Top Banner
ISSN: 2149 - 0066 Sayı: 8 Kasım - Aralık 2015 Fiyat: 16 TL
84

Farmalive dergi 8 sayı

Jul 27, 2016

Download

Documents

Farmalive Dergi

 
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Farmalive dergi 8 sayı

ISSN: 2149 - 0066 Sayı: 8 Kasım - Aralık 2015 Fiyat: 16 TL

Page 2: Farmalive dergi 8 sayı
Page 3: Farmalive dergi 8 sayı

1farmalivedergi.com

Yayın KuruluşuPharma Eğitim Danışmanlık Yayıncılık ve

Organizasyon Tic. Ltd. Şti.

İmtiyaz Sahibi Gülcan Nalbantoğlu

Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Faruk Nalbantoğlu

Genel Koordinatör Ecz.Erdem Türkcan

Yayın KoordinatörüÖzge Esirger

[email protected]

EditörEcz. Sinem Güngör

[email protected]

Görsel Yönetmen & Grafik Tasarım Tuba Yücesoy

[email protected]

İdari ve Mali İşler SorumlusuArzu Çarktan

[email protected]

Artıfarma Yayınları 34.Cad. 2678.Sokak Irmak Kent Sitesi Yanı

No: 11 Çayyolu / AnkaraTel: 0312 285 39 86

[email protected]

Baskı yeri: Ayrıntı Basım Evi, İvedik Organize Sanayi Bölgesi 28. Cadde 770. Sokak

No:105 /A Ostim-AnkaraSertifika No: 13987

MUTLU YILLAR DÜNYA...

Farmalive Dergi 1 yaşındaYaşımızı doldurmanın sevinci, online olarak her yerden size ulaşabi-

lecek olmanın sevinci ile katlandı. Bize artık www.farmalivedergi.com adresinden ulaşabilir, ücretsiz üye olarak bu gezegenin dört bir yanın-

dan keyifle okuyabilirsiniz…Gezegen demişken yeni yıl dileklerimizi de unutmayalım; YENİ YIL HEPİMİZE SAĞLIK, HUZUR VE MUTLULUK

GETİRSİN EFENDİM … Kış, tüm ihtişamı ile geldi. Soğuklar artık kırıcı olmaya başladı… Kış;

kendimizi korumanın, sıkı giyinmenin, içe ve eve dönmenin, bağışıklığı güçlendirmenin, daha çok okuyup yazmanın, daha çok çorba, daha

çok bitki çayı içmenin mevsimi. Eczanede işler yoğun olacak, daha çok çalışacağız, daha çok etkileşime gireceğiz, daha çok öğreneceğiz, ne

güzel..Farmalive Derginin aurasında bu ay, Ankara var. Ankara merkezli

İzgören Akademinin kurucu ortaklarından; eğitimci yazar Ahmet Şerif İzgören, sorularımızı içtenlikle yanıtladı. Ayın eczacısı yine Ankara’dan; Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim üyesi sevgili Mehtap Uysal,

başarı hikayemiz de aynı üniversiteden İlkay Orhan Erdoğan.…Yaşam koçluğunu Berna Turna Kara’dan dinledik. Yönetici koçu Umut Kısa ve

girişimcilik eğitmeni Özgür Eyiol’dan, iş dünyasına dair hikayelerimiz, mesajlarımız var..Psikoloji sayfamızda kendinize ayna tutabilir, müşteri

ilişkileri ve Amerika’da eczacılık gözlemlerinize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz...Gezi rotamız Batı Karadenize döndü; Eskipazar ve Safranbolu. Batı Karadeniz tüm muhteşemliği ile beraber, tevazu sahibi bir topraktır, bu topraklarda doğayı ve tarihi bulabilir, içinize çekebilirsiniz. Hayatın içinden başka şeyler, mesela boşanma, mese-la güzel bir araba da ilginizi çekebilir..Kültür sanat, güzellik, bakım,

dekorasyon, moda ve güncel haberlerle dopdolu karşınızdayız; bir nevi harikalar diyarı.

Aslında, “Alice” olunca her yer harikalar diyarı…

Sevgi ile…

Page 4: Farmalive dergi 8 sayı

2 Kasım - Aralık 2015

38

18

6

26

50

10

44

54

Dekorasyon

Gezgin

Kış Dokunuşu

Ayın Eczacısı

Başarı Hikayeleri

Ahmet şerif izgören

Kaynananız Seviyormuş

Otomotiv

www.farmalivedergi.com

içince neler var ?

6

10

50

54

26

Page 5: Farmalive dergi 8 sayı

3farmalivedergi.com

Page 6: Farmalive dergi 8 sayı

4 Kasım - Aralık 2015

Esra [email protected]

Pirinçler Pilav Olmadan Önce...

Japon bilim insanı Masaru Emoto’nun deneyinden “Ne biliyoruz ki” belgeselini izlediğimde haberim oldu. Emoto su kristallerini özel bir teknikle dondurarak

fotoğraflarını çekiyordu. Çocukluğumuzda kar yağdığında camda donan dantel desenli kar kristallerinin aynısı. Burada tabii işi ilginç yapan husus kristallerin

değişik su kaynaklarından alındığında farklı şekiller alması. Temiz bir dağ pına-rından alınan su harika bir desen yaratırken, kirli bir musluk suyu çok bozuk

formda bir kristal oluşturuyor. Buraya kadar da mantıklı geliyor. Ancak işin boyutu bir anda değişiyor. Çünkü muhtelif su kristallerine müzik dinletildiğinde,

dua edildiğinde ya da küfür edildiğinde inanılmaz form değiştirmesi.

Emoto’nun kitabı “Suyun Bilinmeyen Gücünde” Japon-ya’da ilkokul çocuklarına yaygın olarak yaptırılan bir de-neyden bahsediliyordu. Anaokuluna giden oğluma öğret-menleri sömestr tatilinde hazırlamak üzere bir “bilimsel” proje ödevi verdiler. Kitaptaki deney hem çok ilginç, hem çok basitti. Ve eğer aynı sonuçları elde edebilirsek çok da aydınlatıcı bir deney olacaktı. Biz de oğlumla bu deneyi yapmaya karar verdik.

Bir bardak pirinci sade suda haşlayıp 2 ayrı cam kavano-za bölüştürdük. Birisinin üstüne “seni seviyorum, teşekkür ederim” yazılı etiket yapıştırdık. Diğerinin üzerine “senden nefret ediyorum, çok aptalsın” yazdık. Kavanozları öğret-mene teslim edip 1 ay beklememiz gerektiğini söyledim. Öğretmen çocukları eğlendirmek ve oyalamak için işi bir fırsata dönüştürmüş ve her sabah öğrencilerin iyi kava-nozdaki pirinçlere sevgilerini, övgülerini, kötü kavanoz-daki pirinçlere de kötü sözler söylemelerini söylemiş. Her sabah çocuklar bunu büyük bir coşkuyla uygulamışlar. Bir ayın sonunda iyi sözler söylenen pirinçler bembeyaz du-rurken kötü söze maruz kalan pirinçler sararmış. Öğret-men de öğrenciler de duruma çok şaşırmışlar.

Deneyi bir kez de kendi haşladıkları pirinçlerle başka bir sınıfta daha denemişler. Sonuç yine aynı. Deneyi sene sonundaki bilim günlerinde sergilediler. Deneyin sergi-lendiği bölümde şu sözler yazıyordu: “Kötü söz pirinçleri bile hasta etti. Her gün bu kötü sözleri kendinize veya arkadaşlarınıza, ailenize söylediğinizi düşünün. Onlara ve kendinize ne kadar zarar verebileceğinizi gözlerinizle gö-rüyor musunuz?”İnsan bedeninin de dörtte üçü su ve suyun hafızası var. Başkası için hissettiğimiz her kötü duygu ve titreşim bizim

beden titreşimimizi de bozuyor.

Şu anda milletçe durumumuz kötü söz söylenen pi-rinçler gibi. Her gün başımıza bir felaket geliyor ve her felaketten sonra toplumun bir yarısı diğer yarısı-na karşılıklı kötü sözler yağdırıyor. Söyleyen de söylenen de aynı ağırlıkta etkileniyor ve toplumca çürü-yoruz. Karşı tarafa yapılan her saldırı yapanı da aynı şe-kilde bozuyor çünkü kendi bedenindeki suyun titreşimleri de bozuluyor.

Televizyonda, sosyal medyada her kötü haber izlediği-mizde, her nefret mesajı okuduğumuzda üzerine “senden nefret ediyorum” yazıldığı için sararıp çürüyen pirinçlere dönüyoruz.

Her türlü kızgınlık enerjisi ve nefret duygusu hem yönlen-dirdiğimiz kişileri, hem bizi karartıyor. Bunun önünü kes-menin belki de tek yolu deneydeki diğer kavanoz olmak. Yani sevgi, takdir, affetme ve onaylama duygularını, söz-lerini nefret ettiğimiz kişi ve durumlara yönlendirebilmek. Onları iyileştirmenin ve sonuçta kendimizi iyileştirebilme-nin yolu bu çalışmadan geçiyor.

Bu fikri duyduğunuzda muhtemelen bana da çok sinir-lenebilir ve hadi oradan ne affetmesi, ne sevmesi, onlar

Page 7: Farmalive dergi 8 sayı

5farmalivedergi.com

bunu hak etmiyorlar, onların cezalarını çekmesi gerekiyor diye düşünebilirsiniz. Affetmek genellikle yanlış algılanı-yor. Affetmek hukuktaki affetmek gibi ceza evinden salı-vermek anlamına gelmiyor. Affetmek aslında bizim o kişi-ye duyduğumuz kötü duyguların, bedenimizin titreşimini bozup bizi hasta eden duyguların temizlenmesi demek. Bizi artık üzmez olması demek. Bizim o kişiye nefret dolu duygular hissetmememiz, onun adı geçtiğinde sinirden titremememiz anlamına geliyor. Affetmek bizi özgürleş-tirip iyileştiriyor.

Yıllar önce bir kişisel gelişim seminerinde hoca affetmenin öneminden bahsediyordu. Konuyu destekleyen güzel hi-kayelerle süsledi. Tam ikna olmak üzereydik ki çok acayip bir şey oldu. Kendi anılarına dalmış olan hoca birdenbire

“ama bir kişi var ki o affedilmeyi hak etmiyor onu asla affet-meyeceğim” dedi öfkeyle. Sınıfça donduk kaldık. Kendi söylediğinin tuhaflığını anladı mı bilmiyorum ama benim aklımda koca seminerden sadece bu an kaldı. İmamın dediğini yap yaptığını yapma derler ya o hesap. O gün-den beri başkalarına tavsiye ettiğim her konuda kendimi sobelemeye çalışıyorum. Bilmek başka birşey, yapabilmek bambaşka.

Geçenlerde ilginç bir deney izledim. Direksiyonu sağa çevirince sola, sola çevirince sağa dönen bir bisikleti sür-meye çalışan bir adamın hikayesi. “Yeni bisikletin nasıl kul-lanılacağını biliyorum; sağa kırarsam sola, sola kırarsam sağa gideceğim ama imkan yok yapamıyorum” diyor ve bu bisikleti kullanmayı yüzlerce insana denetiyor, sonuç hep aynı. Kimse süremiyor.

Tam 6 ay alıyor bu tuhaf bisikleti sürmeyi öğrenmesi.

Beyinde yer etmiş kalıpları kırmak hiç de kolay olmuyor. Bilmek yetmiyor yapabilmek çok önemli. Ve bu da uzun uğraşlar gerektiriyor. Öğrendiğimiz birşeyi unutmadı-ğımızı ifade etmek için “bisiklet sürmek gibi asla unut-mazsın” deriz ya, işte öyle. Öğrenilmiş kalıpları unutmak gerçekten imkansız gibi. Çok uğraşmak gerekiyor. O yüz-den “onu affettim, Allaha havale ettim” demekle olmuyor, yetmiyor. Düzenli olarak çalışma yapmak gerekiyor. Taa ki içinizde o kişinin adını duyduğunuzda, ya da yüzünü gördüğünüzde sizi üzen bir titreşim kalmayana dek.

Bu tür çalışmalarda bazı teknikler kullanmak da çok işe yarıyor. Size incelemenizi önereceğim 2 teknik var. Duy-gularınızı tanıyıp analiz etmede ve içinizden söküp atma-da çok etkili bulduğum 2 teknik.

İlki daha önce de bahsettiğim Byron Katie isimli Amerikalı yazarın The Work isimli çalışması. İnternette Türkçe say-fası da var. Komşunu Yargıla isimli formu indirip yazarak kendi duygularınızı komşunuz üzerinden analiz etmenize ve dönüştürmenize yardımcı oluyor. Diğeri Garry Craig tarafından sistemleştirilmiş ve pek çok benzer uygulama-sı da olan EFT - Emotional Freedom Technique. Türkçe kaynak olarak Barış Mutlu’nun Beynine Format At serile-rini ve Rick Ortner’ın EFT İle Mucizevi İyileşme kitaplarını öneririm. Her iki yöntemde de kendi kendinize uygulama yapmayı kolaylıkla öğrenebilirsiniz.

Bisiklete binmeyi unutmanın çok zor olması gibi duygula-rımızı unutmak da çok zor. Değiştirmek için azimle, sabır-la ve istekle çalışmak gerekiyor. Kendimizi değiştirdiğimiz-de dünyayı da değiştirmiş olacaksak bence bu zahmete ve denemeye değer.

Page 8: Farmalive dergi 8 sayı

6 Kasım - Aralık 2015

Dekorasyon

ışıltısı

Evinizdeyeni yil

Yeni yıl telaşı şimdiden başladı bile. Kıya-fetler, dekoratif detaylar da yerini yavaştan alıyor. Bizde sizi şimdiden 2016 yılbaşı de-korasyon fikirleri için bilgilendirmek istedik...

Page 9: Farmalive dergi 8 sayı

7farmalivedergi.com

Dekorasyon

Yılbaşı dekorasyonunuzu sadeleştirinBu sene dekorasyona çok vakit ve nakit harcamayayım diye düşünüyorsanız, bir-kaç küçük dekoratif ekleme ile sade ama bir o kadar da sofistike bir atmosfer ya-ratabilirsiniz.Çiçek aranjmanları, ışıltılı birkaç mum ve vazo, sizi ve gözünüzü yormadan evini-ze yeterli yılbaşı pırıltısını katacaktır.Daha da otantik ve ışıl ışıl bir görünüm isterseniz, parlak ve yarı şeffaf vazo ve cam küre biblolarınızın içerisine çam ağacı ışıklarından koyabilirsiniz. Etrafa yayılan atmosferik ışığa inanamayacak-sınız.

Anında yılbaşı stiliEvinizi yılbaşı için dekore et-mek oldukça eğlencelidir ama bu uğurda banka hesabınızı boşaltmanıza da gerek yok.Parlak gümüş kâselerin içerisi-ne yerleştireceğiniz kozalaklar, süs taşları ve taze kış çiçekle-ri ile evinize yeni yıl havasını getirebilirsiniz. Beyaz nergis, ortanca ve manolya yaprakları ile harika dekorasyonlar yara-tabilirsiniz.

Işıltı ve pırıltı servis edinHer gün kullandığınız objeleri, yılbaşı dekoru olarak yeni bir amaçla kullanabilirsiniz.Katlı pasta servisinizi yılbaşı süsleri, kozalaklar ve simli top-lar ile doldurun en tepesine de ağaç ucu süslerinden takın işte size kimsede olmayan el yapımı mini bir yılbaşı ağacı!

Taptaze yeşilEvinizi yılbaşı havasına sokmanın bir diğer kolay yolu ise yem yeşil taze çalılardan yapılmış kapı süsleridir.Taze yeşil çam yapraklarının üzerine büyük kırmızı bir kur-dele iliştirdiniz mi, doğallık ve tazelikle birlikte yılbaşı ha-vasını da davet etmiş olacaksınız evinize. Çelenginizi ka-pıya, kapı girişine, şömine veya ayna üzerine asabilirsiniz.

Renkli yılbaşı neşesiYılbaşı süslerine bayılıyorsanız, yılın son gününü kutlamak için kendinizi engellemeyin. Dekorasyonu konu-sunda coşabildiğiniz kadar coşun çünkü yılbaşı gecesi onca ışıltıyı, pa-rıltıyı ve süsü kaldırabilecek beklide yıl içerisindeki tek akşamdır.Klasik ve geleneksel yılbaşı temasın-dan hoşlananlar süslerini yeşil, kırmı-zı ve koyu vişne kırmızısı olmak üze-re 3 renk paleti dâhilinde seçebilir ve hatta bu renklere biraz da altın ışıltısı ekleyebilirler.

Page 10: Farmalive dergi 8 sayı

8 Kasım - Aralık 2015

Ecz. Sinem Güngör [email protected]

Köşe Vuruşu

burasI Bİzİm...

“Amerikan Vogue dergisinin genel yayın yönetmeni Anna Wintour’un güçlü, hırslı ve diktator kimliğinde hayat bulan, beyaz perdede Şey-tan Prada Giyer’de Miranda Priestly karakteriyle karikatürleştirilen yayın yönetmenliği koltuğuna dair de bir çok önyargı var. Öncelikle büyük so-rumlulukları olan yayın yönetmenleri işin hem estetik hem de ticari yönü-nü kontrol etmek zorundalar. Sek-törde çığır açan ve ilham veren işler yaparken para kazanmanın, işi en iyi şekilde pazarlamanın ve yüksek tiraj getirmenin de yolunu bulmalılar.

Derginin vizyonu ve içeriğini belir-lemek, gelecek sayılarla ilgili proje üretmek, çekimlere katılmak, röpor-tajlar önermek, defile izlemek, tasa-rımcı, PR sorumluları ve editörlerle ilişkide olmak, genel yayın yönet-meninin sadece buraya sığdırabi-leceğimiz envaiçeşit işinden birkaçı. Sektördeki büyük rekabet, zamanla yarışmak ve egoların tavan yaptığı ortamda en iyisi olmaya / kalmaya çalışmak, belli bir duruş sergilemek, eklenen tüm bu sorumluluklarla bir-likte kişinin güçlü, hırslı, mükemme-liyetçi ve acımasız olmasını gerekti-riyor. Aksi takdirde insanın insanın kurdu olduğu bu diyarda barınamaz, silinip gidersiniz..”

ELLE Dergisi / Ekim 2015 / Gün-demStil sayfa165.

Gördüğünüz gibi, artık sadece eko-nomi dergilerinde değil, moda der-gilerinde de ne kadar mükemmel olmak zorunda olduğumuzdan bahsediliyor. İnsan, rekabet etmek ve başkalarını geçmek zorunda olan bir yarışçı. Mükemmel olma arzusu

bir virüs gibi hücrelerimize işliyor.. Bu virüs girdiği ortamı ele geçiriyor, hayatın anlamı bütünüyle rekabet, kazanmak, tüketmek, sahip olmak gibi bir algı yaratıyor. Bir de duy-gusuz olmayı övenler var; o konuya hiç girmiyorum.. “Dövüş Kulübü” filminde dedikleri gibi; sevmedi-ğimiz işlerde çalışıp, ihtiyacımız olmayan şeyler satın alıyoruz. Anlatmaya yetmese de, iyi bir baş-langıç …Halbuki insan kendini bu kadar hırpalamadan da gayet güzel gelişip büyüyebilir. Modern hayat etkisi ile insan doğal hayatından, do-ğal beslenmeden, duygularından ve bedeninden, zihnindeki berraklıktan uzaklaşarak; tıpkı labirentlerde çıkış arayan deney fareleri gibi, kendi dü-şünce ve inanç kalıplarının, duygusal yüklerinin, yıkıcı alışkanlıklarının kur-banı oluyor. Barcelona futbol ku-lübü gibi; tüm kulvarlarda yarışıyor. Modern insan, acı çekiyor. Bunun sonucu bir kurtuluş, bir çıkış yolu arı-yor. “Daha iyi”ye ulaşmak istiyoruz ve ulaşalım da, bunun sayısız yolu var. Örneğin, nette “stres yönetimi” taradığınızda karşınıza onlarca ma-kale, eğitim, seminer, kitap çıkabilir. Hangisine inanacaksınız? Hangisine güveneceksiniz? Araştırmalara göre, çekim yasası ile ilgili tonlarca yazılan çizilenden ve uygulamadan sonra in-sanlar eskisinden de mutsuz olmuş. Nedeni de “harika şeyler mümkün ama ben yapamıyorum, ben bece-remiyorum” hissi.. Modern insanın en büyük talihsizliği de iş, ilişkiler, para ve herhangi bir konuda mü-kemmel olmak zorunda hisset-mesi. Her zaman ve her koşulda iyi hissetmek zorunda hissetmesi. Sektör çok pozitif ; ama bize daha yüksüz bişeyler lazım. Pozi-

Page 11: Farmalive dergi 8 sayı

9farmalivedergi.com

tif olmaya değil nötr olmaya; mü-kemmel olmaya değil kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeye ihtiyacımız var. Çok onaylanmış, çok kontrollü, çok doğru, çok başarılı olmak zorunda değilsiniz. Kendiniz olmak zorundasınız.

Asıl önemli olanı, mutlu ve huzurlu olmayı ıskalayıp daha çok çalışmaya, büyümeye ve zengin olmaya yön-lendiriliyoruz. Gelişmek ve büyümek temelde bir “merak” duygusu varsa doğal seyrinde ilerlerken, birileri böy-le istediği için gelişmeye çalışmak, gelişmeye mecbur olmak sizi sade-ce bir sure yatıştırır, geliştirir. Şirket içi eğitimlerde isteyerek değil “zorla” dinleyenler, imza zorunluluğu olan seminerler, eğitim salonlarında tele-fon kurcalayanlar, esneyenler, kareli defterlere tükenmez kalemle çiçek desenleri çizenler.. Eğitim, gelişmek, merak, her nasıl ifade ediyorsanız;

“içten gelen” birşeyse sonuç veriyor. İçinizden gelmesi için, o merakın gerçekten size ait olması gerekir. Eskilerin tabiri ile su akar ve yolunu bulur. İşte tam da bu yüzden ha-yatta gerçekten neyi merak etti-ğinizi bulmak zorundasınız. Her-kes satış pazarlama merak etmiyor, herkes fitoterapi merak etmiyor ve herkes farmasötik bakımı merak et-miyor. Birinin size içtenlikle mi yoksa mecburiyetten mi sıcak davrandığını hissedersiniz değil mi? Çevremiz-dekiler de işimizi nasıl yaptığımızı hissediyorlar. Zorla mı yapıyorsunuz, içtenlikle mi? Zorla mı gelişiyorsunuz, içtenlikle mi? Öğrenmek zorunda mı kalıyorsunuz, öğrenmeyi tercih mi ediyorsunuz? Birşey zorunluluktan tercihe dönüştüğünde enerjisi de-ğişir ve açılır. O yüzden işini severek yapanlara doğru çekiliriz. Severek yazılan kitapları okuruz, severek anlatan birini dinleriz, severek oy-nayan birini izleriz, severek yapılan yemekten keyif alırız. Bu zamanda ayakta kalmamız için gelişmemiz gerekiyorsa, o zaman zorla değil tercih ile gelişelim. Severek iste-yerek geliştireceğimiz yönlerimizi keşfedelim. O zaman gelişmemiz için bizi birilerinin itmesine gerek kalmaz. Diyelim ki o sevdiğiniz alanı buldunuz, içinizden geldi, gerçekten

merak ediyor, geçekten büyümeyi seçiyorsunuz. O zaman da sektörde-ki sömürüden paçayı kurtarmalısınız. Çünkü modern insanın umutsuzluğu, mutsuzluğu, huzursuzluğu, gelişime olan açlığı da emin olun birilerinin ağzını sulandırıyor.. Diyelim ki mera-kınız var, paranız var, zamanınız var. Eğitimlere, seminerlere çoğunlukla

“satın alarak” dahil oluyorsunuz. Din-lediğiniz herkesi olduğu gibi kabul eder, sorgulamadan inanır, size uy-gun olup olmadığını tartmadan körü körüne yöntemlerini kabul ederseniz, aldığınız bilgi size pahalıya patlayabi-lir. Katıldığınız eğitim ve seminerlerde nelere dikkat etmelisiniz?

Eğer,

-Eğitim programı şeffaf değilse; içeriği siz ödeme yaptıktan, eğitimi satın al-dıktan sonra öğrenecekseniz.

-Eğitim esnasında sorgulamanızı, soru sormanızı hoş karşılamıyor ve teşvik etmiyorlarsa.

-Bir yerlerde bir lider varsa ve bu li-dere koşulsuz itaat etmekten bahse-diliyorsa.

-Anlaşılmayan bir dil kullanıyorlarsa ve sizin “hasta”, “eksik”, “aşağıda”,

“yanlış” olduğunuz mesajını doğru-dan ya da dolaylı olarak alıyorsanız.

-Sizi aşağıda buluyorlarsa ve gelişme-niz, yükselmeniz için birilerine itaat / hizmet etmenizi talep ediyorlarsa.

-Doğrudan ya da dolaylı olarak ken-dilerinden olmayanı “kötü”, “eksik”,

“yanlış” olarak nitelendiriyorlarsa.

-Sizi bir kalıba sokmaya çalışıyorlarsa.Lütfen uzak durun. Bu emareler varsa kral çıplaktır.

Gerçek bir eğitimci sorgulamaya, yanıt vermeye, bilgisini paylaşmaya açıktır. Eğitim müfredatı şeffaftır, eği-timci ulaşılabilirdir, kimseyi aşağılama ya da kötüleme gereksinimi duymaz. Kendisi ile barışıktır. Sizi kendi kalıbı-na sokmaya çalışmaz, anlamaya ça-lışır. Sosyoekonomik olarak güçlü bir çok

insan, dünyanın parasını verip, duy-mak istediklerini söyleyenlerin se-minerlerine gidiyor. Bilinç ile eğitim almak, bilinç ile okumak, bilinç ile öğrenmek şu sorulara denk gelir:

Ne aradığınızı biliyor musunuz?

Bilgiye mi eyleme mi ulaşmaya çalıştığınızın farkında mısınız?

Onu bulduğunuzda tanıyacak mı-sınız?

Faydasını ölçebilecek misiniz?

Hayatınıza uygulayabilecek misi-niz?

Ne olursa olsun inatlaşmamanız ge-reken insanlar vardır. Vize memurları ve feministler gibi. Bir de kendiniz varsınız. Ne olursa olsun kendinize söz geçiremediğiniz bir şey, ne olur-sa olsun ikna olmadığınız bir şey, içi-nizden gelen “birşeyler yanlış” hissi…Çarpıtılmış algınızdan ya da duygusal şartlanmalardan ötürü reddettiğiniz şeyler de olabilir. Muazzam bir bilgiyi sadece çok sorguladığınız için itiyor da olabilirsiniz. Ancak bu bile herşeyi olduğu gibi kabul etmek ile kıyaslan-dığında daha güvenlidir.

Kendi özel alanınızı merakınızı bul-duktan sonra, sıra kendi öğrenme stilinize gelmiştir. Kimileri bir mesajı kitaplardan süzerek, kimileri filmler-de belgesellerde izleyerek, kimileri yaşanmış anılardan dinleyerek alır. Bir bilgiyi bünyenize nasıl aldı-ğınız onun tadını değiştirir; tıpkı kolayı cam şişeden içmek, teneke kutudan içmek, bardaktan içmek gibi. Çayın tadı da ince belli bardak-ta, cam kupada, porselen kupada, fincanda değişmektedir. Oysa aynı şeyi içersiniz .

Bilgi size şekil vermez, nüfuz eder.

Bahsettiğimiz şey hem hangi bilgiye ulaşmanız gerektiğini hem de hangi yollarla daha keyifli ve verimli olaca-ğını bilmek; yani kendinize ulaşmak-tır. Ruhunuzu fethedin.

Santrali aramanız gerekmiyor…

Page 12: Farmalive dergi 8 sayı

10 Kasım - Aralık 2015

Vücudumuzun koruyucu bariyeri cildimize

Kış Dokunuşu

Arzu Çarktan

İncecik giysiler, sıcacık bir hava ve uzun süren güneşe maruz kalmalar şu günlerde yerini kalın giysile-re, soğuğa ve kısmi güneş görünmelerine bırakıyor. Buda bizlerde tabiri caizse bir takım rehavetlere yol açıyor. Oysa dikkatle ve özenli bir şekilde kış aylarında da bakımımıza maksimum özen göstermeli-yiz. Cildimiz de tıpkı tüm bedenimiz gibi sıcak ve soğuktan ani değişimlerden korunmaya ihtiyaç duyar. O nedenle aslında şehir değişikliklerinde bile ısı ve nem farklılıklarına uygun ürünleri doğru ve zama-nında kullanmak doğru cilt bakımının ilk adımıdır.

Page 13: Farmalive dergi 8 sayı

11farmalivedergi.com

Arzu Çarktan

Genel hatları ile kış aylarında ortaya çıkan cilt rahatsızlık-ları aslında derinin hava alamaması ile de doğru orantılı olabilmektedir. Uzun süre kalın çorap ve ayakkabı içeri-sinde kalan ayaklarda batık ve mantar rahatsızlıkları, vü-cudun değişik bölgelerinde uzun süre yağ ve ter salgısına maruz kalma nedeni ile sebore, akne ya da yağ bececik-leri dediğimiz milia sıklıkla görülmektedir. Tüm bunların önüne geçebilmek için profesyonel bakımların yanı sıra kişisel titizlikte bir hayli önem kazanmakta. Örneğin,

Ellerimiz için; krem ya da yağ içeren temizleme ürünleri kullanılması, mümkün olduğunca soğuk maruziyeti es-nasında eldiven kullanımı, gliserinli ve lanolinli ürünlere eğilim gerekmektedir.

Saçlarımız içinse; kış aylarında artış gösteren serbest ra-dikallere maruz kalma süresi uzadığından yumuşak şam-puanların kullanımı (tuz ve sls içermeyen) hatta diplere

temas ettirmemek sureti ile saç kremi kullanımı, çinko, demir kullanımı özellikle saç ve tırnakları kuvvetlendire-cektir.

Güneş koruması da ihmal edilmemesi gereken bir unsur. Kışın kar yansıması nedeni ile yüksek yerlerde güneşin cil-de vereceği hasar küçümsenemeyecek ölçüde. Özellikle hassas ve duyarlı ciltler koruma faktörü çok yüksek olma-yan etkin bir üründen destek almalı. Uygulama periyodla-rına özen göstermelidir.

Peeling tüm cilt için yenileyici olmakla birlikte ilerleyen yaşlarda cildin kendisini yenilemesi süreci devam ettiği halde soyulmanın gerekli periyoda gerçekleşememesi nedeni ile cilt kalınlaşmasının önüne geçmek için etkin bir yöntem. Salisilisik asit, glikolik asit veya retinoik asit içeren temizleyiciler ve jeller uygun periyodlarda uygulanmalıdır.

Ciltte yazın yağ eksikliği daha fazla gözlenirken kışın nem kaybı daha etkin şekilde görülmektedir. O nedenle cilt tipi ve ihtiyacına uygun nemlendiriciler, anti-aging ürün-ler, hyluronik asit, üre,gliserin içeren preparatların uygun sıklıkta kullanımı nem kaybının da önüne geçecektir.

Unutulmaması ve atlanmaması gereken bir diğer konu ise, hiçbir cilt tipi bakıma başladığınız noktada kalmaz. O ne-denle mevsim değişimlerinde veya kür bitimlerinde tekrar analiz yaptırmak ve cildin değişim sürecine göre ürün-ler arası geçiş yapmak gereğidir. Eğer ürün kullandığınız halde sonuç alınamıyor veya değişik problemlerle karşı-laşıyorsanız yaptığınız bakımın doğruluğunu ve faydasını tekrar sorgulamalısınız. Ürün değiştirmekten korkmamak, sadece alışkanlıklar nedeni ile aynı ürünün kullanımına devam etmemek doğru bir yaklaşım olabilir bu anlamda. Cilt sağlığı yaşınızı ele veren en büyük unsurdur. Unut-mayınız!

“Kışın kar yansıması nedeni ile yüksek yerlerde güneşin cilde vereceği hasar küçüm-

senemeyecek ölçüde.”

Page 14: Farmalive dergi 8 sayı

12 Kasım - Aralık 2015

Uzm. Ecz. Emine Ceren Demircioğlu Akyılmaz

[email protected]

VOL 2AMERİKADA ECZACILIK GÖZLEMLERİMGecen sayıda Amerika da eczacılığın serbest eczane boyutuna değinmiş-tim. Bu sayıda da özel olarak gazi-lere hizmet veren kolesterol ilacı ve varfarin gibi antikoagülan ilaç kul-lanan hastaları düzenli olarak takip eden hastanede eczacılıkla ilgili göz-lemlerime değineceğim.

Öncelikle burda son sınıf eczacılık öğrencileri hastaları bekleme oda-larına giderek isim ve soy isimleriyle çağırıp kendini tanıtarak bu sistemin ilk adımını başlatmış oluyorlar. Has-taya saygı ve eczacıya saygı karşılıklı olarak sistemin ilk kuralı gibi bir şey. Son sınıf öğrencileri hastaları teker teker hasta takip odasına aldıktan sonra her ilaç için oluşturulmuş bir liste var. Bu listedeki soruları teker teker soruyorlar. Bu soruların cevap-ları sisteme kaydediliyor. Örneğin hasta kolesterol ilacı kullanıyorsa 1 ay önceki değeri ve şu anki değerine bakılıyor, hastanın günlük yaşam tar-zına son 1 ay içinde yapmış olduğu yaşam tarzı değişiklikleri varsa soru-luyor. Hastanın ilaç uyumu sorgula-nıyor. Karşılıklı sohbet şeklinde son 1 ayda almış olduğu besin çeşitliğin-den, yürüyüş yapıp yapmadığı, haf-tada ne kadar alkol aldığı, doymuş, doymamış yağ bunlara dikkat ediyor mu gibi soruların cevapları listede yer alan soruların karsısına işleniyor-du. Laboratuvar sonuçları, karaciğer enzimleri gibi objektif veriler sis-temde otomatik kayıtlı oluyor. Hasta sabahtan gelip kanını vermiş ve so-

nuçlar bilgisayarda işlenmiş şekilde mevcut oluyordu.

En son, güncel laboratuvar sonuçla-rına göre hasta istenen şekilde ilacını kullanıyor ve kolesterol değerlerinde istenilen sonuca doğru gidiliyorsa ilaç değişikliğine gidilmiyor, ancak hastada ilaç kullanmama sorunu varsa ikna edilmeye çalışılıyor. Ya da hastanın değerleri yüksekse ilaç de-ğişikliğine gidilmesi gerekiyorsa he-men klinik eczacının ekranına uyarı olarak düşüyordu. Tüm hastaların kontrolleri tamamlandıktan sonra son sınıf eczacılık fakültesi öğren-cileri klinik eczacıların yanına gidip müdahalede bulunmaları gereken hastaları tespit ediyorlardı. Ve reçete tekrarı ya da değişikliği yapılacaksa klinik eczacı doktorla irtibata geçi-yor ve hastaya ilaca verdiği yanıta göre doktor-eczacı işbirliğinde yeni bir order veriliyor. Bu orderi tekrar bekleme odasına alınan hastaya öğ-renciler teslim ediyor ve bir sonraki kontrolde görüşmek üzere vedalaşı-yorlardı.

Antikoagülan kullanan hastalarda da aynı şekilde son 1 ayın anamnezi alınıyor ve hastanın yeşil yapraklı yi-yecekler yiyip yememesinden tutun, varfarin kullanıyorum bilekliğinizi takıyor musunuz sorusu bile bu lis-tede var. Listede hastanın ne kadar alkol alıp almadığı yine sorgulanıyor. Kullandığı ilaçların yan etkilerinden tekrar bahsediliyor, ilacı neden dü-

Page 15: Farmalive dergi 8 sayı

13farmalivedergi.com

zenli kullanması gerekiyor, hayati önemine değiniliyor. Rutin kontrole gelmenin hastaya yararı vurgula-nıyor. Hastanın INR (International Normalized Ratio) değerine göre varfarin dozu eczacı-doktor işbirliği ile tekrar ayarlanıyor ve hastaya bir sonraki randevusuna kadar ne yapıp ne yapmaması gerektiği tekrar hatır-latılıyordu.

Bu sistemin bana göre güzel tarafı herkesin ne yapması gerektiği cok açık ve net bir şekilde tanımlı olma-sıydı. Eczacılık öğrencileri hem mes-leğe giriş yapıyor, hastaları karşılıyor, kendini tanıtıyor, hastadan anamne-zi birebir takip odasında bilgisayar başında alma imkanı oluyor. Hem de klinik eczacı öğrencilerin siste-me girdiği sonuçları otomatik ola-rak gördüğü için sadece müdahale etmesi gereken hastalara müdahale

ediyordu. Hiçbir sorun olmayan, ko-lesterol hedefini sağlamış olan, ilaç uyuncu olan hastaları, öğrenciler çok güzel bir şekilde motive edip eczacı ile görüşüp kısa sürede ne yapılması gerekiyorsa bunları yapıyorlardı. Ec-zacı bu arada hastanede yatan diğer hastaların ilaçlarını takip edebiliyor ve klinik eczacının da zamanını daha etkin kullanmasını sağlıyordu. Kısa-cası karşılıklı win-win durumu hakim. Klinik eczacı etkin, doktor etkin, ec-zacılık öğrencileri etkin, hasta daha sıkı takip altında dolayısıyla hastanın tedavisi için de etkin diyebiliriz. Sis-tem hastanın yararını düşünürken ve sağlarken aslında zincirin halkasın-daki herkes etkin kalabiliyor.

