Top Banner
“THE FUTURE BELONGS TO THO- SE WHO PREPARE FOR IT TODAY.” “GELECEK, BUGÜNDEN ONUN İÇİN HAZIRLANANLARA AİTTİR.” MALCOLM X heybe İÇİNDEKİLER BİZİM GÖKLERİMİZDE BİZİM TEYYARELERİMİZ QU QLUX QLAN OSMANLI DÖNEMİNDE TIP HASAN SABBAH AMERİKA’DAKİ SİYAH HAREKETLERİ İTTİHAT VE TERAKKİ BÜYÜK İSTANBUL DEPREMİ ÖDÜLLÜ TARİH BULMACASI
23

heybe sayı 3

Mar 03, 2016

Download

Documents

bayram kum

sezonluk tarih dergisi
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: heybe sayı 3

“THE FUTURE BELONGS TO THO-SE WHO PREPARE FOR IT TODAY.” “GELECEK, BUGÜNDEN ONUN İÇİN HAZIRLANANLARA AİTTİR.”

MALCOLM X

heybe İÇİNDEKİLER BİZİM GÖKLERİMİZDE BİZİM TEYYARELERİMİZ QU QLUX QLAN OSMANLI DÖNEMİNDE TIP HASAN SABBAH AMERİKA’DAKİ SİYAH HAREKETLERİ İTTİHAT VE TERAKKİ BÜYÜK İSTANBUL DEPREMİ ÖDÜLLÜ TARİH BULMACASI

Page 2: heybe sayı 3

BİZİM GÖKLERİMİZDE BİZİM TAYYARELERİMİZ

G ünde, yüzler belki de binlerce kez uçakların havalandığı ülkemizde yani Türkiye’mizde

“niçin üretmiyoruz?” diye sorduğu-muz çok şeyden biri de uçak. Üret-memiş miyiz yahut üretememiş miyiz? Aslına bakarsak “İstikbal göklerde-dir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk henüz hayattayken -1936- Nuri Demirağ havacılık sanayinin temel-lerini kurmaya başlamış. Nuri De-mirağ ilk on seneyi kapsayacak bir plan yaptırdıktan sonra, Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskele-si’nin yanında “Tayyare Etüt Atöl-yesi”ni kurdu. Atölye çok kısa bir sürede büyük bir fabrika haline geldi. Ardından Yeşilköy Elmas Pa-şa Çiftliği’ni tayyare meydanı yap-mak için satın alan Nuri Demirağ 1.3 km² boyutlarında bir tayyare

alanı yaptırdı. Bu tayyare alanının bir benzeri de o tarihlerde Avru-pa’nın en modern havaalanı olan Amsterdam’da vardı. 1937–38 yıl-ları içerisinde Türk Hava Kurumu, 10 okul uçağı ve 65 planör sipariş etti. 1941 yılında İstanbul yapımı ilk

yerli Türk uçağı ilk olarak Nuri De-

mirağ’ın alakasını kesmediği mem-

leketi Sivas-Divriği’ye gitmiştir.

Halk bu gösteri karşısında oldukça

heyecanlanmıştır. Bu tür gösterile-

rin yarar sağlayabileceği düşüncesi

ile Nuri Demirağ Eylül ayında on iki

uçaktan oluşan bir filoyu Bursa,

Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya,

Adana, Elazığ ve Malatya rotasında

uçurmuştur. Bu gösteriyle halka

güven aşılamayı amaçlayan Demi-

rağ halka kendi uçağımızı tanıtmak

uçağımızı tanıtmak ve bu uçakların bizim göklerimizi kolaylıkla koruya-bileceği fikrini amaçlamıştır. Nuri Demirağ’ın fabrikasında üreti-mine geçilen Nu. D.38 tipi, altı yol-cu taşıma kapasitesi ve çift pilot kumandası bulunan yolcu uçağı tamamen Türk mühendis ve işçile-rin elinden çıkmıştır. Tamamen yerli Türk uçağı tüm dünyada bü-yük yankı uyandırarak, gözleri Tür-kiye’ye çevirmişti. Bu uçak saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 kilometre uçabilmekteydi ancak Türk Hava Kurumu, Nuri De-mirağ’ın fabrikasına sipariş ettiği uçakları almaktan vazgeçmiştir. Aslında Türkiye henüz o yıllarda

kendi uçağını yapmaktan, kullan-

maktan ve satmaktan vazgeçmiş-

tir.

Page 3: heybe sayı 3

NURİ DEMİRAĞ’DAN VECİZELER “Hesaplı hareket ettiğini zanneden ve onunla iftihar eyleyen dar kafa-lar; kurtulmağa, yükselmeğe elve-rişli hiç bir eser vücuda getirmez-ler. Kurtuluş ve yükselişi, ancak varlığına dayanan ve mülkü mille-tin gizli kapalı hazinelerini verimli hale getirmesini bilen, şahsi men-faatini millet menfaati uğruna feda eden, ruhu idealist, dimağı realist şahsiyetlerde aramalıdır.” “Türk; insan kudretinin yaratabile-ceği her faydalı şeyi memleket için düşünmeye, düşündüğünü yapma-ğa ve başarmağa kadirdir. Yapama-mak “yapamadım, yapamam de-mek; benliğinden, varlığından geç-tim... aczi, zaafı kabul ettim” de-mektir.” "Avrupa'dan, Amerika'dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlık-la saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demo-de şeylerle beyhude yere vakit ge-çirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika'nın son sistem tayyarele-rine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir. "

“Her şahsi servet, milletin fert elindeki bir emanettir. Her emanet gibi bunu da suiistimal bir cürüm-dür.” “Büyük eserler; lüks hayattan, büyük masraflardan içtinap saye-sinde yapılan tasarruflardan mey-dana gelir. Şahsi servetler, Türk milletinin heyeti mecmuasınındır. Vatanın nefyine her zaman hasır ve tahsise amade fertler elinde emanettir. Bunu kimsenin bol bol ve sefahate sarf etmeye, israfa, suiistimale hakkı yoktur.”

“Büyük teşebbüslerde muvaffaki-yet, ancak şahsi kusurlardan mü-nezzeh olmakla mümkündür.” “Türk, tayyaresini kendi eliyle yap-malıdır. Mademki bir millet tayya-resiz yaşayamaz. O halde, bu yaşa-ma vasıtasını başkalarının lütfün-den beklememelidir. Size, katiyetle söylüyorum. On seneye varmadan biz, bütün tayyarelerimizi motorla-rıyla beraber, en küçük vidasına kadar, baştan başa kendimiz yapa-cağız.” "Hayatımda fuzuli masraflardan daima kaçındım. Çünkü, kazandı-ğım parayı, Türk milletinin bir vedi-ası olarak muhafazaya mecbur ol-duğumu unutmadım... Türk milleti-nin müşterek servetini israf ve se-fahatin batağına gömmeğe benim ne hakkım var? Yanımda çalışanlar da, bu düsturu ezber edecek kadar bellemişlerdir.”

DERLEYEN: SALİHA DELİBAŞ KAYNAKLAR: www.nuridemirag.com Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık

Bülteni, Yıl:1 sayı: 4 sayfa: 27

Page 4: heybe sayı 3

“Gücünü siyasi amaçlar için, öncelikli olarak

zenci seçmenleri yıldırmak ve örgütün

görüşlerine ters düşenleri öldürmek veya

ülkeden kaçırmak için kullanmıştır. “

QU QLUX QLAN

Ku Klux Klan Amerika Birleşik Devletlerinin güney eyaletlerinde ortaya çıkan gizli bir teşkilattır. İlk Ku Klux Klanlar Amerika’daki kuzey güney savacşından sonra güneyde beyaz

ırkın üstünlüğü iddiasıyla ortaya çıkmıştı.

