Top Banner
6 DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş * Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim noktalarından birisi olan afet olgusu, bahsi geçen çalışma alanlarının ilgisini özellikle son on yıllarda daha fazla çekmeye başlamıştır. Böylesine yönelimin arkasındaki temel nedenlerden bir tanesi afetlerin niceliksel olarak yirminci yüzyılın birinci yarısı ile kıyaslandığında artış göstermesi sayılabilir. Bu artışın oluşumunda ise karmaşık ilişkiler ağı bulunmaktadır. Çoklu unsurların farklı kombinasyonlarla birbirlerini, karşılıklı olarak etkilemeleri, karmaşık ilişki ağlarının temel mantığını ifade etmektedir. Böylesine iç içe girmişlik, afet olgusunun çoklu disipliner bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu çoklu disipliner özellik ise başta da belirtildiği gibi modernitenin mantığını içselleştirilmiş ve onun somut örneği olan olan sosyal ve doğal bilim ayrımının yavaş yavaş belirsiz hal alması ile eş zamanlılık göstermektedir. Farklı bir ifade ile afetlerin tanımlanmasında kullanılan tek nedenli ve doğrusal bir çizgiye odaklanan bakış açısı son on yıllarda yerini çok nedenli ve döngüsel bir anlayışa bırakmış bulunmaktadır. Böylesine bir akıl yürütme biçimini önemseyen afet tanımlamaları da odak noktaları açısından farklılık göstermiş olmasına rağmen, genel olarak hemen hemen hepsinde olan ortak noktalar bulunmaktadır (Fritz,1961). Bu çalışmada da bu ortak noktalardan hareket edilerek bir afet kavramsallaştırması yapılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra son on yıllarda doğa bilimlerde ortaya çıkan ve etki alanını sosyoloji ve psikoloji dahil olmak üzere farklı sosyal ve doğa bilimlerinde de gösteren “Karmaşıklık ve Kaos Çalışmaları” perspektifi de bu araştırmanın ana bakış açısını ifade etmektedir. Belirtilen kavramsal ve teorik bakış açılarından yararlanılarak bu çalışmada, 2011 yılında Van İli’nde meydana gelen iki büyük ve yıkıcı depremin sosyal etkileri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Risk Toplumu, Dünya Risk Toplumu ve Afet Olgusu Risk Toplumu ile ilgili tartışmalar, 1990’lı yıllardan itibaren sosyal bilimler literatüründe kendini göstermeye başlamıştır. Bu kavramın sahipleri olan Giddens ve Beck, bu kavramı tanımlama ve bu olgunun ortaya çıkma nedenlerini açıklamada ortak argümanlarda bulunmuşlardır. Her iki düşünüre göre, modern toplum ötesinde bir nitelik gösteren bu yeni olgu, Batı toplumlarının aşırı bireyselciliğe ulaşmasından dolayı ortaya çıkmaktadır. Farklı bir şekilde ifade edilecek olursa, Risk Toplumu, sosyolojinin kurucularından olan Durkheim’ın en büyük korkusu olan “anomi”nin, yani kolektif bilincin çözülmesinin, bireyselleşmenin yoğun bir şekilde yaşanmasının gerçekleşmiş halidir denilebilir. Batı toplumları buna ek olarak Horkheimer(2005)’ın ifade ettiği Çalışma, Atatürk Üniversite Bilimsel Araştırmalar Projesi kapsamında yürütülen projenin sonuç raporudur. * Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, [email protected]
30

DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

Oct 18, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

6

DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ

Z. Yonca Odabaş*

Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim noktalarından birisi olan afet olgusu, bahsi geçen

çalışma alanlarının ilgisini özellikle son on yıllarda daha fazla çekmeye başlamıştır. Böylesine

yönelimin arkasındaki temel nedenlerden bir tanesi afetlerin niceliksel olarak yirminci yüzyılın

birinci yarısı ile kıyaslandığında artış göstermesi sayılabilir. Bu artışın oluşumunda ise karmaşık

ilişkiler ağı bulunmaktadır. Çoklu unsurların farklı kombinasyonlarla birbirlerini, karşılıklı

olarak etkilemeleri, karmaşık ilişki ağlarının temel mantığını ifade etmektedir. Böylesine iç içe

girmişlik, afet olgusunun çoklu disipliner bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmasına neden

olmaktadır. Bu çoklu disipliner özellik ise başta da belirtildiği gibi modernitenin mantığını

içselleştirilmiş ve onun somut örneği olan olan sosyal ve doğal bilim ayrımının yavaş yavaş

belirsiz hal alması ile eş zamanlılık göstermektedir. Farklı bir ifade ile afetlerin tanımlanmasında

kullanılan tek nedenli ve doğrusal bir çizgiye odaklanan bakış açısı son on yıllarda yerini çok

nedenli ve döngüsel bir anlayışa bırakmış bulunmaktadır.

Böylesine bir akıl yürütme biçimini önemseyen afet tanımlamaları da odak noktaları açısından

farklılık göstermiş olmasına rağmen, genel olarak hemen hemen hepsinde olan ortak noktalar

bulunmaktadır (Fritz,1961). Bu çalışmada da bu ortak noktalardan hareket edilerek bir afet

kavramsallaştırması yapılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra son on yıllarda doğa bilimlerde

ortaya çıkan ve etki alanını sosyoloji ve psikoloji dahil olmak üzere farklı sosyal ve doğa

bilimlerinde de gösteren “Karmaşıklık ve Kaos Çalışmaları” perspektifi de bu araştırmanın ana

bakış açısını ifade etmektedir. Belirtilen kavramsal ve teorik bakış açılarından yararlanılarak bu

çalışmada, 2011 yılında Van İli’nde meydana gelen iki büyük ve yıkıcı depremin sosyal etkileri

ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Risk Toplumu, Dünya Risk Toplumu ve Afet Olgusu

Risk Toplumu ile ilgili tartışmalar, 1990’lı yıllardan itibaren sosyal bilimler literatüründe kendini

göstermeye başlamıştır. Bu kavramın sahipleri olan Giddens ve Beck, bu kavramı tanımlama ve

bu olgunun ortaya çıkma nedenlerini açıklamada ortak argümanlarda bulunmuşlardır. Her iki

düşünüre göre, modern toplum ötesinde bir nitelik gösteren bu yeni olgu, Batı toplumlarının

aşırı bireyselciliğe ulaşmasından dolayı ortaya çıkmaktadır. Farklı bir şekilde ifade edilecek

olursa, Risk Toplumu, sosyolojinin kurucularından olan Durkheim’ın en büyük korkusu olan

“anomi”nin, yani kolektif bilincin çözülmesinin, bireyselleşmenin yoğun bir şekilde yaşanmasının

gerçekleşmiş halidir denilebilir. Batı toplumları buna ek olarak Horkheimer(2005)’ın ifade ettiği

Çalışma, Atatürk Üniversite Bilimsel Araştırmalar Projesi kapsamında yürütülen projenin sonuç raporudur. * Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, [email protected]

Page 2: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

7

“Akıl Tutulmasını” yaşamışlar ve pozitif bilime karşı saplantılı bağlılıklarını her fırsatta (bilimde,

sanatta, gündelik yaşamda) göstermişlerdir.

Böylesine bir deneyimin yaşandığı Batı toplumu Giddens ve Beck’e göre artık “Akıl

Tutulması”nın sınırlarına gelmiş ve sorgusuz sualsiz fetişleştirdiği bilim başta olmak üzere

modern toplumun tüm değerlerine karşı kuşkucu bir gözle bakmaya başlamıştır. Özellikle

pozitif bilime ve onun pratiklerinden olan teknolojiye karşı olan aşırı sadakat, pozitif bilimin

“pozitif” yönlerinden daha ziyade “negatif” yönlerine maruz kalma nedeni ile çözülmeye

uğramıştır. Refleksif modernite ya da düşünümsel modernite denilen bu süreç ile bilim ile

toplum arasındaki ilişki yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır.

Risk toplumunda bilim, bir boyutu ile yeni risklerin kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu

yeni riskler, gelecek konusunda toplumlar kendilerine belirli bir yol çizmelerinde sınırlılıklara

neden olmaya başlamakta ve rasyonel toplum olan modern toplumun kesinliğinden giderek

uzaklaşılmaktadır. Olasılıkların egemen olduğu bu yeni oluşum içinde, toplumlar ve kişiler,

karanlık içinde kendilerine güvenilir yollar bulmak için farklı stratejiler geliştirmeye başlamış ve

korkularının kaynağını ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Beck ( 1992, 1999), Risk Toplumu ile ilgili dile getirdiği bu argümanlarını zaman içinde daha

da geliştirmiş ve Dünya Risk Toplumu kavramsallaştırması ile Batı toplumlarında ortaya çıkan

değişim ve dönüşümleri adlandırmıştır. Bu yeni olguda, riskler ulus devlet sınırlarını aşmış ve

uluslararası bir arenada boy göstermeye başlamıştır. Özellikle, pozitif bilimin pratiği olan

teknolojik gelişmeler, bu oluşumda en önemli etken olarak görülmüş ve teknoloji aracılığı ile

ortaya çıkan yeni tür risklerden bahsedilmiştir. Nükleer santrallerden kaynaklanan sorunlar,

genetiği ile oynanmış gıdalar, biyolojik silahlar Dünya Risk Toplumu’nun temel örnekleri

arasında yer almaktadır. Bu riskler ile başa çıkmada, diğer bir deyişle mücadele etmede artık,

ulus devletlerin tek başına müdahalesi yeterli olmamakta, bu nedenle uluslararası bir girişime

ihtiyaç duyulmaktadır.

Gerek Risk Toplumu’nun gerekse Dünya Risk Toplumu’nun geleceğe yönelik belirsizliklere

odaklanan ve içerik bakımından karamsar bakış açısı, fizyolojik bir varlık olan yerkürenin sahip

olduğu potansiyel riskleri de içermektedir. Depremler, seller, fırtınalar yerkürenin fizyolojik

özelliklerinden kaynaklanabilen riskler arasında yer almaktadır. Bu riskler gelecekte insan

birlikteliklerini tüm yönleri ile tehdit etme potansiyeline sahip bulunmaktadır. Bunun yanı sıra

bu doğa olayları geçmişte de insan birlikteliklerini tüm yönleri ile tehdit etmiştir. Doğa olayların

geçmiş zamana ait olma durumu, gerek doğa bilimleri, gerekse sosyal bilimleri ilgilendiren yeni

bir kavramı karşımıza çıkarmaktadır: Afet.

Bununla birlikte, afet tanımlamalarında odak unsur sadece doğa olayları olmamış, kavramın

sınırları, Giddens (1998)’ın “dışsal risk” ile “imal edilmiş risk” arasında yaptığı ayrıma benzer

şekilde doğal afetleri ve imal edilen yani insanlar tarafından üretilen afetleri de içerecek şekilde

genişletilmiştir. Bunun yanı sıra iki kutuplu bir bakış açısının neden olduğu sorunların da

farkına varılarak, bu iki uç noktanın kesişim alanları da afet tanımlamaları içinde yerlerini

bulmuştur.

Page 3: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

8

Afet ile risk arasındaki temel farklılık zaman boyutunda karşımıza çıkmaktadır. Doğal, insan

ürünü ya da melez nitelikli afetler, aslında geçmişte yaşanmış olaylardır. Bunların gelecekte

yaşanma olasılığı ise, afet riski kavramının içeriğini oluşturmaktadır. Bahsi geçen her iki kavram

politika alanında da yansımasını bulmakta ve düzen ve ilerleme mantığı çerçevesinde

kurgulanmış olan toplum kavramsallaştırmaları afet ve afet yönetimi anlayışını üretmektedir.

Diğer bir deyişle, gerek afet olgusu, gerekse afet riski kavramsallaştırması, insan birlikteliklerinin

“normal işleyişlerini” bozduğu için, “düzeni” kırdığı için, onunla başa çıkmak amacı ile

disiplinlerarası bir çalışma alanı olan ve afetlerin ya da afet risklerinin olumsuz etkilerinin

olabildiğince minimum seviyeye indirilmesini hedefleyen “afet yönetimi” ve “afet riski yönetimi”

alanlarının oluşmasına sebep vermiş ve erken dönemlerde, tepeden aşağıya doğru bir yön

izleyen bu alanlarda, pratikte karşılaşılan sorunlar ve bu sorunların meydan okumaları ile

tabandan yukarıya doğru bir bakış açısının daha etkili olacağı kanaatine varılmıştır.

Tabandan hareket eden afet ve afet riski yönetimi alanları, ayrıntıların öneminin farkına

varmayan ya da varmak istemeyen erken dönem afet ve afet riski yönetim alanlarından kökten

bir farklılık göstermektedir. Temel kabulü, insan birlikteliklerinin homojen olmadığı ve bu

heterojenliğin afet olgusu ile kesişim yaşadığı durumlarda, afet ve afet riski yönetimi için önemli

bir tehdit ve kaynak olabileceğine dayanan bu bakış açısı ile daha sürdürülebilir bir afet ve afet

riski yönetimi modeli ve pratiği mümkün olabilmektedir. Her türlü insan birlikteliğinin gerek

kendi içinde gerekse diğer insan birliktelikleri oluşumları arasında benzer ve farklı noktaları

bulunmaktadır. Bu benzerlik ve farklılıkların dikkate alınması afet ve afet riski yönetiminin

etkililiği için büyük önem taşımaktadır.