Bizdeki gibi hastalar kontrolsüz ilaç kullanmadığı için sağlık sistemine ek yük de olmuyor. Eczanem olduğu için bizdeki kolesterol kullanan has-

taların raporunu görüyorum. Farklı doktorlar, farklı ilaçlara rapor çıkar-tıyor, hasta hangisini ne için kullan-dığını bilmiyor. Karaciğer enzimleri kolesterol ilacından yükselmiş olabi-liyor, farkında olmuyor, rabdomiyaliz gelişebiliyor, yine farkında olmayabi-liyor.

Amerika gözlemlerim aslında benim klinik eczacılıkta doktora yapmamı sağladı. Hastanın yararına olan her şey, bence sistemin de yararınadır. 2023 de bildiğim kadarıyla Türkiye’ de hastanelerde klinik eczacı istihda-mı tam olarak başlayacak. Şu an bu sistem bizde olsa devletin sırtından alınacak sağlık harcamaları yükünün azalacağı aşikar. İlaç fiyatlarıyla sık sık oynamak yerine daha akılcı ilaç kullanımı sağlanmasının çok daha efektif olacağı kanaatindeyim. Sev-giler, Saygılar, umutla kalın…

Page 16: Farmalive dergi 8 sayı

14 Kasım - Aralık 2015

Çocuk Psikolojisi

Klinik Psikolog Mustafa Sungur TSK Elele Vakfı GATA Özel Eğitim ve

Rehabilitasyon Merkez Müdürü[email protected]

ENGELLE YAŞAMAK...

Dünya tarihi başarı öyküleriyle doludur. Filmler, kitaplar, şar-kılar çoğu kez başarı hikâyeleri anlatır. Başarmak çoğumuza göre umut edilen sonuçlara ulaşmaktır. Aslında başarı so-nuç değil bir süreçtir. Hayatta bazı zaferlerimizin farkına var-mayız, kocaman bir başarının önemini kavrayamayız ve çoğu kez başarılarımızı genel geçer değerlendirmelerle göremeyiz. Engelli olmak, engelli bir çocu-ğa sahip olmak; dünya farkında olmasa da zaferlerin bazen en büyüğüne aday olmaktır.

Bebekliğin ilk günlerinden yaşamı-mızın son anına kadar aslında hep gelişmek ve büyümek üzerine prog-ramlanmışızdır. 1-2 aylık bir bebek için, ağladığında annesinin yanına gelmesi, ona süt vermesi bebeğe hayata dair umut etmeyi öğretir. Özellikle emzirilme döneminde an-neyle geçirilen zaman, anneyle sıkı sıkıya ten teması kurmak bebeğin te-mel umut duygusunu geliştirir. İnsan bu dönemde kazandığı umutla hep ileriye bakar, gelişir, başarır, büyür. Engelli çocuklar için, bu temel umut duygusu, onların hayatla barışık ol-malarını sağlar. Umudu olan çocuk da umudunu yitirmeyen ebeveynde her daim yeterliliklere dönük bakar. Engelli çocukların yetiştirilmesinde; ilk yaşlardan itibaren yapabilecekle-rinin, yapamadıklarından daha önde tutulması, sonuç değil süreç odaklı bir yaşam tarzı benimsenmesi ol-dukça önemlidir. Helen Keller’ın söy-lediği gibi yüzünü güneşe çeviren insan, gölge görmez.

Anne babalar elbette engeli tanımak, anlamak ve kabul etmekte ciddi zor-luklar yaşamaktadırlar. Bu zorlu süreç, ebeveynlerin uyumsal psikolojik ba-kış açıları kazanmalarını sağlar. Çoğu kez buna “kabul etme”, “engeli kabul etme” deriz. Ancak engelin kabulü kavramı aslında bir sınırı ve sonucu değil, uzun bir zaman dilimini ifade eder. Engelli çocuğun her gelişim aşamasında, ailede kabul sürecini tekrar tekrar deneyimler. Bu dene-yimler ebeveynlerin çocuklarının ge-lişimiyle ilgili beklenti ve umutlarını daha gerçekçi algılamalarını sağlar.

Çocuk 2-4 yaşlarına geldiğinde çev-resini anlamaya, onu değişimlemeye başlar. Bu dönem “her şeyi ben ya-parım” dönemidir. Çocuk öğrenmek için çevresindeki her şeye karşı güçlü bir merak içindedir. Denemek, ince-lemek ister. Bu merakla birlikte kendi seçimlerini yapmak, karar vermek; yani bir birey olduğunu kanıtlamak çabasına girer. Yetersizlikten etkilen-miş ya da yetersizlikleri daha az olan tüm çocuklar bu dönemde özerk-liklerini ilan etmek isterler. Anne babalar bu dönemde çocuklarıyla sınır konusunda sık sık karşı karş-ya gelirler. Yemek yemek, uyumak, egzersiz yapmak, cihazları uygun zamanlarda kullanmasını sağlamak, ilaç ya da tıbbı bir takım uygulama-ları yerine getirmek hep bir çatışma nedeni olabilmektedir. Ancak çocuk bu dönemde aslında hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı “özerklik duygusu” nu kazanmaya çalışmaktadır. Anne babaların bu dönemde çocuklarına koydukları sınırları; çocuk ebevey-nleriyle çatışarak öğrenir ve aslında yaşamsal bir beceriyi yani “iradeyi” böylece kazanır. Engelli birçok ço-cuğun yaşıtlarına göre daha inat-çı, daha iradeli olduklarını görürüz. Çünkü onlar akranlarının hiç fark etmedikleri bir sürü sorumluluk ve ödevlerle büyürler. Sosyal ortamlar-da farklı ihtiyaçlara sahip olmak, sağ-lıkları için düzenli egzersizler yap-mak, ilaçlar kullanmak gibi birçok sorumluluk onların irade duygusunu geliştirir. İnatçı olmanın, savaşmanın, yılmazlığın önemini herkesten çok kavramalarını sağlar.Çocuk biraz daha büyüdüğünde, sı-

Page 17: Farmalive dergi 8 sayı

15farmalivedergi.com

nırlar aşağı yukarı oturur, çatışmalar biraz hızını keser. Çocuk artık kendisi için bir hedef belirleme dönemine gelmiştir. Genelde ilk hedef anne ya da baba olmaktır. Bu dönemde çocuk farkında olmadan cinsel ve sosyal kimliğinin temellerini atmaya başlar, anne ya da baba gibi davranır, onlar gibi giyinmek ister. Çocuk bu yaşlardan okul yıllarına kadar geçen sürede yaşamsal bir “amaç” edinir. Bu amaçlar doktor olmak, öğret-men olmak olabileceği gibi okula gitmek ya da bağımsız yürüyebil-mekte olabilir. Amaçlarını kendi be-lirleyen, karar verebildiğini öğrenen çocuk hayatı pozitif yanlarıyla algılar. Çünkü hayatının kontrolünün elinde olduğunu bilerek daha güvenle iler-ler, umutla büyür.

Okul dönemi aile ve çocuk için zor-lukları beraberinde getirir. Engelli çocuklar ve aileleri için ise bu zor-luklarla birlikte ciddi engellenmeleri aşmayı gerektirir. Çocuk okul döne-minde yetenek ve yetkinlik alanlarını fark etmeye, öğrenmeye ve belirle-meye dönük güçlü bir isteklilik için-dedir. Engelli çocuklar da bu amaçla hep “neyi yapabiliyorum? Ne konu-da başarılıyım?” gibi sorularla kendi yetkinliklerini keşfetmeye çalışırlar. Ebeveynler zaman zaman çocukla-rının belli konularda fazlaca ilgili ol-duklarını, bazen takıntı seviyesinde bir konu ya da duruma saplandıkla-rını görürler. Engelli çocuklar okulda akranlarıyla iletişim halindeyken; en iyi yaptıkları şeyleri ortaya koyarlar. Bu bazen, çocuklar da ilgi daralması

ve bu ilgiye saplanma olarak tanım-lanır. Öğretmenler, anne babalar ta-rafından takıntılı davranışlar olarak algılanır. Aslında bu durumu kendi

“yetkinliğini” belirleme çabası olarak görmek, çocuğu anlamak açısından yararlı olabilir.

Ergenlik yıllarına gelindiğinde; ço-cuklar kendilerini tanımaya çabalar-lar. “kime göre neyim?, ben kimim? Kim olmalıyım?” gibi birçok cevabı zor sorunun peşinden gittikleri bu yıllarda ergen, “kimlik” duygusunu geliştirir. Akran ilişiklerini, aile ilişkile-rinden daha çok önemser. Başkaları-nın onu nasıl algıladıkları konusuna hayatı önem atfeder. Çocukluğun ilk dönemlerindeki “ben yaparım” tut-kusunun yerini artık “ben biliyorum, ben istiyorum” kavramı alır. Engelli ergenler bu dönemi biraz daha şid-detli ve keskin yaşayabilirler. İtirazlar, inatlaşmalar, kurallara muhalefetler bu dönemde daha da artarak devam edebilir. Takıntılı ilgiler, uğraşlar çok ön plana çıkabilir. Aslında ergenin bu yıllardaki saplantılı davranışları; onlara bu zor dönemde sığınacakları bir liman sağlar. Büyüdükçe değişen ve algılaması zorlaşan bu güvensiz dünya da, engelli ergen kendi ya-rattığı, kolayca kontrol edebildiği, en önemlisi de kendi seçip yönettiği bir alana fazlaca kanalize olabilir. Bu ne-denle bu yıllarda bir filmin vizyona girmesini beklemek yaşamının temel hedefi olabilir. Ya da televizyonda biten bir dizi depresyonunun nedeni görülebilir. Konunun bir diğer yönü ise engelli çocuk hayatının ilk yılla-

rında yaşına göre zor birçok ödevi yapmayı, karşısına çıkan engelleri inatla geçmeyi öğrenmiştir. Yaşamda var olmayı çoğu kez iradesiyle, ina-dıyla başarmıştır.

“Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayaldi. En büyük çınar bir tohumdu, en büyük kuş bir yumur-tada gizliydi.” der Allen. Engelli ço-cuklarda önce herkes gibi bir bebekti, ama dünya bilmese, fark etmese de büyük bir başarı öyküsünün kahra-manlarıdır onlar. Bu başarı hikâyeleri; bebeklikte öğrendiği “umutla, sonra-ki yıllarda kavradığı “iradeyle”, edin-diği “amaçla”, belirlediği “yetkinlikle” ve inşa etiği “kimlikle” kelime kelime yazılır. Bu öykünün asıl yazarları ise kocaman yürekleriyle anne babalar-dır, yılmazlıklarıyla doktorlar, fizyote-rapistler, öğretmenlerdir.

1992 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 3 Aralık gününü “Ulus-lararası Engelliler Günü” olarak ilan etti. Bu kararın ardından BM İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 ta-rihli ve 1993/29 sayılı bildirisi ile üye ülkelerce 3 Aralık gününün “engel-lilerin topluma kazandırılması ve insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması” amacıyla tanınmasını istedi. Ülkemizde; nüfusun yüzde 12.29’u yani 8.5 milyon kişi engelli. Erkeklerde bu oran 11.10, kadınlarda yüzde 13.45 oranlarındadır. Birleş-miş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan’ın söylediği gibi “En-gelliler dünyanın en büyük azınlık grubu. Orantısız derecede yoksullar, işsiz kalma olasılıkları daha yüksek, ölüm oranlarıysa toplumun geneline oranla çok daha yüksek”tir. Türkiye engellilere yönelik, eğitim, istihdam, bakım ve diğer sosyal haklar alanla-rında ilerlemeler kaydetse de; engel-lilerin sahip oldukları haklar oldukça sınırlıdır. Engelli farkındalığını kazanma sü-recinde; ülkede engellilerle ilgili üst politik hedefler koymak ve engelli-liğin yalnızca doğumla değil, son-radan yaşanabilecek birçok hastalık ya da kazayla da ortaya çıkabilece-ğini unutmamak oldukça önemlidir. Yaşayan her kesin bir engelli adayı olduğunu hatırlayarak, engellilere dönük bireysel farkındalığımızı art-tırabiliriz.

Çocuk Psikolojisi

Page 18: Farmalive dergi 8 sayı

16 Kasım - Aralık 2015

Op. Dr. Sibel Atalay

İple Gelen Güzellİk

İlerleyen yaş ile birlikte cildin elastikiyetini kaybetmesi ve yer çekiminin etkisine bağlı olarak yüzümüzde sarkma-lar meydana gelmektedir.

Yüzümüz temel olarak 3 anatomik bölümden oluşmaktadır. Üst yüz bölgesi göz ve alın bölgesini, orta yüz bölgesi yanaklar ve burun çev-resini, alt yüz bölgesi ise çene kısmı-nı kapsamaktadır. Yüzde sarkmalar en yoğun olarak orta ve alt bölgede etkisini gösterir. İple yüz germe uygulamaları son yıl-larda oldukça popüler olmuş bir ko-nudur. İnsanların ameliyattan kork-ması, işinden gücünden geri kalmak istememesi, daha az zamanda sonuç alma isteği biz doktorları sürekli yeni arayışlara yönlendirmektedir. Estetik cerrahinin sunduğu yep-yeni bir yöntem olan iple yüz germe uygulama-sında bu iplerin yaptığı yüzdeki gerdirme etki-si ile yüz germe işlemi yapılabilmektedir. İple

yüz germe işleminde farklı anatomik alanlar ve ihtiyaçlar için farklı ipler kullanılmaktadır. Bu amaçla; düz ipler, kılçıklı ipler, konili ipler ve kıv-rımlı ipler kullanılır. Bu uygulamada kullanılan ipler cildin istenen yönde sabitlenmesini sağlar, yukarı-arkaya doğru çekilen yüz derisinin tekrar aşağı düşmesini engeller. Cilt altına yerleştirilen iplerin etrafında kolajen sentezi artarak ciltte istenilen yön-lerde gerginlik sağlar. İple yüz germe işlemi 30-50 yaş arası, yüzünde fazla deri sarkması olmayan, herhangi bir cilt hastalığı ve ek hastalığı olmayan her kişiye uygulanabilir. Cildinde deri sarkması

Page 19: Farmalive dergi 8 sayı

17farmalivedergi.com

çok olan kişilerde tedaviye daha az yanıt alınmaktadır. Uygulama öncesinde cilt dezenfekte edilir. Cilde anestezik krem uygula-nır. Bazı ip türlerinde lokal anestezi işlemi de gerekli olabilir. Toparlan-mak istenen yüz alanlarına uygun ipler cilt altından yerleştirilir. İple yüz germe işlemi ağrısız bir uygulamadır. Uygulama yaklaşık 30 dakika sürer. Uygulama sonrasında ciltte hafif bir

kızarıklık oluşur ve birkaç saatte dü-zelir. Nadiren cilt altı morluklar oluşur ancak bunlar genellikle birkaç günde geçer. İple yüz germe uygulaması muayenehane ortamında yapılır ve hastanede yatmaya gerek yoktur. İple yüz germe işleminde kaşlar kal-dırılabilir, yanaklardaki sarkma to-parlanır, çene konturu düzeltilir, cilt sıklaştırılır. Yüz daha genç ve diri bir görünüme kavuşur. İple yüz germe

işleminin kalıcı sonuçları yaklaşık 2-3 hafta sonra görülmeye başlar. Etkin-liği ise 2-5 yıl sürmektedir. İple yüz germe işleminin mutlaka steril şartlarda ve uzman bir dok-tor (bu konuda eğitim almış Plastik Cerrah veya Dermatolog) tarafından uygulanması gereklidir. Bu konuda bilgisi ve tecrübesi yeterli olmayan kişilerin yaptığı uygulamalarda ciddi sıkıntılar yaşanabilir.

Page 20: Farmalive dergi 8 sayı

18 Kasım - Aralık 2015

Gezi Notları

Ahmet Bostan

Orman Denizinde Bir Gün

Batı Karadenizin muhteşem yeşilinin ve eşsiz bitki örtüsünün içinde fark edemediğimiz gelişmeler yaşanır. Keltepe, Hodulca ve Çal Dağı’nın her mevsim ayrı olmak üzere gerçekleş-tirdikleri düetini duyarsınız. Bu durum bazen kuzey rüzgarlarının kamçıyı andıran sesi, bazen düşen yıldırımların bu muhteşem dağlardaki dakikalarca süren yankıları, bazen de geyiklerin hakim zirvelerden birbirlerini çağırmaları şeklinde olur. Kimi zaman da kuzgunların metalik

sesleri bir kayalıktan diğer kayalığı dolaşır durur.

Eskipazar;

Page 21: Farmalive dergi 8 sayı

19farmalivedergi.com

Gezi Notları

Bölgedeki hakim renk yeşili baskılayan ve tam bir kompo-zisyona dönen zemheri aylarında ki uçsuz bucaksız beyaz örtünün altındaki sessizliği koro halinde kurtların uluma-ları; nadide yaratık vaşakların ürküten tıslamaları bozar. Her metre karede makrodan mikroya nice yaşamlar akar gider. Öyle zamanlar olur ki rüzgarın kayın ormanlarında-ki çıkarttığı sesin bitmemesini arzu edersiniz.

Karabük’ün şirin İlçesi Eskipazar’da; doyumsuz bir gün yaşamak için önünüzde sadece 12 km. vardır. Ova Kö-yü’nün Küplü Mahallesi yol ayrımına geldiğinizde kendi-nizi Karaboğaz denen vadinin içinde bulursunuz. Ho-dulca’nın kuzey ve kuzeydoğu yönünden başlayan hava sirkilasyonu bu coğrafi boğazdan akarken bol oksijenin gırtlağınızı yaktığını bir şeylerin değişmeye başladığını hissedersiniz. Çetiören’e çıktığınızda asırlık çam ağaçları

olanca vakar ve heybetiyle sizleri karşılar. Modern hayat-tan kopup doğayla bütünleşmeye başlamışsınız demektir. Ağaçların arasından kopup gelen ve yüzünüzü yalayan rüzgarın sesi onlarca çeşmeden akan suyun sesiyle karışır. Çocukluğunuza döner sınırsızca ve kontrolsüzce bağır-mak istersiniz. Avuçlarınızdan kayıp giden buz gibi suyun terapisiyle dinginleşirsiniz.

Yürümeye başladığınızda sırt çantanızı hissetmez, yükse-len rakımla birlikte doğal güzelliğin ve çeşitliliğinde arttı-ğını hissedersiniz. Karaçamlar yerini sarıçama bırakır. Ya-bani fındık ağaçlarının arasında sincapların ürkek ve telaşlı koşuşturmalarını görürsünüz. Koyu yeşil örtünün içinde mercan kırmızısı kızılcıklar sizi selamlayarak ikrama hazırız mesajları verir. Böğürtenlerin bolluğundan parmaklarınız önce kırmızı sonra mora dönüşür. İsmini bilmediğimiz en-demik türler son bahardan kışa geçişi anlatan haberciler gibi kompozisyonda yerlerini alırlar. Kuşburnu ağaçlarının ve meyvelerinin bolluğu çetin geçecek bir kışın şifreleri-ni sunar. Yürüme mesafeniz arttıkça göknar ağaçlarının

Page 22: Farmalive dergi 8 sayı

20 Kasım - Aralık 2015

Gezi Notları

ihtişamı da artar. Ağaçların ululuğundan güneş ışıkları kaybolur, ara sıra dallar arasından ışık huzmeleri belirir. Kayın ağaçları anıtsallığa dönüşür, bir tanesinin en az 40 litre oksijen ürettiğini yerinde gözlemlersiniz. Güç-lü orman dokusunun uğultusu serinliğe karışarak ara sıra ürpermenize neden olur. Antik çağlardan itibaren nice insanların kullandığı “Güvercin Geçidi” sapağı, doğanın gücünü tarihin sırları ile yoğurarak ayaklarınızın altına serer.

Bölgeye olan ziyaretiniz, ekim ayı ortası ile kasım ayı başında ise ormanın çoğu bölgesinin baktığınızda tanımı imkansız bir renk cümbüşü içinde olduğunu görürsünüz. Sarı, turuncu, kırmızı, mor, yeşil, kahverengi ağaç ve bitki örtüsünün görselliği gök kubbenin altında hayallerinizin ötesine geçer. Anadolu’da hep duyulan “Orman Deni-zi’nin ihtişamını gözlemlemek için seyir terası alanına gel-diğinizde damarlarınızdaki kan akışının hızlandığını his-sedersiniz. Yenice’ye kadar uzanan Çit Dere, Bakırlı Dere ve Şimşir Dere ayaklarınızın altındadır. Nasıl bir okyanusa baktığınızda sadece engin maviliklerle dalgaların kıpırtı-

larını görüyorsanız, burada da yeşilin hakim olduğu renk cümbüşü içinde hiçbir yerleşimin olmadığı orman deni-zinin içindesiniz demektir. Kuzeye yönüne baktığınızda elinizi uzatsanız tutacağınız hissi uyanan Keltepe’yi görür-sünüz. Bu görüntü sizlere okyanusta yönünü kaybetmiş bir gemi mürettebatının aniden ıssız bir adayı görmesi hissini uyandırır. Biraz daha gözlemlediğinizde “Sorgun Yaylası’nın yüzyıllar öncesinden gelen duruşu ile karşıla-şırsınız. “Kuyruk Kaya”nın devleri kıskandıran set oluşumu başlamamış olsa yaylanın tüm ormanı kaplayarak Kelte-pe ile bütünleşeceği görüntüsü ortaya çıkar. Dinginlik ve sessizliğin içinde kilometrelerce öteden mandaların ürkü-tücü sesini duyabilirsiniz. Bedenen buradan ayrılmak istemeseniz de fark edeme-diğiniz bir güç sizi yola devam etmeye zorlar. Bağlan Tepe’ye geldiğinizde Hodulca’nın arka sırtlarında yolcu-luk yapacaksınız demektir. Buradan; Yalakkuz Bölgesini, Koca Sivri ve Kırdoruk gibi muhteşem yükseltileri görebi-lirsiniz. İlerlediğinizde rotanız artık Harman Düzü denilen ormanlık alandan Yalakkuz Bölgesi, Sofular Köyü Kirazlar Mahallesi’ne doğru yönelir. Nala’nın, Sazak ismi verilen bölgesine geldiğinizde yerleşim alanlarına çok az bir yol kalır. Sincan bölgesinden gelen bol oksijen ciğerlerinizi acıtırken her yerde görülemeyecek olan iki anıtsal porsuk ağacının bulunduğu kamp alanı tüm yorgunluğu alır gö-türür. Közde demlenmiş çay ve Yalakkuz İnsanının sıcaklığı zihinlerinize kazınır.

Alışılagelen yaşam perspektifinden kurtularak; yukarıda sunmaya çalıştığım bir günlük kesitinin doğa severlerin yaşam tarzına sunulması amacıyla…

Page 23: Farmalive dergi 8 sayı

21farmalivedergi.com

HER ŞEYİ İLE BÜYÜLEYİCİ;

İnsan elindekinin değerini bilemez ya hani, yaşadığı şehrin güzelli-

ğini de öyle kolay fark edemeyebiliyor içinde yaşarken. Benim için

bu şehir Safranbolu! Tabi böyle güzel bir şehrin içinde yaşasam

bile değerini fark etmemek mümkün değil…

Ecz. Efsun Şehirli

Safranbolu tarihine olduğu kadar eczacılık tarihine de çok büyük de-ğer katacak nitelikte. Bu nedenle bir eczacı dergisine yazdığım bu yazıda öncelikle kendisinden bahsetmek is-tedim ki Safranbolu’ya ziyarete gelen her eczacının kendisiyle tanışabilme-si, en azından mutlaka gezi progra-mında yer alan Safranbolu Eski Hü-kümet Konağı’ndaki Tarihi Müzede bulunan Hikmet Hanımın babası Ecz. Hidayet Derman’a ait Derman Ecza-nesi’ni görmesini dilerim.

Safranbolu’nun bu kadar turistin il-gisini çekmesinin ve gören insanların beğeniyle bahsetmesinin nedenini ben de farklı şehirleri gezip gördük-çe daha iyi anlamaya başladım. Fo-toğraflara yansıyan görsel güzellik bu şehirdeki huzuru ne kadar hisset-tirebiliyor bilmiyorum, ama özellikle stresin yoğun olduğu büyük

Gezi Notları

Safranbolu

Gerçekten dışarıdan gelenlerin bü-yülendiklerini söylemeleri doğru olsa gerek, özellikle tarihi değerlere biraz ilgileri varsa. İlk bakışta nasıldır, nasıl bir etki yaratır insanda benim bunu bilmem mümkün değil, çünkü ben burada doğdum ve büyüdüm. Hem annem hem de babam Safranbo-lu’nun yerli ailelerinden olduğu için kendimi bildim bileli Safranbolu adetleri, konuşma tarzı, yemekle-ri, kültürü, kısaca Safranbolu yaşam tarzının içindeyim. Şu an eski gele-nekleri sürdürmek çok mümkün ol-masa da fazlasıyla duyup dinlediğim bir gerçek. Ve ben her öğrendiğim eski yaşamlara ait bilgide Safranbo-lu’ya bir kez daha hayran kalıyor ve

bu şehre ait olmaktan mutluluk du-yuyorum.

Safranbolu’yla ilgili son zamanlarda öğrendiğim bilgilerden en değerli-leri ise bir eczacı büyüğümden oldu. Safranbolu’nun bağlı bulunduğu Karabük ilinin en eski eczanesinin sahibesi Safranbolulu Eczacı Hikmet Hanım’ın kendi hayatına dair anlat-tıkları Safranbolu’da ne kadar değerli insanların yaşadığını, yetiştiğini bir kez daha göstermiş oldu bana. 1945 yılında eczacılık okulundan mezun olmuş, o devirlerdeki sayılı kadın eczacılardan biri olduğunu düşün-düğüm Ecz. Hikmet Şeyhoğlu’nun anıları, fotoğrafları ve sakladıkları

Page 24: Farmalive dergi 8 sayı

22 Kasım - Aralık 2015

şehirlerde yaşıyor ve huzurlu bir yer gezip görmek istiyorsanız bir hafta sonunuzu Safranbolu’ya ayırmanı-zı tavsiye ederim. Eski çarşı olarak bilinen, asıl adıyla şehir dediğimiz eski evlerin yoğun olarak bulundu-ğu bölgede gezmek tarihin içinde kaybolmak gibi olabiliyor. Fotoğraf çekmeyi seviyorsanız her kare ayrı bir güzel zaten, tarihi yapılar ve yeşil ağaçların bütünlüğü birbirinden gü-zel görüntüler elde etmenizi sağlıyor. Ağaçların yaprak döktüğü sonbahar mevsiminde ise bir başka güzeldir Safranbolu, tarih, huzur ve biraz da hüzün… Karda kışta kalkıp gelin di-yemesem de burada yaşadığım için şanslı hissettiğim zamanlardır kış mevsimi, beyaz örtü o ahşap evlerin üzerinde öyle güzel durur, ağaç dal-larının beyazıyla öyle muhteşem bir güzellik oluşturur ki bakmaya doya-maz insan. Doğanın uyandığı ilkba-

harda Safranbolu’nun güzel doğası-nı yaşamak da kesinlikle çok büyük bir keyiftir.

İster güzel bir havada gelip bir ko-nağın serin bahçesinde kahve keyfi yapın, ister soğuk bir günde kaldığı-nız ya da gezdiğiniz konağın sedir-lerinden birinde oturup bir zamanlar orda yaşanan hayatları düşleyin, so-nuçta mutlaka bu güzel konakların havasını bir kez soluyun. Sadece eski evler ve konaklarla sınırlı değil elbet şehrimiz, İncekaya Köprüsü, Tokatlı Kanyonu ve Cam Teras’ın bir arada bulunduğu bölgeye çıkıp metrelerce yükseklikteki camın üzerinden gör-düğünüz kanyonda güzel bir yürü-yüş yapabilirsiniz ve hatta yapmalı-sınız bence. Yörük köyüne gidebilir, Bulak Mağarasını görebilir, hatta bir gününüzü de 1,5 saatlik mesafedeki güzel sahil şehri Amasra’ya giderek değerlendirebilirsiniz.

Geziler sadece gördüklerimizle ye-terli olmuyor tabi, yiyip içtiklerimiz de önemli. Safranbolu genellikle hamur işleri ağırlıklı olmak üzere lezzetli yemekler yiyebileceğiniz bir yer. Safranbolu bükmesi tatmanız gereken lezzetlerden biri mesela, cevizli çörek benim önerimdir, be-nim bildiğim söyleniş şekliyle pe-rohi, cevizli yayım(genel kullanılan ismiyle erişte), su böreği, baklava ve Safranbolu simiti tadılması gereken

lezzetlerimizdir. Safranbolu Lokumu-nu duymayan bilmeyen yoktur diye düşünsem de, tatmakla kalmayıp yakınlarınıza da alıp götürerek onları da mutlu etmeniz gerektiğini de be-lirtmeden geçemeyeceğim.

Bu kadar yiyeceğin yanında ne içelim diye sorarsanız da elbette yöremize özgü Bağlar Gazozu diyeceğim. İs-terseniz Bağlar Gazozunu bu gazoz fabrikasının ilk kuruluş yeri olan be-nim şu an eczanemi işlettiğim yerde ben sizlere ikram edebilir ve dedem ve ağabeyi tarafından kurulan bu fabrikanın geçmişten günümüze hi-kayesini de kısaca anlatabilirim.

Ve bu yazıyı yazarken içimden ge-çen şu oldu ki, keşke eczacılar ola-rak gezilebilecek şehirlere turlar düzenlesek ve gittiğimiz şehirlerdeki meslektaşlarımız bize bu gezilerde eşlik etseler, böylece eski arkadaşlar görüşse, sosyal medya tanışıklıkları çok güzel arkadaşlıklara dönüşse ve eczacı dostlukları daha da pekişse… Meslektaşlarımla birlikte yaptığımız her organizasyon benim için çok keyifli ve çok güzel oldu her zaman ve ben birlikte çok daha güçlü oldu-ğumuz kadar çok daha güzel oldu-ğumuza da inanıyorum. Tüm mes-lektaşlarıma Safranbolu’dan sevgi ve saygılarımla…

Gezi Notları

Page 25: Farmalive dergi 8 sayı

23farmalivedergi.com

Page 26: Farmalive dergi 8 sayı

24 Kasım - Aralık 2015

Gülcan Nalbantoğlu

ANNE-BABA TUTUMLARI

Anne-baba olmak kuşkusuz sadece çocuğunuzu dünyaya getirerek ve bir takım fiziksel ihtiyaçlarını karşılayarak (yeme, içme, giyinme, barınma) demek değildir. Duygusal manada tutarlı ve dengeli yaklaşmak gerekir. Her çocuğun yapısı-nı ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri farklı farklıdır. Kendi ayakları üzerinde durmaya başladığı andan itibaren yapacağı işlerin, karşılaşacağı olayları kendisinin belirlemesi imkansızdır. Dola-yısıyla çocuklar karşılaştıkları her sorunla mücadele edeme-yebilirler. Dışarıdan kısmi veya tamamen yardıma ihtiyaçları olabilir. Kendileri sorunlarını çözmeye çalışırlar ise bazen olumsuz davranışlar kazanabi-lirler.

Çocukları sorunlara karşı korumak veya karşılaşılan soruna karşı mü-cadele vermek için geçmişten gelen klasik yöntemleri uygulayamayız. Çocuklarımızın karşılaşacağı uyum sorunlarına karşı birtakım koruyucu önlemler almak zorundayız. Bu ön-lemler yapılması kolay ancak aile-ler tarafından genelde ihmal edilen davranışlardır. Çocuğunuzun prob-lemi olduğunu hissettiğiniz anda problemin ne olduğunu ve çözüm yolları öğrenmek için tanı konulma-lıdır. Bu tanı işin ehli kişilerce konul-malıdır. Bunlar, psikiyatrist, pedagog, psikolojik danışmanlardır. Doğabilecek uyum problemlerine karşı ailelerin yapması gereken tu-

tum ve davranışlar aşağıdaki gibi olmalıdır:

1. Günlük aile oturumu: Ailedeki bi-reylerin bir araya gelip konuşacağı, sorunların paylaşılacağı herkesin eşit söz hakkına sahip olacağı zaman di-limidir.

2. Etkin Dinleme: Etkin dinleme sa-dece zaman değil iç huzuru da ge-rektirir. Zamanı ayırmanın zor olduğu bir ortamda yaşayan yetişkinler ko-şuşturma içinde çocuklarına zaman ayıramayabilirler. Yine de çocuğun veya gencin içini dökebilmesi için bir takım yollar ve araçlar bulmak ve ona şans tanımak gerekir. “Şu anda sana ayıracak zamanım yok” sözü çıkmamalıdır. Çocuğun konuşmasını günlük yaşantılarını ve problemlerini anlatmasına izin verilmelidir ve bunu yaparken konuya ilişkin sorular sora-rak gözümüzü çocuğun üzerinden ayırmadan yapılmalıdır.

3. Çocuğun arkadaşlarını tanımak: Çocuğun arkadaşlarının çocuk üze-rinde büyük etkisi olabilir hatta ege-men bile olabilirler. Arkadaşlarını tanımanın günlük yaşamda ne gibi baskılarla karşı karşıya olduğu gö-rülebilir. Çocuğu bekleyen tehlikeler tespit edilebilir. Arkadaşlarını tanı-manın yolları doğum günü kutlama-ları, arkadaşlarının ailelerini yemeğe çağırma şeklinde olabilir.Çocuğun arkadaşları hoşunuza git-mese bile kesinlikle ona kötü oldu-ğunu söyleyip küçük düşürücü ima-larda bulunulmamalıdır.

4. Çocuğun bağımsızlık kazanacağı ödevler: Çocuğun olgunluk derece-sinin bir belirtisi de bağımsız olabil-me yeteneğidir. Elbette çok büyük sorumluluk yüklenemez, ama küçük yaştan itibaren üstlenebileceği ufak tefek sorumluluklar vardır. Yaşına göre alış veriş yapmasına, telefon, su, elektrik faturası yatırmasına izin

verilmelidir. Çocuk hata yaparsa azarlanmamalı, suçlanmamalı, hata-sını öğrenmek için olanak verilmeli-dir. Bağımsızlık duygusu sorumluluk duygusu ile gelişir.

5. Sorunları önceden tahmin etmek: Doğal gelişim sürecinde çocuk, an-ne-babanın önceden bildikleri bazı sorunlarla karşılaşacaklardır. Bu özel-likle ergenlik çağında daha sık rast-lanır. Anne-baba hata oluşmadan gerekli ikazı yapmalıdır. Ancak bunu yaparken emretme gücünü kullan-mamalıdır, teşvik edici olmalıdır.

6. Yuva sıcaklığı: Anne-baba sevgin-den o kadar çok söz edilir ki sanki her çocuk sevgi ve şefkat içinde büyüyor sanılır. Eşine ve çocuğuna “seni seviyorum” diyebilen kaç kişi vardır. Kaldı ki bu bile yeterli değil-dir. Sevginin gösterilmesi çok basittir. Bebeğin kucağa alınması, çocuğun elinden tutulması, ergenlik çağında-ki bir gencin elin omzuna konması, babanın çocuğuna sarılması ve din-lemesi gibi şekillerde gösterilebilir. Anne-babanın hatalı olmaları duru-munda çocuklarından özür dilemesi evdeki sıcaklığı arttırır.

Sonuç olarak iyi bir anne-baba ola-bilme;- Tutarlı davranma- Hoşgörülü ve sabırlı olma- Abartılı sevgi göstermeme- Hataları hakaret ederek veya eleşti-rerek düzeltmeme- Başkalarıyla kıyaslamama- Hep olumlu davranışları görme- Çocuğun kaldıramayacağı sorum-luluklar vermeme- Çocukların yapamayacağı şeylerin istenmemesi- Ödül ve cezanın zamanında ve öl-çülü verilmesi- Sık sık sohbet ederek ilgi ve bek-lentileri öğrenilmeli ve dikkate alın-malıdır.- Çocuğun bir birey olduğu unutul-mamalıdır.

Page 27: Farmalive dergi 8 sayı

25farmalivedergi.com

Page 28: Farmalive dergi 8 sayı

26 Kasım - Aralık 2015

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ninBaşarılı ve Sevilen Yüzü;

Mehtap Uysal

Bu sayımızda başarılı bir eczacı, akademisyen aynı za-manda bir anne olan Mehtap Uysal’ı sayfamıza konuk ediyoruz. Mesleki hayatı, eczacılık sektörü, başarı ve mutluluk hakkındaki düşüncelerini bizlerle paylaşan

Mehtap hanımla röportajımız sizlerle;

1-Adının başında profesör unvanı olmadan Mehtap Uysal kimdir? Kendini nasıl tanımlar? Kendimden bahsetmek ve “ben” diye başlayan cümleler kurmak en sevmediklerim arasında ama söyleşilerin zo-runlu giriş sorusu olduğundan kısaca gayri resmi olarak özgeçmişimi anlatmaya çalışayım. Eğirdir’de Cumhuriyet ve Atatürk’e bağlı idealist bir devlet memurunun 3 çocu-ğundan ortancası olarak Eğirdir’de doğdum ve ilkokulu o güzel sahil kasabasında bitirdim. Daha sonra dürüst bir insan olan rahmetli babamın bu özelliklerinden dolayı cezalandırılmasının sonucu olan tayinleri/sürgünleri ne-deniyle ortaokulu Burdur’un, Liseyi Konya’nın kimsenin adını bilmediği Allahın’da unuttuğu kasabasında bitirdim. Okullarım hep değişse de değişmeyen tek şey benim hepsini birincilikle bitirmemdi. Bu alışkanlığım Üniversi-tede de devam etti. Hayatımda karşıma çıkan en acı, en zor talihsizlikleri çalışma azmim ile hayatımın en önemli fırsatlarına çevirebildiğime inanıyorum.