K u Klux Klan Amerika Birle-şik Devletlerinin güney eyaletlerinde ortaya çı-kan gizli bir teşkilattır. İlk

Ku Klux Klanlar Amerika’daki kuzey güney savaşından sonra güneyde beyaz ırkın üstünlüğü iddiasıyla ortaya çıkmıştı. İkinci teşkilat ise 1920’lerde, din, ahlak ve vatanperverlik amacına bürünerek faaliyet gösterdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da zenci haklarının savunma faaliyetleri kuvvet kazanmaya başlayınca yine güneyde Ku Klux Klanlar sahneye çıktılar. Bu teşkilat şiddet hareket-lerine başvurması sebebiyle halkın ve devletin nefretini kazandı. Ku Klux Klanlar geniş kollu, uzun bir cübbe ve ikisi göz, ikisi de ağız, burun için delikleri bulunan kuku-leta denen başlık giyerlerdi. Kuku-letanın üstünde birer kırmızı şerit-lerle bağlı üç boynuz gibi çıkıntısı vardır.

Zamanında Marlboro paketlerinde Ku Klux Klanlar’a refere eden yazı-lar olduğu hala bilinen bir şehir efsanesidir. 1871’de Ku Klux Klanların güneyde yeni bir karışıklık çıkarmaları üzeri-ne bu teşkilatın binlerce üyesi tev-kif edildi ve bunun sonucunda hak-larında çeşitli cezalar verildi. Bir müddet sonra çeşitli isimlerde tekrar ortaya çıkan Klanlar Texas, Mississippi, Alabama, Arkansas, Florida, Lousianen ve Güney Caro-lina eyaletlerindeki Zenci hakimi-yetini ortadan kaldırdılar. Binlerce Zenciyi katlettiler. Gücünü siyasi amaçlar için, öncelikli olarak zenci seçmenleri yıldırmak ve örgütün görüşlerine ters düşenleri öldür-mek veya ülkeden kaçırmak için kullanmıştır. Eyleme geçmeden önce, hedefledikleri kişiye genellik-le bir uyarı notu gönderirlerdi. Bu notun garip, fakat tanınmış biçimi bazı yörelerde yapraklı bir meşe dalı, diğerlerinde ise kavun veya

portakal çiçekleriydi. Söz konusu uyarıyı alınca hedefteki kurban ya eski görüşlerinden vazgeçiyor, ya da ülkeden kaçıyordu. Uyarıya ku-lak asmayıp direndiğinde ölümle karşılaşması kaçınılmazdı. Ölüm çoğu kez tuhaf ve hiç beklenmedik biçimde gerçekleşiyordu. Örgütün yapılanması öyle kusursuzdu ve yöntemleri öyle kılıfına uydurul-muş biçimde yürütülüyordu ki, tutumunu değiştirmeden cesur adamı oynayıp da başına bir bela gelmemiş birine rastlanmadığı gibi, eylemleri yapanların izi de sürüle-miyordu.

Page 5: heybe sayı 3

Birleşik Devletler Hükümeti'nin ve güney'in iyi niyetli ve sözü geçer kişilerinin çabalarına rağmen Ku Klux Klax birkaç yıl içinde gelişti ve büyüdü. fakat hareket 1869'da birden çökmüş, ancak daha sonra-ki yıllarda aynı tür eylemlere sey-rek de olsa rastlanmıştır. Diğer teşkilatı 1915’te Atlanta civa-rında Stone Mountain’de kuruldu. Sayıları 5 bini bulan üye toplayabil-di. Daha sonra üye sayısını 5 milyo-na çıkardı. Bu teşkilat sadece zen-cilere değil aynı zamanda Yahudi, Katolik ve diğer yabancılara da sal-dırdılar.

Katı ve şekilci bir ırkçılık politikası, üyelerinin hızla bu teşkilattan ayrıl-malarına sebep oldu. Tedhiş hare-ketlerine hız veren Ku-Klux Klanla-rın faaliyetleri 1928’de tekrar ya-sak edildi. Fakat faaliyetleri zaman zaman yine görülmekte, çalışmala-rını gizli sürdürmektedirler. İlgili Filmler Siyahların İntikamı (The Klans-man), (1974) Race With the Devil, (1975) İhanet (Betrayed), (1988 Mississippi Yanıyor (Mississippi Burning), (1988) Posse, (1993)

KU KLUX KLAN

Oluşum

1inci Klan 1865-1870ler

2nci Klan 1915-1944

3ncü Klan1 1946 yılından beri

Üyeler

1inci Klan 550,000

2nci Klan 4,000,000*(1924 zirve noktası)

3ncü Klan1 6,000

Özellikler

Kökeni Amerika Birleşik Dev-letleri

Siyasi ideoloji Beyazların üstünlüğü Beyaz milliyetçiliği

Politik yeri aşırı sağ

*2nci Klan yaklaşık 179 bağımsız oluşum halindedir.

Dava (The Chamber), (1996) Öldürme Zamanı (A Time to Kill), (1996) Geçmişin Gölgesinde (American His-tory X), (1998) Nerdesin Be Birader? (O Brother, Whe-re Art Thou?), (Komedi, 2000)

DERLEYEN: MERVE YILDIZ

KAYNAKLAR:

http://www.itusozluk.com/goster.php/

ku+klux+klan

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ku_Klux_Klan

http://en.wikipedia.org/wiki/Ku_Klux_Klan

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?

t=ku+klux+klan&nr=y&pt=klu+klux+klan

http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Ku-

Klux_Klan

Page 6: heybe sayı 3

OSMANLI DÖNEMİNDE TIP

S elçukluların kurduğu da-

rüşşifaların işleyişlerinin

sürdürülmesinin yanında,

Osmanlılar da Bursa, Edir-

ne, Selanik, Budapeşte, Belgrat,

Manisa, Fatih ve Süleymaniye da-

rüşşifaları gibi yeni darüşşifalar

yaptırmıştır. Gerek Selçuklu ve

Beylikler döneminde kurulan da-

rüşşifalar gerekse Osmanlı devleri-

nin yaptığı darüşşifalar 19. Yüzyıla

kadar Anadolu’nun temel sağlık

kurumları olarak hizmet vermiştir.

Anadolu’nun neredeyse bütün

kentlerinde darüşşifa, bimaristan,

bimarhane, tımarhane, şifahane

gibi sağlık kuruluşlarının kurulduğu

ve bunların vakıflarla desteklene-

rek topluma ücretsiz sağlık hizmeti

verdiği görülür. Yabancı gezginler

notlarında, 16. yüzyılın sonlarında

İstanbul’da her biri 150-300 hasta

alabilen 119 hastanenin bulundu-

ğu, bu hastanelerde “hassa tabibi”

denen resmi doktorların görev

yaptığını yazmışlardır. Ayrıca mü-derris, kehhal (göz doktoru), cer-rah, kırık-çıkıkçı, eczacı, eczacı kal-fası, edviye dövücü, attar, ilaç ve-kilharcı, ilaç kilercisi, kase keş, şer-betçi gibi başka sağlık personelinin hizmet verdiğini de belirtirler. Bu dönemde, hasta bakımı ve has-

tane düzenine ilişkin düzenli kayıt-

lar da tutulmuştur. Kayıtlardan,

hastane koğuşlarının düzenli gezil-

diği, durumları kontrol edilen has-

taların her birinin hastalıklarıyla

ilgili künyeleri başlarının üstüne

asıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca hasta-

ların hastalığına uygun ilaçların

üretilerek müvezziler (dağıtıcı) ta-

rafından teslim edildiği, her gün

ayaklarının sıcak suyla yıkandığı,

yatakların aralıklarla değiştirildiiği,

giydirildikleri hasta elbiselerinin

temiz tutulduğu, perhizde olanla-

rın yiyeceklerinin pişirilerek verildi-

ği bilgileri de yine kayıtlarda yer

alır. Bu bilgiler Osmanlı devletinin

sağlık hizmetlerinin personel ve

hizmet süreçleri açısından kurum-sal bir nitelikte olduğunu ve bu hizmetin resmi olarak denetlendi-ğini gösterir. Osmanlı devletinde, hastanelerin

yanında serbest çalışan doktorlar

da vardı. Serbest çalışma hakkı

almak için hekimbaşılarından izin

almaları gerekirdi. Uygun görüldü-

ğünde, onlara bir ruhsat verilerek

“tıbbi dükkan” diye bilinen muaye-

nehane açma hakkı kazanırlardı.

