights Watch) örgütünün raporunda 2014 Ağustos’ta örgütün Irak’taki militan sayısı 30.000, Suriye’deki ise 50.000 olduğu belirtilmiştir. Böylece şiddet eylemlerine karışan birimlerin belli bir düzeyde örgütlenmeye sahip olduğunu görmekteyiz.

Suriye’deki çatışmaların özellikleri bağımsız kriterlere göre baktığımız-da da, devam eden bu şiddetin ‘uluslararası nitelikte olmayan silahlı’ ça-tışma olarak tanımlanabileceğini göstermektedir. Bu yargı resmi olarak ilk defa BM İnsan Hakları Konseyi’nin (United Nations Human Rights Council, UNHRC) Kasım 2011 tarihli raporunda dile getirilmiştir. UNH-RC, Suriye Arap Cumhuriyeti’nde sürmekte olan silahlı şiddetin bir ‘iç silahlı çatışma’ya dönüşme riski taşıdığını öne sürmüş, savaşın bu şekilde tanımlanması durumunda uluslararası hukuka göre silahlı çatışma huku-kunun uygulanacağını belirtmiştir. Bu açıklamanın üstünden sekiz ay geç-tikten sonra, çatışmaların şiddetlenmesi üzerine, İdlip, Hama ve Humus bölgelerinde sorumlu olan ICRC sözcüsü Hişam Hasan, kurumun resmi değerlendirmesini uluslararası topluluğa duyurmuş, özellikle hükümetin burada yaptıklarının ardından savaşın bundan böyle ‘uluslararası nitelik-te olmayan silahlı çatışma’ olarak sınıflandırılması gerektiğini bildirmiştir (BBC [web], 2012). ICRC’nin raporunda Temmuz 2012’e kadar olan ça-tışmaları uluslararası hukuk kapsamında değerlendirmenin uygun olama-yacağı belirtilse de BM Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonunun (Report of the Independent International Commission of Inquiry on the Syrian Arab Republic) 05 Şubat 2015 tarihli son raporunda çatışmaların Şubat 2012’den itibaren iç isyanlardan (internal disturbance) uluslarara-sı nitelikte olmayan silahlı çatışmaya (non-international armed conflict) döndüğü belirtilmektedir.3 O yüzden Şubat 2012’ye kadar olan çatışmaları ve yaşananları ülkenin kendi ulusal hukuk düzeyinde değerlendirmek ge-rekmektedir. Ancak Şubat 2012’den bugüne kadar geçen süreci insancıl hukuk kapsamında uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma olarak de-ğerlendirerek uluslararası hukuk kuralları uygulamak gerekmektedir.

Ancak burada da karşımıza şu soru gelmektedir. Acaba devletlerin mü-dahaleleri çatışmaları uluslararası nitelikte olan çatışmalara dönüştürür

3 Ayrıntılı bilgi için “summary” bölümüne bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent International Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 Şubat 2015, s.1.

Page 112: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

105Journal of Security Studies

mü? Bunun için de bir önceki bölümde de belirttiğimiz gibi; bir çatışmanın uluslararası nitelikte çatışmaya dönüşebilmesi için önümüzde Yugoslav-ya Mahkemesinin Tadic davasında verdiği yargı kararı bulunmaktadır. Bu husus ya diğer devletlerin doğrudan müdahalesi ile gerçekleşebilmekte-dir. Suriye içerisinde yaşanan çatışmalarda şu ana kadar bununla ilgili net olarak yargıda bulunmak eldeki verilerin yetersiz olması nedeniyle değer-lendirilememektedir. Ancak ikinci durum olan iç çatışmaya katılanların di-ğer devletler tarafından desteklenmesi bizim için değerlidir. Bu durumda Yugoslavya mahkemesi konu ile ilgili örgütün ya da grubun diğer devlet tarafından “bütünsel denetimi” altında olması gerektiğini kararında belirt-miştir. Burada askeri ya da para militer grupların yaptığı hukuka aykırı fi-illerin başka bir devletin hukuki sorumluluğuna neden olması için, bu dev-letin grubu yalnızca askeri bakımdan teçhizatlandırarak, finanse ederek ve eğiterek değil; bunların yanı sıra grubun askeri faaliyetlerini örgütleyerek, eşgüdümleyerek ya da planlayarak, devletin grup üzerinde bütünsel dene-time sahip olduğunun kanıtlanması gerektiğine karar vermiştir (Taşdemir, 2009:209). Burada şunu söyleyebiliriz ki diğer devletlerin eğitme, teçhi-zatlandırma ve finanse etme dışındaki faaliyetlerini net olarak ispatlayacak delillere ulaşmakta çok zor gözükmektedir. Bu yüzden Suriye’de yaşanan çatışmaların başlangıç tarihi olan Mart 2011’den BM son raporunda belir-tilen tarih olan Şubat 2012’ye kadar ki çatışmalar ulusal hukuk çerçevesin-de değerlendirilmesi kanaatindeyiz. Doktrinde de silahlı çatışma seviyesi-ne varmayan sokak hareketlerinin, terörizmin, eşkıyalığın, iç gerginliğin ve karışıklığın uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma kapsamında kalmadığı değerlendirilmektedir (Aslan, 2008). Ancak o tarihten bugüne kadarki çatışmalar insancıl hukuk açısından “uluslararası nitelikte olma-yan silahlı çatışma” olarak sınıflandırabiliriz.

3. İnsancıl Hukuk İlkeleri Açısından Suriye İç Savaşı’nın Değerlendirilmesi

İnsancıl hukuk, savaş sırasında uygulanan hukuk (jus in bello) olarak bi-linmektedir. İnsancıl hukukun ilkeleri savaş sırasında çatışan taraflara, ça-tışmanın oluşmasına neden olan sebeplere veya bunların haklılığına bakıl-madan uygulanır. Sivillerin ve savaş mağdurlarının temel insani haklarını korumayı amaçlar (Kızılay, 2004: 18).

Türk Kızılayı ve ICRC’nin de 2004 yılında insancıl hukukun yaygınlaştır-mak, uygulanması için çalışmak ve gelişimine katkıda bulunmak amacıyla yayınladığı bilgilendirme de belirtildiği üzere ayırt etme, askeri gereklilik, gereksiz acıya sebebiyet vermeme ve orantılılık olarak dört ilke insancıl hukuk açısından belirtilmiştir. Suriye’deki çatışmalarda bu ilkelerin BM raporları ve bağımsız sivil toplum kuruşları tarafından yayımlanan raporlar

Page 113: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

106 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

çerçevesinde hükümet güçleri tarafından ihlal edilip edilmediği önce ilke-nin açıklaması yapılarak dört başlık altında incelenecektir.

3.1 Ayırt Etme

Ayırt etme ilkesi, literatürde insancıl hukukun en önemli ilkesi olarak ta-nımlanmakta olup, çatışan tarafların sivil ve askeri nesneler arasında mut-lak surette ayrım yapmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Bir çatışmanın tarafları, her zaman sivilleri ve savaşanları doğru biçimde ayırt etmelidir. Saldırılar sadece askeri hedeflere karşı yapılabilir. Ne şekilde ve ne amaçla olursa olsun sivil halka ne birey bazında ne de bütün olarak, hiçbir şe-kilde saldırılamaz. Çatışmaya katılmayan veya çatışma dışında kalanla-rın fiziksel ve manevi bütünlükleri ile yaşam haklarına saygı gösterilmesi gerekmektedir. Savaş dışı kalan veya teslim olan birini öldürmek ya da yaralamak yasaktır. Bu kişiler, hiçbir fark gözetilmeden her türlü durumda korunmalı ve insani muamele görmelidir.

İnsancıl hukuk uluslararası nitelikte olan ve olmayan silahlı çatışmalar-da savaşamayacak durumda olanların çatışmalardan zarar görmemeleri için çeşitli koruyucu tedbirler geliştirmiştir. Roma Statüsü, sivil hedeflere saldırmayı doğrudan bir savaş suçu olarak kabul etmiş; Uluslararası Ada-let Divanı ise, Nükleer Silahlar davası tavsiye kararında, sivil ve askeri hedeflerin ayırt edilmesine engel olabilecek savaş araç ve yöntemlerini kullanmanın yasaklandığını bildirmiştir. Ayırt etme ilkesi, ancak Cenev-re Sözleşmeleri II Numaralı Protokolün 13ncü maddesinde somutlaştırıl-mıştır. Maddeye göre, sivil nüfus ve sivil bireyler askeri harekâtlara karşı koruma altında olup, amaçları sivil nüfusa yönelik şiddet olan hareketler yasaklanmıştır. (Çelik: 2014) Bu ilkeler ışığında BM İnsan Hakları Kon-seyi’ne bağlı olarak çalışan Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyo-nu’nun yayınlamış olduğu 05 Şubat 2015 tarihli raporunda4 Suriye Silahlı kuvvetleri tarafından misket bombası, termobarik bomba ve füzelerin sivil hedeflere karşı özellikle de okul ve hastane gibi yerlere karşı kullanıldı-ğı belgelenmiştir. Özellikle misket bombasının düzenli olarak kalabalık şehirlere, fırın, ulaşım merkezleri, apartmanlar ve marketler gibi yerlere düştüğü belirtilmiştir.

Komisyonun 15 Temmuz 2014 – 15 Ocak 2015 raporunda katliam ve ya-sadışı öldürmeler (massacres ana other unlawful killing) bölümünde hükü-met kuvvetleri 9 Ağustos’ta Halep’te kalabalık bir manava hava saldırıları

4 Rapor 15 Temmuz 2014 - 15 Ocak 2015 dönemini kapsamaktadır. Ancak bu dönemden önce yaşananlarla (from unrest to war) ilgili mağdurların korunması (victim protection) bölümünde Suriye Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılanlarla ilgili açıklamalarda bulunulmuştur. Ayrıntılı bilgi için bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent International Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 Şubat 2015, s.4, paragraf 13-14.

Page 114: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

107Journal of Security Studies

düzenlemiş, ilk belirlemelere göre, içinde bir ailenin de bulunduğu 20 sivil hayatını kaybetmiştir.

Yine 11 Eylül’de Suriye’nin IŞİD kontrolünde bulunan Halep ilindeki El-Bab şehrinde, Halep’in en büyük canlı hayvan pazarına misket bombası atılmıştır. En az 21 sivilin ve bir çok hayvanın da öldüğü saldırıda, pazarın yanında ve civarında hiçbir askeri hedef bulunmamaktadır.

Bir hafta sonra 18 Eylül’de hükümet helikopterleri Halep’i vurmuştur. Atı-lan bombalardan biri fırına isabet ederek, 35 masum insanın ölümüne sebe-biyet vermiştir. İkincisi bir markete isabet etmiş ve içerideki satıcı ve alış-veriş yapan insanları öldürmüştür. Marketin yakıt deposunu vuran bomba 20 sivilin ölümüne sebep olmuştur. Bu saldırıda da en yakın IŞİD askeri kuvveti 1 km mesafededir. Yine çevresinde askeri hedefin olmadığı Rif Şam ilindeki bir market 9 Ekim’de bölgesel olarak bombalanmıştır. 6 Ka-sım’da da Halep şehrindeki El-Muwaslat ve El-Shaar mahalleleri bomba-lanmış içinde kadın ve çocukların olduğu yaklaşık 35 kişi hedef olmuştur.5

Yukarıdaki örnekler çerçevesinde, hükümet kuvvetlerinin bölgesel saldırı-ları kontrgerilla harekatı içerisinde direkt olarak sivilleri hedef almaktadır. 2012’den beri bölgesel bombardımana geçerek strateji değiştiren hükümet kuvvetlerinin raporda da belirtildiği üzere sivilleri ve muharipleri doğru biçimde ayırt etmelidir. Ancak ayırt etmek şöyle dursun, çatışan tarafların olmadığı bölgelerde de sivilleri hedef alan saldırılar ayırt etme ilkesinin ihlal edildiğini bize göstermektedir.

3.2 Askeri Gereklilik

Askeri gereklilik, düşmanın en kısa sürede teslim olmasını sağlamak amacıyla uluslararası hukukun emredici ve yasaklayıcı kurallarına uygun olmak koşuluyla, gerekli askeri önlemlerin alınmasıdır (Aslan, 2008). I No’lu Ek Protokol’de tanımlandığı gibi; askeri hedefler; yerleri veya kul-lanımları açısından askeri faaliyetlere etkin bir şekilde katkıda bulunarak, ele geçirilmesi, tamamen veya kısmen yok edilmesi veya tarafsız hale ge-tirilmesi durumunda, zamanın koşullarına göre, kesin olarak bir tarafa as-keri avantaj sağlayan nesnelerdir. Bu tanım da, askeri gereklilik ilkesinin kavramsal çerçevesini saptamak açısından önemlidir. Suriye’nin de taraf olduğu Cenevre Sözleşmeleri (I)6’nin 50. maddesi ise, “Kasti öldürme, iş-kence ve insanlık dışı davranış, kasti acıya veya vücudun ve sağlığın ciddi

5 Ayrıntılı bilgi için bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent International Commis-sion of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 Şubat 2015, s.27-28, paragraf 5-10.6 Cenevre Sözleşmeleri, C1, Madde 50. Askeri gereklilik ilkesi bu maddenin dışında başka maddeler kapsamında da ele alınmıştır. İlgili diğer maddeler için bakınız.: C1: 8, 30, 33, 34; C2: 8, 28, 51; C3: 8, 126, 130; C4: 9, 49, 53, 55, 108, 112, 143, 147; P1. 54, 62, 67, 71; P2: 17.

Page 115: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

108 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

şekilde yara almasına neden olan biyolojik deneyler ve mülklerin geniş-letilmiş yok edilmesi ve ele geçirilmesi askeri gereklilik açısından meşru değildir ve kanun dışı ve kötü niyetli olarak değerlendirilecektir” diyerek yasaklar belirtilmiştir (Çelik, 2014)

Öncelikle 1978’de Avrupa ve Merkez Asya’da çalışmalarına başlayan 1988’den beri de dünyadaki çeşitli bölgelerde çalışmalar yapıp insan hak-larını savunan ve bu konuda yayınlar yayımlayan, finansmanını da devlet-ler dışındaki gerçek ve tüzel kişilerin yardımları ile yürüten; bağımsız ve uluslararası sivil toplum örgütü olan, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Hu-man Rights Watch)’nün7 24 Şubat 2015 tarihli raporunda Halep Şehrinde Tıp Meclisinde çalışan bir doktorun verdiği bilgiye göre hükümet kuvvet-leri tarafından Ocak 2014’ten beri Halep şehrinin yakınındaki askeri hedefi içermeyen bölgedeki hastanelere saldırılar düzenlenmiştir. Son olarak da, daha önceden yerleri bilinen, iki tane kullanılan hastaneye sırasıyla 13 ve 21 Nisan tarihlerinde hava saldırısı düzenlendiği belirtilmiştir.8 Hastaneler ve diğer tıbbi tesisler, silahlı çatışma sırasında hedef alınmaları ve vurul-maları kesinlikle yasaklanmış olan yapılardır. Ayrıca hastanelerin vurul-ması, kuvvetlere çatışmalarda taktik veya stratejik üstünlük sağlayacak bir fiil değildir.

BM Dokuzuncu Bağımsız Soruşturma Komisyonu raporunda; hükümet kuvvetleri tarafından sivillerin kasten, ayırt etmeden, orantısızca öldürül-düğü vurgulanmaktadır. Hükümete ait keskin nişancıların Dara Şehrinde, Haziran ve Eylül 2014 tarihleri arasında birçok sivili öldürdüğü belirtil-miştir.9 Bu ve benzeri saldırılar esasta bir ayırt etme fiilinin ihlali olmakla birlikte, hiçbirinde askeri gerekliliğin bulunmadığı da açıktır.

Başka bir olayda ise; Halep şehrindeki çatışmanın yanındaki bölgede çalışan bir doktorun verdiği bilgiye göre, Eylül ve Ekim 2014 tarihleri arasındaki artan keskin nişancı kurşununa maruz kalan insanların %40’ı çocuktur. Bu da bize askeri gereklilik ilkesinin ihlal edildiğini göstermek-tedir. Aynı zamanda Cenevre Sözleşmeleri’ne göre; beyaz bir fon üzerinde bulunan Kızılhaç veya Kızılay amblemleri burada görev yapan kişileri ve onları taşıyan araçları koruyan işaretlerdir ve bu işaretlere saygı gösteril-mesi zorunludur. Raporda da belirtildiği üzere özellikle muhalif güçlerin bölgesindeki hastaneler ve tıp merkezleri sırf hükümet kuvvetleri tarafın-

7 1978’de ilk olarak Helsinki’deki gelişmeleri izlemek için Avrupa ve Merkez Asya’da kurulan izleme ör-gütü, sonraları da Amerika, Asya, Afrika ve Ortadoğu’da izleme örgütleri olarak görev yaptı. 1988’de İnsan Hakları İzleme Örgütü adı altında birleşti. Örgüt finansmanı gerçek tüzel ve kişilerden karşılamaktadır. Dev-letlerin yardımlarını kabul etmemektedir. Ayrıntılı bilgi için bakınız.http://www.hrw.org/world-report/2015/about 8 Ayrıntılı bilgi için bakınız. http://www.hrw.org/news/2015/02/24/syria-new-spate-barrel-bomb-attacks9 Ayrıntılı bilgi için bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent International Com-mission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 Şubat 2015, s.32, paragraf 48.

Page 116: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

109Journal of Security Studies

dan hedef olmamak için amblemleri ve işaretlerini kullanamamaktadır-lar.10

Yukarıdaki örnekler kapsamında açıklanmaya çalışılan bu ve benzeri fiille-rin, hükümet kuvvetlerine askeri açıdan bir avantaj sağlamayacağı muhak-kaktır. Hangi gerekçe ve kuşku ile hareket ederlerse etsinler, hastaneleri, konutları ve önem arz eden binaları (Kızılay veya Kızılhaç gibi) tahrip etmek çatışmada hiçbir avantaj kazandırmadığı gibi askeri açıdan da ge-reklilik göstermektedir.

3.3 Gereksiz Acıya Sebebiyet Vermeme

Gereksiz acıya sebebiyet vermeme, savaşta insancıl olarak davranılması-nı sağlayan davranış kurallarına uyulmasını gerektirmektedir. Buna göre, savaşta ölçüsüz acıya sebebiyet verebilecek veya gereksiz kayıp sağlaya-bilecek silahlar ve mermiler ile malzemelerin kullanılması yasaktır. Örfi hukuk ve I No’lu Ek Protokol 35’inci madde 1’nci fıkra çerçevesinde de “Herhangi bir silahlı çatışmaya katılan taraflar savaşta kullanacakları yön-temleri ve araçları sınırsız olarak seçme hakkına sahip değildir.” Dolayı-sıyla Lahey’deki sözleşmeler çerçevesinde gereksiz acıya sebep olan parça etkili patlayıcılar, domdom kurşunları, kimyasal silahlar, napalm gibi yakı-cı silahlar, biyolojik ve bakteriyolojik silahlar ile mayınlar ve bubi tuzakla-rının kullanılması yasaktır (Taşdemir, 2013).

Hükümet kuvvetlerinin Şam’ın banliyö bölgesi Gota’da bulunan rejim kar-şıtı güçlere karşı 20 Ağustos 2013 tarihinde gerçekleştirildiği öne sürülen zehirli gaz saldırısı önemli dönüm noktalarından biridir. Saldırı sonucunda 1.188 kişinin ölümüne neden olmuştur. Suriye hükümeti Birleşmiş Millet-ler heyetine ülkeye giriş izni vermiş, heyet saldırının gerçekleşmiş olduğu ileri sürülen yerleşim yörelerinde yaptığı araştırmada topladığı delilleri değerlendirerek bölgede zehirleyici gaz olan sarin gazı kullanıldığına dair önemli kanıtlar bulmuştur.

Suriye, Cenevre Protokolü diye de bilinen 1928 tarihli “Boğucu, Zehirle-yici ve Benzer Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İlişkin Protokolü” imzalamış olması sebebiyle bu silahları kullanmaması yükümlülüğündeydi. Ancak 1928 tarihli anlaşmanın devamı niteliğinde olan 1992 tarihli “Kimyasal Silahların Üretiminin, Geliştiril-mesinin, Kullanımının ve Stoklanmasının Yasaklanması ve Bunların İm-hası ile İlgili Sözleşmeyi” kabul etmeyerek imzalamamıştı.11 Fakat süreç 10 Ayrıntılı bilgi için “specially protected persons and objects” bölümüne bakınız. UN Human Rights Coun-cil, Report of The Independent International Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 Şubat 2015, s.57, paragraf 244.11 Ayrıntılı bilgi için Yavuz GÜÇTÜRK’ün Suriye’de Kimyasal Silah Sicili konulu yazısına bakınız. http://setav.org/tr/suriyede-kimyasal-silah-sicili/yorum/7012

Page 117: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

110 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

devam ederken Moskova’nın girişimleri sonucunda, Eylül 2013’te Rusya ile ABD arasında Suriye’deki Kimyasal Silahların Ortadan Kaldırılması Çerçeve Antlaşması imzalanmış; Suriye de, bu süreç dâhilinde onayladı-ğı ve taraf haline geldiği Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’nun (Chemical Weapons Convention) yürütme ve denetleme kurumu olan Kimyasal Si-lahları Yasaklama Kurumu’na (Organisation for the Prohibition of Che-mical Weapons) (OPCW) sahip olduğu kimyasal silah stokunun listesini sunmuştur. BM Güvenlik Konseyi ise 27 Eylül’de, Suriye’deki kimyasal silah stoklarının 30 Haziran 2014 tarihine kadar tamamen yok edilmesini öngören 2118 Sayılı Kararı kabul etmiş, 6 Ekimde söz konusu silahların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar fiilen başlatılmıştır.12

Ancak 14 Nisan 2015 tarihli İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yayınlamış olduğu araştırmada Suriye hükümeti helikopterlerinin İdlib şehrine yöne-lik 16 -31 Mart 2015 tarihleri arasındaki 6 hava saldırısında 20’sinin sivil olduğu belirtilen en az 206 kişinin etkilendiği belirtilmiştir. Yapılan hava saldırılarında gaz bombası kapsüllerinin kullanıldığı tespit edilmiş olup üçünde zehirli kimyasal kullanıldığı görülmüştür. Diğer üçünde ise tanık-lar, fotoğraflar ve videolar da saldırılarda klor gazının kullanıldığını gös-termektedir. Daha önceden yapılan araştırmalarda; hükümet kuvvetlerinin klor gazını misket bombasına iliştirerek kullandığını göstermektedir şek-linde vurgulanmaktadır. Araştırmaya göre bu yapılanların Kimyasal Silah Anlaşmasını (Chemical Weapons Conventions) ve BM Güvenlik Konse-yinin 2118 sayılı kararını da (United Nations Security Council resolution) ihlal ettiği belirtilmektedir.13

3.4 Orantılılık

Orantılılık, gereksiz acıya sebebiyet vermeme ve askeri gereklilik ilkeleri-nin dengelenmesini amaçlayan bir ilkedir. Artık günümüzde hukuk kavra-mı olarak da kendisine yer bulmuş ve ulaşılmak istenen hedef ile başvuru-lan önlem arasında olması gereken dengeyi göstermektedir.

Suriye ordusunun orantısız güç kullanımına başvurduğunun başlıca ka-nıtı, saldırılarda Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçak ve helikopterlerin etkin ve sürekli olarak görev almış olmasıdır. İç savaş süresince havadan yere ağır mühimmatların kullanıldığı bu saldırılar, kabul edilemeyecek oranda ölüm ve yaralanmaya neden olmuştur. Çatışmalarda orantısız güç kullanı-mı olarak hava unsurlarının ağırlıklı kullanılması, BM’nin 05 Şubat 2015 tarihli soruşturma komisyonu raporunda da belirttiği gibi Ağustos 2012’de Halep’e düzenlenen saldırılarla başlamıştır. Suriye Hava Kuvvetleri bu sal-

12 BM Güvenlik Konseyi (2118) kararı için bkz. http://www.un.org/press/en/2013/sc11135.doc.htm13 Ayrıntılı bilgi için bakınız. http://www.hrw.org/news/2015/04/13/syria-chemicals-used-idlib-attacks

Page 118: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

111Journal of Security Studies

dırılarda kendine özgü bir takım saldırı yöntemleri ve mühimmatları da geliştirerek sivil halka yönelik havadan nitelikli saldırılar gerçekleştirme-ye başlamıştır. Bu kapsamda, atılınca parçalara ayrılıp çok geniş bir alanı yoğun olarak bombalama kapasitesine sahip olan misket bombası ya da diğer bir bilinen ismiyle salkım bombası, ayrıca düştüğü yerde çok uzun süre mayın etkisi de yapabilmektedir. Bunlar helikopterlere yerleştirilmiş ve belirlenen hedeflere havadan atılmıştır. Yine termobarik bomba olarak geçen ısı ve basınç ile büyük bir etki yapan silahlar, füzeler ve yangın çıkaran silahların da 2012 yılı ortalarına doğru kullanılmaya başlandığı belirtilmiştir. Bunların da çoğunlukla okul ve hastane gibi sivil hedeflere karşı kullanıldığı vurgulanmıştır.

Orantısız güç kullanımının ihlallerinde soruşturma komisyonu raporunda tutuklu ve göz altında olanlarla ilgili bölüm de dikkati çekmektedir. 2013 yılına kadar geniş çaplı tutuklamaların sadece araştırma sonuçlarına da-yandığını göstermektedir. Ancak 2013’den itibaren tutuklamalar genellikle kontrol noktalarında yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca hükümet kuvvetleri-nin 15-60 yaş aralığındaki erkekleri hedef aldıkları görülmektedir. Artık sivillerin kontrol noktalarında yapılacak olan uygulamalarda zarar görme-mek için sıra dışı yollara başvurdukları belirtilmiştir. Bu da bize alınan ted-birler ile amacın örtüşmemesi sonucu orantılılık ilkesinin ihlal edildiğini göstermektedir.14

Sonuç

Suriye’de Mart 2011’de başlayarak devam eden çatışmalar, son BM soruş-turma komisyonu raporunda da belirtildiği üzere Şubat 2012’den itibaren uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma olarak tanımlanmaktadır. Bu yüzden o zamana kadar yaşanan çatışmaların yargılanması ulusal huku-kun, Şubat 2012’den bu yana geçen zamanda ise uluslararası hukukun uy-gulanmasını gerekli kılmaktadır. Bu durum Şubat 2012’den itibaren hem insancıl hukukun hem de insan hakları hukukunun uygulanmasını gerek-tirmektedir. Bu açıdan bakacak olursak; insancıl hukuk ilkeleri ışığında Suriye’de yaşananlar bağımsız kuruluşlar olan BM soruşturma komisyo-nu raporları, Güvenlik Konseyi kararları, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve basın organlarından alınan bilgiler ölçüsünde incelenmiştir. Araştırma son döneme ait olması ile güncellik arz etmekte olup, sadece hükümet kuvvet-lerini incelemesi açısından ise yeterlilik teşkil etmemektedir. Bu yüzden muhalif olan ve bölgedeki diğer güçler açısından da değerlendirilmesi bü-yük resmi görmek açısından önemlidir. Böylece daha farklı boyutlar ince-lenebilecektir. Ancak ileride yapılacak olan çalışmalara ışık tutabilecek ol-

14 Ayrıntılı bilgi için bakınız. UN Human Rights Council, Report of The Independent International Commis-sion of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 February 2015, s.4, paragraf 12.

Page 119: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

112 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ması, fikir verebilmesi ve bakış açısı sağlayabilmesi açısından yararlı ola-cağı değerlendirilmektedir. Çünkü yapılmış olan ihlallerin insancıl hukuk ilkeler ile ilgili olan kısımlarından bazıları burada değerlendirilebilmiştir. Fakat yaşananlar bize işlenen suçların ciddiyeti ve bu suçlar neticesinde meydana gelen yüksek can kaybı ve yaşanılan hukuki mağduriyetler göz önüne alındığında insancıl hukuk ilkelerinin fazlaca ihlal edildiğini açıkça göstermektedir. Bu ilkelerin yer aldığı kurallar uluslararası nitelikte olma-yan silahlı çatışma hukuku kapsamı açısından bakıldığında; 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak 3’ncü madde; 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli II Nolu Protokol, 1998 Roma Statüsü 8’nci madde, 2’nci fıkra, (c-e) bentleri; Martens kaydı (Martens Clause); örf haline gelmiş silahlı çatışma hukuku kurallarında; ilgili devletlerin ulusal hukuku ve imzalamış olduğu insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmelerinde bulunur. Suriye hükü-meti açısından baktığımızda Suriye’nin taraf olduğu sözleşmeler en başta 1949 Cenevre Sözleşmeleri; 1925 Cenevre Boğucu, Zehirleyici ve Benzeri Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Kullanılmasının Yasaklanması Proto-kolü; 1948 Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi; 1954 Lahey Kültürel Varlıkların Korunmasına dair sözleşme ve Protokol; 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi ile 2000 tarihli Çocuk Hakları Sözleşme-si Seçimlik Protokolü’dür. Taraf olmaması nedeni ile Suriye 1977 tarihli II No’lu Ek Protokol hükümleri ve 1998 Roma Statüsü hükümleri ile yü-kümlü değildir. Fakat Suriye’nin imzalamış olduğu uluslararası insan hak-ları sözleşmeleri de bulunmaktadır. İşkenceye Karşı Sözleşmeye, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesine de taraftır. Dolayısıyla bu sözleşmelerin ihlali de hükümetin uluslararası sorumluluğunu doğuracaktır.