2- Eczacılık mesleği ile yollarınız nasıl kesişti? Hayatımı hep çok basit ve naif hayaller şekillendirmiştir diye düşünürüm geriye dönüp baktığımda. Eczacı olmam da bununla ilgili. İlkokul mezunu olan çok zeki bir anne-nin kızıyım. 15 yaşında Evlendirilen ve 19 yaşında 3 çocuk doğuran annem hep eczacı olmak istemiş. Çocukluğum-da Eğirdir’deki eczanelerin önünden geçerken bana “ben çok isterdim Eczacı olayım, beyaz önlük giyeyim, gözlük takayım olmadı. İnşallah sen ol eczanende beraber otu-ralım” derdi. Eczacı oldum ama bir eczanem olmadı hala bunun sitemlerini duyuyorum sevgili annemden.

3- Peki neden farmasötik kimya? Bu sorunun cevabı da çok basit ve benim çok çalışma-mın hayatımı nasıl şekillendirdiği ile ilgili. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesini birincilikle bitirmiştim. O zaman Fa-kültemizin Dekanı olan Farmasötik Kimya Ana bilim Dalı

Page 29: Farmalive dergi 8 sayı

27farmalivedergi.com

Başkanı Sevgili Hocam Ningur Noyanalpan’ın dönem bi-rincilerinin mutlaka kendi fakültemizde akademisyenliğe başlaması gibi çok değerli bir ideali vardı. Memleketine dönmüş, eczane yeri bakan ve bulamayan, hafif depres-yonda, biraz boşlukta, parasız ve hayata atılmak için çok acele eden 20 yaşında bir genç kızı telefonda ikna etmesi 2-3 dakika sürdü.

4- Hem öğrenciler hem serbest eczacılar tarafından çok sevilen, çok popüler bir hoca olmanın bir sırrı var mı :)Bu sinerji nasıl oluştu? Teşekkür ediyorum öncelikle sorunuz için. Sanırım bunun nedeni öğrencilerimle kurduğum mütevazi iletişim ve bü-yümeyen çocuk ruhum. Hiçbir zaman ciddi ve otoriter bir Hoca olamadım. Sosyal medyada samimi, doğal, alçak-gönüllü ve biraz da sıra dışı akademisyen tarzım da tanı-nıp sevilmeme sebep oldu. Asla “bu bir profesöre yakışır mı ?” kaygısı taşımadım. Mühim olan insanlığa yakışması. Kitleler suniliği, kutuplaşmayı, ayrışmayı sevmiyor bu ne-denle tarafsız, İnsan hak ve özgürlüklerine bağlı, hüma-nist kişiliğim herkese yakın geliyor.

5- Sektörün durumunu nasıl buluyorsunuz? Bilimin durmaksızın getirdiği yenilikler, patent sürelerinin uzaması, sosyal güvenlik uygulamalarının kapsamlarının genişlemesi, genetik sahasında yaşanan gelişmeler ve dünya nüfusunun artışı dikkate alındığında ilaç sektörü-nün önümüzdeki yıllarda da büyüme trendini sürdürece-ğini düşünüyorum. Dünya ile kıyaslandığında eczacı sayı-mız nüfusa oranla daha az olmasına rağmen yaşadığımız sıkıntıların sebebi İlaç sanayisinde çalışan eczacıların sayı-sının az olmasıdır. Bizim dışımızdaki ülkelerde ilaç endüst-risinde çalışan eczacı sayısı bizden kat kat fazladır. Onlar mezunlarını ilaç sektörüne ve farklı istihdam alanlarına yönlendirdikleri için eczacı sayıları bizden fazla olmasına rağmen serbest eczacılıkta bu kadar yığılma yaşamamak-tadırlar. Buna rağmen hiçbir istihdam çözümünün sayıları 45’e ulaşan Eczacılık Fakültelerininin mezunlarına derman olamayacağını ısrarla söylüyorum. Öğrenci almaya baş-lamamış olanların kapatılmasını diğerlerinin de kesinlikle kontenjanlarının minimum seviyelere indirilmesini savu-nuyor bu alanda çok tepki çeksem bile susmuyorum.

6- Eczacılarımıza neler önerirsiniz? Bu sorunun cevabının çok kapsamlı olduğunu düşünü-yorum. O nedenle bir akademisyen olarak sadece yeni mezun olacak öğrencilerim için yol gösterici olmaya çalı-şayım. Artık her alanda olduğu gibi eczacılık mesleğinde de işsizlik sorunu ile karşı karşıyayız maalesef. Bu nedenle sıradan olmamalarını, kendilerini çok iyi yetiştirmelerini, en az 1 yabancı dili çok iyi öğrenmelerini tavsiye ederim.

7- Öğrencilerinize kimya harici neler anlatır, neler önerirsiniz? Hayatlarının geri kalanı için mesela? Öğrencilerime kimya haricinde öğrettiğim en önemli ders; Hayata karşı her zaman dik duruşlu olmalarıdır. Bütün öğ-rencilerime tüm meslek hayatım boyunca aynı yakınlıkta oldum. Dürüst ve adil olmanın ne kadar önemli olduğu-nu anlatmaya çalışırım örnekler ile. Mesela yoklama ka-ğıdında birbirlerinin yerine imza atmamalarını söylerim bunun yerine benden izin almalarını sebep olarak “canım istemiyor, onun için derse girmeyeceğim” cümlesini bile

haklı bir sebep olarak kabul edeceğimi ama sahtekarlık ve yalanı kabul etmeyeceğimi söylerim. Özgür bırakırım on-ları. Baskı altında başarıya ve mutluluğa ulaşılamayacağını düşünenlerdenim.

8-İdeal gününüz nasıldır? Bir gün içinde ne kadar çok çalışabiliyorsam, ne kadar çok okuyabiliyorsam ideal bir günüm kabul ederim. Bir hiperaktivite sorunum var küçük yaşlardan beri. Sürekli çalışmak bir şeyler yapma çalışma arzum var. Bir yerde 10 dakikadan fazla oturamam. Aynı anda tek bir şeyi bile yapmaktan sıkılırım. TV izlerken bir yandan makale yazar, spor yaparken kitap okurum.

9-Bir başarı ve mutluluk tanımınız olsaydı…Başarı bir araç olmalı aslında mutluluğa ulaşmak için amaç değil. Ama ben bunu çok gerçekleştiremedim... Yine de en büyük mutluluğum kitaplardır. Engelleyemediğim bir kitap alma tutkum var. Ayakkabı merakım ile tanınsam bile bu dünyada beni kitap kokusu kadar kütüphanem kadar mutlu eden başka bir şey yok. En büyük mutsuzlu-ğumu da yazayım buraya isterseniz; aldığım hızda kitap-ları okuyup bitirememek.

10-Biraz da fakültenizden bahsedelim. Sizden dinle-yelim. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesini diğerle-rinden ayıran özellikler nelerdir?Bana göre Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesini diğerle-rinden ayıran en önemli özellik benim büyüdüğüm yer, evim, yurdum olmasıdır. En mutlu olduğum yerdir. 3 yıl öncesine kadar aynı sokakta bir evde oturuyor çevresin-den uzaklaşınca mutsuz oluyordum. Sonra tek evladımın isteğiyle oradan taşındık ve çok özlüyorum o evimi.

11-Sizin için Ankara ne anlama geliyor? Ankara benim için sevemediğim şehir anlamına geliyor. Bir önceki cevabımdan da anlaşıldığı üzere ben sadece Fakültemi sevebildim yıllardır yaşadığım bu şehirde. Artık başka bir şehre yerleşmeyi hayal etmeyi de bıraktım; An-kara benim değişmez kaderim diyelim kısaca

Derginizin sayfalarında yer almaktan gurur duydum. Sev-gi ve saygılarımla...

Page 30: Farmalive dergi 8 sayı

28 Kasım - Aralık 2015

Hülya Kayhan

TIbbİ Aromaterapİ Nedİr?

Aromaterapi tamamen bilim-seldir. Çünkü bütün ilaçların ilk maddesi bitkilerin öz yağlarıdır. Aromaterapi, bitkinin tamamen organik olan yaprağı, kökü ve çiçeğinden damıtma yani distilasyon tekniği ile çok yoğun olarak elde edilen uçucu yağ özlerini kullanarak hastalıkları önlemek veya oluşmuş hasta-lıklarda vücudun bağışıklığını güçlendirerek kendi savunma sistemini desteklemek için kullanılan bir tekniktir.

Aromaterapi yeni bir konsept gibi algılansa da, Dioskorides tarafından antik çağda yazılmış farmasötik ve doğa bilimi kitabı olan Materia Me-dica’da aromatik yağların tıbbi et-kilerine yer verilmiştir. Dioskorides hem hekim hem de botanik bilimci-sidir. 1. yüzyılda yayınlanan Materia Medica 1. kitapta, aromatik bitkisel yağlara, merhemlere ve reçinele-re yer verilmiştir. Dioscorides, İbn-i Sina, Hipokrat ve Lokman hekimden beri böyledir. Bütün yabancı kaynak-larda (maalesef Türkçe kaynak yok denecek kadar az) İbn-i Sina, uçucu yağları damıtma yani distilasyon tek-niğini ilk defa neredeyse bugünkü gibi uygulayan ve bu alanda ilk yazılı eser bırakan kimyacı olarak geçer. Evet, ilk damıtma yöntemi İbn-i Sina

ve eşiniz “hemen antibiyotik kullan-mamalı” diyor. Eczacılık mesleğini yapan ve bilgili biri olarak eşinize, dostunuza alternatif bir yöntem söy-leyebilmelisiniz.

Koku Mekanizması

Aromaterapide en önemli tedavi edici etkiler, uçucu yağ özlerinden gelir. Bu uçucu yağ özlerinin, vücu-dun farklı sistemleriyle etkileşmesi sonucu hem fiziksel hem de duy-gusal birçok sıkıntıda geniş kullanım alanları vardır.

Aromaterapide kullanılan uçucu yağ özlerinin koku merkezi üzerinden duygusal algımıza çok hızlı bir şe-kilde etki ettikleri bilinmektedir. Aşa-ğıdaki şemada da görüldüğü gibi koku, beynimizin limbik sinir sistemi üzerinde çok kısa zamanda ve yoğun bir etki gösterir.

adıyla anılıyor. Bugünkü distilasyon da neredeyse aynı mantıkla devam ediyor. Günümüzdeki tek fark, ilaç firmaları bu bitkilerin içindeki tek bir maddeyi laboratuvar ortamında sentezlemiş, ona bir yan dal eklemiş ve patent almıştır.

Aromaterapi, son yıllarda hızlı bir iv-meyle alternatif tedaviler arasında en çok güvenilen ve uygulanan tedavi yöntemi olarak büyük bir kullanıcı kitlesine ulaşmış ve popülarite ka-zanmıştır. Gerek uygulama kolaylığı, gerek etkinliği, gerekse toplumda doğal olana geri dönme isteği sonu-cu son yıllarda yurt dışında aroma-terapi uygulayıcıları çok hızlı bir artış göstermiştir. Aromaterapinin son yıl-larda yurt dışındaki popülaritesi göz önüne alınınca, ülkemizde de yakın bir gelecekte çok yaygın olarak kul-lanılacağını tahmin etmek zor değil. Burada ufak bir parantez açmak iste-rim; doğal ve bitki özlerinden geliyor olsa da, aromaterapiyi uygulayan ki-şiler eğitim almış doktor ya da ecza-cıların dışındaki kişiler olmamalı.

Sanırım sizlerde farkına vardınız. İn-sanlık, bitkinin iyileştirici, faydalı, en azından yan etki oluşturmadan iyilik verme özelliğini tekrar arar oldu. Her gün televizyonda, internette bitkisel ürün aramaları ve bize sormaları bu yüzdendir.

İşte arkadaşlar tam da burada he-pimiz bitkiler ve aromaterapiyle ilgili bilgilerimizi güncellemeliyiz. Eğer eksikse de tamamlamalıyız. Bu eczacılık mesleğine olduğu kadar kendimize de yaptığımız bir iyiliktir aslında.

Sizlerin de gece çocuğu ateşleniyor

Page 31: Farmalive dergi 8 sayı

29farmalivedergi.com

Uçucu yağ özleri, içerdikleri sineol, linalol, triterpen, monoterpen, seski-terpen gibi doğal kimyasallar saye-sinde çok yoğun kokuludurlar. Zaten aromatik terapi adı, başlıca bu içer-dikleri yoğun koku moleküllerinden gelir. Doğal olarak bu kimyasallar antiseptik, astrenjan, antiviral, an-tibakteriyal etkileri dolayısıyla daha yoğun kullanılırlar. Ancak içerdikleri yoğun koku molekülleri sayesinde ikincil görevleri de koku merkezi üzerinde, yukarıda görüldüğü gibi oluşturdukları etki sayesinde rahatla-tıcı, sakinleştirici, bazen uyarıcı bazen de dikkat toplayıcı görevler yaparlar.

Mesela lavanta yağı çok iyi bir ast-renjandır, ağrı kesicidir ve yanık te-davisinde çok etkindir, acıyı azaltır. Ayrıca içindeki aromatik moleküller sayesinde sakinleştiricidir. Uykuya rahat geçişi sağlar.

Sedir ağacı yağı, antiseptik vb. özel-liklerinden dolayı birçok saç ve cilt preperatında bulunur. Fakat en çok erkek parfümlerinde kullanılır. Erkek-si kokuyu veren aromatik bileşenleri ve yapısında bulunan seskiterpenler sayesinde beyindeki limbik sistemi stimüle ederek rahatlamayı ve relak-sasyon sağlar. Modumuzu değiştirir ve fokuslanmaya yardımcı olur.

Nane yağı, koklandığında baş ağrı-sını ve sınav heyecanını bastırmada çok etkindir. Bu yıl TEOG sınavına girecek olan yeğenimde deneme fır-satı bulduk. Kendisi çok rahatladığı gibi sınav esnasında sınıfta fenalaşan arkadaşına da koklatarak yardımcı olmuş. Çok çabuk geri dönüş olduğu için olumlu yorumlar psikolojimize de iyi geliyor. Pozitif enerji, her yerde hepimize lazım olan şey aslında.

Aromaterapinin fiziksel etkileri; de-riye direkt uygulanarak, masaj ya-parak ve son zamanlarda yoğun ilgi gören refleks sinir noktalarına baskı yaparak (refleksoloji) elde edilir.

Hangi Yağları Nerelerde Kullana-biliriz?

LavantaGünlük (frankincence) benim for-müllerimde en çok kullandığım yağ olmakla birlikte, yüzyıllardır dini tö-renlerde mistik kokusundan dolayı tütsü veya hava yayıcılarda kullanıla-gelmiştir. Şu anda piyasada bulunan

Nonsteroidal antienflamatuar ağrı kesicilerle günlük yağının karşılaştı-rılması sonucu birçok bilimsel klinik çalışma şunu işaret ediyor ki; lavanta çok iyi bir antienflamatuardır. Günlük yağı, sağlaması yapılmış araştırmalar, kullanılan ağrı kesiciden daha hızlı ve daha uzun etki ettiğini sağladığını göstermiştir. Aşağıda gösterdiğim şekilde avuç içine ve parmak uçlarına uyguluyorum. Evde siz de kendinize uygulayabilirsiniz. Eczacınız sizin için günlük yağını taşıyıcı bir yağda sey-reltebilir veya 1-2 damlayı aşmamak şartıyla seyreltmeden de uygulana-bilir. Cildi tahriş etmez. Ayrıca şakak-lara veya şişlik olan, burkulan bölge-lere direkt olarak uygulanabilir.

Greyfurt Yağı Diğer bütün limongiller (citrus) fa-milyasından gelen uçucu yağlar gibi greyfurt uçucu yağında da limonen, geraniol, linalol, mircen bol miktar-da bulunur. Limonen ve mircen sa-yesinde mis gibi kokar. Tek özelliği bu değildir. İçindeki bu iki kimyasal sayesinde kokladığımız an stimulan olarak beynimizdeki limbik merkezi uyarır ve merkezi sinir sistemine uya-rı göndererek daha aktif olmamızı ve dikkatimizi toplamamızı sağlar. Tem-bellik yapan okul çağı çocuklarımızın odasında hava yayıcılarda kullanırsak hem konsantre olmalarını sağlarız hem de dezenfektan özelliği saye-sinde virüs ve bakterileri uzaklaştır-mış oluruz.

Greyfurt yağını el refleksolojisiyle kaygı ve stresin etkilerini azaltmak için kullanabiliriz. Ayrıca greyfurt yağı lenfotik drenajda da çok etkin-dir. Avuç içine uygulandığında tok-sinlerin atılma hızını arttırarak detoks etki sağlar.

Limon, begamot, neroli gibi limonen içeren diğer limongiller familyası

mensubu uçucu yağlar da benzer etkilerinden dolayı greyfurt yağı bulamadığımız zamanlarda yerine kullanabileceğimiz yağlardır. Bunlara citrus yağları denir ve pratik uygula-mada duygusal, anksiyolitik ve strese karşı hazırlanan preperatlarda birbir-lerine benzer etkileri sayesinde (sa-kinleştirici ve rahatlatıcı) birbirlerinin yerine çok kullanılırlar. Rahatlama ve sakinleşmeye etkileri çoktur.

Palmarosa Bu yağa yalancı gül yağı da diye-biliriz. Gül yağında bulunan birçok kimyasal palmarosada da bulunur. Fakat gül yağından fiyat olarak çok daha ucuzdur. Gönül gerçek gül ya-ğını kullanmak istiyor fakat gül yağı oldukça pahalı.

Şunu belirtmekte fayda var ki, bura-da anlattığımız yağların hepsi uçucu yağlar ve maalesef aktarlarda satılan ucuz, ne olduğu belli olmayan, sa-dece üstünde şu yağı bu yağı denen yağlarla hiç alakası yok. Lütfen karış-tırmayalım. Eczaneden, eczacınızdan uçucu yağ özü olarak alabileceğiniz yağlar bunlar. Aktarlarda bulunan 5-6 liralık yağlarda maalesef hiç uçu-cu yağ yok. Uçucu yağ elde edebil-mek için mesela gül yağından örnek vermek gerekirse 1 litre gül yağı için 4 ton gül pateli kullanılıyor. Gerisini varın siz hesap edin. Dolayısıyla te-davi edici yağlar maalesef dünyanın hiçbir yerinde çok ucuz değil. Türki-ye’de niye olsun? Böyle düz bir man-tıkla bile aktarda satılan ağır tağşiş edilmiş yağları herhangi bir terapatik etki bekleyerek kullanmayalım. Yarar yerine zarar görürüz.

Şimdi gelelim palmarosanın fayda-larına.Ben her sabah kullanıyorum, cildimde sivilce için (sebum salgısı-nı nerdeyse tamamen kesiyor) fakat bahsetmek istediğim etkisi farklı. Pal-marosa, parmak diplerine baskı ya-parak elin avuç içine uygulanır. Yalnız uygulamadan önce mutlaka seyrelt-mek gerekir. Aynısefa yağına 5 ml’ye 5 damla şeklinde seyreltilebilir.

İçerdiği geraniolden dolayı aşırı yor-gunlukta (nam-ı diğer tükenmişlik sendromunda) çok etkin sonuçlar vermiştir. Şu aralar devam eden bazı klinik çalışmalar, palmarosanın çok yakın gelecekte ruhsal ve beyinsel dinginlik için yaygın olarak kullanıla-cağını gösteriyor.

Page 32: Farmalive dergi 8 sayı

30 Kasım - Aralık 2015

[email protected] Nalbantoğlu

ECZANELERDE MESLEKİ VE KİŞİSEL GELİŞİM EĞİTİMLERİ

Eğitim Şart...Bir işletmenin varlığını devam etti-rebilmesi için bünyesinde çalıştırdığı kişileri amacına uygun olarak eğit-mesi, iş ve kişisel becerilerini geliş-tirmesi gerekmektedir. Yapılan araş-tırmalar, iş ve kişisel yeterliliği yüksek olan kişilerin, kendilerine göre daha yetersiz kişilerden rahatsız oldukla-rını göstermektedir. Bu durum her geçen gün kişilerin moralinin bozul-masına ve iş şevklerinin kırılmasına da neden olmaktadır.

İşe alınan herkes her zaman iş için yeterli olamamakta bu durumda da işe olan yetersizliği nedeniyle hem kendi motivasyonuna hem de diğer çalışanların motivasyonuna zarar vermektedir. Önemli olansa işveren olarak işe alınan kişinin mesleki ve kişisel yeterliliğini kazanacağı eği-timlerin o kişiye verilmesi sağlanarak kişilerin olumlu yönde gelişimlerinin desteklenmesidir. Bu tarz eğitimler kişilerin gelişmesine katkı sağlaya-cağı gibi iş ile ilgili görüş açısının gelişmesini sağlayacak ve işveren ile çalışan arasındaki sürtüşmeyi de azaltacaktır.

Özellikle eczanelerde gelişim süre-cinde alınması gereken hızlı aksiyon-lar değişimin gerisinde kalınmasını engellemesi açısından son derece önemlidir. Bu minvalde eczane çalı-şanlarının da artık kişisel ve mesleki becerilerini artırmak için istekli dav-ranması ve değişimin önünde ilerle-mesi gerekmektedir.

Sektör, alışkanlığı ve maalesef çalışan yeterliliği açısında son derece han-tal hareket etmekte bu da gelişimin

değişim sürecinin gerisinde kalma-sına neden olmaktadır. Son bir yıldır Türkiye’nin çeşitli illerinde genel ka-tılıma açık eğitimler planlamaktayız, bu süreçte şunu gördüm ki, eczane çalışanları ve eczacılarımızın bu ko-nuda alması gereken daha çok aksi-yon bulunmakta.

Eczacılar için bu tarz eğitimler kısa dönemde bir maliyet unsuru gibi gö-rünseler de, uzun dönemde onların bu konuda çok daha fazla kazanım-lar elde etmesine yardımcı olacaktır.

Bu eğitimlerin kurumlar üzerine sağladığı yarar araştırılmış ve British Journal Of Industrial Relations’ da yayınlanmıştır. Burada yazıldığı doğ-rultuda sağlanan yarar şu şekildedir.

Çalışanlara uygulanan Meslek’i ve ki-şisel gelişim eğitimleri,

- İşletmenin iş kalitesini artırır, - İşletme içinde kişilerin moralini ar-tırır,- Çalışanların kurumsal kültürü tanı-ması ve benimsemesini sağlar,- Ast üst ilişkilerini şekillendirir,- İşletme içinde açıklık ve güveni ge-liştirir,- Kurumsal gelişim sağlar, - Kişilerin işletme içinde liderlik be-cerilerini geliştirir,- İşletme içinde oluşan sorunların çözüm süreçlerini hızlandırır,- Kullanılan malzemelerin daha doğ-ru ve etkin kullanılmasını sağlar,- İş hatalarını azaltır,- İşletme içinde stresi azaltır ve çatış-ma ortamlarının çözülmesini sağlar,- Çalışanların gelişime ve öğrenmeye

Page 33: Farmalive dergi 8 sayı

31farmalivedergi.com

açık olmalarını destekler,- Kurumsal saygınlık artar ve iyi bir imaj edinilmesine katkıda bulunur.

Bunlar elbette makalede yazılan-lardan seçebildiğim sadece bir kaç madde. Bunlar dışında eğitim ve gelişim süreçlerinin sağladığı bir de kişisel faydalar vardır.

- Kişilerin daha etkili kararlar verme-lerine, sorun çözme becerilerinin ge-lişmesine yardımcı olur,- Kişilerin kendini geliştirmesine ara-cılık eder,- Kişilerin kendine güvenlerinin art-masını sağlar,- İş doyumunu ve kişisel tatmini ar-tırır,- Kişilerin stresle başa çıkma süreçle-rini destekler,- Kişilerin müşterilerle ve birlikte ça-lıştıkları kişilerle daha etkin iletişimler kurmalarını sağlar,- Kişilerin yazma ve konuşma beceri-lerini güçlendirir,- Kişilerin daha anlamlı iş sonuçları elde etmelerini sağlar,- İşyerine olan sadakati artırır,- Kişilerin sürekli öğrenme güdülerini tetikler.

Konunun neresinden bakarsanız ba-kın eğitimin her aşamada hem kuru-ma hem de çalışanlara olan katkısı yadsınamaz. Eczanelerde yakalan-mak istenen değişimin sadece ecza-cının kendini geliştirmesi ile gerçek-leşemeyeceği artık anlaşılmıştır. Her işletme ekiplerce işletilir ve ekipler sürekli olarak gelişmek zorundadır. Her gün aynı rutini tekrarlayan işler bir süre sonra fark edemediğiniz sı-kıntılarla size kötü iş sonuçları üret-meye başlar. Bu durumlarda maale-sef işin içinden baktığınızda gerçek sorunu görebilmeniz çoğunlukla mümkün olmayacaktır. Durun ve de-rin bir nefes alın, sonra iş yerinizdeki sorunları dışarıdan bir insanın gözü ile inceleyin, keşfedeceklerinize şaşı-racaksınız.

Türkiye’nin her yerinde eczaneler ge-ziyorum, ekip gelişimine odaklanmış, sürekli gelişim için çabalayan ecza-nelerin diğer eczanelerden farklılaş-tığını anlamak çok zor olmuyor. Sek-törde rekabetin çok çetin olduğunu, artık tüketicilerin de eczanelerden

rutinin dışında bir şeyler beklediğini biliyor ve her fırsatta aktarıyoruz, o halde sizler de farklılaşın.

Fark yaratmak pazarda tutunmanızı sağlayacak ve tüketiciye sunacağınız hizmetin kalitesini artıracaktır. Peki, ne tarz eğitimler nasıl uygulanmalı?

Öncelikle bir eğitimin başarısı kesin-likle uygulama yöntemine ve seçimi-ne bağlıdır, eczaneniz çalışanlarına aldıracağınız eğitimler mutlaka o ekip için iyi analiz edilmiş olmalıdır. Kişilerin gerçek ihtiyaçlarına cevap vermeyecek kalıp eğitimler sonuçta verim alınamamasına neden olacak ve sizin de durumdan memnun ol-mamanıza aracılık edecektir. Oysa sorun ne sizde ne de ekibinizdedir, sorunun tek kaynağı o eğitimi ve-ren eğitmen ve eğitimin içeriğin-dedir. Türkiye’de eğitmen olmak hep çok kolay olmuştur, ne yazık ki konu hakkında formasyonu yeterli olmayan onlarca kişi eğitim verme çabası içine girmiştir. Elbette bunda sektörün henüz bu konuya yeterine ciddiyetle eğilmeyişinin de katkısı vardır. Önemli olan eğitim sonrası ölçülebilir davranış değişikliği sağla-yabilmektir. Bunun için planlamanın mutlaka o ekibe özel olması, kalıp eğitimler yerine daha spesifik, uy-gulanabilir ve ekibe özel örneklerle zenginleştirilmiş bir eğitim olması zorunludur.

Mesleki ve kişisel gelişim eğitimler sadece kişilerin dinleyip bir kişinin de çıkıp anlatacağı eğitimlerden çok, pratiğe taşınabilir eğitimler olmalıdır.

En temel bakış ile bu eğitimleri “iş başında” ve “iş dışında” eğitimler olarak ikiye ayırabiliriz.

İş başında eğitimler eğitmenin de gözlemleyebileceği uygulamaların doğrularının pekiştirilerek, düzeltil-mesi gerekenler için ise yapıcı yön-lendirmelerin yapıldığı eğitimlerdir. Bu tarz eğitimler daha pekiştirici olmaktadır her zaman. Ancak elbet-te tüm eğitimleri bu şekilde ger-çekleştirmek mümkün değildir. Bazı eğitimler de iş dışı eğitimler olarak gerçekleştirilir. Bunlar da daha sonra iş başında ve sosyal yaşamda uygu-lanabilirliği olan teorik dışında daha

çok uygulamaya yönelik ve kişilerin gerek iş gerek sosyal yaşamlarında benzer durumlarla karşılaştıklarında uygulayabilecekleri çözümlerin akta-rıldığı standartta olmalıdır.

Sonuçta eğitim yaşamın her aşama-sında son derece kıymetli, iş ve sos-yal yaşamı destekleyici niteliktedir.

Özellikle eczanelerde gerçekleştiri-len eğitimler ürün ve medikal eği-timleri ile kişisel gelişim eğitimleri olarak ayrılabilmektedir. Gözlemim ise, genellikle iş yaşamının hareketli-liği nedeniyle bu eğitimler hep ikinci plana atılmakta ve maalesef çoğun-lukla da boş verilmekte ve devamlı-lığı sağlanamamaktadır. Ben bunca yıldır bilmediği ürünü satabilen bir kişi ile karşılaşmadım. Bu önemli, özellikle eczanelere ürünler alınıyor, raflara koyuluyor, bir kaç kalıp cümle ezberletiliyor ve ürün satılsın da para kazanılsın diye bekleniyor. Durum bu şekilde olunca da ne kişinin ihtiyacı sorgulanıyor ne de o üründen fay-da görüp göremeyeceği. Sonuç ise hüsran...

Genellikle eczanelerde bir çalışma arkadaşımıza bu görevi veriyoruz. Her kategoride bir eğitim sırası oluş-turuyoruz ve öncelikle ilgili ürünün firma çalışanından eğitim talep edi-yoruz, olmazsa görevlendirdiğimiz arkadaşımız eczacının da kontro-lünde araştırma yapıp edindiği bil-giyi çalışma arkadaşlarına aktarıyor, elbette bunların yanında onların iş-lerini daha iyi yapabilmelerini sağla-yacak kişisel gelişimlerini destekleye-cek eğitimleri de atlamıyoruz.

Bu şekilde çalıştığımız eczanelerde uzun dönemde sürdürülebilir ba-şarılar elde ettiğimizi ve cirolarında en az %30 lar ile başlayıp çok daha yukarıya çıkan artışları sağladığımızı söylemek mümkün olabilmektedir.

Sonuç olarak eğitim şart elbette, mesleki ve kişisel gelişim eğitimleri hem işinize artı değer katacak, hem de iş sonuçlarına anlamlı iyileşmeler kazandıracaktır...

Bol kazançlı ve eğitim dolu günler dilerim...

Page 34: Farmalive dergi 8 sayı

32 Kasım - Aralık 2015

Yönetici Koçu Umut Kısa

PATRON ÇILDIRDI... TAM 27 MİLYON DOLAR...

Türkiye’nin en büyük online yemek siparişi sitesi olan Yemeksepeti’ni geçtiğimiz aylarda 589 milyon dolara Almanlar’a satan Nevzat Aydın, payına düşen paranın 27 milyon dolarını çalışan-larına dağıttı. Böyle patron zor bulunur doğrusu... Kim böyle bir şirkette çalışmak istemez.

Üstelik son dönemler de mutsuz plaza insanlarının bu ka-dar yoğunlaştığını düşünürsek...

Son dönemlerde kurumsal şirketlerde çalışanların işleriyle ilgili mutsuzluklarına sık sık şahit oluyorum. Çoğu yeni bir iş arayışında… Bazıları aktif bir şekilde, bazıları ise daha pasif şekilde iş arama/tarama halindeler. Çoğuna ne isti-yorsun diye sorduğumda, yeni bir iş bulmak istediklerini iletiyorlar, ancak kendilerine nasıl bir iş istiyorsun? diye sorulduğunda genellikle bu soru yanıtsız kalıyor. Hatta cevap “Onu hiç düşünmedim” şeklinde geliyor. Bu ilginç gelmemeli aslında… Çünkü çoğumuz gerçekte ne iste-mediğimize odaklanarak ve acı çekerek garip bir şekilde motive oluyoruz. İnsan doğasına en yakın “güvenlik” ihti-yacı ve vücudumuzdaki “adrenalin” nedeniyle yapıyoruz bunu… Üstelik bilimsel araştırmalar da acının, mutluluktan daha motive edici ve hareket ettirici olduğunu ifade edi-yor. İlerliyoruz ama devam eden, aralıksız bir acıyla…

Eğer Nevzat Aydın gibi bir patron sizi beklemiyorsa ve işinizden ayrılmak istiyorsanız bunun sebebini iyi analiz etmenizi öneririm. İş yaşam koşulları ya da yöneticiniz ve arkadaşlarınızın tepkileri sizi etkiliyor olabilir, ancak bu durumun insanları ve koşulları henüz yönetememeniz-den kaynaklanıyor olabileceği üzerinde de düşünmenizi isterim. Zor bir yöneticiniz olabilir ama henüz zor insan-larla baş etmeyi ya da onları yönetebilmeyi öğrenmemiş olabilirsiniz. Elbette bunu kendinizi suçlamanız için değil, geliştirebilmeniz için söylüyorum. Düşünsenize, siz aynı kaldığınız sürece yeni iş yerinde de aynı insanlarla karşı-laşacaksınız ve belki de kısa bir süre sonra aynı duruma yeniden geleceksiniz.

Page 35: Farmalive dergi 8 sayı

33farmalivedergi.com

Gelmemek için, liderlik ve iletişim becerilerinizle biraz ça-lışmanız, size fayda sağlayabilir çünkü siz gelişmediğiniz ve değişmediğiniz sürece aldığınız sonuçlar da çok fazla değişmeyecekler. Eğer bir değişim arıyorsanız, bulun-duğunuz ortamda mutlu ve başarılı olmayı başardıktan sonra o değişimi gerçekleştirmeniz, sürdürülebilir başarı olasılıklarına daha fazla kapı açacaktır.

Meşhur bir Çin atasözü vardır: “Çalışmak istemiyorsan işini sev…” O yüzden, önce neyi sevebileceğinizi belirle-mek size daha net bir yön verecektir. Unutmayın, nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, gideceğiniz hiçbir yer doğru olmayabilir.

Bir an hayal edin; dünyada çalışmak isteyeceğiniz en gü-zel, en motive edici ve ilham verici iş yerinde çalışıyorsu-nuz. Nasıl bir iş yeri, siz bu iş yerinde neler yapıyorsunuz, nasıl iletişim kuruyorsunuz? Sadece hayal edin ve senar-yoyu yazmaya başlayın. Bu senaryoyu yazmanıza olanak sağlayacaksa eğer oluşturabileceğiniz hayale aşağıdaki unsurları ekleyebilirsiniz.

Zaman zaman şirketlerde yaptığımız çalışma dinamikleri ve gelişim analizlerinde bazı ideal özellikleri fark ediyoruz, en azından aşağıda yer alan özelliklere sahip şirketlerde

insanların daha mutlu ve daha yüksek performanslı ol-duklarını fark ediyoruz. Kendinizi, kendi şirketinizi ve/veya gitmek istediğiniz şirkette aşağıdaki sorulara nasıl cevap verdiğinize çok dikkat edin.

1) Kendim olmama ne kadar izin veriliyor?

2) Kurumsal hedefler ve ilerleme konusunda ne kadar şef-faf bir şirket?

3) Güçlü yönlere odaklanan bir yapı var mı?

4) Kurum, çalışanlarını gururlandırıyor mu?

5) Kurumun vizyonu ya da verdiği hizmet sizin için anlamlı mı?

6) Aptalca kurallar ve bürokrasi yoğun mu?

7) Kurallar mı yoksa katma değeriniz mi ön planda?

Yukarıdaki kriterlere kendi kriterlerinizi de ekleyip iş de-ğiştirmek veya seçim yapmak istediğinizde kendinize özel bir liste oluşturabilirsiniz.

Page 36: Farmalive dergi 8 sayı

34 Kasım - Aralık 2015

MBA, Uzm. Ecz. Güzide Zehra Dişli [email protected]

ECZANEDE MÜLAKAT -2

İş görüşmelerindeki müla-kat süreci hem aday hem de mülakatı yapan kişi için oldukça stresli bir konudur. Aslında mülakatın her hangi bir iletişim sürecinden farkı yoktur. Giriş, gelişme ve sonuç bölümlerin-den oluşur.