Bu şekilde serbest çalışan doktor-

ların aynı zamanda eczacılık yapma

hakkı da olurdu.

Page 7: heybe sayı 3

Toplumun genel sağlık hizmetlerini karşıla-

yan öteki yapılar ise Anadolu’da Antik-

çağ’dan beri kullanılan kaplıcalar, içmeler

ve ılıcalar gibi sağlık kuruluşları olmuştur.

Bu kuruluşlar yüzlerce yıl boyunca, ciddi

hastalıkların tedavi edildiği önemli sağlık

kurumlarındandı. Selçuklular ve Osmanlılar

bunları ayakta tutmuş ve bunlara yenilerini

eklemiştir. 14 Mart 1827’de kurulan Tıbbiye

-i Amire (Tıp Okulu), ülkemizde modern tıp

eğitiminin başlaması ve modern tıbbi uygu-

lamaların kurumsallaşması açısından önemli

bir dönüm noktasıdır.

SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN BİN ELHAC

Sabuncuoğlu Şerefeddin, Fatih Sul-tan Mehmet döneminin en ünlü hekim ve cerrahlarından biridir. İlk Türkçe cerrahi eserin sahibidir. 1386 yılında Amasya’da doğmuş-tur. Dedesi Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebi ve babası Ali Çelebi de he-kimbaşılık yapmış olan Sabuncuoğ-lu, Amasya'daki Bimarhane'de Bur-haneddin Ahmed’den tıp eğitimi aldıktan sonra yine burada 17 ya-şında hekimlik yapmaya başlamış-tır. Sabuncuoğlu Şereffeddin 14 yıl boyunca da Bimarhane'de çalışma-larını sürdürmüştür. Yaptığı çalış-malar sonucunda zamanla adı bü-

cunda zamanla adı bütün Anado-lu'da duyulmuştur.Şu anda adına bir hastahane vardır. Eserlerinde dönemin yaygın bilim dili yerine Türkçe'yi tercih etmiş ve sadece tıp alanında eserler vermiş olan Sabuncuoğlu'nun tıp ve cerra-hi ile ilgili biri tercüme ağırlıklı di-ğer üçü telif olmak üzere dört ese-rinin varlığı bilinmektedir. Akraba-din Tercümesi II.Beyazıt'ın valiliği döneminde hekimbaşı ve diğer hekimlerin talebi üzerine Şerafed-din Zeyneddin bin İsmail-ül Cürca-ni'nin "Zahire-i Harzemşahi" adlı eserindeki Akrabadin bölümünün

Tercümesi II.Beyazıt'ın valiliği döne-minde hekimbaşı ve diğer hekimle-rin talebi üzerine Şerafeddin Zey-neddin bin İsmail-ül Cürcani'nin "Zahire-i Harzemşahi" adlı eserinde-ki Akrabadin bölümünün çevirisidir. Sabuncuoğlu tercümeye iki bölüm eklemiştir. Sabuncuoğlu'nun önerdi-ği Türkçe tıp terimleri tercümeye ayrı bir önem katmaktadır. Tanınmış olan ikinci eseri Cerrahiyet-i al Haniye'dir. Eserin bilinen üç kopyasından ikisi İstanbul Fatih Mil-let Kütüphanesinde diğeri de Paris Bibliotheque National'dedir. Eserde 138 resim ve 168 alet resmi bulun-maktadır. Mücerrebname adlı eseri Sabuncu-oğlu'nun hayvanlar ve kendi üzerin-de denediği ilaçlardan oluşan özgün bir eserdir. Yazarın bir diğer önemli eseri Cerrahname'dir. Bilim alemine ilk defa 1920 yılında Doktor Hakkı Uzel tarafından yayın-lanan bir makalede tanıtılan Sabun-cuoğlu'nun eserleri günümüz diline henüz aktarılmamıştır. DERLEYEN: ZEYNEP MERT KAYNAKLAR: Bilim ve Teknik Dergisi http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabuncuo%C4%9Flu_%C5%9Eerefeddin

Page 8: heybe sayı 3

HASAN SABBAH

B üyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski ezoterik ve Batıni örgütü fedain

(Karşı düşüncedekilere göre de Haşhaşileri) kuran ve ölene kadar liderliğini yapan İranlı tarihteki en gizemli insanlardan biri olarak adı geçer. Tam adı; Hasan bin Ali bin Muhammed bin Ca’fer bin Hüseyin bin el-Sabbah el-Himyeri’dir. İran'da Kum kentinde dünyaya gel-miştir. Zamanın önde gelen okulla-rında okuma şansı bulmuştur. Aile-siyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiş-tir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatımilerin hakim olduğu Kahi-re'ye gitmiştir. İran'a döndüğünde Selçuklu Türk sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır. Ün-lü yönetici Nizamülmülk'ün emrin-de çalışmaya başlayacaktır. Bu aşa-madan sonra hayat hikâyesinde belirsizlik başlar. Bazı iddialara gö-re Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönem-

ve Hasan Sabbah birlikte aynı dö-nemlerde öğrencidirler ve kim ha-yatta en çabuk yükselirse diğerleri-ne yardım edecektir. Bazı iddialara göre ise; Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın en yakın adamların-dan oldu. İran’daki dai-i a’zam İbn-i Attaş’ın telkinlerine kapıldı. Bu sırada ünlü Selçuklu veziri Niza-mülmülk ile arası açıldı ve Mısır’a kaçtı. Eshab-ı kiram düşmanlığı üzerine kurulan Fatımi Devleti hü-kümdarı Mustansır-billah’tan iltifat gördü. Bu efsanenin doğruluğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bundan sonra kesin olarak bilenen ise Ha-san Sabbah'ın yoğun dini çalışma-larından sonra örgütlenmeye baş-ladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir. Mısır’dan ayrılarak Hasan Sabbah İran’a döndü, Nizar için propagan-da yaptı. İlk zamanlar mutedil bir Şii gibi davranıp pek çok kişiyi al-datmıştır. Sonraları "Fedayin" diye bir teşkilat kurup, yol kesiciliğe, eşkıyalığa, pusu kurup ünlü adam-

ları öldürmeye başladı. Etrafında birçok insanı toplayan Hasan Sabbah, Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından teslim olması yolunda uyarılmıştır. Ancak Sabbah bu teklife aldırış etmemiştir. 1081 (H. 473) de etrafına topladığı kimselerle Selçuklulara karşı isyan edip birkaç kaleyi işgal ederek, İs-mailiyye Devletini kurdu. Üs arayışı Rudbar bölgesinde 1088 yılında Alamut Kalesini görmesiyle sona ermiştir. Bu kale 40 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre geniş-liğindeydi. Alamut Kalesini iki yılda yani 1090'da eline geçirdi. Bunu iki yıl gibi uzun bir süre sessiz bir şekilde sürekli uğraşarak yapmıştır.

Öncelikle köylere "Daˤiyyīn" ve

"Rafīkleri" gönderir ve bu köyleri öncelikle kendi safına çekmeyi ba-şarır. Ardından kale içerisindeki kilit isimlere bolca rüşvet verir. Ardından da gizlice kale içine sız-mayı başaran Sabbah birlikleri ve halkın desteğiyle beraber kaleyi ele geçirir.