İncinebilirlik, hassasiyet ya da kırılganlık olarak da sıklıkla karşımıza çıkan bu heterojenlik

durumunun, ilk bakışta negatif bir içeriğe sahip olsa da; daha derinden bir inceleme ile, dolaylı

da olsa, bu özelliklere sahip olan kesimlerin sahip oldukları pozitif niteliklere de vurgu yaptığı

görülmektedir. Diğer bir ifade ile insan birlikteliğinin heterojenliğinin, sosyal sınıf ve SES

(sosyoekonomik seviye) farklılıkları, toplumsal cinsiyet farklılıkları, etnik köken farklılıkları, ırk

farklılıkları, sağlıklı olup olmama üzerinden çizilen “normal-patoloji” ayrımı, bunun önemli

uzantılarından biri olan bedensel ve zihinsel engellilik durumu ve yaş farklılıkları ile yaşlılık

tartışmalarını da içerdiğini ileri sürmek söz konusudur. Böylesine bir çeşitlilik tüm sosyal

sorunlar için hem avantaj hem de dezavantaj sağlamakta ve bu durum afet ve afet riski yönetimi

tartışmaları için de geçerliliğini korumaktadır.

Orta sınıfın bir üyesi olan, zihinsel ve bedensel bir engeli olmayan, yetişkin ve heteroseksüel

olan beyaz Batılı erkeğin yarattığı dünyada bu erkeğin dışında olan tüm sosyal kesimler göz

ardı edilmiş durumdadır. Bütüncül bir bakış açısı ile Dünyayı, insanı öncelikli olarak

“açıklamaya”, daha sonra kendisine yöneltilen eleştiriler çerçevesinde “anlamaya” çalışan beyaz

erkek, yine de önceliği kendine vermiş ve diğer sosyal kesimleri, fiziksel çevreyi ihmal etmeye

devam etmiştir. İhmal edilen bu sosyal ve fiziksel çevrede yer alanlar (kadınlar, çocuklar,

engelliler, farklı ırk ve etnik kökene ait olanlar, yaşlılar, homoseksüeller ile fizyolojik çevre, diğer

bir deyişle doğa) süreç içinde kendi bakış açılarından Dünyayı anlatmaya çalıştıkları kavramsal

ve kuramsal çerçevelerini inşa ederek, bu hegemonik ilişkiye engel olmaya çalışmışlar ve

çalışmaya devam etmektedirler. Feminist Teori, Çocukluk Çalışmaları, Engellilik Çalışmaları,

Page 4: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

9

Eleştirel Irk Teorisi, Gerontoloji, Queer Teori, Yeni Ekolojik Paradigma bu karşı çıkış sürecinde

oldukça aktif rol oynamışlardır.

Afet ve afet riski yönetimi ile ilgili çalışmaların farklı disiplinlerin kesişim noktası olması, onun

burada bahsedilen hegemonik ilişkiyi de dikkate almasını gerektirdiği su götürmez bir gerçektir.

Her ne kadar farklı başlıklar altında ortaya çıkmış olsa da, söz konusu eleştirel bakış açılarının

birbirleri ile kesişimsellik (intersectionality) ilişkisi içinde oldukları bilinmektedir. Diğer bir

deyişle, melezlikler sosyal ve fiziksel çevrenin temel öğeleri olmuşlardır.

Problem:

Lindell (2013: 797), afet çalışmaları olarak isimlendirilen disiplinlerarası ya da çoklu disipliner

alanın afet ya da kitlesel acil durumlar olarak ifade edilen ve aniden ortaya çıkan kolektif boyutta

stres yaratan olayların sosyal ve davranışsal görünümlerine odaklandığını belirtmektedir. Tehlike

yaratan doğa olayları, gruplar arası şiddet içeren çatışmalar, teknolojik kazalar, yaşamsal

kaynaklarda yaşanan kıtlık, en genel ifade ile gündelik yaşamın olağan rutini içinde devam

etmesini engelleyen her türlü olumsuz olayların bu başlık altında ele alınacağını dile

getirmektedir.

Wallace (1956’dan akt. Lindell, 2013:798), afetlerin mekan odaklı oluşumlarının, farklı bir şekilde

dile getirilecek olursa afetlerin belirli mekanlarda meydana gelmesinin sonucu olarak bir dizi

etki alanlarının ortaya çıktığını ifade etmektedir. Bu etki alanları ise daha önce bahsedilen

incinebilirlik kavramına ek olarak dayanıklılık kavramını da tartışmalara dahil etmektedir. Ancak

yine daha önce de dile getirildiği gibi toplum denilen olgu oldukça karmaşık bir niteliğe sahiptir

ve bu karmaşık ilişkiler ağı, afet olgusunda da kendisini göstermektedir. Bu karşılıklı içiçe geçiş

durumu afet incinebilirliğinin yine kendi aralarında karşılıklı etkileşimi içeren çok sayıda alt

başlıklara ayrılmasına neden olmaktadır. Bu karmaşıklık ve karışıklık, afet etkilerinin neden ve

sonuçlarının neler olabileceği konusunda net bir remin çizilmesinde önemli bir engel teşkil

etmektedir. Şekil 1, bu karmaşık ilişki ağının işleyiş mantığı konusunda önemli ipuçları

vermektedir:

Page 5: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

10

Şeki

Şekil 1: Afet Etki Modeli ( Lindell ve Prater, 2000’den akt. Lindell, 2013:799)

Afet çalışmalarının çerçevesini üç boyutta ele alan Lindell (2013:799), bu üç unsurun birbirleri

ile karşılıklı etkileşimlerine de dikkat çekmek istemektedir. Afet öncesi koşullar olarak ifade

edilen ilk boyut, tehlikeye maruz kalma, fiziksel ve sosyal incinebilirlik olarak üç alt başlığı

içerirken; acil durum yönetimi müdahaleleri şeklinde isimlendirilen ikinci boyutta ise tehlike

azaltma, acil durum hazırlıklı olma, iyileşmeye hazırlı olma süreçleri yer almaktadır. Son olarak

olaya özgü koşullar boyutunda tehlike olayı, hazırlıksız olmaktan kaynaklanan afet tepkisi,

hazırlıksız olmaktan kaynaklanan afet iyileşmesi dikkat çeken başlıklar olmaktadır. Tehlikelere

maruz kalma durumu, insanların belirli coğrafi alanları işgal etmesi ile yakın ilişki içinde

bulunmaktadır. Dere yataklarını yerleşim alanlı olarak belirleme bu duruma örnek olarak

verilebilir. Buna ek olarak, fiziksel incinebilirlik başlığı da kendi içinde alt bileşenlere sahip

bulunmaktadır: insan incinebililiği (yaşam kaybı ve yaralanmalar), tarımsal incinebilirlik (tarım

alanlarının zarar görme potansiyeli), yapısal incinebilirlik (alt yapı hizmetleri, bina kalitesi vb.)

bu başlıklar içinde ilk sıralarda yer almaktadır. Tüm bu süreçler ise, fiziksel ve sosyal etkileri

ortaya çıkarmakta ve /veya varolan fiziksel ve sosyal koşullardan etkilenmektedir. Bahsi geçen

fiziksel etkilere ölüm, yaralanma ve taşınır taşınmaz malların zarar görmesi örnek olarak

verilebilir. Sosyal etkiler ise, psikososyal etki (olumlu ya da olumsuz yönlerde kişiler arası ilişki

biçimlerine afetlerin etkisi bu başlık altında yer almaktadır), demografik etkiler (nüfusun

nicelikse ve niteliksel olarak afet nedeni ile değişime uğraması gibi), ekonomik etkiler (iş kaybı,

kaynak kaybı vb), politik etkiler (politik sisteme güvenin azalması, politik düzenin kırılması vb.)

başlıklarını içermektedir. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta, tüm bu fiziksel ve

sosyal etkilerin hem kendi aralarında hem de daha önce belirtilen üç etki boyutu ile karşılıklı

olarak etkileşim içinde olduğudur.

Afet öncesi

koşullar

Tehlikeye

maruz kalma

Fiziksel

incinebilirlik

Sosyal

incinebilirlik

Acil durum yönetimi müdahaleleri

Tehlike

azaltma Acil duruma hazırlıklı

olma

İyileşmeye

hazırlıklı olma

Fiziksel

etkiler

Sosyal etkiler

Tehlike olayı Hazırlıksız olmaktan

kaynaklanan afet tepkisi

Hazırlıksız olmaktan

kaynaklanan afet iyileşmesi

Olaya özgü koşullar

Page 6: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

11

Acil durum müdahaleleri başlığında ise, afet öncesi ve sonrası şeklinde yapılan afet yönetiminin

sınıflandırılması mantığı karşımıza çıkmaktadır. Doğrusal bir mantık çerçevesinde afet ile başa

çıkma süreçlerinin bu şekilde iki ayrı döneme ayrılması, Mileti(1999)’nin de belirtiği gibi afet

yönetiminin sürekliliğinin kısıtlanmasına neden olmaktadır. Böylesine sınırlılıktan kurtulmak için

ise, afet yönetiminin dört aşaması olarak da dile getirilen azaltma, hazırlıklı olma, tepki ve

iyileşme başlıkları döngüsel bir ilişki ağı içinde ele alınmalıdır.

Afetlerin şu ana kadar dile oluşum nedenleri ve etki alanları çerçevesinde bu çalışmanın temel

problemini, afetlerin sosyal düzeni bozma özelliği oluşturmaktadır. Bu sorundan yola çıkılarak

bu araştırmada 2011 yılında Van İli’nde meydana gelen iki büyük ve çok sayıda arttı depremin

sosyal ekonomik politik ve kültürel alandaki yansımaları birbirleri ile olan bağlantılarına da

dikkat edilerek tartışılmaktadır.

Amaçlar

Yukarıda dile getirilen genel amaca ek olarak bu yazıda ele alınan alt amaçlar şu şekilde

sıralanabilir:

1. Toplumsal cinsiyet olarak kavramsallaştırılan kadın ve erkeğin afet deneyimi ve bu deneyim ile

başa çıkma mekanizmaları nelerdir?

2. İncinebilirliği yüksek grup olarak değerlendirilen çocukların afet deneyimleri nelerdir?

3. Katılımcıların afet bilgi ve farkındalığı ne seviyedir. Bu seviyeyi etkileyen unsurlar nelerdir?

Önem

Afetler, homojen nitelik göstermeyen insan birlikteliklerini değişik derecelerde etkilemektedir.

Bu etkileme bir yönü ile incinebilirliği işaret ederken; diğer yönü ile de incinebilirliğin azaltılması

için neler yapılabileceği konusunda politika yapıcı, uygulayıcı ve araştırmacılara ipuçları

sağlamaktadır. Tabandan hareketle bir afet yönetimi (bottom up approach), bu amaca

ulaşmada oldukça işlevsel niteliğe sahip bulunmaktadır. Böylesine bir bakış açısı ve sayıltıdan

hareket eden bu çalışma, sürdürülebilir bir afet yönetimin gerçekleşebilmesi için ilk aşama olan

incinebilirlik boyutları ile başa çıkma kapasitelerinin neler olabileceğini belirli bir örneklem

içinde gösterebilme potansiyeli bakımından önem taşımaktadır.

Sınırlılıklar

2011 yılı sonlarına doğru Türkiye’nin nüfusun etnik yapı ve bununla bağlantılı olarak gelişim

gösteren siyasi tercih bakımından göreli olarak Kürt kökenli vatandaşlarının yaşadığı Van İl’inde

meydana gelen iki büyük ve devamındaki artçı depremler, gerek bölgenin gerekse Türkiye’nin

genelinde farklı etkiler ve tepkilerin oluşumuna neden olmuştur. Ekonomik, siyasi, sosyal ve

kültürel değişimlerin her birisinin birbirleri ile karşılıklı olarak etkileşim içinde olduğu bu

çalışmanın temel kabulleri arasında yer almaktadır. Bu sayıltı üzerine kurgulanarak bu

çalışmada, depremin sosyal yaşam üzerine, afet topluluğunun gündelik yaşamında ve yaşam

Page 7: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

12

algısında meydana getirdiği kırılmalar daha ayrıntılı olarak incelenmektedir. Çalışma sonucunda

ortaya çıkan sonuçlar, örneklem tekniğinin izin verdiği ölçüde sadece araştırmaya katılanlar ile

sınırlı tutulmaktadır.

Yaklaşım ve Sayıltılar

Bu çalışmanın teorik bakış açısını Karmaşıklık ve Kaos Çalışmaları oluşturmaktadır. Wallerstein

(1999) tarafından klasik sosyoloji kültürüne yönelik başkaldırılar arasında yer alan Karmaşıklık

Çalışmaları, klasik sosyolojinin tek nedenli açıklamalarının sınırlılıklarına dikkat çekmektedir.

Sayğan (2014), karmaşıklık kavramının sosyal ve doğa bilimlerinden farklı isimler tarafından

sıklıkla son dönemlerde kullanılmaya başlanıldığını ifade etmektedir: bu isimler arasında yer

alan Allen (2001:150’den akt. Sayğan, 20154) karmaşıklığı, “çevresine sadece bir yönden değil,

çok farklı yönlerden tepki gösterebilme kapasitesine sahip bir sistem” olarak tanımlamaktadır.

Allen’a göre bu tanım, karmaşıklığın tek yönlü ve doğrusal bir sistem olmadığı daha ziyade

dallanıp budaklanan çoklu unsurların bir arada karşılıklı olarak etkileşim içinde olduğu bir

sistam anlamına gelmektedir. Sistem ile ilgili çalışmalarda önemli bir diğer isim olan ve

sosyolojik olarak yeni işlevselciler arasında sayılan Luhmann (1985’den akt. Sayğan, 2014) da

karmaşıklığı “bir sistemde gerçekleşme ihtimali olan çok sayıda olasılık” anlamına gelmektedir.