Giriş bölümü Mülakatın başında kısa, samimi bir sohbet ile başlamak iki tarafın da bilgi alışverişini daha verimli hale getirmesini sağlayacaktır. Bu iki ta-raf içinde stresi az da olsa ortadan kaldırmak için en etkili yöntemdir. Aşağıda giriş sorularına örnekler yer almaktadır: ADRESİMİZİ BULMAKTA ZORLUK ÇEKTİNİZ Mİ?Mülakat öncesi sohbet aşamasında en çok sorulan sorulardan biridir. Adayın nereden geldiği, hangi araç-ları kullandığı, yolculuğun ne kadar sürdüğü gibi detayları nasıl anlattı-ğını gözlemleyin. İş görüşmesi gibi önemli yaşanmışlığı anlatırken duy-gusal olarak sakinleşmesi kadar seç-tiği kelimeler, kullandığı ifadeler size bilgi verecektir. Eğer adresi bulmakta sıkıntı yaşamışsa ona önerilerinize nasıl yorum yaptığı ileride iş sırasın-da yaşanacak sıkıntılar konusundaki çözüm önerilerinize tepkisinin örne-ği olacaktır. ÖZGEÇMİŞİNİZDE ………. SPOR-LARI (VEYA HERHANGİ BIR İŞ DIŞI ÇALIŞMA) İLE İLGİLENDİĞİ-NİZİ GÖRDÜM, NE ZAMANDIR BU KONU İLE İLGİLENMEYE YAP-MAYA BAŞLADINIZ?Bu tür bir soru iş dışındaki konularda ne kadar detaya indiğine dikkat edin, çünkü bu tip bir soruya vereceği ce-vaplar iş dışındaki konulara eğilimini gösterecektir. Gelişme BölümüEczane çalışmalarında özellikle res-mi reçete girişleri hakkındaki kural-lardan örnekler seçilebilir. Reçete örnekleri, endikasyon bazında özel giriş kuralları, eşdeğer ürünler hak-

kında temel ya da ileri düzey bilgiler, yardımcı olması isteniyorsa Majistral yapımına dair hazırlık bilgileri, işlem yapılan programlardan hangisi kul-lanılıyorsa ona dair temel bilgiler sorulabilir.

Mesleki becerileri hakkında tüm so-ruların sorulmasından sonra adayın kendini daha detaylı anlatabilmesi için bazı sorulardan yararlanılabilir. SON İŞİNİZDEN NEDEN AYRILDI-NIZ/İSTİFA ETTİNİZ?Bu sorunun cevabını alırken oldukça büyük ihtimalle adayın gerçek du-rumu kendini haklı çıkaracağından emin olarak oldukça dikkatli dinle-mek zorundasınız. Önceki işvereni hakkında anlattıkları sizinle yaşaması muhtemel olumsuz durumlardaki anlatımlarının örneklerini dinleye-ceğiniz bölümdesiniz. Aday kendi durumunu anlattıktan sonra önce-ki eczacısı ile görüşmek istediğinizi kendisinden referans almak istediği-nizi belirtmenizde yarar vardır.

Adayın ne kadar dürüst olduğunu bu bölümde anlamanız için pek çok ipucuna sahip olacağınızdan müm-kün olduğunca karşınızdaki kişinin rahatça anlatması için teşvik edin. Adayın ne kadar dürüst olduğu ko-nusunda göz ve mimiklerinden bilgi edinmeye dair bilgileri blogumda bulabilirsiniz

(https://eczaneyonetimi.wordpress.com/2015/09/23/eczanede-mula-kat-1/).

“Çalıştığım eczanede öğrenebile-ceğim her şeyi öğrendim; artık be-nim için daha fazla öğrenme şansı kalmadı” gibi bir yaklaşım oldukça

Page 37: Farmalive dergi 8 sayı

35farmalivedergi.com

amatör bir davranış olarak kabul edilir ve işten ayrılma sebebi olarak gösterilemez.

Bunun dışında, önceki çalıştığı ec-zane çalışana karşı olan kanuni yü-kümlülüklerini yerine getirmediği için ayrılmış olabilir. Bu tip konularda nasıl bir yol izlemek istediğini mut-laka sorun.

Çalıştığı işyerinden ayrılmayı kesin-likle düşünen çalışanın iş motivasyo-nu en alt seviyededir ve çalıştığı yere kesinlikle faydalı olamaz. Eğer uzun süredir iş arıyorsa ve bulamıyorsa bu durumu değerlendirmeye almakta yarar var. Çünkü iyi bir eleman için iş arayışının uzun sürmesi negatif bir unsur olarak kabul edilir. NEDEN BİZİM ECZANEMİZDE ÇA-LIŞMAK İSTİYORSUNUZ?Karşınızdaki adayın sizi etkilemek üzere aklındaki düşünceleri en çok süsleyeceği bölümdesiniz. Maddi imkânlar yüzünden iş değiştirme niyetinde olan bir aday ilk fırsatta sizden daha fazla ücret verecek yere gidecektir.

Önceki işverenini kötüleyerek sizin

eczanenizin daha iyi olduğunu an-latmaya koyulması hayal gücünün sınırlarını ortaya koyacaktır. NE TÜR KİŞİLERLE DAHA RAHAT ÇALIŞIRSINIZ, NE TÜR KİŞİLERLE ÇALIŞAMAZSINIZ?Bu soru aslında sizin de kendinize sormanız gereken sorulardan biridir. Rahat çalıştığınız çalışanlarınızın en çok beğendiğiniz özelliklerini sırala-yın. Bu size yol gösterecektir. En iyi çalıştığınız kişilerin sosyal stillerini gözden geçirip diğerlerini çalışmakta sorun yaşamadıklarınız ve çalışmakta gerçekten güçlük çektikleriniz olarak ayırın.

Karşınızdaki adayın anlatımlarından hangi grupta olduğunu değerlen-dirmeye çalışarak uyum derecenizi analiz edin.

EĞER ESKİ İŞVERENİNİZLE KO-NUŞTUĞUMUZDA SİZİN HAKKI-NIZDA NASIL BİLGİ AKTARIRDI?Bu soruya cevap verirken eski işve-reni ile görüşeceğini bilerek cevap vermesi yararlı olacaktır. Önceki iş-vereni ile birebir görüşerek çalışma şekli, ekip arkadaşları ile uyumu gibi konularda detaylı bilgi almak artık

sıklıkla yapılan bir uygulamadır

SON İŞİNİZDE SERGİLEDİĞİNİZ ÜÇ BAŞARINIZI LÜTFEN DETAY-LANDIRIN.Vereceğiniz örneklerin mülakat sı-rasında iş hayatıyla doğru orantılı olmasına ve daha önce belirttiği özelliklerinizle çelişip çelişmediğine dikkat edilmelidir.

Yurtdışında kişisel bilgilerin sorul-ması oldukça negatif karşılanmasına rağmen ülkemizde iş deneyimi kadar önem arz etmekte olduğu için ölçü-sünü kaçırmadan sormak yaygındır. Adayın ailesine dair resmi bildirim-lerin yapılmasının yanısıra ülkemiz-de ailevi konuların psikolojik durum üzerinde oldukça büyük etkisi oldu-ğundan bu soruların sorulması sık-lıkla karşılaşılmaktadır. Ancak resmi soruların dışında yanıtlamak isteme-yenler olduğu durumlarda olabilir.

KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİZİ TANIM-LAR MISINIZ?Çalışma hayatı ile ilgili, adayın kişili-ğiniz konusunda karşı tarafa ipuçla-rı verebilecek bazı kelimeler örnek olarak güvenilir,sadık, hırslı, özenli, detaycı, titiz, düzenli vs kelimelerin

Page 38: Farmalive dergi 8 sayı

36 Kasım - Aralık 2015

dışında adayın bunları ifade ederken hangi cümleler kurduğuna bakılması önemlidir. Yine bir önceki yazımda yer aldığı şekilde ifade yöntemlerine dikkat etmek yararlıdır. EN SON OKUDUĞUNUZ OKULU NE ZAMAN BİTİRDİNİZ, BİTİRME DERECENİZ NEYDİ?Özgeçmişinde bu tür bilgileri de-taylı olarak belirten aday, mülakat sırasında oldukça şaşırtıcı olarak bu bilgileri tamamen unutmaktadır. Adayın gerçekleri anlatıp anlatma-dığının göstergelerinden biri olarak kullanılabilir.

Özellikle mesleki gelişim sertifika-sının varlığı mutlaka sorulmalı ve adaydan bir sonraki görüşmeye mutlaka mezuniyet belgesinin kop-yası ile gelmesi belirtilmelidir. Ada-yın SGK kayıtları açısından olduğu kadar görev tanımının oluşturulma-sında büyük önem arz etmektedir KENDİNİZİ GELİŞTİRMEK İÇİN SON ZAMANLARDA NE TÜR EĞİ-TİM PROGRAMLARINA KATILDI-NIZ?Aday kendisini geliştirmek için eği-tim programlarına katılıyorsa bu gelişime açık olduğunu gösterir Ayrıca katılmış olduğu profesyonel seminerlerin başlıklarını ve eğitim-cisi hakkında bilgileri aktarabilmesi gittiği eğitimlerden hafızasında ka-lanlara örnek oluşturabilir

BU MESLEĞİ NEDEN SEÇTİNİZ?Mesleği bilinçli bir şekilde mi, yok-sa tesadüfen seçtiği ne kadar süre bu alanda çalışmak istediğini orta-ya koymak için yöneltilir. Mesleğe tesadüf eseri girdiğini ama zaman içerisinde bu mesleği sevdiğini ve kariyerini bu alanda devam ettirmek istediğini belirtmesi pozitif olacaktır. GEÇİMSİZ BİR ÇALIŞAN İLE NA-SIL BAŞ EDERSİNİZ, BÖYLE BİR DURUMLA KARŞILAŞTINIZ MI?Hiç kimse iyi geçinemediği veya geçinilmesi oldukça zor biri hakkın-da objektif değerlendirme yapma imkanına sahip değildir. Bu soruya cevap verirken “pek önemli değil” cevabını veriyorsa ya da sürekli ken-di olumlu yönlerini ön plana almaya çalışan biri gerçeklerden uzaklaş-

maktadır. NE SIKLIKTA İNSİYATİF KULLA-NIRSINIZ?Bu soruya verilecek cevap adayın kendi başına ne sıklıkta karar ve-rebildiğini ölçmektir. İnsiyatif kul-lanabilmek aslında her seviyede çalışanın farkında olmadan yerine getirdiği bir olgudur. Fakat önemli olan çalışan kişinin insiyatif olgu-suna ne sıklıkla başvurduğu ve in-siyatifini bilinçli olarak kullanıp kul-lanmadığıdır. İnsiyatif kullanmasını gerektiren örnekler olup olmadığını, karşılaştığı durumu detaylı anlatma-sını talep edin. Yanıtına göre doğru karar verme yeteneğine sahip olup olmadığını değerlendirin. Kapanış BölümüAdayın işe uygunluğu açısından son 2 noktanın gözden geçirilmesi yer almaktadır. Ekonomik olarak bek-lentileri ve mevcut ekibe uyumu. Bu nedenle sorulabilecek sorular şunlar olabilir:

MAAŞ BEKLENTİNİZ NEDİR?Oldukça dikkatli bir şekilde dinle-nilmesi gereken bir yanıttır. Adayın maaş beklentisi öğrenildikten sonra iş teklifi yapılacaksa maaşın net mi brüt mu olduğu, AGİ’nin maaşın içinde olup olmadığı, yemek ve yol gibi ücretlerin dahil olup olmadığı, yıllık zam oranlarının neye göre tes-bit edildiği net olarak görüşülmeli-dir.

BU İŞYERİNDE İŞVERENDEN VE DİĞER ÇALIŞMA ARKADAŞLA-RINDAN BEKLENTİLERİNİZ NE-DİR?Adayın verdiği cevapların yanısıra Sosyal stiller testi yaparak ekipteki diğer üyelere uyumu gözden geçi-rilmesi yararlı olacaktır.

Bunların dışında görüşme sırasın-da sorulabilecek bazı sorular şunlar olabilir:

•Mesleki ve teknik bilgisini yenileye-biliyor mu?

•İş yaparken ciddiyeti ne ölçüde?

•Jest ve mimiklerini ne ölçüde kontrol edebiliyor

•Strateji geliştirebiliyor mu?

•Hayattan beklentisi nedir?

•Aile hayatına verdiği önem hangi düzeyde?

•Ahlaki yapısını nasıl?

•Giyim ve kuşamına ne ölçüde önem veriyor?

•Problemlerle karşılaştığında o soru-nun varlığına mı, sorunun çözümüne mi yaklaşıyor?

Bütün bu bilgilerin alınmasından sonra adaya görüşmenin sonunda “Başvurduğunuz için teşekkür ede-riz. Diğer adayları da değerlendirip X gün sonra sonucun sizin açınız-dan olumlu olması durumunda size bilgi vereceğiz” demek ve olumsuz ise mutlaka söylenen süreden önce adaylara en kısa sürede yazılı/ sözlü mesaj vermek insanlık ve profosyo-nellik adına önemli adımlardan biri-dir.

Adayın cep telefonuna sms ya da vermiş olduğu e-posta adresine “Yaptığımız görüşmeler sonucun-da bir başka adayı seçtik. Bize va-kit ayırıp görüşmeye geldiğiniz için teşekkür ederiz” şeklinde mesaj gönderilebilir. Yapılabilirse telefonla görüşüp söylemek duygu durumu açısından daha olumlu olmaktadır. Eczanede ikinci görüşmede işe alı-nacak kişinin seçiminden sonra üc-ret paketi, çalışma saatleri vs gibi konuların iş sözleşmesinin üzerin-den ve görev tanımı ile beraber ya-pılıp tamamlanması evrakların aday tarafından imzalanması gerçekleşti-rilebilir.

Adayın sözleşmeyi imzalamasını ta-kiben istenen özlük dosyası evrak-larının listesi verilir. Evraklar işe baş-langıç tarihinden 1 gün önce teslim alınır ve dosyalanır. İşe giriş evrak-larının kopyaları muhasebeye iletilir. İşe giriş işlemi yapılan günün ertesi gün çalışana özlük dosyasındaki ev-rakların doldurulması süreci hakkın-da bilgi ve eczanenin işleyişine göre diğer oryantasyon bilgileri verilir.

Page 39: Farmalive dergi 8 sayı

37farmalivedergi.com

Page 40: Farmalive dergi 8 sayı

38 Kasım - Aralık 2015

NASIL İLERİ GİDİLİR? NASIL DAHA İYİ YAPILABİLİR?

Demirci’de bir bahçede kayısılar bademler vardı ve gittik baktık, ilaç yok diye dökülü-yor diyorlar. İlaç yok dedikleri kayısılar Avrupa’da kilosu 35-40 avroya satılan tamamen organik kayısılar. Bunları Avrupaya satalım dedim. Tabiki “bizim burda olmaz” dediler.

Türkiye’de en çok duyacağınız laf budur ; “Bizim burda olmaz…” Ahmet Şerif İzgören bu hikayesiyle başladı tatlı sohbetimize ve bizlere hayatından da ipuçları verdi , tavsiye-

lerde bulundu. Kayifli okumalar diliyoruz.

Ahmet Şerif

İzgören

Page 41: Farmalive dergi 8 sayı

39farmalivedergi.com

1-İnsanlar sizi tanıyor ama bir de sizden dinlemek istiyoruz. Şerif İzgören kimdir? Kendini nasıl anlatır? 1965 doğumluyum, İzmirliyim.14 yaşında yatılı okula git-tim; terör vardı 79 yılı, Kuleli Askeri Lisesi, ardından Hacet-tepe İngiliz Dil Bilimi okudum, subay çıktım, üsteğmenken istifa ederek ayrıldım ordudan, 12 yıl tazminat ödedim. 4 yıl devlette çalıştım Ankara Üniversitesi Tömerde, ardın-dan özel sektörde genel müdürlük yaptım ve kendi işi-mi kuralı 20 yıl oldu. İzgören Akademinin 20.yılındayız. 8 şirketiz. 21 tane kitap yazdım.1 yıl Doğu Akdeniz Üniver-sitesinde hocalık yaptım, hocalık demeyelim aslında öğ-rencilik yaptım, derslere girdim, bu işlerin teorisi neymiş onu öğrendim. Ayrıca 1,5 yıl önce organik tarım üzerine bir çiftlik kurduk, Manisa Demirci’de. Onun hikayesi tüm eczacılar için iyi bir hikaye olabilir bence….Demirci’de bir bahçede kayısılar bademler vardı ve gittik baktık, ilaç yok diye dökülüyor diyorlar. İlaç yok dedikleri kayısılar Avru-pa’da kilosu 35-40 avroya satılan tamamen organik kayı-sılar. Bunları Avrupaya satalım dedim. Tabiki “bizim burda olmaz” dediler. Türkiye’de en çok duyacağınız laf budur ; “Bizim burda olmaz…”

Kasabaya gittim dedim ki bakın burda ilaçsız kalmayı ba-şarabilmiş araziler var. Neyse aldık araziyi, merkezine bir dershane sistemi kurduk ve eşimin anneannesi -çok düz-gün bir insandır- Müzeyyen Ergüneş adını koyduk ders-haneye. Organik Tarım danışmanlarıyla görüştük ve dedik ki biz burda köylüleri özellikle de çocukları toplayacağız, eğiteceğiz..Seve seve kabul ettiler. Mesela budama pro-fesörü geliyor, bütün köye haber veriyoruz eğitim alsınlar diye, köyün erkekleri kahveden çıkıp gelmiyor; 1920’den beri bu böyle, ama kadınlar geliyor ve öğreniyorlar, çocuk-lar da öğreniyorlar. 3500 tane badem ağacı diktik. Badem ve ceviz dikmeyin diyorlar; badem 5 yıl sonra ürün veri-yor, ceviz 8 yıl sonra. Ama biz diktik.. Türkiye bu yüzden badem ve cevizin %80ini ithal ediyor, çok acı birşey bu. Herkesin dediği şey “bizim burda olmaz…” Dünya Ekolojik Tarım Örgütü bir yarışma açtı ve yarışmaya katıldık, her-kes boşuna katılmayın daha çok yenisiniz dedi, biz yine de katıldık. Yarışma açtılar, Almanya ve Türkiyedeki en iyi organik tarım çiftliklerini seçiyorlar. 168 çiftlik başvurdu ve 15 çiftlik finale kaldı, biz finale kaldık..Geçen hafta ara-dılar ve Türkyenin en iyi organik tarım çiftliği seçildiniz dediler…Halbuki kime sorsan “bizim burda olmaz”…Nasıl başardık? Önce dershane kurduk, bilginin girdiği yer iyi bir yer oluyor tek bildiğim o…Herkes karanlığa küfrediyor ama şimdi orası örnek. Başında Orhan diye bir arkadaşım var çok güvendiğim, çiftliğin girişinde şu yazıyor ; “Bütün Türkiye’ye organik tarımı yayacağız…” Para kazanmak gibi bir derdimiz yok. Orada bir istihdam yaratılıyor, kadınlar geliyor çalışıyorlar ve kadınlar öğrenmeye çok açık. Benim için en büyük değer şu : geçen yıl her yer domatesti, ama kadınlar çıkınlarında domates getiriyorlardı. Diyorduk do-mates getirmeyin burda var; ama hayır, evinden domates getiriyor. Politikacılara anlatmak lazım..Yıllarca salça yaptı-lar bu insanlar ama şimdi gerçek değerinin karşılığını bul-duğunu gördüler. Orada çok değerli bir kaymakam var, o da destek veriyor projeye..İlaç firmalarının tarım ilaçların-dan kazandığı para beşeri ilaçtan kazandığı paradan çok

daha fazla.Burada böyle bir fotoğraf var…Bizim bununla ilgili bişeyler yapmamız gerekiyor. Bu artık belli oldu. Bu-nun yolu model olmak.

2-Eczacılarımız da kendilerine bir yol çizmek istiyor-lar..Siz tüm alternatifleri yukardan gözlemleyebi-liyorsunuz. Eczacılarımız alternatif arayışı içindeler .Siz kendi alternatif yolunuzu bulmuşsunuz, eczacı-larımıza bu bağlamda ne önerirsiniz?Sektör feci halde, sabah erken kalkan yönetmelik çıkarı-yor. Bir kere şuna karar vermek gerek; bu kadar çok şeyin, bu kadar çok hızla değiştiği bu sektörde ya kalacak ya da gidecek..İkisinden birisi. Öte yandan, tüm bunlara rağ-men çok başarılı eczaneler var. Anadolu’da bir laf vardır ; iki tavşan kovalarsan hiç birini yakalayamazsın. Tek birşey yapmak lazım. Eczacı çok değerli bir insan. Bu ülke-de doktora gidemez insanlar, eczaneye gider. Otuz tane tahlil yaptırmak yerine eczacıya sorarlar. Eczacılar ayak-ta tutyor sağlık sistemini, hastanenin yükünü de kaldıran eczacılar. Ama olay tezgah üstüne doğru gidiyor, orada sistem kurma ile ilgili çaba çok önemli. Eczacıların hiç biri yönetim, iletişim, işadamlığı eğitimi almıyorlar ama şuan işadamlığı yapıyorlar. Teknik eğitim alıyorlar ama yöne-timde inanılmaz büyük bir açık var. Personel nasıl çalışa-cak, müşteri takip sistemi nasıl olacak… Ataman Özbay’ın kitabını tüm eczacılara hararetle öneririm; orada müthiş bir söz vardır

“7 yaşında bindiğim kamyonun freni patladı ve ha-yata yuvarlandım…”

Bir eczacının büyük bir deve nasıl dönüştüğünü anlatan bir kitap. Geçenlerde eşim bakkala gitti, ekmek almaya diye gitti döndüğünde iki eli dolu geldi. Bakkal çocuğun var mı, nerelisin soruları ile bir dünya satış yapmış . Ben giriyorum eczaneye suratıma bakmayan kalfa var, kimse bana sistemden şikayet etmesin. Biz bu eğitim işine girdiğimizde Ankara’da yapmayın dediler, yaptık. Si-yasetçilerle bu işi yapmayın dediler yaptık. Çatır çatır da gidiyor. İnsan var dokunduğu şeye değer kazandırı-yor, insan var dokunduğu şeye değer kaybettiriyor.

Sen personelinle beraber eğitim alıyor musun? Müşteri-nin çocuğunun adını biliyor musun? Ona ekstradan da-nışmanlık veriyor musun? Çoğu eczacı satıcılık yapıyor şuan. Bu konularda eğitim alıyor musun? Bunlar yoksa batıp gideceksin zaten . 87’de benim Hacettepeye yürü-düğüm bir yol vardı, orada kim varsa hepsi battı. Nokia bile battı, dünya pazarının %33’üne sahip Nokia... Ben se-minerlerimde doktor ve eczacıya gidiyorsam o kadar ra-hat gidiyorum ki, çünkü benim zamanımda ne kadar akıllı insan varsa doktor oldu, eczacı oldu. Algıları da inanılmaz yüksek, entelektüel, bu ülkenin ışığı bu insanlar. Yönetim bilimleri üzerine öğreneckleri herşey onları ileri taşıyacak-tır. Çoğunun teknik bilgisi var ama alan bilgisi yok.

3-Biraz da İzgören Akademi’den bahsedelim; neden Ankara?Tamamen bilimsel bir neden Ben evlendim ve beni Bursa

Page 42: Farmalive dergi 8 sayı

40 Kasım - Aralık 2015

Tömer’e müdür gönderdiler. Eşim Meltem benim için gel-di Bursa’da 4 yıl yaşadı. Ayrılmaya ve kendi işimi kurmaya karar verdim.

Eşime döndüm dedimki sen benim için Bursa’da yaşadın, sen nereye yerleşmek istiyorsun? Ankara dedi. Lütfen buraya aslında ne kadar kazak bir erkek olduğumu yazın Tamam dedim ve burda başladık.

4-Kitaplarınız çok yol gösterici ve sanki bir sırası varmış gibi. Sanki sırayı takip etmezsek birşeyler ka-çırıyoruz gibi. Sizin kitaplarınızın bir sırası var mıdır? Konu yönetimse kesinlikle “İş Yaşamında 100 Kangru” başlangıçta okunmalı. Liderliğin temel prensipleri orada. İkinci kitap bence “Moks”.Burda da başarıya giden yolda işletme örnekleri var. Üçüncü kitap “Geleceğin Organizas-yonunu Yaratmak” ve dördüncüsü de “İş Hayatı Futboldan Ne Öğrenir” burada da takım çalışması anlatılıyor. Bu dört kitabı bu sırayla öneririm, yemeklerden sonra düzenli alın .Eczacılara bunu söylemek için hep bu anı beklemişimdir .

5-Kitaplarınız ayrıca çok da eğlenceli. Sanki Şerif İz-gören karşımızda oturuyor ve onunla sohbet ediyo-ruz .Bu sizin tarzınız diyebilir miyiz?Dün Kıbrıs dönüşü bir öğretim üyesi ile uçakta yanyanay-dık. Siz sahnede şöylesiniz böylesiniz adam beni anlatıyor ama ben hiç farkında değilim ne yaptığımın. Ama kendim okurken şuna dikkat ederim; yazar lafı çok uzatıyorsa ve araya yabancı kelimeler atıyorsa kafam cidden karışıyor. Günlük hayatta ne konuşuyorsak yazarken de onu yazı-yorum aslında. Yazmam için beni bişeyin heyecanlandır-ması lazım. Mesela “Karaoklar Çetesi”ni inanılmaz seve-rek yazdım. Çocuklara kurtuluş savaşını, tarihi, Atatürk’ü didaktik bir tarzda anlatırsanız dinlemek istemezler ama bir maceranın içinde onu yaşarsa acaip seviyorlar. Çocuk-lardan o kadar güzel mektuplar geliyor ki…İyi ki yazmışım

dediğim kitaptır o benim. Çocuk bana mektupta diyor-ki “Şerif amca bize yemeğe gelir misin?” Ben de dedim yemeğe gelemem gerçekten zamanım az ama okuluna gelirim konferans veririm ve senle tanışırım. Cevap yazmış “Şerif amca sen benim gördüğüm en mütevazi yazarsın…” Ben şimdi ….. yazsam bana cevap yazmaz, tabi o rahmetli oldu ondan yazamaz dedim ben de Bundan güzel bir te-şekkür olur mu? Bir de Yalova’dan efsa Bayraktar var her kitap fuarına İstanbul’a geliyorlar, ben de ona söz hak-kı verdim konuştuk ardından bana mektup yazmış “ŞErif amca ben çok sevindim, o kadar sevindim ki anlatamam, böyle sevindim… “Bu çocuklar o kadar temiz ki. Televiz-yonu açınca ağzından köpük saçan siyasetçi görüyorlar. Duydukları haberler ölüm, şiddet ve gördükleri hayat hiç iyi bir hayat değil. Bu çocuklara örnek olmak için çaba göstermeliyiz. İzgören akademi kendi emsallerini çoktan geçti ve bunun nedeni ekiptekilerin düzgün karakterli iyi insanları bir araya getirme çabasıdır. Hiçbirinin mezuniye-tini falan bilmiyorum. Ama hep etrafımıza bakarız sağlam karakterli düzgün kim var ? Onları bir araya getirince işler zaten yürüyor.

6-Hiç kitap okumayan birine başlangıç için neler önerelim? Size iki şey anlatayım. Çocuklarla ilgili. Kırıkkkale Üniver-sitesinden İlknur Hanım beni ziyarete geldi. TED Koleji orta ikideyken Aziz Nesin ve Uğur Mumcu’nun imza gü-nüne gitmişler. İnsanlar imza sırasındaymış onlar da sıra-ya girmişler. Sıradakiler de hep böyle parkalı falan solcu üniversite öğrencileri. Aziz Nesin ve Uğur Mumcu onları farketmiş ve sırada önde duranlardan izin istemişler; ço-cukları öne almışlar. Onlarla, yani İlknur Hanımlarla soh-bet etmişler, kitapları imzalamışlar. Tabi çocuklar çok mut-lu olmuşlar, çok sevinmişler. Yıllar sonra bir kişisel gelişim uzmanının imza gününe İknur Hanım yeğenini götürmüş.

Page 43: Farmalive dergi 8 sayı

41farmalivedergi.com

Fakat bu uzman onların yüzüne bakmamış imza atarken. İlknur Hanım o kadar utanmış ki. Bana kişisel gelişim uz-manı falan diyorlar hayır değilim, olmak da istemiyorum. Ben sadece işadamıyım ve öğretmenim. Aziz Nesin’in tır-nağı olabilsek. ..O adamlar çok emek koydu, ben yazarım derken utanıyorum. Onlar çok emek verdiler, çok bedel ödediler. Biz burda tatlı su komandosuyuz. Bir kitap öne-receksem Peyami Safa, Aziz Nesin derim.. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı , Sait Faik’I tanımayan çocuklar gençler var..

Diğeri Samet ; Manisa Demirci’den…Akademiyi aramış not bırakmış benimle görüşmek istemiş. Ben de aradım. 13 yaşındayken Demirci’ye konferansa gelmiş. Babası benim kitaplarımı almış, o da babasının okuyacağı kitapları bana imzaya getirmiş. Kitapları önüme koymuş. Ben hatırlamı-yorum o anlatıyor. Ben demişim ki sen mi okuyacaksın bu kitapları ? Evet ben okuyacağım demiş. Ben de eğer sen bunları okursan ilerde çok büyük adam olursun. Çok etkilenmiş. Hepsini okumuş, babasının okuyacağı kitapla-rı o okumuş. Demiş ki baba ben sana yük olmayacağım. Edinburg üniversitesinde master yapmış. Siyasete girmek istiyormuş şuanda milletvekili danışmanıymış. “Her sa-bah size dua ediyorum” dedi.. Bir yetişkinin bir çocuğun hayatında neler yapabileceğinin görülmesi için anlatıyo-rum, kendimi övmek için değil. Çocuğa bir tane cümle söylüyorsun. Söylediğin cümle de o an çok spontan çok sıradan çıkmış birşey ve onun hayatı değişiyor. “senden büyük adam olur”…

Biz yetişkinlerin hallerine tavırlarına dikkat etmeleri lazım. Obama’yı dinliyorsun geleceği anlatıyor. Mustafa Kemal’I dinliyorsun ileriyi anlatıyor. Ben bu ağzından köpük saçan adamları anlayamıyorum. Geçen hafta Kocaeli Üniversite-sinde 1500 öğrenci vardı. Dedimki aranızda sağcılar sol-cular vardır. Benim bir siyasi görüşüm yok. Kendi doğru-nuz yoksa başkalarının doğrularının peşinden gidersiniz. N’olur dedim kendi doğrunuzu bulun. Sağı okuyun, solu okuyun, kendizi bir kalıba koymayın lütfen. Kendi doğru-nuz yoksa bağıran adamların peşinden gidersiniz. Bana öyle geliyor ki ülkenin derdi bu.

7-Alışveriş yaptığınız eczanelerden bahseder misi-niz? İzmir’de kuzenimin eczanesine gidiyorum; Şefkat Eczane-si.. Şimdi Bağlıca ‘ya taşındık, orada kim açıksa kim yakın-sa oraya gidiyorum. Çoğunlukla kalfa ile muhatap oluyo-ruz. Biz sormazsak başka bilgi vermiyorlar. Ama mesela Atahan Eczanesi Bengü Hanım ne zaman gitsem beni dinler ve danışmanlık yapar. Eczanelere bir örnek vere-ceksem Yüzüncüyıl’da Önen Et Kasap ‘ı vermek isterim. İlk Ankara’ya taşındığımızda Çukurambar’da küçük bir dük-kanı vardı ve komşular öneriyordu çok düzgün et veriyor diye. Aradan bir sure geçti bana ismimle hitap etmeye başladı. Ben Urfa’ya gittiğimde çiğköfte yapmayı öğren-dim. Çiğköfte için et sipariş edecekseniz sabah erken sa-atlerde vermeniz lazım. Bir kasaba rastgele gidip çiğköfte için et istediğinizde size derler ki makina yağlı temiz değil, çekemeyiz derler. Ben Rasim’I aradım, sabah aramaya za-manım olmadığını söyledim, misafirim gelecek çiğköfte

yapılacak diye, bana dedi ki hiç önemli değil sizin için 20 dakkada temizleriz ve çekeriz dedi. Yanına gittiğimde de yine bana dedi ki , sabah aramayı unutursanız lütfen gün içinde aramaya çekinmeyin, yardımcı oluruz mutlaka dedi. Başka hiçbir kasap bizim için makinayı temizlemez ama o temziler. Bakıyorum yanına sürekli eleman alıyor. Bir gün kızımla gittik oraya. Kızıma dediki “Nisan ayran içer misin?” Cam şişede ayran verdi. Kızım oradan geçer-ken baba et alalımmı demeye başladı. O arada Rasim ele-man sayısını arttırdı ve yandaki dükkanı da aldı. Şuanda tıklım tıklım işliyor dükkanı. Diğer kasaplar süpermarketle mücadele edemiyoruz diye kapatırlarken o büyüyor. Ra-sim hep büyüyecek. Eczane örneği bu bence başka birşey değil.

8-Gerçekten de büyümek işini sevmekle ilgili bir-şey…Eklemek istedikleriniz var mı hocam ? Bir hikaye ile bitirmek istiyorum. Geçen gün şehirlerarası gidiyorum, çok acıktım ve çorbacıda mola verdim. Res-men sallanıyorum, C vitamin türü birşey içeceğim. Garson geldi neyin var abi dedi. Ben de dedim soğuk algınlığım var. Baktı bana sakın bu ilaçları içme dedi. Bana işkembe çorbası, kırmızı sogan getirdi bunları ye hiçbişeyin kalmaz dedi. Ben konferansa gidiyorum ve soğan sarımsak geli-yor önüme. Bir de beni uyarıyor aşırı sarımsak var diye. Kendisi de pul biber ekledi ayrıca. Başımda bekliyor. Ye-mesem ayıp olacak. Hala başımda bekliyor. Soğanı da ye dedi. Çorbayı da içtim soğanı da yedim. Çıkarken birbi-rimize sarıldık. Bunlar benden abi dedi. Şimdi biliyorum ki ben o çorbacıya tekrar giderim. Ama leş gibi sarım-sak kokarım, olsun Beni tedavi etmek için bir çaba bir çaba…Danışmanlık dediğimiz işte bu. İşe değer katmak bu. Sektörünüz ne olursa olsun olay bu. Ülkede zaten tüm sektörler böyle, benim sektörümde de şikayet edecek çok şey var. Ama hiç bir çalışanım benden şikayet duymamış-tır. Bizim burada iki tane cümlemiz var;

Nasıl ileri giderim? Nasıl daha iyi olabilir?

Bu iki cümle ile bakmakta büyük fayda var diye düşünü-yorum.

Türkiye Uğur Böcekleri Projesi kapsamında ücretsiz eği-timler veriyoruz. Toplamda 2800’ü aşkın ücretsiz eğitim vermişiz. 270.000’I aşkın insana ulaşmış.

Dürüstlük, İş Kalitesi, Girişimcilik, Vatan Sevgisi, Hoşgö-rü. 76 tane de projeyi destekledik. En son bir basketbol takımı kurduk, kızlar spor yapabilsin diye. Spor salonu bulamıyoruz. Benim evin çevresine 4. Cami yapılıyor ama bir tane spor yapacak alan yok. Eleştirmeden söylüyorum bunu. Ama şunu biliyorum, Almanya’da 3000 kilise var. Türkiye ‘de 90.000 cami var. Almanyadaki insanlar da çok inançlı insanlar. Daha ileri gideceksek spor, yazılım, tekno-loji konularında fırsat verirsek o çocuklar Kuran-ı Kerim’I çok iyi anlarlar diye düşünüyorum ben. O fırsatı vermez-sek kaybederiz. Aydınlık bir ülke olacaksak önümüzde fo-toğraflar var analiz yapmakta büyük fayda var.

Page 44: Farmalive dergi 8 sayı

42 Kasım - Aralık 2015

Psikolojik Danışman & Psikodrama terapisti Perihan Sayın

Eşim / Sevgilim Anneme mi Babama mı Benziyor?

İnsanların çoğu, çocukken kendisine yapıldığına inandığı tüm haksızlıkları unutturacak kadar büyük bir aşk bekler hayattan.

Hayatla kurdukları borç-alacak ilişkisini aşk sanırlar…Murathan Mungan-Aşkın Cep Defteri

İlişkilerinde sürekli ilgi, sevgi ve güven arayışı yaşayarak bu noktada ilişkiden vazgeçenler var mıdır? Bu istedikleri ilgi, sevgi ve güveni hiç kimsenin karşılayamadığını, kim-selerin ona yetmediğini yetemediğini düşünüp, bu ne-denle de her ilişkisinde hayal kırıklığı ve mutsuzluk yaşa-yanlar, acaba gerçekten aradığınız mutluluk için neyi fark etmeniz gerekiyor? Gerçekten aradığınızı size veremeyen karşınızdaki kişi mi yoksa sizin içinizde bu duyguların ge-lişmesi sürecinde(bebeklik, çocukluk ya da ergenlikte) bir sorun yaşanmış olabilir mi? Yaşanan bu sorun ilişkilerinizi etkilemiş veya etkiliyor olabilir mi?

TERAPİ İLE YENİDEN YAPILANDIRMA:Terapi süreçlerinde özet olarak öğrenilen nedir diye so-rulsa ve kısa bir yanıt istense verilecek ilk cevaplardan bir tanesi ve en önemlisi “olaylar üzerindeki kişinin kendi et-kisini anlamasıdır.” denilebilir. Kendi süreçlerini, geçmişin travmaları ile nasıl etkilediklerini ve bunun kaynaklarını fark eden ve temizleyen kişiler için hayat daha anlamlı, anlaşılır olacaktır. Olayların yaratım sürecinde seçimler yaparak, kendi yaşamını da yeniden yapılandırıp yarata-bileceklerdir.