Page 9: heybe sayı 3

ele geçirir. İddiaya göre Sabbah, Alamut'un işgali sonrası hayatı boyunca ken-dini çalışmaya verir. Karargâhını iki kere çatıya çıkmak dışında terk etmez. Çalışır, çeviri yapar, dua eder, amacına ulaşmak için giriştiği faaliyetleri hızlandırır ve yönetir. Artık Nizari öğretisinin propaganda merkezi Alamut Kalesidir. Fatımi hükümdarının ölümünden sonra ikiye ayrılan Batınilerin Niza-ri koluna mensup kimselerin de gelip iltihak etmesiyle kuvvetlenen Hasan Sabbah ve taraftarları, faali-yetlerine devam etmişlerdir. Önemli devlet adamlarını, kuman-danları ve alimleri öldürdüler. Bü-yük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ü şehid ettiler. Ajanlarını devlet teş-kilatları içine, hatta saraylara ve evlere kadar sızdırıp her tarafa şüphe ve korku yaydılar. Horasan ve Huzistan bölgesindeki bazı kale-leri de ele geçirip, ticaret ve hac kafilelerini soydular. 1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir si-lahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına ka-dar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında civarına gelen Mo-ğol komutanı Hülagû Han tarafın-dan normal yollardan ele geçirile-

geçirilemeyince; o yıllarda yeni keşfedilen petrol; kalenin bulundu-ğu tepenin altına tüneller kazılarak ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturularak ateşe veri-lerek patlatılmış dolayısıylada imha edilerek ele geçirilmiştir. Pratikte ele geçmesi imkânsız olan oldukça dik, sarp kayalıklar üzerinde kurul-muş olan bu kale; tarihte de pek çok güçlü orduya meydan okumuş konumu ve sert savunması nede-niyle asla ele geçirilememiştir. Ha-san Sabbah ve yandaşlarının da bağlı oldukları Nizari İsmailiyesi’nin günümüzde temsilciliğini Hindis-tanda yaşayan ünlü Ağa Han ailesi yapmaktadır. Bahsedilen popülerleştirmeler vardır.Bunlar bazıları; Haşhaş kullanımı:Suikast işletmek için militanlarına haşhaş vererek onların zihinlerini avucuna aldı-ğı.Haşhaş kullandıklarından dolayı haşhaşi adını almışlardır. Cennet Bahçeleri:Bu iddiaya göre Hasan Sabbah'ın tarikata yeni gi-ren gençlere, öldükten sonra cen-net vaadettiği söylenmektedir. Bu gençlere haşhaş verdikten sonra , Alamut Kalesi'nin efsanedeki Cen-net Bahçeleri'nde uyanmalarını sağlıyordu. Bu bahçelerde çok gü-zel kızlar, türlü türlü lezzetli mey-veler ve yemeklerle karşılanan

gençlere burasının cennet olduğu söyleniyor ve tekrar haşhaşla uyu-tulduktan sonra tekrar kaleye gö-türülüyordu. Böylelikle ölünce cen-nete gideceğine tamamen inanan bu insanlar Hasan Sabbah için öl-mekten korkmuyorlardı. Ömer Hayyam ve Nizmülmülk ile sınıf arkadaşlığı: Sanılanın aksine Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ül Mülk sınıf arkadaşı değil-lerdir. Bunun doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur 'da okuması gerekmektedir. Nizam-ül Mülk , Hasan Sabbah'dan on altı yaş bü-yüktür. Hasan Sabbah da öğrenimi-ni doğduğu şehir Kum'da ve Rey şehrinde yapmıştır. Gösteri amaçlı intiharlar: Merkez-leri, yüksek bir kayalığın tepesinde kurulu olan Alamut Kalesi'idi. Mi-safirleri Alamut Kalesi'ne gittikle-rinde Hasan Sabbah onları etkile-mek için kalenin yukarısında duran müritlerinden üçüne işaret ederek aşağıya atlamalarını istemiş ve on-lar da hiç tereddüt göstermeden atlayınca misafirleri bu olaydan oldukça etkilenmişlerdir. Bu tavır o insanların uyuşturucu almadan bunu yapmalarının mümkün olma-dığı fikrine götürmüştür. Ayrıca bu rivayet Assassin's Creed adlı video oyununa konu olmuştur.

ALAMUT KALESİ

DERLEYEN: SÜMEYYE ŞAHİN KAYNAKLAR: www.dünyadinleri.com www.hermetics.org NFK, Doğru Yolun Sapık Kolları

“1081 (H. 473) de etrafına topladığı kimselerle

Selçuklulara karşı isyan edip birkaç kaleyi işgal

ederek, İsmailiyye Devletini kurdu. “

Page 10: heybe sayı 3

AMERİKA’DAKİ SİYAH HAREKETLERİ

A merika Birleşik Devle-ti´nin yeni başkanının bir zenci olması, yüz binler-ce insan tarafından se-

vinçle karşılandı ve otoritelerce büyük bir “değişimin” temelleri atıldı. “Değişim” kelimesinden çı-karılan manalar oldukça farklı ola-bilir elbette. Ancak biz, demokrasi-nin can borcunun ödendiğine, “özgürlük” kelimesinin gerçek ma-nasına kavuştuğuna, Afrika kökenli Amerikalı zencilerin artık ikinci sı-nıf insan muamelesi görmeyeceği-ne ve değişimin “olumlu” yönde olacağına inanmayı tercih ediyo-ruz. Bu düşünce yapısını fazlasıyla iyi niyetli, hatta çocukça bulanlar azımsanamayacak kadar çok ol-duklarından; bir zencinin başkan seçilmesini derin tahlillerle birlikte düşünmek ve Afro-Amerikalı ör-gütlerin tarihlerini incelemek gere-kiyor.

Amerikalıların, zencilere eziyet et-mesi ve onları toplumsal hayattan dışlaması yeni bir durum değil ne yazık ki. Afrikalı zencilerin vatanla-rından çıkarılmaları ve başka bir memlekette köle olmaya zorlanma-ları yüz yıllar öncesine dayanıyor. On yaşındayken İskoç misyonerler tarafından toprağı Kenya´dan uzak-laştırılan ve Avrupa´ya getirilen Jomo Kenyatta´nın bu sözleri duru-mu bütün gerçekliğiyle ortaya koyu-yor: “Misyonerler Afrika'ya geldiğin-de topraklarımız bizim elimizdey-di, İncil onların elindeydi. Bize göz-lerimizi kapatıp dua etmemizi söyle-diler. Gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimize, topraklarımız ise on-ların eline geçmişti.” Yıllar boyu sömürülen ve beyaz yurttaşlarla aynı haklara sahip ola-mayan zenci Amerikalılar, yüzyıl başında örgütlenmeye ve siyasal bir duruşa sahip olmaya başladılar.

Zencilerin haklarını, hatta toprakla-rını geri almayı ve zencileri yücelt-meyi amaçlayan örgütler zamanla geliştiler ve farklı tutumlar sergile-yerek kendilerine özgü yollar edin-diler. Özellikle The Nation Of Islam ve Black Panther Party Amerikalı zencilerin en önemli örgütlerin-dendir. Amerikan İslam Misyonu olarak da bilinen örgüt 20. yüzyıl başında Wallace D. Fard tarafından Det-roit´de kurulmuştur. ABD´li, bir Müslüman olan Fard, zenci olma-masına rağmen zencilerin haklarını savunan bir örgütün lideri olmuş ve faaliyette olduğu süre boyunca siyahların üstünlüğünü dile getir-miştir. 1934 yılında bilinmeyen bir sebepten ötürü kayıplara karışan Fard´ın yerine, 1930´dan beri Fard´ın yardımcılığını yapan Elijah Muhammed örgütün başına geçer.