1994 yılında BM Güvenlik Konseyi kararı ile Ruanda’da kurulan Ceza Mahkemesi’nin uygulamalarından bu yana iç silahlı çatışmalarda da ortak 3’üncü madde ve II No’lu Ek Protokol’ün ciddi boyuttaki ihlalleri devlet sorumluluğu yanında bireysel cezai sorumluluk da doğurmaktadır. Şu ana kadar yayınlanan BM raporlarında da işaret edildiği gibi Mart 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlar açısından bakıldığında hem yönetim hem de çatışan örgütlerin, ortak 3’üncü maddeyi ve örfi kuralları ihlal etmeleri ve silahlı çatışma bağlantısı gerekmeyen soykırım ve insanlığa karşı suç açısından bireysel cezai sorumlulukları doğmaktadır. Uluslararası Ceza mahkemesi de bu bağlamda önemli bir seçenektir.

Suriye’nin Roma Statüsü’ne taraf olmamasına rağmen Statü’nün 13’üncü madde b fıkrasında yer alan hükme göre, BM Güvenlik Konseyi’nin, BM Anlaşması’nın VII. Bölümüne dayanarak işlenmiş olduğunu değerlender-diği suçu mahkemeye bildirebileceği belirtilmiştir. Böylece Suriye Roma Statüsü’ne taraf olmasa bile, hem ülkesinde işlenen hem de vatandaşları

Page 120: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

113Journal of Security Studies

tarafından ülke dışında işlenen Statü kapsamındaki suçlarla ilgili Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisini Darfur ve Libya’da olduğu gibi harekete geçirebilmektedir. BM Güvenlik Konseyi, yine BM Şartının VII. bölümüne kaynak gösterek ortaklaşa kuvvet kulla-nılmasını da karara bağlayabilir. Bir devletin uluslararası barış ve güvenli-ği tehdit etmesi durumunda da barışı sağlamayı hedefleyebilir. Bunun için de barışı sağlayabilecek hem gözlemci hem de koruyucu olarak zorlayıcı önlemler alabilir.

Sonuç olarak, Suriye’de yaşananlar dünyanın gözü önünde hem resmi hem de resmi olmayan kaynaklardan alınan bilgiler ile gözler önüne seril-mektedir. Artık burada yapılması gereken BM Güvenlik Konseyinin kendi içindeki hesaplaşmaları bir kenara bırakarak yapılanların cezasını hem bi-reysel hem de devletsel bazda değerlendirerek sonuçlandırmak olmasıdır. Eğer bunlar yapılmazsa ileri de Ruanda’da yapılanlar gibi ciddi insan hak-ları ihlallerini sadece izlemekle yetinecektir. Bu da uluslararası hukukun ve evrensel değerlerin daha çok sorgulanır hale gelmesine sebep olacaktır.

Page 121: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 122: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

115Journal of Security Studies

KaynakçaAslan, M. Yasin, (2008), “Savaş Hukukunun Temel Prensipleri”, TBB Dergisi, 79, 235-274.Büyüköztürk, Şener; Kılıç Çakmak, Ebru; Akgün, Özcan Erkan; Karadeniz, Şirin; ve Demirel, Funda, (2014) Bilimsel Araştırma Yöntemleri (18. Baskı), Ankara, Pegem Akademi. Çeçen, Anıl, (2013), “İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk”, Yaşar Üniversitesi Dergisi, 809-830. <http://journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/22-An%C4%B1l-%C3%87E%C3%87EN.pdf > (E.T. 24 Nisan 2015)Çeçen, Anıl, (2012), İnsancıl Hukuk Nedir?, Ulus Gazetesi, 6 Şubat 2012. <http://www.turkhukukkurumu.org.tr/siteyazi/20120222_2.pdf> (E.T. 24 Nisan 2015)Çelik, Şener, (2014) “Suriye İç Savaşı’nda Silahlı Çatışma Hukuku İhlalleri”, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, İstanbul, 1, 2.Duman, İlker Hasan, Kişisel Site, 02 Mayıs 2015. (E.T. 02 Mayıs 2015) <http://www.ilkerduman.av.tr/makaleoku.aspx?id=1111&/Ay%C4%B1n%20Konusu>Güçtürk, Yavuz, (2013) “Suriye’de Kimyasal Silah Sicili”, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 21 Ağustos 2013. <http://setav.org/tr/suriyede-kimyasal-silah-sicili/yorum/7012> (E.T. 02 Mayıs 2015).Kara Kuvvetleri Komutanlığı, (1981), Kara Harp Hukuku, İstanbul, s. 5.Noman, Benotman ve Roisin, Blake, (2014), “Suriye İç Savaşı’nda Silahlı Çatışma Hukuku İhlalleri” (2013), İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (Çev. Şener Çelik) İstanbul, 1, 2. Öktem. A. Emre, (2007), Terörizm, İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları, İstanbul, Derin Yayınları.Pazarcı, Hüseyin, (2000), Uluslararası Hukuk Dersleri (IV. Kitap), Ankara, Turhan Kitabevi.Taşdemir, Fatma, (2009), Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi. -----------------------, (2013), “BM’nin Suriye Raporu ve İnsancıl Hukuk”, Ankara Strateji Enstitüsü, 12 Eylül 2013. <http://www.ankarastrateji.org/yazar/doc-dr-fatma-tasdemir/bm-nin-suriye-raporu-ve-insancil-hukuk/> (E. T. 25 Mart 2015)Türk Kızılayı ve ICRC, (2004), Uluslararası İnsancıl Hukuk Sorularınıza Cevaplar, Ankara, 2.Tütüncü, Ayşe Nur, (2006), İnsancıl Hukuka Giriş, İstanbul, 1-2.UN Human Rights Council, (2011), Report of The Independent International Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC/S-17/2/Add.1, NY, 23 November 2011, s.18, paragraf 97-100.

Page 123: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

116 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

UN Human Rights Council, (2015), Report of The Independent International Commission of Inquiry on The Syrian Arab Republic, A/HRC//28/69, NY, 5 February 2015.United Nations Home Page. Meetings Coverage ana Press Release, 27 Eylül 2013. http://www.un.org/press/en/2013/sc11135.doc.htm (E.T. 25 Nisan 2015)Yeşil, Feyzullah, (2013), “İnsancıl Hukuk Açısından Suriye İç Savaşı”, Yasama Dergisi, Ankara, 24, 103-114. http://www.hrw.org/news/2015/02/24/syria-new-spate-barrel-bomb-attacks (E.T. 01 Mayıs 2015)http://www.hrw.org/news/2015/04/13/syria-chemicals-used-idlib-attacks (E.T. 02 Mayıs 2015)http://www.hrw.org/world-report/2015/about (E.T. 12 Mayıs 2015)http://www.bbc.com/news/world-middle-east-18849362 (15 July 2012)http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/01/01/suriyenin-2014-bilancosu-korkunc (E.T. 24 Nisan 2015)http://tr.wikipedia.org/wiki/Solferino_Savaşı (E.T. 26 Nisan 2015)http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96zg%C3%BCr_Suriye_Ordusu (E.T. 26 Nisan 2015)http://tr.wikipedia.org/wiki/İnsan_Hakları_İzleme_Örgütü (E.T. 12 Mayıs 2015)http://ktpsunucu.anayasa.gov.tr/web/catalog/file_download.php?file_id=7587 (E.T. 09 Mart 2015)

Page 124: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

117Journal of Security Studies

TEMEL SİYASAL KAVRAMLARDA SİYASETİN ARACI OLARAK “ŞİDDET” VE SİVİL TOPLUM

“Violence” As A Tool of Politics in the Key Political Concepts and the Civil Society

Gökhan AK*

ÖZET: Tarihte her sosyo-politik sistem ve onun ekonomik-politiği, ken-di çıktılarını üretmiştir. Bu çıktılar da, gerek iç toplumu, gerekse dış top-lumları, özellikle “şiddet”li boyutlarıyla ve çeşitli şekillerde etkilemiştir. Zira siyasal tarihte sıklıkla görüldüğü üzere, iktidar, hükmetme, yönetim gibi olgularla bir arada yürüyen türlü “şiddet” uygulamalarının başta ge-len savunucusu “siyaset” kurumu olmuştur. Siyaset, genel anlamıyla, bir topluluğun kontrol ve ikna edilmesi ya da herhangi bir konuda, çatışma-da uzlaşma ve yürütme çabalarıdır. Şiddet de, insanlık tarihinin başından itibaren sosyolojik bir kavram olagelmiştir. Dolayısıyla “toplumsal olan” ile “siyasal olan”ın birbirlerini doğrudan etkilerken, “siyaset” kurumunun da, gerek ulusal, gerekse uluslararası uygulamalarda şiddeti önemli bir alet olarak kullandığı görülmektedir. Bu bağlamda, şiddet kavramının kökteş nosyonlarının, siyasetin, devlet, egemenlik, hukuk, ideoloji, iktidar, insan doğası, meşruiyet, otorite, sol/sağ, yönetim/yönetişim gibi bazı temel kav-ramları ile doğrudan ilişkili olduğu ve hatta onları beslediği veya onlardan beslendiği söylenebilir. Bu ilişki çerçevesinde, “toplumsal olan”ın “siyasal olan”ı, “siyasal olan”ın da hem düşünsel hem de maddi anlamda “şiddet”i oluşturan bir eylem biçimi olduğunu savlamak akla gelmektedir. Bu çalış-manın amacı, siyaset teorisinin bahse konu temel kavramları ile “şiddet” kavramı arasındaki ilişkinin tasviri ve normatif yönlerini, kavramsal, tarih-sel ve kuramsal açılardan irdelemektir.

Anahtar Kelimeler: Şiddet, Siyaset, Siyaset Teorisi, Demokrasi, Sivil Toplum

* Yrd.Doç.Dr., Nişantaşı Üniversitesi İİSBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected] Geliş Tarihi :22.09.2015 Makale Kabul Tarihi :27.10.2015

Page 125: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

118 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ABSTRACT : In history, every socio-political system and its econom-ic-politics had produced its own outputs. These outputs had as well various impacts on both domestic society and outer societies, particularly regarding violent extents and scopes. The paramount defender of these various “vi-olence” implementations advanced with the notions of power, domination and government had been the institution of “politics”. Politics, in its gener-al meaning, is the control and conviction of a society or the efforts of com-promise and conduct on any issue or conflict. Likewise, violence had been a sociological concept since the beginning of human history. Thus, while “the social” and “the political” interact each other directly, politics like-wise uses violence as a significant tool in both national and international implementations. In this context, it is obvious that cognated notions of the concept of violence are directly related with some key concepts in politics such as state, sovereignty, law, ideology, power, human nature, legitimacy, authority, left/right, government/governance, and even are feeding up them or are fed by them. In line with this relation, it is likely to claim that “the so-cial” is a course of action creating violence in both intellectual and concrete means likewise “the social” is a course of action creating “the political”. The aim of this study is to analyse descriptive and normative aspects of the relation between violence and the said key concepts of political theory on conceptual, historical and theoretical basis.

Keywords: Violence, Politics, Political Theory, Democracy, Civil Society

Giriş

Şiddet, her yerde, her zaman var olmuştur; var olacaktır. Şiddet, insanın doğasındadır; ya da insanı şiddete iten toplumdur, toplumsal koşullardır, şeklinde bir takım belirlemeler yapmak mümkündür, veya sınıfsal şiddet, ya da şiddete övgü gibi bir çok olgudan söz edilebilir (Bakır, 2009: 209). Bu klasik tartışmalara girmeden, şunu hemen vurgulayabiliriz: Şiddet, baş-kasını öldürme, sakat bırakma, ya da yaralama yoluyla zarar verilmesini içerdiği için, genel anlamda gücü aşmaktadır. Dolayısıyla, bu tür eylemle-rin başkasına/başkalarına karşı tehdit oluşturması ve kısacası insana/insan topluluklarına (yani toplumlara) fiziksel ve ruhsal zarar veren her edimi şiddet olarak değerlendirmek mümkündür. Öte yandan, şiddeti yalnızca başkalarının fiziksel bütünlüğüne saldırı ya da tehdit kavramıyla sınırlaya-mayız. Belli bir toplumsal düzene karşı başkaldırı ya da saldırıyı da içerir (Ünsal, 1996: 29-30). Zira, sürekli teknolojik bir gelişme göstererek, so-fistike bir uygarlığın en uç noktasına ulaşma çabası içerisinde bulunan gü-nümüzün modern insanı, yani bizler, ardımıza bakıp şöyle diyoruz: “Ben ilkel bir hayvanken şimdi uygar bir insanım. Kadınları cadı diye diri diri

Page 126: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

119Journal of Security Studies

ateşte yakmıyorum, engizisyon mahkemelerini ortadan kaldırdım, artık za-manımın yüzde yetmişini savaşarak geçirmiyorum, idam tekniklerim çok daha uygar, atom bombasını keşfederek anında ölüm vaat ediyorum, sal-dırganlık içgüdülerimle başa çıkabiliyorum ve “şiddet”i bir kavram olarak tanımlayabiliyorum…” (Solok, 1996: 6)

Ayrıca, “Şiddet nedir, ne değildir” ya da “hangi koşullar altında şiddet-tir, hangi koşullarda değildir”i tanımlamaya çalışmak, şiddetin, ekonomik, toplumsal, antropolojik, sosyal psikolojik, biyolojik şekildeki bin bir yü-zünden söz açmayı gerektirir. Örneğin ekonomik şiddet, medya terörü, yargısız infaz, trafik terörü, çevre katliamları hemen akla geliyor. Çünkü modern toplum sürekli dönüşümlere uğramakta ve bunun sonucunda da şiddet kavramı daha da çeşitlenmektedir. Bu anlamda günümüz modern devletinde ulusal kapsamda; özel şiddet, kolektif şiddet yanında henüz şid-det olarak kabul edilmeyen trafik terörü, mala zarar, kronik enflasyon ve pahalılık, işsizlik ile doğanın, çevrenin tahribi, sağlıksız kentleşme; ulusla-rarası kapsamda ise, ekonomik sömürü, askeri müdahaleler, geçici işgaller gibi olaylar akla gelmektedir (Kocacık, 2001: 1). Dolayısıyla, şu anda aklı-nıza gelen, aklınızdan geçen birçok şiddet çeşidini bir yana bırakın hemen; şiddet bazen sadece bir söz, cümlecik, hatta bir sözcüktür kimi zaman… Bu yüzden, şiddet karşısında da sessiz kalmak da, şiddetin birçok çeşidinin yaşandığı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi, sessiz şiddettir aslında…

Ancak, insanın, hele günümüzün modern insanının yok etme ve saldırgan-lık güdüsünü ehlileştiremediği, bilakis bu içgüdünün daha da arttığı ve top-lumsal görünürlük kazandığı görülmektedir. Keza, Lenin’in öngörüsü, 20. yüzyılın, savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şimdilerde bu iki olgunun ortak paydası olduğuna inanılan şiddetin yüzyılı olduğu şeklinde idi. Halbuki bugünkü durumda çok daha başka, ve hatta etkin bir etkeni daha bunlara ekleyebiliriz. Bu etken, aslında 20. yüzyıldan beri savaş ve devrim olgu-larıyla eşit önem taşıya gelmiştir. Daha da kötüsü, toplumsal alanda 21. yüzyıla miras bırakılan bir etken de olmuştur. Bu etken, modern devletin toplum üzerinde uyguladığı şiddet sarmalıdır.

1. Modern Devlet’te “Siyaset”in Aracı Olarak ‘Şiddet’ Olgusu

Peki, modern devlet, 21. yüzyıl gibi modernleşmenin, teknolojik ilerleme ve gelişmenin baş döndürücü bir hızda ilerlediği bir zamanda, neden hala şiddeti sürdürmekte, hatta onu zaman zaman toplumsal olan üzerinde bir şiddet sarmalı halinde kullanmaktadır? Aslında modern devlet, günümüz-de hala öncelikle kendi ırkdaşı olanlarla, yani diğer devletlerle ya caydırıcı savaş, ya da doğrudan savaş halindedir. Bizatihi bu durum, “şiddet” ol-gusuna yaklaştığımız anda karşımıza çıkan bu ezip geçici hakikati ironik

Page 127: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

120 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

biçimde hatırlatan bir başka gerçektir. Savaşın hala bizimle, yani modern devletle olmasının başlıca nedeni, ne insan türünün gizli ölüm istenci, ne bastırmaya gelmeyen bir saldırganlık dürtüsü, ne de -daha inandırıcı olsa da- silahsızlanmanın getireceği ciddi toplumsal ve ekonomik tehlikelerdir. Bunun ana nedenini, uluslararası ilişkilerde savaşın yerine siyasal sahne-de başka bir nihai hakemin ortaya çıkmamış olmasında aramak gerekir. Hobbes, “kılıç olmaksızın sözleşmeler sözcükten başka bir anlam taşımaz” derken haksız mıydı? (Arendt, 2014: 21)

Zaten, tarih ve siyaset üzerine düşünmeyi iş edinen hiç kimse, şiddetin insan işlerinde daima oynaya geldiği muazzam rolün ayırtına varmaktan kendini alıkoyamaz. Durum böyleyken, şiddetin literatürde nadiren -özel-likle- konu edilmiş olması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Zira, kuşkusuz sa-vaş ve savaş hali üzerine geniş bir literatür vardır; ancak bu literatür, şid-detin kendisiyle değil, şiddetin araçlarıyla ilgilidir. Keza, bizi bu çalışma kapsamında, şiddet olgusu üzerine dikkat çektiğimiz bu keyfiyet ve ihmal yerine, öncelikle şiddetin araçları ve siyasal olanla ilişkisi ilgilendirmek-tedir. Keza, Engels’in (1975: 13-25) çok önceleri belirttiği üzere, kudret, güç ve dayanıklılıktan farklı olarak şiddet, daima araçlara muhtaç olagel-miştir. Dolayısıyla teknolojide, alet yapımında yaşanan devrim, devletin iç ve dış topluma karşı şiddet uygulaması anlamında -özellikle- dikkat çekici boyutlara varmıştır.

Dolayısıyla siyaset aracı olarak “şiddet”in, uluslararası siyasal ilişkiler-de ne denli belirli ve kesin bir aygıt haline geldiği ölçüde, iç siyasette de saygınlık ve cazibesinin o denli arttığını söylemek mümkündür. Kuşkusuz Karl Marx, tarihte şiddetin oynadığı rolün ayırtındaydı. Ama bu rol, ona göre ikincil bir roldü. Eski toplumun sonunu getiren şiddet değil, kendi iç çelişkileriydi. Bunlar yeni bir toplumun ortaya çıkışını önceleyen şiddetli patlamalardı. Aynı damarda ilerleyerek Marx, devleti, egemen sınıfın de-netiminde bir şiddet aygıtı olarak değerlendirir. Ancak, yönetici ve sivil egemen sınıfların fiili iktidarını tanımlayan, toplumda oynadığı roldür; ya da daha açık bir deyişle üretim sürecindeki rolüdür. Yani kısaca emeğin sö-mürülmesi… Bunu, kuram düzeyinde faşist bir yaklaşımla destekler görü-nen bir-iki görüşten bahsetmek uygun olacaktır. Örneğin Jean-Paul Sartre, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri (2007) kitabına yazdığı önsözde, “…bastırılması olanaksız şiddet… kendini yeniden yaratan insandan başka bir şey değildir” ya da “yeryüzünün lanetlileri” ancak “çılgın dehşetle” “insan haline gelebilir”. Bu nosyonlar, “kendini yaratan insan” tasarımı katı bir şekilde Hegelci ve Marxist düşünce biçimine özgü olduğundan çok daha çarpıcıdır. Zira kendini yaratan insan tasarımı, sol hümanizmin biza-tihi temelidir. Ancak Hegel’e göre insan, kendini “düşünce” yoluyla üre-tir. Marx’a göreyse insan kendini “emek” aracılığıyla yaratır. Dolayısıyla,

Page 128: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

121Journal of Security Studies

özde barışçıl olan emek ve düşünme etkinlikleriyle tüm şiddet eylemleri arasında derin bir uçurumun yattığı yadsınamaz.

O zaman, toplumsal olana ait olan emek ve düşünme olguları üzerinde uygulanan siyasal şiddetin merkezinde neden devletin ve onun ideoloji-sinden kaynaklanan “baskı aygıtları”dır. Zira hangi dönemde olursa olsun, devletin resmi ideolojisi, Althusser’e göre sonuçta toplumların yapısını be-lirleyen üst ve alt yapıların belirleyicisidir. Alt kat olan ekonomik temel, son kertede üst katı oluşturan hukuk, devlet ve ideolojiyi belirlemektedir. Marxizm’e göre devlet, bir “baskı aracı”dır. Ancak Marxizm’de belirtildi-ğinin aksine (Althusser, 2000: 27), bize göre modern devlet, “Yönetici ve sivil egemen sınıfların, artı değerin zorla elde edilmesi sürecine (yani ka-pitalist sömürüye) boyun eğmesi için, yalnızca işçi sınıfı değil, toplumun gelir seviyesi düşük tüm kitle ve katmanları üzerindeki egemenliklerini gü-ven altına almalarını sağlayan bir baskı makinesidir.” Bu terimden ne anla-şıldığını ise Althusser (2000: 27) şöyle belirtir; “Hukuki pratiğin gerekle-rine ilişkin olarak zorunluluğunu ve varlığını tanıdığımız özelleşmiş aygıt, yani yalnızca polis, mahkemeler, hapishaneler değil, fakat aynı zamanda polis ve uzmanlaşmış yardımcı birlikleri “olaylarla başa çıkamadıkların-da” son kertede ek bir baskı gücü olarak doğrudan doğruya müdahale eden ordu ve bütünün üzerinde, devlet başkanı, hükümet ve yönetim.”

Bununla birlikte, Althusser (2000:31), “devlet aygıtı” ile “devlet iktida-rı”nı birbirlerinden ayırsa da, bizce bu iki aygıt birbirini desteklemekte ve beslemektedir. Çünkü günümüzde modern Batılı demokrasilerde, dev-letin hem aygıtı hem de iktidarı, II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan mevcut kapitalist düzenden güçlü bir şekilde beslenen burjuvazinin elinde-dir. Dolayısıyla yönetici ve sivil egemen burjuvazi sınıfları, devletin hem ideolojik aygıtlarını hem de baskı aygıtlarını kullanmaktadırlar. Nitekim, hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler devletin baskı aygıtlarıdır. “Baskı” kelimesi devlet aygıtının “zor kullandığını” belirten bir kelimedir. Althusser (2000: 33-34), devletin ideolojik aygıtları olarak ise şunları belirtir: Din (değişik kiliseler sistemi), öğretim (özel ve devlet okulları), aile, hukuk, siyasal sistem (partiler), sendika, haberleşme (basın, radyo-televizyon), kültür (edebiyat, güzel sanatlar, spor).

2.Toplumsal Olanlar Siyasal Olanın “Şiddetli” Çatışması

Devletin yönetici ve sivil egemen sınıfları, toplumsal olana en kolay şekil-de siyasal olanla sirayet eder. Zira devletin hem ideolojik aygıtları hem de baskı aygıtları onların elindedir ve gerektiğinde farklı dozlarda “şiddet” uygulayarak, toplum üzerinde istedikleri iktidar ve hegemonyayı kurabil-mektedirler. Nitekim iktidardaki siyasal olan, egemen olmak ve hükümet

Page 129: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

122 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

etmek yoluyla, insan doğası, birey, toplum, siyaset, yönetim, devlet, ege-menlik, ulus, güç, otorite (Bal, 2014: 247-255), meşruiyet, hukuk, düzen, adalet, özgürlük, hoşgörü, eşitlik, sosyal adalet ve refah, mülkiyet, plan-lama ve piyasa gibi siyaset teorisinin alet çantasının temel malzemeleri (Heywood, 2012: ıx-x) üzerinde istediği hegemonyayı kurabilme olana-ğını elde eder. Ancak, demokrasiden bir nebze de olsa nasibini alabilmiş toplumlarda, iktidardaki eski veya yeni şiddet vaizleri, nedense siyaset teorisinin geniş alet çantasının kavramları arasında doğan ciddi anlaşmaz-lıkların genelde ayırtında değildirler. Bir başka deyişle, zaman zaman Gezi olayları gibi olgusal gelişmelerce çürütülmüş olmalarının yanında, kendi siyasetleriyle de böylesine ters düşen ve tutarsızlıklar sergileyen siyaset teorisi kavramlarına böylesine inatla yapışmalarının ardında yatan nedir?

Dolayısıyla, iktidardaki hükümet edeni ve onun devletini dize getirmenin ve insana, vatandaşına insanca davranmasını zorlayan, Doğu ve Batıdaki tüm hak ve adalet arayışı içindeki toplumsal hareketlerin ortak paydasını, etkin bir “katılımcı demokrasi” ile “sivil toplum” arayışının oluşturduğu görülmektedir. Devrimci geleneğin önemli katkıları arasında yer alan bu iki ortak paydada bizim için ise ana amaç, Marx ve Lenin’de olduğunun ak-sine, devletle birlikte kamu eyleminin ve kamusal işlere katılmanın “sönüp yok olacağı” bir toplum oluşumu yerine, hak ve hukukuna sonuna kadar sahip çıkan ve ezilen, sömürülen, kullanılan tüm halk kesimlerinin adalet ve nısfetini sonuna dek savunan ve koruyan bir “sivil toplum” özlemidir.

Bu anlamda, devletin, kurumların, zenginlerin şiddeti görünmez de, güç-süzleştirilmişlerin, bu nevi toplumsal kesimlerin, kapitalsiz sınıfların, halk kitlelerinin haklarını elde etmek için yaptıklarına şiddet damgası vurulur. İktidar olanların şiddeti algılanmaz da, dışarıda kalanların en ufak hak mü-cadelesi, bazen tek bir cümlesi derhal şiddet kavramı içinde sınıflandırılır. İcabına bakılır. Kendi kültüründeki şiddeti göremez insan; başka bir toplu-luğunkini ise hemen isimlendirir, suçlar ve mahkûm eder.

Bu yüzden, şiddet iktidarın yapışık ikizidir. Gücün koruyucusudur. Hâlbu-ki çoğu zaman güçsüzlerin, ezilenlerin, hak kaybına uğrayanların, hakları gasp edilenlerin savunmasıdır aslında. Bununla birlikte, barış içinde bir protestosunu dile getiren, bir haksızlığı-hukuksuzluğu haykıran ve barışçıl biçimde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ve hürriyetini kullanan insan-lara karşı, bırakalım orantılı, genelde orantısızca, gaddar ve vahşi bir öfke sarmalı içerisinde şiddet kullanan güvenlik güçlerine karşı, aynı şiddetle karşılık vererek, sağlığını, canını, malını korumak savunma değil midir?

“En iyi savunma, iyi bir saldırıdır” der bir Amerikan atasözü. Kendimi ko-rumak için şiddet uygulamam kimseyi şaşırtmaz orada. Ama güçsüz birey-

Page 130: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

123Journal of Security Studies

lere karşı. Bir kuruma saldırsam, şiddetim geri teper; sistem bana saldırır. Kutsanmıştır kurumlar orada. Dokunulmazlıkları vardır. En iyisinden en kötüsüne, en eskisinden en yenisine, her kurum kendi dokunulmazlığını içinde taşır. Görünür, elle tutulur kurumlardan, görünmez, sembolik, kafa-ların içindeki kurumlara kadar hepsi. Sözler de görünür görünmez; hisse-dilir hissedilmez kurumlara saldırı olarak algılanır. Oysa bireylerin hakları, özellikle statü simgeleyen pozisyonlardan birinde iktidar sahibi olmayan bireylerin hakları, kolayca ihlal edilir. Düşünce özgürlüğü de, ifade hürri-yeti de yoktur bireyin bu anlamda. Kutsanmış kurumlara en ufak bir sözlü, yazılı saldırı, toplumun benliğine, erkekliğine, varlığına karşı şiddet olarak algılanır. Bu anlamda, kültürlerin, toplumların kutsadığı şiddet en tartışma-lı konudur. Hem Batı’da hem de Doğu’da şiddet vardır. Ancak, gelenekler, adetler genelde hep Batı büyüteci tarafından veya marifetiyle incelenir. Bu yüzden de, Doğuluların şiddeti çok ortada, çok açıktır onun için. Batınınki-ni ise, ne görmek, ne doğru dürüst analiz edebilmek pek mümkün değildir. Bir hayli zordur. Bu iş her babayiğidin harcı değildir (Somersan, 1996: 49-50).