İLK İLİŞKİLER:İlk bebeklik döneminden itibaren ilişki kurulan temel ki-şiler anne ve babalardır. Anne ve baba herhangi bir şe-kilde bakım veremediyse bakım veren kişiyi de ebeveyn olarak kabul edebiliriz… İşte özellikle de 0-6 yaş döne-minde kurulan bu ilişkinin yetişkin hayatını nasıl etkile-diğini özellikle de karşı cins ile ilişkileri nasıl yapılandır-dığını bu yazı kanalıyla anlatmak isterim. Çünkü bireysel seanslarda ve grup çalışmalarında çok sayıda danışanın bu konuda sıkıntı yaşadığını görmekteyim. Bu nedenle de kişilerin nasıl bir aktarım yaptıklarını fark etmelerinin yarar sağlayacağı inancındayım. Bu noktaya gelebilmek, ilişki terapilerinde önemli bir aşamaya gelmek ve çözü-mün önemli bir parçasının fark edilmesi anlamını taşır. Bebekler ilk nesne ilişkilerini anneleri ile kurarlar. Bebek

ilk duygulanımlarını annesinden öğrenir ve hatta ondan kopyalayarak kendi duyguları gibi yaşar. Kendi duyguları ve annesinin duyguları birdir. Çocuk büyüdükçe anne ve yakın çevredeki diğer önemli kişilerden rol deneyimleri kazanır ve duygularını yakın çevresindeki bu kişilerle ileti-şimi ve duygulanımları ile belirler. Bu noktada ilk bebeklik ve çocukluk döneminde anne ve babanın neler yaşadığı üzerinde durulması son derece önemlidir. Eğer çocuğun ilk bebeklik, çocukluk döneminde anne ya da babanın yaşadığı bir travma, hamilelik, düşük, kayıp ve bunların tümüne bağlı olarak sıkıntılı bir ruhsal süreç varsa bebek ya da çocuk bu ruhsal süreci kopyalamış ve bunun dı-şına çıkmakta zorlanıyor olabilir. Uzun yıllar ilk çocukluk yıllarında kopyalanan, geçmişten gelen bu sıkıntılı ruhsal süreç; kendini fark ettirmese de iletişim ve ilişki düzeyin-de sorunların ortaya çıkması ile yeniden izler su üstüne çıkarak kendini gösterecektir. Bir bebek ya da çocuk dü-şünün ki bebekliği/çocukluğu annesinin yaşadığı kayıpları nedeni ile depresyon, kaygı ve sıkıntı ile geçmiş, annesinin ağıtları, ani ağlama ve krizleri ile büyümüş olsun. Algıladı-ğı dünya sağlıklı büyüyen bir çocuğa göre daha olumsuz ve çarpık olacaktır. Üzüntüleri, kızgınlık olarak algılayabilir ya da yükselen seslerden suçluluk duygusuna kapılabilir. Daha sonra üzerinde bilinçli bir düzeltme çalışması yapıl-mazsa algı düzeneği sağlıklı ortamda büyüyenlere göre farklı olacaktır. Psikodrama grup yaşantılarında da sahne-de her üyenin geçmiş yaşantıları ve aile ilişkileri, çatışma-ları, rekabetleri gözler önüne serilir. Geçmişte yaşanan ve fark etmeden bugünü etkileyen ilişkiler ağı kişinin bugün ki yaşamını da belirlemektedir. Temizlenip, fark edilme-diği sürece geçmişin ayak izleri yaşamın içinde, özellikle de yaşam içinde kurulan kadın-erkek ilişkilerinde kendini gösterecektir. Psikodrama; geçmişin, kişinin üzerindeki etkisini, bugünkü seçimlerinde ve duruşundaki rolünü, sahnede görünür hale getirilmesi için çok önemli ve hızlı bir teknik olarak kullanılmaktadır. Psikodrama sahnesinde fark edilen bu süreçlerin temizlenmesi de mümkündür. Temizlenme ve yeniden yapılandırma sürecinde de psi-

Page 45: Farmalive dergi 8 sayı

43farmalivedergi.com

kodrama yine güçlü bir tekniktir.

ROL KURAMI VE NESNE İLİŞKİLERİ KURAMINA GÖRE:Rol kuramı ve nesne ilişkileri kuramı birbirine paralel ola-rak bebeklik ve çocukluk döneminde ebeveynden sağlıklı olarak kopyalanamayan duyguların gelecekteki seçim ve ilişkileri nasıl etkilediğini benzer şekilde açıklar. Psikodra-mada Seçme Konular Kitabında Tülay Arsu’nun tezindeki açıklaması şöyledir: Rol kuramı ve nesne ilişkileri, insanı çocukluktan taşınmış içsel bir dramın terimleriyle okuma-ya çalışır. Birey bu durumda bir veya birkaç drama oyna-maktadır. Bu roller-nesneler arasındaki çatışmalar, uyum-suzluklar ve bu rollerin-nesnelerin duygu yükleri, kişiliğin oluşumunda önemli etkilere sahiptirler. Kişi çocukluğunda oynamak zorunda kaldığı ve içselleştirdiği, özdeşleştiği, metabolize ettiği bu dramı, yaşamının ileriki dönemine de yansıtmakta; yani kendi sahnesine oyuncular aramakta ya da kendisine uygun rollere sahip tiyatrolara katılarak ken-dini doğrulayan kehanetler oluşturmaktadır. Peki neden mutsuz olsa da böyle bir arayışın peşindedir? Nesne iliş-kileri modeline göre iki açıklama yapılabilir: Ya başka türlü bir ilişki içselleştiremediği için boşluk hissine, yalnızlığa al-ternatif olarak ne kadar acı ve zarar verici de olsa bu ilişki-lere girerler; ya da geçmişinde travma yaratan bu oyunun verdiği acıyı en sonunda aşmak, o şartların içinde kuvvet kazanıp bu sefer yenmek için yaparlar. Bu değerlendirme, neden bazı insanların kendilerine reddedici tutum göste-ren kişilere yönelme eğiliminde olduklarını da açıklar.

EŞİM VE BABAM/ANNEM AYNI KİŞİ DEĞİL!Eş yada sevgili adına ne derseniz ikisi aynı kişi değilse de

baş edilmesi gereken konu başlığı aynıdır. Yani baş edil-memiş bir baba-kız gerginliği, ya da anne-kız arasında anlaşılamama ya da rekabet, ya da yanlış inançlar, ken-dini ifade edememe tükenmişlik sorunu… her neyse baş edilmesi gereken, yaşanan bu sorunun çözülmesidir. Eğer çözülmemiş bir birincil aile sorununuz varsa anne ya da babanızla ilgili bu sorun karşınıza ilişki sorunu olarak çı-kabilir. İlişkilere yeni bir bakış açısı kazandırmak aynı za-manda terapilerin diğer bir kazanımıdır. Örnek olay üze-rinden açıklarsak, örneğin annesi depresif bir durumda olduğu için gergin ve kaygılı bir çocukluk geçiren birinin yine benzer yapıda biri ile ilişki yaşaması geçmişte çö-zemediği yada iletişim kuramadığı bu yapıyla tekrar aynı sahneyi paylaşarak bu sefer değişimi sağlamak ya da ya da farklı yapıda bir ilişki kurma biçimini öğrenmemiş ol-masından kaynaklanır. Ya da sürekli eleştirilen bir aile de korku ve suçlanarak büyüyen biri yine aynı yapıdaki bir eş seçerek bu kez baş etmeye çalışacaktır. Oysa sorun yaşa-dığı eşi geçmişten gelen değil yeni bir kişidir. Bu noktada ilişki de neye inandıysa onu yaratacak ve değiştiremedi-ği bir yapıyı tekrar tekrar kişi kendisi yaratacaktır. Bazen bununla baş edemediğini fark ederse de bu kez eleştiril-mek dışında kendini var edemediği için farklı bir davranışı öğrenmediğinin ve uygulamadığının ayırdına varacaktır. Tüm bunları fark etmek insanın spontan seçimlerini ya-pabilmesi için cesaret toplamasını sağlayacaktır. Eşlere yapılan aktarımların temizlenmesi ilişkilerin daha sağlıklı yapılanmasını sağlayacaktır. Eğer ilişkilerde çözemediği-niz aşamadığınız sorunlar varsa bir de bu açıdan bakıp aktarımın temizlenmesi tıkanıklıkları açarak sizleri daha kaliteli ilişkilere taşıyacaktır.

Page 46: Farmalive dergi 8 sayı

44 Kasım - Aralık 2015

ANKARA’DAN PARLAYAN BİR YILDIZ

İlkay Orhan Erdoğan 1972 Ankara doğumlu. Başarılarına Gazi Üniversitesi’nde başladı ve başarıları pek çok ödülü beraberinde getirdi. Röportajımızda bizlere bu kariyer se-rüveninden, GİRİŞİMCİLİK ödülünü alma sürecinden bahsetti. Eczacılara tavsiyelerini

paylaştı. İlkay Orhan ile Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi biraz daha yakından tanımak isteriz. İlkay Orhan Erdoğan kimdir bize biraz bahseder mi-siniz? 1972 Ankara doğumluyum. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fa-kültesinden 1993 yılında mezun oldum ve doğrudan aka-demik kariyerime Gazi Üniversitesinde başladım. Aslında eczane eczacısı olmayı düşünürken bir hocamın teşviki ile akademisyen olmaya ilk adımı attım. Yoğun bir eğitimden sonra Bilge Şener hocamın da desteği ile bu sürece baş-ladım. Kendisinin öğrencisi olarak TÜBİTAK bilim adamı yetiştirme bursu ile ilk mastırımı yaptım. Daha sonra mas-tırımı bitirmeye yakın Japon Eğitim Bakanlığından başka bir burs kazandım. Ve bunun üzerine Japonya’ya gittim. Orada 2 sene farklı bir alanda mastırımı yaptım. Sonrasın-da fakülteme döndüm ve burada doktoramı yaptım 2002 yılında doktoramı bitirdim. 3 ay kadar Kanada’da kaldım ve 2004’te Doçent oldum ardından 2009’da da profesör oldum. Aynı zamanda 2011-2014 yılları arasında doğu Akdeniz Üniversitesi Eczacılık Fakültesi kurucu dekanı ol-dum.

Eczacılık mesleği oldukça değişime uğramış durum-da bu konuda neler düşünüyorsunuz? Eczacılık eğitiminde benim zamanımda öğrendiklerim ile şu an öğrettiklerim arasında bile çok ciddi farklar var. Ec-zacılık dinamik bir branş dolayısıyla kendinizi yenilemek zorundasınız. Eskiden havan eczacılığı vardı ve ilaçlar hazırlanırdı. Şimdi ise eczacının eli değmeden doğrudan fabrikalarda hazırlanarak halka iletilen bir mecra haline geldi. Bu durumda eczacılar halkın en yakın ulaşabileceği sağlık personelleri olduğu için, özellikle semt eczaneleri anlamında düşünecek olursak eczacıların en iyi şekilde hastaları yönlendirmeleri gerekiyor. Dolayısıyla biz öğren-cilerimizi iyi danışmanlık yapabilecek şekilde yetiştirmeli-yiz. Eğitimi bu yönde motive etmeliyiz. Eskiden ilaç odaklı eğitim verirdik şimdi bunun yanı sıra hasta odaklı eğitim veriyoruz.

Girişimcilik ödülü aldınız, bize bu süreçten bahsede-bilir misiniz? 1993 yılından beri akademik kariyer yapıyorum şimdiye kadar çok fazla yayın ve bilim ödülleri aldım. Kariyer anla-mında ilk ödülümü 2006 yılında Türk Eczacılar Birliğinden aldım. 2010 yılında Asya Pasifik Bölgesi genç bilim kadını ödülü aldım, Loreal Türkiye Bilimler akademisi ortak ödü-lünü aldım yine 2010 yılında, 2011 yılında İslam konferansı örgütünün bilim ödülünü aldım, Gazi Üniversitesi onur ödülünü aldım. Bu kadar ödül aldım fakat bunlar hep yaptığım deneysel çalışmaların yayına dönüşmesi sonu-cunda bana tevdi edilen ödüller oldu. Çok mutluyum bu ödülleri almaktan. Benim için çok büyük bir prestij. Böyle sizler gibi değerli insanlara da bahsedebiliyorum kendim ile ilgili önemli adımlardan. Fakat sonrasında şunu dü-şündüm güzel yayınlar yapıyoruz, üniversitemizi, ülkemizi temsil ediyoruz ama benim daha kalıcı bir şeyler yapmam lazım diye düşündüm. Kozmetik ile ilgilenmeyi düşün-düm ve öylelikle girişimcilik serüvenim başladı. Kozmetik ürünler konusunda donanımlı bir eğitim alıyoruz aslında. Eczacılık Fakültesindeki öğrenciler ruj, krem, şampuan ya-pımına kadar her şeyi öğreniyorlar. Ben de piyasa hak-kında araştırmalar yaptım. Dermokozmetikler konusunda araştırmalar yaptım. Zaten son zamanlarda bitkiselin gir-diği her alanda talep konusunda patlamalar yaşanmakta. Birçok markanın ürünlerini araştırdım, içeriklerine baktım. Benim özellikle yoğunlaşmak istediğim konu anti aging ürünlerdi fakat anti aging oldukça geniş bir konsept tabi ki. Özellikle cilt rengini açanlar ve kırışık gidericiler üzerine gittim çünkü cilt rengini açan ürünler Orta Doğu, Asya ve Afrika pazarında çok satılıyor, çok büyük bir talep var. Kırışıklık gidericilere de Avrupa pazarında çok büyük bir talep var. Bunlarla ilgili nasıl bir şey yapabiliriz diye dü-şündük, bilimsel anlamda da arkasında durabileceğimiz bir şey olması gerekiyordu. O sırada öğrencim olan, şu an halen asistanımız olan Sezer Şenol’a bu senin tez ko-nun olacak dedim ve o da kabul etti. Biz beraber başladık bu işe. Amaçlarımıza yönelik yöntemlerimizi belirledik ve

Başarı Hikayeleri

Page 47: Farmalive dergi 8 sayı

45farmalivedergi.com

laboratuvarımızda kurduk. Elimizdeki bitkileri taramaya başladık. Bu arada şunları da gördük meşhur markaların içerisinde A bitkisi var diyor cilt beyazlatıcı olarak ama lite-ratüre bakıyorum o bitkinin öyle bir etkisi yok. Tabi ki ken-di argelerinde buldukları sonuçlar üzerinde gitmiş olabi-lirler ama bu şekilde karşılaştığım çok bitki oldu. Buradan yola çıkarak biz 100 den fazla bitki ekstresi taradık. Daha sonra çalışmalarımızda bunu nasıl bir ürün haline getire-biliriz diye düşündük. Bu noktada sonuçlarımızı 2’ye ayır-dık. Sonuçta bilimsel bir çalışma yapacaktık ve Farmostik teknolojideki hocalarımızla konuştuk çalışmalarımızı si-zinle yapalım şeklinde ve 2 bitki için onlarla konuştuk. Onlarda çok mutlu oldular ve birlikte bir şeyler yapalım dediler. Daha sonrasında 2 bitkimiz daha vardı yine birisi kırışıklık karşıtı bir diğeri renk açıcı. Bu konuda da daha önceden tanıdığım ve eczane kozmetiği de üreten bir firmanın sahibi olan 2 arkadaşımla konuştum ve elimiz-dekiler ile ne yapabiliriz diye konuştuk. Bir krem yapmak istiyorduk ve onların da yardımı ile krem formülasyonu ürettik. Sonrasında da elimizde somut bir ürün vardı artık ve buna isim bulmak istedik. Çok düşündüm marka ismi-ni, anlamlı bir şey olsun istiyordum aynı zamanda. Daha

Page 48: Farmalive dergi 8 sayı

46 Kasım - Aralık 2015

sonra biz VİTA BELL isminde uzlaştık. Vita yaşam, canlılık demek bell de yine Latinceden geliyor güzellik demek o yüzden ikisini birleştirelim ve güzel bir anlamı olsun diye düşündük. Türkçe bir isim olsun diye çok istedim aslında bulamadım gerçekten zor. Ama Vita bell telaffuzu gerçek-ten kolay, anlaşılır bir marka ismi oldu. Marka ismimizin ortaya çıktığı bu sırada ben tesadüfî şekilde bu yarışmayı gördüm. TÜBİTAK Marmara Teknokent ve kadın ve de-mokrasi derneğinin ortaklaşa yaptığı bir kadın girişimcilik yarışması olduğunu gördüm. Katılayım katılmayayım der-ken başvuru süresinin son akşamında formu doldurdum ve başvurdum. Aradan zaman geçmişti unutmuştum baş-vurduğumu bile ki beni aradılar. Girişimcilik projeniz 400 proje arasından ilk 30’a kaldı dediler. Beni kampa davet ettiler İstanbul’da 5 gün girişimcilik derslerinin verileceği bir kamp. Orada o 30 kişi birbirleriyle projelerini, fikirleri-ni paylaştı. İşletmecilik, markacılık, reklamcılık, girişimcilik gibi dersle aldık, bir öğrencilik süreci yaşadım. Çok güzel bir tecrübe oldu benim için. Profesörlüğü bir kenara bıra-kıp tekrar ders dinleyip notlar aldım. Her akşam da bir ceo geldi önemli markaların ceo ları girişimcilik hakkında bil-giler verdiler. Ne kadar çok battıklarını, ne kadar çok çık-tıklarını anlattılar. Cesaretinizi kaybetmeyin mesajı verdi-ler. Mentörlerle görüştük projelerimizi, fikirlerimizi anlattık onlar da yorum yaptılar tutar ya da tutmaz gibi. Onların da seçeceği bir eleme olacaktı, size ne kadar inandıkları ile ilgili bir durum söz konusuydu. Kendileri bana şöyle bir şey söylediler. Hocam zaten sizin projeniz bir ürüne dö-nüşmüş. Elinizde bir marka var krem var. ‘Burası1.lig ise siz şampiyonlar ligindesiniz burası size çok fazla ne işiniz var sizin burada’ gibi çok güzel tepkiler aldım. Daha sonra ilk 10 a kaldı projem. Tekrar sunum yaptırdılar. Fakat benim projem bu sebeple ilk 5 e kalmadı. Herkesin huzurunda da bunu söylediler. Sizin projenizin burada yer almaması gerekiyor çünkü siz zaten geçmişsiniz bu basamağı de-diler. Ama yine de bizlere Sümeyye Erdoğan tarafından ödüller verildi. Güzel bir organizasyondu. Bir de insanın fikrinin girişimci olarak tescillenmesi, yaptığınız işin arge olarak nitelendirilmesi çok güzel bir şey.

Eczacılarımıza bir kelime ile söyleyebileceğiniz şey ne olurdu? Benim söyleyeceğim şey kararlı olmaları ve asla vazgeç-memeleri olur. Ben öyle yaptım tabi ki tıkandığınız nok-talar oluyor fakat aşılamayacak şeyler değil. Televizyon programına çıktığımda orda da kadın olmanın dezavan-tajı sorusunu sordular. Var tabi ki Türkiye’de her anlam-da kadın olmanın dezavantajı var ama girişimcilik veya benim yürüdüğüm yol anlamında düşündüğümüzde bir erkekte olsa aynı şeylerle karşılaşacaktı dezavantaj anla-mında. Çokta dezavantaj yaşamadım ben aslında. Teknik anlamda elbette birilerinden yardım alacaksınız. Ayrıca fikirlerini paylaşmaktan korkmasınlar diye düşünüyorum. Yardım alacakları neresi varsa başvurmalılar hem maddi hem bilgi anlamında. Ama şunu yapmayı da yanlış bu-luyorum ben açıkçası. Eczanelerde eczacı arkadaşlarımız kendileri kremler yapıyorlar ve kendi eczane markaları al-tında hastalara veriyorlar ancak bunu doğru bulmuyorum daha profesyonel bir şekilde yapılmalı. Biz bu kremimiz

için bile pek çok testi yaptırıyoruz halen.

Bundan sonraki süreçte Vita Bell ile çizdiğiniz yol nedir? Vita Bell ile ne zaman tanışacağız? Ürünün biraz daha süresi var. Dediğim gibi testleri devam ediyor. Bu aynı zamanda yürüyen bir doktora tez çalışma-sı. Tez bitmeden ticari anlamda bir olaya girmek istemi-yorum. Ürün de zaten o zaman ancak hazır olacak. Tah-minen 1 senelik bir ömrümüz var. Bu işi beraber yapmak istediğimiz firma da bize güveniyor. Onlarında desteğini aldık onlara da teşekkür ediyorum. Aynı zamanda ben öncelikle Gazi Üniversitesi Teknokentte bir şirket kurmak istiyorum. Oranın üzerinden arge çalışmaları yapmayı düşünüyorum. Vita Bell tek bir ürünle kalmamalı çünkü. Eczane kozmetiği dediğimiz kalitede belki seri halinde bu ürünün devamını getirmeliyiz.

Günümüzde bitkilere oldukça rağbet var. Bitki olun-ca sağlıklıdır şeklinde düşünülüyor. Doğal/Organik sınıflandırması yapılıyor. Vita Bell bu durumda han-gi gruba giriyor ya da bir gruba dahil edilebilir mi?Tabi ki doğal kozmetik başlığı altına girer. Dermokozmetik veya eczane kozmetiği derseniz onun da altına girebile-cek bir ürün. Zaten dermokozmetik dediğimizde ilaç gibi hazırlanan kozmetikleri kastediyoruz. Bizim ürünümüz de öyle bir amaca yönelik. Doğal, bitkisel… Fakat organik ve doğal birbirine karıştırılan kavramlar. Hiçbir kozmetik ürün %100 doğal değil aslında. Çünkü formülasyonda ana bileşeniniz bitkisel olabilir ama siz bu formülasyonu tutturabilmek için yan maddeler de kullanmak durumun-dasınız.

Sizce kapsül formları kremlerin yerini alabilir mi?Yakın gelecekte alabileceğini düşünmüyorum. Çünkü topikal etkinlikte çok önemli. Eğer iyi absorbe edilen bir ürün formülasyonu yaptıysanız deriye geçmesi bir kapsü-le aldığınızda aynı içeriği çok daha kısa sürede etki ede-cektir. Çünkü kapsülü aldığınızda kan dolaşımına geçe-cek, metabolizmaya katılacak gibi birçok parametre işin içine giriyor. Bu nedenle 10-12 saat gibi belli bir zaman alıyor ama topikalde böyle değil. Oral kozmetikle bu iyi bir şekilde sağlanabilir hem içeriden hem dışarıdan etki sağlayarak. Daha iyi sonuçlar alınacaktır.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir, eczacıla-rımıza bir mesajınız var mı? Ben eczacılarımızın mesleklerinin kıymetini bilmedikleri-ni düşünüyorum. Meslek kabuk değiştirdi, yön değiştirdi ama biz yinede bunun kıymetini bilmiyoruz ben özellik-le mezun eczacılarımıza kendilerini geliştirebilmeleri için çok okumalarını, meslek ile ilgili güncel gelişmeleri takip etmelerini öneriyorum. Eskiden yoktu ama şimdi fitote-rapi diye bir kavram ortaya çıktı. Orta yaş ve üzeri ec-zacılarımızın bunlardan çok haberleri yok maalesef. Aynı zamanda bitki ilaç etkileşimi diye de bir kavram ortaya çıktı. Bunlar çok önemli mevzular. Bu yüzden eczacının kendisini geliştirmesi şart. Meslek ile ilgili eğitimler dü-zenleniyor bunlara katılmalarını öneriyorum.

Page 49: Farmalive dergi 8 sayı

47farmalivedergi.com

Kaynananız Seviyomuş

YILBAŞI YEMEĞİ

Yılbaşında ne yapsam, ne pişirsem diye düşünmeye başladınız değil mi? Ama bir türlü karar veremiyorsanız ve de yemeğim sağlıklı, organik malzemelerden olsun istiyorsanız bu tarif ve öneriler tam size göre. Yılbaşı geldiğinde herkesin gözünü ‘hindi’ bürümez mi? Şimdi sıkı durun, çünkü bu hindi tarifiyle tüm misafirlerinize parmaklarını yalatacaksınız. Hem çok basit, hem az malzeme ile hem de müthiş lezzetli!

Artık hemen hemen her şehirde organik pazarlar bulunmakta ve bu pazarlarda meyveden sebzeye, tavuktan hindiye, kıyafete kadar her türlü ürün bulunmakta. Tarifimizdeki bu malze-meleri kolayca bu organik pazarlardan temin edip sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yıla sevdikleri-nizle beraber girebilirsiniz. İşte Malzemeler…

Malzemeler: • 1 adet hindi 6-8 kg. arası olabilir• 2 adet portakal• 3 adet kırmızı soğan• 3 adet defne yaprağı• 200 gr tereyağı• 2 yemek kaşığı zeytinyağı• 2 yemek kaşığı un• 1 tatlı kaşığı taze karabiber• 1 tatlı kaşığı tuz

Yapılışı: Satın aldığınız hindinin dış ve iç yü-zeyini kağıt havlu yardımıyla iyice kurulayın. Daha sonra zeytinyağı ile her tarafını güzelce ovalayıp tuz ve karabiber ile masaja devam edin. Bu arada fırını 200 derecede ısıtın.Portakalları ve soğanları 8'er parçaya bölün. Bunu yaparken portakalların kabuğunu çıkartmayın. Daha sonra 2 adet soğanı ve portakalları hindinin arka kısmından içeri tıkın. Defne yap-rağı, biraz daha tuz & karabiberden

sonra hindiyi fırına yollayabilirsiniz.İlk 40 dakika fırında rengi hafif dön-meye başladığında fırın ısısını 180 dereceye indirin. Ve fırın tepsisine akan hindi yağlarını bir kaşık yar-dımıyla hindinin üst kısımlarından aşağıya dökün. Bu işlemi geri kalan 4 saat boyunca yarım saatte bir tek kalan bir soğanı tereyağında iyice öldürünceye kadar soteleyin. Tuz ve karabiber katkısı yapın. Son 30 daki-ka da hindinin başından aşağıya

bu tereyağlı soğan karışımını dökün. Hindiye iyice yedirmek için hindiyi fırından dışarı çıkartıp, her tarafına dağıldığından emin olabilirsiniz.Gravy sos için fırın tepsisinin dibinde biriken sıvının hepsini ufak bir ten-cereye koyup kaynatın. İki kaşık hafif sulandırılmış unu karışıma ekleyin ki kıvamlı hale gelsin. Daha sonra ateş-ten alın, defne yapraklarını ayıklayıp el blendır'ından geçirin. Hindinizin yanında servis edebilirsiniz.

Afiyet olsun...

Page 50: Farmalive dergi 8 sayı

48 Kasım - Aralık 2015

Müşteri sadakati, gerek mal gerek hizmet üreten şirketler için oldukça önemli ve çok tartışılan bir ko-nudur. Ürün ve hizmete duyulan İhtiyaçlar bu denli artmışken, neden müşteri sadakati? Günümüzde daha özgür, daha katılımcı ve en önemlisi daha talep kar bir müşteri yapısı ile karşılaşıyoruz. Gelişen

dünyada, teknolojinin ilerlemesi sorgulayan araştıran, daha bilinçli müşterilerin oluşmasına sebep oldu. Ulaşım kolaylaştı, iletişim gücümüz arttı, bilgiye ulaşmak her an mümkün oldu. Üretim ve temin

hızımız arttı. Bu olumlu gelişmeler ciddi bir rekabet ortamını da beraberinde getirdi.

Tüm sektörler bu rekabet ortamından etkilendi. Biz de bu rekabet ortamından fazlası ile payımızı aldık. İşletmeler, yeni müşteri yapısına yönelik pazarlama stratejileri geliş-tirmek zorunda kaldı. Bizim, sektörümüzde yapılan devlet düzenlemeleri iletişimimiz iki hatta üç kat daha zorlaştı.Pazarlama dünyasında müşteri memnuniyeti ve müşteri sadakati başlığında birçok strateji geliştirildi. Başarılı çalış-malar olduğu gibi istenilen sonuçların alınmadığı strate-jilere rastlamak mümkün. Kaynak bulmak konusunda hiç zorlanmayacağımız bir konu bu.

Eğitim ve seminerler düzenlendi, büyük işletmeler müşte-ri sadakati sağlamak için yeni birimler kurup, ayrı yönetim becerileri geliştirmeye başladı.

Bu da demek oluyor ki, artık NE ALIRSAM ONU SATA-RIM – NE ÜRETİRSEM ONU SATARIM düşüncesi de ta-rih oldu. Bunun yerine ALICIMI TATMİN EDERSEM SA-TARIM fikrine geçmek zorunda kalındı. Kaynakların geniş olmasının temel sebebi, müşteri tatmininin, her ürün veya hizmete karşı farklılık göstermesinin yanında müşterinin tatmin eşiğinin üst seviyeye çıkmasıdır. Kolay ve ucuz bil-gi, doğru olmayan bilgi, ucuz satın alma isteği, ürün ve hizmete kolay erişebilirlik, ZOR BEĞENEN müşterileri de beraberinde getirdi.

Kabaca özetlemek gerekirse, her ürün her yerde mev-cut, fiyat ön plana çıktı. Fiyat azaldıkça ikame ürün pazarı

genişledi ve ürün kalitesi düştü. İşletmelerin olduğu gibi artık tüketicinin işi de hiç kolay değil. Müşterinin sadakat hissedeceği işletmelere fazlasıyla ihtiyacı var. Artık müş-teri açısından güvenmek ve inanmak her tatminin önü-ne geçti. Satabilmek için güven oluşturmak zorundayız. Müşteri güvenirse satmak ve sadakat oluşturmak sorun olmaz.

Tanım olarak müşteri sadakati, müşterinin bir seçim hak-kı olduğunda, aynı markayı satın almaya da benzer ih-tiyaçlarına çözüm bulmak için her zaman aynı noktayı tercih etme arzusu ve eylemidir. Güven hayatınızda gö-rüp görebileceğiniz en ürkek kuştur. Elde edilmesi uzun bir zaman gerektirir. Kazandığınız güveni kaybetmek ise inanmayacağınız kadar kolay ve hızlı olur. Kuş misali uçar ve gider. Bütün sadakat oluşturma stratejilerinin olmazsa olmazı GÜVEN oluşturmaktır. Ardından diğer pazarlama faaliyetleri geliyor. İyi haber ECZACILIK güven konusun-da meslek gurubu olarak ikinci sırada yer buluyor. Birçok işletmeye gore hayli avantajlı olunduğu kesin. Bu avantaja rağmen müşteri sadakati oluşturmak ile ilgili neden zor-lanıyoruz? Çünkü müşteri şöyle bir atasözünü de biliyor, BABANA BİLE GÜVENME.

Müşteri bildiği güveni ve atasözünü birleştiriyor. Sonuçta bu güveni görmek ve hissetmek istiyor. Bu güven duy-gusunun dışa vurmak için birkaç önerim var. Bu önerilere birde isim takalım BEŞ ALTIN KURAL olsun.

BEŞ ALTIN KURAL

Yönetim Danışmanı Rüçhan İşitmez

Müşteri İlişkileri

Page 51: Farmalive dergi 8 sayı

49farmalivedergi.com

1-Sözünü tutmak

2-Bütünlük sergilemek( özü sözü bir olmak)

3-Bir görevi yapacak yetkinlik ve beceriye sahip olmak

4-Dürüst olmak

5-Sorumluk sahibi olmak

1-Bir ihtiyacı tespit ederseniz; (bir görevi yapacak yetkinlik ve Beceriye sahip olmak)

2-İhtiyaca yönelik ürün ya da hizmet önerirseniz. (bütün-lük sergilemek)

3-Önerdiğiniz hizmet ya da ürüne muadil seçenekler üre-tip, fiyat ya da özellik ve avantajlar sunarsanız ( dürüst olmak)

4-Tespitiniz, önerdiğiniz ürün veya hizmetin faydasını or-taya koyarsanız (sözünü tutmak)

5-Bu satın alınan ürün ya da hizmetin, faydasını kullanım esnasında, takipçisi olursanız ve müşteri ile iletişiminizi kesmezseniz (sorumluluk sahibi olmak) müşteri sadakati elde edebilirsiniz.

Elbette tek başına yeterli olmayacaktır. Uğraşlarınızı ve çalışmanızı her gün bir yenilik ile ve personel desteği ile desteklemelisiniz. Ancak şu kesin artık müşterilerini-ze, daha farklı bir gözlük ile bakacaksınız. Bu davranışlar güven ortamını sağlamanıza yardımcı olur. Tüm çalışma arkadaşlarınıza bu BEŞ ALTIN KURALI uygulamaları için destek olup, sizin gibi davranmasını sağladığınızda, işlerin farklılaşmaya başladığını göreceksiniz. Çünkü temsilcisi olduğunuz meslek gurubu güven sıralamasında ikincili-ğine sahip, personelinizde size temsil ediyor. Müşteri sa-dakati konusunda önemli bir ayağı halletmiş olduğunuzu düşünerek, diğer pazarlama faaliyetleri ile desteklendiği-nizde, artık sadece size tercih edecek, müşterilerin sayısı-nın arttığını net olarak göreceksiniz. Pazarlama faaliyetleri konusunda ne yapsam ki soruları aklınıza geliyorsa kendi-nize yatırım yapmanın zamanı gelmiştir. Bugün sizler için bir başlangıç olsun. Mevcut müşterilerinize bu BEŞ ALTIN KURALI uygulamaya başlayın. Zaten benim müşterim de-meyin. Sadakati kuvvetlendirmek önemli, yeni müşteri kazanmak mevcutta bulunana hizmet vermekten daha pahalı ve zor. Mevcut müşterilerinizin daha çok ihtiyacını karşılayıp, satış yapıp, eczanenize gelen tüm müşterilerini-ze, ilk müşteriniz ve tek müşteriniz gibi davranmak genel alışkanlığınız olsun…

Bol sadakatli satışlar dilerim…

Page 52: Farmalive dergi 8 sayı

50 Kasım - Aralık 2015

Onur Alp Öztürk / OTOMOTİ[email protected]

BİR İSVEÇ KLASİĞİSağlam tasarım öğeleri ve yükseltilmiş araç boyu ile premium kompakt bir hatchback.

Yükseltilmiş süspansiyon, 19 inç jantlar, koruyucu kaplama ve ergonomik koltuklarıyla premium crossover diye lanse edilen V40 Cross Country, kardeşi V40 tan daha kaslı.Ba-şarılı satış rakamları yakalayan V40’ın pazar pasta payı göz önünde alınarak üretilen V40 CrossCountry hafif arazi 4X2 isteyen tüketicilere pazarlanıyor.

Page 53: Farmalive dergi 8 sayı

51farmalivedergi.com

V40 Cross Country engebeli, kaygan inişlerde eğim iniş kontrolü gibi özelliklerle otomobilinizi rahatça kontrol et-menizi sağlıyor.Bilindiği üzere bu isveç üretiminin yıllardır vazgeçemediği güvenlik unsurları volvoyu premium kılı-yor.Ön yapının tasarımı ve kapılardaki uzunlamasına çe-lik çubuklar çarpışma enerjisini otomobilin önünden alıp arkasına aktarmayı amaçlıyor, böylece sürücü ve yolcular üzerindeki darbe etkilerini merkezden uzaklaştırıyor.

Splitter Detaylar Arazi Karakterini Ortaya KoyuyorStandart model daha sade iken Cross Country’de splitter detaylar ile otomobilin arazi karakteri desteklenmiş.Tam-ponun altında da kromaj eklentili splitter bu düşünceyi destekliyor.Bel çizgisinde standart Volvo tasarımı kulla-nılırken yan etekler otomobilin arazi karakterli oluşunu vurguluyor. Arka spolilerden A sütununa kadar uzanan tavan ise modele sportiflik katarken içerideki baş mesa-fesi konusunda gerçekten can sıkıcı.Hafif arazide başarılı ancak zemin çok bozuk olduğunda konfor seviyenizi bir anda düşürüyor. Yüksek yapısı nedeniyle birçok engelden başarılı bir şekilde geçerken asfalt zeminli keskin viraj-larda yüksek amortisörden dolayı merkezkaç salınımı güven vermiyor.

Volvo V40 Cross Country tasarım anlamında standart V40’dan farkı tamponlar ve etekler. Premium birçok mo-delde karşılaştığımız bu durum modelin özgünleşmesini engelliyor. Kalite olarak alışıldık isveç görselliği mevcut sade ve işlevsel.İç mekan ses yalıtımı konusunda iyi fa-kat arka amortisörlerden ses gelmiyorda değil.Başarılı şanzıman sarsıntısız geçişlere sahip. Ancak performans yüklediğinizde yavaş kalıyor.Yakıt tüketimi tasarrufunda ise gerçekten şaşırtıcı değerler sunuyor.Sakin kullanımlar-da fabrika verilerine rahat bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Fiyat konusunda ise hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.100 Bin TL’yi geçgin fiyat daha üst segment olan SUV seçenekler arasında şansı düşük gibi görünebilir fakat o bir İsveç klasiği.Firma üretimde her dönem premium alıcılara hi-tap etti.Kalitesinden,özgünlüğünden,güven konusundaki titizliğinden hiçbir zaman taviz vermedi.Bu onu cesur kılıyor .

Volvoyu her ne kadar Çin satın almış olsada,ruhu hep isveçli kalacak.Volvo efsanesi,zengin sınıfın ona olan zafi-yetini ve beklentilerini üzerinde taşıyacak.Bu çekik gözlü asyalılar asırlık trendi sürdürmekte kararlı.