Page 11: heybe sayı 3

ELIAH MUHAMMED Asıl adı Elijah Poole olan Elijah Muhammed, 1923´de Detroit´e göçen bir köle ailesinin oğluydu. 1934´de cemaatin yeni lideri ve siyahların yeni savunucusu oldu. Cemaat içinde çıkan uyuşmazlıklar yüzünden Chicago´ya taşındı ve taraftarlarıyla yoluna devam etti. Muhammed, siyahların üstün bir ırk ve Allah´ın seçkin kulları olduğunu iddia edi-yordu. “mavi gözlü şeytanlar” olarak nitelediği beyazlardan nefret ediyor ve kendi topraklarında, kendi egemenliğini kurmak istiyordu. Aykırı söylemleri ve yandaşlarına askere yazılmamayı öğütlemesi sebebiyle 1942- 1946 yılları ara-sında hapiste yatan Elijah Muhammed, İslami itikadı yüzünden de birçok taraftarının tepkisini çekmiştir. Özellikle güçlü yandaşı Malcolm X ile zıtlaşmış ve X´in kendi hareketini oluşturmasını sağlamıştır.

BLACK PANTHER PARTY 1966´da California eyaletinin Oakland kentinde Huey Newton ve Bobby Seale tarafından kurulan örgütün başlıca amacı si-yahların emniyetini sağlamak ve Afro- Amerikalıların üstünlü-ğünü savunmaktır. Siyahların silahlanmasını, başta askerlik ol-mak üzere tüm vatandaşlık görevlerinden muaf tutulmasını, hapiste olan zencilerin özgür bırakılmasını ve Amerikalıların yüzyıllardır süren sömürülerinden dolayı Afrika kökenlilere taz-minat ödemesini talep eden örgüt, Marksist bir yolda ilerlemiş zamanla üye sayısını 2.000lere kadar çıkarmıştır. Polisle defalarca çatışan ve bu sebeple devletin tepkisini topla-yan örgütün kurucularından olan Newton da bir polis memuru-nu öldürmekten hapse girmiş ve siyasi emelleri uğruna şiddet kullandıklarını açıkça belli etmiştir. 70lerin ortalarında, üye sayısında hayli azalma olan ve siyahî liderlerin desteğini kaybe-den örgüt, zamanla “eylemci” yapısından uzaklaşıp; geleneksel parti kimliğine bürünmüştür. Halen yürürlülükte olan Black Panther Party çalışmalarını siyahların yaşadığı mahallelere sos-yal hizmetlerin götürülmesi üzerinde yoğunlaştırmıştır.

Page 12: heybe sayı 3

MALCOLM X Omaha´da Little soyadıyla doğan Malcolm, çok istemesine rağmen üniversiteye gidemeyince küçük yaşta çalışmaya başlar. Fakir bir siyah olarak, ona dayatılan yaşam biçimini sayesinde kısa sürede hapse girer. Hapishane yılları için: "Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, ba-na sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir" diyen Mal-colm, hapisten çıktıktan sonra Harlem sokaklarına geri döner ve soyadını “X” olarak değiştirir. Soyadının, geçmişinin ve atalarının bilinemezliğini temsil ettiğini düşünen Malcolm, Elijah Muhammed sayesinde İslam´la tanışıp, “Siyah Müslü-manlar Hareketi” nin ateşli taraftarlarından biri olur. Etkileyi-ci yapısıyla birçok yandaş edinir ve kısa sürede Elijah Mu-hammed´in sahip olduğu üne kavuşur. Bazı yönlerinden ve İslami kimliğinden rahatsız olduğu Muhammed´le 1964 yılın-da iyice bozuşur ve kendi yolunu tayin etmek gayesiyle Afri-ka´ya, Ortadoğu´ya geziler düzenler. Hacca giden, “gözleri mavinin en mavisi, saçları sarının en sarısı insanlarla” aynı tabaktan yemek yiyen, omuz omuza namaz kılan Malcolm X, İslamiyet´in kardeşlik dini olduğunu anlar ve ırkçı söylemle-rinden tümüyle vazgeçer. 21 Şubat 1965 tarihinde, Manhattan´da bulunan Audubon Salonunda konuşma yaptığı sırada "Zenci, ellerini cebimden çek!" nidasının ardından oluşan hengâmede göğsünden de-falarca vurulan Malcolm X, aldığı yaralar sonucunda fazla yaşayamaz ve ölür. Malcolm X´in katledilmesinde Elijah Mu-hammed´in imzasının olduğunu düşünen birçok kişi olsa da bulunan şüpheliler olayı üstlenmiş ve bir süre sonra hayatla-rına devam etmişlerdir. Şaibeli kurşunlar yüzünden genç yaşında şehit düşen Mal-colm X, İslam´a, insanlığa ve toplumsal yaşama dair özgün ve çarpıcı görüşleriyle birçok taraftar kazanmış; adını tarihe al-tın harflerle kazımıştır.

Page 13: heybe sayı 3

1968 YAZ OLİMPİYATLARI 1968 Yaz Olimpiyatlarında, 200 metre finali koşulmuş; Amerika adına yarışan siyah atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci gelirken Avustralyalı beyaz atlet Peter Norman ikinci olmuştu. Madalya töreni için bekledikleri sıra-da Carlos, Norman´ın yanına gelerek sormuş: -- İnsan haklarına inanıyor musun? — Evet inanıyorum. —Peki ya Tanrı´ya? — Bütün kalbimle... Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Peter Norman te-reddüt etmeden katılmış: - Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin! Siyah atletler başta Amerika olmak üzere, Afri-ka kökenli siyahlara ikinci sınıf insan muamele-si yapan devletleri protesto etmek istediklerini ama bunu nasıl yapacaklarını bilmediklerini söylemişler. Fikir Norman´dan gelmiş.. Ödül töreni esnasında, tam da Amerikan milli marşı çalarken, siyah deri eldivenli yumruklarını ha-vaya kaldırıp; başlarını fakirliği temsil eden çıplak ayaklarına doğru kederli bir biçimde eğiyorlar ve Amerika´ki zenci zulmüne çok esaslı bir darbe vurmuş oluyorlar. Norman da boş durmuyor tabii; o da dayanışmasını gös-termek için kalbinin üstüne ‘İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokardını iğneli-yor ve tüm dünyaya “Siyah kardeşlerimize destek...” demiş oluyor!

DERLEYEN: AYŞENUR BAYRAKTAROĞ-LU KAYNAKLAR:

Page 14: heybe sayı 3

İTTİHAT VE TERAKKİ

O smanlı Devleti'nde 1908 Devrimi'ne öna-yak olan ve 1908-1918 arasında kısa kesinti-

lerle devlet yönetimine hakim olan siyasî örgüttür.Batıda daha çok Jön Türkler olarak adlandırılır. Aynı zamanda, Osmanlı Devle-ti'nde 1908 yılında Meşrutiyet'in İlanını sağlayan siyasi partidir. İtti-hat ve Terakki Cemiyeti'nin temeli, 1893 yılında İstanbul'da Askerî Tıb-biye'de atıldı. Kurucuları Dr. İshak Sukûtî, Dr. Abdullah Cevdet, İbra-him Temo ve Şerafettin Mağ-dumî'dir. Cemiyetin amacı baskıla-ra karşı direnmek, Meşrutiyet yö-netiminin yeniden yürürlüğe gir-mesini, özgürlüğe, eşitliğe, mal ve can güvenliğine yer veren bir yö-netimin kurulmasını sağlamaktı. Cemiyet, kısa zamanda gelişti, İs-tanbul'da birçok semtte gizli komi-teler kuruldu. Kahire'de ve Paris'te dernek adına yayımlara girişildi. Bunun üzerine II. Abdülhamit yö-netimi, İstanbul'da sıkı araştırmala-ra girişti. 1897'de cemiyet üyeleri-nin çoğu ele geçirilerek bir kısmı