Karmaşıklık, 1970’lerde ve 1980’lerin başında, bir grup bilim adamının yoğun çalışmalarının

neticesinde geniş bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Biyoloji, kimya, bilgisayar simülasyonları,

evrim, matematik, sosyoloji, uyum psikolojisi, fizik karmaşık sistemler üzerine odaklanan farklı

çalışma alanlarından birkaçı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğrusal ve tek boyutlu bir var olmadan ziyade çoklu etmenlerin karşılıklı ilişkisine odaklanan

karmaşık sistemin özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Sayğan, 2014):

Doğrusal Olmama ve Öngörülemezlik: Karmaşıklık Teorisi’ne göre, doğrusallık ve neden-sonuç

ilişkisi ve modernitenin önemli bileşenlerinden olan “tahmin edilebilirlik”, gerçekliği anlamada

sınırlı bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle pozitif bilimlerin söz konusu mantığını reddetmektedir.

Bunun yerine, karmaşık sistemlerin dinamikliğinden dolayı geleceği tahmin etmenin çok güç

olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle karmaşıklık sistemlerde öngörülemezlik temel özellik

olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kelebek Etkisi (Küçük Girdilerin Büyük Değişikliklere Neden Olması), Hassaslık ve Çekici

Öğelerin Etkisinde Kalma: Karmaşık sistemlerde çok küçük girdiler, çok büyük değişikliklere

neden olmaktadır. Brezilya’da küçük bir kelebeğin kanat çırpmasının Teksas’ta kasırganın ortaya

çıkmasında etkili olması ile özetlenen bu karmaşık bağlılık durumunun en örneklerinden bir

tanesi de “ekolojik zincir” kavramı ile somutlaşmaktadır. Açık bir sistem olarak yeryüzünde

denge hali istenilen bir durumdur ancak bu denge çok sayıda, gerçekte sayılamayacak sayıda

birimleri barındırmakta ve bu birimlerden bir tanesinin normalden uzaklaşması sistemin diğer

bileşenlerini de etkilemektedir. Bu nedenle sisteme yapılacak küçücük bir müdahale,

beklenmeyen ve öngörülemez çok büyük değişikliklere neden olmakla birlikte tüm sistemin

davranışını değiştirebilmektedir. Dolayısıyla karmaşık sistemler girdileri, doğrusal olmayan bir

şekilde çıktılara dönüştürmektedir.

Page 8: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

13

Bağlılık (Connectivity) ve Karşılıklı Etkileşim / Karşılıklı Bağımlılık: Bu özellik ile “kelebek

etkisi” ne benzer şekilde karmaşık sistem içerisindeki parçaların birbirine sıkı bir şekilde bağlı

olması ve sistemin bir parçasında meydana gelecek bir değişikliğin, diğer parçaları etkileyeceğini

ve değişikliğe uğratabileceği ifade edilmektedir.

Kendi Kendini Örgütleme Karmaşık sistemler, kendi kendini örgütleme davranışında

bulunmaktadırlar bu davranış, bir görevi yerine getirmek için bir araya gelen bir grubun, ne

yapacağına, nasıl yapacağına, ne zaman yapacağına, dışarıdan her hangi bir müdahaleye ve

düzenlemeye maruz kalmadan kendisinin karar verip, bunu kendiliğinden gerçekleştirmesidir.

Planlamanın, Tasarımın ve Önceden Belirlemenin Mümkün Olmaması: Karmaşık sistemler her

ne kadar çalkantılı dalgalanmalar geçirseler de sonunda tutarlı bir düzene kavuşurlar. Burada

özellikle belirtilmek istenen husus oluşan bu düzenin, dışarıdan herhangi bir müdahaleye ve

planlamaya gerek kalmadan, kendiliğinden gerçekleşmesidir. Böylesine bir durumun arkasındaki

temel etmen, sistemlerin doğasında var olan dengeye ulaşma eğilimidir. Bu önceden planlanmış

bir eylem değildir. Bir önceki maddede de belirtildiği gibi spontane bir biçimde yani

kendiliğinden oluşmaktadır. Bu noktada ANT (Actor Network Theory )tarafından kabul edilen

insan olmayan varlıkların da kendi kendilerine eylemde bulunma kapasiteleri karşımıza

çıkmaktadır.

Ortaya Çıkış (Oluşum/Meydana Geliş): Gestalt Psikolojinin temel kabulü olan “bütün kendini

oluşturan parçalardan ayrı ve bağımsız bir varlıktır” fikrinin benzeri bu başlık altında karşımıza

çıkmaktadır. “Karmaşık sistemlerde bütünü oluşturan parçaların ayrı ayrı ele alınarak

incelenmesi doğru değildir. Sistem, onu oluşturan parçalara indirgenemez. Bütün, bütünü

oluşturan parçaların toplamından farklı, fazla ve tahmin edilemeyen bir değer ifade etmektedir.

Önemli olan parçaların oluşturduğu bütündür. “Ortaya çıkış”, bütünle ilişkilidir. Tek tek

parçalara indirgenmek ve bağımlı ve bağımsız değişken ayrımı yapabilmek doğru değildir.

Birlikte Evrim: Birlikte evrimin temelinde yatan husus, karşılıklı etkileşimdir. Birlikte evrim,

sistem içindeki farklı alt sistemlerin birbirlerini karşılıklı etkileyerek kendi özelliklerine göre

birbirlerini uyumlulaştırdığını ve en genelinde değişikliklere neden olduğunu ifade etmektedir.

Karmaşıklık ve Kaos çalışmalarından yola çıkılarak gerçekleştirilen bu çalışmada, toplum

karmaşık bir sistem olarak kabul edilmekte ve denge bu toplumun temel hedefi olarak kabul

edilmektedir. Modernitenin temel mantığı olarak dile getirilen ve pozitif bilimlere öykünen

sosyolojide de geniş kabul gören bu eğilim daha önce de belirtildiği gibi afet çalışmalarının da

dikkatini çekmektedir. Afet olgusu ile dengeye ulaşma ve dengede olma hedefi sekteye

uğramaktadır. Karmaşıklık ve Kaos çalışmalarının temel özelliklerini topluma uyarlamak söz

konusudur. Büyük bir oluşum olan toplum kendisini oluşturan alt birimlerde meydana gelen

bir değişiklik ile farklılaşabilmektedir. Fiziksel coğrafyada, mekanda meydana gelen afet ile

toplumun sosyal yaşamının değişime uğraması “kelebek etkisinin” somut bir örneği olarak

değerlendirilebilir. Buna ek olarak, afet sonrasında afet yaşayan topluluğun afet öncesi

yaşantısına olabildiğince geri dönme girişimi yani dengeye geri dönme çabası da kendi iç

dinamikleri ile gerçekleşebilmektedir. Bu durum ise Karmaşıklık ve Kaos Çalışmaları’nın bir

diğer özelliği olan “kendi kendini örgütleyebilme” ile benzeşim göstermektedir. Sosyal destek

mekanizmaları dengenin sağlanmasında oldukça işlevsel bir özelliğe sahip bulunmaktadır

Page 9: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

14

Yöntem

23 Ekim 2011 tarihinde Van’da meydana gelen 7,1 büyüklüğündeki deprem, AFAD verilerine göre

604 kişi hayatını kaybetmiş ve 4152 kişi yaralanmıştır. 11232 bina yıkılmış ve zarar görmüş,

bunlardan 6017 tanesi ise yaşanmaz hale gelmiştir. Deprem sonrasında en az 8321 hane, 60000

kişi evsiz kalmış

a. Araştırma Tipi

Deprem sonrasında afetzede toplulukta meydana gelen değişimlerin incelendiği çalışma bu

amaç açsından değerlendirildiğinde betimsel bir çalışma özelliğini taşımaktadır. Buna ek olarak,

alan çalışması sırasında önceden öngörülemeyen değişimler ile de karşılaşılması çalışmanın

keşfedici çalışma olarak değerlendirilmesine olanak sağlamaktadır

b. Araştırma Tekniği

Çalışmada bilgi toplama tekniği olarak açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşan yapılandırılmış

mülakat formu kullanılmıştır. Formda yer alan sorular, projede yer alan ve sosyoloji alanında

yüksek lisans eğitimi gören araştırmacılar tarafından katılımcılara yönlendirilmiştir. Soru

formunda, demografik sorulara ek olarak, afet sosyolojisi ile ilgili olarak Türkiye’de yapılan farklı

çalışmalarda (Kasapoğlu ve Ecevit, 2002) kullanılan sorulara da yer verilmiş, böylelikle sonuçlar

arasında karşılaştırma yapabilme olanağı sağlanmıştır.

Bu sorular arasında psiko-sosyal değişkenlerden olan “denetim alanı (locus of control)” (Hines

ve ark., 1986)dır. Denetim alanını ölçmek için “Deprem sorununun çözümünde en büyük

sorumlu devlettir” ifadesi kullanılmış ve üçlü Likert ölçeği ile katılımcıların görüşleri (Tamamen

katılıyorum, Oldukça katılıyorum, katılmıyorum) öğrenilmeye çalışılmıştır. Hines ve ark.

(1986)’nın argümanlarına dayanarak, “Tamamen katılıyorum ve Oldukça katılıyorum

seçeneklerini işaretleyenlerin “dış denetim alanının” gelişmiş olduğu varsayılmış ve “0” ile

SPSS’te kodlanmıştır. Katılmıyorum seçeneğini işaretleyenler ile “1” ile kodlanmış ve “iç denetim

alanları” gelişmiş olarak kabul edilmiştir. Regresyon analizi ile demografik özellikler arasında bir

ilişkinin olup olmadığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Denetim alanı ile ilgili soruya ek olarak çalışmada kullanılan bir diğer ölçek ise, Seeman (1965)‘ın

“yabancılaşma” ölçeğidir. Seeman tarafından gerçekleştirilen ölçekteki tüm maddeler

kullanılmamış sadece beş tanesi ele alınmıştır. Daha önceki soruda kullanılan üçlü Likert ile

seçenekler derecelendirilmiştir:

“Neler olup bittiğini anlayamıyorum” (Anlamsızlık)

“Bireysel olarak depremin çözümünde benim yapabileceğim fazla bir şey yok” (Güçsüzlük)

“Çoğu zaman depremden korunmaya aykırı uygulamalarda bulunmaktayım” (Kuralsızlık)

“Televizyon gazete okumuyorum, izlemiyorum” (Kültürel yabancılaşma)

“ Depremin karşısında kendimi yalnız ve korumasız hissediyorum” (yalnızlık)

Page 10: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

15

Katılımcıların bugün ve gelecekteki en önemli endişelerinin ne olduğunu ortaya çıkarmak amacı

ile kendilerine soru yöneltilmiştir. Böylesine bir sorunun sorulmasındaki en önemli gerekçe ise,

afet farkındalığı, tutum ve davranışı ile kişilerin hayatlarından beklenti ve hayatlarında karşı

karşıya oldukları sorun ve endişeleri arasındaki ilişkinin varlığı kabul edilmiştir .

Kişilerde afet farkındalığının tutum, bilgi ve davranış boyutlarında oluşturabilmesi için

kullanılan önemli değişkenlerden bir tanesi kaderciliktir. Çalışmada “kadercilik” (Kasapoğlu ve

Ecevit, 2003,) değişkeni ise, “olup bitenler takdir-i ilahidir, bizim elimizden bir şey gelmez”

önermesi şeklinde ve “tamamen katılıyorum”, “oldukça katılıyorum” ve “katılmıyorum

”seçenekleri ile sorulmuştur.

Afet çalışmalarında sıklıkla kullanılan bir diğer unsur olan “güven” olgusu da bu çalışmada yer

almaktadır. Katılımcılara, açık uçlu soru halinde “hayatta en fazla neye güvenirsiniz” sorusu

yöneltilmiş ve verdikleri cevaplar çerçevesinde değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır.

Bununla birlikte, çalışmada geleneksel bilgi toplama tekniklerine ek olarak, sosyal bilimlerde son

dönemlerde kullanılmaya başlanılan görsel tekniklerden ( Harrison, 2002; Rose, 2007) de

faydalanılmıştır. Rose (2007), görsel malzemelerin çoğu zaman söz den önce geldiğini ifade

etmektedir. Benzer şekilde Harrison (2002) da, görselin sosyal yaşamın anlaşılmasında

kullanılması gereken, ancak son on yıllara kadar bu önemi yeteri kadar kavranamamış bir unsur

olduğunu ileri sürmekte ve geleneksel araştırma teknikleri ile görsel tekniklerin bir arada

kullanılmasının daha verimli olacağını ileri sürmektedir. Böylelikle, sosyal pratikler, güç ilişkiler

gibi sosyal gerçeklik içinde yer alan farklı bileşenler hakkında daha ayrıntılı bilgi toplama olanağı

elde edilmektedir (Rose, 2007:xv). Görsel analizde farklı yaklaşımlar mevcuttur. İçerik analizi,

görsel antropoloji, kültürel çalışmalar, semiyotik ve ikonografi, psikoanalalitik imge analizi,

sosyal semiyotik görsel analiz, etnometodoloji, söylem analizleri ve konuşma analizleri bu

yaklaşımlardan bazılarıdır. Görselin (resim, video, fotoğraf olabilir)ne olduğu, ne tür

bileşenlerden oluştuğu, bu bileşenlerin görsel içinde nasıl sıralandığı, ne tür bir bilgi ya da mesaj

içerdiği, ne tür bilgileri dışarıda bıraktığı gibi sorulara yanıt arayarak, görselin değerlendirmesini

yapmak mümkündür (Rose, 2007:258).

Görsel sosyolojinin alt tekniklerinden biri olan resim çizdirmeyi kullanarak araştırmacılar,

çocukların deprem sonrasındaki deneyimlerinin ne olduğu ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Resim çizmeyi kabul eden çocuk katılımcılar ile daha sonra çizdikleri resimler hakkında

görüşmeler gerçekleştirilerek, resimlerinde neyi anlatmak istedikleri hakkında daha derin bilgi

elde edilmeye çalışılmıştır. Toplamda 13 çocuk resim çizmiş ve onlar ile çizdikleri resim ile ilgili

olarak derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir.