Page 54: Farmalive dergi 8 sayı

52 Kasım - Aralık 2015

Yaşam Koçu Berna Turna [email protected]

Nedir şu Yaşam Koçluğu Dedikleri ?

Yaşam Koçu Berna Turna Kara Yaşam Koçluğu hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Zamanı etkin kullanmak, daha kaliteli,

düzenli ve keyifli yaşamak için izleyebileceğimiz yolları, yaşam koçu gözüyle eczacılık sektörüne bakış açısını bizlerle paylaştı.

“Hayatımıza nasıl baktığımız ona nasıl yön vereceğimizi belirler” üzerinden deneyimlerini ve bilgilerini anlatan Berna Hanım ile

röportajımızı keyifle okuyacaksınız.

Berna Turna Kara Kimdir? Kendini nasıl tanımlar? Bu aslında sorulabilecek en zor soru :) Bence hayatımız boyunca bu sorunun yanıtını arıyoruz. Her geçen an ye-nileniyoruz, öğreniyoruz, unutuyoruz... Yaşamımız devam ettiği sürece bu soruya yeni yanıtlar ekliyoruz. Bazılarını çıkartıyoruz...

Benim yaptığım işin penceresinden Berna kimdir sorusu-nun yanıtı ise; insanların özellikle iş yaşamlarında yapmak istedikleri, hedefleri doğrultusunda onlara destek oluyo-rum. Çalışmalarımda, bireylerin motivasyonlarını artıracak yeni bakış açıları geliştirmelerine odaklanıyoruz. Hedef-lerine ulaşmak için neler yaptıklarını değerlendiriyoruz. Birlikte plan, program yapıyoruz. Bunu takip ediyoruz. En önemlisi bu süreçten keyif alarak nasıl hareket edilebilir bunu keşfediyoruz. Kendimizi disipline ederek zamanı doğru değerlendirmeye çalışıyoruz.

Çoğu insan neler başarabileceğinin farkında değil. Yete-neklerini doğru alana yöneltmek, kendi içlerindeki gücü keşfetmek ve değerlendirmek konusunda danışanlarım-la birlikte çalışıyoruz. Seanslarımızda danışanlarıma sor-duğum sorular onları kendi iç dünyalarında yanıtlarını bulacakları yolculuklara çıkartıyor. Bu aynaya çift yönlü bakmak gibi. Kendilerini görünen yüzleri ve arkada bı-raktıkları görünmeyen taraflarıyla görme şansına sahip oluyorlar. Görünmeyen taraflar çoğu zaman ışık tutuyor yollarına…

Bazen seanslarımda öyle durumlarla karşılaşıyorum ki, danışanım bir sürü iş başarmış, eğitim ve iş hayatında pek çok değerli adım atmış başarılı bir kişi ama yaptıklarını önemsemiyor. Ona göre normal, herkesin yapabileceği, sıradan şeyler bu başarılar. Çeşitli yöntemlerle ne kadar çok bilgisi olduğunu fark etmesini, bu bilgileri ortaya çı-kartmasını sağlıyoruz.

Ataleti aşmak, küçük bir adım atmakla başlıyor. Uzun za-

mandır yapılmayan işler birikerek ciddi enerji tıkanıklığı-na yol açabiliyor. Çalışmalarımızda yaptığımız planlardan sonra bu işlerin yapılmaya başlanmasıyla birlikte hayatın ne kadar kolaylaştığını, enerjinin nasıl açıldığını ve işlerin rayına girmeye başladığını gözlemliyoruz.

En çok çalıştığım kişiler, kendi işinin patronları. Çalışanla-rını ve kendilerini yönetmek konusunda bireysel gelişime önem veren, destek aldıkça işlerinde daha mutlu, başarılı adımlar attıklarını fark eden bireyler ve onların şirketleri. Çalışkan, başarılı, disiplinli bir patron olabilirsiniz. Ancak personel yönetimi başka bir iştir. Onların duygularını an-lamanız, işlerini sevmeleri ve işlerine yeni bakış açılarıyla bakmalarını sağlamanız gerekir ki onlardan memnun ola-sınız. Bu noktada yaptığımız eğitim ve bireysel seanslarla, kendinizi doğru ifade etmeniz, iş paylaşımını uygun şekil-de yapmanız konusunda çalışıyoruz. İşyeri ve iş, sahibine benzer. Sadece iş değil özel yaşamınızdaki düzenlemele-rimiz de işinize olumlu yansır.

Bazı durumlarda adım atmamızı engelleyen bilinçaltımız-da kayıtlı düşünce kalıplarımız olabilir. Biz ne kadar plan yaparsak yapalım, başarısız olacağımıza, para kazana-mayacağımıza, onaylanmayacağımıza dair inançlarımız bizim hareket etmemizi engelleyebilir. Yüzeyde sadece sonucunu fark edebileceğimiz bu derindeki engeller için kişiyi bir psikolojik danışmanla çalışmaya yönlendiriyo-rum. Terapi sürecinde içsel engellerini çalışan birey, yaptı-ğımız programlarda daha hızlı yol almaya başlıyor.

Hayatımıza nasıl baktığımız ona nasıl yön vereceğimizi belirler. Bu cümleyi anlatan bir kitabım var. "Aslı Ve Su-reti" 2 kişi yazdığımız bu romanda, aynı olaya olumlu ve olumsuz olmak üzere iki ayrı bakış açısıyla yaklaşıldığında yaşamın nasıl yön değiştirebileceğini eğlenceli bir dille anlattık.

İkinci kitabım "İşte Yaşam Koçluğu’nda” ise, bir iş yeri

Page 55: Farmalive dergi 8 sayı

53farmalivedergi.com

sahibinin işinden, hayatından sıkıldığı, çalışanlarıyla baş edemediği, yaşamın rutinleşen temposunda kendini dipte hissettiği noktadan nasıl çıktığını anlattım. Yine bakış açısı ilk adım. Eğitimlerimden, seanslarımdan alıntılarla süslen-miş ve hepimize yakın gelecek sahneler içeren bir roman.

-"Yaşam Koçluğu" ifadesi tam olarak neyi anlatıyor?Yaşam Koçluğunda temel amaç, bireylere hedeflerine ulaşmaları için yol arkadaşlığı yapmak, destek olmak, yapacağı işler konusunda enerjisini artırmak, yüreklen-dirmektir. İsteklerine ulaşmak kişiyi genellikle mutlu eder. Plan yapıp uygulama sürecinde keyif almak, sonuçta mut-lu olmak kadar önemlidir.

Programları eğlenceli bir şekle çevirerek hedeflere ilerle-mek için mütevazi, küçük adımlarla renklendiriyoruz. Erte-si gün dolap toplamak, bir dilekçe yazmak, arabayı tamire götürmek, işyerinde evrak düzenlemek, çalışanlara eğitim vermek, proje tamamlamak vb. gibi tamamen kişiye özel küçük adımlarla esas hedefe doğru yol alıyoruz. Bunları nasıl en kolay şekilde yapabileceğimizi konuşuyoruz.

Yaşam bir yarış değil, her ne kadar sürekli bir yerlere ye-tişmeye çalışıyor olsak da. Yaşamımızı düzenlemek için büyük hedefler şart değil. İsteklerimiz, hedeflerimizdir. Yapmak İstediklerimizi gözden kaçırdığımızda, ertelediği-mizde ya da onlardan engellerimiz nedeniyle vazgeçti-ğimizde tadımız kaçabiliyor. Birlikte bugünü, yarını plan-layıp yaptıklarımıza odaklanarak ilerliyoruz. Yapılmayan işlerin neden yapılmadığına, engellerin neler olduğuna bakıyoruz.

Benim çalışmalarımda en çok gözlemlediğim, isteklerimi-zi, hedeflerimizi yapmamızı engelleyen şeyler bu konu-lardaki düşüncelerimiz. Her istediğimizi yapamayabiliriz. Ama birşeyleri yapmadıkça, yapmamak alışkanlık haline geliyor. Zamanla pek çok şeyi yapmaz hale gelebiliyoruz. Diyet yapamam yoğun çalışıyorum, spor yapamam çün-kü spor merkezine gitmek çok zahmetli, kitap okuyamam zaman yok, arkadaşlarımla görüşmek için organizasyon yapamıyorum vs. gibi cümleler zamanla ertelemelerimizi çoğaltıyor.

Etkin programlamayla istediklerimize zaman ayırabiliriz. Çok büyük vaatlerimiz yok :) Zamanımızı kendimize en uygun şekilde kullanalım. İsteklerimizi yapmaya zaman bulalım. Enerjimiz zaten yükselecektir.

-Eczacıların yaşam koçluğu çalışmalarından nasıl kazançları olabilir? Her insan bir eczane müşterisidir. Eczaneye herkesin yolu az ya da çok düşer. Eczaneler, kapısı sokağa, halka açı-lan işyerleri olduğu için bu olumlu ve olumsuz özellikleri birarada barındırıyor. İşyerlerinin kendilerine ait bir ruhu vardır. Bunu en çok etkileyen iş sahibinin duygusal, zihin-sel durumudur. İşyerini sevmeyen, sıkılmış bir eczacının eczanesinde işlerinin paralel şekilde iyi gitmediğini göz-lemleyebiliriz.

Öncelikle eczacımızın işinde sevdiği, başarılı olduğu ko-nuları ön plana alıyoruz. Yapmaktan sıkıldığı, delege et-

mek istediği işleri planlıyoruz. Eczane içinde değiştirilmesi gereken şeylere bakıyoruz. Satış yapmakta engel olan dü-şünce kalıplarını fark etmesini sağlıyoruz. Ertelenen işleri planlıyoruz.

Koçluk çalışmaları sırasında eczacımız, özel ve iş yaşamın-da daha keyifli zaman geçirmeye başlıyor. Bir personeli nasıl işe alacağı, nasıl ücret politikası izleyeceği, çalışan-larla iletişim konusunda nelere dikkat etmesi gerektiği, iş bölümünü nasıl yaptığı gibi eczane içinde yönetimsel anlamda sürekli karşılaştığı konularda tek başına kalmıyor. İhtiyaç duyulan konulara yine eczacımızın bilgi ve tecrü-besini ön plana çıkartarak çözüm üretiyoruz. Sonra uygu-lanan yöntemleri takip ediyoruz.

Çalışanlara verilmesi gereken eğitimleri belirliyoruz. Bazı eğitimleri ben veriyorum, bazı konu başlıklarını eczacı-mızla birlikte seçip, kendisine eğitim konusunda destek oluyorum. Çalışanların eğitim ortamını yaşamaları, işlerini daha fazla ciddiye alıp, önem vermelerini sağlıyor. Kendi-lerini bilgili, değerli hissediyorlar. Çevredeki çalışanlardan farklı olduklarını, geliştiklerini gözlemliyorlar. Öğrendikleri bilgiler işyerinde kendilerine güvenmelerine destek olu-yor. Daha kaliteli hizmet vermeye başlıyorlar. Gülümse-menin önemini, insana saygı duymanın değerini yaşıyor-lar. Kendileri de işlerine daha çok saygı duymaya başlıyor. Ne kadar hassas, önemli bir iş yaptıklarını bir kez daha anlıyorlar.

-Koçluk seansı almayan, alamayan biri kendiyle ça-lışmaya nereden ve nasıl başlayabilir? Yaşam Koçu bakışıyla eczacılık sektörü oradan nasıl görünüyor? Önerileriniz nelerdir?Koçluk seansı almayan eczacılarımız için önerilerim, ec-zaneniz ve kendi hayatınızda ertelediğiniz konuları mad-deler halinde yazıp sırayla yapmaya başlayabilirsiniz. Buradaki püf nokta, hangi madde kolay geliyorsa ondan başlamanız. Böylelikle liste azaldıkça yapmak kolaylaşa-caktır. Ertelemeler enerjimizi tıkar, bizi hareketsiz bırakır. Atalete yol açar.

İkinci olarak, çalışanlarınıza eğitim vermeniz hem size iyi gelecektir hem çalışanlarınıza. Mevcut bilgilerinizi eğitim hazırlığı yaparken tazelemiş olursunuz. Sizler eczacı ola-rak, çalışanlarınızın bilmediği pek çok şey biliyorsunuz. Çalışanlarınıza bildikleriniz içinden seçeceğiniz konularda sunum yapabilirsiniz.

Üçüncü adımda, eczanenizde sizi rahatsız eden şeyleri bulup yazın. Köşede kalmış eski bir sehpa, kullanılmayan dolap, personellerinizden birinin sakız çiğnemesi, beğen-mediğiniz dermokozmetik reyonu vb gibi... Bütün bun-ları maddeledikten sonra hangilerini değiştirebileceğiniz üzerine düşünebilirsiniz. En kısa zamanda her madde için adım atarsanız üzerinizden yük kalkacaktır.En temeli her konuda olduğu gibi eczanenizi sevin ya da seveceğiniz şekle çevirin.

Sevdiğimiz bir insan için güzel şeyler yapmak isteriz. Bü-tün bu adımları kendimizi seversek çok daha kolay atarız.Herkese kendisini sevdiği günler diliyorum.

Page 56: Farmalive dergi 8 sayı

54 Kasım - Aralık 2015

Helvacızade Grubu’na Bilim,

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan

Ar-Ge DesteğiTürkiye’nin en büyük 500 kurumu alanında yer alan,

1991 yılından itibaren gıda, 2000’li yıllardan itibaren Ar-

Ge ve üretim yatırımı gerçekleştiren Helvacızade Gru-

bu’nun Konya’daki Zade® & Zade Vital® İbn-i Sina Ar-Ge

Merkezi, T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan

Ar-Ge Merkezi belgesi almaya hak kazandı. Zade Vital®

markası ile Türkiye’nin ilk besin destekleri markasını

geliştiren ve üreten Helvacızade, Merkez’de yapacağı

çalışmalar ile, yenilikçi, katma değeri yüksek ve rekabetçi

ürünler geliştirecek.

Türkiye’de, üniversite & sanayi işbir-likleriyle, gıda ve sağlık alanında Ar-Ge yatırımı yapan ve inovatif ürün-ler geliştiren Helvacızade Grubu, Zade® & Zade Vital® İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi ile Türkiye’nin 200. Ar-Ge Merkezi olarak belgelendirildi. 5746 sayılı Kanunun Uygulama ve Dene-tim Yönetmeliği çerçevesinde Ar-Ge Merkezi almak üzere başvuruda bu-lunan Helvacızade Grubu, Değerlen-dirme ve Denetim Komisyonu’nun Zade® & Zade Vital® İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi’nde yaptığı inceleme-ler sonucunda, 1 Eylül 2015 tarihinde, Türkiye’nin sayılı Ar-Ge Merkezleri arasındaki yerini aldı.

14 Ekim 2015 tarihinde, Ankara She-raton Otel’de gerçekleştirilen 4. Özel Sektör Ar-Ge Merkezleri Zirvesi’nde düzenlenen törende, Helvacızade Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, Türkiye’nin 200. Ar-Ge Merkezi belgesini Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın elinden aldı.

Tahir Büyükhelvacıgil, Zade & Zade Vital İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi ile ilgili

yaptığı açıklamada; Helvacızade’nin 127 yıllık köklü bir kuruluş olduğunu, 1991 yılından itibaren üniversite & sanayi işbirliklerinin toplum sağlığına fayda sağlayacak pek çok hizmet ve ürüne dönüştüğünü ifade etti. Zade & Zade Vital İbn-i Sina Ar-Ge Merke-zi’nin Konya’da 200.000m² alan üze-rindeki Zade ve Zade Vital Üretim Tesisleri içinde yer aldığını belirten Büyükhelvacıgil, Ar-Ge Merkezi’nin çalışmalarının 2 yıldır sürdüğünü be-lirtti. Merkez’de doğal ürünler başta olmak üzere, besin takviyesi, ilaç ve gıda alanlarında yeni ürün çalışma-larının gerçekleştirileceğini söyleyen Tahir Büyükhelvacıgil, Merkez’de GMP (Good Manufacturing Practi-ces/İyi Üretim Uygulamaları) stan-dartlarında yeni ürün denemelerinin de yapılabileceğini ekledi. En yüksek teknolojiye sahip cihazlar ile dona-tılmış Ar-Ge Merkezi’nde altyapının Japonya, Hollanda, İsviçre, Almanya, Kore, İtalya ve İngiltere’den gelen cihazlarla sağlandığını sözlerine ek-leyen Tahir Büyükhelvacıgil, Zade & Zade Vital İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi ile küresel ölçekte ürün geliştiren ve üreten bir ülke olmamıza büyük bir

katkı sağlanacağını belirterek sözle-rini noktaladı.

Sabancı Üniversitesi, Boğaziçi Üni-versitesi, Selçuk Üniversitesi ve Ege Üniversitesi ile ortak projelerin yürü-tüldüğü Zade® & Zade Vital® İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi, yetkin Ar-Ge personeli ile ilaç, kimya, gıda, yem, tarım, ziraat, veterinerlik, eczacılık, tıp, besin destekleri, biyoteknoloji, tıbbi aromatik bitkiler ve çevre sek-törlerine hizmet veriyor.

Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma Uygulama Merkezi ARGEFAR ile işbirliği içinde Türkiye’nin ilk besin destekleri mar-kası Zade Vital®’i geliştiren ve üre-ten Helvacızade, Türkiye’de ilk defa geleneksel bitkisel bir tıbbi ürünün, Sağlık Bakanlığı beşeri tıbbi ürün ruhsatı alması başarısını da yine ül-kemiz adına gerçekleştirmiş bulu-nuyor. Helvacızade Grubu ayrıca, Konya’da başlatacağı “biyoteknoloji yatırımı” çalışmalarına devam ediyor.

HELVACIZADE GIDA İLAÇ KİMYA SAN. TİC. A.Ş. HAKKINDA:

BİR AR-GE HİKAYESİ

Page 57: Farmalive dergi 8 sayı

55farmalivedergi.com

Temelleri 1888 yılında atılan, o gün-den bu yana çalışma alanlarını geliş-tirerek, sürekli büyüyen Helvacızade, bugün Türkiye’nin en büyük 500 ku-rumu arasında yer almaktadır. 127 yıl önce helva, lokum ve reçel üretimi ile başlayan Helvacızade, çalışmalarına gıda toptancılığı ile devam etmiş ve 1989 yılında temelleri atılarak, 1991 yılında faaliyete geçen ZADE® Bit-kisel Yağ Rafinasyon Tesisleri ile sa-nayiye giriş yapmıştır. Helvacızade 3 temel iş kolunda faaliyet göstermek-tedir. ZADE® markası ile yemeklik bitkisel sıvı yağ üretimi gerçekleşti-ren Helvacızade, bu alanda dünyanın önde gelen üreticileri arasında yer almaktadır. ZADE® Tesisleri 16 farklı kalite ve sistem belgesine sahip ilk ve tek tesis konumundadır. Özel oto-masyon sistemlerinin kontrolünde, insan hatasından bağımsız üretim yapıldığı ZADE® Tesisleri’nde, her türlü bitkisel yağ, yüksek standartlar-da rafine edilmektedir. ZADE® Tesis-leri’nde üretilen ürünler dünya gene-linde beş kıtada, atmışı aşkın ülkeye gönderilmektedir. Sağlık alanında ZADE VITAL® markası ile besin des-tekleri ve beşeri ilaç üretimi gerçek-leştiren Helvacızade, 2012 yılından itibaren, ZADE VITAL®’i doktor ve eczacı danışmanlığında toplumla buluşturmaktadır. Türkiye’nin ilk be-sin destekleri markası olarak üretilen ZADE VITAL®, Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araş-tırma Uygulama Merkezi ARGEFAR işbirliğiyle, bugün 8 yıla ulaşan Ar-Ge çalışması sonucu geliştirilmiştir. Helvacızade aralarında aspir, ceviz, çörek otu, kabak çekirdeği, keten to-humu, nar çekirdeği, rüşeym, üzüm çekirdeği, ısırgan tohumu, susam, haşhaş gibi Türkiye'nin değerli bitki, meyve ve tohumlarını Soğuk Pres yöntemiyle dünya standartlarında bir besin desteği haline getirmiştir. ZADE VITAL® Türkiye genelinde sa-dece eczanelerde satışa sunulmak-tadır. ZADE VITAL® Serisi 38 çeşit ve 255 form ile alanında dünyanın, eczanelerde sunulan, en zengin se-risini oluşturmaktadır. Helvacızade ayrıca Türkiye’de ilk kez geleneksel bitkisel bir tıbbi ürünün Sağlık Ba-kanlığı’ndan beşeri tıbbi ürün ruhsatı alma başarısını elde etmiştir. Kon-

ya’da 2015 yılında faaliyete geçen ZADE VITAL® Ar-Ge ve Üretim Te-sisleri, GMP (Good Manufacturing Practices/İyi Üretim Uygulamaları) standartlarında üretim yapabilen, Avrupa’nın en büyük yumuşak kap-sül üretim tesisi olarak planlanmıştır. Helvacızade Grubu’un sağlık alanın-da gerçekleştirdiği üretim ve altya-pı yatırım tutarı 40 milyon Euro’dur. 1991 yılından itibaren ulusal ve ulus-lararası düzeyde üniversite, kurumlar ve otoritelerle Ar-Ge işbirliği yapan Helvacızade, üniversite-sanayi işbir-liklerinde lider konumdadır. Helvacı-zade tarafından gerçekleştirilen Ar-Ge çalışmaları ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok yayınlara ve ürün İLK’lerine dönüştürülmüştür. Doğal Ürünler Araştırma Uygulama Merke-zi ile Selçuk Üniversitesi ve Ege Üni-versitesi ile Türkiye’de örnek olacak bir işbirliği projesi gerçekleştirilmek-

te; Türkiye’de yetişen ve değerlen-dirilmeyen endemik bitkilerin ürün geliştirme çalışmaları yapılmaktadır. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından, 1 Eylül 2015 tarihinde Tür-kiye’nin 200. Ar-Ge Merkezi olarak belgelendirilen Zade®&Zade Vital® İbn-i Sina Ar-Ge Merkezi’nde, be-sin destekleri, gıda ve ilaç alanında yeni ürün geliştirme ve paten alma işlemleri gerçekleştirilmektedir. Hel-vacızade’nin gelecek yatırımı “biyo-teknoloji” alanında gerçekleşecektir. Helvacızade Grubu, diğer bir iş kolu olan distribitörlük alanında dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen markala-rının Türkiye geneli dağıtımlarını da gerçekleştirmektedir. 2014 yılı cirosu 294 milyon TL, 2015 ciro hedefi 420 milyon TL olan Helvacızade’nin ge-nel merkezi ve üretim tesisleri Kon-ya’da, sağlık operasyonlarının genel merkezi İstanbul’da yer almaktadır.

Page 58: Farmalive dergi 8 sayı

56 Kasım - Aralık 2015

[email protected]üleyman Akyüz

BELİRLİ SÜRELİ İŞ AKDİ İLE ÇALIŞANLARINKIDEM VE İHBAR TAZMİNATI HAKLARI

Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçilerin kıdem ve ihbar tazminatına hak sahibi olabilir-ler mi? Sualine her zaman hayır ve evet şeklinde tek cevap verme imkanı olmaması ne-deniyle, çalışanlarla çalıştıran yönünden belirsizlikler, beklen-tiler ve uyuşmazlıklar çalışma hayatında varlığını sürdür-mektedir. Bu yazımızda, belirli süreli iş sözleşmesi ile istihdam edilen işçilerin hangi hallerde ihbar ve tazminatı almaya hak sahibi olacakları açıklanmaya çalışılacaktır.

b- İşçi tarafından 4857 sayılı Ka-nun’un 24. maddesi uyarınca;

c- Muvazzaf askerlik hizmeti dolayı-sıyla;

d- Bağlı bulundukları kanunla kuru-lu kurum veya sandıklardan, yaşlılık, emeklilik veya malûllük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla,

e- 506 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile geçici 81. maddelerinde belirtilen emekli olma şartlarından, yaş sınırı hariç, diğer iki şartı (prim ödeme ve sigortalılık süresini) tamamlayarak;fesih edilmesi veya

f- Kadın işçilerin evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzu-su ile veya

g- işçinin ölümü sebebiyle son bul-ması halinde

kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin devam ettiği her yıl için 30 günlük son ücret üzerinden ödenmektedir.

Yukarıda da açıklandığı gibi, belir-li süreli iş sözleşmeleri, sözleşmede belirtilen sürenin dolması ile kendi-liğinden sona ermektedir. Bu sona erme şekli, işçi ve işverenliğin tek taraflı tasarruf ve eylemi ile gerçek-leşmemektedir. Akdin yapılması sıra-sındaki ortak irade ve tasarruflarıyla kararlaştırılmış olan bir son bulma hukuki olayıdır.

Belirli süreli iş sözleşmesinin süresi-nin dolması ile kendiliğinden sona ermesi hali, yukarıda 1475 sayılı Ka-

BELİRLİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ4857 sayılı İş Kanunu’nun 11. mad-desinin ilk fıkrasında; “İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin ta-mamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşulları bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.” şeklinde belirli süreli iş sözleşmesinin tanımı ve yapılma biçimi sayılmaktadır.

Bu tanımlamaya göre, belirli süreli iş sözleşmesinin yazılı olarak yapılması ve sözleşmenin başlangıç ve bitim tarihinin (süresinin) gün, ay ve yıl olarak belirtilmesi ya da belirli süre,

belirli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkmasıyla sınırlı ve geçerli olacağı şeklinde be-lirlenmelidir.

Belirli süreli iş sözleşmesinde aksine bir hüküm yoksa iş sözleşmesinde belirtilen sürenin dolması ile belirli süreli iş sözleşmesi herhangi bir fesih ihbarına gerek kalmaksızın kendili-ğinden sona ermektedir.

Aynı maddenin 2. fıkrasındaki: “Belirli süreli iş sözleşmesi esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zin-cirlime)yapılamaz. Aksi halde iş söz-leşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.” Hükmü, gerekse birinci fıkradaki hüküm birlikte de-ğerlendirildiğinde; İş Kanunu genel kural olarak iş sözleşmelerinin belir-siz süreli olarak yapılması yaklaşımını benimsemektedir. Başka bir ifadeyle geçici işlerle ilgili belirli süreli iş söz-leşmesinin yapılabileceğini, daimi ve sürekli işlerle ilgili belirsiz süreli iş sözleşmelerinin yapılmasını amaçla-maktadır.

BELİRLİ SÜRELİ İŞ AKDİ İLE ÇALI-ŞANLARIN KIDEM TAZMİNATIEski 1475 sayılı İş Kanunu’nun yürür-lükte olan 14. maddesinde, kıdem tazminatını kazanma şartları ile he-saplama esasları belirtilmektedir.Madde metninde kıdem tazminatına hak sahibi olma halleri 7 ayrı madde halinde sayılmaktadır. Bunlar;İşçilerin hizmet akitlerinin;

a- İşveren tarafından 4857 sayılı Ka-nun’un 25. maddesinin 2 numaralı bendinde gösterilen sebepler dışın-da;

Page 59: Farmalive dergi 8 sayı

57farmalivedergi.com

nun’un 14. maddesinde sayılan 7 ayrı kıdem tazminatı ödeme halle-rine girmediğinden, belirli süreli iş sözleşmesiyle çalışan işçilere süre bitiminde kıdem tazminatı ödene-meyecektir.

Ancak;

a- Esaslı bir neden olmadığı halde, sürekli ve daimi işlerde, kanuni bir takım yükümlülüklerden kaçınmak amacıyla, belirli süreli iş sözleşmesi yapılarak (Örneğin, daimi bir işyeri-nin güvenlik, temizlik, büro gibi hiz-metlerinde asgari ücretle istihdam edilen işçilerle 10-15 yıllık belirli sü-reli iş sözleşmesi yapılması gibi) akit yapma hakkının kötüye kullanıldığı izlenimi veriliyorsa; Yargıtay karar-larında da “Süreklilik arz eden işte, imalat işçisi olarak çalışan davacı işçi ile belirli süreli iş sözleşmesi ya-pılmasını gerektirir objektif haklı bir neden bulunmamaktadır. Bu neden-le sözleşmenin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli olduğunu kabulü gere-kir.”(1) görüşü vurgulandığı gibi, 4721 sayılı Medeni Kanun’un 2. maddesin-deki “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” genel kuralı gereğince, iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliği taşıması-na rağmen, belirli süreli iş sözleşmesi yapıldığı değerlendirilmesi yapılarak işçilere kıdem tazminatı ödenmelidir.

b- Belirli süreli iş sözleşmesi yapıl-ması, kanuni bir zorunluluk nedeni ile yapılmış ve süre bitiminden önce işveren tarafından belirli süreli iş söz-leşmesinin yenilenmeyeceği işçiye bildirilmemişse, süre sonunda işçi-nin işbaşı yaptırılmamak suretiyle iş sözleşmesinin feshi işlemi, işverenin davranış ve tasarrufundan kaynak-lanması ve bu davranışında haklı bir nedene dayanan fesih hallerinden olmamasından dolayı, işçi yararına yorum ilkesi de dikkate alınarak işçi-ye kadem tazminatı ödenebilmelidir.

Konuyu somut örnekle açıklamak gerekirse;

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9. maddesinin ilk fıkra-sında;

“Kurumlarda çalışan yönetici, öğret-men, uzman öğretici ve usta öğreti-ciler ile kurucu veya kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır. Mazeretleri ne-deniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak olan-lar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.” Denmekte ve bu neden-le özel öğretim kurumları öğretmen ve yöneticileri ile belirli süresi bir yıl olan zincirleme yazılı iş sözleşmeleri yapılmaktadır. Eğitim ve öğretim hiz-metlerinin daimi olması nedeniyle, bu zincirleme sözleşmeler yıllar yılı devam etmektedir. Belirli süreli iş sözleşmesi yapılması tarafların ser-best iradesi ile ortaya çıkan bir olgu olmayıp, 5580 sayılı Kanun’daki yü-kümlüğün yerine getirilmesinden doğmaktadır. Nitekim, Yargıtay 9. HD’nin bir Kararı’nda; “Son sözleşme bir ay önce fesih ihbarı yapılmadığı için yenilenmiş ve davacı yeni öğ-retim yılı başında 16.09.1991 günü okula gelerek göreve başlamak is-temiş ise de; işveren tarafından gö-reve başlatılmadığı ve yerine başka bir öğretmenin alınmış olduğu ve böylece, işe kabul etmemek suretiy-le hizmet akdinin işveren tarafından sona erdirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı kıdem tazminatı is-temeğe hak kazanmıştır.”(2) görüşü-nü benimsemiştir.

BELİRLİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ İLE ÇALIŞANLARIN İHBAR TAZ-MİNATI4857 sayılı İş Kanunu’nun ihbar taz-minatı ve süresini düzenleyen 17. maddesinin ilk fıkrasında; “Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildiril-mesi gerekir.” hükmüne yer verilmek-te; 2. fıkrada da belirsiz süreli iş söz-leşmesinin feshinden önce uyulması gereken ihbar süreleri 2 hafta ile 8 hafta arasında sayılmaktadır.

Belirli süreli iş sözleşmelerinin, söz-leşmede kararlaştırılan sürenin (ta-rihin) dolması ile kendiliğinden son bulması nedeniyle tarafların fesih ihbarında bulunma yükümlülükleri bulunmamaktadır. Yukarıda madde metninde açık bir biçimde belirtildi-

ği üzere, İş Kanunu’nun 17. madde-sindeki fesih işleminden önce ihbar mehili (öneli) ve ihbar tazminatı ver-me hususu, belirsiz süreli iş sözleş-meleriyle ilgilidir. Bu nedenle belirli süreli iş sözleşmesinin süresinden önce fesih edilmesi halinde, İş Ka-nunu hükümlerine göre ihbar süresi verilmesine veya ihbar sürelerine iliş-kin ihbar tazminatı ödenmesi de söz konusu olmayacaktır.

İşçi ve işveren yönünden özel bir ka-nun olan İş Kanunu’nda belirli süreli iş sözleşmelerinin feshi konusunda bir hükmün olmaması nedeniyle, şayet iş sözleşmesinde özel bir fe-sih yaptırımı kararlaştırılmamışsa; çalışanlar yönünde daha genel bir kanun sayılan 818 sayılı Borçlar Ka-nunu’nun 325. maddesindeki; “İş sa-hibi işi kabulde temerrüt ederse, işçi taahhüt ettiği işi yapmaya mecbur olmaksızın mukaveledeki ücreti iste-yebilir. Şu kadar ki işi yapmadığından dolayı tasarruf ettiği yahut diğer bir iş ile kazandığı veya kazanmaktan kas-ten feragat eylediği şeyi mahsup et-tirmeğe mecburdur.” Hükmüne göre değerlendirme yapmak gerekecektir. Örneğin, bir işçi ile işveren arasında yapılan ve belirli süresi 3 yıl olan ya-zılı iş sözleşmesi yürürlükte iken, sü-renin dolmasına bir yıl kala işveren tarafından 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin 2. bendinde sayılan se-bepler dışında iş sözleşmesinin fesih edilmesi halinde, işçiye çalıştırılmadı-ğı bir yıllık sürenin ücretinin ödeme-si, ödenecek miktardan işçinin başka bir işe girmek suretiyle elde ettiği kazançlar ile kasten çalışmaktan ka-çınması nedeniyle mahrum kaldığı kazançlar düşülmelidir.

İşçi ile işveren arasında yapılmış olan belirli süreli iş sözleşmesinin, belirle-nen süreden önce taraflardan biri ta-rafından fesih edilmesi hali, cezai bir yaptırıma bağlanmışsa, sözleşmede belirtilen cezai yaptırımın uygulan-ması gerekecektir(3). Örneğin, işçi ile işveren arasında yapılan ve belir-li süresi 5 yıl olan iş sözleşmesinde, sözleşmeyi süresinden önce fesih eden taraf, karşı tarafa 5.000 TL cezai tazminat ödeneceği kararlaştırılmışa; bu cezai yaptırım BK’nın 161. madde-sindeki sınırlamalar dikkate alınarak uygulanmalıdır.

Page 60: Farmalive dergi 8 sayı

58 Kasım - Aralık 2015

Doç. Dr. Şekip Altunkan / Bir Hastalık

Tansiyon Hastaları Cinsel Güç Artırıcı İlaçları Kullanabilirler mi?Cinsel güç artırıcı ilaçlar piyasada çok çeşitlidir. Daha önceki bir yazımda, libido kaybı dediğimiz cinsel isteksizliğin temelinde daha çok psikolojik sorunların yattığını söylemiştim. Bu sorunun çözümü ancak düzenli bir psikoterapi ile sağlanabilir. Yine piya-sada afrodizyak olarak tanımlanan cinsel gücü artırıcı besin tak-viyeleri ve bitkisel ilaçlar vardır. Bunların bir kısmının etkisi kanıt-lanmamıştır. İlaç diye sunulanların ise kaynağı belli değildir. Ayrıca zararlı etkileri olabilir. Yazıda bu konulardan bahsetmeyeceğim. Ama ilerideki bir yazımda sertleşme probleminin çözümünde ilaç dışı yöntemlerden de bahsetmek istiyorum.

Bu yazıda anlatacağım ilaçlar, 20.yüzyılın en önemli keşif-lerinden birisi olarak değerlendirilen, sildefanil (Viagra), vardefanil (Levitra) ve radalafil (Cialis)’dır. Bu ilaçların et-kilerinden ve yüksek tansiyon ile ilişkilerinden bahsede-ceğim.

Sertleşme problemi yaşayanların önemli bir kısmının ne-denleri de aslında psikolojiktir. İyi bir psikolojik destek ile bu sorun çözülebilir. Ancak kronik hastalıkların sertleşme problemi yaratan önemli faktörlerden birisi olduğunu daha önce yazmıştık. Ayrıca kullanılması hayati öneme sa-hip bir kısım ilaçlarda sertleşme problemine yol açabilirler. O zaman ne yapılması lazım. İşte devreye fosfodiesteraz inhibitörleri dediğimiz, Viagra, Levitra ve Cialis girmek-tedir. Bu ilaçlar aslında damar genişletici ilaçlardır. Kalp ilacı olarak geliştirilmeye çalışılırken, penis damarlarını genişlettikleri saptanmış, bunun üzerine sertleşme ile ilgili etkileri üzerine yoğunlaşılmıştır. Penis damarlarını geniş-lettikleri zaman, kan damarlara dolmakta, böylece penis büyümekte ve sertleşmektedir. Etkileri tamamen “hidrolik” bir etkidir.

Page 61: Farmalive dergi 8 sayı

59farmalivedergi.com

Yaşam kalitesini bozan sertleşme problemine önemli bir çözüm getiren bu ilaçlara karşı hastalarda bir çekingen-lik mevcuttur. Özellikle bazı ünlülerin bu ilaçlar nedeniyle vefat ettikleri söylentisi yaygındır. Kanıtlanmamış söylen-tiler insanları çok etkilemekte ve bu ilaçları kullanmaktan kaçınmaktadırlar. Tansiyon hastalarında da bu ilaçların tansiyonlarını yükselteceği veya kalplerine zararlı olaca-ğı düşüncesi vardır. Bir önceki paragrafta da bahsettiğim gibi, bu ilaçlar damarları genişletirler. Bu etkileri nedeniyle tansiyonu yükseltmezler. Ayrıca sağlam kalbe de hiçbir zararlı etkileri yoktur. Hasta kalpte bile doktorun tavsiye-lerine uygun olarak kullanılabilirler.