hapsedildi, bir kısmı sürgün edildi. Ama devrim düşüncesi yok edile-medi. Ahmet Rıza beyin önderliğindeki bu grup Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı örgütü kurdu ve 1895'ten itibaren Osmanlıca ve Fransızca yayımlanan Meşveret adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. 1896'da yapılan kongrede, daha liberal ve İngiliz yanlısı görüşleriyle tanınan liberal Mizan gazetesinin editörü Mizancı Murat Bey cemi-yet başkanlığına getirildi. 1897 başlarında İttihat ve Terakki Cemi-yeti'nin merkezi Cenevre'ye taşın-dı. 1902'de yapılan I. Jön Türk Kongresi'nde cemiyet, "Prens" Sa-bahaddin Bey öncülüğündeki ken-dilerine liberal demekle beraber aslında monarşıst olan grupla Ah-met Rıza öncülüğündeki liberal-milliyetçiler arasında ikiye bölün-dü. 1905'ten sonra Türkiye'den gelen Doktor Nazım ve Bahaeddin Şakir Beyler'in önderliğinde propa-ganda ve örgütlenme çalışmalarına hız verildi. 1906 Eylül'ünde Sela-nik'te posta zabiti Mehmet Talat

tarafından Osmanlı Hürriyet Cemi-yeti kuruldu ve örgüt sürgündeki jöntürkler ile irtibata geçti. İki ay sonra Şam'da Mustafa Kemal Be-şinci Ordu subayları arasında Va-tan adlı örgütü kurdu. 1907 Ey-lül'ünde Paris'te yapılan ikinci Jön-türk Kongresi'nde Jöntürk hareketi İttihat ve Terakki Komitesi adını aldı. Teşkilat Vatan ile bazı başka muhalif grupları da bünyesine kattı. 1907'de toplanan II. Jön Türk Kongresi'ne tüm muhalif gruplarla birlikte Taşnaksutyun adıyla bili-nen Ermeni Devrimci Federasyonu

“Cemiyetin amacı baskılara karşı

direnmek, Meşrutiyet yönetiminin yeniden yürürlüğe girmesini,

özgürlüğe, eşitliğe, mal ve can güvenliğine yer

veren bir yönetimin kurulmasını sağlamaktı.”

Page 15: heybe sayı 3

Ermeni Devrimci Federasyonu da ka-tıldı. Bu kongrede, II. Abdülhamit yö-netimine karşı bir ihtilal örgütlenmesi kararı alındı. Mustafa Kemal Şubat 1907'de cemi-yete üye olmuş, 22 Eylül 1909 tari-hinde Trablusgarp delegesi olarak katıldığı bir kongrede partiyi içinde subayların bulunmaması ve cemiye-tin partileşmesi gerektiği konusunda uyarmıştır.

Parti yöneticileri Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadılar. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır. 24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra İTC doğrudan iktidara gelmedi. Cemiyetin 1908, 1909, 1910 ve 1911'de yapılan ilk dört kongresi Selanik'te gizli olarak yapıldı. Nisan 1909'da cemiyete muhalif bir gazete-cinin Galata Köprüsü üzerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürülmesi üzerine çıkan olaylar, İTC iktidarına karşı "31 Mart Vakası" olarak bilinen ayaklanmaya yol açtı. Bu ayaklanma Selanik'ten gelen ordu birlikleri tara-fından bastırıldı. Cemiyet eskisinden daha güçlü bir şekilde iktidara yerleş-ti. II. Abdülhamit'in yerine getirilen V. Mehmet Reşat, iktidarın elinde bir kukla olmaktan ileri gidemedi. Ağus-tos 1909'da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin te-keline alındı.

Ekim 1912'de çıkan Balkan Savaşı'nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi, bütün gözleri İTC’ye çevirdi. Şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen Cemiyet, bir yandan yenilginin suçu-nu hükümete yüklerken bir yandan ordudaki kilit subayları ele geçirmeyi başardı. 23 Ocak 1913'teki Babıali Baskınında o sırada binbaşı rütbesin-de olan Enver öncülüğünde silahlı bir grubun Babıali'de toplantı halindeki hükümeti basarak, Harbiye Nazırını öldürüp sadrazamın kafasına silah dayayarak istifaya zorlamaları ile İtti-hat ve Terakki askeri darbe yapmak suretiyle iktidarı ele geçirdi.

Cemiyet, kendi hükümetini kur-maktansa, saygın bir asker olan Mahmut Şevket Paşa'yı sadrazam-lığa getirmeyi seçti. Ancak 11 Hazi-ran 1913'te Mahmut Şevket Pa-şa'nın da bir suikasta kurban git-mesi üzerine, Sait Halim Paşa sad-razamlığında kapsamlı bir diktatör-lük yönetimi kuruldu. Aralarında muhalif siyasi liderlerin bulunduğu 24 kişi Mahmut Şevket Paşa sui-kastıyla ilgili görülerek idama mahkûm edildi. İTC yönetiminin muhalifleri arasında bulunan 250 dolayında kişi Sinop'a sürgün edil-di. Tüm muhalif gazeteler kapatıl-dı. Cemiyet üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914'te hükü-metten ve padişahtan habersiz olarak imzalanan ittifak antlaşması sonucunda, Türkiye Birinci Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı. Bu olay Cemiyet içinde bölünmeye yol açtı. Cavit Bey, Ahmet İzzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi önemli İttihatçılar hükümetten ve askeri görevlerden ayrıldılar. Fethi Bey, Rauf Bey, Mustafa Kemal gibi bazıları da görevde kalmakla birlik-te Enver Paşa başkanlığındaki Ce-miyet yönetimine karşı tavır aldı-lar.

Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgi-

Paşa hükümeti 8 Ekim 1918'de istifa etti. 1 Kasım'da yapılan ola-ğanüstü kongrede İTC kendini fes-hederek, Teceddüd Fırkası (Yenilenme Partisi) adıyla yeni bir parti kurulmasına karar verdi. 2 Kasım'da İTC liderleri Enver, Talat, Cemal, Bahaeddin Şakir ve Dr. Na-zım yurt dışına kaçtılar. İTC'nin eski liderleri 1925'te çıkarı-lan Takrir-i Sükûn Kanunu ile siyasi hayattan tasfiye edilecek, ve arala-rından önde gelen 13'ü 1926'da İzmir Suikastı komplosuna karıştık-ları iddiasıyla İstiklal Mahkeme-si'ne sevk edilerek idam edilecekti.

Enver, Talat ve Cemal Paşalar, 1 Kasım 1918’de Sivastopol’e ulaştı. Talat Paşa, 15 Mart 1921'de Ber-lin'de Ermeni Salomon Tehleryan tarafından öldürülmüştü. Cemal Paşa, 22 Temmuz 1922'de Tiflis'te uğradığı suikast sonucu öldürül-müştü. Enver Paşa, 4 Ağustos 1922'de Kızıl Ordu ile çatışmaya girmiş ve öldürülmüştü.

DERLEYEN: HAYRİYE LOKMACO

KAYNAKLAR:

Page 16: heybe sayı 3

BÜYÜK İSTANBUL DEPREMİ

DOLMABAHÇE'DE DEPREM ANI Padişah 2.Abdülhamid, bayramlaş-mak maksadı ile oturduğu Yıldız Sa-rayı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na ge-çer ve muayede salonunun yan tara-fındaki odada bir süre oturur. Fuat Paşa ile bir süre konuştuktan sonra başını kaldırır ve orkestraya işaret vermesi ile bayramlaşma töreni de başlar. İlk olarak Sadrazam Halil Rıfat Paşa, geçip padişahın keçesini öper ve yerine geçer. Ardından protokolde yer alanlar sırası ile padişahla bay-ramlaşır. Protokolün bayramlaşması devam ederken, birden Dolmabahçe Sarayı’nın dev avizeleri şangır şungur sallanmaya başlar.