Nitekim, örneğin büyüyü, temas ve aracı olmaksızın nesneler üzerinde ani ve kusursuz bir egemenlik sağlayan etki üretme olanağı olarak tanımlar-sak, her iktidarın gerçek bir büyü olduğunu söyleyebiliriz. Zaten bütünüyle baskı üzerine kurulmuş bir iktidar da mevcut değildir: her zaman için esas olan onaylanmadır. Polis elini kaldırıp düdüğünü öttürdüğünde kavşakta arabaların akışını durduran nedir? Polisin fiziksel gücü değildir kuşku-suz. Zira insanlar içgüdüsel olarak en zayıf olana, ancak yetkeyi elinde bulundurana boyun eğerler. İktidarın imgesidir bu. İktidarın kaynakları, dolayısıyla biçimleri de çoktur. Max Weber’den beri bunlar üç temel bö-lümde toplanmaktadır: yasal iktidar, işlevsel iktidar ve karizmatik iktidar. Karizmatik iktidar, toplumdaki uyurgezerliğin gücü, uyutumun, sarhoşlu-ğun, boş vermişliğin ve esrimenin gücüdür. Çağdaş toplumların sağlam-lığı ve karmaşık yapısının da, benzer egemenlik türlerini henüz ortadan kaldıramadığı görülmektedir. Tam tersine, sivil toplumun ve liberal-sosyal katılımcı demokrasinin eksikliğinde, göreceli olarak benzer egemenlik tür-lerinin olumsuz etkilerini artırdıkları söylenebilir.

Sonuç ve Düşünceler

Bu nedenle, sivil toplumu merkeze alan, sivil toplumu demokrasi ile ilgili konularda bir tür çözüm olarak görüp takdir eden yaklaşımı benimsemek-teyiz. Bu anlamda, devlet ile sivil toplum arasında bir ikilik, bir karşıtlık, ancak düalist yaklaşımlı bir ilişki görmekte ve kurmaktayız. Zira, demok-rasinin, özgürlüğün, çoğulluğun, gönüllü örgütlemenin alanı olarak tanım-ladığımız sivil toplumu, baskıcı ve müdahaleci devletin karşısına koyarak

Page 131: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

124 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

olumlamakta ve onaylamaktayız (Ozan, 2012: 101). Bu savunmamızda, devlet baskısına ve şiddetine karşı, devletin etkinlik alanının sınırlanması önerilmektedir. Bunun da, sivil toplum içerisinde devlete karşı baskı ku-rarak ve bu baskıyı örgütleyerek gerçekleştirilebileceğine inanmaktayız. Bu sayede, sivil toplum içindeki bağımsız kurumlar ve örgütler aracılığı ile siyasal iktidar sınırlanabilecek, kontrol edilebilecek ve meşrulaşacak-tır. Özellikle karmaşık, farklılıkları içinde barındıran, heterojen bir sivil toplumun varlığının, demokrasinin temel bir koşulu olarak (Wood, 2008: 287-301), devlet şiddeti ile toplumsal şiddeti olabildiğince azaltma yolun-da işlev görebileceğine inanmaktayız.

Keza Plato’nun devlet yönetimi ve yöneticiler kapsamında ön gördüğü yedi ilkenin en önemlisi ve aslında özü olan “toplumdaki herkesin yöne-tici olamayacağı” temel prensibinin (Pekonen, 2007: 75) aksine, Jacques Rancière (2001) toplumda her bireyin siyasetçi, siyasi lider ve çağdaş bir yönetici olabileceğine dikkat çekmektedir. Ranciere, bu temel öngörüyü siyaset ile demokrasi kavramları arasındaki yakın ve temel ilişkiye bağla-maktadır. Dolayısıyla, siyasal olana temelde siyasi partiler ve katılımcı de-mokrasi aracılığıyla katılabilen bireylerin, devletin, yönetenin ve idarenin uygulayabileceği şiddet dahil tüm olumsuzluklara ve baskılara, toplumsal alanda sivil olan ile, diğer deyişle sivil toplum ve toplumsal örgütlenme ile karşı koyabileceği, mücadele edip, devlet şiddetini kontrol edebileceği ve dengeleyebileceği düşünülmektedir. Bunun da temel itici gücü, sivil top-lumun gelişimidir.

Bu bağlamda, sivil toplum kavramı, siyaset bilimi literatüründe hem yeni toplumsal hareketlerin doğasını ve özelliğini kavramada kilit bir kavram olarak yer almış hem de demokrasi kuramlarının yeniden biçimlendiril-mesinde ve tartışılmasında önemli bir yer tutmuştur. Zira, örneğin Cohen ve Arato’ya (1992: 19-20) göre, demokratik siyasal kültürü canlı tutan şey sivil toplumun özerkliğini ve daha da demokratikleştirilmesini savu-nan toplumsal hareketlerdir. Özellikle çevre, kadın, barış, insan hakları, çocuk ve hayvan hakları, azınlık ve göçmen hakları ve benzeri bölgesel ve küresel konularda siyasal ve toplumsal olanın sergilediği her türlü şiddet, ayrımcılık ve haksızlığa karşı örgütlenen yeni toplumsal hareketler, dev-let dışında yeni iktidar merkezleri oluşturmuştur. Böylece yeni toplumsal hareketler ve hak arayışları, yurttaşlara, ulus-devlet dışında olmak üzere yönetici ve sivil egemen sınıfların uyguladığı şiddet, hegemonya ve iktidar gücü karşısında demokratik hak arayışına katılabilecekleri, taleplerini ve farklılıklarını iletebilecekleri yeni alanlar yaratmış, seçenekler sunmuştur.

Bu anlamda, günümüzde iki ana damar ideolojik perspektif tahtında bu konularda süregiden tartışmalara bakıldığında, sivil toplum kavramının, li-

Page 132: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

125Journal of Security Studies

beral-demokratik yaklaşım ve Marksist yaklaşım içinde tartışmalı bir alanı teşkil ettiği görülmektedir. Sivil toplum savunusu ya da sivil toplumculuk daha çok liberal-demokratik yaklaşım içinde yapılırken, sivil topluma ve devlet-sivil toplum ayrımına yönelik eleştiriler de Marksizm içinden te-mellendirilmeye çalışılmaktadır. Ancak özde tüm sivil toplumcu yaklaşım-lar, sivil toplumu devletin, baskının ve de doğal olarak bunlardan kaynaklı her nevi şiddetin karşısında konumlandırarak tanımlamıştır. Oysa devletin kendisi de açıklanmaya muhtaç bir kavram olduğundan, sivil toplum ta-nımlamaları da bazı belirsizlikler içermektedir (Ozan, 2012: 107).

Ancak bu konuda son kertede vurgulanabilecek şudur. Sivil toplumun devletten ayrışması veya ayrı düşünülmesi pek mümkün görülmemekte, ve hatta bu durum, tarihsel gerçekliklere ve gelişmelere ters düşmekte-dir. Zira, modern çağın gerek liberal-demokratik, gerekse Marksist siyasal rejimlerinde olsun, sivil toplumu özgürlüklerin olabildiğince gerçekleşip, devlet şiddetinin de nispeten önlenebildiği bir alan olarak görmek, zaten bu biçimi, yani her iki ana damar siyasal akımın öngördüğü ve hatta sahip ol-duğu burjuva toplumlarına özgü toplumsal yapıları sürdürmek ve yeniden üretmek anlamına gelecektir. Dolayısıyla, Marksistlerin iddia ettiği gibi, sivil toplumun devletten ayrışması bu kapsamda mümkün olamayacaktır. Bu konudaki tam ayrışmanın sonu da aslında “toplumsal devrim”ler olarak görünmektedir, diyebiliriz. Diğer deyişle, devrimlerin de, bu ayrışmanın vardığı nihai nokta oldukları akla gelmektedir.

Page 133: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 134: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

127Journal of Security Studies

KaynakçaAlthusser, L., (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf Alp, Mahmut Özışık, İstanbul: İletişim Yayınları.Arendt, H., (2014). Şiddet Üzerine, 7.b., Çev. Bülent Peker, İstanbul: İletişim Yayınları.Bakır, K., (2009). “Şiddetin Tarihsel ve Epistemolojik Temeli: Karşıtlık ve Çatışma Olarak Diyalektik”, Felsefelogos, Sayı: 37, s. 209-224.Bal, H., (2014). “Siyaset Teorisinde ‘Otorite’ Kavramı”, Turkish Studies, Cilt: 9, Sayı: 2, Winter, s. 247-255.Cohen, J.L. ve Arato, A., (1992). Civil Society and Political Theory, Cambridge: MIT. Engels, F., (1975). Anti-Dühring-Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor [Herrn Eugen Dühring’s Umwälzung der Wissenschaft, Anti-Dühring], Ankara: Sol Yayınları.Fanon, F., (2007). Yeryüzünün Lanetlileri [Les Damnes De La Tere], Çev. Şen Süer, İstanbul: Versus.Heywood, A., (2012). Siyaset Teorisine Giriş, 3.b., Çev. Hızır Murat Köse, İstanbul: Küre Yayınları.Kocacık, F., (2001). “Şiddet Olgusu Üzerine”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, s. 1-7.Ozan, E.D., (2012). “Sivil Toplum”, Haz.: Gökhan Atılgan ve E. Attila Aytekin, Siyaset Bilimi, İstanbul: Yordam Kitap, s. 99-108. Pekonen, K., (2007). “Aesthetic Tension Between Politics and Government”, Halduskultuur, Sayı: 8, s. 70-83.Rancière, J., (2001). “Ten Theses on Politics”, trans. Rachel Bowlby and Davide Panagia, Theory&Event, Cilt: 5, Sayı 3. Solok, Ö., (1996). “Önsöz Yerine”, Cogito, Sayı: 6-7, kış-bahar, s. 5-6.Somersan, S., (1996). “Şiddetin İki Yüzü”, Cogito, Sayı: 6-7, kış-bahar, s. 41-50.Ünsal, A., (1996). “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito, Sayı: 6-7, kış-bahar, s. 29-36.Wood, E.M., (2008). Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması, İstanbul: İletişim Yayınları.

Page 135: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 136: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

129Journal of Security Studies

KADININ ŞİDDETE KARŞI KORUNMASINDA ROL OYNAYAN ULUSLARARASI METİNLERİN

İNCELENMESİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Analysis of International Literature Having Role in Protection of Women Against Violence and Turkish Case

Levent KÜRBÜZ*

ÖZET: Şiddet içinde bulunduğumuz dönem itibariyle artan bir şekilde toplumun bütün katmanlarında değişik tür ve biçimlerde kendisini göster-mektedir. Güç ve baskı araçlarını kullanarak, bir kişinin veya grubun canını acıtmak, zarar vermek, tehdit etmek, öldürmek şeklinde tanımlayabileceği-miz şiddet kavramı hem uluslararası bazda hem de hem de ulusal seviyede kadın ekseni etrafında daha çok görülmektedir.

Bu çalışmanın amacı, kadının şiddete karşı korunmasında rol oynayan, insan hakları kapsamında oluşturulmuş, Uluslararası İnsan Hakları Söz-leşmesi, Birleşmiş Milletlerin konu ile ilgili yapmış olduğu düzenleme-leri, Avrupa Konseyinin almış olduğu kararları ve Türkiye’nin iç hukuk sistemindeki mevcut düzenlemeleri hukuksal bakış açısıyla incelemektir. Çalışma beş ana başlıktan oluşmaktadır. Giriş bölümünde şiddetin kavram olarak tanımı, türleri ve neden evrensel olduğu irdelenmiştir. Birinci bö-lümde kadına karşı şiddet ve olguyu doğuran sosyoekonomik ve kültürel nedenler üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde kadını şiddete karşı koru-yan Uluslararası metinler ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise Türkiye örne-ği üzerinden mevcut durum açıklanmıştır.

Sonuç bölümünde, kadını şiddete karşı koruyan caydırıcı yasalar ve düzen-lemelerin çok etkili olduğu ve vaka sayısının azalmasına pozitif katkı sağ-ladığı tespit edilmiştir. Çalışmanın yöntemi Türkiye özelinde örnek olaya (case-study) dayandırılmış ve nitel seviyede literatür taraması yaparak veri toplanmıştır.

Anahtar Sözcükler: Şiddet, Kadının Şiddete Karşı Korunması, Uluslara-rası Sözleşmeler, İnsan Hakları.

* Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü (SAVBEN) Yüksek Lisans ÖğrencisiMakale Geliş Tarihi :13.10.2015 Makale Kabul Tarihi :27.11.2015

Page 137: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

130 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

ABSTRACT: Violence is exhibiting itself increasingly in all layers of the society with in varieties and different forms in our age. The concept of vio-lence, which we can define it as hurting, giving harm, menacing and killing a person or a group, by using power and pressure apparatus, is mostly seen in the axis of women both in international and national level.

The purpose of this paper is to examine the literature having a role in the protection of women against violence, such as International Human Rights Conventions, the regulations made by United Nations, the decisions taken by the Council of Europe, as well as existing regulations within Turkish law. The study comprises five main titles. In the introduction part, defini-tion of violence as a concept, the kinds of violence are examined and ana-lyzed the violence being universal. Social-econnomic and cultural reasons causing the facts and violence aganist women, are highlighted in the first section. In the second section, the writings which deal with protection of women against violence are examined. The case of Turkey is explained in the third section.

As a result, it has been detected that, the deterring law and regulations that protecting women against violence have been very effective and provided positive contribution by reducing the number of incidents. The method of study is based on case-study in the terms of Turkey and the data were col-lected by making literature scanning in the qualitative level.

Keywords: Violence, Protection of Women Against Violence, International Conventions, Human Rights.

Giriş

Çağımızın en vebalı sorunlarından biri olarak kabul edilen şiddet toplumun her kesiminde değişik tür ve şekillerde ortaya çıkan ve giderek artan bir ivme ile işkence, savaş, çatışma, cinayet formlarında kendisini gösteren bir olgudur (Gürkan, Coşar, 2009:124). Bu olgu insanlığın var olduğu zaman diliminden itibaren toplum hayatında çok büyük maddi ve manevi hasarla-ra yol açmış, toplumun fertleri olan insanları ise büyük acıların yaşanma-sına maruz bırakmıştır. Şiddet değişik formlarda ortaya çıktığından ötürü farklı disiplinler tarafından ilgi çekmiş ve kavramsal olarak disiplinler ara-sı incelemelerin öznesi haline gelmiştir (Kesici, 2007:138).

Şiddet, hukuk, sosyal bilimler, tıp gibi değişik disiplinler tarafından araş-tırıldığından ötürü dar ve geniş anlamda çeşitli tanımları yapılmıştır.Dar anlamıyla şiddet her türlü kötü niyeti içinde barındıran, karşı tarafın özgür-

Page 138: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

131Journal of Security Studies

lüğünü kısıtlayan, insanın bedensel bütünlüğüne, malına zarar veren her türlü baskı tehdit ve fiziksel hareketlerdir (Ünsal, 1996:34). Geniş anla-mı ile şiddet ise fiziksel ve ruhsal tortuları ve insanda yol açtığı etkileri gözlemlenebilen fakat ölçülemeyen baskılardır. Türk Dil Kurumuna göre şiddet “Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik, karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma” olarak tarif edilmiştir. Bir başka ifade ile şiddeti insanlara istediğimizi yaptırtmak ve onlarda davranış değişikliği yaratmak maksadıyla baskı ve güç araçlarını kullanarak irademizi karşı tarafa kabul ettirmek şeklinde tanımlayabiliriz.

Şiddet, toplumun yapısı, içinde bulunulan zaman, kişiler arası ilişkiler, ekonomik statü, sosyal etkenler gibi farklı niteliklerden ve etkenlerden do-layı değişik sınıflandırmalara ve türlere ayrılır. Dünya Sağlı Örgütüne göre fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, kollektif şiddet, duygusal şiddet bu sınıflandırmalardan bir kısmını oluşturur.

Fiziksel şiddet kasıtlı şekilde güç kullanılarak karşı tarafın yaralanmasına, ölümüne neden olmaktır.(İncecik, 2009:4) Cinsel şiddet karşı tarafın ira-desi dışında sözel ve fiziksel olarak tecavüzü ve saldırıyı içinde barındıran zararlı bir davranış şeklidir. Ekonomik şiddet ise bireylerin para kazanma-larının engellenmesi, çalışmaları yönünde baskı kurulması ve elde ettik-leri gelirlere el konulması veyahut paradan yoksun bırakılmaları şeklinde tanımlanabilir (Erdem, 2007:56). Işıloğlu’na göre duygusal şiddet bireyi aşağılayarak, onun duygularını istismar etmek yoluyla baskı oluşturmak ve onu toplum önünde küçük düşürmektir (Işıloğlu, 2006:4). Diğer bir şid-det türü ise kadına yönelik şiddettir. Diğer şiddet niteliklerini de içinde barındıran kadına yönelik şiddet çalışmamızın bundan sonra ki omurgasını oluşturacaktır.

Kadına yönelik şiddet, insanlığın var olduğu zaman diliminden itibaren erkek tarafından eşit olmayan şartlarda bir güç ilişkisinden doğmuş ve er-kek baskı ile güç araçlarını kullanarak kadının büyük elemler ve acılar çekmesine neden olmuştur. Kadına yönelik şiddet ağır bir insan hakkı ih-lali olarak bütün dünya da toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkmış ve varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Coğrafi sınır tanımadan kültürel ekonomik ve sosyal olarak da tedbir alınmadıkça bu varlığını sürdüreceğe benzemektedir.

Kadına yönelik şiddet evrensel bir olgudur. Fakat bu şiddet türünün ev-rensel tanımını yapmak imkânsız derecede zordur. Çünkü kadına yönelik şiddet her ülkede var olmakla beraber, şiddetin boyutu, şekli, tipi ülkeden ülkeye farklılık arz etmektedir (Şener, 2011:10). Kadına yönelik en evren-sel tanım 1993 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik

Page 139: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

132 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde yapılmış ve bu tanım daha sonraki ça-lışmaların mihenk taşını oluşturmuştur. Bu tanıma göre şiddet “Kadınlara cinsel, ruhsal, bedensel acı vermek ve özgürlükten mahrum bırakmak mak-sadıyla kamuda veyahut özel hayat da uygulanan, cinsiyete dayanan tehdit etme, zarar verme, yaralama gibi eylem türleri” olarak belirtilmiştir.

6284 sayılı kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili kanuna göre ise şiddet, “Kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engel-lenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davra-nış “şeklinde tanımlanmıştır.

Giriş bölümünde kadına yönelik şiddetin tanımlarını ve türlerini inceledik ayrıca neden evrensel olduğunu ve evrensel tanımının yapılmasının çok zor olduğunu vurguladık. Bundan sonraki birinci bölümde kadına yönelik şiddetin nedenleri üzerinde duracağız.

1. Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri:

Daha öncede belirttiğimiz gibi kadına yönelik şiddet farklı disiplinler tara-fından incelendiğinden ötürü bu şiddet türünün nedenleri de farklı sebep-lere dayandırılmıştır. Bu sebeplerin başında egemenlik kurma güdüsü olsa da tek başına açıklayıcı olmaz. Fakat farklı disiplinler tarafından yapılan araştırmalar neticesinde ortak nedenin cinsiyete bağlı ayrımcılık olduğu saptanmıştır (Nuhoğlu, 2012:65). Cinsiyete dayalı ayrımcılık kadın ve er-kek arasında ki farkların ve rollerin açığa çıkartılması ve öğrenilmesi neti-cesinde erkeğin kadına nazaran çok güçlü ve üstün görülmesi ve bu sözde üstünlüğün kadın üzerinde şiddet kullanmasını meşrulaştırması olarak ifa-de edilebilir. Kadına karşı şiddetin nedenleri genel itibariyle bireysel, sos-yal, psikolojik ve sosyolojik düzeylerde ifade edilebilirler (İçli, 2013:482).

Bireysel düzey kadına yönelik olan şiddetin ailede öğrenildiğini ve genetik faktörlerle de ilintili olduğunu varsayar. Bireysel düzey savunucuları şid-detin nörolojik ve metabolik temelleri içinde barındıran bir olgu olduğunu ve bu olgunun da bulgularla desteklendiğini savunur. Aynı zamanda aile içi şiddetin kadın üzerinde derin fizyolojik etkileri olduğunu düşünür. Kadı-na yönelik şiddetin psikolojik nedenlerden de kaynaklanabileceği bireysel düzey içerisinde tartışılmaktadır. L.Walker’e göre ise kadın cinsiyet rolü ile toplumda sosyal bir varlık haline gelirken aynı zamanda şiddete maruz kalarak çaresiz olmayı da öğrenir. Çünkü şiddetle karşılaştığında onunla baş edebilecek araçları, gücü ve becerisi yoktur. Bir başka ifade ile kadının

Page 140: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

133Journal of Security Studies

çaresizliği erkeğin şiddet kullanımını tetikler ve öğrenilmiş çaresizlik kav-ramının şiddete katkıda bulunmasını sağlar (İçli, 2013:483).

Sosyal Psikolojik düzey ise sosyalizasyonun ailede başladığını savunur. Aile içerisinde şiddet ihtiva eden davranışlar kız çocuklarının gelecekte şiddet ile ilişki kurmalarında rol oynar (Dönmezler, 1984:324). Çocuğun anne babanın tasvip etmediği bir davranışı sergilemesi mukabilinde fizik-sel olarak cezalandırılması kız çocuklarının ve geleceğin kadınlarının şid-deti aile içinde öğrenmesine yol açar.

James Wiggins ise erkek tarafından kadına uygulanan şiddetin nedenlerini şu şekilde açıklar: Erkeğin istekleri kadın tarafından yerine getirilmiyor-sa (çocuk doğurma, cinsel istek), kadın erkeğinden yapılamayacak oranda çok şey istiyorsa ve erkeğin saldırganlığı başka unsurlar tarafından engel-leniyorsa erkek şiddet kullanmaya daha çok meyilli hale geliyor. Bütün bu hususları aile içe şiddete bağlamak problemi anlamamıza yardımcı olmaz. Çünkü şiddeti doğuran sosyal psikolojik faktörlerin yanında sosyolojik dü-zeyde de şiddet nedenleri incelenmelidir.

Sosyolojik şiddeti belirleyen unsurlar ekonomik durum, din, işsizlik ve kadının kocası ile ilişki modeli sayılabilir. Ekonomik faktörler kadının er-keğe bağımlı olması veyahut kadın mesleki statü olarak erkekten üstündür. İkinci durum kadını erkek için tehdit haline getirir. Birinci durumda ise erkek maddi üstünlüğünü kadına karşı bir şiddet aracı olarak kullanabilir. Ekonomik faktörler, kadının gidecek yerinin olmaması, korku gibi fak-törler kadının ilişkisini sürdürmesini sağlar ve şiddeti çaresiz bir şekilde benimser ve ataerkil toplumun savunmasız kurbanları olarak yerlerini alır-lar. Yine bir başka sosyolojik faktör olan dini baskılar ve erkeklerin işsiz olması nedeniyle kadınlar şiddete katlanırlar (Ann Hoff, 1990:32; Ritzer, 1990:196).

Kadına yönelik şiddeti açıklayan diğer unsurlar ise psikolojik, toplumsal ve biyolojik etkenlerdir. Psikolojik etkenlerin ana unsurunu kişinin çocuk-luğunda yaşamış olduğu şiddet olayları oluşturur. Aile bireylerinden birisi veyahut kız çocuğunun kendisi çocukluk döneminde şiddete maruz kal-mış ise bu şiddete tanık olan kişinin davranışlarını olumsuz yönde etkiler. Bir başka psikolojik faktör ise saldırganlık içgüdüsüdür. Freud’a göre kişi saldırganlığı davranışa dönüştürerek deşarj olur ve bu sayede enerjisini azaltarak rahatlar (Kocacık, 2003:5). Aynı şekilde çevre şiddet modellerini öğreterek bireyi psikolojik olarak etkiler. Toplumsal etkenler model ala-rak öğrenme metodunu ihtiva eder. Toplumsal etkenlerin kökeninde geç-miş deneyimler sonucu saldırgan davranışları öğrenmek, sosyal ve çevre-sel şartlar tarafından saldırganlığın teşvik edilmesi yatmaktadır (Öztürk,

Page 141: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

134 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

2010:44). Toplumsal etkenler sosyalizasyon süreci ile doğrudan ilintilidir. Kadın sosyal rollerini karı-koca, anne-baba ve çocukluk safhalarında bir sosyal grup içerisinde öğrenir ve öğrenirken de şiddettin değişik türleri-ni tecrübe eder. Biyolojik etkenler ise cinsiyet ve hormon farklılıkları ile açıklanabilir. Erkeklik hormonu saldırganlığı tetiklerken kadınlık hormonu ise saldırganlığı dizginlemektedir (Gjokaj, 2010:5). İlaç, alkol ve uyuştu-rucu maddelerde metabolizmada değişiklik yarattığı için şiddeti tetikleyen biyolojik etkenler arasında gösterilebilir.

Kadına yönelik şiddetin nedenlerini inceledikten sonra çalışmamızın ikinci bölümünde kadına yönelik şiddeti engelleyen uluslararası metinleri ince-leyeceğiz.

2. Kadını Şiddete Karşı Koruyan Uluslararası Metinler

Erkeklerin, kadınlar üzerinde bir çeşit güç mücadelesi ve egemenlik sa-vaşı ve güç mücadelesi olarak gördüğü kadına yönelik şiddet, daha çok öldürme, yaralama, tehdit cinsel istismar, tecavüz, taciz, küçük düşürme şeklinde görülmektedir. Bu kötü niyetli yüz kızartıcı davranışların sonucu olarak da kadın öz güvenini yitirme, kendisini değersiz hissetme, toplum-dan dışlanma, çalışma azmini kaybetme gibi ağır bedeller ödemektedir. Kadının uğramış olduğu bu mağduriyetler, bütün dünyada ve ülkemizde toplumsal ve evrensel bir sorun olarak ancak 1700’lerden sonra algılanma-ya başlanmış, 1900’lardan sonra ise uluslararası metinlerde detaylı olarak irdelenmeye ve düzenlenmeye başlanmıştır (Moroğlu, 2012:357).

Tarih boyunca insanlar tarafından bilinen fakat şiddet olarak algılanmayan davranışlar, 25 Kasım 1960 tarihinde, Dominik Cumhuriyet’inde Mirebal kardeşler olarak bilinen üç kız kardeşin diktatörlüğe karşı olan mücade-lelerinde tecavüz edilerek öldürülmeleri ve bu olayın trafik kazası olarak gösterilmesi insanlarda farkındalık yaratmış ve şiddetin sonuçlarını insan-lara öğretmiştir. Bu olay sonucunda 1981 yılında Latin Amerika’da her 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Hayır Günü” ilan edilmiş ve her yıl o tarihte kutlanmaya başlanmıştır. Bu tarihten itibaren de şiddet kavramı uluslararası metinlerde görülmeye başlanmıştır.

2.1. Birleşmiş Milletler Tarafından Yapılan Düzenlemeler

2.1.1. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:

10 Aralık1948’de kabul edilen kabul edilen bu beyannameye göre kadın ve erkeklerin bütün ülkelerde eşit haklara sahip olduğu açıkça vurgulanmıştır. Bu beyannamede en önemli maddeler 3 ve 5nci maddelerdir. Üçüncü mad-

Page 142: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

135Journal of Security Studies

deye göre “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği her ferdin hakkıdır” ve beşinci madde ise “Hiç kimse işkenceye, zalimce, insanlık dışı, aşağılayıcı ceza ve muameleye tabi tutulamaz” şeklinde ifade edilmiştir. Bu maddeler-den de görüleceği üzere kadın şiddete karşı koruma altına alınmış. Şiddeti içinde barındıran bütün kötü davranış şekilleri işlenmekten men edilmiştir. Beyannamenin dokuzuncu maddesi ise hiç kimsenin özgürlüğünün keyfi olarak kısıtlanamayacağına vurgu yapmıştır (Ayata, Eryılmaz, 2010:181). Bu beyannameyi kabul eden devletler ise uluslararası yükümlülük altına girmişlerdir. Bu bildirgeye getirilen en önemli eleştiri, bu ihlallerin sadece kamuda geçerli olduğu, kadınların maruz kaldığı şiddet türlerine değin-mediği, kadının özel alanda, aile içinde yaşadığı insan hakları ihlallerini içinde barındırmadığı şeklindedir.