Görseller, semiotik (gösterge bilim) tekniği kullanılarak yorumlanmaya çalışılmıştır.

Göstergebilim olarak da bilinen semiyotik, bu çalışmada kullanılan analiz araçlarından bir

tanesidir. Genel olarak, işaretlerin (sign) incelenmesi (Chandler, 2002) olarak tanımlanabilecek

olan yaklaşımın önemli isimleri arasında Ferdinand de Saussure ve Charles Peirce ilk sıralarda

yer almaktadır. Peirce (1931; 1958)‘ın insanların işaretler aracılığı ile düşündüklerine dair

değerlendirmesi, bu bakış açısının temelini oluşturmaktadır. İşaretler, kelimeler, imge, ses, koku,

tat, eylem ya da nesne olabilirler. Ancak, bütün bu öğelerin kendi başlarına bir varlıkları

Page 11: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

16

bulunmamaktadır ve insanlar tarafından bir anlam yüklenmedikleri takdirde, işaret olarak kabul

edilmeleri mümkün değildir (Chandler,2002).

Göstergelerin mantıksal işlevinden ziyade toplumsal işlevi üzerine yoğunlaşan Saussure (1974),

maddesel olmayan unsurların bu konuda önemli işlevlere sahip olduğunu ifade etmektedir ve

işaretleri iki başlık altında ele alan bir model geliştirmiştir. Diğer bir deyişle, işaret, gösteren

(signifier) ve gösterilen (signified)in birlikteliğini ifade etmektedir. İşaret, biçimsel, genelleşmiş

ve soyut bir sistemin bir parçası olarak kabul edilebilir ve anlam, yapısal ve göreli bir özellik

taşımaktadır. Farklı bir deyişle, şeylerden ziyade ilişkiselliğe önem vermektedir (Chandler,2002).

İşaretler arasındaki olumsuzluğa ya da zıt durumlara odaklanarak Saussure, yapısal analizlerde

karşılıklı zıtlıkları ele almaktadır.

Genel olarak, Semiyotiğin iki temel analiz biçimlerine genel olarak bakıldığında ikilikler üzerine

kurulduğunu görmek mümkündür. Semiyotik, ilişkilerin çalışılması olarak tanımlanabilir (Law,

1999:7). Bu çalışmada da zıtlıklar ve bu zıtlıkların birbirleri ile ilişkileri, karmaşıklık

çalışmalarının temel sayıltılarına paralel olarak çocukların çizdikleri resimler üzerinden ifade

edilmeye çalışılmıştır.

c. Evren ve örneklem:

Çalışmada olasılıklı olmayan örneklem tiplerinden yarar örneklemi (convenience

sampling)tekniği kullanılmıştır. Soru formunda yer alan sorular, Van merkezde yerleşmiş olan

200 kişiye yöneltilmiş ancak, SPSS ile analize dahil olma niteliğine sahip 182 soru formu saha

çalışmasından elde edilmiştir. Sonuçlar görüşme yapılan kişiler ile sınırlıdır.

Buna ek olarak araştırmacılar görsel sosyolojinin alt tekniklerinden biri olan resim çizdirmeyi

kullanarak, çocukların deprem sonrasındaki deneyimlerinin ne olduğu ortaya çıkarılmaya

çalışılmışlardır. Resim çizmeyi kabul eden çocuk katılımcılar ile daha sonra çizdikleri resimler

hakkında görüşmeler gerçekleştirilerek, resimlerinde neyi anlatmak istedikleri hakkında daha

derin bilgi elde edilmeye çalışılmıştır. Toplamda 13 çocuk resim çizmiş ve onlar ile çizdikleri

resim ile ilgili olarak derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir.

BULGULAR VE TARTIŞMA

Örneklem Hakkında Genel Bilgiler

Çalışmanın bu bölümünde, ilk bölümde yer alan amaçlar çerçevesinde, anket tekniği ile elde

edilen verilerin istatistiksel analizlerinin sonuçları, buna ek olarak derinlemesine mülakat ile

sağlanan veriler ve yerel yönetim tarafından yapılan basın açıklamaları çalışmanın problemi ve

ilgili literatür bağlamında tartışılmıştır.

Fişek ve arkadaşlarının (2002) sürdürülebilir, yerel temelli afet yönetiminin oluşturulması için

afetten etkilenen nüfusun demografik özellikleri, afet ve çevre farkındalığı, hassasiyetleri, sosyal

sermayeleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olunması şeklindeki görüşlerine paralel olarak

çalışmanın bu bölümünde, katılımcılara ait bilgiler sunulmuştur.

Page 12: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

17

Örneklemin yaş değişkeni açısından dağılımına bakıldığı takdirde yaş ortalamasının 37,4 (std.

12,8) yıl olduğu görülmektedir. Minimum yaş 17 iken en yaşlı katılımcı 79 yaşındadır. Van İl

merkezinde ikamet etmekte olan katılımcıların 74’ü Van Valiliği, Van, Diyarbakır Belediyelerinin

oluşturdukları konteynır kentte kalmaktadırlar. Geriye kalan 107 katılımcı ise kalıcı konutlarda

(kiracı, ev sahibi) yaşamlarına devam etmektedirler. Araştırmaya dahil olan bir katılımcı ise bu

soruya yanıt vermemiştir. Konteynır kentte kalan katılımcılar ile ilgili olarak, siyasi temsilciler

ve sivil halk arasında, söz konusu nüfusun gerçek depremzede olmadıkları yönünde tutum ve

davranışlara araştırma sürecinde karşılaşılmıştır. Ancak sosyolojik bakış açısının gereği olan

tarafsızlık anlayışına dayanarak bu çalışmada konteynır kentte kalan kişilerin de deneyimlerine

yer verilmektedir.

Afet deneyimlerinin kadın ve erkeklerde farklılaştığı yönündeki tartışmalara (Enarson,1999)

dayanarak bu çalışmada kadın ve erkek katılımcıların olmasına özen gösterilmiştir. Kadın

katılımcıların sayısı 95 (%52,2) iken; erkek katılımcıların sayısı 87 (%47,8)’dir. Afet

deneyimlerinin kadın ve erkeklerde farklılaştığı yönündeki tartışmalara (Enarson,1999)

dayanarak bu çalışmada kadın ve erkek katılımcıların olmasına özen gösterilmiştir. Kadın

katılımcıların sayısı 95 iken; erkek katılımcıların sayısı 87’dir. Medeni durum olarak bir

değerlendirme yapıldığında çalışmada yer alan katılımcıların büyük bir çoğunluğunun evli (125,

%22,7) olduğu görülmektedir. Diğer katılımcıların medeni durum dağılımı ise şu şekildedir:

Bekar (41; %22,7), dul (9; %5,0), boşanmış (5; %2,8) olmak üzere bu soruya toplamda 180 kişi

yanıt vermiştir.

Örneklemin eğitim durumuna göre dağılımı Tablo 1’de verilmektedir.

Tablo 1: Eğitim Durumu

Sayı Yüzde Okuryazar değil 33 18,2 Okuryazar 18 9,9 İlkokul mezunu 24 13,3 İlkokul terk 5 2,8 Ortaokul mezunu 7 3,9 Ortaokul terk 6 3,3 Lise mezunu 32 17,7 Lise terk 4 2,2 Üniversite mezunu 38 21,0 Üniversite terk 1 0,6 Lisansüstü program mezunu 12 6,6 Lisansüstü program terk 1 0,6 Toplam 181 100,0

Tablo 1’e göre katılımcıların büyük bir çoğunluğunun üniversite mezunu (%21,0) oldukları

ortaya çıkmaktadır. Sırası ile okur yazar olmayanlar (%18,2), lise mezunu (%17,7), ilkokul

mezunu (%17.7)iken, en son sırada üniversite terk (%0,6) ve lisansüstü program terk (%0,6)

eden katılımcılar yer almaktadır.

Page 13: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

18

Afet farkındalığının sağlanmasında önemli bileşenlerden biri olarak değerlendirilen kişilerin

algıladıkları sosyoekonomik durum ile ilgili soruya katılımcıların büyük bir çoğunluğu (96; %

52,7)kendilerini düşük/alt SES ‘te gördüklerini ifade ederek yanıt vermişlerdir. Alt-orta SES’te

yer alan katılımcıların sayısı 63 (%34,6) iken; üst-orta SES’te kendilerini gören yanıtlayıcıların

sayısı 23 (%12,6)’tür. Kişilerin SES ile ilgili özellikleri, gündelik hayatlarındaki öncelikli sorun

alanlarını, farklı sosyal hizmetlere (eğitim sağlık, politik temsiliyet gibi) imkanlarını etkilemekte

ve u durum da afet ile ilgi düzeylerini belirleyebilmektedir.

Çalışma durumları açısından değerlendirildiğinde, yanıtlayıcıların büyük bir çoğunluğunun

çalışmadıklarını ifade ettikleri görülmektedir (çalışan 76, %42,0; çalışmayan 105, %58,0).

Çalışanların ise çoğunluğu (48; %63,2) tam zamanlı/ücretli olarak istihdam edildiklerini

belirtmektedirler. Geçici işlerde çalışan yanıtlayıcılar ise, ikinci sırada yer almaktadırlar (21;

%27,6).

Deprem nedeni ile iş kaybının yaşanıp yaşanmadığı konusu ile ilgili olarak ise yanıt veren 90

katılımcıların çoğunluğu “Hayır”(61; %66,3) yanıtını vermiştir. Evet”, cevabını verenler (31;

%33,7) ise iş kaybının nedenleri ile ilgili olarak, inşaat sektörünün sekteye uğraması, iş yerinin

yıkılması ya da işverenin deprem nedeni ile iş yerini kapatması, psikolojik ve /veya fizyolojik

sağlıklarının deprem nedeni ile kaybedilmesi gibi nedenleri sıklıkla dile getirmektedirler:

“Depremden önce evimde çocuk bakıcılığı yapıyordum bayağı da iyi kazancım vardı. Ama

depremden sonra burada konteynerde kaldığımız için kimse çocuklarını bana bırakmak

istemiyor. Burası dışarıdan kötü olarak görülüyor. Öyle olmasa bile” Kadın, evli, konteyner

kentte kalıyor

Yukarıda görüşleri yer alan kadın katılımcının deneyimleri damgalama” kavramı ile ifade

edilebilir. Damgalama süreci, ötekileştirme ve dışlama süreçlerini de beraberinde getirmektedir.

Afet öncesinde sosyo-ekonomik olarak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen kadın katılımcı, afet

sonrasında bunu gerçekleştirememektedir. Bu ise afet nedeni ile kadının kırılganlığının daha da

artmasına neden olmaktadır. Toplumsal cinsiyet açısından ele alındığında, kadınların erkekler

ile kıyaslandığında afetlerden daha fazla olumsuz etkilendiklerini dile getiren tartışmalara

(kaynak) paralel olan bu alıntıya ek olarak erkelerin de afetlerden kadınlar kadar olumsuz

etkilendiklerini dile getiren tartışmalar da bulunmaktadır (Houghton,2009) Geleneksel roller ile

afetin yıkıcı etkisi arasında sıkışıp kalan erkeklerin kırılganlığını aşağıdaki alıntıda görmek

mümkün olabilmektedir:

“Ev yıkıldı. Kent eski ortamında değil. Aileyi yalnız bırakamadım. Ailemi konteynerde yalnız

bırakıp başka yerlere iş bulmaya gidemedim”. Erkek, evli, işsiz,

Ekonomik olarak kaynak bulma şeklinde de ifade edilebilecek olan ailenin reisi olma rolünü

yerime getirmede sıkıntılara neden olan afetler nedeni ile erkekler arasında intihar girişimi ya

da yakın çevresindekilere karşı şiddet uygulama literatürde karşılaşılan bir durumdur

Page 14: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

19

(Houghton,2009) .Bu çalışmada da yukarıda yer alan alıntının sahibi olan erkek katılımcının

afet nedenli arada kalması sonrasında birkaç kez intihara teşebbüs ettiği çalışma sırasında başka

katılımcılar tarafından araştırmacıya söylenmiştir.

Afet sonrasında, bozulan statükonun yeniden sağlanması, afet yönetiminin aşamalarından biri

olan iyileşme sürecinin tamamlanması zaman bakımından farklılıklar gösterebilmektedir. Bu

süre, uzun ve kısa olabilmektedir. Sosyal destek mekanizmaları söz konusu sürenin ne olacağı

konusunda etkili olabilmektedir. Çalışmada, katılımcılara “deprem sonrasında başka yerlere göç

edip etmedikleri” sorulmuş ve çoğunluğunun göç etmediği (112; %62,6) ortaya çıkmıştır. Göç

etmeme nedenleri arasında sıklıkla kullanılan argümanları şu şekilde sıralamak mümkündür:

maddi durum yetersizliği, kentten, arkadaş, akrabalardan ayrılmama isteği, iş nedeni ile

ayrılamama durumu, ihtiyaçlarının karşılanmasında bir sorun ile karşılaşmama.