Bu ilaçlar birçok tansiyon ilacı ile birlikte rahatlıkla kullanı-labilirler. Sadece alfa blokör (Cardura) dediğimiz tansiyon ilaçları ile birlikte kullanılmalarının sakıncası olduğu ileri sürülmektedir. Bu ilaç ile birlikte kullanılırlarsa ani tansi-yon düşmesine yol açabileceği söylenmektedir. Özellikle

ileri yaşta ani tansiyon düşmeleri, kişide düşmeye ve buna bağlı problemlere yol açabilir.

Sertleşme problemini gideren ilaçların kullanılmaması ge-reken en önemli grup, nitrat türü ilaçları (İsoket, İsordil, Monoket, Danitrin, Natispray vb) kullanan kalp hastala-rıdır. Bu ilaçlar ile birlikte alınırlarsa kan basıncında aşırı düşmeye neden olarak risk oluşturabilirler.

Peki bu ilaçların yan etkileri var mıdır? Evet vardır ama genellikle hafif yan etkilerdir ve geçicidir. Bunları sıklık sırasına göre sayarsak, baş ağrısı, yüzde kızarıklık, mide şikayetleri, burunda tıkanıklık hissi, baş dönmesi, geçici görme bozuklukları, sırt ve kas ağrılarıdır. Çok nadiren bazı kalıcı görme bozuklukları yaptıkları ileri sürülmekte-dir. Ama bu ilaçların yan etkilerinden olup olmadığı tam kanıtlanamamıştır.

Bu ilaçların etkileri genellikle 30 dakika sonra başlar. Etki süreleri formüllerine göre değişiktir. Ağır ve yağlı gıdalar etkenliklerini azaltabilir.

Bu ilaçların birbirlerine kanıtlanmış bir üstünlükleri yoktur. Hastanın deneyimi önemlidir. Bazı kişilere iyi gelen ilaç, diğerine iyi gelmeyebilir. Bu nedenle ilaç etki yapmadı diye hastaların üzülmesi doğru değildir. Diğerlerini de de-nemelerinde fayda vardır. Ayrıca bu ilaçların etki yapması için mutlaka bir cinsel uyarana ihtiyaç olduğu unutulma-malıdır.

İlaç ilk dozda etkili olmazsa moral bozmamak gerekmek-tedir. Üst üste 4-5 gün alınmasında yarar vardır. Bu tak-dirde etkili olabilir. Kronik hastalığa bağlı olan sertleşme problemlerinde başlangıçta maksimum dozda alınmasın-da yarar vardır.

Page 62: Farmalive dergi 8 sayı

60 Kasım - Aralık 2015

A’DAN Z’YE BOŞANMA

Türk Medeni Kanunumuzdaki boşanma nedenleri; özel boşanma nedenleri ve genel boşanma nedenleri olarak ikiye ayrılır. Biz, özel boşanma nedenlerine mutlak; genel boşanma nedenlerine ise nisbi boşanma nedenleri diyoruz.

Av. Senem Yılmazel - Hukuk

Özel boşanma nedenleri: zina, hayata kast, terk, pek kötü muamele, onur kırıcı davranış, suç işleme, haysiyetsiz ha-yat sürme ve akıl hastalığıdır.

Genel boşanma nedenleri tek tek kanunda belirlenme-miştir. Evlilik birliğini temelden sarsan her durum genel boşanma nedenidir. Türkiye’de ve Dünya’da en çok ge-nel boşanma nedenleri ile boşanma gerçekleşmektedir. Taraflar arasındaki paylaşım eksiklikleri, kültür farklılıkları, tarafların hayattan beklentilerindeki, istek, ihtiyaçlarında-ki, hayata bakışlarındaki önemli farklılıklar ve taraflardan birinin bu farklılık veya eksiklik nedeni ile evlilik birliği içerisinde kalmak istememesi genel boşanma nedenlerini oluşturmaktadır. Örneğin eşlerden birinin aşırı titiz diğe-rinin aşırı dağınık olması, birinin gezmeyi çok sevip; diğe-rinin evde oturmak istemesi, birinin ailesine aşırı düşkün olup; diğer eşin ailesi ile tamamen kopuk olması, birinin haftada bir banyo yapıp; diğerinin günde 2 kez banyo yapması, birinin çok sorumluluk sahibi diğerinin sorum-suz olması, eşlerden birinin çok sadık diğerinin sadakatsiz olması ve sayısız farklılıklar, paylaşım eksiklikleri nedeni ile evlilik birliği sarsılmış; tarafların ortak hayatı çekilmez hale gelmişse genel boşanma nedeniyle boşanma davası açılabilir.

Genel olarak boşanma nedenleri: sorumsuzluk, geçimsiz-lik, eğitimsizlik, işsizlik ve ekonomik bunalım, karşı cinse karsı güvensizlik ve aşırı kıskançlık, kişiler arası aşırı yaş farkı, kadın ve erkek arasındaki maddi dengesizlik, erke-ğin veya kadının aşırı derecede aile düşkünlüğü, şiddet ve hakaret, eşiyle cinsel ilişkiye az girme veya hiç girememe, kültür farklılığı, kişilerdeki psikolojik sorunlar, alkol, kumar

Page 63: Farmalive dergi 8 sayı

61farmalivedergi.com

uyulması gerekir. Bu kurallar, öğrenme tarihinden itibaren 6 ay içerisinde dava açılması gerektiği veya çeşitli ihtarna-melerin gönderilmesine dair şekle bağlı kurallardır. Ancak genel boşanma nedeni ile evlilik birliğinin sarsılmasında, şekil kurallar söz konusu değildir.

Biz şiddetli geçimsizliği evlilik birliğinin temelden sarsıl-ması olarak tanımlıyoruz. Evlilik birliği, ortak hayatı sür-dürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede teme-linden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Hangi olayların evlilik birliğini temelden sarsacağını tek tek belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu olay veya du-rumlar kişiden kişiye değişir.

Eşler arasında, evlilik ilişkisini sürdüremeyecek bir durum varsa şiddetli bir geçimsizlik var demektir. Şiddetli geçim-sizlik sürekli kavga etmek olarak anlaşılmamalıdır. Şiddetli geçimsizlik: uyuşamamak nedeni ile bir arada iken mut-suz olmak; paylaşım eksikliği, farklılık, uyumsuzluk nedeni bir arada yaşamak istememek yani evlilik birliğinin temel-den sarsılması demektir.

Evliliğin en az 1 yıl sürmesi ve boşanmanın sonuçları ko-nusunda anlaşmaları koşuluyla eşler, aralarında anlaşarak birlikte boşanma davası açabilir. Yada biri diğerinin açtığı boşanma davasını kabul edebilir.

Yukarıda boşanma nedenleri ile ilgili kısa açıklamalarımı arz ettim. Bundan sonraki yazımda boşanma davasında nelerin talep edilebileceği, mal paylaşımının nelere göre yapılabileceği, mal paylaşım sözleşmelerinin nasıl düzen-lenmesi gerektiği hakkındaki bilgileri sizlerle paylaşaca-ğım.

vs. kötü alışkanlıklar, ahlaki değerler gibi nedenler sıra-lanmaktadır.

Genel boşanma nedenleri ile belirli koşullara uyulma-sı beklenmeksizin her zaman dava açılabilir. Ancak özel boşanma nedenleri ile boşanma davası açılabilmesi ka-nunda şekli kurallara bağlanmıştır. Özel boşanma nede-niyle boşanma davası açabilmek için bu kurallara mutlaka

Page 64: Farmalive dergi 8 sayı

62 Kasım - Aralık 2015

Diamon Eros

?Senin Marka Değerin Nedir

Geçenlerde facebookta gözüm bir devlet başkanının videosuna ilişti. Latin Amerika ülkelerinden biri olsa gerek. Şöyle diyordu başkan; "Bizler, ihtiyacımız olmayan bir şeyi satın aldığımızda aslında harcadığımız şey para olmuyor. Ömrümüzden, o pa-rayı tekrar kazanabilecek kadar zaman harcıyoruz. "Ne kadar da güzel bir bakış açısı diye geçirdim içimden...

Page 65: Farmalive dergi 8 sayı

63farmalivedergi.com

başkan, müdür vs.) ismimizle birlikte anıldığında, bize kattığı bir değer vardır. Bu sizin normalde kişiliğinizi de-ğiştirmese bile, özgüveninizi olumlu yönde etkileyecektir. Ancak yine de bütün bunların dışında, içinizde hiç değiş-meyen bir insan vardır ki, o öz olan sizsiniz. Neye sahip olursanız olun, onu değiştiremezsiniz.

Rahmetli dedem çok muhterem bir insandı, ve sonradan öğrendim ki, kendisi sufi dervişiymiş. Ne yazık ki, çok uzun tanıma fırsatım olmadı. Yine de tanıdığım kadarı, bana çok şey katmıştır diye düşünüyorum. Amcam 1965 yılın-da üniversiteyi bitirdiği zaman devlet dairesine müracaat etmiş ve o yıllarda üniversite mezunu çok az olduğundan istediği yere Yapı İşleri Bölge Müdürü olarak atanmış. İlk maaşıyla da hem babaanneme elbiselik kumaş ve hem de dedeme hazır bir takım elbise almış ve iş çıkışı heyecan-la babasına vermek üzere eve gitmiş. Dedem bahçedeki sulama havuzunun kenarında toprakla uğraşıyormuş ve ona, " Baba bak ilk maaşımı aldım ve sana da kabul eder-sen bunu aldım inşallah güle güle giyersin" diyerek, takım elbiseyi uzatmış. Amcamın anlattığından aklımda kaldığı kadarıyla dedem, alıp şöyle bir baktıktan sonra, sulama havuzunun içine yepyeni elbiseyi atıvermiş. Üstelik bu da yetmezmiş gibi paçalarını sıvayarak havuzun içine girmiş ve elleriyle elbiseyi ovuştura ovuştura yıkamış. Akabinde de buruşuk bir halde onu bahçedeki ipe asmış. Amcam kısa bir şok anından sonra babasının beğenmediğini dü-şünerek hayli üzülmüş ve nedenini kesin olarak öğrenmek için büyük bir istek duymuş. O tarihteki terbiye usulüne göre bunu babasına direk soramazmış ve o da hemen an-nesine giderek durumu anlatmış. Babasının neden böyle davrandığını, bir şekilde annesine söyleyebileceğini umu-yormuş. Neyse ki babaannem onu yanıltmamış. "Oğlum ben gece babana sorarım, sabahta sana nedenini söyle-rim, sen üzme kendini hadi" diyerek amcamı teselli etmiş. Amcam, sabahı sabah etmiş... Kalkar kalkmaz annesine giderek ne diyeceğini merakla bekliyormuş. "Anneciğim, sorabildin mi babama?"

"Evet oğlum sordum ve dedi ki; eğer aldığı elbiseyi o şe-kilde giyseydim, insanlar bana mı selam veriyorlar, yoksa elbiseme mi anlayamazdım. Oysa şimdi bu kırışık ve artık yeni gözükmeyen elbiseyi giydiğimde bileceğim ki, sela-mı bana verecekler. "

İşte bu benim çocukluğumdan kalma çok önemli bir ha-yat dersimdir. Selamı bize vermeyenlerle iletişim çabası niye? Bize, hiç ihtiyacımız olmayan şeyleri aldıran, birik-tirten de, otomatik olarak davranış biçimlerimize toplum-dan modelleyerek kopyaladığımız bir tutumdur. Aslına bakacak olursanız, toplumlardaki hiç kimse bunun ger-çekten neden yapılageldiğinin farkında değildir. Sadece yapmak bir refleks haline gelmiştir. Bana kalırsa, gelecek ömrümüzü boş şeyler uğruna bugün harcamamak, hayatı daha öz değerimize sahip çıkarak değerlendirmek hayrı-mıza olacaktır. Zira, insanın çok daha mühim bir görevi vardır, Kendini Bilmek...

Düşünsenize; ihtiyacımız olmayan çantalar, ayakkabılar, kıyafetler, hiç içinde oturmadığımız evler, yazlıklar ve daha neler neler... Çoğunu bir kereden fazla kullanmayacağımız bir sürü eşya için kimilerimiz günlerce, aylarca ve hatta yıllarca zaman harcıyoruz. Peki ne için? Ne oluyor da biz satın alma arzumuzdan vazgeçemiyoruz? Bunun çok belli başlı davranış sebepleri var elbette. İşte size bunlardan bazıları; Etrafımızdaki diğer insanların sahip oldukları bu takım şeylerle övünerek bizi tahrik etmemeleri ve ego-muzun incitmemeleri için, toplumsal statümüzü koru-yabilmek için. Eksikliğini duyduğumuz duygunun yerine satın aldıklarımızı ikame etmek için. Güçlü ve muktedir görünebilmek için. Sosyal hayatımızda, rekabet içinde olduğumuzu düşündüğümüz birileri o şeye sahip diye. Hepsi bu kadarla sınırlı değil, ben sadece aklıma ilk ge-lenleri yazdım...

Günümüz dünyasında her bir ürünün bir marka değeri olduğu gibi, insanlarında böyle değerleri vardır. Bizim toplum içerisindeki yerimizi belirleyen ve bize sahip ol-duklarımıza göre değer biçen bir topluluk içinde yaşıyo-ruz. Bunun içindir ki; kullandığımız arabanın, parfümün, kıyafetin, restorantın, oturduğumuz semtin hatta şehrin varsa ünvanımızın (yazar, profesör, Dr., yüksek mühendis,

Page 66: Farmalive dergi 8 sayı

64 Kasım - Aralık 2015

[email protected]Ümit Adıgüzel

Zel Tasarım

ECZANEDE SATINALMA VE DEPO İLİŞKİLERİ-2

Geçen yazımda; depoların Eczanelere bakışı, dünden bugüne gelişimi, vizyon ve mis-yonlarından bahsetmiş, özetle ulusal depolara güvenilmesi, hizmet ve çeşit açısından ciddi bir rekabet içinde olduklarını ancak yine de “etkin satın alma” için kontrol ve araştırma gerek-liliğini anlatmıştım… Bu yazım-da ise sizi rakamlara boğma-dan aldığınız malın karlılığı ile ilgili basit ve işinize yarayacak formüller vereceğim.

Serbest Eczacılık yapan Eczacıları-mızın, başarı için birçok vasfı barın-dırıyor olması lazım. Mesleki bilgi ve donanım, çeşitli eğitimler ve kaynak-larla bilgi güncellemesi, sağlık danış-manlığı, ekip liderliği, hasta takibi, reçete kontrolü, genel gider ve mas-rafların dengelenmesi vs. vs. bunlar yeterli mi? Bence değil, her Eczacı-mız satın alma ve satış konusunda da bilgili olmalı ve bu işe zaman ayırmalı. İyi satın alma yapmak tabi ki önemli… Ancak aldığınız ürünü sata-mıyor ya da sattıramıyorsanız ürünü %90 isk. İle alsanız bile zarar edi-yorsunuzdur. Çünkü her ürünün bir stok maliyeti ve miadı olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Ürünlerin (ilaç ya da ilaç dışı) miadları sürekli

ürünleri konsinye bile alsanız, Ecza-nenizin ürün kirliliğine dönüşmeme-sine dikkat etmelisiniz…

Mf mi iskonto mu vade mi? Burada önemli olan sizin finans ya-pınız, kurum reçetesi oranınız ve ilaç dışı satış oranınızdır. Ama yinede önemli olan satış hızı ve stok devir hızınızdır. Mf mi değerli yoksa is-kontomu ona bakalım… Mf oranı isk. oranı10+1 %10 %910+2 %20 %16 50+50 %100 %50 ( mf/ana mal+mf) yani (50/100)Görüldüğü gibi ürünü 1+1 alsanızda iskonto değeri %50 dir, aynı mantıkla iskontoyu mf ye dönüştürürsek;

İsk. oranı mf oranı %20 %25 %30 %42.85 (isk oranı/isk. Oranı-100 ) yani (30/70 ) Özellikle toplu ürün alırsanız, yukarı-daki basit hesaplama ile mf ve iskon-to oranlarınızı analiz edebilirsiniz. Bu hesaplamalar ışığında satış hedef-leri belirleyebilir, kofre ürün, ya da hediyeli satış yapmak için kar-lılığınızı oranlayabilirsiniz.

Bu hesaplama teknikleri çoğaltılabilir. Firma ve depolar aksiyon yaparken bu tür hesaplama tekniklerini kul-lanarak, satışlarını domine ederler. Aynı zamanda satış ekibine verilecek prim,bütçe hazırlama yada hediyeli satış aksiyonlarında kullanırlar..

Bu hesaplamalar ilginizi çektiyse de-vam ederiz, sorularınız olursa, mail ile cevaplandırırım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere… Sağlıcakla, hoşça-kalın.

kontrol edilmeli ve “ilk giren ilk çıkar” kuralını uygulamanız, uygulatmanız fire vermemek açısından elzemdir. Miadı geçen ürünün maddi kaybı bir yere, imha prosedürü bile sıkıntılı ve uğraştırıcıdır.

Bu sebeple ürün alır, satarken prag-matik davranmalı, stok devir hızını kontrol ederek stoğu eritmeye çalış-malı, yine de olmuyorsa iade etme-liyiz.

Stok devir hızı…Kısaca aldığınız ürünün, satılana ka-dar bekleme süresidir. Eczaneleriniz-de kullandığınız programlarda (giriş ve çıkışları düzenli yapıyorsanız…) ,istediğiniz tarih aralığında raporla-yabilirsiniz. Kümülede de bakabilirsi-niz… Örneğin Eczane cironuz 50.000 TL, stoğunuz 100.000 TL ise kümüle stok devir hızınız 2 aydır… Bir ürün 2 ayda 60 adet satılmış ve elinizde 120 adet varsa 4 aylık daha stoğunuz var demektir ve bu ürünün satışı mercek altına alınmalıdır. Mevsimsel stok-ladığınız ürünler mevsim sonunda yavaşlayacağı için miad kontrolü ya-pılmalı, takas ya da iade edilmelidir. (grip aşıları, anti griballer, pastiller, güneş kremleri vs.) bu tür ürünlerin stoğu denetlenmez ise elinizde ka-labilir, fire oluşturur. Hatırlarsınız; Bir dönem kuş gribi nedeni ile temizle-yici jeller talebe karşılık verilemediği için yok satılıyor, firmalar mal yetiş-tiremiyordu. Üretici firmalar vardiya yaptırarak, ek tesisler kurarak talebe yetişmeye çalıştılar, depolar ve Ecza-nelerde bolca stok yaptılar… Bir gece dönemin Sağlık Bakanı “jel temiz-leyiciler yetersizdir” dedi ve… Tüm depolar ve Eczanelerin elinde ciddi stoklar oluştu, yatırım yapan firma-lar zarar etti… Bunun gibi örnekler, moda ürünler (!) yine olacak. Bu

Page 67: Farmalive dergi 8 sayı

65farmalivedergi.com

Duygu Esirger

Tomris Uyar ve Âşıkları

Üç büyük şairin uğruna, bir küçücük bakışına şiirler yazdığı kendisi de yazar olan Tomris Uyar’dan bahsetmek istiyorum. Hangi kadın Tomris Uyar’ın yerinde olmak istemez ki… Fakat kendisinin bu büyük şairler tarafından özel hissettirilmesine kayıtsız kalması ve bu aşklar hakkında çok yazılıp çizilmesini istememesi de çok ayrı bir mevzu.

Tomris Uyar’ı bir parça anlamak istiyorsanız onun öykü-lerine bir göz atmalısınız. Satır aralarında saklı samimi Tomris’i hemen bulacak ve neden bu aşkların ön plana çıkmasını istemediğini anlayacaksınız.

Tomris Uyar edebiyatla ilişkili bir ailede dünyaya gelmiş. Babasının bir şiir kitabı, annesinin de çevirileri bulunmak-tadır. O da Arnavutköy Kız Koleji sıralarındayken öykü yazmaya başladı. Bitirdiği Gazetecilik Enstitüsü’nden son-ra da annesi gibi çeviri yapmaya başladı. Edebiyat dün-yasına ilk adımı da Varlık Dergisi’nde çıkan ‘Şeker Bebek’ öyküsüyle oldu. Tomris Uyar, bu aşklar karşısında asla duygularıyla hare-ket etmedi. Kendi iç dünyasına nasıl objektif bakabildiyse kendisi için yazılmış şiirler, dizeler karşısında da etkilenip ve asla gurura kapılmadı. Bu şairlerle dost kalabilmeyi ba-şardı.

İlk evliliğini gazeteci ve şair Ülkü Tamer ile yaptı. Aşkları koleje dek dayanan çiftin, kızları Ekin’in kaza sonucu bo-ğulmasından sonra arası açılmıştır. Bu kötü zamanlarda Tomris Uyar’ın hayatına bir başka ünlü şair, Cemal Süreya girdi. Her ikisi de birbirlerine olan aşkları dolayısıyla eşle-rinden boşandılar. Türk Edebiyatında bu aşk epey ses ge-tirdi ve konuşuldu. Cemal Süreya, Tomris Uyar’a beslediği duygularla en güzel şiirlerini yazdı:Ay ışığında oturduk/Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm/Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm/Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı/Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda/Kasığından öptüm seni

Üç yıl süren harika bir aşkın ardından Ce-mal Süreya ve Tomris Uyar dost kalmaya karar verdi ve dostlukları ebediyen sürdü.

Yaşamındaki en uzun aşkı ise Turgut Uyar oldu. Cemal Süreya ile ayrılma aşamasın-dayken Turgut Uyar ile tanıştı. Uzun za-man şiir ve edebiyat üzerine mektuplaşa-rak iletişim kurdular. Turgut Uyar eşinden boşanalı yedi yıl olmuştu ve o zamandan

beri adeta şiire küsmüş bir haldeydi. Tomris Uyar, onu yine şiire yakınlaştırdı. En güzel şiirlerini Tomris’e yazmaya başladı.

Bir taraftan da daima dost ve değerli bir şair olarak gör-düğü Edip Cansever’in Tomris Uyar’a olan duyguları ve her doğum gününde onun için yazdığı dizeler ortaya çık-tı. Tomris için ‘Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki’ hisleriyle dolup taşıyordu.

Tomris Uyar böyle değerli dostlar ve şairlerle hayatını zenginleştirdi. Altmış iki yaşında kemoterapi alırken vücu-dundan pek çok şey eksilip ama ruhen hep Tomris kalarak hayata veda etti. Böyle güzel hislerin doğmasına, böyle güzel dizelerin yazılmasına vesile olan Tomris Uyar’ı öz-lemle anıyorum.

Page 68: Farmalive dergi 8 sayı

66 Kasım - Aralık 2015

Kış Mevsiminde de Güneşten Korunmalı mıyız?

Güneş yaşam için vazgeçilmez bir enerji kaynağıdır. İnsanlar için ısınma, görme, D vitamini sentezi gibi pek çok faydalı etkileri yanı sıra güneş yanığı,

fotoallerji, pigmentasyon, fotoyaşlanma ve deri kanseri ne neden olan zararlı etkileri de mevcuttur. Bu nedenle güneşten faydalanmak kadar

korunmak ta son derece önemlidir.

Güneş ışınları nın çoğunlu-ğunu ultra-viyole ışınlar (UV) oluştu-rur. Yeryüzüne

%0,3- 6,8’i ula-şır. Bunlar UVA

(320-400nm), UV-B(290-320nm) ve

UVC (200-290nm) ışınlarıdır. UVC yeryü-

züne ulaşmamakla bir-likte, son zamanlarda ozon

tabakasının incelmesiyle böy-le bir risk gündeme gelmektedir.

Karsinojeniktir. Genellikle ameliyatha-ne sterilizasyonunda kullanılır. UVB güneş

yanığı oluşturur, melanin pigmentini artırır, DNA hasarı yaparak deri kanseri gelişimine neden olur. UVA yine güneş yanığı, pigment ve deri kanseri oluşumundan sorumludur. UVB nin etkisi UVA ya göre yaklaşık 600-1000 kat daha fazladır.

Güneş ışınlarının zararlı etkileri ışının miktarına, yoğunlu-ğuna, maruz kalma süresi ve sıklığına göre değişir. Zararlı etkilerden korunmak için güneş ışınlarının yoğun olduğu 10-16 saatleri arasında dışarıya çıkmaktan sakınılmalıdır, çıkıldığında da gölgede durmaya çalışılmalıdır. Yüzü ve boynu kapatacak şekilde geniş kenarlı şapkalar giyilme-li, şemsiyeler kullanılmalıdır. Koyu renk ve sıkı dokunmuş giysiler de korunmada etkili olur. Gözleri korumak için

ultraviyole absorbe eden güneş gözlükleri takılmalıdır. Özellikle güneşe bağlı olarak gelişen deri kanseri görül-me sıklığındaki artış güneşten koruyucu ürünlere de ilgiyi artırmıştır. Güneş gören, açıktaki deriye hem UVA hem de UVB ye etkili geniş spektrumlu, en az 30 koruma faktörlü kremler kullanılmalıdır. Güneşten koruma faktörü ürünün deriyi UVB ışınlarının oluşturduğu yanığa karşı koruyabil-me yeteneğini belirtir. Hem UVB hemde UVA ya karşı ko-ruyan kremler daha fazla kimyasal içerirler. Kremlerin tam koruma sağlaması için cm2 ye 2 mg uygulanmalıdır(Vü-cuda bir avuç içi dolusu, yüze 1/4 tatlı kaşığı kadar). Güneş koruyucu kremler deri tipi ve rengine göre seçilmelidir. Sürülen krem homojen yayılmalı, güneşe çıkmadan 30 dakika önce sürülmeli, her 2 saatte bir yinelenmelidir.

Deri kanserlerinin %80 ‘i çocukluğumuzdan beri aldığımız ışınların birikici etkisiyle ortaya çıkar. Bu nedenle çocuklar-da güneşten korunma ileride deri kanseri gelişimini önle-mek açısından önemlidir.

Çocuklarda genellikle fiziksel koruyucu kremler kullanılır. Fiziksel güneşten koruyucular deri yüzeyini kalın bir tabak aile örterek etki ederler, ter bezlerini tıkayarak isilik, folli-külit oluşturabilirler.

Güneş koruyucu kullananlarda özellikle çok fazla kimyasal içerenlerde alerjik reaksiyonlar gelişebilir. En çok fotoal-lerjik reaksiyona PABA neden olur.

Güneşin zararlarından korunmak için uzun süreli güneş banyosu, solaryumlardan uzak durulmalıdır. Yazın olduğu kadar kışın da korunmaya dikkat edilmelidir.

Dr. Fadime Kılınç

Page 69: Farmalive dergi 8 sayı

67farmalivedergi.com

Page 70: Farmalive dergi 8 sayı

68 Kasım - Aralık 2015

Eczanede sizi en çok zorlayan unsurlar nelerdir? Emanet, veresiye istekleri ve mua-yene ücretleriyle ilgili konular bizi oldukça zorluyor.

Eczanede sizi en çok motive eden unsurlar nelerdir?Hastalara ve eczaneye karşı görev ve sorumluluklarımı yerine getir-

mem beni motive eder. Başarılı olmak benim motivasyo-numu arttırır.

Sizce ideal iş ortamı nasıl olmalı?Birbirine güvenen, saygılı davranan bir personel olmalı her zaman.

En çok geliştirmek istediğiniz yönleriniz nelerdir?OTC bilgimin artması ve etkili iletişim kurma düzeyimin yükselmesini isterim.

Eczacılık ailesi mensupları olarak sektörü nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?Eczacının sadece ilacı hastaya ulaştırmasıyla sınırlı kalma-dığı, aynı zamanda hastalara danışmalığın da yapıldığı bir sektör.

Eczacınızla çalışmak size neler kazandırdı?Sorumluluk dikkat düzen güven adalet gibi unsurları ka-zanmış oldum.

Sizin çerçevenizde sektörün sıkıntıları nelerdir? İlaçları tedarik etmek konusunda ciddi sıkıntılar yaşanıyor ve ilaç fiyatlarının düşmesi ile eczane cirosu da ciddi an-lamda düşmekte.

Bulunduğunuz süre içerisinde sektörde neler değişti sizce?İlaç fiyatlarında oldukça düşüş meydana geldi ve muaye-ne ücretleri eczaneler tarafından alınmaya başladı.

Aldığınız eğitimler var mı? Varsa bunlar nelerdir?Bayer kursiyer sertifikası ve OTC Dermokozmetik eğitimi

Eczanede sizi en çok zorlayan unsurlar nelerdir? Yeni sisteme alışma süreci, özel sigortalar, yeni ilaçlar ve ürünler adapte olmada güçlük çekilmesine sebep olan unsurlar bana göre.

Eczanede sizi en çok motive eden unsurlar nelerdir?

Tüm personelin mutlu, güler yüzlü olması benim için çok önemlidir.

Sizce ideal iş ortamı nasıl olmalı?Tüm çalışanların kendi özel sorunlarını iş ortamına taşı-maması gerekir. Bu şekilde pozitif bir iş ortamı oluşacaktır ve işin her alanına yansıyacaktır bu da.

En çok geliştirmek istediğiniz yönleriniz nelerdir? Diksiyon eğitimi alarak konuşmamın etkili ve düzgün ol-masını isterim.

Eczacılık ailesi mensupları olarak sektörü nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?Bu sektör çok geniş bir sektör aslında. Çok fazla çeşit var bu nedenle de yoğun bir temponun olduğu ve aynı za-manda hataya yer vermeyen bir sektör.

Eczacınızla çalışmak size neler kazandırdı?Kendimi geliştirmemde çok yardımcı oldu, istediğim üze-re diksiyonumda da gelişmeler meydana geldi ve maddi olarakta kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim.

Sizin çerçevenizde sektörün sıkıntıları nelerdir? Maddi açıdan sıkıntılar olduğunu düşünüyorum.

Bulunduğunuz süre içerisinde sektörde neler değişti sizce?Yeni ilaçlar piyasaya giriyor ve sistem de sürekli değiş-mekte örneğin özel sigorta provizyon sistemleri…

Aldığınız eğitimler var mı? Varsa bunlar nelerdir?Evet, eğitimlere katıldım. Faruk NALBANTOĞLU ile kişisel gelişim, Satış ve Çapraz Satış Eğitimlerine katıldım.

Teknisyenlerini Dinliyoruz…ECZANE

Eczane Teknisyenleri

Onları unutmamak gerek öyle değil mi? Sektörde eczacılar kadar eczaneye emek veren eczane teknis-yenleriyle aldıkları eğitimleri, sektörün olumlu ve olumsuz yanlarından sektörün gelişimi ve değişimine kadar birçok konu ön plana çıkıyor. Bu sayımızda da İstanbul’da bulunan Melike Eczanesinin teknisyen-leriyle konuştuk…

Uğur KOÇ – eczacı teknisyeni Burcu Havuz-eczacı teknisyeni

Page 71: Farmalive dergi 8 sayı

69farmalivedergi.com

Eczanede sizi en çok zorlayan unsurlar nelerdir?Hastaların muayene ücretleri, piya-sada olmayan ilaçlar ve reçetesiz antibiyotik istekleri bizi zorlayan bazı konulardan.

Eczanede sizi en çok motive eden unsurlar nelerdir?

SGK reçetelerinde kesinti olmaması.Sizce ideal iş ortamı nasıl olmalı?İdeal iş ortamı herkesin birbirine saygılı olmasıyla müm-kün olur bence. Bu şekilde huzurlu ve başarılı bir çalışma ortamı sağlanabilir.

En çok geliştirmek istediğiniz yönleriniz nelerdir?İnsanlarla olan iletişimimi daha da geliştirmek ve müşteri-lere en iyi hizmeti vermek.

Eczacılık ailesi mensupları olarak sektörü nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?Sektörde saygınlığın olmadığını düşünüyorum. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor.

Eczacınızla çalışmak size neler kazandırdı?Etik olmanın önemini anlamımı ve saygınlık kazanmamı sağladı.

Sizin çerçevenizde sektörün sıkıntıları nelerdir? İlaç fiyatlarının düşmesi ve muayene ücretlerinin tahsilatı sektörde sıkıntılara sebep oluyor.

Bulunduğunuz süre içerisinde sektörde neler değişti sizce?Haksız rekabet oluşmaya başladı zamanla ve saygınlıkta değerini kaybetmeye başladı.

Aldığınız eğitimler var mı? Varsa bunlar nelerdir?Eczane Teknisyenliği Belgesi ve Dermokozmetik OTC satış uzmanlığı eğitimleri aldım.

Eczanede sizi en çok zorlayan unsurlar nelerdir? Hastaların indirim konusundaki ıs-rarları bizi çoğu zaman zorlamakta.

Eczanede sizi en çok motive eden unsurlar nelerdir?Yeni markalarla tanışmak ve toplu satışlar beni iş anlamında daha çok motive etmektedir.

Sizce ideal iş ortamı nasıl olmalı?İş ortamı programlı sistematik olmalı aynı zamanda huzur veren bir aile ortamı sağlanmalı bana göre.

En çok geliştirmek istediğiniz yönleriniz nelerdir?OTC bilgimi geliştirmek.

Eczacılık ailesi mensupları olarak sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz?Sektörün iç açıcı olmadığını düşünüyorum, geliştirmek değer kazandırmak gerekli. Gelen hastalara çapraz satış yapılması gerekli.

Eczacınızla çalışmak size neler kazandırdı?Kendimi geliştirmek, eğitim ve verimlilik anlamında pek çok katkısı oldu.

Sizin çerçevenizde sektörün sıkıntıları nelerdir? Eksik bilgiye sahip olunması. Gerek ilaçlar ve kozmetik hakkında gerekse OTC hakkında yanlış bilgilere sahip olunması sıkıntılara sebep olmakta. Ayrıca internet satış-ları da sektörün sıkıntıları arasında.

Bulunduğunuz süre içerisinde sektörde neler değişti sizce?Çok eski olmamakla beraber yinede yeni markalar çoğal-dı ve OTC ile Dermokozmetik firmalarında artış oldu. Aldığınız eğitimler var mı? Varsa bunlar nelerdir?OTC ve dermokozmetik eğitimleri aldım.

Eczane Teknisyenleri

Esra EYÜPOĞLU-eczacı teknisyeni Zafer GÜLERYÜZ-eczacı teknisyeni

Page 72: Farmalive dergi 8 sayı

70 Kasım - Aralık 2015

Özgür Eyiol / İş Dünyası

[email protected]

MÜŞTERİ NE İSTER?“Gerçek şu ki tüketicilerin bizim hiçbir nanemize gereksinimi yok.”

Peter Van Stolk

En azından 90’lı yılların sonlarına kadar Ankara’da yaşa-mış olanların çoğu şu şekilde bir cümleyi büyük olasılıkla kurmuşlardır: “Saat ..:..’da Gima’nın önünde.” Gima, yakın zaman kadar, Kızılay meydanında bir süpermarketti ve bu-nun da ötesindeki anlamı (neredeyse tüm Ankaralıların) buluşma noktası olmasıydı. Randevulaşılır, saatler ayarla-nır ve belirlenen saatte Gima’nın önünde buluşulur. Ben en son ne zaman yukarıdakine benzer bir cümle kurdu-ğumu ya da işittiğimi hatırlamıyorum. Randevulaşmaya yönelik şimdiki cümlelerimiz daha çok şuna benziyor: “Saat ..:.. gibi Kızılay’da oluruz, haberleşiriz.” Buluşmanın ne saatinde ne de yerinde bir kesinliğin olmaması kimseyi endişelendirmez çünkü artık cep telefonlarımız var. Yaşa-sın teknoloji!

Cep telefonu olmayan tanıdığınız son yetişkinin kim oldu-ğunu hatırlıyor musunuz? Sahi, bugün artık vazgeçeme-yeceğimiz kadar kötü müydü cep telefonsuz hayatlarımız?

İhtiyaç kavramı, “yaşamamız için gerekli olan ve hayatımızı kolaylaştıran her şey” olarak karşımızda duruyor. Öyle mi sahiden? Cep telefonu hayatımızı kolaylaştırıyor. Peki ya oyun konsolları? O zaman tanımı biraz genişletelim: “Ya-şamamız için gerekli olan, hayatımızı kolaylaştıran ve bizi eğlendiren her şey.” Yetmez bence. Güvenlik kameraları ve alarm sistemlerini nasıl izah edeceğiz? O zaman şöyle diyelim: “Yaşamamız için gerekli olan, hayatımızı kolaylaş-tıran, bizi eğlendiren ve güvende olduğumuzu hissettiren her şey.” Bu tanımların hiçbiri, parfüm, lüks otel odaları, kıymetli takı ve saatlere harcanan paraları izah edemiyor. Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” şeklinde tanımladığı lis-teye aşinasınızdır. İnsanların, en temelde olanlardan baş-layıp, hiç de hayati olmayanlara kadar bir dizi ihtiyaçları bulunduğunu öne süren bir teori. Piramidin en altında bu-lunan ve temel niteliğinde olan ilk iki basamak şunlardır:

1.Derece İhtiyaçlar: Nefes alma, susuzluk ve açlığı gider-me, barınma.

2.Derece İhtiyaçlar: Korunma, güven ve istikrar.