2.1.2. Kadına Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)

Bu sözleşme kadınların insan hakları bildirisi olarak da bilinir.1979 yı-lında BM genel kurulunda kabul edilip, 1981 yılında 20 ülke tarafından onaylanarak uluslararası bir sözleşme haline gelmiştir.2009 yılında ise 186 devlet bu sözleşmeyi onaylamıştır. (Eray, 2011:180) CEDAW kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığını engelleyen, kadına karşı insan hakları ve şiddeti önleyen bağlayıcılığı olan hukuksal bir metindir. CEDAW’ın en önemli özelliği sadece devlet yetkililerini değil özel ve tüzel görevlileri de yaptığı eylemlerden sorumlu tutmasıdır. Sözleşmenin birinci maddesi kadına yönelik ayrımcılığı detaylı bir biçimde irdelemiş ve bu ayrımcılığın medeni, kültürel, sosyal ve politik formlarda olabileceğini vurgulamıştır. İkinci madde ise devletlerin yükümlülüklerine atıfta bulunarak sözleş-menin aslında en önemli kısmını ve özünü oluşturmaktadır. Bu maddeye göre devletler ulusal mevzuatlarında kadın erkek eşitliğine yer vermeli ve uygulamaların teminatçısı olmalıdır.(Acar, Arıner, 2009:19) Sözleşmenin altıncı maddesi ise kadın ticaretinin önlenmesi için devletlerin yasama or-ganları tarafından her türlü tedbirin alınması gerektiğini ifade etmektedir. On altıncı madde ise evlilik ile ilgili haklarını düzenlemiş olup, kadınla-rın serbest iradeleri ile evlenmeleri, yasalar tarafından asgari bir evlenme yaşının olması ve bunun garanti altına alınması gerektiği vurgulanmıştır. Sözleşme de aile içi şiddete vurgu yapılmamış olsa da komitelerde bu konu taraf devletlerce ele alınmıştır. Sözleşmeden doğan uygulamadaki aksak-lıkları denetlemek maksadıyla 17. Madde gereği aynı başlık altında uzman 23 kişiden oluşan bir komite kurulmuştur. Komite taraf devletlerin her dört yılda sundukları raporları inceler ve BM organlarına ve taraf devletlere görüş ve tavsiyelerini belirtir. Örneğin1992 yılında 19 numaralı tavsiye kararı ile kadına karşı şiddeti ayrımcılıkla bir tutmuş şiddeti engelleme konusunda taraf devletleri mesul saymıştır.(Salman, 2007:22)

Page 143: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

136 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

2.1.3. Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge

Bu bildirge 20 Aralık 1993’te BM Genel Kurulu tarafından ilan edilmiş olan özellikle kadına yönelik şiddeti ana tema olarak işleyen ilk insan hak-ları bildirgesidir. Oylamaya başvurulmadan kabul edilmiştir. Önceden ka-leme alınmış sözleşmelerde kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasına direkt atıf yapılmamasından ötürü bir tepki olarak hazırlanmıştır (Karın-ca, 2011:41). Bildirgenin ikinci maddesi kadına yönelik şiddet olaylarını örneklerle açıklamış ve taraf devletlere mücadele edeceği alanları açıkça göstermiştir. Bu örnekler, cinsel istismar, evlilik içi tecavüz, aşağılama, dayak, kadın sünneti, taciz, aşağılama, psikolojik, fiziksel ve cinsel şid-det türlerini de ihtiva edecek şekilde sıralanmıştır. Üçüncü maddede ise kadının her alanda yaralanması gereken insan haklarından bahsetmiştir. Özellikle, yaşam hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil çalışma hakkı, aşağılayıcı muameleye tabi tutulmama hakları vurgulanmıştır.

2.1.4. Pekin Eylem Platformu

1995 yılında Pekin’de 189 ülkenin katılımıyla kadına karşı şiddet, ayrım-cılık, kadın erkek eşitsizliği konuları incelenmiş ve ilk defa ülkeler kadın-ların toplumsal problemleri ile ilgili kanunlarda düzenleme yapacaklarını taahhüt etmişlerdir. Bu konferans daha çok kadına yönelik şiddetin önlen-mesine dair hukuki yönden tedbir alınması ile ilgilidir. Bu konferansın so-nunda Pekin Eylem Planı kabul edilmiş ve 12 sorun ele alınmıştır. Bunlar kadının eğitimi, kadının insan hakları, kadına yönelik şiddet gibi konular-dır. Platformda üç stratejik hedef belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddet ile ilgili bütünleşmiş önlemler almak, önlemlerin etkinliğini incelemek ve son olarak da kadın ticaretini önlemek ve maruz kalanlara yardımcı olmaktır (Pekin Deklarasyonu).

2.2. Avrupa Konseyinin Yapmış Olduğu Düzenlemeler

Avrupa Konseyinde 2000 ‘li yıllara kadar kadına yönelik şiddet ile ilgili herhangi bir yasa yapılmamıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2002 tarihinde verdiği tavsiye kararı ile kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili metotları detaylı bir şekilde açıklamıştır. Çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi, şiddet mağduru olan kadınların güvenliğinin sağlanması ko-nusunda düzenlemeler yapmıştır (Moroğlu, 2005:180). Avrupa Konseyi Parlamenterler Komitesi 1999 yılını Avrupa Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Yılı olarak ilan ederek üye devletlerin cinsel şiddeti önlemesi ve şiddete uğramış kişilerin korunmasını kararlaştırmıştır. Avrupa komisyonu ve par-lamentosu tarafından kabul edilen DAPHNE programıyla şiddet en geniş

Page 144: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

137Journal of Security Studies

anlamıyla tarif edilmiştir. Böylece tecavüz, aile içi şiddet kadın ticareti hepsi birden cinsiyete dayalı şiddetin bir parçası olarak kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi 2006 yılında kabul ettiği 1512 numaralı tavsiye kararı ile kadının şiddete karşı korunması gerektiği ve yargıçların da bu konuda eği-tilmesinin şart olduğunu öne sürmüştür.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi 2006 yılı 13 sayılı kararı ile şiddetin kaynağını kadın erkek eşitsizliğinde aramaktadır ve bu sorunun coğrafya, yaş, ırk, etnik kökenle bağlantılı olmadığını ve her türlü toplumda ortaya çıkabileceğini belirtmiştir. Bu sorunla mücadele etmek için de şiddetin kö-kenin araştırılmasının, mağdurların korunması, yasal düzenlemeler yapıl-ması, sivil toplum örgütleri ve medyanın bu konuya destek vermesinin şart olduğu sayılmıştır (Karınca, 2011:199).

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 11 Mayıs 2011 tarihinde “Kadına Yö-nelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” İstanbul Sözleşmesi adı altında 18 ülke tarafından imza-lanmış fakat Türkiye haricinde hiçbir ülke onaylamamıştır. Bu hukuksal metin yaptırım gücü olan ilk sözleşmedir. Sözleşme kadına karşı şiddeti insan hakları ihlali olarak kabul etmiş ve bağımsız bir denetim mekaniz-ması kurmuştur. Sözleşme tüm kadınları medeni halini önemsemeden şid-detten korunmasını içermekte ve cinsel ayrımcılığın önlenmesine vurgu yapmaktadır. İzleme mekanizması sözleşmenin yaptırım gücünü artırmak için kurulmuştur (Moroğlu, 2012:368).

AİHS, insan hakları ve özgürlüklerin devletlerce korunması için 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanmış ve 1953 yılında yürürlüğe girmiştir. İnsan haklarının uygulanmasını denetlemek maksadıyla da Strazburg’da AİHM kurulmuştur. AİHS mevcut denetim mekanizması ile mevcut söz-leşmelerin en yaptırımlı ve etkili olanıdır. Bu sözleşmenin ikinci maddesi herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır diyerek kadını koruma altına almıştır. 3. Madde ise hiç kimsenin işkence ve insanlık dışı, onur kırıcı davranışlara maruz kalamayacağına vurgu yapmaktadır.

3. Türkiye’de Kadını Şiddete Karşı Koruyan Ulusal Metinler

Uluslararası alanda ki kadını şiddetten korumaya amaçlayan hukuksal metinler ulusal düzlemde ülkemiz için her anlamda kadını korumak adı-na hem örnek alınmış hem de itici güç olmuştur. Türk toplumunda şiddet kanıksanmış, ailede, okulda, işyerinde nerdeyse olağan hale gelmiştir. Bu olağan hal özdeyişlerimize ve söylemlerimize yansır hale gelmiştir. Baba-nın vurduğu yerde gül biter, kızını dövmeyen dizini döver, kadının karnın-dan sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin gibi özdeyişler sosyo-kül-

Page 145: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

138 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

türel olarak şiddetin Türk toplumunda var olduğuna işaret etmektedirler. Devletimiz de kadına dayalı şiddete dayanan toplumsal ve ailesel çözülme-lerin önüne geçmek ve toplumsal çöküşü hızlandıran problemleri önlemek adına hukuksal boyutta yasalar ve düzenlemeler yapmıştır. Şimdi sırasıyla bu metinleri irdeleyelim.

3.1. 1982 Anayasası

Türk Hukuk sisteminde normlar hiyerarşinin en üst tepesinde bulunan yasa,1982 anayasasıdır. Anayasamız ikinci maddesinde genel esaslar bö-lümünde insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğunu vurgulamak-tadır. Erkeğin kadına şiddet uygulamasının bir nedeni de erkeğin kendini kadından üstün görmesidir. Bu nedenle anayasanın 7 Mayıs 2004 yılında çıkartılan 10. Maddesine göre “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin hayata geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” (T.C. Ana-yasası, 4) diyerek bu problemin çözülmesi için en üst noktada kadını erke-ğe karşı korumuştur. Yine 17. Maddeyle “Kimseye işkence ve eziyet yapı-lamaz kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” diyerek sadece kadını değil her vatandaşımızı şiddetten korumuştur. 50. Maddeye göre ise “Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar” kadınların çalışma şartları koruma altına alınarak ekonomik ve psikolojik şiddetin önüne geçilmiştir. (T.C. Anayasası, 26) Anayasanın 40. Maddesi ailenin korunması başlığı altında, devletin ana ve çocuğu koruması için gerekli sorumluluğu ve tedbirleri alması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

3.2. 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun

Türkiye’de ilk kez aile içi şiddet kavramı hukuksal metinlerde 1998 yılın-da yapılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair yasada yerini almıştır. Aslında yasa yapılırken hedeflenen amaç ailenin korunması adı altında ka-dının ve çocuğun korunmasıdır.(Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı, 11) Bu kanuna kadınları sadece eşlerinden değil aynı zaman-da kayınvalide, kayınpeder, amca, dayı gibi yakın aile bireylerine karşı da korumaktadır. Bu yasa hâkime kadınların korunması adına çok büyük yetkiler vermiştir. Bu bağlamda kadın kolluk birimlerine müracaat ettiğin-de, durum Cumhuriyet başsavcısına bildirilmekte, savcı da aile mahke-mesinden tedbir talep edip kadını koruma altına almakta idi. Bu koruma ise sadece altı ay ile sınırlı idi (Başbakanlık Statüsü Genel Müdürlüğü, 2008:Md 14). Hâkimin kullanabileceği yetkiler ise kusurlu eş ya da aile bireyinin uyarılması, evden uzaklaştırılması, işyerine yaklaştırılmaması, iletişim araçları ile rahatsız edilmemesi, eşin silahını teslim etmesi gibi tedbirleri içermekte idi.

Page 146: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

139Journal of Security Studies

Bu kanun 2007 yılında değişikliğe uğrayarak, kapsamı genişletilmiş ve uygulanması ile yönetmelik 2008 yılında çıkartılmıştır. Fakat uygulama-lardan doğan bir takım aksaklıklar nedeni ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının katkısıyla da 20 Mart 2012 ‘de 6284 sayılı Ailenin Korunma-sı ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiştir.

3.3. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun

Bu kanun bir önceki kanunun mevcut yasal düzenlemelerde ki yetersizliği ile cinayet ve şiddet olaylarında ki artıştan dolayı 20.03. 2012 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 23. Madde ile beraber 4320 sayılı kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Yasanın en önemli özelliği 242 kadın örgütünün “Şiddete Son Platformu” adı altında yaptıkları çalışmaların yasanın hazırlanış ama-cına ve muhtevasına katkı sunmasıdır. (Şener, 2012:2) Bu kanunu 4320 sayılı kanundan ayıran en önemli özellik ise sadece evli kadınları değil şiddete uğramış veya uğrama olasılığı bulunan tüm kadın ve çocuklarla il-gili düzenlemeleri, usul ve esasları kapsamasıdır. Aynı zamanda bir önceki yasadan farklı olarak hem önleyici hem de koruyucu tedbirleri ele almıştır. Yasa kısaca kadınları, çocukları ve aile bireylerini korumaktadır. Kanunun uygulanmasında özelikle anayasa ve İstanbul sözleşmesi ve diğer ulusla-rarası hukuksal metinler esas alınmıştır. Yasada şiddet cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ve insan hakları ihlali olarak ele alınmıştır. Yasa kapsamında yedi gün 24 saat esasına göre şiddet önleme ve izleme merkezleri kurulma-sı yasaya dâhil edilmiştir. (Md.2)

Yasanın diğer bir özelliği ise koruyucu tedbirlere ilişkin olarak hâkimin verdiği kararların yanında mülki amire de bazı tedbirleri alma yetkisi ver-mesidir. Bu yetkiler şiddete maruz kalan kişiye barınma sağlanması, psiko-lojik rehberlik ve danışma hizmeti verilmesi gibi yetkilerdir. (Md. 3) Ayrı-ca koruyucu tedbir uygulanması için de şiddetin uygulandığına dair delil veya belge ilgili yasanın sekizinci maddesine göre aranmamaktadır. (Md. 8) Diğer önemli bir nokta ise bu yasa ile birlikte ilköğretim ve ortaöğretim müfredatına kadın erkek eşitliği, kadının insan hakları ile ilgili derslerin konulacak olmasıdır.(Md.16)

3.4. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu

Medeni Kanun insanın ölümünden sonraki miras ilişkilerini bile düzenle-yen kadın ve çocukların haklarını koruyan ve çok önemli hüküm ve esaslar içeren hukuksal bir metindir. 22 Kasım 2001 de birçok değişikliğe uğraya-rak tekrar yürürlüğe giren bu kanun kadın erkek eşitliğini daha ileri bir dü-zeye taşıması, kadının toplum ve ev içerisinde statüsünün güçlendirilmesi

Page 147: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

140 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

bağlamında kadını şiddete karşı korumaktadır. Medenin kanunun 23 ve 24. Maddeleri kimsenin özgürlüklerden vazgeçemeyeceğini ve başkasının özgürlüğünün de hukuka aykırı olarak sınırlanamayacağını düzenlemiştir.

Medeni Kanunumuz evlilikle ilgili hususları düzenlemiştir. 149 ve 150.maddelere kimse zorla evlendirilemez, kadınlar evleneceği kişiyi kendileri seçmeliler hükmü konulmuştur. Aynı maddelere göre zorla hileyle yapılan evlilikleri iptal ettirebilmek için evlendikten beş yıl içinde dava açılabilir. Aynı şekilde eski kanunda yer alan aile reisi kocadır hükmü değiştirilerek 186 maddeye göre “Evlilik birliğini eşler beraber yönetirler” hükmü ka-nunlaşmıştır.

Kadınlara yönelik ekonomik şiddetin engellenebilmesi için Medenin Ka-nun 192. Maddesinde eşlerinin meslek ve iş seçme özgürlüğünü düzenle-miştir. Bu kanun maddesine göre eşler meslek ve iş seçerken diğerinden müsaide almak zorunda değildir. Fakat bunu yaparken evlilik birliğinin huzur ve yararını göz önünde tutması gerekir ibaresi yasada yer alarak bir şekilde bu özgürlük bir anlamda daraltılmıştır. Kadınlar aynı zamanda 161. Maddeye göre psikolojik şiddet olarak kabul edilen erkeğin yaptığı zinaya karşı boşanma davası açabilir.

Sonuç

Kadına yönelik olarak yapılan araştırmalar ve okuduğumuz kaynaklar gös-teriyor ki şiddet sadece fiziksel olarak değil, ekonomik psikolojik, kollek-tif olarak türlere ayrılmakta ve kadın her defasında bu şiddet türlerinden birisine maruz kalmaktadır. Toplumda şiddeti doğuran o kadar çok neden vardır ki bu sebeplerin başında erkeğin ataerkil bir dokuda yetişmesi ve kendini kadın üzerinde egemen görmesi, şiddetin aile içinde öğrenilmesi, kadının ekonomik bağımsızlığının olmaması, cinsellik gibi nedenler gelir. Burada üzerinde durulması gereken husus şiddetin nasıl önlenmesi gerek-tiği ve hukuksal anlamda neler yapılması gerektiğidir.

Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik olarak bazı tedbirlerin alınması ge-rekmektedir. Öncelikle şiddetin toplum hayatına olan olumsuz etkileri ile ilgili olarak görsel ve yazılı medya yoluyla toplumun bireylerine farkında-lık kazandırılmalıdır. Kadın kuruluşları, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve hukuk baroları kadınları şiddet konusunda eğiten konferanslar vermeli, bilgilendirme toplantıları yaparak ilgili kanun maddelerini anlatmalıdır. Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında hukuksal anlamda ulusal ve ulusla-rarası arenada haklarını nasıl aramaları gerektiği hukuk baroları tarafından devlet birimleri eşgüdümünde anlatılmalıdır.

Page 148: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

141Journal of Security Studies

Bu konuyla ilgili başka bir husus ise, kadına karşı şiddet ancak sağlık, adalet, kolluk gibi devlet birimlerinin realist uygulamaları ve sivil toplum, medya ve özel sektör gibi yapıların ortak çalışmaları, eşgüdümleri ve uzun soluklu mücadeleleri sonucunda meyvesini verebilir. Bu birimlerin en önemli görevleri ise kadına karşı şiddetle ilgili olarak toplum bireylerin-de olumlu manada davranış değişikliği yaratmak olmalıdır. Bu amaç için insanlar eğitilmeli, kadınlara karşı olan kalıplar ve önyargılar yıkılmalı ve şiddetin bir kader olmadığı bilinci tüm fertlerde özellikle de kadınlarda artırılmalıdır.

Kadına karşı şiddetin önlenmesi ilgi vurgulanması gereken en önemli nok-talardan bir tanesi de 6284 sayılı kanunla kurulması gereken sığınma evleri veyahut konuk evleri meselesidir. Nüfusu 50000 olan belediyelerde konu-kevi açma belediye kanununca zorunludur. Özellikle baba ve koca daya-ğından kaçan kadınların ve kız çocuklarının bu konuk evlerine sığınmaları ve hizmet almaları devletin bu mağdurlara şefkat elini açması açısından önemlidir. Şiddeti önleme ve izleme merkezleri ise kanun kapsamında her ilde faaliyete geçmelidir.

Sonuç olarak yukarıda saydığımız bu hususların uygulanması ancak ka-nunlarla ve bu kanunların etkin bir şekilde uygulanması ile mümkündür. Kadına karşı şiddeti önleyen en önemli metinler 1982 Anayasası, 4320 Sa-yılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 4721 Sayılı Türk Me-deni Kanundur. Kadını şiddete karşı koruyan caydırıcı yasalar ve düzenle-melerin çok etkili olduğu ve vaka sayısının azalmasına pozitif katkı sağla-dığı gözlenmektedir fakat yeterli değildir. Bu kanunların uygulanmasında adalet kurumuna ve kolluk kuvvetlerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Kadınlar ise haklarını aramak adına bu kanun maddelerini bilmeli ve bu konuda eğitilmelidirler.

Page 149: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 150: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

143Journal of Security Studies

KaynakçaArtun Ünsal, (1996) , “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito Dergisi, s. 6-7, s. 29-36Acar Feride, Arıner Hakkı, (2009), “Kadınların İnsan Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, İçişleri Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 19Ann Hoff, Lee, (1990), BatteredWomen As Survivors, Routledge Pub, New YorkDönmezler, Sulhi, (1984), Krimonoloji, Filiz Kitabevi, İstanbulDünya Sağlık Örgütü, (2002), “Şiddet ve Sağlık Üzerine Dünya Raporu”, GenovaErdem, Mehmet, (2007), “Aile İçi Şiddet ve 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, s. 56Feray, Salman, (2007), “Türkiye’ de Ayrımcılık Uygulamaları, Mağdurlar ve Uzmanlar Anlatıyor” Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Yayını, s. 22Gjokaj, Elona, (2010), “Kadın ve Şiddet: Arnavutluk Örneği”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Ana Bilim Dalı Basılmamış YL Tezi, s. 5Gökçeçiçek Ayata, Dilek Sevinç, Öder Bertil, (2010), Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama, İstanbul Üniversitesi Yayınları, s.181Gürkan Özlem, Coşar Fatma, (2009), “Ekonomik Şiddetin Kadın Yaşamındaki Etkileri”, Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanat Dergisi, s.124Işıloğlu, Barış, (2006), “Anksiyete ve Depresyon Tanısı ile İzlenen Evli Kadınlarda Aile İçi Şiddetin Sosyodemografik Faktörler, Çift Uyumu ve Hastalıklar İlişkisi”, İstanbul, s.4İçli, Tülin Gülşen, (2013), Kriminoloji, Ankara, s. 482İncecik, Yeşim, (2009), “Eş Şiddeti ve Aile Hekimliği”, Turkish Journal of Family Medicine and Primary Care, c.3, s.4Karınca, Eray, (2011), Kız Doğran Analar-Kadının Eş Şiddetinden Korunması, Bilgi YayıncılıkKocacık, Faruk, (2003), Aile İçi İlişkilerde Kadına Yönelik Şiddet ve Türkiye’den Örnekler, Afyon, s. 5Kesici, M. Rauf, (2007), “Yoksulluk Şiddet Döngüsünün Sosyal Politika Açısından Analizi”,

Page 151: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

144 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Çalışma ve Toplum Ekonomi ve Hukuk Dergisi, c1.3 s.138Moroğlu, Nazan, (2012), “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Mart, s. 357Moroğlu, Nazan, (2005), “Uluslararası Belgelerde Kadın Erkek Eşitliği”, İstanbul Barosu Yayınları, s. 179-193Nuhoğlu, Ayşe, (2012), “Kadına Yönelik Şiddet”, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, c.8, İstanbul, s.65Öztürk, Emine, (2010), Türkiye’de Aile Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri, İstanbulRitzer, George, (1990), Social Problems, Random House, New YorkPekin Deklarasyonu, https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/pekin.pdf, (E.T 15 Eylül 2015)Şener, Ekin Bozkurt, (2011), “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddeti Önlemede 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve Değerlendirilmesi”, T.C Başbakanlık, Ankara, s.10Şener, Ülker, (2012), “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Ne Getiriyor”, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Değerlendirme Notu, s.2Türk Dil Kurumu,(1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s.2093http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.11997&sourceXmlSearch=&MevzuatIliski=0, (E.T, 16 Eylül, 2015), Ailenin Korunmasına Dair Yönetmelikhttp://www.kadinininsanhaklari.org/kadinin-insan-haklari, (E.T, 18Eylül2015)http://dos.ku.edu.tr/sites/dos.ku.edu.tr/files/brochures/tr/cinsel_siddet.pdf, (E.T,20 Eylül, 2015)http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/01/20130118-2.htm, (E.T, 25 Eylül, 2015), 6284 Sayılı Kanun

Page 152: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

145

TERÖRİZM: TANIM(LANAMAMAS)I, TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ, ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ VE

MÜCADELE YÖNTEMLERİ

Terrorism: (in-)Definability, Historical Change and Transformation, Stance in International Law and Methods of

Fighting Against It

Yakup Şahin*

ÖZET: Bu çalışmada 1960’larla birlikte uluslararası sistemin güvenliği-nin önemli sorunlarından birisi haline gelen “terörizm” konusu tartışıla-caktır. 1960’larda hız kazanıp 11 Eylül saldırıları sonrası uluslararası iliş-kilerin ana konusu haline terör tartışmaları, ülkemiz için de kritik önem taşımaktadır. Gerek içinde yaşadığı coğrafya gerekse de uzun yıllardan beri ASALA, DHKP-C, Hizbullah, El Kaide ve PKK gibi pek çok terör örgütü ile yaptığı mücadele göz önüne alındığında konunun Türkiye için taşıdığı hayati önem daha iyi anlaşılabilir. Çalışmada öncelikle terörün tanım(la-namamas)ı ile ilgili genel tartışmalara değinilecek, ardından uluslararası hukukta terörün yeri anlatılacak, sonrasında ise terörün nedenleri, terör tür-leri ve tarihsel seyri ile çözüm yolları tartışılacaktır. Tek bir kaynağa bağlı kalmak yerine çapraz okumalar üzerinden terör konusundaki farklı tezler de gösterilmeye çalışılacaktır. Terör konusu çok geniş bir alan olduğundan sadece önemli noktalara değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Şiddet, Terörizm, Terör ve Uluslararası Hukuk, Terör Tarihi, Terörle Mücadele ve Çatışma Çözümü

ABSTRACT: In this study, “terrorism”, which has been one of the crucial problems of the security of the international system since 1960s, will be scrutinized. Significantly picked up in 1960s, debates, arguments, cases and studies on terrorism have become the main issue in international rela-tions since 9/11 attacks. This issue is also very important for our country. Not only because of its geographical stance, but also Turkey has fought for long years against terrorist groups like ASALA, DHKP-C, Hezbollah, al-Quade, and PKK. Therefore, the significance of the issue for Turkey could be understood within a broader perspective. In this study; firstly,

* Araştırma Görevlisi, Polis Akademisi, [email protected] Geliş Tarihi :12.10.2015 Makale Kabul Tarihi :09.11.2015

Page 153: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

146 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

general debates/arguments regarding (in-)definability of terrorism will be scrutinized; and, secondly, the position that terrorism partakes in law will be underlined. Finally, the causes, types and history of terrorism as well as ways of resolution to the issue will be highlighted. Instead of depending on one particular source, different theses from various sources about terrorism issue will also be underlined. Because the issue is a very broad concept only the main points will be discussed.

Keywords: Violence, Terrorism, Terrorism and International Law, History of the Terror, Fight Against Terror, Terror and Conflict Resolution

1.Terörizmin Tanımı

Latince terrere sözcüğünden türetilen terör, dehşete düşürmek, yıldırmak, korku salmak ve saldığı korku yolu ile etki uyandırmak anlamlarında kul-lanılmaktadır. Aynı kullanım Arapça ’da ise tedhişçiliğe tekabül etmekte-dir (Başeren,2008:2-3).Türk Dil Kurumu tarafından terör yıldırma; terö-rizm ise “siyasi bir amaca ulaşmak için yıldırma hareketlerini düzenli bir biçimde kullanmak olarak tanımlanmaktadır. Terörizmde bir taraftan şid-det aracılığı ile korku ortamı yaratılırken, diğer taraftan da siyasal amaçlar üzerine kurgulanmış sistematik, örgütlü ve sürekliliği olan strateji anlayışı vardır (Wilkinson,2002:142). Terörizm, ölüm ve korku çerçevesinde hu-zursuzluk yaratmayı amaçlayan (Heywood,2013:341)1 siyasal bir şiddet türüdür.2 Ancak her şiddet türü terör değildir. Terörden bahsedebilmek ve siyasal amaçlara ulaşabilmek için örgütlü, sistematik ve sürekliliği olan terörist eylemlerin strateji olarak benimsenmesi gerekmektedir(Başeren,2008:s.7-8). Ayrıca, terörizmde “mağdur”, motivasyon, politik amaçlar içe-ren kasıt ve şiddet ya da şiddet kullanılması bulunmalıdır.3 Dolayısıyla da uluslararası hukuk bakımından terörizm değerlendirilmesi yapılabilmesi için (daha çok da sivillere dönük) öldürme, yaralama, işkence, deniz ya da hava araçlarının kaçırılması, adam kaçırma, rehin alma gibi şiddet eylem-lerinin olması beklenmektedir(Öktem,yy:138-140). W. Laquer gibi kimi

1 Sertaç Hami Başeren bu durumu “Terörizmde fiil semboliktir. Yani terörizm, bir kişiyi öldürüp milyonları korkutarak onların siyasal tercihlerini etkilemektir” sözleri ile açıklamaktadır. Sertaç Hami Başeren: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Ali Tarhan, (ed.), Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, 2002 s. 186.2 Terörizmden daha kapsayıcı bir kavram olan siyasal şiddette kitleler örgütlü biçimde siyasal istikrarı yok etmek, yıkmak ya da değiştirmek amacı ile başvurulan bir yöntemdir. Mesut H. Caşın, Uluslararası Terö-rizm, Ankara, Nobel Yay., 2008 s. 1243 Mağdurlar, teröristlerin hedefe zarar vermek için başvurdukları terör yöntemlerinden en çok zarar gören-lerdir. Terör Mağdurları, teröristlerin mesaj vermelerindeki araçlardır. Tartışmalı olmakla birlikte uluslararası hukukta mağdur sivillerdir, güvenlik birimlerine dönük saldırılar savaş hukuku kapsamında değerlendirilme-ktedir, ancak iç hukukta tüm saldırılar terör kapsamında değerlendirilmektedir. Terörün motivasyonu ideolo-jik, dinsel ya da etnik temelli olabilir, terör yolu ile iktidara gelme, bağımsızlık kazanma, sosyal ve siyasal değişikler amaçlanırMurat Saraçlı, “Uluslararası Hukukta Terörizm”, Gazi Ün. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1-2, 2007, s. 1064-1065

Page 154: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

147Journal of Security Studies

uzmanlar ise genel terör tanımının yapılmasına karşı çıkarak, terörün kar-maşık bir olgu olduğundan bahsederek kolay bir tanım yapılamayacağını söylemektedirler(Laquer, 2002:99).