Deprem sonrasında göç, sıklıkla rastlanılan bir olgu olarak afet ile ilgili çalışmalarda ele

alınmaktadır (Palamut,2007) Özellikle barınma sorunu ndeni ile afet sonrasında sıklıkla göç

olgusu gözlenmektedir (Lindell,2013 ) Söz konusu göçün oluşabilmesi için gerekli kaynaklardan

bir tanesi, sosyal ilişki ağları ve bu ağlarda gerçekleşen sosyal destek mekanizmaları

olabilmektedir. Aynı nedenler, göç etmeme davranışının ortaya çıkmasında da büyük etkiye

sahip bulunmaktadır. Katılımcıların deprem sonrasında “aile üyeleri ve akrabalarının yanlarında

kaldıklarını” ifade etmeleri, sosyal destek mekanizmaları nedeni ile göç etmediklerini, diğer bir

ifade ile afetin olumsuz etkileri ile başa çıkabildiklerini göstermektedir. Kriz anlarında ortaya

çıkan sosyal destek mekanizmaları, sosyal sermaye nin oldukça önemli bileşeni olan güven ile

de yakın ilişki içindedir. Katılımcılar, güvendikleri kişilerin, aile ve akrabalarının, yanlarında

kalmayı tercih etmektedirler. Ancak söz konusu zorunlu misafirlik, her zaman uyum içinde

gerçekleşmeyebilir ve güven kırılması yaşanarak kırılabilir ve çatışmaya dönüşebilir

(Palamut,2009)

Buna ek olarak, deprem sonrasında devlet tarafından düşük sosyo ekonomik seviyede olan afet

topluluğunun şehir dışında barınma ihtiyacının karşılanması da söz konusudur. Katılımcılardan

bazıları, bu uygulamaya başvurduklarını ancak, olumlu bir sonuç alamadıkları için göç etmek

istemelerine karşın bunu gerçekleştiremediklerini ifade etmişlerdir. Diğer bir ifade ile Van’da

kalmaları kendi rızalarının dışında, dışarıdan farklı unsurlar, özellikle ekonomik, nedeni ile

gerçekleşmiştir.

Göç eden katılımcılar (67; %37,4) ise, göç etme nedenlerini sıralarken, başka şehirlerde yaşayan

akrabalarının yanına gittiklerini, eğitimlerinin devamlılığı için göç ettiklerini, sağlık sorunları

nedeni ile Van’dan ayrıldıklarını, deprem nedeni ile iş kaybı yaşadıklarını ve iş bulmak amacı ile

göç ettiklerini sıklıkla dile getirmişlerdir. Ancak söz konusu nedenler ile gerçekleştirilen göç

etme eylemi “geçici” bir nitelik göstermektedir. Kendileri ile görüşülen ve göç eden katılımcıların

hepsi Van’a geri dönmüşlerdir. Geri dönmelerinin arkasında, Van’daki yaşam koşullarının

normale dönmeye başlaması (ara verilen eğitimin tekrar aktif hale gelmesi), duygusal nedenler

(aile ve akrabaların yanında olma isteği), gittikleri yerlerde yaşayanların kendilerine yönelik

olumsuz davranışları etkili olmaktadır. Farklı alanlara kırılganlığı olan kadın katılımcının (tek

ebeveynli ailede yaşıyor olması, kadın hane reisi olması, depremzede olması ve Kürt olması)

yaşadıkları bu durumu oldukça iyi ifade eden bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır:

Page 15: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

20

“Antalya’ya gittik. Kendi imkanlarımızla gittik. İki oğlumla birlikte, eşim ile ayrı yaşıyoruz.

Bizi terk etti. Deprem olduğunda da yanımızda değildi zaten. Bir ev tuttuk. Ev sahibi kira almadı

üç ay kaldık sonra buraya geri geldik çocuklar çalışmıyordu Antalya’da barınamadık pis Kürtler

geldi dediler sopa ile kovaladılar ev ararken biz de geri geldik.” Kadın, eşinden ayrı yaşıyor,

konteynerde kalıyor.

Eleştirel ırk Teorisinin “kesişimsellik” kavramı, her ne kadar ırksal farklılıklarından dolayı

kişilerin sosyal oluşumların farklı boyutlarında ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kaldığını

kabul etse de bunun diğer eşitsizliğe maruz kalan toplumsal tabakalar ile de ilişki içinde

olduğunu ifade etmektedir. Kadın, erkek olmak, yoksul olmak, engelli olmak, farklı etnik

kökenlere sahip olmak, yaşı olmak, çocuk olmak, zenci ya da beyaz ya da sarı ırktan olmak bahsi

geçen tabakalaşma unsurları olarak ifade edilebilir. Karmaşık ilişkiler ağı nedeni ile tüm bu

özellikler farklı kombinasyonlar ile birbirleri ile bağlantılı durumdadır ve bu ilişkinin yoğunluğu,

söz konusu kesimlerin/ tabakaların kırılganlığını daha da arttırmaktadır.

Fenomenolojik sosyolojinin en önemli kabullerinden olan “özne olan insanın düzen ve denge

peşinde olması” durumunu katılımcıların neden göç etmediklerini belirtmelerinde de kullanmak

mümkün olabilmektedir. Bilinmedik bir yerde tek başına belirsizlik içinde yaşamaktan ziyade

bilinen bir yerde katılımcıların bazılarının kalmayı tercih ettikleri görülmektedir. Bilinmeyen

yerde yaşamak risk almaktır. Risk toplumunun insanının en önemli niteliklerinden birinin risk

alma eğilimi içinde olma olarak tanımlayan Giddens’ı doğrularcasına katılımcılardan bazıları risk

alarak göç etmiş; bununla birlikte, risk almak istemeyen geleneksel topluma daha bağımlı olanlar

ise göç etmeme yönünde bir tercihte bulunmuşlardır.

Katılımcıların çoğunluğu (94; %52,5) deprem öncesinde kirada (lojman da dahil) olduklarını

belirtmişlerdir. Kendi evlerinde olanların (85; %47,5) büyük çoğunluğu (73; %91,2) tapulu eve

sahip olduklarını ifade etmişlerdir. Özellikle gecekondu tarzı yapılara sahip olan katılımcılar

evlerinin tapusunun olmadığını ifade etmişlerdir (12; %0,8). Tapusu olan katılımcılara, tapunun

aile üyelerinden hangisinin adına olduğu sorusu yöneltilmiştir. Ataerkil bir toplum yapısının

önemli göstergelerinden biri olan maddi kaynakların erkekler ile bir tutulması eğilimini (Demir

Gürdal ve Odabaş, 2014) bu çalışmaya dahil olan katılımcılar için de söylemek mümkündür.

Tapu ile ilgili olarak araştırma sürecinde ortaya çıkan bir durum ise “tapunun tek bir kişi adına

değil, birden fazla kişi adına hazırlanmış olmasıdır.” Hisseli tapu nedeni ile hak sahipleri arasında

yaşanılan çatışmalara (Kentsel dönüşüm uygulamaları nedeni ile Türkiye’de hak sahipleri

arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Aynı şekilde araştırmacının kendisi tarafından Artvin Borçka

ve Muratlı Barajlarının istimlak edilmesi ile ilgili olarak yaptığı sosyal etki araştırmasında da

varisler arasında çatışmaların yaşandığı gözlenmiştir) benzer şekilde, deprem sonrasında

özellikle TOKİ tarafından verilen kalıcı konutlara yerleşim ya da hak etme konusunda taraflar

arasında çatışma yaşanmaktadır.

Deprem sigortasına sahip olup olmama ile ilgili soruya katılımcıların çoğunluğu “hayır” cevabını

vermiştir (65; %86.5). Tapu sahibi olan katılımcılara yöneltilen bu soruya ek olarak deprem

sigortası yaptırmadıklarını belirten katılımcılara neden sigorta yaptırmadıkları sorulmuş ve

Page 16: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

21

yanıtlayıcılar maddi durum yetersizliği, bilgi yokluğu (deprem sigortasının ne olduğu konusunda

bilgi sahibi olmama), ortak tapu sahipliği ya da sigorta yaptırmaya gerek duymama gibi

nedenlerden dolayı sigorta yaptırmadıklarını ifade etmişlerdir. “Bizim buralarda DASK bilinmez”

şeklinde yanıt veren katılımcının ifadesi, DASK farkındalığının farklı nedenler ile oldukça düşük

olduğunu göstermektedir. Kadercilik anlayışının bu noktada önemli bir etken olduğunu

söylemek mümkündür. Katılımcılar ile yapılan yüz yüze görüşmelerde pasif bir teslimiyet eğilimi

araştırmacı tarafından hissedilmiştir. Bu pasifliğin arka tarafında katılımcıların dış denetim

alanlarının gelişmiş olması da dikkate alınması gerek bir faktör olarak değerlendirmeye

katılmalıdır. Sorunların çözümü konusunda dışsal unsurlardan(devlet, aile arkadaş gibi) destek

beklemek ve kendi başına bir şey yapamama algısı, tutumu ve davranışı içinde olmak şeklinde

de açıklanabilecek olan dış denetim alanının gelişmesi, sosyal sorunların çözümünde önemli bir

engel olarak değerlendirilebilir. Kaderciliğin sadece teslim olma ve bir şey yapmama olarak

algılanması dış denetim alanının daha fazla gelişmesi ile iç içe girmiş durumdadır. Bu sorunun

üstesinden gelebilmek için, kişinin kendine saygı ve güven duymasını sağlayacak farklı eğitimsel

uygulamalar (formel ve informel eğitim pratiğinin gerçekleştiği her yerde) yararlı olacaktır.

DASK farkındalığının düşüklüğü ile ilgili bir diğer etmen ise DASK’ın yaptırımının ve

tanınırlılığının sıradan insanın gündemine henüz tam olarak inmemesi olabilir. Afet

farkındalığının bir boyutu olarak kabul edilebilecek olan DASK farkındalığı, afet farkındalığının

sağlanmasında kullanılan teknikler (eğitim ve bu eğitimde kullanılacak afet iletişimi) aracılığı ile

sağlanabilir. Bu konu ile ilgili olarak özellikle afet ve risk iletişiminde kullanılan dil ve mesajın

sunum biçimi oldukça önemlidir. İçerik bakımından kötü olaylar ve örnekler ile dolu bir iletişim

biçimi yerine başarı hikayeleri ile sunulan bir afet ve risk iletişiminin daha etkili olduğu

yönündeki argümanlara dayanarak “topluluk temelli sosyal pazarlama” tekniği kullanılabilir.

Türkiye’de sigarayı bırakma ile ilgili olarak hazırlanan kamu spotlarında sigara nedeni ile

sağlığını kaybeden insanların yer aldığı reklamlardan, sigarayı bırakan insanların yaşadıkları

olumlu gelişmelere odaklanan reklamlara doğru yaşanılan değişim topluluk temelli sosyal

pazarlamaya örnek olarak verilebilir. DASK ile ilgili zorunlu misafirliğe odaklanan reklam yerine

DASK yaptıranların mutluluk hikâyelerine odaklanan reklamların daha etkili olacağı bu

yaklaşıma dayanarak ileri sürülebilir.

Katılımcıların Deprem Deneyimleri

Çalışmanın bu bölümünde toplumsal yapının farklı kesimlerinden olan kadın, erkek, yaşlı, çocuk,

genç ve engellilerin afet ile ilgili deneyimlerinin örnekleme dahil olan katılımcıların deneyimleri

ile karşılaştırarak tartışılması gerçekleştirilmektedir. Toplumsal yapılanmanın homojen bir

nitelik göstermemesi, tabakalaşmaya neden olmakta ve bu tabakalaşma beraberinde eşitsizliği

de getirmektedir. Kırılganlıklar afete gibi olağanüstü durumlarda daha şiddetli bir şekilde

deneyimlenmektedir. Her kesimin deneyimleri benzerliklerine rağmen statüleri gereği tamamı

ile aynı olmamaktadır.

Toplumsal Cinsiyet ve Afet

Page 17: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

22

Toplumsal cinsiyet kavramı, içerik bakımından ele alındığında “kadın” ve “erkek” olarak ikiyi

ayrılan ve biyolojik farklılıklar temelinde kurgulanan bir kavram olarak değerlendirilmektedir.

Bununla birlikte, gerek politik söylemlerde gerekse gündelik dilde bu kavram, içeriği olan

taraflardan sadece “kadın”ları ifade etmektedir.

Bununla birlikte, birer inşa olarak değerlendirilen kadınlık ve erkeklik durumunun, transgender

olarak ifade edilen ve ne kadınlık durumunu ne de erkeklik durumunu kabul eden tartışmalar

için bir sınırlılık olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Diğer bir ifade ile, toplumsal cinsiyet

tartışmalarının eşitsizlik durumu yaratan her türlü sosyal sorun çerçevesindeki ele alınışı,

transgender kavramını dışlaması bakımından önemli bir sınırlılığa sahiptir.

Afet ve afet riskinin tanımlanmasında sıklıkla kullanılan “statüyü bozması”, afet öncesindeki

statünün iki yönde değişmesini içermektedir. Öncelikli olarak, olumsuz yönde insan

birlikteliklerini etkileyen ya da etkileme potansiyeli olan afet ve afet riskleri, süreç içinde söz

konusu insan birlikteliklerinin lehine sonuçlar doğurabilir. “Fırsatlar penceresi” yaratarak,

afetlerden etkilenen kesimlerin güçlenmesine katkıda bulunabilir. Böylesine bir olumlu durumun

yaratılmasında, “afet toplulukları” olarak da değerlendirilen insan birlikteliklerinin sahip

oldukları, kırılganlık ve kapasitelerinin etkisi önemlidir. Bu kırılganlık ve kapasiteler, aynı

zamanda afet ve afet riski yönetimi kavramsallaştırma ve pratiklerinde anahtar rol

üstlenmektedir. Böylesine bir anlayış, “”tabandan hareket eden” bir bakış açısını belirtmektedir.