S emih Mümtaz Bey, dep-rem anını şöyle anlatıyor: “Sarsıntı ziyadeleşti. Avize-lerden birçok parça parke-

lerin üzerine düşüyordu. Koca salo-nun camları çatlıyordu. Bir de çok kuvvetli olarak arka taraftaki cam-ların kırılması sesleri duyuldu. Hafif bir panik başlamak üzere idi. Hün-kar ayağa kalktı. İki adım kadar yürüdü. Fakat derhal döndü. Bu arada Şura-yı Devlet Reisi Kürt Sait Paşa, Hünkara doğru koşmuştu. Onu derhal yerine yolladı. Ortalığa bir işarette bulundu, tahtına otur-du. Ortalığı korkutan zelzele de-vam ediyordu. Muzika durmuştu. Kalabalığı dehşet istila etmişti. Ba-zıları kaçmak yolunu araştırıyordu. Hünkarın göremeyeceği taraflarda bulunanlar yer değiştiriyor, avize-lerden uzaklaşıyorlardı. Padişah, yanında duran Müşir Fuat Paşa ile yanına çağırdığı Başkatip paşasıyla konuşuyor bazı emirler veriyordu.

Kargaşalıktan korktuğu için şerrin ehvenini tercih ediyordu. Herkes de bekliyordu. Hünkarın telaş itiya-dı (alışkanlığı) değildi. Fakat ne olur ne olmaz, herkes birbirine girmesin! Başkatip Tahsin Paşa bir dakika sürmedi, Hünkar’dan aldığı emir üzerine geri döndü, koşmaya başladı. Bir iki dakika sonra da Ma-beyn-i Hümayun müezzinleri ezan okumaya başladı. Padişah ezan okunurken ayakta idi.”

KORKUP CAMI KILIÇLA KIRAN PAŞA

Ezandan sonra II. Abdülhamid eliy-le orkestraya işaret ediyor ve bay-ramlaşma kaldığı yerden devam ediyor. Ne var ki protokolde bulu-lanlarda takat kalmamıştı. Daha önce kimseye hatırını sormadan tebrikleri kabul ederken, bu kez herkese hatırını sormaya başlar ve “geçmiş olsun” temennisinde bulu-

nur. Bir ara kızlar ağasını yanına çağırır, yukarı katta kadınların bu-lunduğu bölümde duruma ilişkin bilgi alır. Bir süre sonra, cam şan-gırtılarının ne olduğu anlaşılır. Semih Mümtaz Bey, sonrasını şöy-le anlatıyor: “Tıbbiye feriklerinden doktor Namık Paşa, telaşından kılı-cı ile camları kırmış, bahçeye fırla-mış. Arkasından doktor Fevzi Paşa da kendini dışarıya atmış. İki müsa-hip (harem ağaları) aynı şeyi yap-mış ve korkudan bağırmışlar. Hün-karın sık sık sorduğu bu imiş. Uzak-tan kaçanları görmüş, kimler oldu-ğunu öğrenmek istemiş. Öğrenince de kızmış, “Allah gazabından kaç-mak aptallıktır. O nerede değildir ki nereye kaçılsın. Yakışıksız bir hareket” demiş.”

Page 17: heybe sayı 3

PADİŞAHIN GAZABINDAN KURTULDU II. Abdülhamid, bunların cezalandı-rılmaları gerektiğini söyler ise de Fuat Paşa’nın araya girmesi ile bu yola gidilmez. Namık Paşa’nın Sakız depreminde çocukken enkazın al-tında kaldığı belirtilir ve onun etki-sinin hâlâ sürdüğü hatırlatılır. Bu-nun üzerine Namık Paşa da öteki kaçanlar da Hünkar’ın gazabından kurtulur. “Tarihimizde Hayal Ol-muş Hakikatler” de bu tatsız olayın devamı şöyle anlatılır: “Muayede (bayramlaşma) bittikten sonra bu haberi aldığımız zaman herkes memnun olmuştu. Mem-nun olmuştu amma zelzelenin ver-diği korku haftalarca cümleyi ser-sem etmişti. Fakat hamdolsun şeh-rin ötesinde berisinde hasar vu-kuat olmamıştı. Bu zelzele 1895 depremi gibi (1901) yıkıp yakmadı, hafif geçmişti.”

II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osma-noğlu anlatıyor: “Gürültünün şid-detinde birbirimize sarılıyor, ara-mızda bayılanlar oluyordu. Bu sıra-da Müezzin Arap Abdullah’ın gür ve lahuti sesiyle okumaya başladığı ezan, kulaklarımıza aksetti. Salonu dolduran bu ses kalplerimize huşu ve sükunet verdi. Cümlemiz elleri-mizi açarak Cenab-ı Hakk’a dua edip sığındık. Akıllarımızı başlarımı-za topladık. Bize gayret gelmişti. O zaman “Aman, Efendimize ne ol-du?” diye pencerelere koştuk. Bak-maya başladık. Salon karmakarışık olmuştu. Hiç kimse yerinde değildi. Babam, yalnız başına tahtının önünde kılıcına dayanmış, ayakta duruyor, ezan-ı Muhammedi’yi dinliyordu. Yavaş yavaş herkese sükunet geldi. Paşalar, beyler yerlerini almaya başladılar. Babam metanetle tahtı-na oturduk. “Muayede başlasın” emrini verdi. Muzika başladı. Mua-

yede devam etti. Babamı böyle görünce hepimiz hepimiz birbirimi-zi tebrik ettik, geçmiş olsun dedik. Sonradan işittiğimize göre kırılan camdan birçok kişi kendilerini dışa-rı atmış. Avizenin düşen parçasının 700 kilo ağırlığında olduğunu söy-lediler. Allah’a şükür, bundan baş-ka zayiat olmadığı gibi bir ferdin de burnu bile kanamadı. Muayededen sonra babam yaver-lerini şehrin her tarafına sevk etti ve mühim bir şey olmadığını anla-yarak Yıldız’a döndü. O bayram, tebrike gelenlerin hepsi aynı zamanda “Geçmiş olsun” da dediler. “

DERLEYEN: MERYEM GÜNGÖR KAYNAKLAR: Babam Sultan Abdülhamid (Ayşe Osmanoğlu) Sayfa 82-83

Page 18: heybe sayı 3

NÜFUS MÜBADELESİ

T ürk-Yunan Nüfus Müba-delesi veya Değişimi, 1923 yılında Lozan Antlaş-ması'na ek protokol uya-

rınca Türkiye'deki Rumların Yuna-nistan'a, Yunanistan'daki Müslü-manların Türkiye'ye zorunlu göçü sürecine verilen addır. Mübadele-de 1,500,000 ila 2,200,000 Rum Yunanistan'a, 350,000 ila 500,000 Türk Türkiye'ye göçmüştür. Türki-ye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya'da oturan Türkler mü-badeleden muaf tutulmuşlardır. 30 Ocak 1923’te mübadele ant-aşması imzalandı. Yunanistan ve Türkiye’den dörder üye, Milletler Cemiyeti’nden de üç üye beynel-milel komisyonu oluşturuyordu. Anlaşılan iki ülkenin nüfus müba-delesi işi beynelmilel sorun haline getirilmişti. Mübadeleyi etnik azın-lıklar sorununu ortadan kaldırmak ve bu bölgede barışı sağlamak için büyük devletlerin zorladığı öne sürülür. Aslında bu zorlamanın mu-

muhatabı yeni Türkiye olmuştur. Zira Venizelos’un bu işe baştan yatkın olduğu anlaşılmaktadır. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923–1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olay-da 1930 İnönü-Venizelos sözleş-mesine dek zorunlu göç uygulama-sına devam edilmiştir. Zorunlu göç gerek Türk gerek Yu-nan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren ağır bir krize yol açmıştır.