Terörist eylemlerin, çok küçük bir kaç istisna dışında, doğaçlama yapıl-dığı söylenemez, yapılan eylemin kişi ya da gruplarca önceden ayrıntılı biçimde özenle hazırlanarak, bir amaç için yapılmış olduğu görülmektedir. Korku, umutsuzluk yaratma amacı, terörizmin ana amaçlarından birisidir. Bu yönü ile de bir nevi psikolojik bir savaş türüdür denilebilir(Wilkin-son, 2002:144)4. Terörist eylemlerin çoğunun mağdurları, doğrudan bi-rey olarak hedef alınmaktan ziyade, sembolik olarak seçilmektedir(Ök-tem,yy:136-138). Ancak zaman içerisinde terörün değişen karakteristiği ile birlikte hedeflerinin de değişebildiği unutulmamalıdır. Genel terör literatürü terörizmdeki şiddetin siyasal amaçlarla yapılmış olması, terö-rizmi mafya benzeri örgütlerin uyguladıkları şiddet yönteminden ya da kriminal suçlardan ayırdığını yazmaktadır(Jenkis,1998:1-58)5. Köktenci bazı terör örgütleri dışındaki terörist eylemlerde amaç; mağduru tamamen yok etmek değildir, mağdurun üyesi olduğu grup üzerinde korku ve dehşet yaratmak, böylelikle de normal yollarla ulaşılması zor olan hedeflere ulaş-mak amaçlanmaktadır.

Kimi bazı uzmanlar ise teröristlerin amacının korku yaratmaktan ziyade, belirli bir plan ve mantık çerçevesinde seçilmiş hedeflere stratejik ey-lemde bulunmak olduğunu ve bunun korkunun çok ötesinde mantıki bir açıklaması olacağını düşünmektedirler(Shultz,1990). Terörizmde devlet otoritesi ile toplumun bağı ve güven ilişkisi bozulmaya uğraşılarak, devlet yerine örgütün gücü hissettirilmeye çalışılır ve halktan destek ve sempati toplamak amaçlanmaktadır(Caşın,2008:293). Teröristler amaçlarına başka yollarla ulaşamayacaklarından dolayı terör yöntemlerini çare olarak görür-ler. Böylelikle hem daha çok etki uyandırırlar, hem intikam almış olurlar hem de var olan iktidarı sarsmış olurlar. Kamuoyunun tepkisini çekerek çaresizlik ve korku ortamı oluşturmaktadırlar. Ayrıca teröristler gerek ide-olojik ve siyasal amaçları -terörist hareketin üyeleri politik amaçlar için hareket ettikleri iddiasından dolayı-(Caşın,2008:412) gerekse de psikolo-jik durumlarından6 ötürü kendilerini asla suçlu olarak görmemektedirler. Amaç, kamuoyunda oluşacak ümitsizlik ve korkudan dolayı gerilimi düşü-recek herhangi bir çözüme (ve dolayısı ile de terörist taleplere) razı gelin-mesidir(Güzel,2002:17).

4 Terör konusunda uzman isimlerden olan L. Richardson “Bütün mesele fiziksel eylemin gerçek boyutundan çok daha büyük bir psikolojik etki yaratmaktır” demektedir. Aktaran Jonhatan Powell, a.g.e., s. 355 Ayrıca daha ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/papers/2008/P5261.pdf ( erişim tarihi 05.07.2015)6 Bakınız: Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemlerinde Geniş Gruplar ve Li-derleri, çev. Özgür Karaçam, İstanbul, Okyanus Yayın, 2005

Page 155: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

148 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Çaresizlik ve korku durumu kamuoyunu herhangi bir çözüme razı eder-ken, bir taraftan da siyasi otorite üzerinde baskı oluşturacaktır(Wade ve Reiter,2007:324). Terör konusunda son dönemde yapılan bazı çalışmalar, küreselleşmenin de etkisi ile örgütlerin uluslararası bağlantıları olmadan var olamayacaklarına istinaden artık terörün uluslararasılaştığının altını çizmekte, terörün uluslararası unsurunun bir zorunluluk olduğundan bah-setmektedirler. Önceki bölümlerde gösterildiği üzere, yapılan terör tanım-larında sürekli siyasal saiklerle yapıldığı, benzer şiddet uygulayan kriminal akımlardan farkının da bu olduğu söylenmektedir.7 Ancak ayrıntılı biçimde incelendiğinde kimi terör örgütlerinin üyelerinin doğrudan dinsel saiklerle bu tür eylemlere giriştikleri görülmektedir. Bu yüzden de kimi uzmanlar terörün siyasal nedenlerle tanımlanmasına, sembolik hedeflere yönelmesi ve düşman olarak devletin görülmesine yönelik genel kabule karşı çık-maktadırlar. Kimi terör örgütlerinde amaç, rakip ya da düşman gördükleri grupların davranışlarını etkilemek ya da sindirmekten ziyade onları doğru-dan yok etmek olabilmektedir(Laquer,2002:97). Terörü bir yöntem olarak seçenlerde, hedeflere karşı “biz” ve “onlar” ayrımının yapıldığı görüldüğünden(Arıboğan,2005:124-130), karşı tarafın tamamen yok edilmesi amaç olabilmektedir. Bunun için Avrupa’daki ırkçı terör örgütleri ya da IŞİD gibi örgütler örnek olarak gösterilebilirler. Ancak bu eylemlerin sonuçla-rı, makro ölçekte düşünüldüğünde, dolaylı da olsa içerisinde yine siyasal amaçları barındırmaktadır. Buradan hareketle hem terör örgütlerinin amaç-ları hem de değişen şartlar düşünüldüğünde, eylemin tek bir saikle yapıla-cağını söylemek yerine siyasal saiğin daha belirleyici olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

2.Terörizmin Tarihi

Terör tartışmaları 1960 ve 1970’lerde uluslararası gelişmelerin etkisi ile hız kazanmıştır. Sömürgecilik karşıtı hareketler, marjinal solun yükseli-şe geçmesi, yeni kurulan devletlerin iç sorunlarının uluslararası toplumu ilgilendirir olması ve terör faaliyetlerinin uluslararasılaşmasıyla terör ko-nusu toplumların gündemine girmeye başlamıştır. ASALA, Aydınlık Yol, Baader-Neinhof, ETA, TaC, 17 Kasım, PKK Kızıl Ordu Fraksiyonu, Kara Eylül gibi örgütlerin kuruluşu da 1960 ve 1970’lere dayanmaktadır. Ancak terör konusunun küresel siyasetin birincil meselesi olması ve uluslararası güvenliği tehdit eden ana unsur haline gelmesi 11 Eylül 2001 saldırıları ile olmuştur(Öktem,yy:134). P. Wilkinson, W. Laquer Y. Alexander gibi isimler terörün Batıyı tehdit ettiğini iddia ederken, N. Chomsky, A. Geor-ge, R. Falk gibi kimi isimler de (Batı merkezciliğe karşı çıkarak) terörün

7 Paul Wilkinson, “Trends in International Terrorism and the American Response”, Lawrence Freedman, Christopher Hill, Adam Roberts, R. J. Vincent, Paul Wilkinson ve Philip Windsor, (Eds), Terrorism and International Order, The Royal Institute of International Affairs, Routledge, 1988, s. 38

Page 156: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

149Journal of Security Studies

daha çok devlet terörü olduğu ve ABD ile İsrail’in neden ve destek olduğu eylemlerden oluştuğunu savunmaktadırlar(Güzel,2002:62-63).

Terörizmin tarihi kimi kaynaklarda ilk insanlara, Kabil’in Habil’i öldür-mesine, Antik Yunan’a, Siccariler’e (Hançerliler), Hindistan’da Thugee-ler’e(Heywood,2013:12), Roma İmparatorluğuna ya da Hassan Sabbah’ın Haşşaşi tarikatına kadar götürülmektir. Terörizmin tarihi ile dönüşümü konusunda farklılıklar8 bulunmasına rağmen terörizmin modern anlamda ilk kez Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Dev-rim ve devrimin korunması sürecinde sistematik biçimde şiddet, baskı ve korku politikası izlenmiş, binlerce muhalif ölüm, işkence ve baskılara ma-ruz kalmıştır(Güzel,2002:7). Terörizmin tarihsel seyri konusunda en çok kabul gören sınıflandırma David Rapaport’un yaptığı, Anarşist (1979-1914 arası), bağımsızlıkçı (başka bir ifade ile self determinasyoncu anti-kolon-yal hareketleri kapsayan ve 1960’lara kadar süren dönemi), devrimci (baş-ka bir ifade ile de Marksist-Leninist sol grupların 1960-1989) ve dinsel (sonrasında küresel terör olarak adlandırılan 1979 İran İslam Devrimi ile başlayıp 11 Eylül saldırılarının ardından alevlenen) dört ayrı dönemle sı-nıflandırılmasıdır(Rapoport,2003:36-53).9 Yalnız burada vurgulanması ge-reken önemli nokta, her ne kadar Rapaport dört ayrı dönem sınıflandırıl-masına gitmişse de, bu sınıflandırma içinde keskin ayrımların olmadığıdır. Yani anti-kolonyal terör dönemi yaşanırken bu dalga kimi yerlerde Mark-sist-Leninist akımlardan da destek alabilmiş ya da global dönem yaşanır-ken kimi yerlerde de devrimci ya da ayrılıkçı terör olarak tezahür etmiştir. Bazı terör örgütleri eklektik bir özellik göstermiş başka inanç ya da ideo-lojilerden de beslenmiştir. Örneğin, ayrılıkçı hareketlerde milliyetçilik ve sol ideolojinin iç içe olduğu açıkça görülebilmektedir. İŞİD terörü ile Arap Baharı sonrası Ortadoğu’da terör aracılığı ile yaşanan vekâlet savaşları (proxy wars) modern teröre ilişkin yapılan tanımları ve kategorizasyonları değiştirmiştir. İlerleyen dönemlerde bu konunun daha yoğun tartışılacağını söylemek mümkündür.

8 Tarihin en eski dönemlerden beri terörün bir yöntem olarak kullanılmasına ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bakınız; Türkiye ve Terörizm, Türkiye Barolar Birliği Raporu, Ankara, 2006, s.25-134; Sertaç Başeren, 2002, s.79 Ayrıca daha ayrıntılı bilgi için bakınız; David C. Rapoport, 2003. “The Four Waves of Modern Terrorism. In Attacking Terrorism” – Elements of a Grand Strategy”, Audrey K. Cronin and James M. Ludes. (ed.) Wash-ington, DC: Georgetown University Press.

Page 157: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

150 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

3.Dört Terör Dalga Teorisi10

3.1.I. Terör Dalgası

Çarlık Rusya’sında ortaya çıkan I. Terör dalgası anarşizm üzerine inşa edilmiş ve anarşizm propagandası yapmıştır. Rus yazarlar Nechaev, Baku-nin ve Kropotkin tarafından geliştirilen ideolojik ve stratejik doktrinlerin anarşist dalganın arkasındaki önemli unsurlardan biri olduğu söylenebi-lir.11 Amaçlarına ulaşmada kitap ve söylemin tek başına yeterli olmayacağı ve devrimin savaş ile geleceği iddiasında bulunmuşlardır. I. Terör dalga-sının hızla yayılması ve etkili olmasında Rusya’daki iç gelişmelerin ya-nında “İletişim” ve “Ulaşım” araçlarının (o dönem için telgrafın icadı, günlük gazeteler yaygınlaşması ve tren yollarının genişlemesi) gelişmesi de etkili olmuştur. İletişim ve ulaşım araçları ile teröristler daha hızlı ve etkili biçimde propaganda yaparak geniş kitlelere ulaşmışlardır.12 Hatta sadece Rusya’ya değil Avrupa ve Amerika’ya kadar etki doğurmuşlardır. I. terör dalgasında Çarlık Rusya’sının vahşeti örnek alınmış, bunun yan-sıması Osmanlı’da etkin kişilere yönelik suikastlar olarak kendini göster-miştir. Bu dalgada ortaya çıkan ilk terörist grup Anarşizm doktrini üzerine kendini tanımlayan Narodnaya Volya’dır (Halkın İradesi). Vera Zasuliç isimli kadın, anarşist gösteriler sırasında bir Rus polisi öldürmüş, ardın-dan da silahını yere bırakarak “ben bir teröristim, katil değilim” demiştir. Yapılan yargılama sonrasında da mahkemece serbest bırakılmıştır. Bu olay anarşistlerin “şiddete başvurmanın” toplum içinde meşru temeli olduğu algısını yaratmış, terörist kelimesi pejoratif anlam yerine olumlu anlamda kullanılmıştır. Bu terör dalgasında örgütlenme yapısı açık, eylemleri pro-vokatiftir. Önceleri dinamit ile suikastlar ve trenlerin havaya uçurulma-sı birincil yöntem iken, zaman içerisinde şehir merkezleri faaliyet alanı haline gelmiş, kamu görevlileri ile üst düzey politikacılara suikastlar dü-zenlenmeye başlanmıştır. Anarşist dalganın eylemleri halk arasında etki doğurmaya başladığında Çar II. Alexander reformlar yapmaya çalışmışsa da süreç Çar II. Alexander’ın ölümüne kadar devam etmiştir. Şiddet sar-malının etkisi ile farklı terör grupları da ortaya çıkmış, banka soygunları yolu ile kendilerini finansa etmişlerdir. Her ne kadar Anarşist terör dalgası Rusya’da başlamış olsa da Ermeni Hınçak, Makedonya Devrimci Örgütü ve Hindistan’da Manikta Özel Toplumu kadar geniş coğrafya da etkisini hissettirmiştir(Occhipinti,2007:113-132).10 Dört dalga terör teorisi şu kaynaklardan özetlenmiştir; David C. Rapoport, a.g.m.; Mesut Hakkı Caşın, a.g.e., 253-258. Ayrıca Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in Ankara Üniversitesi Siyasal bilgiler Fakültesinde vermiş olduğu “Şiddet ve Uluslararası Terörizm” isimli doktora dersinde yapılan tartışmalardan yararlanıl-mıştır. Bu terör dalgaları içerisindeki her akımın derin teorik arka planları vardır, ancak bu konular çalışmanın kapsamını aştığı için çok fazla değinilmeyecektir. Ayrıca kategorizasyonda Murat Korkmaz’ın notları ve kat-kıları olmuştur.11 Örneğin Bakunin gibi kimi isimlere göre kurtuluşun tek yolu isyandır. (Cemal Güzel,a.g.e., s.9)12 Terörizmde kitleye ulaşmanın teröristler açısından hayati derecede önemli derecede olduğu unutul-mamalıdır

Page 158: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

151Journal of Security Studies

3.2.II. Terör Dalgası

II. Terör dalgası daha çok sömürgecilik karşıtı, self determinasyoncu, bağımsızlıkçı ya da ayrılıkçı hareket olarak bilinen dönemdir. Sömürge altında yaşayan milletlerin ya da modern ulus devletin tektipleştiriciliğine karşı çıkan azınlıkların bağımsızlık kazanarak13 yeni devlet kurma ama-cıyla terörist eylemlere başvurdukları dönemdir. Terör örgütlerinin bu dönemdeki saldırı taktiklerine bakıldığında siyasal suikastlardan kolluk güçlerine (özellikle de polise) dönük saldırıların arttığı görülmüştür. Po-lisin hedef alınmasının arka planında ise askerin polisin yerini alması ile daha sert önlemlerin alınması bulunmakta ve böylelikle de işgal imajı ve-rilmek istenmesi yatmaktadır. Askerin devreye girmesi ile vur-kaç taktiği uygulanmaya başlanmış, eylemlerin yoğunluğu kırsala dönmüştür. Birinci dalganın tersine bu dönemde “terörist” ifadesi yanlış çağrışımlara sebebi-yet vermeye başlamış ve kötü anlamda kullanılır olmuştur. Özellikle bu dönemde, medyada özgürlük savaşçısı yerine, terörist, gerilla gibi kelime-ler kullanılmaya başlanmış ve militan ifadesinden kaçınılmıştır. II. Terör dalgası Kıbrıs, İsrail gibi kimi yerlerde başarıya ulaşmıştır. IRA (ki aslında IRA’nın kuruluşu 1920’lere kadar gitse de bu dönemde etkin olmaya başla-mıştır), ETA, IRGUN, EOKA gibi örgütler bu dönemde etkili olmuşlardır.

Bu dönemde kurulan ayrılıkçı terör örgütlerinin ideolojik temellerinde ek-lektizm görülmektedir. Bir taraftan baskın milliyetçi bir damar mevcutken, diğer taraftan Marksist- Leninist ideoloji görülmektedir. Lenin’in Self De-terminasyon ilkesinden, sol damar içerindeki “ezilen ulus milliyetçiliğin-den “ beslenen daha sonraları üçüncü dünya milliyetçiliği şeklinde de anı-lacak olan milliyetçi ve sosyalist bir duruş bu dönemin temel motivasyon kaynağı olmuştur. Şiddet, bağımsızlık kazanmada ve sömürgeci güçleri tasfiye etmedeki en önemli araç olarak görülmüştür. Dönemin önemli isim-lerinden olan Fanon “sömürgecilikten kurtulmanın yolunun (kendi ifadesi ile “sömürgesizleştirme” ve “özgürleşme”) sömürgeye karşı şiddet içeren bir mücadele olduğunu söylemektedir(Fanon,2007:41-90). Fanon’un, bu şiddeti meşru kabul etmesi ile özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası eski sömürgelerin bağımsızlık hareketlerinde önemi etki doğurmuş, bu hareketi etkileyen ana argümanlardan birisi olmuştur(Chaliand ve Blin, 2007:208-221). II. Terör dalgası anti kolonyal bir hareket olarak başlamış olsa bile temel motivasyon kaynakları self-determinasyon konusundaki etkisi son-rasında farklı etnik grupların ayrılıkçı hareketler için ilham kaynağı olmuş, 13 Bu dönemde sömürge olmamasına rağmen başka bir ulus devletin çatısı altında yaşayan azınlıklar Mark-sizm ve Milliyetçilikten yaralanarak “ezilen ulus milliyetçiliği” ya da “iç sömürgecilik “ gibi tezler ortaya atmışlardır. İç sömürgecilik kavramını literatürde en çok kullanan isimlerden birisi de M. Hecter’dir, etnik azınlığın asimilasyon yaklaşımı içinde yoksulluğa ve kötü yaşama mahkûm edildiği mahkûm bırakıldığı, merkezin çevreyi hem sömürdüğünü hem de kendine bağlı yaptığını, merkezin baskın kültürü ve siyasal ola-rak üstün yapısı ile azınlığı domine ettiğini söylüyordu. Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları; Eleştirel Bir Bakış, Ankara, Doğu Batı Yay., 2008, s. 122-124

Page 159: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

kimi ülkelerde etkileri hala devam etmektedir. Bu dönemde diasporalardan maddi destek sağlandığı için banka soyma eylemlerine çok fazla rastlanıl-maz.

3.3.III. Terör Dalgası

Daha önce de bahsedildiği üzere “marjinal sol terör” dalgası olarak da anılan III. dalganın arka planını Kuzey-Güney ayrımı, ABD’nin Vietnam yenilgisi, farklı marjinal sol tandanslı gruplarda Batı dünyasının yenilebi-leceği düşüncesi gibi etkenler oluşturmuştur. Bu dönemde gelişmiş batı örgütlerinde de farklı terörist grupların olduğu görülebilmektedir. Sovyet-ler’de çeşitli yollarla bu grupların desteklendiği yönünde iddialar bulun-maktadır. Bu dönem sol devrimci örgütlerin en etkili olduğu alan Güney Amerika’dır, I. dalganın yolunu izleyerek, eylem alanı olarak “şehir”leri tercih etmişlerdir. Latin Amerika’da öne çıkan lider olarak Carlos Marig-hella’nın (I. terör dalgasının ideoloji yönünden önemli isimlerinden olan) Nechaev’ in yazdığı “Devrim Kılavuzu” ile benzer içeriğe sahip “Şehir Gerillasının El Kitabı” dikkat çekmektedir.14 Bu ve benzeri kitaplar, hem ideolojik hem de taktiksel açıdan bu dönemki hareketlere esin kaynağı ol-muştur. III. Terör dalgasında Marksizm, radikalizm ve milliyetçiliğin, bazı coğrafyalarda ise I. Dalgada görülen anarşizm ile milliyetçiliğin Hindistan, Ermenistan ve Makedonya’da iç içe geçtiği görülmektedir. Bunlara ETA, ASALA, Korsika Ulusal Özgürlük Cephesi (FNLC) ve IRA örnek verile-bilir. Bu dalgada I. Dalgadaki anarşinin bazı durumlarda milliyetçilik ile birleşmesi ile benzerlik göstermektedir. İdeolojik olarak eklektik bir yapısı olan FKÖ’nün de ortaya çıkışı ve kendini göstermesi bu döneme aittir. Arap –İsrail Savaşlarında, Arap ülkelerinin art arta yaşadığı yenilgiler son-rası FKÖ de (1975’de savaşın bittiği dönemde, Araplar İsrail’e yenilince Filistin Kurtuluş Örgütü bir model ve umut olarak ortaya çıkmıştır) bu dalgaya tekabül etmektedir. Bu dalgadaki bazı gruplar kendi sınırları dı-şında daha aktif ve daha fazla eylem yapmaya başlamıştır. Örneklendirmek gerekirse FKÖ’nün, Batı’daki gruplardan daha fazla ve etkin eylemlerde bulunduğunu söylenebilir.

Bu dönemin belki de en çok etki bırakan olaylarından birisi de, 1979 yı-lında İtalyan Başbakanı Aldo Moro’nun Kızıl Tugay militanlarınca rehin alınmasının sonrasında İtalyan Hükümetinin müzakereyi kabul etmemesi üzerine öldürülerek cesedinin sokağa atılmasıdır. Kolombiya’da da M-19 yüksek mahkemeyi ele geçirmek isteyince, hükümetin müdahalesi sırasın-da 100’den fazla kişiyi - ki bunların 11’i hâkimdir - öldürmüştür. Bu dö-

14 Ayrıca şu eserlerde bu terör dalgasını anlamak adına çok önemlidir., Friedrich Engels, Tarihte Zorun Rolü, çev. Kenan Somer, Ankara, Sol Yay., 1979 ile William J. Pomeroy, Marksizm ve Gerilla Savaşı, İstanbul, Belge Yay., 1992,

Page 160: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

153Journal of Security Studies

nemdeki önemli bir başka eylem de elçilik baskınlarıdır. Elçilik baskınları, 1973 yılında FKÖ tarafından Hartum’daki Suudi Arabistan elçiliğinin ba-sılması ile başlamıştır. Diğer bir olayda 1996 yılında Perulu Tupac Amaru hareketinin Japon elçiliğinde 72 kişiyi 4 ay süre ile rehine alması ve ey-lem sonucunda tüm teröristlerin öldürülmesi şeklinde meydana gelmiştir. Üçüncü Terörist dalga finans kaynağı olarak kaçırma ve fidyeyi seçmiştir. Örneğin, bu dönemde FKÖ tarafından Beyrut’ta bir seferde 50-100 milyon dolar arasında kazanç sağlanan dünyanın en büyük soygunu yapılmıştır. Münih Olimpiyatları, 1975 OPEC Başkanın kaçırılması, 1975 Uganda’da ve 1977’de Somali’de uçak kaçırılması gibi ses getiren eylemler bu dö-nemde yapılmıştır. III. terör dalgasının uyguladığı yöntemler daha çok uçak kaçırma ve bombalamadır.

3.4.IV. Terör Dalgası

Bu dalga SSCB’nin Afganistan işgali, İran İslam Devriminin başladığı 1979’la birlikte başlamaktadır. İslami öğeler motivasyon kaynağı olsa da arka planında Batının sömürgeci politikaları, küreselleşmenin olumsuz so-nuçları, Arap-İsrail Sorunu, Ortadoğu toplumlarının ekonomik ve siya-sal sorunlarının olduğu görülebilir. Terör eylemlerinde şiddet araçken IV. dalga ile birlikte şiddet amaç haline gelmeye başlamış ve intihar saldırıları temel yöntem olarak kullanılmıştır. IV. terör dalgası önceleri İslami terör olarak isimlendirilmişse de, daha sonra küresel terörizm olarak tanımlan-maya başlanmıştır. Hedef olarak Batı ve Batı ile müttefik olan İslam dev-letlerini seçmişlerdir. Fundamentalist İslamcı terör örgütlerinin çoğunun Selefilik ve Vahhabilik gibi akımlardan etkilendikleri görülmektedir.