Kadın ve Afet

Toplumsal cinsiyeti oluşturan taraflardan biri olan kadınların ve kızların, afet ve afet riski ile

afet ve afet riski yönetimi anlayışında merkezi bir rol oynadığını ileri süren farklı argümanlar

bulunmaktadır (Pincha, 2008; Enarson ve Chakrabarti, 2009). Hemen hemen hepsinde ortak

olan noktalardan bir tanesi, kadının sosyal ilişki ağlarındaki kilit konumlarına odaklanmış

olmalarıdır. Söz konusu merkezcilik, “sosyal sermaye” kavramsallaştırması ile literatürde karşılık

bulmaktadır. Sosyal ilişki kurabilme yeteneği olarak da ifade edilebilecek olan bu özellik, kadının

toplumsal cinsiyet rolleri ile organik ilişki içinde bulunmaktadır: Annelik

Enarson (2009), riskin insan yaşamının önemli bir parçası olduğunu belirtirken, risk ile karşı

karşıya gelme durumundan insanların temel eğiliminin hayatta kalmaya çalışmak olduğunu ifade

etmektedir. Böylesine bir durum, insanların birer risk yöneticisi haline gelmelerine neden

olmaktadır ve söz konusu eğilimin özellikle kadınlar için ayrı bir anlam ifade ettiğini dile

getirmektedir. Ona göre kadınlar ve kızlar, toplumsal yaşamın her boyutunda hem bireysel

boyutta hem de sosyal konumları nedeni ile daha komünal düzeyde çok sayıda riskler ile karşı

karşıya gelmektedirler. Ekonomik eşitsizlikler, politik eşitsizlikler, sağlık alanındaki eşitsizlikler,

en genelde hane içi ve dışında karşı karşıya olduğu her türlü şiddet ve baskı kadının ve kızların,

riskler ile başa çıkmasında olağanüstü bir çaba sarfetmek zorunda kalmasına neden olmaktadır.

Bu insanüstü çaba, kadının sosyal ilişki ağlarındaki merkezi konumu nedeni ile daha da

ağırlaşmaktadır:

Page 18: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

23

“Adalet yok belediye arsasına ev yapılmış 12 yaşında ailem bana çok çektirdi. Kuma üzerine

geldim ailem yaşımı evlendirebilmek için büyüttü. Beş yıl önce eşim kazada öldü. Abilerim vardı

onlar için Van’a geldim ama sonra onlar ile anlaşamadık. Annem yok babam başkası ile evli.

Kimse arayıp sormuyor. Eşimin başka çocukları var onlara da ben baktım. konteyner istedim

vermediler önce. Hak sahibi olmadığımı söylediler sonra verdiler. Üç senedir ev bekliyorum

hak sahibi olmadığım için vermediler”. Kadın, konteynerde kalıyor okuma yazması yok ev

hanımı

İngilizce karşılığına bakıldığında annelik ile ilgili iki kavram karşımıza çıkmaktadır:

“motherhood” ve “mothering”. Bunlardan ilki olan “motherhood”’u Türkçe’ye “annelik olgusu”

olarak tercüme etmek mümkün olabilmektedir. Ondokuzunu yüzyılın sonlarına doğru Batı

toplumlarında kullanılmaya başlanılan “motherhood”, anne olma durumunu ifade etmektedir.

Annelik pratiği olarak Türkçeleştirilebilen “mothering” kavramından farklı olarak, annelik olgusu

ideolojik bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Annelik pratiği ise, anne olma durumu ile

ilişkili olarak algılanan her türlü bakım ve koruma eylemlerini ifade etmektedir. Annelik

olgusunda kadın tek sorumlu olarak kabul edilirken, özellikle çalışma yaşamına dahil olmanın

artması ile birlikte, annelik pratiğinde sorumlu tarafların sayısı çoğalmış ve erkekler de bakım

ve koruma işlevlerini yerine getirebilecek bir kesim olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bununla

birlikte, annelik pratiğinde kadının yükümlülüğü erkek ile kıyaslandığında her zaman daha fazla

olmaktadır. Farklı bir ifade ile kadın için annelik pratiği elde var bir sorumluluk iken, erkek için

bu durum geçici bir nitelik göstermektedir. Böylesine bir eğilim, kadın ve erkek arasındaki

eşitsizliğin bir diğer yansıması olarak değerlendirilebilir.

Afet, toplumda var olan eşitsizliklerin daha da derin hale gelmesine neden olan bir unsur olarak

değerlendirilebilir. Annenin, sosyal ilişki ağlarındaki merkezi konumu ve bu konumundan

kaynaklanan kırılganlıkları, sadece kadını değil, etrafında bulunan farklı sosyal kesimleri de

etkilemektedir. Aynı şekilde annenin ya da sahip olduğu kapasiteler de afet ile mücadelede

önemli bir kaynağı teşkil etmektedir.

Afet durumunda anne, annelik olgusunun kendine çizdiği rol çerçevesinde çaba göstermekte,

kelimenin tam manası ile kendini feda etmektedir. Afet öncesinde farklı toplumsal tabakalarda

bulunan kesimlerin afet ile kısa süreliğine de olsa eşitlik kazandığı ancak bu durumun çok da

uzun sürmediği bilinen bir gerçektir. Kayıplar hemen hemen her kesimde olabilir. Bu şekilde

bir eşitlik olsa da, kayıpların niteliği ve niceliği afet öncesi sosyo-ekonomik, kültürel ve politik

konumlara göre farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle farklı annelik ideolojisine ve pratiğine

dahil olan anne ve kadınların da afet sürecindeki etkilenme düzeyleri değişiklik

gösterebilmektedir.

Afetin yarattığı kaos ortamında kadın ve kızların, erkeklere nazaran daha kırılgan olmasının

arkasında yatan nedenleri Ariyabandu and Wickramasinghe (2004) şu şekilde sıralamaktadır:

Sosyal hareketlilik açısından sınırlılıklar, bunun yanı sıra sosyal ve kültürel olarak kadınların

erkeklere bağımlı olması durumu

Uyarı bilgilerine ulaşmada ve bu uyarılara tepki verme (afet anında yapılması gereken

davranışlar) konusunda sınırlılıklarının ve zayıflıklarının olması durumu

Page 19: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

24

Cinsel istismara, hane içi ve dışı şiddete yüksek oranda maruz kalma riski

Çocuk doğurma ve büyütme ile ilgili faktörler

Okuma yazma ve okullaşma seviyesinin oranının düşük olması

Aile içindeki tüm kesimlerin (çocuk, yaşlı, hasta, engelli, genç gibi) bakımından sorumlu

olması

Önce biz bilemedik. Ses gürültü korktuk. Gündüz vakti dışarıda oturduk. Bahçeden dışarı

çıkamıyorduk. Yolda durduk. Çocuklarla bahçede oturduk. Kendimi anne ve insan olarak

tanımlarım ama yeterince annelik yapabiliyor muyuz? Bilemiyorum. Çocuklarımızın psikolojileri

bozuk. . Bazen kendimi suçlu hissediyorum. Çalışmak istedim ama çocuklarıma bakacak kimse

yoktu bu nedenle çalışamadım. Çocuklarıma bakacak biri olsa idi çalışırdım.. Eşim yılda iki üç

ay çalışıyor inşaatlarda ama bir kere çalıştı mı bir süre sigortanız oluyor. Gerçekte çalışmıyor

ama sigorta var gözüküyor.” Kadın, evli ev hanımı

Yukarıda yer alan alıntılar, katılımcının annelik rolünü içselleştirmiş olmasından kaynaklanan

sembolik şiddeti (Bourdieu) dile getirmektedir. Geleneksel cinsiyet rollerinin ataerkil düşünce

yapısı ve pratiğinin somut unsurlarından biri olması olarak ifade edilen bu durumun

katılımcının kendisini zor koşullarda bile öncelikli olarak yapması gereken işin annelik

statüsünün gereğini rollerini yerine getirme konusunda zorunlu hissetmesine neden olmuş ve

bu durum kendisinin psikolojik sağlığına olumsuz yönde etkide bulunmuştur. Sembolik şiddete

örnek olabilecek bir diğer alıntıda ise katılımcı sınırlı kaynaklarından dolayı çocukları arasında

seçim yapmak durumunda kalmıştır:

“Bir evim olsun. Dört öğrenci çocuğum var. Biri servise verildi. Okul çok uzak ve sadece bir

çocuğun servis parasını verebiliyorum. Eşim yazın şoför kısın iş yok. Çalıştığı zaman sigorta

var. Diğer zamanlar yok iki ay dışarıda kaldım poşet içinde yaşamaya çalıştık.” Kadın ev hanımı

Afet sonrasında kadına yönelik olarak erkekler tarafından uygulanan fiziksel, cinsel ve psikolojik

şiddetin artış gösterdiği de bilinen bir gerçektir ( Houghton, 2008). Stres, bu istismarın arka

planında yer alan önemli bir faktördür. Özellikle, erkeğin kendi hayatı ve yakın çevresindekiler

üzerindeki kontrolünü afet nedeni ile kaybetmesi hane içi şiddeti beraberinde getirmektedir.

Geleneksel roller içinde erkeğe atfedilen ekonomik kaynak bulma görevinin yine afet nedeni ile

yerine getirilememesi (işini kaybetmek, sermayesini kaybetmek nedeni ile), erkeğin kendisini

baskı altında hissetmesine ve öfkeye neden olabilmekte ve bu baskı ve öfke de yakın çevrede

yer alanlara, özellikle kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetin gerçekleşmesine olanak

sağlamaktadır. Afet nedeni ile dışarıya bağımlı olma durumu afetzedelerde utanma ve umutsuz

duygularına da yol açabilmektedir (Fothergill, 2003’den akt. Houghton, 2008).

“Depremde başka şehirlerden gelen insanlar oldu. Eşlerine şiddet yaptırıp fuhuş yaptıranlar var.

Eşlerine şiddet yaptırıp çalıştıran (temizlik) erkekler var. burada bu konteynır kentte kocalar

sık sık bağırıyor. Her türlü insan var. Kendi çocuğumuzu dışarıya bırakmaya korkuyoruz.

Page 20: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

25

İftiralar var. Başkasının kızına kötü gözle bakıyorlar. “ Kadın eşinden ayrılmış bir çocuğu var,

konteynerde kalıyor.

Annelik pratiğinin gereklerinden olan çocuk ve bebekler başta olmak üzere aile bireylerinin

bakımını sağlayamama durumu, kadınlarda psikolojik stresin artmasını beraberinde

getirmektedir. Gerekli tıbbi yardımı alamama, sağlıksız koşullarda barınma kadının bakım

rolünün gerçekleşmesini engellemektedir. Buna rağmen kadın çoğunlukla dış koşullardan

kaynaklanan unsurları dikkate almayarak, tüm bu yetersizliğin kaynağı olarak sadece kendisini

görebilmektedir.

Genel olarak katılımcıların deneyimlerine bakıldığı takdirde, annelik rollerinin

içselleştirmelerinden kaynaklanan ve psikolojik ve biyolojik sağlıklarına ve sosyal yaşam

pratiklerine olumsuz yansımaları olan sorunlar ile karşılaştıkları görülmektedir ve deprem bu

sorunların şidedtinin ağırlaşmasında en önemli unsur olarak katılımcılar tarafından dile

getirilmektedir. Depremin yanı sıra deprem sonrasında yardımların dağıtılmasında ve

yardımlara ulaşmada yaşanılan aksaklıklar da depremin olumsuz etkilerinin daha yoğun bir

şekilde yaşanılmasına neden olmaktadır. Bu konu ile ilgili katılımcıların yanıtları ve deneyimleri,

çalışmanın ileri bölümlerinde daha ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.

Şekil 2: Evli üç çocuk annesi ev hanımı olan bir katılımcının deprem ile ilgili çizdiği resim

Şekil 2, çalışmada yer alan gerek kadın gerekse erkek katılımcıların büyük bir çoğunluğunun

görüşlerini çok iyi özetlemektedir. Katılımcı, ev istediğini belirtmekte ve yaşadıkları durumun

nedeni olarak devleti sorumlu tutmaktadır. Yardımların dağıtılmasında yaşanılan sorunlar,

deprem sonrasında normal yaşam düzenlerine tam olarak dönememe ve bunun sorumlusu

olarak siyasi yapıyı görme eğilimi kişilerde böylesine bir algının yaşanmasına neden olmaktadır.

Page 21: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

26

Erkek ve Afet

Afet çalışmalarında son dönemlerde gerçekleşen çalışmalarda kadınların yanı sıra erkeklerin de

afet nedeni ile kırılganlıklarının önemli ölçüde fazla olduğunu ileri süren tartışmalar (Enarson,

1999) karşımıza çıkmaktadır. Erkeklik çalışmalarının argümanlarını paylaşan bu tartışmalarda,

kadının geleneksel rollerinden kaynaklanan kırılganlığının benzerinin erkeklerde de gözlendiği

ve bu durumun temel sorumlusu olarak ataerkil düşünce ve pratiğinin olduğu ileri

sürülmektedir (Kann, 2000). Afet sonrasında geleneksel rollerini yerine getiremeyen erkeklerin,

psikolojik olarak kendilerini yetersiz hissettikleri ve bu yetersizlik hissi ile başa çıkmak amacı

ile farklı teknikler uyguladıkları literatürde karşımıza çıkmaktadır (Houghton,2009): içe

kapanma, şiddet eğiliminde bulunma (özellikle yakın çevresindekilere yönelik), sigara ve alkol

tüketiminin artması bu tepkilere ve başa çıkma mekanizmalarına örnek olarak verilmektedir.

Kasapoğlu ve Ecevit (2001) tarafından gerçekleştirilen 1999 Marmara Depremi’nin sosyolojik

analizinde de sigara ve alkol tüketiminin erkek katılıcılar arasında deprem sonrasında artış

gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada ise erkek katılımcılara, deprem sonrasında

yaşadıkları stresi yakın çevrelerine nasıl yansıttıkları konusunda açık uçlu soru sorularak, afet

ve erkek kırılganlığı arasındaki ilişki ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır:

“Baba olarak elimden Bir şey gelmez. Çocuklarıma bir şey yapmak istiyorum. Okula gidiyorlar.

Ders çalışma yerleri yok. Baba olarak insan üzülür. Çocuklarımın eğitim ortamı yok. Hep

dışarıdalar. Burada her türlü insan var sıkıntı çekiyoruz” Erkek, geçici, işlerde çalışıyor,

konyetnerde kalıyor.