Bu piramit yukarıya doğru, sevgi, aile, arkadaşlık, aidiyet, başarma, yeterli olma şeklinde devam edip kendini aşma-ya kadar gider. “Hayati” sayılabilecek iki basamak birinci

ve ikinci derecelerde bulunan ihtiyaçlardır. Bana kalırsa bunlar gerçek ihtiyaçtır. Yeterli miktarda hava, su, yiyecek ve barınma olanakları. İnsanlık yüzyıllardır bu temel ve gerçek ihtiyaçları zaten öyle ya da böyle karşılıyor durum-dayken hayatımızda yer açtığımız bunca fazla ürün neden var? Bu bakış açısıyla, cep telefonlarımız birer ihtiyaç ol-maktan çok uzaktadır ama vazgeçmeyi göze alamadığı-mız tonlarca eşyamızın başında gelir. Bu karmaşık durum, “ihtiyaç” kavramının ne olduğunu, daha titiz bir bakış açı-sıyla anlamaya çalışmayı zorunlu kılıyor.

“İhtiyaç” olarak gördüğümüz şeyler, bir yandan tarih ön-cesinden beri zaten karşılanagelmiş olmasına rağmen öte yandan sonu yokmuş gibi duruyor. Dün adı ve hatta zihin-lerde fikri bile olmayan çok sayıda ürün “bugünkü ihtiyaç-larımız” arasında sayılıyor. Çok doğal olarak, bugün adı ve zihinlerde fikri olmayan yine çok sayıda ürün de yarın

Öğretilmiş ihtiyaçlar, arz ediciler tarafından, hem fikri hem de fiziki olarak, dizayn edilmiş mal ve hizmetler olarak karşımıza çıkıyor. Evet, yarının öğretilmiş ihtiyaçlarının ne-ler olacağını biz tüketiciler kestiremiyoruz. Bazılarımızın “şöyle bir şey icat edilse ne kadar güzel olurdu” dediği-ni ve hatta yine bazılarımızın o fikirleri hayata geçirmek için mucitlik ve girişimciliğe soyunduğu muhakkak. Ancak bildiğim bir şey var, bugünün ihtiyaçlarının büyük kısmı dünün tüketicileri tarafından talep edildikleri için ortaya çıkmadı. Örneğin, her akşam mutlu huzurlu bir şekilde, akşam yemeğinden kalkıp çaylarını keyifle yudumlarken bir yandan da kulaklarını radyoya vermiş, hoş şarkılar din-leyen aileler “televizyon diye bir şey olsa da, şarkı söyle-yenlerin yüzlerini de görsek” mi demiştir? Kaç bilgisayar kullanıcısı Michael Dell’in yakasını toplayıp “kendi ihtiyaç-larımıza göre bilgisayarlarımızı toplayabilmemize olanak tanıyacak bir iş modeli geliştir” diye silkelemiştir? “Simiti sokaktaki seyyar satıcılardan almaktan usandık, bir cafe açılıp simidin türevleri satılsın” diyen birini duydunuz mu? Sony’ye “oyun konsolu geliştirin aksi takdirde biz burada mahvolacağız” şeklinde mektuplar mı gitmiştir? Tam oto-matik çamaşır makineleri, bulaşık makineleri, her birinde 40 marifet deterjanlar, 5 bıçaklı tıraş ekipmanları, gazlı içecekler, profesyonel düğün organizasyonları, her koltu-ğun arkasında interaktif medya cihazı bulunan otobüsler… Bunların hangileri, “evet buna ihtiyacımız var, bunlarsız ol-maz” diyen tüketicilerin somut talepleriydi?

Page 73: Farmalive dergi 8 sayı

71farmalivedergi.com

iş Dünyası

Bugün öğretilmiş ihtiyaç olarak karşımıza çıkarılan şeyleri bir süre sonra ekmek ve su gibi vazgeçilmez görmeye başlıyoruz. Mor inek metaforunun açıkladığı nokta da bura-sıdır: Bizim (zavallı hayvanların genetikleriy-le oynanmadığı sürece) mor ineğe rastlama olasılığımız sıfırdır çünkü kategori dahilin-de ve beklenti sınırlarımız içerisinde “mor inek” diye bir şey yoktur. Ancak öte yandan, yaşam devam ettiği sürece, bizim aklımı-za – fikrimize dahi gelmeyecek, beklentisi içerisine girmeyeceğimiz “mor inekler” ha-yatımıza sokulacaktır; öğretilmiş ihtiyaçlar olarak…

İş dünyası ve ticari hayat üzerine konuş-tuğumuza göre, öğretilmiş ihtiyaçların en tipik ve ortak özelliklerini, “beklentilerimiz-le ilgisiz biçimde, beklenmedik bir şekil-de karşımıza çıkarılmış olmaları” şeklinde tanımlayabilirim. Aksini, yani “beklentiler doğrultusunda ve beklenen şekilde karşılanan ihtiyaçları” düşündüğünüzde fazla bir şey bulamayacağınızı da iddia ediyorum. Geniş halk kitleleri tarafından talep edilen ve arz ediciler tarafından, yoğun talep üzerine karşılanan ih-tiyaçlar olsa olsa sosyal ihtiyaçlardır. Eşitlik, kardeşlik, öz-gürlük veya demokrasi gibi…

Yaşamak için zorunlu olan fiziki ihtiyaçlar ile sosyal içerikli ihtiyaçlar dışında kalan ihtiyaçların tamamı “öğretilmiş” ni-telikte ve ticari kurumlar tarafından yaratılmış ihtiyaçlardır. Yok eğer ticari kurum tarafından sunulan şey beklenen nitelikteyse, o zaman, “sonradan yaratılmış bir öğretilmiş ihtiyaçtan” değil, “karşılanmayı bekleyen bir talepten” söz edilebilir. İkisi arasındaki temel fark da şudur: Birinde, ol-mayan bir ihtiyacı yaratmak ve onu karşılamak şeklinde bir fırsatı siz görmüşsünüzdür; diğerinde ise, müşteri mevcut talebini sadece size değil tüm piyasaya haykırır ve o anda zaten istemediğiniz kadar rakiple aynı yarışın içerisinde bulursunuz kendinizi. Örnekleyelim: Diyelim ki, ana sanayi niteliğinde bir elektronik firması ülkemizde yatırım yap-maya karar versin ve bir cep telefonu fabrikası kuracağını ilan etsin. Bu firmanın, yan sanayi üretimlerine ihtiyacı ola-cağı doğal olarak beklenir. Bu hayali firma, cep telefonun-da kullanacağı kameraları ülkemizdeki yan sanayiden te-min etmeye karar vermiş olsun. (Bu arada yüzünüzdeki o tebessümü bırakın lütfen. Belki birgün… Neden olmasın?) Firmanın, yan sanayiden karşılayacağını ilan ettiği kamera lensi net olarak bir taleptir. Bunu siz karşılamayı düşüne-bilirsiniz. Müşteriden gelen bir talep söz konusudur. Bu-rada, sizin yaratmış olduğunuz bir “öğretilmiş ihtiyaçtan” söz edilemez. İşin kötü tarafı ise, o kameranın tedarikçisi olmaya aday çok sayıda başka firma da sizinle birlikte fab-rikanın kapısına dayanır. Aynı örneğe başka açıdan baka-lım: Siz, üç boyutlu çekim yapabilen ve çift lens barındıran bir teknolojiyi geliştiren ve pazara sunmaya çalışan bir fir-maysanız, bu çok sayıda cep telefonu üreticisi firma için “beklenmedik” nitelik taşır. Bu teknoloji elinizdeyken, hem cep telefonu üreticisi firmalar “öğretilmiş” bir ihtiyaçla kar-şı karşıya kalırlar hem de ürünün nihai kullanıcıları.

Çok uzağa gitmeye gereksinim duymadan da örnekle-

ri çoğaltabilmek mümkündür. Yazılarını bu dergiden ta-kip ettiğinizi düşündüğüm değerli eczacı dostum Sinem Güngör, tam da bu yazı üzerinde çalıştığım günlerde, yö-nettiği bir facebook sayfasında şu şekilde bir paylaşımda bulundu: “Eczanemizde bir diyabet ünitesi kurduğumuzu düşünelim. Diyabet hastalarımız için bilgi ve ürün hizme-ti alabilecekleri, eczanemizde herhangi bir köşe. Bu ünite içinde hangi hizmetler olurdu dersiniz?” Sevgili Sinem’in bu soruyu, profesyonel facebook sayfasını takip eden meslek erbaplarına yöneltmiş olması dikkat çekidir. Si-nem’in diyabet hastalarıyla da sohbet edip görüşlerini al-dığını tahmin etmek zor değil ancak almış olduğu cevap-ların, bir diyabet ünitesinde bulunması gerekenlere ilişkin yeterli düzeyde ufuk açıcı olmayacağı da tahmin edilebilir.

Bu tanım ve açıklamaların eksik bir tarafı var. Bekleme-diğimiz halde sunulan şeylerin “öğretilmiş ihtiyaç” olarak kabul görmesi için, tüketicisinin değer alanında anlamlı bir yer işgal etmesi gerekir. İşte buradaki sorumluluk da tam olarak arz edicidedir. Empatik bakış açısı edinmeden olmaz bu iş. Paradoksal bir hâl var belki bunda ama tam olarak durum bu. “Değer alanımda ifade bulacak ve bu suretle de ihtiyaç duyabileceğim şeyi bana sormadan önüme koyacaksın” gibi bir şey. Steve Jobs’ın “İnsanlar ne istediklerini bilmezler ta ki siz onlara gösterene kadar” şeklindeki önermesini bunca etkileyici kılan tam da budur işte.

Bu konuyu toparlarken, basit bir mantık yürütmeyle, şu şekilde kurulacak bir cümlenin yanlış olmayacağı kanı-sındayım: “Öğretilmiş ihtiyaç” niteliğindeki şeyleri tüketici dile getiremeyeceğine göre, doğal olarak “beklenmedik” niteliktedir.

O zaman, öğretilmiş bir ihtiyaç yaratılacaksa, beklenme-dik olması gerek şarttır. Beklenmediklik , öğretilmiş ihti-yacı yaratmanın gerek ama bir yandan da yetersiz şartıdır. Bunu yeterli hale getirecek olan ise, müşteri zihnindeki değer alanı içerisinde anlamlı bir yer işgal etmesidir.

Bu arada; önümüzdeki günlerin öğretilmiş ihtiyaçlarının neler olacağını bilen var mı?

Page 74: Farmalive dergi 8 sayı

72 Kasım - Aralık 2015

Özgür Aksuna Türk Harf İnkılâbı Haftası 1-7 Kasım

Devrimlerin Temeli “Harf Devrimi”

Bilindiği gibi cumhuriyetin kuruluşundan itibaren inkılâp hareketleri hız kazanmış ve birçok alanda yenilik yapılmıştır. Başta eğitim olmak üzere siyasal, kültürel, hukuksal ve ekonomik alanlarda yapılan yenilik hareketleri değişime ivme kazandırmış ve

toplumsal yapıyı etkilemiştir.

İnkılâp hareketlerinde ülkenin ihtiyaçlarının göz önüne alındığı ve batı medeniyetinin hedeflendiği görülmekte-dir. Bu nedenle çağın gerisinde kalan ve batı uygarlığı yo-lunu tıkayan her alan köklü bir değişime uğramıştır. Eğitim ve kültür alanında kendini gösteren ve toplumsal yapıyı etkileyen gelişmelerin başında ise dil alanındaki gelişme-ler gelmektedir. Bu alandaki gelişmeler. Harf Devrimi ile sonuçlanmış, böylece dilde reform yapılmasını ve Türkçe-nin zengin, milli ve bilim dili haline gelmesini sağlamıştır.Harf Devrimi geniş yığınların hızla okuma yazma öğren-mesini olanaklı kılmanın yanı sıra, Türk dili ve kültürünün Arap ve Doğu kültürünün etkisinden kurtarılmasını amaç-lıyordu.

Dil devrimi, ulusal bir kültürün gelişmesi için, ulusal bir dilin yeniden canlandırılması prensibine dayanır. Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri ve devlet felsefesi ile bağ-lantılı olarak, Atatürk’ün yazı inkılâbı konusunda dayan-dığı gerekçe, Arap dilinin ihtiyaçlarından doğmuş olan Arap yazısının Türk dilinin özelliklerine aykırı düşmesidir. Bu gerçek, ülkede okuyup yazma güçlüğü doğuruyor ve kültür alanındaki gelişmelerin önünü tıkıyordu. Bilindiği üzere Atatürk inkılâplarının dayandığı temel ilke, Türkiye Cumhuriyetini siyasî yapısı bakımından olduğu gibi, sosyal yapısını şekillendiren kültür değerleri bakı-mından da çağdaş bir devlet hâline getirmekti. Dolayısıyla harf inkılâbı da millî değerlere bağlı bir çağdaşlaşmanın ifadesidir. Ayrıca, sosyal ve kültürel alandaki öteki yeni-liklere de temel oluşturan bir özellik taşımaktadır. Türk toplumunun kendi diline, kendi tarihine sahip çıkabilmesi, eğitim birliğine ve millî bir eğitim sistemine kavuşabilme-si, okuyup yazma öğrenmenin kolaylaştırılması ve kültür alanındaki gelişmelerde gerekli hamlelerin yapılabilmesi, her şeyden önce Türk ulusunun kendi dilinin özelliklerine uygun, kolay öğrenilir bir alfabe sistemine sahip olması ile gerçekleştirilebilirdi.

Arap alfabesi, yüzyıllardır kullanılmasına rağmen, Türk di-linin tam olarak ifade edilmesinde yeterli olmamaktaydı. Örneğin, Türkçede sekiz sesli harf varken bu sayı Arapça-da üçtür. Türk dili ve lehçelerinde dokuz ünlü (sesli) harf “a, e, é, o, ö, u, ü, ı, i” bulunmaktadır. Türkler, tarih içerisinde değişik yazı çeşitleri kullanmışlar-

dır. Göktürkler (552-745), Orhun yazıtlarında olduğu gibi “Göktürk” yazısını kullanmışlardır. Bunlardan sonra gelen Uygur Türkleri (745-970) ise bu yazıyı bırakmışlar ve İran asıllı Soğdak yazısından yararlanarak Uygur yazısını ge-liştirmişlerdir. Ayrıca bu yazı ile birlikte Soğdak, Brahmi, Mani, Nasturi, Tibet, Çin ve Moğol Yazılarını da kullanmış-lardır. Uygurlardan sonra gelen Karahanlılar (932-1212) ise, 960 yılında İslâm’ı kabul ettikten sonra, Uygur yazı-sını bırakıp Arap yazısını almışlardır. Latin alfabesi kulla-nan Kumanlar dışında İslâm’a giren öteki Türkler, genel-de Arap harflerini kabul etmişlerdir. Bunlar arasında orta Asya devletlerinin yanında Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerini, Anadolu’da kurulan beylikleri; Mı-sır-Suriye, Altınordu devletlerini ve son olarak da Osmanlı devletini sayabiliriz.

Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin amaçladığı devrimlerin yaşama biçimi olması için ilk en-gellerden biri yazıdır. Kaldı ki cumhuriyet öncesi yazı ve dil, Osmanlı aydınlarınca da yoğun tartışmalara yol aç-mıştır. Mustafa Kemal’in yazının değiştirilmesine ilişkin düşüncesi yeni değildir, bu düşünceyi çevresiyle tartışa-rak geliştirmiş, o güne değin yapılan çalışmalar da göz önüne alınarak bir kurul oluşturulmuş, bu kurula “Alfabe Komisyonu” denmiş, bu adın yanına bir de “Dil Encümeni” eklenmiştir.

Bu kurulda dokuz üye bulunuyordu. Ragıp Hulusi Özden, İbrahim Grantay, Ahmet Cevat Emre, Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünay-dın, Yakup Kadri Karaosmanloğlu’ndan oluşan kurul çalış-malarını kısa zamanda tamamladı.

Mustafa Kemal, yeni abeceyi Dilci İbrahim Necmi Dil-men’den öğrenmiş, 4-5 Ağustos 1928 gecesi Başbakan İsmet İnönü’ye yeni harflerle mektup yazmıştı. 9-10 Ağus-tos akşamı Sarayburnu’nda düzenlenen bir dinletide Fa-lih Rıfkı Atay, Atatürk’ün yeni harflerle yazdığı açıklamayı yüksek sesle okudu:

“Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harf-lerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak

Page 75: Farmalive dergi 8 sayı

73farmalivedergi.com

anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak zorundasınız. Anladığımızın belirtilerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum.”Atatürk, aynı gece Sarayburnu’nda halka şunları söyle-miştir:“Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek... Ka-dına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğ-retiniz... Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal top-luluğun yüzde onu ancak okuma yazma bilir, yüzde dok-sanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek.”Atatürk, yazıyı değiştirecek devrimi anlatabilmek için he-men yurt gezilerine başladı. Birçok yerde tahta başında yeni harfleri yazdı, yazdırdı; yeni yazıyı tanıttı, bu yazının ne denli kolay öğrenilebileceğini belirterek her konuda olduğu gibi bu işte de ulusuna öncü oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1928’de 1353 Sayılı Yasayla 29 harf-ten oluşan yeni Türk abecesini kabul etti. Yeni abecenin bütün ulusa öğretilmesi, “Millet Mektepleri” (Ulus Okulla-rı) denilen, bir bakıma ülkedeki ekin devrimini hızlandıran kurumlar aracığıyla sağlandı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1 Kasım 1928’de TBMM’yi açar-ken söylediği şu sözler, Harf Devrimini ve önemini çok iyi tanımlamaktadır:“Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin yükselme uğraşın-da başlı başına bir geçit olacaktır.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, hiçbir alfabe kalkın-maya engel değildir. Yalnız öğrenimi kolay ya da zor olan alfabeler vardır. Kısacası, bugün herkes, Harf Devrimi sa-yesinde, kolaylıkla okuyup yazmaktadır. Bundan sonra ya-pılması gereken, Türkçe’nin dünya bilim dillerinden birisi olması için gerekli ciddi çalışmaların yapılması olmalıdır.

• Arap harfleri, Arap fonetiğine, Arap hançeresine (gırtlak yapısına) göre tanzim edilmiş olduğundan bunların te-laffuzları öz Türkçenin fonetiğine gırtlak yapısına uygun olmaması.

• Arap harfleri, Arap diline çok iyi uymakla beraber, Türk dili için yetersiz ve elverişsizdi.Okuyup yazmayı kolaylaş-tırmak ve yaymak ve böylece modern eğitim ve öğretimin gerçekleşmesine zemin hazırlamak ancak Harf İnkılâbı ile sağlanabilirdi.

Harf İnkılabının (Harf Devriminin) Sağladığı Fayda-lar1927 nüfus sayımına göre, okur yazar olması gereken yaş grubundaki insanların sayısı 10.5 milyon kadardı ve bunun ancak bir milyonu okuma yazma bilmekteydi. Bu durum okuma yazma bilenlerinin oranının yaklaşık %19 dolayla-rında olduğunu göstermektedir. Sekiz yıl gibi oldukça kısa bir süre sonra, 1935’te okuma yazma bilenlerin sayısı yak-laşık2.5 milyon olmuştur. Bu ise okuma yazma bilenlerin oranında % 150’lik bir artışı belgelemektedirMilli Kütüphane kurma eylemini getirmiş, Basma Yazı ve

Resimleri Derleme Kanunu ile bu eylemin gerçekleştiril-mesine yardımcı olmuştur. 1920-1938 yılları arasında çe-şitli kütüphane türlerinin kuruluş ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Devletin kütüphane hizmetlerini bir kamu görevi olarak benimsemesi ve bir meslek olarak kütüp-haneciliğin gelişmesinde etkili olmuştur. Yayın hayatının canlanması, dolayısıyla bibliyografya ve kataloglama ha-reketinin başlamasında önemli etkileri olmuştur.

1 Kasım 1928’de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabe-sinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla katılmıştır.

İsmet İnönü inkılaptan sonra geriye bakarak yaptığı de-ğerlendirmede Harf İnkılabı’nı “ Orta Çağ’dan çıkıp XX. Yüzyıl uygar topluluğuna girmemizin en etkili aracı ola-rak nitelemiş, bu inkılabı Atatürk inkılaplarının en önemlisi saydığını” belirtmiştir

• Harf İnkılâbı, 1000 yıllık Arap harfleri ile yazı yazmak ge-leneğini yıkarak, Batı medeniyeti ve kültürü ile yakınlaşma sağlamasından dolayı Atatürk’ün önderliğinde kültür in-kılâbına yol açan, büyük bir inkılâptı. Bu nedenle Sosyal, kültürel ve siyasî alanda geniş yankılar uyandırmıştır.

• Atatürk, Harf İnkılâbını, sadece kolay okuyup yazma için bir yazı tekniği meselesi olarak ele almamıştır. Batı mede-niyeti ile entegrasyonumuzu sağlamada büyük faydalar sağlamıştır.

• Harf İnkılâbı aynı zamanda, dilde reform yolunu açmak isteyenlere bir başlangıç, bir dayanak olmuş ve onlara güç kazandırmıştır. Böylece dilde sadeleştirme, Türkçeleştirme akımına hız verilebilmiştir.

• Harf İnkılâbı, kolay okuyup yazma olanağı sağlaması-nın yanında okuma alışkanlığını da artırmış ve yaygın-laşmasına zemin hazırlamıştır. Harf Devrimi, cumhuriyet aydınlanmasının en büyük devrimlerinden biri olarak gö-rülebilir. Osmanlıdan devralınan karma dil, milli bir dile dönüştürülmüş ve bu dönüşümde Harf Devrimi belirleyici olmuştur.

Harf Devrimi’yle, okuryazarlığın önündeki en büyük engel kaldırılmıştır. Ulusal bir kültürün gelişmesi sağlanmış ve milli bir dil yaratılmıştır. Ayrıca Harf Devrimi, kendisin-den sonra yapılması planlanan bir çok devrimin temelini oluşturmuştur. Özellikle eğitim ve kültür alanlarında etkili olmuş, toplumsal yapıdaki bir çok değişimin de alt yapı-sını hazırlamıştır. Dil ülkemizin, cumhuriyetimizin, gelecek nesillerin ve ge-leceğimizin teminatıdır. Dil giderse her şey gider o yüzden dilimize sahip çıkmak bir vatandaşlık görevidir hepimizin yabancı dillere özenme konusunda hassasiyet göstermesi öz Türkçe konuşmaya gayret etmeli yeni nesle bu konuda örnek olmalıdır.

Page 76: Farmalive dergi 8 sayı

74 Kasım - Aralık 2015

Sanatın Lezzetle Buluştuğu Mekan;

BOMBUS SANAT MERKEZİ

Ankara’da 27 Mart Tiyatro Gününde bir sanat kurumu açıldı. “Bombus Sanat Merkezi Yu-suf Aykut İlhan Sahnesi”. Bu merkezde geçen sanat sezonunda birçok etkinlik gerçekleş-tirildi. Bizde siz değerli okurlarımıza Bombus Sanat Merkezi ve etkinliklerini tanıtmak için misafir olduk. Bombus Sanat Merkezi kurucusu ve sahibi Ferhat Şahin Kaya ile bu sıcak ve sanat dolu mekanda güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Merhaba, öncelikle tebrik ediyoruz. Bize Bombus Sanat Merkezi fikrini nasıl düşündüğünüz ve haya-ta geçirdiğiniz hakkında bilgi verir misiniz? Mesela Bombus ne demek? Ferhat Şahin Kaya: Öncelikle hoş geldiniz. Bombus; yak-laşık 250 türü olan, bal yapıcı bir arı cinsi. Başlıca Kuzey yarımkürede görülür. Bazı türlerine Türkiye’de tüylü arı denir. Bazı yonca türlerini sadece bu arılar tozlaştırarak çoğalmasında katkıda bulunur. Bombus Sanat Merkezi hep hayalimde olan bir oluşumdu. Sanatseverlerle ve sa-natla iç içe bir mekanı her zaman arzulamıştım. Yıllardır sanat camiası içinde olmam ve böylesi bir mekana sahip olunca hemen butik bir salon ve sahne oluşturdum. Tiyat-roya emek vermiş ve kısa zaman önce yitirdiğimiz Yusuf Aykut İlhan adına da sahnemizi isimlendirdik. Bu yıl 27 Mart Dünya Tiyatro gününde ise çok değerli sanatçı bü-yüklerimiz ve arkadaşlarımızla açılışını yaptık.

Burası aynı zamanda da bir kafeterya mı?Ferhat Şahin Kaya: Evet, Avrupa’nın birçok büyük merke-zinde bu tarz butik sanat merkezlerine defalarca gitmiş-tim. Hem cafe hem de sanat iç içe. Gördüğümde neden bizde yapmıyoruz diye düşündüm ve sonunda böyle bir işletme açtım.

Peki açıldığından beri hangi sanat etkinlikleri yapıl-dı?Ferhat Şahin Kaya: Öncelikle mekanımız Ankara’nın en yoğun merkezlerinden Kızılay Selanik Caddesinde. Bu ne-denle her yaş gurubunun geldiği bir yer. Öncelikle çocuk tiyatrosunu kendi bünyemizdeki ekiple hayata geçirdik ve her hafta sonu birbirinden güzel oyunlarla seyircimizi buluşturduk.

Yani her hafta sonu çocuk oyunlarınız var.Ferhat Şahin Kaya: Evet, hem oyun seyrediyorlar hem de oyun aralarında ve sonunda yiyecek ve içecek ikramları-mızla keyifli zamanlar geçiriyorlar.

Peki ya büyükler?Ferhat Şahin Kaya: Şiir ve edebiyat günleri, anma etkinlik-leri, interaktif tiyatro oyunları ile büyükler içinde hafta içi ve hafta sonu etkinlikler geçirdik.

Aslında Erken Geldin, Şaka-Maka Doğaçlama Tiyatro Gösterisi, Salih Köksal Tek Kişilik Gösterisi ve Ay Karmela gibi pek çok oyuna ev sahipliği yaptık. Bir çok amatör ti-yatro gurubu salonumuzu prova amaçlı kullandı.

Bu sezonda neler olacak?Ferhat Şahin Kaya: Bu sezonda da her hafta sonu çocuk oyunlarımız 3 Ekim 2015 Tarihinden başlayarak devam edecek ve hafta içinde okul grupları da salonumuza top-lu gösterimlere gelecekler. Hafta içi ve hafta sonunda da Seyri Pir Sultan, Ay Karmela, Midas’ın Kulakları, Biz Nasıl Erkek Oluruz, Erkekler Kulübü gibi pek çok seçkin tiyatro gösterimleri gerçekleşecek. Ayrıca şiir, edebiyat buluşma-ları ve değerli sanatçılarla söyleşilerle dolu dolu bir sanat sezonu siz değerli sanatseverleri bekliyor.

Peki etkinliklerinizi nasıl duyuruyorsunuz?Ferhat Şahin Kaya: Hem internet üzerinden mybilet ara-cılığıyla, 0-312-4250607 numaradan rezervasyonlar ile gazete ilanları üzerinden ve www.bombussanat.com ad-resinden etkinliklerimizi takip edebilirsiniz.

Bir de yeni bir mizah dergisini hayata geçirdiniz. Peki bu nasıl oldu?Ferhat Şahin Kaya: Evet, Lama Mizah dergisi AĞUSTOS 2015 itibariyle yayın hayatına başladı, oldukça istekli bir yazım ve çizer gurubu ile nitelikli mizah anlayışına sahip bir dergi çıkarmak üzere bir araya geldik. Bu dergi daha önce yayın hayatındaydı ancak ekonomik olarak zorlandı-ğı için yayınlarına son vermişti. Bizde kaldığı yerden der-giye bir omuz verdik ve sorumluluk alarak bir kalıt bırak-mak için taşın altına elimizi soktuk.

Page 77: Farmalive dergi 8 sayı

75farmalivedergi.com

Peki tepkiler nasıl?Ferhat Şahin Kaya: İnanın dağıtıldığı günden bu güne kadar yapıcı eleştiriler ve övgülerle giden bir sanat ürü-nü oldu. Çok emek var ben bu övgüleri emeği geçenlere emanet ediyorum.

O zaman son olarak bizlere neler söylemek istersi-niz?Ferhat Şahin Kaya: Sanat dostları hem dergimize hem de sanat merkezimize sahip çıksınlar. Tüm emek onlar için ve bu merkez onlarla güzel. Sanat her zaman yaşasın. Herkesi Bombus Sanat Merkezi’ne davet ediyorum. Nice sanat dolu günlere. Teşekkür ederim derginizde bize yer ayırdığınız için.

Evet, sizinde ANKARA/KIZILAY tarafına yolunuz düşerse Selanik Caddesi No: 64 ‘de BOMBUS SANAT MERKEZİ’ne gitmenizi tavsiye ediyoruz.REZ.0 312 425 06 07 ve 0532 415 08023

Page 78: Farmalive dergi 8 sayı

76 Kasım - Aralık 2015

2015 Biterken

Sokaklarda Kış Stili...

Page 79: Farmalive dergi 8 sayı

77farmalivedergi.com

KİTAP

Kalemi en sağlan gazetecilerden bir tanesi olan Yılmaz Özdil yine Kadın kitabı ile mükemmel bir esere imza atıyor ve yakın Türkiye tarihinde kadının yerine ışık tutuyor.

Yılmaz Özdil gazeteciliğinin yanında yakın zamanlar yaşananları arşiv-leyip okurlarına mükemmel hatırlatma kitapları ile tanınıyor. Bu kez de günümüz Türkiye’sinde kadınların ve kadın haklarının nasıl değiştiğini geçmiş zamandan günümüze yaşanan gelişmeler ile sıralıyor ve Kadın kitabında okurları ile paylaşıyor.

Yılmaz Özdil Kadın kitabı ile yine okunması gereken bir eser sunuyor ve özellikle tüm kadınların okuması gereken, erkeklerin de kadınların nasıl geri plana itildiğini görebilmesi için gerekli bir eser.

MÜZİK

Son 5 yıldır Artist Müzik tarafından yayınlanan “Uzun Yol Şarkıları” serisinin en çok ilgi gören 3 albümü, gördüğü ilgi üzerine box set olarak satışa sunuluyor.

Dinleyicilerin arşivlerindeki eksikleri tamamlamaları ve sevdiklerine hedi-ye etmeleri için kaçırılmaz bir fırsat...

“Uzun Yol Şarkıları” serisinin takipçilerinin bildiği üzere albümde, tatil yolu boyunca keyifle dinlenecek birçok farklı tarzda şarkı bir araya ge-tiriliyor.

FİLM

2 ALTIN KÜRE ÖDÜLÜ - DRAMA DALINDA EN İYİ ERKEK OYUNCU EDDIE REDMAYN

OSCAR ÖDÜLÜ - EN İYİ ERKEK OYUNCU EDDIE REDMAYN

3 BAFTA ÖDÜLÜ - EN İYİ ERKEK OYUNCU VE EN İYİ UYARLAMA SENARYO ÖDÜLLERİ DÂHİL

Hawking, Cambridge Üniversitesi’nde okuyan sağlıklı ve ak-tif bir gençtir. Kendisiyle aynı üniversitede okuyan Jane Wilde (Felicity Jones) ile tanışıp âşık olduğu sıralarda, henüz 21 yaşın-dayken, doktorlar dünyasını sarsacak bir teşhis koyar. Jane’in aşkı ve tükenmeyen desteğiyle Stephen, çok az zamanı kaldığı söylenmesine rağmen en iddialı bilimsel çalışmasını tamamlar. Jane ve Stephen, imkânsız görünen birçok engeli aşarken kim-senin hayal dahi edemeyeceği başarılara ulaşırlar.

Page 80: Farmalive dergi 8 sayı

78 Kasım - Aralık 2015

Sinema

Açlık Oyunları Alaycı Kuş Bölüm 2

Vizyon Tarihi: 20 Kasım 2015Tür: Aksiyon, Dram, Macera

Özet&DetaylarKatniss Everdeen, uzaklardaki kasabasının yıkıma uğradığını öğrendiği an du-rumu görmek için evine geri döner. ‘Açlık oyunlarını’ kazananların kaldıkları yer hariç tüm kasaba otorite tarafından yerle bir edilmiş, bu felaket ortamın-da görebildiği tek canlı şey ise kedi Buttercup olmuştur. Katniss, Buttercup’ı da alıp 13. Bölge’ye gider. 13. Bölge’nin yöre halkı yeraltında gizlenerek ya-şamakta, hükümet tarafından kullanılan nükleer silahların yıkıcı etkilerinden korunmaya çalışmaktadır. Katniss’in Devrim kampanyalarını güçlendirmesi-nin önündeki tek engel hükümet tarafından hile amaçlı tutulan Peeta’dır...

BY THE SEA

Vizyon Tarihi: 20 Kasım 2015Tür: Dram , Romantik

Özet&DetaylarOscar ödüllü Angelina Jolie tarafından yazılan ve yönetilen By The Sea filmi, Angelina Jolie’nin Boyun Eğmez filminden sonraki ikinci yönetmenlik deneme-si. Fırtınalı bir aşkı anlatan bu dram filminde Jolie’ye kocası Brad Pitt, Mélanie Laurent, Melvil Poupaud, Niels Arestrup ve Richard Bohringer gibi uluslara-rası yıldızlardan oluşan bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. By The Sea, 1970’le-rin Fransa’sında sakin bir sahil yerine gelen ve evlilikleri krizde olan Roland - Vanessa çiftini konu alıyor. Yeni insanlarla tanışan çift kendi hayatlarındaki

çözülmeyen sorunlarda anlaşmaya varmaya başlayacaklardır.

STEVE JOBS

Vizyon Tarihi: 11 Aralık 2015Tür: Biyografi

Özet&DetaylarTeknoloji devi Apple şirketinin kurucusu ve 20yy.’ın deha isimlerinden olan Steve Jobs’un yaşam öyküsünü yeni bir perspektif ile beyazperdeye aktaracak filmin yönetmenliğini Oscarlı isim Danny Boyle’ üstleniyor, senaryoyu ise yine Oscar ödüllü Aaron Sorkin. Apple’ın öncü kurucusu Steve Jobs’u Michael Fassbender, Macintosh’un eski pazarlama müdürü Joanna Hoffman’ı ise Kate Winslet can-landırıyor. Apple’ın kurucu ortaklarından Steve Wozniak’ı Seth Rogen canlandı-rırken, Jeff Daniels ise Apple’ın eski CEO’su John Sculley rolünde.

Page 81: Farmalive dergi 8 sayı

79farmalivedergi.com

Kasım - Aralık

ajandası

28 Kasım Cts. 12 Aralık Cts.

22 Kasım Pz. 01 Aralık Sal.

MODEL KONSERİ28 KASIM 2015 CUMARTESİYER: İstanbul Jolly Joker

FUNDA ARAR KONSERİ12 ARALIK 2015 CUMARTESİYER: Ankara Jolly Joker

ATALAY DEMİRCİ STAND-UPNE ALAKA22 KASIM 2015 PAZARYER: İzmir AKM Yunus Emre Salonu

MAHŞER-İ CÜMBÜŞ1 ARALIK 2015 SALIYER: KKM Gönül Ülkü veGazanfer Özcan Sahnesi İSTANBUL

Page 82: Farmalive dergi 8 sayı

80 Kasım - Aralık 2015

Adı Soyadı:

Mesleği:

Adres:

Şehir:

Fatura Adresi:

Vergi Dairesi:

T.C. Kimlik No:

Tel /GSM / Mail:

ABONELİK BEDELİ

1 Yıllık --- Öğrenci/Öğretim Üyesi: 80 TL Bireysel: 96 TL HAVALE İLE ÖDEME

Yıllık abone bedeli olan ........ ’yi şirketinizin Yapı Kredi Bankası’nın, Ümitköy Şubesi’ndeki (789-95143223) IBAN: TR11 0006 7010 0000 0095 1432 23 nolu hesabına havale ettim. Aboneliğimi…...... sayıdan başlatınız. Eski dergilerden …………………… sayıları da hesabıma dahil ediniz.

Lütfen bu formu doldurduktan sonra [email protected] adresine gönderiniz.

ABONE FORMU

dergin adresine gelsin!ABONE OL

FarmaLive Dergi Hayatınıza Artı Katıyor!

Eczacıların evinden çok vakit geçirdikleri, iş yerlerinde, eczanelerinde; yoğunluktan fırsat bulup, nefes almak için farklı konularda okuyabilecekleri yazılar, makaleler ve rö-portajlarla dolu dergimiz FarmaLive, hayatınıza artı katmak için her geçen gün daha çok çalışıyor!

Amacımız FarmaLive’ı eczacılarımızın elinden düşüreme-yeceği bir dergi, bir yaşam asistanı yapmak. “Yaşamınıza Değer Katar” sloganıyla çıktığımız bu yolda bize sektörün önemli isimleri ve başarılı eczacılar yol gösteriyor. “Bir ec-zacının bir dergiden beklentisi nedir” düşüncesinden yola çıkarak hazırladığımız içerik tamamen sağlık sektörünün spontaneliğinden sıyrılabilecek şekilde hazırlandı. Sizde FarmaLive dergi ailesinin bir parçası olmak istiyorsanız, for-mu doldurun, bize geri gönderin!

E DERGİMİZE ABONE OLABİLİRSİNİZ.

Page 83: Farmalive dergi 8 sayı
Page 84: Farmalive dergi 8 sayı