Page 161: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

154 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

3.5.Terör Dalgalarının Karşılaştırmalı Özet Tablosu15

Terör Dalgaları I II III IV

Eylem Türü Suikast (Üst Düzey Yetkili)

Suikast (Polis)

Uçak KaçırmaRehineElçilik Baskını

İntihar Saldırısı

EylemMotivasyonu Yükselen Beklenti Self-

DeterminasyonABD’nin de yenilebileceği İran Devrimi

Finansmanı Banka Soygunu DiasporaFidyeBanka SoygunuKaçırma

Usame Bin Ladin

Eylem Alanı Şehir Kırsal Avrupa Şehir

Önemli Gruplar Narodnaya Volya IRA

IRA ETA ASALA FNLC FKÖ

El-Kaide

Taktik Vur Vur-Kaç Kaçırma Tesis ve Üslere Saldırı

Terimler“Terörist”kötü anlamda kullanılmamakta

“Terörist” kötü anlamda“Özgürlük Savaşçıları”iyi anlamda

Sol İdeoloji“U/A Terörist” Din Motifli Terör

4.Terörizm ve Uluslararası Hukuk

Terörizmin uluslararası bir sorun olarak görülmeye başlanmasıyla16 bir-likte bir taraftan ulusal, bir taraftan da uluslararası düzeyde düzenleme-15 Tablo Murat Korkmaz tarafından oluşturulmuştur.16 Yukarıda da değinildiği üzere Terörizmin uluslararası bir sorun olarak görülmesi terörist saldırıların bir ül-kenin sınırlarını aşıp uluslararası hale gelmesi ile açıklansa da, Batı merkezli bir bakışın olduğu unutulmama-lıdır. Örneğin terör eylemleri dünyanın farklı bölgelerinde görülmesine rağmen uluslararası bir sorun olarak gündeme gelmesi terör hedeflerinin daha çok batılı hedeflere yönelmesi ile olmuştur. 1968-2003 arasında 6.000’den fazla terör saldırısında 36.000 kişi hayatını kaybetmesine karşın, ancak 11 Eylül 2001 sonrası terö-rün bu kadar ciddi biçimde ele alınmasının arka planında terör ve şiddet konusunda batı merkezli yaklaşım-larım hâkim olduğuna bağlanabilir. 1970’lerle gündeme gelmesi, 11 Eylül saldırıları sonrası en önemli konu olması ya da İŞİD’le mücadelede sadece batılı hedeflere yöneldiğinde mücadeleye gidilmesi bu durumun en bariz örnekleridir. Talip Küçükcan,” Terörün Sosyolojisi: Toplumsal Kökenleri Anlama İmkânı,” Uluslara-rası İlişkiler, Cilt 6, No. 24, Kış 2009, s. 33-54

Page 162: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

155Journal of Security Studies

ler yapılmaya çalışılmışsa da ortak, genel geçer kabul görmüş ne bir terör tanımı ne de herkes için bağlayıcı hukuki bir metin oluşturulabilinmiştir. Ancak, terör konusunda ortak bir tanım olmaması terör konusunda hiç bir tanımın yapılmadığı anlamına gelmemektedir.17 Terörün tanımı ve teröriz-me karşı mücadelede hukuki bir düzenleme yapılamamasının en büyük nedenleri bir ülkenin terörist dediği bir grup başka bir ülke tarafından “ulusal kurtuluş savaşçısı”, “özgürlük savaşçısı”, “siyasi” suçlu olarak tanımlanabilmesi ile devletlerin terörü kendi çıkarları doğrultusunda yo-rumlamalarıdır.18 Bu durumun bir yansıması olarak da aynı devletin farklı dönemlerde değişen çıkarlarına göre terörizm ile ilgili tanımlarının ve mü-cadele stratejilerinin değiştiği görülmektedir.19 Bundan dolayı da ilerleyen kısımda daha ayrıntılı gösterileceği üzerine net bir terörizm tanımı yap-mak yerine terörist eylemlere dönük sektörel bazda ayrı ayrı düzenleme-ler yapılmıştır(Başeren,2002:184). Gerek uluslararası gerekse de bölgesel anlaşmalar daha çok sektörel bazda olup, eylemler üzerinden tanımlanmış olduğundan kapsayıcılık konusunda eksiklikleri vardır. Zaten bu durum “Terörist Bombalamalar Sözleşmesi’nin” giriş bölümündeki “mevcut çok taraflı yasal düzenlemelerin bu saldırıları yeteri kadar karşılamadığını” ve Terörizmin Finansmanı Sözleşmesi de yine giriş bölümünde “mevcut çok taraflı hukuki belgelerin, münhasıran terörizmin finansmanı konusu-na eğilmediklerini” ifade ile açıkça gösterilmiştir(Taşdemir,2008:25-26, Öktem,yy:136). Terörle ilgili anlaşmalardaki sorunlardan birisi de, anlaş-maların yoruma açık, kesinlikten uzak biçimde düzenlenmiş olmalarıdır. Daha önce de değinildiği üzere terörizmle mücadele konusunda yapılan anlaşmalar terörün ne olduğunu söylemekten ziyade bazı eylemler veya amaçlar üzerine yoğunlaşmakta, ayrıca teröristlerin iadesine ilişkin bölge-sel ya da ikili anlaşmalar da, genelde terörle bağlantılı suçları siyasi suçla-rın dışında tutmaktadır(Öktem,yy:137).

Uluslararası terörizmi önlemeye dönük on tanesi sözleşme, ikisi protokol olmak üzere on iki anlaşma bulunmaktadır. Ayrıca, “Nükleer Terörizm Faaliyetlerinin Önlenmesine

Dair Uluslararası Sözleşme” ile “Uluslara-

rası Terörizm Kapsamlı Sözleşmesi ”belgelerinin çalışmaları hala devam

17 Bakınız: İbrahim KAYA, Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, USAK Yayınları, Ankara, 200518 Örneğin N.Mandela’nın 2000 yılında yaptığı bir konuşmada kendisine önceleri terörist denilmesine rağ-men şimdi tüm dünyanın kabul ettiği bir başkan olduğunu hatırlamaktadır. Y.Arafat BM Genel Kurulu’nda Teröristle devrimci arasındaki farkın uğrunda savaştıkları sebepte yattığını iddia etmiştir. Yurdunu ve özgür-lüğünü korumak için savaşanlara terörist denilmeyeceğini iddia etmiştir .Jonhattan Powell, a.g.e., s. 36-3719 Örneğin ABD’de içinde bile her kurum terörü kendi bakış açısına göre bir terör anlayışı tanımlamıştır. ABD‘nin farklı bakanlıklarında bile farklı terör tanımlamaların yapıldığı görülmektedir. Larry C. Johnson, “The Future of Terrorism”, American Behavioral Scientist, Cilt 44, Sayı 6, 2001, s. 895.Theodore P. Seto, “The Morality of Terrorism”, Loy. L. A. L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 1233-1234. (http://digitalcommons.lmu.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2333&context=llr), Ayrıca Alex Schmid, 1983 yılında yaptığı bir çalışmada 1936 ile 1981 arasında 109 farklı terör tanım yapıldığını söylemektedir. Aktaran; Walter Laquer “Terörizmin Yorumlanması”, Cemal Güzel (ed.), Silinen Yüzler Karşısına Terör, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2002,s.96

Page 163: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

156 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

etmektedir. Ancak bu anlaşmaların yanında belgelerinin hazırlık ve/veya onay süreçleri devam etmektedir.20 BM Güvenlik Konseyi’nin 1373 sayılı kararı tüm devletlere aşağıdaki belgelere taraf olma ve hükümlerini uygu-lama yükümlülüğü getirilmiştir:

“Uçaklarda İşlenen Suçlar ve Diğer Eylemlerle İlgili Sözleşme (1963), Uçakların Yasadışı Olarak Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Sözleşmesi (1970), Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Kanunsuz Hareketlerin Önlenmesi Sözleşmesi (1971), Uluslararası Sivil Havacılığa Hizmet Ve-ren Hava Alanlarında Kanunsuz Şiddet Eylemlerinin Önlenmesi İle İlgi-li Protokol (1988), Uluslararası Korunan Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1973), Rehin Alma Olaylarına Karsı Uluslararası Sözleşme (1979), Nükleer Maddelerin Fiziksel Korun-ması Hakkında Sözleşme (1980), Denizcilik Seyrüsefer Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesi Sözleşmesi (1988), Kıta Sahanlığı Üzerin-de Bulunan Sabit Platformların Güvenliğine Karsı Kanunsuz Eylemlerin Önlenmesi Protokolü (1988), Plastik Patlayıcıların Tespit Edilmesi Ama-cıyla İşaretlenmesi Hakkında Sözleşme (1991), Terörist Bombalamaların Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (1998), Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (2000)”(Saraçlı,2007:1066-1067,Ök-tem,yy).

Ayrıca Uluslararası toplum tarafından kabul edilmiş bağlayıcılığı olan uluslararası bu anlaşmaların dışında, bölgesel örgütler tarafından kabul edilmiş çeşitli anlaşma ve sözleşmeler de bulunmaktadır. 21

20 Aslında şimdiye kadar yapılmaya çalışılan ya da yapımı devam eden anlaşmalara ek olarak “Terörizmin Önlenmesi Konusunda Kapsamlı Taslak Sözleşmenin” Kapsamlı Terörizm Sözleşmesi’nin 2. maddesi “terö-rizm” ve “terörist suç” konusu kabul edilirse önemli bir adım atılmış sayılabilir. Çünkü taslak doğrudan bir terör tanımı ve yaptırımı içermektedir: “a) Herhangi bir kişiyi öldürme ya da fiziksel olarak ağır bir şekilde yaralamaya; ya da b) Kamunun kullanımındaki bir yer ya da hükümet binası, bir umumi ulaştırma sistemi, bir altyapı imkânı ya da çevre dâhil kamu ya da özel mülkiyete ciddi zarara sebep olursa; ya da c) Bu mad-denin 1(b) paragrafında belirtilen mülkiyet, yerler, imkânlar ya da sistemlere zarar verme büyük ekonomik kayıplarla sonuçlanırsa ya da sonuçlanması olasıysa, Eylemin amacı, doğası ve içeriği itibariyle, bir halkı korkutmak ya da bir hükümeti ya da uluslararası bir örgütü herhangi eylemi yapmaya ya da yapmaktan alıkoymaya zorlamak olduğunda, bir suç işler. 2) Herhangi bir kimse, bu maddenin birinci paragrafında belirtildiği şekilde bir şuç işlemek için inandırıcı ve ciddi bir tehditte bulunursa da bir suç işlemiş sayılır. 3) Herhangi bir kimse bu maddenin 1. paragrafında belirtildiği şekilde bir suç işlemeye teşebbüs ederse de suç işlemiş sayılır. 4) Herhangi bir kimse, bu maddenin 1, 2 ya da 3. paragraflarında belirtilen bir suça “suç ortağı” olarak katılmışsa ya da; a) Bu maddenin 1, 2 ya da 3. paragraflarında belirtilen bir suçu işlemek için diğerlerini organize eder ve yönlendirirse ya da; b) Ortak bir amaçla hareket eden bir grubun mensupları tarafından bu maddenin 1, 2 ya da 3. paragrafında belirtildiği şekilde bir ya da daha fazla suçun işlenmesine yardım etme. Böyle yardım kasıtlı olacak veya yapılacak, böyle faaliyet ve amacın bu maddenin birinci pa-ragrafında belirtilen bir suçun işlenmesini gerektirdiği yerde; ya da ii) Böyle bir yardım, grubun bu maddenin birinci paragrafında belirtildiği şekilde bir suç işleme kastı dâhilinde yapılacak.” Aktaran: Fatma Taşdemir, a.g.e., s.28-2921 1. Amerikan Devletleri Örgütünün “ Kişilere Karsı Suç Formunu Alan Terörizm Eylemleri ve Uluslara-rası Alanda Önem Arz Eden İlgili Zorbalıkların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi – Washington Sözleşmesi” (1971) ile Terörizme Karsı Amerikalılar arası Sözleşme (20012). Avrupa Konseyi Örgütünün “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”(1977), Terörizmin Önlenmesine Dair Bölgesel Kalkınma İçin Güney Asya Birliği Sözleşmesi (1987),Afrika Birliği Örgütü’nün “Terörü Önleme ve Onunla

Page 164: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

157Journal of Security Studies

Terörizm ile şiddet ve uluslararası hukuk arasındaki ilişkiye değinmiş-ken, terörizmin kullandığı şiddet yöntemlerine ve özellikle de çok ka-rıştırılan gerilla yöntemine değinmekte fayda vardır. Terörizm ile gerilla savaşı çok fazla karıştırılsa da uluslararası hukuk doktrininde eş anlamlı kullanılmamaktadırlar. Kimi yazarlar gerilla savaşı ile terörü kesin çizgi-lerle ayırmanın mümkün olmadığını, ikisinin de aynı şey olduğunu terör ya da gerilla savaşı ayrımının yanlış olduğunu (özellikle de terör örgütlerinin sıklıkla gerilla yöntemlerine de başvurduklarını hatırlatarak) iddia etseler de(Laquer,2002:102-104), genel teamül ve doktrinde farklılıklar bulun-maktadır.

Gerilla savaşının düzensiz olması onu savaştan ayırsa da gerilla savaşı ile savaş iç içe geçmiş(Heywood,2013:342) durumdadır ve ayırt edilmesi çok kolay değildir. Teröristlerin sık sık gerilla tarzı eylemlere başvurdu-ğu görülmektedir(Taşdemir,2008:34-35). Gerilla savaşının net çizgilerinin çizilememiş olması nedeniyle, teröristlerin gerilla savaşçısı ya da çatışma-larda “savaşan statüsü” alıp alamayacakları uluslararası hukuk konusunda hala tartışmalı bir konudur(Pazarcı,2000:204). Bu yorumlar devletlerin pozisyonlarına göre de değişmektedir. Daha önce de değinildiği üzere te-rörizmin ve terörist grupların tanımlanmasındaki sorunlar bu durum için de geçerlidir. Öncelikle terörizmde, yöntem olarak gerilla savaşının bulun-duğu durumlar olsa da çok sayıda başka yöntem de mevcuttur. Terörizmin simgeselliğine karşılık gerilla savaşında fiil öncelik neticeye yöneliktir. Hem teröristler hem de gerilla savaşçıları genellikle üniforma ya da tanın-malarını sağlayacak işaret taşımamakta ve böylece savaşçı olmayanlardan ayırt edilememektedirler. Ancak tanınma ve savaş hukukundan yararlan-mak isteyen bazı gruplar üniformayı andırır biçimde tek tipte giyinebil-mektedirler. Özünde bir çatışma türü olan gerilla savaşı gerek uluslararası gerekse de iç çatışmalarda başvurulan özel bir savaş yapma yöntemidir. Buna bağlı olarak gerilla savaşçısı çok değişik biçimlerde ortaya çıkabil-mektedir. Bu nedenle uygulanan Uluslararası Hukukta, “gerilla savaşçı-sı”nın bir tek kavram içinde ele alınarak savaşçı statüsünden yararlanıp yararlanmayacağı açık ve net olmamakla birlikte, bu yöndeki tartışmalar da hala devam etmektedir(Özdemir,2006:106-108).22

Terörizmin, 1949 Cenevre Sözleşmelerinin 3. maddesi tarafından düzen-lenen uluslararasılaşmamış silahlı çatışmaların dışında olduğu konusunda doktrinde ortak bir görüş birliğinin olduğu söylenebilir(Pazarcı,2000:149,-Topal,2004). Kimi yerlerde gerilla savaşı biçiminde kendini gösteren te-

Mücadele Sözleşmesi” (1999), İslam Konferansı Örgütü’nün “İslam Konferansı Örgütü Uluslararası Terörle Mücadele Sözleşmesi (1999)”, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun “Bağımsız Devletler Topluluğu Terörle Mücadele Sözleşmesi” (1999). Murat Saraçlı, a.g.m., s.1065-106722 Daha ayrıntılı bilgi için bakınız Hüseyin Pazarcı, a.g.e., s.204.

Page 165: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

158 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

rörizmin hukukta tanımlanan gerilla savaşından farkı tam olarak tanım-lanamamıştır. Bu yüzden bazı terör örgütleri, savaşan statüsü almak ve uluslararası hukuktan yararlanmak istemektedirler. Çünkü 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli Protokollerde de gerilla savaşçılarına be-lirli şartlar dâhilinde savaşan statüsü tanınarak savaş esirlerinin korunma-sına ilişkin kurallarının uygulanması kabul edilmiştir(Topal,2004:34-37). Terörist eylemler bir yerden sonra gerilla savaşına ya da iç savaşa dönü-şebilir, böylelikle de terörizm, gerilla tipi savaş ya da iç savaş bir ülke-nin farklı bölgelerinde farklı tonlarda görülür, yani hepsi iç içe geçebi-lir(Başeren,2002:16). Ancak hukuki bir ayrım yapmak gerekirse, gerilla tipi ya da savaşlarda silahlı çatışmaya dönük, sonuç alma odaklı iken te-rör eylemlerinde doğrudan doğruya işlenen fiilden ziyade, fiilin ötesinde propaganda ve mesaj vardır. Bahsedildiği üzere terörizm simgeselken, gerilla savaşında ve savaştaki fiil öncelikli olarak sonuç almaya odaklan-maktadır(Topal,2004:44). Kimi kaynaklarda organize bir şekilde hükümet kuvvetlerine karşı savaşan ve ayırt edici işaretlere sahip düzenli gerilla hareketlerin terörist metotlara başvurmadıkları ve sivillerden ziyade askeri birimleri hedefleyerek, hedef seçimlerinde seçici kaldıkları ölçüde terörist ve gerilla savaşçısı arasında ayırım yapmanın mümkün olduğu yönünde iddialar mevcutsa da(Taşdemir,2008:33-37), bu konu ile ilgili tartışmaların devam ettiği unutulmamalıdır. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse ister gerilla yöntemleri, ister uçak kaçırma, bombalama, diplomatları ka-çırma, asker, polis ya da sivillere dönük saldırılar terörizm çerçevesinde değerlendirmek mümkündür.23

Uluslararası hukukun iç hukukun aksine yaptırım mekanizmalarının güçlü olmaması, bağlayıcılığının sadece kabul eden devletlerin üzerinde olması, oluşum sürecinin devam etmesi gibi nedenlerden dolayı yeterli ve gerekli etkide olduğunu söylemek zordur. Terörle mücadelede devletler daha çok iç hukuk kurallarını uygulamaktadır. Eğer sorun uluslararasılaşırsa, ulus-lararası hukuk kuralları devreye girebilmektedir. Unutulmaması gereken nokta gerek terörün tanımında, gerek uluslararası hukuk ve siyasal alanda-ki mücadelede siyasal konjonktür ile devletler arası ilişkilerin daha belirle-yici olduğudur. Örneğin Suriye’de devam etmekte olan savaşta Esad mu-haliflerini “terörist” olarak tanımlarken, muhalifler ve kimi ülkeler Esad’ı devlet terörü yapmakla suçlamaktadırlar. Her iki taraf da uluslararası top-lumun farklı kesimlerinden tezleri üzerine destek alabilmektedirler.

Yapılan değerlendirmelerden dolayı PKK’nın durumu konusunda kafa ka-rışıklığı yaşanmamalıdır. Her ne kadar PKK’lı teröristler kendilerini “ge-rilla” savaşçısı olarak tanımlayıp , “savaşan statüsüne” sahip olmayı ve

23 Terör örgütlerini gerilla statüsünde değerlendirmek meşruiyet kazanmalarına yol açabilir. Teröristlerin gerillavari yöntemlere de başvurabilecekleri akıldan çıkarılmamalıdır. Ahmet Hamdi Topal, a.g.e., s.38-41

Page 166: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

159Journal of Security Studies

savaş hukukundan yararlanmayı amaçlasalar da mevcut konjonktürde açık biçimde terörist grup oldukları unutulmamalıdır. PKK için konjonktüre göre gerilla yöntemlerine de başvurabilen ayrılıkçı bir terör örgütü tanımı yapılmalıdır.

5.Terörizmin Nedenleri

Terörizmin tanımı konusunda olduğu gibi, terörizmin güdüleri olguları ve dönüşümü konusunda da farklı iddialar bulunmaktadır(Laquer,2002:95). Terörizme yol açan etkenleri anlamak terörle mücadelede konusundaki en önemli adımdır, ancak terörizmin nedenlerini açıklamak çok da kolay de-ğildir ve çok geniş bir literatüre sahiptir. Burada her biri teker teker irde-lenemeyecek, ancak genel iddialara değinilecektir. Terörizmin nedenleri genelde iç ve dış nedenlerle açıklanmaya çalışılmaktadır. Kimi uzmanlar terörizmi doğrudan şiddet olgusu ile açıklamaya çalışsalar da daha önce de değinildiği üzere terörizmde şiddetin siyasal amaçlarla yapılıyor oldu-ğu unutulmamalıdır.24 İç nedenler, “siyasal (Laquer,2002:103), örgütsel ve psikolojik(White,2001:139-139,Laquer,2002:122-123)25 kuramlarla(-Caşın,2008:159-163) ya da ekonomi(Jeong,2008:50-51), sosyo-kültürel(-Gurr,1970,Crenshaw,191:379-399) ve eğitim, kimlik(Jussin,Ashmore ve Wilder,2001:6-7) , (çarpık) kentleşmenin sonuçları(Keleş ve Ünsal,1982) olarak aktarılsa da kimi bazı akademisyenler terörizme başvurmanın ne-denlerini eşitsizlikler ve temel ihtiyaçlarla26 ya da eklektik biçimde hepsini kapsayan gerekçelerle(Rambotham,2005:109-121, Galtung,1996:62) açık-lamaktadırlar.27 Dolayısı ile de daha çok yapısal nedenlerle açıklanmaya çalışılmaktadır.

1972’de Bağlantısız ülkelerin hazırladığı bir dilekçe üzerine BM Genel Kurulu tarafından kurulan ad hoc komite, 1979’da yaptığı çalışmada ulus-lararası terörizmin nedenlerini sömürgecilik, ırk temelli ayrımcılık, ulus-lararası ekonominin adaletsiz yapısı, başka devletlerin içişlerine karışma,

24 İnsanların neden şiddete yöneldikleri konusunda teorik bir çalışma için bakınız: Yakup Şahin, “Çatışma Kuramları ve Kimlik Temelli Çatışmalar; Teorik Bir Giriş”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümü Der-gisi, Cilt 1, Sayı 1, 2013, s. 32-55 http://dergi.cicr.org.tr/article/view/101000001125 Politik Psikiyatri çalışan Vamık Volkan ortaya atmıştır. Seçilmiş travmayı “ötekilerin” elinden çıkan, geniş grup kimliğinin tamamında büyük ölçüde insan, toprak, prestij ve onur kaybına yol açan çaresizlik, mağdur-laşma, utanç ve aşağılanmışlık duygularını yaratan tarihsel bir olayın zihinsel temsili olarak tanımlamaktadır. Seçilmiş travmaların gruplardaki “ bizlik” duygusu pekiştirerek geniş grup kimliğinin oluşumunda önemli etkiye sahip olduğunu, bu travmaların her zamana seçilmiş travma olarak evirilmediğini, bazen yeni yaşan-mış zulümler geçmişte yaşananların yerine geçerek ya da liderler tarafından bunu yandaş ve destek sağlamak amaçlı canlandırıldığını söyler. Aktaran; Yakup Şahin, a.g.m. .Daha ayrıntılı bilgi için bakınız; Vamık D. Volkan, Kimlik Adına Öldürmek, çev. Medine Banu Büyükkal, İstanbul, Everest, 2009, s. 238–240, 26 Maslow’un temel ihtiyaçlar varsayımını temel alan bu bakış açısı John Burton ilerletmiştir. John W. Bur-ton, Deviance, Terrorism, and War; The Process of Solving Unsolved and Political Problems, New York, St. Martin’s Press, 197927 Örneğin Laquer kapsayıcı bir ifade ile adaletsizlik ve eşitsizliğin üzerine binen anti demokratik uygulama-ların terörü şiddetlendirebildiğini söylemektedir.

Page 167: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

160 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

göçlere neden olan baskı, yabancı bir devletin işgali ya da egemenliği, kay-nakların yabancılar tarafından işletilmesi ya da kullanılması, sosyal ada-letsizlik ve eşitsizlikler, insan hakları ihlallerinin yaygınlığı, açlık ve fakir-lik gibi unsurlara bağlamıştır(Young,2006:27-29). Self-determinasyon için yapılan mücadelenin terör faaliyeti olup olmadığı yönündeki tartışmalar da bu minvalde ortaya çıkmıştır. Terörizmin modern dönem içerisinde de-ğerlendirilmesi, modernleşmenin (yukarıda sayılan olumsuz) sonuçları ile de etkilidir. Modernleşme daha sonrasında ise küreselleşme, herkes için olumlu sonuçlar doğurmamış, kimi yerlerde ekonomik eşitsizlikler artmış, modern ulus devlet ile kimlikler yok sayılmış, kentleşme ile aile bağları zedelenmiş ve birey yalnızlaşmıştır.

Terörizmin çıktığı ülke ya da coğrafyalar ayrıntılı biçimde incelendiğinde çok çeşitli etkenlerin olmasına rağmen her bir örnek olayda kendi nev-i şahsına münhasır bir etkenin daha ön planda olduğu görülmektedir. Bu yüzden, her terör örgütünün ortaya çıkış nedenini ayrıntılı biçimde değer-lendirmek daha yararlı olacaktır. Ancak genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, yukarıda sayılan nedenlerin birbirini etkilediği görülebilir ve bu yüzden tek bir nedene indirmeden (ancak bir nedenin daha etkili olduğu-nu da unutmadan) makro ölçekli yapısal değerlendirmeler yapılmalıdır. Ekonomik geri kalmışlık, ayrımcılık, siyasal, kültürel ve sosyal hakların verilmemesi, demokratik kanalların kapalı olması terörizmi doğuran ana nedenler olarak görülebilir. Ayrıca terörizmdeki önemli noktalardan birisi de algısallıktır. Çünkü terörizmin destek bulduğu taban bahsedilen neden-lerden dolayı algısal biçimde mağdur olduğunu, haksızlığa uğradığını ya da karşı tarafın kendisinin ötekisi olduğunu düşünebilir.

Terörizmin nedenleri analiz edilirken makro değerlendirmenin ya-nında üyelerin profilleri(Çevik,2007:49-131,Çitlioğlu,2008:222-239) (sosyalleşmeleri, yaşanmış travmalar, eğitimleri, psikolojik duruşları...) ile dönemin şartları da mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Tek bir nedene odaklanmak ağaca odaklanıp ormanı görmemeye yol açabilir. Dolayısı te-rörizmi ortaya çıkaran etkenlere bakılırken ile ülke içeresindeki ( siyasal, kültürel, sosyo-ekonomik gibi) yapısal öğeler, kişisel yaşanmışlıklar ve o dönemin uluslararası konjonktürüne bakmak gerekmektedir.

6.Terörizmin Türleri

Terörizm türleri için de tanımındakine benzer biçimde genel geçer kabul görmüş bir sınıflandırma yoktur. Kimi kaynaklarda “ülke içi, uluslararası, uluslar ötesi, devlet terörizmi, devlet destekli terörizm, etnik terörizm ve siber terörizm”(Saraçlı,2007:1056-1058); başka bazı kaynaklarda “ulusal/ülke içi terörizm, devlet terörizmi, uluslarötesi/ transnasyonel terörizm ve

Page 168: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

161Journal of Security Studies

uluslararası terörizm”28 şeklinde bir sınıflandırılmaya gidilmişken; Türkiye Barolar Birliği’nin hazırladığı raporda “devlet terörizmi, ihtilalci terörizm, alt ihtilalci terörizm” şeklinde bir sınıflandırmaya gidilmiştir. Alandaki önemli isimlerden olan Wilkinson ise “devrim öncesi terörizm29, devrimci

28 Fatma Taşdemir, a.g.e., s.37 Ayrım noktasında sivil hedefler noktası terör konusunda BM’nin yapmaya çalıştığı tanımlarda doğrudan görülebilir. BM Genel Kurulu 40/61 sayılı kararında terörizmi“ Masum insan-ların hayatına son veren, temel hak ve özgürlükleri tehlikeye atan, kişinin şeref ve haysiyetini ciddi bir şekilde ihlâl eden eylemler” olarak tanımlarken Uluslararası Hukuk Komisyonu ise terörizmi, “Hedef toplumda söz konusu toplumu saldırganların politik amaçlarını karşılamaya zorlamak için korku ve endişe yaratmaya yönelik şiddet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma” biçimden tanımlamıştır. Aktaran; Sercan Semih Akutay ve Davut Ateş, “Türkiye’nin Sınır Ötesi Operasyonlarının Hukuki Çerçevesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XVII, Y. 2013, Sayı 3, s.125Ayrıca Terörizmi İslam Konferansı Örgütü; “Terörizm, saik ve kastına bakılmaksızın halkı terörize etmek veya ona zarar verme tehdidinde bulunmak veya halkın yaşamları, onurları, özgürlükleri,güvenlikleri veya haklarını tehlikeye atmak veya çevreyi, bir kamu hizmetini veya kamu veya özel mülkü zarara maruz bırakma veya onları işgal etme veya onlara el koyma veya bir ulusal kaynağı veya uluslararası hizmetleri tehlikeye atma, ya da bağımsız devletlerin istikrar, ülke bütünlüğü, siyasal birliği veya egemenliklerini tehdit etme amacıyla bir bireysel veya toplu suç planını gerçekleştirmek için işlenen her türlü şiddet eylemi ile bu tür eylem tehdidinde bulunmadır.” Şeklinde tanımlarken Bağımsız Devletler Topluluğu: “Kamu güvenliğine za-rar veren, otoriteler tarafından karar alınmasını etkilemek ya da halkı terörize etmek amacıyla islenen ceza hukukuna göre cezalandırılan ve aşağıdaki şekillerde gerçekleşen hukuka aykırı fiiller: - Gerçek ya da tüzel kişilere karsı şiddet veya şiddet tehdidi;- Kişilerin hayatını tehlikeye atacak şekilde mülk ve diğer maddi nesneleri yok etme ve bunları yok etme tehdidinde bulunma;- Mülkiyete ciddi zarar verme ve topluma zararlı neticelere yol açma;- Bir devlet adamı veya kamu yetkili-sine görevini sona erdirme amaçlı veya ondan öç almaya yönelik tehditte bulunma;- Bir yabancı devlet temsilcisine veya uluslararası örgütün uluslararası korunan personeline ve bunların işyerleri veya araçlarına saldırma;- Taraf devletlerin ulusal hukuklarında veya terörle mücadeleyi amaç edinmiş evrensel olarak tanınan hu-kuki enstrümanlarda terör olarak nitelenen diğer eylemler” olarak tanımlamıştır. Avrupa Birliği’nin aldığı çerçeve kararında ise; “Her Üye Devlet, kendi ulusal hukukuna göre tanımlanmış olan doğaları ve bağlamları gereği- halkı ciddi şekilde sindirme veya- bir devleti veya uluslararası örgütü bir eylemi islemeye veya islemekten kaçınmaya gayri meşru olarak zorlama veya- bir ülkenin veya uluslararası örgütün temel siyasi, anayasal, ekonomik veya sosyal yapılarını ciddi şe-kilde istikrarsızlaştırma veya yıkma amacıyla islenen bir ülkeye veya uluslararası örgüte ciddi şekilde zarar verebilecek olan aşağıda (a) dan (i) ye kadarki fıkralarda belirtilen kasti eylemlerin terörist suçlar olarak sayılmasının sağlanması için gereken önlemleri alacaktır:(a) Ölüme sebebiyet verebilecek şekilde bir kişinin yaşamına saldırılar;(b) Bir kişinin fiziksel bütünlüğüne saldırılar;(c) Adam kaçırma ya da rehin alma;(d) Devlet ya da kamu imkânlarını, tasıma sistemlerini, bilgi sistemi de dâhil olmak üzere altyapı imkânlarını, kıta sahanlığı üzerindeki sabit platformları, insan yaşamını tehlikeye atma veya büyük ekonomik kayba yol açma ihtimalinde kamusal mekânı veya özel mülkiyeti geniş çaplı yok etmeye neden olma;(e) Uçaklar, gemiler ya da başka insan ve mal nakil araçlarını kaçırma;(f) Nükleer, biyolojik ya da kimyasal silahları ya da silah ve patlayıcıları üretme, bulundurma, edinme, nakil, sağlama ya da kullanma ile biyolojik ve kimyasal silahlara yönelik araştırma ve geliştirme;(g) İnsan hayatını tehlikeye atacak şekilde tehlikeli maddeleri ortama salma ya da yangın, sel baskını veya patlamalara neden olma;(h) İnsan hayatını tehlikeye atacak şekilde su, enerji veya diğer temel doğal kaynakların sunulmasına müda-hale etme ya da bunu engelleme; (i) (a)’dan (h);ye kadarki fıkralarda sıralanan eylemlerden birini isleme tehdidinde bulunmak” olarak tanımlamıştır. Aktaran Murat Saraçlı, a.g.m., s. 1060-106229 Amacı devrim yapmak olan terör örgütlerinin ancak bu amaca ulaşacak güç ve kapasiteleri olmayan ör-gütlerin hükümete bağlı çalışanlara saldırı, rakip siyasal gruplarla çatışma, uçak ve gemi kaçırma ve toplum üzerinde korku yaratma gibi eylemlerini kapsamaktadır. Bu tür terör hareketlerinde siyasal şiddet ile kriminal şiddet iç içe geçmiştir, terörist hareketlerin stratejileri konusunda yarım yapmak zor olabilir.