Yoksulluk olgusu ile afetin bir araya gelmesinin erkeklerde yarattığı içsel gerilime örnek olarak

verilebilecek bu alıntıda altta yatan farklı sorunlar da karşımıza çıkmaktadır. Düzenli bir iş ve

gelirleri olmayan erkek katılımcılar Suriye’den savaş nedeni ile göç etmek zorunda kalanların

ucuz emek olarak istihdam edildiğini bu durumun ise kendi koşullarını daha da kötüleştirdiğini

ifade etmektedirler. Karmaşıklık Teorisi’nde olduğu gibi kelebek etkisi yaratan farklı olaylar

birbirlerini yoğun bir şekilde etkilemektedirler.

“Bunun doğal bir afet olduğunu düşündüm ve sakin olmaya çalıştım. Çünkü bir aile babasıyım

ve ailemin etkilenmesini istemiyorum. Bu nedenle her zaman sakin ve olumlu olmaya çalıştım.

Çevreme de aynı şekilde yansıtmaya çalıştım. Çevremdekiler hiç etkilenmediğimi düşünüyorlar

ama aza olsa çevremde yaşanan olaylardan etkilendim. Erkek, çalışıyor üniversite mezunu

Horschild “duygular sosyolojisinde” modern dünyada irrasyonel olarak nitelendirilen duyguların

rasyonel bir şekilde yönetildiğini ifade etmektedir. Farklı amaçlar ile gerçekleşen duygu

kontrolüne örnek olarak yukarıda yer alan alıntıyı vermek mümkündür. Alıntıda ayrıca, erkek

katılımcının bir baba olarak duygularını kontrol etmesi gerektiğini de içselleştirdiği ileri

sürülebilir. Babanın her türlü sorun ile karşı karşıya kaldığında güçlü ve ayakta durması ve

Page 22: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

27

aileye rehberlik etmesi şeklindeki geleneksel rolü, arka planda erkeğin kırılganlığını daha da

derinleştirebilmektedir.

Çocuk ve Afet

Afetler ile çocuklar arasındaki bağlantı, incinebilirliği yüksek gruplar ile afet arasındaki ilişki ile

paralellik göstermektedir. Çocuklar, korunmaya ihtiyaç duymaları nedeni ile kırılgan varlıklar

olarak değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra çocukların çaresiz ve bağımlı varlık olarak

algılanması eleştirileri de beraberinde getirmekte ve çocukların bir birey olarak kapasitelerinin

bulunduğu afet yönetimi ile ilgili tartışmalarda karşımıza çıkmaktadır.

Afet eğitimi ile ilişkilendirilebilecek olan bu çalışmalarda çocuk sosyal sermayesi nedeni ile lider

olarak görevlendirilmektedir. “Okul temelli afet yönetimi ” olarak da adlandırılan ve Türkiye’de

de pilot uygulaması başlatılan eğitim pratiğinde sosyal ilişki ağının merkezine çocuk ve okul

yerleştirilmekte ve okuldan edinilen bilgiler çocuk aracılığı ile sosyal topluluğa aktarılmaktadır

Bununla birlikte, çocuğun afet ve diğer sosyal sorunlara karşı kırılganlığı su götürmez bir gerçek

olarak politikacıların, araştırmacıların ve aktivistlerin gündeminde yer bulmaktadır. Bu

çalışmada da çocukların afet deneyimi, daha farklı bir ifade ile deprem ile ilgili neler bildikleri

sorusu görsel unsurlar kullanılarak çocuklar tarafında cevaplanmıştır. Görsellerin semiotik

analizinde ortaya çıkan ikilikler” mutluluk” ve “üzüntü” olarak kodlanmıştır. Çocuk katılımcılar,

genel olarak resimlerinde deprem öncesindeki yaşantılarını gülen yüzler ile sembolleştirirken,

deprem sonrasındaki yaşamlarını ağlayan yüzler ile ifade etmişlerdir:

Şekil 3: Konteynerde kalan 10 yaşındaki erkek çocuğun deprem ile ilgili görseli

Deprem öncesinde ev ve çocuk gülen yüz ve sağlam ile mutluluk kavramı çerçevesinde ifade

edilirken; deprem sonrasında yaşanılan duygusal ve maddi çöküş ve yıkım, ağlayan yüz ve yıkılan

Page 23: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

28

bina ile anlatılmıştır. Çocukların deprem sonrasında yaşadıkları duygusal çöküntüyü anlatan bir

diğer resim ise 14 yaşındaki bir kız tarafından şu şekilde resmedilmiştir:

Şekil 4: 14 yaşındaki kız çocuğu katılımcının deprem ile ilgili görseli.

Çocukların afetlere karşı daha dayanıklı hale gelmelerini sağlamak amacı ile yapılması gereken

en önemli faaliyetlerden birisi afet eğitimidir. Afet konusunda farkındalığa sahip olmak, afet

anında yaşanılacak durumlar hakkında bilgi sahibi olmak psikolojik olarak çocukların afete karşı

daha hazırlıklı olmasını sağlayabilir. Bunun yanı sıra afet türüne göre sık aralıklarla yapılan

tatbikatlar da panik anında nasıl davranılması gerektiği konusunda çocuklara gerekli bilgi ve

beceriyi kazandıracaktır.

Katılımcıların Afet Farkındalığı

Afet farkındalığının oluşumunda etkili olabilen farklı unsurlar bulunmaktadır. Afet deneyimi bu

etmenler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Katılımcılara, deprem ile ilgili olarak bilgi

seviyelerinin deprem öncesi ile karşılaştırmaları istenilmiştir. Sonuçlar Tablo 2’de

gösterilmektedir:

Tablo 2: Deprem bilgi seviyesi

Sayı Yüzde Daha fazla bilgili 121 71.2 Aynı 48 28.2 Daha az bilgili 1 0.6 Toplam 170 100.0

Page 24: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

29

Tablo 2’de de görüldüğü gibi katılımcılar büyük oranda (%71,2) deprem sonrasında deprem ile

ilgili bilgi sahibi olduklarını ifade etmişlerdir. Söz konusu durum, afet deneyimine sahip olmanın

bilgi seviyesine ve farkındalığına pozitif etkide bulunma iddiasını desteklemektedir.

Deprem anında neler yaşadıklarını ortaya koymak amacı ile sorulan açık uçlu soruya katılımcıları

verdikleri cevaplara dayanarak, katılımcılar arasında deprem anında kapalı mekanlardan hemen

dışarıya çıkma davranışının yaygın olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bu durum ise,

katılımcıların deprem farkındalığı konusundaki bilgi seviyeleri hakkında araştırmacıya ipuçları

vermektedir: deprem anında güvenli bir yer bulup cenin poziyonu alarak beklemek,

merdivenlere, asansör ve balkonlara yönelmemek yerine hemen dışarı çıkma eğilimi Türkiye’de

yaygın bir şekilde gözlenmektedir. Her deprem sonrasında panik ile pencereden balkondan

dışarıya atlayıp yaralanan kişilere dair haberler bu durumu doğrulamaktadır.

Bu sorunun üstesinden gelmek için yine en önemli araç eğitim olarak kabul edilebilir. Ancak

daha önce de ifade edildiği gibi afet eğitiminin nasıl olması, hangi materyallerin kullanılmasının

daha uygun olduğu çok sayıda argümanı bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle daha detaylı

bir afet eğitimi planlamasının yapılmasına gereksinim duyulmaktadır.

Katılımcılara sorumlu davranış biçimlerinden biri olarak nitelendirilebilecek olan afet

iletişiminde bulunarak çevrede er alanları bilgilendirmeye çalışmaları konusunda neler yaptıkları

sorusu sorulmuş ve katılımcıların yanıtları Tablo 3’te özetlenmiştir:

Tablo 3: Çevredekileri bilgilendirme çabası

Sayı Yüzde Bir şey yapmadım 95 59,7 Bilgilendirmeye çalıştım 64 40,3 Toplam 159 100,0

Tablo 3’e göre katılımcıların büyük bir bölümü çevresindekileri deprem konusunda

bilinçlendirme konusunda bir şey yapmadıklarını ifade etmektedirler. Bunun gerekçesinin ne

olduğu kendilerine sorulduğunda ise, deprem konusunda bilgilerinin olmaması yanıtı sıklıkla

karşımıza çıkmaktadır. “Ben ne biliyorum ki başkalarına anlatayım” cevabında somutlaşan bu

anlayışın oluşumunda ise kişilerin kendilerine, kendi bilgi ve becerilerine güvenmeme de etkili

olabilmektedir. Buna ek olarak karşılaşılan sorunların çözümünü dışarıdan bekleme eğilimi,

diğer bir deyişle dış denetim alanının gelişmiş olması durumu da özgüven düşüklüğü ile

karşılıklı olarak etkileşim içinde bulunabilmektedir. Bu durumun sonucunda ise deprem

bilincine ve bunun uzantısında depreme hazırlıklı olma davranışında bulunabilme potansiyeline

sahip olmanın önünde bir engel oluşmaktadır.

Deprem tanımı ile çevresindekileri bilgilendirme çabaları değişkenleri arasında gerçekleştirilen

regresyon analizi sonuçlarına göre (Tablo 4), değişkenler arasında anlamlı ilişki ortaya

çıkmaktadır.

Page 25: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

30

Tablo 4: Katılımcıların deprem tanımı ve çevresindekileri bilgilendirme çabaları arasındaki

regresyon analizi

Unstandardized Coefficients

Standardized Coefficients

t Sig.

B Std Hata Beta Bilgilendirme çabaları

,337 ,078 ,337 4,303 ,000*

Depremin doğa olayı olarak tanımlanması “1” ile kodlanırken geleneksel tanımlama biçimi olarak

ifade edilen “Allah’ın takdiridir yanıtı” “0” ile kodlanmıştır (Kasapoğlu ve Ecevit, 2000). P

değerinin 0.000 olarak çıkması iki değişken arasındaki anlamlı ilişkiyi ortaya koymaktadır. Aynı

değişkenler ile gerçekleştirilen Ki-kare analizi sonuçlarına göre de iki değişken arasındaki ilişki

anlamlı çıkmıştır (Tablo 5)

Tablo 5: Deprem tanımına göre Deprem konusunda yakın çevreyi bilgilendirme çabası

çapraz tablosu

Deprem doğa olayıdır

Deprem Allah’ın takdiridir

Sayı Yüzde Sayı Yüzde Bilgilendirme yapmadım

24 40.0 64 73,6

Bilgilendirmeye çalıştım

36 60,0 23 26,4

Toplam 60 100,0 87 100,0

Ki kare: 16,867 sd: 2 p<0.000*

Tablo 5’e göre, depremi doğa olayı olarak tanımlayanların çoğunluğu bilgilendirme çabalarında

bulunmakta (36; %60); bununla birlikte Allah’ın takdiri olarak tanımlayanların büyük bir

çoğunluğu da bilgilendirme yapmadıklarını ifade etmişlerdir (60; % 73,6). Bu durumun

değerlendirmesi olarak, daha önceki alıntılarda da karşımıza çıkan argümanları kullanmak

mümkündür. Kadercilik olarak kabul edilen “kültürel çareler deposu” na dayanarak bir şey

yapmadan durma afet farkındalığının önünde önemli bir engeli teşkil etmektedir. Bu engeli

aşmak için yapılması gerekenler “her şey Allah’tandır. Ama bizim de insan olarak

yapabileceğimiz bir şeyler var, tevekkül var” diyen katılımcının argümanı ile karşımıza

çıkmaktadır.

Afet ve Güven

Sosyal sermaye biçimlerinden biri olarak kabul edilen güven olgusu sosyal bilimlerde son

dönemlerde yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Giderek karmaşıklaşan dünyada kişilerin

kendilerine bir dayanak arama eğilimi böylesine bir ilginin arkasında yer almaktadır. . Kavramın

sosyolojik analizinde önemli isimler arasında yer alan Luhman (1993)‘a göre toplum içinde

Page 26: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

31

güven kavramının oluşmasının ön koşulu, kaos ve buna bağlı olarak oluşan ve süre giden risk

ve korku duygularıdır ve bu olgunun temel işlevi karmaşıklığın azaltılmasıdır. Bu karmaşıklık

ise modern sanayi toplumunun özellikleri arasında yer almaktadır. Söz konusu toplumda

yaşayan bireyler, hesaplanabilirlik ilkesi temelinde karşı karşıya bulunduğu durumlar için çözüm

seçenekleri geliştirirler; ancak, sosyal gerçeklik içinde tüm olasılıkları hesaplamak ya da tahmin

edebilmek mümkün olmadığı için, güven olgusu süreç içine dahil olur ve kişi bu olguya

sorumluluklarını atfeder. Diğer bir deyişle güven geleceğe yönelik bir olgudur ancak geçmiş ile

de bağlantıları bulunmaktadır. Deneyimler aracılığı ile karşı tarafın güvenilir ya da tersi olduğu

konusunda kişi değerlendirmeler yapar ve sonuca ulaşır. Geleneksel toplumdaki güven, geçmişe

ağırlık vererek, gelecek için belirsizlik ve risk olgularını kavramsallaştırmaların dışında

tutmaktadır. Oysa modern toplumlarda gelecek önemli bir bileşen olarak kabul edilmektedir.