Mübadelenin Arka Planı 1912–1922 yılları arasındaki savaş-lar nedeniyle Balkanlar’da, Ege Adalarında ve Anadolu’da büyük acılar yaşandı. Balkan Savaşı sonra-sında yüz binlerce Müslüman sa-vaşta yenik düşen Osmanlı ordusu-nun peşi sıra korku ve panik içinde doğdukları toprakları terk ederek Anadolu ‘ya sığındı. Benzer trajedi, 1922 yılında Kurtuluş Savaşında yenik düşen Yunan ordusuyla bera-ber Anadolu’yu terk eden Orto-doks Rumların başına geldi. Bir ay gibi kısa bir süre içinde yüz binler-

ce Ortodoks Rum Yunanistan’a

sığındı. Bu durum Yunanistan’da

büyük sıkıntılara ve kargaşaya yol

açtı. Yunanistan’ın nüfusu bir anda

dörtte bir oranında arttı.

Lozan Barış Konferansı toplandı-

ğında öncelikle sığınmacılar ve

esirler konusu ele alındı. İngiltere

temsilcisi Lord Curzon’un teklifi ve

Milletler Cemiyeti görevlisi Nan-

sen’in raporu doğrultusunda; Yu-

nanistan’da yerleşik Müslümanlar-

la Türkiye’de yerleşik Ortodoks

Rumların zorunlu göçünü öngören

Mübadele Sözleşmesi imzalandı.

Bu sözleşme uyarınca; İstanbul’da-

ki Ortodoks Rumlar ile Batı Trak-

ya’daki Müslümanlar hariç Yuna-

nistan’da yerleşik bütün Müslü-

manlar Türkiye’ye, Türkiye’de yer-

leşik bütün Ortodoks Rumlar Yuna-

nistan’a gönderildi. Mübadele söz-

leşmesinin kapsamına 18 Ekim

1912 tarihinden sonra yurtlarını

Page 19: heybe sayı 3

terk etmiş olanlar da alınarak mül-

teciler sorununa bir çözüm bulun-

muş oldu.

Nüfus Mübadelesi Anadolu'daki

2.200.000 Rum'un (ki buna özellik-

le Mersin yöresindeki, Hristiyan

olan ve Türkçe konuşan halk da

dahildir), Yunanistan'a, Yunanis-

tan'daki 500.000 Türk'ün (ki buna

özellikle Girit'teki bir kısım Yunan-

ca bazlı ve Türkçe kelimelerin yo-

ğun olduğu bir diyalekt konuşan

Müslümanlar dahil) Türkiye'ye gel-

mesi ile sonuçlanıştır.

Batı Trakya Türkleri ve İstanbul

Rumları nüfus mübadelesinden

muaf tutulmuş, Lozan ile Türki-

ye'ye verilen Bozcaada (Tenedos)

ve Gökçeada (İmroz) adalarının

yoğunlukla Rum olan halkları da

mübadele kapsamı dışında kalmış-

tır. Bugün Yunanistan'da Batı Trak-

ya Türklerinin nüfusu 150.000 ola-

rak tahmin edilmektedir ve On iki

Ada Trükleri’nin nüfusu 5.000 ola-

rak tahmin edilmektir. Türkiye'deki

Rum nüfus ise bugün 2.000 kişiye

düşmüştür. Günümüzde ise en büyük Rum-Ortodoks nüfusu sıra-sıyla İstanbul, Gökçeada ve Bozca-ada'da yaşamaktadırlar. Mübadil olan Müslüman Türkler ve Hıristiyan Rumlar büyük zorluklarla yeni yurtlarına gelmiş ve evlerine yerleşmişlerdir. Cami avlularında, barakalarda ve sokak ortasında kalan bu insanlardan yeni yurtları-na ulaşanların sayısı, yola çıkanla-rın sayısından az olmuştur. Yurda ulaşan mübadillere devlet tarafın-dan yurdun Ege, Marmara, Karade-niz, Akdeniz ve İç Anadolu bölgele-rinde verimli araziler ve bunları işleyecek araç-gereç ve malzeme verilmiştir. Tarihteki ilk zorunlu göçü içeren bu sözleşme ile iki milyon civarında insan yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşa-maya mecbur edildi. Tarihimizdeki bu kitlesel ve zorunlu göçe kısaca mübadele, bu insanlara da müba-dil deniyor. 1923-1924 Mübadele Kentleri ; Selanik, Karacaova(Gustulüp-Fuştan-Sputka-Kuzuşan-Kırlat-Slatina-Pojar), Vodina, Yenicei Var-dar, Kayalar, Drama, Florina, Gre-

1923-1924 Mübadele Kentleri ;

Selanik, Karacaova(Gustulüp-

Fuştan-Sputka-Kuzuşan-Kırlat-

Slatina-Pojar), Vodina, Yenicei Var-

dar, Kayalar, Drama, Florina, Gre-

vena, Girit, Kozani, Langades, , Mi-

dilli, Preveze, Hania, Iraklio, Kasto-

ria, Katarini, Kavala, Yanya, Kılkış,

Serez, Veria, Rethimn

Ünlü 1923 Mübadiller 1. Kuşak Mübadiller; Necati Cuma-lı: Cuma Beylerinden-Kaylardan (yeni adı Florine) Türk iyeye (Urla), Dido Sotiriyu: Aydın'dan Yunanis-tan'a, Sedat Alp: Karaferye'den (yeni adı Veroia), Mazlum Kayalar 2. Kuşak Mübadiller; Cüneyt Ülse-ver, Lütfullah Kayalar, Sefer Gü-venç, Sadri Soylu, Kahraman Şen-lik 3. Kuşak Mübadiller; Kenan Yaşar, Esat Halil Ergelen, Ahmet Şefik Şenlik

DERLEYEN: FEYZA NUR AK

KAYNAKLAR:

turkcografya.com

Page 20: heybe sayı 3

2 9 14

10

3

8

11 15

1 12

13

16

7

4 6

5

ÖDÜLLÜ TARİH BULMACASI

Soldan sağa 1. Osmanlı Devleti’nde toplum güvenliğini sağla-makla görevli askeri polis kuruluşu 3. Osmanlılarda, bir kentin ileri gelenleri 4. Osmanlıların Eflâk ve Buğdan Beylerine verdikle-ri san 5. Avusturya’da imparator ailesi prenslerine veri-len unvan 11. Osmanlı Devleti’nde padişahın verdiği, uyulma-sı gerekli hükümleri taşıyan yazılı buyruk 12.Osmanlı’da tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş 13. XV. yüzyıldan başlayarak İtalya’da ve daha son-

ra diğer Avrupa ülkelerinde hümanizmin etkisiyle

ortaya çıkan, klasik İlk Çağ kültür ve sanatına daya-

narak gelişen bilim ve sanat akımı.

Yukarıdan aşağıya 2. Bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancıla-ra verilen ayrıcalık hakları 6. İslam ülkelerinde Müslüman olmayanlardan alı-nan bir çeşit vergi. 7.Osmanlı’da Devlet görevlilerini yetiştiren okul. 8. İslam hukuku ile ilgili bir sorunun dinî hukuk ku-rallarına göre çözümünü açıklayan, şeyhülislam veya müftü tarafından verilebilen belge. 9. Osmanlı"da tarım ürünleri üzerinden alınan on-da bir oranındaki vergi. 10. Osmanlı idari sisteminde yerel kamu hizmeti niteliği taşıyan işleri yürüten bir kurum 14. Bizans İmparatorluğu zamanında vali düzeyin-de olan yöneticilerle Anadolu ve Rumeli’deki Hris-tiyan beylerine verilen ad. 15.Hükümdarlıkla yönetilen bir ülkede hükümda-rın başkanlığı altında parlamento yönetimine da-yanan hükûmet biçimi 16. Kökleri eski Türk törelerine dayanan ve Anado-lu’da yüksek bir gelişim gösteren esnaf, zanaatçı, çiftçi vb. bütün çalışma kollarını içine alan ocak.

NOT: Bulmacanın çözümlerini Bayram Kum’a ilk getirene ödül verilecektir.

Page 21: heybe sayı 3
Page 22: heybe sayı 3
Page 23: heybe sayı 3