Page 169: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

162 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

terörizm30, yok edici terörizm31 şeklinde epifenomenal olarak kategorize etse de, en genel kabul gören sınıflandırma terörün iç siyaset ve uluslara-rası siyaset olmak üzere ikiye ayrılmasıdır. İç siyaset açısından “ideolojik, etnik-dinsel”; uluslararası siyaset açısından ise “devlet destekli, küresel” olmak üzere ikiye ayrılabilir(Başeren,2002:183). Ancak bu tür ayrımların yapılmasına rağmen, bu sınıflandırmaların kesin çizgilerle ayrıldığı söy-lenemez, yani terörizm türleri iç içe ve geçişken olabilmekte, birbirinden beslenebilmektedir. Bu çalışmada daha kapsayıcı bir kategorizasyon tercih edilerek “yukarıdan aşağı (devlet terörü” ve “aşağıdan yukarı” terör üze-rinden değerlendirme yapılacaktır.

Aşağıdan yukarı teröre, hedeflerine sistem içerisinden ulaşamayacak olan Marjinal Sol ya da Sağ İdeoloji, Irkçı, Fundamentalist (Köktendinci) terör hareketleri de örnek verilebilir. Bu terör örgütleri şiddet yolu ile iktidarı devirme, yönetimi ele geçirme ya da inançlarını şiddet yolu ile topluma dayatmayı amaçlayabilirler. Yukarıdan aşağı terörizm ise ileride daha ay-rıntılı gösterileceği üzere devletin kendi vatandaşlarına uyguladığı terör türüdür.

Terör konusunda yapılan bir başka tartışma ise ulusal ya da uluslarara-sı terör ayrımının yapılamayacağıdır. Çünkü ulusal düzeyde olduğu iddia edilen bir terör örgütünün bile uluslararası destek olmadan yola devam edemeyeceğidir. Küreselleşme ile birlikte griftleşen sınırlar ve iç içe geçen ilişkiler ağı bu argümanı güçlendirmektedir.

Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte terör örgütleri kimyasal, biyolojik silah-ları da kullanmaya başlamışlardır. Konvansiyonel saldırıların ve silahların dışında, siber terör de önemli konulardan biri haline gelmiş, biyolojik ve kimyasal saldırılar kadar güçlü bir savaş aracı olabileceği belirtilmekte-dir(Laquer,1996:24-36). Örneğin artık NATO da siber tehditleri yeni teh-dit arayışları arasında göstermiştir(www.nato.int, 2011)

6.1.Aşağıdan Yukarı Terör

Daha önce de bahsedildiği üzere aşağıdan yukarı teröre örnek olarak ay-rılıkçı, marjinal sağ ve sol, fundamentalist örgütler örnek gösterilebilir. Ancak gerek çalışmanın sınırları gerekse de Türkiye’nin özel şartları düşü-nüldüğünde ayrıntılı biçimde hepsi tartışılmayacaktır.

30 Amaçları doğrultusunda devrim yapmak olan, örgütsel yapısı hiyerarşik açıdan daha belirgin olan ve daha profesyonelce hareket eden terörizm türüdür. Eylemlerini uzmanlaşmış militanlar ya da para militer gruplar gerçekleştirmektedir. 31 Yapılan bir devrim sonrası devrime karşı olan muhaliflerin örgütlü ve sistematik biçimde yok edildiği terörizmdir.

Page 170: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

163Journal of Security Studies

6.1.1.Kimlik Temelli Terör

Terör konusundaki önemli nedenlerden birisi de etnik ya da dinsel temelli kimliksel öğelerdir. Ulus devletlerin kurulması ile birlikte azınlık duru-munda olan etnik gruplar hak kazanmak ya da bağımsız bir devlet kur-ma amacı ile terörist yöntemlere başvurmuşlardır. Etnik terör, belirli bir etnik kimliğe sahip bireylerin yaşadıkları ülkenin siyasi yapısı içerisinde tek unsur olmamaları durumunda toplum tarafından dışlandıklarını ve hak-sızlığa uğradıklarını iddia etmeleri sonucunda uzun dönemde kendi ulus devletlerini kurmak amacıyla üzerinde yaşadıkları ülkeden toprak talep ederek, şiddete başvurmaları ile ortaya çıkmış olan terör hareketleridir. Et-nik teröre başvuran örgütler, kendilerini etnik kimliklerine sahip topluluk-ların tamamını ifade eden, haklarını arayan bir hareket olarak göstermeye çalışarak etnik kimliğin tamamını temsil etmemektedir. Etnik terördeki esas amaç, belirli bir bölgeyi bağlı bulunduğu ülkeden kopararak yani bir devlet kurmak veya başka bir ülkeye ilave etmektir. Etnik terör örgütleri, etnik farklılıkları nedeniyle toplum tarafından dışlandıklarını, haksızlığa uğradıklarını dile getirerek hitap ettikleri topluluklara bu duyguları kabul ettirerek belirli bir kitle oluşturmaya çalışırlar. Bu çalışmalar sonucunda öncülüğünü oluşturdukları kitlelerin geleceğini kontrol etmek ve üzerinde söz sahibi olma amacındadırlar(İşeri,2008:24-26).

6.1.2.Devlet Destekli Terörizm

Terörizmin dış nedenleri ise ülkelerin dış politika hedefleri ve küresel orta-mın çevresel koşullardan oluşmaktadır. “Devlet destekli terörizm” olarak da tanımlanan dış destekler, terör örgütleri için hayati derecede önemlidir. Devlet destekli terörizmde terörist eylemlerin faili, bir devletin açık ya da örtülü desteği ile hareket etmektedir. Devletlerin terörizmi destekle-mesi, bir devletin terörist operasyonların planlamasına, yönlendirmesine ve kontrolüne doğrudan ya da dolaylı katkıda bulunması gibi durumlar devlet destekli terörizmi teşkil etmektedir. Devlet, organları aracılığıyla terörist eylemlerde bulunabilmekte ya da örgütlediği, kontrolü altında bu-lundurduğu gayri resmi devlet ajanları, paralı askerleri veya silahlı çetele-ri kullanmak suretiyle terörist eylemlerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. Devletlerin terör örgütlerine silah, barınak, teçhizat, mali destek, ulaşım ve iletişim imkânları, istihbarat ve diğer lojistik destekler sağlaması(Ca-şin,2008:551) ile birlikte terörist eylemleri yönlendirip yönlendirmediği veya teröristlerin üzerinde fiili kontrole sahip olma gibi konular da devlet destekli terörizm söz konusu olmaktadır. Devletler bu tür destekleri terörist eylemlerin sorumluluğunu veya kontrolünü üzerine almadan vermektedir-ler Bu destek; ideolojik, askeri, finansal lojistik ve toleransla da olabilmek-tedir(Rustemova,2006:112-119).

Page 171: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

164 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Aralarında sorun bulunan devletler, terör örgütlerine dolaylı ya da doğ-rudan destek yolu ile sorunlu oldukları devleti zayıflatmak isteyebilirler. Hukuki, siyasi ekonomik ya da askeri yollarla zarar veremediği bir devlete terör yolu ile zarar vermeye çalışılabilir(Reisman,1999:11-12). Ayrıca, II. Dünya Savaşı sonrası meşru müdafaa dışında devletlerin savaş yapmasının yasaklanmış olması, devletlerin artık doğrudan savaş yerine vekâlet savaşı ya da terör örgütleri üzerinden sorun yaşadıkları devlete zarar vermeye sevk etmektedir. Vekâlet Savaşları daha çok Soğuk Savaş sırasında görü-lürken, Arap Baharı sonrası Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar ve müca-deleler yeniden gündeme gelmiş ve farklı devletlerin devletler ya da terör örgütleri üzerinden güç mücadelesi verdikleri bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Devlet destekli terörde teröre destek veren devlet, ülke sınırları içerisinde-ki bir sorundan ya da uluslararası gelişmelerden yararlanabilir. Ayrıca iç ve dış etkenlerin birbirini karşılıklı olarak besleyebileceği de belirtilmelidir.

6.2.Yukarıdan Aşağı Terör (Devlet Terörü)

Devlet terörü, yukarıdan aşağıya bir terör türüdür. Devlet destekli teröriz-min aksine bir devletin kendi yurttaşlarına sistematik biçimde uyguladığı yıldırma, öldürme, tutuklama, (Başeren,2002:187) ve diğer baskı araçla-rıyla (kitlesel tutuklamalar, belirsiz bir süre gözaltında tutma, sınır dışı etme, işkence, tecavüz, toplama kampları ve toplu idamlar) yani dolaylı ve doğrudan şiddet araçları ile terör uygulaması olarak ifade edilebilir. Bazı kaynaklarda devlet terörü, sadece doğrudan şiddet32 öğesini içermemekte, hukuki, siyasi ve kültürel baskı öğelerinin de bir nevi devlet terörü olduğu iddia edilmektedir(Chomsky,2002:219).

Devlet Teröründe insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk kuralları yoğun, yaygın ve sistematik bir şiddet kullanımı ile ihlâl edilmesine rağ-men, bu suçlar, devlet politikası olarak işlendiğinde hukuki terörizm ola-rak da nitelendirilmektedir. Devlet terörü içerideki siyasi muhaliflere ya

32 Şiddet denildiğinde akla doğrudan fiziksel şiddet gelse de Galtung gibi bazı isimler farklı şiddet türle-rinden bahsetmektedirler. Şiddet türlere ayrıldığı için literatür içindeki hakim şiddet ayrımına da bakmak gerekmektedir. Galtung, şiddet türlerini “doğrudan, yapısal ve kültürel” olmak üzere üçe ayırmaktadır. Gal-tung, “doğrudan şiddeti “ ölüm, işkence gibi gözle görülen somut şeyler üzerinden tanımlarken “yapısal şiddeti” gruplar arası eşitsizliklere yol açan, ekonomik ve siyasal olarak grup ya da kişilerin gelişmelerine engel olan şiddet olarak tanımlamış bunun da ileride doğrudan şiddete yol açabileceğini, doğrudan şiddetten daha büyük ve yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini söylemiştir. Yapısal şiddete örnek olarak da farklı kimlik gruplarının maddi ve manevi kaynaklara ulaşmada ayrımcılığa uğramalarını, siyasal temsil ve tanınmaların olmamalarını yapısal şiddete örnek gösterir. Son olarak da “kültürel şiddeti” toplum içindeki bir grubun kül-türel hegemonyasını söylemler, semboller vb. şeylerle sağlamaları, diğer grupların kültürel değerlerini bas-tırmaları ya da küçümsemeleri, değersizleştirmeleri olarak tanımlar. Aktaran; Ayşe Betül Çelik, “Etnik Çatış-maların Çözümünde Siyaset Bilimi ve Uyuşmazlık Çözümü Yaklaşımları”, Nimet Beriker (ed.), Çatışmadan Uzlaşmaya: Kuramlar, Süreçler ve Uygulamalar, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 167. Ayrıca Galtung vurgulamasa bile psikolojik ve cinsel şiddetin varlığı da çoğu akademisyen tarafından kabul edilmektedir.

Page 172: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

165Journal of Security Studies

da azınlık gruba karşı veya etnik bir gruba yöneliktir. Devlet teröründen dolayı 20.yüzyıldayda 70 milyon kişinin öldüğü tahmin edilmektedir(To-pal,2004:31-33). Fransız devrimi, Pol-Pot, Stalin, Hitler, Mao’nun kendi vatandaşlarına yaptığı devlet terörüne örnektir. Devlet terörün getirdiği yıkım aşağıdan yukarı terörün getirdiğinden daha sert ve yıkıcı olabil-mektedir(Laquer,2002:100). Devlet terörü genelde iç mesele olarak değer-lendirilse de insancıl hukukun gelişmesiyle birlikte uluslararası hukukun gündemine girebilmektedir. Bu kapsam da “İnsani Müdahale”, “İnsanlığa Karşı Suç”, “Savaş Suçu” gibi meseleler son dönem uluslararası hukuk gündeminin en çok tartışılan konulardır.33

Devlet terörizmi ile devlet destekli terörizmini birbirinden karıştırmamak gerekir. Devlet destekli terörizmde terörist eylemlerin faili bir devletin do-laylı ya da doğrudan desteği ile hareket eden devlet dışı aktörken; devlet terörizmi doğrudan devlet tarafından Uluslararası İnsani Hukuk ve İnsan Hakları Hukukunun ihlali içinde gerçekleştirilen, kapsamlı, yaygın ve sis-tematik şiddet kullanmasını; ayrıca soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve işkenceyi de içine almaktadır(Taşdemir,2008:38-39).

7.Terörle Mücadele ve Terör Örgütleri ile Görüşmeler

Terörle Mücadelede de terörün tanımı ve nedenlerine benzer biçimde farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Terörle mücadele ülke içerisi ve uluslarara-sı platform olmak üzere iki ayaklıdır. Ülke içi mücadele iki konusundaki temel yaklaşımlar daha çok kolluk gücü ile yapısal (siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel) nedenler üzerine toplanmaktadır. Ancak askeri mücadele yöntemleri ve yapısal nedenler ayrımından ziyade iki öğenin de birlikte gizli görüşmeleri de içeren yollarla çözülmesi daha yoğun biçimde tartı-şılmaktadır. Rand Cooperation’un hazırladığı “Terörist Gruplar Nasıl Bi-ter” isimli raporda 1968’den bu yana incelenen 648 terörist gruptan yüzde 43’nün siyasi bir süreçle, yüzde 40’ın polis faaliyetleri ile yüzde 7’i as-keri faaliyetler ile yüzde 10’un terörist grupların zaferi ile sona erdiğini göstermektedir(Monographs,2008). Ancak bu raporun eleştiriye açık olduğu unutulmamalıdır, çünkü yaptığı analizler kesin sonuçlara varıldığı izlenimi verse de bazı çatışmalar hala devam etmekte, bazı örgütler farklı isim ve fraksiyonlara bölünerek varlığını devam ettirmekte ya da çatışmalar boyut değiştirmektedir.

İç politika bağlamında mücadele edilirken öncelikle terörü doğuran nedenler iyi analiz edilerek bu minvalde reformlar yapılmalıdır. Bunun ya-nında daha önce de değinildiği üzere her terör olayını doğuran özel (eko-

33 Ayrıntılı Bilgi için bakınız: Canan Ekşi Ateş, Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Ankara, Seçkin Yayınları, 2004

Page 173: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

166 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

nomik, siyasi, sosyo-kültürel...) şartlar bulunabilmektedir. Terörün çözü-münün demokrasiden geçtiği önemli varsayımlardan birisi olsa da terör ve demokrasi ilişkisi üzerine iki ayrı tartışma bulunmaktadır.

Terörist gruplar toplumda şok, korku, şaşkınlık etkisi ve hükümete karşı güvenin azalmasını istemektedirler. Bu amaçla da toplumun temel değer-lerine saldırmaktadırlar(Öktem,yy:60-61). Demokratik liberal sistemlerde temel değerler “hukukun üstünlüğü”, “insan hakları” ve “demokratik par-lamenter sistem” teröristlerin hedefi olabilmektedir. Teröristlerin korku ve dehşet ile psikolojik açıdan kamuoyunu etkilemesi, dolayısı ile de kamu-oyu baskısının da hükümetleri etkilemesi daha çok demokratik rejimlerde görülmektedir. Totaliter rejimlerde terör olgusu çok görülmediği yönünde iddialar tartışmalar devam etmektedir.

Terör eylemlerindeki bir başka amaç ise iktidarın yıpranarak otoritesini kaybetmemek adına ve toplum üzerindeki otoritesini artırma, hükümete tepki duyurmasını da amaçlamaktadır. Terör örgütlerinin demokratik ül-kelerde daha etkili olduğu, hedeflerinin de demokrasinin araçları olduğu yönünde güçlü iddialar bulunmaktaysa da karşıt görüşü içeren tezlerin varlığı ve tartışmaların devam ettiği de unutulmamalıdır(Wade ve Rei-ter,2007:320-345). Terör, geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde yo-ğun olarak görülse bile modernleşmesini ve gelişimini tamamlamış, refah düzeyi yüksek demokratik ülkelerde bile göreli olarak az da olsa görüle-bilmektedir. Hatta bu tür ülkelerde daha çok etki bırakabilmektedir. Ancak siyasal baskı çok yoğunsa terör örgütlerinin nefes alamadıkları, siyasal baskının olduğu durumlarda terör örgütlerinin daha kolay taraftar bulduk-ları da görülmüştür(Laquer,2002:113). Dolayısı ile de terörle mücadelede demokrasi hayati bir öneme sahiptir. Çünkü anti demokratik uygulamalar terör örgütlerinin daha çok taban bulmasına ortam hazırlayabilir.

Halkın beklenti, ihtiyaç ve taleplerinin karşılandığı demokratik sistem-lerde terör örgütleri marjinalize edilebilmektedir.34 Hatta bazı çalışmalar demokratikleşmenin kimi durumlarda daha fazla kimlik temelli şiddeti ve terörü beraberinde getireceğini de iddia etmektedirler(Tezcür:162). Bu tar-tışmaların akılda kalması önemlidir, ancak burada terörle mücadelede de-mokrasi ve demokratikleşmenin önemi yadsınmamalıdır. Anti-demokratik uygulamaların terörün doğması ve taban bulmasına ortam hazırladığı asla unutulmamalıdır.

34 Terörle mücadelede, teröristlerin destek bulmasını engellemek hayati derecede önemlidir. Örneğin Mao “ Gerilla Savaşçısı içinde yüzdüğü deniz olan yerel halktan ayrı düştüğünde sudan çıkmış balığa döner” sözü ile destek bulamayan teröristlerin yok olacağını da açıkça göstermektedir. Terör ve Liberal Demokrasi tartışması için bakınız: Paul Wilkinson, Terrorism versus Democracy, Liberal State Response, New York, Routledge, 2006, s. 89-102

Page 174: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

167Journal of Security Studies

Terörün daha çok istikrasız toplumlarda ortaya çıktığı tezine karşı istikrarlı toplumların bile terör yüzünden istikrarsızlaştığı tartışması uzun yıllardan beri devam etmektedir. Ne yapılırsa yapılsın, sistemi, başka grupları, dev-leti düzeni vs. düşman olarak kodlayıp şiddet yolu ile değiştirmek isteyen gruplar hep olacaktır(Laquer,2002:133-137). Dolayısı ile de terör hiç bir ülkede tamamen bitmeyecektir. Ancak terörün aldığı ekonomik, lojistik, insani ve siyasi desteğin minimize edilmesi terör örgütlerinin etkisizleşti-rilmesi açısından oldukça önemlidir. Bu açıdan dış ve iç politik tedbirlerin alınması gerekmektedir. Terör mücadelede gerek askeri gerekse de siyasi uluslararası işbirliği çok önemlidir.

Terörle mücadelede konusunda son dönem tartışmalardan bir tanesi de teröristlerle gizli müzakereler ve müzakereler sonrasında yapılan reform-lardır. Terör olayları patlak verdiğinde hükümetler teröristlerle görüşmeye yanaşmasalar da yapılan araştırma devletlerin bir süre sonra gizli de olsa te-rör örgütleri ile görüşmeler yaptığını göstermektedir(Toros,2008:407-426, Zartman,1990:163-188). Kimi uzmanlar teröristlerle görüşülmesi ge-rektiğini savunurken(Powell,2014), kimi uzmanlar ise bu durumun terö-ristlere meşruiyet sağlayacağı gerekçesi ile sakıncalı bulmaktadır(Zart-man,1995:3-29). Teröristlerle görüşmelerin ve terör örgütleri ile yapılan görüşmelerin örgütlere meşruiyet kazandıracağı, mücadelede zafiyet doğa-cağı, devletin saygınlığının zarar göreceği, terörizmin başarılı bir yöntem olduğu ve ödün koparabileceği, terör örgütlerinin görüşmeler sırasında to-parlanabilecekleri ve güçlenebilecekleri yönünde eleştiriler vardır.35 Karşı yönündeki iddialar ise görüşülen terör örgütlerinin görüşmeleriyle birlikte eylem sayılarını azaltmaya başladıkları yönündedir. Ayrıca terör örgütleri ile görüşmemek siyasal kanalların kapalı olduğu, dolayısı ile de şiddetin tek yöntem olduğu algısını da yaratabilmektedir.

Görüşmeler, terör örgütleri içerisindeki şiddet yanlılarını yalnızlaştırabil-mektedir. Başka bir iddia da görüşmeler sırasında devletin gerek istihbari gerekse de ideolojik olarak örgütleri daha iyi tanıdığıdır(Demir,2013:1-4). Farklı devletler daha çok kan akıtmaktan ziyade insanların kalbini ve zi-hinlerini kazanarak terör sorununu çözmenin daha kolay olduğunu, şidde-tin azaltılması ile halk ile terör örgütleri arasındaki mesafenin azaltıldığı görmüşler, bu yüzden de yapısal önlemlerin yanında görüşmeleri de önem-li bir araç olarak değerlendirmişlerdir(Powell,2014:39-40). Buradan terör örgütlerinin şiddeti sistematik sürdürmelerinin ya da barış süreçlerindeki provokatif eylemlerinin bir sebebinin de şiddet aracılığı ile tabanının daya-nışmasını arttırmak olduğu belirtilebilir.

35 Teröristlerin şantajlarına boyun eğmek, ödün vermek, ahlaka aykırı olarak teröristlerle görüşmek, meşruiyet sağlamak, ılımlı kişileri teröristler karşısında haksız durumda bırakmak, hükümetin düşmesine ortam hazırla-mak, müttefik ilişkilere zarar vermek gibi başka eleştiriler de bulunmaktadır. Jonathan Powell, a.g.e., s.43-57

Page 175: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

168 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Gerek resmi olarak ülke sınırları içerisinde tek egemen güç olan ve şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devletler ile onlara karşı challenger olarak ortaya çıkan terör örgütlerinin masaya oturmalarının arka planının kompleks olduğu görülebilir. Terör örgütlerinin devletlere karşı verdik-leri “mücadele” asimetrik olduğu için güç asimetrisini lehlerine dönüş-türmek adına silahlı eylemleri kolay kolay bırakmak istemezler. Bundan dolayı da terör örgütleri sadece çatışmalardan zarar görmesinden dolayı değil, ancak çatışmalarda giderek zayıf düşmesi, gücünün yeterli olma-dığını ve şiddetle bir sonuç alamayacağını anladığı durumlarda müzake-reyi önemli bir seçenek olarak görmektedir(Demir,2013:34-35). Devlet açısından değerlendirildiğinde ise görüşmeler ancak terör örgütü üzerinde baskı kurulduğunda sonuca ulaşabilecektir. Başka bir ifadeyle görüşmeler ve güç kullanımı birbirine alternatif değil destekleyicidirler. Teröristler-le yapılan görüşmeler sayesinde ılımlı yapıların (terörün destek bulduğu tabanla ilgili) zayıfladığı yönünde iddiaların yanında terör örgütlerin din-lenerek güç toplamaya imkân buldukları yönünde iddialar da bulunmakta-dır(Powell,2014:56-57). Terör örgütlerinin müzakere masasına oturmala-rında devletler tarafından kabul görmeleri, kendilerinin sadece şiddet üze-rinden tanımlanmak yerine siyasi bir yapı oldukları imajını çizerek gerek uluslararası gerekse de kamuoyu desteği almaya çalıştıkları çıkarımı da yapılabilir.

Devletlerin farklı dönemlerde terör örgütleri ile görüştükleri görülse de, özellikle 1990’larla birlikte sindirme ve silahlı mücadelenin yerini artık barıştırma pratiğinin alması konusunda hızlanma görülmeye başlanmış ve 1990’larla birlikte müzakere süreçlerinin daha yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir(Üstündağ,2014:180-181). Bu dönemdeki barış süreçlerine bakıldığında gruplara dönük haklar ve bölüşüm ile devletin otoritesini inşa etme yönünde düzenlemeler sağlamanın amaç kabul edildiği söylenebi-lir(Üstündağ,2014:182-183). Ancak bu durum mutlak barış ve çatışmasız-lık anlamına gelmemektedir. 1990’dan bu yana devletlerin farklı terör ör-gütleri ile yapmış olduğu 600 civarında anlaşmanın çok büyük çoğunluğu on yıl içerisinde bozulmuştur(Bell,2006:273-312). Hatta kimi kaynaklarda yarısına yakının 3 yıl içerisinde bozulduğu irdelenmektedir. Buradan her görüşme ve “anlaşmanın” tamamen barış getireceği sonucu çıkarılamaz. Ayrıca devletlerin bu tür örgütlerle görüşerek mücadele alanını “şiddetten” siyasi alana kaydırarak onları sisteme angaje etmeyi hedeflediği söylene-bilir. Örneğin Güney Afrika ve Arjantin gibi ülkelerde barış süreçleri bitti gibi kabul edilse bile, aslında mücadele alanları kaymış silahlı çatışmalar bitmiştir. Ancak toplum içindeki gerginlikler hala devam etmektedir(Üs-tündağ,2014:179).

Page 176: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

169Journal of Security Studies

Devletlerin, terör örgütleriyle gizli ya da doğrudan görüşmeler yaptıkları görülse bile, etnik temeli terör örgütlerinin geniş toplumsal destek ve taban bulabildiklerinden, bu tür örgütlerle görüşmelerin daha yaygın biçimde ol-duğu görülmektedir. Bu örgütlerle görüşmeler sırasında ya da öncesinde siyasi, kültürel ve ekonomik reformlarla örgüt üzerinde baskı kurulabilme-sinin önemli olduğunun altı çizilmelidir(Powell,2014:7-38).

Terörle mücadelede yöntemi olarak müzakere edilirken, müzakerenin bir pazarlık olmasının ötesinde örgüt üzerinde baskı, kaynakların tüke-tilmesi ve toplumsal desteğin sağlanması da son derece önemlidir(Zart-man,1995:27). Terörizmle mücadelede terör tam olarak bitmeyebilir, ger-çekçi ve ulaşılabilir hedef yönetilebilir seviyeye indirmek, mücadele alanı-nı dönüştürmek ya da marjinalize etmek ve toplum desteğini almak olmalı-dır(Powell,2014:119). Zartman gibi uzmanlar terörle mücadelenin terörist-lerin kullandığı şiddet araçlarının kontrolü, yıkmak yerine entegre etmek ve destek bulduğu sorunları çözmek olmak üzere üç yol ile yapılacağını söylemektedir. Ayrıca müzakere için en uygun zamanın terörün başladığı ya da olgunlaştığı zaman olduğunu iddia etmektedir(Zartman,1995:3-29).