Çalışmada, güven olgusu, siyasi yapı ve onun yerel temsilcilerine güven çerçevesinde ele

alınmaktadır. Söz konusu sınırlandırmanın yapılmasında, deprem yardımlarına ulaşma

konusunda sıkıntı yaşanıp yaşanılmadığı ve eğer bir sıkıntı yaşanmışsa bunun ne olduğunu

sorulduğu sorulara verilen yanıtlar etkili olmuştur:

Tablo 6: Deprem yardımlarına ulaşmada sorun yaşama

Sayı Yüzde Evet 138 79.8 Hayır 35 20.2 Toplam 173 100.0

Tablo 6’ya göre katılımcıların yarısından daha fazlasının deprem yardımlarına ulaşmada sorun

yaşamışlardır. Söz konusu sorunların neler olduğu ile ilgili olarak katılımcılara ait aşağıda yer

alan alıntılar bilgi sağlamaktadır:

“Çadır bulamadık çadır almaya gittiğimizde sopa yedik. 15-20 gün sora yazlık çadır verdiler iki

ay sonra konteynır verdiler. Adaletsiz bir dağıtım sistemi var. İktidara yakın olanlar yardım

aldılar. Ötekiler yeterince yardım alamadılar. Türk halkına ve dünya halkına minnettarız devlete

asla.” Kadın, ev hanımı Kürt kökenli

Yukarıda alıntıya göre yardımların dağıtımında eşitsizlik söz konusudur. İnsan ilişkileri ile ilgili

sosyal psikolojik yaklaşımlardan “Eşitlikçi Yaklaşım”a göre insan ilişkilerindeki en önemli kriter

adalet duygusunun sağlanmasıdır. Adalet duygusunun kişilerde oluşturulamaması özellikle

algısal boyutta ilişkilerde adaletin ol(a)maması, çatışmanın ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Barthos ve Wehr (2002)’ e göre kıt kaynakların olması ve bu kaynaklara ulaşma çaba ve isteği

taraflar arasında çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Afet gibi olağanüstü koşullarda, özellikle

yardımların ulaşımı ile ilgili konularda bir çatışmanın önlenebilmesi için, yardım dağıtacak

kişilerin seçimi ve eğitimin önemli olduğu yukarıdaki alıntıya dayanılarak ileri sürülebilir.

“Yardım nepotizmi” olarak kavramsallaştırılabilecek olan tanıdıklara daha fazla yardım etme

Page 27: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

32

durumuna ek olarak dağıtımlarda yaşanılan bir diğer sıkıntı alanı aşağıdaki alıntıda karşımıza

çıkmaktadır:

“Bizim can kaybımız vardı onunla uğraşırken komşular bizim yerimize aldı. Bize gelmedi.

Görevliler hep yakınlarına dağıttı.” Kadın, ev hanımı

Benzer bir sorunu yaşlı bir katılımcı da yaşadığını belirtmiş ve sağlık durumu elvermediği için

yardımı kendisi adına bir başkasının aldığı ama o kişinin yardımı kendisine ulaştırmadığını ifade

etmiştir. Bu tür sorunların önüne geçebilmek amacı ile esnek yapılanma içinde olacak “esnek

örgüt” (Çorbacıoğlu,2005) anlayışının kamu ve özel sektörde oluşturulması gerekmektedir. Afet

sonrasında müdahale edecek örgütlerin farklı senaryolara göre oluşturulması bu noktada büyük

önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra nüfusun özellikleri (kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, engelli

vb.) hakkında bilgiler güncel ve doğru olmalı, bunu sağlayacak bir veri bankasının oluşturulması

gerekmektedir.

1999 Marmara Depremi’nden sonra da yardıma ulaşma konusunda devletin ve siyasi otoritenin

yetersiz kalması depremzedelerde devlete ve siyasi otoriteye karşı güven kırılmasına neden

olmuştur (Jalali,2002). Aradan geçen 15 yıla rağmen bu konuda bir değişimin yaşanmaması,

toplumsal hafızanın düşük olması, gündemin çabucak değişmesi Türkiye’de sürdürülebilir bir

afet yönetimi oluşturmada önemli engeller teşkil etmektedirler. Bununla birlikte katılımcıların

hemen hemen hepsi Allah’a güven duyduklarını ifade etmişlerdir. Bu eğilim önemli bir başa

çıkma mekanizması olarak değerlendirilebilir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

2011 yılında Van’da meydana gelen depremin sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam üzerine

etkilerinin neler olduğunu ortaya çıkarma amacında olan bu çalışmada, saha araştırması

sonucunda elde edilen verileri şu şekilde özetlemek mümkündür:

Toplumsal yapının homojen nitelikte olmaması afetten zarar gören kesimlerin incinme

derecelerini etkilemektedir. Bu değerlendirmeye paralel olarak, araştırmaya katılan katılımcılar

içinde farklı toplumsal kesime ait olanların kırılganlıkları da değişim göstermiştir. Kadın

katılımcılar özellikle annelik statüsünün gereği olarak deprem ile başa çıkma konusunda yoğun

emek sarf etmişler ve durum onların zihinsel ve fizyolojik olarak yıpranmalarına neden

olmuştur. Afet öncesinde var olan kırılganlıkları (şiddet görme, okula gidemem, çalışamama

gibi) deprem sonrasında da yoğun bir şekilde devam etmiştir.

Toplumsal cinsiyet kavramsallaştırmasının diğer bir tarafı olan erkekler de afet ile ilgili

tartışmalarda yakın bir geçmişte ilgi görmeye başlamıştır. Ataerkil sistemin taşıyıcısı olarak

gündelik hayatta algılanan erkekler, gerçekte afetlerden olumsuz olarak en az kadınlar ve kızlar

kadar fazla etkilenmektedirler. Bu çalışmada da özellikle baba ve aile reisi

kavramsallaştırmalarının içeriği ve pratiği erkek katılımcıları kendilerini kontrol etme ve güçlü

Page 28: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

33

olma konusunda zorlamış ve bu durum onların yıpranmasına, şiddet eğilimli olmasına yol

açmıştır.

Sosyal yapının karmaşık ilişkiler ağından oluşması, şiddet başta olmak üzere farklı sosyal

sorunların oluşumuna, gelişimine neden olabilmektedir. Deprem nedeni ile erkek üzerindeki

kültürel baskı, kadına yönelik şiddette somutlaşabilmektedir. Çocuklar, afetten en fazla etkilenen

kesim olarak kabul edilebilir. Böylesine bir algılamada daha önce de ifade edildiği gibi, çocukluk

ile korumasız çaresiz güçsüz sıfatlarının bir arada kullanılmasının önemli yeri bulunmaktadır.

Çalışmada yer alan çocuklar, deprem deneyimlerini üzüntü ve mutsuzluk sembollerini

kullanarak dile getirmişlerdir. Çocukların bu psikolojik durumlarını iyileştirmek, onları afetlere

karşı daha hazırlıklı kılabilmek için afet ile ilgili bilgi ve becerilerin önceden sık aralıklarla ve

uygulamalı olarak verilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu noktada okul merkezli bir eğitim

hayati durumdadır. Bu eğitimin verilmesinde ise, eğitimcinin niteliği de oldukça etkilidir ve

öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarında afet eğitiminin de uygulamalı bir ders olarak

okutulması olumlu gelişmelere imkân verecektir.

Afet yönetimin sürdürülebilir hale gelmesi için kullanılabilecek en etkili yaklaşımlardan bir

tanesi “topluluk temelli afet ve afet riski yönetimi” dir. Afet topluluğunun (afetzedeler ve kamu

ve sivil inisiyatifler ve sıradan kişiler) tüm paydaşlarının karar verme ve uygulama süreçlerine

deneyimleri ile birlikte dâhil edilmesi bu yaklaşımın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Türkiye’de

1999 Marmara depremi sonrasında MAY olarak isimlendirilen “Mahalle Afet Yönetimi” bu

anlayışın Türkiye’deki ilk temsilcileri arasında yer almaktadır. 1999 Marmara Depremi afet ve

afet riski yönetimi anlayışı ve pratiği açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Bu

tarihten sonra kamusal ve sivil alanda farklı çalışmalar gerçekleşmiş ve kamusal alandaki en

önemli gelişme, daha öncesinde dağınık durumda olan ve bu nedenle iletişim ve eşgüdüm

konusunda sıkıntılar yaşayan örgütlerin tek bir merkez altında toplanması olmuştur. AFAD

olarak adlandırılan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 2009 yılında kurulmuş ve Bütünleşik

Afet Yönetimi Sistemi“ anlayışı ile afet ve afet riski yönetiminin farklı aşamalarını daha önce

ifade edilen döngüsel bir anlayış çerçevesinde ele almayı temel hedef olarak belirlemiştir.

AFAD tarafından 2015 yılı Ocak ayında gerçekleştirilen toplantı sonrasında Türkiye’nin Afet ve

Afet Riski Yönetimi Stratejisi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmanın yürütücüsünün de

davetli olarak katıldığı bu toplantıda, eğitim ile ilgili neler yapılabileceği konusunda farklı

tartışmalar gerçekleşmiştir. Afet eğitiminin bu yazının farklı bölümlerinde de sıklıkla dile

getirildiği gibi uygulamalı sık aralıklı ve basit bir dil ile paylaşımlı bir şekilde gerçekleştirilmesi,

afet farkındalığının kalıcı bir şekilde kişilerde oluşması ve gündelik hayatın bir parçası haline

gelmesi sağlanabilir.

KAYNAKÇA

Ariyabandu, M.M. (2009) Sex, Gender and Gender Relations in Disasters, iç. Women, Gender

and, Disaster (Ed. E. Enarson, P.G.D. Chakrabarti), London: Sage

Barthos, O.J ve Wehr, P. (2002) Using Conflict Theory, Cambridge: Cambridge University

Press.

Page 29: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

34

Beck, U. (1992) Risk Society: Towards a New Modernity, London: Sage.

Beck, U. (1999) World Risk Society, Madlen, MA, Blackwell Publishers.

Chandler, D. (2002) Semiotics the Basic:London: Routledge.

Enarson, E. (2009) Preface, iç. Women, Gender and, Disaster (Ed. E. Enarson, P.G.D.

Chakrabarti), London: Sage.

Enarson, E. , Chakrabarti, P.G.D. (2009) Women, Gender and Disaster: London: Sage.

Fişek, G.O., Yeniçeri, N., Müderrisoğlu, S., Özkarar, G. (2002) Risk Perception and Attitudes

Towards Mitigation, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi CENDİM.

Fritz, C.E. (1961) Disaster, iç. Contemporary Social Problems (R. Merton ve R. Nisbet Ed.),

New York: Harcourt, Brace and World Inc.

Giddens, A. (1998) Risk Society: The Context of British Policies, iç. The Politics of risk Society,

(J. Franklin Ed.), Oxford: Polity Press.

Harrison, B.(2002) Seeing Health and Illness Worlds – Using Visual Methodologies in a

Sociology of Health and Illness: A Methodological Review, Sociology of Health & Illness ,

24: 856–872.

Hines, J.M. , Hungerford, H.R., Tomera, A.N. (1986) Analysis and Synthesis of Research on

Responsible Environmental Behavior: A Meta Analysis, Journal of Environmental

Education, 18 (2).

Horkheimer, M.(2005) Akıl Tutulması, İstanbul: Metis.

Houghton, R. (2009)‘Everything Became a Struggle, Absolute Struggle’: Post-flood Increases

in Domestic Violence in New Zealand, , iç. Women, Gender and, Disaster (Ed. E.

Enarson, P.G.D. Chakrabarti), London: Sage.

Houghton, R. (2009)‘Everything Became a Struggle, Absolute Struggle’: Post-flood Increases

in Domestic Violence in New Zealand, , iç. Women, Gender and, Disaster (Ed. E.

Enarson, P.G.D. Chakrabarti), London: Sage.

Jalali, R. (2002) Civil Society and the State: Turkey After the State. Disasters, 26:120-139

Luhmann, N. (1993) Risk: A Sociological Theory, New York: Aldine De Gruyter.

Demir Gürdal, A. ve Odabaş Z.Y. (2014) Miras ve Kadın: Sosyolojik Bir Değerlendirme, Folklor

ve Edebiyat Dergisi, Sayı 78.

Çorbacıoğlu, S. (2005) Çevrelerinde Değişime Adapte Olabilen Sosyo-Teknik Sistemler ve

Afet Yönetimi, Çağdaş Yerel Yönetimler, 14(2): 5-21.

Kasapoğlu, A. ve Ecevit M. (2001) Depremin Sosyolojik AraĢtırması, Ankara: Ümit.

Kasapoğlu, A. ve Ecevit, M. (2002) Effects of Cultural Values on the Attitudes and Behaviours

of Survivors of the 1999 Earthquake in Turkey, Social Behavior and Personality: An

International Journal, 30: 195-202.

Page 30: DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ · DEPREMİN SOSYOLOJİK İNCELENMESİ: 2011 VAN DEPREMİ Z. Yonca Odabaş* Sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim

35

Law, J. (1999) After ANT: Complexity, Naming and Topology, iç. Actor Network Theory and

After, (J. Law ve J. Hassard Ed.), Oxford: Blackwell.

Lindell, M. K. (2013) Disaster Studies, Current Sociology, 61 (5-6): 797-825.

Mileti, D. S. (1999) Disasters by Design: A Reassessment of Natural Hazards in the United

States, Washington: Joseph Henry Press.

Palamut, H. (2007) Depremin Yarattığı Travmanın KiĢilerin Hayatlarına Etkileri, iç. Yeni

Toplumsal Travmalar (A: Kasapoğlu Ed.), Ankara: Referans.

Peirce, C.S. (1931;1958) Collected Writings (C. Hartshorne, P. Weiss, A. W. Burks ed.),

Cambridge: Harvard University Press.

Pincha, C. (2008) Gender Sensitive Disasater Management: A Toolkit for Practitioners,

Mumbai: Eastwarm Books.

Rose, G. (2007) Visual Methodologies: An Introduction to teh ınterpretation of Visual

Materials, London: Sage.

Saussure, F. de (1974) Course in General Linguistics, London: Fontona/Collins.

Sayğan,S. (2014) Örgüt Biliminde Karmaşıklık Teorisi: Complexity Theory in Organization

Science, Ege Akademik Bakış, 14( 3): 413-423.

Seeman, M. (1959) On the Meaning of Alienation, American Sociological Review.

Wallerstein,I. (1999) Bildiğimiz Dünyanın Sonu, İstanbul: Metis.