Kimi uzmanlar da her terör örgütü ile görüşülmeyeceğini söylemektedir. İŞİD, El Kaide gibi siyasal saikeleri daha arka planda olan, özcülük üze-rinden yok etmeye kurgulu ya da kural tanımayan anarşist ve nihilist ör-gütlerin müzakere ve görüşmeye kapalı oldukları, dolayısı ile de onlarla görüşmelerin yapılsa bile sonuç alınamayacağı da iddiaları bulunmaktadır. Kimi kaynaklarda küresel terör örgütleri ile müzakere yapılacak olsa bile muhatap bulmanın imkansız olduğu da vurgulanmaktadır(Powell,2014).

Terör örgütleri ile görüşme süreçlerinde (özellikle de gizli ve arabulucu-lar aracılığı ile yapılan görüşmelerde), çatışmalara neden olan etkenlerin belirlenmesi ve bunlarla ilgili değişiklerin yapıldığı ateşkes dönemlerin-de provokatif eylemler ve çatışmaların hızlandığı görülmektedir(Üstün-dağ,2014:156). Örneğin ETA ve IRA en büyük saldırılarını müzakere süreçlerinde yapmışlardır(Powell,2014:59-156). Bunun arka planında iki nedenin olduğu söylenebilir. Birinci neden hükümetleri sıkıştırmak ve güç göstermek yolu ile daha çok talepte bulunmaktır. İkinci neden ise barış sürecini istemeyenlerin süreci sabote etmeleridir.36

Terörle mücadelenin uluslararası boyutu, önceki kısımlarda anlatıldığı üzere, sorunlu olsa da özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası diplomatik, fi-nansal ve güvenlik anlamında önemli adımlar atılmıştır. Hatta bazı uzman-36 Terör örgütleri ile görüşmeler konusunda daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Dean G. Pruitt, “Negotiation with Terrorists”, International Negotiation, Cilt 11, No. 2, 2006, Ted Robert Gurr, “Terrorism in Democra-cies: When It Occurs, Why It Fails”, Charles Kegley (ed.), The New Global Terrorism, New Jersey, Pearson, 2003, s. 210

Page 177: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

170 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

lar devletlerin Soğuk Savaş dönemindeki gibi “güvenlik devleti” haline geldiğini iddia etmektedirler.

Son olarak terörle mücadele siyasi, ekonomik, kültürel, askeri, polisiye, istihbaratı faaliyetlerin koordineli biçimde demokrasi ve hukukun üstünlü-ğü çerçevesinde yapılması gerektiği söylenebilir. 11 Eylül sonrası terörle mücadelede askeri yöntemler yeniden ön planda olduysa da son bir kaç yıldan beri siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel önlemlerin yeniden ağırlık kazandığı gözlemlenmektedir.

Sonuç

Terör tanımlamaları, daha çok siyasal amaçlarla sembolik hedefler üze-rinden yapılsa da, terör eylemleri zaman içerisinde sivillere dönük saldırılardan gerilla tarzı mücadeleye hatta iç savaşa uzanan bir çatışmalar dizisine dönüşebilmektedir. Terörizmin asimetrik bir çatışma olduğu vur-gulanabilir(Stepanova,2008:1-27). Etnik-dinsel kimlik temelli, ideolojik ya da teolojik kökleri vardır. Terörizm bağımsız bir devlet kurma, devrim yapma, intikam alma, devleti ele geçirme ya da kendi inançlarına göre yö-netmek isteyen ancak bunu normal yollarla başaramayan grupların başvur-duğu bir yöntemdir. Bunun dışında bazı (genelde fundamentalist ve ırkçı) terör örgütleri düşman gördüklerini ayrım yapmadan doğrudan yok etmek isteyebilirler.

Daha önce de anlatıldığı üzere ortak yönler olsa da dünya üzerinde bilinen yüzlerce terör örgütünün her birinin beslendiği kaynak, üzerine kuruldu-ğu ideoloji ya da inanç ve motivasyon kaynağı değişebilmektedir. Örne-ğin Japonya’daki Kızıl Ordu, İtalya’daki Kızıl Tugaylar, Kolombiya’daki Devrimci Silahlı Güçler gibi örgütler toplumsal yapıyı dönüştürmeyi he-deflerken, Türkiye’de PKK, İspanya’daki ETA Kuzey İrlanda’da IRA ve Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları gibi terörist gruplar da etnik kimlik üze-rinden ayrılıkçı hedeflere sahiptirler. Baader-Neinhof Çetesi gibi Marksist temelli örgütlerden ideolojik tandanslı amaçlara ulaşabilmek için terörü amaç olarak gören örgütlere ve El Kaide, İŞİD gibi fundamentalist örgüt-lere kadar uzanan yelpaze genişletilebilir. Terör analizi yapılırken arka planında birçok neden olabileceği ancak bir ya da bir kaç nedenin daha be-lirleyici olduğu unutulmamalıdır. Her terör olayı nevi şahsına münhasıran değerlendirmelidir.

İletişim ve araçlarının gelişmesi ile birlikte teröristlerin yaratmak istedik-leri korku ve dehşet temelli etki ile ulaştırmak istedikleri mesajları verme-lerinin daha kolay olduğu görülmüştür. Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın giderek yaygınlaşması ile teröristlerin mesajının dünya kamuo-

Page 178: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

171Journal of Security Studies

yuna yayılması kolaylaşmış ve hızlanmıştır. Burada gerek devletlerin ge-rekse de medyanın daha dikkatli davranması son derece önemlidir.

Terör konusundaki en önemli sorunlardan birisi de, devletlerin terörü çıkar-larına göre yorumlayabildikleri için ortak bir terör tanımı ve terörle müca-dele konusunda hukuki ve siyasi bir düzenleme yapılamamasıdır. Terörün giderek uluslararası sistemi ve güvenliği etkilemesi ile birlikte devletler terörle mücadelede daha çok işbirliğine yönelmişse de, yine de ortak bir noktada buluşulamamış, bunun yerine doğrudan fiiller üzerinden sektörel bazlı tanımlamalar yapılmış ve bunlar üzerinden hukuki düzenlemelere gi-dilmiştir. Uluslararası hukuk konusunda hala net düzenleme olmadığından devletler kendi sınırları içerisindeki hareketleri terör olarak değerlendirip iç hukuk kurallarına göre mücadele etmektedir. Ancak yaşanan çatışma-ların uluslararasılaşması ile (daha çok da siyasi konjonktüre bağlı olarak) bazı durumlarda uluslararası hukuk devreye girebilmektedir. Terör örgüt-leri uluslararası hukuktan yararlanmayı amaçlamaktadırlar.

11 Eylül sonrası uluslararası politikanın ana gündem maddesi haline ge-len terör ve terörle mücadele konusu önemini hala korumaktadır, özellikle de Arap Baharı ile birlikte yaşanan gelişmeler terör konusunda yeni bazı değerlendirmelerin yapılmasına yol açmıştır. Farklı çıkar sahibi devletle-rin terör örgütleri üzerinden “vekâlet savaşı” yaptıkları görülmüştür. Son dönemde terörle ilgili en çok tartışılan konuların başında gelen “yaban-cı savaşçılar” da uzun yıllar gerek devletlerin gerekse de terörizm çalı-şan bilim insanların gündemini meşgul edecektir. Ayrıca IŞİD gibi terör birden çok ülkenin içerisinde geniş bir sahayı kontrol ederek devlet gibi davranmış, vahşice kitlesel kıyımlar yaparak geleneksel terör örgütleri-nin aksine yeni tartışmalara yol açmıştır. IŞİD’in kontrol ettiği Suriye ve Irak’taki topraklar dışında Türkiye, Lübnan, Fransa, Mali gibi ülkelerde “yabancı savaşçıları” ile yaptığı saldırılar bir taraftan da küresel terörist ör-güt haline geldiğini göstermektedir. Yaptığı kitlesel kıyımlar, kontrol ettiği alan vs. gibi etkenler modern terör analizlerini sarsmıştır. Yeni dalga, kimi uzmanlar için post-modern terör dalgası olarak da nitelendirilebilmektedir. Teröristlerin başvurduğu yöntemler ve tarzın değişmesi ile geleneksel terör tanımlarından post modern teröre geçiş ilerleyen dönemlerde ciddi biçim-de tartışılacaktır.

Terörle mücadelede unutulmaması gereken en önemli konu terör ve şid-det temelli grupları tamamen bitirmenin çok zor olduğudur. Bundan dolayı terörün destek bulduğu tabanı bitirmek için yapısal önlemler alınmalıdır. Terörle mücadelede insan hakları ve hukukun üstünlüğünden vazgeçilme-melidir.

Page 179: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ
Page 180: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

173Journal of Security Studies

Kaynakça

Akutay, Sercan Semih ve ATEŞ, Davut, (2013), “Türkiye’nin Sınır Ötesi Ope-rasyonlarının Hukuki Çerçevesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 17, Sayı 3Arıboğan, Deniz Ülke, (2005), Tarihin Sonundan Barışın Sonuna, Nefretten Teröre, Ankara: Ümit YayıncılıkAteş, Canan Ekşi, (2004), Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Ankara: Seçkin Yayınları, Başeren, Sertaç Hami, (2002) Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm, Ali Tarhan, (ed.), Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara: s. 186 Başeren, Sertaç Hami, (2008), Terrosim With Its Differentiating Aspects, De-fence Against Terrorism Review , Vol. 1, No. 1, s. 2-3.Bell, Christine, (2006) Peace Agreements: Their Nature and Legal Status, the American Journal of Interanational Law, cilt 100, No 2 Burton, John W. , (1979), Deviance, Terrorism,and War ; The Process of Solvig Unsolved and Political Problems, New York: St. Martin’s Press,Caşin, Mesut H. , (2008), Uluslararası Terörizm, Ankara: Nobel Yay.Chomsky, Noam, (2002), Uluslararası Terörizm”, Cemal Güzel (ed.), Silinen Yüzler Karşısına Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi, Crenshaw, Martha, (1981), “The Causes of Terrorism”, Comparative Politics, Vol. 13, No. 4Çelik, Ayşe Betül, (2009),“Etnik Çatışmaların Çözümünde Siyaset Bilimi ve Uyuşmazlık Çözümü Yaklaşımları”, Nimet Beriker (ed.), Çatışmadan Uzlaşmaya: Kuramlar, Süreçler ve Uygulamalar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi YayınlarıÇevik, Abdülkadir,(2007), Politik Psikoloji, Ankara: Dost Yayınları, Çitlioğlu, Ercan, (2008), Gri Tehdit Terörizm, Ankara: Destek YayınlarıDemir, Cenker Korhan, (2013), “Terörizmle Mücadelede Görüşmeler” Ulusla-rarası İlişkiler, Cilt 10,Sayı 38Engels, Friedrich,(1979), Tarihte Zorun Rolü, çev. Kenan Somer, Ankara: Sol Yay., 1979Fanon, Frantz, (2007), Yeryüzün Lanetlileri, çev: Şen Süer, İstanbul: Versus YayınlarıGaltung, Johan, (1996),Peace by Peaceful Means: Peace and Conflict, Deve-lopment and Civilization, London,SAGEGurr, Ted R.,(2003), “Terrorism in Democracies: When It Occurs, Why It Fa-ils”, Charles Kegley (ed.), The New Global Terrorism, New Jersey: Pearson, s. 210

Page 181: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

174 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Gurr, Ted R.,(1970), Why Men Rebel, Priceton, Priceton University Press,Güzel, Cemal, (2002), “Korkunun Korkusu: Terörizm”, Cemal Güzel (ed.), Silinen Yüzler Karşısına Terör, Ankara: Ayraç YayıneviHeywood, Andrew, (2013), Küresel Siyaset, çev. Nasuh Uslu ve Haluk Özde-mir, Ankara: Adres Yayınları,2013İşeri, Reyhan, (2008), Türkiye’de Etnik Terör: ASALA ve PKK Örneği, Atılım Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,Jackson, Sara W. ve REISTER, Dan, (2007), “Does Democracy Matter? : Re-gime Type and Suicide Terrorism” Journal of Conflict Resolution, V.51Jenkıs, Brain M., (1998), International Terrorism: A New Grant wardlaw, Po-litical Terrorism, Theory, Tacticts, and Counter –Measures, Cambridge Uni-versity Press,Jeong Ho-Won,(2008), Understanding Conflict and Conflict Analysis, Los Angles: SAGE Publications,Johnson, Larry C.,(2001), “The Future of Terrorism”, American Behavioral Scientist, Cilt 44, Sayı 6Kaya, İbrahim,(2005), Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, Ankara: USAK Yayınları,Keleş, Ruşen ve ÜNSAL, Artun, (1982), Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara Üni-versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, AnkaraKüçükcan, Talip, (2009),” Terörün Sosyolojisi: Toplumsal Kökenleri Anlama İmkânı,” Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, No. 24Laquer, Walter,(2002),“Terörizmin Yorumlanması”, Cemal Güzel(ed.), Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ankara, Ayraç YayıneviLaquer, Walter, (1996), “Post modern Terrorism: New Rules fo an Old Game”, Forreign Affairs, Vol 74, No 5, September –OctoberLaquer,Walter,(2002), “Terörizmnin Yorumlanması”, Cemal Güzel (ed.), Sili-nen Yüzler Karşısına Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi,Occhippinti, Hubaci,(2007), “Anarchist Terrorists of the Nineteenth Century”, Gérard Chaliand and Arnaud Blin (ed.), History of Terrorism, From Antiquity to al Qaida, California: University of California PressÖktem, Emre, ‘Uluslararası Hukukta Terörizm: Tanım Sorunu ve Milli Ba-ğımsızlık Hareketleri’, İstanbul Ticaret Üniversitesi Dergisi, http://acikerisim.iticu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11467/237/M00068. pdf?sequen-ce=1&isAllowed=y,Özdemir, Taner, (2006), Birleşmiş Milletler Çerçevesinde Terörizmle Mücade-le, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Anabilim Dalı Yayınlaşmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,Özkırımlı, Umut,(2008), Milliyetçilik Kuramları; Eleştirel Bir Bakış, Ankara: Doğu Batı Yay.

Page 182: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

175Journal of Security Studies

Pazarcı, Hüseyin, (2000), Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, Ankara: Tur-han KitabeviPomeroy, William J.,(1992), Marksizm ve Gerilla Savaşı, İstanbul: Belge Yay.Powell, Jonathan,(2014), Teröristlerle Konuşmak, Silahlı Çatışmalar Nasıl Sona Erdirilir?,çev. Nuray Önoğlu, İstanbul:Aykırı YayınlarıPruıtt, Dean G.,(2006), “Negotiation with Terrorists”, International Negotia-tion, Cilt 11, No. 2,Rambotham, Oliver, (2005), “The Analysis of Protracted Social Conflict: A Tribute to Edward Azar”, Review of International Studies, No 31Rapoport, Savid C.,(2003), “The Four Waves of the Rebel Terror and Sep-tember 11”, The New Global Terrorism, Characteristic, Causes, Controls, ed. Charles W. Kegley, New Jersey: Prentice Hall,Reısman, W. Michael,(1999), “International Legal Responses to Terrorism” , Houston Journal of International Law, Cilt 22, Sayı1Rustemova, Saadat,(2006), Küresel Terörizm, Ankara Üniversitesi Sosyal Bi-limler Entitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara,Saraçlı, Murat,(2013), “Uluslararası Hukukta Terörizm”, Gazi Ün. Hukuk Fa-kültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1-2, 2007, Sayı 38Seto, Theodore P., “The Morality of Terrorism”, Loy. L. A. L. Rev., Vol. 35, 2002(http://digitalcommons.lmu.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2333&con-text=llr)Shultz, Richard, (1990), “Conceptualizing Political Terrorism”, Charles W. Kegley (ed.) ,International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls, New York: University of South Carolina, St. Martin’s Press Inc.,Snyder,Jack,(2000), From Voting to Vilonce: Deomcratization and Nationalist Conflict, New York: NortonŞahin, Yakup, (2013), “Çatışma Kuramları ve Kimlik Temelli Çatışmalar; Teorik Bir Giriş”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1Taşdemir, Fatma, (2008), Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Ülkeleri Dışında Münferiten Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2008Tezcür, Güneş M., Türkiye’de Silahlı Çatışmanın Med Cezirleri ve Zor Bir Ba-rış, Murat Aktaş(ed.), Çatışma Çözümleri ve Barış, İstanbul: İletişim Yayınlar,Topal,Ahmet Hamdi,(2004), Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Teröriz-me Karşı Kuvvet Kullanma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, AnkaraToros,Harmonie,(2008), “We Don’t Negotiate with Terrorists!’: Legitimacy and Complexity in Terrorist Conflicts”, Security Dialogue, Sayı 39Türkiye ve Terörizm, (2006), Türkiye Barolar Birliği Raporu, Ankara

Page 183: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

176 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

Üstündağ,Nazan, (2014), “Dünyada Barış Süreçleri ve Çözüme Giden Yolda AKP ve Kürt Hareketi’nin Çatşan Toplumsal Tahayyülleri”,Murat Aktaş(ed.), Çatışma Çözümleri ve Barış, İstanbul: İletişim YayınlarVOLKAN, Vamık D.,(2005), Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemle-rinde Geniş Gruplar ve Liderleri, çev.Özgür Karaçam, İstanbul, Okyanus Yay. Volkan,Vamık D.,(2009), Kimlik Adına Öldürmek, ,çev. Medine Banu Büyük-kal, İstanbul: EverestWhıte, Robert W.,(2001), “Social and Role Identities and Political Violen-ce”, Richard D Ashmore, Lee Jussim, David Wilder (ed.), Social Identity, In-tergroup Conflict and Conflict Reduction, New York: Oxford University Press,Wılkınson,(2002), Terör ve Terörizm: Kavramlar, Özellellikler ve Tipoloji, Cemal Güzel (ed.), Silinen Yüzler Karşısına Terör, Ankara: Ayraç YayıneviWılkınson, (1998), Paul “Trends in International Terrorism and the American Response”, Lawrence Freedman, Christopher Hill, Adam Roberts, R. J. Vin-cent, Paul Wilkinson ve Philip Windsor, (eds),, Terrorism and International Order, The Royal Institute of International Affairs, Routledge,Wılkınson,Paul, (2006), Terrosim versus Democracy, Liberal State Response, New York: Routledge Young,Reuven,(2006), “Defining Terrorism: The Evolution of Terrorism as a Legal Concept in International Law and Its Influence on Definitions in Do-mestic Legislation”, Boston College International & Comperative Law Re-view,v.29, I.1Zartman, I. William. “Dynamics and Constraints in Negotiations in Internal Conflicts”, I.Zartman, William Zartman,(1990), ‘Negotiating Effectively with Terrorists’, Barry Rubin, (ed.), The Politics of Counterterrorism: The Ordeal of Democra-tic State, Washington, DC, Foreign Policy Institute,Zartman , I. William, (1995), (ed.), Elusive Peace: Negotiating an End to Civil Wars, Washington: The Brookings Institution,Zartman,William, (1995), “Dynamics and Constraints in Negotiations in In-ternal Conflicts”, William Zartman (ed.), Elusive Peace: Negotiating an End to Civil Wars, Washington, The Brookings Institution,

İnternet Kaynakları

http://www.nato.int/docu/review/2011/11-september/Cyber-Threads/TR/ (Erişim Tarihi:17.07.2015)www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monographs/2008/RAND_MG741-1.pdf (Erişim Tarihi: 23.07.2015)www.rand.org/content/dam/rand/pubs/papers/2008/P5261.pdf

Page 184: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

177Journal of Security Studies

GÜVENLİK ÇALIŞMALARI DERGİSİ YAZIM KURALLARI

Yayın İlkeleri

Güvenlik Çalışmaları Dergisi, disiplinlerarası bir yaklaşımla hazırlanan güvenlik çalışmaları alanında bilimsel makalelerin yer aldığı hakemli bir dergidir. Dergi Şubat, Mayıs ve Ekim aylarında olmak üzere, yılda üç kez yayımlanır.

Güvenlik Çalışmaları Dergisinin yayım dili Türkçe’dir. Ancak Yayın Ku-rulunun uygun gördüğü İngilizce makaleler de dergide yer alabilir.

Dergide yayımlanan yazıların daha önce hiçbir yayın organında yayım-lanmamış, ilk defa Güvenlik Çalışmaları Dergisinde yayımlanıyor olması gerekmektedir. Daha önce bilimsel bir toplantıda sunulmuş olan bildiriler, bu durumun belirtilmesi şartıyla kabul edilebilir.

İlk yayımlandığı tarihten itibaren asgari 25 yıl geçmiş olan; önem ve etki bakımından klasik metin olarak değerlendirilebilecek yazı ve çeviriler, daha önce yayımlanmamış olmaları kuralının istisnasını oluşturur. Bu tür metinlere daha önce yayımlanıp yayımlanmamış olmalarına bakılmaksızın dergide yer verilebilir. Buna ilaveten, dergide kitap eleştirileri de yayımla-nabilmektedir.

Güvenlik Yönetimi Dergisinde yayımlanan yazıların fikri sorumluluğu ya-zarlara aittir. Yayım için kabul edilen metinlerin, fiziki ve elektronik or-tamda, tam metin olarak yayımlanmak da dahil olmak üzere, tüm yayım hakları Güvenlik Çalışmaları Dergisine aittir. Kullanılan çizim, fotoğraf ve görsel malzemenin hakları da Güvenlik Çalışmaları Dergisine ve anlaşmalı olarak da çizer ve fotoğrafçısına aittir.

Yazıların Değerlendirilmesi

Yazılar, bilgisayar ortamında ve dizgi programında kullanılabilecek şekil-de e-postayla ya da cd içerisinde teslim edilmelidir.

Dergiye yayımlanmak üzere yollanan makaleler, “kör hakem” yöntemiyle değerlendirilmektedir. Editörler tarafından incelenen ve değerlendirilmesi uygun bulunan çalışmalar, iki ayrı hakeme gönderilmektedir. İki hakemin görüş ayrılığı durumunda, üçüncü bir hakemin görüşüne başvurulmaktadır. Hakemlerden gelen raporlar doğrultusunda, makalenin yayımlanmasına, yazardan hakem raporuna göre düzeltme istenmesine ya da yazının red-

Page 185: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

178 Güvenlik Çalışmaları Dergisi 17 (3)

dedilmesine karar verilmekte ve karar yazara iletilmektedir. Basımı uygun bulunan yazıların, yayımlanıp yayımlanmayacağına ya da derginin hangi sayısında yayımlanacağına editörler karar verir. Yazar süreç konusunda e-posta yoluyla bilgilendirilmektedir.

Güvenlik Çalışmaları Dergisine ulaşan yazılar için yanıt verme süresi otuz gündür. Bu süre içinde yanıtlanmayan yazılar ulaşmamış demektir. Yazı-larla ilgili olumlu ya da olumsuz görüş yazara mutlaka bildirilir.

Yazım Kuralları

Güvenlik Çalışmaları Dergisine gönderilen yazılar için bir sayfa sınırla-ması yoktur. Ancak, yazıların 4000-7000 arası kelime sayısında olmalıdır. Gerekli kısaltma ve uzatmalar yazarla iletişim içinde yapılabilir.

Yazılarla birlikte, 150 kelime civarında Türkçe ve İngilizce dilde özet, 5-10 kelime arası Türkçe ve İngilizce dilde anahtar kelimeler, İngilizce başlık ve ilaveten Türkçe kısa özgeçmiş de iletilmelidir.

Dergideki makalelerin imla ve noktalamasında yazarın tercihleri geçerlidir. Ancak sehven yapıldığı anlaşılan yazım ve noktalama hataları düzeltilir.

Yayımlanması talebiyle Güvenlik Çalışmaları Dergisine ulaştırılan yazı-larda, metin içindeki alıntı ve göndermeler, ayraç içinde (yazar adı, kay-nağın basım yılı: sayfa numarası sırasıyla), APA (American Psychological Association)’nın en son gönderme ve kaynak gösterme kılavuzuna uygun olarak yapılmalıdır. Metin dışında yapılan açıklamalarda, sonnot yerine, o sayfanın altında yer alacak olan dipnot kullanılmalıdır.

Güvenlik Çalışmaları Dergisinde yayımlanan makalelerin yazarlarına, ya-zılarının bulunduğu sayıdan beş adet verilir.

Güvenlik Çalışmalarına yazı göndermek için, [email protected] e-posta adresini kullanabilirsiniz. Güvenlik Çalışmaları’nın gelecek sayılarında işlenecek dosya konuları internet sitesinden öğrenilebilir.

Page 186: ISSN: 2148-6166 MALARI DER S - akademikpersonel.kocaeli.edu.trakademikpersonel.kocaeli.edu.tr/rabia.saglam/diger/rabia.saglam08... · Esma Aydan DİKMEN Gökhan AK Levent KÜRBÜZ

179Journal of Security Studies

MALARI DER S

ÇA

LIM

ALA

RI DER

S

ISSN: 2148-6166

Turkish Journal of Security Studies C

ilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3

Cilt:17 Sayı: 3 / Vol:17 Issue: 3

T J S S

BİR HAK İHLALİ OLARAK ÖTEKİLEŞTİRME: GAZETELERİN ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDE SURİYELİ SIĞINMACILARIN ‘ÖTEKİ’ TEMSİLİOthering As a Violation of Rights: Representation of Syrian Refugees As “Other”in � ird Page of Newspapers

NATO’NUN YENİ MİSYONU KAPSAMINDA AKDENİZ VE ORTADOĞU BÖLGESİNDE ARTAN ROLÜNATO’s Growing Role Under the Scope of Its New Mission in the Mediterrenean and Middle East Region

ŞİDDET VE İNSAN HAKLARI: SURİYE ÖRNEĞİViolence and Human Rights: � e Case of Syria

HUKUKÎ ŞİDDET Legal Violence

SAĞLIK HAKKI’NDA DEVLETİN KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ: SAĞLIK ÇALIŞANLARINA UYGULANAN ŞİDDET AÇISINDAN BİR İNCELEMEProtection Obligatien of the State on Health Right: A Reviewer Violence Against Health Workers

TEMEL SİYASAL KAVRAMLARDA SİYASETİN ARACI OLARAK “ŞİDDET” VE SİVİL TOPLUM“Violence” As a Tool of Politics in the Key Political Concepts and the Civil Society

KADININ ŞİDDETE KARŞI KORUNMASINDA ROL OYNAYAN ULUSLARARASI METİNLERİN İNCELENMESİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Analysis of International Literature Having Role in Protection of Women Against Violence and Turkish Case

TERÖRİZM: TANIM(LANAMAMAS)I, TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ, ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ VEMÜCADELE YÖNTEMLERİTerrorism: (in-)Definability, Historical Change and Transformation, Stance in International Law and Methods ofFighting Against It

Yavuz BAYRAM

İbrahim AKDAĞ

Ercan BALÇIK

Rabia SAĞLAM

Esma Aydan DİKMEN

Gökhan AK

Levent KÜRBÜZ

Yakup ŞAHİN

MALARI DER S

ÇA

LIM

ALA

RI DER

S

ISSN: 2148-6166

Turk�sh Journal of Secur�ty Stud�es

Tel: +90 (312) 462 90 65 / 92 Fax: (312) 462 90 95

Turk�sh Journal of Secur�ty Stud�es Vol:17 Issue: 1

Vol:17 Issue: 1

T J S S

KAMU DÜZENİ, GÜVENLİK VE DEMOKRATİKLEŞME

BİR POST-SOVYET DÖNÜŞÜM HİKAYESİ: MAHALLE ÖLÇEĞİNDE GÜVENLİĞİN ÜÇ GÖRÜNÜMÜ

FOREIGN TERRORIST FIGHTERS (FTF): BREAK & END OF VIOLENT EXTREMISM, RADICALISM (BEVER)

TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN ANATOMİSİ

HUKUKİ METİNLERDEN UYGULAMAYA KOLLUK ZOR KULLANMA MODELİ

TÜRK POLİS TEŞKİLATINDA POLİS MEMURLARININ İŞE ALIM VE TEMEL EĞİTİM SÜRECİNDE YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

KİTAP İNCELEMESİ: POLİTİK PARANOYA NEFRETİN PSİKOPOLİTİĞİ

baskısı bulunmuyor)

Ayşe Çolpan KAVUNCU

Ufuk AYHAN

Yücel YİĞİT

Cenker Korhan DEMİR

Talha ÖVET

Hakan İNANKUL

Yakup ŞAHİN

Güvenlik Çalışmaları Dergisi